YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂMilahiyat.harran.edu.tr/assets/uploads/other/files/... ·...

839
ULUSLARARASI SEMPOZYUM YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM 28-30 Ekim 2016 Şanlıurfa/TÜRKİYE Editörler Prof. Dr. Kasım ŞULUL Doç. Dr. Atilla YARGICI Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU Bilim Kurulu Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ (Rotterdam İslâm Üniv., Hollanda) Prof. Dr. Özcan HIDIR (Rotterdam İslâm Üniversitesi, Hollanda) Prof. Dr. Muhammed ŞİRAYDA (Necah Üniversitesi, Filistin) Prof. Dr. Muhammed Abdu’l-latif Abdu’l-Ati (Katar Üniversitesi Şeriat Fakültesi Öğretim Üyesi) Dr. Ahmed OMAR (İmam Muhammed Suud Üniversitesi, Suudi Arabistan) Dr. Enes İNAYE (el-Covf Üniversitesi, Suudi Arabistan) Dr. Mahroof Athambawa, Katar Üniversitesi (Şeriat Fakültesi) Dr. Abdulkadir ÇELEBİ (İslâm Üniversitesi, Pakistan) Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Adil BEBEK (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. İshak ÖZGEL (Süleyman Demirel Üniv.) Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi) Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)

Transcript of YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂMilahiyat.harran.edu.tr/assets/uploads/other/files/... ·...

  • ULUSLARARASI SEMPOZYUM

    YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM

    28-30 Ekim 2016

    Şanlıurfa/TÜRKİYE

    Editörler

    Prof. Dr. Kasım ŞULUL

    Doç. Dr. Atilla YARGICI

    Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT

    Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU

    Bilim Kurulu

    Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ (Rotterdam İslâm Üniv., Hollanda)

    Prof. Dr. Özcan HIDIR (Rotterdam İslâm Üniversitesi, Hollanda)

    Prof. Dr. Muhammed ŞİRAYDA (Necah Üniversitesi, Filistin)

    Prof. Dr. Muhammed Abdu’l-latif Abdu’l-Ati (Katar Üniversitesi Şeriat Fakültesi

    Öğretim Üyesi)

    Dr. Ahmed OMAR (İmam Muhammed Suud Üniversitesi, Suudi Arabistan)

    Dr. Enes İNAYE (el-Covf Üniversitesi, Suudi Arabistan)

    Dr. Mahroof Athambawa, Katar Üniversitesi (Şeriat Fakültesi)

    Dr. Abdulkadir ÇELEBİ (İslâm Üniversitesi, Pakistan)

    Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi)

    Prof. Dr. Adil BEBEK (Marmara Üniversitesi)

    Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)

    Prof. Dr. İshak ÖZGEL (Süleyman Demirel Üniv.)

    Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi)

    Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)

    Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi)

    Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    2

    Prof. Dr. Hikmet AKDEMİR (Harran Üniversitesi)

    Düzenleme Kurulu

    Doç. Dr. Atilla YARGICI (Başkan)

    Prof.Dr. Musa Kazım YILMAZ

    Prof. Dr. Murat AKGÜNDÜZ

    Prof. Dr. Kasım ŞULUL

    Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN

    Doç. Dr. Celil ABUZER

    Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK

    Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE

    Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT

    Yrd. Doç. Dr. Mahmut ÖZTÜRK

    Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU

    Katılımcılar

    Prof. Dr. Âdem APAK (Uludağ Üniversitesi)

    Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)

    Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi)

    Prof. Dr. Fikret KARAMAN (İnönü Üniversitesi)

    Prof. Dr. Kasım ŞULUL (Harran Üniversitesi)

    Prof. Dr. Mehmet AZİMLİ (Hitit Üniversitesi)

    Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ (Harran Üniversitesi)

    Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)

    Prof. Dr. Nihat YATKIN (Atatürk Üniversitesi)

    Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)

    Prof. Dr. Ruhattin YAZOĞLU (Atatürk Üniversitesi)

    Prof. Dr. Saffet SANCAKLI (İnönü Üniversitesi)

    Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi)

    Prof. Dr. Tuncay İMAMOĞLU (Atatürk Üniversitesi)

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    3

    Doç. Dr. Abdullah YILDIZ (Harran Üniversitesi)

    Doç. Dr. Abdulvahap YILDIZ (Harran Üniversitesi)

    Doç. Dr. Ali İhsan PALA (Atatürk Üniversitesi)

    Doç. Dr. Atilla YARGICI (Harran Üniversitesi)

    Doç. Dr. Celil ABUZAR (Harran Üniversitesi)

    Doç. Dr. Mahmut ÇINAR (Gaziantep Üniversitesi)

    Doç. Dr. Mithat ESER (Pamukkale Üniversitesi)

    Doç. Dr. Veysel ÖZDEMİR (İnönü Üniversitesi)

    Doç. Dr. Yunus Emre GÖRDÜK (Balıkesir Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Abdullah KARTAL (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖZ (Sütçü İmam Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa TEMEL (Düzce Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Avnullah Enes ATEŞ (Şeyh Edebali Ün.)

    Yrd. Doç. Dr. Cafer ACAR (Gaziosmanpaşa Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Cemalettin ŞEN (İzzet Baysal Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Fatma ÇAKMAK (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Furat AKDEMİR (Düzce Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Hacer ŞAHİNALP (Artuklu Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Halit BOZ (Çoruh Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. İ. Hakkı İMAMOĞLU (Karabük Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. İlyas CANİKLİ (Yıldırım Beyazıt Ün.)

    Yrd. Doç. Dr. M. Nuri GÜLER (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. M. Ali YAZIBAŞI (Kırıkkale Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Nazım BAYRAKDAR (Uşak Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Recep ÖZDEMİR (Adıyaman Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Tuğrul TEZCAN (Karabük Üniversitesi)

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    4

    Yrd. Doç. Dr. Veysel KASAR (Harran Üniversitesi)

    Yrd. Doç. Dr. Vezir HARMAN (Namık Kemal Ün.)

    Yrd. Doç. Dr. Yakup YÜKSEL (Namık Kemal Ün.)

    (Artuklu Üniversitesi) د. أيمن الدوري

    (Sudan) د. التجاني محمد األمين

    (Katar) د. محمد عبد اللطيف عبد العاطي

    (Gaziantep Üniversitesi) د. باكير محمد علي

    (Ankara Üniversitesi) د. أحمد إسماعيل حسن علي

    (Harran Üniversitesi) د. رمضان عم

    (Harran Üniversitesi) د. حذيفة شريف الخطيب

    (Harran Üniversitesi) د. أحمد محمود زكريا توفيق

    Sekretarya

    Arş. Gör. Rukiye KARDAŞ

    Arş. Gör. Nuriman KARAYİĞİT

    Arş. Gör. Selim YILMAZ

    Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslâm Sempozyumu Tebliğleri

    ISBN: 978-975-7113-57-7

    Şanlıurfa, Aralık 2016

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    5

    İçindekiler

    İçindekiler ......................................................................................................................... 5 Kısaltmalar ....................................................................................................................... 7 Önsöz ................................................................................................................................ 8 İSLÂM ve KUR’AN ...................................................................................................... 10

    “Emevî İslâmı” Söylemi Üzerine Bazı Düşünceler .................................................... 10 Âyetlerin Doğru Anlaşılmasında Bağlamın Önemi ................................................... 31 İslam Bütünlüğü Karşısında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğinin Sona Erdirme Çabaları

    .................................................................................................................................... 55 NÜBÜVVET, HZ. PEYGAMBER ve SÜNNET ........................................................... 71

    Sünnetullâh Kavramından Hareketle Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı ...................... 71

    İlk Dönemden Günümüze Hz. Peygamber Aleyhtarlığının Temel Karakteri ............ 84

    وُحجيتها السنة مصدر حول خاطئة مفاهيم ..................................................................................... 109 İSLÂM ve BATI ........................................................................................................... 152

    Batı Medyasında İslam ve Hz. Muhammed (sav) Tasavvuru .................................. 152 Televizyonun Ailedeki İslam Algısına Etkisi ........................................................... 174

    Sentetik Korkudan Terörize Edilmiş Gerçek Kıtal Ayetlerine: İslamofobi ve

    Medeniyet Problemi ................................................................................................. 179

    مقدمة المعاصرةورقة العربية الكتابات في خاطئة مفاهيم( :العلمانية) .......................................................... 193 İSLÂM ve CİHAD ....................................................................................................... 212

    Yanlış Anlaşılan Sevimli Bir Kelime: Cihad ........................................................... 212

    Müslümanlar ve Savaş Algısı ................................................................................... 224 Tadlil, Tekfir e Cihad Üçgeninde İslam -Hakikat ve Tasavvurlar- .......................... 243

    القبيح والتطبيق الصحيح الفهم بين الجهاد ..................................................................................... 252 İSLÂM ve IRKÇILIK .................................................................................................. 271

    İslâm’ın Irkçılığa Karşı Tutumu ............................................................................... 271

    العرقي التعصب من اإلسالم موقف ............................................................................................. 278 İslâm’ın Asabiyete Bakışı ......................................................................................... 297

    العرقية من اإلسالم قفمو ....................................................................................................... 310 TEFSİR ......................................................................................................................... 335

    İşârî Tefsirde “Yorum-Algı” Problemi ve Pratik Sonuçları Üzerine ....................... 335 Te’vil Mi, Tahrif Mi? Politik Düşünce Eksenli Kur’an Ayet ve Kavramları

    Bağlamında Modernist Algının Eleştirisi ................................................................. 351

    Tefsirde Yozlaşmaya Bir Örnek Olarak İnsanın Yaratılışı Meselesine Getirilen

    Sübjektif Yorumlar ................................................................................................... 379

    İSLÂM HUKUKU ....................................................................................................... 395 Savaş Hukuku ve Ahlakı (İnsancıl Hukuk) .............................................................. 395 Bir Dindarlık Algısı Olarak ‘İhtiyatî Tutum’un Fıkhî Tahlili................................... 411 Fıkıhta Ölçülülük İlkesinin İslam’ın Doğru Algılanmasına Katkısı ........................ 432 Fıkhî Hükümlerin Tesisinde “Sünnet”in Değeriyle İlgili İndirgemeci Yaklaşımın

    Eleştirisi .................................................................................................................... 446 HADİS .......................................................................................................................... 466

    Hadisi Doğru Anlamak (Örnek Bir Uygulama) ....................................................... 466 Hadis Karşıtlığının Tarihi Arka Planı ve Günümüze Olumsuz Yansımaları ........... 487

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    6

    Sahâbe ve Tâbi’înin Sünnet / Hadîs Karşıtlarına Yönelik Tavırlarına Dâir

    RivâyetlerinTesbiti ................................................................................................... 502

    Hz. Peygamber Örnekliğinde Algı Yönetimi ve İrcâf (Kirli Propoganda)............... 518 TASAVVUF ................................................................................................................. 547

    Tasavvuf Kültüründe Duâ Algısının İnsan Üzerindeki Müsbet Etkileri .................. 547 Yanlış Şefaat Algılarını Düzeltmeye Bir Katkı Açısından Şefaatin Velayet ve Dua İle

    İlişkisi ....................................................................................................................... 557

    Kur’ân Ve Sünnet’e Göre Ölünün Tasarrufu ........................................................... 573 Mutasavvıfların Kur’ânî Kavramlara Getirdiği Yorumlar Ve Alan Dışının Yarattığı

    Algı ........................................................................................................................... 588 FELSEFE ve DİN BİLİMLERİ .................................................................................... 615

    Modern Düşüncenin Verilerinden Yola Çıkarak Yapılan Yanlış Din Yorumları

    Üzerine Bir İnceleme ................................................................................................ 615 İbn Haldûn’a Göre (732-808/1332-1406) Hilafetin Saltanata Dönüşmesinin Anlamı

    .................................................................................................................................. 619 Düşünce-Eylem İlişkisi Açısından Din Algısı Üzerine Felsefi Bir Değerlendirme . 634

    Gazali Örneğinde Felsefe-Din-Bilim İlişkilerindeki Bazı Yanlış Anlamalar .......... 641 DÜNYA ve AHİRET DENGESİ ................................................................................. 652

    “Müslüman Toplumlarda Dünyevileşme” Üzerine Paradigmal Bir Okuma: Aidiyet ve

    Mensubiyet Kodlarının Değişimi ............................................................................. 652 Kur'an'da Dünya Algısı............................................................................................. 662

    Dünya ve Âhiret Dengesi ......................................................................................... 675 İman Hakikatinin Amel/Ahlaka Yansımaları ve Müslüman İman Algısındaki

    Yanlışlar ve Nedenleri .............................................................................................. 687

    İSLAMİ HAREKETLER ve ŞİDDET ......................................................................... 716

    İman ve Amel İlişkisi Bağlamında -Pratik Boyutlarıyla Tekfir ............................... 716 Çağdaş Bazı İslâmî Hareketlerdeki Yanlış Algılar ve Şiddet Sorunu ...................... 734

    Cihad ve Dostluk BağlamındaGayrimüslimlerle İlişkilere Dair Yanlış Algılar....... 744 İSLÂM, SEVGİ ve AİLE ............................................................................................. 784

    Yozlaştırılan Üç Kavram: Sevgi, Şefkat ve Aşk ...................................................... 784

    Ailede Yozlaşma ve Şiddetin Nedenleri ................................................................... 799 İslam Diniyle İlgili Yanlış Algılar Bağlamında Ailede Yozlaşma ve Şiddet ........... 809

    الحب في االستغالل ............................................................................................................ 828

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    7

    Kısaltmalar

    bs. : Baskı, basım

    bk. : Bakınız

    c. : Cilt

    çev. : Çeviren

    DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

    DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı

    ed. : Editör

    h. : Hicrî

    İFAV : M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları

    İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi

    İSAV : İslâmî İlimler Araştırma Vakfı

    İSTEM : İslâm Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi

    krş. : Karşılaştırınız

    m. : Miladî

    MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

    Nşr. : Neşriyat

    red. : Redaksiyon

    S. : Sayı

    s. : Sayfa

    sad. : Sadeleştirenler

    TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

    ter. : Tercüme eden

    thk. : Tahkîk eden

    TTK : Türk Tarih Kurumu

    t.y. : Basım tarihi yok

    y.y. : Basım yeri yok

    Yay. : Yayınları

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    8

    Önsöz

    Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd ü senalar olsun. Kâinatın Efendisi,

    Peygamberlerin Sultanı Allah Resûlü’ne (s) salat ve selam olsun!

    İnsanlığı küfrün, şirkin ve ahlaksızlığın karanlıklarından kurtarmak için gelen

    İslam dininin Kur'an ve Sünnet gibi iki önemli kaynağı vardır. Tarih boyunca hem

    Kur'an ayetleri hem de hadis-i şerifler, İslam ulemasının çeşitli tefsir ve yorumlarıyla

    insanlığın istifadesine sunulmuştur. Zaman geçtikçe bu iki asla bağlı olarak tefsir, akaid,

    kelam, İslam hukuku, tasavvuf gibi birçok bilimler zuhur etmiştir. Hz Muhammed (s)

    hayatta iken İslamiyet en doğru bir biçimde anlaşılıp yaşandığı halde, daha sonra çeşitli

    sebeplerle İslam hakkında farklı algılar ve yorumlar oluşmuştur. Bu farklı algıların bir

    kısmı İslam’ın doğruluğundan ve özünden gittikçe uzaklaşmaya neden olmuştur.

    Sayılan bilim dallarının hemen hepsinde ortaya çıkan ve İslam’ın vasat çizgisinden

    ayrılıp ifrat ve tefrite sapan ekollerin mevcudiyeti tarihsel bir realitedir. Son birkaç

    asırdır İslami araştırmalara ciddi ilgi gösteren müsteşriklerin, İslam’ın ana kaynakları

    hakkında oluşturmaya çalıştıkları yanlış algılar da bunlara ilave edilmelidir. Bugün bazı

    medya kuruluşları aracılığıyla oluşturulmaya çalışılan yanlış İslam algısının, İslam’ın

    ana kaynaklarındaki doğru İslamiyet’le epeyce farklılığı vardır. Ancak bu yanlış algılar,

    sadece Müslüman olmayanların İslam’a ön yargılı yaklaşmasına yol açmakla

    kalmamakta, aynı zamanda Müslümanlar arasında da ana kaynağın temel esaslarıyla

    çelişen görüşlerin ve onlara taraftar olanların meydana çıkmasına zemin

    hazırlamaktadır.

    İşte Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak, İslam hakkında oluşturulmaya

    çalışılan bu yanlış algıların tarihsel süreç içerisinde nasıl başladığı, hangi alanlarda

    yoğunlaştığı, fert, aile, toplum ve topyekûn ümmeti nasıl etkisi altına aldığı, bu yanlış

    algılara karşı doğru İslamiyet’in ortaya koyduğu kriterleri ve perspektifleri geniş olarak

    bir sempozyum çerçevesinde ele almayı uygun bulduk.

    "Yanlış Algılar ve Doğru İslam" başlığı altında düzenlediğimiz uluslararası bu

    sempozyuma, sahasında uzman akademisyenlerimizin yoğun ilgisiyle 200 kadar bildiri

    gelmiş olup, zaman ve mekan tahdidi nedeniyle bunlardan yalnız 60 bildiriye yer

    verebildik. Sempozyuma ilgi gösteren ve yazı gönderen bütün hocalarımıza

    şükranlarımızı sunarız. İslam dünyasının ve insanlık âleminin bu yanlış algılar sebebiyle

    büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı günümüzde, değerli hocalarımızın bu

    sempozyuma sağladığı destek sadece İslam dünyasındaki değil, bütün insanlık

    âlemindeki bu yanlış algıların düzeltilmesine önemli katkılar sağlayacağını ümit

    ediyoruz.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    9

    Bu sempozyumun düzenlenmesinde ve icrasında görev alan hocalarımıza, her

    aşamada işleri takip eden ve arka planda fedakârane çalışan genç akademisyen

    arkadaşlarımız olmak üzere emeği geçen herkese üstün gayretlerinden dolayı teşekkür

    ederiz. Bildirileriyle bize bilimsel bir ziyafet sunan, uzaktan veya yakından gelen ya da

    fakültemizden katılan değerli bilim adamlarına katkılarından dolayı en kalbî

    şükranlarımı arz ederiz.

    Cenâb-ı Hak’tan doğru İslâm’ı öğrenip, yaşamayı ve öğretmeyi nasip etmesi

    duasıyla sağlık, huzur ve birlik içinde nice güzel toplantılara ulaştırmasını dileriz.

    Editörler

    29.12.2016

    Şanlıurfa

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    10

    İSLÂM ve KUR’AN

    “Emevî İslâmı” Söylemi Üzerine Bazı Düşünceler

    Adnan DEMİRCAN

    Süleyman b. Yesâr, Hişâm b. Abdülmelik'in yanına girdi. Hişâm, “Ey Süleyman,

    onlardan günahın büyüğünü üstlenen... (Nûr 24/11) kimdir?” diye sordu. Süleyman,

    “Abdullah b. Übey b. Selül'dür.” dedi. Hişâm, “Yalan söyledin. O, Ali'dir!” dedi. Bu

    sırada Zührî içeri girdi. Hişâm ona da aynısını sordu. O da, “Abdullah b. Übey b.

    Selül'dür.” dedi. Hişâm yine, “Yalan söyledin. O, Ali'dir!” dedi. Zührî, “Babası yok

    olasıca ben mi yalan söyledim? Allah’a yemin olsun ki biri gökten ‘Allah yalanı helal

    kıldı’ diye seslense yine de yalan söylemem!” Oradakilerden bazıları Hişâm’ı ona karşı

    kışkırtacak sözler söylediler. Hişâm ona, “Kalk git, senin gibilerini muhatap alacak

    değiliz!” dedi. Zührî, “Neden? Beni yanına çağırman için ben mi seni zorladım, yoksa

    sen mi beni çağırdın? Bırak beni!” dedi. Hişâm, “Hayır, fakat sen bir milyon için

    geldin.” dedi. Zührî, “Sen de senden önce baban da bilir ki, ne sana ne de babana para

    için gelmem!” diyerek çıkıp gitti. Hişâm, “Hocayı kızdırdık!” dedi. Ona bir milyon

    dirhem verilmesini emretti. Zührî’ye durum bildirilince, “Bu, kendi katından olan

    Allah’a hamd olsun.” dedi.1

    Giriş

    Son peygamber Hz. Muhammed’in (sas) vefatının üzerinden çok geçmeden

    gerek İslâmî nasların yorumlanması, gerekse insana bırakılan içtihat alanında ortaya

    çıkan görüş farklılıkları itikadî ve amelî ekolleri oluşturmuş; bir süre sonra bu fikrî

    akımların bir kısmı mezhebe dönüşmüştür.

    İslâm dünyasında dinî konularda mezhep içi ve mezhep dışı görüş ayrılıkları her

    zaman olmuşsa da son zamanlarda ülkemizde yanlış din algısının Emevîlerden

    kaynaklandığı şeklindeki söylemlerin daha sıkça gündeme getirildiğini görüyoruz. İslâm

    dünyasında çoğunluğun mezhebi olan Ehl-i Sünnet mezheplerini eleştiri kastıyla

    gündeme getirilen “Emevî İslâmı” söylemi, özellikle bazı akademisyen ve yazarlar

    Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

    1 Zehebî, Siyerü Aʻlâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, 2. Basım, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut

    1402/1982, V, 339-340.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    11

    tarafından gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Bu konuda Alevilerden bazı kişi ve

    grupların bilinçli bir rol oynadıklarını söylemek yanlış değildir.

    Tebliğimizde “Emevî İslâmı” söyleminin tarihî dayanağının olup olmadığı,

    görüşün delillerinin bulunup bulunmadığını ve söylemin ortaya çıkışının sebeplerini ele

    almaya çalışacağız. Ayrıca bu yaklaşımın İslâm dünyasındaki siyasî ve dinî kriz

    açısından fayda ve zararları üzerinde durdurmayı da hedeflemekteyiz.

    Emevîler dönemi İslâm tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. Bu dönemde

    Kureyş kabilesinin Abdümenâf kolunun Abdüşems boyunun Ümeyyeoğulları ailesi

    Müslümanları yönetmişlerdir. Ümeyyeoğulları ile Hâşimoğulları, akraba iki boydur. İki

    boy arasında İslâm öncesi dönemde başlayan ailenin liderliği hususunda bir rekabet

    mevcuttur.

    Dört halifenin üçüncüsü olan Hz. Osman, Ümeyyeoğulları ailesine mensup

    olduğu gibi, dördüncü halife Hz. Ali ile onun yerine Kûfe’de halife seçilen oğlu Hz.

    Hasan döneminde Suriye’de bağımsız hareket eden ve en sonunda Hz. Hasan tarafından

    halife olarak tanınan Muâviye de Ümeyyeoğullarındandır. Muâviye, aynı zamanda

    hanedanın kurucusu kabul edilmekte olup Emevîlerden sahabî olan ikinci halifedir.

    Geleneksel olarak Emevî hanedanı, Hz. Osman’la değil, Muâviye ile başlatılır.

    Zira Hz. Osman, akrabalarıyla ilişkilerinde onları önceleyen bir tutuma sahip ise de

    hanedanın ortaya çıkmasını sağlayan ilk adım olarak kabul edilen icraat, Muâviye’nin

    oğlu Yezîd’i veliaht olarak tayin etmesi suretiyle ortaya çıkmıştır.

    Bundan sonra hilafete gelen on üç kişi aynı aileye mensuptur. Muâviye’den

    sonra hilafete gelen Yezîd’in ölümünün akabinde birkaç ay ya da daha kısa bir süre

    hilafette kalan II. Muâviye’den sonra halife olan 11 kişi ailenin başka bir koluna

    mensuptur. Bu aileden halife olan ilk kişi Mervân b. el-Hakem, Hz. Osman’ın amcaoğlu

    ve kâtibidir.

    Muâviye, iktidarı kendi ailesine ait bir mülk haline getiren bir adım atmışsa da

    hilafet onun soyundan gelenlerde değil, Hz. Ali’ye karşı giriştiği mücadelede yanında

    yer almak yerine Hz. Âişe ile birlikte hareket eden ve Sıffîn savaşında Muâviye’nin

    yanında yer almayan Mervân b. el-Hakem’in soyunda kalmıştır.

    Hicrî 41 (661) yılında Hz. Hasan’ın Muâviye lehine hilafetten ayrılmasıyla

    başlatılan Emevî iktidarı h. 132 (750) yılında Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın

    ahfadının liderliğini yaptığı Abbasîler hareketi tarafından sonlandırılmıştır.

    Hicri takvimle 91 (miladi takvimle 89) yıl süren Emevî iktidarının yaklaşık 60

    yılı Ashab’tan bazı kimselerin yaşadığı bir dönem olduğu için sahabî dönemi sayılır.

    Bundan sonraki dönem, tabiîn dönemidir.

    Emevî döneminin akabinde kurulan ikinci hanedan, meşruiyetini Hz.

    Peygamber’e akrabalık temelinde sağlamaya çalışırken aynı dönemde Hz.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    12

    Peygamber’in siyasî varisi olduğunu iddia eden bazı ehl-i beyt mensuplarıyla mücadele

    de etmiştir. Nitekim daha ikinci halife Ebû Cafer Mansur döneminde Abbasoğullarıyla

    Alioğulları arasında ciddi bir çatışma süreci yaşanmıştır.

    Abbasîler, kendilerine rakip olarak gördükleri Ümeyyeoğullarına karşı oldukça

    acımasız bir tutum takınmışlar ve aileden onlarca kişiyi katletmişlerdir. Ümeyyeoğulları

    Abbasîler döneminde bütün icraatları ve tutumlarıyla düşman ilan edilmişlerdir.

    Emevîlere karşı takınılan bu dışlayıcı tutumun ailenin siyasî bir rakip olmaktan

    çıkarılmaya matuf olduğu açıktır. Abbasîler iktidara geldiklerinde tezlerini, siyasî

    alternatif söylemi üzerine yoğunlaştırmışlardır. Rekabet dinî söyleme alternatif

    oluşturma iddiası taşımamaktadır. Emevîlerle Abbasîlerin İslâm algıları arasında bir

    fark var mıydı? Buna isabetli bir cevap verebilmek için Emevîlerin İslâm anlayışları

    hakkında bir çerçeve çizmekte yarar görüyoruz.

    A. Emevîlerin İslâm Anlayışı

    Emevîler Devleti bir hanedan devleti olup iktidardakiler, geleneksel hale gelen

    devlet kurumlarını korudukları gibi yeni gelişmeler çerçevesinde bazı kurumlar ya da

    uygulamalar da ihdas etmişlerdir. Kurumların şekillenmesinde İslâm karşıtlığı gibi bir

    duruşun mevcudiyeti söz konusu olmayıp esas olan pratik faydalar oluşturmaktır.

    Devlet yapısının şekillenmesinde ve yeni kararların alınmasında yöneticilerin muhatap

    oldukları muhalefet ve karşı karşıya kaldıkları sorunlar etkili olmuştur. Esasen “Emevî

    İslâmı” söyleminin en iyi ifadesi muhaliflerin tutumuyla ilişkili olarak anlaşılabilir.

    Emevîler döneminde iktidarda bulunan hanedan mensuplarına karşı önemli

    isyanlar gerçekleştirilmiştir. Bu isyanlardan biri çocuk sahabilerden olan Abdullah b.

    ez-Zübeyr (ö. 73/692) tarafından gerçekleştirilmiş olup Abdullah’ın 10 yıl kadar Hicaz

    merkezli bir hilafet kurduğu da bilinmektedir.

    Yezîd zamanında Kerbela’da öldürülen Hz. Hüseyin de çocuk sahabilerden olup

    onun Kûfe’ye gidişini, otoriteye karşı çıkmak anlamına gelmekle birlikte silahlı bir

    ayaklanma olarak nitelemek tartışmalıdır. Zira Hz. Hüseyin’in Kufe’ye gidişi, tam bir

    isyan teşebbüsü olarak nitelenebilecek bir hareket gibi durmamaktadır. Bunların dışında

    Ashab’ın içinde doğrudan bulunduğu bir isyan yoktur. Tabiîn döneminde meydana

    gelen başka isyanlar mevcut olup bunlar da bu dönemde yaşayan oldukça az sayıdaki

    âlimden destek görmüştür. O halde hem Ashab döneminde, hem de tabiîn döneminde

    Emevîlerin iktidarının mevcudiyeti dinî açıdan tartışılmadığı gibi top yekûn İslâm

    karşıtı bir ideolojilerinden dolayı kendilerine karşı çıkılmış değildir.

    Emevîlerin iktidarına karşı olan ya da onların iktidarını tartışan kişiler olsa da bu

    tepkiler ortaya çıktıkları dönemlere ait olup ailenin tamamına ve her türlü tutum ve

    inançlarına karşı ileri sürülmüş değildir. Bu anlamda Haricîlerin tutumu genelin dışında

    değerlendirilebilirse de onlar dahi Ömer b. Abdülaziz’in döneminde eylemsizlik

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    13

    durumuna geçmişlerdir. Haricîler, sadece Emevîlere karşı değil, tahkimden sonra Hz.

    Ali de dâhil olmak üzere gelen yöneticilerin hepsinin meşruiyetini tartışmışlardır.

    Ancak onların eleştirileri, Emevîlerin icraatlarıyla ilgili olup Emevîlerin doğrudan dini

    tahrif politikası güttüklerine ilişkin ideolojik bir söyleme sahip olduklarını söylemek

    zordur.

    Emevî ailesi içinden erken dönemde Müslüman olanlar olduğu gibi ailenin

    önemli aktörleri Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuşlardır. Ancak Hz.

    Peygamber döneminde İslâm’ın Arabistan’a yayılmasında Mekke’nin fethinin önemli

    bir gelişme olduğu, sadece Ümeyeoğulları ailesinin değil, diğer birçok Kureyşlinin de

    bu dönemde Müslüman olduğu unutulmamalıdır.

    Ümeyyeoğulları Müslüman olduktan sonra hızlı bir şekilde yeni duruma intibak

    sağlamışlar ve gerek Hz. Peygamber döneminde, gerekse ilk iki halife döneminde

    yöneticilerin emrinde bazı görevler üstlenmişlerdir. Onların, erken zamanda İslâm’ın

    sağladığı imkânların farkına vardıkları ve geç dönemde Müslüman olan diğer

    Kureyşliler gibi hızlı bir şekilde yeni dine uyum sağladıkları söylenebilir. İrtidat ve

    irtica hareketleri sırasında diğer kabilelerde irtidatlar yaşanırken Kureyşliler dinlerine

    sahip çıkmışlardır. Bunun çeşitli sebepleri üzerinde durulabilir. Ancak burada

    hatırlatmak isteriz ki İslâm’ın Kureyş’in elde etmesine imkân verdiği iktidar, tarihi

    boyunca Kureyş’in elde etmeye yanaşamadığı bir güçtü.

    Hz. Peygamber dönemi ve takip eden yıllarda Ümeyyeoğullarına mensup

    kişilerin bu dönemdeki din anlayışları, genelin din anlayışından çok farklı olmamalıdır.

    Ümeyyeoğulları eğer bir sapkınlık içinde kabul edileceklerse bunun genel durumun bir

    parçası olduğunu söylemek gerekir. Zira Hz. Peygamber döneminde Müslüman

    olanların ağırlıklı bir kısmı Mekke fethinden sonra Müslüman olmuş ve Hz.

    Peygamber’in yanında uzun bir süre kalma imkânı bulamamıştır. Buna rağmen bir

    İslâm algısından ya da bir aile veya hanedana bir İslâm nispeti söz konusu olacaksa ve

    bunun günümüze kadar etkili olduğu iddia edilecekse, söz konusu anlayışa neden

    “Emevî İslâmı” densin? Dahası, özellikle bu dönemde “Emevî İslâmı söylemi” neden

    gündeme getirilmektedir?

    B. “Emevî İslâmı” Söyleminin Gerçekliği Meselesi

    “Emevî İslâmı” söylemi, geçmişte bir aileye ait bir din anlayışı olarak kabul

    edilen bir durumu ifade etmek için kullanılmayıp günümüzde gündeme getirilen bir

    konudur. İlk dönemlerde “Emevî İslâmı” diye bir İslâm olmadığına göre ve varsa

    sapmalar farklı görüşlere mensup insanlar arasında kabul görebildiğine göre bu

    sapmaların Emevîlere aitmiş gibi zikredilmesi nasıl doğru olabilir?

    Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki Emevîlerin İslâm akidesini değiştirmeye matuf

    bir siyasetleri olmayıp onların da diğer insanlar gibi farklı ve tartışılabilir görüşleri

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    14

    olabilir. Kuşkusuz bu görüşler, hem ileri sürüldükleri dönemde, hem de sonrasında

    tartışmaya açıktır.

    İleri sürülen tezlerden biri, Emevîlerin kaderci bir anlayışı yerleştirdikleridir.

    Buna göre Emevî halifeleri, yaptıklarını insanlara kabul ettirmek için aslında

    yaşananların bir kader olduğunu, kendilerinin kaderin gereğini yerine getirmekten başka

    bir şey yapmadıklarını ifade etmişler ve bu anlayışı insanlar arasında yerleştirmişlerdir.

    Ancak kaynakları incelediğimizde kaderci bir anlayışın çok erken dönemden itibaren

    bazı insanların görüşünü oluşturduğunu, Müslümanların arasında her şeyi idare eden ve

    insanı etkisizleştiren bir kader anlayışının mevcut olduğunu görüyoruz. Bu anlamda

    bazı rivayetlerde söz konusu durumun Emevî halifeleri için de söylenmesi mümkündür.

    Kaldı ki kadercilik anlayışının o gün için tartışıldığını kabul etsek dahi, halifelerin

    bazılarının bu yaklaşıma sahip olmalarının bu anlayışın yaygınlık derecesini

    göstermediğini, öte yandan Emevî halifelerinin kaçının bu anlayışa sahip olduklarını

    bilmediğimizi ifade etmeliyiz.

    Öte yandan biliyoruz ki Emevîler döneminde oldukça canlı bir fikrî tartışma

    mevcuttu. Bu tartışmanın içinde birbirini nakzeden görüşlerin olması da kaçınılmazdı.

    Zira İslâm’ın diğer dinlerle ve kültürlerle karşılaştığı bir vasatta birçok fikrin gündeme

    gelmesi ve tartışma konusu olması olağandır. Nitekim Emevîler döneminde birer

    müstakil mezhep olmasalar da Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye gibi görüşler ve akımlar

    ortaya çıkmıştır. Gündeme gelen görüşlere taraftar olanların yanı sıra karşı çıkanlar da

    olmuştur. Bu görüş ayrılıklarının sadece âlimler ve vatandaşlar arasında değil, aynı

    zamanda hanedan sahibi aile mensupları arasında söz konusudur.

    Emevîler döneminde güçlü bir muhalif damar mevcuttur. Her dönemde olduğu

    gibi Emevîler döneminde de yöneticilerin icraatlarına taraftar olanlar olduğu gibi karşı

    çıkanlar da vardı. Bununla birlikte siyaset-din algısı ilişkisi yabana atılacak bir durum

    değildir. Hatırlanması gereken, bu ilişkinin Emevîler dönemine mahsus bir ilişki

    olmadığıdır.

    Siyasî, dinî vs. görüşlerin insanlar arasında yayılmasında din adamlarının ve

    âlimlerin önemli bir rolleri olduğu gibi eğitim kurumlarının da önemli etkileri vardır.

    Ancak Emevîler döneminde, günümüzde olduğu gibi yaygın eğitim kurumları mevcut

    değildi. Devleti yönetenlerin kendilerine mahsus bazı görüşlere sahip oldukları kabul

    edilse bile bunun halka kabul ettirilmesi ve yaygın bir anlayış haline gelmesi oldukça

    zordu.

    Öte yandan Emevî halifeleri arasında birbirlerinden farklı ve birbirleriyle çelişen

    görüşlere sahip olanlar vardı. Bazı kaynaklarda halifeleri etkileyen kimi âlimlerden ve

    onların görüşlerinden söz edilebilmektedir. Örneğin Emevîlerin 3. halifesi Muâviye b.

    Yezîd’in (ö. 64/684) Kaderiyye mezhebine mensup olduğu ve hocası olan Ömer el-

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    15

    Maksûs isimli bir zatın etkisinde kalarak iktidarı terk ettiği nakledilmektedir.1 Yine

    kaynaklarda Süleyman b. Abdülmelik’in (ö. 99/717) Recâ b. Hayve isimli bir âlimin

    telkinlerinin etkisinde kalarak Ömer b. Abdülaziz’i (ö. 101/720) veliaht olarak seçtiği

    rivayet edilmektedir.2 Ayrıca son Emevî Halifesi Mervân b. Muhammed’in (ö. 132/750)

    Caʻd b. Dirhem’in (ö. 124/742 [?]) etkisinde kaldığı için ona “el-Caʻdî” lakabının

    verildiği ifade edilmektedir.3

    Emevî halifelerinin hepsi için standart bir anlayıştan ya da -henüz oluşmadığı

    için- bir mezhebi bağlılıktan söz etmek mümkün değildir. Onların bir kısmının

    eğlenceye ve ava düşkün oldukları, dinî konulara ve tartışmalara ilgi duymadıkları

    dikkate alındığında genel bir din politikalarından söz edilmesinin de mümkün

    olmayacağı görülecektir.

    İlim geleneğinin Emevîlere bağlı olmadığı, muhaliflerin ve hassaten mevalinin

    ilgi duyduğu bir alan olduğu dikkate alındığında, farklı görüşlerin bunlar arasında da

    tartışılması kaçınılmazdır. Nitekim bir takım farklı ve hatta İslâm dışı oldukları

    ithamlarıyla karşı karşıya kalan görüşlerin Emevîlerin muhalifleri tarafından ileri

    sürüldüğü görülmektedir. Bu hususta Hasan el-Basrî (ö. 110/728), Caʻd b. Dirhem (ö.

    124/742 [?]), Cehm b. Safvân (ö. 128/745-46), Hâris b. Süreyc (ö. 128/746), Vâsıl b.

    Atâ ö. 131/748) gibi âlimleri hatırlatmak gerekir. Yine gulât Şîa’dan biri olan Beyân b.

    Semʻan (ö. 119/737) gibi isimler de hatırlatılabilir. Devlet yetkililerinden ve onları

    savunan âlimlerden daha çok bu kişilerin halk üzerinde etkili olduğu hesaba katılırsa

    Emevî hanedanının ve hanedanın resmi görüşünün din anlayışının şekillenmesi üzerinde

    mutlak bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün değildir.

    C. “Emevî İslâmı” Söyleminin Dayanakları

    “Emevî İslâmı” söylemi bir iddiadan öteye gitmemekte, ileri sürülen bazı olaylar

    da söz konusu tezi temellendirecek güce sahip bulunmamaktadır. İleri sürülebilecek en

    güçlü argüman, bazı halifelerin kaderci anlayışı desteklediklerine dair anlatılanlardır.

    Ancak aynı dönemde kaderci anlayışı reddeden birçok âlim mevcuttu.

    Kaynaklarda Emevî halifelerinin o dönemdeki tartışmalarla ilgili yaklaşımına

    dair birkaç örnek verebiliriz:

    1 Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/964), el-Bed ve’t-Tarih, thk. Cl. Huart, Bağdat (t.y.), (Paris 1899-

    1919 baskısından ofset), VI, 16-17. 2 İbn Sa‘d, Muhammed ez-Zührî (230/844), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer,

    Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001, I, 329- 332; İsmail Yiğit, “Süleyman b. Abdülmelik”, DİA,

    XXXVIII, 81. 3 Mustafa Öz, “Caʻd b. Dirhem”, DİA, VI, 543.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    16

    Bir rivayete göre Ömer b. Abdülazîz “Sizler ve taptığınız şeyler! Hiçbiriniz,

    cehenneme gidecek kimseden başkasını Allah’a karşı azdırıp saptıramazsınız.”1 ayetini

    okuduktan sonra Ebû Süheyl Nâfi b. Muhammed’e, “Ey Ebû Süheyl! Bu ayet,

    Kaderiyye’ye bir delil bırakmadı. Onlar hakkındaki görüşün nedir?” dedi. Ebû Süheyl,

    “Kendilerinden tövbe etmeleri istenmeli. Eğer tövbe ederlerse mesele yok. Fakat tövbe

    etmezlerse boyunları vurulmalıdır.” dedi. Bunun üzerine Ömer, “İşte görüş budur! İşte

    görüş budur!” dedi.2

    Recâ b. Hayve’den nakledildiğine göre Ömer b. Abdülazîz, Mekhûl’e şöyle

    dedi: Kader hakkında şunların dediği gibi demeyesin. Şunlar ifadesiyle Gaylân ve

    arkadaşlarını kastediyordu.3

    Bir rivayete göre Irak valisi Adî b. Ertât, Saîd b. Mesûd’u Umân valisi olarak

    görevlendirdi. Saîd, istediği bir deveyi kendisine vermeyen bir adama yüz sopa vurdu.

    Adam Ömer b. Abdülaziz’e giderek olanları anlattı. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz

    Adî b. Ertât’a şöyle bir mektup yazdı: “Senin Saîd b. Mesûd’u valiliğe getirmen,

    Allah’ın senin için takdir ettiği bir kaderdir ve seni onunla imtihan ettiği bir musibettir.

    Mektubum sana geldiği zaman, onu görevden azledecek birisini hemen ona gönder.

    Ayrıca onu bağlı bir şekilde bana gönder.” Adî b. Ertât onu azletti ve yerine

    Abdurrahman b. Kays’ı görevlendirdi.4

    Haccâc, Maʻbed el-Cühenî’ye, “Ey Ma’bed! Kader konusunda konuşur musun?”

    dedi. Maʻbed şöyle dedi: “Evet; Irak halkının fasıkları Allah’ın, Osman’ın

    öldürülmesini takdir ettiğini ve hükmettiğini söylemişler. Ben onlara ‘Siz yalan

    söylüyorsunuz’ dedim.” Haccâc, “Doğru söylemişsin” dedi. Haccac’ın bu sözü Hişâm’a

    ulaştı. Hişâm, “Elbette ki, Allah Osman’ın katillerine şakaveti [bedbahtlığı] yazdığı

    zaman onun öldürülmesini de planlamıştır. Maʻbed de Haccâc da yalan söylemişlerdir.”

    dedi.5

    el-Medâinî Cerm’den olan bir şeyhten şunu nakletti: Ben “el-Karyeteyn”de idim.

    Onunla Dimeşk arasında deveyle iki konak vardı. Ermenistan’dan gelen ve içinde bazı

    halklar bulunan bir kafile orada konakladı. Hişâm tarafından gönderilen Kelb kabilesine

    mensup bir adam geldi; yanında başka bir adam daha vardı. Onlar, “Ey Konaklayan

    Kafile! Sizde Gaylân b. Müslim var mıdır?” dediler. Üzerinde, düğmeleri deriden

    yapılmış Nasîbî [Nusaybin’de yapılmış] bir şal bulunan kırmızı bir adam, “Ben Gaylân

    Ebû Mervân’nım” dedi. Onlar, “Salih nerede?” dediler. Orta boylu ve yakışıklı bir adam

    kalktı ve: “Ben Salih b. Abdüsselam’ım” dedi. Hemen ikisini zincirlerle bağlayıp onları

    Hişâm’ın yanına götürdüler.

    1 Sâffât 23/161-163.

    2 İbn Saʻd, VII, 373.

    3 İbn Saʻd, VII, 375.

    4 Belâzürî, VIII, 132.

    5 Belâzürî, VIII, 414.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    17

    Hişâm Gaylân’a, “Yazıklar olsun sana! Senden bana gelen bu sözler nedir?”

    dedi. Gaylân’dan önce Salih söze başladı ve: “Allah bir kimseyi, ancak gücünün yettiği

    şeye yükümlü kılar”1 dedi. Bunun üzerien Hişâm ona, “Sen Allah’ın kitabının muhkem

    ayetlerini bırakıp müteşabihleri mi okuyorsun? Kuşkusuz bu [tutumunuz], sizin

    hakkınızda söylenenleri doğrular mahiyettedir” dedi. Salih, “Bu ayet müteşabih mi?”

    dedi. Hişâm, “Bunları çıkarın ve her birisine yetmişer kırbaç vurun” dedi. Hemen

    darbedildiler. Sonra bazı insanlar gelip onların, “Allah kesinlikle Hişâm’a bir idare

    vermemiştir. İnsanlar erzakı zorla almaya çalışıyor ve erzak onlara anlaşmalarla

    geliyor” şeklinde sözler söylediklerine şahitlik ettiler. Hişâm, “Acaba bu iki insanı bu

    işte gördüğünüz için mi şahitlik ediyorsunuz, yoksa onlara duyduğunuz düşmanlık

    sebebiyle mi?” dedi. Onlar, “Hayır, [düşmanlık sebebiyle değil]; fakat sen imamsın; biz

    de boynumuzdaki [şahitlik] sebebiyle sana geldik” dediler. Hişâm o ikisinin el ve

    ayaklarını kesti. Osman b. Hayyân el-Mürrî onların yanından geçti ve: “Yâ Gaylân! Bu

    da Allah’ın kaza ve kaderiyle miydi?” dedi. Gaylân, “Bu Allah’ın ilmindeydi” dedi.

    Sonra Hişâm onların dillerinin kafalarından çekilmesini veya kesilmesini

    emretti. Ancak fazla geçmeden ikisi de öldüler. Deniliyor ki: Gaylân ve arkadaşı

    Ermenistan’da Hişâm’ın aleyhinde konuşuyorlardı. Hişâm onların üzerinde casus tayin

    etmişti. Ermenistan’dan ayrılınca, konakladıkları yerler kendisine haber verildi. Hişâm,

    onların aleyhinde şahitlik yapacak şahitler ayarladı ve yaptıklarını onlara yaptı. Sonra

    onları astı.2

    Rivayetler, kader konusundaki anlayışın standart olmadığını, farklı görüşlere

    sahip insanların olduğunu göstermektedir.

    Eleştiri konusu yapılabilecek bir gelişme de hanedanın yönetimi uhdelerine

    almaları ve yönetimin babadan oğula ya da akrabalar arasında kalmasıdır. Kuşkusuz

    yönetimin bir ailenin eline geçmesi, önemli bir gelişmedir. Ancak o dönemde bilinen

    devletler bu şekilde yönetiliyordu. Yönetimin belli bir ailenin elinde bulunmadığı Râşid

    Halifeler döneminde her halife değişiminin bir siyasî krize dönüşme ihtimali olmuştur.

    Bu yapı, o günkü şartlarda uzun süre devam ettirilememiştir.

    D. “Emevî İslâmı” Söylemini Dillendirenler

    “Emevî İslâmı” söylemi son yıllarda ülkemizde dillendirilmektedir. Bu anlayışın

    şekillenmesinde çeviri kitapların ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyoruz. Kanaatimizce

    çeviri kitapların etkili olmasıyla, özellikle İran menşeli kitapların çevrilmesiyle birlikte

    bu tip görüşler dillendirilmeye başlanmıştır. Bu sebeple söz konusu görüşün İran

    menşeli olması ya da çevirilerden sonra esinlenme suretiyle ortaya çıkmış olması

    muhtemeldir.

    1 Bakara, 2/286.

    2 Belâzürî, VIII, 418-419.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    18

    Tespit edebildiğimiz kadarıyla “Emevî İslâmı” söylemini kullananlar Aleviler ve

    gelenekle hesaplaşma iddiasında olduğunu söyleyen bazı kişilerdir.

    Ülkemizde Emevî İslâmı söylemi, Alevilerin Sünnî İslâm anlayışına yönelik

    eleştirilerde kullandıkları bir argümandır. Nitekim Alevi yazarlar bu vurguya daha çok

    başvurmaktadırlar.

    Emevî İslâmı söylemi, son yıllarda bazı İlahiyatçılar ya da aydınlar tarafından da

    hassaten geleneğe yönelik bir eleştiri olarak gündeme getirilmektedir. Bir kısmı haklı

    sayılabilecek eleştirilerin toptancı bir yaklaşımla bu dönemin eleştirisi için kullanılması

    ise sorunlu bir yaklaşımdır.

    1. Alevilerin Bazı Eleştirileri

    Alevilere ait bir sitede “100 Soruda Alevilik” başlıklı bir bölümde “Türkler

    Arasında; Alevilik-Sünnilik-Şiilik Ne Zaman Oluştu?” sorusuna şöyle cevap verilmiştir:

    “Türkler İslâmiyeti Emevîler döneminde tanıdılar. Yani

    yaklaşık İslâmiyet’in doğuşundan 300 yıl sonra oldu. 300 yıl boyunca

    da “İslâmlaşma” dönemi yaşandı. Böylece Türkler İslâmiyeti

    İslâmiyet’in doğuşundan yaklaşık 600 yıl sonra kabul ettiler dersek,

    abartı sayılmaz.1

    “Bu yıllara kadar İslâmiyet’te Hz. Muhammed dönemi

    yaşanmış. Hz. Muhammed vefat etmiş. Halife Ebû Bekir, Halife

    Ömer, Halife Osman ve Hz. Ali’nin halifeliği dönemi yaşanmıştır.

    Sıffîn Savaşı, Hendek Savaşı gibi savaşlar olmuş. Hz. Ali’nin hilafeti

    “Hakem Olayı” ile elinden alınmış. Yezîd halife olmuş. Yezîd vefat

    etmeden yerine Muâviye’yi halife yapmıştır.2 Hz. Ali’nin çocukları,

    Hz. Muhammed’in torunları olan Hasan hilafet uğruna zehirlenerek,

    Hz. Hüseyin Kerbela’da 72 kişilik yaşlı-çocuk ev halkı ile birlikte aç

    ve susuz bırakılarak 10.000 kişilik yezit ordusu kanalı ile Kerbela’da

    acımasızca katledilmiştir.

    “Bu olayların İslâm içindeki yankıları İslâm’ın yayılması ile o

    coğrafyalara da gitmiştir. Türkler İslâmiyet ile tanıştığında bütün bu

    olaylar yaşanmıştır. İslâm içinde taraflar seçilmiş saflar

    belirginleşmiştir.

    1 Bu bilgi doğru değildir. Zira Muâviye, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık 30 yıl sonra Hz.

    Hasan’dan biat alarak tek başına iktidara sahip oldu (41/661). Emevîler devleri ise yaklaşık 90 yıl sonra

    yıkıldı (132/750). 2 Bu satırları yazanlar maalesef tarihî olayları birbirine karıştırmış durumdadırlar. Muâviye Yezîd’in

    babası olup onu veliaht olarak tayin etmiştir.

    http://www.gelincanlar.com/arama/?=&q=Alevi

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    19

    “Türkler İslâmiyeti Emevî ordusunun güç ve ihtiras gösterileri

    ile tanıdılar. İslâmiyeti kabul etmemek için çok direndiler. Kabul

    ettiklerinde ise, Hz. Ali yandaşlığını, Ehl-i Beyt yandaşlığını, Ali Şiası

    yandaşlığını kabul ettiler. Bu durum Türk destanlarında; Dede Korkut

    Destanı’nda, Manas Destanı’nda açıkça görülmektedir.1 Türk

    destanlarında; Ali sevgisi, Fatma Ana sevgisi, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan

    sevgisi sık, sık işlenmektedir. Kerbela Olayı anlatılmaktadır.

    “Fetih özelliği taşıyan Kuteybe ve Zalim Haccac

    komutasındaki Arap ordularına karşı Farslar ve Türkler direnmişlerdir.

    İslâmiyeti kabul ettiklerinde ise Emevî İslâmı2 değil Ehl-i Beyt

    yandaşlığını, Ali yanlılığını kabul etmişlerdir. Bu coğrafyalarda daha

    sonra İslâm mezheplerinin etkileri egemen oluncaya kadar devam

    etmiştir.

    “Türklerin çeşitli mezhepleri seçmeleri Hanefi, Şafii, Şii vs.

    olmaları3 daha sonraki yüzyıllardaki tarihsel görüşmelerden sonra

    olmuştur.”4

    Aynı sitede “Aleviler Ne İstiyor?” başlıklı soruya verilen cevapta da “Emevî

    İslâmı” vurgusu yapılmıştır:

    “Türkler İslâmiyetle, İslâmiyet’in doğuşundan yani, 620

    yıllarından yaklaşık 250-300 yıl sonra tanıştılar.5 Türkler İslâmiyeti

    Türkistan’ı fethe çıkan Arap orduları ile tanıdılar. Bu fethe karşı çok

    direndiler. Çok can verdiler, çok savaştılar. Sonuçta güç karşısında

    İslâmiyeti kabul etmek zorunda kaldılar.6 Kabul ettiklerinde ise,

    1 Türklerin Müslüman olur olmaz böyle bir tercihte bulundukları iddiası doğru değildir. Türklerin

    Müslüman oluşu asırlarca sürmüş bir süreçtir. Onlar arasında sözü edilen inançlara sahip insanlardan

    çok daha fazlası Ehl-i Sünnet çizgisindedir. Kaldı ki Türkler Müslüman olduklarında mezheplerin

    teşekkül süreci devam etmekteydi. 2 Görüldüğü gibi “Emevî İslâmı” burada Alevilerin dışında kalanlar için kullanılmıştır. Bu da Ehl-i

    Sünnet’tir. 3 Bu iddia da tarihsel verilerle bağdaşmamaktadır.

    4http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim tarihi: 03.05.2016).

    [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.] 5 Yukarıda vurgulamaya çalıştığımız gibi bu bilgi yanlıştır. Türkler, Emevîler döneminin başında İslâm

    ile tanıştılar. Hatta Irak valisi Ubeydullah, askerî hizmetlerde istihdam etmek amacıyla bazı Türkleri

    Basra’ya götürmüş ve onları el-Buhâriyye adı verilen bir mahalleye yerleştirmiştir. 6 Türklerin İslâm’ı zorla kabul ettikleri iddiası da doğru değildir. Kuşkusuz bazı komutanların savaş

    ortamında istenmeyen bazı davranışları olabilir; ancak bu, hem genellenemez hem de makbul bir

    davranış olarak telakki edildiği iddia edilemez.

    http://www.gelincanlar.com/arama/?=&q=Alevihttp://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    20

    iktidarı elinde tutan Emevî İslâmı değil, muhalif olan Ali yandaşlığını

    benimsediler.”1

    15-16. dönem CHP milletvekilliği yapan Nurettin Karsu “Emevî İslâmı”

    hususunda daha açık ifadelerle şöyle demektedir:

    “Asırlardan beri ‘Emevî İslâmı’ uygulayan egemenlerin derin

    bir çabaları ve yenemedikleri hırsları vardı: Nasıl edelim de, Öz

    Türkçesiyle özgün inancını/yaşam algısını yorumlayan ve dillerinde

    Arapçayı/Osmanlıcayı kullanmayan bu Alevileri Camiye sokalım?

    Buyruk veren egemenlere ve dönemin Diyanet İşleri Başkanlarının

    İslâm’ı algılamalarına göre, zaman içinde bu çaba, bazen ılımlı

    görünümlü bazen ise kavgalı ve sert olmuş, acılar yaşanmıştır.

    “Hallac-ı Mansurlara, Nesimilere, Şeyh Bedrettinlere, Pir

    Sultanlara, Yunus Emrelere ve sonrasında da Dersim, Maraş, Çorum

    ve Madımaklarda uygulanan kıygılar (zulümler), hep bu ‘egemenlerin

    inanç hırsıyla meydana gelmiş… Egemen görüş, ilerici, aydın İbn

    Rüşt’ü, İbn Sina’yı değil, bilimi öteleyen tutucu İmam Gazali’yi

    alkışlamış!2

    “Ancak Emevîler, Abbasiler, Selçukiler, Osmanlılar ve

    ardılları, her türlü çaba, baskı ve kıyıma karşın Alevileri camiye

    sokma başarısını bir türlü gösteremediler.

    “Şimdi ise gözümüz aydın! Egemenlerin yüzyıllarca uğraşıp da

    beceremediği bu iş, iki hoca efendinin iyi niyet çabası sonucu

    halledilmiş oldu(!). Emevî İslâmı’nın zaferiyle sorun çözüldü(!).

    “Ağaç peygambere gitmezse, peygamber ağaca gider,

    özdeyişine de uygun olarak, ‘Alevi Camiye gitmiyorsa, ben de

    Cemevini Camiye götürürüm’. Böylece Alevi de Cemevi’siyle

    Camiye girmiş olur… Alevi, Emevî İslâmı’na uymuş olur… Cemevi

    de yasallaşmış olur(!).

    “Bakalım bu duaya kaç Alevi ‘Allah Allah!’ diyecek? Bunu da

    buluşu yapan Dede İzzettin Doğan’a sormak gerek!

    “Alevi dedesiyim, diyen birine, zorla cami/cemevi yapmaya

    çalışmak, Alevileri birbirine düşürmek, sokaklarda gençlerin

    birbirlerine düşman hale getirilmesine neden olmak yakışır mı?

    1http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim tarihi: 03.05.2016)

    [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.]. 2 Bu ifadelerin tarihî gerçeklikten uzak ideolojik ve yüzeysel bir okuma olduğu açıktır.

    http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    21

    “Gel de Pir Sultan ne demiş: Dönen dönsün, ben dönmezem

    yolumdan!

    O yol, bin yıllık bir Töre: Ya Allah, Ya Muhammed, Ya

    Aliii… Diyerek gidilen Akıl ve Bilimin aydınlık yoludur.1

    Nurettin Karsu, başka bir yazısında “Emevî İslâmı” söylemiyle hem Ehl-i

    Sünnet’i, hem de Türkiye’deki siyasî iktidarı eleştirmektedir:

    “Hz. Peygamber, Gadir Hum veda haccında Ehl-i Beytini abası

    altına alarak,2 ”Benden sonra Mevla’nız Ali olacaktır, bu aynı

    zamanda ilahi bir buyruktur.” dediği halde ölümünden sonra Ehl-i

    Beyt düşmanı Emevîler vakit geçirmeden Kûfe ve Kerbela’da Ali ve

    Peygamber torunlarını katletmiş ve Hüseyin’in kellesini de bir sırığa

    takarak, Şam sokaklarında dolaştıran Yezîd, Muharrem Aşure günü

    zaferini(!) kutlamıştır. İslâm’ı ekseninden saptırarak, Emevî İslâmı’na

    dönüştüren Muâviye ve oğlu Yezîd, gasp ettikleri, Peygamber tahtına

    oturmuş ve İslâm’ı da bölerek, Ehl-i Beyte asırlarca küfürler savurarak

    saltanatlarını sürdürmüşlerdir.3

    “İslâm’da bu acı gerçekler yaşanmışken ve bunlara benzer

    olaylar Anadolu Alevi’sinin başından da geçtiği için İslâm anlayışını,

    Emevî İslâmı dışında tutarak, Orta Asya inanışını Peygamber İslâmı

    ve bilimle harmanlayıp özgün Alevi inancını oluşturmakta ve ağır

    baskılara karşın çok gizli olarak Cemevlerinde “Allah, Muhammed,

    Ali” yorumuyla yaşatmıştır. Bu yaşam biçimi bugün Diyanet ve bazı

    egemenler tarafından, “İslâm içi midir, İslâm dışı mıdır?” sorgulaması

    yapılmakta ve Diyanet Başkanlığı, Cemevlerinin ibadet yeri olmadığı

    fetvası ile bir Emevî İslâmı yolunda olduğunu kabullendiğinin

    farkında bile olmamaktadır.

    “Bugün egemenlerin derdi: Ne etsek de şu Alevileri Emevî

    İslâm’a soksak ve Cem evlerinden kurtulsak. Bunun için Ali adını,

    Hüseyin adını alanlar, torunlarının adını koyanlar çoğaldı gibi. Bir

    inancı ad koyarak değiştirmek mümkün olsaydı, Muâviye İslâmı’

    Muâviye ve Yezîd isimlerini koymamakla Peygamber İslâm’ına

    dönüşürdü. Bu olabildi mi? Bugün Muâviye/Yezîd adları yok ama

    onların peygamberden gasp ile oluşturdukları Emevî İslâmı, sürecini

    engelsiz devam ettirmektedir. Yirmi milyon Alevi’den bir vali, bir

    1http://www.nurettinkarsu.com/?p=376 (erişim tarihi: 03.05.2016) [Alıntıda bazı imla tashihleri

    yapılmıştır.]. 2 Bu ifadelerde kavramlar ve olaylar birbirine karıştırılmaktadır. Ancak konumuz bu değildir.

    3 Emevîlerin iktidar dönemi bir asrı bulmadığına göre bu ifadelerle tarihî bir dönem değil bir anlayış ve

    algı eleştirilmiş olmalıdır. İfadelerin tarihî gerçekliği olmadığını hatırlatmaya gerek yoktur.

    http://www.nurettinkarsu.com/?p=376

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    22

    müsteşar, bir genel müdür bile atanmadığını görmek bunu

    kanıtlamıyor mu?

    “Muharrem’de Anadolu Alevisi susmuş, Onun yerine onun

    inanç ögelerini, insan haklarını tanımakta direnen, Cemevi’ni ibadet

    yeri görmeyen egemenler konuşuyor. Yardımcıları da Cemevini

    Camiye sokma çabasında olanlarla, maaş bekleyip töreye göre düşkün

    olmayı hak etmiş dedeler ve egemen iktidarın yandaşları!

    “Bu gayret içinde olanların bilmediği bir şey var; o da

    Alevilerin ne Şiî nede Sünni öğretisi ile bağdaşması olanaksız

    olduğudur. Alevi özgün inancını, müziğin ilahi etkisiyle de

    biçimlendirerek yorumlamaktadır. Kim ne derse desin, ‘Emevî

    İslâm’a uymayan, Alevilerin bu yorumu İslâm’ın değişik bir

    yorumudur. Aleviler bu özgün inançlarından ödün vermeden çağdaş

    yaşamlarını, iktidarlara rağmen, iktidarların etkisinde kalmadan,

    yorumlayacaklardır! Bunu değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur, haddi

    de değildir! İsteyen kabullenir, istemeyen kabullenmez. Bu insanlığın,

    inancın temeli, çağdaş anayasaların vazgeçilmez kuralı ve evrensel bir

    insan hakkıdır!”1

    2. Kendilerini Mezhep Dışında Konumlandıranların Bazı Eleştirileri

    Emevî İslâmı söylemini en çok gündeme getirenlerden biri Yaşar Nuri

    Öztürk’tür. Muhtelif konuşmalarında ve kitaplarında yanlış din algısının Emevîlerden

    kaynaklandığına dair iddiaları mevcuttur. Öztürk’ün birkaç yıl önce yayınladığı

    kitabının adı “Kur’an-ı Kerim’de Lanetlenen Soy” adını taşımakta bu kitapta Allah’ın

    Kur’ân-ı Kerim’de Emevîleri lanetlediğini iddia etmektedir. Rivayet kritiği yapmadan

    Abbasîler döneminde Emevî düşmanları tarafından uydurulan rivayetler Emevîlere ve

    onlar üzerinden bir anlayışa eleştiri konusu yapılmaktadır. Öztürk’ün bir diğer kitabı

    Emevî Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü: Ebû Zer2 adını taşımaktadır. Böylece

    tarihî kişilikler üzerinden kendi dönemlerine ait olmayan kavram ve söylemlerle modern

    dönemin sorunları ele alınmaktadır.

    Yaşar Nuri Öztürk, Lanetlenen Soy kitabına şu iki ayetle başlamaktadır:

    “Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur’ân’da lanetlenmiş

    bulunan o ağacı/soyu da insanları sınamak dışında bir sebeple

    1http://www.nurettinkarsu.com/?p=416 (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla tashihleri

    yapılmıştır.]. 2 Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2014.

    http://www.nurettinkarsu.com/?p=416

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    23

    göndermedik. Biz onları korkutuyoruz, ama bu onların kudurganlığını

    arttırmaktan başka bir katkı sağlamıyor.”1

    “Hani biz, meleklere ‘Âdem’e secde edin!’ demiştik de iblis

    dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine

    ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan onu ve onun soyunu dostlar

    mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için

    ne kötü bir değiştirmedir bu!”2

    Kitabın önsözünde, “Lanetliler soyu bir zihniyet soyudur, ırk veya kan soyu

    değil, Lanetliler soyunun zihniyet babası şeytandır.”3 diyen Yaşar Nuri Öztürk, bu

    cümlelerin hemen devamında “Ancak lanetliler soyunun maddî-somut bir örneği de

    vardır ve Kur’ân’a göre bu soy, Emevi soyudur”4 demektedir. Gerçi hemen akabinde

    Ömer b. Abdülaziz ve Muâviye b. Yezîd gibi bazılarının bunun dışında olduğunu, ancak

    hükmün ekseriyete göre verildiğini de ifade etmektedir.

    Öztürk, eski bir yazısında “şecere-i melʻûne [lanetlenmi ağaç] olarak zikrettiği

    grup ise Haricîlerdir.

    “Tekfirin doruk noktasına yükselen ve İslâm'ın,

    Peygamber'den sonra en büyük şahsiyeti olan Hz. Ali, tekfirden nasip

    alamamış ‘‘şecere-i melʻune’’ (lanetli ağaç, lanetli soy. Bk. İsra suresi

    60) çocukları tarafından ‘‘kâfir’’ ilan edilerek yani tekfir siyaseti

    uygulanarak öldürülmüştür. Hem de İslâm'ın mabedinde, secde

    halinde iken…”5

    Tefsir literatürüne müracaat ettiğimizde şecere-i melʻûnenin Ümeyyeoğullarıyla

    ilişkilendirilmesinin V. asır gibi geç bir dönemde ortaya çıktığını görüyoruz. Tespit

    edebildiğimize göre söz konusu ifadeden Ümeyyeoğullarının kastedildiğini söyleyen ilk

    müfessir Tûsî’dir. Burada Şiî tesiri açık olduğu gibi Abbasîler döneminde telif edilen

    eserlerde Ümeyyeoğullarının eleştirilmesi garip karşılanmamalıdır.

    1 İsrâ 17/60.

    2 Kehf 18/50.

    3 Öztürk, s. 7.

    4 Öztürk, s. 7.

    5 Öztürk, “ Tefkir ve Tekfir”, Hürriyet Gazetesi, 01 Ocak 2000 [http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-

    ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126] (erişim tarihi: 27.10.2016).

    Tefsir Literatürüne Göre eş-Şeceretü’l-Melʻûne [Lanetli Ağaç]

    Görüşün Kaynağı Tefsiri

    Zeyd b. Ali (120), Garîbü’l-Kur’ân Zakkum

    Mukâtil (150), Tefsîr Zakkum

    http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    24

    1 Taberî, tevil ehlinin bu ifadenin anlamı hususunda ihtilafa düştüklerini ifade ettikten sonra rivayetleri

    nakleder. Ondan önceki tefsirlerde herhangi bir ihtilaftan söz edilmemektedir. 2 Taberî buraya kadar zikredilen iki görüşün doğru olma ihtimalini yüksek görürken, şecere-i melʻûnenin

    rüyaya atfedildi bir rivayet de nakletmektedir.

    Yahya b. Sellâm (200), Tefsîr Zakkum

    el-Ferrâ (207), Meʻani’l-Kur’ân Zakkum

    es-Sanʻânî (211), Tefsîr Katâde, Saîd b.

    Cübeyr, İbn Abbâs

    Zakkum

    el-Hüvârî (300), Tefsîru

    Kitâbi’llahi’l-Azîz

    Mücâhid, Hasan Zakkum

    et-Taberî (310), Câmiʻu’l-Beyân an

    Te’vîli Âyi’l-Kur’ân1

    İbn Abbâs, Mesrûk,

    Hasan, Ebû Mâlik,

    İkrime, Saîd b.

    Cübeyr, Mücâhid,

    Katâde, Dahhâk

    Zakkum

    Hasan Kureyşliler, hurma ve

    yağla yapılan bir çeşit

    yemeğe zakkum

    diyorlardı. Allah bu

    yemeklerini böyle

    andı.

    İbn Abbâs Keşûs2

    İbn Ebî Hâtim (327), Tefsîr İbn Abbâs Zakkum

    el-Mâtürîdî (333), Te’vîlatü Ehli’s-

    Sünne

    Zakkum

    el-Cassâs (370), Ahkâmü’l-Kur’ân İbn Abbâs, Hasan,

    es-Süddî, İbrahim,

    Saîd b. Cübeyr,

    Mücâhid, Katâde ve

    Dahhâk

    Zakkum

    es-Semerkandî (373), Bahru’l-Ulûm Zakkum

    İbn Ebî Zemenîn (399), Tefsîru’l-

    Kur’âni’l-Azîz

    Zakkum

    es-Saʻlebî (427), Keşfü’l-Beyân fî

    Tefsîri’l-Kur’ân

    Zakkum

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    25

    Mekkî (437), el-Hidâye ilâ bulûği’n-

    Nihâye

    Zakkum

    el-Mâverdî (450), en-Nüket ve’l-

    Uyûn

    Hasan, Mücâhid,

    Katâde, Dahhâk,

    Saîd b. Cübeyr,

    Tâvûs, İbn Zeyd

    Zakkum

    İbn Abbâs Keşût

    İbn Bahr Yahudiler

    Saîd b. Müseyyeb Resûlullah’ın rüyada

    gördüğü bir topluluk

    et-Tûsî (460), et-Tibyân fî Tefsîri’l-

    Kur’ân

    İbn Abbâs, Hasan,

    Ebû Mâlik, Saîd b.

    Cübeyr, İbrahim,

    Mücâhid, Katâde,

    Dahhâk, İbn Zeyd

    Zakkum

    Ebû Cafer Ümeyyeoğulları

    Belhî Bu ifadeden kasıt

    kâfirler olabilir.

    el-Vâhıdî (468), el-Vecîz fî Tefsîri’l-

    Kitâbi’l-Azîz

    Zakkum

    es-Semʻânî (489), Tefsîr Zakkûm

    el-Beğavî (516), Meʻâlimü’t-Tenzîl Zakkum

    ez-Zemahşerî (538), el-Keşşâf an

    Hakâiki’t-Te’vîl

    Zakkum

    İbn Atıyye (542), el-Muharraru’l-

    Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz

    Zakkum

    et-Tabersî (548), el-Mecmaʻu’l-

    Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân

    Ebû Cafer, Ebû

    Abdullah

    Ümeyyeoğulları

    İbn Abbâs, Hasan Zakkum

    İbn Müslim Yahudiler

    en-Nîsâbûrî (553), Îcâzü’l-Beyân an

    Meʻâni’l-Kur’ân

    Ümeyyeoğulları

    İbnü’l-Cevzî (597), Zâdü’l-Mesîr fî Zakkum

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    26

    Yaşar Nuri Öztürk’ün bir dönem imamlık yaptığı camide müezzin olarak çalışan

    Recep Seyhan, vefatından sonra onun hakkında yazdığı bir yazıda “Emevî İslâmı”

    söyleminin doğru olduğunu şu sözleriyle ifade emektedir:

    “Bize göre de kan ve irin içinde yüzen İslam toplumlarının

    içler acısı hâlinin temel sebebi, 'uydurulmuş sahte dindir. Gerçek şu ki

    IŞİD ve Taliban gibi uç figürleri üreten Hz. Peygamberin tebliği ettiği

    sulh ve selam anlamına gelen İslâm değil bu, uydurulmuş, bir sürü

    eklemelerle kendisi olmaktan çıkarılmış Ümeyyeoğullarının dinidir.

    Problemin de bu tartışmaların da ana kaynağı da budur. Bu

    Emeviyat’ın mensupları bildiklerini (sözgelimi mezhebini)

    sorgulayamaz. Mezhebini ve meşrebini sorgulayamayan da onları

    dinleştirir: Olan da budur. Alevisi de Sünnisi de bu illetle maluldür.”2

    “Emevî İslâmı” söylemini kullananlardan biri de R. İhsan Eliaçık’tır. Kendisine

    sorulan “Milli Eğitim Şurası’nda alınan din eğitiminin anaokullarına kadar indirilmesi

    konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Anaokuluna kadar inen din eğitiminden

    amaçlanan nedir?” şeklinde bir soruya verdiği cevapta şöyle demektedir:

    “Şimdi sen devlet eliyle din anlatacaksın. Bunun içinde ne

    yazacak? Yani Emevî İslâmı, şu anda ilahiyatlarda imam hatiplerde

    Kur’ân kurslarındaki müfredat Emevî müfredatıdır.3 Bu müfredat,

    inancı ve ritüelleri över, davranışları ve yaşamı fazla önemsemez.

    1 Kurtubî bu rivayetin zayıf ve surenin Mekkî olduğunu belirtir. Hakem’in sürgünü ise Mekke döneminde

    değildir. 2 Seyhan, Recep, “YaşarNuriÖztürk Yazısı-II”, http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-

    ozturk-yazisi-ii (erişim tarihi: 02.10.2016). 3 Bu söylem, ideolojik bir söylemdir. Emevîler döneminde henüz standart bir eğitim, dolayısıyla da

    standart bir müfredat yoktur.

    İlmi’t-Tefsîr

    Fahru’r-Râzî (606), Mefâtîhu’l-Gayb Çoğunluğun görüşü Zakkum

    Ümeyyeoğulları

    Yahudiler

    el-İz b. Abdüsselâm (660), Tefsîru’l-

    Kur’ân

    Zakkum

    Kurtubî (671), el-Câmi li-Ahkâmi’l-

    Kur’ân

    Zakkum

    İbn Abbâs Ümeyyeoğulları1

    İbn Abbâs Keşûs

    http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-iihttp://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-ii

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    27

    Yani bir kez ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ dersen bütün günahlar af

    olur, bir gün içinde akşam namaz kılarsan bütün günahlar af olur.

    Haftada bir gün Cuma namazına gidersen bir haftalık günahların af

    olur, yılda bir kez hacca gidersen o yıl ki günahların af olur. Yılda bir

    defa kurban keser kan akıtırsan o yılki günahların af olur. Bu, Emevî

    İslâmıdır, dinde böyle bir şey yok. Diyanet de bu dini anlatıyor.1

    “Peki, öbür taraftan, öldürmeler, çalmalar, yalanlar, iftiralar ne

    olacak. Hepsi af olacak, nasıl? Neyle? Bir rekât namazla, kurban kanı

    akıtmakla, hacca gitmekle, ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ demekle. ‘La

    ilahe illallah’ diyen denizköpüğü kadar günahları olsa af olur diyor,

    ikindi namazını kılanların bütün günahları af olur diyor. Peygamber

    zamanında böyle bir İslâm yok. Nerede inançlar ve ritüeller

    övülüyorsa o Emevî İslâmı’dır. Nerede amel övülüyorsa, nerede doğru

    olmak, dürüst olmak, iyi davranmak komşuya iyi davranmak, yoldaki

    taşı kaldırmak, adaletli olmak, paylaşmak, bölüşmek, yani davranışlar

    ve pratikler övülüyorsa o tamamen Kur’ân’ın anlattığı İslâm’dır.”2

    Aynı röportajda “İslâm dünyasında yaşanan sorunun çözümü için ne yapılması

    gerekiyor? Emevî din anlayışı olarak tanımladığınız bu din anlayışında Batı’daki gibi

    bir reform, rönesans olabilir mi?” şeklindeki bir soruya ise Eliaçık şöyle cevap

    vermektedir:

    “İslâm dünyasında reform gereklidir. Biz reformcu görüşleri

    savunuyoruz. Savunduğumuz reform, din anlayışlarında bir

    reformdur. Dinin kendisinde olan bir reform değildir. Kur’ân’ın

    ayetlerini değiştirmeyi, İslâm’ın hükümlerini yeniden yazmayı

    kastetmiyoruz. Kur’ân’ı anlamada bir reform lazım. Yani en

    basitinden din nedir? Din bir yaşam biçimi midir, yoksa inanç ve ritüel

    midir? Din bir inanç kaideleri midir, yoksa yaşam kaideleri midir?

    Yani din namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek midir; yoksa

    öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek ve iftira atmamak mıdır?

    İkisidir dersen bir mesafe alamıyorsun. Bir karar vermek gerekiyor.

    Esasında din yaşam davranışlarından ve kurallarından ibarettir.

    Öldürmemek, çalmamak, iftira etmemek… Diğerleri bunları

    destekleyici mahiyettedir.

    “Ben İslâm dünyasının bu Emevî dininin etkisinden

    kurtuldukça kendine geleceğini, Kur’ân’a yöneldikçe ve onun

    1 Emevîler döneminde Müslümanın en önemli ayırıcı özelliği ameliydi. O dönemde bir Müslümanın

    namaz kılmaması düşünülemezdi ki haftada bir Cuma namazına gitmiş olsun. 2http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla

    tashihleri yapılmıştır.].

    http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    28

    yolundan gittikçe de ayağa kalkacağını düşünüyorum. Kurtuluşu da

    burada görüyorum.”1

    E. “Emevî İslâmı” Söylemine Eleştirel Bakış

    “Emevî İslâmı” söylemini savunanların yanı sıra eleştirenler de mevcuttur.

    Bunlardan biri olan İsmail Kara, bu tamlamaya dikkat çekerek şöyle demektedir:

    “Emevî İslâmı” tabirini duymuş olmalısınız? Muhtemelen

    doğru ve yerinde bir ifade olarak görüyor ve değerlendiriyorsunuz,

    belki de kullanıyorsunuz. Eğer öyle ise bunun İslâm tarihini yani sizi

    (bana sorarsanız aynı zamanda İslâm’ı) tasfiye etme ve “öteki”

    üzerinden yeni (bidat!), parçalı ve hafızasız bir tarih anlayışı icat etme

    düşüncelerinin bir parçası olduğunu hatırlatmak gerekecek. (Bu

    ifadeden Şiîlik kokusu alıp almadığınızı hiç sormayacağım, “öteki”

    diyarlardan gelen hava kirliliği ve iklim değişikliğinin koku alma

    hassasiyetlerimizi haylice etkilediğinin farkındayım).

    “Dün denebilecek yakın bir tarihe kadar Sünni İslâm (yani hem

    tarihî hem de insan unsuru olarak geniş İslâm) hafızasında “Emevî

    İslâmı” gibi olumsuz, karartılmış bir bölge yok, hiç olmadı. Mesele

    şu: Ne zamanki İslâm dünyasında ve Osmanlı topraklarında yeni rejim

    arayışları çerçevesinde önce meşrutiyet (meclisli ve anayasalı

    sultanlık), sonra cumhuriyet, nihayet demokrasi arayışları zaruri ve

    meşru bir siyaset ve istikamet olarak ortaya çıktı, işte o zaman nerede

    ise bütün İslâm tarih tecrübesini kuşatan hilafet-saltanat sistemini

    tasfiye etmek, bağlayıcı olmaktan çıkarmak ve elbette meşrutiyeti,

    cumhuriyeti, demokrasiyi gerçek İslâm’ın, ana kaynakların ve asr-ı

    saadetin siyasî rejimi seviyesine yükseltmek için Emevî İslâmı inşa

    edildi. Bir dışlama ve itibarsızlaştırma ameliyesiydi bu. (Belki

    uyarılmış bir alan olarak acı Kerbela faciası akla gelebilir, ama bu çok

    yanıltıcıdır; yeni zamanların Sünni dünyasında Emevî İslâmı

    çerçevesinin ortaya çıkışında ve meşruluk kazanmasında bunun

    doğrudan hemen hiçbir dahli yoktur).

    “Netice şu: Menfi ve karartılmış bir alan olarak Emevî İslâmı

    661 yılından başlayarak bütün (evet bütün) İslâm tarihini, Müslüman

    Türkler için Selçukluları ve Osmanlıları da olumsuzlayan ve karanlık

    hale getiren, içerden bir “ötekileştirme” harekâtının adıdır. Bununla

    İslâm siyasî düşüncesi, asırların içinde gelen siyasî kurumları,

    1http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla

    tashihleri yapılmıştır.]

    http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    29

    incelmiş ve yerleşmiş siyaset üslubu da büyük ölçüde tasfiye edilmiş

    oldu. Kavramlar hiyerarşisi bozuldu, tarifler değişti. Adalet merkezli

    bir siyasî düşüncenin yerini meşveret/şura merkezli bir siyasi düşünce

    aldı; iktidarın icraatı asıl meşruiyet kaynağı iken iktidarın geliş şekli

    öne çıktı vesaire…”1

    Sonuç

    İslâm dünyasının bugün sahip olduğu İslâm algısı tek bir algı olmadığı gibi bu

    algının, bunun belirli bir kişiye, döneme ya da olaya nispeti mümkün değildir. Farklı

    İslâm algılarının tarihi tecrübe olarak uzun bir süreçte şekillendiği ve değişik

    kaynaklardan ve görüşlerden beslendiği ifade edilebilir.

    Müslümanların bugünkü algıları üzerine mezheplerin oluştuğu ve kaynakların

    yazıldığı dönemin daha güçlü bir etkiye sahip olduğu açıktır. Abbasî dönemi fikrî

    tartışmaları ve siyasî gelişmeleri daha canlı olup bunların din anlayışımızı şekillendirme

    hususunda yabana atılması mümkün değildir.

    Abbasî döneminde daha uzun bir süreçte tartışmalar ve problemler gündemde

    olduğu gibi bunların etkileri de daha fazla olmuştur. Ancak Emevî İslâmı demek doğru

    olmadığı gibi Abbasî İslâmı demek de doğru olmaz.

    Emevîler döneminde farklı İslâm algıları olduğu gibi Abbasîler döneminde de

    farklı İslâm algıları mevcuttur. Bununla birlikte genel olarak Abbasî döneminin

    günümüz İslâm algısının şekillenmesinde daha güçlü bir etkiye sahip olduğunu

    söylemek yanlış değildir.

    1 Kara, İsmail, “İçerideki Öteki yahut Yabancılar İçeride”, Sabah Ülkesi: Kültür-Sanat ve Felsefe Dergisi,

    sayı: 42, (http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-

    i%C3%A7erde/) (erişim tarihi: 03.05.2016).

    http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    30

    Bibliyografya

    el-Belâzürî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, thk. Süheyl

    Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Beyrut 1417/1996.

    http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-ii (erişim tarihi:

    02.10.2016).

    http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim

    tarihi: 03.05.2016).

    http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126 (erişim

    tarihi: 27.10.2016).

    İbn Sa‘d, Muhammed ez-Zührî (230/844), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, thk. Ali

    Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001.

    Kara, İsmail, “İçerideki Öteki yahut Yabancılar İçeride”, Sabah Ülkesi: Kültür-Sanat

    ve Felsefe Dergisi, sayı: 42, (http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-

    %C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/) (erişim tarihi:

    03.05.2016).

    el-Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/964), el-Bed ve’t-Tarih, thk. Cl. Huart, Bağdat

    (t.y.), (Paris 1899-1919 baskısından ofset).

    ez-Zehebî, Siyerü Aʻlâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, 2. Basım, Müessesetü’r-

    Risâle, Beyrut 1402/1982

    Öz, Mustafa, “Caʻd b. Dirhem”, DİA.

    Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim’de Lanetlenen Soy, Yeni Boyut Yayınları,

    İstanbul 2013.

    Yiğit, İsmail, “Süleyman b. Abdülmelik”, DİA.

    http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016).

    http://www.nurettinkarsu.com/?p=376 (erişim tarihi: 03.05.2016).

    http://www.nurettinkarsu.com/?p=416 (erişim tarihi: 03.05.2016).

    http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-iihttp://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.htmlhttp://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/http://www.nurettinkarsu.com/?p=376http://www.nurettinkarsu.com/?p=416

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    31

    Âyetlerin Doğru Anlaşılmasında Bağlamın Önemi

    Ali BAKKAL

    Giriş

    Bir metne yüklenen mânanın anlaşılmasında en önemli unsur lazıfzdır. Çünkü

    lafız mânanın kalıbıdır ve anlam bu kalıp içinde tezahür eder. Ancak mânanın tek

    göstergesi lafız değildir. Bazen lafzı görür, okur ve onun sözlük anlamını biliriz, fakat

    lafız üzerinden kastedilen anlama ulaşmak neredeyse imkânsız olur. Usûlcüler lafzı

    konulduğu mâna bakımından hâs, âm, müşterek, müevvel; hâssı da emir, nehiy, mutlak,

    mukayyed olmak üzere sekiz kısma; kullanılan mâna ve bu mânadaki açıklığı ve

    kapalılığı bakımından hakikat, mecaz, sarih, kinaye olmak üzere dört kısma; kullanılan

    mânaya delâletindeki açıklığı ve kapalılığı bakımından zâhir, nass, müfesser, muhkem,

    hafî, müşkil, mücmel, müteşabih olmak üzere sekiz kısma; delâlet ettiği mânaya delâlet

    şekli bakımından ibâre yoluyla delâlet, işaret yoluyla delâlet, delâlet (illet) yoluyla

    delâlet, iktiza yoluyla delâlet olmak üzere dört kısma ayırmışlardır. Bu taksimata göre

    her lafızın 24 ihtimali vardır ve doğru anlamın tespit edilebilmesi için bunlardan 5-6

    ihtimali doğru tespit etmek gerekir. Bu ihtimallerin birisinde yapılan yanlışlık lafzın

    yanlış anlaşılmasına sebebiyet verir ve bu ihtimalleri de tamamen lafız üzerinden tespit

    etmek mümkün değildir.

    Lafzın anlaşılmasında ikinci önemli unsur bağlamdır. Bağlamı da metinsel,

    sosyal ve tarihsel olmak üzere üç kısma ayırabiliriz. Metinsel bağlamın Tefsir Usûlü

    içinde karşılığı siyak ve sibaktır. Metinsel bağlamından koparılmış bir lafız, insanın bir

    azasını tanımlarken onu diğer azalarla olan irtibatından kopuk olarak tanımlamaya;

    sosyal bağlamından koparılmış bir lafız, insanı içinde yaşadığı toplumdan soyutlanmış

    olarak tanımlamaya; tarihsel bağlamından koparılmış bir lafız da, belli bir toplumu

    tarihsel köklerinden ve bağlarından koparılmış olarak tanımlamaya benzer. Ancak tefsir

    ve meallere baktığımızda müfessirlerin ve mütercimlerin bu konuda yeterince titiz

    davrandıklarını söyleyemeyiz.

    Metinsel bağlam, bir âyetin benzer benzer âyetlerle olan bağlantısını

    (sınıflandırıcı bağlam), aynı konuyla ilgili bütün âyetlerin birbirleriyle olan bağlantısını

    (konusal bağlam), bir ayetin aynı gaye ve maksatla nazil olan ve fakat farklı konulardan

    da bahseden diğer âyetlerle olan ilişkisini (işlevsel bağlam) ve bir âyetin Hz.

    Prof. Dr., Akdeniz Üniv. İlahiyat Fak. Temel İslam Bilimleri, İslam Hukuku Bilim Dalı Öğretim Üyesi,

    [email protected].

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    32

    Peygamber’in gönderiliş sebebi olan temel ilke ve esaslarla olan bağlantısını (varoluşsal

    bağlam) içine alır.1 Geniş anlamda siyak-sibakı böyle anlamak gerekir. Söz gelimi

    inançla ilgili kapalı anlamı olan bir âyet zayıf gerekçelerle İslâm inançlarının temel

    esaslarına aykırı bir şekilde yorumlanamaz. Varoluşsal bağlam böyle bir yoruma

    müsaade etmez.

    Siyak ve sibaka riayet, Kur’an’a ilişkin birçok problemi çözer. Bunları başlıklar

    halinde şöyle inceleyebiliriz:

    1. Siyak-sibak zamirin mercii problemini çözer

    Arapçada zamirlerin büyük önemi vardır. Eğer zamirin nereye raci olduğu tespit

    edilemezse İslâm’da temel inanç esaslarıyla uyuşmayan büyük hatalar yapılabilir.

    Birçok yerde zamirin mercii problemi siyak-sibak yoluyla çözülür.

    Örnek 1: Kişi işlediği zerre miskal amelin neyini görecek?

    ْنَساُن َما لََهۚا ﴾2﴿َواَْخَرَجِت اْْلَْرُض اَْثقَالََهۙا ﴾1﴿ُض ِزْلَزالََهۙا اَِذا ُزْلِزلَِت اْْلَرْ ُث ﴾3﴿َوقَاَل اْْلِ يَْوَمئٍِذ تَُحدِّ

    ٍة َخْيًرا فََمْن يَْعَملْ ﴾6﴿يَْوَمئٍِذ يَْصُدُر النَّاُس اَْشتَاتًۙا لِيَُرْوا اَْعَمالَُهْمۜ ﴾5﴿بِاَنَّ َربََّك اَْوٰحى لََهۜا ﴾4﴿اَْخبَاَرَهۙا ِمْثقَاَل َذرَّ

    ا يَرَ ﴾7﴿يََرهُۜ ٍة َشر ً ﴾8﴿هُ َوَمْن يَْعَمْل ِمْثقَاَل َذرَّ

    1, 2, 3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya

    çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman,

    4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.

    5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.

    6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük

    kabirlerinden çıkacaklardır.

    7. Artık kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görecektir.

    8. Kim de zerre miktarı kötülük işmişse, onu görür.

    Hasan Basri Çantay, 7. âyette yerahû lafzındaki hû=o zamirinin raci olduğu

    mânayı parantez içinde (sevabını), 8. âyetteki aynı lafızda geçen zamirin raci olduğu

    mânayı da (cezasını) şeklinde açıklamıştır. Bu açıklamayı yaparken de dipnotta

    Celâleyn ve Medârik tefsirlerini referans göstermiştir.2 Tefsir ve meallerin çoğunda bu

    mânaların esas alındığı görülür. Ancak siyak ve sibaka bakıldığında her iki âyette geçen

    hû=o zamirinin merciinin insanların dünyada iken işledikleri ameller olduğu

    görülecektir. Zira 6. Âyette açık ve net olarak “amellerinin kendilerine gösterilmesi

    için” insanların bölük bölük kabirlerinden çıkacakları ifade edilmiştir.

    1 Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Türkiye

    Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997, s. 297. 2 Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Nâşir: Mürşid Çantay, Elif Ofset,

    İstanbul 1980, III, 1211.

  • Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri

    33

    Üçüncü asır müfessirlerinden Zeccâc (ö.311) bu âyetlerin tefsiri konusunda

    şöyle diyor: “Allah (azze ve celle) kulların hayırlı amellerini eksiksiz olarak muhafaza

    etmiştir. Herkes işlediği ameli görecek. Sonra Allah kimi affetmeyi isterse, onu

    affedecektir.”1

    Zilzâl Sûresi kıyametin kopuş halinden bahsetmektedir. Hesap görme, işlenen

    amellerin karşılığında mükâfat ve ceza verilmesi daha sonra gerçekleşecek olan

    durumlardır. Bu surede Cenâb-ı Allah, henüz hesap görülmeden önce, herkese dünyada

    iken işledikleri amelleri tek tek gösterileceğini, ister hayır ister şer olsun zerre miktar bir

    amelin zayi olmayacağını hatırlatıyor. Burada konu mükâfat ve ceza bağlamında ele

    alınmamaktadır.

    7. ayette ifadesini bulan “zerre miktar hayrın” karşılı�