izzettincopur.comizzettincopur.com/31_mart_ayaklanmasi.docx · Web view24 Temmuz 1908 tarihinde...

55
31 MART AYAKLANMASI İZZETTİN ÇOPUR (E) ALBAY 1

Transcript of izzettincopur.comizzettincopur.com/31_mart_ayaklanmasi.docx · Web view24 Temmuz 1908 tarihinde...

31 MART AYAKLANMASI

İZZETTİN ÇOPUR

(E) ALBAY

İÇİNDEKİLER

31 MART AYAKLANMASI (13 NİSAN 1909 / 31 MART 1325)

İKİNCİ MEŞRUTİYETİN İLANI ile İTTİHAT ve TERAKKİ CEMİYETİ ve İTTİHADI MUHAMMEDİ CEMİYETİ…………………………………………………………………………. 1

AYAKLANMA ÖNCESİ FAALİYETLER ile 31 MART İSYANINA GÖTÜREN OLAYLAR…………………………………………………………………………………………….2

AYAKLANMANIN NEDENLERİ ile ALINAMAYAN ÖNLEMLER……………………..10

AYAKLANMANIN BAŞLAMASI………………………………………………………….13

HAREKAT ORDUSUNUN GÖREVLENDİRİLMESİ…………………………………...18

AYAKLANMANIN BASTIRILMASI ve ABDÜLHAMİT’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ...24

ASİLERİN YARGILANMASI………………………………………………………………28

GEÇMİŞTE MEYDANA GELEN ÖNEMLİ BAZI GERİCİ ve BÖLÜCÜ AYAKLANMALAR

Patrona Halil İsyanı (29 Eylül – 11 Ekim 1730)………………………………………...31

Kabakçı Mustafa Ayaklanması (28 Mayıs 1807)……………………………………….32

Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat – 31 Mayıs 1925)………………………………………….33

Menemen (Kubilay) Olayı (23 Aralık 1930)……………………………………………..34

SONUÇ ve DEĞERLENDİRMELER…………………………………………………….34

KAYNAKÇA………………………………………………………………………………...37

Yazan: İzzettin Çopur

( E) Albay

31 MART AYAKLANMASI (13 NİSAN 1909 /31 MART 1325)

Hicri takvime göre 31 Mart 1325 tarihinde gerçekleştiği için tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen, miladi takvime (yeni takvime) göre 13 Nisan 1909’da İstanbul’da yaşanan ve “İrtica” kelimesinin Türk siyasi yaşamına girmesine neden olan olayın detayları aşağıda sunulmuştur.

İKİNCİ MEŞRUTİYETİN İLANI ile İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ ve İTTİHADI MUHAMMEDİ CEMİYETİ

II. Abdülhamit’in 30 yıllık istibdat rejiminin sona erdirilmesi amacıyla kurulmuş olan ve İslamcılık (Pan-İslâmizm) yerine Türkçülüğü (Pan-Türkizm) benimseyen ve çoğunluğu askerlerden oluşan, Türkçülüğün Türk ulusalcılığına, yani siyasal bir akıma dönüşmesini sağlayan[footnoteRef:1] İttihat ve Terakki Cemiyeti, anayasa ve hürriyet rejiminin kurulmasını istemişti. Sonuçta padişah II. Abdülhamit, istemese de 24 Temmuz 1908’de Anayasayı yürürlüğe koyarak Meşrutiyeti ilan etmişti… [1: Doç. Dr. Sina Akşin; 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1980, s. 250 ]

Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinin Selanik’te yaptığı ilk kongresine, bu cemiyetin üyelerinden Atatürk de katılmış ve kongrede yaptığı konuşmada, Meşrutiyetin ilanı ile meselenin çözümlenmiş olmayacağını ifade etmişti. Ayrıca cemiyetin bir siyasi parti haline getirilmesi, ordunun politikaya karışmaması, İttihat ve Terakki içinde eşitlik olması ve gizli hizip egemenliğinin olmaması, Devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılması tavsiyesinde bulunmuştur…

Gerek İttihat ve Terakki’ye muhalif olarak, gerek demokratik düzenin sonucu olarak, İttihat ve Terakki karşısında bir takım partiler ortaya çıktı. Bunların içinde kurucuları arasında birçok hacı, hoca ve şeyh ile Saidi Kürdi İbni Mirza (Bediuzzeman) ve Derviş Vahdet gibi isimlerin bulunduğu ve İttihadı Muhammedi Fırkası bulunmaktaydı… Derviş Vahdetinin Volkan Gazetesi, gericilerin organı idi. Vahdeti ve Volkan Gazetesi, İttihat ve Terakkiye yönettiği hücumlarda, dinin elden gittiği, memleketin kâfirleştiği ve Şeriattan ayrıldığı propagandası yapıyordu. Din ve Şeriat propagandasını özellikle asker arasında yaymaya çalışıyordu.[footnoteRef:2] [2: Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu; Siyasi Tarih (1789-1960), İkinci Baskı, Ankara 1973, s. 305- 310 ]

İttihadı Muhammedi Cemiyeti, heykellere, medeni eserlere düşman olan Ticani tarikatı gibi geriliği temsil ederek “Muasır Medeniyet” fikrini reddediyordu. Ticaniler tarikat halinde çalışıyor, İttihadı Muhammedi Cemiyeti ise siyasi bir parti olduğunu iddia ediyordu. Cemiyet’in, dini siyasete alet etmek isteyen bir topluluk olduğuna şüphe yoktu. Tüzüğünün birinci maddesinde; “Cemiyetin Reisi Hazret-i Muhammed Mustafa’dır.” Deniliyordu…

İttihadı Muhammedi Cemiyeti içerisinde Padişah II. Abdülhamit’in hafiyeleri, bendegân (kul) denilen Saray mensupları da vardı. Bu cihetle Padişah ve yakınları bu cemiyete sıkı bir suretle ilgilenmişlerdi. Şehzade Vahdettin Efendi (Osmanlı Padişahlarının sonuncusu Sultan Mehmet Vahdettin) ve Ağası Mehmet Esat Efendi de İttihadı Muhammedi Cemiyeti’ne kaydolmuşlardı. [footnoteRef:3] [3: Celal Bayar; Bende Yazdım, C.1, İstanbul 1965, s. 167- 168 ]

24 Temmuz 1908 tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyetince ilan edilen ve Padişah II. Abdülhamit tarafından yürürlüğe konan İkinci Meşrutiyet; Osmanlı ülkesinde her alanda aşırı bir özgürlük ortamının doğmasına neden olmuştur. İkinci Meşrutiyet hareketinin sağladığı hak ve özgürlükler, Osmanlı toplumu tarafından yeterince algılanamadığı gibi, siyasi partiler arasında ki çıkar çatışmaları kısa bir süre sonra yeniden bir kargaşa ortamının oluşmasına zemin hazırlamıştır. İkinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte kendilerini siyasi hayatın içinde bulan ordu mensupları, siyasetle içli ve dışlı olmaya başladıkları gibi, aktif olarak siyasi partilerde görev almaya başlamıştır. Böylece öteden beri siyasi partiler arasında var olan siyasi çıkar çatışmalarına, ordu mensupları da katılmıştır. Diğer taraftan meşruti rejim karşıtı yobaz kesimin başlattığı irticai propaganda ise kısa sürede etkisini göstermiş; yeni rejimin, dini baltaladığı yolundaki propaganda iç ve dış mihraklar tarafından da desteklenince, 31 Mart İsyanı patlak vermiştir.[footnoteRef:4] Bu olay, Osmanlı devletini en çok uğraştıran sorunlardan biri olmuştur. O dönemin olaylarının, günümüzdeki benzer olaylara ışık tutacağı anlaşılmaktadır… [4: Dr. Zekeriya Türkmen; Hareket Ordusu ve Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Ankara Gnkur. Basımevi, 1999, Sunuş. ]

AYAKLANMA ÖNCESİ FAALİYETLER ile 31 MART İSYANINA GÖTÜREN OLAYLAR

Kör İmam Ali ve İmam vekili Abdülkadir ismindeki yobazların halkı kışkırtmaları

7 Ekim 1908 tarihinde İstanbul Fatih Camiinin Kürt asıllı müezzini Kör Ali ve İsmail Hakkı adında iki hoca, “ Ey ümmeti Muhammet, din elden gidiyor! Sokaklarda alenen oruç yiyorlar, kadınlar yüzleri açık geziyorlar ” diye halkı kışkırtmışlar, ellerine yeşil bayraklar aldıktan sonra arkalarına takılan binlerce kişiyle birlikte Yıldız Sarayına gidip Meşrutiyet aleyhinde propaganda yapmışlardı. Ayrıca, Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in aktardığına göre Kör Ali, “Meyhaneler kapatılsın, resim çıkarmak men olunmalı, İslam kadınları sokağa çıkmamalı, tiyatrolar kapanmalı” diyordu. Abdülhamid, kalabalığı sakinleştirici bir konuşma yaptıktan sonra kalabalık dağıldı. Bu hocalar, daha sonra Sadrazam ve Şeyhülislam’la da çatışmış ancak idam edilmişlerdi.[footnoteRef:5] [5: Ecvet Güresin; 31Mart İsyanı, Habora Kitapevi, Yayınları: 59, İstanbul 1969, s. 30, Ayrıca Hürriyet (Toplum) Gazetesinin 7 Eylül 2008 Tarihli Nüshasındaki Burak Artuner’in hazırladığı “MAHYA” Başlıklı Belgesel Yazı ile Mustafa Baydar; 31 Mart Vak’ası, Milli Tesanüt Birliği Yayını No: 8, İstanbul 1955, s. 8 ]

İstanbul Fatih ve Yıldızda bu olayların yaşandığı 7 Ekim 1908 gününün akşamı Üsküdar, sessiz ve sakin iftarını açmıştı. İftarın teravih namazlarını kılmak için camileri doldurdu. Üsküdar’da Yeni Cami imam vekili Abdülkadir, yaptığı konuşmada, “Karagöz oynatılması şeriata uygun değildir. Karagöz oynatılan yerler, tiyatrolar yıkılmalıdır ” dedi ve kalabalığa el ele beraber yürüme yemini ettirdi. Kalabalığı peşine takan Abdülkadir, Üsküdar sokaklarına çıktı…

Kalabalığı yönlendirenler arasında Buharalı iki tespihçi de vardı. Ramazan olduğundan birçok kahvehanede Karagöz oynatılıyordu. Seyircilerde çoğunlukla çocuklardı. Bu kahvehaneyi basan kalabalık, sahneyi tahrip etti. Daha sonra başka kahvehaneler de aynı şekilde basıldı. Yaşanan arbede sırasında birçok çocuk ezilme tehlikesi geçirdi, ağlaşarak ve korku içinde canlarını zor dışarıya attı. Önce şaşkın ve sessiz kalan Üsküdar halkı, sonradan toparlandı ve gerici güruha, tepki gösterdi. Polis de imam vekili Abdülkadir ve iki tespihçiyi yakaladı…

Ertesi gün çıkan gazete, “Osmanlı ülkesinde 600 yıldan beri oynanan Karagöz’ün şimdi şeriata uygun düşmediğini tespit etmek, tespihçi iki Buharalı’ ya mı kaldı? ” diye sordu. Ertesi günü Kör Ali ve Abdülkadir ve adamları tutuklandı. Bu kişilerle ilişkisi olduğu iddiasıyla Mizancı Murad Bey de sürgün edildi. Ve gazetesi Mizan da kapatıldı. [footnoteRef:6] [6: Hürriyet (Toplum) Gazetesinin 7 Eylül 2008 Tarihli Nüshasındaki Burak Artuner’in hazırladığı “MAHYA” Başlıklı Belgesel Yazı ile Doç. Dr. Sina Akşin; 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1980, s. 91-92 ]

Osmanlı Ordusundaki hoşnutsuzluklar

31 Ekim 1908 tarihinde askerlik hizmetleri dolduğu halde terhis edilmeyip Cidde’ye gönderilmek için ayrılan 87 er, başlarında çavuşları olduğu halde Taşkışla’da [footnoteRef:7] ayaklanmıştı. Hassa Ordusu (Hükümdarı korumakla görevli) Komutanı Mahmut Muhtar Paşa, Selanik’ten getirilmiş olan Avcı Taburlarını isyan eden askerler üzerine göndermiş ve meydana gelen çatışmada üç asker ölmüş, bir o kadarı da yaralanmıştı. İsyan, önceden planlanmamış olması ve belirli bir lider ve örgütten mahrum bulunmasından dolayı kısa zamanda bastırılmıştı.[footnoteRef:8] [7: Osmanlı Devleti döneminde Taşkışla olarak anılan yer, bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesine bağlı bulunan ve Mimarlık Fakültesi olarak kullanılan Osmanlı Kışlasıdır. Taksim’de Taşkışla Caddesi üzerinde bulunan büyük bir binadır. Taşkışla Osmanlı döneminde 1846-1852 yılları arasında Askeri Tıbbiye için hastane olarak yapılmıştır. 1860 yılından itibaren Dolmabahçe Sarayını korumak amacıyla askeri kışla olarak kullanılmaya başlanmıştır. (http: // tr.wikipedia.org /wiki/ ), (http. www. Değişti.com) ] [8: Dr. Zekeriya Türkmen; Hareket Ordusu ve Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, Gnkur. ATASE Bşk.lığı, Ankara Gnkur. Basımevi 1999, s.8 ]

Osmanlı Ordusunda hoşnutsuzluklar, İkinci Meşrutiyetin ilanından bu yana orduya her bakımdan hâkim olmak ve kontrolü ele geçirmek isteyen Harbiye mezunu subayların kurmak istedikleri yeni düzenden kaynaklanıyordu. Harbiye mezunu subayların en önemli faaliyetlerinden biri, alaylı subayların [footnoteRef:9] Osmanlı Ordusundaki sayı ve rollerini azaltmak idi. Bu maksatla Hassa Ordusunda 1400 alaylı subay kadro dışı bırakıldı. Bu sayı diğer Osmanlı Ordusundaki kadro dışı bırakılanlarla beraber 7600’ü geçmekte idi. Bundan dolayı erlikten subaylığa terfi ettirilmiş olan alaylılarla, Harbiye Mektebinden mezun olmuş olan mektepli subaylar [footnoteRef:10] arasında eskiden beri devam eden anlaşmazlık ve çekememezlikler daha da şiddetlendi. Harbiye mezunu subaylar, alaylıları küçük görüyor, ordu için hiçbir faydaları olmadıklarına hükmederek büyük ölçüde azaltmak, yeniden düzenleme yapmak istiyorlardı. [9: Alaylı tabiri özellikle Tanzimat sonrası dönemde sıkça kullanılan bir ifade olmuştur. Osmanlı Ordusunun subay ihtiyacı askeri okullardan karşılanamadığından, orduda liyakat gösterenlerde subay olarak istihdam edilirdi. Şöyle ki, er olarak orduya katılan ama gösterdiği başarı ve liyakat sonunda küçük zabit olan ve sıra ile rütbeleri aşarak paşalık rütbesine ulaşan kişiler vardı. Bunların büyük bir kısmı okuma yazma dahi bilmezlerdi. İşte bu kesim subaylar “alaylı subay ” tabir edilirdi. Askeri okullar yeterli olmadığından dolayı alaylıların sayısı İkinci Meşrutiyet dönemine kadar oldukça kalabalık bir yekûn tutmuştur. ] [10: Mektepli subay ifadesi de İkinci Meşrutiyet döneminde sıkça kullanılan ve Harp Okulu mezunu olan subayları tanımlayan bir söyleşi tarzı idi. ]

Yukarıda belirtilen durum sadece alaylı subayları değil, orduda subay olarak kalmak isteyen erbaşları da tedirgin etmişti. Erbaş ve erler yapılan askeri eğitimlerin son derece sıkı tutulmasından, Harbiyeli subayların Prusya/Alman sistemine uygun sert disiplinli eğitim yanlısı olan tutum ve davranışlarından dolayı şikâyetlerini günden güne artırdılar. Ayrıca İkinci Meşrutiyet sonrasında birçok subayın siyasi çalışmalara devamda ısrarlı olması, askerlik müddeti dolduğu halde erlerin terhis edilmemesi, özlük hakları elinden alınmış mağdur durumda olan alaylılar ve onların yakını olan medreselilerin; askeri, 1906 tarihinde kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti aleyhine kışkırtmalarına yol açıyordu. Bunun sonucu olarak askerler, (erbaş ve erler) şikâyetlerine dini bir şekil ve görüntü vermekle geri kalmamışlardı. Namaz ve hamam gibi dini ihtiyaçlarda görülemez olmuştu.[footnoteRef:11] [11: Hilmi Kamil Bayur; Sadrazam Kamil Paşa, Ankara, 1954, s. 253-254, Ayrıca Bk. Mustafa Baydar; 31 Mart Vak’ası, İstanbul, 1955, s. 8-9 ile Doç. Dr. Akşin; 100 Soruda Jön Türkler, s. 120 ]

Padişah II. Abdülhamit’in hafiyeleri ve baskıcı tutumu

Ayaklanmadan sonra Harp Divanının idama mahkûm ettiği Maarif Nezareti Teftiş ve Muayene Encümeni üyesi ve El Adl ve Protesto Gazetesinin yazarı Nadiri Fevzi Bey, Devlet Şurası üyelerinden Tayyar Bey… Rüsumat (Gümrük İdaresi) İstatistik Kalemi Müdürü Tevfik Bey, Mabeyn (Padişah Sarayı) özel tütün kıyıcısı Hacı Mustafa Efendi Muhasip Halil Bey gibi kişiler; İstibdadı (keyfi ve baskı rejimi) geri getirmesi için Padişah II. Abdülhamit’i kışkırtıp korkutan jurnaller hazırlıyorlardı. Bunlardan ilk üçü çeşitli tarihlerde bu hususlar için Mabeynden para almışlardı.[footnoteRef:12] [12: Prof. Dr. Sina Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, İmge Kitapevi Yayınları, 3. Baskı, Kasım 1994 Ankara, s. 37 ]

II. Abdülhamit, ikinci meşruiyet ilanından önce başta basın, anlatım ve toplantı hakları olmak üzere özgürlükler kaldırılmış ya da geniş ölçüde kısıtlanmıştı. İktidarın dizginlerini kendi elinde toplayan Abdülhamit, bizzat kendisine bağlı olan ve jurnal vermeyi teşvik eden bir hafiye sistemi ile özel mahkemeler, keyfi tutuklama ve sürgünlerle herkesi sindirmişti. Ülke çapında bir tedhiş havası estirdi. Mithat Paşa’ya yapılan muameleler (Sadaretten azli ve sürülmesi) bunun bir simgesi oldu. Bu da, Yeni Osmanlıların başlatmış oldukları hürriyetçi mücadelenin yeniden canlanmasına zemin hazırladı. Yeni Osmanlıların ve özellikle Namık Kemal’in muhalefet edebiyatı, bunların fikri gıdalarını oluşturacaktı. Sonradan İttihat ve Terakki adını alacak olan örgütün kuruluşu 1889 yılına rastlar.[footnoteRef:13] [13: Akşin; 100 Soruda Jön Türkler, s. 16-17 ]

Derviş Vahdeti ve gazetesi ile Said-i Nursi (Kürdi) ve İttihadı Muhammedi Cemiyetinin ayrıca basındaki diğer bazı gazetelerin yıkıcı ve bölücü yayınları ile faaliyetleri

27 Ocak 1909 tarihli Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan gazetesinde İ.Şahabettin imzalı yazıda özetle;

“…Din, yüksek ahlâka dayanır. Dinsiz olanlarda yüksek ahlâk beklenemez. Din dünya ve ahiret için çalışır. Dinsizler ise sadece dünya için çalışırlar. Cenabı Hak dinsizlere düşmandır. Biz nasıl olurda bir dinsize emniyet edebiliriz? Bugün Avrupa da birçokları dinsizliklerini ilan ediyorlar. Bunun içindir ki kadınlarının birçoğu çıplak denecek şekilde umumi yerlerde geziyorlar. Erkekler ise kumarhanelerdedir. Birçoğunun ömrü meyhanelerde geçiyor… Şu Avrupa ile temasa başladığından beri onların müstehcen adetleri, memleketimizde koleradan çok tahribat yapmıştır…” [footnoteRef:14] Şeklinde ifade edilmektedir. [14: Ecvet Güresin; 31 Mart İsyanı, Habora Kitapevi Yayınları: 59, İstanbul 1969 s. 31–32 ]

İstanbul’da İngiliz yanlısı Sadrazam Kâmil Paşa’nın da desteği ile gerici ve dine dayanan Volkan gazetesini çıkaran… 06 Şubat 1909 tarihinde de “İttihadı Muhammedî ” cemiyetini kuran Kıbrıs doğumlu Derviş Vahdeti [footnoteRef:15] gerek gazetesinde gerekse kurduğu cemiyetin programında Kuranı kerim ve şeriat hükümlerinin yürürlüğe gireceğini belirtmekte, ayrıca, Avrupa’da eğitim gördükten sonra yurda dönen batı ve modern düşünceli subaylara ve İttihat Terakki Partisi’ne karşı halkı ve askerleri ayaklandırmaya çalışmaktaydı… [15: Derviş Vahdeti; 1870 yılında Kıbrıs’ta doğmuştur. Kıbrıslı bir hafızdı. Asıl adı derviştir. Derviş Vahdeti, Padişah Abdülhamit’e yazdığı bir mektup’ta hayatını şöyle anlatmaktadır. “Padişahım ben nasıl doğdum büyüdüm? Pederim pabuççu esnafından Kıbrıslı Mahmut ağa idi. dört yaşında mektebe girdim, beş yaşında Kur’anı hatmettim. On dört yaşında hafız oldum. Bir miktar Arapça dil bilgisi, biraz İslam hukuku öğrendim. Nakşibendî tarikatına girdim. Yaşım yirmiyi buldu. Biraz İngilizce öğrendim. Kıyafet değiştirip hükümet memuru oldum. İngiliz Kraliçesi adına verilen balolarda redingotlu, eldivenli bir adam olarak göründüm. Yirmi beş sene hoca mesleğinde, hoca itikadında, hoca kıyafetinde medrese köşelerinde bir Müslüman, şimdi medeni…” Derviş Vahdeti, İstanbul’a gelir. Amacı Saraya kapılanmaktır. O sırada Dâhiliye Nazırı (İç İşleri Bakanı) Memduh Paşa vasıtasıyla göçmen komisyonuna atanır. Aynı zamanda Paşanın yalısında imamlık yapar. Daha sonra Memduh Paşayı da Padişaha jurnaller. Dâhiliye Nazırı jurnali Padişahtan öğrenir. Ve Derviş Vahdeti, Diyarbakır’a sürülür. Vahdeti, Diyarbakır’da bir yandan İstanbul’a af dilekçesi yazarken öte yandan rakı sofralarında ud çalmakta, yanık sesiyle şarkılar söylemektedir. Gözü ilerde olan Derviş, bu hayata da tahammül edemez. Bir gün Kıbrıs’a gitmek üzere Diyarbakır’dan kaçar. Fakat Bektaşi babası kılığında Urfa /Birecik’te yakalanır. Meşrutiyetin ilanından sonra salıverilen Vahdeti, İstanbul’a gelmiştir. 10 Kasım 1908’de Volkan Gazetesini çıkarmaya başlamış, 6 Şubat 1909’da “İttihadı-ı Muhammedi” Cemiyetini kurmuştur. Derviş Vahdeti, kendi sözleriyle de belli edildiğine göre, fakir bir ailedendi ve mal edinecek bir kariyere de sahip değildi. Dolaysıyla Kıbrıslı Vahdeti’nin Volkan Gazetesini nasıl çıkardığı ve sözü edilen cemiyeti nasıl kurmuş olduğu hala karanlığını sürdüren bir soru olarak ortada durmaktadır. Şurası bir gerçektir ki Derviş Vahdeti Kıbrıslı Kâmil Paşa’dan (Sadrazam) yana idi. Gazetesinde Kamil Paşa’nın Anayasa kurallarına aykırı olarak düşürüldüğünü yazdıktan başka “Kamil’in namusu ikmal edilecektir; ikmal” diye yazması da bunu göstermektedir. Ecvet Güresin; 31 Mart İsyanı, Habora Kitapevi Yayınları: 59, İstanbul, 1969 s. 28–29, Mustafa Baydar; 31 Mart Vak’ası, İstanbul 1955, s.11-13. Ordinaryüs Prof. Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, IX. Cilt (1908-1918), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996, s. 75-76, Bayar; s.170 ile Mustafa Baydar; 31 Mart Vakası, İstanbul 1955, s. 12-14 ve Prof. Dr. Sina Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, İmge Kitapevi Yayınları, 3. Baskı, Kasım 1994 Ankara, s. 32-33. ]

Yüzyıllarca cahil bırakılmış ve istibdat devrinde kendisine ancak dinden söz açılmasına müsaade edilmiş bir halk için din her şey demekti. Devlet demekti. Ahlak demekti. İlim, sanat, ekonomi demekti. Başına sarık saran, manasını anlasın anlamasın Arapça okuyup halka din adına kendi çeşitli hırslarını aşılamaya kalkışan herkes din bilgini rolünde idi. Halk çoğunluğu, anlamını kavramamakla beraber okuduğu ve kutsal saydığı Arapça dualar gibi bunların din adına söylediklerinin de kutsal sanıyordu. Kıbrıslı Derviş Vahdeti ve onu yöneten kuvvetler, bunu hesaba katarak İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin programını da ona göre düzenlemişlerdi. Bunun birinci maddesi şöyle idi;

Madde 1: Cemiyet’in Reisi Hazreti Muhammet Mustafa’dır. Diğer maddelerde de, Müslüman memleketlerinde Kur’an-ı Kerim ve Şeriat hükümlerinin devamının kıyamete kadar sağlanacağı, Şeriata uygun kanunların çıkarılacağı, cemiyete bağlı ulema, şeyhler ve siyaset adamları tarafından bu konularda hutbeler ve konferanslar verileceği belirtilmişti. Cemiyetin kurucuları olarak ta çeşitli tarikatlardan şeyhler, dersiamlar, vaizler ve imamlar gösterilmişti. Bediüzzaman Said-i Kürdi (Nursi) de kurucuları arasında idi…

Cemiyete üye sağlanması için dinin siyasete alet edildiğini gösteren başka bir olay’da Şeyh Said-i Kürdi (Nursi) imzası ile yayınlanmış olan şu bildiridir; “Cemiyetimize her mümin kalbi ile bağlıdır. Bağlılık biçimi de Peygamber’in sünnetini kendi âleminde yaşatmaya kesin olarak girişmesiyledir. İlk önce genel mürşit olan ulemayı, şeyhleri ve öğrencileri Şeriat adına birliğe çağırırız.” (5 Mart 1325 / 1909)…

Dincilere yapılan bu çağrıyı askere seslenişler ve çağrılar izlendi. Volkan Gazetesi’nin 20 Mart (1909) tarihli nüshasında ise; “Askerlerin, Avrupa’da Frenkleşerek (yabancılaşma) memlekete dönen dört beş sarhoşa itaat etmemesi… Askerden, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti üyeleri olarak, İttihat ve Terakki Partisi’ne hadlerini bildirmeleri isteniyordu…

Din adına yürütülen bu propagandalarla yeter derecede kuvvetlendiğini duyan İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti bir kuvvet gösterisi yapmaya karar vermiş ve Halkı Ayasofya Camii’nde okunacak mevlide çağırmıştı. 20.000 kişilik bir kalabalık yeşil bayraklarla Ayasofya’nın önünü doldurdu. Said-i Kürdi (Nursi) (Bediüzzaman)’nin ve Derviş Vahdeti’nin kin ve intikam saçan demeçlerinden sonra mevlit okundu. Bu töreni gören aklı başında kimseler, yaklaşmakta olan fırtınayı görmekle gecikmediler. Meşrutiyet yönetimi ise Müslümanlıkla ilişkisi bulunmayan bu kötülükleri ortadan kaldırmak ve düzmece din adamı tayfasına haddini bildirmek kararında idi. Ancak Meşrutiyetin getirdiği özgürlükler daha ilk günden itibaren halk tarafından ve en çok basın tarafından kötüye kullanılmaya başlanmıştı… Ne var ki, istibdat devrinde ve hatta daha önceki devirlerde halka hakkın ne olduğu, haklarının neden ibaret bulunduğu da öğretilmemişti. [footnoteRef:16] [16: Ordinaryüs Prof. Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, IX. Cilt (1908-1918), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996, s. 75-80 ile Mustafa Baydar; 31 Mart Vak’ası, İstanbul 1955, s. 16 ]

Sadrazam Kâmil Paşa ve etrafındaki Arnavut, Arap ve öteki mebuslar, açıkça İngiliz taraftarı idiler. Kâmil Paşanın Sadrazamlıktan düşürülmesi İngiltere’de olduğu gibi, İngiliz taraftarı Osmanlı basınında Osmanlı-İngiliz dostluğunun sonu gibi gösterilmeye başlandı. İstanbul’da İngilizce yayınlanan Levant Herald Gazetesi, İttihat ve Terakki ile Türklere karşıt sistemli bir yayım yapmaya başladı. İngiliz elçisi baş tercümanı M. Fritch yukarıda sözü edilen Volkan Gazetesi sahibi Derviş Vahdeti ile sıkı temasa girişmişti. 31 Mart olayı sırasında genç bir gazeteci olan Ahmet Emin Yalman hatıratında İngilizlerin bu olaydaki rolünü şöyle anlatmaktadır…

“…Sonradan anlaşıldığına göre, işin esası doğrudan doğruya İngiliz tertibi idi… Derviş Vahdeti adlı bir Kıbrıslı sarhoş arzuhalci, İngiliz haberleşme servisleri tarafından seçilmiş ihtilalcı ajan olarak yetiştirilmiş, Volkan Gazetesini ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyetini kurmak, yürütmek ve ortalığı ateşe vermek maksadı ile sahneye çıkarılmıştı.” [footnoteRef:17] [17: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 81 ]

Derviş Vahdettin’in kurduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin yayınladığı bir bildiride; Cemiyetin Başkanının Hazreti Muhammet olduğu, bu cemiyetin, doğrudan doğruya Müslümanlığa dayanan bir siyasi bir cemiyet olduğu, İnsanların yaptığı kanunlara değil, Kuran’a dayandığı ifade edilmiştir. Ayrıca bu cemiyet, ordu ile bağlantı kurmaya çalışmakta, Vahdeti, askerlerden gelen mektupları yayınlamakta ve bu mektuplara cevap verme vesilesiyle de subaylar ile askerlerin arasına nifak sokmaya çalışmaktadır. [footnoteRef:18] [18: Güresin; s. 33–35 ]

14 Şubat 1909 tarihinde Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi kuruldu. Hüseyin Hilmi Paşanın sadarete (Sadrazamlık) gelmesi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti fiilen iktidara gelmiş oldu. Muhalefet, Hilmi Paşanın sadrazamlığına bir türlü razı olamadı. 26 Şubat 1909 tarihli bir kanunla daha önce hiç böyle bir durum yok iken medrese talebelerinin de askere alınacağının açıklanması, protestolara neden olduğu gibi, ilmiye sınıfını da muhalefet safına geçmesine yol açmıştı.[footnoteRef:19] [19: Türkmen; s. 7]

(Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa)

Derviş Vahdeti tarafından çıkarılan Volkan Gazetesinin 4 Mart 1325 tarihli nüshasında verilen bir haberde; “…İttihadı Muhammedi Cemiyeti Denizcilik Şirketinin kurulacağı, İslâmların katılmasıyla kurulacak şirketin vapur işleteceği, bu vapurlardan her birinin içinde camii şerifin bulunacağı ve asla içki kullanılmayacağı…” [footnoteRef:20] İfade edilmiştir. [20: Güresin; s. 98 ]

İkdam Gazetesine göre olayın nedeni olarak; üç gün önce, Cumartesi günü (10 Mart 1909), subaylar askerlere; “Hocalarla katiyen görüşmeyeceksiniz. Askerlikte diyanet meselesi aranmaz. Allahtan başka kimse tanınmaz. Padişah ve efrad-ı ahali, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin elindedir.” Yolunda buyruklar vermişlerdi. Subayların böyle bir şeyi bu biçimde söylemiş olmalarına ihtimal verilemez. Bu sözlerle, subayların İttihatçı oldukları ve din durumlarının fazlasıyla zayıf olduğu anlatılmak isteniyordu. Din duygularının bu zayıflığı da Şeriat adına subaylara ve İttihat ve Terakkiye karşı yapılan bir ayaklanmayı haklı gösterebilecek nitelikteydi.[footnoteRef:21] [21: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 45 ]

Derviş Vahdeti tarafından kurulan İttihadı Muhammedi Cemiyeti, 3 Nisan 1909 / Rumî tarihle 21 Mart günü İstanbul’da Ayasofya camiinde mevlitli bir açılış töreni düzenleyerek aşağıdaki özet olarak yazılan bildiriyi yayınlamıştır.

“…Cemiyetimizde kuvvet bulduğu için mevlit okunuyor. İslamiyet, 18 yıl içinde bir yandan Mavera ün nehrine (Orta Asya’da bir nehir), bir yandan Mısır ülkesine, Kıbrıs adasına, İstanbul civarına kadar gölge saldığı gibi, Cemiyetimizde 18 ay içerisinde bütün İslamiyet âlemini içine alacaktır. O, yoktan var oluyordu… Cemiyetimiz fertlerinden birçokları ellerinde yeşil sancaklarla gelmek istediklerinden arzu edenler birer yeşil sancak yapmalı ve sancağın üzerine ‘Lâilâhe İllallah Muhammed ün Resulullah’ yazdıktan sonra altına İttihadı Muhammedi cümlesi eklenmeli…” [footnoteRef:22] Denilmiştir. [22: Güresin; s. 36–38 ]

İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti bu törenlerde ayrıca daha sonra camilerde; “…Başımıza bir Kanun-ı Esasi (Anayasa) çıkardılar. Şeriat emirleri ve Tanrı hükümleri bir tarafa bırakıldı. Din ve Diyanet hala ayaklar altında kalacak mı? El birliği ile buna bir düzen verilmelidir… İttihatçıların dinsiz, canavar, fırsatçı oldukları, şeriat kitaplarını bırakıp Avrupa düzenini sağlayacakları, halka şapka giydirecekleri…” [footnoteRef:23] Şeklinde propaganda faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Ayaklanmanın düzenlenmesinde ve başarıya ulaşmasında, ilmiye öğrencilerinin de en fazla faal rol oynadıkları anlaşılmaktadır.[footnoteRef:24] [23: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 78 ] [24: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 241 ]

Ayasofya Camiinde yapılan, büyük kalabalık kitlelerin katıldığı bu törenden sonra İstanbul’da Yere batan Sarayı civarında bulunan İttihadı Muhammedi Cemiyeti (Volkan) binasına gidilmiş ve burada bu cemiyetin kurucularından olan Bediüzzaman Said-i Kürdî (Nursi) de [footnoteRef:25] hazır bulunmuş, çıkıp birde nutuk söylemiştir. Derviş Vahdeti, 23 Mart tarihinde çıkardığı Volkan Gazetesinde bu törenle ilgili olarak; [25: Nurculuk tarikatını kuran Bediuzzeman Said-i Kürdî (Nursi); 1873 yılında Bitlis ilinin Hizan kazasına bağlı Nurs köyünde doğmuştur. Doğduğu köyün ismine izafeten Nursi soyadını almıştır. Taraftarları ve talebeleri tarafından “zamanın âlimi, zamanın harikası” anlamına gelen “Bediuzzeman” ismi verilmiştir. Nurculuk, başlangıçta bir tarikat olarak doğmamış, Said-i Nursi tarafından yazılan “Nur Risaliyesi” nin okunup yayınlanmasına dayanan ve bunları okuyanların meydana getirdiği dini bir cemaat olarak oluşmuştur. Said-i Nursi, 1925 tarihinde Tunceli bölgesindeki Şeyh Sait İsyanı esnasında, genel asayişin temini amacıyla önce Burdur’a, daha sonra da Isparta’nın Barla nahiyesinde mecburi ikamete tutulmuştur. Nurculuk faaliyetlerinin etrafında odaklandığı “Risale-i Nur Külliyatı” nı ilk olarak Barla nahiyesinde yazmıştır. “Risale-i Nur Külliyatı” adı verilen ve “Sözler, Mektubat Lem’alar ve Şualar” gibi ana başlıklar altında toplanan 130 parçadan ibaret eserlerden dolayı zaman zaman hakkında davalar açılmıştır. Bu davalar süresince uzunca bir zaman cezaevinde kalmış ve hayatını mecburi ikamete tabi tutulduğu çeşitli illerde geçirmiştir. 23 Mart 1960 tarihinde Ş.Urfa’da ölen Said-i Nursi’ nin cenazesi, Ş.Urfa’da Halil-ür Rahman Camii’ne defnedilmiş, ancak, cenazesinin Ş. Urfa’dan alındıktan sonra gömüldüğü yer bilinmemektedir. Bk. Ergun Poyraz; Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet, Haziran 2007, 3. Basım, İstanbul, s. 291- 293 (24 Mayıs 2002 tarihinde Genel Kurmay İstihbarat Başkanlığının “ İrticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi ” konulu dokümanı) ]

“…Saat dört sıralarında medrese talebeleri önlerinde Bediüzzaman Said-i Kürdî Hazretleri olduğu halde geldiler. Kendilerini dış kapıda karşıladık. Hazret-i Kürdî bizi görünce dayanamadı. Sanki iki âşık ve maşuk (sevilen) kavuşur gibi birbirimize sarıldık. El ele verdik ve camiye girdik. Medrese talebelerinin başlarındaki sarıklar nur gibi beyaz, çiçek gibi ruha rahatlık veriyordu. Hele bunlardaki dini terbiye kendilerine başka bir güzellik bahşediyordu. Hazret, yani Bediüzzaman, Bedi-i âlemi İslâmiyet, o Kürt elbisesiyle, o meşhur Kürt tavrı ile daima belinde taşıdığı hançeriyle, inanmış olarak kürsüye çıktı ve bir nutuk söyledi…” [footnoteRef:26] Şeklinde yazı yazmıştır. Bu şekildeki tören ve yazılar ile İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı olan Serbestî Gazetesinin başyazarı gazeteci Hasan Fehmi’nin 6 Nisan salı (24 Mart) tarihinde öldürülmesi, 31 Mart ayaklanmasını körüklemiştir. [26: Güresin; s. 38-39]

Bazı yazarlara göre, Bediüzzaman Said-i Kürdi (Nursi), 31 Mart olayından önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş, o zaman yayınlanan Volkan gazetesinde çıkan yazılarıyla 31 Mart Vakasını körüklemiştir. Said Nursi, aynı tarihlerde Kürt Teali Cemiyetine girmiş, bu arada yayınladığı kitabın gerekçesinde; “Uyan Ey Selahattin-i Eyyübi’nin torunları Kürtler” diye Kürtleri, Türkler aleyhine tahrike gayret etmiştir. “Mektubat” adlı risalede, kendisinin Türk olmadığını, Türklük ile münasebetinin bulunmadığını, Türkiye’de Kürt milleti diye ayrı bir millet mevcut olduğunu ileri sürerek memleketin birliğini bölücü hareket ve faaliyette bulunmaktan çekinmemiştir.[footnoteRef:27] [27: Vural Savaş; Dip Dalgası, Bilgi Yayınları, Şubat 2006, Ankara, s.44–45 (Dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın, 15 Nisan 1966 tarihinde bir ön emirle, tüm Silahlı Kuvvetler birimlerinde okunmasını emrettiği, Nurculuğu suç sayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararı’ndan alınan ibareler) ]

6 Nisan 1909 gecesi Serbesti Gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi, azledilmiş kaymakamlardan Şakir Bey’le Galata Köprüsü’nden geçerken bilinmeyen biri tarafından tabanca ile öldürüldü. Serbesti İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı keskin muhalefeti ile tanınmış bir gazete olduğu için başyazarın öldürülmesi ve öldürenin de yakalanmaması ya da yakalanamaması büyük tepkilere yol açmıştı. Kamuoyu cinayetin siyasi ve bundan İttihat ve Terakkinin sorumlu olduğu sonucuna varmıştı.[footnoteRef:28] [28: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 40 ]

6 Nisan 1909 tarihinde Volkan Gazetesinde ‘Umum Askerler’ adına yayınlanan bir yazıda;

“… İslâm kadınlarımızın İstanbul’da Bedesten Çarşısında ve Beyoğlu’nda bazı kötü mahallerde dolaşmaları ve dükkânlar içerisinde görülmeleri şeriata aykırı olduğundan İslâm kadınlarının bu halden feragat etmeleri ihtar olunur.” denilmektedir. Ayrıca aynı gün aynı gazetede bu defa gazete sahibi Derviş Vahdeti ise “…Mesela 4 üncü Avcı Taburu, altıncı alay namına kadınlarımızın Beyoğlu’nda v.s. münasebetsiz mahallerde öyle açık saçık gitmemelerini talep ediyor. Evet, bizde sizinle beraberiz.” [footnoteRef:29] Şeklinde ifade etmiştir. [29: Güresin; s. 82 ]

Volkan Gazetesi sahibi Derviş Vahdetinin kaleme aldığı 8 Nisan 1909 / 26 Mart 1325 tarihli yazısında, bir subay’ın tehdit mahiyetindeki mektubuna verdiği cevap’ta Vahdeti şöyle demektedir.

“…Ey zabit! Sana ihtar edeyim ki siyah sakalımla elâ gözlerimle, münevver yüzümle ara sıra göksüne çökeceğim. İntikamımı kendi elimle alacağım. Seni mecnunlar gibi sokak ortasında bağırtacak, dağ başlarında süründüreceğim… Ey zabit! Cemiyetiniz birkaç kişiden ibaret diyorsun! O halde niçin bizden korkuyorsun. Fakat korkan sen değilsin. Ahmet Rıza Beydir, (Meclisi Mebusan Reisi) Baha Şakir Beydir, (Mebus, önde gelen ittihatçı) Dr. Nazım Rahmi ve Cavit beylerdir. Ve daha birkaç hâris anarşisttir…[footnoteRef:30] [30: Güresin; s. 35–36 ]

8 Nisan 1909 tarihli Serbesti Gazetesi (özet ve sadeleştirilmiş olarak); “Vatan bu hainlerin (İttihadı Terakkiyi kastettiği anlaşılmaktadır) zulmünden kurtarılmalıdır. İstibdat bir merkezden kalktı (II. Abdülhamit idaresi anlaşılmaktadır), diğer bir zulüm yapana geçti. Ey tercüman-ı efide-i millet olan matbuat, çalışınız. Vatanı harap eden istibdadın (İttihadı Terakki) pençesinden kurtarınız.” [footnoteRef:31] Diye sanki İttihadı Terakkiye savaş ilan etmişti. [31: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 40 ]

16 Nisan 1909 tarihli Serbesti Gazetesinde yayınlanan 1. Nişancı Taburundan dört çavuşun yolladığı mektupta;

“...Bu taburun başına yedi-sekiz ay önce Hamdi Bey adında bir binbaşı getirilmişti. Binbaşı ezan okunurken abdest al borusu çaldıracağı yerde başka bir boru, başka bir iş bulamayınca da karavana borusu çaldırmaktaydı. Bütün taburun tanık olduğu üzere bu işi ‘dinsizliği eseri olarak’ yapmaktaydı. 31 Mart günü ise aynı binbaşı makineli tüfeklerle askerin ayaklanmaya katılmasına engel olmuş ve bu yüzden Şeriat istemediği kanısını uyandırmıştı.” Şeklinde ifade edilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı mektup sahipleri binbaşının başlarından alınmasını ve durumun başka birliklere duyurulmasını istiyorlardı...

16 Nisan 1909 tarihli Volkan Gazetesinde de ‘Sada-ı İttihat’ başlığını taşıyan yazıda İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti üyesi Selh Fazıl Paşa tarafından yazılan yazıda (özetle ve sadeleştirilmiş olarak);

“…Avrupalıları taklit ve İslam adetlerimize tamamen aykırı ve dünyaca gelişmemize asla yardım etmeyen Avrupa adetlerini beğenen ve savunan ahmakları gördükçe bir vicdan sahibi olarak teessüf etmemek kabil olmuyor.” [footnoteRef:32] Denilmektedir. [32: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 108-109 ]

31 Mart irtica Olayı ile ilgili İsmet İnönü’nün hatıralarında ise;

“…Edirne’de bir gün, İstanbul’da pek feci bir askeri ayaklanmanın başladığını işittik. Yeni rejimin (meşrutiyet) emniyet kuvveti olarak 3. Ordudan, yani Batı Rumeli’den (Selanik) İstanbul’a getirilmiş olan avcı taburlarının çavuşları, askerleri harekâta geçirmişler, padişah ve şeriat için ayaklanma tertip etmişlerdi. 31 Mart irticaı diye tarihe geçmiş olan bu olay, 13 Nisan 1909’da cereyan ediyordu. Avcı Taburları, daha evvel temasta bulunup, hazırladıkları İstanbul ordusuna mensup bazı kıtaları da zehirlemişler ve doğruca Ayasofya’daki Mebusan Meclisine giderek dinsizlerin cezalandırılmasını, İttihat ve Terakki mebuslarının ileri gelenlerinin teslim edilmesini istemişlerdi…

Ayaklanmanın donanmaya da sirayet ederek askerler, Kabulî Bey (Asar’ı Şevket Zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşı) kumandasındaki gemi süvarisini karaya çıkararak Yıldız Sarayı’na götürüyorlar ve orada hünkârın gözü önünde öldürüyorlardı. Ayaklananlar her tarafta ve her kıtada mektepli subay arıyorlar ve onları öldürmeye çalışıyorlardı. Hükümet ve idarenin aciz kaldığı anlaşılıyordu… Harekât, din ve padişah adına olduğu gibi mektepli subaylar aleyhine vahşi bir saldırma şeklini almış, İstanbul’daki devlet kuvvetlerin hiçbirinden ümit kalmamıştı. Meşrutiyet inkılâbının tahrip edilmesi, 31 Mart irticaının hedefi görünüyordu. İstanbul’da çıkan Volkan ismindeki gazete, şeriatın ve isyanın başlıca sözcüsü olarak Meşrutiyet, cemiyet, mektepli subay ve ordunun talim, terbiyesi aleyhine en zehirli propagandaları yapıyordu. [footnoteRef:33] [33: İsmet İnönü; İsmet İnönü’nün Hatıraları, Yayına Hazırlayan: Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara, Ağustos 2006, s. 55-56]

AYAKLANMANIN NEDENLERİ ile ALINAMAYAN ÖNLEMLER

Ayaklanma nedenleri

31 Mart 1325 / 13 Nisan 1909 sabahı meydana gelen ve İstanbul ve Anadolu’nun Bursa, Erzincan, Erzurum ve Adana, gibi bazı vilayetlerinde heyecan ve korku içerisinde bırakan 31 Mart Olayı’nın nedenleri hakkında şunlar ifade edilebilir;

A. Ordudan çıkarılan alaylı subayların menfaatleri zedelendiği için hiddete kapılmaları, İttihat ve Terakki Cemiyetine düşman kesilmeleri, kendilerine tercih edilen “mektepli” subayların “Kâfir” din düşmanı oldukları hakkında halk ve asker arasında yaygın bir propaganda yapmaları,[footnoteRef:34] [34: Sadi Borak; 31 Mart Vakasının Çıkış Nedenleri Üzerine Çeşitli Yorumlar ve Atatürk ve Harekât Ordusu üzerine Orgeneral İzzettin Çalışların Bir Makalesi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: VIII, Sayı: 23 (Mart 1992)’den ayrı basım, s. 358 ]

Meşrutiyetin bir diplomalılar egemenliği, yani alaylıların sonu anlamına gelmesi, bu durumda erlerin önce onbaşı, sonra çavuş, arkadan da adım adım Paşalığa kadar yükselmelerine paydos denilmesi, alaylı subayların ordudan çıkarılmaya başlanması,[footnoteRef:35] [35: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 231 ]

B. Subayların; askerler üzerinde yaptığı din konusundaki baskı biçiminde algılanan telkinler ile onları (askerleri); din görevlileri ve medreselilerle temastan menetmeleri, din işlerinde Tanrı ile kul arasına girmeye kimsenin hakkı olmadığı, ülkede İttihat ve Terakki Cemiyetinin üzerinde bir kuvvetin bulunmadığı düşüncesini aşılamaları, [footnoteRef:36] [36: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 85 ]

C. Medrese (ilmiye) öğrencilerinin askere alınmak istenmesi,[footnoteRef:37] Meşrutiyetten önce medrese öğrencileri askerlik görevinden istisna edilmişti. Hatta bu yüzden askerlik yapmak istemeyen birçok taşralı gençler medrese öğrencisi olmuşlardı. Hürriyet ilanından sonra Harbiye nezareti, bu imkânın kötüye kullanmasını önlemek üzere medrese öğrencilerini sınamaya ve belli bir başarı gösteremeyenleri askerlik ödevi ile yükümlü tutmaya karar verdi. [footnoteRef:38] [37: Osmanlı Devletinde geleneksel uygulamalara göre ulema sınıfı, askerlikten muaf tutulmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu durumu ortadan kaldırmak için meclise bir kanun teklifi yapmış, ancak bütün medreseliler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. ] [38: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 240-241 ]

D. Derviş Vahdeti’nin kurmuş olduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve bu cemiyetin yayın organı olan Volkan gazetesiyle, halkın dini duygularını istismar ederek yayın yolu ile yaptığı kışkırtmalar,[footnoteRef:39] Bu gazete ve cemiyetin, ayrıca din perdesi altında, erlerin de kutsal duygularını istismar ederek bu memleket çocuklarını baştan çıkarması,[footnoteRef:40] [39: Kimileri Derviş Vahdeti ve onun sahip olduğu misyonu ifade ederken, şu açıklamalarda bulunur. “Derviş Vahdeti adındaki cahil, atak ve yarım akıllı bir adam, bu ayaklanmanın hareket noktası sayılmakta ise de, kendisi de, neşrettiği Volkan isimli gazetede, kitleleri yerinden oynatacak manivela değildi. Kaldı ki Avcı Taburları gibi teşkilatlı ve İttihat ve Terakki Cemiyetinin güvendiği askerleri ayaklandırabilsin.” Bk. Samiha Ayverdi; Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, c.III, İstanbul, 1981, s. 99 ] [40: Bayar; s. 207 ]

E. İstanbul’a Meşrutiyet’in bekçisi sıfatıyla getirilen Avcı Taburlarına mensup İttihat ve Terakki yanlısı subaylar ile bu taburda görevli erlerin başına buyruk hareketleri; bunlar arasında isyan kışkırtıcığının yapılmış olması, (Nitekim İttihat ve Terakki Cemiyeti, İstanbul’daki Hassa Ordusuna güvenmediği için Meşrutiyetin muhafızı olarak Selanik’teki Avcı Taburlarından üçünü İstanbul’a getirip Taşkışla’ya yerleştirmişti. Taburlar Taşkışla’ya yerleştirildikten sonra bunlarda görevli subayların kimi İstanbul’un zevk ve sefasına, kimisi de siyasete atılmış, erleri de çavuşların yönetimine terk edilmiş durumda idi.)

F. “Namaz kılmak bahanesi ile askerlerin talim ve terbiyeden geri kalmalarına meydan verilmemesi” konusunda Hassa Ordusu için verilen günlük emrin, bir kısım din adamlarınca istismar edilmesi, “Kâfirler, Ordudan namazı kaldıracaklar” şeklindeki propagandanın sadece askerler arasında değil İstanbul’un ücra köşelerine kadar yayılması, [footnoteRef:41] [41: Güresin; s.25 ]

G.Taleb-i Ulûm denen medreselilerin, softaların, İttihad-ı Muhammedi ye mensup bazı hocaların; subayların politika meşguliyetleri yüzünden kıtalarına pek uğramamalarından faydalanarak kıtalara girip Avcı Taburlarına el altından “Din, şeriat elden gidiyor” şeklinde propaganda yapmaları,[footnoteRef:42] [42: Mustafa Baydar; 31 Mart Vak’ası, Milli Tesanüt Birliği Yayını No: 8, Anıl Matbaası, İstanbul 1955, s. 10 ]

H. Bu arada büyük devletlerin, özellikle İngiltere’nin Orta Doğu’daki çıkarlarını daha da sağlamlaştırmak amacıyla alttan alta yaptıkları menfi propagandaların devam etmesi, ayrıca İngiliz istihbarat servisi elamanı olan Fitz Maurice’nin, yerli iş birlikçilerle ortaklaşa hareket ederek Osmanlı ülkesinde kargaşa yaratmak istemesi,[footnoteRef:43] İngiliz basını ve İngiliz elçiliğinin ayaklanmayı ellerinden geldiği kadar desteklemesi,[footnoteRef:44] [43: Doğan Avcıoğlu’na göre, Fitz Maurice, 31 Mart olayının tertip ve teşvikçilerine para yardımında bulunarak isyanın çıkmasını körüklemişti. Bk. Doğan Avcıoğlu; 31 Martta yabancı parmağı, Ankara, 1969, s. 16, 63-64 ] [44: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 267 ]

I. Bazı yazarlara göre, 31 Mart olayı İttihat ve Terakkinin merkeziyetçi ve Türkleştirici eğilimlerinden ürken Arnavutların bir ayaklanması olarak değerlendirmeleri… Öldürülen Hasan Fehmi (Serbesti Gazetesi başyazarı) ile Müfit Bey, Hürriyetten sonra suikasta kurban giden İsmail Mahir Paşa’nın Arnavut olmaları dikkat çekmesi ve “Arnavut ve Osmanlı olarak” durumu Mebusan Meclisi önünde protesto etmeleri, Ayrıca bilhassa 1902’den sonra yani Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki geleceğinden ümitlerin kesildikçe Arnavut milliyetçiliğin artması, [footnoteRef:45] [45: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 88-89 ]

İ. Bazı iddialara göre de, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticilerinin, halk üzerinde büyük etkisi olan II. Abdülhamit’i düşürmek için kuvvetli bir nedene dayanmak gereği duymaları ve 31 Mart Olay’ını kendilerinin tertip etmiş olmaları,[footnoteRef:46] [46: Borak; s. 358 ]

J. 1839’dan beri medreselerin yanında önce yüksek okulların, sonra da orta ve ilköğretim kurumlarının, Darülfünunun (Üniversite) açılması, Şeriat dışı kanunların kabulü ve daha önemlisi bunları uygulayacak layık mahkemelerin kurulması, medrese kültürünün yavaş yavaş gözden düşmesi… Sultan II. Abdülhamit’in; softaların, amcası Abdülaziz’in tahtan indirilişinde oynadıkları rol dolaysıyla ulemanın yetiştiği medreseleri ve diğer dini kurumları baskı altında tutması, softaların gittikçe yıkıklaşan medrese köşelerinde sürdürdükleri yoksul hayata aldırış etmemesi, [footnoteRef:47] [47: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 239-240 ]

K. Bilhassa Derviş Vahdetinin Volkan gazetesinin kışkırtıcı neşriyatının da gayri memnunlar üzerinde özellikle Avcı Taburunun ve Hassa Ordusunun erbaş ve erleri üzerinde etkili olması gibi sebeplerin 31 Mart ayaklanmasının meydana gelmesine neden olduğu değerlendirilmektedir. Ayrıca;

31 Mart Olayının tahrikini yapan ve İslâmcılık akımını Cihat ilânı ile sokaklara döküp silahlı çatışmalara götüren İttihad-ı Muhammedicilerdir. Volkancılardır. Fakat Volkancıların arkasında dış ülkelerin gizli teşekküllerinin parmağı olduğundan şüphe yoktur. Nitekim bu şüphe duruşmalar sırasında kuvvetlenmiş, fakat İttihatçılar, Mahmut Şevket Paşa, Düveli Muazzama ile arayı bozmamak için soruşturmaya izin vermemiştir.[footnoteRef:48] [48: Güresin; s. 85 ]

II. Abdülhamit ve Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa yeterli önlem alamıyor

O günlerin atmosferinde İttihat ve Terakki karşıtı bir faaliyet şeklinde ortaya çıkan bu isyan; aslında tüm başkenti etkileyen büyük bir “Hadise-i İrtica” olayı idi… Başıbozukluğun korkunç bir tezahürü olan bu hareketi durdurmak için ne Sultan Hamit’in ne de o günlerde nüfuz sahibi olması gereken din ulularının müessir bir müdahalesi görülmemiştir…

Bu hadise, muhalefetin ölçüsüz neşriyatından ziyade, dini siyasete alet etmek yüzünden zuhur etmiştir. Sultan Abdülhamit, bu harekete seyirci kaldı. Tasvipkar görünmedi, müessir bir mukavemet yapmaya da teşebbüs etmedi. Asker, silah elinde ortalığa uğradığı zaman ortada ne İttihatçı, ne muhalif kimseler kalmamıştı. O da başıboş, an’ânesine tabi olarak, evvela şeriat istedi, sonra da kelle… Osmanlı Ordusunun zabitana (subaylara) karşı bir kini vardır. Bunun tezahürünü arada bir gösterir. Arada bir yapar, fakat bu kaynayışı onun sabrı kadar korkunç olur. Kansız durulmaz… Öyle de oldu…

Silahlı bir başıboşluk kadar korkunç bir şey tasavvur edilemez. O halim, selim Türk neferinin bilhassa subayları aleyhine beliren kin ve husumeti, şayanı nefret bir manzara göstermişti. O tarihte orduda, alaylı, mektepli davası henüz halledilmiş değildi. Orduda neferden, askeri mertebelerinin en yükseğine kadar alaydan gelme subay vardı. Bunlar, mektepli subaylara karşı bir nevi ayrılık hissi taşırlardı. Efrat bu menşeli subayları (alaylı) kendine daha yakın buluyor ve mektepli subay aleyhine gizli de olsa bir husumet duygusu taşıyordu. Şeriat diye başlayan isyan, mektepli subay öldürmekle karar kıldı. Ve tarihte büyük bir leke olarak kalacak hadiselere İstanbul birkaç gün feci bir sahne oldu. [footnoteRef:49] [49: Hasan Amca; Doğmayan Hürriyet, İstanbul, 1958, s.67–71 ile Türkmen; s. 12 ]

Derviş Vahdetinin, Volkan gazetesi vasıtasıyla kamuoyu ve özellikle de askerler üzerinde etkili olan propaganda faaliyetlerine karşılık dönemin sadrazamı Hüseyin Hilmi Paşanın artan irtica tehdidine karşı yeterli önlem almayışı nedeni ile Müşir (Mareşal) Gazi Ethem Paşa ve Ahmet İzzet Paşa tarafından uyarılmıştır. Ayrıca Hassa Ordusu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) aracılığıyla sadrazamdan alınması gerekli tedbirlere ait bir tezkere yazmıştır. Paşa yazdığı teskere de özetle şunları dile getirmiştir;

“İkinci Fırkaya (Tümen) mensup bazı erlerin İttihad-ı Muhammedi Cemiyetine girmek için müracaatta bulundukları Volkan gazetesinde okunmuştur. Gazetelerin, ordunun disiplinini bozacak kötü neşriyatta bulunmaları uygun değildir. Esasen İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti, İslam arasına ayrılık sokmakla meşguldür. Kutsal olan askeri terbiye ve ahlakın korunması lazımdır. Orduyu, hususi maksatlarına alet etmek isteyen basına karşı kanuni bir had (sınır) tayın olunmalıdır.” [footnoteRef:50] Demiştir. Mahmut Muhtar Paşanın bu uyarılarını Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa umursamazlıkla karşılamıştır. Hüseyin Hilmi Paşa bu sırada yaveri Muzaffer Beye (Emekli Orgeneral Ergüder) tehlike çanları çalması üzerine, “Merak etmeyiniz yaver bey oğlum, devair-i müteallikası (ilgili daireler) tedbirleri elbette alırlar” demekle yetinmiştir.[footnoteRef:51] [50: Celâl Bayar; s.204- 205 ] [51: Bayar; s. 164–169 ]

Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa; “Yapılacak bir şey kalmadığını anlayıp istifa ettim.” diye beyanat vermişse de, yapılacak çok şey olduğu, gün gibi aşikârdı. Tophane, Tersane, Birinci Fırka (Tümen), Selimiye, Çatalca topçuları, Rami Süvarileri padişaha bağlı idiler. Lakin bu hususta sadrazamın hiçbir teşebbüsü, hiçbir davranışı olmuyordu.[footnoteRef:52] [52: Samiha Ayverdi; Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, 3.Cilt, 2. Baskı, İstanbul 1981, s. 104 ]

AYAKLANMANIN BAŞLAMASI

Avcı Taburları ayaklanıyor

İsyan, Rumî tarihle 30 Martı 31’e bağlayan gece, yani 12/13 Nisan 1909 gecesi başlamıştır. Hürriyet rejimi için Rumeli’den İstanbul’a getirilen Avcı Taburlarına mensup asiler tarafından o gün ve gece Taksim’de bulunan Taşkışla’da subaylar bağlanmış ve hapsedilmiş, ertesi sabah yapılacak harekâtın planları yapılmıştır. Bu arada donanmadaki erlerinde asilere katılımı sağlanmıştır. Fikir cephesini İttihadı Muhammedi Cemiyeti ve Ahrar Fırkası ile Volkan Gazetesi’nin kurduğu gericiler, Hamdi Çavuş adında bir elebaşının çevresinde toplanarak, İstanbul’un dirlik ve düzeniyle görevli bulunan Avcı Taburlarını ayaklandırmışlardır. Bu olay, tarihimize “31 Mart Olayı” adıyla yer almıştır.[footnoteRef:53] [53: Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı yönleriyle, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Ankara 1988, s. 7 ile Bayar; s. 141 ve Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 43 ]

Asilerin kumandasını Arnavut Hamdi Yaşar Çavuş, Tüfenkçi (tüfekçi) Ustası Raif Çavuş, İzmirli Ali, Yenipazarlı Ömer, Gevgilili Bölük Emini Mehmet, Gilanlı Hazım, Yenişehirli Ali, Kırcovalı Selim, Selanikli Eniz gibi çavuş ve onbaşılar üslenmişti. Avcı Taburlarına mensup askerler, kahverengi üniformalarıyla Hassa Ordusunun diğer askerlerinden ayrılmakta idi. Bunlar arasında Divan-ı Harbe göre Derviş Vahdeti de askerlerin arasındaydı.[footnoteRef:54] Ayrıca kadro dışında bırakılmış işsiz er kıyafetinde subaylarda bulunuyordu. Nitekim Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivinde bulunan Osmanlı Devri İç İsyanları katalogunda olayla ilgili olarak incelenen belgelerde, isyana karışan askerlerin sorgulamalarından anlaşıldığına göre, genelinin isyandan haberleri olmayıp çavuş ve onbaşıların elebaşılığı ile yani kitle psikolojisi ile hareket ettikleri tespit edilmiştir.[footnoteRef:55] Bu sorgulamalarda dikkati çeken en önemli nokta ise, askerin daima mektepli subaylar aleyhine bir tavır içerisinde bulunmuş olmasıdır. Burada şunu ilave etmek gerekir ki, isyanı yöneten asıl sorumlunun kim olduğunun tespit edilememiş olması manidardır. [footnoteRef:56] [54: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 46-47 ] [55: Türkmen; s.12–13 ile Bayar; s. 141 ve Baydar; s. 24 ] [56: 31 Mart Olayı hakkında bir eser yazan Ecvet Güresinin deyimiyle “ Volkancıların ardında dış ülkelerin gizli teşekküllerinin parmağı olduğunda şüphe yoktu. Nitekim bu şüphe, isyan sonrası duruşmalar sırasında kuvvetlenmiş, fakat İttihatçılar ve Mahmut Şevket Paşa, büyük devletlerle arayı bozmamak için soruşturmaya izin vermemiştir. Bk. Ecvet Güresin; 31 Mart İsyanı, İstanbul, 1969, s.85 ]

İttihadı Muhammedî cemiyeti, ayaklanmadan önce 20.000 kişilik bir kalabalıkla birlikte yeşil bayraklarla Ayasofya Camii önünde toplanmış ve “...şeriat emirleri ve Tanrı hükümleri bir tarafa bırakıldı. Din ve diyanet hâlâ ayaklar altında kalacak mı?” gibi söylemlerle askerlerin dini duygularını ayaklandırmaya ve cahil halkı tahrik etmeye çalışmıştır. Nihayet, 31 Mart (Rumî tarihle1325, Milâdî tarihle 13 Nisan 1909) gününün sabahı İstanbul’da Taşkışla’daki 4ncü Avcı Taburu ayaklanmıştır. Ayaklanan asiler, subayları yakalayıp hapsettikten sonra çavuş ve onbaşıların komutasında önlerinde hocalar olduğu halde bir kısmı Sultanahmet’teki Millet Meclisine bir kısmı ise Ayasofya Camii’ne gelmişler ve yolda “şeriat isteriz, padişahım çok yaşa” diye bağırmışlardır.[footnoteRef:57] [57: Güresin; s. 43–45 ile Baydar; s. 23 ]

Asilerin ve hocaların istekleri

Bu ayaklanmaya, İstanbul’da Tophane’deki İstihkâm Taburu, Kılıç Ali Paşa’daki askerler, Beyoğlu’ndaki Topçu Numune Alayı, Yıldızdaki 5, 6 ve 7 inci Alaylar ve Bahriye Nezaretindeki erler ile beraber sarıklı ve cübbeli hocalar ve bir kısım cahil halk da katılmıştır. Ayrıca kadro dışı kalmış, subayların sivil elbise ile isyanı yönettiği görülmüştür. İsyancıların istekleri ise şu konularda yoğunlaşıyordu. [footnoteRef:58] [58: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 85 -86 ve Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 43-44 ]

I. Şeriat hükümlerinin kesin olarak yürütülmesi,

II. Bu hareketlerinden dolayı sorumlu tutulamayacakları üzerine kendilerine mühürlü senet verilmesi,

III. Harbiye Nazırı Rıza Paşa ile Mebuslar Meclisi Başkanı Ahmet Rıza’nın değiştirilmesi,

IV. Subayların değiştirilmesi,

V. Şeriat yolunda yapılan her ayaklanmanın toplar atılmak suretiyle kutlanması,

VI. Kıbrıslı Derviş Vahdeti ve sarıklı hocalarla danışıp hükümetin değişmesi ve yeni kurulacak kabineye kimlerin gireceği işinin de görüşülmesi idi.

Ayasofya Cami yakınındaki Millet Meclisi çevresindeki askerin miktarı sabahın erken saatlerinde 5–6 bini bulmuştu. Ayasofya meydanında yüzlerce hoca tekbir getiriyordu. Medrese öğrencileri de bu ayaklanmaya katılmaktaydı. Ayasofya meydanında hocalar ve askerler birer sandalye üzerinde nutuk atmaya başlamışlardı. Konuşmalar, genellikle “ dinin elden gittiği, şeriatın hâkim olması” gerektiği şeklindeydi. Bu arada, mektepli subayların orduyu Frenkleştirmeye çalıştıkları, bütün bunların İttihat ve Terakki Cemiyetinin başı altından çıktığı, din hükümlerinin ayaklar altına alındığı durmadan söyleniyordu. [footnoteRef:59] [59: Güresin; s. 44–45 ile Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 54 ]

Bu arada ayaklanmayı öğrenmiş olan Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’da Padişaha (II.Abdülhamit) başvurmuştu. Padişah isyancılara karşı kuvvet kullanılmamasını ve kendilerine nasihat edilerek ayaklanmanın önlenmesini tavsiye etmişti. Tarihte ve hele Osmanlı tarihinde nasihat ile yatıştırılmış bir tek ayaklanma bulunmamasına rağmen sorumlular “Allahın dediği olur” sözündeki fatalci felsefeye boyun eğerek olayların akışına kendilerini kaptırmışlardır.[footnoteRef:60] Geçmişte, Abdülhamit’in kuruntuları yüzünden bir zamanların güçlü Osmanlı donanması, Haliç’ten çıkamıyor ve bu yüzden işe yaramaz bir hale geliyordu.[footnoteRef:61] [60: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 87 ] [61: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 17]

Mebusan Meclisi önünde toplanan 3000 kişi civarındaki asilere Şeyhülislâm Ziyaettin Efendi ile Ders Vekili [footnoteRef:62] Halis Efendi ve Şerif Mehmet Sadık Paşa, nasihat etmekle görevlendirilmiş, asiler kendilerine nasihat için gelen heyette bulunan Şerif Sadık Paşayı da şehit etmişlerdir.[footnoteRef:63] [62: Medreselerde eğitimle ve öğrencilere nezaretle görevli resmi devlet memuru] [63: Türkmen; s. 14 ]

Asiler, kabinenin çekilmesini, II. Tümen Komutanı Cevat Paşa ile Hassa Ordusu Komutanı Muhtar Paşanın da yerlerinden atılmalarını istiyorlardı. Bu esnada ilmiye sınıfından Hoca Rasim’de Meclis kürsüsünden asiler adına gerçekte ise kendi sınıfı adına yaptığı din ile ilgili görüşler ve istekleri kapsayan demecinde ise özetle;

1. Osmanlı Hükümeti bir İslam Hükümeti olduğu için Müslümanlığın hükümlerini yürütmelidir. Kanunlar, din kitaplarından çıkarılmalıdır.

2. Askere namaz için vakit bırakılmalıdır.

3. Okul programlarına din dersleri konulmalı ve İslam adetlerine aykırı olan tiyatrolar kaldırılmalıdır.

4. Müslüman kızlarla Hıristiyan kızlar arasında arkadaşlık olmaz. Bu küfürdür.

5. Mebuslar ve kabine üyeleri dindar adamlardan oluşmalıdır.[footnoteRef:64] Demiştir. Ayrıca “Meclisi Mebusanda bile birçok dinsizler var. Çocuklarımız ta küçük yaşlarından itibaren dinsizleştirilmek isteniyor.” [footnoteRef:65] Şeklinde nutuk atmıştır. [64: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 88 ile Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 59 ] [65: Baydar; s. 26]

Hükümet istifa ediyor

Asilerin ayaklanışını o gece haber alan İstanbul Merkez Komutanı, durumu Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Ali Rıza Paşa’ya bildirmişti. Ancak Ali Rıza Paşa, Harbiye Nezaretindeki birliği veya Mahmut Muhtar Paşa komutasındaki Hassa Ordusunu harekete geçirse idi, muhtemelen İsyancıların meydanları doldurmaları önlenecek, böylece 31 Mart ayaklanması bastırılabilecekti. Ancak Hassa Ordusunun harekete geçmesine Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa mani olmuş, çareyi isyanı bastırılışında değil istifa etmekte görmüştür.[footnoteRef:66] [66: Güresin; s. 49–50 ]

Padişah II. Abdülhamit, asilere Başkâtip Ali Cevat tarafından kaleme alınan bir tezkere ile “… Kabinenin çekilmesi Hazreti Zillüllah (Tanrının gölgesi olan II. Abdülhamit) tarafından kabul edilmiştir. Yeni kabine kurulmak üzeredir. Bugünkü ayaklanmada bulunan askerlerle diğer kimseler hakkında Padişahımız genel af kabul etmiştir. Devletimiz İslam devletidir. Kıyamete kadar da öyle kalacaktır. Şeriat bundan böyle de daha büyük bir dikkatle yürütülecektir. Başkomutan olan büyük Halifemiz Padişahımız askerlere kışlalarına, ahaliye de iş ve güçlerine dönmelerini selamlar ile bildirir.” [footnoteRef:67] Şeklinde ifade edilmiştir. Padişahın bu tezkeresi, Meclis’ten sonra Ayasofya’da bulunan isyancılara da “Şeriat isteriz” sesleri arasında okunmuştur. [67: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 89 ]

Asiler, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşanın çekilmelerini, Meclisi Mebusan Reisi Ahmet Rıza, Hüseyin Cahit, Meclisin ikinci Başkanı Talat (Talat Paşa) ve Dr. Bahaeddin Şakir Beyler gibi önde gelen İttihatçıların mebusluktan kovulmalarını istemişlerdi. Ayrıca başlarındaki mektepli subayların ordudan atılmalarını, açığa alınmış olan alaylı subayların eski görevlerine iade edilmesini ve isyanla beraber yaptıkları zarar ve ziyandan dolayı affedilmelerini istiyorlardı.[footnoteRef:68] Nitekim bu istekler üzerine hükümet derhal istifa etmiş, Padişah II. Abdülhamit de Hüseyin Hilmi Paşanın istifası ile boşalan Sadrazamlığa Tevfik Paşayı görevlendirmiş ve Harbiye Nazırlığına ise, meşhur Dömeke kahramanı Müşir Ethem Paşa getirilmişti. [68: Güresin; s. 45–46 ]

Deniz Binbaşı Ali Kabûlî Bey ile bazı bakan ve mebusların şehit edilmesi

Başkentteki yukarıda belirtilen kabine değişikliğine rağmen, ayaklanma bastırılamamıştı. Çünkü asiler, daha önce isimlerini sıraladıkları kişileri yok etmeye kararlıydılar. Bu yüzden her tarafa saldırıya başladılar. Bu arada Lazkiye Mebusu Şekip Arslan Bey, Hüseyin Cahit’e benzediği için öldürülmüş, Mebusan Meclisi Reisi Ahmet Rıza Bey zannıyla Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Nazım Paşa da aynı şekilde katledilmişti. Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa ise yolda asiler tarafından çevrilmiş, ancak atları koşturup, münasip bir yerde kendini yere atmak suretiyle kurtulabilmiştir. Bunlardan başka üç mektepli subay ile bir kâtip de şehit edilmişti.[footnoteRef:69] Yıldız Kışlası subaylarından altısı kışlanın mutfağı önünde boğazlandı. Ayrıca, Donanmadan Asar-ı Şevket zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşısı Ali Kabûlî Bey ise gemisinin erleri tarafından Yıldız Sarayı’na götürülüp Padişah Abdülhamit’in gözleri önünde şehit edildi. (15 Nisan 1909) [footnoteRef:70] [69: Türkmen; s.15 ile Bayar; s. 158 ve Baydar; s. 26 ile Akşin; 100 Soruda Jön Türkler, s. 127 ] [70: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 90-91 ]

(Abdülhamid’in gözü önünde şehit edilen Ali Kabûlî Bey)

Deniz Binbaşı Ali Kabûli Bey, isyanın başlangıcında kendi askerlerinin asilerle birleşmesini önlemişti. Hatta bu konudaki konuşmasında, “Padişah, ancak, millet olursa vardır. Milleti mahvetmek isteyenleri bu toplarla kahretmek boynumuzun borcu olmalıdır.” Demiştir. Ancak bu sözler, Kabûli Bey’in linç edilmesine sebep olmuştur. İsyanı tahrik ve teşvik edenler, askerleri bu konuda yönlendirmiş ve Kabûlî Bey’in sözü dönüp dolaşıp Sarayın topa tutulacağı şekline dönüşmüştü…

Padişah II. Abdülhamit Ali Kabûlî Beyi görmek istemesi üzerine huzura getirilmişti. Kaptan, Padişahı askerce selamladı; “Padişahım, şikâyetleri iftiradır, hakaretleri de iftiraları gibi teşvik eseridir” diyebildi. Heyecandan daha fazla konuşamadı. Abdülhamit pencereden elleri ile işaret ederek iki asiyi çağırdı. Padişah Başkâtibi Cevat Bey bu laubali hareketi beğenmeyerek Padişah’a, “Zât-ı şahanenize bunlarla görüşmek yakışmaz.” Dedi. Bu ihtar üzerine Abdülhamit; “Bizi yatağımızda yatarken niçin yaksınlar, sormayalım mı?” Cevabını vermişti…

Sonuçta Binbaşı Kabûlî Bey, Yıldız Sarayının önünde asilere katılan kendi erleri tarafından Padişah Abdülhamit’in gözleri önünde delik deşik edilerek öldürülmüştü. Şeriat kurbanı olarak cesedi de saray ağaçlarından birine asılmıştı. Artık İstanbul’a asi neferler hâkimdir. Hürriyet şarkılı plaklar kırılır. Açık gezen kadınlar tehdit edilir. “Kahrolsun mektepli zabitler, yaşasın alaylılar”, “Çok şükür şeriatı kurtardık” şeklinde bağırmışlardır. Ayaklanma sırasında köprü üzerinde vurulan İlyas ismindeki mektepli bir subayın (Mülâzım/Teğmen), cesedi 24 saat ortada kalmış, arabacılar ya korkudan, ya da taassuptan dolayı bu subayın cesedini taşımayı reddetmişti.[footnoteRef:71] [71: Güresin; s. 51–53 ile Baydar; s. 28-29 ve Bayar; s. 142-144 ile Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 98-99 ]

Ayaklanan askerler, ayaklanma sırasında Zaptiye Nezaretinin karşısındaki kadınlar İttihat Terakki kulübünün kapılarını kırıp yirmi musiki aleti ile mobilyaları parçalamışlardı. Bunları yaparken, arada kümeler halinde Yıldız’a uğrayıp istediklerini kabul ve kendilerini affettiği için Abdülhamit lehine sevgi ve teşekkür gösterileri yapıyorlardı. Abdülhamit de pencereye çıkıp onların gösterilerine karşılık veriyordu. [footnoteRef:72] [72: Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 74 ]

Ayaklanmanın Anadolu’ya da yayılması

Gericilerin İstanbul’daki ayaklanmaları Bursa, Erzincan, Erzurum ve Adana vilayetlerine de sıçramıştı. Özellikle Doğudaki gelişme önemliydi. Çünkü Erzurum ve Erzincan askeri birliklerin yoğun olduğu yerlerdi. Oradaki ayaklanma büyüdüğü takdirde bütün Doğu, asilerin kontrolüne girecek, zaten idareyi ele almak için bekleyen İttihad-i Muhammedi Cemiyeti teşkilatına Osmanlı Devletinin kaderi teslim edilmiş olacaktı…

13 Nisan 1909 (31 Mart) günü Erzincan’daki birliklerde ayaklanan askerler, sancaklarına Kur’an-ı Kerimi bağlayıp silahlarıyla kışlalarından çıkarak önce koşu alanında toplanmıştı. 15-20 Tabur arasındaki bu asi kuvvetlerin kumandanı bir süvari Başçavuşu idi. Başlarında subayları yoktu. Ancak geri planda Erzurum Tümen Kumandanı Yusuf Paşa tarafından destekleniyordu. İsyancıların elebaşlısı olan Başçavuş, koşu alanına gelen 4ncü Ordu Kumandanı Müşir İbrahim Paşaya tüfeğini doğrultunca İbrahim Paşa, kamçısıyla başçavuş’un suratına defalarca vurmuş ve ayaklanan askerlere büyük gözdağı vermişti. Bu suretle ayaklanmanın önüne geçinebilmişti…

Erzurum’daki birliklerde de meydana gelen ayaklanma bastırılmış, isyana destek veren Erzurum Tümen Kumandanı Yusuf Paşa İstanbul’a gönderilerek Örfi İdare Mahkemesince idama mahkûm olmuştur. Erzincan’da bulunan 4nü Ordunun isyancılara katılmamasında dolaysıyla isyanın kısa bir sürede bastırılmasında 4ncü Ordu Kumandanı Müşir İbrahim Paşa ile Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey’in rolleri büyük olmuştur. [footnoteRef:73] [73: Güresin; s. 54–56 ile Bayar; s. 159-161]

14 Nisan 1909’da (ayaklanmanın ikinci günü) Bursa’da hocalar ve şeyhlerle birlikte binlerce insan ellerinde yeşil bayraklarla telgrafhane önünde toplanarak İstanbul’daki isyancıları desteklediklerine dair İttihadı Muhammedi ye Cemiyetine ve Kıbrıslı Derviş Vahdeti’ne telgraf çekmişlerdi. [footnoteRef:74] [74: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 92 ]

Meclisi Mebusan ve Vekiller Heyeti, dindar adamlardan meydan gelmelidir.

İstanbul Beyazıt Camii hocalarından olan Ahmet Rasim Efendi, yanında 15 silâhlı isyancı asker bulunduğu halde, 14 Nisan 1909 tarihinde Mecliste, milletvekillerinin karşısında yaptığı konuşmada özetle;

“ Yeni yetişme bazı kimseler var. Maalesef milletvekilleri içinde de var. Bunlar, Hıristiyanlara kuvvetli görünmek için memleketi gâvurlaştırmak istiyorlar. Yeni kız lisesi bu maksatla açılmıştır. Mektepte Fransız’la, İslam kızı bir arada okuyacak, kardeş olacakmış. Bu fikir, İslam Hıristiyan, Hıristiyan da İslam olsun demektir. Şeriata aykırıdır böyle okuma. Bunlar İslam birliği yerine Osmanlı birliği koymak istiyorlar. Osmanlılık nasıl olurda çeşitli unsurları birleştirebilir? Asker tarafından söylüyorum: Meclisi Mebusan ve Vekiller Heyeti, dindar adamlardan meydana gelmeli diyorlar. Ve isimlerde söylüyorlar. Bu askerlerden hiçbirisinin (asi) cezalandırılmaması lazımdır. Böyle şeye katiyen gidilemez.” [footnoteRef:75] Demiştir. [75: Güresin; s. 47–49 ile Bayar; s. 147 ]

Hassa Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa İngiliz elçiliğine sığınıyor

Zamanın ikdam gazetesinde yer alan bir yazıya göre, isyandan birkaç gün evvel, askerlere, subayları tarafından “Hocalara katiyen görüşmeyeceksiniz. Askerlikte diyanet aranmaz. Allah’tan başka kimse tanınmaz. Padişah ve ahali, İttihat ve Terakki Cemiyetinin elindedir.” Diye ifade edilmiştir… Bu arada Volkan gazetesi ise, isyandan birkaç gün önce bazı askerlerin, subaylarını şikâyet için Babıâli’ye (hükümete) gidip Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile görüşmek için müracaatta bulundukları, fakat paşanın bunlara aldırış etmediği haberine yer vermiştir. Her iki gazetenin de o günlerde yaptığı yayınlarla, askerleri, subaylarına karşı tahrik ederek ayaklandırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır…

İstanbul’da isyan eden ve çoğunluğu askerler ile yobaz softalardan oluşan 3000 kişilik çapulcuya karşılık Mahmut Muhtar Paşa komutasındaki 30.000 kişilik Hassa Ordusu harekete geçirilemediği gibi bu kuvvetlerin de bir kısmının asilere katılmaları önlenememiştir. Hatta asilerin baskısı ile Mahmut Muhtar Paşa istifa etmiş, konağı asiler tarafından abluka altına alınmıştır. Mahmut Muhtar Paşa, bu kritik durumda komşusu olan bir İngiliz’in evine kaçmış, oradan da İngiliz sefaretine (elçilik) sığınmıştır… Hâlbuki bu isyanı bastırma görevi Hassa Ordusu Komutanı bulunan Mahmut Muhtar Paşaya düşüyordu. Gerçi Mahmut Muhtar Paşa yayımladığı bir emirde, askerlerin kesinlikle İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve benzeri cemiyetlerle ilgilerini kesmelerini emretmiş, Alay ve Tabur imamlarına da askerlere nasihatte bulunmalarını tavsiye etmişti. İşte bu yüzden asiler tarafından Mahmut Muhtar Paşa da hedef seçilmişti…

Bu gelişmeler karşısında büsbütün şımaran ve cesaret alan asiler, zapt edilmez bir çılgınlık içerisinde birçok gazete idaresi ile matbaayı tahrip etmişler, ellerindeki listeye göre kelle aramaya çıkmışlardır. Bu zemini kendisi için fırsat bulan Derviş Vahdeti de gazetesinde yazdığı yazılarla isyanı durmadan körüklediği gibi bir yandan da basın yolu ile yobaz kesimin desteğini sağlamaya çalışmıştır. [footnoteRef:76] [76: Türkmen; s.15-16 ile Borak; s. 360 ]

HAREKET ORDUSUNUN GÖREVLENDİRİLMESİ

Harekât Ordusu Selanik’ten İstanbul’a hareket ediyor

31 Mart İsyanı haberi 13 Nisan 1909 günü Selanik’te bulunan İttihat-ı Terakki Cemiyeti merkezine ulaşırken, bir gün sonra da başka bir telgrafla Selanik’teki III. Ordu Merkezine ulaştı. Başkentteki (İstanbul) isyan haberini alan III. Ordu Komutanı bulunan Mahmut Şevket Paşa [footnoteRef:77] başkanlığında Selanik Askeri Kulübesinde (ordu evi) yapılan toplantıda ordu tarafından gerekli tedbirlerin alınması konusunda görüş birliğine varıldı. İstanbul üzerine sevk edilmesi düşünülen ordunun başına Selanik 11. Redif Fırkası (yedek Tümen) Komutanı bulunan Ferik (Korgeneral)) Hüseyin Hüsnü Paşa (1852–1918) Hareket Ordusunun [footnoteRef:78] ilk komutanı olarak görevlendirildi. Ayrıca bu Ordunun Kurmay Başkanlığına da Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in getirilmesi kararlaştırıldı.[footnoteRef:79] [77: Mahmut Şevket Paşa; Aslen Bağdatlıdır. 1273 (1857) Tarihinde Bağdat’ta doğdu. Küçük yaşta babası ile birlikte İstanbul’a gelip Üsküdar’da yerleşti. Üsküdar Askeri Rüştiyesinden Kuleliye oradan Harbiye’ye geçmiş ve 1298’de (1882) Erkânı Harp (Kurmay) Yüzbaşısı olarak okulu bitirmiştir. Erkânı harp Yüzbaşısı olarak Harp Okuluna “hendesei hallye” ( geometri) hocalığına tayin edilir. Ordumuzda ve askeri okullarda ıslahat yapmak üzere gelen Alman Generali Von der Goldsch ile birlikte çalışır. Kurmay Yüzbaşı Mahmut Şevket, 19 sene sonra paşa olmuş 19ncu senesinde birinci ferikliğe (Tuğgeneral) yükselmişti. Mahmut Şevket Paşa üç seneye yakın bir zaman Harekât Ordusu Kumandanı ve Harbiye Nazırı görevlerini yapmıştır. Daha sonra 1nci, 2nci, 3ncü Orduların Müfettişliğinde bulunmuştur. Alman İmparatorluğunun daveti üzerine manevralara katılmak üzere 25 Ağustos 325’de (1909) büyük bir kalabalık tarafından Sirkeciden uğurlanarak Almanya’ya gitmiştir. Almanya’dan sonra Fransa’ya gitti. (Hasan Amca; s. 77-81) ] [78: Harekât Ordusu; Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanlığı sırasında Harekât Ordusu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada; “Harekât Ordusu adını ben buldum. Bazı arkadaşlar Hürriyet Ordusu dediler. Hâlbuki bütün ordu Hürriyet Ordusu durumundaydı. Harekât halinde bulunan kuvvetlerin durumunu göstermek için, Hürriyet Ordusu’nun Operasyon Kuvvetleri denildi. Ben, bu operasyon kelimesinin Türkçeye çevrilmesini uygun görerek, Harekât Ordusu ifadesini kullandım.” Demiştir. (Akçakayalıoğlu; s. 8) ile Bayar; s. 214 ] [79: Akçakayalıoğlu; s. 8-9 ile Türkmen; s. 18–19 ve Karal; s. 98 ]

( Hareket Ordusu komuta heyeti Yeşilköy’de. Demir yolu üzerinde çantasına haritasını yerleştiren Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’dir.)

( Hareket Ordusu komuta heyeti toplu bir halde (1909))

Ayaklanmayı bastırmak üzere Mahmut Şevket Paşa komutasında oluşturulan ve komutanlığını Hüseyin Hüsnü Paşa, Kurmay Başkanlığını ise Kolağası (Yüzbaşı) Mustafa Kemal (Atatürk)’in yaptığı Hareket Ordusu, 14 Nisan 1909 tarihinde Selanik’ten İstanbul’a doğru hareket etmişti. Çatalca da toplanan Harekât Ordusunun 18 Nisan 1909 tarihi itibariyle toplam mevcudu 15.000 civarında idi. III. Ordu Selanik 17nci Alayına mensup tahminen 1200 kişilik tabur 18 Nisan 1909 günü Çatalca’dan Hadımköy’e (Boyalık) geldi. (Kroki-1) Kurmay Binbaşı Muhtar Bey komutasında olan bu birlikler, Hadımköyü’ne geldiklerinde ordu öncüsü olarak görevlendirilerek Isparta kule mıntıkasını tuttular. II. Ordudan 12. Alaya mensup Tabur da Yüzbaşı Kazım Karabekir komutasında Hadımköy’e gelmişti. Harekât Ordusunun keşif kolunu teşkil eden Jandarma müfrezesi,19 Nisan 1909 günü Küçük Çekmece’den hareketle bu günkü Yeşilköy istasyonunu işgal etmişti. Hemen akabinde Hareket Ordusu da Yeşilköy’e gelmişti. [footnoteRef:80] [80: Türkmen; s. 33 ]

Harekât ordusu birliklerinin İstanbul’a giderken takip ettikleri güzergâh (Kroki-1)

Arnavut mebusu İsmail Kemal İngiltere’nin müdahalesini istiyor

Asilerin lideri, eski Trablusgarp Valisi, Arnavut asıllı İngiliz dostu Arnavut Mebusu olan İsmail Kemal; Hareket Ordusunun İstanbul’a girmesini önlemek amacıyla büyük devletlerin elçilikleri ile yapmış olduğu temas ile ilgili olarak özetle (19 Nisan 1909);

“…Oturmakta olduğum otele gelerek kendileri ile konuştuğum Alman temsilci Melferrich ile diğer devlet temsilcilerinden durum hakkında görüşlerini öğrendim. Bunlar, işlerin bu kerteye gelmesini Padişahın akılsızca hareket etmiş olmasına bağlıyorlar. Ve karşılaşmakta bulunduğumuz güçlüklerden bir çeşit memnunluk duyuyorlardı. Rus elçisi Zinoviçev de harekete geçmek taraflısı değildi. Padişahın ve Nazırlarının kendilerini bunalmaktan kurtarmanın bir çaresini aramaları gerektiğini söyledi. Bundan sonra Sir Gerald Lowthen’i (İngiliz) görmeye gittim. Ve kendisi ile konuştum. İngiliz Hükümetinin müdahalesi konusunda ki teklifimi kesin olarak red etmedi, fakat böyle bir teklifi kimin yapacağını sordu. Padişahın yapması için çalışacağımı söyledim. Bunun yeteri kadar etkili olmayacağını söyledi. Bu takdirde teklifin Sadrazam tarafından yapılmasını temin edeceğimi söyledim. Elçi böyle bir durumda ne yapılabileceğini düşüneceğini ifade etti.” Demiştir…

İsmail Kemal, bundan sonra Sadrazam Tevfik Paşayı görmüş, İngiltere’nin müdahalesini istemesi için ikna etmeye çalışmış fakat muvaffak olamamıştır. Tevfik Paşa, Selanik’ten İstanbul Polis Müdürüne kendisinin tutuklanması için bir telgraf gelmiş olduğunu haber vermiş ve vakit varken başının çaresine bakmasını öğütlemiştir. Bunun üzerine İsmail Kemal, İngiliz Elçiliği’ne sığınarak korunmasını istemiştir. İngiliz Elçisi de bu sadık kulunu, İngiliz bayrağı taşıyan bir vapurla Yunanistan’a kaçırmıştır. 31 Mart Ayaklanmasının başlıca kışkırtıcılarının İstanbul’dan kaçması, mevcudu 40.000 kadar olan isyancı askerleri gerçek liderlerinden yoksun etmiştir. [footnoteRef:81] [81: Karal; IX. Cilt, Ankara 1996, s. 100–101 ile Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 152-153 ]

Harekât Ordusunun genç kurmayları

Ayaklanmayı bastırmak üzere Selanik ve Edirne’den gelen Hareket Ordusunun sevk ve idaresini üstlenen meşrutiyet ve özgürlük yanlısı kurmay subayların rolleri son derece önemli idi. Selanik’teki III. Ordu bölgesinden gelen askerlerin sevkiyatında; Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk), Kurmay Binbaşı Ali Fethi (Okyar), Kurmay Binbaşı (Hafız) İsmail Hakkı Bey ile Kurmay Binbaşı Enver (Paşa), Kurmay Yarbay Cemal (Paşa), Kolağası Resneli Niyazi, Kurmay Binbaşı Muhtar Bey gibi komutanlar görev almıştı. Ayrıca Edirne’de bulunan II. Ordu sevkiyatında ise Kurmay Yüzbaşı Kazım Karabekir, Kurmay Yüzbaşı Ali Fuat (Cebesoy), Kurmay Yüzbaşı İsmet (İnönü), Kurmay Yüzbaşı Refet (Bele), Kurmay Yüzbaşı Hüseyin Rauf (Orbay), Kurmay Yarbay Fevzi Çakmak (Paşa), Albay Vehip (Kaçi), Kurmay Yüzbaşı Ali İhsan (Sabis) Beyler gibi ilerde önemli görevler alacak olan subaylar bulunuyordu.[footnoteRef:82] [82: Türkmen; s. 25 ]

(Harekât Ordusu Komutanı ve Kurmayları: Oturanlar, Ortada Mahmut Şevket Paşa, sağında Ali Rıza (Sedes) Paşa, solunda Hüsnü Paşa arkadakiler: soldan 2nci; İsmet bey (İnönü), ortada Hafız Hakkı bey, yanında Enver bey (paşa))

İrtica hareketine karışmış olan askerler, Osmanlı Ordusunu utanca düşürmüştür

19 Nisan 1909 günü Hareket Ordusu adına Hüseyin Hüsnü Paşa tarafından İstanbul’da Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) İzzet Paşaya ve İstanbul halkına hitaben bir telgraf çekildi. Bu telgrafta özetle;

“İstanbul’daki irtica hareketine karışmış olan askerlerin 600 yıldan beri lekesiz bir itaat ve namusu taşımakta olan Osmanlı Ordusunu pek büyük utanca düşürdüğünü ve bu lekenin derhal silinmesi için II. ve III. Ordudan tertip edilmiş olan birliklerin Küçük Çekmece ve Yeşilköy’e gelmiş olduklarını… Kendilerini aldatıp ‘Şeriat İsteriz!’ diye isyana sevk edenlerin cezalandırılması için alınacak tedbirlere hiçbir şekilde karışmayarak, Hareket Ordusu mensuplarını öz kardeşleri gibi bilmelerini, aralarına karışıp kendilerini isyana sevk etmiş olanları ise subaylarına haber vermeleri ” Belirtilmiştir…

Ayrıca aynı gün Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmış olan bir beyanname neşredilmiştir. Bu beyannamede özetle;

“ … Millet; yıllardan beri zulmeden istibdat kuvvetini parçalayarak meşru Meşrutiyet Hükümetini kurdu. Anayasamızın ayaklar altına alınmak istenildiğini gördü. Bu alçakça hareketlere sebep olanları cezalandırmak üzere İstanbul’a yürümeye karar verdi. İlk icra kuvveti olmak üzere işte bizi, İstanbul surları karşısında gördünüz, bu Hareket Ordusunu buraya gönderdi… Fazilet heyeti olan ulema iftiharımız, baş tacımızdır. Fakat hainlikle adi ve şahsi menfaat elde etmek maksadıyla yalandan ilmiye kisvesine bürünerek ve şerefli İslâm dinini küçümseyip alay konusu haline getirmekten çekinmeyerek fesat yaymaya kalkışan birtakım hafiyeler ve menfaatperestler, elbette kanun ve şeriat hükümlerine göre muamele görmekten kurtulamayacaklardır.” [footnoteRef:83] Şeklinde ifade edilmiştir. [83: Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, 2. Baskı, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Ankara 1988, s. 10-11 ile Türkmen; s.38–39 ve Akşin; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, s. 158-159 ]

Yukarıda belirtilen bu beyannamenin, gazetelerde bazı komutanlar tarafından Hareket Ordusuna mukavemet edilmesine dair padişaha teklifte bulunulmuş ancak, Padişah Sultan II. Abdülhamit, bu teklif üzerine, “Paşalar! Ben Halife-i İslam’ım; Müslüman’ı Müslüman’a kırdıramam!” [footnoteRef:84] Diyerek bu teklifi kabul etmemiş, hadiseyi tarafsız bir seyirci gözüyle takip etmiştir. [84: İsmail Hami Danişmend; 31 Mart Vak’ası, İstanbul, 1974 s.116-117]

İstanbul’da sıkıyönetim ilan ediliyor

21 Nisan 1909 günü 1nci Mürettep Fırka (Tümen) Kurmay Başkanı Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in imzasıyla 1 Numaralı Ordu Emri yayımlandı… Bu emrin önemli olan birinci maddesi ; “Hareket Ordusu, görevini sadece askeri yönden yapacaktır. Politik konular ve bu konuda İstanbul ile görüşme yapmak şimdilik görev dışıdır. Hiçbir rütbe sahibi, hiçbir kimse ile bu konuda konuşmaya ve Hareket Ordusunun kuruluşu dışında herhangi bir şahsın bu göreve katılmasına müsaade edemez.” [footnoteRef:85] Şeklindedir. [85: Akçakayalıoğlu; s. 9 ]

Hareket Ordusunu öteden beri Selanik’ten idare etmeye çalışan III. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, komutayı devralmak üzere 21 Nisan 1909 günü Selanik’ten İstanbul’a hareket etti. Mahmut Şevket Paşa, İstanbul’dan hareketinden önce şimdi bir Yunan kenti olan Serez’den, Osmanlı Meclisi Vükelâya (vekiller) bir telgraf çekerek, memleketi bu sıkıntılardan kurtarmak amacıyla II. ve III. Orduların müşterek olarak harekete geçtiklerini bildirdi. Telgrafta özetle;

“İstanbul’da askerlerin hemen hepsi isyana katılmış olduğundan bu askerlerin İstanbul’da kalması halinde şehrin asayişinin bozulacağından, Padişahı koruyacak bir miktar asker bırakıp geri kalanının terhisini, III. Ordudan bir Fıkranın (Tümen) Davut paşa ve Rami kışlalarında ikametini… İstanbul’un asayiş ve inzibati için yalnız polis ve jandarmanın istihdamını, İstanbul’da sıkıyönetimin ilan edilmesini, ileri sürülen şartların kabul edilmemesi halinde müdahalede bulunabileceğini…” [footnoteRef:86] Belirterek bütün liva (Tugay) merkezlerine bildirdi. [86: Türkmen; s. 44 ]

İsmet İnönü’nün hatıraları

İsmet İnönü’nün Harekât Ordusunun teşkili ile ilgili olarak hatıralarında;

“…3.Ordudan (Selanik) 2.Orduya (Edirne) gelen haberler, süratle bir askeri kuvvetin İstanbul’a sevkini teklif ediyordu. Teşebbüsü eline almış olan Selanik’teki 3ncü Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa ile Edirne’deki 2nci Ordu Kumandanı Salih Paşa, “Harekât Ordusu” namı altında bir büyük kuvvetin tertip ve sevkinde mutabık kaldılar. Selanik’ten Hüseyin Hüsnü Paşa (Ferik-Korgeneral) kumandasındaki tümen ve gönüllülerden mürekkep kuvvete, Edirne’den Şevket Turgut Paşa (Mirliva-Tuğgeneral) kumandasında bir tümen eklenmişti. Teşkil edilen Orduya Mahmut Şevket Paşa kumanda edecekti. Bu kuvvetler, süratle hazırlanarak trenle İstanbul civarına sevk edildiler…

Mahmut Şevket Paşa’nın erkânıharbiyesinde Mustafa Kemal Bey ve Şevket Turgut Paşa’nın erkânıharbiyesinde de Kazım Karabekir Bey vardı. Üç dört gün içinde Hareket Ordusu İstanbul’a girdi. Hareket Ordusu kıtaatı, Beyoğlu’nda Taksim Kışlası’na ve Taşkışla’ya barınmış olan asi askerlerle çok şiddetli ve kanlı bir suretle çarpışmışlardır. İki taraftan masum pek çok kurban verilmiştir. Kışlalar işgal edildikten sonra Harekât Ordusu kıtaları, İstanbul’un mühim yerlerini temizlemişler ve Yıldız Saray’ının etrafını emniyete almışlardır. Ben bu sırada Edirne’den gelerek Şevket Turgut Paşa’nın mahiyetine katıldım. O esnada Mebusan ve Ayan, Yeşilköy civarında toplanarak II. Abdülhamit indirilmesine ve yerine Reşat Efendi’nin, Mehmet V. Olarak geçirilmesine karar vermişlerdi.” [footnoteRef:87] Demiştir. [87: İsmet İnönü; İsmet İnönü’nün Hatıraları, Yayıma Hazırlayan: Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi Ankara, Ağustos 2006, s. 56-57 ]

Kazım Karabekir’in hatıraları

Kâzım Karabekir’in Hatıralarında 31 Mart Ayaklanması İle ilgili olarak;

“…İstanbul’un meşrutiyet aleyhtarlarının, gerek sarayın gerekse dış düşmanlarımızın teşviki ile bir irtica yaparak meşrutiyet taraftarlarını boğmak isteyeceklerini hiçbir zaman düşüncemden uzak tutmadım. Edirne’de (II. Ordu) toplu bulunan üçüncü Fırka (Tümen) erkânı harpliğine (Kurmay Başkanlığı) geldim. İlk iş olarak İstanbul’dan gelmiş olan alaylı zabitler komutasındaki taburları mektepli ellere verdim…

Edirne’ye irtica haberi geldiği zaman (İstanbul’dan) her tarafta büyük bir şaşkınlık başladı. Çünkü haftalardan beri alınan haberler irtica’ın Trakya’da da çıkacağını gösteriyordu. İttihat ve Terakki merkezinde bulunan arkadaşlar ki bir kısmı zabitti (subay), etrafıma toplanarak vaziyetin vahimliğini ve bunun karşısında benden medet beklediklerini söylediler… Bizim evde toplanmıştık. Burada İsmet (İnönü), Jandarma Yüzbaşı Rafet, Topçu Yüzbaşı Sabri, sivillerden Faik Beyler de vardı. Topçu Yüzbaşı Sabri Bey’le Faik Bey’in İstanbul’a kıyafet değiştirerek gönderilmesine karar verdik. Birkaç da açık şifre (kod) verdik…

Ertesi gün bu arkadaşlar “annem hastadır” yani “irtica müthiştir, hareket lazım”dır şifresini verdiler. Derhal kuvvetleri ve kıtaları hazırladık. Fırka’nın (Tümen) kumandanı Tevfik Paşa İstanbul’da izinli idi. Liva (Tugay) kumandanı Şevket Turgut Paşa’ya kumandayı almasını teklif ettim. Memnuniyetle kabul ettiler. Ordu kumandanı (II. Ordu) Salih Paşa vaziyetten pek endişeli idi. Evvelâ kendisinin hapsedilmesini sonra hareket edilmesini söyledi. Kendisine;

-Paşam bu hareketi yapacağız, askeri mertebe silsilesini bozmak istemiyoruz. Fakat mecbur kalırsak bunu da yapacağız. Çünkü mahvolacak yalnız meşrutiyet değil, bütün mektepli zabitler, sonra da bütün millet ve vatandır. Değil hareketimiz için taraftar olmamak, ordunun başına geçmek sizin için büyük bir vazife ve bir şereftir. Kıtalar trene binmek üzeredir- dedim… Selanik’te üçü