ULUSLARARASI İŞBÖLÜMÜ, MEKANSAL …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1940/2606.pdf2.1.1 Modern...
-
Upload
duongnguyet -
Category
Documents
-
view
224 -
download
0
Transcript of ULUSLARARASI İŞBÖLÜMÜ, MEKANSAL …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1940/2606.pdf2.1.1 Modern...
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İŞBÖLÜMÜ, MEKANSAL YAPILANMA, TÜRKİYE’ DE İMALAT SANAYİİ
Yüksek Lisans Tezi
Hande Yurtoğlu
Ankara-2006
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İŞBÖLÜMÜ, MEKANSAL YAPILANMA, TÜRKİYE’ DE İMALAT SANAYİİ
Yüksek Lisans Tezi
Hande Yurtoğlu
Tez Danışmanı
Doç.Dr.Ahmet Haşim Köse
Ankara-2006
i
İÇİNDEKİLER i
KISALTMALAR iii
TABLOLAR LİSTESİ v
ŞEKİLLER LİSTESİ vii
GİRİŞ 1
BİRİNCİ BÖLÜM: 1970 SONRASI DÜNYA EKONOMİSİNDE YAŞANAN
DEĞİŞİMLER
1.1 Finans Piyasasında Yaşanan Değişimler 7
1.2 Dünya Ticaret Yapısı 11
İKİNCİ BÖLÜM: TİCARET TEORİSİ VE EMEK PİYASASINA ALTERNATİF
BİR YAKLAŞIM
2.1 Modern Ticaret Teorisi ve Alternatif Bir Yaklaşım 25
2.1.1 Modern Ticaret Teorisi, Hecksher-Ohlin Modeli 25
2.1.2 Küresel Mal Zincirleri Yaklaşımı 32
2.2 Katmanlı Emek Piyasası Yaklaşımı 40
2.3 Mekan Kavramı ve Ekonomide Mekanın Önemi 48
ii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ULUSLARARASI İŞBÖLÜMÜ VE DÜNYA
EKONOMİSİNE EKLEMLENEN TÜRKİYE
3.1 1970’li Yıllar Sonrasında Merkez ve Çevre Ülkeler Arasındaki
İlişkiler 57
3.2 Türkiye’de 1980 Sonrası Ücret Politikaları ve Dünya Ekonomisine
Eklemlenme Biçimi 78
SONUÇ 103
EK 1 107
EK 2 109
KAYNAKÇA 111
ÖZET 128
SUMMARY 129
iii
KISALTMALAR
ABD Amerika Birleşik Devletleri
AR-GE Araştırma Geliştirme
ÇUŞ Çok Uluslu Şirketler
DİE Devlet İstatistik Enstitüsü
DTÖ Dünya Ticaret Örgütü
DYY Doğrudan Yabancı Yatırımlar
ECLA Economic Commission for Latin America (Latin Amerika Ekonomik
Komisyonu)
GATT General Agreement on Tariffs and Trade (Ticaret ve Gümrük Vergileri
Üzerine Genel Anlaşma)
GOÜ Gelişmekte Olan Ülkeler
GSMH Gayri Safi Milli Hasıla
GSYİH Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
IMF International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu)
İİS İthal İkameci Sanayileşme
İYS İhracata Yönelik Sanayileşme
KMZ Küresel Mal Zincirleri
OECD Organization for Economic Co-Operation and Development (Ekonomik
Kalkınma ve İşbirliği Örgütü)
OPEC Organization of the Petroleum Exporting Countries (Petrol İhraç eden
Ülkeler Organizasyonu)
iv
SYMZ Satın Alan Şirket Yönetimindeki Mal Zincirleri
TRIMs Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rights (Ticarete İlişkin
Yatırım Önlemleri)
TRIMs Trade-Related Investment Measures (Ticaret Bağlantılı Düşünsel
Mülkiyet Hakları)
UNCTAD United Nations Conference on Trade and Development (Birleşmiş
Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı)
UNDP United Nations Development Programme (Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı)
UNIDO United Nations Industrial Development Organization (Birleşmiş Milletler
Sınai Kalkınma Örgütü)
ÜYMZ Üretici Şirket Yönetimindeki Mal Zincirleri
YEÜ Yeni Endüstrileşen Ülkeler
v
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: Piyasa Dinamiği Yüksek Ürünlerin Ana İhracatçılarının ve GOÜ’in İhracat
Payları ,1998 (%)
Tablo 2: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrılmış Ürünlerin İhracat Yapısı, 1980 ve 1998
(%)
Tablo 3: Dünya İmalat Sanayii İhracatında ve Katma Değerinde Seçilmiş Coğrafi
Bölgelerin ve Ülkelerin Payları, 1980 ve 1997 (Yüzde Değerler)
Tablo 4: Üretici Firma ve Satın Alan Firma Yönetiminde Mal Zincirlerinin Temel
Özellikleri
Tablo 5: Katmanlı Emek Piyasasının Nedensel Temelleri
Tablo 6: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Malların Ülkelerin İhracatlarındaki
Payları (%)
Tablo 7: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Malların Üretiminde İstihdam
Edilen İşçi Sayısındaki Değişim (%)
vi
Tablo 8: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Mallar İçin Ücret/Katma Değer
Oranları
Tablo 9: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrılmış Malların İhracat ve İthalata İçindeki
Payları, 1969, 1980 ve 2003 (%)
Tablo 10: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrılmış Mallarda İhracatın İthalatı Karşılama
Oranı, 1969, 1980 ve 2003 (%)
vii
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1: 1990’ lı Yıllar Boyunca Doğrudan Yabancı Yatırımların Çevre Ülkelere
Dağılım Payları (%)
Şekil 2: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Malların Ortalama Yıllık İşçi Başı
Verimlilik Değerleri (bin dolar)
Şekil 3: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Mallarda Ortalama Yıllık Ücret
Değerlerinin Merkez Ortalamasına Oranı
Şekil 4: 1969-2003 Yılları Arasında Farklı Mal Gruplarına Ait İhracat Değerleri (milyon
dolar)
Şekil 5: 1969-2003 Yılları Arasında Farklı Mal Gruplarına Ait İthalat Değerleri (milyon
dolar)
Şekil 6: Faktör Niteliklerine Göre Gruplaştırılmış Malların İhracat Değerleri (Milyon
dolar )
Şekil 7: Faktör Niteliklerine Göre Gruplaştırılmış Malların İthalat Değerleri (Milyon
dolar)
viii
Şekil 8: İhracat ve İthalat Arasındaki Fark (milyon dolar)
Şekil 9: Mal Gruplarına Göre Küçük İşletmeler ile Orta ve Büyük İşletmelerin Dağılımı
(%)
Şekil 10: Mal Gruplarına Göre Küçük İşletmeler ile Orta ve Büyük İşletmelerdeki
İstihdam Dağılımı (%)
Şekil 11: Mal Gruplarına Göre Küçük İşletmeler ile Orta ve Büyük İşletmelerde Üretilen
Katma Değer Dağılımı (%)
Şekil 12: Özel İmalat Sanayii Sektörel Kompozisyonu (%)
Şekil 13: Özel İmalat Sanayiinde Mal Gruplarına Göre İstihdam Dağılımı (%)
Şekil 14: 1980-2001 Yılları Arasında Küçük İşletmelerde Reel Ücret Gelişmeleri
(milyar TL)
Şekil 15: 1980-2001 Yılları Arasında Orta ve Büyük İşletmelerde Reel Ücret
Gelişmeleri (milyar TL)
GİRİŞ
1970’li yıllar dünya ekonomisinde önemli değişimlerin yaşandığı yıllar olmuştur. İkinci
Dünya Savaşı sonrasında süregelen Altın Çağ, 1971’de ABD’nin Bretton Woods
sistemini tek taraflı fes etmesiyle sona ermiştir. Dünya ülkeleri hızla küreselleşmeye
başlamıştır. Küreselleşme ulusal ekonomilerin dünya piyasalarına eklemlenmesi ve
dünya kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamiklerinin iktisadi kararlarda
belirleyici olması olarak yorumlanabilir (Yeldan, 2001: 13). Son 30 yıl içerisinde dünya
ekonomisinde yaşanan değişimler ancak küreselleşmeyle beraber gelişen olgularla
anlamlandırılabilir. Bu dönemde dünya ekonomisine neoliberal rejim hakim olmuştur.
Neo-liberalizmin belirleyici unsurları deregülasyon, uyum programları, finansal ve ticari
serbestleşme, esnek üretim küreselleşmeye eşlik eden olgular olmuştur. Dünya
ekonomisindeki değişimleri anlamak için bu olguları ve karşılıklı etkileşimlerini dikkate
almak gerekir.
Ikinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lere kadar süren dönemde dünya ekonomisine Fordist
üretim tarzı hakim olmuştur. Fordist sistem özel amaçlı makine ve büyük oranda
niteliksiz işgücü kullanımıyla standart malların toplu üretimine dayanmaktadır. Üretim
bantlar, emeğin teknik bölünmesi ve malların standartlaşmasıyla yapılanmıştır. Standart
malların toplu üretimi ürün tiplerinde ya da kategorilerinde değişime pek olanak
vermemektedir. Fordist sistem katı emek ilişkileri oluşturmuştur, katı çizgilerle
sınırlanmış detaylı meslek kategorileri ve iş kuralları artmıştır. Bu açıdan Fordizm,
üretim sürecinin planlanması ve üretim arasında katı bir ayrımı ifade eden Taylorizm ve
2
mekanikleşmenin birleşimidir (Lipietz, 1997: 2). Fordist sistem 1970’lerin başında krize
girmiştir. ABD, Avrupa ve Japonya arasında rekabet artmıştır, talep yönlü bir kriz
başlamıştır. Firmaların amacı, artan üretim maliyetlerinin de etkisiyle, yeni pazarlar
bulmak, üretim süreçlerini düşük maliyetli, emek düzenlemelerinin zayıf olduğu yerlere
taşımak olmuştur. Bu da katı bir sistem yerine daha esnek bir sistemi, özellikle emek
piyasalarında, gerektiriyordu.
Artık devletler için rekabet bir ideoloji şeklini almıştır; sermaye çekmek, belli bir
istihdam seviyesi yakalamak, sosyal düzeni korumak için bir araçtır rekabet.
Deregülasyon ve serbestleşme hareketleri de devletlerin yeni dönemin dinamikleri
içerisindeki rollerinin belirlenmesinde önemli olmuştur. Kabaca bakıldığında bu
hareketler düzenlemelerde sadece bir azaltma yaratmıştır. Aslında bu hareketler farklı
bir düzenleme sistemi oluşturmuşlardır (Raikes vd., 2000: 399). Bu yeni sistemde
belirleyici olan iki kavram da rekabet ve esnekliktir. Esneklik yeni koşullara ve değişen
piyasa koşullarına uyma yeteneğini ifade eden yeni bir endüstriyel üretim sistemi olarak
ortaya çıkmıştır.
Bu gelişmeler çerçevesinde yeni dönem gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) dünya
ekonomisine eklemlenmeleri açısından önemlidir. 1970’lerde yaşanan ekonomik kriz bu
devletlerin yeniden dağıtım ve planlama fonksiyonlarını yerine getirememelerine yol
açmıştır. Sanayileşmekte olan ülkeler sermayeleri, işgüçleri ve pazarları ile başka
pazarlara bağlanmak zorunda kalmışlardır. Ulus devletin ideolojik ve politik gücü
sarsılmış, yeni bir dünya işbölümü oluşmuştur. Üçüncü dünya ülkelerinde dış piyasalara
3
yönelik imalat sektörünün ortaya çıkmasıyla üretim ilişkileri yeniden yapılanmıştır ve bu
ülkelerin hammadde ihracatçısı oldukları eski işbölümü değişmiştir (Munck, 2002: 57;
Gereffi ve Korzeniewicz, 1990).
Bu çalışmada GOÜ’in dünya ekonomisine bağlanma biçimleri dış ticaret ve emek
piyasalarında ücret politikaları bağlamında ele alınacaktır. Bu sayede dünya
ekonomisinde var olan eşitsiz gelişme ve yeni dönemdeki değişikliklerin finansal
sermaye lehine, üretim ve birikim olanaklarının aleyhine bir süreç yaşanmasına neden
oldukları ortaya konmaya çalışılacaktır (Yentürk, 2003). Eşitsizliklere neoliberalizmin
yaklaşımı ise farklı olmaktadır, neoliberalizm eşitsizlikleri sistemin hatası olarak
görmemektedir. Bu eşitsizliklerin rekabeti artırdığı, girişimci ruhu canlı tutttuğu ve
sonuçta herkes için fayda sağladığı düşünülmektedir (Thomas, 2001: 167). Çalışmada,
yaratılan rekabetin GOÜ aleyhine olan ticaret savaşlarına yol açtığı ücretler üzerinden
gösterilmeye çalışılacaktır.
Çalışmada öncelikle küreselleşmeyle beraber görülen değişimler ele alınacaktır. Bu
amaçla finans piyasası ve dünya ticaret yapısına değinilecektir. Çalışmanın ikinci
bölümünde ticaret teorileri ve katmanlı emek piyasası yaklaşımı ele alınacaktır. Ticaret
teorileri dünya ticaret yapısını anlamlandırmak için geliştirildikleri için farklı bakışlarını
ve ekonomiye hakim olan eğilimleri anlamamıza yardımcı olacaklardır. Öncelikle
neoklasik iktisadın son dönemde GOÜ’lerin dünya ticaretine eklemlenme biçimlerini
doğrulamak ve yönlendirmek için kullandığı Heckscher-Ohlin modelinden
bahsedilecektir. Daha sonra bu yaklaşıma alternatif olarak küresel mal zincirleri
4
yaklaşımı anlatılacaktır. Bu yaklaşım çalışmanın sonraki bölümlerinde dünya ticaret
yapısını anlamamız için yol gösterici kabul edilmektedir.
Çalışmanın üçüncü bölümünde gelişmiş ülkeler ve GOÜ arasındaki ilişkiler bazı
ekonomik göstergeler kullanılarak ortaya konmaya çalışılacaktır. Daha sonra bu ilişki
ücret politikaları bağlamında ele alınacaktır. Bu amaçla UNIDO Sanayi İstatistikleri
kullanılarak merkez ve çevre ülkeler arasındaki verimlilik, ücret farkları ortaya
konacaktır. Faktör yoğunluklarına göre ayrıştırılmış mal gruplarındaki yıllık ortalama
ücretler merkez ülkeler ortalamasına oranlandırılarak çevre ülkelerde ücretlerin
düşüklüğü ve ücretli emeğin üzerindeki baskı, çevre ülkelerin düşük ücret politikaları
incelenecektir. Daha sonra Türkiye örneği üzerinden 1980 sonrası imalat sanayii yapısı
ve ücret politikaları incelenecektir. Bu kısımda da DİE Sanayi İstatistikleri kullanılarak
Türkiye’de ücretler, dış ticaret yapısı ve imalat sanayii arasındaki bağlantı kurulmaya
çalışılacaktır.
5
BİRİNCİ BÖLÜM: 1970 SONRASI DÜNYA EKONOMİSİNDE YAŞANAN
DEĞİŞİMLER
Dünya ekonomisi için 1970’li yıllarda yeni bir dönem başlamıştır. Bu döneme
damgasını vuran önemli bir kavram, ilk kez 1972’de Modelski tarafından Avrupa
kaynaklı güç kazanma, küresel ticarete diğer ülkeleri eklemlendirme hareketi için
kullanılan küreselleşme olmuştur (Petrella,1996: 63). Bu kavram hem akademik yazında
hem de günlük hayatta oldukça fazla yer bulmuş, farklı alanlardaki etkileri tartışılmıştır.
Bir tanım vermek gerekirse küreselleşme, günümüz toplumsal hayatının kültürel,
siyasal, ekonomik tüm yönlerinin dünya çapında etkileşiminin genişlemesi, derinleşmesi
ve hızlanmasıdır (Held vd., 2000: 2).
Küreselleşme 1970’lerde ortaya çıkan ekonomik bunalımla eş zamanlı olarak ivme
kazanmıştır. Birinci Dünya Ekonomileri 1970’lerde iyice belirginleşen bir karlılık ve
verimlilik krizi yaşamışlardır (Piore ve Sabel, 1984). Fordist sistemin krizinden
kurtulmak için gelişmiş ülkeler yeni teknolojilerle yeniden yapılanmışlar, yeniden
yapılanmanın yetersiz kaldığı durumlardaysa üretimi yeniden örgütlemişlerdir (T.C.
Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 1999: 3). İletişim ve
bilişim teknolojilerindeki gelişmeler de bu süreci hızlandırmıştır. Dünya ekonomisinde
dışa açılma süreci başlamıştır. Neoklasik teori serbest ticaretin daha etkin üretim ve
geniş tüketim imkanları sağlayacağını düşündüğü için dışa açılma ve serbestleşme
hareketlerini desteklemiştir. Sıkı sermaye düzenlemelerinin ekonomik istikrarsızlığı
artırdığı düşüncesi de finans piyasasındaki serbestlik hareketini hızlandırmıştır.
6
Bu yeni hareketin en önemli duraklarından biri 1971’de Bretton Woods sistemi çökünce
döviz kurlarının dalgalanmaya bırakılması olmuştur. Sabit kur sisteminin çöküşü dünya
mal fiyatlarında dalgalanmalara yol açmıştır. 1973’te yaşanan petrol şokunun ardından
dünyaya hakim olan üretim sistemi değişmiştir. Keynesyen politikalarla beraber var olan
Fordist üretim sistemi yerini esnekliğin hakim olduğu yeni bir sisteme bırakmıştır.
Bu dönem gelişmiş ülkelerin ve GOÜ’in arasında da yeni ilişkiler oluşturmuştur. Petrol
şokunun ardından ham madde ihracatında yoğunlaşmış olan GOÜ’in ticaret hadleri
kötüleşmiştir. Sanayileşme sürecinin devam etmesi ve cari açıklarını kapatmak amacıyla
1970’li yıllarda bu ülkeler çok düşük faizlerle borçlanmışlardır. Bankalar bu ülkelere
kolay koşullarla borç vermişlerdir (McMichael, 1996). Ancak 1978 yılında ABD’nin
artan enflasyon ve cari açıklarına müdahele etmek için faiz oranlarını çok yüksek
seviyelerde artırması bu ülkelerin borçlarını ödeyemez duruma gelmelerine ve istikrar ve
uyum programlarının başlamasına yol açmıştır. GOÜ böylece sisteme dahil edilmeye
başlanmıştır (Dikmen, 2000).
Bu bölümde 1970 sonrası dünya ekonomisinde yaşanan değişimler iki yönden
incelenecektir. Önce finans piyasasında yaşanan değişimler kısaca anlatılacaktır.
Ardından çalışmada önemli bir yer tutan dünya ticaret yapısı daha ayrıntılı ele
alınacaktır.
7
1.1 Finans Piyasasında Yaşanan Değişimler
Finansal küreselleşme artan bir hız, sayı ve coğrafi yayılmayla ifade edilmektedir.
Gelişen teknoloji, düşük bilgi iletişimi ve işlem maliyetleri finans piyasalarında işlem
hacminin artmasına neden olmuştur. Buna küresel finans sistemi denilebilir, bu sistem
beraberinde uluslararası entegrasyonu getirmiştir (Eroğlu, 2002: 15). Finansal
küreselleşme finans piyasasının serbestleşmesiyle beraber gerçekleşmiştir. 1980’lerde
finans piyasalarının deregülasyonu ve kur kontrollerinin kaldırılmasıyla sermaye
hareketliliği artmıştır. Bu gelişmede esnek olmayan sermaye düzenlemelerinin
ekonomik istikrarsızlığı arttırdığı düşüncesinin yanısıra yetersiz yurtiçi tasarruflarının
yurtdışı tasarruflarla telafi edilmesinin mümkün olması gerektiği düşüncesi de etkili
olmuştur (Eroğlu, 2002: 23).
Yeni finansal mimari içerisinde uluslararası finans kuruluşlarının önemli bir yeri vardır.
Bu kuruluşlar dünya ekonomisinin “istikrarının” sağlanması ve gelişmiş ülkeler
tarafından ortaya konan ilkelerin uygulanması için çalışmaktadırlar. GOÜ’in
serbestleşmelerinde de bu kuruluşlar önemli rol oynamaktadır. Finansal serbestleşme
ekonomileri disipline etmek, yerel üretimin ve emek piyasasının verimli çalışmasını
sağlamak için kullanılan önemli bir politika aracı olmuştur (van der Hoeven ve Taylor,
2000: 57). Serbestleşme hareketlerini savunan bu kuruluşların varlığı da aslında finans
piyasalarının tamamen kontrolsüz olmadığını göstermektedir, bu olgu küreselleşmenin
tamamen serbest bir düzen oluşturduğu yaklaşımına ters düşmektedir (Hirst ve
Thompson, 1999).
8
1971’de sabit kur sisteminin yıkılmasıyla risklerin ve belirsizliklerin artması sermayenin
finansallaşmasına yeni bir ivme kazandırmıştır, kurlardaki değişiklikler sermaye
hareketlerini etkileyici bir konuma sahip olmuşlardır. Dalgalı kur sistemiyle sermayenin
uluslararası hareketi üzerindeki önemli bir kısıtlama kalkmış ve faiz, sermaye
hareketlerini etkileyen unsurlardan biri olmuştur. Devletlerin makroekonomide önemli
bir araç olarak kullandıkları faiz artık denetimlerinde değildir. Böyle bir ortamda mali
sermayede bir artış yaşanmıştır. Bu da finansal araçların, kısa süreli sermaye
hareketlerinin artmasına yol açmıştır. Finansal araçların zor kontrol edilmeleri, sermaye
hareketlerinin spekülatif yönlü olmaları dünya finans piyasasını belirsiz ve dengesiz bir
ortam yapmıştır. Özellikle finansal araçların risk özelliklerinin ekonomide bir sorun
olmadıkça bilinemeyeceği IMF tarafından belirtilmiştir (Wade, 1996: 64).
Bu belirsiz ortamda da ülkelerin sermaye akımlarını ve yatırımları çekme çabaları
devam etmektedir. Düşük ve orta gelirli ülkeler gelişme programlarını sürdürebilmek
için likidite arayışına girmişlerdir (Arrighi, 2003: 5). Bu ülkelere olan sermaye akımları
üç dönemde incelenebilir. İlki 1970’den 1980’e kadar olan dönemdir. Özellikle
1970’den itibaren doğrudan yabancı yatırımlar (DYY) artmıştır. DYY’daki artış ticaret
artışından da fazla olmuştur (Perraton, 2003: 47). DYY bir şirket ya da şirketler
grubunun ana merkezinin bulunduğu ülke dışındaki başka bir ülkede yeni yatırım
yapmasını veya o ülkedeki mevcut bir şirketin mülkiyetini ya da mülkiyetinin belirli bir
karşılığı olan hisselerini satın almasını temsil eder. Ancak bu dönemde DYY ve portföy
yatırımlarından daha önemli olan banka kredilerinde yaşanan artıştır. Bu durum 1973’te
yaşanan petrol krizinin ardından bu ülkelerin dış borç ihtiyaçlarının artması sonucu
9
ortaya çıkmıştır. Petrol şokunun ardından OPEC ülkelerinde önemli bir dolar birikimi
olmuştur, Avrupa bankalarına akan bu petro-dolarlar GOÜ için kredi kaynağı
oluşturmuşlardır. Bu krediler daha çok özel firmalara ve kamu kuruluşlarına sanayileşme
programları dahilinde verilmiştir (UNCTAD, 2003: 33). UNCTAD (2002)’de belirtildiği
gibi makroekonomik denge ve pasif yatırım politikalarıyla DYY çekmeye çalışmak elde
edilen avantajları ihracat platformlarına kilitleme riski taşımaktadır, bu platformların
yerel sanayilerle bağları iyi kurulmalıdır.
Sermaye hareketlerinde ikinci dönem 1980’den 1990’a kadar olan dönemdir. Bu yıllarda
DYY daha çok gelişimini tamamlamış ülkelere gitmektedir (Perraton, 2003: 48; Wade,
1996 :70). Hatta DYY’da büyük artışın yaşandığı 1980’lerde DYY’ın %80’den
fazlasının Japonya, Amerika ve Batı Avrupa’yı kapsayan üçlü grup içinde dağıldığını
belirtenler vardır (Petrella, 1996: 69). Bunun en önemli sebeplerinden biri de 1980’li
yıllarda ABD’nin yüksek faiz politikası uygulaması sonucu doların değerinin artması ve
dış açıkta artış yaşaması sonucu mali sermayeye ihtiyacının artması olmuştur. Sermaye
sıkı para politikaları uygulayan gelişmiş ülkelere yönelmiştir. GOÜ’in dış
borçlanmalarının zorlaştığı bu dönemde DYY’a bağımlılıklarının artmış olmasına
rağmen dünya nüfusunun büyük bir bölümü oluşturan bu ülkeler DDY’ın çok az bir
kısmından yararlanabilmiştir. 1980’lerin sonunda ortaya çıkan bir gelişme ise Asya
Kaplanlarının1 DYY kaynakları olarak ortaya çıkmaları olmuştur. Ancak onlar da genel
eğilime uymuşlardır, yatırımlarının yarısı ya da daha fazlası Kuzey Amerika ve
Avrupa’ya gitmektedir (Wade, 1996: 71).
1 Asya Kaplanları olarak anılan ülkeler Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong’dur.
10
Sermaye hareketlerinde üçüncü dönem 1980’lerin sonlarında ortaya çıkan bir gelişme ile
belirlenmiştir. Gelişmiş ülkelerde yaşanan bankacılık krizlerinin ve faiz oranlarındaki
düşüşün ardından sermaye tekrar GOÜ’e yönelmiştir. Ancak bazı görüşlere göre GOÜ
1990’larda önemli yatırım almamışlardır, uluslararası bankaların bu ülkelere borç
vermesi de durmuştur. Ancak DYY’ın 1990’ların yarısından itibaren önemli olduğu,
çünkü bu ülkelerin uluslararası üretim ağlarına daha çok katılmaya başladıkları da
belirtilir (UNCTAD, 2003: 35). DYY’daki artışa bakarak tüm GOÜ’in bundan
faydalandığı sonucunu çıkarmak yanlış olabilir, GOÜ’e giden DYY genelde Çin’e
gitmektedir. Daha da önemlisi DYY’ın önemli bir kısmı üretime yönelik değildir
(Sutcliffe ve Glyn, 2003: 69), DYY spekülatif kazançlara yönelmiştir. Ancak 1997-1998
Asya Krizi’nden sonra DYY pozitif değerlerde kalan tek sermaye akımıdır (UNCTAD,
2003: 23). Sermaye hareketlerinde görülen en büyük azalma portföy yatırımlarında ve
kısa süreli, spekülatif yönlü akımlarda görülmüştür. Bunun en önemli sebeplerinden biri
genel olarak dünya finans piyasasının kötü durumu olmuştur, risk ve belirsizlik artmıştır.
Spekülatif kazançların ön plana çıkmasıyla faiz fon hareketlerine bağlanmıştır.
Spekülatif etkilerle birleşince bu durum yüksek faiz, değerlenmiş kur kısırdöngüsüne yol
açmakta ve mali krizlere sebep olmaktadır. Eklemlenmiş finansal piyasalar da bu
krizlerin etkilerinin daha hızlı yayılmasına neden olmaktadır. Yaşanan bu krizler
hükümetleri finansal sistemlerini güçlendirmeye itmiştir, bu da kısa süreli spekülatif
akımların kontrolünü gerektirmiştir.
Yüksek faiz, değerlenmiş kur kısırdöngüsü dış ticaret üzerinde de olumsuz etkiye
sahiptir. Bu gelişmeler GOÜ’in cari açığının büyümesine yol açmaktadır. Bu ülkelerin
11
ihracatta yoğunlaştıkları malların göreli fiyatları yükselmekte, bu mallarda rekabet gücü
yitirilmektedir. Bu gelişmeye paralel olarak ithalat ucuzlamaktadır. Aşağıda çalışmanın
amacı doğrultusunda dünya ekonomisindeki değişimlerin daha iyi anlaşılabilmesi için
dünya ticaret yapısı incelenecektir.
1.2 Dünya Ticaret Yapısı
Dünya ekonomisi 1970’li yıllarda yeni bir döneme girmiştir, ekonomide serbestleşme
hareketleri hakim olmuştur. Özellikle ticarette serbestleşmenin gelişmiş ülkeler ve GOÜ
için daha kazançlı olacağı düşüncesi hakim olmuştur. Serbest ticaretin ülkelerin
kalkınması için gerekli olduğu görüşünü kanıtlamaya çalışan sistematik çalışmalar kesin
bir sonuç elde edememişlerdir (Dornbusch, 1992: 73). Buna rağmen ana ekonomik
yaklaşımlarda serbest ticaretin devletin stratejik rolüne göre daha iyi olduğu görüşü
hakim olmaya devam etmiştir (Cowling ve Sugden, 1997: 3). Dünya Bankası, IMF,
OECD gibi çok taraflı kurumlar serbestliğin büyüme için önemli etkileri olduğu
konusunda tavsiyeler vermişlerdir (Rodriguez ve Rodrik, 1999: 1).
Önceki dönemde korumacılık ticareti yönlendiren önemli bir politika olmuştur. GOÜ’in
çoğu için korumacılık 1930’lardan beri yaygın olarak kullanılmıştır. Gümrük vergileri,
ithalat kotaları ile sanayileşme politikası sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu zamanla
kalkınma politikasına dönüşmüştür (Dornbusch, 1992: 70). İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra da bu politikalar pek değişmemiştir. ECLA (Economic Commission for Latin
12
America)2 İİS’nin (ithal ikameci sanayileşme) GOÜ için izlenmesi gereken politika
olduğunu savunmuştur (Prebisch,1959, 1984, Dornbusch, 1992: 71 içinde). Bu dönemde
de serbest ticaret görüşünü savunanlar olmuştur. UNCTAD’ın kurulmasıyla bu
tartışmalar daha kurumsal bir ortamda ele alınmaya başlanmıştır. 1960 ve 1970’lerin
sonunda korumacılık yumuşamıştır ve ticarette serbestleşme deregülasyona dayalı yeni
bir politikaya geçişin parçası olarak yayılmaya başlamıştır (Dornbusch, 1992: 73). Pek
çok ülke koruyuculuğu bırakmaya ve dünya ekonomisiyle eklemlenmeye ikna edilmiştir.
GOÜ’in son yıllarda hızlı bir ticari serbestleşme süreci yaşamalarının kaynaklarına
bakılacak olursa dört ana sebep sıralanabilir. Bunlar anti-devletçilik, zayıf ekonomik
performans, bilgi akışı3 ve Dünya Bankası’nın uyguladığı baskıdır (Dornbusch, 1992:
69). Bu gelişmelerin sonucunda 1970’den beri GOÜ dünya ticaretine daha çok
katılmaya başlamışlardır.
Bu dönemde dünya ticareti dünya gelirine göre daha fazla büyüme göstermiştir ancak
sadece bu olgudan yola çıkarak ticaretin yapısını anlamak mümkün değildir, ülkelerin
dünya ekonomisine eklemlenme biçimleri incelenmelidir. Bu bölümde dünya ticaretinin
yapısı, imalat sanayii ürünlerine ağırlık verilerek, gelişmiş ülkeler ve GOÜ arasındaki
ilişkiler bağlamında kısaca ele alınacaktır. Bölüm aksi belirtilmedikçe UNCTAD 2002
ve 2003 raporlarına dayanılarak hazırlanmıştır.
2 Latin Amerika Ekonomik Komisyonu 3 Dornbusch (1992) bilgi akışını tüketicilerin diğer ülkelerdeki mallar hakkında bilgi sahibi olmaları ve bu malları talep etmeleri olarak açıklamıştır.
13
Özellikle 1980’li yıllarda başlayan hızlı ticari serbestleşme, DYY hareketleri GOÜ’in
ekonomi politikalarını etkilemiştir. Bu ülkelerin ihracat oranları dünya ortalamasından
hızlı artış göstermiştir. 1960’larda dünya ticaretinde sanayileşmiş ülkeler mamul mal
ihracatı, sanayileşmemiş ülkeler ise ham madde ihracatı yapmışlardır (Lipietz, 1993:
58). Yeni dönemde ise GOÜ ham madde ticaretinden imalat sanayii ürünleri ticaretine
yönelmişlerdir, 1990’ların sonunda GOÜ’in ihraç ettiği malların %70’i imalat sanayii
ürünleri olmuştur. Bu dönemde gelişmiş ülkelerin ihraç ettikleri ürünlerde ise imalat
sanayii ürünlerinin payı azalmıştır.
1980’lerden beri dünya mal ticareti yıllık %8’den fazla bir artış göstermiştir ancak tüm
ürünler aynı hızda artış göstermemiştir, hatta bazı ürünlerde düşüş görülmüştür. İhraç
edilen ürünlerin küresel taleplerinin artış hızı, büyüme oranları ülkelerin dünya
ticaretindeki konumlarını belirler. Bu bağlamda dünya ticaret yapısını daha iyi anlamak
için bir kavramdan faydalanılabilir: dinamiklik. Küresel talebi ve büyüme oranı artış
gösteren ürünler dinamik ürün olarak nitelendirilir. Küresel talep artışı yüksek ürünlere
piyasa dinamiği yüksek ürünler denir. Dünya ticaretinde piyasa dinamiği en yüksek olan
20 ürüne bakmak bu noktada önemlidir. Bu 20 ürün 4 ana grupta toplanmıştır. Bunlar
elektronik ve elektrikli mallar, tekstil ve emek yoğun mallar -özellikle giyim-, yüksek
teknoloji içerikli ve araştırma-geliştirme (AR-GE) harcaması yüksek olan bitmiş ürünler,
ipek, alkolsüz içecekler, tahıl gibi bazı birincil ürünlerdir.
14
Tablo 1: Piyasa Dinamiği Yüksek Ürünlerin Ana İhracatçılarının ve GOÜ’in
İhracat Payları ,1998 (%)
Sıralama Ürün Grubu GOÜ’in Payı
Ana İhracatçı Ülkeler (Pay)
1
Transistör ve Yarı İletkenler
46 ABD (17), Japonya (15), Singapur (10), Güney Kore (10), Malezya (7)
2 Bilgisayarlar 36 ABD (13), Singapur (13), Japonya (10), Hollanda (9)
3 Bilgisayar ve Ofis Makinaları Parçaları
38 ABD (17), Japonya (14), Singapur (9), Tayvan (7), Malezya (6)
4 Optik Araçlar 30 Japonya (22), ABD (17), Güney Kore (12), Almanya (10), Çin (5), Hong Kong (5)
5 Parfümeri ve Kozmetik 10 Fransa (28), ABD (12), İngiltere (12), Almanya (11)
6 İpek 87 Çin (70), Almanya (9), Hindistan (3)
7 Dokunmuş İç Çamaşırı 57 Çin (16), ABD (8), Türkiye (6), İtalya (6), Meksika (5)
8 Plastik Eşya 23 ABD (14), Almanya (13), Çin (7), İtalya (7)
9 Elektrik Güçlü Makineler
37 ABD (11), Almanya (10), Çin (9), Japonya (9)
10 Müzik ve Kayıt Aletleri 18 ABD (20), Japonya (12), İrlanda (12), Almanya (8), İngiltere (7)
11 Deri imalat 45 İtalya (16), Tayvan (11), Çin (7), ABD (7), Hindistan (6), Güney Kore (6)
12 Alkolsüz İçecekler 22 Fransa (19), Kanada (7), ABD (7), Belçika/Lüksemburg (7), Çin (7)
15
13 Tıbbi Araçlar 12 ABD (27), Almanya (12), İngiltere (7), Japonya (6), İrlanda (6)
14 Elektrik Dağıtım Araçları
34 Meksika (16), ABD (14), Almanya (9), Japonya 86), Fransa (4)
15 Telekomünikasyon Araçları ve Parçaları
24 ABD 815), İngiltere (9), Japonya (9), İsveç (7)
16 Tekstil İç Çamaşırı 4 ABD (30), İngiltere (23), Fransa (11), Almanya (9), Kanada (5)
17 Tahıl Ürünleri 14 İtalya (11), Almanya (10), Fransa (10), İngiltere (8)
18 Dokunmuş elyaf 54 Tayvan (20), Güney kore (16), Almanya (8), İtalya (8), Çin(8)
19 Farmakolojik Ürünler 8 Almanya (15), İsviçre (11), İngiltere (10), ABD (10)
20 Elektrikli Makineler 23 Japonya (17), ABD (13), Almanya (13), İngiltere (7), Meksika (6)
Kaynak: UNCTAD, 2002: 57
Piyasa dinamiği en yüksek 20 ürün haricinde bakıldığında da genel olarak imalat sanayii
ürünlerinin birincil ürünlerden daha hızlı bir ticaret artışı gösterdiği görülür. Bu 20 ürün
arasında en dinamik olan elektronik ve elektrikli mallar aynı zamanda ihracatta da
yüksek paya sahiptir. GOÜ ihraç ettikleri ürünlerde daha dinamik olanlara ağırlık
vermeye başlamışlardır ancak bu ürünlerin ihracatlarındaki payı düşük seviyede
kalmıştır, 1998’de GOÜ’in ihracatlarında en dinamik 20 ürünün payı 28,7’dir. Ayrıca bu
20 ürünün baş ihracatçılarına bakıldığında sadece dokunmuş iç çamaşırı ürünlerinde
GOÜ’in dünya ihracatındaki payının gelişmiş ülkelerin payından yüksek olduğu görülür.
Yüksek teknoloji içerikli ve AR-GE harcaması yüksek olan bitmiş ürünlerde ise GOÜ’in
16
dünya ihracatındaki payı sadece %10’dur. Doğu Asya’nın ilk kuşak yeni sanayileşen
ülkeleri (YSÜ)4 dışındaki GOÜ ucuz işgücüne dayalı, dünya piyasalarında büyüme şansı
olmayan ürünlerin üretiminde yoğunlaşmıştır. Doğu Asya ülkelerinin bu başarısı
GOÜ’deki ihracata açılma deneyiminden önce endüstrileşme sürecinde ilerlemiş
olmalarına bağlıdır.
Dünya ticaretinin yapısını daha iyi anlamak için bakılması gereken başka bir olgu da
ihraç edilen ürünlerin nitelikleridir. Ürünlerin nitelikleri taleplerini ve büyüme
potansiyellerini etkilediği için ülkelerin hangi nitelikte ürün üretip ihraç ettikleri
önemlidir. Faktör yoğunlukları ve teknolojik yapıları bakımından ürünler beş kategoride
toplanabilir. Bunlar birincil mallar, emek ve kaynak yoğun imalat sanayii ürünleri,
düşük nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat sanayii ürünleri, orta nitelikli emek ve
teknoloji içeren imalat sanayii ürünleri, yüksek nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat
sanayii ürünleridir. Tüm kategorilerde ticaret 1980’lerin ortasından sonra artış
göstermiştir. Özellikle yüksek nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat sanayii
ürünlerinde ticaret büyük bir artış göstermiştir. Bu ürünlerin dünya ihracatındaki ve
GOÜ’in ihracatındaki payı 1990’ların sonunda diğer ürünlerden fazla olmuştur. Düşük
nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat sanayii ürünlerinde ise sadece GOÜ’in payı
artmıştır. Birincil mallarda GOÜ’in payları çok azalmıştır ancak bu yanıltıcı olabilir.
GOÜ’in çoğunda ihracat gelirlerinin yarıdan fazlası birincil madde ihracatından elde
edilmektedir (UNDP, 2003:147).
4 İlk kuşak yeni sanayileşen Asya ülkeleri Asya Kaplanları olarak anılan ülkelerdir.
17
Tablo 2: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrılmış Ürünlerina İhracat Yapısı, 1980 ve
1998 (%)
GOÜ’ in İhracatındaki Pay
Dünya İhracatındaki Pay
1980 1998 1980 1998
Birincil Mallar 50,8 19 25,7 14,8
Emek ve Kaynak Yoğun İmalat Sanayii Ürünleri
21,8 23,2 14,7 15
Düşük Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayii Ürünleri
5,8 7,3 10,1 7,6
Orta Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayii Ürünleri
8,2 16,8 26,4 29,6
Yüksek Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayii Ürünleri
11,6 31 20,2 30,2
Kaynak: UNCTAD (2002: 68) a Yakıt harici ürünler
Piyasa dinamiği yüksek ürünlerin dünya ihracatındaki paylarına bakıldığında, yüksek ve
orta nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat sanayii ürünlerinin hem ihracattaki
paylarının hem de büyüme oranlarının yüksek olduğu görülür. Aynı ilişkiye GOÜ için
bakıldığında da ihracattaki payı fazla olan ürünlerin yüksek büyüme oranına sahip
oldukları görülür. Bu ürünler bilgisayar ve ofis ekipmanları, telekomünikasyon, ses ve
video ekipmanları, yarı iletkenler ve giyim ürünleridir.
Yüksek ve orta nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat sanayii ürünlerinin GOÜ’in
ihracatlarında önemli artış göstermesi yanılgılara yol açabilir. Birincisi bu ülkeler düşük
bir seviyeden başladıkları için artışın fazla olması normaldir. İkincisi ve en önemlisi
GOÜ’in bu ürünlerin üretiminde değil birleştirmesinde uzmanlaşmalarıdır. Yukarıda
18
GOÜ’de yüksek büyüme gösteren ürünler verilmiştir, bu ürünlerin hepsi emek yoğun
üretim süreçlerine sahiptirler. Ayrıca yine yukarıda belirtildiği gibi sadece GOÜ’de
düşük nitelikli emek ve teknoloji içeren imalat sanayii ürünlerinin ihracat payı artmıştır.
Bu iki olgu küresel işbölümü bağlamında ele alındığında GOÜ’in dünya ticaretindeki
konumlarını anlamak açısından önemlidir. İleride daha ayrıntılı ele alınacak üretim
ağları hakkında burada kısaca bilgi verilecektir. Artan sermaye hareketliliği ve kısıtlanan
işçi hareketleri çok uluslu şirketleri (ÇUŞ) üretimin bölünebildiği sektörlerde
uluslararası üretim ağlarını kullanmaya itmiştir.
1980’den beri en hızlı ve sabit büyümeyi gerçekleştiren sektörler aynı zamanda üretimin
bölünebildiği sektörler olmuştur, bunlar elektrikli ve elektronik ürünler için parça
imalatı, giyim gibi emek yoğun sektörler, yüksek AR-GE harcamalı ürünlerdir. GOÜ,
ÇUŞ ile olan işbirlikleri sonucu üretim ağlarında bu sektörlerin emek yoğun süreçlerini
gerçekleştirirler. Üretim ağlarındaki yerler ülkelerin sahip oldukları faktörlere ve en
önemlisi maliyete göre belirlenir. Uluslararası üretim ağlarında ucuz üretim en önemli
faktör olduğu için elde edilen yerler kalıcı değildir ancak GOÜ için dünya ekonomisinde
var olma biçimini oluştururlar. GOÜ için rekabetin emeğin fiyatı üzerinden sürdüğü bu
ağlarda GOÜ’in sattığı emeğin ürettiği mallar değil emektir aslında. Uluslararası ticarete
katılan işgücünün %70’inin niteliksiz olması da ticaretteki payı artan GOÜ’in üretim
ağlarına eklemlenme biçimini ortaya koyar.
19
Üretim süreçlerinin farklı bölgelere yayılması sonucu birimler arasında ticaret önemli
ölçüde artmıştır. Bu ağlardaki ticaret dünya ticaretinin %30’unu oluşturur ve son 25
yılda %40 oranında artış göstermiştir. Ana akım ekonomiye göre serbest ticaret küçük
işletmelerin var olduğu ve piyasalara ulaşabildiği bir ortam oluşturacaktır ancak ÇUŞ’in
güdümünde bir ticaret söz konusudur, bu olgu ana akım ekonominin söylemiyle
uyuşmamaktadır (Cowling ve Sugden, 1997: 8).
Üretim ağları ülkelerin politikalarıyla da desteklenmiştir. ABD kendi mallarının dışarıda
birleştirilip tekrar ülkeye dönmesini desteklemiştir, bu ürünlere gümrük indirimi
uygulamıştır. Avrupa da ticaret ortaklarına buna benzer uygulamalarda bulunmuştur.
Ancak bu uygulamalar kısıtlı olmuştur. Gelişmiş ülkeler özellikle emek yoğun ürünlerde
yeni korumacılık olarak anılan politikaları benimsemişlerdir ve GOÜ’in piyasalara
ulaşmalarında üzerlerine düşen görevi yerine getirmemişlerdir (Wade, 2003: 622). Bu
anlamda ticarette serbestleşmede ikili bir tavır vardır, gelişmiş ülkeler korumacılık
uygulayıp ticaretin serbestleşmesini dayatmışlardır (Stiglitz, 2002: 4). Gelişmiş ülkeler
ticarette serbestleşmenin tüm ülkelerin yararına olduğunu savunmuş ama tekstil ve
tarımda korumacılığa devam etmişlerdir. Bu sanayiler korumacılığın en yoğun olduğu
alanlar olmuşlardır (UNDP, 2003: 167)5.
5 Korumacılığın tarihsel gelişimi, gelişmiş ülkelerin uyguladıkları çift taraflı korumacılık politikaları için bkz. Chang (2003)
20
GOÜ için ham madde ve yüksek teknoloji içerikli mallarda piyasalara ulaşmak daha
kolaydır, bu da sanayileşmenin başında olan ülkeler için daha zor bir durum yaratır.
GOÜ’in yaptıkları ticaretin %40’ının kendi aralarında olması bu durumun bir sonucudur.
Üretim ağlarında GOÜ’in emek yoğun süreçlerde uzmanlaştıkları DYY’ın dağılımına
bakıldığında da anlaşılır. Şekil 1’de görüldüğü gibi ucuz emek gücüne sahip Çin’ e
giden DDY oranı %24’tür.
Şekil 1: 1990’lı Yıllar Boyunca Doğrudan Yabancı Yatırımların Çevre Ülkelere
Dağılım Payları (%)
Çin
24
Brezilya
8
Meksika
8
Hong Kong
8Singapur
6
Arjantin
6
Malezya
4
Bermuda
3
Tayland
2
Diğer GOÜ
24
Şili
3
Güney Kore
2
Venezuella
2
Kaynak: Köse (2004)
21
Tablo 3: Dünya İmalat Sanayii İhracatında ve Katma Değerinde Seçilmiş Coğrafi
Bölgelerin ve Ülkelerin Payları, 1980 ve 1997 (Yüzde Değerler)
Dünya İhracatındaki Pay
Katma Değer Payı
Bölge/Ekonomi 1980 1997 1980 1997 Gelişmiş Ülkeler 82,3 72,9 64,5 73,3 GOÜ Latin Amerika Arjantin Brezilya Şili Meksika Güney ve Doğu Asya YEÜ Hong Kong Güney Kore Singapur Tayvan Asya-4 Endonezya Malezya Filipinler Tayland Çin Hindistan Türkiye
10,6
1,5 0,2 0,7 0
0,2 6
5,1 0,2 1,4 0,9 1,6 0,6 0,1 0,2 0,1 0,2 1,1 0,4
0,1
26,5
3,5 0,2 0,7 0,1 2,2
16,9 8,9 0,6 2,9 2,6 2,8 3,6 0,6 1,5 0,5 1
3,8 0,6
0,5
16,6
7,1 0,9 2,9 0,2 1,9
7,3 1,7 0,3 0,7 0,1 0,6 1,2 0,4 0,2 0,3 0,3 3,3 1,1
0,4
23,8
6,7 0,9 2,7 0,2 1,2
14 4,5 0,2 2,3 0,4 1,6 2,6 1
0,5 0,3 0,8 5,8 1,1
0,5
Kaynak: UNCTAD (2002: 81)
Ülkelerin ihraç ettikleri ürünler dinamiklik ve nitelik bakımından incelendiğinde de
ortaya çıkan sonuç GOÜ’in büyüme potansiyeli pek olmayan emek yoğun süreçlerde
uzmanlaştıklarıdır. GOÜ uluslararası ticaretten gelişmiş ülkeler kadar
22
faydalanmamaktadırlar. İhraç edilen imalat sanayii ürünlerinin paylarının ve katma
değerlerinin karşılaştırılması da bu olguyu destekler. Tablo 3’te görüldüğü üzere
gelişmiş ülkelerin dünya ihracatındaki paylarında görülen azalmaya karşın katma değer
içindeki payları artmıştır. GOÜ’in ihracattaki payları iki katından fazla artmıştır ancak
katma değer içindeki payları o kadar büyük bir artış göstermemiştir.
Bu dönemde gelişmiş ülkelerle GOÜ arasındaki çarpıcı bir fark da ticaret hadlerinde
görülür, imalat sanayii mallarında GOÜ’in ticaret hadleri kötüleşmiştir. Dolar bazında
katma değerde GOÜ’in yüksek artış gösterememelerinin sebebi dünya ticaretine emek
yoğun üretim süreçleriyle eklemlenmeleridir. Latin Amerika ülkelerinden ise sadece
üretim ağlarında yer alan Meksika’nın dünya mamul mal ihracatındaki payı kayda değer
bir artış göstermiştir, ama bu ülke de dolar bazında katma değerde düşüş yaşamıştır.
Ancak daha önce de belirtildiği gibi Doğu Asya’nın YEÜ’i hem ihracat oranında hem de
katma değer düzeyinde kayda değer artışlar elde etmişlerdir.
Serbest ticaretin GOÜ için fırsatlar yarattığı doğrudur. Ancak ticarete nasıl
eklemlenildiği, hangi ürünlerin üretiminin ve ihracatının arttığı önemlidir. Kalkınmanın
ilk aşamasında dünya piyasaları ile bütünleşmek kullanılmayan emeğin ve kaynakların
doğru biçimde kullanılmasını, gelirin artmasını sağlar. İlk başta üretilen ürünler emek ve
kaynak yoğundur, ülkelerin karşılaştırmalı üstünlükleri bu yöndedir. Kalkınmanın
ilerleyen aşamalarında ürün çeşitliliğine gidilmelidir. Bu da imalat sanayii ürünleriyle
mümkündür. GOÜ önce emek yoğun imalat sanayiine ağırlık verirler. Zamanla daha çok
katma değer üreten, teknoloji yoğun ürünlere geçmeleri gerekir. Ancak dünya ticaret
23
yapısına baktığımızda GOÜ’in çoğunun emek yoğun süreçlerde uzmanlaştığı görülür.
Belli bir alanda uzmanlaştıkları için teknolojik gelişmeleri öğrenme süreçleri de sekteye
uğrar. Üretim ağlarında yer almak kalkınmanın ilk aşamalarında ülkelere sanayilerini
geliştirme fırsatı verir. Ancak orta gelir düzeyindeki GOÜ için gelişme fırsatı yaratamaz,
bu ülkeler emek yoğun süreçlerde sıkışırlar. Pek çok ülkenin emek yoğun ürünlerde
üretimini artırması ise zamanla bu ürünlerin fiyatlarının daha da düşmesine yol açar,
ticaret hadleri kötüleşir ve “fakirleştiren büyüme” gerçekleşir6.
Dünya ticaretinin yapısını anlamak için ticareti yönlendiren kurumların geçirdiği
değişimler de incelenmelidir. 1947’de oluşturulan GATT’ın dört karakteristik özelliği
vardır. Bunlar karşılıklılık (üyelerin ticarette serbestleşme hareketlerinde karşılıklı
olarak aynı taahhütlerde bulunmaları), ayrımcılık yapmama (tüm üyeler en çok kayırılan
ülke -most favoured nation- konumundadır), daha serbest ve öngörülebilir ticaret amacı
(vergilerin belli olması, gümrük dışı uygulamalarla ticaretin öngörülemez yapısının
sürdürülmesini engelleme amacı), GOÜ’e özel muamele yapılmasıdır (ticaret
politikalarında esneklik sağlama) (UNDP, 2003: 52).
Ancak Uruguay Müzakeresi’nde bu özellikler değişmeye başlamıştır. Artık GOÜ’le
ticaret ilişkisi farklı bir biçimde kurulmaya başlanmıştır. 1995’te DTÖ’nün kurulmasıyla
yeni bir dönem başlamıştır. GATT uygulamalarının yanısıra dünya ticaretine yeni
6 “Fakirleştiren büyüme” kavramı Bhagwati tarafından kullanılan “immiserizing growth” kavramının karşılığı olarak kullanılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bhagwati (1958).
24
yaklaşımlar getirilmiştir. Bunlar bütün olarak üstlenme7 (DTÖ’nün kurallarının üyeler
tarafından bütün olarak kabulü), yurtiçi politikaları ilgilendiren bağlayıcı kurallar
(TRIPs ve TRIMs) ve uyum sağlama mekanizmasıdır (uyum sağlamayan üyeler için
daha katı yaklaşım, gerekirse misilleme) (UNDP, 2003: 52). GOÜ’in TRIMs ve
TRIPs’e, kalkınma çabalarını zorlayıcı kurallara uymaları beklenmiştir (UNDP, 2003:
50). TRIPs’e ekonomik açıdan bakılırsa gelişmiş ülkeler bilgi üreten taraftır, GOÜ ise
bilgi satın alan taraftır ve bilginin bedeli artırılmaktadır. TRIPs ile beraber bilimsel
çalışmaların artacağı çünkü artık bilginin değerinin bilineceği belirtilmiştir ancak parasal
değeri az olan çalışmalar azalmıştır ve bu çalışmaların çoğu GOÜ’in sorunlaryla ilgili
olan çalışmalardır. Politik açıdan bakılırsa GOÜ’in hakları ve gelişmiş ülkelerin
zorunlulukları konusunda zorlayıcı kurallar olmadığı ama GOÜ’in zorunlulukları ve
gelişmiş ülkelerin hakları konusunda zorlayıcılık olduğu görülür (Wade, 2003: 624).
TRIMs çok daha kısıtlayıcıdır çünkü GOÜ’in ekonomik faaliyetlerinin çoğunu
kapsamaktadır. TRIMs ticaret ve yatırımda yabancı firmalara konulan kısıtlamaları,
performans zorunluluklarını kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu da özel muamele ilkesine
zarar vermektedir (Wade, 2003: 627).
Küresel ticaretin iyi işlemesi için tarafların eşit katılımı, çok taraflı karar alma süreçleri
önemlidir. Yeni sistemin bu gerekleri yerine getirebilmesi için GOÜ’e daha çok söz
hakkı vermesi gerekmektedir. DTÖ’nün Seattle Konferansı da bunun önemli bir
göstergesi olmuştur.
7 Bu kavram “single undertaking”’e karşılık olarak kullanılmıştır.
25
İKİNCİ BÖLÜM: TİCARET TEORİSİ VE EMEK PİYASASINA ALTERNATİF
BİR YAKLAŞIM
Bu bölümde dünya ekonomisindeki eğilimleri ve dünya ticaret yapısını anlamada yararlı
olacak ticaret teorileri, Hecksher-Ohlin teorisi ve küresel mal zincirleri yaklaşımı, ile
alternatif emek piyasası yaklaşımı olarak katmanlı emek piyasası teorisi ele alınacaktır.
2.1 Modern Ticaret Teorisi ve Alternatif Bir Yaklaşım
2.1.1 Modern Ticaret Teorisi, Heckscher-Ohlin Modeli
Ticaret teorilerinin gelişimi üç dönemde ele alınır. Bunlar klasik, neo-klasik ve modern
dönemlerdir. Çalışmanın bütünlüğünü korumak için bu bölümde sadece modern teoride
önemli bir yer tutan ve ticaretin serbestleştirilmesinde hareket noktası olarak kabul
edilen Hecksher-Ohlin modeli ele alınacaktır.
Modern ticaret teorisi iki ana önerme şeklinde ifade edilebilir. İlki uluslararası ticaretin
nedeni ile ilgilidir, modern teoriye göre ticaretin nedeni büyük ölçüde ülkelerin faktör
donanımlarındaki farklardır. Ülkeler zengin oldukları faktörün yoğun olarak kullanıldığı
26
malda karşılaştırmalı üstünlüğe8 sahiptirler. Bu önerme Heckscher-Ohlin teoremi olarak
bilinir. Diğer önerme ise uluslararası ticaretin etkisi ile ilgilidir. Faktör fiyatlarının
eşitlenmesi olarak bilinen bu teoreme göre ülkeler uluslararası ticarete açıldıktan sonra
faktör fiyatları eşitlenir (Chacholiades, 1978: 205-206). Bu iki önerme de ayrıntılı bir
şekilde ele alacağımız Heckscher-Ohlin modelinin sonuçlarındandır.
Heckscher-Ohlin modeli sıkı varsayımları sebebiyle gerçekçi değildir ve bu yüzden
eleştirilmiştir. Ancak uluslararası ticaret teorisinde önemli bir yere sahiptir. Heckscher-
Ohlin teoremi dış ticaretin serbestleştirilmesine ilişkin politikalarda bir hareket noktası
olarak görülür (Matur, 2002: 45). GOÜ’in emek yoğun mallarda uzmanlaşmaları ve bu
malları ihraç etmeleri gerektiği sonucu da bu teoreme dayandırılır. Bu noktada teoremi
anlamak önemlidir. Bu yüzden aşağıda bu teoremin çıkış noktası olan Heckscher-Ohlin
modeli ve bu modelden elde edilen teoremler anlatılacaktır.
Heckscher-Ohlin modeli Eli Heckscher ve Bertil Ohlin tarafından 1920’lerde geliştirilen
uluslararası ticarette genel dengeye dayalı matematiksel bir modeldir. Model ilk kez
Ohlin’in 1933’te yayımladığı Interregional and International Trade isimli kitabında
anlatılmıştır. Modelin temel varsayımları piyasaya dair olanlar ve üretime dair olanlar
olarak sıralanabilir (Suranovic, 1997). Piyasaya dair olan varsayımlar şöyledir:
8 Karşılaştırmalı üstünlük teorisi klasik ekonomistler olan Ricardo ve Torrens tarafından geliştirilmiştir. İki ülkeli, iki mallı, tek üretim faktörlü bir model üzerinden anlatılabilir. Bir ülke iki malda da daha az faktörle üretim yapabilir. Bu ülke iki malda da mutlak üstünlüğe sahiptir. Ancak malların birinde göreceli olarak daha az faktör kullanmaktaysa bu malda karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Bu durumda diğer ülke de diğer malda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olur. Her iki ülke de karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları malın üretiminde uzmanlaşırlar.
27
1- Tüm piyasalarda mutlak rekabet vardır.
2- İki ülke, iki mal ve iki üretim faktörü vardır. A ve B ülkelerinde X ve Y
malları emek ve toprak kullanılarak üretilmektedir9. Faktörlerin nitelikleri her iki
ülkede de aynıdır. Ayrıca faktörler ülke içinde serbest hareket edebilir ancak
ülkelerarası hareket mümkün değildir.
3- Emek ve toprak sınırlı miktarda bulunmaktadır.
LX + LY ≤ L
TX + TY ≤ T
LX ülkenin X malı üretmek için kullandığı emek miktarı, LY Y malı üretmek için
kullandığı emek miktarıdır. L de ülkenin toplam emek gücüdür. TX ülkenin X
malını üretmek için kullandığı toprak miktarı, TY Y malını üretmek için
kullandığı toprak miktarıdır. T de ülkenin toplam toprak miktarıdır. Tam
istihdam durumunda eşitsizlikler eşitliğe dönüşür.
4- Ülkeler arasındaki tek fark faktör dağılımlarındadır. Her iki ülkede de
beğeniler aynıdır. Ülkelerden biri emek zengin, diğeri de toprak zengindir.
(L/ T) < (L/ T)*
Yukarıdaki denkleme göre A ülkesindeki emek-toprak oranı B ülkesindeki emek-
toprak oranından küçüktür. Bu durumda A ülkesi toprak zengin, B ülkesi de
emek zengindir.
9 Sadece iki ülke olduğu için çalışmanın ilerleyen bölümünde B ülkesine dair denklemler * işareti ile ayırdedilecektir.
28
Üretime dair varsayımlar ise şöyledir:
1- Her mal için farklı bir üretim fonksiyonu vardır ve bu fonksiyonlar her iki
ülkede de aynıdır. Bu da her iki ülkenin aynı teknolojiye sahip olduğunu gösterir.
Üretim fonksiyonları aşağıdaki şekilde ifade edilir:
X malı için QX= f(LX, TX) ve QX*= f(LX
*, TX*)
QX: A ülkesinde üretilen X malı miktarı
QX*: B ülkesinde üretilen X malı miktarı
LX: A ülkesinde X malı üretmek için kullanılan emek miktarı
TX: A ülkesinde X malı üretmek için kullanılan toprak miktarı
LX*: B ülkesinde X malı üretmek için kullanılan emek miktarı
TX*: B ülkesinde X malı üretmek için kullanılan toprak miktarı
Y malı için QY= g(LY, TY) ve QY*= g(LY
*, TY*)
QY: A ülkesinde üretilen Y malı miktarı
QY*: B ülkesinde üretilen Y malı miktarı
LY: A ülkesinde Y malı üretmek için kullanılan emek miktarı
TY: A ülkesinde Y malı üretmek için kullanılan toprak miktarı
LY*: B ülkesinde Y malı üretmek için kullanılan emek miktarı
TY*: B ülkesinde Y malı üretmek için kullanılan toprak miktarı
2- Mallardan biri emek yoğun, diğeri de toprak yoğundur. X malı emek yoğun
olsun, bu durumda bu malın üretiminde kullanılan emek-toprak oranı Y malının
üretiminde kullanılan emek-toprak oranından fazladır. Y malı da toprak yoğun
olur. Bu da Y malının üretiminde kullanılan toprak-emek oranının X malının
29
üretiminde kullanılan toprak-emek oranından fazla olduğu anlamına gelmektedir.
Denklemlerle ifade etmek gerekirse:
(aLX/ aTX) > (aLY/ aTY) ve (aTY/ aLY) > (aTX/ aLX)
aLX: Bir birim X malının üretimi için kullanılan emek miktarı
aTX: Bir birim X malının üretimi için kullanılan toprak miktarı
aLY: Bir birim Y malının üretimi için kullanılan emek miktarı
aTY: Bir birim Y malının üretimi için kullanılan toprak miktarı
3- Üretim teknolojisi sabit katsayılar teknolojisidir10 ve faktör ikamesi mümkün
değildir.
Ülkeler sahip oldukları faktörleri kullanarak X ve Y mallarını üretirler. Toprak zengin
olan A ülkesi toprak yoğun olan Y malını ihraç eder. Emek zengin olan B ülkesi ise
emek yoğun olan X malını ihraç eder. Bu teorem yukarıda belirtildiği gibi Heckscher-
Ohlin teoremidir. Ülkeler sahip oldukları emek ve toprak miktarından fazlasını
kullanamazlar. Bu kısıtı ifade etmek gerekirse:
aLX.QX + aLY.QY ≤ L ve aLX*.QX
* + aLY*.QY
* ≤ L*
aTX.QX + aTY.QY ≤ T ve aTX*.QX
* + aTY*.QY
* ≤ T*
Eğer tam istihdam varsa bu eşitsizlikler eşitliğe dönüşür.
10 Bu durumda üretim fonksiyonları birinci dereceden homojendir. Yani bir malın üretimini z katına çıkarmak için, üretimde kullanılan emek ve toprak miktarını da z katına çıkarmak gereklidir.
30
Bu noktada Heckscher-Ohlin modelinden çıkan bir teoremden bahsedilmelidir. Tadeusz
Rybczynski tarafından geliştirilen ve Rybczynski teoremi olarak adlandırılan bu teoreme
göre tam istihdam durumunda üretim faktörlerinden birinin arzında artış yaşanırsa bu
faktörün yoğun olarak kullanıldığı malın üretiminde artış, diğer malın üretiminde ise
düşüş yaşanır (Rybczynski, 1955)11. Yukarıda X malının emek yoğun olduğu
belirtilmişti. Bu durumda emek arzındaki bir artış X malının üretimini artırır ve Y
malının üretimini düşürür.
Heckscher-Ohlin modelinden çıkan diğer bir teorem de Stolper-Samuelson teoremidir12.
Wolfgang F. Stolper ve Paul A. Samuelson ünlü makalelerinde ticaret sonucu
Amerika’da emek ücretinin düşmemesi için korumacılık uygulanması gerektiği
düşüncesinden yola çıkmışlardır (Stolper, Samuelson, 1941). Teorem ticaret vergilerinin
vergiyi koyan ülkedeki faktör fiyatları üzerindeki etkisini açıklamaya çalışır
(Chacholiades, 1978: 487). İki etki söz konusudur: ülke içi fiyat oranının değişimi ve
bunun sonucunda faktörlerin yeniden dağılımı, elde edilen vergi gelirinin devlet
tarafından ülke içinde dağıtımı. Stolper-Samuelson teoremi ilk etki ile ilgilenir. Teorem
kabaca şöyle açıklanabilir. A ülkesi toprak yoğun Y malını ihraç etmekte ve emek yoğun
olan X malını ithal etmektedir. Bu durumda A ülkesinde X malını üretenler ithal
mallarla rekabet halindedirler. X malının göreceli fiyatını artıran bir gelişme olursa bu
malın üretimi artırılmaya çalışılır. Tam istihdam durumunda bu gelişme ihracat
sektörünün zararına olur. Emek yoğun mal sektöründeki genişleme ve toprak yoğun mal
11 Bu teorem Heckscher-Ohlin modeli çerçevesinde sermaye yatırımı ve göç konularını incelemek için kullanılmaktadır. 12 Bu teoremin tutarlılığı Heckscher-Ohlin teoreminden bağımsızdır (Chacholiades, 1978: 488).
31
sektöründe yaşanan daralma sonucu emeğe olan talep artar ve toprağa olan talep düşer.
Emeğin ücretinde artış, toprağın fiyatında ise düşüş görülür. Bu durumda emeğin
fiyatındaki artış ithal edilen malın fiyatındaki artıştan yüksek olmalıdır. Basit bir şekilde
ifade edilecek olursa bir malın fiyatının artması o malın üretiminde yoğun olarak
kullanılan faktörün fiyatında maldaki fiyat artışından daha fazla bir artışa ve diğer
faktörün fiyatında düşüşe yol açmaktadır. Bu teorem ticaret ve ücretler arasındaki
ilişkileri incelemek için, özellikle GOÜ’den yapılan emek yoğun mal ithalatlarına karşı
korumacılığın gelişmiş ülkelerde emeğin reel ücretini artırdığı düşüncesini vurgulamakta
kullanılmaktadır (Neary, 2004: 3).
Heckscher-Ohlin modelinden çıkan son teorem faktör fiyatlarının eşitlenmesi teoremidir.
Bu teoreme göre ticaretin göreli fiyat yapısı üzerindeki eşitleyici etkisi faktör fiyatlarını
da eşitler çünkü malların ve faktörlerin fiyatları birebir ilişki içinde belirlenir
(Chacholiades, 1978: 257). Göreli fiyat yapılarının eşitlenmesi şu şekilde gerçekleşir.
Ticaret olmaması durumunda A ülkesinde üretilen Y malının X malına oranı B
ülkesinde üretilen Y malının X malına oranından fazla olacaktır. Bu durumda ticaret
öncesi göreli fiyat oranı (Y malının fiyatının X malına fiyatının oranı) A ülkesinde daha
düşük olacaktır. Ticaret yapılması durumunda A ülkesindeki göreli fiyat oranı artacak ve
B ülkesindeki göreli fiyat oranı düşecektir. Yeni ve ortak bir göreli fiyat oranı
oluşacaktır. Bu teorem Heckscher-Ohlin modelinin en tartışmalı teoremlerinden
olmuştur.
32
2.1.2 Küresel Mal Zincirleri Yaklaşımı
Dünya ekonomisinde son yıllarda önemli değişimler olmuştur. Küreselleşme ulusların,
firmaların ve sanayilerin rekabet dinamiklerini değiştirmiştir. Özellikle İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra artan ürün çeşitliliği ve yeni teknolojilerle küresel imalat sanayii
oluşmuş ve üretim kapasitesi çok sayıda gelişmiş ülkeye ve GOÜ’e yayılmıştır (Gereffi
ve Korzeniewicz, 1990: 45). Küresel üretim süreçlerini yaratan dinamikler iki olguya
dayanır, bunlar taşıma ve haberleşme maliyetlerinin ucuzlaması ile uluslararası düzeyde
üretim planlaması yapabilecek güçte ve yetenekte büyük tüccarların ortaya çıkmasıdır
(Gereffi, 1994, 1999b).
Ticaret ve üretimin küresel bir boyuta taşınması ve entegre olmalarıyla küresel
sanayileşme süreci ortaya çıkmıştır (Gereffi vd., 1994). Finans piyasalarında, üretim
teknolojilerinde görülen değişimlerle üretim süreçleri değişti. Ekonomik aktivitelerin
küreselleşmesiyle belirli ticaret biçimleri yaratan üretim sistemleri önem kazandı.
Üretim sistemleri, şirketlerin ekonomik aktivitelerini, belirli ürünlerin gelişmesini,
imalatını, dağıtımını sağlayan teknolojik ve örgütsel ağlara bağlar. Yeni üretim
sistemlerinde hakim olan özellik esnek uzmanlaşma oldu; yeni teknolojilerle dinamik
örgütlenme biçimleri, yüksek ürün farklılaştırması, kısa üretim döngüleri oluştu (Gereffi
vd., 1994). Uluslararası ticaretin gelişmesi de ülkelerin değişik sektörlerde
uzmanlaşmasını, hatta bir sektörün farklı alanlarında uzmanlaşmasını sağlamıştır
(Gereffi ve Korzeniewicz, 1990: 45).
33
Bu gelişmeler karşısında üretim süreçleri bölünmüştür. Üretimin bütününün, hatta bölüm
ve parçalarının geniş bir coğrafi alana yayılması sözkonusu olmuştur (Harvey, 1993:
84). Küresel imalat sisteminin oluşmasıyla ÇUŞ uluslararası üretim ve ticaret ağları
oluşturmuşlardır. Bu bağlamdaki ulusal ve yerel ilişkiler, küresel düzeyde yeniden
yapılanmış, küresel ekonomiye eklemlenme biçimleri önem kazanmıştır. Rekabet artık
coğrafi olarak yerleşiktir (Gereffi vd., 1994). Devletler yerel ekonomilerini oluşan yeni
ağlar içerisine yerleştirmeye çalışmıştır. Değişimleri anlamak için devleti analiz birimi
olarak kullanmak yeterli değildir. Sanayileri küresel ekonomiye bağlayan ağlar, değişen
dünya ekonomisini ve oluşan ekonomik ilişkileri anlamak için önemli analiz
birimleridir.
Ağlar belirli bir zaman ve mekan bağlamında gerçekleştiklerinde küresel ekonomiye
dair gözlenebilir modeller oluştururlar (Dicken vd., 2001: 91). Ağlarda yer alan aktörler,
bu aktörlerin sahip oldukları güç ve ilişki kurma biçimleri önemlidir.
Ağ metodolojisini kullanarak küresel ekonomiyi açıklamaya çalışan analitik
açılımlardan biri küresel mal zincirleri (KMZ) yaklaşımıdır. Bu yaklaşım farklı
seviyelerde inceleme yaparak dünya ekonomisindeki değişimi ve oluşan yapıyı daha iyi
analiz etmeyi amaçlar. KMZ yaklaşımı dünya sistemi teorisine yeni bir soluk getirmek,
teorinin önemli bir sorusuna cevap aramak amacıyla oluşturulmuştur, bu soru merkez-
çevre ilişkisinin zaman ve mekan üzerinden sürmesini sağlayan ilişkilerin nasıl
tanımlanacağı ve inceleneceğidir (Korzeniewicz ve Martin, 1994: 68). Gereffi’nin
geliştirdiği bu yaklaşıma Hopkins ve Wallerstein’ın mal zinciri tanımı bir başlangıç
34
noktası olmuştur. Bu tanıma göre mal zinciri, bitmiş bir malla sonuçlanan emek ve
üretim süreçleri ağıdır (Hopkins ve Wallerstein, 1986: 159; 1994: 17). Küresel mal
zincirleri haneleri, şirketleri ve devletleri birbirine bağlayan, bir ürün etrafında oluşan
örgütlerarası ağlardır, ekonomik organizasyonların sosyal yerleşikliğini gösterirler
(Gereffi vd., 1994:1).
KMZ yaklaşımı bölünmüş üretim süreçlerinin her birini ayrı ve oluşturdukları bütün
dahilinde ele alır. Üretim süreçlerinin her biri düğüm olarak adlandırılır, düğümler belirli
biçimlerde birbirlerine eklenerek üretim zincirlerini oluşturur. Her sürecin sınırları
sosyal olarak belirlenmiştir ve bu sayede yeniden tanımlanabilirler (Hopkins ve
Wallerstein, 1994: 18). Bitmiş bir malı meydana getiren parçaların üretim süreçlerini
incelemek karmaşık işbölümü süreçlerinin varlığını ortaya çıkarır, malın üretiminde
değer yaratan süreçlerin bulunmasını sağlar (Hopkins ve Wallerstein, 1986: 160).
KMZ’nin üç boyutu vardır:
i) Girdi-çıktı yapısı (değer yaratan ekonomik aktivitelerle birbirine bağlı ürün ve
hizmetler)
ii) Bölgesel yapı (üretim ve dağıtım ağlarının mekansal olarak yayılması ya da
toplanması)
iii) Yönetişim yapısı (zincirde finans, sermaye ve emek faktörlerinin nasıl yer
alacağını belirleyen otorite ve güç ilişkileri) (Gereffi, 1994: 96-97)
35
Bu boyutlar her bir mal zincirinin kendine özgü özelliklerini ortaya koyar, bu alanlarda
oluşacak değişimler zincirin yeniden tanımlanması anlamına gelir.
Küresel ekonominin aktörleri –bireyler, haneler, firmalar, sanayiler, devletler,
sendikalar, diğer kurumlar- belli ağlarla birbirlerine bağlanırlar. Bu aktörlerin ilişkileri
belli mekanlara özgüdür. KMZ’nin mekansal dağılımını incelemek zaman içerisinde
oluşan değişimleri ve sanayi politikalarını anlamak açısından önemlidir (Leslie ve
Reimer, 1999: 402). Bu zincirler ekonomik yaşamda farklı mekansal düzenlemeler
yaratırlar (Dicken vd., 2001: 96). Bir ülkenin farklı bölgelerinde, farklı sanayi
merkezlerinde farklı üretim biçimleri görülebilir. Yerel olanla küresel olanın ilişkileri
önemlidir. Dicken vd. (2002)’nin belirttiği gibi “yerlerin mekanı” ve “akımların mekanı”
arasındaki diyalektik ilişki incelenmelidir. Neoliberalizm sistemin devamı için yeni
mekanlar, mekan örgütlenmeleri yaratmıştır. Mekanlar belli özellikleriyle üretim
süreçlerinin belli aşamalarında yer almışlardır.
KMZ yaklaşımı üretim süreçlerinde değer yaratma kapasitelerinin değişebileceğini, aynı
zamanda bu kapasitelerin mal zincirlerinin düzenlenme biçimleriyle, zincirlerdeki otorite
ve güç ilişkileriyle belirlendiğini vurgular (Czaban ve Henderson, 2003: 173). Bu da
KMZ’nde yönetişim biçimlerinin önemini gösterir. Yönetişim biçimleri küreselleşmenin
dağıtıcı etkilerini incelemek açısından özellikle önemlidir çünkü gelişmekte olan
ülkelerde firmaların ve işçilerin küresel ekonomiye nasıl eklemlendiği hakkında bilgi
verirler (Bair ve Gereffi, 2003). KMZ yaklaşımında iki tür yönetişim biçimi
36
tanımlanmıştır: üretici şirket yönetiminde mal zincirleri (ÜYMZ) ve satın alıcı şirket
yönetiminde mal zincirleri (SYMZ) (Gereffi, 1994, 1999a, 1999b).
ÜYMZ’nde üretim sistemini, sistemdeki ilişkileri -ileri ve geri bağlantı ilişkileri dahil, ki
bu hammadde alımından pazarlamaya kadar olan tüm süreci kapsar- kontrol edenler
ÇUŞ ya da diğer büyük kurumlardır. Üretim süreçlerinde dikey bölünme gözlemlenir,
dünyanın farklı yerindeki firmalar ÇUŞ’in başta olduğu bu hiyerarşik yapıda yer alırlar.
Bu yönetişim biçimi sermaye ve teknoloji yoğun mal üretiminde yoğun olarak görülür.
Özellikle toplu üretimin hakim olduğu otomotiv, bilgisayar, uçak, elektrikli makina
sanayiinde yaygındır. Bu yönetişim biçiminde üretim biçimleri talebi şekillendirir.
SYMZ’nde büyük toptancılar, ticaret şirketleri, marka sahipleri üretim sistemini kontrol
ederler. Bu yönetişim biçimindeki ana şirketlerin rolü üretim ve ticaret ağlarının
dikkatlice kurulması ve zincirin bir bütün oluşturmasıdır. ÇUŞ markalar yaratarak
merkezi üretim süreçlerini -tasarlama, pazarlama, dağıtım- yönlendirirken malların
üretimi fason anlaşmalar yoluyla, ihracata yönelen ülkelerde, özellikle GOÜ’de yapılır.
Bu yönetişim biçiminde üretim ve dizayn aşamaları birbirinden tamamen ayrılmıştır.
SYMZ’nde yatay bir hiyerarşik yapı gözlenir. Giyim, ayakkabı, oyuncak, tekstil, spor
aletleri, ev içi mal, doğrudan tüketiciye yönelik elektronik eşya, el sanatlarını içeren
mobilya ve süsleme gibi emek yoğun üretim süreçlerine sahip ürünlerin, alıcıların
belirlediği kurallar dahilinde üretiminde tercih edilir. Bu yönetişim biçiminde tüketici
tercihleri üretimi belirler.
37
Bu iki yönetişim biçiminde karın elde edildiği alanlar da farklıdır. ÜYMZ’nde kar elde
etmek ölçek ekonomilerine ve teknolojik gelişmelere bağlıdır. Ana firmalar genelde
yatırım yoluyla diğer ülkelere yerleşirler ve onları hiyerarşik yapılarına dahil ederler.
SYMZ’nde ise tasarlama, pazarlama ve dağıtım süreçlerine hakim olmak gereklidir;
firmalar kendi tüketici grupları için ürün nicheleri13 oluşturmaya çalışırlar. Daha önce
belirtildiği gibi yatırım yoluyla değil fason imalat yoluyla diğer ülkeleri hiyerarşik
yapılarına dahil ederler. Yönetişim biçimlerinde karın elde edildiği alanlar aynı zamanda
girişin zor olduğu alanlardır (Gereffi, 1999b: 32). ÜYMZ’nde firmalar hem ileri hem de
geri bağlantıları kontrol ederler, genelde oligopol firmalar yaygındır, üretimde giriş
zordur. SYMZ’nde ise toptancılar, marka sahipleri üretimin nerede, nasıl yapılacağını,
karın hangi aşamada ne kadar olacağını belirlerler, bu firmalar dağıtım aşamasına
hakimdirler, bu aşamaya dahil olmak zordur.
Karın farklı alanlardan elde edilmesi bu yönetişim biçimlerinin yerleştikleri ülkelerdeki
emek örgütlenmelerini de belirler. ÜYMZ’nde kontrolü ellerinde bulunduran şirketler
yerleştikleri ülkelerdeki emek örgütlenmelerinin kendi yapılarına uygun olması için çaba
harcarlar. Ayrıca bu yönetişim biçiminin yoğun olarak görüldüğü sanayiler itibariyle
nitelikli, uzmanlaşmış işgücüne ihtiyaç vardır. Bu sanayilerin toplu üretim temelli
olmalarına rağmen son yıllarda yaşanan esnek uzmanlaşma olgusu KMZ’ne eklemlenen
ülkeler açısından belirleyici olmuştur. Farklılaşan tüketici tercihlerine cevap verebilmek
için piyasalar uzmanlaşmış piyasalara bölünmektedir, zincirde yer alan şirketlerin de
13 Niche terimi belli bir ülkenin firmalarının bir sanayi dalının dünya ve ulusal piyasalarında elde ettikleri pay için kullanılmaktadır (Gereffi, 1990: 61).
38
buna uygun yönetsel değişimleri gerçekleştirmeleri gerekmektedir (Köse, Öncü, 2000:
76).
Tablo 4: Üretici Firma ve Satın Alan Firma Yönetiminde Mal Zincirlerinin Temel
Özellikleri
Üretici Firma Yönetiminde Mal
Zincirleri
Satın Alan Firma Yönetiminde Mal Zincirleri
Küresel Meta Zincirlerinin Sermayesi
Sınai Sermaye Ticari Sermaye
Rekabet Alanları AR-GE, Üretim Tasarım, Pazarlama Giriş Engelleri Ölçek Ekonomileri Kapsam Ekonomileri Ekonomik Sektörler Dayanıklı Tüketim, Ara
Mallar, Sermaye Malları Dayanıksız Tüketim
Sık Görüldüğü Sanayiler Otomotiv, Bilgisayar, Uçak Giyim, Ayakkabı, Oyuncak Üretici Firma Sahipleri Çok Uluslu Şirketler GOÜ’deki Yerel Firmalar Ana Ağ Bağlantısı Yatırıma Dayalı Ticarete Dayalı Örgütlenme Yapısı Dikey Yatay Kaynak: Gereffi (1999b: 33)
SYMZ’nin yaygın olduğu sanayi dallarında ise kontrolü ellerinde bulunduran firmalar
diğer ülkeleri, düşük nitelikli, emek yoğun üretim süreçleri ile zincire dahil
etmektedirler. Bu ülkelerdeki firmaların yönetsel anlamda gerçekleştirmeleri gereken
önemli değişimler yoktur. Esnek emek piyasaları ve düşük ücret düzeyleri bu ülkelerin
zincirlere eklemlenmelerinde belirleyicidir.
KMZ, GOÜ’in sanayilerinin gelişimi için önemlidir çünkü firmaları, ekonomileri
potansiyel öğrenme süreçlerine sokar. Ancak potansiyel öğrenme süreçlerinin ülkelerin
39
yararına olması küresel ekonomiye nasıl eklemlendikleriyle ilişkilidir. Sanayileşme bazı
ülkelerde gelişmeyi beraberinde getirirken bazılarında da yoksulluğa ve düşük ücretli
emeğin sömürülmesine yol açmıştır. Bazı çevre ülkeler ucuz işgücüne dayalı, düşük
teknoloji, emek yoğun malların ihracat platformu olmuştur. Bazıları da teknolojik olarak
daha gelişmiş mallarda uzmanlaşmışlardır. Bu olgular ülkelerin mal zincirlerine
bağlanmasında yönetişim biçiminin önemini vurgular. Ülkelerin KMZ’ne hangi
yönetişim biçimiyle eklemleneceği uygulanan kalkınma politikalarına bağlı olmuştur.
Asya ekonomisinin ilk kuşak sanayileşen ülkeleri, Hong Kong, Güney Kore, Tayvan,
Singapur yer aldıkları mal zincirleri içerisinde fason üretim ilişkilerinden zincirlerin kar
getiren alanlarına kayabilmişlerdir. Gelişmiş ülkelerle GOÜ arasında aracı olarak, mal
zincirlerini sağlamlaştıran üçlü bir ilişki sistemi oluşturmuşlardır. Ancak pek az ülke mal
zincirlerinde ileri aşamalara geçebilmiştir. 1970’lerden sonra ise GOÜ’in borçların
artması bu ülkeleri gelişmiş ülkelerle bağımlı bir ilişkiye sokmuştur. IMF ve Dünya
Bankası’nın politikalarına açık bir konuma gelmişlerdir. Bu kurumların öngörmeleriyle
ihracata dayalı sanayileşme gelişmek için gereken model olmuştur (Dikmen, 2000: 285).
Doğu Asya’nın dışa açık politikalarının GOÜ’ce benimsenmesi gereken bir politika
olduğu görüşü Dünya Bankası ve neoklasik iktisatçılar tarafından yayılmıştır (Gereffi,
1989: 507). Bu model ile GOÜ küresel üretim süreçlerine açık bir hale gelmişlerdir.
GOÜ’in uluslararası kurumların düzenlemelerine uyma zorunlulukları ulusal kalkınma
stratejilerinde daha kısıtlı hareket etmelerine yol açmıştır (Wade, 2003: 621). Ayrıca
GOÜ’in ihracatta yoğunlaştıkları alanlarda gümrük vergilerinin yükseltilmesi bu
40
ülkelerin zincirlerde daha iyi konumda yer almalarını engellemiştir, bağımlılık ilişkisini
güçlendirmiştir (Wade, 2003: 622).
Yönetişim biçiminin yanısıra, zincirde yer alan firmaların konumlarını
güçlendirebilmeleri için yerel sanayi içinde gelişme gösterebilmeleri, yerel bağlantılarını
güçlendirmeleri gerekmektedir. Yerel bağlantıların kurulmaması, ülkelerin mal zincirleri
içerisinde tamamen büyük firmalara bağlı kalmalarına yol açar. Özellikle ucuz ve
niteliksiz işgücü sayesinde SYMZ’ne eklemlenen ülkelerin sanayilerinin gelişim
göstermeleri zor olmaktadır. Bu özellikleriyle rekabet etmeleri sonucunda ise büyük
firmaların üretimi başka yerlere kaydırmaları riski büyüktür. Bu da GOÜ’in ekonomik
dengesinin dışa bağımlı olduğu anlamına gelmektedir.
2.2 Katmanlı Emek Piyasası Yaklaşımı
Emek, neoklasik teoride bir mal olarak kabul edilir, diğer üretim faktörleriyle aynı
biçimde ele alınır. Basit arz-talep dengesi çerçevesinde ücretler ve emek miktarı
arasında sistematik bir ilişki kurulur. Bu çalışmada neoklasik teori yerine farklı bir
yaklaşım benimsenmiştir. Bu bölümde emeğin ve emek piyasalarının sosyal niteliği
vurgulanacak, bu niteliği ön planda tutan katmanlı emek piyasası teorisi anlatılacaktır.
Marx ve Polanyi’nin belirttiği gibi, emek piyasasını herhangi bir mal piyasası olarak ele
almak insan emeğinin ve üretim gücünün sosyal niteliğini göz ardı etmektir (Peck, 1996:
2). Emek piyasası neoklasik teorinin algıladığından daha karmaşık ve kurumlarla
41
belirlenen bir yapıya sahiptir (Peck, 1996). Emeği incelerken neoklasik yaklaşımın göz
ardı ettiği sosyal ilişkiler mutlaka dikkate alınmalıdır.
Neoklasik teori emek arzını tamamen piyasa koşullarına bağlı bir arz olarak ele alır.
Adam Smith “insan arzının, diğer tüm mallar gibi, insana olan taleple belirlendiğini”
belirtir (Peck, 1996: 39). Ancak emek tüketim için üretilen bir mal değildir, bu sebeple
arzı piyasa ilişkileriyle belirlenemez. Emek arzı piyasa koşullarından bağımsız olmasa
da en başta sosyal olarak belirlenir (Peck, 1996). Ayrıca neoklasik teoride piyasanın
bireyleri sahip oldukları özelliklere göre değerlendirdiği ve ödüllendirdiği belirtilir. Bu
noktada neoklasik teori içinde geliştirilen, piyasada işlerin ve işgücünün nasıl eşleştiğini
açıklamaya çalışan insan sermayesi yaklaşımına değinilmelidir14. Bu yaklaşıma göre
emek piyasasında işçileri eğitim, nitelik, yaş, deneyim ve geçmiş performanslarına göre
değerlendirip işlerle eşleştiren bir mekanizma vardır (Hiebert, 1999: 340). Irk ve cinsiyet
etkenleri piyasa dışında oluşan faktörler olarak görülmektedir.
Katmanlı emek piyasası (KEP) teorisi emek piyasalarına farklı bir yaklaşım getirmiştir,
özellikle 1979’da kurulan International Working Party on Labour Market Segmentation
ortodoks yaklaşımdan farklı bir önermeyi benimser. Bu önermeye göre ekonomik,
sosyal ve politik güçler birleşerek ekonomilerin gelişimini belirler ve ampirik
çalışmalarla anlaşılabilecek, dengede olmayan dinamik bir süreç oluşur; bu süreci
anlamlandırmaya çalışırken ekonomik güçlerin uyduğu evrensel, önceden belirlenmiş
“doğru” sistemlerin olmadığı dikkate alınmalıdır.
14 İnsan sermayesi yaklaşımıyla ilgili olarak bkz. Becker (1962).
42
Bu teoriye göre işgücü arasında farklı emek piyasalarında, farklı ücretlerle, farklı
çalışma koşullarıyla ve farklı piyasa kurumlarıyla çalışan farklı gruplar bulunmaktadır
(Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 359). Bu grupların varlığı neoklasik teoriye göre
piyasa düzeninden sapmadır; neoklasik yaklaşıma göre piyasada işçiler bireysel
özellikleriyle değerlendirilirler ve gruplar arasında var olan emek piyasası farklılıkları
rekabetçi ortamda zamanla yok olur (Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 359). Ayrıca
insan sermayesi yaklaşımına göre eğitim ve deneyim ile ücretlerde artış ve eşitsizlikte
düşüş büyük oranda sağlanmaktadır. Örneğin göçmenlerin düşük ücretli işlerde
yoğunlaşmaları eğitimlerinin düşük seviyede olmasına bağlanmaktadır, eğer insan
sermayelerini artırırlarsa daha iyi işler elde edebilecekleri belirtilir (Chiswick, 1978).
KEP teorisi bu anlamda işlerin ve işçilerin yumuşak piyasa mekanizmalarıyla eşleştiğini
savunan neoklasik teoriye ve insan sermayesi yaklaşımına önemli bir eleştiridir15
(Bauder, 2001). KEP teorisinde ortodoks teorinin rekabetçi kurallar sistemine dair
varsayımları kabul edilmemektedir. Bu varsayımlar şöyledir: rekabetçi kurallar sistemi
varolan kurallar bütününü oluşturur, diğer alternatif kurallar sisteminden tarihsel ve
mantıksal olarak önceliklidir, emek piyasalarının doğal olarak uyduğu kurallar
sistemidir. Ancak bu KEP teorisinin rekabetçi kuralları yok saydığı ya da eğitimin
önemini dikkate almadığı anlamına gelmemektedir. Bu teoriye göre bazı katmanlarda
rekabetçi kuralların önemli yeri vardır (Peck, 1996: 47).
15 Neoklasik teori içinde de katmanlı emek piyasası yaklaşımını kullanan araştırmacılar olmuştur. KEP teorisinin neoklasik versiyonu etkin ücret teorisine bağlıdır. Orr (1997)’de bu konuda Akerlof, Yellen (1986), Weiss (1990), ve Rebitzer (1993)’e bakılabileceği belirtilir, ancak Rebitzer neoklasik versiyondaki modellerin standart neoklasik modellerden ayırt edilemedeğini savunmaktadır (Orr, 1997).
43
KEP teorisinde emek piyasası sadece katmanlara ayrılmamıştır, katmanlarda aktörlerin
davranışlarını belirleyen kurallar arasındaki farklılık da vurgulanır (Peck, 1996: 46,
Bauder, 2001: 38). Teorinin gücü ve neoklasik teoriye getirdiği eleştirinin önemi
buradadır. Evrensel bir kurallar bütününden değil, katmanlar arasındaki farklı
kurallardan bahsedilir. Katmanlardaki farklılıklar da emek piyasalarının sosyal
oluşumlar olmalarının sonucudur.
KEP teorisinin gelişimi üç kuşak olarak görülebilir (Peck, 1996). Şimdi sırasıyla bu
kuşaklar hakkında bilgi verilecektir.16
KEP teorisinin temeli Doeringer ve Piore’nin 1971 tarihli Internal Labor Markets and
Manpower Analysis çalışmasıyla atılmıştır. Birinci kuşak teorinin başlangıcını oluşturan
bu çalışma temelde kenar mahallelerdeki17 düşük ücretli işlere ve işsizlik oranlarının
yüksekliğine dair bir incelemedir. İşlerin ve emek piyasasının yapısının piyasa dışı
etkenlerce belirlendiği, bu şekilde piyasanın basit arz-talep ilişkisinin önünde engeller
oluştuğu belirtilir (Doeringer ve Piore, 1971).
Doeringer ve Piore ikili emek piyasası teorisini geliştirmişlerdir. Birinci katmanda
yüksek ücretli, iş güvenliği olan ve çalışanlara kariyer gelişimi imkanı tanıyan işler
bulunmaktadır. İkincil katmandaki işler ise düşük ücretli, iş güvenliği olmayan, işsizlik
tehlikesinin sürekli olduğu işlerdir. Bu katmanlarda çalışanlar incelendiğinde
16 Bu çalışmada KEP teorisine dair ampirik çalışmalara yer verilmeyecektir. Bu konudaki ampirik çalışmaların özeti için Sloane vd. (1993)’e bakılabilir. 17 “Kenar mahalle” kavramı İngilizce ghetto kelimesinin yerine kullanılmıştır.
44
eşitsizliklerin sosyal nitelikleri ortaya çıkmaktadır. Birinci katmanda beyaz, orta yaşlı
erkekler, ikinci katmanda etnik azınlıklar, kadınlar, engelliler ve gençler yoğun olarak
çalışmaktadır. Emek piyasasındaki eşitsizlikler sadece arz kaynaklı, insan sermayesine
bağlı sebeplerle açıklanamamaktadır. İkinci katmandaki işlerde insan sermayesinin etkisi
çok azdır (Orr, 1997). Sosyal etkenler önemli rol oynarlar.
Doeringer ve Piore’ye göre bu katmanların oluşum sebepleri sanayi kollarında görülen
belli yapılar ve teknik etkenlerdir. Bazı sanayi kollarında teknik gelişmelerin sonucunda
daha nitelikli işçilere ihtiyaç duyulmuştur ve işverenler bu amaçla eğittikleri işgücünün
devamlılığını istemişlerdir. Böylece içsel emek piyasaları oluşmuştur. İçsel emek
piyasası idari kurallarla işgücünün ücretinin ve yerleştirilmesinin belirlendiği idari bir
birimdir (Doeringer ve Piore, 1971: 1-2). İçsel emek piyasalarındaki oligopolistik
koşullarla işgücü devamlılığı sağlanır ve işverenler bundan faydalanır. Bu tip işler
birinci katmandaki işlerdir. Teknolojik olarak gelişmemiş sanayilerdeki rekabete açık
işler de ikinci katmanı oluşturur. Ayrıca ikinci katmandaki işler teknolojik olarak
gelişmiş sanayi kollarındaki talep değişimlerine karşı dengeleyici görev görürler.
Herhangi bir talep artışında ikinci katmandan kısa süreli işçi alımı yapılabilir.
Doeringer ve Piore’nin çalışması çok önemlidir ancak neoklasik ekonomiye eleştirel
bakan yazarlar bu çalışmanın aynı zamanda neoklasik ekonominin parçası olduğunu, iki
katmanlı emek piyasasının kısa süreli, neoklasik bir model içine yerleştirilebilecek bir
olgu olduğunu belirtmişlerdir (Peck, 1996: 7,52).
45
İkinci kuşak KEP teorisinde radikal okulun etkisi büyüktür. Reich, Gordon ve Edwards
o dönemde gelişen teoriyi radikal KEP teorisi olarak adlandırmışlardır (Reich, Gordon
ve Edwards, 1973: 359). İkinci kuşak teori daha ideolojik ve tarihsel bir yaklaşımdır.
Katmanlı emek piyasasının oluşumu politik ve ekonomik güçlerin emek piyasasında
bölünmelere yol açtığı tarihsel bir süreç olarak görülmektedir.
Bu yaklaşımda da ikili emek piyasası teorisinin önemli bir yeri vardır. Ancak birinci
katman içinde de hiyerarşik bir ayrım söz konusudur, emir altında ve bağımsız işler.
Emir altında işler rutinleşmiş işlerdir, disiplin, otoriteye ve kurallara uyma gibi kişisel
özellikleri gerektirir. Bağımsız işler ise yaratıcı, problem çözücü nitelikleri gerektiren
işlerdir. Bu işlerde işgücü çevrim oranı yüksektir ve bireysel motivasyon ve başarılar
ödüllendirilir (Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 360).
Radikal okula göre katmanlı emek piyasası olgusu rekabetçi kapitalizmden monopolistik
kapitalizme geçiş aşamasında ortaya çıkmıştır (Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 360).
Radikal okul emek piyasasındaki katmanların kapitalist kontrol aracı olarak var
olduklarını savunur. Üretimde rutinleşmiş süreçlerin yaratılmasıyla niteliksiz ve tek tip
işgücüne ihtiyaç duyulduğu, bu gelişmenin de katmanlaşmayı gerekli hale getirdiği
vurgulanır (Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 360, Peck, 1996: 53). Katmanlaşma emek
ve sermaye arasındaki mücadelenin tarihsel sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Orr, 1999).
Katmanlı piyasaları sayesinde sermaye bölünen üretim süreçleri yoluyla işgücü üzerinde
egemenlik kurmaktadır. Bunu yaparken ırk ve cinsiyet ayrımlarını da kullanır.
Katmanlaştırma stratejileri işçiler arasındaki birlik duygusunu yok ettiği için de
46
sermayenin kontrol etme gücünü artırır (Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 361; Moberg
ve Thomas, 1993).
Bu yaklaşım katmanlı emek piyasaları olgusunu kapitalist hegemonyanın sürmesini
sağladığı için fonksiyonel olarak niteler. İşgücü üzerinde egemenlik kurmayı
sağlamasının dışında katmanlı piyasalar toplumda var olan eşitsizlikleri meşrulaştırır ve
böylece sınıf yapılarını oluşturan diğer kurumların (okul ve aile gibi) yükünü azaltır
(Reich, Gordon ve Edwards, 1973: 364).
Üçüncü kuşak yaklaşımda artık ikili yapı terk edilerek katmanların oluşmalarına sebep
olan olgulara çok yönlü bir yaklaşım geliştirilmiştir. Emek piyasasını sadece iki katmana
ayırmak fazla bir toplulaştırmaya ve önemli bilgilerin kaybolmasına yol açmaktadır,
yeni yaklaşımda ise dört katmanlı bir emek piyasası söz konusu olmaktadır
(Fichtenbaum vd., 1994: 21). Bu yaklaşımda iki katmanlı emek piyasası teorisinde eksik
olan iki önemli konu çalışmalarda ele alınmaya başlanmıştır, bunlar emeğin yeniden
üretimi ve devletin etkisidir (Peck, 1996: 57). İşlerin işgücü ile eşleşmesi sosyal olarak
oluşan dünyayı algılama biçimlerine, sosyalleşme biçimlerine, ev içi sorumluluklara ve
aile dinamiklerine, cinsiyetleştirmeye, devletin faaliyetlerine, ırkçılaştırmaya bağlı
olmaktadır (Hiebert, 1999: 342).
Bu yaklaşımda katmanlı emek yapısına yol açan sebepler üç ana başlıkta toplanabilir:
emek talebinin katmanlara ayrılması, emek arzının katmanlara ayrılması, katmanlara
47
ayırma ve devlet (Peck, 1996: 60). Aşağıdaki tabloda emek talebi, emek arzı ve devlet
eksenlerinde KEP teorisinin gelişimi özetlenmektedir.
Tablo 5: Katmanlı Emek Piyasasının Nedensel Temelleri
Emek talebi ve emek süreçleri
Emek arzı ve emeğin yeniden
üretimi
Devlet ve sosyal düzenleme
Birinci kuşak Teknik değişimler sonucu uzmanlaşmış işgücüne ihtiyaç duyulması ve ikili piyasanın oluşumu. İkili piyasa yapısının sanayi yapısıyla belirlenmesi: birinci katman işlerin oligopolisitk piyasadaki merkez firmalarla, ikinci katmandaki işlerin rekabetçi piaysadaki çevre firmalarla bağdaşması.
Geribildirim mekanizmaları: bireysel özelliklerin gelişimi veya emek piyasasındaki deneyimler sonucu güçlendirilmesi.
İkinci kuşak Emek süreçlerini kontrol stratejileri sonucu oluşan ikili piyasa: niteliksizleştirici emek süreçleri üzerinde kontrolü sağlamak amacıyla böl ve yönet yaklaşımının yönetimler tarafından uygulanması. Birikim süreçlerinde monopolcü kapitalist firmaların stratejilerine bağlı tarihsel bir eğilim olarak katmanlaşma.
İşgücü birliğini bozmak amacıyla ırk, cinsiyet ve eşitsiz ekonomik gelişmenin sömürülmesi.
48
Kaynak: Peck (1996: 58-59)
2.3 Mekan Kavramı ve Ekonomide Mekanın Önemi
Dünya ekonomisinde 1970’lerden itibaren köklü değişimler görülmüştür. Pek çok
çalışmada ticaret ve üretim ilişkilerinde, finans piyasalarında, emek organizasyonlarında
görülen değişimler küreselleşme bağlamında ele alınmıştır. Bu çalışmada küresel mal
zincirleri yaklaşımının benimsenmesi mekan konusunu da çalışmanın odaklarından biri
haline getirmektedir. Değişimin mekanın yanısıra zaman odaklı olarak da oluşması
sonucu mekan, zamandan bağımsız ele alınmayacaktır.
Üçüncü kuşak Katmanlaşmanın sebebi olarak talep nedenli farklı olguların (sanayi yapıları, emek kontrolü, işyeri çatışmaları, değişken mal piyasası koşulları, teknolojik gelişmeler vs.) açıklayıcı gücünün dikkate alınması, kurumsal ve sosyal olarak değişken biçimlerle beraber.
Emeğin sosyal olarak yeniden üretiminin yapısı ve dinamikleri, katmanlaşmanın biçimleri üzerinde etkiliyse. Emeğin sosyal olarak yeniden yapılanması sadece talep yönlü değildir, görece bağımsız bazı olgulara bağlıdır (hane içi işbölümü, işlerin cinsiyetleştirilmesi, sendika yapıları ve anlaşmaları, meslekler aracılığıyla sosyalleşme.
Devletin hareketlerinin ve kurumsal gücünün önemli açıklayıcı rolü vardır. Emek piyasasının sosyal olarak düzenlenmesi gerekli fakat çelişkili bir süreçtir. Katmanlaşmanın sebebi olarak eğitim ve training sistemi, sanayi ilişkileri ve işgücünü contracting rejimler, refah sistemi vs. gösterilir.
49
Mekan kavramını ele almadan önce küreselleşme ve mekanın neden ilişkili olduğunu
belirtmek gerekir. Farklı piyasalardaki küresel akışlar belli mekanlarda, yerlerde,
bölgelerde gerçekleşirler. Ekonomik sistemlerin mekansal boyutu vardır (Dicken ve
Lloyd, 1972: 1). Bu iki açıdan önemlidir. İlki küreselleşmenin nerede gerçekleştiği
bilinmezse farklı mekanları, yerleri, bölgeleri birbirine bağlayan ağların tam olarak
incelenemeyecek olmasıdır. İkincisi küreselleşmenin belli mekanlarla bağlantısı
kurulmazsa akışların havada kalacak ve mekanlar arası eşitsizliklerin görülemeyecek
olmasıdır (Peck ve Yeung, 2003). Küreselleşmenin tüm özellikleriyle ele alınabilmesi
için değişen dünya ekonomisini incelerken coğrafi yapının, dolayısıyla mekanın göz ardı
edilmemesi gerekir.
Mekan kavramı felsefe, antropoloji, coğrafya gibi pek çok sosyal bilimin inceleme
alanına girmektedir. Tüm bilimler kavramı kendi alanları bağlamında ele alırlar. Aşağıda
kavramın bu bilimlerdeki anlamına özel olarak yer ayrılmayacaktır. Mekan kavramını
dünya ekonomisinde oluşan değişimler bağlamında ele alınmaya çalışılacaktır.
Fizik, ekoloji, biyoloji, jeoloji gibi bilim dalları zamanın ve mekanın materyal
özelliklerini ortaya koyarlar. Bu anlamda zaman ve mekan dünyanın materyalizminden
bağımsız olarak ele alınamaz. Ancak bu bilimlerin verdikleri bilgiler dahilinde bu
kavramların nasıl oluşturulacağı bir sosyal seçimdir (Harvey, 1996: 211). Oluşturulan
mekan kavramı da toplum tarafından oluşturulan bazı kurallar, kısıtlamalar dahilinde
birey tarafından algılanır. Zaman ve mekan içerdikleri maddelerle ve süreçlerle anlam
50
kazanmaktadır. Bu kavramlar maddi süreçlerden bağımsız anlamlandırılamaz. Zaman ve
mekanı anlamlandırmak da sosyal bir süreçtir.
Durkheim The Elementary Forms of the Religious Life adlı eserinde zaman ve mekanın
sosyal olarak oluşturulmuş olduklarını belirtir. Farklı toplumların niteliksel olarak farklı
zaman ve mekan algılayışları geliştirdikleri fikri pek çok antropolog tarafından
belirtilmiştir (Harvey, 1990: 418; Harvey, 1996: 210). Mekanın sosyal oluşumu
toplumdaki değer yaratma süreçlerinden, güç ilişkilerinden, kurumlardan, toplumsal
hafızadan ve bireylerin kendilerini tekrar ettikleri materyalist pratiklerden bağımsız
değildir (Harvey, 1996: 231). Bu kavramların sosyal olarak oluşturulmuş olmaları
bireylerin toplumda hangi konumda bulunduklarını yorumlamaları açısından da
önemlidir. Ya da dünya ekonomisi bağlamında düşünürsek oluşturulan mekanlar
bağlamında ülkelerin hangi konumda bulunduklarını yorumlamaları açısından önemlidir.
Geleneksel ekonomi teorileri mekanı bir değişken olarak ele almazlar. Ekonomik ajanlar
uzamda birer nokta olarak ele alınmıştır. Mekanın bir değişken olarak önemi yerleşke
teorisi18 ile ortaya konmuştur. Bu teorinin temelleri Alman ekonomist Johnann von
Thünen’in 1826 yılında yazdığı The Isolated State eserine dayanır. Bu eserde von
Thünen belli bir şehir merkezine göre tarımsal faaliyetlerinin optimal gelişimi sorununu
ele almıştır. Von Thünen’ in en önemli mirasçısı Alfred Weber olarak görülür. 1909’da
Alfred Weber’s Theory of the Location of Industies adlı kitabını yayınlamıştır.
Sanayilerin niçin belli yerlerde kurulduklarını matematik ve geometri kullanarak
18 Yerleşke teorisi İngilizce literatürde “location theory” kavramının yerine kullanılmaktadır.
51
açıklamaya çalışmıştır. Yerleşke teorisinin gelişiminde önemli diğer iki isim ise 20.
yüzyılın ortalarında çalışmalarını gerçekleştiren August Löche ve Walter Christaller
olmuştur. Löche 1940’ta The Economics of Location’ı, Christaller 1933’te Central
Places of Southern Germany’yi yayınlamıştır.
Yerleşke teorisi ekonomide mekanı incelemek için önemli bir araç olmasına rağmen
kullanılmayacaktır. Bu çalışmada mekanın sosyal olarak oluşturulması öne çıkan bir
olgudur. Yerleşke teorisindeki yaklaşımlar ise genellikle coğrafi ve tarihi bağlamları göz
ardı ederler, matematiksel yöntemleri kullanarak her mekan için aynı yaklaşımı
benimserler (Barnes, 2003). Bu alanlardaki çalışmalarda coğrafi uzaklık kavramı önemli
bir yer tutar, mekanların sosyal oluşumu dikkate alınmaz. 1960’larda ekonomik coğrafya
alanına hakim olan neoklasik yerleşke modellerini gerçek dünyayı anlamak için
kullanırken ise ihtiyatlı olmak gerekmektedir çünkü kısıtlamalar gerçek dünyayı
yansıtmamaktadır (McCann, 1999).
Mekan kavramından bahsedilmesi yer kavramı ile olan ilişkisinden de bahsetme gereğini
doğurmaktadır. Yer kavramı da mekan gibi sosyal oluşturulmuştur. Leibniz varlıkların
belli yerlerde olduklarını belirtir. Değişen koşullarda varlıklar birbirlerinin yerini
alabilir. Bu durumda yerlerin belli özellikleri olduğu sonucu çıkar. Whitehead’e göre
varlıklar belli bir zamanda belli bir mekansal örgütlenme ile sabitlenirler. O anda
mekanın bir bölümü onların yeri olur. Ancak bu yerler sabit değildirler. Değişen
koşullarla yeni yerler oluşur (Harvey, 1996: 261). Bu anlamda yerler birer süreçtir.
Yerlerin kendilerine özgü olmaları belli sosyal ve daha yerel ilişkilerin odak noktasını
52
oluşturmalarından gelir. Buna bir de yerlerin tarihleri eklenir, bu tarihsel katman yerleri
yerelin ötesinde, daha küresel ilişkilerde de belli bir yere koyar (Massey, 1994).
Yer kavramı mekan kavramı içerisinde belli bir kalıcılığı belirtir. Belli bir mekansal
örgütlenme içerisinde yerler belli rolleri, güçleri, imkanları ifade eder. Buradan yerlerin
birleşerek mekanı oluşturduğu düşünülebilir. Ancak mekansal örgütlenme yerlerin
toplamından daha fazlasını ifade eder. Yukarıda şehirlerin yeni ekonomik düzende önem
kazandıkları belirtilmişti. Bu olguyu mekan ve yer kavramları bağlamında düşünebiliriz.
Şehirler belli bir mekansal örgütlenmede yerleri oluştururlar. Sabit sermaye şehirlerde
yeni sosyal ilişkiler ve kurumlar yaratarak yeni yer ilişkileri oluştururlar. Yerlerin
özellikleri bu ilişkiler bağlamında anlaşılabilir (Massey, 1994). Mekan örgütlenmeleri
değiştikçe eski yerler değersizleşir ve yeni yerler oluşur. Bu da şehirlerin değersizleşme
tehlikesine maruz oldukları anlamına gelir.
Mekan kavramının değişen ekonomik koşullar bağlamında ele alınacağı belirtilmişti. Bu
amaçla kapitalizm, neoliberalizm ve mekan ilişkisine değinilecektir.
Polanyi’nin belirttiği gibi ekonomik yapı sosyal yapının içinde yerleşiktir. Mekan
bağlamında ele alındığında, yukarıda vurgulandığı gibi ekonomik sistemlerin sosyal
olarak oluşturulmuş bir mekan boyutu vardır. Ekonomik sistemler ve mekan, tarihsel ve
coğrafi bağlamda karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler. Bu etkileşime sistemin empoze
ettiği zaman ve mekan kavramları hakimdir. Ekonomik ve sosyal mekanı oluşturmak
politik gücün simgesidir (Lefebvre, 1991).
53
Kapitalizm, kar amacıyla sürekli bir devinim halinde olduğundan toplumsal yeniden
üretime ilişkin yeni maddi pratikler ve süreçler yaratır (Harvey, 2003: 230). Bunun
sonucu olarak da yeni zaman ve mekan kavramlarına ihtiyaç duyar. Kavramlar ulaşılan
son nokta olarak değil, kapitalizmin gelişiminde bir aşama olarak görülmelidir.
Kapitalizm her krizden yeniden örgütlenerek çıkmıştır (Yırtıcı, 2005). Belli bir yere
bağlı olma durumu ile –sabit yatırımlar- sermayenin mekansal hareketliliği gelişmenin
aşamaları arasında birbirlerine ters düşebilirler. Bu durumda yeni kavramlar, üretim ve
tüketim yerleri, tarzları oluşur, mekansal örgütlenmeler değişir. Toplum yeni duruma
uyum sağlar. Yeni mekan ve zaman kavramları sistemin ihtiyaçlarına ve amaçlarına
uygundur, sistemin yeniden üretimine yöneliktir (Harvey, 1990: 419). Lefebvre mekan
ilişkilerin oluşturulmasının kapitalizmin 20.yy’da sürdürülebilmesi için önemli olduğunu
belirtir.
Özellikle kriz zamanlarında mekan ilişkilerini değiştirmek önemlidir. Kriz zamanlarında
artan rekabet koşulları kapitalistleri üretim maliyetleri açısından daha karlı mekanlara
yönlendirir, aynı zamanda fazla sermayeyi daha geniş alanlara yayma ihtiyacı doğurur.
Her kriz yeni maddi pratiklerle dünyanın mekansal örgütlenmesini etkiler. Mekansal
engellerin yıkılması ve yeniden kurulması kapitalizmin kendini sürdürebilmesinin temel
araçlarından biri olmuştur (Harvey, 1993: 91). Kapitalizm bölgeler arası farklılıklar
yaratarak kendi karlılığını artırmanın yollarını aramaktadır, mekan karı en
fazlalaştıracak araçlardan biri haline dönüşmüştür (Yırtıcı, 2005: 11). Toplumsal,
kültürel, coğrafi dengeler göz ardı edilerek kapitalist ekonominin koşulları içinde
belirlenen ve nesnelleşen bir mekan kavramı hakim olur (Yırtıcı, 2005: 12). Mekansal
54
farklılıklardan faydalanmanın tek yolu küresel sermaye akışı içerisinde yer almaktır, aksi
takdirde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalınmaktadır (Yırtıcı, 2005: 157).
Kapitalizmin 1973-75 yıllarında yaşadığı bunalım büyük değişimlerin habercisi
olmuştur. Karlar üzerindeki baskılara tepki olarak şirketler yoğun teknolojik değişmeyi,
üretimin ve finansın yeniden yapılanmasını, ürün buluşu ve kültür ve imge üretimine
kitlesel yayılmayı içeren bir uyum sürecine girdiler. Kapitalist yeniden yapılanmanın bir
diğer boyutu da coğrafi işbölümündeki değişmedir (Harvey, 1993: 84).
1970’lerde dünya ekonomisinde yaşanan krizden sonra mekanı algılama biçiminde
önemli değişiklikler oldu. Entellektüel bir hareket olarak başlayan neoliberalizm
1980’lerde Reagan ve Thatcher’ın uyguladıkları politikalarla hayata geçti (Peck ve
Tickell, 2002). Neoliberalizm ve küreselleşme yeni ekonomik düzenin çerçevesini
belirledi, alternatiflerinin olmadığı düşüncesi hakim oldu. Neoliberal politikalar GATT,
DTÖ, IMF gibi kuruluşlar aracılığıyla dünyaya yayıldı. Üçüncü Dünya ülkeleri yapısal
uyum programları ile sürece dahil edildiler. Bu bağlamda mekanların hiyerarşisi değişti.
Aynı zamanda teknolojide yaşanan gelişmeler ulaşım ve iletişim alanlarında zaman ve
mekan kısıtlamalarını azalttı. Bu noktada Marx’ın belirttiği mekanın zaman aracılığıyla
yok edilmesi süreci anlamlıdır. Küreselleşen dünyada mekansal engellerin kalmadığı
düşüncesi yaygınlaştı. Bu mekan ve zaman kavramlarında önemli değişimleri
beraberinde getirdi. Harvey’nin kullandığı zaman-mekan sıkışması kavramı bu süreci
ifade eder. Kavramların niteliklerindeki önemli değişimler algılanmaları hakkında da
55
önemli değişimlere yol açtılar. Hayatın hızının artması, mekansal engellerin aşılması
zaman-mekan sıkışmasına yol açtı.
Ancak mekan zaman aracılığıyla yok edilirken yıkıcı yaratıcılıkla yeni mekanlar
yaratıldı. Bu gelişmeler dünya ekonomisinde sosyal ve coğrafi olarak eşit sonuçlar
doğurmadı. Mekansal engeller azaldıkça mekanların neler içerdiğine daha duyarlı
olundu, neoliberalizm sistemin devamı için coğrafi özellikleri sömürecek şekilde yeni
mekanlar oluşturdu (Harvey, 2003: 328). ÇUŞ yeni kar fırsatları için dünyayı
araştırdılar, avantajlı olabilmek için sermayeyi ve iş olanaklarını kendileri için en uygun
gördükleri yerlere taşıdılar. Coğrafi hareketliliklerini bir tehdit unsuru olarak kullandılar
(Harvey, 1993: 85). Bir süre sonra bu mekanları işlevsiz kılarak yeni mekanlara geçtiler,
yukarıda belirtildiği gibi bu kapitalizmin dinamikleriyle ilgilidir. Yeni mekan arayışları
spekülatif bir yapıdadır (Brenner ve Theodore, 2002: 355). Bu da belirsiz, her an
değişebilecek bir mekan örgütlenmesi sunar. Sanayileşen ülkelerin yeni konumları daha
kolay kontrol edilebilir artık.
Neoliberalizmdeki mekan yaratma sürecinin önemli bir özelliği de şehirlerin mekan
olarak önem kazanmasıdır. Ulusal düzey yerini daha parçalanmış düzeylere bırakmıştır.
Bu devletin önemli olmadığı anlamına gelmez, devlet istediği şehirleri destekleyerek bu
süreci pekiştirir. Şehirler belirsizliğin hakim olduğu ekonomik coğrafi bir ortamda yer
alırlar. Küresel-yerel çatışması belirginleşir. Yerel yöneticiler mekansal rekabette kendi
mekanlarını çekici hale getirmek için uğraşırlar (Harvey, 2003:329). Sermaye çekmek
ve sermayenin kaçmasını önlemek için çaba harcanır. Bu gelişme yukarıda belirtilen
56
paradoksun bir sonucudur. Küreselleşen dünyada mekansal engeller anlamsızlaştıkça
mekanların neler içerdikleri önemli bir hale geldi, yerel olan küresel düzeyde rekabete
girdi. Bu da özellikle gelişmekte olan ülkelerde mekansal bölünmelere yol açtı.
57
BÖLÜM 3: ULUSLARARASI İŞBÖLÜMÜ VE DÜNYA EKONOMİSİNE
EKLEMLENEN TÜRKİYE
3.1 1970’li Yıllar Sonrasında Merkez ve Çevre Ülkeler Arasındaki İlişkiler
Daha önce belirtildiği gibi 1970’li yıllar dünya ekonomisinde yeni bir dönemin
başlangıcına sahne olmuştur. Yeni dönemde mal, sermaye ve emek piyasalarının
serbestleşmesi, düzenlemelerin azaltılması ve özelleştirme gelişmiş ülkelerin yaşadıkları
Fordist krize, GOÜ’in yaşadıkları borç krizlerine çözüm yolu olarak sunulmuştur
(Onaran, 2004). Finansal sermayenin dolaşımı devlet kontrolünden bağımsız olmuştur.
Bu gelişme ile farklı finansal merkezler oluşmuştur ve sermaye çekme mücadelesinde
rekabet gücünü kaybetmek istemeyen ülkeler deregülasyon uygulamışlardır, bu da
finansal serbestliğin yayılmasına yol açmıştır (Hobsbawn, 1994, Köse ve Öncü, 2005
içinde).
Bu dönemde uygulanan “IMF’nin yapısal uyum programları neoklasik ekonomik
modellerden türetilmiş politikalara GOÜ’in değişik sosyoekonomik yapılarının yüzeysel
olarak yerleştirilmesi üzerine” kurulmuştur. (Yentürk, 2003: 6-7). Bu programların
amacı GOÜ’in kurumsal ve yasal yapılarını küresel sermayenin çıkarlarına uygun bir
biçimde düzenlemelerini sağlamaktır (Köse ve Öncü, 2005: 1). IMF ve Dünya Bankası
öncülüğünde yürütülen küresel düzeyde neoliberal yapılanma devletin ekonomiye
müdahele etme kapasitesini kısıtlamıştır ancak devletin düzenleyici rolü yeniden
58
devreye girmiştir (Köse ve Öncü, 2005: 1). Fakat devletin üretici, harcayıcı, paylaştırıcı
rollerini gerçekleştirmesi engellenmiştir (Boratav, 2000: 21).
Yapısal uyum programlarının en önemli unsuru ihracata yönelik sanayileşme politikaları
olmuştur. Bu süreçte Dünya Bankası emek piyasalarının daha esnek emek
örgütlenmeleri için yeniden düzenlenmeleri gerektiğini savunmuştur, bu düzenlemelere
istihdam artışı için kilit rol atfedilmiştir (Dünya Bankası, 1995). Emek piyasası
düzenlemelerinin kısa vadede sermayenin hareketliliğindeki yavaşlığa bağlı olarak
oluşan istihdam azalmalarında gereken esnekliği engellediği düşünülmektedir (Onaran,
2003: 580). Bu sebeple ücretlerin bastırılmasının önemli bir yeri vardır. Ücretlerin
düşürülmemesinin yatırımlar ve büyüme üzerinde olumsuz etkisi olduğu, yatırım
eğiliminin artması için sermaye lehine bir gelir dağılımı olması gerektiği düşüncesi de
IMF’nin GOÜ’e yaptığı önerilerde belirtilmiştir (Yentürk, 2003: 7).
Bu bölümde dünya ekonomisindeki bazı değişimler eşliğinde ülkeler arasındaki ticari
dengeler, GOÜ’de ücret politikalarının bu ülkelerin dünya ekonomisine
eklemlenmelerindeki önemi açıklanmaya çalışılacaktır. Bu politikaların amaçları ve
sonuçlarına eleştirel bir yaklaşım getirilecektir. Bu amaçla dünya ülkeleri merkez ve
çevre olarak iki ana grupta incelenecektir. Öncelikle Köse ve Öncü (2005)’te ortaya
konan bulgular temelinde ülkelerin ticari dengeleri ve çeşitli ekonomik göstergeler
59
arasındaki ilişki ele alınacaktır19. Köse ve Öncü (2005), 1980-1990, 1991-2002 ve
2000’deki krizin etkisini görebilmek amacıyla 2000-2002 alt dönemleri için merkez ve
çevre ülkelerin öncelikle toplam dünya yatırımı ve tüketim harcamaları içindeki
paylarına, ihracatın GSYİH içindeki payına bakmışlardır.
Yatırım düzeylerine bakıldığında bazı istisnalar dışında merkez ve çevre ülkeler arasında
önemli bir fark gözlemlenir. 1980’lerden sonra tüm ülkelerde genel olarak bir artış
görülse de 2000 krizinden sonra bir düşüş yaşanmıştır. Ancak tüm dönemlerde en büyük
yatırım payına sahip olan ABD ve çevre ülkelerde Çin istisna oluşturmaktadır. Krizden
sonra bu iki ülkenin dünya yatırımlarındaki payları artmıştır. Daha önceki bölümlerde
belirtildiği gibi Çin’in yatırım payını artırmasında en önemli etken ucuz işgücü
sayesinde ÇUŞ’lerin yatırımlarını bu ülkeye kaydırmalarıdır. Ülkelerin tüketim
harcamaları paylarına bakıldığında aynı eğilim görülmektedir.
Bu bilgilerin ışığında ülkelerin ihracatlarının GSYİH içindeki payına bakmak daha
anlamlı olacaktır. ABD’nin ihracatı diğer ülkelere göre en düşük paylara sahiptir. 2000
krizinden sonra payı az da olsa düşüş göstermiştir. Ancak, Japonya hariç tüm ülkelerde
ihracatın GSYİH içindeki payı artmıştır. Özellikle çevre ülkelerdeki artışlar dikkat
çekicidir. Yatırım ve tüketim harcamalarındaki düşüşe rağmen çevre ülkelerin
19 Köse, Öncü (2005)’te çalışmaya dahil edilen ülkeler şöyledir. Merkez ülkeler: AB 10 (Fransa, Avusturya, Belçika, Lüksemburg, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İtalya, İrlanda, Hollanda), AB 3-Periferi I (Portekiz, Yunanistan, İspanya), diğer merkez ülkeler (Avustralya, Kanada, Norveç, Yeni Zelanda, İsviçre, Iceland. Çevre ülkeler: Çin, Rusya, Güney Doğu Asya (Kore, Singapur, Hong Kong), Asya 4 (Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland), AB10-Periferi II (Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Slovenya, Litvanya, Estonya, Letonya, Çekoslavakya), geçiş ekonomileri (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgız Cumhuriyeti, Türkmenistan, Ermenistan, Gürcistan, Arnavutluk, Makedonya, Beyaz Rusya, Tacikistan, Moldovya, Ukrayna), LA 3 (Arjantin, Brezilya, Meksika), ROW (geri kalan dünya ülkeleri).
60
ihracatlarının yüksek oranlarda artması bu ülkelerin bir kısırdöngüye girdiğini
göstermektedir. Özellikle ihracata dayalı sanayileşme politikalarıyla ihracatlarını
artırmaları yönünde baskı altında olan Türkiye dahil bazı çevre ülkeler ticaret fazlası
verememektedirler. Bu ülkelerin borçları mülksüzleşmelerine yol açmaktadır (Köse,
Öncü, 2005). Yatırım ve tüketim harcamalarının da düşmesi bunun bir sonucudur.
Bu bilgileri göz önünde bulundurarak Köse ve Öncü (2005) dünya kapitalist sistemini üç
ana bölgeye ayırır: aşırı üretim-aşırı tüketim bölgesi (ABD), aşırı üretim-az tüketim
bölgesi (AB, Japonya, Çin, Asya ülkeleri), az üretim-az tüketim bölgesi (Türkiye gibi
zorunlu olarak ihracata yönelen çevre ülkeler). Bu ayrım aynı çalışmada ele alınan ve
aşağıda aktarılan diğer bulgularla daha anlamlı olmaktadır.
Tüm ülkeler için ticaret dengesine bakıldığında merkez ülkelerde ABD, Almanya ve AB
3 ülkelerinin, çevre ülkelerde Türkiye, AB periferi ve geçiş ekonomilerinin açık
verdikleri görülmektedir. Dünyada hegemon ülke olarak kabul edilen ABD’nin dış
ticaret açığı vermesi şaşırtıcı gelmektedir. ABD 1971 yılında 1893’ten bu yana ilk kez
dış ticaret açığı vermiştir ve bu yıldan sonra ABD düzenli olarak dış ticaret açığı
vermiştir, bu olgu dünya ekonomisinin yapısını belirleyen etkenlerden olmuştur (Köse
ve Öncü, 2005). ABD’nin ticaret açığı her dönem için en yüksek düzeydedir. Köse ve
Öncü (2005) bu olgunun net yatırımlar biçimindeki finansal akımlar, finansal akımlar ve
rezerv birikimleriyle ilişkisini kurar. Net yatırımlar biçimindeki finansal akımlara
bakıldığında merkez ülkelerin çevre ülkelere yatırım yaptığı görülür. DYY’ların
özellikle yöneldiği ülke Çin olmuştur. Aynı zamanda Çin, Japonya ve diğer Asya
61
ülkeleri ile beraber önemli rezerv birikimlerine sahiptir. Ayrıca Köse ve Öncü (2005)’te
dünyadaki rezerv birikimlerinin %70’inin ABD doları olarak tutulduğu belirtilir, bu
durumda ABD rezerv sahibi ülkelere borçlu durumdadır20 ve aynı zamanda yukarıda
belirtildiği gibi dünyada en yüksek dış ticaret açığına sahiptir. Finansal akımlara
bakıldığında ABD’nin bu durumu nasıl lehine çevirdiği görülür. Uluslararası finansal
piyasalar sayesinde ülkelerin ellerindeki rezervler ABD piyasalarına gelmektedir ve
ABD borcunu diğer ülkelerin borcu haline dönüştürmektedir. Bu sebeple finansal
akımlarda ABD öncü ülke konumundadır. “Ulusal ekonomiler arasında kaynak
aktarımı” olgusu geçerli olmaktadır, merkezden çevreye sermaye ihracı yoluyla kaynak
aktarımı, çevre ülkelerinden merkeze faiz ve kar biçiminde artık aktarımını
doğurmaktadır (Boratav, 2000). Spekülatif nitelikli kazançlar özendirilirken finans
sermayesi reel üretim dünyasından kopmaktadır (Yeldan, 2001: 19).
Dünya ekonomisinde ülkeleri temel bir çerçeve içinde gözlemledikten sonra çalışmanın
bu kısmında ticarete konu olan malların verimlilik ve ücret yapılarına bakılacaktır. Bu
sayede ülkeler arasındaki ilişkiler, dünyaya eklemlenme biçimleri aydınlatılmaya
çalışılacaktır. Çalışmanın bu bölümünde UNIDO Sanayi İstatistikleri kullanılarak
merkez ve çevre ülkeler arasındaki ilişkiler ele alınacaktır. Çalışmanın amaçları
doğrultusunda UNIDO veri setinde yer alan ülkeler arasından seçilen 43 ülkenin 1980-
1999 yılları arasındaki dolar bazında toplam ücretler, toplam katma değer, ihracat,
20 Aynı çalışmada kapitalist sistemde bir ülkenin hegemonya kurması için o ülkenin parasının dünya parası olarak görülmesi gerektiği de belirtilir. Dünya rezervlerinin %70’inin ABD doları olarak tutulması da bu ülkenin hegemonyasını sağlamlaştırır.
62
ithalat değerleri ve işçi sayıları kullanılmıştır. Ancak veri setindenden kaynaklanan bazı
eksiklikler bulunmaktadır, bu eksikliklerle ilgili bilgi EK 1’de bulunmaktadır.
Çalışmada merkez ülkeler ABD, Japonya, Avrupa Birliği 10 (AB 10), Avrupa Birliği 3
Periferi I (AB 3 PI) ve diğer merkez ülkelerden oluşmaktadır.21 Çevre ülkeler Çin,
Türkiye, Hindistan, Doğu Asya, Asya 4, Avrupa Birliği 4 Periferi II (AB 4 PII) ve Latin
Amerika’dan oluşmaktadır.22
Dünya ticaretindeki gelişmeleri anlamak için öncelikle ülkelerin farklı mal gruplarındaki
ticaret paylarına bakmak gereklidir. Tablo 6’da faktör yoğunluklarına göre ayrıştırılmış
mal gruplarının ihracat payları yer almaktadır.23 Daha önceki bölümlerde de gelişmiş
ülkelerin ve GOÜ’in ihracat paylarına ilişkin bilgi verilmiştir ancak burada ülke bazında
daha ayrıntılı bilgi verilecektir.
Tablo 6’da merkez ve çevre ülkelerin ihracat yönelimlerindeki farklar görülmektedir.
Merkez ülkeler orta ve yüksek nitelikli mamul malların ihracatında yoğunlaşmışlardır.
AB 3 ülkeleri emek ve kaynak yoğun malların ihracatında da yüksek paya sahiptirler. Bu
21 AB 10’u oluşturan ülkeler Almanya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İtalya, İrlanda ve Hollanda’dır. AB 3’ü oluşturan ülkeler Portekiz, Yunanistan ve İspanya’dır. Diğer merkez ülkeler ise Avusturalya, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’dır. 22 Doğu Asya’yı oluşturan ülkeler Kore, Singapur, Hong Kong’dur. Asya 4’ü oluşturan ülkeler Endonezya, Malezya, Filipinler ve Tayland’dır. AB 4’ü oluşturan ülkeler Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Polonya’dır. Latin Amerika’ya dahil edilen ülkeler ise Arjantin, Meksika, Şili, Kolombiya, Ekvador, Peru, Uruguay, Venezüela, Bolivya ve Kosta Rika’dır. 23 Mal sınıflandırmaları ISIC Rev.2’ye göre yapılmıştır. Malların ayrıştırılmasına dair bilgi EK 2’de yer almaktadır.
63
ülkeler AB 10 ülkelerinin merkezdeki çevre ülkeler topluluğunu oluşturdukları için bu
gözlem anlamlıdır.
Tablo 6: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Malların Ülkelerin
İhracatlarındaki Payları (%)
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
Düşük Nitelikli Mallar
Orta Nitelikli Mallar
Yüksek Nitelikli Mallar
1980-1990 9,45 8,47 4,67 23,90 53,51 ABD 1991-1999 7,90 8,45 4,35 21,91 57,39 1980-1990 1,69 5,10 10,37 18,77 64,06 Japonya 1991-1999 1,46 3,78 6,52 22,94 65,30 1980-1990 11,24 15,57 9,81 18,61 44,77 AB 10 1991-1999 10,13 14,25 8,17 18,98 48,47 1980-1990 14,58 29,94 10,78 10,58 34,12 AB 3 1991-1999 12,41 24,31 7,69 9,95 45,64 1980-1990 23,30 20,47 6,05 9,50 40,68 Diğer
Merkez 1991-1999 19,64 19,48 5,83 10,51 44,53 1980-1990 13,78 54,45 5,00 3,89 22,88 Çin 1991-1999 8,37 39,85 7,13 8,75 35,90 1980-1990 23,09 49,76 4,98 5,65 16,51 Hindistan 1991-1999 17,36 47,98 7,47 5,47 21,72 1980-1990 21,26 46,28 13,57 4,56 14,32 Türkiye 1991-1999 16,06 48,61 12,44 4,64 18,25 1980-1990 5,33 33,34 7,18 11,94 42,21 Doğu
Asya 1991-1999 4,02 21,61 6,07 19,32 48,98 1980-1990 35,13 30,41 2,55 4,85 27,05 Asya 4 1991-1999 14,29 23,64 2,75 16,57 42,75 1980-1990 16,03 20,62 12,13 20,79 30,43 AB 4 1991-1999 15,86 32,70 14,60 7,81 29,03 1980-1990 43,24 16,50 7,35 5,20 27,70 Latin
Amerika 1991-1999 21,36 14,66 6,41 8,97 48,60 Kaynak: UNIDO verilerinden çıkarılmıştır.
64
Çevre ülkelere bakıldığında birincil, emek ve kaynak yoğun malların ihracatta önemli
yere sahip oldukları görülmektedir. Ancak bazı çevre ülkelerde orta ve yüksek nitelikli
mamul malların ihracattaki payı artış göstermiştir. Bu bulgu yanıltıcı olabilir çünkü
küresel mal zincirlerinde yer alan bu ülkeler bu tip malların asıl katma değer getiren
süreçlerinde değil emek yoğun olan süreçlerinde yer almaktadırlar. Somel (2003:
562)’de belirtildiği gibi 1980 sonrasında sanayi üretiminin küreselleşmesinin doğrudan
yabancı yatırımların ve fason üretime dayanan ticaretin artmasına dayalı olduğu
unutulmamalıdır.
Ülkelerin ihracatta yoğunlaştıkları mal grupları belirlendikten sonra bu mal
gruplarındaki ücret ve verimlilik değerlerine bakılması ülkelerin istihdam yapılarının ve
dünyaya eklemlenme süreçlerinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Şekil 2’de ülkelerin
farklı mal gruplarındaki ortalama yıllık işçi başı verimlilik değerleri görülmektedir.
Merkez ülkeler tüm mal gruplarında çevre ülkelerden daha yüksek verimlilik değerlerine
sahiptirler. Özellikle yüksek nitelikli mamul mallarda daha yüksek verimlilik değerlerine
sahiptirler. Çevre ülkelerin en düşük verimlilik değerlerine sahip olduğu mal grubu aynı
zamanda ihracatta yoğunlaşmış oldukları emek ve kaynak yoğun mamul mallardır.
Çevre ülkelerin verimlilik artışları umut verici gözükmektedir. Ancak “verimlilik
artışları yatırımlara dayanmadığı takdirde, bunların uzun ömürlü ve kalıcı olması ve
dolayısıyla ücretlere yansıması da beklenemez” (Yentürk ve Onaran, 2003: 163)
65
Şekil 3’de ise ülkelerdeki ücret ortalamaları merkez ülkelerin ücret ortalamasına
oranlanarak gösterilmiştir24. Merkez ülkelerdeki oranlanmış ücret düzeyleri tüm mal
grupları için çevre ülkelerden daha yüksektir. Verimlilik değerlerinde gözlemlenen
eğilim oranlanmış ücretlerde de sürmektedir. GOÜ’in çoğunda dış borç yüksek
seviyelerdedir, bu borcun ödenebilmesi için IMF’nin önerisi bu ülkelerin cari fazla
vermeleridir (Yentürk, 2003: 14). GOÜ’in teknolojik gelişimleri ve sanayileşme
sürecinde gelişmiş ülkelere göre geri oldukları dikkate alınınca bu ülkelerin emek yoğun
süreçlerde ücretleri bastırmaya dayalı bir politikaya itildikleri anlaşılmaktadır. Tablo 6
ve Şekil 3’teki veriler birlikte ele alındığında çevre ülkelerin ücretlerin en düşük olduğu
emek yoğun mamul mal ihracatında yoğunlaşmış oldukları görülmektedir. Yukarıda bu
malların aynı zamanda en düşük verimlilik değerlerine sahip oldukları belirtilmişti.
Kaynak olarak kullanılan UNIDO veri setinde Çin için 1991-1998 arası veri yoktur
ancak UNCTAD 2002 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda Çin’in 1998 yılındaki ücret
değerleri çeşitli ülkelerle karşılaştırılmıştır ve Çin en düşük ücret değerlerine sahiptir
(UNCTAD, 2002: 158). Çin’den sonra en düşük ücret değerlerine sahip ülke
Hindistan’dır. Türkiye’nin yoğunlaştığı birincil ve emek ve kaynak yoğun mamul
mallarda ücret değerleri Çin ve Hindistan’dan oldukça yüksektir. Bu da dünya
ticaretinden pay kapma savaşında var olan rekabeti körüklemektedir. Son yıllarda
24 UNIDO veri setinden elde edilen şekillerle ilgili belirtilmesi gereken bir nokta var. Bu şekillere gore dolar bazında ücretler çevre ülkelerde 1991-1998 döneminde 1980-1990 dönemine kıyasla artış göstermiştir. Ancak bu ülkelerin kurlarında dolar karşısında ciddi değer kayıpları olmuştur. Bu sebeple ücretlerde gözlemlenen artış kesinlikle reel artışları ifade etmemektedir.
66
büyüyen Çin ekonomisinden duyulan korku ücretlerin bastırılmasında önemli bir etken
olarak ortaya çıkmaktadır.
Dünya genelinde verimlilik/ücret oranlarına bakıldığında ise bu oranın bir iki istisna
dışında sürekli artış gösterdiği görülmektedir. Bu emeğin aleyhine oluşan gelişmeleri
özetlemektedir.
Ülkelerin istihdam yapısını anlamak için Tablo 7’den faydalanılabilir. Bu tabloda
ülkelerin farklı mal gruplarında istihdam edilen işçi sayısındaki değişimler
görülmektedir. Verilerdeki eksikliklerden dolayı Latin Amerika ve Asya 4 dahil
edilmemiştir ve dahil edilen ülkeler için değişim değerleri farklı yıl aralıkları için
hesaplanmıştır.
Genel olarak bakıldığında merkez ülkelerde istihdam edilen işçi sayısındaki
değişimlerde düşüşler en çok birincil ve emek ve kaynak yoğun mal gruplarında, artışlar
ise en çok yüksek nitelikli mal gruplarında görülmektedir. Çevre ülkelerde bunun tam
tersi bir eğilim görülmektedir. İstihdamda gözlemlenen bu eğilimler ücretlerle ilgili
gözlemlerle beraber düşünüldüğünde ücretli işgücünün özellikle GOÜ’de zor koşullarda
bulunduğu ve bu durumun özellikle ticaretten pay kapma savaşlarıyla güçlendiği
anlaşılmaktadır.
67
Şekil 2: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Malların Ortalama Yıllık İşçi Başı Verimlilik Değerleri (bin dolar)
Birincil Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Birincil Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
D. A
sya
Asya
4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140D.
Asy
a
Asya
4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
68
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
D. A
sya
Asya
4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
Orta Nitelikli Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Orta Nitelikli Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
D. A
sya
Asya
4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
69
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
0
20
40
60
80
100
120
140
D. A
sya
Asya
4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
Kaynak: UNIDO verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 3: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Mallarda Ortalama Yıllık Ücret Değerlerinin Merkez
Ortalamasına Oranı
Birincil Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Birincil Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
D. A
sya
Asya 4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
70
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
D. A
sya
Asya 4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
D. A
sya
Asya 4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
71
Orta Nitelikli Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Orta Nitelikli Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
D. A
sya
Asya 4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
ABD
Japo
nya
AB 10
AB 3
PI
D. M
erke
z
1980-1990
1991-1998
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
1.4
D. A
sya
Asya 4
AB 4
PII
L. A
mer
ika
Hindi
stan
Türk
iye
Çin
1980-1990
1991-1998
Kaynak: UNIDO verilerinden çıkarılmıştır.
72
Tablo 7: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Malların Üretiminde İstihdam
Edilen İşçi Sayısındaki Değişim (%)
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğun Mallar
Düşük Nitelikli Mallar
Orta Nitelikli Mallar
Yüksek Nitelikli Mallar
1980-1990 -6,93 -16,17 -24,27 -5,04 -0,15 A.B.D. 1991-1998 5,86 -1,46 9,04 9,94 4,70 1980-1990 11,26 -9,29 1,15 22,51 21,08 Japonya 1991-1998 -3,54 -24,85 -16,07 -9,41 -15,75 1980-1990 -18,66 -32,11 -27,40 -16,18 -17,37 AB 10 1991-1994 -7,41 -14,56 -12,27 -15,90 -11,51 1980-1990 1,39 -1,46 -17,46 0,82 -11,59 AB 3 1991-1997 2,80 1,53 17,16 10,86 3,48 1980-1990 -8,54 -12,35 -16,67 5,93 -3,00 Diğer
merkez 1991-1992 -1,76 -6,82 -9,52 -5,06 -2,93 1980-1990 105,6 140,96 104,06 64,85 75,44 Çin 1991-1997 22,74 29,30 21,34 -13,11 -25,02 1980-1990 0,02 -1,58 -3,82 13,58 24,29 Hindistan 1991-1998 20,05 24,13 29,14 26,02 41,66 1980-1990 -5,45 43,04 15,14 16,21 40,45 Türkiye 1991-1998 1,13 49,73 4,72 22,06 21,37 1980-1990 14,63 -3,59 39,96 83,96 36,12 Doğu
Asya 1991-1997 -6,88 -30,79 4,15 13,81 1,06 1980-1990 -35,21 -17,02 -19,58 -22,04 -2,65 AB 4 1991-1994 12,78 -19,80 -11,98 -31,97 -26,21
Kaynak: UNIDO verilerinden çıkarılmıştır.
Onaran (2004) dokuz GOÜ25 için neoliberal küreselleşme hareketinin emek üzerindeki
etkilerini özellikle krizleri dikkate alarak incelemektedir26. Bu çalışmada Arjantin,
25 Bu ülkeler Arjantin, Brezilya, Şili, Meksika, Endonezya, Kore, Malezya, Filipinler ve Türkiye’dir. Bu ülkeler dünya ticaretinde kayda değer paya sahip oldukları için ticaret serbestleşmesinin etkileri gözlemlenebilmektedir. 26 Onaran (2005)’te çalışmada özel bir ilgi atfedildiği belirtilen bazı ampirik çalışmaların bulguları da özetlenmiştir. Bu çalışmalar küreselleşmenin emek üzerindeki etkilerini inceleyen Rodrik (1998), Diwan (2001), Harrison (2002) ve Lee, Jadayev (2005)’dir.
73
Brezilya, Filipinler ve Endonezya’da işsizlik oranlarının artan eğilime sahip oldukları,
Türkiye’de ise işsizlik oranının yüksek bir seviyede sabit eğilime sahip olduğu belirtilir.
Ansal vd. (2000)’deki verilerde Türkiye’de işsizlik oranının yaklaşık olarak %6-10
bandında değiştiği görülmektedir. Kore, Malezya ve Şili’de işsizlik oranlarında görülen
iyileşmeler ise 1990’lardaki krizlerle sekteye uğramış ve işsizlik artmıştır (Onaran,
2004: 14). Düşük ücretlere rağmen işsizlik oranlarının artış göstermesi İYS’nin iş
yaratma konusunda başarısız olduğunu göstermektedir (Onaran, 2004: 14). Oysa
yukarıda belirtildiği gibi düşük ücretlere dayalı politikalara Dünya Bankası tarafından
istihdam artırmada kilit bir rol atfedilmiştir.
Ücretlerin katma değer içindeki paylarına baktığımızda merkez ve çevre ülkeler arasında
kayda değer bir fark vardır. GOÜ’in emek ve kaynak yoğun mamul mallarda
uzmanlaştıkları için bu mallardaki ücretlerin katma değer içindeki payına bakmak
anlamlı olacaktır. Çevre ülkelerde genel olarak bu oran merkez ülkelere göre oldukça
düşüktür. Bu da çevre ülkelerin düşük ücret politikası uyguladıklarını desteklemektedir.
Ayrıca merkez ülkelerde ücretlerin katma değer içindeki paylarına baktığımızda AB 3
ülkeleri hariç 1980-1990 dönemini 1991-1999 dönemi ile karşılaştırdığımızda bir düşüş
görülmektedir. Bu bulgu merkez ülkelerde emeğin aleyhine gelişmeleri göstermektedir.
Çevre ülkelerde dönemleri karşılaştırdığımızda ise AB 4 ülkeleri hariç genelde bir düşüş
gözlemlenmektedir. Özellikle Hindistan’da ücretin katma değer içindeki payında çarpıcı
düşüşler görülmüştür. Hindistan’da 1980-1990 döneminde çok yüksek olan ücret/katma
değer oranı Hindistan’da üretilen malların çok düşük katma değerli olmalarıyla
açıklanabilir.
74
Tablo 8: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrıştırılmış Mallar İçin Ücret/Katma
Değer Oranları
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
Düşük Nitelikli Mallar
Orta Nitelikli Mallar
Yüksek Nitelikli Mallar
1980-1990 0,27 0,42 0,47 0,42 0,37 ABD 1991-1999 0,22 0,37 0,42 0,38 0,31 1980-1990 0,31 0,40 0,35 0,39 0,32 Japonya 1991-1999 0,27 0,33 0,31 0,44 0,31 1980-1990 0,361 0,53 0,56 0,56 0,52 AB 10 1991-1999 0,355 0,49 0,53 0,55 0,49 1980-1990 0,33 0,43 0,48 0,45 0,44 AB 3 1991-1999 0,39 0,48 0,51 0,50 0,46 1980-1990 0,41 0,51 0,54 0,54 0,45 Diğer
Merkez 1991-1999 0,37 0,48 0,52 0,51 0,40 1980-1986 0,12 0,15 0,13 0,24 0,16 Çin 1987-1999 - - - - - 1980-1990 0,41 0,57 0,48 0,47 0,44 Hindistan 1991-1999 0,33 0,39 0,35 0,37 0,30 1980-1990 0,22 0,268 0,29 0,28 0,23 Türkiye 1991-1999 0,25 0,266 0,30 0,24 0,22 1980-1990 0,20 0,44 0,368 0,42 0,35 Doğu
Asya 1991-1999 0,23 0,40 0,370 0,37 0,33 1980-1990 0,16 0,29 0,22 0,24 0,23 Asya 4 1991-1999 0,15 0,28 0,18 0,14 0,20 1980-1990 0,23 0,30 0,30 0,30 0,25 AB 4 1991-1999 0,21 0,47 0,41 0,49 0,37 1980-1990 0,18 0,27 0,28 0,31 0,24 Latin
Amerika 1991-1999 0,16 0,26 0,23 0,30 0,22 Kaynak: UNIDO verilerinden çıkarılmıştır.
Onaran (2004)’te dokuz GOÜ için 1996 senesini 100’e eşdeğer alan bir endeks
kullanarak ücretlerin katma değer içindeki payına bakmıştır. Kore ve Filipinler dışındaki
ülkelerde bu payda 1980 sonrası dönemde 1970’lere kıyasla ciddi düşüşler olmuştur.
75
Arjantin, Meksika, Endonezya ve Türkiye’de düşüşler çok daha ciddidir. 1990
sonrasındaki krizlerin GOÜ üzerinde uzun süreli etkileri olmuştur, krizlerden sonra ücret
paylarında görülen düşüş diğer ekonomik göstergelerde iyileşme görülmesine rağmen iki
üç sene kadar devam etmiştir (Onaran, 2005: 13).
Aynı çalışmada ihracat ve ithalat oranlarının ücretlerin katma değer içindeki payına da
bakılmıştır (Onaran, 2004: 16). İhracat/GSYİH oranı ücretlerin payı üzerinde sadece
Endonezya’da pozitif etkiye sahiptir. İhracatlar ücretlerin payı üzerinde beklenen olumlu
etkiyi yaratmamıştır. İthalat/GSYİH oranı ise seçici sanayileşme politikaları olmayan
ülkelerde, hatta sağlam sanayileşme politikaları oluşturmuş Doğu Asya ülkelerinde bile
olumsuz etkiye sahiptir.
Küresel rekabet, neoliberalizm, yapısal uyum programları ve sermayenin hareketliliğinin
artması ücretli işgücünün sermaye karşısındaki pazarlık gücünü azaltmıştır (Onaran,
2004; Munck, 2002). Aynı zamanda yeni dönemde emeğin en önemli sorunlarından olan
işsizliğin artması da pazarlık gücünü azaltmıştır (Pollin, 2002, Onaran, 2004: 11 içinde).
Küreselleşme yanlısı görüşe göre reel ücretlerin verimliliğe göre yüksek olması özel
sektörde ve kamu sektöründe krize yol açmaktadır, yüksek reel ücretler özel sektörde
karları azaltmakta, kamu sektöründe ise açıklara yol açmaktadır; bu sorunlar ise özel
sektörde esneklik, kamu sektöründe ise özelleştirme ile çözülebilmektedir (Arslan, 2000:
169). Ayrıca yeni dönemde devlete atfedilen yeni rol bağlamında kamu harcamalarında
ücretlerin payı azaltılmıştır (Onaran, 2004: 17). Ancak ekonomik krizler karşısında
sermayenin iki tepkisi olacaktır, birincisi işgücü ücretlerini aşağı çekmek, ikincisi de
76
devlet desteğini istemektir. Bu tepkilerle sermaye özel sektörde düşük ücretlere ve
işsizliğe, kamu sektöründe ise bunlara ek olarak yetersiz kamu hizmetlerine yol
açmaktadır (Arslan, 2000: 172-173, 176). Sonuçta krizleri engellemek ve aşmak için
sermaye tarafından yapılan tüm girişimler emeğin aleyhine olmaktadır.
Dünya Bankası uluslararası ticaretin genişlemesiyle ÇUŞ’in verimliliğe kıyasla düşük
ücretli emeğin yoğun olduğu yerleri seçtiğini ve bunun GOÜ için fırsatlar yarattığını öne
sürer. Dünya Bankası’na göre işgücü piyasası da buna uygun olarak esnekleştirilmelidir
(Dünya Bankası, 1995). Bu görüşlere uygun biçimde, 1970’lerin sonlarından beri
uygulanan katı maliye ve para politikaları istihdam artırıcı mali müdaheleleri
engellemiştir (Onaran, 2004). Ancak Dünya Bankası’nın fırsat olarak nitelendirdiği
ihracata dayalı büyüme politikası istihdam artırıcı bir etki göstermemiştir (Onaran, 2004:
14). Aksine bu politika düşük ücrete ve değersizleştirilen kura dayanan geleneksel
ihracat sektörlerinde rekabeti artırmıştır (Onaran, 2004); bu gelişme de yukarıda
belirtildiği gibi GOÜ arasında ticaretten pay kapma savaşlarını körüklemiştir. Firmaların
düşük ücretli yerlere kayması, sendikaların gücünü yitirmesi, ücretlerin bastırılması,
vergilerin düşürülmesi rekabet yolları olarak kullanılmaktadır ancak bu gelişmeler yıkıcı
etkilere sahiptir (Onaran, 2004). Fröbel vd. (1980: 19)’da yeni uluslararası işbölümü
sonucu işsizliğin arttığı, geleneksel sektörlerde nitelikli işçilerin değersizleştiği, insanca
olmayan çalışma koşulları yaratıldığı ve bu gelişmelerin gelecekte değişmeyecek gibi
olduğu belirtilmiştir, 1980’den bugüne durum gerçekten de değişmemiştir. Üretim
sürecinde, işgücünün niteliğinde, kullanılan teknolojilerdeki değişim; kaliteli mal
üretme, sıfır stokla çalışma, yenilik yapma ilkeleri sanayileşmekte olan ülkelerin dünya
77
ticaretindeki paylarını, üretim ve yatırım oranlarını, istihdamlarını düşürür nitelikte
olmuştur (Kepenek ve Yentürk, 2001: 375).
Yukarıdaki bulgular dünya ekonomisinde farklı ülke gruplarının uluslararası
işbölümünde farklı yerlere sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Fröbel vd. (1980)’de
dış ticaretin artık sadece iki ülke arasındaki mal değişimi değil, bilinçli olarak planlanan
ve firmaların kullandığı uluslararası işbölümünün tezahürü olduğu belirtilir; sermayenin
değerlenme ve birikim süreçleri için yeni gelişmeler ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeler
1970’lerin ikinci yarısından itibaren sanayileşmenin niteliğinde ve üretim sistemlerinde
görülen değişimlerle bağlantılıdır (Kepenek ve Yentürk, 2001: 373). Küresel dönüşüm
eski işbölümlerini parçalara ayırıp ekonomik aktiviteleri coğrafi olarak yeniden
düzenlemiştir (Mittelman, 1995: 273). Fröbel vd. (1980)’de yeni uluslararası işbölümü
kavramı ele alınmıştır. Bu yaklaşım imalat sanayiinin gelişmekte olan ülkelere
kaymasını üretim süreçlerinin bölünmesiyle açıklamıştır, niteliksiz işgücünün
kullanıldığı süreçler bu ülkelere kaydırılmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinde dış piyasalara
yönelik imalat sektörünün ortaya çıkmasıyla üretim ilişkileri yeniden yapılanmıştır ve bu
ülkelerin ham madde ihracatçısı oldukları eski işbölümü değişmiştir (Munck, 2002: 57).
Yeni uluslararası işbölümü yaklaşımı değişimlerin sebebini iki ana etkene
bağlamaktadır. Birinci etken GOÜ’de tarım sektöründe istihdamın azalması soncunda
imalat sanayii sektörüne geçen işçilerin hepsinin bu sektör tarafından istihdam
edilememesi sonucu açığa çıkan büyük emek gücüdür. GOÜ ucuz emek depolarına
dönüşmektedirler. Bu olgu firmalara işçi alma ve çıkarmada kolaylık sağladığı gibi,
78
istedikleri işçi profilini seçmelerine de olanak sağlamaktadır, örneğin belli üretim
süreçlerinin feminizasyonu mümkün olmaktadır (Fröbel vd., 1980: 35). Ucuz emek gücü
GOÜ’de ihracata yönelik sanayileşme yapısını beslemektedir (Fröbel vd., 1980: 5).
İkinci etken ise üretim yerleri ve üretimin düzenlenmesine dair işlerin farklı yerlerde
olmasına olanak sağlayan teknolojik değişimlerdir (Fröbel vd., 1980: 36).
Bu yaklaşım düşük ücretli bölgelerde emek yoğun ihracat platformları kuran uluslararası
kuruluşların büyüyen gücünü ve üretimi küresel düzeyde bölerek kar elde etme
fırsatlarından yararlanma becerilerini ortaya koymaktadır (Mittelman, 1995: 278).
Daha önceki bölümlerde ele alınan Hecksher-Ohlin ticaret teorisi yeni işbölümünü
GOÜ’in emek yoğun olmalarına bağlamaktadır. Tekrar hatırlamak gerekirse teoreme
göre ülkeler zengin oldukları faktörün yoğun olarak kullanıldığı malda karşılaştırmalı
üstünlüğe sahiptirler. Ancak yukarıda ücretlere dair yapılan inceleme GOÜ’de emek
yoğun mal üretiminin ücretlerin baskı altında tutulması yoluyla devam ettirildiği
görülmektedir. Yeni dönemdeki gelişmeler ve yaygın neoklasik yaklaşım bu olguyu
destekler niteliktedir.
3.2 Türkiye’de 1980 Sonrası Ücret Politikaları ve Dünya Ekonomisine Eklemlenme
Biçimi
GOÜ’de 1970’lerde yaşanan döviz darboğazları bu ülkeleri farklı arayışlara
yöneltmiştir. Türkiye de İİS döneminin sonunu getiren 1977-79 krizini finans piyasasını,
79
dış ticaret ve kur rejimlerini serbestleştirerek aşmaya çalışmıştır (Onaran, 2002: 771).
1980’den sonra ithal ikameci sanayileşme politikasını bırakarak, dünyadaki gelişmelere
uygun bir biçimde, ihracata yönelik sanayileşme politikasını benimsemiş, yapısal uyum
programlarını uygulamaya başlamıştır. Yapısal uyum programlarının amacı ülkenin
küresel ekonomiye eklemlenmesini sağlamak, efektif talebin kaynağını yurtiçi piyasadan
yurtdışı piyasaya kaydırmak olmuştur (Onaran, 2002). Taylor (1990: 269)’a göre bu
dönemde uygulanan politikaların en ortodoks yönü yurtiçi talebin bastırılmasıdır.
Yapısal dönüşümler devlet müdahelesi ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır, dış ticaret
doğrudan ve dolaylı olarak teşvik edilmiştir (Eraydın, 1988: 139). Devlet düzenleyici
olarak rol almaya devam etmiştir, ancak aynı zamanda devlet de yeni bir düzenlemeye
tabi olmuştur (Yeldan, 2001: 25). Kamu kesiminin faaliyetleri kısıtlanmıştır, bu sayede
özel kesimin daha hızlı gelişeceği varsayılmıştır; ancak bu varsayımın kuramsal ya da
uygulamalı bir dayanağı bulunmamaktadır (Kepenek ve Yentürk, 2001: 206).
Yeni dönemde uygulamaya başlanılan ekonomi politikalarının en önemli özelliği
“ekonomiye ilişkin karar süreçlerinde piyasanın kendi işleyişine göre oluşacak fiyatların
tek yol gösterici olmalarıdır” (Kepenek ve Yentürk, 2001: 197). Fiyatlar ekonomik
kararların en verimli biçimde alınmasını sağlayacaktır görüşü ekonomiye hakim
olmuştur. Bu görüşe göre oluşabilecek aksaklıklar piyasa içinde yine piyasa
mekanizmalarıyla düzelecektir.
80
1989 yılından sonra yapısal uyum programlarındaki önemli bir değişiklik dış finansal
serbestlik uygulamasıdır. Bu gelişme sermaye hareketlerinin serbest kalmasına,
yurtiçindeki iktisadi işlemlerin yabancı para cinsinden yapılmasına olanak sağlamıştır
(Kepenek ve Yentürk, 2001: 211). Sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle artan sıcak
para akımları yüksek faize yönelmektedir, bu sayede kısa dönemli döviz birikimi
sağlayan ülkelerin kurları değerlenmektedir. Ancak bu gelişme cari işlemler açığını
büyütmektedir, ayrıca reel faiz ve döviz kuru arasındaki hassas dengenin bozulması
krizlere yol açmaktadır (Yeldan, 2001: 23).27
Esnek kur sistemine geçişin ve dış ticaretin serbestleştirilmesinin damgasını vurduğu
1980 yılından sonraki dönemde ihracat sanayii kapasitesinin devalüasyonlar, ihracat
teşvikleri ve iç pazarın daraltılması yollarıyla dış pazara yönlendirilmesiyle artırılmıştır
(Şenses, 1990: 67-68; Onaran, 2002: 771; Ansal vd., 2000: 69; Köse ve Yeldan, 1998a).
Aşağıda ele alınacak ücret politikalarıyla ücretler üzerinde oluşturulan baskı hem
maliyetleri azaltmıştır hem de iç pazarı daraltmıştır.
1980 sonrası dönemde ihracat oranları İYS politikalarının sonucu olarak beklendiği gibi
artış göstermiştir ancak dışa açılma sürecinin sonucu olarak ithalatta da artış
görülmüştür. Özellikle 1983’ten sonra ithalat serbestleşmesi yönünde adımlar atılmıştır
(Şenses, 1990: 60), ticaret kotalarına dayalı ithalat rejimi 1983’te serbestleştirilmiştir
(Köse ve Yeldan, 1998a: 45). Bu gelişme yeni döneme hakim olan fiyat serbestisinin
27 Çalışmanın amacı doğrultusunda Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası geçirdiği finansal değişimler ele alınmayacaktır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Akyüz (1990), Köse, Yeldan (1998b), Yentürk (2003), Boratav (2003).
81
uzantısıdır, bir malda yurtiçi üretim yeterli değilse ya da malın fiyatı dünya fiyatlarından
yüksekse dışalıma gidilmesi gerektiği düşüncesi benimsenmiştir; bu yolla rekabetin
artacağı ve yerli sanayinin daha etkin çalışmasının sağlanacağı düşünülmüştür.
(Kepenek ve Yentürk, 2001: 199, 209).
Şekil 4 ve Şekil 5’te 1969-2003 yılları arasındaki ihracat ve ithalat değerleri
görülmektedir. 1969-1979 yılları arasında düşük değerlerde seyreden ihracat ve ithalat
1980 sonrası dönemde yüksek değerlerde seyretmiştir.
1980 öncesi planlı ekonomi döneminde uygulanan İİS döneminde tarımın ulusal gelir
içindeki payı düşürülerek imalat sanayii adına önemli gelişmeler elde edilmiştir (Köse
ve Öncü, 2000). Taylor (1990: 270) ithal ikameci sanayileşme ile oluşturulan sanayi
temeli olmasaydı ihracat patlaması yaşanamayacağını belirtir. 1980 sonrası dönemde
imalat sanayii ihracata yönelik sanayileşmenin ana sektörü olmuştur (Yeldan ve
Voyvoda, 2001). 1980-1987 arasındaki ihracat artışının %81.6’sı mamul mallarla
gerçekleşmiştir (Şenses, 1990: 62). İmalat sanayii temelde 1980 öncesi kurulmuş olan
üretim kapasitelerine dayanan dokuma, hazır giyim, demir ve çelik, gıda, bir ölçüde de
dayanıklı tüketim mallarına dayanmaktaydı (Kepenek ve Yentürk, 2001: 513; Şenses,
1990: 64; Köse ve Öncü, 1998). 1988 yılında da bu bileşim aynı kalmıştır.
Şekil 4 ve Şekil 5’te yer alan mal grupları tek tek ele alındığında birincil malların
1987’ye kadar ihracatta en yüksek değerlere sahip olduğu görülür. Bu tarihten sonra
emek ve kaynak yoğun mamul mallar ihracatta en yüksek değerlere sahip olmuşlardır.
82
Şekil 4: Türkiye için 1969-2003 Yılları Arasında Farklı Mal Gruplarına Ait İhracat
Değerleri (milyon dolar)
0
5,000
10,000
15,000
20,000
25,000
30,000
35,000
40,000
45,000
50,000
1969
1973
1977
1981
1985
1989
1993
1997
2001
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğunmamul Mallar
Düşük Nitelikli MamulMallar
Orta Nitelikli MamulMallar
Yüksek Nitelikli MamulMallar
SınıflandırılmamışMallar
Enerji Kaynakları
Toplam İhracat
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 5: Türkiye için 1969-2003 Yılları Arasında Farklı Mal Gruplarına Ait İthalat
Değerleri (milyon dolar)
0
10,000
20,000
30,000
40,000
50,000
60,000
70,000
80,000
1969
1973
1977
1981
1985
1989
1993
1997
2001
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğunmamul Mallar
Düşük Nitelikli MamulMallar
Orta Nitelikli MamulMallar
Yüksek Nitelikli MamulMallar
SınıflandırılmamışMallar
Enerji Kaynakları
Toplam İthalat
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
83
Şekil 6: Faktör Niteliklerine Göre Gruplaştırılmış Malların İhracat Değerleri
(Milyon dolar )
0
5,000
10,000
15,000
20,000
25,000
30,000
35,000
1969
1971
1973
1975
1977
1979
1981
1983
1985
1987
1989
1991
1993
1995
1997
1999
2001
2003
Birincil Mallar ile Emek ve Kaynak Yoğun, Düşük Nitelikli Mamul Mallar Orta ve Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 6 ve 7’de 1969-2003 yılları arasında, faktör yoğunluklarına göre ayrılmış malların
oluşturdukları toplam ihracat ve ithalat içindeki değerleri görülmektedir28. Bu
şekillerden Türkiye’nin ticaret yapısına dair şu çıkarımı yapmak mümkündür, Türkiye
niteliksiz ve düşük nitelikli malların ihracatında uzmanlaşmıştır, düşük ve orta nitelikli
mamul mallarda ise dışa bağımlı olmuştur. Bu olgu uluslar arası kurumların görüşleriyle
örtüşmektedir. Dünya Bankası’nın 1950’lerin başında beliren görüşlerinde Türkiye’nin
28 1980’den sonra sınıflandırılmamış malların ve enerji kaynaklarının ihracat oranları çok düşüktür. İthalatta enerji kaynaklarının kayda değer büyüklükte oranları vardır, ancak bu çalışmanın imalat sanayii ekseninde ilerlemesi amacıyla toplama dahil edilmemiştir.
84
emek yoğun üretim tekniklerini benimsemesi gerektiği, ancak bu şekilde üretim
maliyetlerinin dış pazarda rekabet edebileceği belirtilmiştir. Bu görüşlerde Hecksher-
Ohlin teoreminin yansımaları görülmektedir.
Şekil 7: Faktör Niteliklerine Göre Gruplaştırılmış Malların İthalat Değerleri
(Milyon dolar)
0
5,000
10,000
15,000
20,000
25,000
30,000
35,000
40,000
1969
1971
1973
1975
1977
1979
1981
1983
1985
1987
1989
1991
1993
1995
1997
1999
2001
2003
Birincil Mallar ile Emek ve Kaynak Yoğun, Düşük Nitelikli Mamul Mallar Orta ve Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 6 ve 7’de ele alınan grupların tek tek paylarına bakmak yararlı olacaktır. Tablo 9
bu amaçla oluşturulmuştur. Bu tabloda da birincil malların ihracattaki düşüşü
görülmektedir. Günümüzde sınıflandırılmamış mallar ve enerji kaynakları haricindeki
ihracatın %40’ını emek ve kaynak yoğun mallar oluşturmaktadır. Sınıflandırılmamış
85
mallar ve enerji kaynakları haricindeki ithalat oranlarına bakıldığında orta ve yüksek
nitelikli mamul malların 1969’dan bu yana ortalama %63 gibi bir orana sahip oldukları
görülür.
Tablo 9: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrılmış Malların İhracat ve İthalata
İçindeki Payları, 1969, 1980 ve 2003 (%)
İhracat içindeki pay
İthalat içindeki pay
1969 1980 2003 1969 1980 2003 Birincil Mallar 93,89 73,29 13,88 16,3 16,29 16,22
Emek ve kaynak yoğun mamul mallar 3,37 19,72 41,39 7,34 4,57 13,82
Düşük nitelikli emek ve teknoloji içeren mamul mallar
0,81 1,67 12,65 9,03 11,87 8,7
Orta Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayii Ürünleri
0,25 3,04 20,25 36,6 31,6 31,8
Yüksek Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayii Ürünleri
1,68 1,88 11,84 30,73 35,67 29,45
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
a: Sınıflandırılmamış mallar ve enerji kaynakları hariç.
Şekil 8’de Türkiye’nin ihracat ve ithalat değerleri arasındaki farka bakıldığında ise
1980’den günümüze sürekli fazla veren tek mal grubunun emek ve kaynak yoğun
mamul mallar olduğu görülmektedir. Emek ve kaynak yoğun mamul mallar bu özelliği
1990’a kadar birincil mallarla paylaşmıştır ancak bu tarihten sonra birincil mallarda da
ithalat değerleri ihracat değerlerini aşmaya başlamıştır.
86
Şekil 8: İhracat ve İthalat Arasındaki Fark (milyon dolar)
-30,000
-25,000
-20,000
-15,000
-10,000
-5,000
0
5,000
10,000
15,000
1969
1973
1977
1981
1985
1989
1993
1997
2001
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğunmamul Mallar
Düşük Nitelikli MamulMallar
Orta Nitelikli MamulMallar
Yüksek Nitelikli MamulMallar
SınıflandırılmamışMallar
Enerji Kaynakları
Toplam Fark
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Tablo 10: Faktör Yoğunluklarına Göre Ayrılmış Mallarda İhracatın İthalatı
Karşılama Oranı, 1969, 1980 ve 2003 (%)
1969
1980 2003
Birincil Mallar 416,75 322,52 70,59
Emek ve kaynak yoğun mamul mallar 33,20 307,69 247,15
Düşük nitelikli emek ve teknoloji içeren mamul mallar
6,53 10 119,89
Orta Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayi Ürünleri
0,5 6,85 52,54
Yüksek Nitelikli Emek ve Teknoloji İçeren İmalat Sanayi Ürünleri
3,94 3,77 33,17
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Tablo 10’da ise faktör yoğunluklarına göre ayrılmış mallar için ihracatın ithalatı
karşılama oranları verilmiştir. Bu oranın 100’e eşit olması ihracatın ithalatı tamamen
87
karşıladığını, 100’den küçük olması ihracatın ithalatı karşılayamadığını, 100’den büyük
olması ise ihracatın ithalatı karşılayıp fazla verdiğini göstermektedir.
Türkiye ekonomisinde dış ticaret açığı yerleşmiş bir özelliktir (Şenesen, Günlük-
Şenesen, 2003: 534). 1988 yılına kadar ithalat ihracattan yavaş artmıştır, dış ticaret açığı
göreli olarak azalmıştır, ancak bu yıldan sonraki dönemde yine artmıştır. İhracattaki
artışın sürdürülememesinin sebeplerinden biri üretimde yeni kapasitelerin
yaratılmaması, var olanların daha etkin kullanılmasıyla yetinilmesidir. Yeni sektörlerin
ihracata açılması için gerekli üretim ve kapasite artışına önem verilmemesi ekonominin
tıkanmasına yol açmıştır (Kepenek, Yentürk, 2001: 514). İhracat sadece fiyatları düşük
tutma yoluyla artırılmaya başlanmıştır, yatırımlar yoluyla artış söz konusu olmamıştır
(Onaran, 2002: 771). Bu sebeple yapısal rekabet sağlanmamıştır29 ve ihracatın artış hızı
düşmüştür.
Yatırım teşvikleri sanayicileri göreli üstünlüğe sahip olunan sektörlere itmiştir, belli bir
süre sonra çeşitlenmeye gidilmesi gerekirken ekonomik yapıdaki belirsizlikler bunu
engellemiştir. Uygulanan ücret politikaları da emek yoğun sanayilerde kalınmasını
sağlamıştır (Eraydın, 1988: 140). Ancak ihracat artışları fazladan bir yatırıma yol
açmamıştır. İhracatta önemli paya sahip olan imalat sanayiine 1980’den sonra yapılan
sabit sermaye yatırımlarının toplam içindeki payı düşmüştür (Kepenek, Yentürk, 2001:
366; Ansal vd., 2000: 30). Yeni dönemde devletin rolünün azaltılması imalat sanayiinde
29 İşletme literatüründe Türkiye’nin rekabet gücüne dair bir çalışma için bkz. Öz (2003). Bu çalışmanın sonuçları yukarıda dile getirilen olguları desteklemektedir.
88
kamu yatırımlarında büyük düşüşe yol açmıştır (Şenses, 1994: 423). İhracata yönelik
sektörlerde yatırımların azalması bu sektörlerin gelişmesini engellediği sürece bir
kısırdöngü oluşmakta ve bu sektörler gelişme potansiyeli göstermedikleri için yeni
yatırım olma şansı da düşmektedir (Taylor, 1990: 271). Yatırımlardaki düşüş ihracatın
çeşitlenmesi üzerinde de olumsuz etkiye sahiptir. Erlat (1999) 1969-1996 yılları arasında
yaptığı analizle ihracatta çeşitlenmenin 1985 ya da 1988 (farklı ölçüt kullanımına bağlı
olarak) yılında durduğu sonucuna ulaşmıştır. Nitekim aşağıda belirtileceği üzere
1988’den sonra yatırım malları ithalatına gerek duyulmuştur, ancak yatırımların yeterli
seviyede olmaması ihracat çeşitliliğini engellemiştir.
Yatırımların önündeki diğer bir engel de 1980 sonrası programda faizlerin
yükseltilmesinin amaçlanmasıdır. Yüksek faizler yatırımların maliyetini artırmıştır ve
üretimin daha az sermaye yoğun bir nitelik kazanmasına yol açmıştır (Kepenek,
Yentürk, 2001: 202). Bunun sonucunda sermaye yoğun, ileri teknoloji kullanan üretim
süreçleri gelişememektedir. Ancak üretimin teknolojik altyapısı yerli kimya, petrol,
lastik-plastik, cam-çimento, anametal, metal ürünleri, makine, elektrikli makine ve
ulaşım araçlarındaki gelişmeye bağlıdır; planlı dönemde sınırlı bir biçimde
gerçekleştirilen bu altyapı yukarıda belirtilen sebeplerle ve 1980 sonrasında kamunun
üretim alanlarından uzaklaştırılmasıyla daha fazla gelişememiştir (Şenesen, Günlük-
Şenesen, 2003: 554).
İthalatın 1988’e kadar yavaş artış göstermesinin sebebi ise bu dönemde yatırım malları
ithalatının yavaşlamasıdır. Nitekim 1988’den sonra yeni teknolojilere ve kapasitelere
89
ihtiyaç duyulması sonucu yatırım malları ithalatı artmıştır (Kepenek, Yentürk, 2001:
514). Düşük ücretli ülkeler arasındaki rekabetin artması özellikle tekstil sektöründe yeni
teknolojilerin adaptasyonu gerekli kılmıştır (Ansal, 1993). Şenesen, Günlük-Şenesen
(2003)’teki analiz sonucu üretimin dışalıma bağımlılığının 1973 yılından 1996 yılına
kadar arttığı bulunmuştur. Bu çalışmanın önemli bulgularından biri ekonomide özellikle
ham petrole yaşamsal bağımlılığın varlığıdır. Ayrıca 1980 sonrasında, geleneksel
sektörler olan tarım, besin-içki-tütün sektörlerinde yurtiçi talep artışının yurtdışı tarım
kesiminden, dokuma ve giyim kesimindeki yurtiçi talep artışının yurtdışı dokuma
kesiminden ara girdi talebini artırdığı bulunmuştur. Bu olgu Türkiye’nin üstünlüğe sahip
olduğu sektörlerde bile ithalatın arttığını göstermektedir. Yatırım malları ve ara girdi
mallarının ithalattaki payı önemli bir büyüklüktedir.
Türkiye imalat sanayii yapısına bakıldığında küçük ölçekli işletmelerin ağırlıkta olduğu
görülmektedir. 1980’lerden sonra post-Fordist üretim organizasyonlarında esnekliğin ve
küçük işletmelerin yeniden önem kazanmış oldukları belirtilmiştir (Piore, Sabel, 1984)
ancak gelişmiş ülkelerde büyük işletmelerin egemen olması ekonomik gelişme
süreçlerinde küçük işletmelerin önemine dair soru işaretleri uyandırmaktadır. Köse ve
Öncü (1998)’de imalat sanayiinin önemli sektörleri ve bunlarda küçük işletmeciliğin
önemi belirtilmiştir. Küçük işletmeciliğin yaygın olması dünyada gelişen esnekleşme
eğilimine Türkiye’nin tepki verme biçimiyle ilgilidir.
Özellikle emek yoğun üretim yapan sanayilerde uzmanlaşan Türkiye değişen koşullara
uyum sağlama ve maliyetleri düşürmeye dayalı fason ilişkilere dayalı üretim tarzını
90
benimsemiştir. Bu üretim tarzı dokuma sektöründe, özellikle 1980’lerden sonra önemli
gelişmelerin elde edilmesiyle pek çok küçük işletmeyi çeken konfeksiyon sektöründe
yaygındır. “Üretim fabrika içinde değil, fabrika dışında yapılan işlerle bütünleşmektedir”
(Eraydın, 1988: 134).
Fason üretim ilişkileri sayesinde firmalar emek yoğun üretim süreçleriyle ve daha az
sabit sermaye ile üretim yapabilmektedirler (Eraydın, 1988: 135). İşletmelerin küçük
ölçekli olması ile birlikte bu olgu yatırımları ve sermaye oluşturma sürecini kötü
etkilemektedir.
Şekil 9: Mal Gruplarına Göre Küçük İşletmeler ile Orta ve Büyük İşletmelerin
Dağılımı (%)
0
20
40
60
80
100
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
Birincil Mallar Emek ve Kaynak
Yoğun MamulMallar
Düşük Nitelikli
Mamul Mallar
Orta Nitelikli
Mamul Mallar
Yüksek Nitelikli
Mamul Mallar
Orta ve büyük ölçekli işletmeler
Küçük ölçekli işletmeler
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
91
Şekil 10: Mal Gruplarına Göre Küçük İşletmeler ile Orta ve Büyük İşletmelerdeki
İstihdam Dağılımı (%)
0
20
40
60
80
100
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
Birincil Mallar Emek ve Kaynak
Yoğun MamulMallar
Düşük Nitelikli
Mamul Mallar
Orta Nitelikli
Mamul Mallar
Yüksek Nitelikli
Mamul Mallar
Orta ve büyük ölçekli işletmeler
Küçük ölçekli işletmeler
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 11: Mal Gruplarına Göre Küçük İşletmeler ile Orta ve Büyük İşletmelerde
Üretilen Katma Değer Dağılımı (%)
0
20
40
60
80
100
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
1980-
1990
1991-
2001
Birincil Mallar Emek ve Kaynak
Yoğun Mamul
Mallar
Düşük Nitelikli
Mamul Mallar
Orta Nitelikli
Mamul Mallar
Yüksek Nitelikli
Mamul Mallar
Orta ve Büyük Ölçekli İşletmeler
Küçük Ölçekli İşletmeler
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
92
Şekil 9, 10 ve 11’de küçük işletmeler ve orta, büyük işletmelerin ekonomideki
ağırlıklarına, istihdam kapasitelerine ve ürettikleri katma değere dair bilgi verilmektedir.
Tüm mal gruplarında küçük işletmeler yaygındır, ancak istihdamın büyük bir kısmı orta
ve büyük ölçekli işletmelerdedir. Ancak bu değerler kayıtlı istihdamı yansıtmaktadır,
küçük işletmelerde kayıtdışı istihdam yoğun olarak kullanılmaktadır. Ayrıca küçük
işletmeler emek yoğun ve eski teknolojilerle üretim yapma özellikleri yüzünden katma
değer üretimi açısından aynı başarıyı gösterememişlerdir (Ansal vd., 2000: 45).
Şekil 12: Özel İmalat Sanayii Sektörel Kompozisyonu (%)
0
5
10
15
20
25
30
35
40
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğun MamulMallar
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
Orta Nitelikli Mamul Mallar
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 12’de Türkiye’nin ihracatta yoğunlaştığı sektörlerin imalat sanayii sektörel
kompozisyonunda da ağırlıkta oldukları görülmektedir. İmalat sanayii yapısına ayrıntılı
bakıldığında ön plana çıkan sektörler dokuma, giyim, deri; gıda, içki, tütün; orman
ürünleri ve mobilya; metal eşya imalatıdır (Köse ve Öncü, 1998). Küçük işletmeciliğin
93
yoğun olduğu bu sektörler imalat sanayindeki toplam işyerlerinin %90’ını, kayıtlı
işgücünün %75’ini oluşturmaktadırlar; imalat sanayii katma değerinin ise yaklaşık
yarısını üretmektedirler (Köse ve Öncü, 1998). Bu sektörler ihracatta da ön plana çıkan
mal grupları arasında yer aldıkları için emek ve kaynak yoğun mamul malların Türkiye
için önemi bir kez daha anlaşılmaktadır.
Aynı zamanda da Türkiye’nin sanayileşme politikasının sorunları anlaşılmaktadır.
UNCTAD 2002 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda 1980-1998 yılları arasındaki en
dinamik 225 ürün belirtilmiştir. Türkiye için önemi büyük olan emek ve kaynak yoğun
mamul malların sadece altısı ilk 20 ürün içinde yer almaktadır. Geriye kalan ürünlerinse
yaklaşık onda yedisi ilk 50 ürün içinde bile yer almamaktadır30. Dinamik olmayan bu
mamul mallarda rekabet avantajları düşük ücret ve kaynak maliyetlerine bağlıdır, bu da
Türkiye’nin dünya ekonomisine bağlanma biçimini göstermektedir. KMZ yaklaşımına
göre GOÜ’in emek yoğun süreçlerde yoğunlaştıkları da göz önünde bulundurulmalıdır.
Çalışmanın bu kısmında 1980 sonrasında Türkiye’de uygulanan ücret politikaları
üzerinde durulacaktır.
Türkiye emek piyasasında çalışma yaşındaki (12 yaş ve üzeri) nüfus toplam nüfustan
daha hızlı artmaktadır. Bu olgunun ekonomik büyüme açısından bir fırsat oluşturması
işgücü ve istihdamın büyüme hızlarına bağlıdır. İşgücündeki artış oranı çalışma
30 Bu ürünler dinamiklik sırasına göre dokunmuş iç çamaşırı, plastik eşya, müzik ve kayıt aletleri, deri imalat ürünleri, tekstil ürünü iç çamaşırı, dokunmuş elyaftır.
94
yaşındaki nüfusun artış oranından düşüktür. İstihdamın büyüme hızında da aynı eğilim
vardır. Aynı zamanda istihdam artışı işgücündeki artış hızından düşüktür, bu da işsizliğe
yol açmaktadır. 1980’den sonra ekonomik politikalarda yapılan değişikliklerin de
istihdam artırıcı etkileri olmamıştır, istihdam 1970’li yıllarda olduğu gibi artmaya devam
etmiştir (Ansal vd., 2000). Ekonomik büyüme ve istihdam arasında bağ kurulamamıştır.
Artan emek esnekliğinin uzun vadede istihdam artışına yol açacağı düşüncesi yapısal
uyum programlarının en önemli vaatlerinden biri olmuştur. Ancak 1980 sonrası
gelişmelere bakıldığında ücretleri bastırmanın, artan esnekliğin yüksek istihdam artış
oranlarına yol açmadığı görülür (Onaran, 2002: 772; Ansal vd., 2000: 23). Hatta reel
ücretlerin görece yüksek olduğu İİS döneminde istihdam artışlarının 1980 sonrası
döneme göre daha yüksek olduğu gözlemlenmektedir (Ansal vd., 2000: 21). Bu noktada
kamu ve özel sektör arasındaki ayrımı vurgulamak önemlidir. 1980’den sonra devletin
rolünün azaltılması, üretici rolünün tasfiye edilmesi kamu istihdamında artışı
engellemiştir, bu dönemde yaratılan istihdam artışının neredeyse tamamı özel sektörde
yaratılmıştır (Ansal vd., 2000: 24). Ayrıca uluslararası finans hareketlerinin
serbestleşmesinin yatırım ve istihdam üzerinde olumlu bir etkisi olması beklenmiştir
ancak aşağıda belirtileceği üzere 1990’lardan sonra reel ücretlerde düşüş görülmüş,
istihdam olanakları azalmış ve gelir dağılımında alt tabakaların gelir payları düşmüştür
(Yeldan ve Sakallıoğlu, 2000: 488).
İhracata yönelik sektörlerde de istihdam artışı imalat sanayindeki ortalama artıştan
yüksek olmamıştır. Sadece gıda ve hazır giyim sektörlerinde ortalamanın üstünde bir
95
artış gözlemlenmiştir ancak bu artış işsizliği engelleyecek boyutta olmamıştır (Ansal vd.,
2000: 25).
1980’den sonra uygulanan yapısal uyum programlarında “emek piyasası”nda
oluşabilecek sorunlara karşı belirli bir politika oluşturulmamıştır (Şenses, 1994: 406).
Ancak Boratav (1990: 199)’da gelir dağılımını belirleyen politikalarda emeğin aleyhine
değişimlerin yapılmasının uyum programlarının amaçlarından biri olduğu belirtilir.
Yapısal uyum programlarının ilk aşamalarında ücretlerin bastırılması uyum sürecinin
önemli bir parçası olmuştur (Onaran, 2003: 581; Ansal vd., 2000). 1980 askeri
darbesinden sonra organize emek gücünün, sendikaların büyük zarar görmüş olmaları,
sendikal faaliyetlerin yasaklanması da ücret bastırma politikalarının uygulanmasını
kolaylaştırmıştır.
İİS döneminde ücretlerin ikili rolü vardı, iç talebi canlandırmak ve maliyet unsuru
(Ansal vd., 2000: 69), ancak yeni dönemde ücretlerin rolü yapısal değişime uğramıştır.
Yeni dönemde ücretlerin düşük tutulmasının başlıca üç amacı vardır. Daha önce de
bahsedilen bu amaçları tekrar belirtmek gerekirse bunlar kar oranlarını artırarak
yatırımları uyarmak, üretim maliyetlerini düşürerek ihracata yönelik mallarda rekabet
gücünü artırmak ve yurtiçi talebi bastırarak malları ihracata yönlendirmektir (Kepenek
ve Yentürk, 2001: 200). Ayrıca düşük ücretlerin uyum politikalarına gösterilen tepkiler
karşısında esneklik sağlayacağı düşünülmüştür.
96
Aşağıda 1980 sonrasında ücretlerde görülen gelişmeler ele alınacaktır. Ancak
ücretlerdeki değişimlerin işgücü üzerindeki etkisini daha iyi anlayabilmek için mal
gruplarına göre istihdam dağılımına bakılmalıdır. Şekil 13’te mal gruplarına göre
istihdam dağılımı yüzde değerler olarak verilmiştir. Şekilde de görüldüğü gibi birincil
mallar ile emek ve kaynak yoğun mamul mallar istihdamın büyük bir kısmını
oluşturmaktadır.
Şekil 13: Özel İmalat Sanayiinde Mal Gruplarına Göre İstihdam Dağılımı (%)
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Birincil Mallar
Emek ve Kaynak Yoğun MamulMallar
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
Orta Nitelikli Mamul Mallar
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
1980 sonrası dönemi ücretlerdeki değişimler bağlamında ele alınacak olursa, Şekil 14 ve
15’te de görüldüğü gibi, üç alt dönem göze çarpmaktadır, 1980-1988, 1989-1993 ve
1994 krizi sonrası. Bu dönemlerdeki ücret gelişmeleri ekonomik politikalardaki
değişikliklerle paralel olmuştur.
97
Şekil 14: 1980-2001 Yılları Arasında Küçük İşletmelerde Reel Ücret Gelişmeleri
(milyar TL)
0.000
0.100
0.200
0.300
0.400
0.500
0.600
0.700
0.800
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Birincil Mallar
Emek ve KaynakYoğunMamul Mallar
Düşük Nitelikli MamulMallar
Orta Nitelikli MamulMallar
Yüksek Nitelikli MamulMallar
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
Şekil 15: 1980-2001 Yılları Arasında Orta ve Büyük İşletmelerde Reel Ücret
Gelişmeleri (milyar TL)
0.000
0.100
0.200
0.300
0.400
0.500
0.600
0.700
0.800
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Birincil Mallar
Emek ve KaynakYoğunMamul Mallar
Düşük Nitelikli MamulMallar
Orta Nitelikli MamulMallar
Yüksek Nitelikli MamulMallar
Kaynak: DİE verilerinden çıkarılmıştır.
98
Ücretlerin bastırılmasına dayalı politikalar sonucu 1980 ve 1988 arasında reel ücretler
yaklaşık olarak yıllık %5 düzeyinde düşmüştür (Onaran, 2002: 771). Oysa Türkiye’de
reel ücretler 1981’e dek 1963 düzeyinin altına düşmemiştir. 1980 sonrası dönem İİS
dönemiyle karşılaştırıldığında ücretlerdeki düşüşün boyutu daha iyi anlaşılmaktadır.
1976 yılının en yüksek ücret düzeyi 100’e eşit alındığında 1988 yılındaki reel ücret
38,6’ya düşmüştür (Kepenek ve Yentürk, 2001: 429).
Ayrıca 1980’lerde reel ücret gelişmeleriyle ulusal gelirin büyümesi arasında bir bağ
kurulamamıştır, 1980 yılı haricinde GSMH artış oranı eksi değerlerde olmamıştır ancak
reel ücretlerde düşüş görülmüştür (Kepenek ve Yentürk, 2001: 429-430). Yentürk,
Onaran (2003)’te yapılan imalat sanayii büyüme kalıbı analizine31 göre 1980 yılında
verimlilik ve yatırım/katma değer oranı düşmüştür ancak istihdam artmıştır. 1981-1987
döneminde verimlilik ve istihdam artmıştır ancak yatırımlar durgun kalmıştır. 1988
yılının büyüme kalıbı 1980 ile aynı olmuştur. Aynı çalışmada bölüşüm kalıbı analizi de
yapılmıştır. Bu analize göre verimlilik ücretlerden yüksekse sermaye yönelimli
sanayileşme politikası, ücretler verimlilikten yüksekse emek yönelimli sermaye
politikası geçerlidir. Çalışmada görülmektedir ki 1980-1988 dönemi sermaye
yönelimlidir (Yentürk ve Onaran, 2003: 167).
1988’de düşük ücretlere dayalı yapısal uyum programının sürdürülemeyeceği
anlaşılmıştır, ulusal ekonomi makro düzeyde bir durgunluğa girmiştir (Köse ve Yeldan,
31 Bu analiz verimlilik, yatırım ve istihdama dair göstergelere dayanmaktadır, ayrıntılar için bkz. Yentürk, Onaran (2003).
99
1998a). 1989-1993 dönemi reel ücret artışlarına sahne olmuştur. 1989 yılındaki seçimler
kamu sektöründe ücret artışlarını sağlamıştır (Onaran: 2002: 771)32. Kamu sektöründeki
ücret artışlarını sağlayan etkenlerden en önemlisi 1989’da sermaye hareketlerinin
tamamen serbestleştirilmesidir, devlet harcamaları dış sermaye girişleriyle
desteklenmiştir. 1991 yılında imalat sanayiinde reel ücretler bir önceki en yüksek
düzeyleri olan 1977 değerlerine ulaşmıştır (Ansal vd., 2000: 71). Özel sektörde ücret
artışlarını sağlayan iki etken bulunmaktadır. İlki kamu harcamalarının canlanması
sonucu iç pazar talebinin artmasıdır, ikincisi de Türk lirasının değerlenmesi sonucu ücret
dışı girdi maliyetlerinin düşmesidir (Onaran, 2002: 771; Ansal vd., 2000: 71). Ancak
yine de özel sektörün 1990’lardaki ücret artışlarına tepkisi istihdamı azaltmak olmuştur
(Şenses, 1994: 443).
Yentürk, Onaran (2003)’te yapılan analizler çerçevesinde bu dönem ele alınırsa, büyüme
kalıbı analizine göre verimlilik artmış, istihdamda kayda değer bir değişim olmamış,
yatırımlar ise düşük kalmıştır. Bu dönem bölüşüm açısından önemlidir çünkü emek
yönelimli sanayileşme politikası gerçekleşmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi bu dönemde
ücret artışları yaşanmıştır.
1994 finansal krizi karşısında devlet işgücü maliyetlerindeki gelişmeler karşısında
sermaye ve finans gelirlerini koruma politikasını benimsemiştir (Köse ve Yeldan, 1998a:
56). 1980-1988 dönemine benzer bir biçimde ücretlerin bastırılmasına dayalı ücret
32 1990 sonrasında Türkiye’de politik gelişmelerin ekonomi üzerindeki etkisi için bkz. Yeldan, Cizre-Sakallıoğlu (2000)
100
politikası uygulanmıştır. Bu dönemde kurun değerinde büyük düşüş görülmüştür, faiz
oranlarındaki artış reel sektöre yansımıştır ve krizin bedelini emek ödemiştir, reel
kazanımlarını yitirmiştir (Onaran, 2002: 772). Ayrıca bu dönemde reel ücret düşüşlerine
istihdamdaki düşüşler eşlik etmiştir, bu özellik 1980-1988 döneminden farklıdır (Ansal
vd., 2000: 73). Reel ücret düşüşlerinin ücretli emek üzerindeki etkisi, gıda mallarında
enflasyon oranının tüketici fiyat endeksindeki artıştan daha yüksek olduğu gerçeğiyle
düşünüldüğünde çok daha vahim sonuçlar doğurduğu anlaşılmaktadır; çünkü ücretli
emeğin hane harcamalarının büyük kısmı gıda mallarına yapılmaktadır (Onaran: 2004,
13)33. Bu durumda bu malların daha çok pahalanması emeğin yeniden üretimi açısından
da sorunlu bir durum doğurmaktadır.
Birikim analizine göre 1994 yılında verimlilik ve istihdam da düşüş yaşanmıştır. 1995’te
verimlilikte kayda değer bir artış olmamıştır ancak istihdam artmıştır (Yentürk ve
Onaran, 2003: 167). İstihdamın artış sebebi reel ücretlerin kriz sonrasında düşmesidir.
Krizin olumsuz etkileri ancak 1997’de giderilmiştir, bu yılda verimlilik, yatırım ve
istihdam da eşanlı artış görülmüştür. Bölüşüm analizine göre ise 1994 kriz yılı sermaye
yönelimli, 1995-1996 verimlilik düşüşlerinden dolayı emek yönelimli olmuştur. Krizin
etkilerinin giderildiği 1997’de ise tekrar sermaye yönelimli sanayileşme politikasına
dönülmüştür (Yentürk ve Onaran, 2003: 168).
Şekil 14 ve 15’te yer alan ücret düzeylerine bakıldığında ekonomide iki katman fark
edilir, kayıtdışı olarak tanımlanabilecek küçük işletmeler ve modern sektör olarak
33 Türkiye’de gelir gruplarına göre gıda talebi ile ilgili çalışma için bkz. Şengül (2004)
101
tanımlanabilecek orta, büyük işletmeler (Şenses, 1994: 432). 1989’dan sonra ücret
artışlarıyla beraber firmalar kayıtdışı istihdama ve fason üretime yönelmişlerdir, imalat
sanayinde kayıtlı istihdam düşmüştür (Ansal vd., 2000: 24; Köse ve Yeldan, 1998a).
Özellikle 1990’lı yıllarda emeğin bölünmesi ve marjinalleştirilmesi kayıtdışı özel
sektörün gelişmesine yol açtı, küçük ölçekli aile işletmelerinin bu gelişimde önemli yeri
vardır (Yeldan ve Cizre-Sakallıoğlu, 2000: 499). Bu işletmeler genel olarak niteliksiz,
düşük ücretli işgücünü istihdam etmektedirler. Aile emeği ve kayıtdışı emek kullanımı
fason üretim ilişkileriyle çalışan işletmelerde yaygındır, küçük işyerlerinde sosyal
güvence bulunmamaktadır (Eraydın, 1988: 137). Hiyerarşik aile kurallarının geçerli
olduğu bu işletmelerin varlığı Buğra (1997: 53)’ye göre sosyal ilişkileri düzenleyen
geleneksel kurumlarla küresel üretim ve ticaretin gerekleri arasında stratejik bir
uyumdur.
1990’ların başında imalat sanayinde toplam işgücü istihdamının %41’ini oluşturan
kayıtdışı işgücü 1999 yılına gelindiğinde %46’ya yükselmiştir. Kayıtdışı işgücü ücretleri
asgari ücret düzeyinin de altındadır ve kayıtlı işgücü için yapılan ücret dışı ödemelerden
bağımsızdır, bu sayede işverene büyük bir ücret tasarrufu sağlamaktadır (Köse ve Öncü,
2000: 83). Kayıtdışı işgücünün ağırlıkla emek ve kaynak yoğun sanayilerde kullanılması
İYS politikaları çerçevesinde düşünülmelidir. Bu olgu Türkiye’de emek piyasası
düzensizleştirilmesi ve ücret esnekliği politikalarıyla uyuşmaktadır.
102
Yukarıda ele alınan gelişmeler yapısal uyum programlarının ve neoklasik iktisadın
önermelerinin Türkiye için beklenen sonuçları doğurmadığını göstermektedir. Hecksher-
Ohlin modelinin çıkarımlarından olan Stolper-Samuelson teoremine göre emek zengin
olan Türkiye’nin emek ve kaynak yoğun mallarda uzmanlaşması emek ücretlerinde
artışa yol açmalıydı. Ancak 1980 sonrası gelişmeler emeğin aleyhine olmuştur. Ülke
ihracatları artırmaya, ücretleri bastırmaya dayalı politika kıskacına yakalanmıştır ve
yapısal rekabet gücünü geliştirememiştir. Neoklasik beklentilerin aksine düşük ücretler
ve artan kar oranları yatırımları artırıcı etkiye sahip olmamıştır (Yentürk ve Onaran,
2003: 162).
103
SONUÇ
Bu çalışmada üretim sürecinin dünya ülkeleri arasında mekansal olarak yeniden
örgütlendiği ve bu yeni örgütlenme biçiminin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda,
GOÜ’in aleyhine olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Çalışmada bu amaç doğrultusunda
dünya ticaret yapısına büyük yer verilmiştir. Dünya ticaretini anlamlandırmak için
oluşturulan ticaret teorileri ele alınmıştır. Öncelikle neoliberal rejimde ticaretin
serbestleştirilmesinde hareket noktası olarak kabul edilen Hecksher-Ohlin modeli
incelenmiştir. Bu teori ülkelerin zengin oldukları faktörün yoğun olarak kullanıldığı
malda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduklarını söylemektedir. GOÜ’in emek yoğun
mallarda uzmanlaşmaları ve bu malları ihraç etmeleri gerektiği sonucu da bu teoriye
dayandırılmaktadır.
Standart ticaret teorisine alternatif olarak KMZ yaklaşımı ele alınmıştır. Küresel mal
zincirleri haneleri, şirketleri ve devletleri birbirine bağlayan, bir ürün etrafında oluşan
örgütlerarası ağlardır (Gereffi vd., 1994:1). Bu yaklaşım farklı seviyelerde inceleme
yaparak dünya ekonomisindeki değişimi ve oluşan yapıyı daha iyi analiz etmeyi
amaçlar. Bu yaklaşımın gücü Hecksher-Ohlin modeline göre daha gerçekçi olmasıdır,
KMZ yaklaşımı belli varsayımlardan değil gözlemlenen olgulardan yola çıkar.
Hecksher-Ohlin modelinin piyasaya ve üretime dair varsayımları gerçekçi olmaktan çok
uzaktır.
104
Üretimin küreselleşmesi sürecinde yeni uluslararası işbölümünün GOÜ’de emeğin
aleyhine olduğu kabul edilerek ücretler üzerinden bir inceleme yapılmıştır. Çalışmanın
amaçları doğrultusunda UNIDO veri setinde yer alan ülkeler arasından seçilen 43
ülkenin 1980-1999 yılları arasındaki dolar bazında toplam ücretler, toplam katma değer,
ihracat, ithalat değerleri ve işçi sayıları kullanılmıştır, merkez ve çevre ülkeler arasındaki
ilişkiler ele alınmıştır. Yapılan incelemede GOÜ’in ücret düzeylerinin gelişmiş ülkelere
göre oldukça düşük seviyelerde olduğu ve ücret bastırılmasına dayanan politikalarla
dünya ticaretinden pay kapmaya çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca bu ülkelerin küresel
mal zincirlerinde emek yoğun, düşük katma değer üreten süreçlerde yer almalarının
gelişmelerinin önünde önemli bir engel olduğu anlaşılmaktadır.
Düşük ücret politikaları uzun vadede iç pazar talebini daralttığı ve ülkelerin emek yoğun
süreçlerde kemikleşmiş bir yere sahip olmalarına yol açtığı için bu ülkelerin
sanayileşmelerinin, teknolojik olarak gelişmelerini engellemektedir. Bu görüş Türkiye
örneği üzerinden gösterilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla DİE Sanayi İstatistikleri’nden
faydalanılmıştır.
Türkiye’de esnek kur sistemine geçişin ve dış ticaretin serbestleştirilmesinin damgasını
vurduğu 1980 yılından sonraki dönemde ihracat sanayii kapasitesinin devalüasyonlar,
ihracat teşvikleri ve iç pazarın daraltılması yollarıyla dış pazara yönlendirilmesiyle
artırılmıştır. Bu dönemde imalat sanayii ihracata yönelik sanayileşmenin ana sektörü
olmuştur. Türkiye’nin ihracatta yoğunlaştığı sektörlerin imalat sanayii sektörel
kompozisyonunda da ağırlıkta oldukları görülmektedir, bu sektörler ağırlıkla emek ve
105
kaynak yoğun mamul mal üretimine yöneliktirler. Bu mallarda rekabet avantajları düşük
ücret ve kaynak maliyetlerine bağlıdır, bu da Türkiye’nin dünya ekonomisine bağlanma
biçimini göstermektedir.
Türkiye ekonomisinde büyüme hızı yönünden 1980 sonrası gelişmeler önceki döneme
göre farklıdır. Bu dönemde planlanan büyüme hızları oldukça düşük tutulmuştur. Bunun
sebebi de sanayinin büyüme hızının azaltılmasıdır. Yeni dönemde sanayileşmeden
vazgeçildiği yorumu yapılabilir, artık büyüme dışsatıma bağlı olarak algılanmakta ve
dışsatım yoluyla dolaylı bir şekilde canlandırılmaktadır. Bu sebeple Kepenek, Yentürk
(2001: 363)’te belirtildiği gibi bu politikaları ihracata yönelik sanayileşme olarak değil
ihracatı artırma politikaları olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Türkiye’de ücret
politikalarına bakacak olursak İYS politikalarının asıl olarak ücretleri bastırmaya dayalı
oldukları görülmektedir.
Türkiye ekonomisinde İYS döneminde verimlilik ve rekabet ekonominin temel arayışları
olmamıştır, rant arayıcı faaliyetler ekonominin ve sanayinin temel gelişme çizgisini
belirlemiştir. 1980’den sonra uzun dönemli yapısal rekabet gücü için kaynak
ayrılmamıştır, 1980’lerden sonra ihracatta ve kar oranlarındaki artışa rağmen özel imalat
sanayii yatırımları azalmıştır.
Günümüzde bir ülkenin teknolojik alt yapısı, teknoloji üretme ve yenilik yaratma
kapasitesi ve bilgisi stratejik etmenlerdir. Faktör donanımları tek başlarına rekabet
gücünü oluşturmamaktadırlar. Türkiye AR-GE harcamalarının en düşük olduğu
106
ülkelerden olmuştur. Ücretlerin bastırılmasıyla yatırım için fırsat yaratılmamıştır.
İstihdamın da gelişme göstermemesi kısırdöngüye yol açmıştır. Bunlar neoklasik
politikaların öngörüleriyle uyuşmamaktadır. Ücretlerin bastırılmasının bir sınırı vardır,
iç talebi kısıtlamak üretim artışları üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. GOÜ ihracatları
artırmaya, ücretleri bastırmaya dayalı politika kıskacına yakalanmış ve yapısal rekabet
gücünü geliştirememişlerdir.
Çalışmada elde edilen bulgular Hecksher-Ohlin modelinin varsayımlarına ek olarak
çıkarımlarının da gerçekçi olmadığını göstermektedir. GOÜ’in ekonomik durumalrına
bakıldığında Stolper-Samuelson ve faktör fiyatlarının eşitlenmesi teoremlerinin
gerçekleşmedikleri görülmektedir. Emeğin ücreti ve emek yoğun malların fiyatları
ticaret sonucunda artmamakta aksine düşmektedir.
Son olarak tekrar belirtmek gerekirse, Castells (1996)’da belirtildiği gibi uluslararası
işbölümünde bir ülkenin konumu işgücünün özelliklerinden ve bu işgücünün küresel
ekonomi içinde yer alma biçiminden etkilenmektedir. GOÜ’in niteliksiz işgücünün
kullanıldığı emek yoğun sanayilerde uzmanlaşmaları gelişmeleri açısından olumsuz
etkiye sahiptir. Nitekim dünya ekonomisine eklemlenen ülkelerin artmasıyla emek
yoğun sanayilerde rekabet gücü elde etmek giderek zorlaşmaktadır. Ülkeler ücretleri
daha fazla düşürerek rekabet elde etmeye çalıştıkça kalkınamama kısırdöngüsüne
girmektedirler. Emek üretkenliğinde ve istihdamda artış yaratmak bu ülkelerin
sanayileşme politikalarında dikkate alınmalıdır.
107
EK 1
Aşağıda verilere ilişkin metin içinde verilmemiş ayrıntılar verilecektir. Hakkında bilgi
verilmeyen ülkelerin metinde belirtilmiş yıllar arasındaki verilere sahiptir.
İhracat verilerine dair bilgiler:
Asya 4 grubu içinde yer alan Endonezya için 1999 verisi bulunmamaktadır.
Latin Amerika grubu içinde yer alan Uruguay, Venezüela, Kosta Rika, Meksika,
Şili; Türkiye; AB 4 içinde yer alan Macaristan için 1980 ihracat verileri diğer
ülkelerin bilgisine dayanan “yansıtılmış ihracatlar”34 olarak adlandırılan
verilerdir.
Çin için 1980-1983 dönemindeki ihracat verileri “yansıtılmış ihracat”lardır.
AB 4 içinde yer alan Romanya için 1980-1988 dönemindeki, Bulgaristan için
1980-1992 dönemindeki ihracat verileri “yansıtılmış ihracat”lardır.
Verimlilik, ortalama ücret, ücret/katma değer oranı verilerine dair bilgiler:
Doğu Asya için veriler en son 1997 yılını kapsamaktadır. Ancak Tayvan için
1997 yılının verisi bulunmamaktadır.
AB 3 grubunda Portekiz için sadece 1980-1989 arsındaki veriler bulunmaktadır.
Asya 4 grubunda veriler en son 1997 yılını kapsamaktadır. Ancak Tayland için
1980, 1981, 1983, 1985, 1987, 1992, 1995-1997 yıllarına ait veriler
bulunmamaktadır.
AB 4 PII grubundaki Romanya için 1990-1993 dönemindeki, Bulgaristan için
1991-1993 dönemindeki veriler bulunmaktadır.
34 “Yansıtılmış ihracatlar” kavramı “mirrored exports” kavramının karşılığı olarak kullanılmıştır.
108
AB 10 grubunda yer alan Almanya için 1980-1994, Fransa için 1980-1995, İtalya
için 1980-1994, İrlanda için 1980-1997 arasındaki veriler bulunmaktadır.
Diğer Merkez grubunda yer alan Avusturalya için 1980-1992, Yeni Zelanda için
1980-1996 arasındaki veriler bulunmaktadır.
109
EK 2
ISIC Rev.2 Sınıflandırmasına göre Gruplandırılmış Mallar
Birincil mallar
311 Gıda (Food products)
313 İçki (Beverages)
314 Tütün (Tobacco)
372 Demir dışı metaller (Non-ferrous metals)
Emek ve Kaynak Yoğun Mamul Mallar
321 Dokuma (Textiles)
322 Giyim eşyası (Wearing apparel, except footwear)
323 Deri ve kürk eşya (Leather products)
324 Ayakkabı (Footwear, except rubber or plastic)
331 Ağaç ve mantar ürünleri (Wood products, except furniture)
332 Ağaç mobilya ve döşeme 8Furniture, except metal)
341 Kağıt ve kağıt ürünleri (Paper and products)
361 Çanak, çömlek, porselen vb. (Pottery, china, earthenware)
362 Cam ve cam ürünleri (Glass and product )
369 Çimento, kireç, alçı vb. (Other non-metallic mineral products)
110
Düşük Nitelikli Mamul Mallar
371 Demir çelik (Iron, steel)
381 Metal eşya (Fabricated metal products)
Orta Nitelikli Mamul Mallar
342 Basım, yayın (Printing and publishing)
355 Lastik ürünleri (Rubber products)
382 Bilgi, işlem, büro, muhasebe makinaları, diğer makina (Machinery, except
electrical)
Yüksek Nitelikli Mamul Mallar
351 Ana kimya (Industrial chemicals)
352 İlaç, diğer kimya (Other chemicals)
356 Diğer plastik ürünleri (Plastic products)
383 Haberleşme cihazları, diğer elektrikli makina (Machinery, electric)
384 Taşıt araçları (Transport equipment)
385 Mesleki ve ilmi cihazlar (Professional and scientific equipment)
111
KAYNAKÇA
Akyüz, Y. (1990), “Financial System and Policies in Turkey in the 1980s”, Tosun
Aricanli, Dani Rodrik (der.), The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment
and Stability içinde, Macmillan: London, s.98-131.
Ansal H. (1993), “New Technology in the World Textile Industry and Turkey’s
International Competitiveness”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt 20, Sayı 4.
Ansal, H. vd. (2000), Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.
Arrighi, G. (2003), “The Social and Political Economy of Global Turbulence”, New
Left Review, Vol 20, s.5-71.
Arslan, H. (2000), “Küreselleşmenin Emek Üzerindeki İdeolojik Etkileri ve Seçenek
Sorunu”, Ahmet Tonak (der.), Küreselleşme, Emperyalizm, Yerelcilik, İşçi sınıfı
içinde, s.159-270.
Barnes, T. (2003), “The Place of Locational Analysis: A Selective and Interpretive
History”, Progress in Human Geography, Cilt 27, Sayı 1, s.69-95.
112
Bauder, H. (2001), “Culture in the Labor Market: Segmentation Theory and Perspectives
of Place”, Progress in Human Geography, Cilt 25, Sayı 1, s.37-52.
Becker, G.S. (1962), “Investment in Human Capital: A Theoretical Analysis”, The
Journal of Political Economy, Cilt 70, Sayı 5, Bölüm 2, s.9-49.
Bhagwati, J. (1958), “Immiserizing Growth: A Geometrical Note”, Review of
Economic Studies, Cilt XXV, Sayı 3, s.201-205.
Boratav, K. (1990), “Inter-Class and Intra-Class Relations of Distribution Under
‘Structural Adjustment’: Turkey during the 1980s”, Tosun Aricanli, Dani Rodrik (der.),
The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment and Stability içinde, s.199-209,
Macmillan: London.
Boratav, K. (2000), “Emperyalizm mi? Küreselleşme mi?”, Ahmet Tonak (der.),
Küreselleşme, Emperyalizm, Yerelcilik, İşçi sınıfı içinde, s.15-25.
Boratav, K. (2003), Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002, 9. Basım, Ankara: İmge
Kitabevi.
Brenner, N. Theodore, N., (2002), “Cities and the Geographies of ‘Actually Existing
Neoliberalism’”, Antipode, Cilt 34, Sayı 3, s.349-379.
113
Buğra, A. (1997), “The Claws Of The Tigers”, Private View, Cilt 1, Sayı 2, sf.50-55.
Castells, M. (1996), The Information Age, Volume I: The Rise of the Network
Society, Oxford: Blackwell.
Chacloliades, M. (1978), International Trade Theory and Policy, Tokyo: McGraw-
Hill Kogakusha Ltd.
Chang, H. (2003), Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, İstanbul: İletişim Yayınları.
Chiswick, B.R. (1978), “The Effect of Americanization on the Earnings of Foreign-born
Men”, The Journal of Political Economy, Cilt 86, Sayı 5, s.897-921.
Cowling, K., Sugden, R. (1997), “Strategic Trade Policy Reconsidered: National Rivalry
vs Free Trade vs International Cooperation”, L’institute Discussion Paper 1,
Universities of Birmingham, Ferrara and Wisconsin-Milwaukee.
Czaban, L., Henderson, J. (2003), “Commodity Chains, Foreign Investment and Labor
Issues in Eastern Europe”, Global Networks, Cilt 3, Sayı 1.
Dicken, P., Lloyd, P. (1972), Location in Space: A Theoretical Approach to
Economic Geography, New York, Harper&Row, Publishers.
114
Dicken, P. vd. (2001), “Chains and Networks, Territories and Scales: A Relational
Framework For Analysing The Global Economy”, Global Networks, Cilt. 1, Sayı 2,
s.89-112.
Dicken, P. vd. (2002), “Global Production Networks and the Analysis of Economic
Development”, Review of International Economy, Cilt 9, Sayı 3, s.436-464.
Devlet İstatistik Enstitüsü, Sanayii İstatistikleri, Çeşitli yıllar.
Dikmen, A., (2000), Küresel Üretim, Moda Ekonomileri ve Yeni Dünya Hiyerarşisi,
Toplum ve Bilim, Sayı 86, s.281-302.
Doeringer, P.B., Piore, M.J. (1971), Internal Labor Markets and Manpower
Analysis, Massachusetts: D.C. Heath and Company.
Dornbusch, R. (1992), The Case for Trade Liberalisation in Developing Countries,
Journal of Economic Perspectives, Cilt 6, Sayı 1, s.69-85.
Dünya Bankası (1995), “Workers in an Integrating World”, World Development
Report, Washington D.C.
115
Eraydın, A. (1988) “Türkiye’de Üretim Yapısının Dönüşümü ve Esnek Üretim
Örgütlenmesi ile Yeni İstihdam Biçimlerinin Ortaya Çıkışı”, Bilanço 1923-
1998:Türkiye Cumhuriyeti'nin 75 Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi içinde,
İstanbul: Tarih Vakfı.
Erlat, G. (1999), “Türk Dış Ticaretinde Çeşitlenme”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt 26,
Sayı 3-4, s.281-298.
Eroğlu, N. (2002), “Finansal Küreselleşme: Devletin Düzenleyici Rolü Üzerine
Etkileri”, Alkan Soyak (der.), Küreselleşme, İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik
Karşıtlıklar, İstanbul: Om Yayınevi içinde, s.13-50.
Fichtenbaum, R.. vd. (1994), “New Evidence on the Labor Market Segmentation
Hypothesis”, Review of Social Economy, Cilt 52, Sayı 1, s.20-39.
Fröbel, F., Heinrichs, J., Kreye, O. (1980), The New International Division of Labour,
Cambridge: Cambridge University Press.
Gereffi, G. (1989), “Rethinking Developmant Theory: Insights from East Asia and Latin
America”, Sociological Forum, Cilt 4, Sayı 4, s.505-533.
116
Gereffi, G. (1994), “The Organization of Buyer-Driven Global Commodity Chains: How
U.S. Retailers Shape Overseas Production Networks”, Gereffi ve Korzeniewicz (der.),
a.g.y. içinde, s.95-121.
Gereffi, G. and Korzeniewicz, M. (1990), ‘Commodity chains and footwear exports in
the semiphery’, William G. Martin (der.), Semipheral States in the World Economy,
New York: Greenwood içinde, s.45-68.
Gereffi, G., Korzeniewicz, M., Korzeniewicz, R. (1994), “Introduction: Global
Commodity Chains”, Gereffi ve Korzeniewicz (der.) a.g.y. içinde, s.1-14.
Gereffi, G., Korzeniewicz, M. (der.), (1994), Commodity Chains and Global
Capitalism, London: Praeger.
Gereffi, G. (1999a), International Trade and Industrial Upgrading in the Apparel
Commodity Chain, Journal of International Economics, Cilt 48, Sayı 1, s.37-70.
Gereffi, G. (1999b), A Commodity Chains Framework for Analysing Global
Industries, http://www.ids.ac.uk/ids/global/conf/pdfs/gereffi.pdf, Institute of
Development Studies, 14 Şubat 2005.
Gereffi, G., Bair, J., (2003) “Upgrading, Uneven Development, and Jobs in North
American Apparel Industry”, Global Networks, Cilt 3, Sayı 2, s.143-169.
117
Harvey, D. (1990), “Between Space and Time: Reflections on the Geographical
Imagination”, Annals of the Association of American Geographers, Cilt 80, Sayı 3,
s.418-434.
Harvey, D. (1993), Esneklik: Tehdit mi Yoksa Fırsat mı?, Toplum ve Bilim, Sayı 61,
s.83-92, çev. Ayça Kurdoğlu.
Harvey, D. (1996), Justice, Nature and the Geography of Difference, Massachusetts:
Blackwell Publishers.
Harvey, D. (2003), Postmodernliğin Durumu, İstanbul: Metis Yayınları.
Held, D. vd. (2000), Global Transformations: Politics, Economics, Culture,
Cambridge: Polity Press.
Hiebert, D. (1999), “Local Geographies of Labor Market Segmentation: Montreal,
Toronto, and Vancouver, 1991”, Economic Geography, Cilt 75, Sayı 4, s.339-369.
Hirst, T., Thompson, G. (1999), “Globalization- Frequently Asked Questions and Some
Surprising Answers”, Peter Leisink (der.), Globalization and Labour Relations,
Cheltenham: Edward Elgar içinde, s.36-56.
118
Hopkins, T.K., Wallerstein, I. (1986), Commodity Chains in the World Economy Prior
to 1800, Review X, Sayı 1, s.157-170.
Hopkins, T.K., Wallerstein, I. (1994), “Commodity Chains: Construct and Research”,
Gereffi ve Korzeniewicz (der.), a.g.y. içinde.
Kepenek, Y., Yentürk, N. (2001), Türkiye Ekonomisi, 12.Basım, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
Korzeniewicz, R., Martin, W. (1994), “The Global Distribution of Commodity Chains”,
Gereffi ve Korzeniewicz (der.), a.g.y. içinde.
Köse, A.H. (2004), “Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye: Dış Ticaret ve Sermaye
Hareketlerindeki Gelişmeler”, Türkiye Ekonomisi içinde, Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları No: 1579.
Köse, A., Öncü, A. (1998), “Dünya ve Türkiye Ekonomisinde Anadolu İmalat Sanayii:
Zenginleşmenin mi Yoksa Yoksullaşmanın mı Eşiğindeyiz?”, Toplum ve Bilim, Sayı
77, s.135-159.
Köse, A., Öncü, A. (2000), “İşgücü Piyasaları ve Uluslararası İşbölümünde
Uzmanlaşmanın Mekansal Boyutları: 1980 Sonrası Dönemde Türkiye İmalat Sanayii”,
Toplum ve Bilim, Sayı 86, s.72-91.
119
Köse, A. H. Öncü, A. (2005), “Imbalances in the World Economy and Congestion in the
Periphery”, yayınlanmamış eser.
Köse, A.H., Yeldan, E. (1998a), “Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin
Dinamikleri: 1980-1997”, Toplum ve Bilim, Sayı 77, s.45-67.
Köse, A.H., Yeldan, E. (1998b), “Turkish Economy in the 1990s: An Assessment of
Fiscal Policies, Labor Markets and Foreign Exchange”, New Perspectives on Turkey,
Sayı 18, s.51-78.
Köse, A.H., Şenses, F., Yeldan, E. (der.) (2003), İktisat Üzerine Yazılar II, İktisadi
Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktar Türel’e Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları.
Lefebvre, H. (1991), Production of Space, Oxford: Blackwell.
Leslie, D., Reimer, S. (1999), “Spatializing Commodity Chains”, Progress In Human
Geography, Cilt 23, Sayı 3, s.401-420.
Lipietz, A. (1993), “Uluslararası İşbölümünde Yeni Eğilimler: Birikim Rejimleri ve
Düzenleme Tarzları”, Toplum ve Bilim, Sayı 61, s.58-82, çev. Bülent Peker.
120
Lipietz, A. (1997), “The Post-Fordist World: Labour Relation, İnternational Hierarchy
and Global Ecology”, Review of International Political Economy, Cilt 4, Sayı 1, s.1-
41 .
Massey, D. (1994), Space, Place and Gender, Minneapolis: University of Minnesota
Press.
Matur, E. P. (2002), Yapısal Uyum Sürecinde Dış Ticaret Serbestleşmesinin İşgücü
Piyasaları Üzerine Etkileri, Hecksher-Ohlin Modeli Çerçevesinde Türkiye Örneği,
Ankara: Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Uzmanlık
Tezi.
McCann, P. (1999), “A Note on the Meaning of Neo-classical Location Theory and Its
Usefulness As a Basis for Applied Research”, Papers in Regional Science,Sayı 78,
s.323-331.
McMichael, P. (1996), Developmant and Social Change: A Global Perspective,
California: Pine Forge Press.
Mittelman, J. (1995), “Rethinking the International Division of Labour in The Context
of Globalization”, Third World Quarterly, Cilt 16, Sayı 2, s.273-295.
121
Moberg, M., Thomas, J.S. (1993), “Class Segmentation and Divided Labor: Asian
Workers in the Gulf of Mexico Seafood Industry”, Ethnology, Cilt 32, Sayı 1, s.87-99.
Munck, R. (2002), Emeğin Yeni Dünyası, Küresel Mücadele, Küresel Dayanışma,
İstanbul: Kitap Yayınevi.
Neary, P.J. (2004), The Stolper-Samuelson Theorem,
http://www.ucd.ie/economic/staff/pneary/pdf/stolpers.pdf, 7 Kasım 2005.
Onaran, Ö. (2002), “Measuring Wage Flexibility: The Case of Turkey Before And After
Structural Adjustment”, Applied Economics, Sayı 34, s.767-781.
Onaran, Ö. (2003), “Türkiye’de İhracat Yönelimli Büyüme Politikalarının İstihdam
Üzerindeki Etkileri”, Ahmet Haşim Köse, Fikret Şenses, Erinç Yeldan (der.), İktisat
Üzerine Yazılar II, İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktar Türel’e Armağan
içinde, s.579-601.
Onaran, Ö. (2004), “Life After Crisis For Labor And Capital in the Era of Neoliberal
Globalization”, yayınlanmamış eser.
Orr, D.V. (1997), “An Index of Segmentation in Local Labour Markets”, International
Review of Applied Economics, Cilt 11, Sayı 2, s.229-247.
122
Öz, Ö. (2003), “Türkiye’nin Rekabetçi Avantajı: Stratejik Yönetim Perspektifinden Bir
Değerlendirme”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt 30, Sayı 2, s.205-222.
Peck, J. (1996), Workplace, The Social Regulation of Labor Markets, New York:
The Guilford Press .
Peck, J., Tickell, A. (2002), “Neoliberalizing Space”, Antipode, Cilt 34, Sayı 3, s.380-
404.
Peck, J., Yeung, H. (der.), (2003), Remaking the Global Economy, London: Sage
Publications.
Perraton, J. (2003), “The Scope and Implications of Globalisation”, Jonathan Michie
(der.), The Handbook of Globalisation, Cheltenham: Edward Elgar içinde, s.37-60.
Petrella, R. (1996), “Globalization and Internationalization”, Robert Boyer ve Daniel
Drache (der.), States Against Markets: The Limits of Globalization, London:
Routledge içinde, s.62-83.
Piore, M.J., Sabel, C.F. (1984), The Second Industrial Divide, Possibilities for
Prosperity, New York: Basic Books.
123
Raikes, P., Jensen, M., Ponte, S. (2000), “Global Commodity Chain Analysis and the
French Filière Approach: Comparison and Critique”, Economy and Society, Cilt 29,
Sayı 3, s. 390–417.
Rodriguez, F., Rodrik, D. (1999), “Trade Policy and Economic Growth: A Skeptic’s
Guide to the Cross-National Evidence”, NBER Working Paper, Sayı 7081.
Rybczynski, T.M. (1955), “Factor Endowments and Relative Commodity prices”,
Economica, Sayı 22, s.336-341.
Sloane, P.J. vd. (1993), “Labour Market Segmentation: A Local Labour Market Analysis
Using Alternative Approaches”, Applied Economics, Sayı 25, s.569-581.
Somel, C. (2003), “Meta Zincirleri, Bağımlılık ve Eşit Olmayan Gelişme”, Ahmet
Haşim Köse, Fikret Şenses, Erinç Yeldan (der.), İktisat Üzerine Yazılar II, İktisadi
Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktar Türel’e Armağan içinde, s.561-578.
Stiglitz, Joseph E. (2002), Development Policies in a World of Globalization, 12-13
Ekim 2002 “New International Trends for Economic Development” Seminerinde
sunulmuş makale.
Stolper, W., Samuelson, P. (1941), “Protection and Real Wages”, Review of Economic
Studies, Sayı 9, s.58-73.
124
Suranovic, D. (1997), Hecksher-Ohlin Model, http://internationalecon.com/v1.0/ch60 ,
22 Haziran 2005.
Sutcliffe, B., Glyn, A. (2003), “Measures of Globalisation and Their Misinterpretation”,
Jonathan Michie (der.), The Handbook of Globalisation, Cheltenham: Edward Elgar,
içinde, s.61-78.
Şenesen, Ü., Günlük-Şenesen, G. (2003), “Üretimde Dışalıma Bağımlılık: 1970’lerden
2000’lere Ne Değişti?”, ”, Ahmet Haşim Köse, Fikret Şenses, Erinç Yeldan (der.),
İktisat Üzerine Yazılar II, İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktar Türel’e
Armağan içinde, s.533-559.
Şengül, S. (2004), “Türkiye’de Gelir Gruplarına Göre Gıda Talebi”, ODTÜ Gelişme
Dergisi, Cilt 31, Sayı 1, s.115-148.
Şenses, F. (1990), “An Assessment of the Pattern of Manufactured Export Growth in the
1980s and its Prospects”, Tosun Aricanli, Dani Rodrik (der.), The Political Economy of
Turkey: Debt, Adjustment and Stability içinde, Macmillan: London, s.60-77.
Şenses, F. (1994), “Labour Market Response to Structural Adjustment and Institutional
Pressures: The Turkish Case”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Sayı 21/3, s. 405-448.
125
Taylor, L. (1990), “The Turkish Experience: Summary and Comparative Notes”, Tosun
Aricanli, Dani Rodrik (der.), The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment
and Stability içinde, Macmillan: London.
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, (1999), Yeni Üretim
Süreçleri ve Kadın Emeği, Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları
Genel Müdürlüğü.
Thomas, C. (2001), “Global Governance, Development and Human Security: Exploring
The Links”, Third World Quarterly, Cilt 22, Sayı 2, s.159-175.
UNCTAD (2002), Trade and Development Report, Geneva: UNCTAD
UNCTAD (2003), Trade and Development Report, Geneva: UNCTAD.
UNDP (2003), Making Global Trade Work for People, London: Earthscan
Publications.
UNIDO, Sanayi İstatistikleri, Çeşitli yıllar.
van der Hoeven, R., Taylor, L. (2000), “Introduction: Structural Adjustment, Labour
Markets and Employment: Some Considerations for Sensible People”, The Journal of
Development Studies, Cilt 36, Sayı 4, s.57-65.
126
Wade, R. (1996), “Globalization and Its limits: Reports of the Death of the National
economy are Greatly Exaggerated”, Suzanne Berger ve Ronald Dore (der.), National
Diversity and Global Capitalism içinde, s.60-88.
Wade, R. (2003), “What Strategies Are Viable For Developing Countries Today? The
World Trade Organization and the Shrinking of ‘Development Space’”, Review of
International Political Economy, Cilt 10, Sayı 4, s.621-644.
Yeldan, E. (2001), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İstanbul: İletişim
Yayınları
Yeldan, E., Cizre-Sakallıoğlu, Ü. (2000), “Politics, Society and Financial Liberalization:
Turkey in the 1990s”, Development and Change, Sayı 31, s.481-508.
Yeldan, E., Voyvoda, E. (2001), “Patterns of Productivity Growth and the Wage Cycle
in Turkish Economy”, International Review of Applied Economics, Cilt 15, Sayı 4,
s.375-396.
Yentürk, N., Onaran, Ö. (2003), “Düşük Ücretler Yatırımları Teşvik Ediyor mu? Türk
İmalat Sanayiinde Bölüşüm ve Birikim İlişkisinin Analizi”, Nurhan Yentürk (2003),
a.g.e. içinde.
127
Yentürk, N. (2003), Körlerin Yürüyüşü, Türkiye Ekonomisi ve 1990 Sonrası
Krizler, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Yırtıcı, H. (2005), Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi, İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
128
ÖZET
Bu çalışmada dünya ekonomisinde yaşanan değişimlerin uluslararası işbölümüne
yansımaları incelenmektedir. Bu bağlamda Türkiye ekonomisinde meydana gelen
değişimler vurgulanmaktadır.
Üretimin küreselleşmesi dünya ticaret yapısı ve mekan bağlamında ele alınmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin küresel mal zincirleri ile dünya ekonomisine eklemlenmeleri
ve bunun ekonomik sonuçları incelenmektedir.
Çalışmada Türkiye’nin uluslararası ticarette emek yoğun imalat sanayii yapısına sahip,
katma değeri düşük sektörlerde uzmanlaştığı sonucuna varılmıştır. Bu olgu sanayileşme
yolunda bir engel olabilir.
129
SUMMARY
In this study reflections of the changes in world economy on the international division of
labour are examined. In this context, changes in Turkish economy are emphasized.
Golabalization of the production is considered in the context of world trade structure and
space. The integration of developing countries to the world economy with the
commodity chains and effects of this are examined.
In the study we concluded that Turkey specialized in labour intensive, low value added
manufactures. This fact can be an osctacle on the way of industrialization.