Yaşamsal Hiyerarşinin Organizasyonu Homeostazis ve Temel ......2020/05/01 · Yaşamın...
Transcript of Yaşamsal Hiyerarşinin Organizasyonu Homeostazis ve Temel ......2020/05/01 · Yaşamın...
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
1
Yaşamsal Hiyerarşinin Organizasyonu
Homeostazis ve Temel Vücut Sistemleri
Fizyoloji Nedir ? Yaşamın başlangıcı, gelişimi ve ilerlemesinden sorumlu olan
fiziksel ve kimyasal mekanizmaları açıklama yolları arayan bilimdir. Her yaşam
biçiminin kendine özgü işlevsel özellikleri vardır: Virüsler, bakteriler, insanlar,
bitkiler… Bu nedenle fizyoloji bir çok alt dala ayrılabilir. Temel amacı, canlı
organizmaların ve bölümlerinin işlevlerini anlamaktır.
Fizyoloji nelere cevap aramaktadır ? Yaşayan organizmaları oluşturan yapıların
ve organların işlevleri nelerdir ? Bu işlevlerle vücutta hangi değişiklikler meydana
gelir ? Meydana gelen bu değişiklikler, hangi sistemlerle canlının bütünlüğünü
korur ? Bu işlevler nasıl gerçekleşir ?
İnsan Fizyolojisi: İnsan vücudunun canlılığını sağlayan özgül nitelikleri ve
mekanizmaları açıklamaya çalışır. Vücutta karmaşık kontrol sistemleri bulunur ve
bu sistemler sayesinde hayatta kalırız. Aç insan, yiyecek arar. Korkan insan,
sığınak arar. Üşüyen insan, sıcak bir ortam arar. Algılayan, hisseden ve bilgili
varlıklarız. Bu özel nitelikler sayesinde yaşamın mümkün olamayacağı çok değişik
koşullar altında bile yaşayabiliriz. (Adaptasyon)
Fizyoloji bilimi, vücudun değişik bölümlerinin işlevlerini tüm işleyişi anlayabilecek
şekilde bütünleştirmeye çalışır. Yani aslında vücutta dağınık yerleşmiş birçok
organın karşılıklı etkileşimi ile ilgilenir. Örneğin tatlı yiyen bir insanın kan şekeri
yükselir. Bu durumda kan şekerini düşürmek üzere hangi yapılar birlikte çalışır ve
nasıl çalışır ? İnsan vücudunun canlılığını sağlayan özgül niteliklerin ve
mekanizmaların ortaya çıkartılması hedeflenir. Bu sayede hayatta kalmamızı
sağlayan karmaşık kontrol sistemleri anlaşılır.
Fizyologlar; organizmanın değişik bölümlerinin çalışması ile elde edilen bilgilerin
tüm vücudun işlevleriyle ilişkisini araştırırken, diğer tüm bilim dallarından da
(Histoloji, biyokimya, anatomi vb.) yararlanır.
Vücudun temel canlı birimi hücredir.
Yaşamın hiyerarşik organizasyonu 6 evrede gerçekleşir:
‘Kimyasal evre → Hücreler → Dokular → Organlar → Organ sistemleri →
Organizma’
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
2
Yapısal hiyerarşinin en alt basamağı kimyasal düzeydir. Bu düzeyde atomlar,
daha büyük yapıları (Su, protein vb. moleküller) oluşturmak üzere birleşirler.
Moleküller sırayla özgün şekillerde birleşerek hücrelerin temel bileşenleri olan
organelleri oluştururlar.
Kimyasal düzey → Hücresel düzey (Canlının en küçük yapı birimi, hücredir.) → Doku düzeyi.
(Ortak fonksiyona sahip benzer hücre grupları) [Epitel, kas, bağ ve sinir dokusu]
Epitel doku, vücut yüzeyini ve kavitelerin içerisini döşer. Kaslar, hareketi sağlar.
Bağ dokusu organları destekler ve korur. Sinir dokusu, sinyal iletimiyle vücut
içerisinde hızlı bir iletişim sağlar.
Doku düzeyi → Organ düzeyi = Organ, en az iki doku tipi içeren ve vücutta özgün
bir fonksiyonu olan bir yapıdır. Esasında çoğunlukla dört doku tipini de içerir. Her
organ, başka hiçbir organ tarafından yerine getirilemeyecek vücut için zorunlu
aktiviteleri yerine getiren benzersiz birer merkezdir.
Bir örnekle inceleyecek olursak, mideyi ele alabiliriz. Midenin iç yüzünü döşeyen
epitel dokuda sindirim enzimleri mevcuttur. Midenin duvarında mide içeriğini
karıştıran kas dokusu mevcuttur. Bağ dokusu, kas dokusunu güçlendirir. Mevcut
sinir lifleri, kasların daha güçlü kasılmasını sağlar. Ayrıca yine bu sinir lifleri
sayesinde, daha fazla sindirim enzimi üretilir. Sindirim aktivitesi arttırılmış olur.
1.Kimyasal Düzeyde Organizasyon: Atomlar, elementler ve moleküler düzeyde
gerçekleşir. Atom, bir kimyasal elementin karakteristik özelliğini taşıyan en küçük
parçasıdır. Her element, belirli bir atom çeşidini içerir. Atomlar, çok küçük
yapılardır. Bu cümlenin kapladığı aralıkta milyonlarca atom vardır. Atomların
atom altı parçacıkları vardır. Bunlar; proton, nötron ve elektrondur. Her proton
bir birim artı yük taşırken, her elektron bir birim eksi yük taşır. Nötron, elektriksel
olarak nötrdür. Tek bir atom elektriksel olarak nötrdür. Eğer bir ya da daha fazla
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
3
elektron kazanır ya da kaybederse, iyon haline gelir. Negatif yüklü iyonlara
anyon, pozitif yüklü iyonlara da katyon denir. Mineral elementlerin iyonik
formları suda çözündüklerinde elektriği iletebilirler. Bu nedenle elektrolitler
olarak isimlendirilirler. Örneğin; Tuz (NaCl) bileşiği suda çözündüğünde (+) yüklü
Na+ iyonu yani katyonu ile (–) yüklü Cl– iyonu yani anyonu oluşur. Na+ ve Cl–
iyonlarının tuzlu sudaki hareketi ile elektrik akımı iletilebilir. Aynı tür atomlardan
meydana gelen saf maddelere element denir.
Vücut kimyasal olarak incelendiğinde kütlenin % 99’u O2, C, H, N2, Ca ve P olmak
üzere altı elementten meydana gelir. (Oksijen %65, karbon %18, hidrojen %10, nitrojen
%3, kalsiyum %1,4 ve fosfor %1,1)
%96,3=Oksijen, karbon, hidrojen ve azot.
%3,7=Kalsiyum, fosfor, potasyum, kükürt, sodyum, klor, magnezyum.
Hücre içinde en çok bulunan elementler; potasyum, magnezyum, fosfor,
kalsiyum; hücre dışında en çok bulunan elementler ise sodyum ve klordur.
Vücuttaki kalsiyum ve fosfor atomlarının çoğu kemik dokunun katı bölümünü
oluşturur.
İz (Eser) elementler (Yaşamsal fonksiyonlar için gerekli olan elementler) ise
vücuttaki toplam atomların %0.01’inden daha azıdır: Bor, demir, iyot, bakır,
çinko, manganez, kobalt, krom, selenyum, silisyum, molibden, flor, kalay, silikon,
vanadyum, kurşun. İz elementler çok küçük miktarlarda da bulunsa, normal
büyüme ve işlevler için vazgeçilmezdir. Örneğin oksijenin kanda taşınması için
demir gerekir. İnsan tiroit bezinin normal işlevi için iyot çok önemlidir. Günlük
0.15 mg alınmalıdır. Yetersiz olursa tiroit bezi aşırı derecede büyür. (Guatr)
Doğal olarak bulunan bazı elementler, organizmalar için toksiktir. Örneğin
arsenik insanlarda çeşitli hastalıklara ve ölüme yol açar.
Canlıların Temel Bileşenleri
İnorganik bileşikler: Su, asit, baz, tuz, mineraller. Karbon, hidrojen ve oksijenin
üçünü birden bulundurmazlar. Vücutta üretilmezler. Dışardan hazır olarak
alınırlar. Vücutta yapıcı, onarıcı ve düzenleyici olarak görev alırlar. Organizmada
enerji kaynağı olarak kullanılmazlar.
Organik bileşikler: Karbonhidratlar, yağlar, proteinler, vitaminler, enzimler,
hormonlar, nükleik asitler, ATP. Yapısında karbon, hidrojen ve oksijenin üçünü
birden bulundururlar. Vücutta üretilebilirler.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
4
Görevlerine Göre Canlıların Temel Bileşenleri
Enerji verici olanlar= Karbonhidratlar, yağlar, proteinler. (Kullanım sırasına göre
yazılmıştır.) Enerji verimi açısından çoktan aza doğru: Yağlar > Proteinler >
Karbonhidratlar.
Yapıcı-onarıcı olanlar= Proteinler, yağlar, karbonhidratlar, vitaminler, nükleik
asitler. (Yapı maddesi olarak kullanım sırasına göre yazılmıştır.)
Düzenleyici olanlar= Mineraller, proteinler, vitaminler.
Organik Bileşenler
Karbonhidratlar: Yakıt ve enerji depolarıdır. (Şeker ve nişasta)
Yağlar: Yapılarında yakıt depolarlar. Hücre zarının yapısına katılırlar. Hormonların
yapısına girerler.
Proteinler: Aminoasitlerden oluşurlar. Hücre ve dokuların önemli parçalarıdır.
Kimyasal reaksiyonları enzim ve katalizör olarak düzenlerler.
Nükleik Asitler: DNA ve RNA. DNA, genetik bilgiyi depolar, organizmanın şifresini
taşır. RNA, protein oluşturmak üzere aminoasitlerin biraraya getirilmesi için
DNA’daki şifrenin çözülmesinde rol oynar. Her hücre kalıtım bilgisi olarak DNA’yı
kullanır. Ökaryotik hücrelerin çoğunda en büyük organel çekirdektir. Çekirdek,
hücrenin DNA’sını içerir. DNA formundaki, kalıtımla geçirilen bilgi, yaşamın
sürekliliğini sağlar. Hücrelerin yeni hücreler oluşturmak üzere bölünmesi, çok
hücreli organizmalarda üreme, büyüme ve onarım işlemleri için temeldir.
Kromozomlar, hücrelerin kalıtım maddesini oluşturan DNA’nın yaklaşık hepsini
içerir. DNA, ebeveynlerden yavrulara bilgi aktaran kalıtım birimlerini oluşturan
genlerin maddesidir. Örneğin kan gruplarımızı ebeveynlerimizden kalıtımla
aldığımız belirli genler belirler. Her bir kromozom, çok uzun bir DNA molekülü
içerir. Bu uzun DNA molekülü boyunca yüzlerce ya da binlerce gen yer alır. Bu
genler, başta proteinler olmak üzere hücredeki diğer moleküllerin oluşturulması
için gerekli bilgiyi kodlar. Yapısal rollerin dışında, proteinler, hücrenin iş
yapmasından da sorumludur. Dolayısıyla bir hücrenin kimliğini oluştururlar.
Bir hücre, bölünme hazırlığı yapmaya başlayınca, kromozomların DNA’sı kendini
çoğaltır. Oluşan iki yavru hücrenin her biri, kalıtımla, ebeveyn hücreninkinin bir
eşi olan bir gen setini alır. Her birimiz hayata tek bir hücre olarak başlarız. Bu
hücrenin içerisinde ebeveynlerimizden aldığımız DNA depolanmıştır. Her hücre
bölünmesi sırasında, DNA’nın kendini eşlemesi, DNA’nın kopyalarının
trilyonlarca hücreye geçmesini sağlar. DNA, organizmanın gelişimini ve bakımını,
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
5
dolaylı olarak ise, organizmanın yaptığı her şeyi denetler. Merkezi bir veritabanı
olarak iş görür.
DNA’nın bilgi depolama yeteneği, moleküler yapısına dayanır. Her bir DNA
molekülü, çift sarmal şeklinde düzenlenmiş, iki uzun zincirden yapılmıştır. Bu
zincir, iplikler olarak isimlendirilir. Zincirin her biri, nükleotid olarak isimlendirilen
dört çeşit kimyasal yapı taşından oluşmuştur. Nükleotidler A,T, C ve G olarak
kısaltılır. Bunları kalıtımın dört harften oluşan alfabesi olarak düşünebiliriz. Bu
dört nükleotid harfi, ardışık olarak düzenlenerek; genlerdeki bilgiyi kodlar. Bu
bilgi, yüzlerce veya binlerce nükleotid uzunluğunda olabilir.
DNA, proteinlerin üretilmesi için tasarlanmış bir baskı sağlar. Proteinler hücrenin
yapımı, bakımı ve faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde başlıca oyuncudur.
Örneğin bir bakteri geninde taşınan bilgi, bakterinin hücre zarındaki belirli bir
proteine özgüdür. Buna karşın, bir insan genindeki bilgi, büyümeyi teşvik eden
bir proteine özgü olabilir. Diğer insan proteinleri, kasılmayı sağlayan bir kas
hücresindeki proteini ve antikorlar olarak isimlendirilen savunma proteinlerini
içerir. Özel kimyasal reaksiyonları katalize eden (Hızlandıran) enzimler de
genellikle proteindir. Bu enzimler, bütün hücreler için yaşamsal önem taşırlar.
Genlerdeki DNA, protein üretimini dolaylı olarak denetler. Bunu, bir aracı olarak
iş gören ve RNA olarak isimlendirilen bir çeşit molekülü kullanarak yapar. Bir
gendeki nükleotid dizisi transkripsiyonla RNA’ya geçirildikten sonra,
translasyonla özel bir protein oluşturulur. Bu proteinin şekil ve işlevi özgündür.
Bir gendeki bilginin hücrede belirli bir ürünün oluşmasını yönettiği bu sürecin
tamamı, gen ifadesi (Gen ekspresyonu) olarak isimlendirilir. Genlerin
proteinlere translasyonla geçirilmesinde, bütün yaşam formları esasen aynı
genetik kodu kullanırlar. Bir organizmadaki belirli bir nükleotid dizisi, diğer
organizmada da aynı şeyi ifade eder. Organizmalar arasındaki farklılık, genetik
kodlar arasındaki farklılıktan çok, nükleotid dizileri arasındaki farklılığı yansıtır.
Hücredeki bütün DNA molekülleri translasyonla protein oluşturmaz; bazı RNA’lar
diğer önemli işlevleri gerçekleştirir. Bazı RNA çeşitleri, proteinleri oluşturan
hücresel makinenin bir parçasıdır. Hücrede diğer rolleri oynayan RNA sınıfları
keşfedilmiştir. Bu RNA’lar protein kodlayan genlerin işlevlerini düzenlerler. Bütün
bu RNA’ların özgünlüğü, genler tarafından belirlenir. RNA’ların transkripsiyon
süreçleri de gen ifadesi olarak isimlendirilir. Protein ve RNA yapımının bilgisini
taşıyan ve her bir hücre bölünmesinde kendini eşleyen DNA, kalıtsal bilginin
kuşaktan kuşağa güvenli bir şekilde aktarılmasını sağlar.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
6
Bir organizmanın kalıtımla geçirdiği genetik bilgilerin oluşturduğu bütün
kütüphane ‘genom’ olarak adlandırılır. Tipik bir insan hücresinde aynı
kromozomdan iki set bulunur. Setlerin her biri yaklaşık 3 milyar nükleotid çifti
içerir. Bu genetik kütüphanede yaklaşık 75.000 tip protein kodlayan, protein
kodlamayan ve sayısı henüz bilinmeyen RNA molekülünü kodlayan genler
bulunmaktadır.
2.Doku Düzeyinde Organizasyon
Epitel Doku: Örtü ve bez epiteli olmak üzere ikiye ayrılır. Örtü epiteli, vücudun
dış yüzeyini sarar ve koruma sağlar. Vücut bütün olarak deri ile sarılmıştır. Bu
sistem sayesinde iç organlar kurumaz, yabancı mikroorganizmalardan korunur,
ısının ve güneş ışığının direk zararlı etkisine maruz kalmaz ve kimyasallardan izole
olmuş olur. Boşluklu organların iç yüzeyini örten örtü epiteli ise koruma, emilim
(Örn.Barsak mukozasından besinlerin emilmesi) ve taşımadan sorumludur.
Bazı epitel doku hücreleri ağızda ve dilde tat, gözde görme, kulakta işitme, deride
basınç, burunda koku duyularını almak üzere özelleşmişlerdir.
Bez epiteli ise salgı yapar. Bezler ekzokrin ve endokrin bezler olmak üzere ikiye
ayrılır. Endokrin bezlerin boşaltıcı kanalları yoktur. Salgılarını doğrudan kana
verirler ve bu salgılar kan yoluyla doğrudan hedef hücreye taşınırlar. Ekzokrin
bezler, örtü epiteli bağlantılıdır. Salgılarını boşaltıcı kanallar aracılığıyla dış
ortama ya da iç epitel yüzeyine salgılarlar.
Bağ Doku: Vücudun doku ve organlarını korur, destekler, onları bağlayarak
birarada tutar. Bağ dokusu farklı tipler içerir ve fonksiyonlar görür; gerçek bağ
dokusu, yağ (adipoz) dokusu, kıkırdak dokusu, kemik dokusu, kan, lenf ve kan
hücreleri dokusu… Gerçek bağ dokusu liflerden oluşmuştur. Üç tipi mevcuttur:
Vücut yapılarına sağlamlık veren proteinden oluşmuş kollajen doku lifleri, birçok
doku ve organı destekleyen ağı oluşturan retiküler doku isimli ince lifler,
esnemesi gereken organların destek dokusunu oluşturan elastik doku… Epitel
hücreleri en az bir yüzüyle bağ dokusu ile temastadır. Bağ dokusu, kan
damarlarından zengindir. Bu yönüyle epitel ve kas dokusundaki hücrelerin
beslenmesine aracılık eder. Kan damarları kemik ve sinir dokusuna da etrafları
bağ doku ile sarılı olarak girer. Bağ dokusu hücrelerin arasını doldurarak
dokuların şekillenmesini, dokuların arasını doldurarak organların
şekillenmesini, organları birbirine bağlamak suretiyle de sistemlerin
organizasyonunu sağlar. Kıkırdak dokusu, yumuşak dokulardan oluşmuş
organların desteklenmesini sağlar. (Burun, gırtlak, kulak kepçesi vb.) Kıkırdak ve
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
7
kemik dokusunun yüzeyi düzgün ve basınca dayanıklıdır. Vücuttaki en sert
yapılar kemiklerdir. Kemik dokusunun koruma, destekleme, hareket, içerdiği
kemik iliği ile kan hücrelerinin yapımı ve metabolizmaya yardımcı olma
fonksiyonları vardır. Ayrıca vücutta kalsiyum ve fosforu depolar, bu iyonların
vücut sıvılarındaki yoğunluğunu ayarlar.
Kemik dokusunda hücreler arası madde matriks adını alır.
4 tip hücre mevcuttur: Kemik yapan osteoblastik hücreler (Kollajen lifleri ve glikoz
aminoglikanları salgılar.), madde taşınmasında görev alan osteositler, kemik
yıkımından sorumlu osteoklastlar, mitozla çoğalarak osteoblastlara farklılaşan
osteoprogenitör hücreler…
Kan, plazma adı verilen açık sarı renkte sıvı bir ortam ve bu ortamda bulunan
hücrelerden oluşur. Damar sisteminin içerisini doldurur. Kalbin pompalamasıyla
tüm vücudu dolaşır. Kanın sürekli dolaşımı sayesinde hücrelerin madde alışverişi,
beslenmesi, tamiri, ısının vücudun her tarafına dağıtılması ve hormonların
dağılımı sağlanır.
Lenfatik sistem, sıvıların hücreler arası alanlardan kana dönüşü için yardımcı bir
yoldur. Doğrudan kana ulaştırılamayan protein ve büyük moleküllü maddeler
lenf aracılığıyla dokular arasından uzaklaştırılır.
Kas Dokusu: Kas dokusu, kasılma için özelleşmiştir. Üç tip kas dokusu vardır:
İskelet kası, düz kas, kalp kası… İskelet kas hücreleri uzun ve incedir. Bunlar kas
lifi (Miyofibriller) olarak da isimlendirilir. İskelet kası iyi gelişmiş enine çizgiler
içerdiğinden, çizgili kaslar olarak da isimlendirilir. İskelet kası lifleri arasında
fonksiyonel bağlantılar yoktur, istemli olarak kasılır. Düz kaslar, enine çizgiler
içermez. Birçok iç organ duvarında bulunan düz kaslar, fonksiyonel olarak
sinsityum oluşturur. Bunlar, istem dışı aktivite gösterir. Aktiviteleri otonom
sinirlerle düzenlenir. Kalp kası, iskelet kası gibi çizgilidir. Ancak kalp kası
fonksiyonel olarak bir sinsityum oluşturur ve aktivitesi otonom sinirlerle
düzenlenir.
Sinir Dokusu: Sinir dokusu, uyarıları ileten nöron (Sinir hücresi) ve nöronlara
destek görevi gören nöroglialardan oluşur. Nöronlar çeşitli büyüklük ve
biçimlerde olabilir.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
8
Genellikle üç bölgeye sahiptir:
Hücre gövdesi, dendritler,
akson…
Hücre gövdesi çekirdek içerir.
Makromoleküllerin üretildiği
merkez görevi görür. Dendritler
çok sayıda ince ve kısa uzantılardır. Elektriksel uyarılar için alıcı bölge (Reseptör)
görevi görürler. Aksonlar, uyarıyı hücre gövdesinden uzaklaştırırlar. Kas ve bez
gibi effektör dokularda sonlanırlar.
Nöroglial hücreler iletide rol oynamazlar. Nöronların dış ortamını düzenlerler.
Nöroglial hücrelerin sayısı, nöronların yaklaşık 10 katı kadardır. Sınırlı mitoz
kabiliyetleri vardır.
3.Hücre Düzeyinde Organizasyon
Vücudun temel canlı birimleridir. Her bir hücre tipi bir veya birkaç özel işlevi
gerçekleştirmek üzere uzmanlaşmıştır. Örneğin kırmızı kan hücreleri, oksijeni
akciğerlerden dokulara taşır. Bunlar, vücutta en fazla bulunan hücrelerdir.
Vücuttaki toplam 100 trilyon hücreden, 25 trilyonu kırmızı kan hücresidir.
Tüm hücreler birbirine benzeyen belli temel özelliklere sahiptir. Örneğin;
oksijen tüm hücrelerde hücre işlevlerinin gerektirdiği enerjiyi sağlamak için
karbonhidrat, yağ ya da proteinlerle tepkimeye girer. Yani diğer bir deyişle;
besinleri enerjiye dönüştüren genel mekanizmalar, tüm hücrelerde temel olarak
aynıdır.
Tüm hücreler, kimyasal reaksiyonların son ürünlerini kendilerini çevreleyen
sıvıya verirler.
Hemen hemen tüm hücreler, kendilerine benzer hücreler üreterek çoğalabilir.
Belli bir tip hücre hasarlandığında, geriye kalan bu tipteki hücreler gereksinim
karşılanıncaya kadar çoğalırlar.
Bütün yaşayan organizmalar, sınırlarını muhafaza eder. Bu sayede iç ortamını,
kendini saran dış ortamından ayrı tutar. Bu nedenle vücudumuzdaki bütün
hücreler, seçici-geçirgen bir zarla çevrilidir.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
9
Vücuttaki Sıvılar
Erişkin insan vücudunun %60’ı sıvıdır. Bu sıvının üçte ikisi hücre içinde, üçte biri
hücre dışındadır. Hücre içi sıvı ‘intrasellüler sıvı’, hücre dışı sıvı da ‘ekstrasellüler
sıvı’ olarak isimlendirilir. Ekstrasellüler sıvı tüm vücutta sürekli hareket
halindedir. Dolaşımdaki kanla hızla taşınır, daha sonra kan ve doku sıvıları
kapiller damar duvarından difüzyon yoluyla birbirine karışır.
Hücre dışı sıvı içindeki iyon ve besinler, hücrelerin canlılıklarını sürdürmeleri
için gereklidir: Aslında tüm hücreler aynı ortamda, hücre dışı sıvıda yaşarlar. Bu
nedenle hücredışı sıvı, vücudun iç
ortamı olarak isimlendirilmiştir.
Hücreler iç ortamda uygun
konsantrasyonlarda oksijen, glikoz,
farklı iyonlar, amino asitler, yağlar ve
diğer yapı taşları bulunduğu sürece
yaşayabilirler. Özel işlevlerini
yapabilirler.
İntrasellüler ve Ekstrasellüler Sıvının
Farkları
Hücre dışı sıvı sodyum, klor,
bikarbonat, iyonlarıyla birlikte;
hücreler için gerekli oksijen, glikoz, yağ asitleri ve aminoasitler gibi besinleri
içerir. Ayrıca hücrelerden atılmak üzere akciğerlere taşınan karbondioksit ile
böbrekler yoluyla atılacak
hücresel atıklar da hücre dışı
sıvının içindedir. Hücre içi sıvıda
çok miktarda potasyum,
magnezyum ve fosfat iyonları
bulunur. Hücre zarlarından
iyonların geçişini düzenleyen
özel mekanizmalar, hücre içi ve
hücre dışı sıvılar arasındaki
konsantrasyon farklılıklarını
korur.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
10
Homeostaz
Homeostaz, yaklaşık olarak sabit bir çevrenin sürdürülmesidir. Vücuttaki tüm
organ ve dokular, sabit koşulları korumaya yardım etmek üzere bazı görevler
üstlenmişlerdir. Normal vücut fonksiyonları, hep beraber homeostaz ve sağlıklı
olmaya katkıda bulunan hücre, doku, organlar ile çok sayıda sinirsel, hormonal
ve yerel kontrol sistemlerinin birlikte etkilerine gereksinim duyar.
Homeostazın bozulma durumuna hastalık denir. Ancak hastalık varlığında bile
homeostatik mekanizmalar çeşitli kompansasyonlar yoluyla yaşamsal işlevlerin
sürdürülmesi için çalışmaya devam ederler. Patofizyoloji bilim dalı, hastalık ve
yaralanma durumlarında çeşitli fizyolojik süreçlerin nasıl etkilendiklerini
açıklamaya çalışır.
Örnekler:
1. Kan hidrojen iyon konsantrasyonundaki değişiklikler litrede 5 nanomolden
daha azdır. (0,000000005 mol/litre)
2. Kan sodyum konsantrasyonu da çok sıkı düzenlenir. Sodyum alımı çok artsa
bile, sodyum konsantrasyonu sadece birkaç mmol/litre değişir. Ancak bu
değişim elbette hidrojen iyon konsantrasyonu değişikliklerinin 1 milyon
katından bile fazladır.
3. Böbreklerin tuz ve su atımını bozan bir hastalık → Yüksek kan basıncına neden
olur. → Yüksek kan basıncı sonucunda atım normale döner. → Alım ve
böbrekten atım dengesi korunmuş olur. = Uzun süren yüksek kan basıncı →
Organ hasarına neden olur. → Kan basıncı daha da yükselir. → Hasar daha da
artar. (Homeostatik kompansasyonlar, yaşamsal işlevlerin sürdürülmesi için
gerekli olan değiş-tokuşu temsil edebilir. Ancak uzun dönemde ilave
anormalliklere katkıda bulunur.)
Hücre Dışı Sıvının Dolaşımı
İki aşamada dolaşır: Birinci aşamada kan, vücutta damarlar içinde hareket eder.
İkinci aşamada, sıvı kapiller damarlar ile doku hücreleri arasında bulunan
hücrelerarası alanda dolaşır.
Dolaşım yollarındaki bütün kan, dinlenme durumundaki bir insanda tüm dolaşım
döngüsünü 1 dakikada tamamlar. Aşırı aktif bir insanda bu süre altı kez olabilecek
kadar kısalır.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
11
Kan kapiller damarlardan geçerken, kanın plazma bölümüyle interstisyel sıvı
arasında sürekli bir alışveriş gerçekleşir. Kapiller damar çeperleri oldukça
geçirgendir. (Büyük protein molekülleri için hariç) Çok miktarda sıvı ve içinde
erimiş bileşenler, kanla doku aralığı arasında iki yöne doğru difüze olabilir.
Difüzyonu, moleküllerin kinetik enerjileri sağlar. Kapiller damar çeperleri
geçirgen olduğundan, maddeler kapiller porlardan da (Delikler) geçerler.
Hücreler, kapiller damarlara oldukça yakındır (Yaklaşık 50 mikrometre) Böylece
bütün maddeler hücreye birkaç saniye içinde difüze olur. Böylece vücudun her
yerindeki hücre dışı sıvı sürekli olarak karışır. Tüm vücutta homojen bir
bileşimde tutulur.
Hücre dışı sıvı = Plazma + Hücreler arası sıvı
Hücre Dışı Sıvıdaki Besinlerin Kaynağı
Solunum Sistemi: Kan her defasında akciğerlerden geçer. Alveollerden geçerken
oksijeni bağlar ve hücrelere taşır. Hücrelerin gereksinim duyduğu oksijen
karşılanmış olur. Alveol ile pulmoner kapiller damar arasındaki alveol zarının
kalınlığı sadece 0.4-2 mikrometredir. Bu sayede oksijen moleküler hareketlerle
bu zardan kana hızla difüze olur.
Gastrointestinal Sistem: Kalbin pompaladığı kanın büyük bölümü sindirim sistemi
organlarının çeperlerinden de geçer. Bu sayede çözünmüş çeşitli besin
maddeleri ağızdan alınan yiyeceklerden kanın hücre dışı sıvısına emilirler.
Karaciğer ve Metabolik İşlev Üstlenen Diğer Organlar: Sindirim sisteminin emdiği
maddelerin hepsi, hücrelerce kullanılabilir durumda olmayabilir. Karaciğer bu
maddelerin kimyasal bileşimlerini değiştirir ve daha iyi kullanılabilir hale
getirir. Ayrıca vücutta üretilen bazı atık ürünleri ve zehirli maddeleri ortadan
kaldırır. Vücuttaki diğer dokular (Yağ hücreleri, sindirim sistemi mukozası,
böbrekler, endokrin bezler) emilen besinlerde değişiklik yapar, onların
gerektiği zaman kullanılması için depo edilmesine yardımcı olur.
İskelet ve Kas Sistemi: Kaslarımız olmasaydı, ihtiyaç duyduğumuz besinlere
ulaşabilmek üzere hareket edemezdik. Ayrıca olumsuz çevre koşullarından da
uzaklaşamaz, korunamazdık. Tüm vücut tahrip olabilirdi.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
12
Metabolizma Atıklarının Uzaklaştırılması
Karbondioksidin akciğerler tarafından atılması: Metabolizma sonucu oluşan tüm
son ürünler arasında en fazla miktarda oluşan karbondioksittir. Karbondioksit,
kanın akciğerlerden oksijeni taşımasıyla eşzamanlı olarak kandan alveol havasına
geçer.
Böbrekler: Kan böbreklerden geçerken, hücrelere gerekli olmayan karbondioksit
dışındaki maddelerin çoğu plazmadan uzaklaştırılır. Bu maddeler arasında üre ve
ürik asit gibi hücre metabolizmasının farklı son ürünleri, ayrıca beslenme
sırasında alınan, hücre dışı sıvıda birikebilecek fazla su ve iyonlar da bulunur.
Böbrekler işlevlerini önce çok miktarda plazmayı glomerüllerden tübüllere
süzerek, daha sonra da vücut için gerekli olan glikoz, aminoasitler, yeterli
miktarda su ve iyonların büyük bölümünü geri emerek gerçekleştirirler.
Vücudun gereksinim duymadığı maddelerin çoğu, özellikle üre gibi metabolik
atıklar çok az emilirler ve böbrek tübüllerinden idrara geçerler.
Gastrointestinal sistem: GİS’e giren sindirilmemiş maddeler ve bazı metabolizma
atıkları feçes ile vücuttan uzaklaştırırlar.
Karaciğer: Karaciğer sayesinde vücuda alınan birçok ilaç ve kimyasal madde
zehirsizleştirilir, vücuttan uzaklaştırılır. Karaciğer bu atıkların çoğunu, sonunda
feçes yoluyla vücuttan atılmak üzere safraya salgılar.
Vücut İşlevlerinin Düzenlenmesi
Sinir Sistemi: Üç temel bölümden oluşmaktadır; duysal girdi bölümü, merkezi
sinir sistemi ve motor çıktı bölümü… Duysal reseptörler, vücudun ya da dış
ortamın durumunu saptar. Merkezi sinir sistemi, beyin ve omurilikten
oluşmuştur. Beyin bilgiyi saklar, düşünceler üretir, istekleri yaratır ve duyulara
yanıt olarak vücudun vereceği tepkiyi belirler. Daha sonra motor çıktı
bölümünden uygun sinyaller iletilir ve işin yapılması sağlanır. Sinir sisteminin
önemli bir bölümü otonom sinir sistemi olarak isimlendirilir. Bu sistem bilinçaltı
düzeyde çalışır. İç organların işlevlerini denetler.
Hormon Sistemleri: Vücutta 8 ana endokrin bez bulunur. Bunlar, hormon diye
adlandırılan kimyasal maddeler sentezler. Hormonlar, hücre dışı sıvı içinde tüm
vücuda dağılır ve hücresel işlevlerin düzenlenmesine yardımcı olur. Örneğin
tiroid hormonu, bütün hücrelerde kimyasal reaksiyonların çoğunun hızını arttırır
ve vücut aktivitesinin temposunun oluşmasına yardım eder.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
13
Sinir sistemi temel olarak vücuttaki kas ve salgı aktivitesini denetlerken,
hormonal sistem temel olarak metabolik işlevleri denetler. Bu iki sistem
birlikte, tüm organ sistemlerini kontrol etmek üzere koordineli bir şekilde
çalışırlar.
Vücudun Korunması
Bağışıklık Sistemi: Bakteriler, virüsler, mantarlar ve parazitler gibi patojenlerden
vücudu koruyan beyaz kan hücreleri=lökositler=akyuvarlar, beyaz kan
hücrelerinden türemiş doku hücreleri, timus, lenf düğümleri ve lenf
damarlarından oluşur. Kendi hücrelerini, yabancı hücrelerden ve maddelerden
ayırt eder. İstilacıyı yok eder (Fagositoz yoluyla ya da duyarlı lenfositler üreterek)
veya yok eden ya da etkisiz kılan özel proteinler üretir. (Antikorlar)
Deri ve Ekleri: Saçlar, tırnaklar, salgı bezleri ve diğer yapılar… Vücudun daha
derindeki dokularını ve organlarını örter. Darbelerin hızını keser ve korur.
Vücudun iç çevresi ile dış Dünya arasında bir bariyer oluşturur. Aynı zamanda ısıyı
düzenler, atık maddelerin uzaklaştırılması için önemlidir, vücut ve dış çevre
arasında duysal bir arayüz sağlar. Deri vücut ağırlığının yaklaşık %12-15’ini
oluşturur.
Üreme
Kimi zaman homeostatik bir işlev olarak değerlendirilmez. Ölen bireylerin yerini
alacak yeni bireylerin oluşumunu sağlayarak homeostazın sürdürülmesine
yardım eder.
Hücre dışı Sıvıda Oksijen ve Karbondioksit Derişimlerinin Düzenlenmesi
Hemoglobinin Oksijen Tamponlayıcı İşlevi: Oksijen, hücredeki kimyasal
reaksiyonlar için gereken en önemli maddedir. Vücudun hücre dışı sıvının
oksijen konsantrasyonunu kesin ve sabit sınırlar içinde tutan özel bir kontrol
mekanizması mevcuttur. Kan akciğerlerden geçerken hemoglobin oksijene
bağlanır. Kan, doku kapiller damarlarından geçerken eğer bu bölgede zaten
yüksek düzeyde oksijen varsa hemoglobin oksijene yüksek afinite gösterir.
Oksijeni serbest bırakmaz. Doku sıvısındaki oksijen düzeyi düşükse, uygun
derişimi sağlamak üzere yeterince oksijen serbest bırakılır.
Karbondioksit: Hücrelerdeki oksidatif reaksiyonların temel son ürünüdür. Eğer
karbondioksitin tümü doku sıvılarında birikseydi, hücrelerin enerji veren
reaksiyonlarının tümü kısa bir süre sonra dururdu. Kan karbondioksit
konsantrasyonun artışı solunum merkezini uyarır, bireyin derin ve hızlı solunum
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
14
yapmasına neden olur. Böylece karbondioksitin solunumla atılması artar, kan ve
doku sıvılarından uzaklaştırılması sağlanır. Bu olay, konsantrasyon normale
dönünceye kadar devam eder.
Arteriyel Kan Basıncının Düzenlenmesi
Arter kan basıncının düzenlenmesine birkaç sistem katılır. Bunlardan biri de
baroreseptör sistemidir. Bu, hızla çalışan bir kontrol sisteminin basit ve
mükemmel bir örneğidir. Boyundaki karotis arterin çatallanma bölgesinde ve
aort arkının duvarlarında bulunan çok sayıda sinir reseptörüne baroreseptörler
denir. Bunlar arter duvarının gerilmesiyle uyarılır.
Arter basıncında artış → Baroreseptörler beyindeki medullaya yoğun bir dizi
uyaran gönderir. → Bu bölgeye gelen uyarılar vazomotor merkezi baskılar. →
Vazomotor merkezden sempatik sinirler aracılığıyla kalbe ve kan damarlarına
giden uyarıların sayısı azalır. → Kalbin pompa olarak çalışması azalır. → Kan
damarları gevşer. → Damarlardan kan akışı kolaylaşır. → Arteryel kan basıncı
normale döner.
Arter basıncında normal değerlerin altına düşüş → Gerim reseptörlerinin
gevşemesi → Vazomotor merkezin normalden daha aktif hale gelmesi →
Kalbin pompaladığı kan miktarında artış ve damarların daralması → Kan basıncı
normal değerine yükselir.
Hücre Dışı Sıvının Önemli Bileşenleri
Her bir değer için normal sınırlar, dar bir aralıkta bulunur. Bu aralıkların dışındaki
değerler genellikle bir hastalığa, yaralanmaya veya çevresel etkenlere bağlıdır.
Bu değerlerin aşılması, ölüme yol açabilir.
Örn; vücut sıcaklığının normale göre 7 santigrat derece artışı hücreleri
haraplayacak hücresel metabolizma artışına neden olur.
Vücudun asit-baz dengesi de dar bir aralıkta tutulur. Normal ph 7.4’tür. Her iki
yöne doğru yalnızca 0.5 kadar değişmesi öldürücüdür.
Potasyum iyonu; Derişimi normalin üçte birinin altına inerse sinirlerin uyaran
taşıma yetenekleri bozulur. Kişi felç olabilir. Derişimi normalin iki ya da üç katına
çıkarsa, kalp kası ciddi bir biçimde baskılanır.
Kalsiyum iyonu; Derişimi normalin yarısına düşerse tüm vücutta periferik sinirler
kendiliğinden uyarı oluşturur. Tetanik kas kasılmaları meydana gelir.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
15
Glikoz derişimi; Normalin yarısına düşerse kişide sıklıkla aşırı zihinsel
uyarılabilirlik ve hatta konvülsiyonlar meydana gelebilir.
Kontrol Sistemlerinin Özellikleri
Bir şehirde trafik akışının nasıl kontrol altında tutulması gerekiyorsa, bu durum
şehrin düzenli işleyişini sağlayacaksa; canlı sistemlerin çalışması için de bir
kontrol mekanizması gerekir. Örneğin egzersiz sırasında kaslarımız çok fazla
şeker molekülü tüketir. Bu şeker moleküllerinden elde ettiği enerjiye ihtiyaç
duyar. Fakat kişi dinlendiğinde ise, ihtiyaç fazlası şeker depo moleküllerine
dönüşür. Bu şeker moleküllerinin parçalanmasını ya da depolanmasını
hızlandıran maddeler enzimlerdir. Yani enzimler, her biri özel bir reaksiyonu
olmak üzere kimyasal reaksiyonları katalizlerler. Kimyasal reaksiyonların her bir
basamağının kendine özgü enzimi vardır.
Çoğu kontrol sistemi, negatif geribildirim niteliğindedir. Negatif geribildirimde,
bir sürecin son ürünlerinden birinin birikmesi o süreci yavaşlatır. Örneğin
hücrede şekerin parçalanması, enerji üretimini sağlar. Bu enerji (ATP) fazla
üretilirse, üretimini sağlayan enzimin engellenmesi gerekir. Buna geri besleme
ismi verilir.
Karbondioksit derişiminin düzenlenmesi: Hücre dışı sıvıda karbondioksit
derişimi artınca, ventilasyon da arttı. Ventilasyon artışı karbondioksit derişimini
azalttı. Karbondioksit derişiminin artışı, derişimin normale doğru azalmasına
neden olan bir mekanizmayı çalıştırdı.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
16
Arter basıncının düzenlenmesi: Kan basıncının artışı, kan basıncını azaltıcı bir dizi
tepkiyi harekete geçirdi. Basıncın düşüşü, basıncı arttıran mekanizmaları devreye
soktu. Yani her iki durumda da yanıt, başlatan etkene zıt yöndedir.
Pozitif geribildirim, bazen kısır döngüye ve ölüme yol açabilir. Negatif
geribildirim kadar yaygın olmasa da, pozitif geri bildirim mekanizmasıyla
düzenlenen çok sayıda biyolojik süreç de vardır. Pozitif geribildirimde, son ürün
kendi üretim hızını arttırır. Örneklerle bakacak olursak;
Kalp normalde dakikada 5 litre kan pompalar. Eğer aniden 2 litre kan
kaybedilirse, vücutta kalan kan miktarı kalbin etkin bir pompa olarak çalışmasına
yetmez. Arteryel kan basıncı düşer, koroner damarlarla kalbe ulaşan kan miktarı
azalır. Bu durumda kalp kası zayıflar, pompa etkinliği daha da azalır. Koroner
damarlara ulaşan kan daha da azalır. Kalp gücünü daha çok kaybeder, bu sürecin
kendini tekrar tekrar yenilemesi ölüme neden olur. Olayı başlatan uyarı,
kendisinin güçlenmesine neden olmaktadır. Pozitif geribildirim bir kısır döngü
olarak düşünülebilir.
Eğer çok güçlü olmazsa, vücudun negatif geribildirim kontrol mekanizmaları
tarafından baskılanabilir. Örn. Kan kaybı 2 litre değil de 1 litre olsa, kalp debisini
ve arter basıncını kontrol eden normal negatif geribildirim mekanizmaları pozitif
geribildirim mekanizmalarına üstün gelir. Durum iyileşir.
Pozitif geribildirim bazen yararlı da olabilir.
Kanın pıhtılaşması: Bir kan damarı yırtıldı. Öncelikle trombositler bölgede
kümelenmeye başlar. Trombositlerin salgıladığı kimyasallar, daha fazla trombosit
çeker. Ardından pıhtılaşma faktörleri diye isimlendirilen çok sayıda enzim,
trombositlerin oluşturduğu pıhtının kendi içinde aktive edilir. Bu enzimlerden
bazıları, diğerlerinin üzerine de etki eder. Hemen yakınındaki bölgede bulunan
aktiflenmemiş enzimleri de aktifler. Bu süreç, damardaki delik kapanıp kanama
duruncaya kadar devam eder. Bu mekanizmanın bazen kendiliğinden işlemeye
başlaması, istenmeyen pıhtıların oluşmasına neden olur. Koroner arter içindeki
bir aterosklerotik plak üzerinde oluşmaya başlayan pıhtı, arter tamamen
tıkanıncaya kadar büyümeye devam eder.
Doğum: Uterusta kasılma → Bebeğin başının servikse doğru güçlü biçimde
itilmesi → Serviksteki uyarıların uterustaki kasılmaları şiddetlendirmesi →
Serviksin daha fazla gerilmesi → Uterus kaslarının daha şiddetli kasılması = Süreç
yeterince güçlenince doğum olayının gerçekleşmesi.
AEA | Fizyoloji Ders Notları | www.ahmetemreazakli.com
17
Sinir sinyallerinin oluşumu: Bir sinir lifi zarının uyarılması, hücre içine bir miktar
sodyumun sızmasına neden olur. Lif içine giren sodyum, zarın potansiyelini
değiştirir. Daha fazla kanal açılır. Zar potansiyeli daha fazla değişir. Daha da fazla
kanal açılır. Özetle hafif bir sodyum sızıntısı, hücre içine çok miktarda sodyum
girişi patlamasına yol açar. Bu da sinirde aksiyon potansiyelini oluşturur. Oluşan
aksiyon potansiyeli, lifte hem hücre içinde, hem de hücre dışında elektrik akımları
oluşturur. Yeni aksiyon potansiyelleri başlar. Olay, uyarı sinir lifinin tüm
sonlanmalarına ulaşıncaya kadar devam eder.
Annenin bebeğe süt vermesi: Annenin emzirmesi sırasında meme uçlarındaki
reseptörlerden başlayan uyarı, beyinde hipofize iletilir. Buradan oksitosin
salgılanır. Oksitosin, meme bezlerinde süt kanallarının kasılmasını sağlayarak
sütün dışarı atılmasını sağlar. Bebek emmeye devam ettikçe, bu döngü de devam
eder.
Kaynaklar / Okuma Önerileri:
1. Guyton ve Hall, Tıbbi Fizyoloji, Güneş Tıp Kitabevleri
2. Klinik Anlatımlı Tıbbi Fizyoloji, Halis Köylü, İstanbul Tıp Kitabevi
3. Özet Fizyoloji, Prof. Dr. Y. Ziya Ziylan, Nobel Tıp Kitabevleri
4. Anatomi ve Fizyoloji, Doç. Dr. İlkan Tatar (Çeviri Editörü), Nobel Tıp
Kitabevleri
5. Campbell Biyoloji, Palme Yayıncılık