YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂMilahiyat.harran.edu.tr/assets/uploads/other/files/... ·...
Transcript of YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂMilahiyat.harran.edu.tr/assets/uploads/other/files/... ·...
-
ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
Şanlıurfa/TÜRKİYE
Editörler
Prof. Dr. Kasım ŞULUL
Doç. Dr. Atilla YARGICI
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT
Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ (Rotterdam İslâm Üniv., Hollanda)
Prof. Dr. Özcan HIDIR (Rotterdam İslâm Üniversitesi, Hollanda)
Prof. Dr. Muhammed ŞİRAYDA (Necah Üniversitesi, Filistin)
Prof. Dr. Muhammed Abdu’l-latif Abdu’l-Ati (Katar Üniversitesi Şeriat Fakültesi
Öğretim Üyesi)
Dr. Ahmed OMAR (İmam Muhammed Suud Üniversitesi, Suudi Arabistan)
Dr. Enes İNAYE (el-Covf Üniversitesi, Suudi Arabistan)
Dr. Mahroof Athambawa, Katar Üniversitesi (Şeriat Fakültesi)
Dr. Abdulkadir ÇELEBİ (İslâm Üniversitesi, Pakistan)
Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi)
Prof. Dr. Adil BEBEK (Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. İshak ÖZGEL (Süleyman Demirel Üniv.)
Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi)
Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
2
Prof. Dr. Hikmet AKDEMİR (Harran Üniversitesi)
Düzenleme Kurulu
Doç. Dr. Atilla YARGICI (Başkan)
Prof.Dr. Musa Kazım YILMAZ
Prof. Dr. Murat AKGÜNDÜZ
Prof. Dr. Kasım ŞULUL
Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN
Doç. Dr. Celil ABUZER
Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT
Yrd. Doç. Dr. Mahmut ÖZTÜRK
Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU
Katılımcılar
Prof. Dr. Âdem APAK (Uludağ Üniversitesi)
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi)
Prof. Dr. Fikret KARAMAN (İnönü Üniversitesi)
Prof. Dr. Kasım ŞULUL (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet AZİMLİ (Hitit Üniversitesi)
Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Nihat YATKIN (Atatürk Üniversitesi)
Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Ruhattin YAZOĞLU (Atatürk Üniversitesi)
Prof. Dr. Saffet SANCAKLI (İnönü Üniversitesi)
Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi)
Prof. Dr. Tuncay İMAMOĞLU (Atatürk Üniversitesi)
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
3
Doç. Dr. Abdullah YILDIZ (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdulvahap YILDIZ (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Ali İhsan PALA (Atatürk Üniversitesi)
Doç. Dr. Atilla YARGICI (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Celil ABUZAR (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Mahmut ÇINAR (Gaziantep Üniversitesi)
Doç. Dr. Mithat ESER (Pamukkale Üniversitesi)
Doç. Dr. Veysel ÖZDEMİR (İnönü Üniversitesi)
Doç. Dr. Yunus Emre GÖRDÜK (Balıkesir Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Abdullah KARTAL (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖZ (Sütçü İmam Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa TEMEL (Düzce Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Avnullah Enes ATEŞ (Şeyh Edebali Ün.)
Yrd. Doç. Dr. Cafer ACAR (Gaziosmanpaşa Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Cemalettin ŞEN (İzzet Baysal Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Fatma ÇAKMAK (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Furat AKDEMİR (Düzce Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Hacer ŞAHİNALP (Artuklu Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Halit BOZ (Çoruh Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İ. Hakkı İMAMOĞLU (Karabük Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İlyas CANİKLİ (Yıldırım Beyazıt Ün.)
Yrd. Doç. Dr. M. Nuri GÜLER (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. M. Ali YAZIBAŞI (Kırıkkale Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Nazım BAYRAKDAR (Uşak Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Recep ÖZDEMİR (Adıyaman Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Tuğrul TEZCAN (Karabük Üniversitesi)
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
4
Yrd. Doç. Dr. Veysel KASAR (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Vezir HARMAN (Namık Kemal Ün.)
Yrd. Doç. Dr. Yakup YÜKSEL (Namık Kemal Ün.)
(Artuklu Üniversitesi) د. أيمن الدوري
(Sudan) د. التجاني محمد األمين
(Katar) د. محمد عبد اللطيف عبد العاطي
(Gaziantep Üniversitesi) د. باكير محمد علي
(Ankara Üniversitesi) د. أحمد إسماعيل حسن علي
(Harran Üniversitesi) د. رمضان عم
(Harran Üniversitesi) د. حذيفة شريف الخطيب
(Harran Üniversitesi) د. أحمد محمود زكريا توفيق
Sekretarya
Arş. Gör. Rukiye KARDAŞ
Arş. Gör. Nuriman KARAYİĞİT
Arş. Gör. Selim YILMAZ
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslâm Sempozyumu Tebliğleri
ISBN: 978-975-7113-57-7
Şanlıurfa, Aralık 2016
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
5
İçindekiler
İçindekiler ......................................................................................................................... 5 Kısaltmalar ....................................................................................................................... 7 Önsöz ................................................................................................................................ 8 İSLÂM ve KUR’AN ...................................................................................................... 10
“Emevî İslâmı” Söylemi Üzerine Bazı Düşünceler .................................................... 10 Âyetlerin Doğru Anlaşılmasında Bağlamın Önemi ................................................... 31 İslam Bütünlüğü Karşısında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğinin Sona Erdirme Çabaları
.................................................................................................................................... 55 NÜBÜVVET, HZ. PEYGAMBER ve SÜNNET ........................................................... 71
Sünnetullâh Kavramından Hareketle Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı ...................... 71
İlk Dönemden Günümüze Hz. Peygamber Aleyhtarlığının Temel Karakteri ............ 84
وُحجيتها السنة مصدر حول خاطئة مفاهيم ..................................................................................... 109 İSLÂM ve BATI ........................................................................................................... 152
Batı Medyasında İslam ve Hz. Muhammed (sav) Tasavvuru .................................. 152 Televizyonun Ailedeki İslam Algısına Etkisi ........................................................... 174
Sentetik Korkudan Terörize Edilmiş Gerçek Kıtal Ayetlerine: İslamofobi ve
Medeniyet Problemi ................................................................................................. 179
مقدمة المعاصرةورقة العربية الكتابات في خاطئة مفاهيم( :العلمانية) .......................................................... 193 İSLÂM ve CİHAD ....................................................................................................... 212
Yanlış Anlaşılan Sevimli Bir Kelime: Cihad ........................................................... 212
Müslümanlar ve Savaş Algısı ................................................................................... 224 Tadlil, Tekfir e Cihad Üçgeninde İslam -Hakikat ve Tasavvurlar- .......................... 243
القبيح والتطبيق الصحيح الفهم بين الجهاد ..................................................................................... 252 İSLÂM ve IRKÇILIK .................................................................................................. 271
İslâm’ın Irkçılığa Karşı Tutumu ............................................................................... 271
العرقي التعصب من اإلسالم موقف ............................................................................................. 278 İslâm’ın Asabiyete Bakışı ......................................................................................... 297
العرقية من اإلسالم قفمو ....................................................................................................... 310 TEFSİR ......................................................................................................................... 335
İşârî Tefsirde “Yorum-Algı” Problemi ve Pratik Sonuçları Üzerine ....................... 335 Te’vil Mi, Tahrif Mi? Politik Düşünce Eksenli Kur’an Ayet ve Kavramları
Bağlamında Modernist Algının Eleştirisi ................................................................. 351
Tefsirde Yozlaşmaya Bir Örnek Olarak İnsanın Yaratılışı Meselesine Getirilen
Sübjektif Yorumlar ................................................................................................... 379
İSLÂM HUKUKU ....................................................................................................... 395 Savaş Hukuku ve Ahlakı (İnsancıl Hukuk) .............................................................. 395 Bir Dindarlık Algısı Olarak ‘İhtiyatî Tutum’un Fıkhî Tahlili................................... 411 Fıkıhta Ölçülülük İlkesinin İslam’ın Doğru Algılanmasına Katkısı ........................ 432 Fıkhî Hükümlerin Tesisinde “Sünnet”in Değeriyle İlgili İndirgemeci Yaklaşımın
Eleştirisi .................................................................................................................... 446 HADİS .......................................................................................................................... 466
Hadisi Doğru Anlamak (Örnek Bir Uygulama) ....................................................... 466 Hadis Karşıtlığının Tarihi Arka Planı ve Günümüze Olumsuz Yansımaları ........... 487
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
6
Sahâbe ve Tâbi’înin Sünnet / Hadîs Karşıtlarına Yönelik Tavırlarına Dâir
RivâyetlerinTesbiti ................................................................................................... 502
Hz. Peygamber Örnekliğinde Algı Yönetimi ve İrcâf (Kirli Propoganda)............... 518 TASAVVUF ................................................................................................................. 547
Tasavvuf Kültüründe Duâ Algısının İnsan Üzerindeki Müsbet Etkileri .................. 547 Yanlış Şefaat Algılarını Düzeltmeye Bir Katkı Açısından Şefaatin Velayet ve Dua İle
İlişkisi ....................................................................................................................... 557
Kur’ân Ve Sünnet’e Göre Ölünün Tasarrufu ........................................................... 573 Mutasavvıfların Kur’ânî Kavramlara Getirdiği Yorumlar Ve Alan Dışının Yarattığı
Algı ........................................................................................................................... 588 FELSEFE ve DİN BİLİMLERİ .................................................................................... 615
Modern Düşüncenin Verilerinden Yola Çıkarak Yapılan Yanlış Din Yorumları
Üzerine Bir İnceleme ................................................................................................ 615 İbn Haldûn’a Göre (732-808/1332-1406) Hilafetin Saltanata Dönüşmesinin Anlamı
.................................................................................................................................. 619 Düşünce-Eylem İlişkisi Açısından Din Algısı Üzerine Felsefi Bir Değerlendirme . 634
Gazali Örneğinde Felsefe-Din-Bilim İlişkilerindeki Bazı Yanlış Anlamalar .......... 641 DÜNYA ve AHİRET DENGESİ ................................................................................. 652
“Müslüman Toplumlarda Dünyevileşme” Üzerine Paradigmal Bir Okuma: Aidiyet ve
Mensubiyet Kodlarının Değişimi ............................................................................. 652 Kur'an'da Dünya Algısı............................................................................................. 662
Dünya ve Âhiret Dengesi ......................................................................................... 675 İman Hakikatinin Amel/Ahlaka Yansımaları ve Müslüman İman Algısındaki
Yanlışlar ve Nedenleri .............................................................................................. 687
İSLAMİ HAREKETLER ve ŞİDDET ......................................................................... 716
İman ve Amel İlişkisi Bağlamında -Pratik Boyutlarıyla Tekfir ............................... 716 Çağdaş Bazı İslâmî Hareketlerdeki Yanlış Algılar ve Şiddet Sorunu ...................... 734
Cihad ve Dostluk BağlamındaGayrimüslimlerle İlişkilere Dair Yanlış Algılar....... 744 İSLÂM, SEVGİ ve AİLE ............................................................................................. 784
Yozlaştırılan Üç Kavram: Sevgi, Şefkat ve Aşk ...................................................... 784
Ailede Yozlaşma ve Şiddetin Nedenleri ................................................................... 799 İslam Diniyle İlgili Yanlış Algılar Bağlamında Ailede Yozlaşma ve Şiddet ........... 809
الحب في االستغالل ............................................................................................................ 828
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
7
Kısaltmalar
bs. : Baskı, basım
bk. : Bakınız
c. : Cilt
çev. : Çeviren
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı
ed. : Editör
h. : Hicrî
İFAV : M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi
İSAV : İslâmî İlimler Araştırma Vakfı
İSTEM : İslâm Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi
krş. : Karşılaştırınız
m. : Miladî
MEB : Milli Eğitim Bakanlığı
Nşr. : Neşriyat
red. : Redaksiyon
S. : Sayı
s. : Sayfa
sad. : Sadeleştirenler
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
ter. : Tercüme eden
thk. : Tahkîk eden
TTK : Türk Tarih Kurumu
t.y. : Basım tarihi yok
y.y. : Basım yeri yok
Yay. : Yayınları
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
8
Önsöz
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd ü senalar olsun. Kâinatın Efendisi,
Peygamberlerin Sultanı Allah Resûlü’ne (s) salat ve selam olsun!
İnsanlığı küfrün, şirkin ve ahlaksızlığın karanlıklarından kurtarmak için gelen
İslam dininin Kur'an ve Sünnet gibi iki önemli kaynağı vardır. Tarih boyunca hem
Kur'an ayetleri hem de hadis-i şerifler, İslam ulemasının çeşitli tefsir ve yorumlarıyla
insanlığın istifadesine sunulmuştur. Zaman geçtikçe bu iki asla bağlı olarak tefsir, akaid,
kelam, İslam hukuku, tasavvuf gibi birçok bilimler zuhur etmiştir. Hz Muhammed (s)
hayatta iken İslamiyet en doğru bir biçimde anlaşılıp yaşandığı halde, daha sonra çeşitli
sebeplerle İslam hakkında farklı algılar ve yorumlar oluşmuştur. Bu farklı algıların bir
kısmı İslam’ın doğruluğundan ve özünden gittikçe uzaklaşmaya neden olmuştur.
Sayılan bilim dallarının hemen hepsinde ortaya çıkan ve İslam’ın vasat çizgisinden
ayrılıp ifrat ve tefrite sapan ekollerin mevcudiyeti tarihsel bir realitedir. Son birkaç
asırdır İslami araştırmalara ciddi ilgi gösteren müsteşriklerin, İslam’ın ana kaynakları
hakkında oluşturmaya çalıştıkları yanlış algılar da bunlara ilave edilmelidir. Bugün bazı
medya kuruluşları aracılığıyla oluşturulmaya çalışılan yanlış İslam algısının, İslam’ın
ana kaynaklarındaki doğru İslamiyet’le epeyce farklılığı vardır. Ancak bu yanlış algılar,
sadece Müslüman olmayanların İslam’a ön yargılı yaklaşmasına yol açmakla
kalmamakta, aynı zamanda Müslümanlar arasında da ana kaynağın temel esaslarıyla
çelişen görüşlerin ve onlara taraftar olanların meydana çıkmasına zemin
hazırlamaktadır.
İşte Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak, İslam hakkında oluşturulmaya
çalışılan bu yanlış algıların tarihsel süreç içerisinde nasıl başladığı, hangi alanlarda
yoğunlaştığı, fert, aile, toplum ve topyekûn ümmeti nasıl etkisi altına aldığı, bu yanlış
algılara karşı doğru İslamiyet’in ortaya koyduğu kriterleri ve perspektifleri geniş olarak
bir sempozyum çerçevesinde ele almayı uygun bulduk.
"Yanlış Algılar ve Doğru İslam" başlığı altında düzenlediğimiz uluslararası bu
sempozyuma, sahasında uzman akademisyenlerimizin yoğun ilgisiyle 200 kadar bildiri
gelmiş olup, zaman ve mekan tahdidi nedeniyle bunlardan yalnız 60 bildiriye yer
verebildik. Sempozyuma ilgi gösteren ve yazı gönderen bütün hocalarımıza
şükranlarımızı sunarız. İslam dünyasının ve insanlık âleminin bu yanlış algılar sebebiyle
büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı günümüzde, değerli hocalarımızın bu
sempozyuma sağladığı destek sadece İslam dünyasındaki değil, bütün insanlık
âlemindeki bu yanlış algıların düzeltilmesine önemli katkılar sağlayacağını ümit
ediyoruz.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
9
Bu sempozyumun düzenlenmesinde ve icrasında görev alan hocalarımıza, her
aşamada işleri takip eden ve arka planda fedakârane çalışan genç akademisyen
arkadaşlarımız olmak üzere emeği geçen herkese üstün gayretlerinden dolayı teşekkür
ederiz. Bildirileriyle bize bilimsel bir ziyafet sunan, uzaktan veya yakından gelen ya da
fakültemizden katılan değerli bilim adamlarına katkılarından dolayı en kalbî
şükranlarımı arz ederiz.
Cenâb-ı Hak’tan doğru İslâm’ı öğrenip, yaşamayı ve öğretmeyi nasip etmesi
duasıyla sağlık, huzur ve birlik içinde nice güzel toplantılara ulaştırmasını dileriz.
Editörler
29.12.2016
Şanlıurfa
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
10
İSLÂM ve KUR’AN
“Emevî İslâmı” Söylemi Üzerine Bazı Düşünceler
Adnan DEMİRCAN
Süleyman b. Yesâr, Hişâm b. Abdülmelik'in yanına girdi. Hişâm, “Ey Süleyman,
onlardan günahın büyüğünü üstlenen... (Nûr 24/11) kimdir?” diye sordu. Süleyman,
“Abdullah b. Übey b. Selül'dür.” dedi. Hişâm, “Yalan söyledin. O, Ali'dir!” dedi. Bu
sırada Zührî içeri girdi. Hişâm ona da aynısını sordu. O da, “Abdullah b. Übey b.
Selül'dür.” dedi. Hişâm yine, “Yalan söyledin. O, Ali'dir!” dedi. Zührî, “Babası yok
olasıca ben mi yalan söyledim? Allah’a yemin olsun ki biri gökten ‘Allah yalanı helal
kıldı’ diye seslense yine de yalan söylemem!” Oradakilerden bazıları Hişâm’ı ona karşı
kışkırtacak sözler söylediler. Hişâm ona, “Kalk git, senin gibilerini muhatap alacak
değiliz!” dedi. Zührî, “Neden? Beni yanına çağırman için ben mi seni zorladım, yoksa
sen mi beni çağırdın? Bırak beni!” dedi. Hişâm, “Hayır, fakat sen bir milyon için
geldin.” dedi. Zührî, “Sen de senden önce baban da bilir ki, ne sana ne de babana para
için gelmem!” diyerek çıkıp gitti. Hişâm, “Hocayı kızdırdık!” dedi. Ona bir milyon
dirhem verilmesini emretti. Zührî’ye durum bildirilince, “Bu, kendi katından olan
Allah’a hamd olsun.” dedi.1
Giriş
Son peygamber Hz. Muhammed’in (sas) vefatının üzerinden çok geçmeden
gerek İslâmî nasların yorumlanması, gerekse insana bırakılan içtihat alanında ortaya
çıkan görüş farklılıkları itikadî ve amelî ekolleri oluşturmuş; bir süre sonra bu fikrî
akımların bir kısmı mezhebe dönüşmüştür.
İslâm dünyasında dinî konularda mezhep içi ve mezhep dışı görüş ayrılıkları her
zaman olmuşsa da son zamanlarda ülkemizde yanlış din algısının Emevîlerden
kaynaklandığı şeklindeki söylemlerin daha sıkça gündeme getirildiğini görüyoruz. İslâm
dünyasında çoğunluğun mezhebi olan Ehl-i Sünnet mezheplerini eleştiri kastıyla
gündeme getirilen “Emevî İslâmı” söylemi, özellikle bazı akademisyen ve yazarlar
Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
1 Zehebî, Siyerü Aʻlâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, 2. Basım, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut
1402/1982, V, 339-340.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
11
tarafından gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Bu konuda Alevilerden bazı kişi ve
grupların bilinçli bir rol oynadıklarını söylemek yanlış değildir.
Tebliğimizde “Emevî İslâmı” söyleminin tarihî dayanağının olup olmadığı,
görüşün delillerinin bulunup bulunmadığını ve söylemin ortaya çıkışının sebeplerini ele
almaya çalışacağız. Ayrıca bu yaklaşımın İslâm dünyasındaki siyasî ve dinî kriz
açısından fayda ve zararları üzerinde durdurmayı da hedeflemekteyiz.
Emevîler dönemi İslâm tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. Bu dönemde
Kureyş kabilesinin Abdümenâf kolunun Abdüşems boyunun Ümeyyeoğulları ailesi
Müslümanları yönetmişlerdir. Ümeyyeoğulları ile Hâşimoğulları, akraba iki boydur. İki
boy arasında İslâm öncesi dönemde başlayan ailenin liderliği hususunda bir rekabet
mevcuttur.
Dört halifenin üçüncüsü olan Hz. Osman, Ümeyyeoğulları ailesine mensup
olduğu gibi, dördüncü halife Hz. Ali ile onun yerine Kûfe’de halife seçilen oğlu Hz.
Hasan döneminde Suriye’de bağımsız hareket eden ve en sonunda Hz. Hasan tarafından
halife olarak tanınan Muâviye de Ümeyyeoğullarındandır. Muâviye, aynı zamanda
hanedanın kurucusu kabul edilmekte olup Emevîlerden sahabî olan ikinci halifedir.
Geleneksel olarak Emevî hanedanı, Hz. Osman’la değil, Muâviye ile başlatılır.
Zira Hz. Osman, akrabalarıyla ilişkilerinde onları önceleyen bir tutuma sahip ise de
hanedanın ortaya çıkmasını sağlayan ilk adım olarak kabul edilen icraat, Muâviye’nin
oğlu Yezîd’i veliaht olarak tayin etmesi suretiyle ortaya çıkmıştır.
Bundan sonra hilafete gelen on üç kişi aynı aileye mensuptur. Muâviye’den
sonra hilafete gelen Yezîd’in ölümünün akabinde birkaç ay ya da daha kısa bir süre
hilafette kalan II. Muâviye’den sonra halife olan 11 kişi ailenin başka bir koluna
mensuptur. Bu aileden halife olan ilk kişi Mervân b. el-Hakem, Hz. Osman’ın amcaoğlu
ve kâtibidir.
Muâviye, iktidarı kendi ailesine ait bir mülk haline getiren bir adım atmışsa da
hilafet onun soyundan gelenlerde değil, Hz. Ali’ye karşı giriştiği mücadelede yanında
yer almak yerine Hz. Âişe ile birlikte hareket eden ve Sıffîn savaşında Muâviye’nin
yanında yer almayan Mervân b. el-Hakem’in soyunda kalmıştır.
Hicrî 41 (661) yılında Hz. Hasan’ın Muâviye lehine hilafetten ayrılmasıyla
başlatılan Emevî iktidarı h. 132 (750) yılında Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın
ahfadının liderliğini yaptığı Abbasîler hareketi tarafından sonlandırılmıştır.
Hicri takvimle 91 (miladi takvimle 89) yıl süren Emevî iktidarının yaklaşık 60
yılı Ashab’tan bazı kimselerin yaşadığı bir dönem olduğu için sahabî dönemi sayılır.
Bundan sonraki dönem, tabiîn dönemidir.
Emevî döneminin akabinde kurulan ikinci hanedan, meşruiyetini Hz.
Peygamber’e akrabalık temelinde sağlamaya çalışırken aynı dönemde Hz.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
12
Peygamber’in siyasî varisi olduğunu iddia eden bazı ehl-i beyt mensuplarıyla mücadele
de etmiştir. Nitekim daha ikinci halife Ebû Cafer Mansur döneminde Abbasoğullarıyla
Alioğulları arasında ciddi bir çatışma süreci yaşanmıştır.
Abbasîler, kendilerine rakip olarak gördükleri Ümeyyeoğullarına karşı oldukça
acımasız bir tutum takınmışlar ve aileden onlarca kişiyi katletmişlerdir. Ümeyyeoğulları
Abbasîler döneminde bütün icraatları ve tutumlarıyla düşman ilan edilmişlerdir.
Emevîlere karşı takınılan bu dışlayıcı tutumun ailenin siyasî bir rakip olmaktan
çıkarılmaya matuf olduğu açıktır. Abbasîler iktidara geldiklerinde tezlerini, siyasî
alternatif söylemi üzerine yoğunlaştırmışlardır. Rekabet dinî söyleme alternatif
oluşturma iddiası taşımamaktadır. Emevîlerle Abbasîlerin İslâm algıları arasında bir
fark var mıydı? Buna isabetli bir cevap verebilmek için Emevîlerin İslâm anlayışları
hakkında bir çerçeve çizmekte yarar görüyoruz.
A. Emevîlerin İslâm Anlayışı
Emevîler Devleti bir hanedan devleti olup iktidardakiler, geleneksel hale gelen
devlet kurumlarını korudukları gibi yeni gelişmeler çerçevesinde bazı kurumlar ya da
uygulamalar da ihdas etmişlerdir. Kurumların şekillenmesinde İslâm karşıtlığı gibi bir
duruşun mevcudiyeti söz konusu olmayıp esas olan pratik faydalar oluşturmaktır.
Devlet yapısının şekillenmesinde ve yeni kararların alınmasında yöneticilerin muhatap
oldukları muhalefet ve karşı karşıya kaldıkları sorunlar etkili olmuştur. Esasen “Emevî
İslâmı” söyleminin en iyi ifadesi muhaliflerin tutumuyla ilişkili olarak anlaşılabilir.
Emevîler döneminde iktidarda bulunan hanedan mensuplarına karşı önemli
isyanlar gerçekleştirilmiştir. Bu isyanlardan biri çocuk sahabilerden olan Abdullah b.
ez-Zübeyr (ö. 73/692) tarafından gerçekleştirilmiş olup Abdullah’ın 10 yıl kadar Hicaz
merkezli bir hilafet kurduğu da bilinmektedir.
Yezîd zamanında Kerbela’da öldürülen Hz. Hüseyin de çocuk sahabilerden olup
onun Kûfe’ye gidişini, otoriteye karşı çıkmak anlamına gelmekle birlikte silahlı bir
ayaklanma olarak nitelemek tartışmalıdır. Zira Hz. Hüseyin’in Kufe’ye gidişi, tam bir
isyan teşebbüsü olarak nitelenebilecek bir hareket gibi durmamaktadır. Bunların dışında
Ashab’ın içinde doğrudan bulunduğu bir isyan yoktur. Tabiîn döneminde meydana
gelen başka isyanlar mevcut olup bunlar da bu dönemde yaşayan oldukça az sayıdaki
âlimden destek görmüştür. O halde hem Ashab döneminde, hem de tabiîn döneminde
Emevîlerin iktidarının mevcudiyeti dinî açıdan tartışılmadığı gibi top yekûn İslâm
karşıtı bir ideolojilerinden dolayı kendilerine karşı çıkılmış değildir.
Emevîlerin iktidarına karşı olan ya da onların iktidarını tartışan kişiler olsa da bu
tepkiler ortaya çıktıkları dönemlere ait olup ailenin tamamına ve her türlü tutum ve
inançlarına karşı ileri sürülmüş değildir. Bu anlamda Haricîlerin tutumu genelin dışında
değerlendirilebilirse de onlar dahi Ömer b. Abdülaziz’in döneminde eylemsizlik
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
13
durumuna geçmişlerdir. Haricîler, sadece Emevîlere karşı değil, tahkimden sonra Hz.
Ali de dâhil olmak üzere gelen yöneticilerin hepsinin meşruiyetini tartışmışlardır.
Ancak onların eleştirileri, Emevîlerin icraatlarıyla ilgili olup Emevîlerin doğrudan dini
tahrif politikası güttüklerine ilişkin ideolojik bir söyleme sahip olduklarını söylemek
zordur.
Emevî ailesi içinden erken dönemde Müslüman olanlar olduğu gibi ailenin
önemli aktörleri Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuşlardır. Ancak Hz.
Peygamber döneminde İslâm’ın Arabistan’a yayılmasında Mekke’nin fethinin önemli
bir gelişme olduğu, sadece Ümeyeoğulları ailesinin değil, diğer birçok Kureyşlinin de
bu dönemde Müslüman olduğu unutulmamalıdır.
Ümeyyeoğulları Müslüman olduktan sonra hızlı bir şekilde yeni duruma intibak
sağlamışlar ve gerek Hz. Peygamber döneminde, gerekse ilk iki halife döneminde
yöneticilerin emrinde bazı görevler üstlenmişlerdir. Onların, erken zamanda İslâm’ın
sağladığı imkânların farkına vardıkları ve geç dönemde Müslüman olan diğer
Kureyşliler gibi hızlı bir şekilde yeni dine uyum sağladıkları söylenebilir. İrtidat ve
irtica hareketleri sırasında diğer kabilelerde irtidatlar yaşanırken Kureyşliler dinlerine
sahip çıkmışlardır. Bunun çeşitli sebepleri üzerinde durulabilir. Ancak burada
hatırlatmak isteriz ki İslâm’ın Kureyş’in elde etmesine imkân verdiği iktidar, tarihi
boyunca Kureyş’in elde etmeye yanaşamadığı bir güçtü.
Hz. Peygamber dönemi ve takip eden yıllarda Ümeyyeoğullarına mensup
kişilerin bu dönemdeki din anlayışları, genelin din anlayışından çok farklı olmamalıdır.
Ümeyyeoğulları eğer bir sapkınlık içinde kabul edileceklerse bunun genel durumun bir
parçası olduğunu söylemek gerekir. Zira Hz. Peygamber döneminde Müslüman
olanların ağırlıklı bir kısmı Mekke fethinden sonra Müslüman olmuş ve Hz.
Peygamber’in yanında uzun bir süre kalma imkânı bulamamıştır. Buna rağmen bir
İslâm algısından ya da bir aile veya hanedana bir İslâm nispeti söz konusu olacaksa ve
bunun günümüze kadar etkili olduğu iddia edilecekse, söz konusu anlayışa neden
“Emevî İslâmı” densin? Dahası, özellikle bu dönemde “Emevî İslâmı söylemi” neden
gündeme getirilmektedir?
B. “Emevî İslâmı” Söyleminin Gerçekliği Meselesi
“Emevî İslâmı” söylemi, geçmişte bir aileye ait bir din anlayışı olarak kabul
edilen bir durumu ifade etmek için kullanılmayıp günümüzde gündeme getirilen bir
konudur. İlk dönemlerde “Emevî İslâmı” diye bir İslâm olmadığına göre ve varsa
sapmalar farklı görüşlere mensup insanlar arasında kabul görebildiğine göre bu
sapmaların Emevîlere aitmiş gibi zikredilmesi nasıl doğru olabilir?
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki Emevîlerin İslâm akidesini değiştirmeye matuf
bir siyasetleri olmayıp onların da diğer insanlar gibi farklı ve tartışılabilir görüşleri
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
14
olabilir. Kuşkusuz bu görüşler, hem ileri sürüldükleri dönemde, hem de sonrasında
tartışmaya açıktır.
İleri sürülen tezlerden biri, Emevîlerin kaderci bir anlayışı yerleştirdikleridir.
Buna göre Emevî halifeleri, yaptıklarını insanlara kabul ettirmek için aslında
yaşananların bir kader olduğunu, kendilerinin kaderin gereğini yerine getirmekten başka
bir şey yapmadıklarını ifade etmişler ve bu anlayışı insanlar arasında yerleştirmişlerdir.
Ancak kaynakları incelediğimizde kaderci bir anlayışın çok erken dönemden itibaren
bazı insanların görüşünü oluşturduğunu, Müslümanların arasında her şeyi idare eden ve
insanı etkisizleştiren bir kader anlayışının mevcut olduğunu görüyoruz. Bu anlamda
bazı rivayetlerde söz konusu durumun Emevî halifeleri için de söylenmesi mümkündür.
Kaldı ki kadercilik anlayışının o gün için tartışıldığını kabul etsek dahi, halifelerin
bazılarının bu yaklaşıma sahip olmalarının bu anlayışın yaygınlık derecesini
göstermediğini, öte yandan Emevî halifelerinin kaçının bu anlayışa sahip olduklarını
bilmediğimizi ifade etmeliyiz.
Öte yandan biliyoruz ki Emevîler döneminde oldukça canlı bir fikrî tartışma
mevcuttu. Bu tartışmanın içinde birbirini nakzeden görüşlerin olması da kaçınılmazdı.
Zira İslâm’ın diğer dinlerle ve kültürlerle karşılaştığı bir vasatta birçok fikrin gündeme
gelmesi ve tartışma konusu olması olağandır. Nitekim Emevîler döneminde birer
müstakil mezhep olmasalar da Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye gibi görüşler ve akımlar
ortaya çıkmıştır. Gündeme gelen görüşlere taraftar olanların yanı sıra karşı çıkanlar da
olmuştur. Bu görüş ayrılıklarının sadece âlimler ve vatandaşlar arasında değil, aynı
zamanda hanedan sahibi aile mensupları arasında söz konusudur.
Emevîler döneminde güçlü bir muhalif damar mevcuttur. Her dönemde olduğu
gibi Emevîler döneminde de yöneticilerin icraatlarına taraftar olanlar olduğu gibi karşı
çıkanlar da vardı. Bununla birlikte siyaset-din algısı ilişkisi yabana atılacak bir durum
değildir. Hatırlanması gereken, bu ilişkinin Emevîler dönemine mahsus bir ilişki
olmadığıdır.
Siyasî, dinî vs. görüşlerin insanlar arasında yayılmasında din adamlarının ve
âlimlerin önemli bir rolleri olduğu gibi eğitim kurumlarının da önemli etkileri vardır.
Ancak Emevîler döneminde, günümüzde olduğu gibi yaygın eğitim kurumları mevcut
değildi. Devleti yönetenlerin kendilerine mahsus bazı görüşlere sahip oldukları kabul
edilse bile bunun halka kabul ettirilmesi ve yaygın bir anlayış haline gelmesi oldukça
zordu.
Öte yandan Emevî halifeleri arasında birbirlerinden farklı ve birbirleriyle çelişen
görüşlere sahip olanlar vardı. Bazı kaynaklarda halifeleri etkileyen kimi âlimlerden ve
onların görüşlerinden söz edilebilmektedir. Örneğin Emevîlerin 3. halifesi Muâviye b.
Yezîd’in (ö. 64/684) Kaderiyye mezhebine mensup olduğu ve hocası olan Ömer el-
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
15
Maksûs isimli bir zatın etkisinde kalarak iktidarı terk ettiği nakledilmektedir.1 Yine
kaynaklarda Süleyman b. Abdülmelik’in (ö. 99/717) Recâ b. Hayve isimli bir âlimin
telkinlerinin etkisinde kalarak Ömer b. Abdülaziz’i (ö. 101/720) veliaht olarak seçtiği
rivayet edilmektedir.2 Ayrıca son Emevî Halifesi Mervân b. Muhammed’in (ö. 132/750)
Caʻd b. Dirhem’in (ö. 124/742 [?]) etkisinde kaldığı için ona “el-Caʻdî” lakabının
verildiği ifade edilmektedir.3
Emevî halifelerinin hepsi için standart bir anlayıştan ya da -henüz oluşmadığı
için- bir mezhebi bağlılıktan söz etmek mümkün değildir. Onların bir kısmının
eğlenceye ve ava düşkün oldukları, dinî konulara ve tartışmalara ilgi duymadıkları
dikkate alındığında genel bir din politikalarından söz edilmesinin de mümkün
olmayacağı görülecektir.
İlim geleneğinin Emevîlere bağlı olmadığı, muhaliflerin ve hassaten mevalinin
ilgi duyduğu bir alan olduğu dikkate alındığında, farklı görüşlerin bunlar arasında da
tartışılması kaçınılmazdır. Nitekim bir takım farklı ve hatta İslâm dışı oldukları
ithamlarıyla karşı karşıya kalan görüşlerin Emevîlerin muhalifleri tarafından ileri
sürüldüğü görülmektedir. Bu hususta Hasan el-Basrî (ö. 110/728), Caʻd b. Dirhem (ö.
124/742 [?]), Cehm b. Safvân (ö. 128/745-46), Hâris b. Süreyc (ö. 128/746), Vâsıl b.
Atâ ö. 131/748) gibi âlimleri hatırlatmak gerekir. Yine gulât Şîa’dan biri olan Beyân b.
Semʻan (ö. 119/737) gibi isimler de hatırlatılabilir. Devlet yetkililerinden ve onları
savunan âlimlerden daha çok bu kişilerin halk üzerinde etkili olduğu hesaba katılırsa
Emevî hanedanının ve hanedanın resmi görüşünün din anlayışının şekillenmesi üzerinde
mutlak bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün değildir.
C. “Emevî İslâmı” Söyleminin Dayanakları
“Emevî İslâmı” söylemi bir iddiadan öteye gitmemekte, ileri sürülen bazı olaylar
da söz konusu tezi temellendirecek güce sahip bulunmamaktadır. İleri sürülebilecek en
güçlü argüman, bazı halifelerin kaderci anlayışı desteklediklerine dair anlatılanlardır.
Ancak aynı dönemde kaderci anlayışı reddeden birçok âlim mevcuttu.
Kaynaklarda Emevî halifelerinin o dönemdeki tartışmalarla ilgili yaklaşımına
dair birkaç örnek verebiliriz:
1 Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/964), el-Bed ve’t-Tarih, thk. Cl. Huart, Bağdat (t.y.), (Paris 1899-
1919 baskısından ofset), VI, 16-17. 2 İbn Sa‘d, Muhammed ez-Zührî (230/844), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer,
Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001, I, 329- 332; İsmail Yiğit, “Süleyman b. Abdülmelik”, DİA,
XXXVIII, 81. 3 Mustafa Öz, “Caʻd b. Dirhem”, DİA, VI, 543.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
16
Bir rivayete göre Ömer b. Abdülazîz “Sizler ve taptığınız şeyler! Hiçbiriniz,
cehenneme gidecek kimseden başkasını Allah’a karşı azdırıp saptıramazsınız.”1 ayetini
okuduktan sonra Ebû Süheyl Nâfi b. Muhammed’e, “Ey Ebû Süheyl! Bu ayet,
Kaderiyye’ye bir delil bırakmadı. Onlar hakkındaki görüşün nedir?” dedi. Ebû Süheyl,
“Kendilerinden tövbe etmeleri istenmeli. Eğer tövbe ederlerse mesele yok. Fakat tövbe
etmezlerse boyunları vurulmalıdır.” dedi. Bunun üzerine Ömer, “İşte görüş budur! İşte
görüş budur!” dedi.2
Recâ b. Hayve’den nakledildiğine göre Ömer b. Abdülazîz, Mekhûl’e şöyle
dedi: Kader hakkında şunların dediği gibi demeyesin. Şunlar ifadesiyle Gaylân ve
arkadaşlarını kastediyordu.3
Bir rivayete göre Irak valisi Adî b. Ertât, Saîd b. Mesûd’u Umân valisi olarak
görevlendirdi. Saîd, istediği bir deveyi kendisine vermeyen bir adama yüz sopa vurdu.
Adam Ömer b. Abdülaziz’e giderek olanları anlattı. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz
Adî b. Ertât’a şöyle bir mektup yazdı: “Senin Saîd b. Mesûd’u valiliğe getirmen,
Allah’ın senin için takdir ettiği bir kaderdir ve seni onunla imtihan ettiği bir musibettir.
Mektubum sana geldiği zaman, onu görevden azledecek birisini hemen ona gönder.
Ayrıca onu bağlı bir şekilde bana gönder.” Adî b. Ertât onu azletti ve yerine
Abdurrahman b. Kays’ı görevlendirdi.4
Haccâc, Maʻbed el-Cühenî’ye, “Ey Ma’bed! Kader konusunda konuşur musun?”
dedi. Maʻbed şöyle dedi: “Evet; Irak halkının fasıkları Allah’ın, Osman’ın
öldürülmesini takdir ettiğini ve hükmettiğini söylemişler. Ben onlara ‘Siz yalan
söylüyorsunuz’ dedim.” Haccâc, “Doğru söylemişsin” dedi. Haccac’ın bu sözü Hişâm’a
ulaştı. Hişâm, “Elbette ki, Allah Osman’ın katillerine şakaveti [bedbahtlığı] yazdığı
zaman onun öldürülmesini de planlamıştır. Maʻbed de Haccâc da yalan söylemişlerdir.”
dedi.5
el-Medâinî Cerm’den olan bir şeyhten şunu nakletti: Ben “el-Karyeteyn”de idim.
Onunla Dimeşk arasında deveyle iki konak vardı. Ermenistan’dan gelen ve içinde bazı
halklar bulunan bir kafile orada konakladı. Hişâm tarafından gönderilen Kelb kabilesine
mensup bir adam geldi; yanında başka bir adam daha vardı. Onlar, “Ey Konaklayan
Kafile! Sizde Gaylân b. Müslim var mıdır?” dediler. Üzerinde, düğmeleri deriden
yapılmış Nasîbî [Nusaybin’de yapılmış] bir şal bulunan kırmızı bir adam, “Ben Gaylân
Ebû Mervân’nım” dedi. Onlar, “Salih nerede?” dediler. Orta boylu ve yakışıklı bir adam
kalktı ve: “Ben Salih b. Abdüsselam’ım” dedi. Hemen ikisini zincirlerle bağlayıp onları
Hişâm’ın yanına götürdüler.
1 Sâffât 23/161-163.
2 İbn Saʻd, VII, 373.
3 İbn Saʻd, VII, 375.
4 Belâzürî, VIII, 132.
5 Belâzürî, VIII, 414.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
17
Hişâm Gaylân’a, “Yazıklar olsun sana! Senden bana gelen bu sözler nedir?”
dedi. Gaylân’dan önce Salih söze başladı ve: “Allah bir kimseyi, ancak gücünün yettiği
şeye yükümlü kılar”1 dedi. Bunun üzerien Hişâm ona, “Sen Allah’ın kitabının muhkem
ayetlerini bırakıp müteşabihleri mi okuyorsun? Kuşkusuz bu [tutumunuz], sizin
hakkınızda söylenenleri doğrular mahiyettedir” dedi. Salih, “Bu ayet müteşabih mi?”
dedi. Hişâm, “Bunları çıkarın ve her birisine yetmişer kırbaç vurun” dedi. Hemen
darbedildiler. Sonra bazı insanlar gelip onların, “Allah kesinlikle Hişâm’a bir idare
vermemiştir. İnsanlar erzakı zorla almaya çalışıyor ve erzak onlara anlaşmalarla
geliyor” şeklinde sözler söylediklerine şahitlik ettiler. Hişâm, “Acaba bu iki insanı bu
işte gördüğünüz için mi şahitlik ediyorsunuz, yoksa onlara duyduğunuz düşmanlık
sebebiyle mi?” dedi. Onlar, “Hayır, [düşmanlık sebebiyle değil]; fakat sen imamsın; biz
de boynumuzdaki [şahitlik] sebebiyle sana geldik” dediler. Hişâm o ikisinin el ve
ayaklarını kesti. Osman b. Hayyân el-Mürrî onların yanından geçti ve: “Yâ Gaylân! Bu
da Allah’ın kaza ve kaderiyle miydi?” dedi. Gaylân, “Bu Allah’ın ilmindeydi” dedi.
Sonra Hişâm onların dillerinin kafalarından çekilmesini veya kesilmesini
emretti. Ancak fazla geçmeden ikisi de öldüler. Deniliyor ki: Gaylân ve arkadaşı
Ermenistan’da Hişâm’ın aleyhinde konuşuyorlardı. Hişâm onların üzerinde casus tayin
etmişti. Ermenistan’dan ayrılınca, konakladıkları yerler kendisine haber verildi. Hişâm,
onların aleyhinde şahitlik yapacak şahitler ayarladı ve yaptıklarını onlara yaptı. Sonra
onları astı.2
Rivayetler, kader konusundaki anlayışın standart olmadığını, farklı görüşlere
sahip insanların olduğunu göstermektedir.
Eleştiri konusu yapılabilecek bir gelişme de hanedanın yönetimi uhdelerine
almaları ve yönetimin babadan oğula ya da akrabalar arasında kalmasıdır. Kuşkusuz
yönetimin bir ailenin eline geçmesi, önemli bir gelişmedir. Ancak o dönemde bilinen
devletler bu şekilde yönetiliyordu. Yönetimin belli bir ailenin elinde bulunmadığı Râşid
Halifeler döneminde her halife değişiminin bir siyasî krize dönüşme ihtimali olmuştur.
Bu yapı, o günkü şartlarda uzun süre devam ettirilememiştir.
D. “Emevî İslâmı” Söylemini Dillendirenler
“Emevî İslâmı” söylemi son yıllarda ülkemizde dillendirilmektedir. Bu anlayışın
şekillenmesinde çeviri kitapların ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyoruz. Kanaatimizce
çeviri kitapların etkili olmasıyla, özellikle İran menşeli kitapların çevrilmesiyle birlikte
bu tip görüşler dillendirilmeye başlanmıştır. Bu sebeple söz konusu görüşün İran
menşeli olması ya da çevirilerden sonra esinlenme suretiyle ortaya çıkmış olması
muhtemeldir.
1 Bakara, 2/286.
2 Belâzürî, VIII, 418-419.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
18
Tespit edebildiğimiz kadarıyla “Emevî İslâmı” söylemini kullananlar Aleviler ve
gelenekle hesaplaşma iddiasında olduğunu söyleyen bazı kişilerdir.
Ülkemizde Emevî İslâmı söylemi, Alevilerin Sünnî İslâm anlayışına yönelik
eleştirilerde kullandıkları bir argümandır. Nitekim Alevi yazarlar bu vurguya daha çok
başvurmaktadırlar.
Emevî İslâmı söylemi, son yıllarda bazı İlahiyatçılar ya da aydınlar tarafından da
hassaten geleneğe yönelik bir eleştiri olarak gündeme getirilmektedir. Bir kısmı haklı
sayılabilecek eleştirilerin toptancı bir yaklaşımla bu dönemin eleştirisi için kullanılması
ise sorunlu bir yaklaşımdır.
1. Alevilerin Bazı Eleştirileri
Alevilere ait bir sitede “100 Soruda Alevilik” başlıklı bir bölümde “Türkler
Arasında; Alevilik-Sünnilik-Şiilik Ne Zaman Oluştu?” sorusuna şöyle cevap verilmiştir:
“Türkler İslâmiyeti Emevîler döneminde tanıdılar. Yani
yaklaşık İslâmiyet’in doğuşundan 300 yıl sonra oldu. 300 yıl boyunca
da “İslâmlaşma” dönemi yaşandı. Böylece Türkler İslâmiyeti
İslâmiyet’in doğuşundan yaklaşık 600 yıl sonra kabul ettiler dersek,
abartı sayılmaz.1
“Bu yıllara kadar İslâmiyet’te Hz. Muhammed dönemi
yaşanmış. Hz. Muhammed vefat etmiş. Halife Ebû Bekir, Halife
Ömer, Halife Osman ve Hz. Ali’nin halifeliği dönemi yaşanmıştır.
Sıffîn Savaşı, Hendek Savaşı gibi savaşlar olmuş. Hz. Ali’nin hilafeti
“Hakem Olayı” ile elinden alınmış. Yezîd halife olmuş. Yezîd vefat
etmeden yerine Muâviye’yi halife yapmıştır.2 Hz. Ali’nin çocukları,
Hz. Muhammed’in torunları olan Hasan hilafet uğruna zehirlenerek,
Hz. Hüseyin Kerbela’da 72 kişilik yaşlı-çocuk ev halkı ile birlikte aç
ve susuz bırakılarak 10.000 kişilik yezit ordusu kanalı ile Kerbela’da
acımasızca katledilmiştir.
“Bu olayların İslâm içindeki yankıları İslâm’ın yayılması ile o
coğrafyalara da gitmiştir. Türkler İslâmiyet ile tanıştığında bütün bu
olaylar yaşanmıştır. İslâm içinde taraflar seçilmiş saflar
belirginleşmiştir.
1 Bu bilgi doğru değildir. Zira Muâviye, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık 30 yıl sonra Hz.
Hasan’dan biat alarak tek başına iktidara sahip oldu (41/661). Emevîler devleri ise yaklaşık 90 yıl sonra
yıkıldı (132/750). 2 Bu satırları yazanlar maalesef tarihî olayları birbirine karıştırmış durumdadırlar. Muâviye Yezîd’in
babası olup onu veliaht olarak tayin etmiştir.
http://www.gelincanlar.com/arama/?=&q=Alevi
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
19
“Türkler İslâmiyeti Emevî ordusunun güç ve ihtiras gösterileri
ile tanıdılar. İslâmiyeti kabul etmemek için çok direndiler. Kabul
ettiklerinde ise, Hz. Ali yandaşlığını, Ehl-i Beyt yandaşlığını, Ali Şiası
yandaşlığını kabul ettiler. Bu durum Türk destanlarında; Dede Korkut
Destanı’nda, Manas Destanı’nda açıkça görülmektedir.1 Türk
destanlarında; Ali sevgisi, Fatma Ana sevgisi, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan
sevgisi sık, sık işlenmektedir. Kerbela Olayı anlatılmaktadır.
“Fetih özelliği taşıyan Kuteybe ve Zalim Haccac
komutasındaki Arap ordularına karşı Farslar ve Türkler direnmişlerdir.
İslâmiyeti kabul ettiklerinde ise Emevî İslâmı2 değil Ehl-i Beyt
yandaşlığını, Ali yanlılığını kabul etmişlerdir. Bu coğrafyalarda daha
sonra İslâm mezheplerinin etkileri egemen oluncaya kadar devam
etmiştir.
“Türklerin çeşitli mezhepleri seçmeleri Hanefi, Şafii, Şii vs.
olmaları3 daha sonraki yüzyıllardaki tarihsel görüşmelerden sonra
olmuştur.”4
Aynı sitede “Aleviler Ne İstiyor?” başlıklı soruya verilen cevapta da “Emevî
İslâmı” vurgusu yapılmıştır:
“Türkler İslâmiyetle, İslâmiyet’in doğuşundan yani, 620
yıllarından yaklaşık 250-300 yıl sonra tanıştılar.5 Türkler İslâmiyeti
Türkistan’ı fethe çıkan Arap orduları ile tanıdılar. Bu fethe karşı çok
direndiler. Çok can verdiler, çok savaştılar. Sonuçta güç karşısında
İslâmiyeti kabul etmek zorunda kaldılar.6 Kabul ettiklerinde ise,
1 Türklerin Müslüman olur olmaz böyle bir tercihte bulundukları iddiası doğru değildir. Türklerin
Müslüman oluşu asırlarca sürmüş bir süreçtir. Onlar arasında sözü edilen inançlara sahip insanlardan
çok daha fazlası Ehl-i Sünnet çizgisindedir. Kaldı ki Türkler Müslüman olduklarında mezheplerin
teşekkül süreci devam etmekteydi. 2 Görüldüğü gibi “Emevî İslâmı” burada Alevilerin dışında kalanlar için kullanılmıştır. Bu da Ehl-i
Sünnet’tir. 3 Bu iddia da tarihsel verilerle bağdaşmamaktadır.
4http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim tarihi: 03.05.2016).
[Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.] 5 Yukarıda vurgulamaya çalıştığımız gibi bu bilgi yanlıştır. Türkler, Emevîler döneminin başında İslâm
ile tanıştılar. Hatta Irak valisi Ubeydullah, askerî hizmetlerde istihdam etmek amacıyla bazı Türkleri
Basra’ya götürmüş ve onları el-Buhâriyye adı verilen bir mahalleye yerleştirmiştir. 6 Türklerin İslâm’ı zorla kabul ettikleri iddiası da doğru değildir. Kuşkusuz bazı komutanların savaş
ortamında istenmeyen bazı davranışları olabilir; ancak bu, hem genellenemez hem de makbul bir
davranış olarak telakki edildiği iddia edilemez.
http://www.gelincanlar.com/arama/?=&q=Alevihttp://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
20
iktidarı elinde tutan Emevî İslâmı değil, muhalif olan Ali yandaşlığını
benimsediler.”1
15-16. dönem CHP milletvekilliği yapan Nurettin Karsu “Emevî İslâmı”
hususunda daha açık ifadelerle şöyle demektedir:
“Asırlardan beri ‘Emevî İslâmı’ uygulayan egemenlerin derin
bir çabaları ve yenemedikleri hırsları vardı: Nasıl edelim de, Öz
Türkçesiyle özgün inancını/yaşam algısını yorumlayan ve dillerinde
Arapçayı/Osmanlıcayı kullanmayan bu Alevileri Camiye sokalım?
Buyruk veren egemenlere ve dönemin Diyanet İşleri Başkanlarının
İslâm’ı algılamalarına göre, zaman içinde bu çaba, bazen ılımlı
görünümlü bazen ise kavgalı ve sert olmuş, acılar yaşanmıştır.
“Hallac-ı Mansurlara, Nesimilere, Şeyh Bedrettinlere, Pir
Sultanlara, Yunus Emrelere ve sonrasında da Dersim, Maraş, Çorum
ve Madımaklarda uygulanan kıygılar (zulümler), hep bu ‘egemenlerin
inanç hırsıyla meydana gelmiş… Egemen görüş, ilerici, aydın İbn
Rüşt’ü, İbn Sina’yı değil, bilimi öteleyen tutucu İmam Gazali’yi
alkışlamış!2
“Ancak Emevîler, Abbasiler, Selçukiler, Osmanlılar ve
ardılları, her türlü çaba, baskı ve kıyıma karşın Alevileri camiye
sokma başarısını bir türlü gösteremediler.
“Şimdi ise gözümüz aydın! Egemenlerin yüzyıllarca uğraşıp da
beceremediği bu iş, iki hoca efendinin iyi niyet çabası sonucu
halledilmiş oldu(!). Emevî İslâmı’nın zaferiyle sorun çözüldü(!).
“Ağaç peygambere gitmezse, peygamber ağaca gider,
özdeyişine de uygun olarak, ‘Alevi Camiye gitmiyorsa, ben de
Cemevini Camiye götürürüm’. Böylece Alevi de Cemevi’siyle
Camiye girmiş olur… Alevi, Emevî İslâmı’na uymuş olur… Cemevi
de yasallaşmış olur(!).
“Bakalım bu duaya kaç Alevi ‘Allah Allah!’ diyecek? Bunu da
buluşu yapan Dede İzzettin Doğan’a sormak gerek!
“Alevi dedesiyim, diyen birine, zorla cami/cemevi yapmaya
çalışmak, Alevileri birbirine düşürmek, sokaklarda gençlerin
birbirlerine düşman hale getirilmesine neden olmak yakışır mı?
1http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim tarihi: 03.05.2016)
[Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.]. 2 Bu ifadelerin tarihî gerçeklikten uzak ideolojik ve yüzeysel bir okuma olduğu açıktır.
http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
21
“Gel de Pir Sultan ne demiş: Dönen dönsün, ben dönmezem
yolumdan!
O yol, bin yıllık bir Töre: Ya Allah, Ya Muhammed, Ya
Aliii… Diyerek gidilen Akıl ve Bilimin aydınlık yoludur.1
Nurettin Karsu, başka bir yazısında “Emevî İslâmı” söylemiyle hem Ehl-i
Sünnet’i, hem de Türkiye’deki siyasî iktidarı eleştirmektedir:
“Hz. Peygamber, Gadir Hum veda haccında Ehl-i Beytini abası
altına alarak,2 ”Benden sonra Mevla’nız Ali olacaktır, bu aynı
zamanda ilahi bir buyruktur.” dediği halde ölümünden sonra Ehl-i
Beyt düşmanı Emevîler vakit geçirmeden Kûfe ve Kerbela’da Ali ve
Peygamber torunlarını katletmiş ve Hüseyin’in kellesini de bir sırığa
takarak, Şam sokaklarında dolaştıran Yezîd, Muharrem Aşure günü
zaferini(!) kutlamıştır. İslâm’ı ekseninden saptırarak, Emevî İslâmı’na
dönüştüren Muâviye ve oğlu Yezîd, gasp ettikleri, Peygamber tahtına
oturmuş ve İslâm’ı da bölerek, Ehl-i Beyte asırlarca küfürler savurarak
saltanatlarını sürdürmüşlerdir.3
“İslâm’da bu acı gerçekler yaşanmışken ve bunlara benzer
olaylar Anadolu Alevi’sinin başından da geçtiği için İslâm anlayışını,
Emevî İslâmı dışında tutarak, Orta Asya inanışını Peygamber İslâmı
ve bilimle harmanlayıp özgün Alevi inancını oluşturmakta ve ağır
baskılara karşın çok gizli olarak Cemevlerinde “Allah, Muhammed,
Ali” yorumuyla yaşatmıştır. Bu yaşam biçimi bugün Diyanet ve bazı
egemenler tarafından, “İslâm içi midir, İslâm dışı mıdır?” sorgulaması
yapılmakta ve Diyanet Başkanlığı, Cemevlerinin ibadet yeri olmadığı
fetvası ile bir Emevî İslâmı yolunda olduğunu kabullendiğinin
farkında bile olmamaktadır.
“Bugün egemenlerin derdi: Ne etsek de şu Alevileri Emevî
İslâm’a soksak ve Cem evlerinden kurtulsak. Bunun için Ali adını,
Hüseyin adını alanlar, torunlarının adını koyanlar çoğaldı gibi. Bir
inancı ad koyarak değiştirmek mümkün olsaydı, Muâviye İslâmı’
Muâviye ve Yezîd isimlerini koymamakla Peygamber İslâm’ına
dönüşürdü. Bu olabildi mi? Bugün Muâviye/Yezîd adları yok ama
onların peygamberden gasp ile oluşturdukları Emevî İslâmı, sürecini
engelsiz devam ettirmektedir. Yirmi milyon Alevi’den bir vali, bir
1http://www.nurettinkarsu.com/?p=376 (erişim tarihi: 03.05.2016) [Alıntıda bazı imla tashihleri
yapılmıştır.]. 2 Bu ifadelerde kavramlar ve olaylar birbirine karıştırılmaktadır. Ancak konumuz bu değildir.
3 Emevîlerin iktidar dönemi bir asrı bulmadığına göre bu ifadelerle tarihî bir dönem değil bir anlayış ve
algı eleştirilmiş olmalıdır. İfadelerin tarihî gerçekliği olmadığını hatırlatmaya gerek yoktur.
http://www.nurettinkarsu.com/?p=376
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
22
müsteşar, bir genel müdür bile atanmadığını görmek bunu
kanıtlamıyor mu?
“Muharrem’de Anadolu Alevisi susmuş, Onun yerine onun
inanç ögelerini, insan haklarını tanımakta direnen, Cemevi’ni ibadet
yeri görmeyen egemenler konuşuyor. Yardımcıları da Cemevini
Camiye sokma çabasında olanlarla, maaş bekleyip töreye göre düşkün
olmayı hak etmiş dedeler ve egemen iktidarın yandaşları!
“Bu gayret içinde olanların bilmediği bir şey var; o da
Alevilerin ne Şiî nede Sünni öğretisi ile bağdaşması olanaksız
olduğudur. Alevi özgün inancını, müziğin ilahi etkisiyle de
biçimlendirerek yorumlamaktadır. Kim ne derse desin, ‘Emevî
İslâm’a uymayan, Alevilerin bu yorumu İslâm’ın değişik bir
yorumudur. Aleviler bu özgün inançlarından ödün vermeden çağdaş
yaşamlarını, iktidarlara rağmen, iktidarların etkisinde kalmadan,
yorumlayacaklardır! Bunu değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur, haddi
de değildir! İsteyen kabullenir, istemeyen kabullenmez. Bu insanlığın,
inancın temeli, çağdaş anayasaların vazgeçilmez kuralı ve evrensel bir
insan hakkıdır!”1
2. Kendilerini Mezhep Dışında Konumlandıranların Bazı Eleştirileri
Emevî İslâmı söylemini en çok gündeme getirenlerden biri Yaşar Nuri
Öztürk’tür. Muhtelif konuşmalarında ve kitaplarında yanlış din algısının Emevîlerden
kaynaklandığına dair iddiaları mevcuttur. Öztürk’ün birkaç yıl önce yayınladığı
kitabının adı “Kur’an-ı Kerim’de Lanetlenen Soy” adını taşımakta bu kitapta Allah’ın
Kur’ân-ı Kerim’de Emevîleri lanetlediğini iddia etmektedir. Rivayet kritiği yapmadan
Abbasîler döneminde Emevî düşmanları tarafından uydurulan rivayetler Emevîlere ve
onlar üzerinden bir anlayışa eleştiri konusu yapılmaktadır. Öztürk’ün bir diğer kitabı
Emevî Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü: Ebû Zer2 adını taşımaktadır. Böylece
tarihî kişilikler üzerinden kendi dönemlerine ait olmayan kavram ve söylemlerle modern
dönemin sorunları ele alınmaktadır.
Yaşar Nuri Öztürk, Lanetlenen Soy kitabına şu iki ayetle başlamaktadır:
“Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur’ân’da lanetlenmiş
bulunan o ağacı/soyu da insanları sınamak dışında bir sebeple
1http://www.nurettinkarsu.com/?p=416 (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla tashihleri
yapılmıştır.]. 2 Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2014.
http://www.nurettinkarsu.com/?p=416
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
23
göndermedik. Biz onları korkutuyoruz, ama bu onların kudurganlığını
arttırmaktan başka bir katkı sağlamıyor.”1
“Hani biz, meleklere ‘Âdem’e secde edin!’ demiştik de iblis
dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine
ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan onu ve onun soyunu dostlar
mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için
ne kötü bir değiştirmedir bu!”2
Kitabın önsözünde, “Lanetliler soyu bir zihniyet soyudur, ırk veya kan soyu
değil, Lanetliler soyunun zihniyet babası şeytandır.”3 diyen Yaşar Nuri Öztürk, bu
cümlelerin hemen devamında “Ancak lanetliler soyunun maddî-somut bir örneği de
vardır ve Kur’ân’a göre bu soy, Emevi soyudur”4 demektedir. Gerçi hemen akabinde
Ömer b. Abdülaziz ve Muâviye b. Yezîd gibi bazılarının bunun dışında olduğunu, ancak
hükmün ekseriyete göre verildiğini de ifade etmektedir.
Öztürk, eski bir yazısında “şecere-i melʻûne [lanetlenmi ağaç] olarak zikrettiği
grup ise Haricîlerdir.
“Tekfirin doruk noktasına yükselen ve İslâm'ın,
Peygamber'den sonra en büyük şahsiyeti olan Hz. Ali, tekfirden nasip
alamamış ‘‘şecere-i melʻune’’ (lanetli ağaç, lanetli soy. Bk. İsra suresi
60) çocukları tarafından ‘‘kâfir’’ ilan edilerek yani tekfir siyaseti
uygulanarak öldürülmüştür. Hem de İslâm'ın mabedinde, secde
halinde iken…”5
Tefsir literatürüne müracaat ettiğimizde şecere-i melʻûnenin Ümeyyeoğullarıyla
ilişkilendirilmesinin V. asır gibi geç bir dönemde ortaya çıktığını görüyoruz. Tespit
edebildiğimize göre söz konusu ifadeden Ümeyyeoğullarının kastedildiğini söyleyen ilk
müfessir Tûsî’dir. Burada Şiî tesiri açık olduğu gibi Abbasîler döneminde telif edilen
eserlerde Ümeyyeoğullarının eleştirilmesi garip karşılanmamalıdır.
1 İsrâ 17/60.
2 Kehf 18/50.
3 Öztürk, s. 7.
4 Öztürk, s. 7.
5 Öztürk, “ Tefkir ve Tekfir”, Hürriyet Gazetesi, 01 Ocak 2000 [http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-
ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126] (erişim tarihi: 27.10.2016).
Tefsir Literatürüne Göre eş-Şeceretü’l-Melʻûne [Lanetli Ağaç]
Görüşün Kaynağı Tefsiri
Zeyd b. Ali (120), Garîbü’l-Kur’ân Zakkum
Mukâtil (150), Tefsîr Zakkum
http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
24
1 Taberî, tevil ehlinin bu ifadenin anlamı hususunda ihtilafa düştüklerini ifade ettikten sonra rivayetleri
nakleder. Ondan önceki tefsirlerde herhangi bir ihtilaftan söz edilmemektedir. 2 Taberî buraya kadar zikredilen iki görüşün doğru olma ihtimalini yüksek görürken, şecere-i melʻûnenin
rüyaya atfedildi bir rivayet de nakletmektedir.
Yahya b. Sellâm (200), Tefsîr Zakkum
el-Ferrâ (207), Meʻani’l-Kur’ân Zakkum
es-Sanʻânî (211), Tefsîr Katâde, Saîd b.
Cübeyr, İbn Abbâs
Zakkum
el-Hüvârî (300), Tefsîru
Kitâbi’llahi’l-Azîz
Mücâhid, Hasan Zakkum
et-Taberî (310), Câmiʻu’l-Beyân an
Te’vîli Âyi’l-Kur’ân1
İbn Abbâs, Mesrûk,
Hasan, Ebû Mâlik,
İkrime, Saîd b.
Cübeyr, Mücâhid,
Katâde, Dahhâk
Zakkum
Hasan Kureyşliler, hurma ve
yağla yapılan bir çeşit
yemeğe zakkum
diyorlardı. Allah bu
yemeklerini böyle
andı.
İbn Abbâs Keşûs2
İbn Ebî Hâtim (327), Tefsîr İbn Abbâs Zakkum
el-Mâtürîdî (333), Te’vîlatü Ehli’s-
Sünne
Zakkum
el-Cassâs (370), Ahkâmü’l-Kur’ân İbn Abbâs, Hasan,
es-Süddî, İbrahim,
Saîd b. Cübeyr,
Mücâhid, Katâde ve
Dahhâk
Zakkum
es-Semerkandî (373), Bahru’l-Ulûm Zakkum
İbn Ebî Zemenîn (399), Tefsîru’l-
Kur’âni’l-Azîz
Zakkum
es-Saʻlebî (427), Keşfü’l-Beyân fî
Tefsîri’l-Kur’ân
Zakkum
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
25
Mekkî (437), el-Hidâye ilâ bulûği’n-
Nihâye
Zakkum
el-Mâverdî (450), en-Nüket ve’l-
Uyûn
Hasan, Mücâhid,
Katâde, Dahhâk,
Saîd b. Cübeyr,
Tâvûs, İbn Zeyd
Zakkum
İbn Abbâs Keşût
İbn Bahr Yahudiler
Saîd b. Müseyyeb Resûlullah’ın rüyada
gördüğü bir topluluk
et-Tûsî (460), et-Tibyân fî Tefsîri’l-
Kur’ân
İbn Abbâs, Hasan,
Ebû Mâlik, Saîd b.
Cübeyr, İbrahim,
Mücâhid, Katâde,
Dahhâk, İbn Zeyd
Zakkum
Ebû Cafer Ümeyyeoğulları
Belhî Bu ifadeden kasıt
kâfirler olabilir.
el-Vâhıdî (468), el-Vecîz fî Tefsîri’l-
Kitâbi’l-Azîz
Zakkum
es-Semʻânî (489), Tefsîr Zakkûm
el-Beğavî (516), Meʻâlimü’t-Tenzîl Zakkum
ez-Zemahşerî (538), el-Keşşâf an
Hakâiki’t-Te’vîl
Zakkum
İbn Atıyye (542), el-Muharraru’l-
Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz
Zakkum
et-Tabersî (548), el-Mecmaʻu’l-
Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân
Ebû Cafer, Ebû
Abdullah
Ümeyyeoğulları
İbn Abbâs, Hasan Zakkum
İbn Müslim Yahudiler
en-Nîsâbûrî (553), Îcâzü’l-Beyân an
Meʻâni’l-Kur’ân
Ümeyyeoğulları
İbnü’l-Cevzî (597), Zâdü’l-Mesîr fî Zakkum
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
26
Yaşar Nuri Öztürk’ün bir dönem imamlık yaptığı camide müezzin olarak çalışan
Recep Seyhan, vefatından sonra onun hakkında yazdığı bir yazıda “Emevî İslâmı”
söyleminin doğru olduğunu şu sözleriyle ifade emektedir:
“Bize göre de kan ve irin içinde yüzen İslam toplumlarının
içler acısı hâlinin temel sebebi, 'uydurulmuş sahte dindir. Gerçek şu ki
IŞİD ve Taliban gibi uç figürleri üreten Hz. Peygamberin tebliği ettiği
sulh ve selam anlamına gelen İslâm değil bu, uydurulmuş, bir sürü
eklemelerle kendisi olmaktan çıkarılmış Ümeyyeoğullarının dinidir.
Problemin de bu tartışmaların da ana kaynağı da budur. Bu
Emeviyat’ın mensupları bildiklerini (sözgelimi mezhebini)
sorgulayamaz. Mezhebini ve meşrebini sorgulayamayan da onları
dinleştirir: Olan da budur. Alevisi de Sünnisi de bu illetle maluldür.”2
“Emevî İslâmı” söylemini kullananlardan biri de R. İhsan Eliaçık’tır. Kendisine
sorulan “Milli Eğitim Şurası’nda alınan din eğitiminin anaokullarına kadar indirilmesi
konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Anaokuluna kadar inen din eğitiminden
amaçlanan nedir?” şeklinde bir soruya verdiği cevapta şöyle demektedir:
“Şimdi sen devlet eliyle din anlatacaksın. Bunun içinde ne
yazacak? Yani Emevî İslâmı, şu anda ilahiyatlarda imam hatiplerde
Kur’ân kurslarındaki müfredat Emevî müfredatıdır.3 Bu müfredat,
inancı ve ritüelleri över, davranışları ve yaşamı fazla önemsemez.
1 Kurtubî bu rivayetin zayıf ve surenin Mekkî olduğunu belirtir. Hakem’in sürgünü ise Mekke döneminde
değildir. 2 Seyhan, Recep, “YaşarNuriÖztürk Yazısı-II”, http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-
ozturk-yazisi-ii (erişim tarihi: 02.10.2016). 3 Bu söylem, ideolojik bir söylemdir. Emevîler döneminde henüz standart bir eğitim, dolayısıyla da
standart bir müfredat yoktur.
İlmi’t-Tefsîr
Fahru’r-Râzî (606), Mefâtîhu’l-Gayb Çoğunluğun görüşü Zakkum
Ümeyyeoğulları
Yahudiler
el-İz b. Abdüsselâm (660), Tefsîru’l-
Kur’ân
Zakkum
Kurtubî (671), el-Câmi li-Ahkâmi’l-
Kur’ân
Zakkum
İbn Abbâs Ümeyyeoğulları1
İbn Abbâs Keşûs
http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-iihttp://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-ii
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
27
Yani bir kez ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ dersen bütün günahlar af
olur, bir gün içinde akşam namaz kılarsan bütün günahlar af olur.
Haftada bir gün Cuma namazına gidersen bir haftalık günahların af
olur, yılda bir kez hacca gidersen o yıl ki günahların af olur. Yılda bir
defa kurban keser kan akıtırsan o yılki günahların af olur. Bu, Emevî
İslâmıdır, dinde böyle bir şey yok. Diyanet de bu dini anlatıyor.1
“Peki, öbür taraftan, öldürmeler, çalmalar, yalanlar, iftiralar ne
olacak. Hepsi af olacak, nasıl? Neyle? Bir rekât namazla, kurban kanı
akıtmakla, hacca gitmekle, ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ demekle. ‘La
ilahe illallah’ diyen denizköpüğü kadar günahları olsa af olur diyor,
ikindi namazını kılanların bütün günahları af olur diyor. Peygamber
zamanında böyle bir İslâm yok. Nerede inançlar ve ritüeller
övülüyorsa o Emevî İslâmı’dır. Nerede amel övülüyorsa, nerede doğru
olmak, dürüst olmak, iyi davranmak komşuya iyi davranmak, yoldaki
taşı kaldırmak, adaletli olmak, paylaşmak, bölüşmek, yani davranışlar
ve pratikler övülüyorsa o tamamen Kur’ân’ın anlattığı İslâm’dır.”2
Aynı röportajda “İslâm dünyasında yaşanan sorunun çözümü için ne yapılması
gerekiyor? Emevî din anlayışı olarak tanımladığınız bu din anlayışında Batı’daki gibi
bir reform, rönesans olabilir mi?” şeklindeki bir soruya ise Eliaçık şöyle cevap
vermektedir:
“İslâm dünyasında reform gereklidir. Biz reformcu görüşleri
savunuyoruz. Savunduğumuz reform, din anlayışlarında bir
reformdur. Dinin kendisinde olan bir reform değildir. Kur’ân’ın
ayetlerini değiştirmeyi, İslâm’ın hükümlerini yeniden yazmayı
kastetmiyoruz. Kur’ân’ı anlamada bir reform lazım. Yani en
basitinden din nedir? Din bir yaşam biçimi midir, yoksa inanç ve ritüel
midir? Din bir inanç kaideleri midir, yoksa yaşam kaideleri midir?
Yani din namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek midir; yoksa
öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek ve iftira atmamak mıdır?
İkisidir dersen bir mesafe alamıyorsun. Bir karar vermek gerekiyor.
Esasında din yaşam davranışlarından ve kurallarından ibarettir.
Öldürmemek, çalmamak, iftira etmemek… Diğerleri bunları
destekleyici mahiyettedir.
“Ben İslâm dünyasının bu Emevî dininin etkisinden
kurtuldukça kendine geleceğini, Kur’ân’a yöneldikçe ve onun
1 Emevîler döneminde Müslümanın en önemli ayırıcı özelliği ameliydi. O dönemde bir Müslümanın
namaz kılmaması düşünülemezdi ki haftada bir Cuma namazına gitmiş olsun. 2http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla
tashihleri yapılmıştır.].
http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
28
yolundan gittikçe de ayağa kalkacağını düşünüyorum. Kurtuluşu da
burada görüyorum.”1
E. “Emevî İslâmı” Söylemine Eleştirel Bakış
“Emevî İslâmı” söylemini savunanların yanı sıra eleştirenler de mevcuttur.
Bunlardan biri olan İsmail Kara, bu tamlamaya dikkat çekerek şöyle demektedir:
“Emevî İslâmı” tabirini duymuş olmalısınız? Muhtemelen
doğru ve yerinde bir ifade olarak görüyor ve değerlendiriyorsunuz,
belki de kullanıyorsunuz. Eğer öyle ise bunun İslâm tarihini yani sizi
(bana sorarsanız aynı zamanda İslâm’ı) tasfiye etme ve “öteki”
üzerinden yeni (bidat!), parçalı ve hafızasız bir tarih anlayışı icat etme
düşüncelerinin bir parçası olduğunu hatırlatmak gerekecek. (Bu
ifadeden Şiîlik kokusu alıp almadığınızı hiç sormayacağım, “öteki”
diyarlardan gelen hava kirliliği ve iklim değişikliğinin koku alma
hassasiyetlerimizi haylice etkilediğinin farkındayım).
“Dün denebilecek yakın bir tarihe kadar Sünni İslâm (yani hem
tarihî hem de insan unsuru olarak geniş İslâm) hafızasında “Emevî
İslâmı” gibi olumsuz, karartılmış bir bölge yok, hiç olmadı. Mesele
şu: Ne zamanki İslâm dünyasında ve Osmanlı topraklarında yeni rejim
arayışları çerçevesinde önce meşrutiyet (meclisli ve anayasalı
sultanlık), sonra cumhuriyet, nihayet demokrasi arayışları zaruri ve
meşru bir siyaset ve istikamet olarak ortaya çıktı, işte o zaman nerede
ise bütün İslâm tarih tecrübesini kuşatan hilafet-saltanat sistemini
tasfiye etmek, bağlayıcı olmaktan çıkarmak ve elbette meşrutiyeti,
cumhuriyeti, demokrasiyi gerçek İslâm’ın, ana kaynakların ve asr-ı
saadetin siyasî rejimi seviyesine yükseltmek için Emevî İslâmı inşa
edildi. Bir dışlama ve itibarsızlaştırma ameliyesiydi bu. (Belki
uyarılmış bir alan olarak acı Kerbela faciası akla gelebilir, ama bu çok
yanıltıcıdır; yeni zamanların Sünni dünyasında Emevî İslâmı
çerçevesinin ortaya çıkışında ve meşruluk kazanmasında bunun
doğrudan hemen hiçbir dahli yoktur).
“Netice şu: Menfi ve karartılmış bir alan olarak Emevî İslâmı
661 yılından başlayarak bütün (evet bütün) İslâm tarihini, Müslüman
Türkler için Selçukluları ve Osmanlıları da olumsuzlayan ve karanlık
hale getiren, içerden bir “ötekileştirme” harekâtının adıdır. Bununla
İslâm siyasî düşüncesi, asırların içinde gelen siyasî kurumları,
1http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla
tashihleri yapılmıştır.]
http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
29
incelmiş ve yerleşmiş siyaset üslubu da büyük ölçüde tasfiye edilmiş
oldu. Kavramlar hiyerarşisi bozuldu, tarifler değişti. Adalet merkezli
bir siyasî düşüncenin yerini meşveret/şura merkezli bir siyasi düşünce
aldı; iktidarın icraatı asıl meşruiyet kaynağı iken iktidarın geliş şekli
öne çıktı vesaire…”1
Sonuç
İslâm dünyasının bugün sahip olduğu İslâm algısı tek bir algı olmadığı gibi bu
algının, bunun belirli bir kişiye, döneme ya da olaya nispeti mümkün değildir. Farklı
İslâm algılarının tarihi tecrübe olarak uzun bir süreçte şekillendiği ve değişik
kaynaklardan ve görüşlerden beslendiği ifade edilebilir.
Müslümanların bugünkü algıları üzerine mezheplerin oluştuğu ve kaynakların
yazıldığı dönemin daha güçlü bir etkiye sahip olduğu açıktır. Abbasî dönemi fikrî
tartışmaları ve siyasî gelişmeleri daha canlı olup bunların din anlayışımızı şekillendirme
hususunda yabana atılması mümkün değildir.
Abbasî döneminde daha uzun bir süreçte tartışmalar ve problemler gündemde
olduğu gibi bunların etkileri de daha fazla olmuştur. Ancak Emevî İslâmı demek doğru
olmadığı gibi Abbasî İslâmı demek de doğru olmaz.
Emevîler döneminde farklı İslâm algıları olduğu gibi Abbasîler döneminde de
farklı İslâm algıları mevcuttur. Bununla birlikte genel olarak Abbasî döneminin
günümüz İslâm algısının şekillenmesinde daha güçlü bir etkiye sahip olduğunu
söylemek yanlış değildir.
1 Kara, İsmail, “İçerideki Öteki yahut Yabancılar İçeride”, Sabah Ülkesi: Kültür-Sanat ve Felsefe Dergisi,
sayı: 42, (http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-
i%C3%A7erde/) (erişim tarihi: 03.05.2016).
http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
30
Bibliyografya
el-Belâzürî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, thk. Süheyl
Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Beyrut 1417/1996.
http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-ii (erişim tarihi:
02.10.2016).
http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim
tarihi: 03.05.2016).
http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126 (erişim
tarihi: 27.10.2016).
İbn Sa‘d, Muhammed ez-Zührî (230/844), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, thk. Ali
Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001.
Kara, İsmail, “İçerideki Öteki yahut Yabancılar İçeride”, Sabah Ülkesi: Kültür-Sanat
ve Felsefe Dergisi, sayı: 42, (http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-
%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/) (erişim tarihi:
03.05.2016).
el-Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/964), el-Bed ve’t-Tarih, thk. Cl. Huart, Bağdat
(t.y.), (Paris 1899-1919 baskısından ofset).
ez-Zehebî, Siyerü Aʻlâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, 2. Basım, Müessesetü’r-
Risâle, Beyrut 1402/1982
Öz, Mustafa, “Caʻd b. Dirhem”, DİA.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim’de Lanetlenen Soy, Yeni Boyut Yayınları,
İstanbul 2013.
Yiğit, İsmail, “Süleyman b. Abdülmelik”, DİA.
http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016).
http://www.nurettinkarsu.com/?p=376 (erişim tarihi: 03.05.2016).
http://www.nurettinkarsu.com/?p=416 (erişim tarihi: 03.05.2016).
http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuri-ozturk-yazisi-iihttp://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.htmlhttp://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuri-ozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lar-i%C3%A7erde/http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/http://www.nurettinkarsu.com/?p=376http://www.nurettinkarsu.com/?p=416
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
31
Âyetlerin Doğru Anlaşılmasında Bağlamın Önemi
Ali BAKKAL
Giriş
Bir metne yüklenen mânanın anlaşılmasında en önemli unsur lazıfzdır. Çünkü
lafız mânanın kalıbıdır ve anlam bu kalıp içinde tezahür eder. Ancak mânanın tek
göstergesi lafız değildir. Bazen lafzı görür, okur ve onun sözlük anlamını biliriz, fakat
lafız üzerinden kastedilen anlama ulaşmak neredeyse imkânsız olur. Usûlcüler lafzı
konulduğu mâna bakımından hâs, âm, müşterek, müevvel; hâssı da emir, nehiy, mutlak,
mukayyed olmak üzere sekiz kısma; kullanılan mâna ve bu mânadaki açıklığı ve
kapalılığı bakımından hakikat, mecaz, sarih, kinaye olmak üzere dört kısma; kullanılan
mânaya delâletindeki açıklığı ve kapalılığı bakımından zâhir, nass, müfesser, muhkem,
hafî, müşkil, mücmel, müteşabih olmak üzere sekiz kısma; delâlet ettiği mânaya delâlet
şekli bakımından ibâre yoluyla delâlet, işaret yoluyla delâlet, delâlet (illet) yoluyla
delâlet, iktiza yoluyla delâlet olmak üzere dört kısma ayırmışlardır. Bu taksimata göre
her lafızın 24 ihtimali vardır ve doğru anlamın tespit edilebilmesi için bunlardan 5-6
ihtimali doğru tespit etmek gerekir. Bu ihtimallerin birisinde yapılan yanlışlık lafzın
yanlış anlaşılmasına sebebiyet verir ve bu ihtimalleri de tamamen lafız üzerinden tespit
etmek mümkün değildir.
Lafzın anlaşılmasında ikinci önemli unsur bağlamdır. Bağlamı da metinsel,
sosyal ve tarihsel olmak üzere üç kısma ayırabiliriz. Metinsel bağlamın Tefsir Usûlü
içinde karşılığı siyak ve sibaktır. Metinsel bağlamından koparılmış bir lafız, insanın bir
azasını tanımlarken onu diğer azalarla olan irtibatından kopuk olarak tanımlamaya;
sosyal bağlamından koparılmış bir lafız, insanı içinde yaşadığı toplumdan soyutlanmış
olarak tanımlamaya; tarihsel bağlamından koparılmış bir lafız da, belli bir toplumu
tarihsel köklerinden ve bağlarından koparılmış olarak tanımlamaya benzer. Ancak tefsir
ve meallere baktığımızda müfessirlerin ve mütercimlerin bu konuda yeterince titiz
davrandıklarını söyleyemeyiz.
Metinsel bağlam, bir âyetin benzer benzer âyetlerle olan bağlantısını
(sınıflandırıcı bağlam), aynı konuyla ilgili bütün âyetlerin birbirleriyle olan bağlantısını
(konusal bağlam), bir ayetin aynı gaye ve maksatla nazil olan ve fakat farklı konulardan
da bahseden diğer âyetlerle olan ilişkisini (işlevsel bağlam) ve bir âyetin Hz.
Prof. Dr., Akdeniz Üniv. İlahiyat Fak. Temel İslam Bilimleri, İslam Hukuku Bilim Dalı Öğretim Üyesi,
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
32
Peygamber’in gönderiliş sebebi olan temel ilke ve esaslarla olan bağlantısını (varoluşsal
bağlam) içine alır.1 Geniş anlamda siyak-sibakı böyle anlamak gerekir. Söz gelimi
inançla ilgili kapalı anlamı olan bir âyet zayıf gerekçelerle İslâm inançlarının temel
esaslarına aykırı bir şekilde yorumlanamaz. Varoluşsal bağlam böyle bir yoruma
müsaade etmez.
Siyak ve sibaka riayet, Kur’an’a ilişkin birçok problemi çözer. Bunları başlıklar
halinde şöyle inceleyebiliriz:
1. Siyak-sibak zamirin mercii problemini çözer
Arapçada zamirlerin büyük önemi vardır. Eğer zamirin nereye raci olduğu tespit
edilemezse İslâm’da temel inanç esaslarıyla uyuşmayan büyük hatalar yapılabilir.
Birçok yerde zamirin mercii problemi siyak-sibak yoluyla çözülür.
Örnek 1: Kişi işlediği zerre miskal amelin neyini görecek?
ْنَساُن َما لََهۚا ﴾2﴿َواَْخَرَجِت اْْلَْرُض اَْثقَالََهۙا ﴾1﴿ُض ِزْلَزالََهۙا اَِذا ُزْلِزلَِت اْْلَرْ ُث ﴾3﴿َوقَاَل اْْلِ يَْوَمئٍِذ تَُحدِّ
ٍة َخْيًرا فََمْن يَْعَملْ ﴾6﴿يَْوَمئٍِذ يَْصُدُر النَّاُس اَْشتَاتًۙا لِيَُرْوا اَْعَمالَُهْمۜ ﴾5﴿بِاَنَّ َربََّك اَْوٰحى لََهۜا ﴾4﴿اَْخبَاَرَهۙا ِمْثقَاَل َذرَّ
ا يَرَ ﴾7﴿يََرهُۜ ٍة َشر ً ﴾8﴿هُ َوَمْن يَْعَمْل ِمْثقَاَل َذرَّ
1, 2, 3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya
çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman,
4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.
6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük
kabirlerinden çıkacaklardır.
7. Artık kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görecektir.
8. Kim de zerre miktarı kötülük işmişse, onu görür.
Hasan Basri Çantay, 7. âyette yerahû lafzındaki hû=o zamirinin raci olduğu
mânayı parantez içinde (sevabını), 8. âyetteki aynı lafızda geçen zamirin raci olduğu
mânayı da (cezasını) şeklinde açıklamıştır. Bu açıklamayı yaparken de dipnotta
Celâleyn ve Medârik tefsirlerini referans göstermiştir.2 Tefsir ve meallerin çoğunda bu
mânaların esas alındığı görülür. Ancak siyak ve sibaka bakıldığında her iki âyette geçen
hû=o zamirinin merciinin insanların dünyada iken işledikleri ameller olduğu
görülecektir. Zira 6. Âyette açık ve net olarak “amellerinin kendilerine gösterilmesi
için” insanların bölük bölük kabirlerinden çıkacakları ifade edilmiştir.
1 Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997, s. 297. 2 Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Nâşir: Mürşid Çantay, Elif Ofset,
İstanbul 1980, III, 1211.
-
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
33
Üçüncü asır müfessirlerinden Zeccâc (ö.311) bu âyetlerin tefsiri konusunda
şöyle diyor: “Allah (azze ve celle) kulların hayırlı amellerini eksiksiz olarak muhafaza
etmiştir. Herkes işlediği ameli görecek. Sonra Allah kimi affetmeyi isterse, onu
affedecektir.”1
Zilzâl Sûresi kıyametin kopuş halinden bahsetmektedir. Hesap görme, işlenen
amellerin karşılığında mükâfat ve ceza verilmesi daha sonra gerçekleşecek olan
durumlardır. Bu surede Cenâb-ı Allah, henüz hesap görülmeden önce, herkese dünyada
iken işledikleri amelleri tek tek gösterileceğini, ister hayır ister şer olsun zerre miktar bir
amelin zayi olmayacağını hatırlatıyor. Burada konu mükâfat ve ceza bağlamında ele
alınmamaktadır.
7. ayette ifadesini bulan “zerre miktar hayrın” karşılı�