Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

74
Sayı 941 HAZİRAN 2012 88.YIL 5TL. www.yesilay.org.tr Aylık Sağlık, Eğitim ve Kültür Dergisi GEBELiKTE ALKOL ve SiGARA KULLANIMI HASAN KAÇAN ile Söylesi BAĞIMLILIK ANNE KARNINDA MI BAŞLIYOR? Anne Baba Olmanın Sorumluluğu Ne Zaman Başlar? SCUBA DIVING ile ilgili merak ettiğiniz herşey

description

Bağımlılık Anne Karnında mı Başlıyor?

Transcript of Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Page 1: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Sayı 941 HAZİRAN 2012 88.YIL 5TL. www.yesilay.org.tr

Aylık Sağlık, Eğitim ve Kültür Dergisi

GEBELiKTE ALKOL ve SiGARA KULLANIMI

HASAN KAÇANile Söylesi

BAĞIMLILIK ANNE KARNINDA MI BAŞLIYOR?

Anne Baba OlmanınSorumluluğuNe Zaman Başlar?

SCUBA DIVINGile ilgili merak ettiğinizherşey

Page 2: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı
Page 3: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Bağımlılık Anne Karnında mı Başlıyor?

Sigara, alkol veya uyuşturucu bağımlısı olan bir kişinin çocukluk hatta anne karnındaki dönemlerine baktığımızda aslında o kişinin şu andaki bağımlılığının nereden kaynaklandığını bir şekilde anlayabiliriz. Muh-temelen o kişinin anne veya babası da, çocukta bağımlılığı tetikleyecek bir takım zararlı alışkanlıklara girişmiştir.

Araştırmalara göre hamile bir bayanın hamilelik süresince bağımlılık yapıcı bir madde kullanması bebeğin ileriki dönemlerini de olumsuz etkilemektedir. Gebelik sırasında anne adayının sigara veya alkol gibi madde alması o bebeğin büyüdükçe anne karnında aldığı o tadı aramasını tetiklemektedir.

Çocukta oluşabilecek bir bağımlılık anne adayının hamilelik öncesi ve hamilelik sı-rasında özellikle sigara ve alkol kullanımı ile paralellik göstermektedir. Bu bağlam-da bizler de Yeşilay Dergimizin Haziran sayısında gebelik dönemlerinde bağımlılık yapan maddeleri kullanmanın etkileri üzerinde durduk.

Bu sayımızda Kadın Sağlıkçıları Dayanışma Derneği Başkanı Uzm. Dr. Gülhan Cengiz’in gebelikte sigara kullanımı konulu makalesine yer verdik. Aynı şekilde hamilelik dönemlerinde alkol alımı, anne baba adayında sorumluluğun ne zaman başlayacağı hakkında çok değerli isimlerden yazılarımızı da bu sayımızda sizlere sunmuş bulunmaktayız.

Sigara ve alkol kullanımın tüp bebek tedavisine etkisi ile Prof. Dr. Yılmaz Atay biz-lere bu konuda çok değerli bilgiler sunmuştur. Kapak konusu röportajlarımızda ise Gebelikte Risk Faktörleri ile Op. Dr. Kağan Kocatepe ve Sigaranın Kadın ve Erkek Üreme Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri konusu ile de Dr. Hakan Özörnek ile söyleşilerimiz gerçekleşmiştir.

Kültür-Sanat sayfamızda ise oyuncu, senarist aynı zamanda karikatürist olan Hasan Kaçan ile söyleşimizin yanı sıra dolu dolu kültür-sanat haberlerimiz de yer almak-tadır. Kültür tanıtımımızda ise bir sahil kasabası olan Mudanya’yı sizlere tanıtmış bulunmaktayız.

Bu sayımızda kendisi ile de bir söyleşi yaptığımız Dünya Sağlık Örgütü tarafın-dan Tütün Kullanımı İle Mücadele Avrupa Bölgesi 2012 yılı ödülüne layık görülen TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Cevdet Erdöl’ü tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.

Bağımlılıktan uzak bilinçli ebeveynlerin yetişmesi dileği ile,

Prof. Dr. İbrahim KELEŞTürkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Sekreteri

Editör

KURUCUSUOrd. Prof. Dr. Mazhar Osman UzmanDerginin Tesisi: 1924

TÜRKİYE YEŞİLAY CEMIYETİ ADINAİMTİYAZ SAHİBİGenel Başkan Av. Muharrem Balcı

EDİTÖRProf. Dr. İbrahim Keleş

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜAv. Osman Baturhan Dursun

YAYIN KOORDİNATÖRÜAv. Adalet Canlı Akbaş

HABER VE FOTOĞRAFSümeyya OlcayAybüke EkiciKadir Metin AkbaşRabia KoyuncuEsra Önal

YEŞİLAY REK. TANITIM VE ORG. SORUMLUSUZeynep DemirkıranTacettin VarbozFerdinaz Koyuncu

İDARI VE MALI İŞLER DIREKTÖRÜAbdurrahman Çınar

REKLAM PROJE KOORDİNATÖRÜGRAVGA GROUPİsmail Hilmi Adıgü[email protected] Elbaş[email protected]: 0216 318 3 319www.gravga.com

YAYIN KURULUAv. Muharrem Balcı, Prof. Dr. İbrahim Keleş,Prof. Dr. Burhanettin Can, Prof. Dr. Haydar Sur,Prof. Dr. Sefa Saygılı , Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu,Prof. Dr. Mustafa Şentop, Yrd. Doç. Dr. Vehbi Altınçul,Av. Adalet Canlı Akbaş, Av. Arzu Besiri,Arif Çifci

İDARE YERİNuruosmaniye Cd. No: 17/1 Cağaloğlu - İstanbulT 0212 527 16 83 - F 0212 522 84 63

BASKIMega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2 Cihangir Mah.Güvercin Cad. No: 3 Avcılar - İstanbulTel: +90 212 412 17 00Sertifika no: 12026

GRAFİK TASARIMGRAVGA GROUPArda GürerliTel: 0216 318 3 319www.gravga.com

YAYIN TÜRÜSüreli ISSN 1330-3950Yurtiçi Abonelik, Yıllık 60 TLYurtdışı Abonelik, Yıllık 120 TLPosta Çeki 1054174 Sirkeci İSTANBUL

Yeşilay Dergisi, devletin tüm sorumlumercilerine muntazaman ulaştırılmaktadır.Dergide yayınlanan makalelerinfikri sorumluluğu yazarlarına aittir.

Page 4: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

2 / / 2012 Haziran

01 Bağımlılık Anne Karnında mı Başlıyor?

04 Bağımlılık Endüstrisi Ana Rahmini Hedef Alıyor

16 Gebelik ve Sigara Uzm.Dr. Gülhan Cengiz

12 Bağımlılığın Kaynağı Anne Karnı mı? Op.Dr. Şule Bilgiç Selman

04

18 Gebelikte Alkol Kullanımı Doç. Dr. Ramzan Dansuk

20 Anne-Baba Olmanın Sorumluluğu Ne Zaman Başlar Doç. Dr. Ayhan Kalyoncu

30 Hakan Özörnek ile Röportaj

15 Hamileyken Sigara İçmek Sizi ve Bebeğinizi Nasıl Etkiler? Ahmet Zeki OLAŞİç

ind

ekile

r

06 Yeşilay’dan Haberler Yılın Annesi Gençlik Şurası Bowling Turnuvası

10 Sigara ve Alkol Kullanımı Tüp Bebek Tedavisini Etkiler mi? Prof.Dr. Yılmaz Atay

24 Kağan Kocatepe ile Röportaj

06

24

Page 5: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 3

36 Can Dostum Sinema

32 Cevdet Erdöl ile Röportaj

46 Spor Scuba Diving

72 Hikmetli Çizgiler Alıntılar

54 Kültür&Sanat Türkçe Olimpiyatları

38 Lüküs Hayat Tiyatro

64 Hamilelik Ve Alkol Kitap Tanıtım

40 Hasan Kaçan ile Röportaj

38

66 Kültür Tanıtım Mudanya

70 Arşiv Hilal-i Ahdar

40

32

65 Candan Meşaleler Şiir

54

46

66

Page 6: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

4 / / 2012 Haziran

Karanlık tablolar çizip, sektörden korkutmayı hedefle-miyorum. Karşımızda nasıl bir gücün olduğunu bilip bağımsızlık mücadelemizde ona göre gardımızı alma-mız için bu bahisleri açmam gerekiyor. Reklamın gücü kullanılarak her alanda, sigara –spor, sigara – müzik, sigara – karizma, sigara – entelektüellik, sigara – şa-irlik, sigara – derttaşlık, sigara – yetişkinlik denkleş-tirmesinin yapılması ile dünya insanları üzerinde bir masumluk algısı oluşturuldu. Fakat gelişmiş ülkeler ve eğitimli insanlar bu algıyı yıkarken bizim hala sigaraya bağlı hastalıklardan hergün yüzlerce insanımızı kaybe-diyor oluşumuz kabul edilebilir bir körlük değildir.

Alkol kullanımının yaygınlaşması için de benzer tak-tikleri uygulayan endüstri, son zamanlarda alkolsüz bira reklamları ile gençliğimizi ağına düşürmek için bütün gücünü sarf ediyor. İçinde alkol bulunmadığı iddiası ile okul kantinlerine, toplu taşımada kullanılan vapur kantinlerinde, gençlere yönelik her eğlence, kok-teyl, konserde yerini almak için gayret gösteriyor. Bu-nun kabul edilebilir olmadığını bildiğimiz için alkolsüz bira içerisinde alkol olup olmadığını bile test ettirdik. 0.26 promil alkol içerdiğini de gördük. Mezkûr miktar

BAŞYAZI

Sevgili okur,

Bağımlılık endüstrisi ürettiği maddelerin yaygınlaşma-sı ve elde edeceği kâr payının artması için her yeni gün bambaşka bir taktikle karşımıza çıkıyor. Bağımlılıklar-la mücadelede sağlıklı bir netice alma yolunun bağımlı-larla yahut bağımlılık yapan madde ile mücadele etmek olmadığı ortada. Zira üreticilerin, insan sağlığını hiçe sayarak, özgür irademizi talan ederek, yaşam hakkımız üzerinde her türlü kirli oyunu oynayarak kâr elde etme-ye devam ettiği bir ortamda, mücadele edilecek yegâne unsur bu habis sektördür.

Gerek sigara sektörü, gerek alkol sektörü ve gerekse uyuşturucu madde sektörü, bu açıdan yaklaşılmayı ve değerlendirilmeyi, verdiği ciddi zararlar münasebetiyle ziyadesi ile hak ediyor. Sigara üreticilerinin renkli ve özendirici reklam kampanyaları ile ülkemize girmesin-den, alkolsüz bira tanıtımları yapıldığı günlere geldik. Okul önlerinde kontrolsüzce satılan uyuşturucu hapla-rın çocuklarımızı zehirlediği, kendisine her gün yeni bir taşıyıcı, satıcı, kullanıcı kurbanlar bulduğu korkunç bir zamandayız.

BAĞIMLILIK ENDÜSTRİSİANA RAHMİNİ HEDEF ALIYOR

“ “

Henüz anne karnında iken dünya lezzetlerinden haberdar olan ve tanışan bebek, bağımlı bir annenin karnında ise siga-ra ve alkol ile tanışabiliyor.

Page 7: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 5

trafiğe çıkmak için engel iken, gençlere su gibi dağı-tılmasında bir mahzur olmadığı söyleyenler, kârından başka bir şey düşünmeyen insanlığa karşı savaş açmış aynı endüstridir.

Uyuşturucu müptelalığı ise sistemli bir şekilde tuzağa düşürülen, kandırılan, gözü boyanan gençlerin taşeron-luğu ile dönüyor. Önce bağımlı yaptıkları gençleri daha sonra satıcı yapıyorlar. Sonra hırsız, sonra katil ve en nihayetinde ölüme sürüklüyorlar.

Son zamanlarda ise bağımlılık endüstrisinin henüz doğ-mamış bir nesli hedef aldığını esefle müşahede ediyo-ruz. Bağımlılıklar kanalıyla emdikleri kanla bir türlü doymayan bu vampirlerin hedeflerinden birisi de ne yazık ki ana rahmidir.

Henüz anne karnında iken dünya lezzetlerinden haber-dar olan ve tanışan bebek, bağımlı bir annenin karnında ise sigara ve alkol ile tanışabiliyor. Bu durum bebeği henüz doğmadan potansiyel bir bağımlı haline getiri-yor. Bu durum sadece potansiyel bir bağımlının doğa-cak olması sorunu ile de sınırlı değil. Bağımlı olmasa da engelli bireyler dünyaya gelebiliyor. Bilhassa alkol bağımlısı annenin bebeği, beyninde ciddi hasarlar oluş-muş olarak dünyaya geliyor. Sigara bağımlısı bir an-nenin bebeği ise astımdan tutun da daha pek çok ciddi rahatsızlıkla doğmak durumunda kalıyor.

Bu zararlar sadece sigara ve alkol bağımlılığı ile de sı-nırlı değil. Teknoloji bağımlılığı da henüz doğmamış bebeği en az annesi kadar olumsuz etkiliyor. Gebeli-ği dolayısı ile x-ray ışını olan yerlerden uzak duran bir anne adayı, saatlerce cep telefonu ile konuşabiliyor. Oysa uzmanlar bu davranışın bebeğe ve anneye çok daha fazla zarar verdiğini söylüyor. İnternet başında saatlerini geçiren, gereksiz ve lüzumsuz pek çok bilgi ile zihnini kirleten, televizyon ekranı karşısında bütün gününü harcayan bir ebeveynden sağlıklı bir çocuğun doğmasını beklemek tatlı bir hayalden başka bir şey değildir.

Sevgili Yeşilay Dostu,

Yeşilaycı olmak sigara içmemek değildir. Alkol kullan-mamak değildir. Sadece kendi sağlığını düşünmek de-ğildir. Yeşilaycı olmak, doğacak çocuklarımızı düşün-mek, tertemiz ve özgür bir neslin inşası için mücadele etmektir.

Bütün kutsallarımıza hunharca saldıran, özgürlüğümü-zü çalan, kendisine kul köle eden sektör, ana rahmini de zehirliyor. Biz bu oyunun, bu düzenin, ezilen, sömürü-len, köleleştirilen bir parçası olmayacağız ve en yakın-larımızdan başlayarak hiçbir bireyin de köle olmaması için var gücümüzle mücadele edeceğiz.

Bu bağlamda bütün gönüllülerimizi, dostlarımızı ba-ğımlılıkla mücadelemizde aktif katılımcı olarak gör-mek istiyoruz. Bağımlılık üreterek insanları henüz doğ-madan köleleştirmeyi hedefleyen bu düzenin oyununu bozmanın vakti geldi de çoktan geçiyor bile. Mücade-lemizde aktif katılımınızı ve desteklerinizi görmek bize güç katacaktır.

Ankara’da yapılan Gençlik Şurası’nın kapanış töreni-ne katılan Şube ve Temsilciliklerimizin önderliğinde 2.000 Yeşilay Genci umutlarımızın bir kere daha yeşer-mesine katkı sağlamıştır.

Bu vesile ile tüm Yeşilay Gönüllülerini tebrik ediyor, esenlikler diliyorum.

Av. Muharrem Balcı

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı

Yeşilaycı olmak sigara içme-mek değildir. Alkol kullanma-mak değildir. Sadece kendi sağlığını düşünmek değildir. Yeşilaycı olmak, doğacak ço-cuklarımızı düşünmek, tertemiz ve özgür bir neslin inşası için mücadele etmektir.

Page 8: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

6 / / 2012 Mayıs

HABER

Yeşilay Kadın Kolları Yılın Annesini Seçti

Yeşilay Kadın Kolları Anneler Günü müna-sebeti ile Yeşilay Kültür Merkezi Sepetçiler Kasrı’nda bir program düzenledi. Yeşilay Ka-dın Kolları Başkanı Meral KURUL ve kadın kollarının diğer üyelerinin de katıldığı prog-

ramda “Yılın Annesi” seçildi. Yaşları 18 ve 25 olan iki engel-li çocuğuna bakarak büyük bir özveri ile bakarak fedakârlık gösteren Zübeyde KOYUNCU Yeşilay Kadın Kolları tara-fından “Yılın Annesi” unvanına layık görüldü. Programa çocukları Eyüp ve Ayşe Hümeyra ile katılan KOYUNCU duygulu anlar yaşadı. Yeşilay Kadın Kolları Başkanı Meral KURUL yaptığı konuşmada engelleri aşmak için engel tanı-mayan Zübeyde KOYUNCU’nun anneler gününü kutlayarak kendisine tablo hediye etti. Yeşilay Kadın Kolları Yönetimi-nin katkılarıyla hediyelerin de verildiği program hatıra fotoğ-rafı çekilmesi ile sona erdi.

Page 9: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 7

Ankara’da yapılan 2inci Gençlik Şurası kapanış töreni ve 19 Mayıs kutlamaları için 2 bin genç Yeşilay gö-nüllüsü Ankara’da buluştu. Başbakan Recep Tayyip

Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Av. Muharrem Balcı ve protokol üyelerinin katıldığı kapanış töreni renkli görüntülere sahne oldu.

14 ayrı şube ve temsilcilikten gelen 40 otobüs Yeşilay gönül-lüsü, sabahın ilk saatlerinden itibaren Ankara’ya ulaşmaya başladı. Atatürk Kültür Merkezi önünde toplanan Yeşilay gö-nüllülerine şapka ve tişörtler hediye edildi. Yeşilay Ankara Şubesi yönetimi ve Gençlik Kulübü tarafından stantlar ku-ruldu. Ankara Şube Başkanı Şemsettin Toprak ve ekibi 2 bini aşkın Yeşilay gönüllüsüne kumanya dağıttı. Yeşilay Genel Merkezi’nden Ali Yiğit, Ferdinaz Koyuncu, Zeynep Demir-kıran ve Rabia Koyuncu da, Yeşilay gönüllülerini ağırlamak için yoğun çaba gösterdi.

Aksaray Şubesi 2 otobüs, Gebze Şubesi 10 otobüs, Kütah-ya 3 otobüs, Sivas Şubesi 1 otobüs, Yalova Şubesi 4 otobüs, Muğla Milas 1 otobüs, Osmaniye 2 otobüs, Ordu Ünye 1 oto-büs, Afyon 1 otobüs, Diyarbakır 6 otobüs, Mersin Yenişehir 1 otobüs, Mersin 3 otobüs, Tokat Turhal 4 otobüs, Giresun

HABER

2 bin Yeşilaycı 19 Mayıs İçin Ankara’daBulancak ise 1 otobüsle etkinliğe katıldılar.

Şapka ve tişörtlerini alan, kumanyaları dağıtılan Yeşilay gö-nüllüleri daha sonra Hacı Bayram Veli Camii, A.O.Ç Hay-vanat Bahçesi, Gençlik Parkı, İlk Meclis’i gezerek güzel bir gün geçirdiler.

Programa katılan Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Av. Muharrem Balcı ise “Yeşilay artık daha aktif, daha hare-ketli bir cemiyet hüviyetine bürünüyor. Bir hafta gibi kısa bir sürede 2 bin Yeşilay Gönüllüsü’nü Ankara’da toplayan eki-bime teşekkür ediyorum. Onlar Türkiye’nin her tarafında ba-ğımlılıklarla mücadele etmeye devam ediyorlar ve yanlarında her zaman Genel Merkez’i bulmaya devam edecekler” dedi.

Öte yandan 2. Gençlik Şurası’nın kapanış törenine katılan Başbakan Erdoğan, 81 ilden, Kıbrıs’tan, Avrupa’dan, dünya-nın 35 ülkesinden gelen gençlerin, 19 Mayıs’ın ruhuna denk düşen bir anlamla 19 Mayıs’ı kutladığını dile getirerek, genç-lik sorunlarının konuşulduğunu, çözüm önerilerinin tartışıl-dığını söyledi. Erdoğan, “19 Mayıs, sıkıcı resmi törenlerden sıyrılıyor, gençliği kucaklayan, gençliğin kucaklaştığı, ko-nuştuğu, müzakere ettiği 19 Mayıs’ın anlamıyla örtüşen bir heyecana kavuşuyor” diye konuştu.

Page 10: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

8 / / 2012 Haziran

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Bowling turnuva-sı düzenledi. Yeşilay Genel Merkezi’nden ve Yeşilay Kart Üyesi kuruluşu takımla-rından oluşan bowling turnuvası Marmara

forum Playbowling’te gerçekleşti. 15 – 16 mayıs ta-rihlerinde yapılan elem oyunlarında finale Medilife Hastanesi’nden 2 grup ve alisverisyap.com’un grubu kaldı.

Çocuklar Duymasın dizisinde Havuç karakterini can-landıran Furkan Kızılay ve arkadaşı da etkinliğe can-lılık kattı. Furkan Kızılay’a katılımından dolayı orga-nizasyonu düzenleyen Yeşilay Cemiyeti Pazarlama Koordinatörü Tacettin Varboz, Efe Balcı ve Sümeyya Olcay tarafından plaket ve katılım belgesi takdim edil-di.

Turnuvada birinci gelen takıma; Birincilik Plaketi, bi-rincilik madalyası, plaket, hediye paketi, check-up, ikinci gelen takıma; ikincilik madalyası, check-up, Üçüncü gelen takıma ise üçüncülük madalyası, diş te-davisi hediye edildi.

Yeşilay Bahar Kupası Bowling Turnuvası sponsoru Marmara Forum Playbowling yönetimine ise katkıla-rından dolayı plaket takdim edildi. Yeşilay’ın bu etkin-liğinden memnuniyetle ayrılan katılımcılar Yeşilay’ın her etkinliğinde birlikte olmaktan memnuniyet duya-caklarını ifade ettiler.

YEŞİLAY’DAN BOWLİNG TURNUVASI

HABER

Page 11: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 9

Page 12: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

10 / / 2012 Haziran

Page 13: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 11

Sigara ve Alkol Kullanımı Tüp Bebek Tedavisini Etkiler mi?

IVF’DE (TÜP BEBEK TEDAVİSİ) SİGARA VE ALKOL KULLANIMININ ETKİLERİ

Prof. Dr. Yılmaz Atay

Özel Adana Tüp Bebek Merkezi

Günümüzün en tehlikeli alışkanlıklarından olan sigara ve alkol kullanımı “Tüp Bebek Tedavisi”nde de önemli problemler ya-

ratmaktadır.

Sigara kullanımında kullanım süresi ve içilen miktar çok önemlidir. Uzun yıllara dayanan içiciliğin tüm vücutta oluştur-duğu hasar erkek ve kadın üreme fonk-siyonlarını da olumsuz etkilemektedir. Sigara dumanı karbonmonoksit, hidro-karbon, kadmium, nitrosamin ve nikotin gibi 3000’den fazla kimyasal bileşikler içerir.

Bu maddelerin tümü insan vücudu için toksik etkili olan zehirli maddelerdir. Yapılan bilimsel çalışmalarda çelişki var-mış gibi görünse de, önemli ve güvenilir çalışmalarda Sigaranın her iki cinste de üreme fonksiyonları üzerine olumsuz et-kileri kabul edilmektedir.

Alkol kullanımı eğer sosyal ve hafif al-kol alımı şeklindeyse (haftada 1-2 bar-dak şarap kullanımı gibi) çok fazla zarar oluşturmazken, devamlı içicilik zararlı etkilerini göstermektedir.

IVF’te (İnvitro Fertilizasyon-Tüp Bebek) başarı sağlıklı anne yumurtası (Oosit) ve babanın sağlıklı spermleriyle oluştu-

rulabilmektedir. IVF uygulamasında üç önemli aşama mevcuttur. Bunlar anne-den yumurta elde edilmesi, yumurtalara sperm enjekte edilip embriyo oluşturul-ması ve bu embriyonun rahim içerisine transferidir.

Devamlı ve çok sayıda sigara ve alkol kullanımı IVF çalışmalarını her noktada olumsuz etkilemektedir.

Günde 3 adetten fazla ve devamlılık gös-teren içici erkekte sigara içindeki kimya-sallar sperm hareketliliğini önemli ölçüde azaltmaktadır.

Yapılan Hayvan çalışmalarında Niko-tin, Sigara dumanı, Polisiklik aromatik hidrokarbonların Sperm azlığına (Oli-gospermi), Testiküler Atrofiye ve sperm morfolojisinin bozulmasına sebep olduğu gösterilmiştir.

Kadında sigara içimi ise yumurtalık işle-vini olumsuz olarak bozmaktadır. Sigara içerisindeki nikotin ve diğer kimyasal maddeler yumurta gelişimini ve ostrojen hormonun yapması gereken görevlerini olumsuz olarak etkilemektedir.

Sigara aynı zamanda Embriyo transferini de olumsuz etkilemektedir.

Sigara içenlerde tüp bebek yöntemiyle

eve bebek götürme oranı içmeyenlere göre %60 daha azdır.

ALKOL KULLANIMIErkekte Kronik alkol kullanımında erek-til disfonksiyon, (sertleşme) azalmış Li-bido (cinsel isteksizlik) ve Jinekomasti (meme büyümesi) ortaya çıkmaktadır. Bu olumsuzlukların ortaya çıkış nedeni serum Testesteron (erkeklik hormonu) düzeyinin alkol alımına bağlı olarak ge-lişen sonuçlardır.

Sosyal veya hafif alkol kullanımının sperm üzerine herhangi bir etkisi göste-rilememiştir.Kadında da sınırlı alkol kul-lanımının yumurta ve embriyo üzerine etkisi çok önemli gözükmemektedir.

IVF uygulanmış sigara içen ve içmeyen erkeklerin eşlerindeki gebelik oranları karşılaştırıldığında, içmeyenlerde başarı oranı %32 iken içenlerde bu oran %18 e düşmüştür.

IVF tedavisine alınacak çiftlerin Özellik-le sigara ve alkol konusunda çok iyi bil-gilendirilmesi gerekmektedir. Özellikle devamlı ve yoğun sigara içen eşlerin veya çiftlerin IVF tedavisine başlamadan önce 3 aylık bir sigara bıraktırma dönemi ya-şamaları sonuçlar yönünden olumlu katkı sağlayacaktır.

Page 14: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

12 / / 2012 Haziran

BAĞIMLILIĞIN KAYNAĞI ANNE KARNI MI?

Dünya sürekli değişim ve dönüşüm içinde ol-duğundan, şuur denen zihinsel değerlendirme yeteneğimiz ve duygularımız sabit kalamaz. Sürekli, her an her gün her nesil yeniden dün-ya şartlarına uyum sağlayacak şekilde yeni-

den yapılanmaya çalışıp değişebilmektedirler.

Modern zamanda, her şeyin parayla teraziye konduğu dö-nemde rekabet felsefesi toplumsal alanda tüm değer yargıla-rının ve inançların önüne geçince insan psikolojisinde yıkıcı bir ego/ben tatmini yeni bir sorun olarak karşımıza çıktı.

Modernizmin ego doyumunu yüceltmesinin birey ve top-lumda yol açtığı en tehlikeli sonuçlardan biri de; birçok ba-ğımlılık türünün salgın şeklinde yaygınlaşması oldu. 1970’li yıllardan sonra çok çeşitli uyuşturucu maddelerin kolay bu-lunabilir ve kullanılabilir hale gelmesiyle zaten var olan alkol ve sigara kullanımı daha da yay-gınlaşarak; toplum ve birey sağlığını tehlikeye sokan ciddi sorunların hızla artmasına neden olmuştur.

Dünya üzerinde bağımlılığın gi-derek artmasında ve yaygınlaş-masında özellikle modern yaşa-mın sunduğu sen buna değersin, hedonizm (zevk odaklı yaşama) ve konformizm (rahat ve lüks odak-lı yaşama), insanları zevk tuzaklarına fark etmeden düşürmekte; insanlar bu uğurda kendilerini ve ailelerini sürükledikleri felaketi fark edememektedirler. Dimyata pirince gider-ken evdeki bulgurdan olduklarını fark edemeyecek hallere düşmektedirler.

Ayrıca inanç sistemlerinden çözülmeler ve özgürleşme adına ayrışmalar ve toplumda madde kullanımının hoş görü ile ba-kılması da bağımlılık artışında ve yaygınlaşmasında önemli etkenlerdendir. Zira madde kullanımının hoş görülmediği ve erişilebilirliğin zor olduğu toplumlarda kullanım oranları daha düşüktür.

Yaygınlaşan bağımlılık, alkol, sigara ve madde bağımlılığını aşarak daha yeni bağımlılık türleriyle tanışmamıza neden ol-muştur. Sanal ve davranışsal bağımlıklar olarak dünyamıza yeni sorunlar olarak eklenmişlerdir. Toplum sağlığını kötü yönde etkileyerek; kişiler arası ilişkilerde, eğitimde, çalış-ma hayatında, toplumsal alanda, asayişte, ciddi bozulmalar

ve kopmalar tehlikeli sorunlara yol açmış ve bir yandan da bulaşıcı hastalıkların yayılmasına kapı açmıştır.

Sanal bağımlılıklar: Bilgisayar, internet, dizi, sibersex

Davranışsal bağımlılıklar: Seks bağımlılığı, alışveriş bağım-lılığı, toplama biriktirme, şans oyunları, kumar

MADDE BAĞIMLILIĞI’NIN TANIMI

Bağımlılık yaratan her türlü maddenin yoksunluk belirtile-ri gösterecek derecede kullanılmasıdır. Bedene girdiğinde ruhsal, davranışsal ve bedensel değişikliklere neden olan ve bağımlılık yapabilen kimyasal maddeler uyuşturucu madde kapsamındadır. Bu maddelerin kullanımı genellikle erken yaşlarda başlar ve en sık 18–25 yaşlar arasında görülür.

Başlama yaşı ne kadar küçükse bağımlılık riski o kadar ar-tar. Ülkemizde maddeye başlama yaşı 11’e kadar

düşmüştür. Uçucu madde kullanmaya baş-lama yaşı, diğerlerinden daha düşüktür.

Davranış bozukluğu, hiperaktivite, kaygı bozukluğu olanlarla, okulda uyumsuzluk, arkadaş ilişkilerinde sorun yaşayanlarda madde kulla-nım bozukluğu daha çok görülür bu yüzden bu gençler, bağımlılık

açısından risk grubuna girerler.

Bir kişiye madde bağımlısı demek için maddeyi sürekli kullanması, bıraksa da

yeniden başlaması, aldığı miktarın zamanla artması, madde almadığında yoksunluk belirtileri ve

arama davranışı göstermesi gerekir. Madde kullanan kişi ba-ğımlı olduğunu kabul etmez.

Bağımlılığın Nedenleri:

Madde bağımlılığı sorunu birey, aile, toplum üzerinde ciddi ve tehlikeli sorunlar oluşturur. Bu sorunlarla mücadelede ve bağımlılığın önlenmesinde kolaylaştırıcı ve yaygınlaştırıcı etkenlerin saptanması kadar neden olan etkenlerin de ayrıntı-lı irdelemesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde etkin mücade-le yöntemleri geliştirilebilir.

Bağımlılığa yol açan nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

a- Aşırı koruyucu veya ilgisiz anne baba tutumları, çocuğun sürekli eleştirilip uyarılması.

b- Ailede şiddet ve geçimsizlik olması.

Op.Dr. Şule Bilgiç Selman

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

KASAD-D Yönetim Kurulu Üyesi

DOSYA

Madde kullanan gençlerin büyük

çoğunluğunun ailesinde alkol, sigara veya uyuşturucu

madde bağımlısı olan kişiler saptanmıştır.

Page 15: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 13

c- Ailenin çocuğa sevgisini göstermemesi, çocuğun sevilme-diğini düşünmesi, sevgi arayışını maddeyle gidermeye çalış-ması (bu durumdaki çocuk, kendisine sıcak yaklaşan kişiler olursa onda sevgiyi bulduğunu düşünüp her dediğini yapar).

d- Çocuğun evde veya okulda dışlanması, sorun yaşaması, bunu sonucunda kendisi gibi dışlanan çocuklarla arkadaşlık etmesi (çocuklar kendi özelliklerine uygun kişilerle arkadaş-lık eder, bu yolla madde karşısına çıkar).

e- Ailede ruhsal sorunları ya da alkol veya madde bağımlılığı olan birinin bulunması.

f- Utangaç, içine kapanık, sosyal becerileri zayıf, mutsuz olan çocuğun yaşadığı mutsuzluk ve kaygıdan kurtulmak için maddeye başvurması.

g- Kalıtımsal nedenler.

h- Bazı bağımlılığa yatkın kişilik tipleri.

i- Çocukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite, öğrenme güçlü-ğü, bazı ruhsal hastalıkların bulunması ile çevreyle uyum sorunu yaşaması, anlaşılamadı-ğını düşünmesi. Böyle çocukların ‘’yaramaz’’, ‘’ laftan anla-maz’’ çocuklar olarak ön yargılarla damgalanması.

j- Ergenlikte arkadaşlar arasında kabul görme, onay alma çabası; bu amaçla madde kullan-ması.

k- Ergenin riskli davranış-ların kendisini diğerlerinden farklı kıldığını ve arkadaşları ta-rafından hayranlıkla karşılandığını dü-şünmesi.

Eskiden madde kullanım bozukluklarının gelişmesinde sade-ce çevresel ve sosyal şartların etkili olduğu düşünülmekteydi. Ancak genetik alanda meydana gelen gelişmelerin ardından kalıtımsal faktörlerin de rol oynadığı ortaya çıkmaya başladı.

Bağımlılığın ortaya çıkışında beyinde ödül-ceza sisteminin bozulduğu bilimsel olarak gösterilmiştir. Beyin, bedenin iç-yapısıyla ve çevresi arasındaki ilişkileri düzenler. Beyindeki ödül-ceza sistemi olan bölge bağımlılık yapan madde etki-siyle veya bu bölgenin çalışmasını bozan diğer faktörlerin et-kisi ile bozulduğunda, beyin bu düzenleme görevini sağlıklı yönetemez hale gelir ve insan anormal davranışlar gösterme-ye başlar. Sadece alkol, sigara veya uyuşturucu değil beyinde ödül-ceza sistemini bozan her alışkanlık bağımlılık potansi-yeli taşımaktadır. Sanal ve davranışsal bağımlılığı olanlarda da aynı madde bağımlısı olanlarda olduğu gibi beynin belirli

bölgelerinde duyarlılık değişimleri olduğu bilimsel çalışma-larda gözlemlenmiştir.

Yukarda görüldüğü gibi özellikle gençlerde bağımlılığa yol açan birçok etkenin arasında anne baba ve aile yapısının, bü-yük payı mevcuttur.

AİLE YAPISI VE BAĞIMLILIK

Aile insanın yaşamında ve gelişiminde çok önemli bir yer tutar. İnsanın gelişim dönemlerinde etkilendiği, sevgi güven duygularının temellerinin atıldığı kurumdur. Aile içi gelişim sırasında çıkacak aksamalar tüm zihni yapıyı, kişilik yapısı-nı, ruh ve beden sağlığını etkiler.

Madde kullanan gençlerin büyük çoğunluğunun ailesinde alkol, sigara veya uyuşturucu madde bağımlısı olan kişiler saptanmıştır.

Madde kullanan gençlerin aileleri genellikle ihmal eden, ye-terli kontrol, sevgi ve destek sağlamayan, fazla serbest bıra-kan, gevşek anne babalardır.

Kimi ailelerin ise ileri derecede katı, anlayışsız, baskıcı, çocuğun kendi

kişilik gelişimine imkân ver-meyen yapıya sahip olduğu

görülmektedir.

Ayrıca boşanmış, ayrı yaşayan, parçalanmış aile çocuklarında mad-de bağımlılığı daha yay-

gındır.

Anne babanın iyi bir model olamaması da etkenlerdendir.

Sorunlar karşısında aciz kalıp çö-züm üretemeyen ya da hemen alkole,

sigaraya başvuran veya bir sakinleştirici hap alan ebeveynlerin çocukları risk altındadır.

Aile içinde gencin örnek alabileceği rahat iletişim kurabile-ceği, bir bireyin olmaması da bağımlılık açısından risk fak-törüdür.

Aşırı koruyucu, kollayıcı ailelerin çocuklarının da risk guru-bunda olduğu gözlemlenmiştir.

2009’da Ege Üniversitesi Alkol Madde Bağımlılığı Araş-tırma Uygulama Merkezi’nde yapılan bir araştırmanın so-nuçlarına göre madde kullanan ergenlerin ebeveynlerinin % 51’inde en az bir psikiyatrik hastalık yaşadıkları saptanmış-tır. Bu çalışmada madde kullanan çocuklarla kullanmayan çocukların ebeveynlerinin eğitim durumu karşılaştırıldığında madde kullanan grupta ebeveynlerin eğitim düzeyinin daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Ek olarak madde kullanan grubun gelir düzeyi de daha düşük bulunmuştur. Ebeveynler

Bağımlı gençlerin ebeveynleri, mizaç açısından

karşılaştırıldığında; madde kullanan gençlerin ebeveynlerinde depresif mizaç,

kaygılı mizaç, çabuk sinirlenebilen mizaç vb. daha fazla bulunmuştur

Page 16: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

14 / / 2012 Haziran

mizaç açısından karşılaştırıldığında, madde kullanan genç-lerin ebeveynlerinde depresif mizaç, kaygılı mizaç, çabuk sinirlenebilen mizaç vb daha fazla bulunmuştur.

Kalıtım ve Bağımlılık

Bağımlılığın nedenleri, arasında kalıtımın ve genetik bozuk-lukların da rolü olduğu bu gün birçok bilimsel çalışmada gös-terilmiştir. Zira her sorunlu aileden bağımlı genç çıkmamakta veya bir bağımlının diğer kardeşleri de aynı aile ortamında olduğu halde hepsinde birden bağımlılık gelişmemektedir.

Beyinde ön (frontal) bölge çalışma özellikleri insanlar ara-sında kişilik farları ortaya çıkartmaktadır. Beynin ön bölge-sinin çalışma özelliklerini anne karnında veya daha sonra etkileyen herhangi bir olay farklı derecelerde kalıcı kişilik değişimlerine yol açabilir.

Beynin duyarlılık gelişimine etkisi olan nedenler: Genetik değişimler, annenin gebelikte geçirdiği hastalıklar, enfeksi-yonlar, zor doğum, hamilelik sırasında beslenme, ailenin ya-şam tarzı, eğitimi, kişinin yaşam tarzı eğitimi, strese maruz kalma ve çevre etkisi, kafa darbesi, beslenme, beyni etkile-yen enfeksiyonlar.

Yapılan çalışmalarda insanın içinde bulunduğu duygu duru-munun genlerin yapısını etkilediğini göstermiştir. Psikolojik stres sonucu gelişen olumsuz bilinç durumlarının genetik mutasyonu (değişim bozulma) arttırdığı bildirilmiştir.

Stres altında değişen duygu durum özellikleri bozulmuş gen-lerdeki onarımı bozarak değişik hastalıkların ortaya çıkma-sına neden olur. Bu da kalıtımla yeni kuşaklara aktarılabilir. Örneğin ebeveynlerden birinde bağımlılık eğilimine yol açan bir gen mutasyonu oldu ise bu anne karnındaki fetusa geçip risk faktörü oluşturabilir.

Aynı şekilde kafa darbeleri de beyinde duyarlılık değişimi yapabilen etkenlerdendir. Kafa darbesi sonrası beyin ön böl-gesinde oluşan bozukluklara bağlı davranış ve kişilik deği-şimleri gelecek nesillere de aktarılabilir.

Ayrıca stres altında geçirilen hamileliklerden doğan çocuk-larda da beyin yapısı ve çalışma özelliklerinin etkilendiğini gösteren pek çok bilimsel çalışma bulunmaktadır. Stresin uzun sürmesi ile anne vücudunun strese verdiği cevaplar sonucu anneden bebeğe kan aktaran plasentanın etkilenmesi ile erken doğumlar veya düşük doğum ağırlıklı çocukların doğma oranı da artar. Bu çocuklar da ciddi beyin hasarları açısından risk altındadırlar.

Stres altındaki gebelerin çocuklarında öğrenme güçlükleri, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, otizm, zekâ geri-liği şizofreni vb gibi çocukluk çağı hastalıklarının bulunduğu bilinmektedir. Bu grup çocuklar da bağımlılık açısından risk altındadırlar.

Gebelikte Geçirilen Hastalıklar

Hamilelikte annenin geçirdiği enfeksiyonlar bebeğe geçerek bebek beyninin zarar görmesine yol açabilirler. Bu yüzden bu hastalıkların gebelik sırasında hızla tedavi edilmeleri gerekir.

Gebelikte Beyin ve Fiziksel Çevre

Son yıllarda sağlıklı ana babalardan dikkat eksikliği-hiperak-tivite bozukluğu, otizm, öğrenme güçlüğü ya da zekâ geriliği gibi hastalıkları olan çocukların doğumunda artış izlenmek-tedir. Bu hastalıklar anne karnında bu hastalıklara zemin hazırlayan gen mutasyonlarına yol açabilen çevresel zararlı etkenler sonucu da ortaya çıkabilmektedir. Çevresel zararlı etkenler ağır metaller, plastikler, çevrede yoğun elektrik ar-tışı vb durumlarda beyin genetik olsun olmasın etkilenebil-mektedir.

Örneğin; kurşun anne karnından itibaren çocuğun gelişim dönemlerinde beyini etkileyebilen önemli hastalık etkenle-rindendir. Kurşun oranı yüksek benzin kullanımında, bazı porselen fincan ve tabakların cilasından, gazete ve dergi çalı-şanlarında kronik kurşun zehirlenmesi görülebilir. Özellikle stres altında salınan stres hormonlarının kemik iliğinde depo-lanan kurşunun kana karışmasının artışında etkileri mevcut-tur. Özellikle bu olay hamilelerde gerçekleşirse bebeğin anne karnında beyin gelişimi etkilenecektir. Bu çocuklar da genç-lik dönemlerinden itibaren birçok ruhsal hastalık için olduğu kadar bağımlılık açısından da risk altındaki gruptadırlar.

Beyin gelişimine etki eden çevresel zararlılardan biri de kul-lanımı giderek artan plastiklerdir. Plastik yapısında bulunan bisfenol A adlı madde, cinsiyet hormonlarına benzer yapıda-dır ve gebelikte vücuda fazla alındığında beyinin ön bölge-sinde doğal cinsiyet hormonlarının düzenleyeceği bölgelere bağlanarak buradaki hücreler arasındaki bağlantıları bozar. Bu yüzden bisfenol A, çocuklarda öğrenme güçlüğü, otizm, dikkat eksikliği ve hiperaktiviteye yol açabilir.

Amerikan Halk Sağlığı Enstitüsü ve ABD Enerji Depart-manı’ nın ortak yayınlarında elektrikli aletlerin oluşturduğu çevrede yoğun elektrik artışı ve manyetik alanın hem ebe-veynlerde hem de anne karnındaki bebekte genetik yapıyı olumsuz etkilediği bağışıklık sistemini bozduğu, beyin ve kalp aktivitesini kötü etkilediği bildirilmiştir.

Sonuç olarak ailevi özelliklerin, kalıtımla geçişin, hamile-lik sürecinde anne karnında fetüsün maruz kaldığı etkenler-le beraber, doğumdan sonraki ailenin çocuğa yaklaşımı ve çevresel faktörlerin; çocuk gelişiminde, çocuğun zihni yapı-sında, zekâsında, beyinde duyarlılık değişiminde ve kişilik yapısının oluşumunda en önemli belirleyicilerden olduğu son yıllarda yapılan birçok bilimsel araştırmada tespit edilmiştir. Bu da bağımlılığın anne karnında başlayabileceğini göster-mektedir.

DOSYA

Page 17: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Hamileyken Sigara İçmek Sizi ve Bebeğinizi Nasıl Etkiler?

Robert Welch, birçok yüksek riskli hamile bayanın, sağlıklı bebek dünyaya getirme hayallerinin gerçekleşmesine yardımcı olan bir kadın hastalıkları ve doğum uz-manı. Bütün bu başarılara rağmen onu bir şey korkutmaktadır: Sigarayı bırak-mayan hamile kadınlar!

Michigan Providence Hastanesi Kadın Doğum Departmanı Başkanı Welch, “sigara bebeklerdeki olumsuz sağlık sorun-larının bir numaralı sebebidir” diyor. Erken doğum, çok kü-çük doğma, doğum öncesi ölüm gibi vakalara çok sık rast-layan Welch bir şekilde sigaradan kurtulan annelerin daha güvenli ve bebeklerinin ise daha sağlıklı olduğunu söylüyor, “Karşılaştığımız diğer hastalıkları bir şekilde ilaçla tedavi ediyoruz ama hamile bir bayan sigara içiyorsa hiçbir şey onu tehlikeden koruyamaz”.

Hamilelikte Sigara İçmek Neden Tehlikelidir?Sigara dumanında başta siyanür olmak üzere 60’ı kanser ya-pıcı 4.000’den fazla kimyasal bulunmaktadır. Hamileyken sigara içtiğinizde zehir bebeğin tek oksijen ve besi kaynağı olan kan dolaşım sistemine karışıyor.

Her ne kadar bu 4.000 kimyevi katkı maddesi bebeğiniz için iyi olmadığı gibi, bunların arasından nikotin ve karbon mo-noksit bilhassa zararlıdır. Bu iki madde hamilelikte yaşanan her tür sigara sorununun başında gelmektedir.

Ölü doğma, erken doğma ve düşük kiloda doğma gibi so-runların başlıca nedeni nikotin ve karbon monoksitin aynı anda bebeğin oksijen kaynağını azaltmasıdır. Nikotin kan damarlarını daraltarak göbek bağı da dahil olmak üzere vü-cudunuzdaki oksijeni engelliyor. Bundan dolayı bebek çok dar bir çerçeveden hava solumak zorunda kalıyor. Daha da kötüsü, oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleri moleküllerin yerine karbon monoksit taşımaya başlıyor.

Sigara bebeği nasıl etkiler?Oksijen yetersizliği bebeğin büyümesinde ve gelişiminde ciddi bir tahribata neden olur. Bu da hamilelikte normal si-gara içiminin erken doğum, ölü doğma gibi riskleri birkaç kat arttırdığını gösterir.

Hamilelikte içtiğiniz her sigara sizin için bir risk taşır. Tabiî ki paket içmektense birkaç sigara daha güvenlidir ancak bu fark zannettiğiniz kadar büyük değildir. Sigara içenlerin vü-cutları her gün nikotinin ilk dozuna karşı duyarlıdırlar do-layısıyla bir ya da iki sigara bile damarları ciddi derecede sertleştirir. Bundan dolayı sizin küçük gördüğünüz bu alış-kanlığın bebeğinizin üzerinde çok büyük bir olumsuz etkisi oluyor.

Ortalama günde bir paket sigara içen hamile bir bayanın ço-cuğu doğumdaki ağırlık oranından yarım ölçek kaybediyor-sa iki paket sigara içen hamile bir bayanın çocuğu iki ölçek kaybediyor. Bebeğin ana rahmindeki büyümesinin ve geli-şiminin engellenmesi hayatı boyunca karşılaşacağı olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

Boyu küçük olan bebekler gelişmemiş vücutlara sahip olur-lar. Ciğerleri kendi başlarına çalışmaya hazır olmazlar, bu da onların ilk günlerini veya haftalarını respiratore bağlı ola-rak geçirmeleriyle sonuçlanır. Nefes almış olsalar, hatta en başında düzgün nefes alabilseler bile, ilerleyen zamanlarda nikotinin olumsuz etkisi nedeniyle sürekli teneffüs sorunuy-la karşılaşabilirler. Anneleri sigara içen bebekler Astım so-runuyla ve iki hatta üç kat daha fazla ani ölüm riski ile karşı karşıyadırlar.

Anneleri hamilelik döneminde 3 ay sigara içmiş olan be-bekler doğuştan kalp rahatsızlığı riski altındadırlar. Ameri-ka Birleşik Devletleri’nde Centers for Disease Control and Prevention (CDC) kurumunun 2011 yılı Şubat ayında yap-tığı bir çalışmada Sigara içen annelerin çocuklarının içme-yenlere oranla %20 ila 70 arasında daha fazla doğuştan kalp riski taşıdığı ortaya konulmuştur. Araştırmacılar bu bilgiyi Washinton’da doğan 2.525 doğuştan kalp riskli ve 3.435 normal bebek üzerinden elde ettiler

Hamilelikte sigara içmek bebeklerin beyinleri üzerinde ya-şam boyu kalıcı etkiler bırakabilir. Hamileyken sigara içen bayanların çocukları, öğrenim zorluğu, davranış problemleri ve muhtemel düşük IQ gibi risklerle karşı karşıyadır.

http://www.babycenter.com/0_how-smoking-during-pregnancy-affects-you-and-your-baby_1405720.bc

Çeviren: Ahmet Zeki Olaş

DOSYA

Page 18: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

GEBELİK ve SİGARA

Sigarayla tanışma genellikle ergenlik dönemin-de olmaktadır. Önceleri kendilerini ispatlamak amaçlı içilirken zaman içerisinde fizyolojik ve psikolojik bağımlılığa dönüşebilmekte, evli-likten sonrada devam etmektedir. Sigara içen hanımlar savunma mekanizmasını kullanarak

bağımlı olmadıklarını sigaranın kendilerini rahatlattığını, streslerini azalttığını, arkadaş çevresinde birkaç adet içtikle-rini ifade etseler de bağımlı olmaktadırlar. Günümüzde si-gara içmenin bir hastalık türü olduğu ve bu kişilerin tedavi edilmesi gerektiği anlaşılmıştır.

Sigara kullanma alışkanlığı bağımlılık yaptığı için, çoğun-lukla gebelik döneminde de devam etmektedir. Hem anne hem de bebek için son derece tehlikeli olan sigara stres ve sıkıntı giderici değil, stres ve sıkıntı kaynağı olmaktadır. Zira göründüğü gibi basit olmayıp 4000 civarında kimyasal (zehirli ve kanserojen) madde içermektedir. Sigara, annenin başta solunum sistemi olmak üzere kalp, damarlar ve vücu-dun diğer tüm organlarına zarar vermektedir.

Anne karnında büyümekte olan bebek, göbek kordonu ve plasenta (eş) aracılığıyla annenin yediği içtiği besinlerden, soluduğu havadan, psikolojik yapısından beslenir ve etkile-nir. Anne faydalı besinler alırsa bebek gelişir, büyür. Tabii bu arada hekim kontrolü olmadan ilaç ve zararlı maddeler alıyorsa oda aynı yolla bebeğe geçecek ve zarar görecektir. Anne sigara içiyorsa bebek de sigara içiyordur. Sigarada bu-lunan kimyasal maddeler de aynı yolla bebeğe ulaşır. Henüz gelişmekte olan minicik bebeğin yeni oluşmakta olan organ-larına zarar verir. Bebeğin küçücük organları annesine göre kat kat fazla zarar görmektedir. Sigara içinde bulunan niko-tin, katran ve karbon monoksit (Egzoz gazında bulunan ya da soba zehirlenmelerinde solunan gaz), bebek için sigaradaki en tehlikeli maddelerin başında gelmektedir. Yine sigara içen gebelerde, bebeğe yeterli miktarda oksijen taşınamamaktadır. Onun için bebekler yeterince beslenememekte ve gelişeme-mektedirler. Oksijen bebeklerin büyümesini ve gelişmelerini sağlayan en önemli taşıma aracıdır. Anne kanında oksijen azaldığı zaman bebeğe giden oksijen miktarı ve diğer besin maddelerinin miktarı da azalmaktadır. Bundan da önemlisi henüz bebeğin metabolizması bazı yabancı olduğu ve daha önce hiç karşılaşmadığı maddelerle karşılaşacağından dolayı tutarsız ve garip tepkiler verebilmektedir.

Sigaranın zararlı etkileri; anne bedeninde gebelik oluşma-dan önce başlamaktadır. Anne karnındaki bebek henüz tam

olarak gelişimini tamamlamadan bu zararlı maddelerle tanı-şacağından dolayı bebekte oluşacak etkileri hamilelik döne-minde, doğum esnasında ve doğumdan sonraki yaşantısında sürekli karşısına çıkacaktır. Bebeğin zarar görmesi annenin içtiği sigara miktarı ile ilgili olarak artar.

Bazen anne adayları “ben bir önceki gebeliğimde de sigara içtim bir şey olmadı veya başka sigara tiryakilerini göstere-rek” savunmalar yapabilirler. Sigaranın sayılan bu olumsuz etkileri sigara içen her gebe kadında ortaya çıkmayabilir. Ancak anne adaylarının sigara içmesi yukarıda bahsedilen durumlarla karşılaşma risklerini 3-4 kat artırmaktadır. Fetü-sün ve yeni doğan bebeğin bütün hayatını etkileyecek şekilde devam eder. Bunları sırayla görelim:

Sigaranın Gebeliğin Oluşmasına Etkisi

Sigarada bulunan zararlı maddeler anne ve baba adaylarının üretkenlikleri üzerine etki etmektedir. Sağlıklı bir eş ve anne-baba adayı olmasını önlemektedir.

• Hormonları etkileyerek, doğurganlığı azaltmaktadır.

• Erkeklerde sperm (erkek döl hücreleri) üzerine etki ederek sperm sayısını, spermlerin hareket etme kabiliyetini ve hızını azaltmakta, şeklini bozmaktadır.

• Sigara yumurta hücresinin ve spermlerin hareket etme ka- biliyetini azaltarak düşük ve dış gebelik riskini artırmakta dır.

Sigaranın Anne Adayına Etkisi:

• Akciğerleri daraltarak akciğerlere daha az hava girmesine neden olur.

• Damarlar daraldığı için tansiyonu yükseltir.

• Nabzı hızlandırır.

• Bulantı ve kusmaları daha da artırır.

• Koku ve tat duyusunu azaltır.

• Çabuk yorulmaya yol açar.

• İştahsızlığa neden olur.

Uzm. Dr. Gülhan Cengiz

DOSYA

KASAD-D Yönetim Kurulu Başkanı

16 / / 2012 Haziran

Page 19: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Sigaranın Plasentaya Etkisi

• Anne karnında bebeği saran zarın erken yırtılmasına neden olmaktadır.

• Plesentanın doğru yere yerleşmemesine veya erken ayrıl masına neden olmaktadır

Sigaranın Gebelik Üzerine Etkisi

• Kanama, düşük riskini artırabilir.

• Bebeğin anne karnında ölmesine neden olabilir

• Erken doğuma sebep olabilir.

• Bebeklerin yarık dudak ve yarık damaklı doğmasına neden olabilir

• Bebek anne karnında yeterince gelişemez. Doğum ağırlığı düşük olabilir.

• Bebeğin akciğer gelişimini engeller. Nefes alma sorunu ve astıma sebebiyet verebilir

Sigaranın Emzirme Döneminde Verdiği Zararlar

Sigarada bulunan kimyasal maddeler bu defa da anne sütü ile bebeğe geçmeye devam eder.

• Sigara, anne sütünde bulunan C vitamin miktarını azaltır. Dolayısıyla bebek hastalıklara karşı direnç sağlayamaz. Ça-buk hastalanır.

• Sigara, süt üretimini azaltarak bebeğin yeterli miktarda bes-lenmesini engeller.

• Sigara kullanan annelerde iştahsızlık olduğu için annenin yeterince beslenememesinden dolayı bebeğin de yeterince beslenememesine neden olur.

• Sigara içen annelerin sütünün besleyici özelliği azalır.

Sigaranın Bebeklik, Çocukluk ve Sonraki Dönemlerde Ver-diği Zararlar

• Akciğer fonksiyonlarını etkilediği için akciğer sorunları görülebilir

• Doğumdan sonra bebekte akciğer hastalıkları zatürye, bronşit, astım riski artar.

• Sigara içen annelerin bebeklerinde ani ölüm sendromu 2 kat daha fazla görülür.

• Orta kulak iltihabına daha sık rastlanır.

• Sigara içen annelerin bebekleri daha sık hastalanır ve daha sık doktora gider, daha çok ilaç almak zorunda kalır.

• Öğrenme zorluğu yaşarlar.

• Gebelik esnasında sigaraya maruz kalan bebekler, büyü-düklerinde daha fazla sigara bağımlısı olabilirler.

Gebelikte pasif sigara içiciliği

Hamile annenin bulunduğu ortam da çok önemlidir. Her zaman temiz havalı yerleri tercih etmelidir. Pasif sigara içi-ciliği, sigara içmeyen kişiye sigarayı içen kişiden daha faz-la zarar vermektedir. Çünkü sigarayı içen kişi içine çektiği dumanı filtre ederek almaktadır. Ama sigaradan çıkan ana duman filtre edilmeden çevreye yayıldığı için, çevrede bu-lunan kişiler bu dumandan daha fazla etkilenmektedir. Ay-rıca sigara içilmediği zaman, sigara tam olarak yanmadığı için çevreye yayılan yan akım dumanı daha fazla kimyasal madde içermektedir ve dolayısıyla daha zararlı olmaktadır. Bu nedenle gebe kadınların çevresel sigara dumanına maruz kalmaları son derece sakıncalıdır.

Anne adayı gebeliği esnasında sigara içsin ya da içmesin başkalarının içtiği sigara dumanından da etkilenmektedir. Annenin bulunduğu ortamdan içine çektiği duman plesenta aracılığıyla bebeğe geçmekte ve bebeğin büyüme ve geliş-mesini yavaşlatmaktadır.

Bu nedenle gebelik döneminde sigara içmeseniz bile sigaralı ortamlardan uzak durmanız gerekmektedir.

Gebelik esnasında çevresel sigara dumanına maruz kalan an-nelerin bebeklerinde de daha sonra öğrenme güçlükleri orta-ya çıkabilmektedir. Gebelik sigarayı bırakmak için ideal bir dönemdir. Eğer gebeliğiniz sırasında sigara içerseniz veya yanınızda sigara içilirse binlerce zehirli kimyasal maddeyi soluyacaksınız demektir. Annelerin en büyük amacı sağlıklı evlatlar dünyaya getirmektir. O halde henüz hiçbir savunma-sı olmayan dünya tatlısı yavrularımızı, gelecek nesillerimizi zehirlemeyelim.

Zehirsiz bir dünya dileğiyle.

Kaynakça

1.www.sigarax.com/sigara-icindeki-maddeler.htmÖnbellek 20081. American Pregnancy Association. (2006) Smoking and your Baby: Need Help Putting Down That Cigarette? http://www.americanpreg-nancy.org/pregnancyhealth/smoking.html2.The National Partnership to Help Pregnant Smokers Quit (2006), http://www.helppregnantsmokersquit.org/) 3.http://www.thehealthnews.org/tr/special/gebelik/ alkol_sigara.htm Erişim Tarihi:21.02.2006 GEBELİK VE SİGARA 18 4. http://www.smokefree.gov/guide/tell.html5.National Health Center(NHS) Tips for stopping smoking during pregnancy http://www.givingups-moking.co.uk/ Smoking__Pregnancy/ Tips_for_stopping_smoking_ during_pregnancy/ (Erişim Tarihi:22.02.2006)6.www.havanikoru.org.tr/Docs_Tutun.../Gebelik_ve_Sigara.pdf 7.www.sagligin.net/hamilelikte-sigara.htmlÖnbellek 25.nisan 2012

yesilay.org.tr / 17

Page 20: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

DOSYA

Gebe kalındığında anne adayının alacağı her gıda, ilaç veya madde yani her şey bebeği etkileyebilir. Alkolde bunlara dâhildir. Ge-belik sırasında alkol kullanımı doğumsal anomalileri fiziksel, davranışsal ve mental hastalıkları artırır. Bu etkiler, doğum ön-

cesi veya yenidoğan döneminde ortaya çıkabildiği gibi ba-zen çok uzun yıllar sonra da kendini belli edebilir. Yurtdışı, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa da üreme çağındaki kadınlarda alkol kullanımı %50 dolaylarında gebelik sırasın-da ise % 10 dolaylarındadır. Ülkemizde herhangi bir araştır-ma yoksa da bu oranın çok daha düşük olduğu tahmin edil-mektedir. İçkilerin içinde bulunan etil alkolün günlük 2.2 gr/kg ve daha fazla olarak gebelik boyunca alınması kesinlikle sakıncalıdır. Aşağıda sözünü edeceğimiz FASD (alkolün fe-tüs üzerinde yol açtığı hastalıklar spektrumu ) adlı klinik tab-lonun %2.5 ile %40 oranında ortaya çıkmasına neden olur. Sosyal içicilik dediğimiz daha az ve daha az sıklıkta -günde ara sıra bir kadeh gibi- alkol alınımının fetüs üzerindeki et-kileri hakkında yeterli kanıt olmasa da gebelik boyunca alkol alınımından kaçınılması tavsiye edilir.

Alkolün anne karnındaki fetüsa yaptığı etkiler FASD adı al-tında tanımlanır. Gebelik sırasında alkol alan her bayan aşa-ğıda yer alan FASD’ li çocuk doğurma riskine sahiptir.

Alkolün etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Anne daha düşük doğum ağırlıklı bebek doğurabilir

2. Bebeklerde doğumdan sonra yeme ve uyuma problemleri ortaya çıkabilir

3. Görme ve duymalarında problem olabilir

4. Çocuklar eğitim zamanı öğrenme güçlüğü çekebilirler

5. Davranışlarının kontrolünde sorun olabilir

6. Dolayısıyla alkol kullanan bir annenin çocuğu tüm bu ne-denlerle ömür boyu tıbbı ve sosyal yardım ihtiyacı göstere-bilir.

Tüm bu durumlarda ‘olabilir ‘tanımı kullandık. Alkol alıp normal bebek doğuran anneler için şunu söyleyebiliriz. Bu anneler ben şu kadar alkol ama bebeğim normal doğdu dese-ler de her gebelik farklı değerlendirilir. Alkol alan bir annede çocuğun normal olması bir dahaki gebelikte alkol alındığın-

da ya da alkol alan başka bir annede çocuğun normal olma-sını gerektirmez.

Alkol alımı anne karnındaki bir bebeğe nasıl zarar verir?

Alkol herhangi bir canlıda hücre ölümünü tetikler. Çok hızlı büyüyen anne karnındaki fetüsün alkole maruz kalması ha-linde yeni oluşum halindeki tüm organlarında (beyin, göz, kulak, kemik yapı) anomaliler görülebilir. Bunun yanında al-kol sinir hücrelerinin gelişmesini ve dolayısıyla beyin fonk-siyonlarını direkt olarak etkiler. Alkol metabolizması sonun-da çıkan toksik bazı maddeler beyinde birikir ve FASD’nin gelişmesinde rol oynarlar. Bazı ilaçlar gebelik sırasında alın-dığında sadece gebeliğin ilk üç ayında fetüsa zararlı olurken alkol gebelik boyunca ne zaman alınırsa alırsın fetüs için zararlı olur.

Şu bir gerçektir ki anne alkol aldığında bebeğe hiçbir etki-si olmasa bile bebekte alkol almaktadır. Annenin alkol alım süresi ve miktarı ne kadar fazla olursa bebeğinde alkolle ma-ruziyeti o kadar fazla olur. Ayrıca alkolun sigara ile birlikte alınması ile fetüse verdiği zararların çok daha fazla arttığı da gösterilmiştir.

Alkolün zararlarını anlattıktan sonra yukarıda bahsettiğimiz FASD, alkole bağlı fetal hastalıklardan söz edelim. Bu terim hafiften ağıra aşağıdaki klinik tablolar için kullanılır.

-Alkole bağımlı doğumsal kusurlar, alkole bağlı gelişimsel bozukluklar

-Fetal alkol etkileri

-Fetal alkol sendromu.

Fetal alkol sendromu annenin gebeliği sırasında annenin al-kol kullanımına bağlı olarak fetüste gelişen karakteristik yüz görünüşü, düşük doğum ağırlığı, beyin hasarı çeşitli doğum-sal durumlar ve nörolojik bulgular ile seyreden dramatik bir tablodur. Beraberinde genellilikle geri zekâlılık söz konu-sudur. Çeşitli davranışlar anomaliler ve öğrenme güçlükleri yukarıda saydığımız anomalilerin sonucu olarak kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bu klasik tablonun yanı sıra sadece bazı bulguların görüldüğü bazı tablolarda FASD’nin diğer klinik tablolarıdır. Sonuçta alkolün erişkin bir insanı ne hale getire-bildiğini biliyoruz. Anne karnında gelişmekte olan her hücre-si alkolün zararlı etkilerine açık bebeğin kendi istemi dışında alkole maruz bırakmak FASD’li bir çocuk doğmasına neden

GEBELİKTE ALKOL KULLANIMIDoç. Dr. Ramazan Dansuk

18 / / 2012 Haziran

Page 21: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

olmak annenin ve çocuğun tüm yaşamı boyunca çekeceği bir kefalettir. Bu nedenle anne adayının gebeliği boyunca al-kolden kaçınması çocuğuna yaşam boyu vereceği en güzel hediyelerden biridir. Gebelikte güvenli olabilecek bir alkol miktarı olmadığı için, tüm gebe ve gebe kalmayı planlayan kadınların alkolden uzak durmaları önerilir. Alkol, sadece gebelik süresince değil süte geçtiği ve annedeki düzeyler-de bulunduğu için, emzirme sırasında alınması durumunda çocuğa etki eder, çocukta halsizlik, terleme, derin uyku, bü-yüme geriliği ortaya çıktığı gibi zaman içinde annenin süt miktarı da azalır.

Davranış değişikliklerine, özellikle ağır içici annelerin be-beklerinde rastlanır. Bu bebeklerde, motor tonus azalması, uyarı ihtiyacı ve asimetrik refleksler daha sıktır. EEG çalış-malarında, sürekli düşük doz alkol alımına kıyasla kısa dö-

yesilay.org.tr / 19

nemde yüksek doz alkol alınmasının beyin gelişimini daha olumsuz şekilde etkilediği ortaya konmuştur. Dikkat eksikli-ği ve hiperaktivite sendromu alkolik anne bebeklerinde daha sıktır. Düşük doz alkol alımında bile, hafif zekâ geriliği, bü-yüme bozukluğu ve davranış değişiklikleri gibi alkol etkileri ortaya çıkabilir. Beyin gelişimi, doğumdan sonra da devam eden bir süreçtir.

Alkol, tüm gebelik boyunca beyne olumsuz etkilerde bulu-nabilir ve bu etkiler geç dönemde ortaya çıkabilir. Birçok kişi, alkolün bebek üzerindeki etkilerini bilmesine rağmen, günde alınan üç kadeh içkinin herhangi bir etkisinin olmaya-cağına inanır. Bira ve şarabın ise, diğer içkilere kıyasla daha “güvenilir” olduğu varsayılır. Hâlbuki bu durum tamamen aldatmacadır. Aile ve arkadaş çevresinin de anneye alkolü bırakması konusunda yardımcı olması gerekir.

Page 22: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

20 / / 2012 Haziran

ANNE-BABA OLMANIN SORUMLULUĞU NE ZAMAN BAŞLAR?

Doç. Dr. Ayhan Kalyoncu

Ben de pek çoğunuz gibi bir babayım. Her baba gibi benim de çocuklarımda görmek istediğim olumlu özellikler var. Şimdi size soruyorum. Çocuklar taşıdıkları olumlu veya olumsuz özellikleri nereden alıyorlar dersiniz? Tabii ki

bir kısmını doğarken atalarının genetik şifrelerinden alarak yanlarında getiriyorlar, geriye kalan önemli bir kısmını ise yetiştirilme süreçlerinde bizler onlara veriyoruz. Peki bu sü-reçler nasıl işliyorlar ve anne-baba olarak bizlerin bu süreçler içerisinde sorumluluğumuz nelerdir ve nerede başlarlar?

Evet, yaşadığı cinsel ilişki ile gerçekleşen döllenmeden sonra rahminde oluşmaya başlayan yeni canlıyı doğurana kadar ta-şıyan anne için sorumluluk neredeyse hemen başlar.

Anne adayının sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için ha-mileliğin başından itibaren korunması ve beslenmesine, uy-kusuna, yaşam şartlarına dikkat etmesinin gerektiği herkesçe bilinir. Bilinir ama tüm anneler bunu uygularlar mı? Aslına bakarsanız hepsinin uygulamak istediğine inanmamak müm-kün değil. Ancak bağımlılık tedavisi ile geçen 25 yılı aşan meslek hayatımda bazen kullandıkları maddeler nedeniyle hamileliklerini bile fark edemeyecek düzeyde bağımlı hale gelen anne adaylarına, ne yazık ki çok şahit oldum. Yazı-mın bundan sonrasında önce anne için madde kullanımının doğuracağı sorunları anlatmaya çalışacağım, daha sonra ise şimdiye kadar genellikle göz ardı edilen babaların hamilelik öncesi dönemden itibaren doğacak çocuklarına karşı başla-yan sorumluluklarından bahsedeceğim.

ANNE OLMAKBir kadın hamile kaldığı zaman artık sağlıklı yaşamayı sür-dürmek onun için her zamankinden çok daha önemli hale gelir. Sorumlu bir anne adayı hormonsuz ve katkısız gıdaları yiyerek, yeterince istirahat ederek, düzenli eksersiz yaparak, stresten uzak durarak daha doğmamış olan bebeğinin sağlığı için çaba göstermeye başlar. Tabii ki en fazla dikkat etmesi gereken husus ise rahminde taşıdığı bebeğinin dış etmenler-den zarar görmesini engellemektir. Bunun için radyasyon kadar alkol, sigara ve uyusturuculardan da kesinlikle uzak durması ve hatta ilaç kullanırken bile çok dikkatli olması ge-rekir.

Hamile bir kadın için madde kullanmak “çifte tehlike” anla-

mına gelir. Anne adayı hamilelik süresince madde kullanarak hem kendi sağlığına zarar verecek hem de hamileliğini sür-dürmeyi zorlaştıracak ve rahminde taşıdığı bebeğinin doğru-dan olumsuz etkilenmesine neden olacaktır.

Hangi maddelerin kullanımı tehlikelidir?Hamilelik süresince esrar, eroin, kokain, ekstazy gibi tüm ya-sadışı uyuşturucuların kullanımı hem doğacak bebek hem de anne için zararlıdır. Ama sadece yasal olmayan maddelerin değil alkol, sigara ve bazı ilaçların da kullanımı aynı şekil-de zararlıdır. Bu nedenle sorumluluk sahibi bir anne adayı hamile kalmayı düşünmeye başladığı andan itibaren hem do-ğacak bebeği hem de kendisi için bu maddeleri ve ilaçları kullanmaktan kaçınmalıdır.

Madde kullanımı hamileliğin hangi döneminde zararlıdır?Bazı madde ve ilaçların tüm hamilelik sürecinde kullanılma-sı sakıncalıdır ama özellikle doğacak bebeğin anne rahminde organlarının oluştuğu ilk 10 haftada annenin ilaç ve madde kullanımı daha da önemlidir. Özellikle de bu dönemde başta alkol olmak üzere kullanılan maddeler kalp, damak ve yüzde doğumsal bozukluklara neden olurlar.

Anne rahmindeki ilk 10 hafta geçtikten sonra fetüs hızla büyümeye başlar. Bu dönemde belli bazı ilaç ve maddelerin kullanılması başta gözler ve sinir sistemi olmak üzere bazı organların gelişimini olumsuz etkilerler. Alkol kullanmaya devam etmek düşük veya erken doğuma neden olabilir. Ay-rıca asıl tehlike anne rahmindeki bebeğin gelişmesine engel olmalarıdır. Rahim içi gelişme geriliğinin olması örneğin dü-şük doğum ağırlıklı bebek olarak doğması hem özel bakım gerektirmesine hem de ölüme kadar varabilen ciddi sağlık problemlerine yol açar.

Doğum Esnasında Anne adayı tarafından bazı maddelerin kullanımı hamilelik sonlandıktan sonra yani doğum olduğunda da bebek için teh-like arz edebilir. Hem doğum daha zor olabilir hem de yeni doğan döneminde ciddi sağlık sorunlarına neden olabilirler.

AlkolHamilelik süresince özellikle de ilk aylarda kullanılan alkol çok önemli tehlike oluşturmaktadır. Alkolün anne bedenin-de oluşturduğu hasardan bebek de doğrudan etkilenir. Ağır

DOSYA

Page 23: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 21

bir alkol içicisi annenin doğuracağı çocuk büyük olasılıkla fetal alkol sendromu denilen bir dizi doğumsal anormallikle dünyaya gelir. Bu anormallikleri mikrosefali denilen kafatası ve beynin gelişmemesi, anormal yüz gelişimi, kalpte yapısal bozukluklar ve sıklıkla gelişme ve zeka geriliği olarak sıra-layabiliriz. Hamileliğin son aylarında bile aşırı içki içmenin bebeğin gelişimini geçiktirebileceğini biliyoruz. Sadece aşırı içme değil az veya orta düzeyde alkol kullanmanın da benzer etkileri yapabileceği saptanmıştır. Tıbbi otoriteler bir kadının çocuk doğurmaya karar verdiği andan itibaren alkol alımı-nı kesmesinin en doğru davranış olduğunu kabul ederler. En azından hamile olduğunu öğrenen bir kadının, doğuracağı bebeği düşünüyorsa, içki içmeyi hemen durdurması gerekir.

SigaraSigara içmenin hamilelik esnasında düşük veya erken do-ğum olasılığını artırdığını biliyoruz. Ama asıl önemli olan anne rahminde fetüsün gelişimini olumsuz etkilemesidir. Hamilelik sürecinde sigara içmek annenin iştahını azaltırken akciğerlerinden yeterli oksijeni de almasını engellemektedir. Bu durumda fetüs yeteri kadar oksijen alamaz ve beslenemez dolayısıyla yeterince gelişemez.

Kokain ve metamfetaminToz veya taş (crack) halinde olan kokain ve sokaktaki satılan

isimleri speed veya ice olarak bilinen metamfetamin merkezi sinir sistemini etkileyen çok güçlü uyarıcı maddelerdir. Bu maddeler annenin iştahını azaltırken vücudu ciddi şekilde tahrip eder, kan damarlarının kasılmasına neden olur, kalp hızını artırır ve böylece tansiyonu yükseltirler. Bu durumdan zarar gören fötus ve göbek bağının anne rahminden erken ayrılması nedeniyle kanama başlayabilir böylece ya erken doğum ya da düşük olabilir. Eğer bu maddeler hamileliğin son aylarında alınırsa bebek doğuştan bağımlı olur ve doğar doğmaz titreme, adele spazmı, uykusuzluk ve emme güçlüğü gibi yoksunluk belirtileri gösterebilir.

Eroin Eroin kullanımı, düşük doğum ağırlığı, solunum güçlüğü, kafa içinde kanama gibi ciddi problemlerle birlikte erken do-ğum riskini artırır. Eroin bağımlısı anneden doğan bebekler bağımlı olarak dünyaya geldiklerinden doğar doğmaz huzur-suzluk, kusma, ishal ve eklem sertliği gibi yoksunluk belir-tileri gösterirler. Eğer anne eroini iğne yaparak kullanıyorsa steriliteye dikkat edemeyeceği için bebeğine AIDS, Hepatit B ve C gibi öldürücü bulaşıcı hastalıkları geçirebilir.

Uçucu Maddelerİçlerinde toluene denilen organik çözücü bulunduran bu maddeleri bir kere bile kullanmak bebekte çok ciddi doğum-sal kusurlara neden olabilir.

Page 24: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

22 / / 2012 Haziran

DOSYA

EsrarHamilelik süresince daha ziyade alkol ve sigara ile birlikte kullanılır. Bu nedenle aynen alkol ve sigarada olduğu gibi erken doğum veya düşük doğum ağırlıklı bebeğin dünyaya gelmesine neden olabilir.

İlaçlarHamilelik sürecinde kullanılan bir çok ilaç bebeğe zarar ve-rebilir. Ancak yine de bu ilaçların kullanımının oluşturacağı fayda ile verecekleri zararın göz önüne alınarak karar vermek gerekir. Örneğin ağır bir sara hastası veya kan pıhtılaşma so-runu yaşayan bir anne adayı bu ilaçları hamileliği boyunca almak zorunda kalabilir. Bu durumda ilaçların nasıl kulla-nılacağına veya kesilmesi gerekip gerekmediğine tedaviyi sürdüren ve hamileliği izleyen doktorlara danışarak karar vermek gerekir.

Aşağıda bu ilaçların bazıları hakkında içlerindeki etkin mad-denin ismini vererek bilgi vermeye çalışacağım. Siz eğer bu etkin maddeleri içeren ilaçların piyasa isimlerinin neler ol-duklarını öğrenmek isterseniz internetten her hangi bir arama motoruna isimlerini yazarak öğrenebilirsiniz.

• Isotretinoin ve Etretinate: Kronik akne ve psoriasis te-davisinde kullanılırlar. Hamilelik sürecinde bebeğin organ

gelişimini etkiledikleri için doğumsal anormalliklere neden olurlar.

• Sara ilaçları: Sara tedavisinde sıklıkla kullanılan pheny-toin ve karbamezapin etkin maddeli ilaçlar kalp ve yüzde doğumsal bozukluklara, zeka geriliğine neden olabilirler.

• Migren tedavisinde kullanılan ergotamine ve methyser-gide içeren ilaçlar: Erken doğuma neden olabilirler.

• Aspirin, ibuprofen ve diğer steroid olmayan antiinfla-matuar ilaçlar: Anne ve bebekte kanamalara neden olabilir-ler. Ayrıca hamileliğin sonlarına doğru annenin hormonlarını etkileyerek doğumun gecikmesine neden olabilirler.

• Kalp hastalıkları ve damar tıkanıklıklarında kan sulan-dırıcı olarak kullanılan coumari annede sızıntı şeklinde kanama yapabilir. Hamileliğin erken dönemlerinde alınması ise yüzde şekil bozukluğuna ve zeka geriliğine neden olabi-lir. Doğum yaklaştıkça kanama riski artar.

BABA OLMAKPeki baba olmak sadece hamilelik sürecinde anneye psikolo-jik ve sosyal destek vermek, çocuk doğduktan sonra da ko-ruyucu ve destekleyici rolü aralıksız sürdürmek midir? Yani

Page 25: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 23

baba, anne ile yaşanan cinsel ilişkide doğacak çocuğa sadece genetik şifresinde bulunan özellikleri mi aktarmaktadır?

Dış etkenlerden spermlerin nasıl etkilendiğini saptamak ve doğacak çocuklarla bu etkilenme arasında ilişkiyi anlamlı bir şekilde bilimsel olarak kurmak çok zor olduğu için konu bu-güne kadar fazla araştırılmadan kalmıştır. Babanın döllenme esnasında kullandığı sigaranın, alkolün, ilaçların, hastalık-larının yaşadığı stresin veya aldığı gıdaların doğacak çocuk için hiç mi önemi yoktur? Kimyasal maddelerin kullanıldı-ğı temizlik, boya, tekstil, ilaç, plastik sanayilerinde ve civa, kurşun gibi ağır metallerin kullanıldığı endüstriyel üretim sahalarında çalışan erkeklerin kronik olarak maruz kaldıkları zehirli maddelerin sperm üretimlerini etkileyemediğini dü-şünmek gerçekten çok büyük bir iyimserlik olmaz mı? Her ne kadar elimizde yeterli bilimsel kanıt olmasa da kullanılan ilaçların, alkolün ve uyuşturucu maddelerin spermlerle taşı-nabileceğini düşünmemiz gerekmez mi?

Kimyasal maddelere maruz kalma veya kullanılan ilaçların sonucunda epigenetik mutasyon oluştuğu yani hücrelerde DNA yapısı değişmese de genlerin anlatımlarında değişiklik-ler meydana geldiği bilinmektedir. Bu durumu “çalınan mü-ziği değiştirmeden sesin açılması” olarak tanımlayabiliriz. Oluşan bu değişiklikler bir iki nesil etkilerini sürdürebildiği daha sonra geri dönüşlü olduğu bilinmektedir. Günümüzde neredeyse bütün tıp otoriteleri tarafından genel kabul gören görüşe göre eğer döllenme esnasında babadan gelen genetik özelliklerin dışında olumsuz bir faktör varsa erken dönemde neredeyse ilk ay içinde düşük olacağıdır. Yani sağlam olmayan bir spermden döllenme olmayacağı ya da döllenme olsa bile hamileliğin tamamlanmayacağı ve dünyaya bir çocuğun gelemeyeceği kanaati vardır. Peki bu görüş ne kadar geçerlidir?

Her ne kadar elimizde somut kanıtlar yoksa da baba olmayı düşünen erkeklerin de doğacak çocuklarına karşı aynı anne adayları gibi daha cinsel ilişkiye girmeden sorumluluklarının başlaması gerekmez mi?

Bu nedenle de erkeklerinde spermleri ile taşıyabileceğimiz riskleri azaltmak için hiç olmazsa alkol, sigara, ilaç kullanımı gibi belirleme şansı kendi ellerinde olan şartları en iyi hale getirmeye çalışmaları sizce de uygun değil mi?

Madde Kullanırken Hamile Kalırsanız Ne Yapabilirsiniz?Tabii ki bu durum hele de planlanan bir hamilelik değilse ciddi bir sorun oluşturacaktır. Şüphesiz ki kendinize ve do-ğacak çocuğunuza daha fazla zarar vermek istemezsiniz. Bu durumda yapabileceğiniz en iyi çözüm bir an önce madde

kullanımınızı durdurabilmek için bir bağımlılık tedavisi uz-manı ile hemen görüşmek olmalıdır. Muhakkak ki bazı ciddi fiziksel semptomlar yaşayabilirsiniz ama bunlar bir kaç gün içinde uygun tedavilerle hızla düzelecektirler. Bir an önce ciddi bir bağımlılık tedavi programına katılarak hem kendi-niz hem de doğacak olan çocuğunuz için uyuşturuculardan arınarak sağlıklı bir yaşam tercihi yapın.

DOSYA

Page 26: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

24 / / 2012 Haziran

“Toplumumuzun Sosyo-Kültürel Özellikleri Dolayısıyla Alkol ve Madde Bağımlılığı Ciddi

bir Sorun Oluşturmuyor. En Büyük Sorunumuz SİGARA!”

Her hafta Uzman TV’de Görüşlerini Dikkatle Dinlediğim Operatör Doktor Kağan Kocatepe’yi Nispetiye’deki Mekânında

ziyaret ettik. Kendisinden Bağımlılıkların Gebelik Sürecini Nasıl Etkilediğine Dair Önemli Bilgiler Edindik

Söyleşen: Adalet Canlı AkbaşFotoğraf: Sümeyya Olcay

KAĞAN KOCATEPE

Page 27: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 25

ki kadın da pasif içici olacaktır. Bu şekilde de etkileyebilir. Kadın açısından ise hamilelik başladı ve kadın sigara içmeye devam ediyor, sigara içen kadınlarda içmeyenlere göre yak-laşık olarak 4-5 kat artmış bir düşük yapma riski söz konusu. 10 ve üzeri sigaradan bahsediyoruz. Onun dışında yine 2-3 kat erken doğum yapma riski söz konusu. Yine rahim içinde bebeğin ölme riski veya bebeğin plasentasının ayrılması ve buna bağlı olarak kanama ve prematüre doğum yapma riski ve de doğum kilosunun 2500 gr.dan daha az olma olasılı-ğı içilen sigara sayısıyla doğru orantılı olarak artıyor. Güne bir paket sigara içen kadının ortalama doğuracağı kilo eğer içmeseydi 3 kg 300 gr olacaksa direk olarak 2 kg 800 gr dü-şüyor. Yani kadın sigara içerek bebeğinin 500 gr.ını yemiş

oluyor. İkinci madde olarak alkol demiştik. Al-kol bebeğin rahim içindeki gelişimini nasıl etkiler? Alkolik bir anneden doğan bebekte zekâ geri-liği olma olasılığı yüksektir. Avrupa ve Amerika’da zekâ geriliğinin en sık görülen nedeni anne adayının alkolik ol-masıdır. Alkol çünkü sinir hücrelerine tok-sik olan bir madde-dir. Rahim içindey-ken sinir hücreleri hızlı bir şekilde ço-ğalma sürecindeyken

içilen alkol direk olarak plasentadan bebeğe geçerek bebeğin sinir hücrelerinin çoğalmasını engelleyecektir. Bebek 1 mil-yon sinir hücresiyle doğacağı yere 9 bin tane ile doğduğunda zekâ özürlü oluyor. Uyuşturucu ve uyarıcı madde bağımlılığı açısından bakacak olursak bebeği erken doğum riski ve anne adayının düşük yapma riski yüksek oluyor. Zekâyı etkilemez ama eğer pre-matüre doğmuşsa haliyle zekâyı etkiler. Ama direk olarak zekâyı etkileyen sigara veya uyuşturucu değil, alkoldür. Bağımlı ebeveynden bağımlı çocukların doğacağı tespiti doğru mudur? Bu konuda yapılmış direk bir çalışma yok açıkçası. Şöyle bir şey söyleyemeyiz; anne baba sigara içiyor ve çocuk da buna bağlı olarak içecek. Ama rahim içinde hiç bilmediği şeyi tat-tığı zaman nikotin ve alkol buna karşı bağımlılık gelişebilir. Şunu biliyoruz ki, potansiyel olarak siz çocuğunuzun birçok

Gebelik öncesi bağımlılık gebe kalmayı nasıl etkiler? Ne yapılması gerekir? Bu hususta bizi ilgilendiren 3 bağımlılık var: Alkol, sigara ve uyuşturucu madde bağımlılığı. Türkiye’de bu son bağım-lılığın görülme oranı diğerlerine göre daha az. Yüzdelere vursak %95’i sigara bağımlılığı oluşturuyor. Alkol bağımlı-lığı ise bizim kadınlarımız arasında çok yaygın değil. Bizim sosyo-kültürel özelliklerimiz dolayısıyla alkol ve madde ba-ğımlılığı bizim için çok ciddi bir sorun oluşturmuyor. Bizim için en ciddi sorun, sigara! Kısaca sigaranın hamile kalmayı nasıl etkilediğinden bahsedelim. Kadın tarafından bakılacak olunursa bir kere erken menopoza girme riskini arttırır, direkt olarak doğurganlığı azaltır. Hamile kalabilirliği azaltır çünkü oluşan yumurta hüc-resinin olgunlaşma sürecinde ona etki ederek döllenebilir-liğini azaltır. Bu da hamile kalma süre-cini olumsuz etkiler. Kullanıcı erkek ol-duğunda ise, sperm sayısını ve kalitesini azaltarak doğurganlı-ğın azalmasına sebep olur. Aynı yaşlarda bulunan, doğurgan-lıkları normalde aynı olan ortalama bir çift düşünelim. Bir çiftte anne veya baba si-gara içen yahut her ikisi de sigara içen; diğer çiftse hiç sigara içmeyen olsun. Ortalama hamile kalma hızı sigara içmeyen-lerde çok daha hızlı ve yüksektir. Bu da zaten sonucu gös-teriyor. Alkol ise doğurganlığı çok ciddi yönde etkilemiyor ama alkolizm hem doğurganlığı hem de gebe kalmayı hem de bebek doğana kadar gelişen süreyi olumsuz etkiliyor. Uyuşturucu madde bağımlılığı zaten cinsel yaşamı olumsuz etkileyen bir şey olduğu için hamile kalmayı da doğal olarak olumsuz etkiler.

Gebelikte de devam eden bağımlılık bebeğin gelişimini na-sıl etkiler?Gebelikte devam eden bağımlılığın da yine 3 ana başlık olan sigara, alkol ve uyuşturucu yönünden incelenmesi gerekir. Erkek kullanıcı açısından irdeleyecek olursak erkeği olum-suz etkilemesi daha çok anne adayının hamile kalmasına ka-dardır. Çünkü doğurganlığı azaltıyor. Peki, başka nasıl etki-leyebilir? Sürekli evde bir paket sigara içen erkek varsa tabi

RÖPORTAJ

Page 28: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

26 / / 2012 Haziran

besin maddesini rahatlıkla tüketmesini istiyorsanız rahim içinde ona tattıracaksınız. Mesela aşırı vejetaryen besle-nenlerin çocukları daha sonra hayvansal proteini pek fazla sevmiyor. O yüzden de rahim içinde öğrenilen (çünkü anne adayının yediği içtiği her şey plasenta yoluyla ona tadı ge-çiyor. Şekerli yiyorsanız hemen oynamaya başlıyor) tatları daha ileride, bildiği bir şey olduğu için, daha kolay almaya meyil gösterebilir. Eğer alkolü, nikotini rahim içerisindeyken tadarsa bu maddelere eğilimi daha fazla olabilir. Ama bebek doğduktan sonra 7-10 yaşına kadar olan sürecinde tam tersini gözlemleyebiliriz. Çünkü çoğu çocuk tiksiniyor bu madde-lerden.

Bebek anne karnında muazzam bir korunmaya alınıyor ve amniyotik sıvıyı içinde barındıran çeper zararlı maddelerin bebeğe ulaşmasını engelliyor. Engelleyemediği maddeler içerisinde kafein, sigara, alkol gibi maddeler var. Başka neleri ekleyebiliriz? Bu çeperin bile engelleyemediği bu maddeler bebeği nasıl etkiliyor?Teorik olarak aslında tüm maddeler geçer. Geçirgenlik özel-likle hamileliğin ilk ve son haftalarında daha fazladır.. O yüzden eğer bir maddeden korunacak olursak özellikle ilk 3 aylık dönem ve son 3 aylık dönemde dikkatli bir şekilde korunmamız lazım. Nedir bunlar? Bir ilaç sektöründe çalışan kadının, alkol sanayisinde çalışan bir kadın olabilir bunların en riskli dönemleri ilk ve son 3 aydır. Bu dönemlerde zaten

işverenler de bir iş değişikliğine gidiyor çoğu zaman. Kim-yasal sanayiden bahsediyoruz. Bütün maddeler plasentadan geçiyor ama bebeğe zarar verme olasılığı çok az. Neden? Plasentadan %1 geçebiliyor. Tümüyle alınmıyor. Mesela di-yelim ki kanında 100 birim alkol varsa bebeğe geçen 1 birim-dir. Ama bebeğin o anda olduğu aşamada tabi ki o birim bile onu etkileyebilir. Mesela kanında 100 birim var ve 50-60 kg bir kadından bahsediyoruz. İçerde 1 birim var ama 100 gr ile 500 gr arasında ilk 4 aylık dönemde bir bebekten bahsediyo-ruz. Ne kadar az geçse bile tabi ki onu olumsuz etkileyebilir. Onun dışında ilaçlar, radyasyonallerjan maddeler vb. bun-ların hepsi kana geçebilir. Viral enfeksiyonların sonucunda virüsler kana geçebilir buradan da plasenta yoluyla bebeğe geçebilir. Ama çoğu zaman bir problem oluşturmaz. Zaten rahim, koruyucu demek. Bunu da plasenta kanalı ile yapıyor.

Bebeğin rahim içinde öğrendiği tatla-rı, ilerleyen yaşlarında alma eğilimi çok daha rahat oluşabilir. Nikotin ve

alkol de buna dahildir.

RÖPORTAJ

Page 29: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 27

Plasenta bir gümrük gibi çalışıyor. Plasenta oradan maddeler geçmeden önce bakıp sen işe yaramazsın deyip çoğunu geri gönderiyor. Ama yine de %1 lik kısmı sızıyor ve Allahtan hiç bir problem oluşturmuyor çoğu zaman.

Bazı doktorlar sigara bağımlısı annelere sigarayı azaltarak bırakmasını tavsiye ediyor. Hamile bir kadının sigarayı ta-mamıyla bırakması gerekmez mi? Böyle bir tavsiye doğru mudur?Öncelikle şu tecrübelerimizle sabittir ki sigara bağımlısı olan kadını korkutarak sigaradan vazgeçirmek mümkün değil. Ya-saklıyorsun, ölü doğum yaparsın, düşük yaparsın diyorsun, erken doğum yaparsın diyorsun kadın yine de içiyor ama suçluluk duygusuyla içiyor. Eğer çok aşırı bağımlıysa böyle bir çalışma yok ama 3 tane ile eğer sınırlandırabilirsen bebe-ğe minimal zarar verirsin. Çünkü o 3 taneyi de söylemezsek 0 dersek kadın 10-15 tane içmeye devam ediyor. Hâlbuki 3 tane olunca en azından kadın kendini sınırlandırmış oluyor. O yüzden yapabileceğiniz başka bir şey yok. Bağımlıysa ya onu bağımlılık merkezine kapatacağız, her taraftan o sigara-yı yok edeceğiz, böyle bir şey de olmaz. Bu sefer o vücutta bağımlılığın oluşturduğu kanda nikotinin eksikliğinde oluşan

sorunlar ortaya çıkar. Bağımlılık sorunu olunca içme karnın-da bebek var utanmıyor musun diyerek bıraktırmak mümkün değil.

Son zamanlarda bu konuda da pek çok açıklamalar yapı-lıyor. Stresli bir hamilelik geçiren bir kadının çocuğunda bağımlılık belirtileri gösteren semptomlar görülüyor. Stres nedir? Stres kandan başta adrenalin olmak üzere kor-tizon ve diğer bazı alarma geçiriciliği artıran hormonların yükseldiği bir dönem. Alarm dönemi. Mesela, insan huzurlu bir şekilde şehirde yaşarken hiç bir panik reaksiyonu yoktur. Günlük hayatına devam edersin ama bir savaş alameti varsa eğer sarı alarm verilir, kırmızı alarm verilir. Kırmızı alarm ne demek tetikte olun her an evinize bomba yağabilir vs demek. İşte vücutta aynı şekilde çalışıyor. Eğer stres varsa o adre-nalin ve kortizon vücuda sen her an hazırlıklı ol diyor. Yani günlük zevk için ihtiyaçlarını karşılamak yerine gülme, oy-nama, dinlenme ama sade ve sadece hazırlıklı ol. Yani gergin bir şekilde bekle demek stres. Bu durumda içerideki bebek de aynı şekilde onun vücudu da adrenalini algılıyor , adrenali algılayınca o da stres duyuyor istemeden.

Page 30: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

28 / / 2012 Haziran

RÖPORTAJ

Giderek yaygınlaşan bir tür olarak karşımıza çıkan tekno-loji bağımlılığı gebeyi ve bebeğini nasıl etkiler? Telefonlar, oyun ve bilgisayar bağımlıları. Gebe bir bayanın teknoloji ile bu kadar içli dışlı olması ne kadar doğru?Türkiye açısından en sık görülen bağımlılık; cep telefonu ba-ğımlılığı. İkinci sık görülen bağımlılık ise internet bağımlılı-ğı. Ama oyun oynamak değil de internette gezinme bağımlı-lığı. Bu ikisi de abartılırsa sorun oluşturabilir. Abartılmadan kasıt nedir? Bir kere benim düşünceme göre cep telefonu mümkün olduğu kadar kullanılmamalıdır. Ev telefonları-mızı unuttuk artık. Ev telefonları diye bir şey bilmiyo-ruz. Artık herkesin elinde bir cep telefonu var. Artık her şeyi cep telefonları ile halletmeye başlıyorlar. Sipariş bile vereceksen cep telefonu ile veriyorsun. Bu popü-ler kültürün körüklediği bir şey bu. Cep telefonu çok bariz bir şekilde radyasyonu yüksek olan bir madde.

Zarar görmemek için x-ray’dan geçmeyen bir bayan tüm gün boyunca cep telefonu ile ko-nuşabiliyor… Bu daha zararlı bir şey. Hele emzirme döne-minde kucağında bebek elinde cep telefo-nu… Böyle bir saçmalık olmaz! Mümkün olduğu kadar uzak durmak lazım. Yani eskiden cep telefonu yokken ne oldu? Cep telefonun bize en büyük katkısı ne oldu? Acil durumlarda birbirimi-ze ulaşabiliyoruz. Ama bu abartıl-dı. Birbirimizin hatırını sormak için saatlerce konuşmak kadar zarar gelebilecek başka ne var? Sonuçta bundan 10 sene sonra bilim adamları gelip ya kusura bakmayın biz işe yarar diye çıkarmıştık ama cep telefo-nu zararlıymış, özür dileriz diyebilirler. Ve onları yargılayacak bir neden veya kişi de yok. Bu dünya ta-rihinde defalarca oldu. Yani baştan zararlı değil diye pek çok ürünü piyasaya sürdüler. Bunların arkasında dev maddi güçler var. Şimdi bir bilim adamı kalkıp da cep telefonu zararlıdır derse, onun ağzını hemen kapatmak için bir şeyler yaparlar. Çünkü o zaman sa-tamazlar cep telefonunu. İnternet zararlıdır derse birisi kapa-tırlar ağzını. Bu yüzden de bariz bir şekilde ortada bir zarar görünmüyor. Fakat on sene sonra bu zararlar kanser artışları vs ile bariz bir hale gelirse, özür dileriz kusura bakmayın di-yecekler ve olacak bitecek! O yüzden biz temkinli olalım,

cep telefonlarını mümkün olduğu kadar kullanmayalım. İnternetin verdiği zarar radyasyondan kaynaklanmaz. Daha çok psikolojik zarar. İnternetteki sitelerde insanlar birbirle-riyle sürekli chat yapıyorlar. Özellikle hamile bayanlar ge-belik dönemlerinde, işte ben böyle doğurdum, sen şöyle yap. Domates yemek bebeğe zararlıymış, yok salatalığı günde bir

kilodan fazla tüketmeyecekmişsin, doktorum bana vitamin verdi,

ben omega 3 tablet almadım acaba çocuğumun zekası geri mi olacak falan. En büyük zararı budur.

Stres ve bilgi kirliliği…Evet. Ama bu önemsenme-

yecek bir şey değil, bu zarar-ları büyük ve telafisi zor bir durum. İnternet, bilgisayar

radyasyon kaynağı değil ama önünde 2-3 saat oturduğun za-man bir yandan ruhsal stres,

diğer yandan da fiziksel ola-rak bel ağrısı, hareketsizlik gibi olumsuzluklar ortaya çıkıyor. Cep telefonu rad-yasyondan dolayı zarar-lı, bilgisayar ve internet de bilgi bombardıma-nı ve çöplüğünden dolayı zararlı.

Bağımlılığın verdi-ği zararlar emzirme döneminde de de-vam ediyor mu?Sigara, alkol, uyuş-turucu ve teknoloji

olarak ele alırsak teknolojide anne bebeğini emzirir-

ken bir yandan da elinde cep telefonu ile uğraşıyorsa bebeğe geçmez o bağımlılık ama bebeğe zarar verir. Çünkü radyas-yon tehlikesi var.

Sigara içerse nikotin sütten çocuğa geçebilir, çocukta huzurs-luk, uykusuzluk halleri ortaya çıkabilir. Çoğu kadın günde bir paket sigar içiyordur, benim çocuğum da amma da yara-maz der. Hâlbuki bunun nedeni nikotindir. Çocuğu bir kere gereksiz yere uyarmış oluyorsun. Bir de çok fazla kave, çay tüketimi de buna eklendiğinde çocuk aşırı derecede uyarıl-mış oluyor. Alkol de yine aynı şekilde emzirme döneminde

Page 31: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 29

fazla tüketilirse, henüz beyni gelişmekte olan çocuğun beyin hücrelerini öldürebilir. Uyuşturucu ve uyarıcı madde de aynı şekilde yaklaşık olarak sigara gibi etki ediyor. Allahtan ülke-mizde çok fazla örneğini görmüyoruz.

Peki, bu durumlar emme dönemindeki çocukta da bağım-lılığı geliştirir mi?Teorik olarak geliştirebilir sütten dolayı. Çünkü bebek hiç tatmamış olduğu maddeyi tadıyor; nikotini ve alkolü. Nor-malde gıda maddesi olmayan bir maddeyi siz ona tattırıyor-sunuz. Teorik olarak böyle bir şey mümkündür.

Bağımlı anne adayı gebelikte veya gebelikten önce bu alış-kanlığından nasıl kurtulmalıdır?Çoğunda zaten ilk 3 ay döneminde bulantılar, tiksinti olunca çoğu kadın (%80’i) kendiliğinden bırakıyor. %20’lik kısım da kendi iradesini kullanarak bırakmasını sağlamaya çalı-şıyoruz. Onlar da çoğu zaman maalesef bırakamıyor. Bu korkutma, tiksindirme de bir işe yaramayınca da azaltarak sınırlandırıyoruz. Eğer çok aşırı bağımlıysa, onun bağımlılık tedavisi görmesi gerekir.

Anne olmak isteyen bir bağımlı kadın gebelikten ne kadar süre önce madde alımını bırakması gerekir?Belirli bir süre yok. Hamile kaldığını anladığında bırakması bile yeterlidir bizim için.

Bağımlı anneden doğan çocukta ne gibi rahatsızlıklara rastlanır?Sigara bağımlılarında genellikle gördüğümüz sorun gelişme geriliği, ufak doğması. Astım riskinin fazla olması. Özellikle emzirme döneminde sigara içen bir kadının bebeğinin astım olma riski çok fazladır. Onun dışında hiperaktivite dediği-miz sorunlar daha fazla oluyor. Yerinde duramayan çocuk deriz. Aynı şekilde akciğer problemleri ve allerjik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Alkol içen anne adaylarında zekâ geriliği, hiperaktivite ve ruhsal bazı sorunlar olabiliyor. Uyuşturucu madde bağımlılığında uyarıcı maddenin cinsine göre çok farklı reaksiyonlar ortaya çıkabiliyor. Bu seçeneği çok faz-la kurcalamıyoruz. Çünkü Türkiye’de çok fazla bu duruma rastlanmıyor. Ben tüm doktorluk hayatımda sadece iki defa uyuşturucu bağımlısı anne adayı ile karşılaştım. Zaten çoğu uyuşturucu bağımlılarında aile kurma niyeti bile yoktur.

Bebek sahibi olmak isteyen babanın bağımlılığı doğacak çocuğu nasıl etkiler? (Sperm sayısında azalma, kalitenin düşmesi vs.)Babadan bebeğe çok fazla geçmez. Ama erkeğin doğurganlı-ğını azaltır. Eğer sigara içmeye devam ederse annenin hami-lelik sürecinde anne adayını sigara içiyormuş gibi etkileyebi-lir. Yanında 6 tane sigara içilmişse anne adayı da 1 tane içmiş gibi oluyor. Sperm kalitesini düşürür, erkeğin doğurganlığı azalır. Döllenmeyi azaltır ama döllendikten sonraki süreci etkilemez.

Page 32: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

30 / / 2012 Haziran

“ERKEKLERDE KISIRLIĞA SEBEP OLAN SİGARA, KADINLARDA İSE DÜŞÜK YAPMA İHTİMALİNİ ARTTIRIYOR”

Eurofertil Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek İle Sigaranın Üreme Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkilerini Konuştuk.

Röportaj: Sümeyya Olcay

HAKAN ÖZÖRNEK

Page 33: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 31

Sigara kullanmanın başta akciğer kanseri olmak üzere, solunum ve kalp hastalıklarına da neden olduğu bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bunların yanı sıra tütün ürünlerini kullanmanın bireylerin öncelikle cinsel haya-tına ne tür etkileri vardır?Yoğun sigara kullanımı hem erkek hem de kadın üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Sigara kadında gebe kalma şan-sını azaltmasının yanı sıra gebelik oluştuktan sonra anne karnındaki bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkilerken, günde bir paketten fazla sigara içen erkeklerin sperm ha-reketliliğinde ve sperm şeklinde problemler oluşmaktadır.

Halk dilinde kısırlık olarak da bilinen interfilite nedir? Sigara içmenin interfiliteye ne yönde etkileri vardır?Her 10 çiftten birinde görülen kısırlık (infertilite), doğum kontrol yöntemi kullanmaksızın bir yıl boyunca düzenli cinsel ilişkide bulunmalarına rağmen çocuk sahibi ola-mayan çiftlerde görülen üreme problemidir. Yapılan araş-tırmalar sigaranın yumurtalıklar üzerine zararlı etkisini, doğurganlık şansını azalttığını ve gebelikte düşük riskini arttırdığını ortaya koymuştur.

Sigara içen kadınların yumurtalık fonksiyonlarında ne gibi hasarlar meydana gelir?Sigara tütününde bulunan nikotin, kadmiyum gibi madde-ler, yumurtalık hücrelerinin kadınlık hormonu olan östro-jen salınımını azaltır. Ayrıca bu maddeler yumurta hücre-lerinde genetik anormalliklere yatkınlığı da arttırır. Sigara içimi sonucu yumurtalıklarda depolanan kadın yumurta hücrelerinde hızlı bir kayıp oluşur ve erken menopoz riski ortaya çıkar.

Üreme çağındaki erkeklerin sigara kullanması onların üreme sistemlerinde ne gibi sorunlar oluşturur?Günde bir paketin üzerinde sigara için erkeklerde görü-len sperm hareketliliğinde azalma ve sperm şekillerinin bozulması, sigaranın yarattığı olumsuz etkilerdir. Sigara içmeyen fakat sigara içilen ortamlarda bulunan erkekler de sigaranın olumsuz etkileri ile karşı karşıya kalmaktadır.

Yardımcı üreme tekniklerini ele alacak olursak sigara bu tür tedavilerde ne gibi engeller ortaya çıkarabilir?Sigara, tüp bebek tedavisi gören çiftlerde de olumsuz et-kiler yaratmaktadır. Tüp bebek tedavisi gören çiftlerden kadının sigara içmesi, döllenmede kullanılacak yumurta sayısını azaltırken, gebelik ve doğum şansını da olumsuz yönde etkiler ve düşük riskini arttırır.

Kendiliğinden düşük, erken doğum, çoğul ve dış gebelik-te sigaradan dolayı oluşan riskler nelerdir?

Özellikle düşük ve erken doğumda sigara içmenin büyük önemi vardır. Gebe kalınmadan önce sigara bırakılmalı, gebelik boyunca da sigara içilen ortamlarda dahi durulmamalıdır.

Yaklaşık 4000 zehirli madde içeren sigara anne adayında bakteriyel vajina enfeksiyonuna neden olabilir mi?Bu konuyla ilgili elimizde kesin delil yoktur. Ancak siga-ranın genel anlamda bağışıklık sistemini zayıflatması ve buna dayalı bir takım enfeksiyonlarda artış olması bekle-nebilir.

Pasif sigara dumanına maruz kalmanın da interfiliteye etkisi var mıdır?Sigara içilen alanlarda bulunmak infertilite riskini arttır-maktadır. Sigara içen kişilerde görülen olumsuz etkiler pasif sigara dumanına maruz kalanlarda da risk oluştur-maktadır.

Sigara içen anne adayının bebeğinin gelişimi, içmeyen anne adayının bebeğine göre ne yöndedir?Sigara içen anne adaylarının bebekleri daha erken doğa-bilmekte, bunun yanında doğum kiloları normal değerlerin altında kalabilmektedir. Gebeliğin hiçbir döneminde anne adaylarının sigara içmemesi gerekmektedir.

Hamile iken sigara kullanan kadınların bebeklerinde doğduktan sonra ne tür rahatsızlıklar belirebilir? Bu bebekler daha sonra karşılaşacağı hastalıklara karşı ne kadar dirençli olabilirler?Bebek doğduktan sonra annenin sigara içmeye başlama-sı veya devam etmesi bebeği son derece olumsuz etkiler. Pasif olarak sigaraya maruz kalan bu bebeklerde akciğer problemlerinden, bağışıklık sistemi bozukluklarına kadar pek çok olumsuz durum oluşabilir.

İnterfilite probleminde sigarayı bırakmanın öneminden bahsedebilir misiniz? Bu konuda bireylere önerilen yak-laşımlar nelerdir?Sigarayı bırakmak mevcut inferfilite problemini ortadan kaldırmaz. Ancak tüp bebek tedavisine başlamadan 2 ay önce sigarayı bırakmak gebelik şansını arttırır.

Uyuşturucu madde ve alkolün de bahsettiğimiz bütün bu hususlardaki etkisi nedir? Uyuşturucu kullanımı ve aşırı alkol tüketimi de gebelik sü-resince ve bebek doğduğunda özellikle anne emziriyorsa benzer etkilere sebep olur. Gebeliği planladığımız andan itibaren sigaraya kesinlikle son vermemiz gerektiğini hiç-bir zaman unutmamalıyız.

RÖPORTAJ

Page 34: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

32 / / 2012 Haziran Röportaj: Aybüke Ekici

CEVDET ERDÖLDünya Sağlık Örgütü, “2010 Tütünle Mücadele Ödülü”nü TBMM Sağ-lık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Cevdet ERDÖL’e Veriyor. Bu Mutlu Gelişmeyi ve Bağımlılıklarla Mücadeleyi Şiar Edin-miş, TBMM’de Oluşturulan Yeşilay Dostluk Grubu’nun Kurulmasında

Aktif Görev Almış Değerli Milletvekilimizle Konuştuk…

Page 35: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Cevdet Bey, başarılarla dolu meslek hayatınızdan sonra şimdi de doktor kimliğinizi milletvekilliği ile birleştirerek çok önemli projeler hazırlıyor, bunların hayata geçmesi için de kanun teklifleri sunuyorsunuz. Özellikle bağımlılık sorunuyla ilgili ülkemizde öncelikle yapılması gerekenleri bu iki kimliğiniz çerçevesinde açıklayabilir misiniz?

Bağımlılık bir hekim gözüyle bir hastalık çeşididir ve bağımlılık yapıcı maddelere baktığımız zaman özellikle sigara, alkol, uçucu ve uyuşturucu maddeler, kumar ve diğer ahlaki bozukluklar gibi pek çok çeşitli bağımlılık türleri vardır. Bunların içerisinde en dikkat edilmesi gereken ve insanlarımıza, gençlerimize, çocuklarımıza en çok zarar veren ve en kolay ulaşılabilen bağımlılık yapıcı madde sigaradır. İçilmek sureti ile bulaşan maddelere örnek olarak birayı da gösterebiliriz. Fakat bütün bunlara ilaveten son yıllarda teknolojik bağımlılık, siber bağımlılık veya e-bağımlılık gibi, ekran bağımlılığı gibi isimler ile anılan bir bağımlılık çeşidi daha ortaya çıkmıştır. Maalesef bununla mücadele, diğer bağımlılık çeşitleri ile olan mücadele kadar kolay olmayan bir mücadele gerektirmektedir. Özetlemek gerekirse bağımlılık bir hastalıktır ve bu hastalığa yakalanmamak esastır. Bunun için gençlerimizi ve çocuklarımızı bağımlılık yapıcı maddelerden ateşten korur gibi korumamız gerekmektedir.

Aile Hekimliği, hastanelerin birleştirilmesi, Genel Sağlık Sigortası ve Engelliler Kanunu gibi toplum sağlığı ve geleceği açısından çok önemli kanunların çalışmasında ve hazırlanmasında büyük katkılarınız oldu. Hatta bu çalışmalarınız dolayısıyla Nobel Barış Ödülü’ne de aday gösterildiniz. Bu süreç hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Özellikle aile hekimliği, hastanelerin birleştirilmesi, genel sağlık sigortası, özürlüler kanunu –kanunda engelliler kanunu olarak geçmiyor- gibi pek çok kanunda Komisyon Başkanı olarak elbette ki çorbada tuzumuz oldu. Bunlara katkı vermeye çalıştık. Fakat Nobel Barış Ödülü’ne aday olarak gösterilmem bunlarla alakalı değil. Bu ödüle aday olarak gösterilmem özellikle yurtdışında ve Gürcistan’da yapılan insani faaliyetlerde ırk, din, dil, renk gözetmeksizin tüm insanlara yapmak istediğimiz insani faaliyetler ile ilgilidir. Savaş sonrası Irak’a yaptığımız ve yapmak istediğimiz insani yardımlar ve daha sonra Gürcistan – Acara bölgesinde yapmak istediğimiz yardım çalışmaları da bu ödüle aday gösterilmemde etkili olmuştur. Nobel Barış Ödülü’ne dönemin TBMM Meclis Başkanı Sayın Bülent Arınç tarafından aday gösterilmem, sağlıkla ilgili kanunlara verdiğimiz katkının yanında bu iki olaydan dolayıdır. Ben Sayın Arınç’a beni Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesinden dolayı çok teşekkür ediyorum.

Türkiye Yeşilay Cemiyeti olarak bağımlıkla mücadelemizi sürdürürken mecliste bu alanda çalışma yapan ve gayret gösteren, Cemiyetimize de bu anlamda desteğini hiç esirgemeyen biri olarak sizi görüyoruz. Bağımlılıklarla mücadelede neler yapılabilir, çalışmalarınıza nasıl devam etmeyi düşünüyorsunuz?

Özellikle Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin bağımlılıkla mücadelede bayrağı en yüksekte taşıyan bir kurum olarak görülmesinden yanayım ve zaten Yeşilay da öyle bir kurumdur. Yaklaşık yüz yıla yakındır Yeşilay bunu başarıyla yürütüyor. Bu dönem içerisinde Yeşilay’ın tıpkı Kızılay gibi çok daha iyi ve halkımız tarafından çok daha kabul gören, bağış yapılabilen bir kurum haline gelmesini arzu etmekteyiz. Bunun için gayretler sarf edilmektedir. Bilhassa bu son dönem içerisinde Yeşilay’a yardım yapanların vergi indiriminden yararlanabilmeleri için de bir kanun değişiklik teklifi vermiştim. Bu teklif de bugünlerde Meclis gündeminde inşallah kanunlaşır ve Yeşilay’a yapılan yardımlar vergiden düşürülür. Yeşilay’a yardım yapmak daha cazip hale gelir. Yeşilay’ın bu manada maddi olarak güçlenmesi gerekir ki hem Türkiye’de hem de yurtdışında pek çok ülkeye örnek olabilecek aktivitelerde yer alabilsin. Bunun için Yeşilay’ı bizim çok ciddi bir şekilde desteklememiz gerekiyor.

Özellikle son iki yıldır Yeşilay bağımlılıklarla mücadelesini sadece sağlık yönünden değil hukuk yönünden de ilerletmeye, aslında bağımlılıklarla mücadelenin bir hukuk sorunu da olduğuna dikkat çekmeye başladı. Siz de hem doktor olarak sağlık yönünden hem de milletvekili olarak kanunların hazırlanmasında hukuk yönünden tam olarak bu görevi yerine getiriyorsunuz. Yeşilay’ın hukuk söylemi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Çağımızda hukuk vazgeçilmez unsurlardan biridir. Her yaptığınız işin bir hukuki çerçevesi olmalı ve o iş hukuk içerisinde yapılmalıdır. Bunun için Yeşilay’ın farklı bakış açılarıyla değerlendirilmesi her ne kadar mümkün ise de bu iş hekim gözüyle başka görülebilir, mühendis gözüyle başka görülebilir. Hukukçu olarak da, hukuk gözüyle Yeşilay’a bakarak da uluslararası mevzuattaki hükümler ve hukuka ve kendi iç hukukumuza Yeşilay’ın adapte edilmesi gerekiyor. Yeşilay’ın yapacağı faaliyetlerin hem iç hukukta hem de uluslararası hukuk alanında desteklenmesi gerekiyor. Bu, Yeşilay’ın uluslararası arenada vereceği mücadelede bizlere katkı sağlayacağını gösterir. Ben hukukçu kimliği olan kişilerin Yeşilay’a bu manada, başta mevcut Başkanımız Sayın Muharrem Balcı olmak üzere diğer hukukçu arkadaşlarımızın bu konuda katkı vereceklerini düşünüyorum. Çünkü her ne yaparsak yapalım mutlaka hukuk içinde yapmamız ve hukuk bakımından denetlenmemiz gerekiyor. Yeşilay da bunu başarıyla yapıyor.

RÖPORTAJ

yesilay.org.tr / 33

Page 36: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Yıllarca başarılı bir doktor olarak hem de kardiyoloji bölümünde görev yaptınız. Sigaranın ve diğer zararlı alışkanlıkların kalp hastalıkları başta olmak üzere pek çok sağlık sorununa neden olduğunu en iyi bilenlerdensiniz. Peki, bağımlılıklarla mücadelede sadece sağlık ayağıyla ilgilenmek yeterli midir? Mücadelemizi nasıl yönlendirmeliyiz?

Başta akciğer kanseri olmak üzere pek çok hastalığın birinci sebebi sigaradır. Bununla ilgili mücadelemiz tabii ki hekimlik hayatımdan itibaren var. 3 Kasım 2002’de 22. Dönem parlamentosuna milletvekili olarak seçildiğimde meclise geldim ve ilk yapmak istediğim şey tütünle mücadelede ciddi bir şekilde yer almaktı. Çünkü Türkiye’de tütünle mücadele için bayraktarlık yapmış olan, siyasette bizden önce çalışan değerli büyüklerimiz Sayın Bülent Akarcalı, Sayın Ahmet Fevzi İnceöz, Sayın Necati Çetinkaya, Sayın Köksal Toptan var. Bizim bütün bunların getirmiş olduğu mücadele bayrağı biraz daha yükseğe taşımamız gerekiyordu. Bununla ilgili yaptığımız hukuki çalışma tam da Dünya Sağlık Örgütü’nün Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi’ni hazırladığı döneme denk geldi ve bizim yapacağımız hukuki değişikliğe bir altyapı oluşturdu. Böylelikle biz çok daha kolaylıkla ve rahat bir şekilde kanunu çıkarmayı başardık ve Türkiye’yi çağdaş ülkeler seviyesine ulaştıran, çağdaş görünüm kazandıran önemli bir değişiklik getirdik. Hiç kimse buna bu şekilde riayet edileceğini, kanunun bu derece kabul göreceğini tahmin edemiyordu. Kahvehanelerde sigara içilememesinin düşünülemediği bir dönemde bunu başarabilmiş olmamız özellikle milletimizin bu davayı ne derecede sahiplendiğini de gösteriyor. Kanunu bu derece sahiplenen milletimize çok teşekkür ediyoruz, bize destek veren milletvekillerine teşekkür ediyoruz, Sağlık Bakanımıza teşekkür ediyoruz ama asıl teşekkürün en çoğunu değerli Başbakanımıza yapmamız gerekiyor. Çünkü söz konusu kanuna kendileri çok ciddi olarak destek verdi, önderliğini yaptı. Biz de elimizden geleni yaparak bunu büyük bir emeğin mahsulü olarak gerçekleştirmiş olduk. Emek veren herkese teşekkür ediyorum.

Dünya Sağlık Örgütü, Tütün Kullanımı ile Mücadele Avrupa Bölgesi 2012 Yılı Ödülü’nün size verilmesini kararlaştırdı. Konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Dünya Sağlık Örgütü, Tütün Kullanımı ile Mücadele Avrupa Bölgesi 2012 Yılı Ödülü’nü bana vermiş oldu. Bundan büyük mutluluk duyuyorum ama bu benim kendi adıma aldığım bir ödül olmayacak. Bu ödülü ben emek veren herkes adına, tüm sağlık çalışanları adına, emek veren tüm siyasetçilerimiz adına, komisyon başkanları, üyeleri, komisyonda katkı veren arkadaşlarım adına, Meclis Genel Kurulu’nda bu çalışmalara katkı verenler adına, muhalefet partilerinden katkı veren temsilciler adına almış olacağım. Ben bundan dolayı Sayın Başbakanımıza, Sağlık Bakanımıza tekrar teşekkür

ediyorum. Bunun herkesin emek verdiği kolektif bir başarı öyküsü olarak bilinmesi gerekiyor. Bu ödülün benzeri 2008 yılında Sağlık Bakanımıza verilmişti, 2010 yılında da Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a verilmişti. Sayın Başbakanımız ile aynı ödülü alma mutluluğuna erişmiş oldum. Bütün arzum aslında bu ödülü kendisinin elinden almaktı. İnşallah başka bir ödülü kendilerinden almış oluruz.

Sigara yasağının kapsamının genişletilmesi ile ilgili kanun tasarısında büyük emeğinizin olduğunu biliyoruz. Ancak yasakla ilgili kanun ilk çıktığında denetimler sıkı bir şekilde yapılıyor, yasağın uyulmasına dikkat ediliyordu. Şimdi ise yasak kapsamındaki pek çok yerde rahatlıkla sigara içildiğini görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kanunların yetersiz kalmaması için neler yapılmalı?

Sigara ile ilgili denetimlerde maalesef bazı yerlerde gevşemelerin olduğu doğrudur. Bizim de dikkatimizi çekiyor. Taksi dolmuşlarında, bazı kafelerde ve bazı kahvehanelerde bu yasak deliniyor. Bu bazı dediğimiz yerler ise kanunu çok iyi bilen insanların, okumuş yazmış insanların, bazı siyasetçilerin gittiği yerlerdir. Bu kanun Anadolu insanımız tarafından çok iyi sahipleniliyor. Bu saygılarından dolayı kendilerine ayrıca teşekkür ediyorum.

Geçtiğimiz aylarda Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu’na (TESK) gönderdiğiniz bir yazı nedeniyle haberler yayınlandı. TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı olarak içki satan yerlerle ilgili talepte bulunduğunuz bu yazı ve olayla ilgili bizimle neler paylaşmak istersiniz?

Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu’na (TESK) içki ile alakalı bir yazıyla başvurmuştum. Orada benim arzum şu idi; içki satan yerler, içki satmakla kalmıyor; görsel olarak tabelalar kullanmak sureti ile reklam yapmak sureti ile çocukların ve gençlerin gözlerine hitap ediyorlar ve kişileri alkol bağımlılığına mıknatıs gibi çekiyorlar. Bu hem bir hekim hem de bir baba olarak benim kanıma dokunuyor. Bunlardan daha kötüleri de var. Bir takımın formasında alkol reklamı görünce ben, söz yerindeyse, çıldırıyorum. Bununla ilgili TBMM’de bir konuşma yaparak bundan utandığımı söylemiştim. Yani böyle bir alkol reklamının milli takım formasında olmasından utanıyorum. Bu çok çirkin bir şeydir ve hemen kaldırılmalıdır. Hala görüyorum ki bazı yerlerde, gençlerimizin özellikle çok rağbet ettiği futbol, basketbol gibi karşılaşmalarda gençlerimiz maçtan, toptan önce alkol reklamı ile karşı karşıya geliyor. Benim bütün bunları özellikle TESK’ten istememin sebebi ne kadar kişinin, ne kadar reklam panosuyla muhatap olduğunu anlayabilmek içindi. Hakkari’den Edirne’ye kadar maalesef Türkiye’nin her yerinde bu alkol reklamları gençlerimizin, çocuklarımızın gözlerini adeta zehirliyor, kalplerini tehdit ediyor. Ben bunlar

34 / / 2012 Haziran

RÖPORTAJ

Page 37: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

ile baş etmeye, mücadele etmeye çalışıyorum. Bundan tabii ki rahatsız olanlar da oluyor. Sigara ile mücadelemizden, alkol ile mücadelemizden, uçucu maddeler ile mücadelemizden, gençlerimizin kanını emen odaklarla mücadelemizden rahatsız olanlar ile baş etmeye çalışıyorum. Bundan dolayı medya mensuplarına yaptığım bir açıklamada ‘vampirlerle savaşıyorum’ demiştim. Bu savaşa her daim devam edeceğiz, bu savaştan geri durmak olmayacak. Bu konuda da durmak yok, yola devam edeceğiz.

Bir tarafta alkol ve diğer zararlı maddelerin kıskacındaki gençlerin korunması, toplum sağlığının korunması gibi kutsal bir amaç varken, bir tarafta tüm bunlara muhalefet amacıyla hareket eden çıkarları zedelenen bir güruh var. Çalışmalarınızda size güç ve yön veren nedir?

Bu kutsal mücadelede muhalefet olanlara karşı, gençlerimizin cebine bir hortum salarak kanlarını, canlarını emen vampirlerle karşı mücadele edeceğiz. Çalışmalarımızda bize güç ve yön veren unsur doğruyu ve hakkı savunmuş olmamızdır, çocukları ve gençleri savunmuş olmamdır. Onları bu zehir tacirlerinden korumak için kendimizi bir noktada feda etmiş olmamızdır. Yaratılmış olan herkese karşı Yaradan’dan ötürü bizim sevme şiarımız esas prensiplerimizdendir. Ben bütün bu konularda gerek sigara, gerek alkol, gerek uyuşturucu ve uçucu maddelerle, kumarla, internet bağımlılığıyla bütün bu yapılan işlemlerde gençlerden ve çocuklardan yana tarafım. Bu taraf olma düsturumu da koruyacağım, devam ettireceğim. Bir diğer önemli konu da birkaç yıldır üzerinde çalıştığım internet ve siber bağımlılık dediğimiz sanal bağımlılık. Bu bağımlılık türü üzerinde de çok ciddi olarak çalıştık. Çocuk Hakları İzleme Komitesi’ni kurduğumuzda Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı olarak da yaptığımız çalışmalarda hep bu konu üzerine odaklandık. UNICEF ile Dünya Sağlık Örgütü ile ne zaman bir araya gelsek bu konuyu gündem maddesi yapıyoruz. Özellikle bu iki kurumla görüşmelerimizde internet bağımlılığı mücadelesinin bir ülkenin kendi başına yapabileceği bir şey olmadığını, bunun Uluslar Arası Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi’nde olduğu gibi uluslar arası bir sözleşme yaparak ancak mücadelede başarılı olunabileceği hakkında her iki kuruma da bir sözleşme hazırlamaları çağrısında bulunmuştum. Aynı şekilde çocuklarımızı uçucu maddelerden, tiner ve benzeri maddelerden, okullarda kırtasiye malzemesi olarak kullanılan zararlı maddelerden korumak için bir kanun teklifi vermiştim ve bu kanun da 2009 yılında Meclisimiz tarafından kabul edilmişti. Kanunun kabul edilmesinden beri uçucu maddeleri ihtiva eden kırtasiye malzemeleri okullarda kullanılamıyor, yasaklanmıştır. Bunu da, dünyadaki diğer ülkelere örnek teşkil etsin diye UNICEF ve Dünya Sağlık Örgütü’ne tavsiye etmeleri için resmi bir yazı ile yazmıştım. Bunlara ait resmi cevaplar henüz elime geçmedi. Ama her ne olursa olsun biz daima çocuklarımızın

ve gençlerimizin yanında olacağız. Parti politikalarımız da bu konu üzerinde ciddi bir şekilde duruyor. Bizim için önce çocuklar, sonra çocuklar, daima çocuklar, bizim için önce gençler, sonra gençler, daima gençler gelmektedir. Sağlam ve dinamik bir toplum asla geri kalmaz, muasır medeniyetlerin üzerine rahatlıkla çıkar. 2023 hedeflerine de ancak sağlıklı, genç ve dinamik bir nesil ile ulaşabiliriz. Ben bu konularda bana katkı veren, destek veren herkese teşekkür ediyorum. Yeşilay’a bundan sonraki çalışmalarında da can-ı gönülden başarılar diliyorum.

yesilay.org.tr / 35

Page 38: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Eğer iyi bir sinema izleyicisi iseniz ve son zaman-larda eli ayağı düzgün bir filme gitmeyeli epey zaman oldu diyerek iç geçiriyorsanız, işte bu film tam size göre. Dostluğa dair, arkadaşlığa dair, bu zamana kadar söylenmiş sözlerin ötesinde ve üs-tünde yeni şeyler söyleyen muhteşem bir film var

karşımızda. “İntouchables” adındaki bu Fransız filmi, ülkemiz-de “Can Dostum” ismiyle gösterimde. Yaşanmış bir hikâyeden uyarlanma olması ile de çarpıcılığı artan bir Fransız filmi Can Dostum.

Oldukça zengin bir aristokrat olan Philippe, bir yamaç paraşütü kazası sonrası felç geçirir ve boyundan aşağısı tamamen hissiz-leşir. Görkemli mal varlığı, çok katlı eşsiz malikânesi, hizmetçi-leri, yardımcıları olmasına karşın, Philippe, tek başına hareket edemez hale gelir. Başkalarının yardımı olmadan yataktan çıka-mayan, oturtulduğu yerde duramayan, yemeğini kendi yiyeme-yen, kendi başına tuvalete dahi gidemeyen bir engellidir o artık.

Driss ise, Fransız toplumunun dışladığı, hor gördüğü, korktuğu, iğrendiği, yok saydığı zenci bir işsizdir. Üstelik hapishaneden henüz yeni çıkmıştır. Uyuşturucu, hırsızlık ve daha birçok yasa dışı işin en kolay faili, Senegal göçmeni bir ailenin sorumsuz ferdidir. Normal şartlar altında hiçbir zaman yan yana gelmeye-cek olan bu ikili, kaderin bir cilvesi ile hayatı paylaşmaya baş-larlar. Kendisine bakacak, felçli vücudunu evirip çevirecek bir yardımcı arayan Philippe’in yolu, işsizlik maaşının kesilmemesi için sadece bir imzaya ihtiyacı olan Driss ile kesişir. Önce inat-laşmayla başlayan ardından iddiaya varan ikili arasındaki ilişki sonrasında ise hiç kimsenin tahmin dahi edemeyeceği bir boyut kazanır. Farklı ten renklerine, farklı dünya görüşlerine, farklı yaşam tarzlarına sahip bu iki adam, bir birlerine rol yapmadan, polyannacılık oynamadan, birbirlerinin suyuna gitmeden, olabil-diğince doğal davranarak inanılmaz bir dostluğa yelken açarlar.

Fransız sinemacılar Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun bera-ber yazıp yönettiği film, gerçek bir hikâyenin internet üzerinde

Tüm Yapay Sınırları Ortadan Kaldıran Bir Dostluk

Kadir Metin Akbaş

SİNEMA

36 / / 2012 Haziran

Page 39: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yayılan belgeselinden esinlenerek senaryolaştırılmış. Başroller-de olan François Cluzet (Philippe) ve Omar Sy (Driss) ise adeta bambaşka bir hayat vermişler filme. Öyle ki; Omar Sy, bu rolün-den dolayı En İyi Erkek Oyuncu dalında César Ödülü kazandı. Ki bu ödüle layık görülen ilk siyahî oyuncu olarak da tarihe geçti.

Film, ilk sahnesinden itibaren sizi sarıp sarmalıyor. Lüks bir otomobilin içinde gördüğümüz Philippe ve Driss, ne olduğunu anlamadan trafik içerisinde ilginç bir yarışa başlıyor. Bu amansız yarış, polislerin, güç bela aracın önünü kesmesi ile son buluyor. Ancak bu kez devreye ikilinin müthiş uyumu giriyor. Daha ilk sahneden, ikili arasına farklı bir şeylerin döndüğünü anlıyoruz. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor zaten. İkilinin tanışması, kay-naşması, aralarındaki dostluk alıp götürüyor bizi. Kahkahalar, tebessümler, gülümsemeler hiç eksik olmuyor yüzümüzden.

Beyazperde’den Ayşegül Kesirli’nin dikkat çektiği gibi; öykü-nün ilerleyen dakikalarında müzik zevki, sanat anlayışı, eğlen-ce biçimi ve daha birçok açıdan birbirleriyle zıtlaştıklarını fark

ettiğimiz Philippe ve Driss’in sosyal ve kültürel farklılıklarının “Can Dostum”un esprili anlatımını besleyen tüm malzemelerin kaynağı olduğunu da söyleyebiliriz. Ki bu sayede klasik müzik-ten rap’a farklı iki tarzın birbiri ile sevimli inatçılığına şahitlik ediyoruz, bu da film boyunca kulaklarımızın pasını silmeye ya-rıyor. Temponun hiç düşmediği bir filme imza atan yönetmenler, aslında böyle bir hikâyeden sulu bir duygusallığı çok rahatlık-la çıkarabilirlermiş ancak onlar farklı bir anlatıma yönelmişler. Driss’in patavatsız ama sonuna kadar samimi hal ve hareketleri ile yol alan film, günümüzde çok da kalmamış olan hesapsız ki-tapsız bir dostluğu perdeye taşıyor.

İkilinin sanat galerisini gezmeleri, Driss’in tablolar hakkındaki harika yorumları, basit bir sakal tıraşından dahi dünyalar dolu-su felsefe çıkarmaları, kulaklara yapılan vurgu ve beraber atılan kahkalar… Bir Fransız filminden beklenmeyecek kadar güzel bir film duruyor karşımızda. Can dostum, son zamanlarda izlediğim en keyifli, en muhteşem, en harika, en duygusal, en komik filmdi.

Can Dostum, tüm zamanların en fazla izlenen Fransız filmi oldu. Gösterildiği her yerde gişe re-korları kırdı ve ayrıca İngilizce dışındaki bir dilde tüm zamanlarda en fazla gişe hasılatı elde eden yapım olarak sinema tarihine geçti.

Dünya çapında 330 milyon doların üzerinde bir hasılat elde ederek tüm zamanların en çok gişe yapan İngilizce dışında bir yabancı dile sahip filmi oldu.

2012 senesinin The Hunger Games (açlık oyun-ları) filminden sonra en fazla hasılat elde eden ikinci filmi olma özelliğini taşıyor.

Fransa’da 19.300.000 izleyiciye ulaşan film, tüm zamanların en çok izlenen üçüncü filmi. Ayrıca 10 hafta üst üste box office listesinde 1 numara olma rekorunu da kırdı.

Almanya’da 9 hafta üst üste box office’te 1 nu-marada kaldı ve 17 hafta boyunca ilk 10’da yer alarak 8 milyon izleyiciye ulaştı.

İspanya’da ikinci haftasında yılın en çok izlenen filmi olma başarısını gösterdi. İlk 4 haftasında 1.3 milyon izleyiciye ulaştı.

İsviçre’de ise 1.2 milyon izleyiciye ulaşarak bu ülkede Titanic’in arkasından en çok izlenen film olmayı başardı.

Hollanda’da Amélie filminin 7 haftada ulaştığı 100.000 seyirci sayısına sadece 2 haftada ulaş-mayı başardı.

Belçika’da 960.000, Avusturya’da 6 hafta aralık-sız 1 numara kaldığı listede 650.000 izleyiciye ulaştı.

Güney Kore’de 1.5 milyon izleyici rakamını yal-nızca 3 haftada geçerek şimdiden ülkede 2000’le-rin en çok izlenen Fransız filmi olma unvanını kazandı.

yesilay.org.tr / 37

Page 40: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

38 / / 2012 Haziran

LÜKÜS HAYATS

on yıllarda sinema yapıtları için kullanılan “öl-meden önce izlenilmesi gereken 100 film” tabiri vardır bilirsiniz; bu tabirin doğası gereği tiyat-roda kullanılması imkânsız… Bu imkânsızlığı yıkan bir operet olan, 1933 yılında Ekrem Reşit Rey’in yazdığı, Cemal Reşit Rey’in müziklerini

bestelediği “Lüküs Hayat” Haldun Dormen yönetmenliğinde tam 27 yıldır gösterimde. 27 yıldır sahneleniyor olması başlı başına bir çekicilik yaratırken; bir de böylesi nitelendirmelerle bezenince insan hem bu yaşa kadar gitmemenin pişmanlığını yaşıyor hem de fırsat bulduğu ilk anda(yer rezerve etmek ol-dukça güç) balıklama atlıyor. Biz de bir fırsatını yakaladık ve kalabalık bir arkadaş grubuyla ölmeden önce izlememiz gere-ken bu tiyatro eserini izleyelim dedik.

Oyun toplumun içerisindeki iki kesimi ele almakta: Bir tarafta batı özentisi modasının alıp başını gittiği, insanların batılı ol-mak adına türlü kılıklara girdiği, yaptıkları her davranışın, söy-ledikleri her sözün mutlaka ama mutlaka batı menşeli olması gereken bir topluluk; diğer tarafta bu özenti halinin hiç uğrama-dığı, fakir ama mutlu bir yaşam süren bir topluluk. Bu iki top-luluğu oyunda bir araya getiren ise zenginliği ve elmaslarıyla nam salmış Mısırlı Atıfet Hanım’ın da katıldığı bir balo. Bizim fakir ama mutlu topluluk, fakirliklerini ötelemek ve biraz olsun zengin olup rahata kavuşmak için gözlerini Atıfet Hanım’ın el-maslarına diker ve oyun önümüze serilir…

Konuya genel hatlarıyla bakınca ilgi çekici görünüyor; çünkü Türkiye’nin tarihi bir sürecine tanıklık edeceğiz. Ancak oyun hiç de böyle bir şey sunmuyor size… Amaç nedir bilinmez; ama oyunun o tarihi sürecinin içerisine öne çıkan birçok gün-cel mesele de ekleyip kendilerince harmanlamışlar ve ortaya saçma sapan bir oyun çıkmış. Eğer rahatsızlığınız bu oyunun esprilerinin otuzlu yıllarda güldürüp artık güldürmediği husu-suysa, esprileri orijinal hale getirirsin olur biter; böyle bir katli-amın ne gereği var? Bir de eklenen esprilerin günümüz için de bir orijinalliği yok, ilkokul seviyesi basitliğinde ve birçoğu bel altı… Durumu daha anlaşılabilir kılmak için birkaç espri örneği sunayım:

- Faust’u okudunuz mu?

- Nee!? Kiiiim!?

- Faust canım, Goethe(göte) yazmış.

- (son derece şaşkın bakışlarla seyirciye bakılır) Neden? Kâğıt bulamamış mı? (sonrasında yüksek sesle kahkaha patlatılır)

Devamında espri iyice iğrenç bir hal alıyor maalesef; bu seviye(sizlik)de bırakıyorum.

Bir başka üstün zeka isteyen espri daha:

- Abi, mortgage(morgıç) diye bir şey varmış…

- O morgıç değil, mor kıç.

(Fakir ama mutlu mahallenin usta hırsızı Rıza, baloda zengin bir Rıza ile karıştırılır ve etrafı paragöz kadınlarla çevrilir; çı-rağı Fıstık’ın yanında dolaşmasından ise sıkılır ve ona bir teklif sunar)

- Git kendine bir dişi bul.!

- Ne dişi !?

- Azı dişi… (sonrasında alıştığımız o yüksek sesle kahkaha-lar…)

Son olarak balonun bitiminde havai fişek gösterisi yapılacak-tır, durum Rıza’ya bildirilir; Fıstık anlam veremez ve Rıza’ya sorar:

- Ne atılacak, ne atılacak?

- (Rıza nereden bilsin havai fişek) Havaya eşek atılacakmış.

Durumu son derece açık bir şekilde ortaya koyacağını düşün-düğüm bu espriler daha da çoğaltılabilir. İlkokulda yapılan “bir

TİYATRO

38 / / 2012 Haziran

Muhammet Celep

Page 41: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

adam gülmüş, reçel yapmışlar” kıvamında kelime oyunlarının espri diye sunulduğu, 3 perde ve 3 saat 45 dakikalık bir (eziyet) operet…

Eminim, “İyi de bir oyun bu kadar kofsa, nasıl bu kadar tu-tulabilir?” sorusu sizin de aklınıza gelmiştir; bunu da şunlara bağladım:

- Birincil faktör, 66 yaşındaki Zihni Göktay’ın (27 yıldır kadro-nun değişmeyen tek ismi) müthiş enerjik performansı… Bunun yanında uzun yıllardır oynamanın verdiği oyunu sahiplenmiş-lik hissiyle, sahneyi adeta mini bir miting alanına çevirmiş. Esprisine gülünmediğinde seyirciye laf atıp onları güldürmeyi sağlayabiliyor. Bu durumun ona büyük bir haz verdiğine emi-nim; ama oyunda her espri(!) yapıldığında alkışlattırınca, oyun sürekli alkışlar ve ıslıklarla kesilip duruyor (oyunun en az 20 dakikası alkışlarla geçiyor desem abartı olmaz). Sahneyi mi-ting alanına çevirmiş söylemimin sebeplerinden bir diğeri de: Oyunun akışını durduruyor ve çırağı rolündeki Savaş Barutçu ile güncel siyaset yapmaya başlıyorlar(amaç tribünlere oyna-mak tabi). Bu muhabbet bazen o kadar uzuyor ki “e yeter ar-tık!” diyorsunuz. Bununla da kalmıyor, oyun bitiminde oyuna ağırlığını koyan kadrosunu alıp seyircilerin içine dalıyor; Cem Uzan’dan hatırımızda kalan, seyircinin uzattığı ellere değerek bütün sahneyi dolaşıyor. Bu şovu sırasında önünü kesip elini öpen onlarca seyirci görmek de mümkün.

- Bir diğer faktör, orkestra ve şarkılar. Oyunun tarihe tanıklığıy-la alakalı hiç bozulmadan duran kısmı olan şarkılar öyle güzel bestelenmiş ki; oyun bitiminden sonra etkisini bir hafta sürdü-recek şekilde. Kendinizi farkında olmadan bu şarkıları söyler-ken bulabilirsiniz.

- Son faktör de toplumsal söylem… Böylesi geçmişe sahip bir oyunu beğenmemek, ya son derece kültürsüz ya espriden anla-mayan ya da hiçbir şey beğenmeyen birisi olmanız demek. Hele de oyun dakikalarca ayakta alkışlanıyorsa…

Bu arada oyunda söylemezsem hakkına girerim diyebileceğim bir espri mevcut (sahnede yine Rıza karakteri, çırağı Fıstık’a hırsızlığın raconunu anlatıyor):

“Bir koyun çalarsan, tam 30 yıl yersin. Sürüyü götürürsen, se-ninle ticaret yapmak için sıraya girerler…”

Velhasıl bu mini miting diyebileceğim operet, ölmeden önce mutlaka izlemeliyim düşüncesiyle bir gününüzü harcamanıza değecek bir yapıt değil. Geldiğim grup ikinci perdeyi zar zor bi-tirip muhabbet etmek için bir çay bahçesine geçince; bu yazıyı yazabilmek adına tek başına kalakalan ben, oldukça pişman bir şekilde ayrıldım oyundan. Ama oyun, salondaki kitleyi izleyip ciddi bir sosyolojik tahlil yapabilme imkânı da sunmakta; tercih size kalmış…

yesilay.org.tr / 39

Page 42: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

40 / / 2012 Haziran

Söyleşimizin Keyifli Geçeceği O Gün Yağan Rahmetten Belliydi Zaten! Yağmurdan Sırılsıklam Olmuş Halde Nişantaşı’nda Pana Film’in Önünde Bulduk Kendimizi.

Ekmek Teknesi’nin Heredot Cevdeti, Eşref Saati’nin Kaptan Küstü’sü, Babam İçin’nin Orhan Eliaçık’ı Hasan Kaçan İle Birlikte Karikatüristliğinden Oyunculuğuna,

Senaryo Yazarlığından Film Yapımcılığına Dair Keyifli Bir Söyleşi Gerçekleştirdik.

HASAN KAÇAN

Söyleşi: Sümeyya Olcay

Fotoğraf: Taylan Atalay

Page 43: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Kayseri’de doğdunuz ve küçük yaşlarda İstanbul’a geldi-niz. Mizahi anlayışa sahip olan bir ailede büyüdünüz. Bize bu çocukluk dönemlerinizden bahsedebilir misiniz?

Benim çocukluğumun yarısı Kayseri’de, yarısı İstanbul’da geçti diyebilirim. Beş yaşına kadar Kayseri’deydim. Babam o zamanlar İstanbul’da askerdeydi. Sonra burayı beğenmiş, çocuklarıma burada güzel bir gelecek kurarım diye düşün-müş ki askerden döndükten sonra tüm aileyi alıp İstanbul’a getirdi. Çocukluğum özellikle Kayseri’de iken çok eğlenceli geçti. Biz şimdiki çocukların çok özlediği, doğal hayat dedik-leri hayatın zirvesini yaşadık. Evin içerisinde pek durmazdık. Büyüklerimizin de bu çocuklar ne yapıyor, ne ediyor, sokak-tan araba mı geçer, yoksa bunlar trafiğe mi çıkarlar, sokak-ta kayıp mı olurlar diye bir endişeleri yoktu. Bu rahatlığın nedeni ise yaşadığımız yer. İncesu küçük bir kasabaydı ve herkes birbirini tanır, bilirdi. Çocukların hangi sokağa girdi-ğini, hangi sokaktan çıktığını komşular birbirlerine haber ve-rirdi. Dolayısıyla büyüklerde çocukların kaybolması gibi bir endişe yoktu. Biz çocuklar hava kararana kadar, hatta hava karadıktan sonra bile sokakta oyunlar oynardık. Bu her ço-cuğun yaşayabileceği bir şey değil. Kayseri’deki günlerimizi böyle geçirdik. Yaramaz bir çocuktum diyebilirim. Hatta bir defasında şöyle bir yaramazlığım olmuştu; babam askerde olduğu için özlüyordum kendisini. İki tane çok samimi arka-daşım vardı, şimdi onlar İncesu’dalar. O iki arkadaşla bera-ber İstanbul’a gitmeye karar verdik.

Kaç yaşındaydınız?

Dört veya beş yaşındaydık. Biz üç arkadaş sabah erkenden çıktık yola. Herhalde bu yol gidiyor diye dağlar tepeler aştık, akşama kadar yürüdük, derelerin içerisinden geçtik, panto-lonlarımız, gömleklerimiz ıslandı. Nereden gidildiğini bil-miyoruz, bizi bu yol götürür dedik. Tabi niyetimiz İstanbul. Sonra hava kararmaya başladı, hava kararınca da biz ağlama-ya başladık, nasıl geri döneceğimizi bilemedik. Bizi bir çoban görmüş, babaanneme haber vermiş. Rahmetli babaannem de heybetli, babayiğit, tam bir Osmanlı kadınıydı. O zaman yaşı pek fazla ileri de değildi. Gelip beni boynuna aldı, diğer iki arkadaşımı da kucağına alıp, üç çocuğu taşıyarak İncesu’ya indirdi. Bize kızmadı da, sadece tembih etti. İyi bir ders al-mıştık bu yaramazlığımızdan. Biz daha sonra İstanbul’a ta-şındık. İstanbul’da ister istemez o çocukluk özgürlüğümüz kısıtlandı. Nedeni ise annemin İstanbul’da deniz olduğunu duyması. Annem kaldırımdan ayağınızı atarsanız boğulursu-nuz diye bizi korkutuyordu. Hâlbuki kapımızın önünde deniz yok. Hal böyle iken biz de evin önünden dışarı çıkamıyor-duk. Asfalta basarsak batacağız korkusu vardı bizde. Annem de haklı; kocaman şehir içerisinde bunlar uzaklaşırlarsa ben bunları nereden bulacağım diye kadıncağız haliyle korkuyor-du. Ama yine sokaklarda oynadık. Pazar tahtalarının arasın-da, boş arsalarda bilyeler, misketler, topaçlar ile oynardık. Bugünün çocukları ile kıyaslarsam daha dışarıda, daha öz-gür, daha eğlenceli bir çocukluk geçirdim diyebilirim.

Aile fertlerinizin ve Kayseri’den İstanbul’a göç edişinizin bugünlere gelmenizde etkisi oldu o zaman…

Olmaz olur mu? Siz şimdi ne kadar insan tanırsanız, ne kadar çok yer görürseniz bütün bunlar şuuraltınızda aynen bilgi-sayar hafızası gibi kalır. Onlar bir takım dosyalarda beyni-mizde hep durur. Mesela benim karikatüristliğe başladığım-da Gırgır’da çizip de meşhur olan Eşek Herif isimli çizgi bandım, çocukluk dönemimin zenginliğini barındırıyordu. Neden? O çizgi hikâyede hem Köylü Memet, hem Eşek He-rif vardı. Eşek Herif İstanbulluydu, Köylü Memet ise Kay-seriliydi. Bir de Deli Ziya vardı. Bu üç tip çok seviliyor ve çok tutuluyordu. Türk mizahında iki ayrı kültürün buluşması belki ilk defa oluyordu. Mesela karikatürlerden bir tanesinde Eşek Herif, Köylü Mehmet’e Teksas gibi kitaplarını getirip, okuduğumuz kitapları değiştirelim diye teklif ediyor. Köylü Memet de Eşek Herif’e Hz. Ali, Kan Kalesi Cengi, Yusuf ile Züleyha gibi kitaplarını veriyor. Bu o dönemde o iki kültürün birbiri ile karşılaşması manasına gelir ki zannediyorum bu buluşma kendi alanında bir ilktir.

Henüz küçük yaşlarda iken Oğuz Aral ile tanışma ve çalış-ma fırsatını yakaladınız. Bu birliktelik nasıl başladı?

Ne yazıldıysa başınıza gelir ama sizin kafanızda, gönlünüzde yatan bir şeyler hep vardır. Eğer gönlünüzdeki oluyorsa ne ala. Bizim başımıza da gönlümüzden geçen geldi. Bizim Oğuz ağabey ile tanışmamız ilginçti. Rahmetli çok sert bir insandı. Çocukken bulduğum kâğıtlara hep bir şeyler kara-lardım, bir şeyler çizerdim. Bir gün aldım çizdiklerimi, ne olduğunu da bilmiyorum tabi. O dönemlerde de şimdiki gibi A4 gibi kâğıtlar zor bulunuyor, biz bulamazdık mesela. Ne kâğıdımız var, ne kalemimiz. Ancak okul defterimiz vardı. Türkiye öyle bir yerdi. Çizimlerimizi gazetelerin kenarların-daki o beyaz boşluklara yapardık. Rahmetli babamın berber dükkânı vardı. Tıraş köpüklerini sildiği artık kâğıtlara çizdik-lerimi götürmek istedim Oğuz ağabeye. Gırgır Dergisi’nin nerede olduğunu öğrendim, çocuk cesareti ile gittim dergi-ye. Kapıdan içeri girdim. Benim gibi bir çocuğu kim Oğuz Aral’ın yanına alacak? Orada telefon santralleri vardı. Hiç unutmam ismini, Harika Hanım diye bir santral memuresi bayan vardı. ‘Oğuz Aral ile görüşeceğim, karikatür getirdim’ dedim. Harika Hanım sevmiş beni demek ki ‘kimseye söy-lemeden, görünmeden şu merdivenlerden çık, Oğuz Aral’ın odası en üst katta’ dedi. Ben bir heyecanla çıktım yukarıya. Oğuz Aral o zaman tabi çok genç, simsiyah saçları, kapkara bıyıkları olan incecik dal gibi adamdı. Çizdiklerime baktı, kâğıtlar dikkatini çekti. Sonuçta berber dükkânından gelmiş bir berberin oğlu, aynı zamanda çırağıydım. Bir şey demedi kâğıtlara. Sonra en iyisi sen git okulunu oku, bırak bu işleri, hadi güle güle deyip beni gerisin geriye postaladı. İnanılmaz derecede üzülmüştüm. Sonra giderken dur dedi, çağırdı yanı-na. Bana kocaman bir resim kâğıdı, çini mürekkepler, kurşun kalemler, karikatür çizmek için mürekkebe batırılan tarama uçlarından, bir de bir tomar sarı kâğıtlardan verdi. Hayatım-da o kadar çok kâğıt bir arada görmemiştim. Şaşırmıştım da.

RÖPORTAJ

yesilay.org.tr / 41

Page 44: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Hem bana git okulunu oku diyor, hem de bunları veriyor!? Ben daha sonra hep bir şeyler çizip götürdüm dergiye. Ka-pıdan kovdular, bacadan girdim. Bir gün Oğuz Aral’a ‘fır-çalarını yıkar, kalemlerini açarım, ben bu işi çok seviyorum, yeter ki bir şeyler öğreneyim’ diyerek, beni yanına çırak ola-rak almasını istedim. O zaman da Oğuz Aral’ın çırağı askere gitmişti. ‘Hadi gel bakalım başla’ dedi. Biz de öyle başladık Gırgır Dergisi’nde çalışmaya. Tanışmamız bu şekilde oldu Oğuz Aral ile.

Karikatüristliğiniz ile başlayalım. ‘Geçim derdine, can sı-kıntısına deva’ söylemi ile çıkan Gırgır Dergisi’nde 15 yı-lınızı geçirdiniz. Daha sonra bu dergi kadrosundan bazı isimlerle Hıbır Dergisi’ni çıkardınız. Sizi Gırgır’dn ayıran neydi?

Gençliğin getirdiği bir heyecan vardı tüm Gırgır ekibinde. Gırgır Dergisi büyüdükçe kadrosu da artmaya başladı. Bir sürü yetenekli isim Gırgır Dergisi’nde çalışmaya başla-mıştı. Gırgır Dergisi gün geçtikçe büyüyordu ama sayfa sayısı16’ydı. Büyüdükçe dergi, o 16 sayfaya insanlar sığma-maya başladı ve karikatürler küçülmeye başladı. Biz de bu dergiden birkaç isimle Hıbır Dergisi’ni çıkardık. Hıbır dergi-sinden sonra da Keskin Ustura isimli bir karikatür dergisi çı-kardım. Bu dergi mizah dergilerine nispeten uzak olan kişile-re hitaben çıktı. Muhafazakar kesim bu dergiyi çok sevdi. O dönemler mizah oldukça tutuluyordu. Bugün halen piyasada ismini tanıdığınız Latif Demirci, Gani Müjde, Behiç Pek, İr-fan Sayar gibi kişiler o dönemlerde o kadar çok meşhurdu ki, günümüzdeki pop starlar kadar rağbet görüyorlardı.

Gırgır Dergisi’nin her kesim ve yaştan okunmasının da et-kisi var bunda…

Şüphesiz. İsim olarak çok meşhurduk. Ama yüzümüz tanın-mıyordu. O sıralar aracımız yoktu, toplu ulaşımı kullanı-yorduk haliyle. Otobüse bindiğimizde arka taraflarda bizim dedikodumuzu yapıyorlardı. Biz bundan mutlu oluyorduk. Çünkü herkes o dönemde Gırgır’ı konuşuyordu, özellikle Cuma günleri. Hele de Türkiye’de insanların birbirini yiyip bitirdiği 12 Eylül öncesi dönemde, kardeşin kardeşe düşman olduğu dönemde Gırgır’ın çıktığı Cuma günleri kavga dö-vüş olmazdı. Her görüşten insan o gün Gırgır ile alakadar olurdu. O açıdan baktığınızda Gırgır’ın farkında olmadan toplumu yatıştırıcı bir gücü ortaya çıkmış oldu. Mizah güzel kullanıldığında kardeşleri birleştirici bir vazife de görebili-yormuş, bunu ayni ile vaki görmüş olduk.

Heten Keten diye müstear bir isim kullanıyorsunuz. Bu isim nereden geliyor, çizerliğinizi de bu isimle mi yapıyorsunuz?

Gırgır Dergisi’nde ben Eşek Herif’ten sonra Cork diye bir tipleme çizdim. O tiplemeler de başka bir dil konuşuyorlardı. Ama o dili çözmek için tiplemeyi takip etmeniz gerekirdi. Mesela “İblehim Tetlitet”. Bir süre sonra bunu okuyanlar

burada demek istediğimin İbrahim Tatlıses olduğunu ya da “Tenen Evlen” yazdığımda insanlar onun Kenan Evren ma-nasına geldiğini çözmeye başladılar. Tam da yasakların oldu-ğu bir dönemde böyle bir dille konuşan bir takım yaratıkların darbecilerle dalga geçiyor olması okuyucunun çok ilgisini çekti. Tabi karşı tarafta buna bir şey yapamazdı.

Çizimlerinizde özel bir üslup kullanmanız bundan kaynak-lanıyor o halde…

Evet. Çünkü karşınızda çok faklı tipler, yaratıklar var. Karşı taraf bunları kendisine de benzetemiyordu. Dava etse, böyle bir şeyin davası çok komik olurdu. Biz Cork’ta insanları çok güldürdük. Çaktırmadan da çok ciddi bir muhalefet yaptık. Teknik olarak üslubumuz farklı olduğundan bu iş sürdü gitti. Bu yüzden Cork’lar çok sevildi. İnsanlar da kendi aralarında bu dille konuşmaya başladılar. Hatta bir dönem gençler kendi aralarında bizim bu özel dille konuşuyorlardı.

Çoğu kişi sizi oyuncu kimliğinizle tanıyor. Ama siz yıllarınızı verdiğiniz bir çizersiniz. Oyunculuğa geçişiniz nasıl başladı?

Arkadan ittiler diye bir fıkra vardır ya; adamın biri denize düşmüş, biri de atlamış onu kurtarmış. Nasıl cesaret edip de atladın diyerek adamı alkışlamaya başlamışlar. Adam da ‘ben bilmiyorum, birisi itti beni arkadan’ demiş. Bizimkisi de öyle oldu. Oyunculukla benim uzaktan yakından alakam yoktu. Ekmek Teknesi’nin senaryosunu yazarken, ben bir kahramanı arkadaşlara anlattım. Anlatırken de canlandırdım tabi. Onlar da bu rolü senden başkası oynayamaz dediler, He-redot Cevdet için. Dolayısı ile ilk oyunculuğumuz Heredot Cevdet’le bir anlatıcı olarak başladı. Sonra da devam etti.

RÖPORTAJ

42 / / 2012 Haziran

Page 45: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Aşağı yukarı 10 yıldır sinema ile alakam var. 10 yıl içerisin-de de hem senaryo olarak hem oyunculuk olarak tanınmaya başladım. Demek varmış ki bir kabiliyetimiz bu yaştan sonra artık karikatürle, mizahla anılır değil de sinema ile anılır ol-duk. Bunlar benim için Yaradan’ın cilveleri.

Oynadığınız karakterlerde gerek Heredot Cevdet olsun, ge-rek Kaptan Küstü, şimdi ise bir dayanışma hikâyesi olan Babam İçin dizisindeki Orhan Eliaçık rolünüz olsun, hepsi birer aile kültürünü, birlikteliği, mahalle kültürünü yan-sıtıyor ekrana. Ve bu diziler de çok tutuluyor. İzleyici, ge-leneğimizi, kendi kültürümüzü anlatan dizilere ihtiyaç mı duyuyor?

Bunlar bir birikim neticesinde ortaya çıkan şeyler. Yani siz belli bir kültüre sahip iseniz, ister istemez sizden de dışa-rı taşan o oluyor. Kurmaca bir yere kadardır. Gerçeği yan-sıtanlar ise insanlar tarafından sevilir, tutulur. Başta de-miştim, benim çocukluğumun bir kısmı Kayseri’de, bir kısmı da İstanbul’da geçti. Dolayısıyla ben hem Anadolu kültürüyle, hem de İstanbul kültürü ile büyüdüm. Üstelik de İstanbul’un İstanbul olduğu bir dönemde, bir kültürde büyü-düm. İnsanların birbirine çok nazik yaklaştığı, komşuluğun çok güzel olduğu, insanların hitaplarının tamamen nezaket üzerine kurulu olduğu, çok renkli bir İstanbul’da büyüdüm. Ermenilerin, Rumların, Çingenelerin, Yahudilerin, Osmanlı Devleti’ndeki o çeşitliliğin numunesini düşünün, İstanbul’da o kalan kültürle birlikte büyüdüm. Birçok arkadaşım oldu. Dolayısıyla onların kültürlerini de yaşama fırsatı buldum. Hep birbirimizden etkilendik. Bunlar da siz farkında ol-madan şuurunuzda bir kültür alt yapısı oluşturuyor. Bütün bunlarla birlikte yaşadığınız mahallenin, insanların canlılığı, esnafların en fukara dönemlerinde bile birbirleri ile şakalaş-maları, espri ile hitap etmelerinin oyunculuğumda ve bunları ekrana yansıtmamda büyük etkisi oldu. Şimdiki izleyiciler de haliyle böyle kültürü, mahalle atmosferini yansıtan dizileri takip eder oldular. Sebebi ise şehirleşme ile beraber özlem duyulan komşuluk ve mahalle ilişkileri. Artık insanların ha-yatları rahatladıkça, refah seviyesi, konfor düzeyleri arttıkça sanki daha mutsuz hale geldiler. Benim tanıdığım insanlar çok fukaraydılar. Çok fukaradan kastım şu; biz bir kilo muz alamazdık, eve bir tavuk girdiği zaman çok büyük bir şenlik olurdu.

İstanbul’da hangi semtte yaşadınız?

Çocukluğum Kasımpaşa, Dolapdere çevresinde geçti. Tabi o dönemin tüm çocukları gibi biz de futbola bulaştık. O zaman-lar Sayın Başbakan ile aynı mahallede idik ama kendisi bi-zim futbol takımında değildi. Biz kendisini Kaptan olarak bi-liyorduk. Onların takımı bizden 2-3 yaş büyük oldukları için bizi rakip olarak görmüyorlardı. Kendisi amatör kümedeydi, biz henüz o kümede değildik. Onlar lisanslı futbolcuydular. Sayın Başbakanımızın babası Kaptan Amca Başbakanımızın futbol oynamasını istemediğini, hatta futbol ayakkabılarını sakladığını duyardık. Eskiden gençlerdeki futbol merakı şu

avantajı da yanında getirdi. Gençler artık kahve köşelerine gitmiyordu. Köylerde gençler tarladan çıkıp kahve köşele-rine giderken, İstanbul’da pek çok genç semtin toprak saha-larında top oynayarak vakit geçiriyorlardı. Böylece gençler kahve köşelerinden de kurtulmuş oldular. Bu bakımdan fut-bol oynamak, spor ile uğraşmak her daim gençliği kötü alış-kanlıklardan kurtarmıştır.

Oynadığınız bu rolleri nasıl bu kadar iyi sahiplenip, per-formansınızı da buna göre yüksek tutmayı nasıl başarıyor-sunuz? Bu karakterleri seçmenizin özel bir sebebi var mı?

Canlandırdığımız karakterler bizim hayatımızda olan karak-terler. Ekmek Teknesi’nde Heredot Cevdet’i anlatırken, ben adı Heredot Cevdet olmayan ama ona benzer birini tanıdı-ğım, bildiğim, mahallede onu gözlemlediğim için onun takli-dini yapıyordum. Dolayısıyla ben böyle bir adamı hayalimde canlandırmadım. Böyle bir adam vardı zaten. Bunu da en iyi bilen kişi ben olduğum için taklidini yaptığım karakteri, oy-nadığım rolü de samimiyetle ve iyi bir şekilde yapabiliyor-dum. Oyunculuk yeteneği muhakkak lazım. Bende böyle bir yetenek olmasaydı oyunculuk yapamazdım. Oyunculuğum Heredot Cevdet ile başladı. Bir insan bir mesleği yaparken aynı zamanda eğitiliyor da. Çevremdeki değerli sanatçıları rol model alıp, onların oyunculuğunu kendinize göre yorum-luyorsunuz. Bir şekilde oyunculuk da gelişiyor. Oyunculuk için birinci olarak eğitim şart. Ama bazı kişilerde de Allah vergisi bir istidat var. Mesela Sayın Başbakan hep kaptandı, futbol oynarken de liderdi, hakeza şimdi de öyle (gülüyor).

Halil İbrahim Sofrası diziniz neden bitti? Bu dizi ile ilgili Sayın Başbakan’la hoş bir anekdot da yaşanmış…

O diziyi Kadir Çöpdemir ile birlikte hazırladığımızda önce dizinin fragmanları yayınlanmaya başladı. Sayın Başbakan herhalde fragmanları görmüş. Daha sonra bir telefon geldi bana. ‘Sayın Başbakan görüşecek’ dediler. Ben inanmadım tabi. Aldım telefonu uzaklaştım. “O bıçak öyle tutulmaz, elini kesersin’ dedi telefondaki ses. Acaba biri benle maytap mı geçiyor ne? Sonra sesinden tanıdım. “Sayın Başbakanım ben berber çocuğuyum, bir gün gelin sizi bir güzel parlata-lım, tıraş edelim” dedim. “Tamam, bir gün geleceğim” dedi ama kısmet olmadı. Dizi de erken bitti. Sayın Valimiz de bu diziyi çok seviyordu. Bizzat geldi sete, bizi ziyaret etti. Sonra tüm set oyuncularına bir yemek tertip etti. Kendisi ile bu di-ziden dolayı çok güzel bir hukukumuz oluştu. Tabi biz insan-ları mutlu etmek, tebessüm ettirmek arzusundayız. İnsanları tebessüm ettirmek zor bir şey. Oynadığım rol bir dramdı. Böyle mizah ile tanınan bir insan dram oynayabilir mi diye merak ettim açıkçası. Bizim yönetmenimiz olan Ahmet Ka-tıksız çok yetenekli, geleceğin en büyük rejisörlerinden biri olacaktır tahminimce; Halil İbrahim Sofrası’nda benim bir takım duygusal sahnelerimden beni yakalamış. Hakikaten Orhan karakteri de öyle canlandı. Bana soracak olursanız gönlümüzde yatan insanları tebessüm ettirmek. Bir insanı

yesilay.org.tr / 43

Page 46: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

mutlu etmek kadar güzel bir şey yok. Bir insanı çok kolay üzersiniz, moralini bozar, canını sıkarsınız ama bir insanı gülümsetmeyi zor başarırsınız.

Son zamanların önemli konularından biri de devlet tiyat-rolarının özelleştirilmesi. Sizce, tiyatroların özelleştirilme-si, devletin sanatın ve sanatçının üzerinden elini, eteğini çekmesi mi demek?

Ben devletin sanatla ilgili bir şeye karışmasından yana de-ğilim zaten. Neden değilim? Bugün bu iktidar gelir, yarın başka bir iktidar gelir. Sanatçılar sürekli iktidara göre şekil değiştirmek zorunda kalır ve şahsiyetlerini yitirirler. Siz her ne kadar tiyatrocular, sanatçılar özgür deseniz de her gelen iktidar, ister istemez kendi fikrini arzu edecektir. Bu insanın tabiatında olan bir şey. Dolayısıyla bence sanatçıların özgür olması için devlete bağlı olmamaları gerekir. Herkes kendi sanatını kendisi yapsın. Benim düşüncem bu. Bu ülkede sa-dece tiyatro yok ki, sadece tiyatro gürültü çıkarıyor. Bu ülke-nin sineması var, musikisi var, mizahı var, resim sanatı var, edebiyatı var, hat sanatları var. Bunların hepsi sanat değil mi? O zaman hepsini birden getirelim devlete bağlayalım. Diğer sanatların suçu ne? Tiyatrocular maaş alıyorlar, devlete bağ-lılar. Peki, öteki sanatçıların suçu ne? 24 saat çalışan sinema emekçilerinin suçu ne? Bir karikatür dergisini satmak için sa-bahlara kadar çalışan karikatüristlerin, mizahçıların suçu ne? Şiir kültürünü yaşatmaya çalışan şairlerin suçu ne? Şu anda şiir kültürü en ölü zamanını yaşıyor. Ama biz şiirlerle var olmuş milletiz. Şiirler hayatımızda çok büyük yer tutuyor. Şiirin hayatımızdan gitmiş olması çok büyük bir kayıp.

O zaman özelleştirme sanatı daha özgür hale getirir diye-biliriz…

Tabii ki. Ya sanatçılar tamamen özgür olacak ya da tüm sa-natlar devlete bağlı olacak. Neden sadece tiyatro ses çıkarı-yor ki ülkemizde bu kadar sanat var iken?..

Peki, şu anda tiyatrocuların özelleştirmeye karşı çıkması ne anlam ifade ediyor?

Birisi bana ‘Sen karikatüristsin, kâğıdın üzerine karikatür çi-zersin ne olacak ki? Tiyatro çok meşakkatli bir iş. Oyunu,

kostümü, sahnesi var’ dedi. Ama durum böyle değil ki. Eğer karikatür sanatıyla uğraşıyorsan ve bunu topluma götürmek istiyorsan, bu işin maliyetini de göz önünde bulunduracak-sın. Bunun baskı makineleri var, tonlarca kâğıdı, mürekkebi, dağıtım alanları var. Ayrıca bu dergiler bayilerde satılacak, bir sürü işçi bunun üzerine çalışacak. Demek ki sadece kâğıt üzerine çizmek diye bir şey yokmuş. Topluma götürmek isti-yorsanız bir sanatı, o sanatın her türlü zorluğunu da yaşaya-caksınız. Doğal olarak her türlü zorluk çıkacak. Nasıl ki bir tiyatrocu makyajını yapıp sokakta pandomima yapmıyorsa, bir mizahçı da haliyle kâğıda bir karikatür çizip sokaktan ge-çenlere buyurun bu benim karikatürüm diyemeyecektir.

Devletin tiyatrosu, devletin sanatçısı olur mu?

Ben devlet sanatçısı diye bir şey tanımıyorum. Zaten o kav-ram da kaldırıldı. Netice itibari ile siz çok aykırı düşüncelerin sahibi olabilirsiniz. Sanatçılar değişik fikirlere sahip oldukla-rı için yaptıkları işin adı sanat olmuş. Sanatçıların ahaliden farklı olmalarının sebebi farklı düşüncelere sahip olmaları-dır. Çünkü dünyaya başka türlü bakıyorlar. Hadiseleri başka türlü yorumluyorlar. Ben senden para alacağım ama senin gibi yorumlamayacağım, sen de bana kızacaksın. Böyle bir düşünce olur mu? Sanatçı etik çerçeve içerisinde bir konu-yu istediği gibi yorumlayabilir. Neticede sanatçılar özgürlük istiyorlarsa bu özgürlüğün bir bedeli var ve bu özgürlüğün bedelini bir sanatçı ödemek zorunda.

Tiyatrocular devletten kopmak istemiyorlar diyebili-riz...

Tiyatrocu devletten aldığı maaş ile evini geçindiriyor. Bir tiyatro oyuncusu oynasa da oynamasa da aldığı bir maaşı var. Tabii ki buraya çok büyük emek verenler, o maaşı hak edenler var. İçlerinde emek vermeyeni de vardır. Ben tiyatro-cular çalışmıyor, havadan para alıyorlar demiyorum. Demek istediğim tiyatronun diğer sanat dallarından ayrıcalığı ne ki bu kadar ses çıkıyor? Bütün sanatçılar devlete bağlı olmadan çalışıyorken tiyatrocunun ayrıcalığı benim kafamda her za-man soru işareti bırakmıştır. Neticede ben sanatın her zaman özgür ortamda, kültür çerçevesi içerisinde ifşa edilmesinden yanayımdır.

RÖPORTAJ

44 / / 2012 Haziran

Page 47: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 45

Page 48: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Sözlük ifadeleriyle, SCU-BA İngilizce Self Contained Un-

derwater Breathing Aparatus kelimelerinin baş harflerinin birleşmesiyle oluşan bir kısaltmadır. Türk-çe karşılığı ise; “Sualtında kendi kendine yetebilen solu-ma donanımı” olarak kabul edilebilir. Yani, dalıcı kendi hava kaynağını yanında taşıyabilmektedir.

Scuba diving ise, insanı şehir yaşamının olumsuz etki-lerinden, yoruculuğundan, stresli temposundan ve bu hayatın arada bir kabus yaşatmasından kurtaran su altı aktivitesidir. Sualtının heyecan verici, nefes kesen dün-yasını keşfetmek ve maviliklere aşık diğer arkadaşları-nızla birlikte ortak bir duyguyu paylaşmak için, dalmak isteyenlere bolca seçenek sunan bu sporu sizler için araştırdık.

Scuba Diving

Tatilini yazlık kasabalarda ve de-nizin kenarında geçiren hemen hemen

herkesin, bir kerede olsa palet, maske ve şnorkel takımlarını kuşanıp suyun altını incelemeye çalıştığını gözlemişsinizdir. Veya Kendinizden yola çıkarak tahmin edersiniz. Bu yolla, sualtına olan merakınızı kısmen de olsa dindirmiş olabilirsiniz, ama saklı güzelliklerin ince detaylarını da yakalayabilmek, o büyüleyici atmosferi derinlemesine hissedebilmenin yalnızca belgesellerde gördüğümüz inanılmaz canlılarla tanışabilmek tüplü dalıştan, yani “SCUBA” dan geçiyor.Scuba dalışı için iki şart var; birincisi iyi bir eğitim, ikin-cisi ise kurallara harfiyen uymak. Türkiye’de Scuba’nın eğitimini veren birçok kuruluş bulmak mümkün ; Dalış kulüpleri, özel dalış merkezleri, üniversite kulüpleri vb.. Eğitim dediysek aklınıza öyle seneler sürecek ağır bir eğitim gelmesin. Yaklaşık bir haftalık bir kurstan bahse-diyoruz, tabi normal eğitimle başarılı olmanız koşuluy-la. Bu bir haftalık kursu başarıyla bitirdikten sonra, dalış brövenizi alabileceksiniz.

SPOR

Page 49: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 47

TARİHİAslında, İnsanın sualtı macerası çok eskilere dayanır. Eski yunan dalgıçlarının gece olunca, Pers donanması gemi-lerinin çapalarına daldığı ve ipleri keserek zaferde büyük rol oynadıkları anlatılır. Ayrıca Büyük İskender’in cam bir çanın içinde dalarak sualtını izlemeyi çok sevdiği rivayet edilir. İlginçtir, modern tarih kitaplarında dalma çanının ilk suya indirilişi 1530 tarihindedir. Dalgıçlar, Büyük İs-kender gibi çanın içinde suya sarkıtılır, kısa süre çanın dışına çıkıp geri dönerlerdi. Tabi hava bitmesi gibi bir sorun nedeniyle, dalışlar çok kısa sürdü. 1650 de Von Guericke ilk etkili hava pompalama sistemini geliştirdi. Böylece dalma süresi arttı. 1823 de Charles Anthony Deane itfaiyeciler için, hava pompalanabilen bir başlık geliştirdi. Bu sisteme nargile sistemi deniliyor. Sonraki yıllarda bu sualtına adapte edildi ve 100 yıl boyunca yeni başlık sistemleri, lastik kıyafetler geliştirildi. 1930’lu yıllarda Guy Gilpatric’in ilk modern maskeyi geliştirme-si, palet ve şnorkelin de bu tarihlerde günümüz şekille-rini alması sualtına ilgiyi arttırdı.1933’de Yves Le Prieur bu üçlüye taşınabilir hava tankını ekledi. Yani tüpü. Sa-dece bir tek eksik kalmıştı. 1943 yılında Jacques-Yves Cousteau ve Emile Gagnan “aqua lung”ın (su ciğeri) patentini alması ile oda takıma katıldı. Regülatörün tüp-le birleşmesi bugünkü scubayı doğurdu.

Dünya Sualtı Aktiviteleri Konfederasyonu (CMAS) 1958 yılında kuruldu, Ve sualtı sporlarının dünya çapında otorite kuruluşu oldu. Türkiye’de ise,1980 yılında Be-den Terbiyesi Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak “Sualtı Sporları, Cankurtarma, Sukayağı ve Paletli Yüzme Fe-derasyonu” kuruldu. Bu kurumlar sualtında sportif ça-lışmaları yaymayı, nitelikli balıkadamlar yetiştirmeyi ve dünyadaki sualtı zenginliklerini göstermeyi amaç edin-diler.

Ahmet Kaynar (İstanbul Üniversitesi Hukuk)Saliha Büşra Salman (Şehir Üniversitesi Psikoloji)

Scuba Diving

Page 50: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

SPOR

Page 51: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 49

DALIŞ ESNASINDA

Akıntılı ve sert denizleri göz ardı etmeyin.

Daima BC (denge yeleği), basınç göstergesi, derinlik göstergesi ve saat kullanın. Dalış şamandırası atın, dalış bilgisayarınız olsa bile muhakkak yanınızda dalış tablosu bulundurun.

Günün ikinci dalışında ilk dalıştan daha derine dalma-yın.

Dalış esnasında sürekli derinliğinizi değiştirip inişli çıkışlı bir dalış yapmayın.

Çıkış hızınız dakikada 9-10 metreden daha hızlı olmasın ve yüzeye yaklaştıkça son metrelerde çıkış hızınızı daha da düşürün.

Çıkışta asla nefes tutmayın.

Çıkışta 4-5 metre derinlikte 5 dakikalık bir emniyet du-ruşu yapmayı ihmal etmeyin.

HER DALIŞTAN SONRA

Dalıştan sonra uygun giyinerek ısı kaybınızı önleyin.

Bir dekompresyon hastalığı belirtisi gördüğünüzde veya hissettiğinizde asla tekrar suya dalıp basınç azaltımı yapmayın.

Yorucu işlerden kaçının.

Geç farkına varsanız dahi dalış sonrası şüphelendiğiniz belirtiler ortaya çıkıyorsa derhal DAN’ı arayıp durumu anlatın ve tavsiyelerine uyun.

Dalıştan sonra uçuş için DAN’ın tavsiyelerine uyun; deko duruşsuz tek bir dalış sonrasında 12 saat geç-meden uçağa binmeyin, şayet deko duruşsuz iki dalış yaptıysanız veya bir deko duruşlu dalışınız varsa yüzeye çıkışınızı takiben 24 saat beklemeden uçuş yapmayın.

Scuba Diving Eğitimi

Scuba Diving eğitimi üç aşamadan oluşuyor. Önce dalışın temel kurallarını, kullanacağınız ekipmanları, sualtında karşılaşabileceğiniz rahatsızlıkları, ilk yardım uygulamalarını, derinlik ve zaman hesaplarını öğrene-ceksiniz. Daha sonra pratik dersler başlayacak (sığ de-nizde veya havuzda). Dalış elbisesini giyip, ağırlık keme-rini, maske ve şnorkelinizi, hava tüpünüzü, BC’nizi (yani denge yeleğinizi) ve regülâtörünüzü de kuşandıktan sonra, kendinizi suya bırakabilirsiniz. Teorik derslerin ve pratik çalışmaların ardından önemli ve zorlu bir sınav bekliyor sizi.

İlk dalışlarda sualtında çekilmiş o efsane fotoğrafların-daki ayrıntıları, güzellikleri ve serüvenleri beklememeniz önerilir. Fakat denizde yapacağınız 5-6 dalış sonunda, siz de su dünyasının esrarengiz bir parçası olacaksınız.

Yanınızda en az üç yıldızlı “buddy”niz (dalış arkadaşınız) olmadan dalmanız kesinlikle yasaktır. Bu arada dikkat etmeniz gereken en önemli nokta; Türkiye ve Dünya denizlerinin altında o kadar çok doğa harikası ve tarih var ki, bir kere dalmanız bile sualtını sizin için bir tutku haline getirecektir.

Artık yeteri kadar tanıdı-ğınızı ve sevdiğinizi dü-şünüyoruz. Tabi ki, Scuba Diving için dikkat edil-mesi gereken çok önemli noktalar var. Şimdi

izninizle bu noktalara değinelim.

DALIŞ ÖNCESİ

Kurtarma ve dalış kazalarında oksijen ilkyardımı kursla-rına katılın ve daha önce böyle bir kursa katılmışsanız bilgilerinizi tazeleyin.

Yıllık sağlık kontrollerinizi düzenli olarak yaptırmayı ih-mal etmeyin.

İlkyardım malzemeleri bulundurun ya da gittiğiniz dalış merkezlerinde mevcut olup olmadığını kontrol edin.

Günde iki dalıştan fazlasını planlamayın.

Her 3-4 dalış gününden sonra bir gün dalış yapmayın.

Yemeğinize özen gösterin ve alkol almayın.

Page 52: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

DALIŞ MALZEMELERİ

Maske, şnorkel ve paletler

Ağırlık kemeri, kurşun kütleleri: Bu malzemeler suda batabilmek

için gerekli.

Dalış elbisesi

SPOR

50 / / 2012 Haziran

Page 53: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Regülatör: Her derinlikte tüpten eşit ve uygun basınç

solumamızı sağlıyor.

Yüzerlilik denge yelekleri: Yeleklerin içindeki hava uçma hissine yakın hareket serbestliğini sağlıyor.

Hava tüpleriBıçak: Sanıldığı gibi balık avlamak için değil; kesme, kazıma gibi işlerde kullanılıyor.

yesilay.org.tr / 51

Page 54: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Bu satırları okuyan sizlerin en büyük şansı 3 tarafı de-nizlerle çevrili cennet bir ülkede yaşamasıdır belki de. Yurdumuzun hemen her köşesinde giderek sayısı artan dalış merkezleri ve sizi oralara götürmeye can atan bir sürü dalış okulu ve kurs var. Sizler için popüler olan ya da olmayan Türkiye’deki en keyifli dalış alternatiflerini derledik.

En çok ilgi gören merkezler:Bodrum: Yeni başlayanlar ve az dalışı olanlar için pek çok dalış bölgesi mevcut. Orak Adası, Büyük Resif, Poy-raz Burnu (özellikle çaylaklara), Kargı Adası, gece dalışla-rıyla ünlü Fener Burnu gibi pek çok alternatif tavsiye edi-lir. Dünyanın sayılı sualtı müzelerinden birini barındırır. Sualtında rengârenk süngerler, vatozlar, orfozlar ve irili ufaklı bir sürü canlı makro çekimler için aklınızı çelebilir

Fethiye: Suyu çok berrak. Türk Hamamı denen yeri mut-laka bir deneyin. Şahin Burnu, orfozlarıyla ve akya sürü-leriyle tanınan Sarıyarlar tavsiye edilir...

Çanakkale-Kabatepe: 119 metre boyundaki Majes-tik Zırhlısı cephanesiyle burda yatıyor25 metredeki “Lundy”, Anzak filikaları, “Goliad” batığı, hepsi bu böl-gede.

Saros: İstanbul’a yakınlığı dolayısıyla dalıcıların göz-desidir. Dalıcıların ilgisini çekecek batıklarla doludur. Çanakkale boğazının çıkışındaki Kaptan Franko, Saros körfezinde Kemiklinin açığında 30 metrede yatan Lundy dalınabilecek batıklardandır. Boğazda 15 ile 30 metre derinliklerde yeni eski her türlü kalıntıyla karşılaşılabilir. Siyah mercan da dahil olmak üzere su altı faunası olduk-ça zengindir.

Kaş: Merkezin hemen güneyinde iki mağara dalışı ya-pıp, daha da güneyde 25 metredeki Likya Batığı’na göz atabilirsiniz. Biraz daha profesyoneller için Flying Fish bölgesindeki Uçak Batığı(60 metrede) görmeye değer.

Dalyan-Sarıgerme: Bozburun, Caretta’ların doğumha-nesi. Onlardan biriyle karşılaşabileceğiniz yegâne yer. Biraz şansla neden olmasın? Sarıgerme de mağaraları ile ön plana çıkıyor.

Kemer: Ülkemizin en çok dalış okullarının bulunduğu dünyaca ünlü turistik belde, bünyesinde çeşitli dalış al-ternatifleri bulundurmaktadır. Hemen Antalya liman giri-şinde bulunan Fransız askeri nakliye gemisi 20–32 metre derinliklerde yatmaktadır, genelde bulanık olan su batık meraklıları için çok ilginçtir. Kemer Marinası açıklarında

33 metre kumluk dipte yatan Paris Batığı, her dalıcının ziyaret etmesi gereken bir batıktır. Ağustos ve eylül ay-larında, orkinos sürüleriyle karşılaşıldığı gibi fok balığına da rastlanabilir. Kıyı sularda yunuslarla her an karşılaşı-labilir.

B-24 Amerikan Savaş Uçağı Batığı: Antalya’nın Manav-gat ilçesi yakınlarında, 200 m açıkta yatan batık, 1944 yılında Romanya üzerindeki bombalama görevini yerine getirdikten sonra Kıbrıs’taki üssüne dönmek üzere ha-reket eden “Hadley’s Harem” isimli B-24 tipi Amerikan savaş uçağına aittir.

Fransız (Sosyete) Batığı: Antalya Yat Limanının 1 km açığında, şamandıranın altında yatan batık, 1942 yılında savaş sırasında batırılan “San Didier” adlı Fransız savaş gemisine aittir. 1946 ve 1974 yıllarında yapılan çalışma-larda geminin içindeki yükün büyük bir bölümü çıka-rılmıştır. Hastane destek gemisi görünümünde olan bu geminin içinde cephane ve çöl şartlarını uygun araba-lar bulunmaktaydı. Kamufle edilebilmesi için personelin üniforma giymemesi ve balıkçıların yardımları sırasında gemideki insanların şahsi malzemelerini de yanlarında taşımaya gayret etmeleri halk arasında geminin adının “Sosyete batığı” olarak kalmasına neden olmuştur.

Kaş Uçak Batığı: İkinci Dünya Savaşı sırasında henüz belirlenemeyen bir nedenden dolayı Meis adası yakın-larında batan üç pervaneli İtalyan savaş uçağı. Enkazın etrafında patlamış ve hala aktif olduğu tahmin edilen cephaneler bulunmaktadır.

Ayvalık: Bir rivayete göre kayıp Atlantis’in yer aldığı yer olan Ayvalık, eşsiz dalış olanaklarına sahiptir. Güneş Ada-sı, Yuvarlak Ada, Kerbela Taşları belli başlı dalış noktaları-dır. En popüler dalış noktası ise, Kız Adasının açık denize bakan yanıdır.

Datça: Kara incir açıklarında bulunan irili ufaklı adacık-lar etrafında, 10-40 metre arasında köpekbalığı, yunus, Akdeniz Foku, kovuk içlerinde 3-4 müren bir arada gö-rülebilir.

Gökçeada ve Bozcaada: Gökçeda’nın Kuzu Limanı’nda Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma batık kalıntıları vardır. Mermer Feneri ile Anadolu yakası arasında kalan bölge-de araştırma yapılırsa devasa çapalar ve gemi kalıntıla-rına rastlanabilir. Eşek adası civarında Orfoz ve Karayer adaları da her türlü canlıyı görülebileceği dalış noktala-rıdır.

SPOR

Nerede Yapılır?

52 / / 2012 Haziran

Page 55: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Sıkça Sorulan SorularSertifikalı dalıcı olmak ne kadar zamanımı alır?

Hafta içi akşamları düzenlenen kurslara katılarak, sırasıyla teorik eğitim ve su uygulamasını 12 saat süren eğitimle 2 haftada tamamlayabilirsiniz. Kursun gereği olan ve hafta sonu düzenlenen dalış gezisine katılarak 4 deniz dalışını da başarı ile bitirdikten sonra sertifikalı dalıcı olabilirsiniz.

Sertifikalı dalıcı olmak için kaç yaşında olmak gereki-yor?

Bunun için en az 14 yaşında olmanız gerekiyor. 18 yaşından küçükler için “Veli Muvafakat Belgesi” alınmaktadır.

Tüplü dalış eğitimine katılabilmek için özel nitelik/be-cerilere sahip olmam gerekiyor mu?

Hayır. Genel sağlık açısından iyi durumda olmak ve en az 12 yaşında olmak yeterlidir. Önlem olarak sağlığınızla ilgili bir anket dolduracaksınız. Eğer cevapladığınız ankette üs-tünde durulması gereken bir şey olursa dalmanızın uygun olup olmadığını anlamak için bir doktora danışınız.

“Tüplü dalış pahalımıdır?

Aslında değildir. Birçok dalış merkezinde malzemeler uy-gun fiyatlarla kiralanmaktadır. Sonuç olarak dalış normal bir bütçeye uygundur. Pahalı hâle getiren, otobüs ile uzun yolculuk yaparak dalış merkezine gidiş-dönüş, otel ve yeme içme masraflarınızdır. Deniz kenarında veya yakın iseniz daha şanslısınız.

Tüpteki hava suyun altında ne kadar yeter?

Bu çok sorulan bir sorudur ancak belirli bir cevabı yoktur. İnsanlar farklı sıklıkta nefes alıp verirler. Ayrıca bu; derinliğe, havanızı ne kadar hızlı kullandığınıza ve tüpünüzün büyük-lüğüne bağlıdır. Bütün bunlar bağlı olarak sorunuzun kesin bir cevabı yoktur. Bu yüzden dalgıçlar tüpte ne kadar hava kaldığını gösteren bir gösterge kullanırlar. Ortalama alırsak 5-10 metre derinlikleri arasında, ılık suda ve sakin bir dalış yapan dalıcının havasının 1 saat civarında yetmesi beklenir.

Filmlerde dalgıçları köpekbalığı/müren gibi tehlikeli hayvanların arasında görüyoruz. Bu hayvanlara çok dikkat etmeli miyiz?

Sudaki hayvanları taciz etmediğiniz sürece size zarar ver-mezler. Size zarar vermelerini engellemek için basit olarak sualtında dokunduğunuz ve bastığınız yerlere dikkat etme-niz yeterlidir. Dalıcılar köpekbalıkları için doğal besin de-ğillerdir. İstatistiklere göre dünyada yılda ortalama 1 dalıcı bu yüzden hayatını kaybederken arı sokmasından ölenler binlercedir.

Tüplü dalış tehlikeli midir?

Hayır. İstatistikler, tüplü dalışın yüzme kadar güvenli oldu-ğunu ortaya koymuştur. Ama tabi ki dikkatli olunması ge-reken noktalar vardır. Zaten eğitimle sertifikalandırma bu yüzdendir. Ancak kurallara uyulduğunda son derece gü-venlidir.

yesilay.org.tr / 53

Page 56: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

BEYAZIT KÜTÜPHANESİ YENİLENİYORBeyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki restorasyon çalışmaları devam ediyor. Çalışmaların Ağustos’ta bitmesi planlanıyor. İstanbul İl Özel İdaresi; 1884’te açılan ilk milli kütüphane olan Kütüphane-i Umumi-i Osmanî’deki, bugünkü adıyla Be-yazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki, yenileme çalışmalarını sür-dürüyor. Geçtiğimiz yıl 125. yılını kutlayan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Bu çalışma restorasyon çalışmalarının devamı ve tamamlama niteliğindedir. İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi İmaret Binası Restorasyonu ve Teşhir Tanzimi Yapılması İşi’ne, Kasım 2011’de başlandı. 4.234.040,83 TL bedelle sözleşmeye bağ-lanan işin, Ağustos 2012’de sonlandırılması planlanıyor.

Dünyanın Belgeselİ Gelİyorİstanbul belgesel günleri kapsamında bu sene 5. yılını kutlayacak olan Documenta-rist, yine dünyanın gerçek gündemine ışık tutan filmlere kucak açıyor. Dünyanın en nitelikli belgesellerinden oluşan seçkin eser-lerle Türkiye’deki film festivalleri içinde özel bir yer edinen etkinlik, 2012 programıyla da belgesel alanında yeni ufuklara açılıyor. Haziran’da gerçekleşecek olan festivalin onur konuğu, çağımızın en önemli belgesel-cilerinden “Metal ve Melankoli”, “O Amor Natural”, “Yeraltı Orkestrası”, “El Olvido” gibi klasikleşmiş filmleri ile Hollandalı yönet-men Heddy Honigmann...

Yeşİl Sahne’nİn Oyuncusuna Son VedaBir zamanlar Yeşilay Cemiyeti’nin Yeşil Sahnesi’nde eğitim gören ve Yeşil Sahne’nin oyuncularından olan Cüneyt Tü-rel son yolculuğuna uğurlandı. Oyuncu, yönetmen, ses-lendirme sanatçısı Cüneyt Türel’e Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlenen törenle veda edildi. Bir süredir kanser tedavisi gören ve 1 Mayıs günü sabah saatlerinde Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybeden Türel için, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde, hayat arkadaşı Tilbe Saran, kızı Elif Türel, eski eşi Nükhet Turhan Türel, ağabeyi Metin Türel, yakınları ve sanatçı dostlarının katılımıyla uğurlama töreni düzenlendi. Ya-kınları ve sanat dünyasının büyük katılım gösterdiği törende, Cüneyt Türel’i yakından tanıyanlar anısı için konuşmalar yaptı.

Page 57: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Özgürlüğe Az Kaldı

Jonathan Franzen / ÖzgürlükBu roman özgür birey olma çabalarını, bir aşkın başlangıcını ve bitişini, gençlikte yaşanan doyumsuz tutkuları, yetişkinliğin getir-diği sürprizleri, neden hiç durmadan arkadaşlarımızla yarıştığımızı, en yakınımızdakilere nasıl ihanet ettiğimizi ve hiçbir şeyin neden “olması gerektiği gibi” olmadığını anlatıyor. Duygularımızın sözü-nü dinleyerek kendimize ve çevremizdekilere yaşattığımız acı ve sevinçlerin insan olmanın doğal bir sonucu olduğunu gösteriyor.

Üç Maymun

Nurİ Bİlge Ceylan / Doğan KİtapTürkiye’de sevildiği kadar kendinden nefret ettirmeyi de başaran Cannes ödüllü film, yönetmeni Nuri Bilge Ceylan imzalı derlemeyle bir kez daha gündeme geliyor. Filme dair zengin malzemelerin bulunduğu kitapta, fil-min Cannes macerası, vizyon yolculuğu sırasında hakkında yazılan makale-lerden bir seçki ve Ceylan’la yapılmış söyleşiler de var.

Devlet Tİyatrolarında 4 Yenİ Oyun

Devlet Tiyatroları’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, İzmir Devlet Tiyatro-su Konak Melek Ökte Sahnesi’nde Sam Bobrick’in yazdığı, Ekin Tuncay Turan’ın Türkçe’ye çevirdiği, Metin Oyman’ın yönettiği ‘’Halktan Biri’’ adlı oyunu ya-rın ilk kez sahneleyecek. Trabzon Dev-let Tiyatrosu ise Atapark Haluk Ongan Sahnesi’nde Dario Fo’nun yazdığı, Fü-sun Demirel’in dilimize çevirdiği, Meh-met Atay’ın yönettiği ‘’Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’’ adlı oyuna yarın prömiyer yapacak. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda ise Cahit Sıtkı Tarancı Kül-tür Merkezi Orhan Asena Sahnesi’nde Pi-erre Patelin’in yazdığı, Fügen Sipahi’nin Türkçe’ye çevirdiği, M. Orkun Gülşen’in yönettiği ‘’Kurnaz Avukat’’ adlı çocuk oyununa prömiyer yaptı.

Kültür-Sanat sayfasındaki bilgiler ntvmsnbc, stargazetesi / Kitap Zaman ve interaktifhaber’den derlenmiştir.

Page 58: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

56 / / 2012 Haziran

TÜRKÇE COŞKUSUBAŞLIYOR

Page 59: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

Türkçe Olimpiyatları 2012’de Muhteşem Final

Her yıl ülkemize bayram coşkusu yaşatan Türkçe olim-piyatları finali geçtiğimiz günlerde gerçekleşti. Bu yıl 10.su düzenlenen olimpiyatlar için 135 ülkeden gelen Türkçe sevdalısı bin 500 öğrenci yine unutulmaz an-lar yaşattı. Uluslar arası Türkçe Derneği (Türkçeder) tarafından organize edilen Türkçe Olimpiyatları Şar-kının Yıldızları Final yarışmasında İbrahim Tatlıses’in ‘Gülüm Benim” parçasıyla birinciliği elde eden Türk-menistanlı Ruslan Annamammedov, yarışmada birinci olduğu için oldukça mutlu olduğunu söyledi. Finalde ikinciliği ise Azerbeycan’dan Sema Sultanova kazandı. Yarışma üçüncüsü ise Endonezya’dan Patton Otlivio Latupeirissa oldu.

İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu›nda yapılan Türkçe Olimpiyatları şarkı finalinde adeta sanatçı akını yaşan-dı. Çok değerli isimlerin jürilik yaptığı finalde sanatçı-lar Türkçe Olimpiyatlarının gurur duyulacak bir tablo olduğunu söylediler.

Page 60: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

58 / / 2012 Haziran

Yılın Tiyatro Ödülü Karıncalar’ın

Tiyatro Eleştirmenler Birliğince, Dünya Tiyatrolar Günü kapsamında verilen Yılın Tiyatro Ödülü›ne Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı Karıncalar› layık gö-rüldü. Devlet Tiyatroları›ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Karıncalar, Es-kişehir Şehir Tiyatroları›ndan Basri Al-bayrak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları›ndan Gökhan Aktemur, Ankara Devlet Tiyatrosu›ndan Umut Toprak tarafından John Steinbeck ve Boris Vian’ın eserlerinden oyunlaştırıldı.

Page 61: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 59

ÇAĞIN VİCDANI BEDİÜZZAMANProf. Dr. Nevzat TARHAN

Vicdan için, ‘ne yapmak gerektiğini söyleyen iç ses, yanlış yapmaktan koruyan iç bekçi, hiçbir şey yapmama yanlışından koruyan iç ölçü, nasıl yapacağını anlatan bir iç eğilim’ denilir. Vicdanın doğru tanımı buysa, ‘çağın vicdanı’dır Bediüzza-man. Çünkü doğup büyüdüğü topraklar, İslâm dünyası ve bütünüyle dünya büyük acılar yüklü zorlu bir sınanmadan geçerken, maddî-manevî her türlü savrulma ve bunalımın yaşandığı bir dönemde, bunca kargaşa ve gürültüye rağmen vicdanının sesine kulak vererek çağın ‘vicdanî normlarını’ belirlemiştir. Onun akıl ile kalbi bu-luşturan düşünce sistemi ve akıldan kalbe yol-culuğu içeren yaşama modeli ise, bu vicdanî değerleri herkes için yaşanabilir hale getiren bir yol haritası niteliğindedir. Çağın Vicdanı Bediüz-zaman, ‘çağın vicdanı’ olabilmiş bir düşünürü, hayatı ve tefekkürüyle gündeme taşıyor. Prof. Dr. Nevzat TARHAN’nın ele aldığı nu kitap Nesil Yayınları’ndan çıkıyor.

Sİmyadan Kİmyaya

Claus Prieser / Kırmızı Kedİ

Kimya tarihçisi Claus Priesner, ilginç çalış-masında okuyucusunu kültür ve düşünce tarihinde bir yolculuğa çıkarırken, sim-yanın felsefeye yaptığı etkileri inceliyor. Daha da önemlisi Priesner, yanlış bir teo-rinin modern bilimin yolunu nasıl açtığını gösteriyor. Eski Mısır’dan Aydınlanma’ya, Yeni Platonculuktan Carl Gustav Jung’a bir okuma ziyafeti.

Page 62: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

60 / / 2012 Haziran

Mozart’ın Bilinmeyen Eseri İlk Defa Seslendirildi

Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791) hiç bilinmeyen bir eseri ilk kez seslendirildi. Müzikolog Hildegard Herrmann-Schneider basın toplantısında yaptığı açıklamada, piyano için 84 ölçülük bir tür sonat olan birkaç dakikalık “Allegro molto” parçanın Mozart tarafından, 11 yaşındayken 1767-68’e doğru bestelendiğini ve 1780 tarihini taşıyan bir defterde bulunduğunu belirtti. “Del Signore Giovane Wolfgango Mozart” isminin gayet açık şekilde yazılı bulunduğunu belirten Mozart Vakfı Araştırma Bölümü Direktörü Ulrich Leisinger da Salzburglu uzmanların bu eserin genç bir dâhiye ait olduğu konusunda görüş birliği içinde olduklarını kaydetti. Uzmanlar, bu ismi babasının eserlerinin üzerine oğlunun ismini koyarken kullandığını ifade ettiler.

Page 63: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 61

Bir İstanbul Belgeseli: E k ü m e n o p o l i s

İstanbul’u nefes alınamaz hale getiren sistemi ve kentsel dönüşüm politikaları altında yok olan hayatları anlatan ödüllü belgesel ‘Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir ’ vizyo-na girdi. Mutlaka görülmesi gereken filmin yönetmeni İmre Azem. Yeni inşa edilen şehirlerle, TOKİ’ler ve AVM’ler ile dolu olan ve her türlü kirliliğe de sebep olan tüm unsurla-rın anlatıldığı filmde kentsel dönüşüm politikalarının altında şehrin neye dönüştüğü gözler önüne seriliyor. Bu belge-selde 3. Köprü’den ulaşım sorunlarına, emlak krizinden kü-resel kent iddiasına, Sulukule’den Taşoluk’a, gökdelenler-den Ayazma’ya kadar İstanbul’un ‘gerçek’ yüzü 90 dakika içerisinde karşımızda duruyor. Bu belgesel ayrıca SİYAD tarafından En İyi Belgesel Ödülü’ne de layık görülmüştür.

Page 64: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

62 / / 2012 Haziran

BUZ DEVRi SAHNELENiYOR

En

başarılı animas-

yonlardan “Buz Devri”

(Ice Age), sahneye geliyor. İlk

üç filmin öyküsü üzerine kurgulanan

şov, buz pateni, kukla gösterisi ve film

gibi unsurlardan oluşacak. “Ka” ve “Dralion”

gibi Cirque du Soleil yapımlarıyla ün kazanan

Guy Caron tarafından yönetilecek “Buz Devri

Canlı! Bir Mamut Macerası” (Ice Age Live! A

Mammoth Adventure) adlı gösterinin açılışı,

Londra’daki Wembley Arena’da yapılacak.

Twentieth Century Fox ve Stage Enter-

tainment Touring Productions tara-

fından ortaklaşa sahnelenecek

gösterinin dünya turu ise

beş yıl sürecek.

Page 65: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 63

BUZ DEVRi SAHNELENiYOR

Page 66: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

64 / / 2012 Haziran

KİTAP TANITIMI

Hamilelik ve Alkol adlı kitap genel olarak hamilelikte alkol tüketimi ile fetüse veri-len zarar arasındaki ilişkiden bahsetmek-tedir. Kadınlarda giderek artan alkol kulla-nımı, onların kendilerine zarar vermesi ile birlikte, çocuklarını da etkilemekte, ciddi

hasarlara yol açmaktadır.

Modern Psikiyatrinin babası olarak bilinen Benedict-Ayous-tin Morel 1857’de bir dejenerasyon te-orisi ortaya atmıştır. Morel’in teorisine göre, ebeveynin alkol kullanması ilk kuşak çocuklarda ahlak bozukluğuna, aşırı alkol düşkünlüğüne ve nitelikle-rin gerilemesine, onların çocuklarında ise daha ağır semptomların görülmesi-ne neden olur. Dördüncü kuşak çocuk-larda bu bozulma kısırlığa yol açacak kadar ilerlemiştir ve nihayetinde bu soy sona erer.

Kalıtsal hastalıkların %21’i ve kalıt-sal dejenerasyonun %20-30’u alkolle bağlantılıdır. Alkolün fetüs üzerinde olası etkileri vardır. 20.yy’ın ilk on yı-lında ‘bebek alkolikleri’ Robinovitch iki gruba ayırmıştır. Birincisi, zayıf olan ve büyük olasılıkla bebeklik dev-resinde ölen kalıtsal alkolik bebekler; ikincisi de anne sütüne karışmış ola-rak aldıkları alkolün yol açtığı prob-lemlerle karşılaşan bebeklerdir.

Kraliyet Doğum ve Jinekoloji Koleji Bilimsel Danışma ve Patoloji Komitesi, Nisan 1983’te şu açıklamayı yapmıştır: “Hamilelik sırasında alkol alımının ta-mamen kesilmesini gerektirecek yeterli kanıt olmadığını dü-şünmekteyiz. Fakat aşırı alkol tüketiminin fetüsün büyümesi ve gelişmesi üzerinde kesin olarak olumsuz etkileri vardır ve hangi miktara kadar alkol alımının güvenli olduğu bilin-memektedir. Bu nedenle, kadınlar hamilelikte alkol alımının olası zararlı etkilerinin bilincinde olmalıdırlar.”

Annenin alkol kullanımı, bebeğin normal gelişimi ve can-lılığı açısından çok zararlı bir durumdur. Bu açıdan verdiği zarar babanın alkol kullanmasının verdiği zararla kıyaslan-mayacak derecede fazladır. Kadınların alkol kullanmasının

önüne geçilmesiyle, yalnızca toplumu sağlığa zararlı bir ko-nudan uzak tutmuş olmakla kalmayıp, çocukların eğer ya-şarlarsa toplum için birer yük ya da tehlike oluşturacak bir biçimde dünyaya gelmeleri de önlenmiş olacaktır.

Başka bir araştırmaya göre ise, alkolik annelerin bebekle-rinin %91’i normalden daha ufak ve baş çevresi ölçümleri normalden ortalama %5 daha düşük ve her on bebekten biri ‘fetal alkol sendromuna özgü anormal yüz yapısına sahiptir.

Doğum sonrasında bebeklerin çoğu yavaş bir büyüme gösterirler ve yine bu araştırmaya göre 1 yıldan fazla ya-şamayı başarabilen on bebekten altı-sında gelişme geriliği saptanmıştır.

Son olarak, yapılan başka bir araştır-mada, hamilelikte orta düzeyde içki içen annelerin çocukları, 4 yaşına gel-diklerinde dikkatlerini bir konu veya nesneye yoğunlaştırmakta oldukça güçlük çektiklerini ortaya koyuyor. Bu annelerin hiçbiri hamilelikleri sırasın-da ortalama olarak dört bardaktan faz-la içki tüketmemişlerdir. Orta düzeyde alkol tüketen annelerin bebeklerinde daha gizli hasarların oluştuğu görüşü böylece ortaya çıkıyor.

Bu kitap hamilelikte alkol kullanımı-nın yol açtığı riskin değerlendirilmesi ve kadınların bilinçlendirilmesi nok-tasında önemlidir. Ayrıca alkolün be-beğe verdiği zararların yanı sıra neden olduğu tahribatların farkına varılması,

akıl ve ruh bakımından sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi adına yapılmış bir çalışmadır.

Künye

Kitap Adı: Hamilelik ve Alkol

Yazarı: Moria Plant

Yayınevi: Doruk Yayınları

Sayfa: 133

HAMİLELİK VE ALKOLÖzgenur Zobi

Fatih Üniversitesi - Psikoloji

Page 67: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 65

Candan Meşaleler

(Mavi Marmara Şehitlerine)

Körlüğün kanıksandıkça yükselen duvarı delinsin diye

Canını meşale yapan, cennetten dokuz yıldız aktı Akdeniz’e

Kanlarını kandil yapıp yol gösterdiler dua yüklü gemiye

Otuz bir mayıs sabahı o gemi ışıktan bir dolunaydı

Dünyanın saklı, kaçak çehresini gösterdi kendisine

Bir sabah canevimize limansız gemi düştü

Yalaz gibi, derin boşluğa, unutuluşa düştü

Yelkeni merhametle dolan gemi, kara parlaklığa;

Haksızlığa yumulan göz kapaklarına düştü

Çocukların gamzesini kattı okyanus sularına

Zamanı ağartan dokuz kandan yıldız

İyilikten işaretler çizdi yalnızlık atlasına

Bir Akdeniz sabahı, gökyüzü ayna

Sanki melek kanadı, sanki kör kuyudan kara;

O sabah her insan, aynada gördü kendini doyasıya

Akıl insafla sınandı, merhamet vatanıyla

Dünyaya çarptı bir gemi Akdeniz’i yara yara

Dokuz kandan ışıkla yandı aydınlandı dünya

Mühlet aldı iyi niyet, yerine koştu umut

O sabah gözleri ışıl ışıldı gökyüzünün

Dili tutuldu o sabah, yüzüstü düştü körlük

Ahmet Mercan

Page 68: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

66 / / 2012 Haziran

MUDANYA“ANDOLSUN İNCİRE VE ZEYTİNE…”

Mudanya… Yeşili ve masmavi denizi ile tam bir sahil kasabası… Havası ayrı güzel, toprağı ayrı bir bereketli… Bir de zeytin zamanında sarmaz mı tüm kasabayı bir zeytin kokusu, seveni bü-yülermiş gibi... Gelin bu eşsiz manza-

rası, havası, zeytini ve yemişi ile bu tatlı, küçük kasabayı hep beraber tanıyalım…

Coğrafya ve İklimi

Mudanya, Türkiye’nin kuzeybatısında yer alan, Marmara Bölgesi’ndeki Bursa ilinin bir ilçesidir. Kuzeyinde Marmara Denizi’nin bir girintisi olan Gemlik Körfezi yer alır. Batı-da Karacabey, güneyde Bursa, doğuda yine Bursa’nın ilçesi olan Gemlik ile komşudur.

Mudanya 28-29º doğu boylamları ile 40-41º kuzey enlem-leri arasında yer alır. Bursa’ya 32 km. uzaklıkta olup 346 km2’lik bir alan kaplar. Toplam nüfusu 31.029, kasaba nüfu-su 10.606, nüfus yoğunluğu 90 kişi/km2’dir. 1 bucağı ve 36

köyü vardır. Gemlik Körfezi’nin güney yüzünü kaplayan ve Bursa Ovası’nı denizden ayıran Mudanya Dağları, doğu-batı yönünde uzanır. Batıdan, Susurluk Çayı’nın denize döküldü-ğü yere kadar uzanan en yüksek tepe 600 metre yüksekliğin-deki Karatepe’ye kadar erişir. Belli başlı akarsuyu Nilüfer Çayı’dır. Arazi engebeli bir yapıya sahiptir.

Mudanya’nın Tarihçesi

İlk adının Myrlea olarak bilinen Mudanya’nın tarihi milat-tan önce 7. yüzyıla dayanmaktadır. 12 İyon şehir devletinden olan gemlik ve Erdek’in de kurucusu Kolofonlular tarafından kurulmuştur. Zaman zaman işgale uğrayan şehir, Makedonya Hükümdarı 5. Filip (Philippos) tarafından yıkılmış ve yerine, Apameia adı ile yeni bir şehir inşa edilmiştir. Bu şehir de işgale uğramış ve imar edilerek Montania adını almıştır. Mu-danya adının da buradan geldiği sanılmaktadır.

Mudanya,1321 yılında Orhan Bey tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmıştır.

KÜLTÜR TANITIM

Meryem Olcay

Page 69: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 67

Mudanya Kasabası, Mondros Mütarekesi’nden sonra, önce İngiliz istilasına uğramıştır. Fakat Jandarma Onbaşısı Şükrü Çavuş’un İngiliz Deniz Piyadesi’nin çıkartma yaptığı iskele-de İngiliz Ordusundan bir binbaşı ile bir eri öldürmesi üze-rine bu işgal bir gün bile sürmemiştir. 25 Haziran 1920’de gerçekleşen bu olaydan 11 gün sonra İngiliz ordusunun ye-rini Yunanlılar almıştır. Düşman işgali altında 2 yıldan uzun süre kalan Mudanya, 12 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulmuştur.

Türk Kurtuluş Savaşı’nı sona erdiren anlaşma 3-11 Ekim 1922 tarihleri arasında yapılan konferans sonucunda Mudanya’da imzalanmış ve Mudanya Mütarekesi adını almıştır.

Akdeniz İklimi

Mudanya’da yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı, Akdeniz iklimi hüküm sürer. Yükseltinin azlığı ve denizin etkisiyle kışın ılıklığı ve yaz mevsiminin fazla sıcak olmayışı belirgindir.

Ekonomisi

Zeytincilik, ilçe halkının birinci derecede gelir kaynağıdır. Bağcılık, sebze ve meyvecilik, ayçiçeği, soğan ve tahıl gibi diğer tarımsal faaliyetler, az miktarda da olsa yapılmaktadır.

İlçede iş hacminin birçoğunu ithalat-ihracat işlemleri oluş-turmaktadır. İthalat, hem deniz hem de karayoluyla gelen sanayi mamullerinden; ihracat ise Bursa Organize Sanayi bölgesinde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarının ürettikleri mamullerden ve gemilerle yapılan maden cevheri ihracatın-dan meydana gelmektedir.

Marmara Denizinin aşırı kirlenmesi sonucu balıkçılık sek-töründe büyük gerileme olmuştur. Yaz mevsiminin serin geçmesi nedeniyle turizm sezonu pek uzun sürmemektedir. Yabancı turizmin yanında, özellikle başta Bursa olmak üzere çevre il ve ilçelerden gelenlerin oluşturduğu günübirlik yerli turizm faaliyetleri yapılmaktadır. Bunun yanında kendi yaz-lık evlerinde kalanların sayısı da hayli fazladır.

Page 70: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

68 / / 2012 Haziran

KÜLTÜR TANITIM

İlçenin en eski yerel gazetesi Mudanya’nın Sesi Gazetesidir ve halen yayın hayatını sürdürmektedir.

İlçeye bağlı Güzelyalı semtinde açılan modern terminal-le hızlı feribot aracılığıyla İstanbul’a 75 dakikada ulaşmak mümkün olmaktadır.

Mudanya’nın Siyah İncisi

Aroması, lezzeti ve kalitesi ile dünya-nın sayılı zeytinlerinden olan Mudanya zeytini, Mudanya’nın simgelerinden biridir. Denizle bütünleşen doğa-sı, tarihteki önemi ile görül-meye değer yerlerden biri olan Mudanya’ya yolunuz düşerse mut-laka yöreye özgü zeytinlerin tadına bakmadan dönmeyin.

Mudanya tipi zeytin, dünyada tat ve aroma olarak ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Mudanya zeytinini özel kılan ise; etli, iri, yanaklı ve bir bu kadar da küçük çekirdekli olmasıdır. Ayrıca bu yörede yetişen zeytinler, diğer bölgelerde yetişen zeytin-lere nazaran çok daha lezzetlidir. Zeytiniyle ünlü Mudanya,

üretilen zeytinyağları ile de kendinden oldukça söz ettirir. Rengi lezzeti ve yoğunluğu ile dikkat çeken zeytinyağları yörenin ekonomisinde önemli rol oynar.

Şifa deposu zeytini seçerken çekirdekleri küçük olan-ları almaya dikkat edin. Zira zeytinin çekirdeği ne

kadar küçük olursa kalitesi ve lezzeti de bir o kadar iyi olur.

Bu bölgeden elde edilen zeytin fidelerini her ne kadar Ege ve Akdeniz’e götürülüp orada da yetiştirilmeye çalışılmış olsa da fakat iklim nedeniyle Marmara’da

ki ayrıcalıklı tadı ve zeytin özelli-ğini elde etmek mümkün olmamış-

tır.

İncir; Nam-ı Diğer Mudanya Yemişi

Mudanya’nın siyah ve yeşil inciri, yöre halkının zeytinden sonra gelen ikinci en önemli ürünü. Mudanya inciri Türkiye pazarında ve ihracatta önemli bir yer tuttuğu gibi Avrupa pa-zarının da gözdesi durumundadır.

Page 71: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

yesilay.org.tr / 69

Mudanya’nın hemen dibinde 5 kilometrelik mesafede olan özellikle Yörükali köyünün verimli topraklarında yetişen her şeye deva siyah incir nerede ise dolarla baş eder konum-da bulunuyor. İncir piyasasının önemli bir bölümü- nü kapsayan ve nüfusu 650 olan Yörükali köyün-de her incir hasadında 1000 tona yakın in-cir üretimi, dünyanın önemli ülkelerine de her yıl soğuk zincirle ihraç ediliyor. Bunun dışında Amerika’ya da gelecek yıl içerisinde 150 ton incir ihracatı başlaya-caktır.

Beyaz ve siyah olarak kurutulup tüketilen incirin insan vücuduna da birçok faydası bulunuyor. İncir vi-tamin ve mineral çeşidi bakımından oldukça zengin bir besin deposudur; bağırsak iltihabı, boğaz ağrısı, bronşit, öksürük, kabızlık ve hemoroit hastalıkları gibi şikâyetleri de ortadan kaldırıyor.

Kış aylarında vücuda direnç katan incir, bünyesinde şeker, organik asitler, A, B1, B2, C gibi birçok vitaminleri barındı-rıyor. Ayrıca içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve

minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olan incirin içeriğinde bulunan ‘benzaldehit ‘adlı madde sayesin-de de kanserli hücrelerin büyümesi önleniyor ve bu nedenle incirin bol bol tüketilmesi gerekiyor.

Tarihi ve Turistik Yerleri

Mudanya denizi ve yeşilliği ile ünlü bir kasabadır. Gerek Trilye (Zeytin-bağı) ile gerekse de sahili ve piknik alanları ile özellikle yaz aylarında

birçok kişiyi kendine çekmektedir. Bu nedenle Mudanya’ya bir tatil bel-desi de diyebiliriz. Bunların yanı sıra eski ahşap evlerinin de bulunduğu Rum Mahallesi’ni gezdiğinize farklı bir mi-

mari ile karşılaşacaksınız. İtalyan bir mü-hendis olan Piçiretu’nun planladığı mahallede evler o kadar iyi yapılmış ki, nereden baksanız denizi görebilirsiniz. Aynı şekilde başta “Mudanya Mütareke Evi” olmak üzere “Tahir Paşa Konağı” ve tarihi kiliselerin de bulunduğu Mudanya’da kıyı şeridindeki balık restaurantlarında balık yiyerek hoş bir hafta sonu geçirebilirisiniz.

Page 72: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

70 / / 2012 Haziran

Çeviren: Arif Çifçi

On beş günde bir neşrolunur. Sıhhi ve içtimai içki düşmanı gazete

Hilal-i Ahdar

Page 73: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

BAŞMUHARRİRİMİZİN KONFERANSI

Geçen hafta Üsküdar Sokullu Numune Mektebi müsameresinde başmuhar-ririmiz Doktor Fahrettin Kerim Bey tarafından çocuk ruhiyatı mevzuu üzerine bir musahebe yapılmıştır.Bu musahebede çocuk terbiyesinde takip

edilecek yollardan, tabii ve sinirli çocuklardan bahsettik-ten sonra, veraset kanunlarında mecnun aileler, sinirli ve kuul perestlerin (sarhoş) izdivaçlarından çarpık ve mec-nun mahsuller meydana çıktığını tablolar göstererek izah etmiştir. Memleketimizde zeki ve aptal çocukların aynı mekteplerde tahsil gördüğünü, bu gibi aptal çocukların sınıflarda mütemadiyen ibka kalmak suretiyle tahsilleri-ni yarıda bıraktıklarını vatana nafi olamadıklarını ariz ve amik anlattıktan sonra İstanbul, Ankara ve diğer kalaba-lık şehirlerde tecrübi ruhiyat laboratuvarlarının tesisi ile çocukların kabiliyet-i zekailerine göre mekteplere sevk edilmesi, dimaen geri kalan çocukların Avrupa’da olduğu gibi yardımcı mekteplere gönderilerek kendi kudretlerine göre sanata alıştırılmalarının muvafık olacağını söyle-miştir. Üsküdar mıntıkasında mevcut mekteplerin heyeti talimiyeleri ile çocuk velileri ve yüksek sınıfların talebe-lerinden mürekkep kalabalık münevver bir kitle samiini teşkil ediyordu.

GENÇLİK TERBİYESİ

Cenevredeki Salib-i Ahmer Cemiyeti Komitesi gençliğin maddi ve manevi(ahlaki) terbiyesi mesailiyle iştigal etmek üzere her milletin Salib-i Ahmer Cemiyetlerinin birer kav-miyete teşkil etmelerini talep etmiştir. Bu yazın beynel-milel bir heyet teşkil edilerek mesele-i mezkure beynel-milel bir surette tezekkür edilecektir. Bu pek ehemmiyetli mevzu üzerinde İkdam Başmuharriri Cevdet Bey gençli-ğin terbiyesi sernamesiyle neşrettiği makalesinde Salib-i Ahmer teşebbüsünün memleketler için çok ehemmiyetli bir iş olduğunu, terbiye hususunda ne yapacağını bileme-yecek bir halde olduğumuzu, terbiyemizin buhran içinde yüzdüğünü, muharebe-i umumiden sonra bütün milletleri düşündüren ahlaki sarsıntılara karşı Salib-i Ahmer’in te-şebüsü Hilal-i Ahmer merkezinin şimdiden hazırlanmak suretiyle iştirak etmesini temenni ediyor. Son zamanlarda memleketimizin irfan müesseselerinde adeta anarşiyi an-dırır bir tarzda görülen tezebzübler(kararsızlıklar) İkdam

sermuharririnin feryat ve temennisine hak vermektedir. Mesele pek ziyade ehemmiyetlidir. Terbiye hocalarımız, tababet-i ruhiye mütehassıslarımız toplanmalı, içtimai dertlerimizi münakaşa ve tespit etmelidirler.

GRİP TEVESSÜ’ EDİYOR

Geçen nüshamızda grip salgını başladığını yazmış idik. Anadolu’nun birçok şehirlerinden aldığımız mektuplar-da salgının şiddetle hüküm-ferma olduğu bildiriliyor. Bir hususta da ahalimizin lakaydısı grip salgınının tevessüne sebep oluyor. Gripli olanların yanına gitmemek, ağzı, bur-nu temiz tutmak, biraz kırgınlık hisseder etmez istirahat etmek, terlemek, kalabalık yerlere sokulmamak başlıca korunma tedbirleridir. Halkımız ne vakit bulaşık hastalık-lardan sakınmayı öğrenirse memleketimizde emraz-ı sari-yeden halas bulur.

GAYR-İ AHLAKİ NEŞRİYAT HAKKINDA

Muhil ahlak neşriyatı hakkında şedit takibat icrası için müdde-i umumilere adliye vekaletinin tebligatta bulundu-ğunu 7 Şubat tarihli yevmi rüfekamızda Ankara telgrafı olarak okuduk. Hükümet murakabe vazifesini icra eder-ken asıl iş aile reisi olan babalara teveccüh ediyor. Veli-ler, henüz beyni tekemmül etmemiş masum yavrularına verdikleri harçlıkları nereye sarf ettiklerini sormalıdırlar. Avrupa’da ancak fahişe evlerine giren çıplak resimli, açık yazılı gazeteler bizde en namuslu ailelerimizin harim-i is-metine kadar sokuluyor. Yazık ve günah !..

ESRAR KABAKLARININ ENCAMI

Bu serlevha ile Karagöz refikimiz Edirne’de ticarethane ve mağazalar yerine boyna meyhane ve birahane açıldı-ğından şikayet eden Edirne gazetesinin benden bahsettik-ten sonra Atina kahvelerinde alenen esrar içildiğinin, her kahvede marpuçları ağızdan ağza geçen esrar kabakları-nın bulunduğundan şikayet edildiğini, bu gidişin doğru ol-madığını, gözümüzü açmak lazım geldiğini yazıyor. Nasıl içiyor ve nasıl eğleniyoruz diye tabancalı, saldırmalı mey-hane hayatımızı tasvir eden bir resimle de gafillerin dikkat nazarlarını celp ediyor.

ARŞİV

yesilay.org.tr / 71

Page 74: Yeşilay Dergisi-Haziran-941.Sayı

72 / / 2012 Haziran

Alıntılar

Bu yazılar www.alintilardefteri.net esas alınarak hazırlanmıştır.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler, Günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların, Çocukların avuçlarında yeşerecekler.Nazım Hikmet Ran

Aklı başında hiçbir insan, ömrünün üçte birini yastığına bağışlamaz... Erdal Demirkıran

Belli bir bozgun yaşamışızHer şeye ölüm dadanmış sankiKadınlar ki anne olmamak için direniyorlarErkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlarÇocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar Erdem Beyazıt

Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yü-zünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden. A. Einstein

İnsan, ister mermi kullansın, ister oy pusulası; iyi nişan almalı, kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı.Malcom X

Neden küçük çocuklar yaptıkları resimleri büyüklere verme-yi bu kadar çok severler? Bir sevgi bağı oluşturmak? İçle-rinden, kalplerinin derinliklerinden gelen o nesneyi vererek bir başka insanı mutlu etmek? Vermek en başta vereni mutlu eder. Zira vererek insan kendi büyüklüğünü, güzelliğini, gönül zenginliğini yaşar.Boris Cyrulnik

HİKMETLİ ÇİZGİLER