Yeni Birlik 4/2010

23
YENİ BİRLİK Demokrasİ • seçme özgürlüĜü • İşbİrlİĜİ • Dayanışma İsveç Türk İşçİ Derneklerİ feDerasyonu yayın organı•www.trf.nuYıl (år): 34Sayı (nr.): 4/2010 19 EYLÜL SEÇİMLERİNE DOĞRU

description

Yeni Birlik Dergisi Sayı 4/2010

Transcript of Yeni Birlik 4/2010

Page 1: Yeni Birlik 4/2010

yenİ bİrlİkDemokrasİ • seçme özgürlüĜü • İşbİrlİĜİ • Dayanışma

İsveç Türk İşçİ Derneklerİ feDerasyonu yayın organı•www.trf.nu•yıl (år): 34•Sayı (nr.): 4/2010

19 EYLÜL SEÇİMLERİNE DOĞRU

Page 2: Yeni Birlik 4/2010

yenİ bİrlİk 3

Başyazı

İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu Aylık yayın Organı Utges av Turkiska Riksförbundet • Adres/Adress: Järnvägsgatan 86 172 75 Sundbyberg • Tel: 08-728 00 34 - 08 531 732 05 -08 531 706 15 Fax: 08-728 00 42 • Internet: http://www.trf.nu • e-mail:[email protected] [email protected] • Telefon saatleri (hergün)/Telefontid (vardagar): Pazartesi-Cuma / 09.00-12.00 / 13.30-17.00 Sahibi/Ansvarigutgivare: Hasan Dölek • Redaksiyon/I redaktionen: Hasan Dölek, Ramazan Kavaklı, İlknur Akdağ, Adem Okur • İlan sorumlusu/Annonsansvarig: Adem Okur • Grafik Tasarım/Layout: Yasemin Celebi • Dizgi/Sättning: Atilla Kulbay Yıllık abone ücretleri/Årsprenumeration: Üyeler/Medlemmar: 100:- Örgüt ve Kurumlar/Org: & Ins: 250:- Yurtdışı/Utrikes: 250:- PlusGiro: 439 83 10 – 5

Önemli / Viktig: Sipariş edilmeyen yazılardan veya okuyucu mektuplarından redaksiyon sorumlu değildir!Redaktionen är icke ansvarig för insänt eller ej beställd material!Verilmiş veya verilecek anonslarda olası değişliklikler, her iki ayda bir ayın 15’inde Yeni Birlik’e ulaştırılması gerekmektedir. Verilen tarihten sonra itiraz veya değişiklik istemi geçersiz olup, muhtemel yanlışllıklardan Yeni Birlik sorumlu tutulamaz.Annons och/eller manustext förväntas vara oss tillhanda senast den 15 i varannan månad.Yeni Birlik förbehåller sig rätten till ansvarsfrihet för fel som inte reklamerats inom angiven tidsgräns.

SAYI : 4/2010 yenİ bİrlİk

Değerli okurlar,

İçinde bulunduğumuz ay, İsveç’de yerel ve genel seçimlerin yapıldığı bir dönem. Sokaklarda, özellikle meydanlarda siyasi partilerin kulübelerini ve pankartlarını görmekteyiz.Bütün siyasi partiler vatandaşları etkileyip, oylarını alabilmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Peki biz Türkler veya göçmenler ne yapmalıyız?Seçme ve seçilme hakkımızı aldığımız ilk dönemlerde göç-menlerin sandığa katılımı yaklaşık % 70 civarında olmuştur. Bu durum hem gurubumuzda hemde İsveç medyasında menuniyet verici karşılanmıştır. Daha sonraki yıllarda bu katılım yavaş yavaş düşerek son 2006 seçimlerinde bazı bölgelerde en fazla % 45 olmuştur. Bazı bölgeleri ise söyle-meye dilim varmıyor. Halbuki her geçen gün İsveç’deki nü-fusumuz artmaktadır. Fakat bu artış hiçbir zaman sandığa yansımamıştır.

Gezdiğimiz bölgelerde hep şunu duyuyoruz ve bizlerde sö-ylüyoruz.Seçime katılımı artıralım. Oylarımızı kullanalım, diyoruz. Fakat sadece körü körüne gidip kullandı olsun diye değil,bilinçli olarak oylarımızı kullanmalıyız.İsveç’e geldiğimiz günden beri bizlerin yanında olan ve destek-leyen partilere, şuan seçim programında biz yabancıların hak ve hukukunu savunan partileri unutmamalıyız.Yine oylarımızı verirken biz göçmenlerin hala işçi sınıfında olduğumuzu unutmayalım. İşçilerin, gençlerin,emeklilerin ve kadınların haklarını savunan partileri araştıralım, inceleyelim ve tercihi-mizi o partilerden yana kullanarak, oylarımızı kullanmalıyız.

Değerli dostlar,

Seçimler de tüm adaylarımıza başarılar diler, bu vesileyle he-pinizin mübarek ramazan bayramını kutlar, hep birlikte nice bayramlara ve seçimlere dileklerimle.

SaygılarımlaHasan Dölekİsveç Türk İşçi DernekleriFederasyonu Genel Başkanı

3 başyazı 4 güvence ve güven7-27 seçim adayları nurcan gültekin bilal Doğan ali öztürk serkan köse Hasan Dölek muharrem Demirok ali kınalı sedat Doğru selen kayhan mehmet kaplan aydan sedef özkan30 ramazan, bayram ve seçim32 sigorta köşesi

Page 3: Yeni Birlik 4/2010

4 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 5

SEÇİM SEÇİM

Yenİ BİRLİK 54 Yenİ BİRLİK

Foto: HolgEr StaFFanSSon

Türkiye’ye gidince arkadaşlarla ve akrabalarla konuşurken insan Türkiye ile İsveç’i karşılaştırmadan edemiyor. Bu yaz yaklaşan İsveç seçimleri beni bulduğum farkların politik kökenleri üzerine de düşünmeye sevk etti. İsveç toplumunda alıştığımız genel refahın Türkiye’de olmaması beni orada yaşayan sevdiklerim adına hep üzmüştür. Refah aslında çok soyut bir kavram, günlük hayat açısından bakınca güvence demek daha doğru.

türk modeliKısa süre önce Türkiye’de emekli olan annem ve babam yaşlılıklarında karşılaşacakları sağlık sorunları ve başka zorluklar karşısında devlet kurumlarından gerekli destek ve yardımı alacaklarının güvencesini his-setmiyorlar. Bunun yerine güvenceleri maddi birikimleri, özel sağlık sigortaları ve ben, oğulları. Yeni çocuk sahibi olan arkadaşlarım çocuklarının bakımını nasıl organize ve finanse edeceklerini kara kara düşünüyorlar. Türkiye’de ha-milelik öncesi çalışan kadınlar ya çocuk bakmak için işten ayrılmak zorunda ya da çocuklarına bakacak bir akraba veya özel bakıcı bulmak durumunda. Çocuk-lar biraz büyüdüğünde ise maddi imkânı olanlar bu sefer de özel yuva ve özel okul peşinde koşmaya başlıyorlar. Arkaba veya özel bakıcı desteği alamayan an-nelerin, çocuklar okula başlayana kadar iş hayatına dönmesi hâliyle mümkün değil. İş hayatının koşulları da çok ağır. Dizginler tamamıyla işverenin elinde. Yeni işe giren arkadaşlarımın ilk sene izin hakkı yok, sonra ise yıllar boyu sadece iki hafta izne talim ediyorlar. Arkadaşlarımın çoğu bir sendikaya üye değil, hattâ üye olabilecekleri tür bir sendika bile yok. Maaşları ve iş koşulları direk işveren tarafından belirleniyor ve özellikle özel sektörde her an kolayca işten çıkarılma endişesiyle yaşıyorlar. İşsiz kaldıklarında ise İsveçteki gibi bir işsizlik sigortası olmadığı için geçim için eski tasarruflarla aile desteğine başvuruyorlar.Maddi imkânları kısıtlı aileler ka-liteli bir eğitim vermek istedikleri çocuklarını özel okula gönderememe-nin burukluğunu yaşıyor. Geçenlerde bir arkadaşım çocuk sahibi olmayı çok istediğini ama bunun için daha birkaç sene daha para biriktiresi gerektiğini

söyledi. Gençlerin iyi bir üniversiteye girmek için birkaç sene özel dershaneye gitmesi ya da özel öğretmen tutması gerekiyor. En iyi üniversitelerin özel ve ateş pahası olduğu Türkiye’de bazı gençler kazandıkları bölümlere burs alamadıkları için gidemiyebiliyor. Özel olmayan devlet üniversitelerinin öğrenci harçları ve yurt ücretleri bile gayet yü-ksek. Aileler için çocuklarının iyi bir bakım ve eğitim alacaklarının güven-cesi devlet kurumları değil de kendi maddi imkânları. Sağlık konusunda da Türkiye’de insanlar benzer bir durumla karşı karşıya. Devletin sunduğu sağlık hizmetlerinin düşük kaliteli ve yavaş olduğu Türkiye’de maddi imkânı ol-mayanlar bunlarla yetinmek zorunda kalırken maddi imkânı olanlar özel sağlık sigortasına başvuruyor. Yerel yö-netimlere baktığımızda ise yine belediye hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle maddi imkânı olanların özel hizmet-ler sunan sitelerde oturmayı ve toplu taşıma yerine kişisel arabalarını tercih ettiğini görüyoruz. Kısacası Türk mo-deline göre iyi bir yaşam standardının güvencesi devlet desteği veya kamu hiz-metleri değil de özel tasarruflar ve aile desteği. Çoğu zaman aile desteği olsa dahi maddi yetersizlikler iyi bir yaşam standardının önüne geçiyor.

İsveç modeliBiz İsveç’te yaşayan Türkler için ise du-rum çok farklı. Yaşlılıkta geçinmeye ye-tecek bir emeklilik maaşının ve yaşlılara yönelik türlü kamu hizmetinin varlığı sayesinde sürünmeyeceğimizin ve se-vdiklerimize yük olmayacağımızın gü-vencesini hissediyoruz. Kadınlar çocuk iznini kocalarıyla paylaşma şansına sa-hip. İş hayatına dönüşlerini kolaylaştıran ve garanti altına alan kanunlar var. İsveç’in her köşesinde çocuklarımızın gidebileceği kaliteli yuva, okul ve üni-versiteler mevcut ve eğitim ücretsiz. Lise ve üniversitede okurkenki günlük mas-raflar için düşük faizli krediler ve devlet hibesi dahi var. İsveç modeli dediğimiz bu refah modelinin temelinde bireyin hasta da olsa, yaşlansa da, işsiz de kalsa, ailesiyle anlaşamasa da belli bir yaşam standardının altına düşmeyeceğinin güvencesini hissetmesi ve bu güvenceyi, vergilerle finanse edilen kamu hizmetle-rinin sağlaması var. Ancak tüm bunlar-dan daha da önemlisi, kamu hizmetle-

rinin bu asgari standarttan daha yüksek bir yaşam standardını da vaat etmesi. İsveç’te ücretsiz eğitim imkânlarından yararlanıp kendini geliştiren ve tam zamanlı çalışan bir birey dünyanın en yüksek yaşam standartlarından birine sahip olabiliyor. Aynı zamanda kamu hizmetlerinin kalitesi öyle yüksek bir seviyede ki maddi imkânı olan birçok kişi bile özel alternatifleri tercih etme gereğini duymuyor. İşte Türkiye’de ailem ve arkadaşlarım için eksikliğini hissettiğim İsveç modelinin özü bu. Bu, modelin ana hatları ve temel ilke-leri ama tabii ki günümüz İsveçinde bu modelin mükemmel bir biçimde hayata geçirildiğini ve herşeyin güllük gülistanlık olduğunu iddia etmek abartı olur.

İsveç modeli nereye gidiyor?İsveç’te yaşayan Türkler olarak bu refah modeli sayesinde kendimiz ve sevdiklerimiz adına bu güvenceyi duyduğumuz gibi Türkiyedeki sevdikle-rimizin benzer bir güvenceyi ailelerinde ve maddi olanaklarda aradığına ve bunu bulamadıkları ölçüde de endişe içinde yaşadıklarına şahit oluyoruz. Türkiye’de büyümüş ve sonradan İsveç’e yerleşmiş biri olarak bana İsveç ile Türkiye arasındaki en büyük fark ne diye sorarsanız gelecek endişesi olmadan yaşamak derim. Bunda tabii ki Türkiye’nin İsveç’ten daha fakir ve kalabalık bir ülke olmasının payı büyük. Ancak benim asıl söylemeye çalıştığım Türkiye gibi bir ülkeyi yakından tanıyan kişiler olarak İsveçteki refah modelini daha geniş bir perspektif-

ten değerlendirmemizde ve kıymetini bilmemizde fayda olduğu. Bu modele uzun uzadıya değinmemin sebebi ise İsveç modelinin geleceği hakkında derin endişeler duymam. Kanımca 19 eylül seçimleri İsveç modeli için sonun başlangıcı olabilir.

Bildiğiniz gibi İsveç modelinin mimarı Sosyaldemokrat İşçi Parti-sidir. Ancak uzun seneler tek başına hükümette kaldıktan sonra Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra esen sağ rüzgârlardan ve 1990’ların başındaki ekonomik krizden etkilenen sosyalde-mokratlar da bu modelin zayıflamasına, ara sıra hükümette yer alan sağ partiler kadar katkıda bulunmuştur. Kamu ikti-sadi teşebbüslerinin özelleştirmesinde ve kamu mallarının satılmasında, özel okullara dolaylı devlet yardımı yapılmasında, sağlık sektöründe özel hizmetlerin payının artmasında, er-ken emeklilik ve hastalık izni alma koşullarının zorlaştırılmasında sosyaldemoratların 1990’lardan beri sağa kayışının payını büyük. İşte yirmi senedir bu şekilde sağlı sollu darbeler yiyen İsveç modeli 2006 seçimlerinde sağ ittifak hükümetinin başa gelmesiyle yeni bir döneme girdi. Daha önceleri sistem değişimi istediğini, yani İsveç modeline karşı olduğunu açıkça söyley-en Muhafazakâr Parti (M) 2006 seçim-leri öncesinde aniden İsveç modeline iman ettiğini ilan edip kendisini yeni işçi partisi olarak lanse etmeye başladı. Ancak bu parti liderliğindeki sağ koalisyonun izlediği politikalar birçok kişide muhafazakârların takiyye yaptığı şüphesini doğurdu.

Muhafazakârların adı ve söylemi yeni ama ya politikaları? Kendimize sormalıyız, onyıllar boyunca İsveç modelini rafa kaldırmak için çaba gösteren ve zenginlerin partisi olarak ün yapan Muhafazakâr Parti’nin gerçek-ten değişip bu modele sahip çıkan bir halk partisi haline geldiğine ne kadar inanıyoruz? Bu partinin liderliğindeki sağ koalisyonun toplumsal refahı muhafaza edeceğine ne kadar güve-niyoruz? Sözde eski sosyaldemokrat söylemleri kopya eden bu sağ ittifak özde eski politikalarını yeni yöntemlerle güdüyor olmasın sakın. Bu sağ ittifakın politikaları size, hastalanırsanız veya işsiz kalırsanız ne kadar güvence veri-yor? Sağ ittifak başa geldiğinden beri devletten alacağınız destek konusunda kendinizi önceki sol hükümetlere oranla daha mı çok, daha mı az güvencede his-sediyorsunuz? Sağlık, eğitim ve belediye alanlarında sizin ve sevdiklerinizin aldığı kamu hizmetleri sağ ittifak hü-kümetteyken iyileşti mi kötüleşti mi? Kısacası kamu hizmetlerinin kalitesini korumak ve iyileştirmek konusunda sağa mı sola mı güveniyorsunuz? Sağ it-tifak İsveç’i Türkiye’den farklı kılan re-fah sistemini korumak mı istiyor yoksa koruduğunu söylerken yavaş yavaş altını mı oyuyor, yani takiyye mi yapıyor?

Sağ ittifakın liderleri gülüyor. Bu hükümetle 4 yıldan sonra sizin de yüzünüz gülüyor mu? Sağ cebinize giren sol cebinizden fazlasıyla çıkabilirTuzunuz kuruysa, yani sizin ve yakınlarınızın sağlığı yerindeyse, işiniz

varsa ve geliriniz iyiyse şöyle dediğinizi duyar gibiyim: Bu hükümet başa geldiğinden beri daha az vergi ödüyo-rum. Hükümetin vergileri düşürdüğü ve birçoğumuzun cebine öncesinden daha fazla para girdiği doğru. Ancak unutmamalı ki sağ cebinize vergi indi-rimi olarak giren para sol cebinizden kötüleşen kamu hizmetleri ve azalan sosyal güvence olarak fazlasıyla çıkabilir. Burada çok dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Sağ cebe giren vergi indirimi müspet ve kolay fark edilebilirken sol cepten gidenleri anlamak araştırma ge-rektiriyor ve sonuçları daha uzun vade-de ortaya çıkabiliyor. Bazı kötüleşmeler mesela ancak hayat durumunuz işsizlik veya hastalık nedeniyle değişince hisse-dilebilir hale gelebilir.

Sağ ittifak “refahın çekirdeğini” koruyacakmış.tamamını mı yoksa sadece çekirdeğini mi istersiniz? Sağ ittifak vergileri 2006-2010 döne-minde 70 milyar kron kadar düşürdü. Sağ ittifaktan yana olan Dagens Ny-heter gazetesinin genel yayın yönet-meni Peter Wolodarski bir yazısında bu miktarın gelişmiş batılı ekonomiler arasında eşi emsali bulunmaz bir dev-rim niteliğide olduğunu yazdı. Pekiyi bu devrimin bedeli ne oldu ya da ne olacak? Bu bedeli kim ödeyecek? İsveç devlet kasasından eksilen bu 70 mi-lyar kronla eskiden yapılabilen neler artık yapılamıyor? Hükümetin kendi verilerine göre belediyelerde sosyal refah alanında çalışan 40 bin kişi 2007-2009 arasında işten çıkarılmış ki buna öğretmenler ve yuva personeli de dahil. Hükümetin işsizlik sigortası ve sendika üyelik harçları konusunda getirdiği yeni kısıtlamalar 1,5 milyon kişiyi eskisinin iki katı kadar sendika üyelik harcı öde-mek zorunda bıraktı. Aynı zamanda işsizlik sigortasından alınan oranın düşürülmesi de işsizlik sigortasını ve-ren sendikaların çekiciliğini azalttı. Sonuç olarak yaklaşık yarım milyon kişi sendikalarından çıkarak işsizlik sigortasından yararlanma hakkını kay-betti. Hükümetin hesaplarına göre bu değişiklikler sayesinde 14 milyar kron değerinde vergi indirimi yapmak müm-kün oldu. Sendikaların zayıflatılmış olması ise sağın yanına kâr kaldı tabii ki. TCO sendikasının araştırmasına göre bu değişikliklerin sonucu olarak İsveç dünyanın en gelişmiş ekonomileri olan OECD ülkeleri arasında işsizlik sigortası

İsveç seçimlerine türkiye’den bir bakış

Page 4: Yeni Birlik 4/2010

6 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 7

SEÇİM SEÇİM

bedelinin maaşa oranı bakımından beşinci sıradan yirminci sıraya düşerek batıdaki en kötü işsizlik sigortası sistem-lerinden birine sahip oldu. Kısacası ver-gi indirimleri, kısmen kamu sektöründe işten çıkarmalar ve işsizlik sigortasında kötüleşmelerle finanse edildi.

Sendikaları zayıflatıp zenginlerin vergisini düşüren bir parti işçi par-tisi olabilir mi? Pekiyi sol cepten bu kamu hizmet-leri ve sosyal güvenceler kaybolurken sağ cebe bunları telafi edecek kadar vergi indirimi girdi mi? Daha doğrusu vergi indiriminden hangi kesimler yararlandı? LO sendikasının raporuna göre vergi indirimlerinin yüzde 70’i İsveç toplumunun en yüksek gelirli yarısına yaramış. Başka bir deyişle vergi indiriminin yüzde 70’i zenginlerin sağ cebine girerken sadece yüzde 30’u fakirlerin sağ cebine girmiş. Dagens Ny-heter gazetesinin hesaplarına göre vergi indirimlerinden en kazançlı çıkanlar hem annenin hem de babanın çalıştığı ve müstakil evde oturan aileler. En fazla kaybedenler ise işsizler ve hastalık iznindekiler. Hastalık izni koşullarının sene başında katılaştırılmasıyla 12600 kişi hastalık izninden mahrum kaldı. Hatırlayacağınız gibi yeni kurallar o ka-dar gayrıinsani ki kanser hastaları bile iş aramaya zorlanıyor. Kısacası sağ ittifakın politikaları toplumun en zayıf kesimle-rinin sağ cebine azıcık katkıda bulunur-ken sol cebinden çok şeyler götürüyor. Bu politikaların en çok kayırdığı kesim olan zenginlerde ise sağ cebe giren sol

cepten gidenden gerçekten de çok fazla. Aynı zamanda bu hükümet toplumun tüm kesimlerine işsiz kalmak ve hastalık iznine ayrılmak konusunda korku salıyor, güvence hissimizi elimizden alıyor ve kamu hizmetlerinde tasarrufa gidiyor. Siz karar verin, bu hükümet İsveç modeline ne kadar inanıyor ve Muhafazakâr Parti ne oranda yeni bir işçi partisi. Bu hükümetle bir dönem daha geçirirsek artık İsveç modelinden bahsetmek mümkün olmayacak.

Keskin sirke küpüne zararİsveçteki Türkler arasında bazı zeng-inlerimiz ve işverenlerimiz olsa da çoğunluk olarak alt ila orta gelirli işçi ve memurlardan oluşan bir grubuz. Hâl böyle olunca sağ ittifakın İsveç modelini zayıflatan politikalarından olumsuz etkileniyoruz. Göçmen kö-kenli, özellikle de iş gücü olarak göç etmiş bir grup olarak zamanında İsveç modelinin maddi imkânı kısıtlı bizlere ve çocuklarımıza tanıdığı imkânlardan fazlasıyla faydalandık. Bir de Türkiye’de bu imkânların yokluğunda yaşamanın nasıl olduğunu iyi bildiğimizden İsveç modelinin değerini en iyi bilen gruplar arasında yer almalıyız. Daha önce de değindiğim gibi bu modelin mimarı eski sosyaldemokratlar, mirasçısı ise günümüzün sol partileri. İsveç’te ken-dimizin ve sevdiklerimizin sosyal gü-vence altında yaşamaya devam etmesini istiyorsak İsveç modeline inandığına güvendiğimiz bir partiye oy vermeliyiz. Anlatmaya çalıştığım gibi böyle bir parti ancak sol bir parti olabilir. Sol blokun

göçmenlere verdiği önemin bir başka göstergesi de aday listelerinde göç-menlere neredeyse sağ blokun iki katı kadar yer vermesi. Ancak bu seçimde birçoğumuz soykırım kararı nedeniyle sol partileri cezalandırmak dürtüsünü hissediyoruz. Bu dürtüyü ben de his-sediyorum, böyle yapan partilere artık oyum yok diye düşündüğüm çok oldu. Ancak olanlar oldu, meclisten soykırım kararı çıktı. Soykırım konusunda sol partilerin verecekleri hasarın çoğunu hâl-i hazırda vermiş olduklarını düşünüyorum. Özellikle de hükümet-teki bir Sosyaldemokrat Parti’nin bu konuda daha da ileri gitmekten yana tavır koymasını hiç muhtemel bul-muyorum. Muhalefetteki sivrilikler hükümete gelinince yerini genellikle daha olgun yaklaşımlara bırakır. So-syal ve ekonomik olarak bize en yararlı olan sol partilere oy vermezsek aslında onları değil kendimizi cezalandırmış olacağız. Unutmayın keskin sirke küpüne zarar. Daha önce de yazdığım gibi sol partilerin soykırım konusunda içinde bulunduğu gaflet bu partilerden uzaklaşmakla değil ancak içlerinde daha aktif roller alarak giderilebilir. Bu bakımdan duygusal oy kullanmaktan kaçının ve sizin ve sevdiklerinizin menfaatine olan bir partiye oy verin! 19 eylülde önce kafanızı sonra da oyunuzu kullanın! Keskin sirke olmayın!

Memet Aktürk Drake26 ağustos 2010

nurcan gültekinKendinizi tanıtırmısınız? İsmim Nurcan Gültekin. İsveç´e 1986 yılında, evlilik yoluyla geldim. Eşim ve iki çocuğumla birlikte Stockholm `un Hud-dinge Belediyesinde yaşamaktayım. Çocuk yuvasında, yaşlılar evinde, tercümanlık bürosunda ve kendi işyerimde olmak üze-re, çeşitli meslek dallarında ve işyerlerinde çalıştım. Şu anda yüksek okulda, sosyoloji ve siyaset bilimi okumaktayım.

Hangi partiden, Hangi göreve adaysiniz?Ben, Socialdemokrat partiden il genel meclisi ve Huddinge belediyesi meclis üyeliğine adayım. Seçim sürecinde partinin ”Demokrasi ambasadör” görevini üstlenmiş durumdayım. Görevim, oy kullanma oranı hayli düşük olan yabancı kökenli insanlar arasında, katılım oranını artırmaya yönelik çalışmalar yapmaktır.

Size ve Partinize neden oy vermeliyiz. Sizi neden tercih etmeliyiz.İsveç eşitlikçi, güvenli ve demokratik sisteme sahip bir ülke olarak bilinir. Bu sistem esas olarak üç taşıyıcı gövde üzerinde kurulmuştur: adalet, eşitlik ve dayanışma. Bu sistemde in-sanlar, etnik kökenine, inançlarına ve cinsine bakmaksızın eşittirler ve aynı haklara sahiptirler. İş, ev, sağlık ve eğitimde her insan güvencededir, gelecek konusunda korku yada endişeye gerek yoktur. Bu sistem Sosyal demokrat partinin bir eseridir. Ne varki, bu sistem son yıllarda ve özelikle sağcı hü-kümetin dört yıllık yönetiminde büyük oranda bozuldu. İnsan birinci unsur olmaktan çıktı. İş piyasasi, rekabet, kar daha önce gelen unsurlar oldu. İş güvenliği, sosyal güvence büyük

darbe aldı. Toplum, çok farklı yaşam koşulları ve imkanlara sahip gruplara bölündü; lüks semtler ve varoşlar, sü-per zenginler ve sokakta barınanlar gibi. Sağcı hükümet dört senelik ikti-darinda binlerce hasta insanı sokağa attı, binlerce insanin işini kaybetmesi-ne sebep oldu. Özelleştirmeler sonucu sağlık hizmetinde, yaşlılara bakım hizmetinde ve okullarda büyük pro-blemler ve belirsizlikler yaşanmaktadır. Bütün bu değişimden, bozulmadan en çok biz yabancı kökenli insanlar etki-lenmekteyiz. İşsizlik yabancı kökenli insanlar arasında çok daha yüksek. Yoksulluk giderek artan büyük bir sorun. Bu ülkede tekrar eşitlikçi,dayanışmacı ve halkçı, demokratik bir sistemin inşasi gerekmektedir. Bun-dan en çok yabancı kökenli insanlar yararlanacaktır. Bundan dolayı herkesin, özellikle yabancı kökenli insanların, oylarını sosyal demokrat partiye kullanmalarını bekliyorum.

oy kullanacaklara ne söylemek istersinizHer seyden önce 1-19 eylül arasında oylarını kullanmaları gerektiğini söylemek istiyorum. Bu bir sorumluluk-tur. Insanların, kaderlerinin belirlendiği işleme kayıtsız kalmaları kendi yararına değildir. Bu bir fırsattır ve bunu değerlendirmek lazım. Ayrıca bu demokrasi için bir yüküm-lülüktür. Oyunu kullanırken de insanların içinde bulundukları durumu, geleceğini göz önünde bulundurmaları gerektiğini söylemek istiyorum. Nurcan Gültekin, İl genelmeclisi üyeliği için 10 sırada ve Hud-dinge belediyesi meclis üyeliği için 25 sırada aday.

NOSTALJİ  MÜZİK Düğün, nişan, kına ve özel eğlence günlerinizde solistlerimiz ve orkestramız ile hizmetinizdeyiz. Sazlı sözlü Ankara oyun havaları, davul zurna eşliğinde halaylar, davul zurna eşliğinde gelin alma, klarnetli çiftetelli ve roman havaları, ve diğer yöresel müzik ve oyun havaları. Sanat müziği ve halk müziği  solist ve şarkılar.

Kulu›lu mahalli sanatçılar, Musa Eker, Osman Eker, Musa Şener, Gazel Aslan.Sanat müziği, halk müziği, aranjman: Mehmet ÇelebiDavul zurna ekibi: Serhan Atay   Kameraman: Orhan   Fotograf: Şengül Aslan Orkestra, davul zurna, gelin alma, kamera çekimi ve fotograf , hepsi içersinde veya kısmen, butçenize uygun sabit fiyatlar.wEn yeni ve kaliteli ses ve ısık sistemleri ile

MÜZİK ORGANİZASYONUMehmet Çelebi

Tel:0707 630 049, 0738 791 925Vänsterpartiet

Sen Isveç için önemlisin!• Anaokullarında büyük çocuk grupları, • Sağlık hizmetleri ve okullardan kâr elde eden şirketler, • İşsizlik kasası (a-kassa) ve sağlık sigortası (sjukförsäkring)

hakkı elinden alınan insanlar.

Siz de mevcut hükümetin haksız politikalarından sıkıldınız mı? İnsan eşitligini temel alan bir toplum yaratmaya katkıda bulunmak istermisiniz? O zaman 1-19 eylül de oyunuzu Vänsterpartiet ’e verin lütfen. Her oy önemlidir. Sen İsveç için önemlisin!

Page 5: Yeni Birlik 4/2010

SEÇİM

Yenİ BİRLİK 98 Yenİ BİRLİK

ali ÖztürkBen Ali Öztürk, 1966 Konya Kulu doğumluyum. Evli 3 çocuk babasıyım, 20 yıldan beri, İsveçte ikamet etmekteyim. Restoran işletiyorum. Skärholmen bölgesinden, sosyal demokrat partinin belediye meclis üyesi adaylarındanım.

Sosyal Demokrat Partisi, bildiğiniz gibi İsveçte tabanı en geniş olan bir partidir, parti tüzügünde demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, eşitliğe en güzel şekliyle yer vermekte ve bunu praktikte de uygulamaktadır. İsveçte yabancı kökenli insanların hak ve hürriyetle-rini, kültürel gelenek ve göreneklerini, yaşam biçimini ve tarzlarını kendi içine sindiren ve barındıran sadece sözde değil, özde insanların yanında olan tek partidir.Ben Sosyal Demokrat yönetimindeki bir belediyede, sizin gözünüz, eliniz, ayağınız ve hatta yüreğiniz olmak için bu yola gir-dim. Partim gibi bende, insanların hak ve özgürlüklerine çok önem veriyorum. Bu değerler doğrultusunda en iyi hizmeti getireceğimize yürekten inanıyorum. Sizlerden biri olmam, sizin sorunlarınızı daha iyi anlamam demektir. Beni seçtiğiniz tak-tirde bana her zaman rahatlıkla ulaşabileceksiniz ve gerekenin yapılacağından emin olabilirsiniz.Sosyal Demokrat Partisinin Belediye Meclisi oy pusulasında sıra numaram 32 dir. Beni işaretlerseniz, hem istediğiniz partiye, hemde kendinizden birine oy vermiş olursunuz.

Her şeyden önce mutlaka ve mutlaka oyunuzu kullanın. Çünkü, her bir oy çok önemlidir, terazinin ayarını değiştirebilecek ağırlıktadır. Elbetteki canı gönülden, oylarınızı Sosyal Demokrat partiye ve Belediye seçiminde de tercihlerinizi benden yana kullanmanızı arzulamaktayım. Benim mesleğim hizmettir. İnsanlara hizmet etmenin nasıl bir şey olduğunu çok iyi bilirim. Biz siyasete atılanlar, insanlara hizmet götürmek için yola cıktık deriz. Bazıları bunu sadece sözde bırakırlar, ama ben hem söylüyo-rum, hem de en iyi bir şekilde yapacağım.Seçilirsem göreceksiniz.Lütfen, herkes seçim günü sandık başına gitsin ve oyunu kullansın.Çünkü oy bizim sesimizdir, ne kadar çok oyumuz olursa, sesimiz o kadar gür çıkar, ben de sesinizin sözcüsü olmak istiyorum.

Kendinizi tanıtırmısınız? Hangi partiden,hangi göreve adaysınız? İsmim Bilal Doğan,1975 de on yaşında iken, ailem ile birlikte İsveç'e geldim. O günden beri Huddinge bölgesinde, Fle-mingsberg semtin de oturuyorum.

Uzun zamandır Sosyaldemokrat parti üysesi olarak aktiv çalışmaktayım. Flemingsberg -Glömsta Sosyaldemokrat parti derneğin de yönetim kurulu üyesiyim. Aynı zaman da çeşitli kültür derneklerinde ve partim tarafından verilen siyasi gö-revlerde bulunmaktayım.

Partimin ve partili arkadaşlarımın teklifi üzerine Huddinge Belediye meclisine ,meclis üyesi olarak 14 sıradan aday oldum.

Size ve Partinize neden oy vermeliyiz? Sizi neden tercih etmeliyiz? Değerli kardeşlerim, bizleri idare eden hakkımızda karar alan siyasi iradeyi seçme hakkı bizlere dört yılda bir veriliyor.Bizler bu şansı kaçırmayıp oylarımızı kullanmalıyız. Oy kul-lanmaz isek bilmeliyiz ki eleştirme ve şikayet etme hakkımız ortadan kalkıyor,hastalık kasasının,işçibulmanın,eğitim sisteminin,pahalılığın sorumlularının hatalarına bir yandan ortak olmuş oluyoruz.

Yani oylarımızı kullanmalıyız…Evet toplumsal görevimiz olan oy hakkımızı kullanmalıyız. Bunu unutmamalıyız ki,bilindiği gibi siyasal partiler görünüşte ve oy isterlerken her kesimi kucaklar görünse-lerde sonuçta ve gündelik yaşamda, temsil ettikleri sınıfın çıkarlarına öncelik tanırlar. Bizler bu ülkeye işçi olarak geldik. Hala toplumumuzun büyük bir kısmı işçi, bizler bu ülkenin işçi ve emekçileri ile aynı kadere sahibiz.

Türkiye'den gelmiş göçmen işçiler olarak,beklenti ve çıkarları bizler ile uyuşan tüm kesimlerle birlikte,güçlerimizi

aynı yere yığmalıyız. Göç-menlere hoş bakmayan İsveç İsveçlilerindir diyen partiye ne-den oy verelim? Dünya'da esen rüzgara uyarak,sağlığı,eğitimi özelleştirmeye yönelen,sağlık da ve her alanda para için kaliteyi düşüren, giderek bu alanlarıda paran kadar yararlanılan hizmet-ler haline getirenlere oy vermek, kendi geleceğimize ihanet anlamına gelmez mi? Toplum olarak elli yılı aşkın bu ülke-deyiz. Hangi siyasi partiler bizlere,göçmenlere daha yakın davrandı. İşsizlik kasasının,iş alanlarının bugünkü duruma gelmesinin sorumluları hangi siyasi partiler? Hangi siyasi anlayışlar bize daha iyi, insanca ve kaliteli bir yaşam suna bilir,işsizlikle hangi siyasi parti daha mücadele edebilir? Hangi partiler eşitlik ve daha adil ekonomi sözü veriyor.

Etnik kökenimiz,dinimiz ve kimi özelliklerimizden önce oyumuzun, rengini bu soruların doğru cevapları gösterecektir,diye düsünüyorum.

Elbette insanımız oyunu özgür iradesi ile kullanacaktır. Ama,oylarınızı kullanmadan önce bunları mutlaka düsünün derim. Biz yabancılara bu ülkeye geldiğimizden beri SOSY-ALDEMOKRAT PARTİ'nin yaptığı hizmeti,desteği ve verdiği değeri unutmayalım.

oy kullanacaklara ne söylemek istersiniz?Çocuklarımızın bizden hesap sormasını istemiyorsak, görevi-mizi yerine getirecegiz, bir oydan ne olur demiyeceğiz. Bir elin nesi var iki elin sesi var sözünün, önemini unutmayalım, ve tabiki bunun içinde yıllardır bizlerin yanında olan Sosyalde-mokratlar' dan şamayalım.

Bilal Doğan

med att skapa fl er jobb så att du kan leva ett rikare liv.möjligheternasland.se

VI KANINTE VÄNTAINTE VÄNTAINTE VÄNTA

Mona Sahlin, partiordförande

1827_S_ungdomar_190x265.indd 1 2010-08-30 11.58

Page 6: Yeni Birlik 4/2010

10 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 11

SEÇİM SEÇİM

Botkyrka Bölgesinden 25. sıradan Sosyal Demokrat Parti mil-letvekili adayı olan Serkan Köse, Türkiye’den gelen göçmenle-rin İsveç’teki nüfuslarının en çok olduğu bu bölgeden millet-vekili seçilerek parlamentoya yeni bir soluk getirmek istediğini belirtiyor. Köse, milletvekili seçilmesi durumunda; gelir dağılımındaki adaletsizlik, genç nüfus arasında artan işsizlik, işsizlik sigortası ve sağlık sigortasında yapılan değişiklikler gibi konuları parlamentoda ele almayı hedeflediğini belirtiyor.

M. anık: Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miliyiz?S. Köse: 1976 Cihanbeyli, Yeniceoba doğumluyum. 1986 yılında ailemle birlikte buraya geldim. O zamandan beri, Fitja’da ikamet etmekteyim. İlköğretim ve lise eğitimimi bura-da tamamladım. Stockholm Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakül-tesi başladığım üniversite hayatımda, aynı fakültede master yaparak devam ettim. Üniversitede öğrenimim tamamladıktan sonra, belli bir süre işsiz kaldım. Her üniversite mezunun yaşadığı süreci, bir şekilde ben de yaşamış oldum. Bir arkadaşımın yardımıyla Sosyal Demokrat Parti’nin Kadın Kolları’nda Basın Danışmanı olarak göreve başladım. İsveç tarihinde ilk defa olsa gerek, bir erkek bir partinin kadın kollarında böylece görev yapmış oldu. Bu durum partide de biraz şaşkınlıkla karşılandı.

M. anık: Bundan dolayı herhangi bir sorun yaşadınız mı?S. Köse: Yaşamaz olur muyum? Bir yandan yabancı kökenli biri olmam, öte yandan partinin kadın kollarından çalışan bir ‘erkek’ olmam sorun oldu. On aya yakın bir süre bu gö-revde kaldım. Buradan ayrıldıktan sonra İsveç’in en büyük işçi sendikası olan Svenska Kommunalarbetarförbundet’e (İsveç Belediye İşçileri Sendikası) geçtim. 500 binin üzerinde üyesi olan bu sendikada, yaklaşık dört sene boyunca basın danışmanı olarak çalıştım. 1 Nisan 2010 tarihinde de Han-delsanställdas Förbund’a (Ticaret İşçileri Sendikası) basın danışmanı olarak işe başladım ve halen de bu görevimi sürdürmekteyim. Evli ve iki çocuk sahibiyim.

M. anık: Siyasete Sosyal Demokratlar’da başlamanızda ne gibi faktörler rol oynadı?S. Köse: Aslında siyasi açıdan zaten hep solda yer alan, sol düşünceli bir insan oldum. Ancak 2004’e kadar İsveç siyase-tine aktif bir şekilde katılmadım. 2004’ün başında Sosyal Demokrat Parti’ye üye oldum. Burada siyasete girmem, sevdiğim öğretmen bir abimizin önerisi ve desteği sonu-cunda gerçekleşti. Siyasete başladığımda öncelikli amacımız, en azından bulunduğumuz bölgede, yabancı gençlere sahip çıkmak ve onlara destek olmaktı. Fitja’da Sosyal Demokrat Derneği vardı ama pasifize olmuştu. Üyeler ve dernek yöne-timi ortada yoktu. 2004’te ben, bahsettiğim öğretmen arkadaş ve birkaç kişi daha bir araya gelerek, derneği tekrardan işlevsel hale getirdik. Öğretmen arkadaşımız bir sene buraya başkanlık yaptıktan sonra ayrıldı ve görevi ben devraldım. 4,5 sene Fitja Sosyal Demokrat Derneği’nin başkanlığını yaptım. Birkaç sene sonra da Botkyrka’da partinin yönetimine seçildim. 2008 yılında da yine Botkyrka’da, partinin başkan yardımcılığına seçildim. 2006 seçimlerinde Botkyrka’da belediye meclisine seçildim. Belediye meclis üyelik seçimlerinde, 600 civarında tercihli oy alarak, en fazla oyla meclise giren aday oldum. Yerel bazda % 5 tercihli oy alanın otomatikman seçildiği seçimlerde,

% 5,8 civarında oy alarak belediye meclisine seçildim.M. anık: Seçimlerde, 25. sıradan milletvekili adayısınız. Sıralamanızdaki yerinizden dolayı yine tercihli oyla seçilmek için çalışacaksınız değil mi? S. Köse: İlk defa milletvekilliği seçimlerine girmeme rağmen, 44 kişinin yer aldığı listede bana orta sıralarda yer verilmesi önemli. Botkyrka Belediyesi, gerçekten Sosyal Demokratlar’ın kalesi konumunda olan bir yer. Stockholm civarındaki yirmi beş belediyede oy kaybetmelerine rağmen, Botkyrka’da oy kay-betmediler. Bu da benim ve birkaç arkadaşın yaptığı çalışma sonucunda olmuştur. Biz böyle bir çalışma yürütmemiş olsaydık, Fitja’da seçimlere katılım oranı % 10 civarında kalırdı. Ev ev, kapı kapı dolaşarak insanlarımızın oylarını kullanmalarını sağladık. Şunu da biliyoruz ki, oylarını kul-lanan bu insanların en azından % 80’i oylarını bize verdi. Aslında insanlarımız oralara normalde gidip oylarını kul-lansalar, zaten tercihleri belli, ancak bir pasif olma hali söz konusu. Yoksa oylarını kullansalar zaten soldan yana tercihle-rini kullanacaklar. Fitja’da % 75 gibi bir oy aldık. İsveç’te So-syal Demokratlar’ın yoğun olduğu Körini Bölgesi’nde bile, bu kadar oy alınabilmiş değil. Milletvekilliği sıralamasındaki yerime gelirsek, gönül is-terdi ki sıralamada daha iyi bir yerde olayım. Ancak reel açıdan bakıldığında, partideki geçmişimin çok eskilere dayanmadığını göz önünde bulundurursak, sıralamadaki bu yerimin aslında çok da kötü olmadığını söyleyebilirim. Tabi önümüzdeki seçimlerde seçilmek için gayret göstereceğim, ancak seçilemesem dahi en azından bu seçimlerde iddiamı ortaya koyarak, bir sonraki seçimlerde daha iyi bir sırada olmamın önünü açmış olacağım.

M. anık: göçmenlerin yoğun yaşadığı bir bölgeden Sosyal Demokrat’lardan milletvekili adayısınız. olof Palme’nin ölümünden sonra, Sosyal Demokratlar’ın, ge-rek göçmenlerle ilgili gerekse de başka konularda, sağa kayan birtakım politikalar üretmeye başladığı yönünde çeşitli eleştiriler var. Bu konuda sizin değerlendirmenizi öğrenebilir miyim? S. Köse: Sosyal Demokrat’ların yabancılara yönelik politikasında tam bir değişiklik olduğunu zannetmiyorum. Sorun bence şundan kaynaklanıyor: Son 10-15 senede artan göçmen sayısı ister istemez, kamuoyunda çeşitli tepkiler ve be-klentilere neden oldu. Bu durum, Sosyal Demokratlar’ın kendi politikalarını gözden geçirmelerini de gerekli kılıyor. Bütün yabancıların belli başlı bölgelerde toplanmaları ciddi bir pro-blem. Eğer insanları belli bölgelere yönlendirirseniz, bunun sonucunda olumlu şeyler ortaya çıkmaz. Bugün yaşadığımız problem de biraz da bundan kaynaklanıyor. Botkyrka gibi bir belediyede, Kuzey Botyrka’nın % 50-60’ı yabancılardan oluşuyor. Güney Botkyrka’nın % 20’si yabancılardan oluşuyor. Burada bir yanlışlık olduğu kesin. Bu durum aynı zamanda, bir adaletsizliği de beraberinde getiriyor. Siz insanları belli bir bölgeye iterseniz, sonuçta bu insanlar hem dil bakımından hem entegrasyon bakımından veya başka alanlarda hep geri kalmış olurlar. Bu konuda Sosyal Demokratlar zaten özeleştiride bulunuyor. Bu çerçevede Sosyal Demokratlar’ın 12 yıllık iktidar döneminde, entegrasyon konusunda sonuç vere-cek çalışmaların yapılmadığı özeleştirisi parti içinde yapıldı. Mona Sahlin’in partinin başına gelmesiyle birlikte, partide bir yeniden yapılanma söz konusu. Entegrasyondan tutun da kadın haklarına, sağlıktan tutun da sendikal haklara kadar

her alanda, Sosyal Demokratlar kendisini yenilemek zorunda kaldı. Sosyal Demokratlar’ın 2006 seçimlerinde aldıkları ye-nilgi, bunu gerektiriyordu. Tabi Sosyal Demokratlar’ın hala yapmaları gereken çok şey olduğunu söylemek de gerekir.

M. anık: aday olduğunuz bölgeyi kriter kabul eder-sek, hedef kitlesi genelde göçmenlerden oluşan bir milletvekili adayı olarak, göçmenlere yönelik ne tür çalışmalarda bulunmayı planlıyorsunuz?S. Köse: Ben kendimi salt göçmen adayı olarak görmüyorum. Belli bir grubun adayı olarak da görmüyorum. Aynı şekilde etnik bir grubun adayı olarak da görmüyorum. Geniş kitlelere hitap etmek istiyorum. İsveç’te büyümüş, burada yaşayan bir göçmen gencinin, kendisini artık bu ülkenin has vatandaşı olarak kabul etme düşüncesi var bende. Artık burası bizim ül-kemiz ve bu ülkeye sahip çıkmamız gerektiğini savunuyorum. Siyaset, kültür, spor ve ekonomik imkanlar gibi hemen her alanda bu ülkedeki olanaklardan yararlanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu yapabilmemiz için de kendimizi bu ülkenin vatandaşı olarak kabul etmemiz, bu noktada da bu-rada yaşayan her vatandaş gibi sorumluluk ve haklarımızın olduğunu görmemiz gerekir. Ben şahsen meseleye böyle bakıyorum. Dile getirdiğim, savunduğum şeylerden biri, gelir dağılımındaki adaletsizlik konusudur. Botkyrka gibi böl-geden alıyorsunuz, zengin bir kesimin oturduğu bölgelere veriyorsunuz. Fakir-fukaradan alıp, zenginlere vermek ciddi bir problem. Son dört sene içersindeki 100 milyar kron vergi düşürme olayına baktığınızda, bunun Fitja’da pizzada ya da restoranda çalışan insanın cebine girmediğini, ancak belirli bir zengin kesimin cebine girdiğini görürsünüz. Bu, büyük bir adaletsizliktir. Yine dört sene içersinde sağlıkta yaşanan adaletsizlik de incelendiğinde, belirli doktorların bir yerden alınıp, başka bir bölgedeki kesimin hizmetine sunulduğunu görüyoruz. İşsizlik sigortası veya sağlık sigortasında yapılan değişiklikler de rahatsız edici. Çalışamayacak durumdaki insanlara, “sen hasta değilsin” diyerek zorla çalıştırmaya çalışmaları, bu değişikliklerin bir yansıması oldu. Genellikle yabancıların, hasta olanların kırbaçlanması gibi bir durum var. İşi olan, sağlıklı olan ve belli bir güzel bölgede yaşayan kişiler, bu iktidarın politikasından şimdilik faydalanıyorlar. Ancak sistem bir dört sene daha böyle devam ederse, bu insanların dahi geleceklerinin garanti altında olduğunu söylemek yanlış olur.

M. anık: Hedef kitlenizin sadece göçmenlerden oluşmadığını söylediniz ama az önce bahsettiğiniz sıkıntılara maruz kalanların da çoğunlukla göçmen kökenli vatandaşlar olduğunu biliyoruz. İsveçlilere de hitap etmeyi planlayan bir aday olarak, onlara yönelik belli bir çalışma programınız var mı?S. Köse: Ben belli bir resim çizmek açısından bunları söyle-dim. Yaşadığım bölgenin problemleri bahsettiğim şeylerden oluştuğu için onları dile getirdim. Serkan Köse’nin yaşadığı bölge, göçmenlerin çoğunlukta olduğu bir bölge. Tamam ama sadece göçmenlere veya belli bir gruba hitap ederseniz, zaten seçilme şansınız olmaz. Bugün, 18-24 yaş arasındaki her dört gençten biri, işsizlik sorununu yaşıyor. Gençler arasındaki bu işsizliğin nasıl aşağı çekilebileceği mevzusu, kafamı yorduğum başlıca problem-

lerden birini oluşturuyor. Her yedi çocuktan biri, fakirlik sınırında yaşamaktadır. Yine bölgeler arasındaki adaletsiz-lik, öncelik verdiğim konulardan birini oluşturuyor. İşsizlik sigortasındaki değişiklikten bahsetmiştim. Bugün 500 bine yakın insan, işsizlik sigortasına üye değildir. İşsizlik sigortası için verilen üyelik aidatı 200 kron iken, bugün 800 krona yükseltilmiştir. İnsanlar bunu ödeyemiyor. Kamu sektöründe bakıcılık, hemşirelik gibi işlerde part-time çalışıyorsanız bu ücret problem oluyor. İnsanların aldıkları ücret belli, kiraları belli, öteki giderleri belli. Bunun karşılığında insanların bir yerden kısıntıya gitmesi gerekiyor. Böyle olunca da sigorta primlerinden kesinti yapma yoluna gidebiliyorlar. Oysa bu sigorta ona lazım olacak. Öbür taraftan sağlık alanında yaşanan sorunlar var. Eğer hastaysanız, size üç ay süre veri-yorlar. Ya rehabilitasyona gitmek mecburiyetindesiniz ya da iş bulmak zorundasınız. Bunu yapmadığınız anda ya sosyale gidip yardım alıyorsunuz ya da kendinizi kapı dışında buluy-orsunuz. Bütün bunlar tabi belli bir kesimi, emekçi kesimi etkiliyor. Fakirleri ve bazı bölgeleri etkiliyor bu olumsuzluklar. Bu insanların da sesi olmak istiyorum. Bu problemleri dile getirmek istiyorum. Bu adaletsizliği dile getirmek istiyorum.

Serkan Köse

Page 7: Yeni Birlik 4/2010

12 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 13

SEÇİM

M. anık: Milletvekili olarak seçildiğiniz takdirde, siyaset alanında kendinize belirlemiş olduğunuz hedeflerle, partinizin politikasını hangi oranda etkileyebileceğinizi düşünüyorsunuz?S. Köse: En azından göçmenlerin yaşamış olduğu bir böl-gede olmam, parlamentoya yeni bir perspektif getirecektir. Bu bölgede şahit olduğum sıkıntılar, en azından İsveç parla-mentosuna yeni bir ses, yeni bir renk getirecektir. Ben buna inanıyorum. Savunduğum şeyler de zaten parti politikasına ters olan şeyler değil. Parti de benim söylediklerimi savunuy-or. Örneğin genç nüfus arasındaki işsizliği kabul etmeyeceğini söylüyor. Fakirliğin-fukaralığın kabul edilemeyeceğini sö-ylüyor. İnsanların arası farkın kabul edilemeyeceğini söylüyor. Hastadan, işsizden alıp, zengine vermeyi kabul etmiyor. Bunları tabi daha da sert bir şekilde dile getireceğim. Proble-min içinde olup, her gün probleme şahit olduğumdan dolayı, probleme tercüman olmam daha kolay olacaktır. Amacım bu insanların yaşamış oldukları problemleri, başka platformlarda file getirmektir.

M. anık: Bulunduğunuz Botkyrka Belediyesi, türkiye’den gelen göçmenlerin en fazla yaşadığı bölge olarak biliniyor. Bilinen bir diğer gerçek de, türkiye’den gelen göçmenler arasında seçimlere katılım oranlarının son derece düşük oranlarda olduğu. Seçim-lere katılımı artırmak için ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?S. Köse: Öncelikle, en azından Türkiye’den gelmiş bir insan olarak, oradaki insanlarımızı örgütlemek istiyorum. Dernekle-rimize gidiyorum. Onlarla yaptığım görüşmede herkesin bu konuda sorumluluk alması gerektiğini belirtiyorum. Seçime gitmek sadece bir demokratik hak değil, aynı zamanda bir görevdir. İnsanların “benim tek oyum var. Niye gidip bunu kullanayım ki?” dememesi lazım. Bir oyun da önemi var. Dernekler, camiler, okul ve aile kurumlarının hepsini örgütle-memiz lazım. İnsanların tek tek kapılarını çalacak ve evlerini ziyaret edeceğiz. Büyük alışveriş merkezlerinin, ‘centrum’ların önünde çadır kuracağız. İnsanlarımıza, demokratik hakkımıza sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatacağız. Herkesin kendi oyunu kullanması lazım. Yaşadığımız bölgede bu durum, gerçekten de büyük bir problem. İnsanlar bu sorumluluğu almaktan kaçınıyor. Oylama 1 Eylül’de başlayacak ve 19 Eylül’e kadar devam edecek. Hiç kimsenin “benim zamanım yok” deme lüksü yok. 19 günde illaki boş zamanları vardır. İnsanlarımıza bunun bir görev olduğunu ve görevlerini yerine getirmek mecburiyetinde olduklarını söyleyeceğiz. Hangi partiye oy verecekleri apayrı bir şey. O, onların demokratik bir hakkı. Oy kullanma hakkının kullanılması önemli. Bu yönde çok kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz.

M. anık: Mart ayında İsveç parlamentosundan geçen soykırım tasarısına destek vermesinden dolayı, Sosyal Demokrat Parti’ye yönelik türk grubu içersinde çeşitli tepkiler var. Bu konudaki değerlendirmenizi alabilir miyim?S. Köse: İsveç çok demokratik bir ülke. İnsanlar düşüncelerini, fikirlerini her şekilde söyleyebilmeli ve bunları dile getire-bilmeli. Parlamento dışında da, parlamento için de insanlar, fikirlerini ifade edebilmeli. Eğer bir fikri benimsemiyorsanız, buna yönelik tepkinizi dile getirmeniz demokratik bir hakkınız. Yol ve yöntemlerini bularak, bunun platformlarını oluşturursunuz. Türk grubuna şunu söylemek isterim ki,

tatmin edici bulmadıkları ya da beğenmedikleri kararları değiştirecek ya da tepkilerini dile getirecek platformları arayıp bulmaları gerekir. Şunu da söylemek istiyorum: İsveç Parlamentosu’nda alınan karar, bir oyla alınmıştır. Sosyal Demokratlar’ın parlamentoda 144 milletvekili var. Mart ayındaki oylamaya katılanların sayısı ise, 27 milletvekili ile sınırlı. Bunlar sadece Sosyal Demokratların milletvekilleri değil, ayni zamanda Sol Parti ve Yeşiller Partisi milletvekilleri dahil. Anlayacağınız çok az Sosyal Demokrat milletvekili oyla-maya katildi.

M. anık: 2008’de yine İsveç Parlamentosu’nda yapılan soykırım tasarısı oylamasında, Sosyal Demokratlar parti olarak, tasarıya destek vermeme kararı almışlardı ve meclisteki oylamada da bu karar doğrultusunda hare-ket ettiler. 2010’a geldiğimizde ise, partinin bu yöndeki tutumunda bir değişiklik oldu. aynı karara dair, partinin önceki tutumundan değişikliğe gitmesinin nedeni sizce nedir?S. Köse: Parti yönetiminin kararı, 2010’da da netti. 2008’de neyi savunduysa, 2010’da da onu savunuyor. Ancak şunu da biliyoruz ki, bir partinin en yüksek demokratik organı kong-residir. Parti yönetiminin bu karara dair tavrında değişine bir şey olmamakla birlikte, kongre delegeleri içersinde bir grubun yapmış olduğu lobi çalışması, kongrede parti yönetiminin benimsemediği bir kararın çıkmasına neden olmuştur. Lobi çalışması yapan grubun öteki kesimleri ikna etmesi, parti kon-gresinde, tasarının desteklenmesi yönünde karar alınmasına neden olmuştur.

M. anık: Bir sosyolog olarak alınan kararı değerlendirdiğimde, mecliste alınacak bu türden kararların toplumun belli grupları arasında çatışmalara neden olacağını düşünüyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?S. Köse: Aynen. Yaşadığım bölgede bu konu çok hassas. Bugün bulunduğum belediyede, yetmişe yakın farklı etnik grup var. Eğer her grup, kendi yaşadığı sıkıntıları Botkyrka Belediyesi’nde bu şekilde dayatırsa, tabi ki bu Botkyrka’da yaşayan insanlar için sıkıntı doğurur. Benim düşüncem, bu konu illa bir parlamentoda ele alınacaksa, bunun yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır. Türkiye’de bugün zaten pek çok konu tartışılıyor. Tabi ki, demokratik hak çerçevesinde herkes düşündüğünü dile getirebilmeli, ancak bu türden has-sas meselelerin çözüm yerinin İsveç olmadığını düşünüyorum.

M. anık: Seçmen kitlesine iletmek istediğiniz son mesajınız nedir?S. Köse: İnsanlarımızın her şeyden önce gidip oylarını kullanmalarını istiyorum. Bu görevi yapsınlar ve yerine ge-tirsinler. Kendilerine yakın buldukları adaya destek versinler. Bu çok önemli. Eğer gerçekten siz İsveç Parlamentosu’nda bir şeyler yapmak istiyorsanız, kendinize yakın bulduğunuz insanları ön plana çıkartın ve o insanlara destek verin. Destek verdiğiniz insanın arkasında bir kitlenin var olduğunu göste-rin. Aynı zamanda o insanı, siyaset ve kendiniz arasında bir köprü olarak görün. İsteğim ve beklentim bu. Tabi seçmen grubunun beni ve Sosyal Demokratlar’ı tercih edip destekle-melerini isterim. Mehmet AnıkSakarya Üniv. Sosyoloji Böl. Araş. Görevlisi

SADECE BIR

IŞÇI PARTISI

IŞ OLANAĞI

YARATABILIR

Foto

: Pet

er K

nu

tso

n

Moderaterna 190x265.indd 1 2010-08-19 11:08:22

Page 8: Yeni Birlik 4/2010

14 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 15

SEÇİM SEÇİM

Stockholm 10. sıradan Sosyal Demokrat Parti milletvekilliğine ve İl Genel Meclisi için de 4. sıradan aday gösterilen Hasan Dölek, iktidardaki sağ partilerin ülkeye zarar verdiklerini ve artık solun iktidara gelme zamanının geldiğini belirti-yor. Dölek, milletvekili seçilmesi durumunda, göçmenlerin yaşadıkları sorunlar ve özellikle göçmen kökenli gençler arasındaki işsizlik sorunu ile İslamofobi meselesi gibi konu-larda çalışmalarda bulunacağını belirtiyor.

M. anık: Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?H. Dölek: 1975, Ankara doğumluyum. Babam 1966 yılında, işçi göçü sonucunda İsveç’e geldi. On kişilik ailenin, dokuz numaralı çocuğuyum. Uzun yıllardır İsveç’te yaşamaktayım. Burada uzun yıllardır ticaretle, siyasetle uğraşmaktayım. Stockholm Büyükşehir Belediye Meclisi’nde, Sosyal Demokrat Parti’den sekiz sene görev yaptım. 2002-2006 yılları arasında, belediye meclis üyeleri arasında, en fazla tercihli oy alan aday-lardan biriydim. Bu dönemde iktidar partisinin bir temsilcisi olarak belediye meclisinde görev yaptım. 2006-2010 yılları arasında Stockholm Büyükşehir Belediye Meclisi’ne yine seçildim. Şu anda da belediye meclisindeki bu görevimi yürüt-mekteyim. Tabi Stockholm Büyükşehir Belediye Meclisi der-ken, sadece belediyede oturmuyoruz biz. Belediyenin birçok görev alanı var. Stockholm Büyükşehir Belediyesi sadece asfalt döküp, çöp toplamıyor. Bunları zaten özel şirketlere yaptırıyor. Stockholm Belediyesi’nin birçok şirketi ve komisyonu var. Yaşlı bakımından tutun, çocuk bakımına ve okullara kadar pek çok alan belediyenin hizmet alanına giriyor.

M. anık: Bu süreçte siz hangi görevlerde bulundunuz?H. Dölek: Ben teknik konularda çok çalıştım. İmar-iskân bölümünde görev yaptım. Bu bölüme bağlı arazi, arsa ko-misyonu gibi alanlarda çalıştım. Şu anda da imar-iskânda görev yapıyorum. Stockholm Büyükşehir Belediyesi’nde, Sosyal Demokrat Parti Meclis Üyesi olarak dolu dolu sekiz sene geçirdim. Bu dönem için partim beni, il genel meclisi için 4. sıradan, parlamento için de 10. sıradan aday gösterdi. Tabi adaylık olayı bizde sadece partinin aday göstermesi sonucunda olmuyor. Bunun için 5-6 ay öncesinden başlayan önseçimler yapılıyor. 2009 yılının aralık ayında biz listeleri tamamladık. Sosyal Demokrat Parti’nin Stockholm’de seçime aday gösterdiği adaylar böylece açıklandı. O yüzden yoğun bir tempo vardı. Şimdi de bu tempo, önümüzdeki seçimler için yapılan çalışmalar şeklinde devam ediyor.

M. anık: Parlamentoya seçilmeniz durumunda, hangi konularda çalışmalarda bulunmayı düşünüyorsunuz?H. Dölek: Parlamento’ya seçilirsem, il genel meclisine devam etmeyi planlamıyorum. Böyle bir durumda, yerime partiden başka bir arkadaş devam edecek. Parlamentoya seçilirsem, öncelikle çalışma komisyonlarının belirlenmesi söz konusu olacak. Benim hangi komisyonda çalışacağım bu süreçte belli olacak. Normalde parlamentoya yeni girenlere, her ko-misyonda asil üyelik değil de bir asil, bir yedek üyelik görevi veriyorlar. Hangi komisyonda görev alacağım önemli. Tabi çalışacağım komisyon haricinde de kafamda çok soru var. Parlamentoda çalışmak, gündeme getirmek istediğim pek çok konu var. İslamofobi meselesi, İsveç’te yabancı kökenli gençler

arasındaki işsizlik sorunu, göçmenlerin sorunları üzerinde durmak istediğim konular. Şu andaki hükümet, Moderat Parti’nin de içinde yer aldığı koalisyon hükümeti, gençlerle ilgilenmedi. Burada kastettiğim göçmen kökenli gençler. Rakamlara baktığımızda işsizlik, % 12-13’lerde gözüküyor. Ancak bunlar kağıt üstünde kalan rakamlar. Bu rakamları değil de, güncel hayattaki verileri dikkate aldığımızda, göç-men kökenli gençler arasındaki işsizliğin % 20’nin üstünde olduğunu görüyoruz. Bu gençlerin ailelerinde de anne veya babalarından biri işsiz, ya da uzun dönem raporlu veya başka bir nedenden dolayı bir şekilde eksik maaş alıyorlar. Bu gibi insanlar, maaşlarının sadece % 60-65’ini alabiliyorlar. Bu da çok düşük bir rakam ve aile ekonomisine büyük bir zarar. Haliyle gençlerde de bu işsizlik olduğu zaman, banliyölerde, kenar mahallelerde yaşayan ailelerde ekonomik sorunlar, aile-lerin dağılmasına da sebep olabiliyor. Gençler bizim geleceğimiz. Biz artık İsveçliyiz: İsveçli Türkle-riz. Burası bizim vatanımız. Biz bu ülkede yaşıyoruz. Vergi-mizi ödüyoruz, çalışıyoruz ve mücadele ediyoruz. O yüzden, bizim insanlarımızın, bizim gençlerimizin de güzel işlerde olmalarını istiyoruz. Burada bizim derken, sadece Türkleri değil, tüm göçmen gruplarını kastediyorum. Afrikalı, Asyalı, Latin Amerikalı veya Orta Doğu’lu tüm göçmenler için bu söylediklerim geçerli. İşi gücü olan bir genç çok verimli olur. İşsiz olan bir genç ise, suça meyledebilir veya kötü yola daha kolay itilebilir. Bu genç, özünde kötü değildir, iyidir aslında. Suç işlemiş bir insanla dahi birebir oturup konuştuğunuz za-man, içinde temiz bir kalbinin olduğunu, iyilikler olduğunu ve iyilikler yapmak istediğini görürsünüz. Ancak olumsuz şartlar onu bu duruma itmiştir. Bu şartları da siyasetçi-ler sağlamıştır. Yaklaşık 1,5 ay önce Rinkeby’de bir okulun yanması ve bu olayda yer alanların çocukların birden suçlu durumuna düşmelerini düşünün. Bu çocuklar aslında kötü çocuklar değil. Bu yüzden parlamentoda gençlerin ve göç-menlerin sorunlarıyla ilgileneceğim. Bu konuda elimden ge-leni yapacağım.

M. anık: Sosyal refah devleti denilince İsveç, dünyada akla gelen ilk örneklerden biri oluyor. Buna karşın İsveç’te sosyal refah devleti anlayışının çözülmeye başladığı yönünde eleştiriler de var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?H. Dölek: İsveç’e sosyal refah devleti denildiğinde, uzun yıllar İsveç’te Sosyal Demokratlar iktidardaydı. Sosyal Demokratların iktidar dönemlerinde, refah düzeyi hus-usunda güzel rakamlar yakalandı. Bu dönemlerde İsveç, re-fah düzeyinde ilk üçte yer aldı. Gelir dağılımları hep yüksek düzeylerde seyretti. Ancak Sosyal Demokratların seçimleri kaybedip, sağ partilerin iktidarlara geldikleri dönemlerde, refah düzeylerinin hep düştüğünü görüyoruz. Okulda eğitim gören çocukların yemeğine karışılıyor ve azaltılmaya çalışılıyor. Eğitim gören çocukların, örneğin lise talebelerinin, otobüs, tren kartları ellerinden alınıyor ve ücret isteniyor. Refah düzeyi neyle olur? İnsanların ekonomik açıdan mutlu olmasıyla, rahat olmasıyla refah düzeyi daha çok ortaya çıkar. Hem ekonomik açıdan güçlü oldukları hem de mensubu oldukları dinlerini veya bunun dışındaki yaşamlarını özgürce yaşayabildikleri zaman refah düzeyi yüksek kabul edilebilir. İnsanların özgür olmaları için ekonomilerinin yüksek olması gerekir. Sağ iktidarlara baktığımızda, iktidarlara geldiklerinde hep

sorunların çıktığını görüyoruz. 90’lı yıllarda Carl Bildt iktida-ra geldiğinde, aynı sorunlar söz konusu oldu. O zaman da kriz vardı ve bu dönemde de kriz oldu denilebilir. Evet kriz oldu ama dünya krizlerini İsveç isterse teğet geçebilir. 50 kuruşluk bir vergi indiriminden dolayı, örneğin bir Stockholm’ün bütçesinde, sol ile sağ arasında yapılan bütçede 1 milyar kron oynadı. Bu 1 milyar kron, çocukları etkiliyor, çocuk sağlığını etkiliyor, yaşlı bakımını etkiliyor, okulların durumunu etki-liyor, işsizlik durumunu etkiliyor. O yüzden bu 50 kuruşluk vergi indirimi, sağda yer alan zenginlerin işine yaradı. Sol kesime, işçi kesimine baktığımızda, 50 kuruşluk vergi indi-rimi, ayda belki 300 krondur. Bu kesimde yer alanlar için bir anlam ifade etmiyor bu. Çocuğunun okulu için, şunun bunun için zaten fazlasıyla zararlı bir şekilde cebinden ödüyor. To-parlayacak olursam, İsveç’te iktidara gelen sağ hükümetlerin takip ettikleri politikalar, İsveç’in refah düzeyi yüksek ülkeler arasındaki durumunu biraz aşağılara çekmiştir.

M. anık: Özellikle göçmenlere tanınan haklar söz konusu olduğunda, bu konuda Sosyal Demokratlara da yöneltilen bir eleştiri var. Sosyal Demokrat Parti’nin simge isimlerinden biri olan olof Palme’nin ölümünden sonra, Sosyal Demokrat Parti’nin zaman zaman sağa yaklaşan politik yaklaşımlar içersine girdiği yönünde çeşitli değerlendirmeler var. Bu yöndeki yaklaşımlara sizin bakış açınız nedir?H. Dölek: Ona bakılırsa, İsveç Başbakanı Reinfeldt’in de sola kaydığı söyleniliyor. Çünkü sola doğru kaydığından dolayı oy alıyor. Başbakan Reinfeldt, zaman zaman Sosyal Demokratların söylemlerinin bir kısmını dile getiriyor. Bö-ylece işçi ve göçmen kesimin oylarını almaya çalışıyor. Sosyal Demokrat olmak çok farklı bir olay. Bir de olaya partinin ideolojik tarafından mı, lider bazında mı yoksa kişi bazında mı bakmak gerektiği hususu ortaya çıkıyor. Kişiler partilerde görev alırlar; bakan olurlar, başbakan olurlar, partinin genel başkanı olurlar. Ancak kişiler gelip geçidir. Sosyal Demo-krat Parti’nin son 20 yılına baktığımız zaman, kimler genel başkanlık yaptı, kimler geldi, kimler gitti? Bu noktada parti-nin ideolojisi ve duruşu çok önem arz ediyor. İsveç’te Sosyal Demokratların solda duruşu ile ilgili olarak söyleyebileceğim, soldaki en iyi partinin Sosyal Demokrat Parti olduğudur. Sol partiler, işçi partisidir. Nitekim Sosyal Demokrat Parti’de bir işçi partisidir. Sosyal Demokrat Parti’nin işçilerle ilgili almış olduğu kararlara, şu andaki seçim bildirgesine bakıldığı zaman; işçilerin, göçmenlerin, ezilenlerin, öğrencilerin, gençlerin, kadınların yanında olduğunu, birinci derecede yanlarında olduğunu, yapmış olduğu çalışmalarla göstermiştir. Tabi Sosyal Demokrat Parti’nin elinde bir sihirli değnek yok. İnşallah 2010’nun 20 Eylül sabahında seçimleri kazandığı kesinleştiği an, Sosyal Demokrat Parti’nin elinde bir sihirli değnekle bir şeyler yapmasını beklememek lazım. 2011 bütçesinde mevcut sıkıntıların bir kısmı düzeltilecek, 2012 bütçesinde de bazı sıkıntılar ve sorunlar düzeltilecektir. Ağır ağır düzeltilecek bu sorunlar. Zira yıkım çok fazla. Baktığınız zaman, hastaneye giden 15 aylık bir bebeğin bile sırtından para almaya çalışıyor devlet. Bir tarafta 50 kuruş in-dirim yaptı diye, bunun açığını nereden kapatacağını bilmiyor. Dönüyor lise gençlerinin özgürlüğünü engelliyor. Bu gençle-rin Stockholm’de gezme özgürlüğünü engelliyor. Öte yandan işsizlerin cebindekine göz dikilmesi söz konusu. İşsiz, işini kaybetmiş, az gelirli insandır. Böyle bir insana % 65 ödeme

yapılıyor. Buna karşılık zenginden 50 kuruş indirim yapılıyor. İşsiz insana ödenen, işsizlik ücretini % 65’ten % 80’e çıkarmak gerekir. Bunun yanı sıra işsize, emekliye, hasta olanlara da vergi indirimi yapmak gerekir. Çalışana vergi indirimi yok. Herkes vergisini düzgün bir şekilde ödeyecek. Vergi indiri-minden yararlanması gereken kesim, az gelirli insanlardan oluşan kesim olmalıdır. Ülkenin refah düzeyi böyle artar. İşsizlik ücretinin % 65’ten % 80’e çıkması demek, evine aylık 1500-2000 kron daha paranın girmesi demektir. Yılda 20000 kronun üzerinde bir para bu insanların evine girmiş olacak. Böylece adalet sağlanmış olur. Böylece sosyal demokrasi İsveç’te uygulanmış olur. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sosyal Demokratların sağa kaydığı yönündeki eleştirilere katılmıyorum. Zira Sosyal Demokratların önümüzdeki seçim için vermiş olduğu vaatler, böyle bir kaymanın olmadığını gösteriyor.

Hasan Dölek

Page 9: Yeni Birlik 4/2010

16 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 17

SEÇİM SEÇİM

M. anık: İsveç’te türk grubu içersinde seçimlere katılım oranı genelde düşük düzeylerde kalıyor. Siz bu ko-nuda düşünüyorsunuz ve türk grubunun seçimlere katılımını sağlamak için ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?H. Dölek: Türklerin sandığa gitmeleri için elimizden geleni yıllardır yapmaya çalışıyoruz. Bu seçim için de bu yönde faaliyetlerimiz var. Seçimlere katılımın olabildiğince yüksek olmasını istiyoruz. Ülke genelinde alınan birçok kararda et-kili olabilmemiz için sandığa gitmek gerekir. Türk grubunun seçimlere katılımının çok yüksek olması, Türkleri ilgilen-diren birçok önemli konuda, siyasi partiler karar alırken iki daha düşünmelerini sağlayacaktır. % 80-% 90 civarında katılımın olduğu bir ortamda Türkleri üzecek siyasi kararların çıkması söz konusu olmayacaktır. Ancak Türklerin seçimlere katılımlarının çok düşük olduğunu görüyoruz. Seçimlere katılım çok düşük olduğu gibi, siyasetteki Türk sayısı da çok az. Siyasi alanda çalışan Türklere, tercihli oy vererek onlara destek verme oranı da çok düşük. Ben bir Türk genci olarak, bir Türk siyasetçisi olarak gön-lümden şunu geçiririm: İsterim ki, İsveç’teki bütün Türkler sandığa gidip oylarını kullansınlar ve seçimlere katılımlarını yüksek oranlarda tutsunlar. Siyasetçi olarak Türklerin seçim-lere katılımının % 90 civarında olduğunu gördüğümüz zaman, bu durum bize gurur verir ve elimizi daha çok güçlendirir. Siyasi partilerden, iktidarlardan, hükümetlerden bir şey is-terken, böyle bir istatistiği onların masasına koyarak istemek, bize büyük bir artı getirir. Türkler, sandığa gittiklerinde tabi ki kendi adaylarına oy vermeleri gerekir. Diğer milletlere, diğer gruplara baktığımızda, herkesin kendi adayına destek çıktığını görüyoruz. Bizde de aynı şeyin olması gerekir. ‘Bu Eskişehirli’, ‘bu Amasyalı’ diye değil; ‘bizden bir Türk’, ‘Türkiye’den ge-len bir kardeşimiz’ diye bize arka çıkmaları gerekir. Ben Sosyal Demokratlardan aday Hasan Dölek olarak, hepsinin kardeşiyim ve içlerinden biri olarak, bu seçimlerde kendim için tercihli oy istiyorum. Bunu halkım için istiyorum. Niye bizim Türk temsilcilerimiz parlamentoda olmasın. Dostlar, arkadaşlar, Türkler istedikleri zaman beni bir telefonla arayıp, 3 saniyede bulabiliyorlar. Yani niye böyle bir şey olmasın. Başka birini aradıkları zaman bu kadar bulabilirler mi? Bula-mazlar veya bulsalar dahi bu kadar rahat olamazlar. O yüzden Sosyal Demokrat Parti’yi bu dönem iktidar yaptırmamız lazım. Bunun için Türklerin büyük destekleri gerekiyor. Geçmişte sözde soykırım ile ilgili sıkıntılar oldu ama bu sözde soykırım meselesini İsveç’in gündemine getiren Sosyal De-mokratlar değil, parlamentodaki iktidar partilerinin etkisi olmuştur.

M. anık: 2008’de aynı tasarı meclise geldiğinde Sosyal Demokratlar destek vermemişti. ancak mart ayında parlamentodaki oylamada partiniz tasarıyı destekleme yönünde karar verdi. Bundan dolayı da türk grubu içersinde partinize yönelik çeşitli eleştiriler söz konusu oldu. Partinizin tutumu ve buna yönelik türk grubunun gösterdiği tepkileri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?H. Dölek: Sözde soykırım konusunda Sosyal Demokrat Parti’nin, Sol Parti’nin ve Yeşillerin almış oldukları karar-lar var. Bu konuda Liberal Parti’nin ve Hristiyan Demokrat Parti’nin de almış oldukları kararlar var, ama onlar iktidarda bulundukları için onlar farklı bir tavır aldılar. Ben alınan

bu karara katılmadığımı her zaman ifade ettim. 1914-1915 yılında olan olaylar, soykırım değildir. Altını çize çize bunu söylüyorum. O dönemde Müslümanlar ölmüştür, öldürülmüştür, bunun yanı sıra Hristiyanlardan da ölenler olmuştur. Buna biz soykırım diyemeyiz. Bu mesele, parlamen-tolarda çözülecek bir mesele değildir. Parlamento, bir mah-keme kapısı değildir diye düşünenlerdenim. Siyasi partiler kongrelerinde karar aldıkları zaman, bağlayıcı oluyor bunlar. Ben yıllardır şunu söylüyorum: Sosyal Demokrat Partisi’nde niye biz 1-2 tane Türk bulunalım. Partide 50 tane Türk olsaydı, bu karar çıkmazdı. Çevre Partisi ve Sol Parti için de aynı şey söz konusudur. Moderat Partiye baktığımız zaman, bizzat onların bu ko-nuda parlamentoya vermiş oldukları önerilerin olduğunu görüyoruz. Defalarca, sözde soykırım yapılmıştır diye Moderat Parti milletvekilleri öneriler verdi. Moderat Parti Genel Başkanı ve İsveç Başbakanı Reinfeldt, Södertälje’de 2006 yılında yaptığı bir konuşmada, 1914-1915 yılında olan olayların soykırım olarak parlamentoda kabul edilmesi için elinden geleni yapacağına söz verdi. 11 Martta sol kesim bu öneriyi verirken, sağ partilerdeki bazı milletvekillerinin odalarında oturduğunu görüyoruz. Peki istemiyorlardı da, ne-den bir Dışişleri Bakanı çıkıp da parlamento kürsüsünden bu konuda bir konuşma yapmadı? Neden Başbakan bir konuşma yapmadı. Neden Moderat Parti, sağ parti milletvekilleri odalarında oturdular.

M. anık: Parlamentodaki oylamada, tasarıya karşı bir tutum sergileseler de, iktidardaki sağ partilerin bu tasarıyı siyasi bir malzeme olarak kullandıklarını sa-vunuyorsunuz, değil mi?H. Dölek: kesinlikle öyle. Ben böyle düşünüyorum. Ancak ben şuna da inananlardanım: Türkler bütün siyasi partilerde olmalılar. Soykırım yapılmıştır diyen, demeyen bütün parti-lerde bulunsunlar. Türkler olarak, önümüzdeki dönemlerde belki daha da kötü şeylerle karşılaşacağız. Biz siyasi partilerin içersinde örgütlü olacağız ki, siyasi partiler bizlerle ilgili ka-rar alırlarken iki kere düşünmek zorunda kalsınlar. Bizlerin aleyhine olacak kararları aldırtmamamız lazım. Öyle istifa etmelerle, meydanı birilerine bırakıp kaçmamak lazım. Biz dik durup, bulunduğumuz siyasi partilerde de bu konudaki düşüncelerimizi dile getirip savunacağız. 11 Martta alınan karar dünyanın sonu mu? Hayır, değil. Bu konuda başka ül-kelerde de çeşitli kararlar alındı. Çok mu etkiledi bu kararlar Türkiye’yi? Hayır, değil. Ancak bizim bu konuda duruşumuz bellidir. Bu meselenin çözüm yeri, Avrupa’daki parlamen-tolar değildir. Ben bunu Sosyal Demokrat Parti içersinde savunanlardanım. Oylarımızı kullanmamız lazım. Gidip oylarımızı atalım ve boş atmayalım. Türk adaylara tercihli oy olarak verelim oylarımızı.

M. anık: türkiye’den gelmiş göçmen kökenli bir adaysınız. türk grubu haricindeki kitlelere yönelik ne gibi çalışmalarda bulunuyorsunuz?H. Dölek: Türk olmamdan dolayı, öncelikle kendi kardeşlerime yönelip onlardan oy istedim. Tabi ki ben Türkle-rin değil, Sosyal Demokrat Parti’nin adayıyım. Sosyal Demo-krat Parti’nin adayı olduğum için sadece Türklerden değil, İranlılardan, Bosnalılardan, Somalililerden, İsveçlilerden oy istiyorum. Benim o kadar çok İsveçli arkadaşım var ki. Hem oturduğum bölgede hem de başka yerlerde İsveçli

arkadaşlarım var. Konuşup, sohbet ediyoruz. Oyumuzu za-ten Sosyal Demokrat Parti’ye vereceğiz ama sana da tercihli oy kullanacağız diyorlar. Ben, Sosyal Demokrat Parti’nin adayıyım. Sosyal Demokrat Parti’nin adayı olduğum için de yerimi parti belirledi. Türkler veya başka bir grup bunu belir-lemedi. Her kesimden oy istiyorum. Bu oyu da isterken, Sosyal Demokratların İsveç’te ailelere, gençlere, eşinden ayrılmış ve tek başına yaşayan kadınlara, göçmen sınıfına ve işçi sınıfına daha da refah getirecek bir seçim programını, seçimleri kazanıp uygulamak için vatandaşlardan oy istiyoruz.Moderat Parti’nin geçen seçimlerde büyük sloganı, “işsize beş günde iş” şeklindeydi. Seçim oldu bitti ve Moderat Parti iktidara geldi. Ancak hiçbir işsiz beş günde işe kavuşamadı. Hiçbirimiz buna şahit olmadık. Başbakan ne yapacaktı? Bütün işsizleri Başbakanlığa toplayıp onlara öylece mi iş verecekti? Tabi ki hayır. Ancak bunu yapamadıklarını söylemek ge-rek. Yapamadıkları için de halkın bugün hesabını onlardan sorması lazım. Bir işsizin çıkıp da Başbakan’a şunu söylemesi lazım: ‘Geçen seçimlerde biz size oy verdik. Beş günde bizim iş sahibi olmamızı sağlayacaktınız. Ancak iş sahibi olmadık.’ İşsiz kesimin bunun hesabını sorması lazım. Bunun gibi daha birçok şey var. Sağcı partiler genelde, sağın güçlü olduğu ka-lelere destek veriyorlar. O yüzden ben işçi kesiminin, göçmen kesiminin sol bloğa oy vermesi gerektiği taraftarıyım.

M. anık: Sol bloğun iktidara gelme şansını nasıl görüy-orsunuz? Bu konuda çeşitli kamuoyu yoklamalarına basında zaman zaman yer veriliyor. Sizce seçim sonrasında sol ittifakı nasıl bir sonuç bekliyor?H. Dölek: İsveç’te olmayan bir durum söz konusu şu anda. Sağ ve sol blok birbirine çok yakın. Bu bir gerçek. Ancak ben

hiçbir zaman istatistiklere inanmadım. Açıklanan istatistikler yanıltıcı olabilir, yönlendirici olabilir. Zaten basın, şu an-daki iktidarın kazanması için elinden geleni yapıyor. Çıkan istatistiklere dahi yanıltıcı yorumlar ekleyebiliyor. O yüzden biz şu anda gece gündüz çalışıp, sol bloğun iktidara gelmesi için çalışıyoruz. İnsanları aydınlatarak, oylarının önemini anlatarak çalışmalarda bulunuyoruz. Banliyölerde seçimlere katılım oranları çok düşük. Bu yerlerde yaşayanlar, Sosyal Demokratları destekleyip iktidara taşıdıklarında, banliyöler-deki sorunlarının hızlıca çözüldüğünü görecekler. Moderat Parti 4 yıldır iktidarda ve seçimi kaybeden Sosyal Demokrat Parti’den de çok güzel bir ekonomi devralmıştı. Bu ekonomi, o günden bugüne çok farklı noktalara geldi. Sol kesim seçimleri kazanır, iktidar olursa, ki inşallah olacak, 2006’da sağ iktidara teslim ettiği ekonomiyi göremeyecek. Perişan bir ekonomi devralmış olacak. O yüzden herkesin bir şekilde oyunu kullanması lazım. 1 Eylül’den 19 Eylül’e kadar herkes oy kul-lanabilecek.

M. anık: Seçmen kitlesine son mesajınız nedir?H. Dölek: Seçmen kitlesine şunu demek istiyorum: Sandığa gitsinler ve oylarını kullansınlar. Oylarını kullanırlarken de ziyan etmesinler. Boş oy atmasınlar. Sözde soykırım meseles-inden dolayı boş oy atmasınlar. Bu meseleden dolayı Moderat Parti’nin yapmak istediği oyuna düşüp, Moderat Parti’ye oy vermesinler. Oylarını sağ partilere değil, sol partilere vers-inler. Sosyal Demokratlara oylarını versinler ve kendi Türk adaylarını tercih etsinler. Mehmet AnıkSakarya Üniv. Sosyoloji Böl. Araş. Görevlisi

Baglanti parasi yok, gunluk ucret yokabonelik ucreti yok, gizli ucretler yokSon kullanma tarihi yok. www.ringtel.eu ye girin, Kendinize bir hesap acinHesabiniza sadece 10€ veya katlarini yukleyin vekaliteli Premium hatlarimizdan Dunyanin her yerindenturkiye Sabit telefonlari dakikasi 2 €cent, turkiye Mo-billeri 5,5 €cent ile arayin.(10€ ile turkiye sabit telefonlari ile 500 dakika konusun)turkiye'de bulundugunuzda; ısvec sabit telefonlari 1 €cent'e arayin.Baskaca bir ücret ödemeyin!

Konustugunuz kadar ödeyin,Korkulu telefon faturalarindan kurtulun ringtel telefon kartlari ile de WebPhone'dan telefon edebilirsiniz. gecerli fiyat listemizi görmek icin; www.ringtel.eu 'ye bakin Diger Hizmetlerimiz;telefon karti, Callback ve CallShop

ringtel WebPhonewww.ringtel.eu tel: 08 - 514 922 [email protected]

ringtel WebPhone www.ringtel.eu

tum dunyayla konusmak icin artik telefona ihtiyaciniz yok.Sadece bilgisayar, internet ve bir kulaklik yeterli.

Page 10: Yeni Birlik 4/2010

18 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 19

SEÇİM

ali Kınalı İsveç komünist parti milletvekili adayıİşçi çocuğu olarak doğdum. Çocukluğumdan bu yana toplumsal haksızlıklara ve sömürüye karşı mücadele ettim. Eğitimimi sürdürürken aynı zamanda çalıştım. 16 yaşında aktif bir sendika üyesiydim. 18 yaşında  komünist partinin gençlik örgütü-ne  katıldım. 21 yaşında sendika temsilciliği yaptım ve 23 yaşında sendikada genel sekreterlik görevini üstlendim. 1980 yılında askeri darbe olunca 10 yıl kaçak olarak, gizli yaşadım. 1990 kasım ayında İsveçe geldim ve 1992 yılında sol partiye üye oldum. 2002 de  SKP ye girdim ve  2006 da SKP nin yönetiminde görev aldım.  Bütün  yaşamım boyunca Marxist-leninist değerleri benimsedim. Ben bir komünistim ve tüm dünya işçi sınıfının kapita-lizmden kurtulması için caba sarfediyorum. Parlamentoya seçilmem önemli değil, ama seçilirsem sıradan bir parlamento üyesi olmayacağım. Haksızlıklar için mücadele edeceğim. İşçi sendikalarıyla ve kitleleri temsil eden diğer sol güçlerle iş bir-ligi yapacağım. Barış için ve İsveç´in emperyalist işgal politikalarına karışmaması için çaba sarfedeceğim. İsveç´in Avrupa Birliğinden çıkması ve NATO ya ve başka emperyalist askeri eylemlere karışmaması için mücadele edeceğim. Çocukların ve gençlerin toplumda daha iyi yerlere gelebilmesine zemin yaratılması için uğraşacağım. İsveç´in mülteci politikasinin daha adil olması için uğraş vereceğim. Irkcılık ve ayrımcılığa karşı daha düzgün, radikal politikalarin geliştirilip, uygulanabilme-sine çalışacağım.Temel hedefimiz eşitlik içinde, özgür bir toplumsal ortamda, demokratik bir sistem in, herkese ayrımsız uygulanabildiği, adil bir kamu düzeni içinde varolunmasını, değiştirilemez biçimde hayata geçirmektir ve ben bunun gerçekleşmesi için parlamentoda mücadele edeceğim.Kapitalist koşulların eşitsiz, ayrımcı, sömürücü varlığına son vermek, de-mokratik, kollektif  somürüsüz bir  sistem olacak sosyalizmi adım adım uygulamaya geçirebilmek için, toplumun tüm demokra-tik güçleriyle birlikte mücadele edeceğim.Partimiz bütün özelleştirmeleri durduracaktır.Daha önce özelleştirilmiş olanları yeniden kamusal mülkiyete dönüştürmek için mücadeleyi proğramına koymuştur.Tüm işçi sınıfının,ve işçi sınıfının bir parçası olan göçmenlerin geçim sıkıntısı içinde yaşıyanların, gençlerin, kadınlarin oylarını partimize vermelerini isterim.Çünkü onların çıkar ve taleplerini en iyi biçimde komünist partsi(SKP)temsil edebilir.

Muharrem DemirokKommunalråd, Centerpartiet Linköping (Lingköping Şehri Belediye Başkanı) 1976 Stockholm´da doğdum. 1970 yılında Konya’nın Kulu İlçesinden çalışmak için İsveç’e gelen bir göçmen işçinin en büyük oğluyum. 22 yaşına kadar Huddinge belediyesine bağlı Vårby Gård´semtinde kaldım. İlk ve orta dereceli eğitimimi bu bölgede aldım.   1998 Yılında Linköping üniversitesini kazandıktan sonra bu şehre yerleştim. İlk olarak geografya ve şehir planlaması okudum sonra, siyasal bilgilere geçtim.  Üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra 2000 yılında Avustralya gittim ve orada 6 ay staj gördüm… Stajım bittikten sonra da 2001 yılında ABD´ye çalışmak ve tecrübelerimi artırmak için gittim. Orada İsveç kültür gençlik elçisi olarak Amerikan gençleriyle çalıştım.   Daha sonra tekrar İsveç’e döndüm. 2004 yılında siyasete atılarak Center partiye( Sağ Liberal parti) üye oldum. Kısa bir süre sonra da Linköping belediyesinin çevre komisyonuna (miljönämd) seçildim. 2005´de partinin genel kongresinde Center parti-nin Merkez Yönetim Kuruluna (MYK) seçildim ve 2009 yılından beride Linköping de kommunalråd ( Belediye Başkanı)olarak görev yapıyorum. Centerpartiye üye olup, burada siyaset yapmamın sebebine gelince; Türkiye kökenli olarak, Türkiye’den gelen insanların,  eşimin- dostumun,  akrabalarımın ve en önemlisi de,  Kulu dan gelen 40 bin hemşerilerimin yaşama  koşullarına  baktığım zaman, bunları en iyi anlayan parti Centerpartisi. Çünkü onlarda köyden şehre göç etmiş, göçün ne olduğunu ve göçmenle-rin dilini en iyi onlar anlıyor… Bunun yanında Centerpartinin en çok ilgi gösterdiği alanlardan birisi´de küçük şirketler ve yatırımcıların sorunları. Göç etmiş olmasına rağmen İsveç’te kendi işyerini kurarak devlete yük olmaktan çok destek olan, İsveç ‘de yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu da bu kategori içinde yer alıyor.  Önümüzdeki seçim İsveç’te yaşayanların geleceğini ve yarınlarına daha iyi bakması açısından çok önemli görüyorum. Çünkü iki değişik ideoloji karşı karşıya. Bir taraf güvenini devlete bağlıyor, diğer taraf ülkede yasayan insanlara. Centerpartinin ülkenin en büyük sorununu’’ işsizlik’’ olarak görüyor. Birinci amaç gençler arasında artan işsizlik sorununa çare bulup, büyük istih-damlar meydana getirmek ve gençlerin önünü açmak.  Bunun en kolay yolu da gene ufak şirketlere destek vermekten geçiyor.  Çünkü işsizliğe çare, devlette değil, yeni açılacak, desteklenecek irili, ufaklı özel şirketlerde. Genellikle İsveç’te yaşayan Türklerin uğraştıkları branş olan  Restaurantlara KDV oranını  (restaurangmoms) yarıya düşürürsek 15 000 insana yeni bir iş imkanı de-mektir. Buralar da daha çok gençler çalıştığı için, gençlere büyük bir iş imkânı doğar. 2010 seçimi hem İsveç’te yaşayan Türkler hem de İsveç halkı için çok önemli bir seçim olacak. Daha iyi bir yaşam için çocuklarınızın geleceği için, İsveç’in yarınlarında söz sahibi olmanız için İsveç’te yaşayan Türkleri bu seçimde demokratik hakları olan ‘’oy’’ hakkını kullanmaya davet ediyorum.

SMS:A ”VAL” TILL 72 007 - FÅ EN FILM OM VÅR POLITIK

SVARET PÅ VALETS VIKTIGASTE FRÅGA:NYA FÖRETAG.Nya jobb kommer i nya och växande företag. Välj Alliansens företagsamma röst!

MUHARREM DEMIROKKOMMUNALRÅD I LINKÖPING

Page 11: Yeni Birlik 4/2010

20 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 21

SEÇİM SEÇİM

Haninge Bölgesi’nde Moderat Parti tarafından 25. sıradan milletvekilliğine aday gösterilen Sedat Doğru, 2. sıradan da Belediye Meclisi adayı. Milletvekili seçilerek, siyasette bir üst basamağa çıkmayı hedeflediğini belirten Doğru, parlamentoya girmesi durumunda; sosyal sigortalar, entegrasyon, yaşlılık, şirketlerle ilgili düzenlemeler ve kültür ile işlerin vergiden düşürülmesini sağlamak gibi çeşitli konularda çalışmalarda bulunmayı amaçladığını belirtiyor.

M. anık: Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?S. Doğru: 1971, Yozgat doğumluyum. 1 yaşımdayken, ailemle beraber İsveç’e geldik. O günden beri burada yaşamaktayım ve memleketim de haliyle İsveç olmuş oldu. 1998 seçiminden itibaren siyasetle aktif olarak ilgilenmeye başladım. Partiye üyeliğim çok daha öncesine dayanmakla birlikte, siyasete aktif katılmam bu tarihten itibaren oldu. Burada bütün partilerin gençlik kolları liseleri gezer. Ben o zaman lise 1’e devam eder-ken, Moderat Partisi’nin gençlik kollarından gelen gençlerin sınıfımızda anlattıkları hoşuma gitmişti. Moderat Parti’yi bi-raz daha inceledikten sonra partiye üye oldum. Ancak partide aktif bir şekilde çalışmaya başlamam, belirttiğim gibi 1998 senesi itibariyledir. 1997’de bize ait iki lokantayı sattıktan son-ra, kendimi siyasete aktif olarak verme kararı aldım. Partinin gençlere ihtiyacı vardı zaten. Benim de tam enerjik olduğum zamanlardı.1998’deki seçimlerde, belediye encümenliği için 10. sıradan aday olarak listeye girdim. Siyasette aktif olarak yer almam, üç ay öncesine dayanmasına rağmen, 10. sırada bana yer verdiler ve belediye encümeni oldum. Okul Komisyonu’nda beni grup başkanı olarak görevlendirdiler. Belediye yönetimine de gir-dim. Böylece seçim sonrasında, bana on civarında farklı görev verdiler. Yoğun bir şekilde çalıştım ve bu yoğunluğun sayesin-de siyaseti de iyi bir şekilde öğrendim. 2002 seçimlerinde artık bir basamak yukarısını hedefleyerek, İl Meclisi’ne aday oldum. Orada üçüncü geldim. O zamanlar Haninge, Huddinge ve Nynäshamn Belediyesi’nin seçmen kitlesi ortaktı. Seçimi So-syal Demokratlar kazandığı için ben kaybettim. Belediye’deki encümenlik görevime geri döndüm ve o zamandan beri de bu görevimi sürdürmekteyim. Bu süreçte Polis Komisyonu, çevre planlaması ve ev izinleriyle ilgili komisyonlarda görev aldım. Önümüzdeki seçimlerde, bir basamak yukarısını amaçlayarak, hem belediye encümenliği için hem de milletvekilliği için aday oldum. M. anık: İsveç’teki göçmenler, siyasal açıdan tercihlerini, özellikle göçmen haklarını savunmalarından dolayı sol eğilimli partilerden yana kullanırken, siz siyasal olarak sağda yer alan bir partide siyaset yapmayı tercih ettiniz. Kısaca bu tercihinizin lise yıllarına dayandığını belirt-tiniz ama ben yine de bu tercihi yapmanızda ne gibi fak-törlerin etkili olduğunu sormak istiyorum.S. Doğru: Dediğim gibi ben tercihimi lise yıllarında yapmıştım. Ben zaten sağ görüşlü bir insanım. Bu açıdan Sağ Parti’nin görüşleri bana daha yatkın geldi. Ancak bu, Moderatların dediklerine yüzde yüz katılıyorum demek de değildir. Moderatların siyasal felsefeleri bana daha uygun geliyor. Moderatlar, birey temelli bir siyasal felsefeye sahip-ken, Sosyal Demokratlar kolektif anlayışa dayanan bir siyasal

felsefeyi benimsemektedirler. İki anlayış arasındaki ana fark, burada ortaya çıkıyor. Zira bütün kararlar, farklı kutuplardaki bu yaklaşımlara bağlı olarak alınıyor. Örneğin resmi bir vergi politikası uygulanacağı zaman Moderatlar, bunun kişiye nasıl etki edeceği üzerinde dururken; Sosyal Demokratlar, bunun topluma nasıl etki edeceği üzerinde odaklanmaktadırlar. Çoğu kişi sosyal sigortalardaki yapılanmanın olumsuzluğundan bahsediyor. Oysa bizim hükümetimiz, çalışan ve çalışmayan arasında bir fark olması gerektiğini, ikisinin de aynı parayı kazanamayacağını savunuyor. Sosyal Demokratlar bu konuda bir denklik uğraşısı içindeler. Biz çalışan insanın, çalışmayan bir insandan daha çok kazanması gerektiğini savunuyoruz. Tabi çalışmayanı da bir kenara atamazsınız. Ona da bakacaksınız ama biri yüz alıyorsa, öteki-si elli lira alacak. Ben de partimin bu görüşüne katılmaktayım.

M. anık: İsveç’teki türkler, seçimlerde tercihlerini çoğunlukla Sosyal Demokratlardan yana kullanmayı ter-cih ettiler. Önümüzdeki seçimlerde İsveç seçimlerinde oy kullanacak insanlar, sizce hangi nedenlerden dolayı Moderatları tercih etmelidirler? S. Doğru: Öncelikle bireysel politika yaptığımız için bizi tercih etmeliler. Toplumsal politika yapmıyoruz. Biz önceli-kle kişileri görüyoruz. Moderat Parti’nin siyaset anlayışının, Türklere daha uygun olduğunu düşünüyorum. Türkler sağcı bir toplum, solcu değiller. Sosyal Demokratlara yönelik tercih, aslında ters bir tercih oluyor. Bunun da sebebi, Türkler buraya ilk geldiklerinde, Olof Palme gibi yabancılara büyük haklar tanıyan bir liderin varlığına şahit oldular ve bundan etkilendi-ler. Palme, İsveçlilerin sahip oldukları hakları, yabancılara da tanıyan lider oldu. Türkler de Palme’nin liderlik yaptığı Sosyal Demokratlara, bir borcumuz var diye düşündüler. Ancak o zamanlar geçti artık. Bundan sonra daha ileriye bakmak gere-kiyor. Şu anki konjonktürde “benim için hangisi daha iyi” diye bakmak ve ona göre bir tercihte bulunmak gerekir.

M. anık: Mart ayında İsveç Parlamentosu’nda yapılan soykırım tasarısı oylaması sonrasında, buradaki türkle-rin bir kesimi arasında Moderatlara yönelik bir sem-pati oluştu. Diğer bir kesim de, Moderatların iktidarda oldukları için tasarıya karşı tavır aldıklarını, yoksa tasarıyı parti olarak kabul ettiklerini, hatta reinfeld’in parti kongresinde bu yönde beyanatlarının olduğunu ifade ettiler. Bu durumla ilgili bir değerlendirmede bulunmanızı rica etsem. S. Doğru: Her partinin iki senede bir kongresi olur. Bizim kongrede öyle bir olay olmadı. Bizim parti içersinde böyle bir öneri sunan olmadı. Mart ayında mecliste geçen tasarıyı biz ne destekledik, ne de destekliyoruz. Geçmişe baktığınız za-man, bu tasarıyı Sosyal Demokrat Parti içersinde yer alanların desteklediğini ve bu konuyu ilerletme peşinde olduklarını görürsünüz. Ayrıca Hristiyan Demokratlar içersinde bir mil-letvekili, Sol Parti ve Yeşiller de bu tasarıyı destekledi. Bizim parti içersinde, benim duyduğum ve bildiğim kadarıyla böyle bir destek yok.

M. Anık: Moderatların, iktidarda yer almalarından dolayı tasarıya karşı cephe aldıkları, oysa gerçekte tasarıdaki iddiaları kabul ettikleri yönündeki eleştiriler hakkında ne söylemek istersiniz?S. Doğru: Bunun garantisi Carl Bildt’tir. Carl Bildt, Tür-

kiye dostu bir insan. Carl Bildt, 1990’lardan beri Türkiye ile yakından ilgilenen, Türkiye’ye saygı duyan bir insan olmuştur. Bu yöndeki iddiaların karşısında, Türkiye’nin garantörü kendisidir. Kaldı ki, bu türden iddiaları partim içinde ben duymadım. Zaten duysam, önce kendim tepki gösteririm.

M. Anık: İktidarda yer alan Moderat Parti, bu konuda gerçekten de samimi olsaydı, oylamayı daha ciddiye alır ve meclisten geçirmezdi şeklinde eleştiriler de var. Partiniz tarafından böyle bir sonuç beklenmiyor muydu acaba? S. Doğru: Evet beklenmiyordu ve bu yüzden de oylama hafife alındı. Yoksa bizim partinin de yer aldığı iktidardaki bloğun, muhalefet partilerinden beş tane fazla milletvekili vardı. İki tanesi kalkar, tasarı lehinde oy kullanır; diğer üçü de gelmezse, ortaya böyle bir tablo çıkar tabi. Bu konu meclise gelmeden önce, komisyonda ele alındığı zaman, tasarıya karşı bir tavır alınmıştı. Bu dört sene içersinde bu kaybettiğimiz ikinci tasarı oldu. Bir önceki tasarıda da bir önemsememe hali olmuş ve o tasarı meclisten gewwçmişti. Böyle şeylerin olmaması için teyakkuz halinde olmak gerekiyor.

M. anık: İsveç’teki türklerin seçimlere karşı ilgisizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu ilgisizliği gidermek için ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz? S. Doğru: Ben, İl Meclisi’nde otururken, 2003-2004’te yayınlanan bir rapor oldu. Bu raporda, Stockholm’de yaşayan göçmenlerle ilgili bir çalışmanın sonuçlarına yer veriliyor. Bu çalışmada; göçmenlerin eğitim seviyesi, seçimlerde oy kullanma durumu, mutluluk algısı, hayattan memnuniyet durumu gibi şeyler üzerinde duruluyor. Raporda, en eğitimli grubun ve İsveç’e en çok entegre olanların İranlılar olduğu belirtilmişti. En az oy kullanan ve en az entegre olanların Türkler olduğu belirtilmekteydi. Ancak ilginç olan, araştırma kapsamında ele alınan göçmen grupları içersinde en mutlu olanların da Türkler olmaları olmuştur. Homojen bir grup olan Türkler, 1960’larda gelmiş ve öylece kalmışlar. Bugün Kulu’ya gittiğinizde, Kulu’nun eskiye göre oldukça geliştiğini görürsünüz. Ancak İsveç’e baktığınızda, 1960’ların Kulu’sunu görürsünüz. Bizimkiler buraya gelmiş ve ben nasılsa gideceğim diye düşünmüşler ama aradan kırk seneden fazla bir süre geçmiş. Artık geri dönme olayı olmadığına göre, burada yaşayan Türklerin buradaki yaşama aktif bir şekilde katılmaları gerekir.

Ben belediye encümenliği yaptığım için daha farklı bir siya-set yapacağım. Mesela Türklerin sahip oldukları sorunlarla yakından ilgileneceğim. Seçim çalışmaları kapsamında Ha-ninge, Jordbro, Brandberg civarlarındaki cami, dernek, kahve-hane gibi yerlere uğrayıp, öncelikle büyüklerimizle görüşmeyi planlıyorum. Seçimlerde neden oylarını kullanmaları gerektiğini onlara anlatacağım. Oylarını bana ya da başka par-tiye verirler. Buna bir şey diyemem ama neticede bir şekilde oylarını kullanmaları önemli. Böyle olmalı ki, biz buradaki gücümüzü gösterebilelim. Biz gücümüzü göstermezsek, me-cliste mart ayında olduğu gibi aleyhimize tasarılar geçer.

M. Anık: 25. sıradan aday gösterildiğiniz için tercihli oyla seçilmek için çalışacaksınız, değil mi?S. Doğru: Tabi tabi. Önceki seçimlerde de ben tercihli oyla seçilmek için çalışmıştım. Tabi o zaman milletvekili adayı değildim. Belediye meclisine aday olmuştum. Özellikle bu soykırım tasarısından sonra, tercihli oy üzerinde çalışacağım. Tabi insanları, neden oylarını bana vermeleri gerektiği konusunda ikna etmem gerekecek. Zor bir çalışma olacak. Şöyle de bir şey var; bizim partiye baktığınızda, ilk on yedi sıradaki adayların seçildiklerini görürsünüz. İlk sırada zaten Başbakan var. Tabi seçimleri kazanırsak, başbakan ve bak-anlar, sıralamaya dahil edilmeyeceği için, ortaya avantajlı bir hal çıkacak. Şu anda bizde, 25. sıradan milletvekili olan var. Tercihli oy üzerine çalışacağım ama böyle de bir durum var. Sıralamadaki yerim kötü gibi gözükse de, bu sıralama itibari-yle meclise girebilecek bir yerdeyim. Ancak tercihli oyla seçi-lirsem, bu durum parti içersinde bir ağırlığımın olmasını da sağlayacak. Arkanızdaki destekçiler ne kadar fazla olursa, par-ti içersindeki etkinliğiniz de o oranda artıyor ya da azalıyor. Tercihli oyla seçilebilmek, gerçekten de büyük bir maharet ve emek istiyor. Ben de bu düşünceyle çıktım yola.

M. Anık: Seçimleri kazanıp, parlamentoya girmeniz du-rumunda, öncelikle hangi konularda çalışma yapmayı planlıyorsunuz? S. Doğru: Üç tane konu seçtim. Birincisi; sosyal sigortalar, entegrasyon ve yaşlılıkla ilgili. Huzurevinde yaşayan Türklerle tanıştım geçenlerde. Malumunuz, çocuklarda anadilin öne-minden bahsedilir hep. Ancak kişi yaşlandığında da anadil çok önem kazanıyor. Yaşlılarda anadili kullanma eğilimi artıyor. O yüzden huzurevinde kalan yaşlılara, onların dilin-den anlayan bakıcıları görevlendirmek lazım. Üzerinde durmak istediğim konuların ikincisi, şirketlerle ilgili. Yüz senedir İsveç’te büyük bir şirket piyasaya çıkmadı. Bütün büyük şirketler, yüz sene önce ortaya çıktı. Piyasada daha çok ufak şirketler var. Daha çok iş sağlayan şirketler de bunlar oluyor. Bu sektör içersinde Türklerin sayısı da hayli fazla. Kebap dükkanları, pizza dükkanları, temizlik firmaları hemen akla gelenler. Bu türden firmalara nasıl kolaylık sağlanabileceği önemli. Mesela vergi konusunda ya da işe eleman alma konusunda, bu firmalara nasıl kolaylık sağlanabileceği üzerinde durulabilir. Üçüncüsü, kültür ile ilgili işlerin vergiden düşürülmesini sağlama şeklinde bir çalışma planım var. İsveç’te böyle bir çalışma yok. Kültürel alandaki faaliyetlere verilen desteğin vergiden düşürülmesi gerekir. Mesela bir şirket olarak, bir futbol takımına destekte bulunduysanız eğer, bunun vergiden düşürülmesi lazım. Türkiye’de böyle bir çalışma var mı bilmi-yorum ama bu konu gerçekten de önemli.

Sedat Doğru

Page 12: Yeni Birlik 4/2010

22 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 23

SEÇİM SEÇİM

M. Anık: Türkiye’de bahsettiğiniz tarzda bir düzenleme var. Eğitim, kültür, spor gibi alanlardaki faaliyetlere şirketlerin verdikleri desteklerin tamamı ya da bir kısmı, vergi borçlarından düşürülüyor. S. Doğru: İsveç’te şu anda böyle bir düzenleme yok. İsveç’te belediyeler, derneklere destek veriyor ama bu da yeterli ol-muyor. Önceden bu desteğin miktarı büyüktü, ancak şimdi azaltılmış durumda. Belediyelerde bütçeyle ilgili bir problem olduğunda, akla hemen kültürel faaliyetlere verilen desteğin kısılması ve böylece bütçenin denkleştirilmesi geliyor. Böyle olunca, mesela bir futbol takımı gidip maçını yapamıyor. Alby’de bir şirket mesela diyebilir ki, ben bu futbol takımını desteklemek istiyorum. Onlara 100 bin kronluk bir katkıda bulunmak istiyorum. Bu konuda bir düzenleme yapıldığında, bu türden faaliyetlere verilen destek vergiden düşürülebilecek. Böyle olunca bu tür faaliyetler de artmış olacak. İsveç’te Sosyal

Demokratlar iktidarda bulunduğu için, bu türden faaliyetleri hep devlet yönetmiş. Kolektif siyaset anlayışının bir ürünü bu durum. Ancak anlayışın doğru olduğunu söylemek müm-kün değil. Devlet benden alıp, kendi kararları doğrultusunda parayı dağıtacağına; para benim olduğuna göre, bıraksın da parayı ben kime vermek istiyorsam ona vereyim. Bu bahsettiğim konuları meclis gündemine taşımayı planlıyorum.

M. anık: Seçmen kitlesine son olarak vermek istediğiniz mesaj nedir?S. Doğru: Birlik ve beraberlik içersinde oylarını kullansınlar lütfen. Kime verdikleri önemli değil ama oyumuzu kullanmamız şart. Tabi bana destek olurlarsa sevinirim.

Mehmet AnıkSakarya Üniv. Sosyoloji Böl. Araş. Görevlisi

Ev Kullanıcıları için özel avantajlar (Privat Kund)

- Tek bir telefonla haftada 7 gün Datasson teknik servis ekibini çağırabilirsiniz- Piyasa fiyatlarının altında ekonomik teknik servis hizmeti alabilirsiniz- Bilgisayarınız eski bile olsa hızlı çalışması için ufak takviyeler yaptırabilirsiniz- Evinizdeki bilgisayarınızın tamiri için harcadığınız parayı yıl sonu vergiden düşebilirsiniz- Almış olduğunuz teknik servis hizmeti için 14 gün garanti alırsınız- Datasson servis ekibinden Türkiyedeki telefonları nasıl ücretsiz arayabileceğinizi öğrenirsiniz- Sizinle aynı dili konuşan profesyonel bir IT şirketi ile çalışmanın avantajlarına sahip olursunuz

Şirketler için özel çözümler ve avantajlar (Företag Kund)

- Datasson ile aylık bakım anlaşması olan şirketler hafta’da 7 gün kesintisiz servis hizmeti alırlar - Şirketler tüm servis ödemelerini ay sonunda fatura karşılığında yaparlar- Piyasa koşullarının altında fiyatlara malzeme temin edebilirler- Şirketinizdeki tüm bilgisayarlar ve yazıcılara periyodik olarak haftada 1 kez bakım yapılır- Eski bilgisayar ve bilgisayar malzemeleriniz çöpe gitmeyerek değerlendirilir- Şirketinizin bilgisayarları için harcadığınız parayı masraf olarak yıl sonu vergiden düşebilirsiniz- Şirketinizin internet sitesinin profesyonel bir ekip tarafından güncellenmesi yapılır- Şirketinizin Logo – Kart Vizit – Zarf – Reklam – tasarımlarını uzmanlarımıza yaptırabilirsiniz- Sizinle aynı dili konuşan profesyonel bir IT şirketi ile çalışmanın avantajlarına sahip olursunuz

Hoşgeldiniz...

Evinizdeki ya da iş yerinizdeki bilgisayarlarınızdayaşadığınız tüm problemlerde bizi arayabilirsiniz.

Microsoft sertifikalı uzman ekibimizle hafta’da 7 gün hizmetinizdeyiz.

Size bir telefon kadar yakınız.

GRA

PHIX

EL.S

E

Datasson Kundtjänst : 0704-49 27 27Fax : 08-428 66 292E-Post : [email protected] Hemsida : www.datasson.se

DATASSON sizinle aynı dilikonuşuyor

Kendinizi tanıtırmısınız ?Hangi partiden, hangi göreve adaysınız ?İsmim Selin Kayhan, 18 yaşındayım ve Sosyaldemokrat partiye üyeyim. Botkyr-ka belediye meclis üyeliğine aday oldum. Kişisel olarak değişik platformlarda yer almayı ve görüşümü açıkca belirtmeyi bilen bir gencim. Botkyrka belediyesinin gençlik meclisinde beş yıldır üyeyim. Bu zaman içerisinde bir sene başkanlık yaptım ve çok fazla sayıda faaliyetler ve projelerde bulundum. Gerçekleştirdiğim en büyük projelerimden birisi ECCAR (European Coali-tion of Cities Against Racism) oldu.2008’de İtalya daki “Youth Forum” isimli bir projeye katıldım.Bu projenin hedefi ırkçılığı önlemek için bir belge yazmaktı. Bologna şehirinde olan bu seminerde 250 delege karşısında oluşturduğumuz tavsiyeleri sunma görevini üstlendim. 2009’da Belçikanın başkenti Brüksel de Avrupa parlamentosunda projeye spon-sor olan FC Barcelona baskanı Joan Laportayla tanıştım ve oluşturduğumuz tavsiyelerden birini uyguladığını açıkladı. Bu olay gençlerimizin neler yapabileceğini bana bir kez daha kanıtladı. Fransa’nın Toulouse şehrinde 2009 yılında yine aynı seminere katıldım ve Unesco ırkçılık bölümünün başkanı Sergei Lazarev’den bir teklif aldım.Aldığım bu güzel teklif ile herşeyin orada bitmediğini anladım. İsviçre’nin Cenevre şehrindeki Birleşmiş Milletler’in uyguladığı konferansda yer almam ve Youth Forumunun genel sunumunu yapmam ken-disi tarafından istendi. Ben buna nasıl hayır diyebilirim diye düşündüm ve kendimi bir kaç ay sonra Cenevrede buldum. Orada en iyi şekilde Botkyrka’yı temsil etmek için seçildim ve bunu yapabildiğimi kanıtladım. Bu sene, 25 Mart’da bir proje grubu oluşturdum ve Fitja Ung-domens hus’de ”Framtidsmässan” isimli fuarın düzenlenmes-inde başrol aldım. Fuarın amacı gençlerimiz için bir platform hazırlamak ve yol göstermekti. Fuara, değişik üniversiteler, belediyedeki partiler, CV uzmanları, iki farklı meslek eğitimi veren okullar, CSN ve iş arayan şirketler davet edildi. Bukadarı yeterli olmadığı için gün boyu değişik konulu seminerler hazırladık. Bunlar şimdiye kadar bulunduğum faaliyetlerden sizlere verebileceğim örneklerdir.Ve bu faaliyetlerle beraber

kendimi siyasete ve insanlara hizmet etmeye daha da yakın hissettim.Yaşadığım bu tecrübelere dayanarak söyleyebilirim ki ben ve benim gibi gençlerin bu gibi faaliyetlerde ve yöneti-min içerisinde daha fazla yer alması gerektiğini düşünüyorum.

Size ve Partinize neden oy vermeliyiz? Sizi neden tercih etmeliyiz?Aday olmamın asıl nedeni İsveçteki vatandaşlarımızın sesi olmaktır. Hiç bir yere yalnız ulaşılmaz. Birlik olarak ve yardımlaşarak her sonuca daha çabuk ve doğru şekilde varılır diye düşünüyorum.Kendimi sosyal ve insanlarla ilişki kurmaktan çekinmeyen biri olarak tanımlayabilirim.Asıl hedefim gençlerin, yani, bu ülkede yaşayan geleceğimizin temsilcisi olmak. Belediye meclisteki alınan kararlara her ko-nuda toplumun asıl görüşlerini ifade etmek için çalışacağım.Sosyaldemokrat olmak benim için adalet ve dayanışmanın temelidir.Günümüzü yöneten siyasetçilerin olusturduğu sınıf ayrımı gün geçtikce artıyor ve altsınıfın hakları istismar ediliyor. Ben buna, yeter artık diyorum! Kapitalist bir ülkeye dönüşmeyelim.Sosyal hakların eşitliği benim için en önemli noktadır. Buyüzden meclisdeki alınan kararlararı en iyi ve en doğru şekilde etkileyeceğimi düşünüyorum ve bu yolda tüm gücümle çaba göstereceğimi de biliyorum.Belediye meclisine seçilirsem çocuklarımızın okulları, eğitimi ve gençlerimizin bir işe sahip olmaları konusunu geliştirmek ve bu noktada gerekli diyalogları kuracağımı belirtmek isterim.Her açıdan imkanların çok fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve bize su-nulan bu imkanları sonuna kadar doğru bir biçimde kullan-mak için çalışacagım.

Oy kullanacaklara ne söylemek istersiniz?19 Eylülde herkesin oyu aynı değerde olacak. Sizin, benim, Mona Sahlin’in, Fredrik Reinfeldt’in, hepimizin. Bundan daha iyisi var mı ? İşte ben buna demokrasi diyorum. Bir oy bile çok önemli.Oy vermeden önce iş, aile, çocuklarınızın geleceği ve sosyal haklar gibi size en yakın konuları göz önüne alın.Geleceğiniz elde ettiğiniz sonuçlarla şekillenecektir. Herkesin iyi bir geleceğe sahip olmak istediğini biliyorum ve buyüzden demokrasinin tam savunucusu Sosy-aldemokrat partisine oy vermelerini öneriyorum.Son olarak Botkyrka yönetiminde beni de görmek istiyorsanız sıra numa-ram 29 ve sizlerin tercih oy vererek desteğini bekliyorum.

Selin Kayhan

Page 13: Yeni Birlik 4/2010

24 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 25

SEÇİM SEÇİM

İsveç’te Türk kökenli tek milletvekili konumunda bulunan Mehmet Kaplan’ın ismi, yakın zamanda sıkça gündeme geldi. Gerek Mart ayında İsveç Parlamentosu’nda alınan soykırım kararı sonrasında gerekse de Haziran ayında Filistin’e insani yardım götürürken, kendisinin de içinde yer aldığı gemilere İsrail askerlerinin uluslararası sulardaki saldırısı sonrasında, Mehmet Kaplan ismi üzerinde ciddi bir kamuoyu oluştu. Türk kamuoyu içerisinde, bu olaylardan birinden dolayı yoğun eleştirilere maruz kalan Kaplan, diğerinde ise büyük bir ilgi ve destek gördü. Önümüzdeki seçimlerde Stockholm 2. sıradan Miljöpartiet milletvekili adayı olan Mehmet Kaplan’la hem bu konular hem de seçim üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

M. anık: Öncelikle sizi tanımayan yeni Birlik okuyucuları için kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?M. Kaplan: 1971 Gaziantep doğumluyum ve bir yaşımdan beri de İsveç’te yaşamaktayım. Babam 1960’lı yılların sonunda işçi olarak buraya geldi. Ailece İsveç’in değişik şehirlerinde otur-duk. Burada siyasete girmem ise, 1997 yılında oldu. Bu tarihte Çevre Partisi’ne (Miljöpartiet de Gröna) üye oldum.

M. anık: Bu partiyi tercih etmenizde ne gibi faktörler et-kili oldu? M. Kaplan: Birincisi, insana bakış açısı beni etkiledi. İnsanlara; değişik alanlarda, değişik ihtiyaçları olan birer birey olarak yaklaşmaları ve her zaman insan haklarını savunan ve de kendisine temel olarak dayanışmayı temel alan parti olduğu için bu partiyi tercih ettim. İkincisi, genel anlamda dünyada meydana gelen olaylara en gerçekçi bir şekilde yaklaşan parti olduğu için bu tercihi yaptım. Sağ-sol kavramlarının artık iflas ettiği bir dönemde alternatif bir bakış açısı oluşturarak, bugünün sorunlarını geleceğin nesillerine aktarmayı istemeyen bir yaklaşımı var. Bugünkü sorunları biz çözmesek gelecek-teki faturası daha ağır olur yaklaşımı var. Buna çevre-iklim sorunlarından tutun da, insanların daha rahat ve daha mutlu bir toplumda yaşamalarına yönelik çabaları da eklemek müm-kündür. Bu türden yaklaşımlar, benim partiye karşı sempatimin oluşmasını sağladı. Çevre partisi içersinde ciddi bir dayanışma ideolojisi var. Yani zayıflarla, mazlumlarla omuz omuza ol-mak anlayışı var. Öbür yandan küçük ölçekli işletmecileri de savunur Çevre Partisi. Küçük ölçekli işletmecilerle, işçiler arasında dengeyi kurmaya çalışır. Büyük ölçekli işletmeler ve firmalara karşı ise devamlı ayakta durur. Bu açıdan bakıldığında sol ideolojiye daha yakın olduğunu söylemek mümkündür.

Yeşiller sağ-sol allayışından öte, bireyin ayrımcılığa maruz kalmasını ciddi bir şekilde eleştirebilen ve buna yönelik çözüm-ler üretebilen bir parti olmuştur. Geçtiğimiz dönemlerde Sosyal Demokratların yönetimindeki hükümeti desteklerken, bütçeye destek verirken, şartlı destekte bulunmuş ve böylece ayrımcılıkla mücadelede ciddi adımlar atılmasını sağlamıştır. Ben bu gelişmeleri yakından takip ettim. Çünkü 2003 yılından beri parti yönetim kurulundayım. 2003 yılında ilk defa seçilmiştim. Beni önerdiler parti yönetim kuruluna. Bizim par-tide her yıl olur kongre. Sonrasında 2004’te tekrar seçildim ve çok tuhafıma gitti bu durum. Yaptıklarım partiye üye delegeler içersinde destek görüyordu. 2008 yılı, bu desteğin doruk yılı olmuştur benim için. Çünkü bütün adaylar içersinde en çok

oyla parti yönetim kuruluna seçilen kişi oldum ve 2009 yılında da bu durum tekrarlandı. Tabi her şeyden önce bu bir sorumlu-luktur. Çünkü delegelerin fikirleri ve düşünceleri çok önemlidir. Zira bütün İsveç’ten gelen delegeler söz konusu. 2006 yılındaki milletvekilliği seçimleri için 2005’te aday olduğumda, parti içi seçimlerde, Parti Başkanı’ndan sonra en çok oyu alan ikinci kişi oldum. Önümüzdeki seçimler için parti içinde yapılan oylamada yine en fazla oy alanlar içersinde ikinci oldum. Bu durumun bir yansıması olarak partimden Stock-holm ikinci sıradan parlamento seçimleri için aday gösterildim. 2006’da milletvekili seçildiğimde, komisyonlarda görev almak üzere parti içi görev paylaşımı yapıldığında, adalet komisyonu ve anayasa komisyonunda görev almak istediğimi partime be-lirttim. Banliyölerde oturan göçmenlerin ciddi bir ayrımcılığa maruz kalmaları ve benim bu ayrımcılıkla uğraşmak konusundaki amacım dolayısıyla adalet komisyonunda görev almak istedim. Daha önce Kista Bölgesi’nde Ayrımcılıkla Müca-dele Bürosu’nda müdür olarak görev yapmış olmam dolayısıyla, bu konuda sahip olduğum belli bir birikim vardı ve bu konuda yaşanan sıkıntıların çözümü için Adalet Komisyonu uygun bir çalışma alanı olacaktı benim için. Ancak ne yazık ki 2006’daki seçimleri kaybettiğimizden iktidarda bulunabilme şansımız olmadı. Parti olarak oylarımızı ve milletvekili sayımızı artırdık ama iktidar alternatifi olarak kaybettik. Daha öncesinde mu-halefet pozisyonunda olan sağ partiler, yapılan seçim sonucun-da iktidarı ele geçirdiler.

M. anık: İsveç’te sağ partiler uzun süre iktidarda bulunamamışlardı. Sizin de belirttiğiniz gibi 2006 seçim-leri sonucunda bu şansı elde ettiler. Seçmenin bu yöndeki tercihte bulunması ve sol ağırlıklı bir iktidar yerine siya-sal olarak sağda yer alan bir iktidarı destekleme kararı almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?M. Kaplan: İsveç’te orta seçmen diye, ne sağ ne de solda yer alan bir seçmen grubu var. Bunlar daha çok kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir grup ve bu seçmen kitlesi, seçim sonuçları üzerinde etkili bir rol oynadı. İsveç’teki seçim-lerde zaten iktidara gelecek partinin belirlenmesinde çok küçük oy oranları etkili oluyor. Bahsini ettiğim seçmen grubu da artık sosyal demokrasi anlayışının sorunları çözebileceğine inanmıyordu. Sosyal Demokratlar, seçim öncesinde tek başına iktidara gelmeyi hedeflediğinden, bizim parti ve Sol Parti ile bir ittifakları da olmamıştı. Buna karşım dört tane sağ parti or-tak bir program hazırladı ve Sosyal Demokratlar bu sağ ittifak karşısında cılız kaldılar. Seçimlerden önce Moderat Parti’nin “biz yeni işçi partisiyiz” şeklindeki seçim sloganının da seçmen-ler üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Sosyal Demokratların uzun süredir hitap ettiği kitleyi hedef aldılar ve seçim sonuçları dikkate alındığında bunda da başarılı oldular. Aslında seçimlerden önce söylediklerini de yaptılar. Kimseyi kandırmadılar. Dediler ki, “biz gelir vergisini düşüreceğiz.” Nitekim düşürdüler de. Ancak nasıl düşürdüklerine bakmak gerekir. Düşürdükleri vergilerin % 90’ı yüksek gelirli olanlara giderken, düşük gelirlilere ancak % 10’u pay olarak gitti. Yani çok adaletsiz bir şekilde vergileri düşürdüler. En az maaş alan-dan tutun, en yüksek maaş alana kadar herkesin vergisi düştü. Bu düşüşün sonucu da yüksek geliri olanların faydasına oldu. Tabi bu durumu bugün yaşayanlar, ciddi tepki gösteriyorlar bu

Mehmet Kaplan olanlara. Son kamuoyu yoklamalarına da yansıyor bu tepki. Sosyal sigortalardan çıkarılmış olan 50 bine yakın çalışan var; hastalık sigortası olan, erken emekli olan. Bu insanları resmen sokağa attılar. Bunu yapmış olmalarının nedeni ise, vergiyi düşürmek yönündeki çalışmalarından kaynaklandı. Bir yandan vergiyi düşürürseniz, öte yandan zorunlu olarak bir yerlerdeki giderlerden kısıntı yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bir de şu var: 2006 seçimleri öncesinde Sosyal Demokratlar üç dönem iktidardaydı. Doğal olarak bir yorgunluk oluyor. Göran Person Başbakan iken, onun yönetme stiline karşı eleştiriler başlamıştı. Person’un otoriter tarzına yönelik eleştiriler söz konusuydu. Sadece parti içine yönelik bir iktidar oluşturduğu yönünde eleştiriler oldu. Bu durumun da bir sonucu olarak Sosyal De-mokratlar güç kaybına uğradı. Biz Miljöpartiet olarak büyüdük, ama yeterli bir büyüme değildi bu.

M. anık: İsveç’te yaşayan türk vatandaşlarımız arasında, seçimlere katılım oranının son derece düşük olduğu sıklıkla dile getiriliyor. Bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir?M. Kaplan: Genel olarak Türk grubunu öteki göçmen gruplarından ayırt etmek zor. Çünkü göçmen kökenliler, özel-likle doğum yerleri ve ebeveynlerinin doğum yerleri Avrupa Birliği’ne üye ülkeler dışından olan insanlara baktığımızda, oy kullanma ve seçilme oranlarının çok düşük olduğunu görmek-teyiz. Şüphesiz bu üzücü bir olay. Zira demokrasinin tam olarak işleyebilmesi için, toplumun tüm kesimlerinin tam olarak katkıda bulunması ve bu noktada katılımcı olması gerekiyor. Devletin de vatandaşlarının bu konuda katkıda bulunmasını

sağlaması gerekiyor. Dolayısıyla iki taraflı bir sorun söz konusu. Ben bu sorunun üstesinden gelebilmek için elimden gelen bütün gayreti göstereceğim. Geçen seçimlerde göçmen kökenli vatandaşların çok olduğu bölgeleri sıklıkla ziyaret ettik. Orada hem dernek temsilcileriyle görüştük hem de açık alanlarda toplantılar gerçekleştirdik. Önümüzdeki seçimlerde de buna benzer çalışmalarımız olacak ve şimdiden bu tür çalışmaları yapmaya başladık.

M. anık: gerek İsveç gerekse de türk kamuoyunda adınızın sıkça gündeme gelmesine neden olan iki gelişme yaşandı. İlkinden başlamak gerekirse; mart ayından İsveç Parlamentosunda yapılan oylama sonucunda, soykırım tasarısının bir oy farkla kabul edilmesi ve bu oylamaya katılmayışınız, türk kamuoyunda büyük eleştirilere ne-den oldu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?M. Kaplan: Ermeni, Süryani, Keldani ve Pontus Rumlarına yapıldığı varsayılan soykırım tasarısında, olayı yakından inceledik ve ben bu konudaki kişisel düşüncelerimi İsveç Parlamentosu’ndaki konuşmamda dile getirdim. Fakta Forum adındaki sivil toplum örgütümüz, meclisteki bu konuşmamı Türkçeye çevirip bir kitapçık olarak basmak için çalışmalarda bulunuyor. Orada dile getirdiğim düşüncelerim hala geçerli. Bence parlamento böyle bir kararın verileceği yer olmamalıydı. Çalışan değirmene taş sürmek gibi bir şey oldu bu karar. Bu karar aynı zamanda Türkiye’de bu konuda sürdürülen çalışmaları baltalarcasına bir girişim halini aldı. Partim içers-inde bu kararları savunmama rağmen, partimin bu yöndeki kararı, böyle bir kararın mecliste alınabileceği yönünde oldu. Partimin kararının dışında da bir muhalefet protokolü var ve bu protokol de, parlamentonun bu konuyu ele alıp karar verme-sini içeriyor. Ancak şu var, ben de dahil herkes, bu kararın me-cliste geçemeyeceğini düşünüyordu. Bu konuda İsveç Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye teminatı da, bu kararın kesinlikle me-cliste geçmeyeceği yönündeydi.

Oylamadan önce İsveç Dışişleri Komisyonu Başkanlığı ve Türk Dışişleri Komisyonu Başkanlığı arasında bir görüşme oldu ve sadece iki Komisyon Başkanının olduğu bu görüşmede, ben de yer aldım. Bu görüşmede de İsveç Dışişleri Komi-syonu Başkanı, Türk Dışişleri Komisyonu Başkanı’na, bu kararın mecliste geçmeyeceğini ifade etti. Herkesçe kararın geçmeyeceğinin düşünüldüğü bir ortamda, parti grubumun farklı yöndeki kararına rağmen ben mecliste bu konuda bir konuşma yaptım. Bu konuşmamda, böyle bir konuda karar ver-me yerinin meclis olmaması gerektiğini açıkça ifade ettim. An-cak ne yazık ki yapılan oylamada farklı bir durum ortaya çıktı. Oylamada ilginç gelişmeler oldu. Tasarının geçmesi için dört oy gerekiyordu ve bu dört oyun ikisi Liberal Parti’den, biri de Hristiyan Demokratlar’dan geldi. Bunların yanı sıra kimsenin beklemediği bağımsız bir milletvekilinin kararı desteklemesi oldukça şaşırtıcıydı. Zira Moderat Parti’den ayrılan bu mil-letvekili, mecliste daha önce yapılan oylamalara doğru düzgün katılmazken, bu oylamaya katılıp evet oyu verdi. Daha da il-ginci yaptığı konuşmada, “benim için aslında bu olay önemli değil, fakat partimin bana yapmış olduğu yanlışa karşı ben bunu yapıyorum” demesidir. Böyle olunca tablo değişti ve istemediğimiz üzücü bir durum ortaya çıktı.

M. anık: oylama sonrasında ortaya çıkan tablo karşısında, İsveç’teki türkler arasında adınız genelde li-beral Halk Partisi Milletvekili gülan avcı ile karşılaştırıldı.

Page 14: Yeni Birlik 4/2010

26 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 27

SEÇİM SEÇİM

avcı’nın, partisine rağmen, karara destek verdiği ancak sizin parti kararına karşı pek direnç göstermediğiniz ifade edildi. Bu yorumlara yönelik fikrinizi öğrenebilir miyim? M. Kaplan: Şöyle bir şey var; Avcı’nın orada yapmış olduğu hareket partisine karşı değil, iktidara karşı olmuş oldu. Zira partisinin bu konuda almış olduğu karar var. Liberal Parti’nin kendi içersinde bu kararı tanıdıklarına dair almış oldukları karar var. Ancak iktidarda oldukları için, iktidar protokolü gereği, karara karşı bir tutum içersine girdiler. Dolayısıyla Li-beral Parti’nin gerçekte karara karşı bir tavrı söz konusu değil. Bu açıdan bakıldığında Avcı’nın kararı desteklemesinin, parti-siyle olan ilişkisini olumsuz etkileyeceğini söylemek pek olası gözükmüyor. Hristiyan Demokratlar’dan karara destek veren milletvekili de aynı pozisyondaydı. Onun da partisinin, kararı desteklemeye yönelik almış oldukları bir karar var. Dolayısıyla iki isim de kararı desteklerken aslında kendi partileriyle, parti-lerinin bu konudaki kararıyla çelişik bir duruma düşmüyorlar. Benim durumuma geldiğimizde partimin, kararı destekle-meye yönelik kararı olmasına rağmen, ben bu yaklaşımdaki yanlışlığı ifade eden bir konuşma yaparak, bu konudaki tavrımı ortaya koydum. Partim içersinde bu konuya karşı gelen tek kişi ben olduğum için, ne yazık ki benim yaklaşımım değil de, çoğunlukta yer alan tarafın yaklaşımı kabul gördü. Öyle olunca da oylamaya destek verilmesi yönünde parti kararı alındı. An-cak ben buna inanmadığım için destek oyu veremeyeceğimi belirtip, oylamaya katılmadım.

M. anık: Bu konuda son olarak şunu sormak istiyorum: İktidar partileri, kararın meclisten geçmesini engelley-emezken, kararın geçmesinden sonra türkiye’yle ikili ilişkilerin bozulmaması için yoğun bir çaba içersine gir-diler. Kararın geçmesinden önce sergilenmediği kadar, sonrasında sergilenen bu yoğun çabaları nasıl yorumluy-orsunuz? M. Kaplan: Gerçekten de karardan sonra hiç beklenmedik bir şekilde yoğun bir faaliyet başlattılar. Bu yöndeki çabalarını, önümüzdeki seçimlerde de oy olarak geri bekliyorlar. Yalnız şöyle bir şey var: 2006 seçimleri öncesi, o zamanın Moderat Parti Başkanı, şimdinin Başbakanı Sayın Reinfeldt’in yaptığı bir konuşmanın kayıtları var. Sayın Reinfeldt bu konuşmasında: “Bu karar partimin benimsediği bir karardır ve bunu mecliste geçireceğiz” şeklinde beyanatta bulunmuştur. Dolayısıyla olayı sanki Moderat Parti, bu karara karşı bir siyasi çizgiye sahipmiş gibi görmemek gerekir. İktidardaki öteki partilerin de bu ko-nudaki tutumları birbirlerinden farklı değil. Liberal Halk Par-tisi ve Hristiyan Demokrat Parti’nin de bu kararı desteklemeye yönelik almış oldukları parti kararları var ve bu kararlar, meclis tutanaklarında da bulunmaktadır. Bir de şu var; iktidarlar her zaman dış ilişkilerini popülist sö-ylemler üzerine kurmamaya çalışırlar. Özellikle demokratik ülkelerde bu durum böyledir. İsveç’in dış siyaseti de partilerden bağımsızdır. O yüzden olayları bu genel konjonktür bağlamında ele alıp değerlendirmek gerekir.

M. anık: gazze olayına gelmek istiyorum. Filistin’e insani yardım götürürken, İsrail askerleri tarafından uluslararası sularda saldırıya uğrayan gemilerden birinde de siz vardınız. Bu olay esnasında ve sonrasında büyük bir kamuoyu desteği gördünüz. Bu konuda ne söylemek is-tersiniz?

M. Kaplan: Gazze meselesi gerek insani açıdan gerekse de dünya barışı açısından gerçekten de önemli. BM Ge-nel Kurulu’nun, dünya barışını tehdit eden ya da zedeleyen olayların tespitine yönelik çalışmada bulunulması isteği sonrasında, Türkiye ve İspanya’nın başkanlık ettiği Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı yürüttüğü çalışma sonucunda, Gazze olayına birinci sırada yer verdi. Bu Medeniyetler İttifakı ciddi bir inisiyatiftir. Türkiye’de belki iç siyasete mal edilmeye çalışıldığından pek de önemsenmeyen bu inisiyatif, İsveç’te oldukça önemsenmektedir. Bunun nedeni de, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezini çürütmeye yönelik alternatif bir tez olmasındadır. Biz de yıllardır, bütün Filistinlilerin maruz kaldığı zulmü biliyoruz. Bunu artık bütün dünya biliyor. Daha da kötüsü, Filistin’de işgal altındaki halkın, bunu bildiğimizi ama sadece bunu izlemekle yetindiğimizi bilmesidir. Yani onlar orada işgal ve zulüm altındalar da bunu kimse bilmiyor değil. Herkes bu durumdan haberdar. Bu gerçekten de acı bir durum.

Bugün Filistin’de üçüncü nesil de işgal koşulları altında düny-aya gözlerini açmaktadır. Dedeleri ve babaları bu işgali yaşadı ve şimdi de kendileri yaşamaktalar. Dolayısıyla oldukça uzun bir süredir devam etmekte olan ve sadece bir nesli değil, nesil-leri etkileyen bir işgalle karşı karşıya bulunmaktayız. Herkesin bir şekilde bildiği bu ağır koşullara gerek kamuoyunun dikka-tini çekmek gerekse de oralara insani yardım götürmek için bir buçuk sene önce, “Ship to Gaza” adı altında sivil bir inisiyatif başlatıldı ve bu inisiyatifin içinde ben de bulundum. İsrail dört senedir oraya bir ambargo uygulamakta ve bu ambargo çerçe-vesinde en temel insani ihtiyaçların dahi Filistin’e girişine mani olmaktadır. İsrail, orada yaşan 1,5 milyonluk nüfusu, adeta açık hava hapishanesinde tutuyormuş gibi koşullar dayatıyor. Buraya ne insan girmesine ne de insani ihtiyaçları karşılamaya yönelik malzemelerin girmesine müsaade etmiyor. Buna gerekçe olarak da, oradaki halkın yaptığı siyasi tercihi gösteriyor. İşin tuhafı İsrail, bunu bütün dünya kamuoyuna karşı yapıyor. İsrail’in Filistin halkına karşı uygulamış olduğu ambargoyu delmek için biz bir girişim başlattık ve bu amaçla bir yük gemisi satın alıp, Filistinlilerin ihtiyaç duyduğu insani malzemeleri alıp oraya götürmeyi planladık. Gemiyi İsveç’te bulamadık, fakat aynı amaçla Yunanistan’da kurulan dernekle orada ortak bir gemi satın aldık. Bu amaçla kurulan öteki inisiyatifle bir ağ kur-duk ve barış filosu adı altında, toplam dokuz gemi olmak üzere, Gazze’ye gitme kararı aldık. Kıbrıs’tan hareketle yolculuğumuza başlamış olduk. On mürettebat ve on da yolcu olmak üzere yirmi kişinin bulunduğu gemimizde, 2000 ton civarında mal-zeme vardı. Biz insani malzemelerle rotamızı takip ederken, İsrail ne pahasına olursa olsun, Filistin’e yardım götüren bu fi-loyu durdurmak için bir hareketlilik içersine girdi. Tabi biz as-keri bir operasyon olmasını beklemiyorduk. Çünkü her şeyden önce biz oraya savaşmak için gitmiyorduk. Ancak Gazze’ye bir günlük yolumuzun kaldığı geceyarısı İsrail askerleri, aşırı şiddete başvurarak gemilere el koydu. Müdahale sonrasında, uluslararası sulardan bizi zorla İsrail sularına götürdüler ve akabinde bizi sorguya aldılar. Bazı arkadaşlarımızı cezaevine koydular. Ben milletvekili olduğum için beni sınır dışı etmek istediler. Bir gece beni orada tuttuktan sonra, yanımızda yer alan bir doktor arkadaşla, meşhur yazar Henning Malkell ile birlikte bizi sınır dışı ettiler. Öteki arkadaşlarımız iki gün sonra geldiler ve onlara çok ağır muamelelerde bulunulmuştu. Bu arkadaşlarımız, İsrail askerleri tarafından şiddete maruz kalmıştı. Tabi bu olaylardan sonra gerek İsveç’te gerekse öteki

ülkelerde İsrail’e karşı ciddi bir kamuoyu oluştu. Oraya gider-ken ölen arkadaşlarımız için biz çok üzüldük tabi. Çünkü hiç kimse oraya ölmeye gitmedi. Oraya giden insanların tek amacı, sadece insani yardım götürmekti.

Bu olaylardan sonra, savaş bölgelerinde rahat hareket edebil-mek için siyasete pek karışmayan uluslararası Kızılhaç örgütü yaşananları kınadı ve ambargonun illegal olduğunu belirtti. Aynı şekilde BM Güvenlik Konseyi de hem saldırıyı kınadı hem de ambargonun yanlış olduğunu belirtti. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherina Ashton da yaşananları kınadığını ifade etti. İsveç de bu olaylara karşı tepkisini ortaya koydu. Bütün bunlardan, artık İsrail’in “ben yaptım, oldu” siyasetinin bundan böyle geçerli olamayacağını görüyoruz. Bu da tabi bizi sevindi-riyor. Bu noktada küçük de olsa bir payımız olmuşsa ne mutlu bize.

M. anık: Önümüzdeki seçimlere tekrar dönersek, seçmen kitlesine vermek istediğiniz son mesaj nedir?M. Kaplan: Belki klasik bir istek olacak ama benim vatandaşlardan isteğim; partilerin programlarını incelemeleri, adaylarla irtibat kurmaları ve onları da dinledikten sonra bir karara vararak oylarını kullanmalarıdır. Herkesin sahip olduğu oy hakkını küçümsemeden, bu hakkını kullanması önemli tabi. Çünkü verilecek bir oy belki de ırkçı bir partinin meclise girmemesini sağlayacaktır. Burada yaşayan Türkler olarak, bu noktadaki sorumluluğumuzu önemsememiz ve oyumuzu bir şekilde kullanmamız oldukça önemli.

Mehmet AnıkSakarya Üniv. Sosyoloji Böl. Araş. Görevlisi

Kendinizi tanıtırmısınız ?Hangi partiden, hangi göreve adaysınız ?İsmim Aydan Sedef ÖZKAN.1980 Konya Kulu doğumluyum.Yaklaşık 30 yıldır Botkyrka belediyesi sınırları içinde ikamet etmekteyim.Eşim Burak ÖZKAN ile 2007 yılında İzmir’de evlendim ve bir kızımız var.Liseyi Röninnge gymnasium da okuduktan sonra Hollanda Breda üniversitesinde Avrupa hukuku ve ekonomisi bölümünden mezun oldum.Amerika North Caroline üniversitesinde Uluslararası Strateji ve Pazar-lama lisansı (bachelor) ve ekonomi mastırımı tamamladıktan sonra botkyrka belediyesine bağlı Mångkulturell centrum biriminde ekonomi sefi olarak çalışmaya başladım ve halen de aynı görevdeyim.12 yaşımdan beri siyaset de pasif ve aktif olarak yer aldım.1994 yılında SSU (Social Demokrat Genclik Kollari) Salem`de baskanlık görevi ile aktif siyasete başladım.TUF (Turk Genclik Federasyonu) un kurulusunda rol aldım ve bircok biriminde çalıştım.2006 yılında yapılan seçimlerde be-lediyemeclisine aday oldum fakat cok az bir oy ile kaybettim.Fakat Çocuk ve Gençlik Kurulu ve Demokrasi ve Diyalog Ku-rumunda halen aktif olarak görev yapmaktayım. Daha önceki seçimlerde de olduğu gibi gene Sosyaldemokrat Partiden 26 ncı sıradan aday oldum.

Size ve Partinize neden oy vermeliyiz. Sizi neden tercih etmeliyiz.İnsanın doğduğu değil doyduğu yer diye bir atasözümüz vardır.Tabiki vatanımızı unutmak gibi bir hataya düşmeyiz.Ama şu bir gerçek ki bu ülkede doyuyor bu ülkede okuyor ve para kazanıyoruz.Bununla beraber bu ülkenin de bize getirdiği zorunluluklardan biri de oy kullanmaktır.

Peki niçin oy kullanmalıyız?Ülke nüfusu içerisinde çok büyük bir oran oluşturan yabancılar,bu oran içerisinde de gene büyük bir oran oluşturan bizler yani Türkiyeliler yer almakta.Peki bu denli büyük sayıda yer aldığımız ve çok büyük sayınında Botkyrka bölgesinde ika-met ettiği, bizler kendimizi nasıl ve kimlerle temsil ediyoruz. Din dil ve ırk ayırmaksızın ülkede yaşayan tüm vatandasların devleti şekillendirmesi ve eşit özgürlüklere sahip olmasına de-mokrasi deniliyor.Unutmayalım kiyabancıların yani göçmen-lerin çok olduğu bir ülkede demokrasi tam olarak işlemezse yaşama yürütme ve yargı bölümleri gerçek görevlerini yerine

tam olarak getiremez.Bunları ve İsveç dev-

letinin yapısını gözönüne aldığımızda demokrasiyi en iyi savunacaklar tabiki demokratlar yani benim de üyesi olduğum Sosy-aldemokratlar olduğuna inanıyor ve bu inancım doğrultusunda hareket etmeye çaba gösteriyorum.Sizlerinde paylasimi ve esitligi sonuna kadar hak ettiginizi ama ”hak verilmez alınır” sözüne istinaden haklarınızı almak için üzerinize düşeni yapacağınızı biliyorum.

Bizlerin en büyük eksikliğinin organizasyon ve koordi-nasyon bozukluğu olduğunu düşünüyorum.Ve bu vesileyle birlik olup bir arada toplanarak eksiklerimizi,isteklerimizi,yanlışlarımızı ve bunun gibi bir çok konuyu ortak platformda paylasmamızı ve bu paylaşımları da aktarabilmemizi öncelikle bir vatandaşınız olarak ve daha sonra da bir sosyaldemokrat olarak yürekten temenni ediyorum.

oy kullanacaklara ne söylemek istersinizBir oy bile çok şeyi değiştirir.Ben bunu şahsen 2006 seçim-lerinde yaşadığım tecrübeye dayanarak söylüyorum.Lütfen birbirimize destek olalım ve oy kullanalım.Sadece kullan-makla kalmayalım tanıdığımız herkese kullandıralım.Sadece 5 dakikanınızı alacak bir görevden kacmak yerine yakın tarihte yaşamış olduğumuz haksızlıkları hatırlayalım.Aleyhimize sonuçlanan sözde soykırım iddialarıyla yargılandık ve bir kaosun içine sürüklendik.Peki bizi bu haksızca ve saygısızca yapılan suçlamalara karşı kim yada kimler savunacaktı? Bu yargılamanın İsveç hükümetinin görevi olmadığını kim hatırlatacaktı? Yapılan hatalardan ders alalım,önyargılarımızı ve kişisel gururumuzu bir kenara bırakıp üzerimize düşen görevi yerine getirelimki daha sonra yaşanacak acı olaylar karşısında biz ve bizim gibi grupların karar mekanizmasındaki yerini arttıralım.Aksi halde bu ve benzeri olayları tekrar tekrar yaşayacağımız aşikardır. Sesimizi duyurmak için bir yerlerden başlamalı ve şiddetini de giderek arttırmalıyız.19 Eylül 2010 geldiğinde sizde başkalarınınn yaptığı gibi oy verme hakkınızı kullanın.

aydan Sedef Özkan

Page 15: Yeni Birlik 4/2010

28 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 29

SEÇİM SEÇİM

Ülke tarihimizin karanlık sayfaları içinde yerini almış olan 12 eylül faşizminin30.yılında ve ayni gün, EYLÜL anayasasının 26 maddesi, top-tan referanduma sunuluyor.Yani bildiğiniz gibi,İsveç te seçimler yapılırken, Türkiye de, bir siyasal partinin hazırladığı anayasa değişikliği için, halkın oyuna başvuruluyor.

Toplumsal yaşamı düzenleyen ve bir toplumsal uzlaşma metni olması gereken anayasa ne yazıkki hiç bir dönem bu anlayış ve ilkeselliğe uygun düzenlenemedi, düzenlenmedi.Halkımız eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, sosyal ve laik hukuk devletini ve farklılıklarımızla barış içinde birarada, yanyana yaşamayı temel alan bir anayasa talep ediyor, öz-lüyor. Anlaşılıyorki bu talebin sahipleri, değiştirme gücüne ulaşıncaya kadar, sözkonusu talep ve özlem gündemlerden in-meyecek.Ve öyle görünüyor ki, bu güne kadar, 16 değişiklikte olduğu gibi, parlementodaki siyasal partilerin üzerinde uzlaşabildikleri, olumlu olumsuz değişikliklerle yol alınacak.İsveç te seçimler öncesi süreci birlikte yaşıyoruz. Tüm siyasal partiler programlarını açıklıyor, hangi sosyal alanda neleri yapacaklarını ya da değiştireceklerini yazılı sözlü propoganda ediyorlar. Genel olarak kişisellikten uzak bir propoganda yapıldığını söyliyebiliriz.Ya Ülkemizde nasıl? Aynı olduğu söylenebilirmi? Ben kendi adıma söyliyemiyorum. Ayrıca Anayasa için bir referandum mu yapılıyor? Yoksa genel seçim-lere yönelik prova mı?Referandum yapılacağı ilan edildiğine göre herhalde bizler bunu kabulleneceğiz. Ne varki siyasal partiler, kılıçlarını genel seçimlerdekine benzer çektiler ve’’ Halkımızın ne ye? ne için oy vereceğiz?’’sorusuna kimse doğru dürüst, anlaşılır cevaplar vermiyor.Referandumda üç tercih var, evet-hayır-boykot veya çekimser. Yukarda sözünü ettiğim çarpıklık olmasa, yani hakkı verile-rek referanduma hazırlanılsa, demokratik, kişileştirilmeyen ve kolay anlaşılır açıklamalarla, tercihlere oy-taraftar kazanılmaya çalışılsa, hiç bir sorun olmadan, ülkenin aş, iş ve

diğer sorunları da, kendi mecralarında ve platformlarında tartışılmaya devam edebilecektir.Ve halkımız onları daha iyi anlıyabilecek, referandum ile genel seçimlerdeki tercihini, birbirinden daha kolay ayırd edebilecektir.Yani referandum-daki oyu ile şu ya da bu partinin savunduğu tercihden yana olan,genel seçimlerde çok farklı yerde durabilecektir.Bana göre böyle de olmalıdır.Anlıyabildiğime göre, Evet denmesini savunanlar,12 eylül darbe anayasasının demokratikleştirileceğini ya da,yetme se bile iyileştirileceğini söylüyorlar. Hayır diyenler ağırlıklı olarak yargının bağımsızlığı anlayışının gerileştirildiğini, iktidarların yargıya müdehalelerinin artacağını savunuyorlar. İki kez hayır diyenler ise, hem yapılmak istenen değişikliklere, hem de 12 eylül anayasasına karşı olduklarını belirtiyorlar. Kendilerinin yok sayıldığını, dikkate alınmadıklarını savunanlarda,boykot safında yer alıyorlar.Gerektiği gibi ve yeterli tarzda olmasa da taraflar kendi duruşlarını açıklamaya devam ediyorlar. Yukarda açıklamaya çalıştığım nedenlere bağlı olarak, propogandanın içerik, dil ve uslup bakımından kaba, yetersiz ve etik değerlerden uzak oluşu bir yana, referandum u değil, genel seçim-leri hedeflediğini söylemek zor değildir. Buradan çıkarak büyük çoğunluğun tercihini ideolojik-politik inançlarına, düşüncelerine uygun olarak yapacağı tesbitini yapmak, anay-asa değişikliklerinin ikinci plana düştüğünü belirtmek yanlış olmayacaktır.Referandum ve değişiklikler ile ilgili olarak değerlendirmeler, analizler ve tahminler yapılabilir. Ve sonuçlar, bu tahmileri doğrulayabilir ya da boşa çıkarabilir. Ancak yazıyı kesin olduğunu ve birçoğunuzun da katılacağınızı düşündüğüm bir yargımla bitirmek istiyorum.

Sonuç ne olursa olsun...ÜLKEMİZİN VE HALKIMIZIN EŞİTLİKÇİ , ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRATİK, LAİK, SO-SYAL HUKUK DEVLETİNİ TEMEL ALAN BİR ANAYASA TALEBİ ve İHTİYACI ÖNEMİNİ KORUMAYA DEVAM EDECEKTİR.

İSVEÇ tE SEÇİMlEr yaPılıyor. tÜrKİyE DE rEFEranDUM Var.

SWEtUr herkezi oy kullanmaya davet ediyor.

Page 16: Yeni Birlik 4/2010

30 yenİ bİrlİk Yenİ BİRLİK 31

SEÇİM SEÇİM

Nihayet bir Ramazan ayına daha eriştik, bunun için Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretsek azdır. Bir ay boyunca iftarları, sahurları, teravih namazları, fitre ve zekâtları ve nihayet hatimleri ile diğer on bir aydan farklılık arz eden Ramazan ayını, “on bir ayın Sultanı”nı en iyi bir biçimde idrak etme ve yaşama gayreti içinde olacağız. Zengin iftar sofraları kurarak eş, dost, akraba ve fakirleri davet edeceğiz. Bu ay, müsamaha, sükûnet, güleryüz ve cömertliğimizin arttığı; akraba, dost ve komşularımızla buluşma, kaynaşma ve dayanışmanın icraata döküldüğü bir ay olacak. Bu vesileyle sizlerle bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Bilindiği üzere, günümüz modern dünyasında, bizi birçok yönden etkileyen bir bireyselleşme süreci yaşıyoruz. Bu bireyselleşme ile daha ziyade kastedilen şey, bireyin to-plumdaki hâkim gelenek ve bunun yanında ortak norm ve değerler karşısında daha özgür/bağımsız hale gelmesidir. Onun nazarında söz konusu ortak normların ve değerlerin bağlayıcılığı yoktur. Kendini bağımsız addeden birey artık kimseye hesap verme mecburiyetinde değildir, içinden geldiği gelenek ve kültürün değerlerini yaşama ve yaşatma gibi bir sorumluluk duygusuna da sahip değildir veya en azından bu duygusu körelmiştir. Toplumsal ilişkiler ağı dik-kate alındığında, bireyselleşmenin özünde egoizmin yattığını söylemek mümkündür. Egoizmin kucağına düşen bireyin son noktada varacağı yer ise bir yalnızlaşma ve bununla bağlantılı olarak bir yabancılaşmadır. O, belli bir toplumda yaşamakla birlikte “yalnız”dır; belli bir kültür ve geleneğin üyesi olmakla birlikte ona “yabancı”dır. Aslında o, modernliğin hepimize dayattığı, olmamızı istediği bir “yalnız yabancı” tiplemesidir. Söylediğimizi şu şekilde somutlaştırabiliriz: ana-baba, kardeş ve akrabalarıyla aynı muhitte yaşayan ama onların yanına uğramayan; bir apartman dairesinde veya villada yaşayan ama yan komşusunu tanımayan; ekmeğini kendi kazanan ama kimseyle paylaşmayan; belli bir gelenek ve değerler dizisinin hâkim olduğu bir arka plandan gelen ama onlarla bir bilgisi ve hassasiyeti bulunmayan birisidir. Özetle o, modern dünyanın, koskoca modern şehrinin modern bir muhitinde yaşayan “modern bir yalnız yabancı”dır.

Tasvirini yaptığımız bu tablodan modern hayatı kötülediğimiz sonucu anlaşılmasın. Evet, modernlik dediğimiz şey hayat standardımızı yükseltti, bize hızlı ulaşım ve iletişim imkânlarını sundu; toplu hastalıkların azalmasında ve önlen-mesinde etkin oldu. Ama onunla özdeş sayılan şehirleşme, bireyselleşme, rasyonalite, teknoloji, endüstrileşme, büro-krasi, kapitalizm, ahlâki değerleri hiçe sayan gözü dönmüş rekabet hırsı vb. unsurlar da bireyi kuşatmış durumdadır. Bu seküler, maddiyatla bezenmiş atmosferde ruhen bunalan bireylere bir nebze olsun nefes aldıracak Ramazan ayını iyi değerlendirmemiz bu bakımdan önemlidir. Bir ay da olsa, onun ruhî, manevî iklimi bütün bir sene bunalan ve yorulan

ruhlarımıza bir şifa sunacaktır. Ayrıca Ramazan, elimizdeki nimetlerin kadri kıymetini daha iyi bilmemize, onları bize sunan bir Yüce Yaratıcının varlığının bizim için ne anlam ifade ettiğini daha iyi kavramamıza vesile olacaktır. Yine Ramazan, zaman zaman ihmal ettiğimiz veya görmezlikten geldiğimiz yardımlaşma, dayanışma ve kaynaşma gibi haslet-lerin toplumsal barış ve refahın ikamesinde ve devamında ne kadar önemli olduğunu görmemize katkıda bulunacaktır. Bu bakımdan Ramazan, bizim için hem bireysel hem de toplum-sal faydaları ve güzellikleri içinde barındıran bir lütuf ayıdır. Biz Müslümanlar ve bütün insanlar için bir hidayet kaynağı olan Kur’an’ın indirildiği bu ayı Allah’ın hoşnut olacağı biçim-de değerlendirmeye ve güzelliklerinden azami derece isti-fade etmeye bakalım. Davranışlarımızı, ilişkilerimizi, kişilik özelliklerimizi yeniden gözden geçirelim. Unutmayalım ki, ikili ilişkilerin sağlıklı yürümesinde sözler de önemlidir, zira “İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür, ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür.”

raMazan, BayraM VE SEÇİMProf.Dr. A. Bülent BALOĞLUSosyal İşler ve Din Hizmetleri Müşaviri

Bu yazı vesilesiyle bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. İsveç seçimleri yaklaşıyor. Bu toplumda “Biz de varız” diyebilmek için sandığa gitme oranımızı yükseltmemiz kesinlikle zaruridir. Sandığa gitmeyen, bu en tabii demokratik hakkını kullanmayan, “bir oydan ne çıkar” düşüncesiyle evinden çıkıp da oy sandığına gitmeye üşenen bir toplumun demokratik hak ve taleplerde bulunması mümkün olmayacağı gibi, bu ihmalin doğuracağı acı faturalardan yakınma veya sızlanma hakkı da olmayacaktır.

Bu yazımızı içinde bulunduğumuz Ramazan ayının ruh ve anlamıyla da örtüştüğüne inandığım bir alıntıyla tamamla-mak istiyorum. Ölüm döşeğindeki Hz. Ali, oğulları Hasan ve Hüseyin’e şu nasihatte bulunur: “Ey oğullarım! Namazınıza dik-kat edin; çünkü o, dininizin direğidir. Rabbinizin Beyt’inden uzak durmayın, ıssız kalmasın, hayatta bulunduğunuz sürece onu ziyaret edin. Eğer onu terk edilmiş bir halde bırakırsanız, size rahmet nazarıyla bakılmaz. Ramazan ayına dikkat edin, çünkü o ayda tutulan oruç, Cehennem ateşine karşı bir kalkandır… Zekâtlarınızı vermezlik yapmayın, çünkü zekât,

Rabbin öfkesini söndürür… Yoksullara ve düşkünlere yardımcı olun, onları geçiminize ortak edin. Mümin kardeşlerinizle bağlarınızı koparmayın. Birbirinize iyilikte bulunun, birbi-rinize sırt çevirmekten, aranızdaki ilişkileri koparıp ayrılıklara düşmekten sakının. İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah, azabı şiddetli olandır… Sizi Allah’a ema-net ediyor, size selam söylüyorum. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.”

Son söz olarak; Ramazan ayınızı, Kadir gecenizi ve Mübarek Ramazan bayramınızı tebrik ediyor, sevdiklerinizle birlikte daha nice Ramazan aylarına ve bayram günlerine erişmenizi Allah’tan niyaz ediyor, sağlık ve huzur dolu günler diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun…

Page 17: Yeni Birlik 4/2010

32 Yenİ BİRLİK yenİ bİrlİk 33

Sıgorta KÖ ESı

İsveç Parlamentosu hastalık sigortasıyla ilgili yeni kuralları içeren, hasta oldukları için tanınan maksimum sü-reyle raporlu olarak para almış veya sınırlı bir süre için kendilerine hastalık tazminatı (Sjukersättning) ödenmiş kişileri ilgilendiren bir karar almış bulunmaktadır. Değişiklikle, uzun süre hasta olan kişilere, çalışma hayatına geri dönebilmeleri için yardımda bulunulması amaçlanmaktadır.İş ve İşçi Bulma Kurumu, sonunda iş bulunmasını sağlayacak istihdam piyasası ve rehabilitasyon çalışmaları alanında uzman ve bilgi sahibi çok te-crübeli bir kurumdur.

Bu nedenle ilgili kişilere yardım gö-revi bu kuruma verilmiştir. İş ve İşçi BulmaKurumu fertlerin koşullarından hareket-le çalışma hayatı ile ilgili yeni olanaklarıkeşfedecek ve hayata geçirecektir. Değişlikler 1 Ocak 2010 tarihinde yürürlüğe girecektir.

Bundan sonra ne olacaktır?Hastalık parası alabilme günleri veya hastalık sigortası süreleri biten kişilere aşağıda belirtidiği gibi davettebulunulacaktır.

1. aşama – İlk toplantıDeğişikliklerden etkilenecek kişiler Ekim 2009’dan itibaren Sosyal SigortalarKurumu ile İş ve İşçi Bulma Kurumunda çalışan kendilerinden sorumlu görevli-lerle biraraya geleceklerdir. İlk toplantı sırasında ilgili kişi sorular yöneltebilecek, İş ve İşçi Bulma Kurumunda çalışan iş bulma konusunda yardımcı olacak görevli de bundan sonra birlikte neler yapabileceğini anlatacaktır.

2. aşama - İş hayatına giriş programıİş ve İşçi Bulma Kurumu Ocak 2010’dan itibaren ilgili kişlere iş hayatına giriş programına (arbetslivsintroduktion)katılmaları için davette bulunacaktır. Programa katılan kişiyle kendisine yol göstermek ve durumunu araştırmakamacıyla görüşülecek ve kişiye uygun aktiviteler bulunacaktır. Kurum görevlisi ve ilgili kişi birlikte kişinin tekrarçalışmaya başlayabilmesi için ne gibi koşullara sahip olduğunu

saptayacaklardır. İş ve İşci Bulma Ku-rumunda kişiye yardım edecek işini iyi bilen kurum görevlileri, meslek hastalıkları uzmanları, psikologlar, fi-zyoterapistler ve sosyal danışmanlar gibi ehil uzmanlar vardır.

İş hayatına giriş programı en fazla üç ay devam eder. Kısmi hastalık tazminatı (sjukersättning) alan ve yarım günbir işte çalışan kişilere de boş oldukları saatlerde iş hayatına giriş programına katılmaları için davettebulunulacaktır.

3. aşama – Eylem planıİş hayatına giriş programı sona erdikten sonra iş bulunabilmesi amacıyla her kişinin koşullarından hareketle bir ferdi eylem planı hazırlanır. Bu konuda kişiye kurum görevlisi yardım eder. Kişi kuru-mun tüm imkanlarından da yararlanır.

geçim durumu ne olacaktır?İş ve İşçi Bulma Kurumuna kaydolan ve yeniden çalışmaya başlayabilmek içinörneğin iş hayatına giriş programına katılan kişiler Ocak 2010’dan itibaren faaliyet tazminatlarını İş ve İşçi Bulma Kurumundan almaya başlayacaklardır. Kişilerin faaliyet tazminatı (aktivitets-stöd) almaya hakları olup olmadığı kararını da kurum verecektir.

İşsizlik parası alma hakkını elde etmiş olanlara, işsiz kaldıkları takdirde ödene-cek miktar kadar ödeme yapılır. Ancak bu miktar günde 680 kronu geçemez. Ödenecek miktar, ilgili işsizlik sigortası tarafından saptanır.

Faaliyet tazminatı ilgili kişinin iş hayatına giriş programına katılım oranına bağlı olarak tam veya yarım ödenir. İşsizlik parası alma hakkını elde etmemiş olan kişilere faaliyet tazminatı olarak günde 223 kron ödenir.

İşsizlik sigortasında yapılan geçici bir süre yürürlükte kalacak değişiklikler

Tanınan maksimum süreyle hastalık parası veya geçici hastalık tazminatı almış kişiler için işsizlik sigortasındayapılan belirli bir süre, 1 Ocak 2010- 31 Ocak 2013 arasında yürürlükte kalacak değişiklikler geçerli olacaktır.

Daha önce herhangi bir işsizlik sigortası sandığında üyeyken ayrılan ve

yeniden üye olan kişilere üç ay üyeliktensonra gelire bağlı işsizlik tazminatı ödenmesi mümkündür.

Ancak bunun için:• İşsizlik sigortası sandığından 16 Ekim 2006 ve 30 Eylül 2009 tarihleri arasında ayrılmış olmak,• işsizlik sigortası sandığına yeniden 1 Eylül 2009 ve 31 Aralık 2010 arasında üye olmak ve• daha önceki üyelik sırasında tazminat için aranan çalışma süresini tamamlamış olmak gerekir.Örneğin hasta oldukları için çalışamamış kişiler için işsizlik sigortası tazminatı dönemi ile ilgili karar verilir-ken 10 yıldan fazla bir sürenin atlana-bilmesi ve daha önce çalışılmış 12 aylık dönem içindeki aranan çalışma sürenin göz önüne alınabilmesi mümkündür.

Geçici işsizlik tazminatı ve hasta oldukları için uzun süreden beriçalışamamış olan kişilere yapılacak ödemenin bir şablon üzerinden hesaplanması Hükümet, 1 Ocak 2010 tarihinden sonra mümkün olan hastalık parası veya bir süreyle sınırlı hastalık tazminatı ödeme süreleri biten kişilere bundan sonra geçici bir süre işsizlik tazminatı ödenmesine ve bazı kişilere ödenecek bu tazminatın bir şablon üzerinden hesaplanmasına karar vermiştir. Bu kurallar 1 Ocak 2010’da yürürlüğe girmistir.

İş hayatına giriş programına katılacak olanların faaliyet tazminatlarını (aktivi-tetsstöd) daha çabuk alabilmeleriiçin bu kişilere kısmen bir şablon üzerinden hesaplanacak geçici tazminat ödenmesi mümkündür. Ancak bunun için ilgili kişinin hastalık parası veya süreli hastalık tazminatı ödeme süresinin bitmesinden hemen önce hastalık parası saptanırken göz önüne alınan bir gelire veya Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından tahmin edilerek kabul edilmiş bir gelire sahip olması gerekir.

Bu takdirde bu kişilerin işsizlik sigortasında ön görülen çalışma koşulunu yerine getirmiş oldukları ka-bul edilir. Bu kişilere yeni bir tazminat ödeme dönemi tanınır.

İşsizlik sigortası üyeliği ile ilgili koşulardan birini yerine getirenlere gelirlerleyle bağlantılı tazminat ödenmesi müm-kündür. Bu takdirde tazminat göz önüne alınan gelire veya tahmin edilerek kabul edilmiş gelire göre özel olarak hesaplanır.

Hastalık parası hesaplanırken göz önüne alınan gelir ve tahmin edilerek kabul edilmiş gelir hakkındaki bilgiler Sosyal Sigortalar Kurumunda kayıtlıdır.Hastalık sigortası tazminatı ödeme süresinin sona erdiğini belirten belgeyi Sosyal Sigortalar Kurumundan temin edebi-lirsiniz.

Kurumun hizmet bölümü telefonu 0771- 524 524’dür. Aldığınız belgeyi faaliyet tazminatı miktarının hesaplanması için üye olduğunuz işsizlik sigortası sandığına yollayınız.

Sigortaya üye değil ve üye olmayı istemiyorsanız belgeyi ’’ Alfa-kassan’’a yollayınız.

2 önemli sigorta:Ferdi Kaza Sigortası nedir? Ferdi kaza sigortası, olması muhtemel bir kaza halinde, sigortalının vefat ve sürekli sakatlık risklerini bir yıl süreyle güvence altına alan bir sigorta çeşididir. Aynı zamanda bu poliçe sigortalının seçmiş olduğu limitler dahilinde kaza sonucu oluşabilecek tedavi masraflarını ve çalışamadığı günlerin maddi kayıplarını da kapsamı altına alır. Herhangi bir vefat veya sakatlık halinde, sigortalının bakmakla yü-kümlü olduğu kişilere veya ailesine karşı sorumluluklarını gerçekleştirebilmesi ferdi kaza sigortası ile mümkün olabilir. Ferdi kaza sigortasını birçok nedenden dolayı almayı düşünebilirsiniz.

Eğer her ay belirli bir ödeme yapma yükümlülüğünüz varsa bunları düşünerek ferdi kaza sigortasından yararlanabilirsiniz ve böylece aileniz de zor durumda kalmayabilir. Ferdi kaza sigorta poliçesiyle, bir kaza durumunda tedavi gi-derleri için sigorta şirketi sizin adınıza bu giderleri ödeyebilir. Ferdi kaza sigortası parasal bir varlığı temsil eder. Vefat ede-nin varislerine bıraktığı nakit para, banka hesabı vb diğer varlıkları gibi ferdi kaza sigortası da para yerine geçen bir değerdir.

Ferdi kaza sigortasında yatırdığınız değere karşılık olarak elde edebileceğiniz değer çok daha büyüktür. Böylece se-vdiklerinizin mutluluğunu ve huzurunun sürekliliğini sağlayabilirsiniz. Herhangi bir sakatlık durumunda hayatınıza aynı şekilde devam edebilmenizi sağlar.

Hayat sigortasi Yalnız kendi geleceğini değil, sevdiklerinin geleceğini de düşünenlere sunulan özel bir hayat sigortasıdır. Sigortalının vefatı halinde yakınlarının, sakatlık halinde ise kendisinin geleceğini teminat altına alır. Sigortalıya ve onun yaşamında en değer verdiği kişiler olan ailesine, gelecekteki güçlüklere karşı destek olur.

Geleceği düşünen, ailesine önem veren, sağlıklı olan herkes yıllık hayat sigortasına sahip olabilir. Sigorta süresi 1 (bir) yıldır. Devam etmek istediğiniz takdirde her yıl yenilenir. Çocuğunuzu menfaattar olarak gösterip poliçeden yararlanmasını sağlayabilir ya da herhangi bir yakınınızı men-faattar olarak gösterebilirsiniz.

Sigorta başlangıcında belirlediğiniz teminatlar üzerinden hesaplanan Yeni Türk Lirası cinsinden yıllık primi bir defada

peşin veya taksitle de ödeyebi-lirsiniz. Yıllık hayat sigortasında ödenecek primler kişinin yaşına ve seçtiği teminat miktarına göre değişir.

Bütçenizi zorlamayacak en yüksek miktardaki prim öde-mesi risklere karşı sizi koruya-cak teminatların daha yüksek olmasını sağlayacaktır.   Özel Sağlık sigortası, sizin ve dilerseniz tüm ailenizin bir yıl boyunca karşılaşabileceği hastalık durumunda acil yardım, doktor, ilaç ve buna bağlı tedavi giderlerinizi bütçenizi zorlamadan karşılayabilmenizi sağlar. Özel sağlık sigortası sizi sağlık sorunlarınızla ilgili masraf yükünden kurtaran değerli bir güvencedir. Herhangi bir hastalık halinde sigorta şirketi poliçe kapsamına ve türüne göre sağlık giderlerinizin tamamını veya büyük bir kısmını karşılar. Bugün için bir çok özel sigorta şirketi bireysel veya kurumsal (gurup / toplu ) sağlık sigortası paketleri ile hizmet vermektedir. Sağlık sigortalarında, yatarak tedavi teminatı ve ayakta tedavi teminatı olmak üzere iki ayrı ana sağlık sigortası teminatı vardır.

Yatarak tedavi teminatı; hem hastanede yatılı tedaviyi gerek-tiren ameliyat ve anjiyografi gibi harcamaları hem de alçı, ke-moterapi ve radyoterapi gibi hastanede yatmayı gerektirmeyen tedavi harcamalarını karşılar.

Ayakta tedavi teminatı ise; doktor, ilaç, röntgen ve tahlil gibi hastanede yatmayı gerektirmeyen ayakta yapılan harcamaları karşılar. Öncelikle bunları dikkate alarak sağlık sigortası kapsamını çok iyi belirlemelisiniz.

Kaliteli ve güvenilir bir sağlık sigortasına uygun primle sa-hip olmak için çeştili sigorta şirketlerinin sağlık sigortalarını fiyat ucuzluk cazibesi ve içerik yönünden karşılaştırmak ve sağlık sigortası poliçesi teminatları konusunda yeterli bir bil-giye sahip olmak gerekir.  Bunun için sağlık sigortası fiyatlarını öğrenmek tek başına yeterli değildir.

Sağlık sigortalarında teminatlar kadar anlaşmalı hasta-nelerin rolü de çok önemlidir. Sağlık sigortasına sahip bir kişinin anlaşmalı bir hastaneye gitmesi halinde yatarak tedavi masraflarının % 100′ü karşılanır. Yine aynı kişi anlaşmasız bir hastaneye giderse bu masrafları kendi karşılar ve daha sonra sigorta şirketinden tahsil eder. Ayakta tedavilerde ise, anlaşmalı hastanelerde police kapsamına göre harcamanın berlirli bir yüzdesi olan katılım payı (självrisk) sigortalı tarafından ödenir, geriye kalan miktarı sigorta şirketi öder. Diğer bir ifade ile ani bir durum karşısında yanınızda para olmadığı hallerde anlaşmalı kurumlar size büyük kolaylık ve rahatlık sağlar.Masrafları çok yüksek olan yatarak tedavilerde sadece Yatarak Tedavi Teminatı alarak daha düşük ve ucuz bir primle sağlık güvencesi satın alabilirsiniz.

Mübarek Ramazan bayramınızı kutlar hayırlara vesile olmasını dilerim……

Saygılar ve sevgilerHatice Toklucu, Sigorta UzmanıSorularınızı [email protected] adresine yazabilirsiniz

Sıgorta KÖ ESı

Hastalık sigortası tazminatı kesildiği zaman ne olacağını belirten bilgiler

Page 18: Yeni Birlik 4/2010

34 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 35

gÜnCEl

Tel : 08 760 97 86 Fax: 08 760 97 3126-30 AĞUSTOS MALAZGİRT SAVAŞI ve ALPARSLAN 26-30 AĞUSTOS BÜYÜK TAARRUZ , KURTULUŞ SAVAŞI ve ATATÜRK    Neden 26-30 ağustos tarihleri zafer haftası ve zafer bayramı olarak kutlanır.bunun Türk tarihinde, iki büyük nedeni vardır. Birincisi 26 ağustos 1071 tarihindeki malazgirt savaşı ve ikin-cisi ise 26 ağustos 1922 de başlayıp 30 ağustos da biten  büyük taarruz ve Tük kurtulus savaşıdır.       -Her ikiside 26 ağustos tarihlerinde başlayıp 30 ağustos tari-hinde sona ermiştir.      -Her ikisinin  sonucu da kesin zaferdir.      -Her ikisinde de Türk ordusu kendinden kat kat güçlü düşman ordularına karşı savaşmış ve tarihte eşi benzeri olmayan bir kahramanlık destanı yazarak büyük bir galibiyet elde etmiştir.      -Her ikiside Türk dünyası için var olma ve yok olma müca-delesidir.      - Her ikisinin sonucunda da Türk dünyası için yeni bir alem doğmuştur.       İkinci büyük 26-30 ağustos zaferi ise, 26 ağustos da başlayıp 30 agustos da biten büyük taarruz ve kurtuluş savaşıdır.Savaş öncesi durum çok vahimdir,koskoca imparatorluğun başkenti İstanbul ve saray işgal altındadır, Osmanlı İmparatorluğu fi-ilen bitmiş, kukla bir hükümetin imzaladığı ,şartları çok ağır olan bir mütareke ile bin yıllık Türk kültür ve medeniyetinin beşiği olan ata yurdu anadolu bile işgal altındadır.Ordular dağıtılmış , yokluk ve fakru zaruret had safhadadır.Türk mem-leketi ve Türk milleti yok olmak üzeredir.Bir mucizeden başka kurtaracak hiçbir sey yoktur. İşte o mucize Türk milletinin üzerine ve Türk yurduna bir güneş gibi doğar, Türk milleti-nin başında o büyük kahraman ,Türk milletinin yetiştirdiği o büyük deha, ATATÜRK.        ” Hattı müdaafa yoktur sathı müdaafa vardır , o satıh bütün vatandır vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terkolunamaz, binaenaleyh ya istiklal ya ölüm ” işte parola budur.Yunan orduları Eskişehiri geçmiş Ankara yakınlarına Polatlı’ ya kadar gelmiş , Sakarya boyunca şiddetli çarpışmalar var.Atatürkün talimatları dahilinde bir yıl boyunca hazırlıklar yapılmış , cepheye ,cefakar Türk anasının sırtında ve kağnısında taşıdığı cephanelerle gizli bir şekilde yığınak yapılmıştır.Nihayet tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra düşman istihkam mevzileri belirlenmiş, Eskişehir

Afyon hattı boyunca yerleştirilmiş 160 adet Türk topu, tarih 26 ağustos 1922, sabah gün ağırmasıyla beraber 160 Türk topçusunun yoğun ateşi altında ,büyük taarruz başlamış. Önceden belirlenen hedefler vurulmus,cephanelikleri patlatılmış istihkam mevzileri darmadağın olmuş, uçakları ve arabaları işlemez hale gelmiş daha ilk günden Yunan ordusu darmadağın olmuş kaçmaya başlamıştır. En son 30 ağustos ta-rihinde başkomutanlık meydan muharebesiyle dumlupınarda düşmana son darbe vurulmuş ve nihai zafere ulaşılmış.       Tarih yine 26-30 ağustos Türk milleti yine bir destan daha yazmıştır, Türk milletinin başında yıldırımlar yaratan Türkün o büyük atası ATATÜRK. Türk milleti için yine var olma ve yok olma mücadelesidir.Bin yıllık anadolu Türk kültür ve medeniyeti yok olmak üzere iken yepyeni ve koskoca bir Türk devleti ve Türk milleti .Temeli ,Türk kahramanlığı ve Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş yeni ve güçlü bir Türk dev-leti. Bu tarihin önemi yüzünden 26-30 ağustos tarihleri zafer bayramı olarak kutlanır.      Mehmet ÇELEBİ              

30 aĞUStoS zaFEr BayraMı´nın tÜrK   tarİHİnDEKİ yErİ VE ÖnEMİ

Page 19: Yeni Birlik 4/2010

36 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 37

gÜnCElgÜnCEl

Benzer zulüm ve acılar bir daha yaşanmamalı

12 eylül 1980. 12 Eylül 1980 günü sa-bah saatlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri, emir-komuta zinciri içinde yönetime doğrudan el koydu. Darbeyle birlikte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren darbenin gerekçelerini aynı gün öğle saatlerinde yaptığı radyo ve televizyon konuşmasında kamuoyuna açıkladı. Yine aynı gün yayımlanan 1 numaralı MGK bildirisi şu satırları içe-riyordu: “MGK, devlet yönetimine doğrudan el koymuştur. Her türlü siyasi faaliyet her kademede durdurulmuş, parlamento ve hükümet feshedilmiş, bütün parla-menterlerin yasama dokunulmazlıkları kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklanmış, yurtdışına çıkışlar durdurulmuştur. Yasama ve yürütme yetkileri MGK tarafından kullanılacak ve kısa zamanda bir bak-anlar kurulu oluşturularak yürütme sorumluluğu bu kurula bırakılacaktır.”İşte tarihsel 12 eylül faşizminin zulmu bu bildiri ile başladı. 12 eylül Türkiye de zulmun adıdır. Bu dönemle henüz yüzleşilmedi, hesaplaşılmadı. Bugün 30 yaşında olan-lar o günü ve sonrasında olanları iyi hatırlamıyor olabilirler.Yaşıyanlar, etkilenenler, okuyanlar, öğrenenler vede 12 sorgulansın-yargılansın diyenler, kimi tekrarlar için beni bağışlasınlar. 30. yıl önemli bir dö-nemeç, bu nedenle birlikte hatırlamak, hatırlatmak istedim. Zira toplumu-muzun büyük bölümünü etkileyen o gün ve sonrasında Türkiye halkına çektirilen ızdıraplar, unutulmayacak, unutulmamalıdır.İntikam ya da öç almak için değil, daha iyi yarınlar ve bir daha benzeri olayların yaşanmaması için. 1980 öncesinde, bir avuç tekelci ser-maye ve yandaşları dışındaki tüm güçler, başka bir Türkiye yi olanaklı görüyorlardı. İşçiler, emekçiler başta olmak üzere, toplumun ezici

çoğunluğunun daha kaliteli bir yaşama kavuşabilmesinin mümkün olduğunu görüyorlardı. İşsizliğin ve hayat pahalılığının yok edilebileceğini görüyorlardı. Eşitlik, adalet, özgürlük ve demokratik değerlerin hakları olduğunu görüyorlardı ve bu doğrultudaki mü-cadele yükseliyordu. Başını ilerici, demokrat, sol güçlerin çektiği süreç, o günkü egemenleri korkutur du-ruma geldi. Siyasal alanda egemenliğin sürdürülemiyeceği anlaşılınca, ordu, generaller devreye sokuldu.Ve ülkemiz tarihinin en kara günlerine tanık edildi.Ordu ülke yönetimine el koydu. Bahane olarak sürülen nedenler bir kaç gün içinde yok olmuştu.Ülkemiz bir ceza evine dönüştürüldü.İşverenler temsil-cisinin ““Bugüne kadar hep işçiler güldü biz ağladık, bundan sonra biz güleceğiz” ve ABD li yetkililerin “Bizim çocuklar başardı” açıklaması darbe arkasını, çok açık biçimde tercüme ediyor sanıyorum.Peki 12 eylülden sonra neler oldu. Tüm demokratik haklar yok edildi, ülke ce-henneme çevrildi. Devlet arşivlerinden alınmış bilgiler bunu iyi gösteriyor. Bilgilere bakıldığında, binlerce rakkam ve ilgili eylemin üstünüze,üstünüze geldiğini,yüreğinizi daralttığını his-sedeceksiniz. Kendinize “Tüm bun-lar gerçekten benim ülkemde mi oldu”sorusunu yönelteceksiniz.

“650.000 kişi gözaltına alındı. 1.683.000 kişi fişlendi. Açılan 210.000 davada 230.000 kişi yargılandı. 71.000 kişi TCK.’nin 141, 142 ve 163. maddelerin-den, 98.000 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı. 23.000 kişiye 0-1 yıl, 10.700 kişiye 1-5 yıl, 6.100 kişiye 5-10 yıl, 2.390 kişiye 10-20 yıl, 939 kişiye 20 yılın üzerinde ve 630 kişiye ömür boyu hapis cezası verildi. 7.000 kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, idamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi, idam cezası verilenlerden, içlerinde 17 yaşındaki Erdal Eren in de oldugu 50’si asıldı. 388.000 kişiye pasaport veril-medi. 30.000 kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 30.000 kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin “işkenceden

öldüğü” belgelendi. 14 kişi açlık gre-vinde öldü. 16 kişi “kaçarken” vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi. 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı. 23.677 derneğin faaliyeti durduruldu. 400 gazeteci için toplam 4.000 yıl hapis cezası istendi. 40 ton gazete ve dergi yakıldı.”

Bu rakkamlar size dokunmuy-ormu? İnsanlığınıza ve yüreklerinize dokunduğuna eminim. Direkt olmasa bile komşudan, arkadaştan, mahal-leden ve benzeri ilişkilerden, yani bu rakkamların , bir yerlerden çoğumuza dokunduğunu düsünüyorum.

Bu isimler size neyi hatırlatıyor. Necdet, Serdar, Erdal, Ahmet, Kadir, Mustafa, Ibrahim Ethem, Seyit, Necati, Ali, Ramazan, Ömer, Veysel, Mehmet, Erdogan, Ilyas, Hıdır.Onları duymuş olmalısınız. İdam edildi onlar.Hem de “Asmıyalım da besliyelimmi?” denilerek.Onların idam kararını verenler unutula-cak, ama onlar hiç unutulmayacak.Necdet Adalı ilk beyaz gömleği giyen, darbeden 25 gün sonra idam edi-len kardeşimiz. Serdar Soyerginin yakalanması, yargılanması ve idamı 42 gün sürdü.Ya Erdal,17 yaşındaydı.Yaşı büyütülerek idam edildi. Diyarbakırda bir zulüm karargahı kuruldu.İnsanoğlunun duymadığı, görmediği bir işkencehane oluşturuldu. 8 kişi kendini yaktı. Resmi rakkamlara göre 40 kişi işkence sonucu öldü.Bu insanların suçu ülkelerini sevmek, eşit, özgür, savaşsız ve somürüsüz bir Türkiye istemekti.12 eylül kendi huku-kunu, yani hukuksuzluğunu uyguladı. Anayasası ile bunu kalıcı hale getirdi.İdam edilen, işkence gören, işkencede ölen, işsiz kalan, yıllarca cezaevlerinde yatan, ülkelerini terketmek zorunda kalan, hayatları başkalaşan yüzbinlerce insan. Bizim insanımız.İşte “Ülkeyi düzlüğe çıkarmak” “Anarşiyi durdur-mak” bahaneleriyle gerçekleştirilen kara 12 Eylül un özeti bu. Bunu çocuklarımıza anlatmalıyız.

Elbette 12 Eylül gibi askerî cunta ve zulüm dönemleriyle yüzlesmek, hesaplaşmak, yalnızca dönemin sorumlularının yargılanmasıyla sonlandırılabilecek bir durum değildir. 12 eylül ile hesaplaşma; baskıcı ve kıyıcı “İnsan”ı hiç´e sayan, anti demo-kratik diktacı anlayışı geçersiz kılmaya yönelik en başta siyasal ve hukuksal olmak üzere, kültürel ve moral boyutlar içeren kapsamlı bir çabayı ifade eder. Kendi Cunta dönemleriyle hesaplaşan Şili, Arjantin, İspanya gibi ülkelerde bu gerekleri karşılamaya yönelik çeşitli düzenlemeler yapıldı. Mesela Şili ve Arjantin’de işkence, kaybetme ve yargısız infaz uygulamalarının mağdurlarını ve sorumlularını saptayacak “resmî hakikat komisyonları” kuruldu. Mağdurlardan “resmen” özür dilendi. Mağdurlara ve yakınlarına aylık bağlandı, tazminat ödendi. Cunta yönetimlerinin sem-bolü haline gelen mekânların bazıları müzeye çevrildi, bazılarına dönemin mağdurlarının isimleri verildi. Şili’de toplu gözaltı, işkence ve infaz yeri olarak kullanılan “Ulusal Stadyum”, orada hunharca katledilen büyük ozan Victor Jara’nın adını taşıyor bugün. Ayrıca her iki ülkede de, cadde ve sokaklardan, okul gibi kurumlardan diktatörlük dö-neminin sorumlularının adları silindi. İspanya’da “Tarihsel Hafıza Yasası” çıkarıldı. Bu yasayla, resmen özür ve tazminat dışında, binlerce kişi hakkında idam ve ağır hapis kararları veren Fran-co döneminin askerî mahkemeleri gayrı meşru ilan edildi. Bu yasadan önce, par-lamentoda alınan bir kararla, ülkedeki

bütün Franco heykelleri söküldü.Bu ülkelerde, yargılama ve cezalandırma süreçleri de işledi. Arjantin, bu süreci cuntanın çöküşünün hemen ardından başlattı; Şili’de sivil toplum - yargı etkileşimiyle, epeyce geç bir zamanda olsa da, yargılamalar yapıldı. İspanya’da da bu yönde girişimler sürüyor.Komsumuz Yunanistan da da darbeciler açısından benzer süreçler işletildi.Elbette, Askeri cunta donemlerinin ben-zer bir çok yanı olduğu gibi, her ülkenin kendi özellikleri de var.Bizim de 12 eylül zulüm sürecinin etkilerini yok etmek için, uygun tarzlarda yüzleşmemiz ve hesaplaşmamız gerekiyor. Bir kez daha altını cizerek belirtmeliyimki;

Acılara neden olanlar, inanmadıkları, uymadıkları, demokratik hukuk normları çercevesinde mutlaka yargılanmalı, suçlu görülenler gerekli cezalara çarptırılmalıdır.Ancak; -Geçmişle, geçmişin günahlarıyla yüzleşmek-hesaplaşmak bir düşmanlaştırma süreci olmamalıdır.-Intikam ve öc alma gibi duygulardan uzak durulmalıdır.-Kesinlikle yeni gerginlikler ve çatışmalar yaratacak süreçler başlatılmamalıdır.-Yeniden benzer acılar yaşanmaması ve temiz bir gelecek, hedeflenmelidir.

30 yıl sonra ne oluyor.12 eylül darbe-sinin acılı sonucları halen sürüyor.AB zorlaması ile anayasa, zaman zaman didiklense de, özünü korumaya devam

ediyor.Emek ve demokrasi alanındaki engel ve yasaklamalar sürüyor.Eşitlikci, özgürlükcü,demokratik bir anayasa ihtiyaci halen gündemde.Herkese acı veren, kardeşler savaşı adaletli, barışcıl bir cözüm bekliyor.Ülke insanlarımızın mutlu olamadıklarını söylemek abartı olmaz.İnsanımızın %40 i yoksulluk, %20 si açlık sınırında yaşarken, onlardan mutlu olmalarını beklemek haksızlık olmazmı?Yaşadığımız ülkenin sahip olduğu eko-nomik ve demokratik haklar, Türkiye insanı için Lüks mü? Ekonomik demo-kratik haklar sorunumuz önemini koru-maya devam ediyor.

Ne varki eşitlikçi, özgürlükcü, sosyal adalet yanlışı güçlerin mücadelesi de gelişiyor.12 eylül ün karanlığı geçte olsa dağılıyor sanki.

30.yılda 12 eylülü anımsatan tüm yasal düzenlemeler çöpe atılmalıdır.Başta güvenlik konseyi olmak üzere, İlintili her görevli yargılanmalıdır.Okullara caddelere ve benzeri tüm yer-lere verilen isimler değiştirilmelidir.Tüm mağdurlardan özür dilenmelidir.Ben umutluyum. İnsan ve insani talepler sonunda haksızlıklara galip gelecektir.Düşünmelerin “Iyilik üzerinden” yapılacağı yarınlar çok uzak değil, yeterki,dünyanın her yerinde ve Türkiye de“Başka bir hayat mümkündür”diyenler çoğalmalı, hayata daha aktif müdahale etmelidirler.

30.yılınDa 12 EylÜl DarBESİ İlE yÜzlEşMEK - HESaPlaşMaK

Page 20: Yeni Birlik 4/2010

38 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 39

SEÇİM

İsveç’te Sizin seyahat acenteniz

Resecentrum i City AB Sveavägen 39 · Box 3245 · SE-103 64 Stockholm

Bankgiro: 5670-3671 resecentrum.se · royalballoon.com · dinler.com · rcg.se

Telefon: 08 - 22 22 90 · Faks: 08 - 22 44 90

Resecentrum güvencesiyle internet üzerinden haftann her günü, 24 saat, dünyann her yerine bilet alabilirsiniz:

www.resecentrum.se/online

Bütçenize en uygun ücretlerle Pegasus, AnadoluJet ve THY ile Türkiye’nin her yerine her gün seferlerimiz var.

Gençlerimize ve 60 yaş üstü yolcularmza özel indirm var!

Antalya’ya THY ile Çarsamba ve Cumartesi günleri direkt seferlerimiz var!

Pegasus’un kş tarifesi (1/11-26/3) satşa açld. Pazartesi, Sal, Perşembe ve Cumartesi günleri:

Stockholm Arlanda İstanbul Sabiha Gökçen, PC846, 13:55 18:20 İstanbul Sabiha Gökçen Stockholm Arlanda, PC845, 10:40 13:15

Pegasus biletleri en uygun ücretlerle Resecentrum’dan alnr.

Ramazan’n bütün milletimize, İslâm âlemine ve insanlğa hayrlar getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Hoşgeldiniz...

Emin Dinler · Filiz Sayn · Ahmet Aksel · Hülya Yiğit

Page 21: Yeni Birlik 4/2010

40 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 41

Adress: Rådsvägen 10 141 48 HuddingeTelefon: 08-774 35 35Fax: 08-774 87 89Mobil: 070-765 30 41 Serdar Sarihan Sezer Arikan Ömer Sarihan

DITT MÄKLARVALI BOTKYRKA

Vårt mål är att vara det bästa alternativet i Er kommande bostadsaffär.Vare sig Ni är köpare eller säljare så ger vi Er bästa tänkbara service ochbemötande. Vi vill skapa ett klimat där båda parter, köpare och säljarekan mötas och känna sig trygga genom hela förmedlingsprocessen.

Alltid hos Bomäklaren1) Fri värdering av Er bostad inom 24 timmar2) Alltid proffessionell fotagrafering av Er bostad med bild behandling3) Annonsering i både Mitt i Huddinge och Mitt i Botkyrka4) Flyttstädning ingår i arvodet.5) Det viktigaste: LÅGT ARVODE

såLD

såLD såLD

VEFat ve BaşSaĞlıĞıStockholm`da oturan ve üyelerimizden

Memiş aksoyve

Murat Suvari

vefat etmistir.

Merhuma allah`tan rahmet, kederli yakınlarına ve tüm dostlarına başsağlığı dileriz.

İSVEÇ tÜrK İSÇİ DErnEKlErİ

FEDEraSyonU

Otomobil servisi uzmanlık ve tecrübe isterAlanında uzman kadromuz ve ekonomik fiyatlarımız ile hizmetinizdeyiz.

Servicepaket 1Byte av motorolja, 4litByte oljefilterKontroll av bromsklossarKontroll av samtliga oljorKontroll av samtliga oljorKontroll av belysning runthela bilen

Från 949 :-

Servicepaket 2Byte av motorolja, 4litByte oljefilterByte luftfilterKontroll av bromsklossarKontroll av samtliga oljoroch vätskor (fyller på)Kontroll av belysning runthela bilenKontroll av spolarvätska(fyller på)

Från 1699 :-

Adress : Bergfotsvägen 15 TumbaTel : 08-530 209 09 - Mobil : 073 769 99 50Hemsida : www.kobilservice.se - Epost : [email protected]

GRA

PHIX

EL.S

EServicepaket 3Byte av motorolja, 4litByte oljefilterByte luftfilterTändstift, 4stKontroll av bromsklossarKontroll av samtliga oljoroch vätskor (fyller på)Kontroll av belysning runthela bilenKontroll av spolarvätska(fyller på)

Från 2499 :-

KÖ BIL SERVICE I TUMBA

Page 22: Yeni Birlik 4/2010

42 Yenİ BİRLİK Yenİ BİRLİK 43

SEÇİM

Page 23: Yeni Birlik 4/2010

BPoSttıDnıng

avs:turkiska riksförbundetJärnvägsgatan 86172 75 Sundbyberg

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

manchester_19x26,5.pdf 1 04.08.2010 11:36