ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE...8 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU...

856
ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ Editörler Doç. Dr. Murat Demirkol Ar. Gör. M. Enes Kala

Transcript of ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE...8 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU...

  • ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE

    SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ

    Editörler Doç. Dr. Murat Demirkol

    Ar. Gör. M. Enes Kala

  • Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Yayınları: 1

    ULUSLARARASI

    13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ

    Editörler

    Doç. Dr. Murat Demirkol Ar. Gör. M. Enes Kala

    © T. C. YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ (Sertifika No: 26056)

    Kapak / Mizanpaj CİNAS GRAFİK

    0312.3100860

    Baskı / Cilt KALKAN MATBAACILIK

    Büyük San. 1. Cad. 99/32 İskitler Tel: 3419234-3421656 Ankara

    ISBN: 978-605-4929-00-9

    Basım Tarihi Şubat 2014

    Bu bildiriler kitabı Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Biriminin

    sağladığı destekle yayımlanmıştır

    YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ

    Cinnah Cad. No: 16 Çankaya/ANKARA Tel: (0 312) 466 75 33 / 01 Fax: (0 312 ) 324 15 05

    Web: www.ybu.edu.tr

  • ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE

    SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ

    Editörler Doç. Dr. Murat Demirkol

    Ar. Gör. M. Enes Kala

    Ankara 2014

  • Prof. Dr. Metin Doğan (Yıldırım Beya-zıt Üniversitesi Rektörü) Prof. Dr. Ahmet Kankal (YBÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı) Prof. Dr. Mehmet Akkuş (YBÜ İslami İlimler Fakültesi Dekanı) Prof. Dr. Ahmet İnam (ODTÜ Fen- Edb. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Ahmet Kamil Cihan (EÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Ali Durusoy (MÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Alpaslan Açıkgenç (YTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya (İÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Burhanettin Tatar (OMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Celal Türer (AÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Derya Örs (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı) Prof. Dr. Hayrani Altıntaş (AÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Hüsameddin Erdem (NEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Hüseyin Sarıoğlu (İÜ Edebi-yat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu (DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Ahmet Kankal (YBÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı) Prof. Dr. Mehmet Bayraktar (Yeditepe Ü. FE. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Doç. Dr. Murat Demirkol (YBÜ İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi)

    Prof. Dr. İbrahim Hakkı Aydın (Aydın Ü. Rektör Yardımcısı) Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu (İMÜ Edebi-yat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. İlhan Kutluer (MÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Kasım Turhan (AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Mehmet Bayraktar (Yeditepe Ü. F. Edebiyat Fak. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Mevlüt Uyanık (Hitit Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi (AÜ İlahi-yat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Ömer Mahir Alper (İÜ İlahi-yat Fakültesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Yaşar Aydınlı (Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi) Doç.Dr. Levent Bayraktar (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Doç. Dr. Mehmet Vural (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Doç. Dr. Musa Kazım Arıcan (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kavlak (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Yrd. Doç. Dr. Aynur İlhan Tunç (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kegin (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi)

    Yrd. Doç. Dr. Şahban Yıldırımer (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Yrd. Doç. Dr. Halil İmamoğlugil (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi) Arş. Gör. Muhammet Enes Kala (YBÜ İTB. Fak. Felsefe B. Öğretim Üyesi)

    Sempozyum Bilim Kurulu

    Sempozyum Düzenleme Kurulu

  • İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ...................................................................................................................................... 9 PROTOKOL KONUŞMALARI Prof. Dr. Ahmet Kankal ......................................................................................................... 11 Prof. Dr. Metin Doğan ............................................................................................................ 12 13. YÜZYIL FELSEFE VE BİLİMİNE GENEL BAKIŞ Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar ................................................................ 15 VII/XIII. Yüzyılda İbn Sînâcı Gelenek: Tenkit ve Terkip Arasında Prof. Dr. Ömer Mahir Alper .................................................................................................. 17 Faal Akıl Ölünce!: XIII. Yüzyıl Felsefe-Bilim Tarihi’nde Hakîkî(İnvisible) ile Zâhirî(Visible) İlişkisinin Yeniden Yorumlanması Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu ........................................................................................................ 27 Illuminationist Manuscripts The 13th Century Rediscovery of Suhrawardī, and its Reception Prof. Dr. John Walbridge ........................................................................................................ 37 İslam Düşüncesinin Gaye Nedeni Olarak 13. Yüzyıl ve Sonrası Doç. Dr. Ömer Türker ............................................................................................................ 63 MANTIK-I Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ali Durusoy ........................................................................... 73 Urmevi ve Mantık Prof. Dr. İbrahim Çapak ......................................................................................................... 76 Kutbuddin Râzi’ye Göre Yeni Bilgi Veren Önerme ve Özellikleri Yrd. Doç. Dr. Necmi Derin ................................................................................................... 85 Âdâbu’l-Bahs ve’l-Münâzara Üzerinden Tehafütleri Okumaya Bir Giriş Yrd. Doç. Dr. Necmettin Pehlivan ........................................................................................ 92 Şîfâ ve İşârât Arasında Bir Tercih: Kâtibî’de Fasıl Kavramı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özturan .......................................................................................... 106 MANTIK-II Oturum Başkanı: Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu ............................................................... 121 Necmeddin el-Kâtibî’nin Şemsiyye’si ve Mantık Kitapları İçindeki Yeri Doç. Dr. Hasan Yücel Başdemir .......................................................................................... 122 İbn Teymiyye’nin Mantık Eleştirisi Doç. Dr. Nazım Hasırcı ........................................................................................................ 132 Esîrüddin El-Ebheri’nin Mantık Tarihindeki Yeri Yrd. Doç. Dr. Kamil Kömürcü ............................................................................................ 150 مقايسة آرای منطقدانان قرن سيزدهم ميالدی و گلنبوی در طرح قياس 165 ........................................................................................................................ مليحه احسانی نيکOnüçüncü Yüzyıl İslam Hukuk Felsefesinde Bilginin Mahiyeti -Amidî ve Zerkeşî Örneği- Ar. Gör. Davut Eşit- Ar. Gör. M. Enes Kala ..................................................................... 188

  • 6 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    VARLIK FELSEFESİ Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ahmet Kamil Cihan ............................................................ 211 İbn Kemmûne’nin Varlık Anlayışı Yrd. Doç. Dr. Fatma Zehra Pattabanoğlu .......................................................................... 212 Nasıruddin et-Tûsî’nin Mahiyetlerin Yaratılmış Olup Olmadığı Meselesine Bakışı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Aydın .............................................................................................. 236 Felsefi Kelam Geleneğinde Varlık Kavramı: “Şemsüddin es-Semerkandî Örneği” Doç. Dr. İsmail Şık ................................................................................................................ 243 Tûsî’nin İlk Sebep Yorumu: O, İbn Sînâ’yı Gerçekten Yanlış mı Anladı? Ar. Gör. Muhammet Fatih Kılıç .......................................................................................... 260 METAFİZİK Oturum Başkanı: Prof. Dr. İbrahim Hakkı Aydın .......................................................... 267 Te’vîl ve Tefsir Bağlamında Fahreddin Er-Râzî’nin Cismânî Haşr Meselesine Yaklaşımı Doç. Dr. Fatih Toktaş ........................................................................................................... 268 Nasîreddin Tûsî Felsefesinde Tanrı’nın Bilgisi Meselesi Doç. Dr. Murat Demirkol ..................................................................................................... 277 İbn Arabi’de Dil-Varlık İlişkisi: Fusûsu’l-Hikem Üzerinden Bir İnceleme Doç. Dr. Emin Çelebi ........................................................................................................... 289 Şehrezûrî Metafiziğinde Hayal / Misal Âlemi Dr. Halide Yenen ................................................................................................................... 296 FELSEFE EKOLLERİ Oturum Başkanı: Prof. Dr. Yaşar Aydınlı ....................................................................... 317 Fahreddin Er-Râzî’nin 13. Yüzyıldaki Mirası Yrd. Doç. Dr. Eşref Altaş ..................................................................................................... 319 Gelenek Oluşturan Bir Felsefe Klasiği Olarak Hikmetü’l-’Ayn ve Etkileri Yrd. Doç. Dr. Mustakim Arıcı ............................................................................................. 332 Gazâlî’den Sonra Felsefede Ne Başladı/Bitti? 13. Yüzyıl Râzî-Urmevî Okulun-dan Bir Bakış Yrd. Doç. Dr. Hasan Akkanat .............................................................................................. 350 İşrakî Felsefe Geleneğinde Nûr Kavramı: Kutbeddin Şirazî Yorumu ve İbn Sînâ ile Mukayesesi Yrd. Doç. Dr. Hatice Toksöz ............................................................................................... 391 FİLOZOFLAR Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mevlüt Uyanık ..................................................................... 411 İşrakî Geleneğin Xııı. Yüzyıldaki Temsilcisi: Şemseddîn Şehrezûrî ve Eş-Şeceretü’l-İlâhiyye Adlı Eseri Prof. Dr. Kemal Sözen .......................................................................................................... 412 İbn Sînâcı Bir Filozof: Esirüddin El-Ebheri ve Osmanlı Düşüncesine Etkileri Doç. Dr. Cevdet Kılıç ........................................................................................................... 425 İbn Seb’în’in Felsefe ve Filozoflara Bakışı Yrd. Doç. Dr. Birgül Bozkurt .............................................................................................. 441 Felsefî-Teolojik Roman Geleneğinin Bir Temsilcisi: İbnü’n-Nefîs Yrd. Doç. Dr. Ali Kürşat Turgut ......................................................................................... 454

  • İÇİNDEKİLER ǁ 7  

    DOĞU-BATI ETKİLEŞİMİ Oturum Başkanı: Prof. Dr. Celal Türer ........................................................................... 475 İslam Felsefesinin 13. Yüzyıl Latin Ortaçağa Etkisi Doç. Dr. Süleyman Dönmez ................................................................................................ 476 İbn Rüşd ve Duns Scotus’da Tanrı’nın Varlığını Kanıtlama Sorunu Doç. Dr. Nejdet Durak- Dr. Bilgehan Bengü Tortuk ....................................................... 485 13. Yüzyıl Süryani Düşüncesinin Gelişmesinde İbn Sînâ ve Gazâlî’nin Etkileri Doç. Dr. M. Nesim Doru ..................................................................................................... 507 13. Yüzyılda İbn Sînâcı Bir Hıristiyan Filozof: John Duns Scotus (Tanrı Niçin Metafiziğin Konusu Değildir?) Yrd. Doç. Dr. Engin Erdem................................................................................................. 521 FELSEFE ELEŞTİRİLERİ Oturum Başkanı: Doç. Dr. Musa Kazım Arıcan ............................................................ 535 Bir Varoluşsal Rasyonalite Eleştirisi Doç. Dr. Mustafa Çevik ........................................................................................................ 536 13. Yüzyılda Farklı Bir Tehâfüt’ün Tenkitçisi: Kelamcı ve Sûfî Dıyâüddîn Mes’ûd b. Mahmûd eş-Şîrâzî (Ö. 655/1257) Doç. Dr. Hayri Kaplan .......................................................................................................... 543 Muhammed Âbid El-Câbirî’nin İslam Düşüncesi Okumalarında 13.Yüzyıl İslam Düşüncesinde Felsefe Çalışmaları Dr. Mehmet Ulukütük ........................................................................................................... 552 Spinoza’nın İbn Meymun Eleştirisi: Kutsal Kitap, Tefsir ve Akıl Ar. Gör. Alber Erol Nahum ................................................................................................. 574 FELSEFE VE BİLİM Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hüseyin Sarıoğlu ................................................................. 587 Xııı. Yüzyıl İslam Düşüncesinin Felsefiliği ve Razici İnsiyatifin Arkeolojisi: Düşüncenin Kitabileşmesinden Tabiatın Kavramsallaşmasına Yrd. Doç. Dr. İsmail Hanoğlu ............................................................................................. 588 Kozmoz’un Sınırlarını Zorlamak: Hikmet’ul İşrak Şârihleri Sühreverdi’nin Klasik Kozmoloji Eleştirilerini Nasıl Yorumladı? Yrd. Doç. Dr. İshak Arslan .................................................................................................. 598 Refutıng Atomism in Al- Ishārāt Tradition Ar. Gör. Hasan Umut ............................................................................................................ 606

    کمونهمعرفت نفس از منظر ابن 626 .................................................................................................................................. انسيه برخواه FELSEFE VE KELAM Oturum Başkanı: Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün ............................................................... 649 13. Yüzyıl İslam Düşüncesi Felsefî Kelam Geleneği: Seyfeddin Âmidî Örneği Yrd. Doç. Dr. Hakan Coşar .................................................................................................. 650 XIII. Yüzyılda Felsefe-Kelâm İlişkisinin Şekillenmesinde Nasîruddin Tûsî`nin Rölü Yrd. Doç. Dr. Agil Şirin ........................................................................................................ 663 Thomas Aquinas’ta Akıl Vahiy İlişkisi Yrd. Doç. Dr. Ayşe Sıdıka Oktay ......................................................................................... 671

  • 8 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    Xııı. Yüzyıl İslam Düşüncesinde İbn Rüşd’e Olan İlgisizliğin Sebep ve Sonuçları Üzerine Yrd. Doç. Dr. Ömer Bozkurt ............................................................................................... 682 FELSEFE VE TASAVVUF Oturum Başkanı: Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya ......................................................... 701 Yunus’un İnsan Felsefesine Bir Giriş Denemesi Doç. Dr. Levent Bayraktar ................................................................................................... 702 Felsefe-Kelâm-Tasavvuf İlişkileri Prof. Dr. Ülker Öktem .......................................................................................................... 709 Mevlânâ’nın İnsan Anlayışı Doç. Dr. Fulya Bayraktar ...................................................................................................... 723 Fahreddin-i İraki’nin Lemaat Adlı Eserinde Aşka ve Âşıklara Dair Görüşleri Yrd. Doç. Dr. M. Kasım Özgen .......................................................................................... 731 AHLÂK, SİYASET VE TARİH Oturum Başkanı: Prof. Dr. Kasım Turhan ...................................................................... 745 Fahreddin Razi’nin, “Kitabu’n-Nefs ve’r-Ruh”undaki Ahlak Vurguları Prof. Dr. Mehmet Türkeri .................................................................................................... 746 Nasîruddîn Tûsî’nin Ahlâk Felsefesinde Adâlet Kavramı Yrd. Doç. Dr. Anar Gafarov ................................................................................................ 754 Şehrezûrî’de Siyaset Ahlakı Yrd. Doç. Dr. Salih Yalın ...................................................................................................... 765 Gelecek Tarihin Konusu Olabilir mi ya da Gelecek Tarih İlminin Kapsamına Nasıl Girebilir? -Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü’ş-Şefîk’inde Tarihin Kapsamı ve Hedefi- Yrd. Doç. Dr. Ali Ertuğrul ................................................................................................... 781 DEĞERLENDİRMELER Oturum Başkanı: Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi ................................................................ 797 Prof. Dr. Celal Türer ............................................................................................................. 798 Prof. Dr. İsmail Köz .............................................................................................................. 799 Prof. Dr. Mevlüt Uyanık ....................................................................................................... 805 Doç. Dr. Gürbüz Deniz ........................................................................................................ 811 Doç. Dr. M. Cüneyt Kaya ..................................................................................................... 816 Doç. Dr. Mehmet Vural ........................................................................................................ 820 Yrd. Doç. Dr. Şahban Yıldırımer ......................................................................................... 826 Yrd. Doç. Dr. Halil İmamoğlugil ......................................................................................... 830

  • ÖNSÖZ

    13. yüzyıl, İslam dünyasında felsefî ve bilimsel faaliyetlerin nitelik ve nicelik bakımından zirveye çıktığı bir dönemdir. İslam felsefesiyle ilgili araştırmalar ülkemizde uzun süre Fârâbî, İbn Sînâ, Gazzalî, İbn Rüşd ve Sühreverdî gibi filozofların düşünceleri etrafında yoğunlaşmıştır. İslam felsefe ve ilimler tarihi-nin ilerleyen dönemlerine ilişkin araştırmalar genelde son on yılda büyük bir ivme kaydetmiştir. Bu şekilde İslam felsefesinin İbn Rüşd (ö. 1198) ile son bul-duğu şeklindeki oryantalist anlayış yerini düşüncedeki sürekliliğe bırakmıştır.

    Biz, 13. yüzyıldaki felsefî çalışmaları inceleyen ve bu düşünürlerin felsefeleri-ni araştıran araştırmacıların ortak kanaatini paylaşarak ülkemizde Mevlana ve Sadreddin Konevî gibi birkaç düşünür dışında bu dönemde yetişmiş düşünür ve bilim adamlarının Sempozyum çerçevesinde bilim gündemine sunulmadığını tes-pit ettik. Düzenlediğimiz sempozyum, ifade edilen bu boşluğun doldurulmasını ve ülkemizin düşünce hazinesine mütevazı bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu tespitin yüklediği sorumluluk bilinciyle 13. yüzyılın ileri gelen filozof ve bilginleri-nin çalışmalarını ortaya koymaya çalıştık. Merağa Rasathanesinin kurucusu astro-nom ve matematikçi Nasireddin Tûsî, büyük mantıkçı ve felsefeci Necmeddin Kâtibî, adı mantıkla özdeşleşen Esirüddin Ebherî, ünlü tabip, astronom ve filozof Kutbeddin Şirazî ve Siraceddin Urmevî bunlardan sadece birkaç tanesidir.

    Bu sempozyumda 13. yüzyıl felsefesi bağlamında dönemin temel bilgi, var-lık, değer ve mantık alanlarında öne çıkmış düşünür ve sistemleri çeşitli yönleriy-le ele alınıp ilim dünyasının gündemine sunulmaya çalışılmıştır. Sistematik felse-fe konuları yanında felsefenin bilim, kelam ve tasavvuf ile ilişkileri çeşitli bildiri-lerde ele alınmıştır. Aynı zamanda Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan kültür dün-yaları arasındaki etkileşimler de değişik açılardan irdelenmiştir.

    13. yüzyıl felsefesinin İbn Sînâcı bir karakter taşıdığına ilişkin yaygın kanaatin aksine özellikle açış oturumundaki tebliğcilerden Sayın Prof. Dr. Ömer Mahir Alper, Sayın Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu ve Sayın Doç. Dr. Ömer Türker, bu dö-nemde merkeze İbn Sînâ’nın sistemini alan yeni sentezler oluşturulduğunu dile getirmişlerdir. Sayın Alper, 13. yüzyılın, İbn Sînâ’dan itibaren kendisini yenileyen bir gelenek sürekliliği içinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu neden-le ona göre 12. ve 13. yüzyıllar birbirinden ayrılamaz bir süreklilik arz eder.

    Sayın Fazlıoğlu, dönemin felsefî ve bilimsel çalışmalarının birbirinden ba-ğımsız olmadığını, hatta karşılıklı olarak birbirlerini beslediklerini tespit etmiştir. Bilimde tek kutuplu İbn Sînâcı bir paradigmadan öte Râzî ve Sühreverdî ekolle-rinin de etkin olduğu çok kutuplu bir gelişmeden söz edilebileceğini dile getir-miştir. Fazlıoğlu’na ilaveten Felsefe ve Bilim oturumunda bildiri sunan Sayın İshak Arslan’ın da ifade ettiği gibi, İşrakî ekol İslam bilim dünyasına yeni bir ufuk kazandırmıştır.

    Sayın Ömer Türker, 13. yüzyılın özgün bir yönüne dikkat çekmiştir: Bu yüzyıl, felsefe ve kelamın birleşerek sentez oluşturduğunun değil, birbirinin kavram ve birikimlerini kullanarak, fakat asla birbirine indirgenmeden yeni fikrî düşünce yapılarını inşa ettiği bir dönemdir. Bir farkla ki bu çabada 12, 13 ve 14. yüzyıllar gittikçe evrilen ve yetkinleşen bir süreklilik arz etmektedirler. Bu süreç-

  • 10 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    te Fahreddin Râzî, Nasîreddin Tûsî ve Seyyid Şerif Cürcanî önemli köşe taşları-dırlar. Türker’in anlatımından, felsefenin zayıfladığı ve kelamın tamamen felsefi-leştiği gibi bir sonuç çıkarımını geçersiz kılacak şekilde İslam düşüncesinin yeni yüz ve ifade kalıpları içinde güçlenerek devam ettiği anlaşılmaktadır.

    Bu Sempozyum, mantıkçı hocalarımızdan Prof. Dr. Ali Durusoy ve Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu’nun vurguladıkları üzere mantık çalışmaları açısından da özel bir önem taşımaktadır. Mantıkla ilgili dokuz bildirinin iki ayrı oturum şeklin-de ortaya konması mantık adına gurur duyulacak bir gelişmedir. Genç araştırmacı-lardan Yrd. Doç. Dr. Necmettin Pehlivan, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özturan, Yrd. Doç. Dr. Necmi Derin, araştırma görevlileri M. Enes Kala ve Davut Eşit ve İranlı Meliha İhsani Nik’in bildirileri Türkiye’de daha önce ele alınmamış yeni ve özgün çalışmalar olarak temayüz etmektedir. Ele alınan konuların ansiklopedik bilgiden arındırılmış spesifik problem konuları olması dikkat çekmektedir.

    Bildirilerin genel dağılımına baktığımızda Râzî, Tûsî ve Şehrezûrî üzerine hazırlanan bildirilerin öne çıktığı görülmektedir. Ebherî, Kâtibî, Semerkandî, Kutbeddin Şirazî, Urmevî ve Âmidî de birkaç bildiride görüşleri incelen düşü-nürler arasında yer almaktadır. Dönemin Hûnecî ve Konevî gibi diğer önemli simalarının bir bildiri çerçevesinde ele alınmamış olması bir eksiklik olarak gö-rülmektedir.

    Sempozyumla ilgili görüş ve değerlendirmeleri şu şekilde özetlemek müm-kündür: Bu Sempozyumda 13. yüzyıldaki felsefe ve mantık birikimleri ilk defa ele alınmak suretiyle özgün bir bilimsel etkinlik sergilenmiştir. Sempozyuma Türkiye’nin her tarafından çok sayıda üniversiteden ve yurt dışından (ABD, Kanada, İran, Azerbaycan) bilim adamları bildirileri ile katılmışlardır. Programda genç akademisyenlerin çokluğu dikkat çekmiştir. Bu durum, son on yıla kadar dar ve spesifik olarak çalışılmayan dönemin felsefe, mantık ve tasavvuf açıların-dan araştırılması adına önemli ve umut verici bir gösterge olarak değerlendiril-miştir. Program, akademideki saygın hocalarla genç akademisyenlerin buluşma-sını ve etkileşim ve görüş alışverişinin gerçekleşmesini sağlamıştır. Katılımcılar, organizasyonun son derece düzenli ve iyi yürütüldüğünü, hizmetlerin memnuni-yet verici olduğunu belirtmişler; ancak oturumda müzakerelere yer verilmemesi-ni bir eksiklik olarak görmüşlerdir. Bu tür sempozyumların 14., 15. ve 16. yüzyıl-lar şeklinde zincirleme sürdürülmesinin önemine işaret edilmiştir.

    Bu Sempozyum, büyük oranda Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bilimsel Araş-tırma Projeleri Biriminin kabul edip desteklediği 361 nolu proje çerçevesinde ve Türk Tarih Kurumunu’nun sağladığı ek destekle gerçekleştirilmiştir.

    Bu Sempozyumun düzenlenip icra edilmesinde emekleri geçen Rektörü-müz Sayın Prof. Dr. Metin Doğan, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Kankal, Yrd. Doç. Dr. Şahban Yıldırımer, Yrd. Doç. Dr. Halil İmamoğlugil, Ar. Gör. Muhammed Enes Kala ve üniversitemiz içinden ve dışından katkıları olan diğer bütün hocalarımıza; Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Metin Hülagü’ye; ayrıca projenin yürütülmesinde çabalarını esirgemeyen İdari ve Mali İşler Daire Başkanı Sayın Sadullah Çiftci ve persone-line teşekkür ediyorum.

    Doç. Dr. Murat Demirkol

  • PROTOKOL KONUŞMALARI Prof. Dr. Ahmet Kankal1 Öncelikle hayırlı sabahlar ve hayırlı günler dileyerek sözlerime başlamak is-

    tiyorum. Tabi benim için en zor şey, irticalen bir şeyler söylemeye alışkın birisi olarak metne bağlı kalmak. Ama birazdan metinden bir şeyler okumak ve biraz da irticalen konuşmak ise daha zor olacak. Sayın Rektörüm, Sayın Türk Tarih Kurumu Başkan Yardımcım, kıymetli katılımcılar, saygıdeğer hocalarım, kıymet-li öğrenciler hepiniz hoş geldiniz. Tabi ki benden sonra Türk Tarih Kurumu başkanım yurt dışında olduğundan dolayı, Sayın Rektörüm kürsüye gelecek ve zannedersem üniversitemizi tanıtan bir konuşma sunacaklar. Ben de karınca kararınca fakültem hakkında bir şeyler sunmak istiyorum.

    2010 yılının sonlarında kurulmuş bir üniversite, Yıldırım Beyazıt Üniversi-tesi. 2012-2013 akademik yılında eğitim-öğretime başlamış, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi olarak da beş bölümle, tarih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji ve felsefe bölümleriyle eğitime başlamış bir fakülte, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi. Bu sene de bilgi ve belge yönetimi olarak öğrencimizi aldık. Altmış kadar yurtdışı görevi bulunan öğretim üyemiz var, yine altmış kadar öğretim elemanımız var, 1950 kadar öğrencimizle Ankara’da beşinci devlet üniversitesi olarak yeni bir ses ve yeni bir nefes olmaya çalışıyoruz. Uluslararası On Üçüncü Yüzyılda Felsefe Sempozyumu fakülte olarak yaptığımız üçüncü etkinliktir. Bunun öncesinde Üniversite ve Fakülte olarak “Uluslararası 1402 Ankara Savaşı Kongresi”ni tertip ettik. Yine Fakültemizin Sosyoloji ve Psikoloji bölümleri olarak “21. Yüzyıl Dünya Çocuk Zirvesi”ni tertip ettik. İcra ettiğimiz bu etkin-lik, kuruluşumuzdan iki yıl daha geçmeden icra ettiğimiz üçüncü etkinliktir. Tabii Ankara’da bulunuyor olmamızın üniversitemiz ve fakültemiz için bazı avantajları var. Çeşitli devlet kurumlarıyla ortaklaşa çalışmalar yapabiliyoruz, projeler gerçekleştirebiliyoruz. Bilgi ve tecrübemizi bu yolla artırabiliyoruz. Bu şekilde toplumumuza ve ilim dünyasına katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

    Uluslararası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu bir proje olarak Doç. Dr. Murat Demirkol tarafından önüme konduğunda ben de çok heyecanlandım. Tabi bu Sempozyum Yrd. Doç. Dr. Şahban Yıldırımer, Yrd. Doç. Dr. Halil İmamoğlugil ve Arş. Gör. Muhammet Enes Kala’nın aralarında bulunduğu bir tertip heyeti tarafından hazırlanmıştır. Sağ olsunlar, arkadaşlar bana fazla iş dü-şürmeden canla başla çalıştılar, her başvurduklarında da işlerin akışına elimden gelen katkıyı verdim. İşin içinde Felsefe Bölüm Başkanı Doç. Dr. Levent Bay-raktar ve tüm felsefe bölümü öğretim elemanları görev aldılar. Kendilerine ben çok teşekkür ediyorum. Hakikaten çok üstün gayret gösterdiler, sağ olsunlar, var olsunlar. Sayın Rektörümüze tıpçı deyince tabii eksik kalıyor, konuyla ilgili en az sosyal bilimciler kadar çaba sarf eden birisi kendisi. Üniversitemizde sosyal bi-limler alanındaki sempozyumlar ve toplantılar tıp alanında olanlardan çok daha fazla. Üniversitemizden konuyla ilgili gerçekten böyle bir beklenti var, sosyal

    1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı

  • 12 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    bilimlerle ilgili çalışmaları üniversitemiz üstlenmeye çalışmaktadır. Katkısı olan-lar var, öncelikle Sayın Rektörüm Prof. Dr. Metin Doğan’ı özellikle zikretmem lazım. Yine benden önceki dekanımız olan, şu anda Atatürk, Dil ve Tarih Yük-sek Kurumu başkanlığını yürüten Prof. Dr. Derya Örs ve Türk Tarih Kurumu başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü, biraz önce isimlerini andığım hocalarıma ve Felsefe bölümü hocalarına çok teşekkür ediyorum. Bir tarihçi olarak 13. yüzyıl-da felsefenin en zirveye çıktığı, ama aynı zamanda siyasi karışıklıkların da zirve-de olduğu bir dönem olarak biliyorum. Bu dönem Selçuklunun son yılları Os-manlının ilk yıllarını kapsayan bir dönem. Demek ki siyasî karışıklılar yaşansa da ilmî, fikrî ve felsefî açıdan zirvede olunabiliyor. Yani her şey izafi, yükselme denilen şey izafi bir içerik taşıyor. Neyde yükselme ya da neyde gerileme. Ulusla-rarası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu bize bunu sunacaktır. Bu yüzyılda bir Moğol tahakkümü var, İslam dünyasında ve Selçuklularda bir karışıklık var ama ilmi anlamda da bir yükseliş var. Bugünün gençlerinin sıkıntısı şuradan kaynak-lanıyor, bunu bir tarihçi olarak söylüyorum. Benimde öğrenci olduğum zaman-larda tarih hep siyasi içeriğiyle öne çıkarıldı. Bunun kültür ve medeniyet boyutu ihmal edilirdi. 1980’lerden sonra kültür ve medeniyet boyutu da ön plana çık-maya başladı. Ama yine de gençlerimizin büyük çoğunlu açısından şöyle bir sıkıntı var ki bunlar her şeyin menşei ve mebdeini Batı olarak görüyorlar. Bu sempozyum bize geriye dönük hangi potansiyele sahip olduğumuzu, geçmişte neler yaptığımızı, tabi geçmişimize dayanarak karnımızı doyuramayız ama ne olduğumuz bilincini, çalışırsak ne yapabileceğimiz bilincini bize aşılayabilecek diye düşünüyorum. Bu açıdan öğrenci arkadaşlarımızın potansiyelimizi bilmeleri anlamında faydalı olacaktır. Sempozyumumuza altmış kadar katılım söz konusu. Ağırlığı Türkiye olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İran ve Azerbaycan’dan katılan tebliğcilerimiz var. Felsefe-mantık ekseninde konuşma-lar söz konusu. Tabii 13. yüzyıl aydınlatıldıktan sonra sonrasının planlanması gerekiyor, tarih orada başlamadığı gibi orada da bitmemiştir.

    Kürsüye çıkan konuşmayı bitirmezmiş, ama ben fakültem konusunda, sempozyum ve katılımcılar konusunda bir şeyler söyledim. Dolayısıyla burada konuşmamı sonlandırmak istiyorum. Rahatınızı bozarak böylesi bir programda bizimle birlikte olduğunuz için hem katılımcılara hem de dinleyicilere çok teşek-kür ediyorum.

    Prof. Dr. Metin Doğan2 Değerli katılımcılar, kıymetli misafirler öncelikle hepinize hoş geldiniz di-

    yorum. Aramızda çok kıymetli misafirlerimiz var, bu kadar felsefecinin arasında felsefe yapmak istemiyorum ama bir hekim olarak on üçüncü yüzyılda beni ilgilendiren, ilgilendirdiğini düşündüğüm konular hakkında, üniversitem hakkın-da kısa bilgi vermek istiyorum. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, genç bir üniversite Ankara’da kurulmuş, Ankara’nın beşinci devlet üniversitesi. 2010 yılı sonunda kuruldu ve 2011 yılının ilk aylarından itibaren faaliyete başladık. Üç yıl içerisinde

    2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü

  • PROTOKOL KONUŞMALARI ǁ 13  

    gerçekten çok hızlı bir gelişme gösterdik. Belki başkent Ankara’da olmamızdan olsa gerek hem öğretim üyeleri hem de öğrenciler tarafından yoğun taleple kar-şılaştık. Bu talepler bizi çok hızlı bir şekilde bir yapı oluşturmaya da zorladı di-yebilirim. Bunda öğretim üyelerimiz, dekanlarımız, rektör yardımcılarımız ve idari personelimizin de çok büyük payları vardır. Bugün yedi bine yakın öğrenci-si, yedi yüz akademisyeni ve üç yüz öğretim üyesiyle yüksek öğretim ve bilim alanında söz sahibi olmayı hedeflemiş bir üniversite görünümünde. Bu anlamda emin adımlarla ilerlemeye gayret ediyoruz. Bugün bilimsel programlarımızdan bir örnek olarak uluslararası katılımlı On Üçüncü Yüzyılda Felsefe Sempozyu-munda bir araya gelmiş bulunuyoruz.

    Doç. Dr. Murat Demirkol, on üçüncü yüzyılla ilgili bir etkinliğin yapılma-dığını söyledi ve bu alanda yapılacak bir sempozyumun önemli bir boşluğu dol-duracağını belirterek destek talebinde bulundu. BAP projesi kapsamında böyle bir etkinliği üstlendi ve ekibiyle birlikte büyük çaba sarf ederek bu programı hazırladı. Bu vesileyle bu ekibe, Felsefe Bölüm başkanı Doç. Dr. Levent Bayrak-tar’a ve Dekanımız Prof. Dr. Ahmet Kankal hocama teşekkürlerimi açıkça ifade ediyorum.

    On üçüncü yüzyıl bir hekim olarak az da olsa tarih bilgimde anlayabildiğim kadarıyla aslında bu yaşadığımız toprakların fikri açıdan belki de daha önemlisi felsefi açıdan fethedildiği bir döneme gelmekte. Tabi bazı hocalarım locada konuşurken itiraz etmişlerdi, biz bu toprakları altı bin yıl önce fethettik demiş-lerdi ama. Benim anladığım kadarıyla bu yüz yıl altı yüzyıl hüküm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğunun temellerinin atıldığı ve devamında da bugün Türki-ye Cumhuriyetimizin yaşadığı toprakların hem fikri olarak hem de siyasi olarak fethedildiği bir döneme denk gelmektedir. İşte bu dönemde yaşamış Hz. Mev-lana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evran, Horasan Erleri ve daha saya-mayacağım pek çok gönül erleri de bu toprakları aslında kalbi olarak fethetmiş-lerdir. Dünyanın yaşadığı tarihsel süreçler içerisinde Doğu ile Batının temas ettiği dönemlerde fikri, felsefi ve siyasi değişimlerin temelini oluşturduğunu anlıyorum. Nasıl ki Büyük İskender’in Doğu seferinden sonra Roma İmparator-luğu ve devamına Bizans İmparatorluğu kurulmuşsa yine bu on bir, on iki, on üçüncü yüzyıllarda Anadolu için düşünecek olursak özellikle on üçüncü yüzyılda bu felsefi değişimden sonra da altı yüz yıl sürecek ve dünyaya hükmedecek Os-manlı İmparatorluğunun doğduğunu göreceğiz. Yine benzer zamanlarda Batıyla temas noktası olan Endülüs’teyse ve özellikle Kurtuba’daki büyük doğudan gelen hazinenin Latinceye çevrilmesi ve Avrupa dillerine çevrilmesiyle de o tarihlere göre çok yakın zaman içerisinde başlayacak olan Avrupa’nın muhteşem gelişimine neden olacak olan Rönesans’ın temellerinin de atıldığını hissetmekte-yiz. İşte bu yüzden on üçüncü yüzyıldaki bu değişim, dönüşüm, Doğu ve Batı-nın teması büyük bir kültürel ve siyasi değişimin aslında habercisi ve tetikleyicisi olmuştur. Tabi burada ifade etmek istediğim bir nokta daha var, ben bir heki-mim, değerli hocalarım da bundan bahsettiler. Öğrenci olduğum zamanlarda ansiklopediyi açık değerli bir Türk bilginini veya geçmişte yaşamış bir İslam bilginini okuduğumda ki okuduğum Orta okulun ismi Uluğ Bey idi, her sabah girdiğimde onunla ilgili tarihi bir tanımlama vardı, işte hekim, filozof, astronomi

  • 14 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    bilgini diye devam eden, yani bütün bilim dallarını bünyesinde barındıran bilim adamları vardır o dönemde. Tabi ki bunlara örnek olacak olan Kutbeddin Şirazi veya Lokman Hekim tabi bu daha önceki yıllarda veya İbn Sînâ ki iki değerli kitabından felsefe kitabına Şifa, tıp kitabına da El-Kanun fit’Tıbb adlarını ver-miştir. Ben geçen hafta Bologna Üniversitesinin ziyaret ettiğimde orada 1600’lü yıllardan kalma bir kütüphane vardı ve kütüphanenin en nadide eseri, bu El-Kanun fit’Tıbb adlı kitaptı, onun, özel bir yer ayrılmış, nadide eserlerin yer aldığı bir yerde özel bir sehpaya konmuş Latince çevirisi orada yer almaktaydı. Yani aslında dünyadaki bilime yön vermiş, çok sayıda bilim adamımız var. Bunların bir kısmı benim açımdan önemli olduğu için söylüyorum. Hem hekim hem de hakîm yani filozof olduklarından dolayı belki de kendi adıma bu tarihsel süreç-ten ziyade kendi adıma söyleyebileceğim acaba biz hekimler olarak insanları organlardan oluşan bir makineler gibi mi ya da yine insanların duygu, düşünce, inanç, zekâ gibi kavramları da bünyesinde taşıyan bir varlık olduğunu mu dü-şünmemiz gerekir? Belki de insanı ve diğer varlıkları evrenin bütünü içerisinde anlamak ve yorumlamak zorunda olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.

    Tabi sözü çok fazla uzatmak istemiyorum. Burada çok değerli bilim adam-ları var, on üçüncü yüzyıldaki felsefe ve bunun daha önceki uzanımları ve son-raki etkileri derinlemesine bu Sempozyumda tartışılacak. Ben sözlerime son verirken özellikle bu Sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen Murat Demirkol hocam ve yürütme kurulu ekibine, Levent Bayraktar hocama, değerli dekanımız Ahmet Kankal Beye, Atatürk, Dil, Tarih Yüksek Kurul Başkanımız Derya Örs Bey’e ve Türk Tarih Kurumu Başkanı Metin Hülagü Bey’e huzurla-rınızda teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

  • 13. YÜZYIL FELSEFE ve BİLİMİNE GENEL BAKIŞ

    Oturum Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar1 Sayın Rektörüm, kıymetli hocalar, sevgili dinleyiciler hepinizi saygıyla se-

    lamlarım. 13. yüzyılda felsefeyi anlamamız ve anlatmamız için bize fırsat veren Rektör Sayın Prof. Dr. Metin Doğan Bey’e, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Kankal Bey’e ve başta Doç. Dr. Murat Demirkol ol-mak üzere Sempozyumu tertip eden heyete teşekkür ederim.

    13. yüzyıl seçimi çok doğru bir seçim. Çünkü birçok şeyin aydınlanmasına umarım vesile olacaktır. Biliyorsunuz ki oryantalist bir akış açısı olarak İbn Rüşd’den sonra felsefenin İslam dünyasından kalktığı görüşü İslam dünyasında da yaygınlık kazanmış, birincisi bu gerekçeyle; ikincisi de tüm toplumlarda geç-mişe tapınma anlamında bir yüceltme var, bu çerçevede mesela İbn Sînâ’dan çok söz ederiz, ama 13. yüzyıldaki bir düşünürü görmeyiz. Bu doğrultuda zihin-lerde, 11. ve 12. yüzyıla kadar gelişmenin olduğu, daha sonra çöküntünün başla-dığı inancı var, bu inşallah değişecektir. 13. yüzyıl birçok açıdan önemli bazı noktalara Sayın Rektörümüz ve Dekanımız değindiler. 13. yüz yıl İslam dünya-sında ilmî, felsefî ve siyasî anlamda çok olumlu, müspet bir dönem diye düşünü-yorum. Birincisi felsefi açından İbn Rüşdçülük gibi İşrakilik adı verdiğimiz felse-fenin yayılması 13. yüzyılda kendini gösterir. Sonra klasik felsefe diyelim Meşşailiğin tasavvuf ve kelama karışmasıyla bu etkinlik kendini daha çok kelam ve tasavvuf alanında göstermiştir. Yine vahdet-i vücud ve vahdet-i şühud gibi tasavvuftaki felsefi düşünce biçimleri de 13. yüzyılda bu topraklarda ortaya çık-mıştır. Biliyorsunuz ki İbn Arabî uzun süre Anadolu topraklarında kalmıştır. Bu bakımdan onların geçmişini saklayan bu topraklar kutsal topraklar diye düşünü-yorum. Yine Yunan filozoflarının birçoğu özellikle Presokratikler dediğimiz düşünürlerin çoğu aslında Yunanlı değil farklı milletlere mensup olsalar da bu topraklarda yetişmiş insanlardır. Dolayısıyla bu toprakları ben bereketli ve ger-çek kutsal topraklar olarak düşünüyorum, Mekke’den sonra. Bu kutsallık sonra Selçuklu ve Osmanlı üzerinden bizlere geçmiştir, Selçuklunun yıkılışı ve Osman-lının kuruluşu da bu döneme rastlamaktadır. Osmanlılarla ilgili onlarda felsefe vardır veya yoktur tartışması bir yana Gibbs adlı düşünür şunları söyler: “Os-manlılarda yazılı felsefi eserler olmasa bile onların zihinlerinde öyle bir külliyat vardı ki altı yüz yıllık devasa bir siyasî sistem onunla kurmuşlarıdır.” Özellikle siyaset felsefesinin olması gerekiyor. Ama şu da var ki bu düşünür yazılı metin her ne kadar yok diyorsa da bugün anlıyoruz ki yazılı metinlere de sahipti Os-manlı. Bu eserler araştırılıp, tasnif edilip, tektik edilmediği için bizler onları çok sınırlı görüyorduk.

    İşte 13. yüz yıl tüm bu açılardan bereketli bir yüz yıldır. Bu açıdan ben se-çimin iyi yapıldığını düşünüyorum. Bir olumsuzluk noktası var bu da Gazali’yi suçlamadan onun Meşşai sistemi ve filozoflarını eleştirmesi –filozofların filozof-

    1 Yedi Tepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi

  • 16 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    ları eleştirmesi gayet doğaldır- ama bu anlayış toptan felsefe karşıtı bir tavra büründü gibi görünüyor özellikle günümüzde. Bu anlayış özellikle ilahiyatlarda felsefeye gerek olmadığı gibi anlayışı taşımıştır, ancak bana göre felsefenin en gerekli olduğu alan ilahiyat alanı, kişiler ise ilahiyatçılardır. İşte bu açıdan bir zihniyet kırılması yaşanmaya başladı. Maalesef İslam dünyası bunun hâlâ etkisi altındadır. Katip Çelebi’nin Mizanu’l Hak’ta belirttiği gibi Osmanlının çöküşü de medreselerde felsefi ilimlerin zayıflatılması ve kaldırılması tespiti de çok doğru bir tespit diye düşünüyorum. Dolayısıyla yeniden canlanmanın yolu yeniden felsefeye dönüştür. İşte bu sempozyum ve diğer etkinliklerin zihinlerimizi etki-leyerek yeniden canlanmaya vesile olabileceğini düşünüyorum. Bu zihniyet önemli, çünkü her şey zihniyete bağlı, ülkemizde birçok alanda gelimeler var, ama zihniyet gelişimi özellikle bilimsel zihniyet hâlâ tamamlanmış değil. Umarım o da tamamlanır. İşte İslam dünyasında her şey siyasete endeksli yapılıyor, med-reseler açılıyor, okullar açılıyor, üniversiteler açılıyor, hocası olmadan, binası olmadan plansız şekilde açılıyor. Onların açılması lazım, ihtiyacımız var, ama planlı bir şekilde bunların önceden tasarlanarak yapılması daha uygun olur. Üç beş tanesi açılıp üç beş yıl sonra bir üç beş tanesini açmak daha uygun olabilir. Dolayısıyla bizi geri bırakan filozoflar değil siyasilerdir demek daha doğru olabi-lir. Onun için inşallah İslam dünyası çok daha kaliteli siyasiler de görür ve geli-şim müspet anlamda hızlandırılır.

    Şimdi sözü fazla uzatmadan konuşmacıların her birine otuz dakika süre ve-rerek önümdeki Sempozyum programını takip ederek arkadaşlarıma sözü bıra-kıyorum.

  • VII/XIII. Yüzyılda İbn Sînâcı Gelenek: Tenkit ve Terkip Arasında Ömer Mahir Alper1

    İslâm felsefe tarihçilerinin Gazzâlî (ö. 505/1111) veya İbn Rüşd (ö.

    595/1198) sonrası felsefî geleneğe ilgisi nispeten yeni olup bu geleneğe dair yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bunun, başta klasik oryantalist tezler olmak üzere elbette çok çeşitli sebepleri vardır. Burada bu sebepleri bir mesele halinde ele almak konumuzun dışındadır. Ancak birçok çağdaş araştırmacının da gayet haklı olarak işaret ettiği gibi, İslâm felsefesi alanında yapılan çalışmaların kahir ekseriyetinin Kindî (ö. 256/870’ten sonra) ile İbn Rüşd arasında sıkışıp kaldığı da bir vakıadır. Bu çerçevede alanla ilgili bazı çalışmalar ve tetkikler istisna edile-cek olursa, İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) ardından onun felsefesinin tarihsel seyri ve İslâm düşünürlerinin eş-Şeyh’in felsefî mirasıyla ilişkileri hakkında yeteri düzeyde bir incelemeye sahip olmadığımızı baştan belirtmek gerekir.

    Bununla birlikte son zamanlarda yapılan çalışmalar kesin olarak göstermek-tedir ki, VI/XII. ve VII/XIII. yüzyıllar, İbn Sînâcı birikim bakımından olduğu kadar mütekellimûnun ve mutasavvifûnun felsefeleri ile matematik, astronomi, coğrafya ve tıp gibi çeşitli bilimler açısından da son derece yüksek bir dönemi ifade etmektedir. (Bu dönemle ilgili olarak muhtelif bilimler alanındaki yüksek başarı hakkında sadece bir fikir edinmek için Fuat Sezgin’in hazırlamış olduğu İslâm’da Bilim ve Teknik kitabının ilk cildindeki ilgili yüzyıllara bakmak bile yeterli olabilir). Böylece en iyimser haliyle tam bir bilgisizlikten neşet eden ‘çöküş teori-leri’nin birer efsaneden ibaret olduğu, artık son derece aşikâr bir hal almıştır. Dahası İbn Sînâ sonrası döneme ilişkin çalışmalar nicelik ve nitelik olarak arttık-ça, İbn Sînâ bağlamında ‘altınçağ’ olarak nitelendirilen dönemde (Dimitri Gutas’a göre V/XI-VIII/XIV. yüzyıllar) veya daha sonraki dönemlerde farklı düşünürler ve gelenekler açısından muhtelif altın çağların keşfedileceği de öngö-rülebilir. Zira İslâm düşünce ve felsefe tarihinin, tek çizgi halinde değil, birbiriy-le irtibatlı olmakla birlikte paralel akımlar ve gelenekler tarzında bir seyir takip ettiği gözlemlenebilmektedir.

    Burada özellikle bazı Batılı araştırmacıların yaptığı gibi kelâm ve tasavvuf felsefelerini İslâm felsefesi kapsamı dışında tutmanın ve bütün bir İslâm felsefe geleneğinin İbn Sînâ merkezli okunmasının yanlışlığını da vurgulamak gerekir. Esasen İslâm felsefe geleneğinin felâsifeye indirgenmesinin ve İşrâkîlik de dâhil olmak üzere bütün bir felâsifenin İbn Sînâ temelinde okunmasının belirli bir ‘discourse’un ürünü olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda “kendisinden önceki tüm eğilimlerin doruk noktasını temsil eden” bir filozof olarak değerlendirilen İbn Sînâ’nın, “kendisinden sonra gelen her şeyin kaynağı durumunda (constitutes the fountainhead of everything that came after him)” görülmesi bir hayli abartılıdır.

    1 Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü (İslam Felse-fesi) Öğretim Üyesi

  • 18 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    Elbette İbn Sînâ’nın ölümünün ardından onun felsefî ve bilimsel mirası, yüzyıllar boyunca muhtelif kişiler, akımlar ve çevreler tarafından ciddi bir bi-çimde incelenmiş, tedris edilmiş, nakledilmiş, hararetle tartışılmış ve dikkatli bir alımlanmaya maruz kalmıştır. Ancak İbn Sînâ’nın mirasından istifadeyle birlikte yeni sistemler ve terkipler oluşmuş olup artık bunlar salt İbn Sînâcılıkla açıkla-namaz hâle gelmiştir. Nasıl İbn Sînâ felsefesi, Aristoteles’e veya Yeni Platoncu-luğa indirgenemezse, aynı şekilde –mesela- Sühreverdî (ö. 587/1191) tarafından inşa edilen İşrakî gelenek de ‘İşrakî İbn Sînâcılık’ olarak değerlendirilemez. Yine Gazzâlî tarafından genel çerçevesi çizilen ve Fahrüddin er-Râzî (ö. 606/1210) tarafından inşa edilip takipçileri tarafından geliştirilen ‘felsefî kelâm’ sisteminin de İbn Sînâcılığa indirgenmesi mümkün değildir.

    Özellikle Gazzâlî sonrası ortaya çıkan muayyen fikrî sistemlerin veya akım-ların İbn Sînâ’dan istifade ile geliştirilmekle birlikte İbn Sînâ’nın mirasının sade-ce fizik ve metafizik alanlarında değil aynı zamanda yöntemsel olarak da bir dönüşüme uğratılarak teşkil edilmiş yeni felsefî sistemler olduğunu bugünkü bilgilerimiz ışığında kabul etmek gerekir. Aksi halde ortaya çıkacak durum, ka-baca ifade etmek gerekirse, sonraki dönem İslâm düşünce ve felsefe geleneğini İbn Sînâ’ya indirgemek, İbn Sînâ’yı ise Arapça’daki Aristoculuk olarak görerek İslâm entelektüel tarihini nihai anlamda Aristoculuk olarak yorumlamak olacak-tır. Her ne kadar Gazzâlî sonrası gelişmeleri, İslâm düşüncesinin ve daha özelde İslâm kelâmının Helenleşmesi olarak görmek bazı Batılı araştırmacıların hoşuna gitse de, bu yaklaşımın insaf sınırlarını aştığı aşikârdır.

    Kuşkusuz İbn Sînâ metinleri, İbn Sînâ’nın ölümünün ardından yüzyıllar boyunca okunmaya, incelenmeye ve geliştirilmeye devam etti. İbn Sînâ felsefe-sinin VII/XIII. yüzyıla kadarki intikal ve yayılma sürecinde Cüzcânî (ö. ?), Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ma’sûmî (ö. 430/1038), Isfahanlı Hüseyin b. Zeyle (ö. 440/1048) ve Behmenyâr b. Merzübân (ö. 458/1066) gibi İbn Sînâ’nın arkadaşları veya birinci kuşak talebeleri ile Ebu’l-Abbas Fazl b. Mu-hammed el-Levkerî gibi (ö. ykl. 517/1123) İbn Sînâ’nın ikinci kuşak öğrencileri-nin merkezî bir konumu bulunmaktadır. Yine İbn Sînâ’nın üçüncü kuşak talebe-lerinden filozof ve matematikçi Muhammed el-Efdal Abdurrezzâk et-Türkî’nin (ö. ?); tabip, filozof ve matematikçi Ebû Ali el-Hasan b. Kattân el-Mervezî el-Buharî (ö. 548/1153) ile Kutbuzzemân olarak anılan Muhammed b. Ebî Tâhir et-Tabasî el-Mervezî’nin (ö. 539/1144); Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi’nde hocalık yapmış olan ve burada üne kavuşan Ebu’l-Feth Es’ad b. Muhammed el-Meyhenî’nin (ö. 527/1133); Şerefüddin Muhammed b. Ali (Yusuf) el-Îlâkî’nin (ö. 536/1141) ve benzerlerinin de İbn Sînâ’nın felsefesinin sonraki kuşaklara aktarılmasında ve yaygınlaştırılmasında önemli bir yeri vardır. Bunlar sadece İbn Sînâ’nın fikirlerinden istifade etmekle kalmamış; müstakil eserler telif etmek yanında aynı zamanda onun eserlerini derlemek, görüşlerini kaleme almak ve bunlara birtakım ilave ve şerhlerde bulunarak zenginleştirmek ve hatta yeniden yapılandırmak gibi katkılarda da bulunmuşlardır.

    Ancak İbn Sînâ felsefesine yönelik olarak VII/XIII. yüzyıla bırakılan miras, sadece bu olumlayıcı tutum ve yaklaşım değildir. V/XI. yüzyılın sonlarından (Gazzâlî Tehâfütü’l-felâsife adlı eserini 487/1094’te yazdı) XIII. yüzyıla gelindiğin-

  • 13. YÜZYIL FELSEFE ve BİLİMİNE GENEL BAKIŞ ǁ 19  

    de İbn Sînâ felsefesine yönelik belirgin bir eleştirel tavrın varlığına ve bu eleştirel tavır üzerinden farklı terkip ve modellerin geliştirildiğine de tanık olunmaktadır.

    VI/XII. yüzyılda kendini açıkça belli eden bu eleştirel tavır, Eş’arî kelâm geleneği içerisinde Gazzalî ile başlamış ve Gazzâlîci denilebilecek bir akım ola-rak gelişmiştir. İbn Sînâ felsefesinin yaygınlık kazanmasına bir tepki olarak orta-ya çıkan ve gelişen bu akım üzerinde Gazzâlî’den de etkilenmiş bulunan Ebu’l-Berekat el-Bağdadî’nin (ö. 560/1165’ten sonra) İbn Sînâ eleştirileri de müessir olmuştur. İbn Sînâ’nın el-Kânûn’unun ilk bölümleri üzerine yazdığı hâşiyeleri (Havâşî) de bulunan Bağdadî, İbn Sînâ’dan sonra felâsife geleneği içerisinde, İbn Sînâ’ya sistemli bir biçimde eleştiriler getiren ilk filozoftur. Şemsüddin eş-Şehrezurî’nin (ö. 687/1288’dan sonra) bildirdiğine göre onun eleştirileri ve sor-gulamaları daha sonra VI/XII. ve VII/XIII. yüzyıllarda Râzî ve ekolü içerisinde yer alan düşünürler üzerinde etkili olmuştur. Gazzâlî’den farklı olarak Bağdadî, sadece İbn Sînâ eleştirisiyle yetinmemiş, aynı zamanda kendi düşünce sistemini oluşturarak İbn Sînâ felsefesine bir alternatif model de ortaya koymuştur.

    Ayman Shihadeh’nin son yıllarda yapmış olduğu çalışmalarda da ortaya koyduğu gibi VI/XII. yüzyılda Gazzâlîci bu akımın önemli temsilcileri olarak Şerefüddin Muhammed b. Şerefüddin el-Mes’udî (ö. yaklaşık 585/1189-590/1194) ve İbn Gîlân el-Belhî’nin (VI/XII. yüzyıl) öne çıktığı görülmektedir. Birbiriyle ilişki içinde olan bu düşünürler, özellikle İbn Sînâ felsefesine yönelen, bu felsefeyi tahsil eden, ancak Gazzâlî gibi ciddi ve önemli eleştiriler getiren kimselerdir. Gazzâlî’den farklı olarak bu düşünürlerin, çeşitli kelamî konulara yoğunlaşmaktan ya da farklı kelamî ekollere eleştiriler getirmekten ziyade kendi-lerini esas olarak İbn Sînâ eleştirisine hasrettikleri görülmektedir.

    VI/XII. yüzyılda, Râzî’nin el-Münâzarât’ta “büyük ünü”nden söz ettiği İbn Gîlân el-Belhî, kendisini adeta İbn Sînâ eleştirilerine adar. Nitekim o, günümüze ulaşan Hudûsü’l-’âlem adlı eserinde özellikle İbn Sînâ’nın âlemin hudûsunun mümkün olmadığı yolundaki düşüncesine karşı köklü ve derinlikli eleştirilerde bulunur ve âlemin hâdis olduğunu kendi bakış açısından temellendirmeye çalışır. Belhî’nin, kitabını bu meseleye hasretmesi, ona göre bu meselenin hem usûlüddinin ana meselelerinden biri olması hem de felâsifenin ve daha özelde İbn Sînâ’nın pek çok görüşünün bu mesele üzerine bina edilmesi sebebiyledir. Dolayısıyla Belhî, felâsifenin ve hususen İbn Sînâ’nın bu meseledeki görüşünü eleştirmekle esasında İbn Sînâcı felsefî sistemin omurgasına yönelik bir tenkitte bulunduğu kanaatindedir. Ayrıca Belhî, et-Tavtie li’t-tahtie adlı eserinde de İbn Sînâ’nın mantık alanındaki birtakım düşüncelerini tenkit eder ki, ona göre İbn Sînâ’nın, bu konularda hatalı olabileceği kimsenin aklına gelmemektedir. Yine o, Hudûs kitabında İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât’ına karşı et-Tenbîh ‘alâ temvîhâti Kitâbi’t-tenbîhât adlı bir eleştiri metni kaleme alacağını; ayrıca onun diğer kitapla-rında yer alan “gerçeğe aykırı bütün görüşlerini iptâle” yöneleceğini bildirir. Bu çerçevede Belhî, İbn Sînâ’nın el-Kanûn’una da bir eleştiri metni kaleme almıştır ki, bu metin bu yıl Ayman Shihadeh tarafından neşredilmiş ve İngilizce’ye ter-cüme edilmiştir.

  • 20 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    Belhî, eserinde, İbn Sînâ’nın asıl hedef yapılmasının sebebini de ortaya ko-yar ki, bu, aynı zamanda İbn Sînâ’nın VI/XII. yüzyıldaki konumunu gösteren önemli bir belge niteliğindedir. Kendi döneminde felâsifenin eserlerinin Müs-lümanlar arasında yaygınlık kazandığını birçok kez bildiren Belhî, Hudûs’un giriş bölümünde şöyle bir tespit yapar: “Günümüzde bir kısım insanın (kavm) kal-binde şöyle bir düşünce kök salmıştır: [İbn Sînâ] ne söylemişse hakikat odur; onun yanılması mümkün değildir ve onun söylemiş olduğu herhangi bir hususta ona muhalif olan kimse, akıllı bir kişi olamaz.”

    “Müslümanlar arasında felâsifenin görüşlerinin yaygınlaşması ve kitapları-nın çoğalması sebebiyle bozulmanın ortaya çıktığı”nı belirten Belhî, kendi dö-neminde, bu bozulmanın özellikle “İbn Sînâ ve taraftarlarının (şî’âtihi) kitapla-rından ve onların görüşlerinden kaynaklandığı”nın altını çizmekte ve felsefeye yönelimin o dönemde İbn Sînâ ve eserleri üzerinden gerçekleşmesi sebebiyle kendisine ‘hasım’ olarak onu seçtiğini belirtmektedir ki, bu ifadeler, İbn Sînâ ve İbn Sînâcı geleneğin o yüzyıldaki yerini göstermesi bakımından oldukça mü-himdir.

    Mezkûr Gazzâlîci akım içerisinde yer alan ve Râzî’nin el-Münâzarât’ta “fel-sefede olduğu kadar kavrayış, zekâ ve tahkikte de meşhur bir şeyh” olarak nite-lendirdiği Mes’udî ise, İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına Kitâbu’ş-Şukûk adıyla eleştirel bir şerh yazmış ve burada İbn Sînâ’nın fizik ve metafizik alanındaki görüşlerine önemli eleştiriler getirmiştir. Belhî’de olduğu gibi onda da Gazzâlî etkisi açıktır ve doğrudan Gazzâlî’ye ve Tehâfüt’üne göndermelerde bulunur. Shihadeh’nin tespit ettiği üzere, Mes’ûdî’nin İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına ilk şerh olma özelliği de gösteren bu metni sadece İbn Sînâ’ya eleştiriler yöneltmez, fakat aynı zamanda İbn Sînâ’nın görüşlerine karşı alternatif çözüm önerilerinde de bulunur. Kitâbu’ş-Şukûk’a karşı Râzî, Cevâbât an Şukûk adıyla bir eleştiri metni kaleme almış olsa da, bu eserin, Razî’nin geliştirdiği yeni yaklaşımının en azından ilham kaynakla-rından biri olduğu söylenebilir.

    Burada ayrıca İsmailî/Eş’arî çizgiden hareketle İbn Sînâ’ya eleştiriler yönel-ten Şehristânî’yi (ö. 548/1153) de anmak gerekir. O, Kitâbu Musâra’ati’l-felâsife adlı eserinde, “İslâm filozoflarının en bilgini”, “yolunun en dakik, hakikate bakı-şının (nazaruhu) en derin” olduğunu söylediği ve “hikmete dair ilimlerde en seçkin ve felsefede zamanın en bilgilisi olduğunda ittifak bulunduğu”nu kaydet-tiği İbn Sînâ’yı metafiziğe dair muhtelif meselelerde şiddetli bir eleştiriye tâbi tutmuştur. Daha sonra Nasîrüddin et-Tûsî (ö. 672/1274), Musâri’u’l-Musâri’ adlı bir eser kaleme alarak bu eleştiriye karşı bir eleştiride bulunmuştur. Bu eserinin girişinde Tûsî, Şehristânî’nin mezkûr kitabını öğrencilerinde görerek bu eserin farkına vardığını, onun “davası”nın kendisini bu eseri incelemeye sevk ettiğini ve buna bir cevap verme ihtiyacını şiddetle hissettiğini kaydetmektedir.

    VI/XII. yüzyılda İbn Sînâ felsefesine yönelik eleştirel tavır, kendini sadece Eş’arî kelâm geleneği içerisinde göstermez. Aksine Mu’tezilî kelâmı içerisinden de bu eleştirel tavrın varlığına şahit olunmaktadır. Mesela bunlardan biri, Rüknüddîn İbnü’l-Melâhimî’nin (ö. 536/1141) tenkitleridir. İbnü’l-Melâhimî, yakın zamanda (2008 yılında) neşredilen eseri Tuhfetü’l-Mütekellimîn fi’r-red ‘ale’l-

  • 13. YÜZYIL FELSEFE ve BİLİMİNE GENEL BAKIŞ ǁ 21  

    felâsife adlı çalışmasında felâsifeye ve özellikle de İbn Sînâ’ya önemli ve keskin eleştiriler getirir. İbnü’l-Melâhimî’nin böyle bir eleştiriye girişmesinin sebebi de, onun ifadesiyle, kendilerini fakîh olarak gören (el-mütefakkihe) çağdaşlarının pek çoğunun, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi sonraki dönem filozoflarının (el-felâsifeti’l-müteahhirîn) ilimlerine yönelme konusundaki hırslı çabalarıdır. Bu kimseler içerisinde Şâfiî ve hatta Hanefî mezhebine bağlı olan bir topluluğun da yer aldığını belirten İbnü’l-Melâhimî, İslâm’ın temel öğretisinin birtakım felsefî görüşlerin alımlanması dolayısıyla büyük bir tehlike içerisinde olduğunu düşün-mektedir. Ona göre Hıristiyanların önde gelenlerinin Yunan felsefesine yönel-mesi sebebiyle Hz. Îsâ’nın getirmiş olduğu din, nasıl tahrif olduysa, benzer bir durum İslâmî öğretiler (emrü’l-İslâm) için de söz konusu olabilir. Onun bu ve benzeri açıklamaları, VI/XII. yüzyılın ilk yarısında genelde felâsifenin özelde ise İbn Sînâ’nın görüşlerinin fukahâ ve kelâm çevrelerindeki etkisini gösterdiği gibi, dönemin İslâm âlimlerinin, felâsifenin görüşlerini alımlama noktasındaki çabala-rına da işaret etmesi bakımından oldukça anlamlıdır.

    Bu ve benzeri örnekler VI/XII. yüzyılın aynı zamanda kelâm ve felsefenin ciddi manada birbirini etkilediği ve etkileşimde bulunduğu bir dönem olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca son yıllarda yapılan çalışmalar, bu yüzyılda Gazzâlîci bir akımın varlığını gözler önüne sermekte ve Râzî’nin bu akımla doğ-rudan bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Her ne kadar Râzî, bu akımın üyelerine çeşitli eleştiriler yöneltmekteyse de, Shihadeh’nin tespit ettiği üzere, Mes’ûdî’nin Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî ile Gazzâlî arasında gerçekleştirdiği sente-zin, Râzî’nin felsefe ile kelâmı mezcetmesinde etkili olduğu anlaşılmaktadır.

    Râzî’nin felsefe ile kelâm arasında gerçekleştirdiği sentez, bir yandan belirli kelâmî öğretileri yeniden temellendirme ile birlikte kelâmî yönteme yönelik ten-kitlerde bulunma; bir yandan da belirli felsefî görüşleri alımlama yanında felâsifeye, özellikle de İbn Sînâ’ya eleştiriler yöneltme çerçevesinde gerçekleş-miştir. Nitekim onun Nihâyetü’l-’ukûl, el-Mebâhisü’l-meşrikiyye, el-Mülahhas ve Şerhü’l-İşârât gibi eserlerini bu çerçevede kaleme aldığı bilinmektedir. Râzî’nin bu tavrı, sadece bir eleştirel tutum olarak kalmamış; aynı zamanda İbn Sînâ’nın felsefesine karşı büyük bir alternatif sistem olarak tezahür etmiştir. (Burada özellikle Râzî’nin projesi ve bu proje doğrultusunda İbn Sînâ eleştirisi bağla-mında Bilal Ibrahim’in Freeing Philosophy from Metaphysics: Fakhr al-Dīn al-Rāzī’s Philosophical Approach to the Study of Natural Phenomena (Montreal: McGill University, 2013) adlı doktora çalışmasını anmak isterim). Böylece o, VI/XII. yüzyıl sonrası kelâmında önemli bir dönüşümü başlatmıştır. Bu bakımdan İslam dünyasında kelâmcı gelenek içerisinde Râzî’nin etkisi son derece büyük ve kap-samlı olup pek çok yönden Gazzâlî’yi gölgede bırakmıştır.

    Burada VI/XII. yüzyılda İbn Sînâ’ya yönelik eleştiriler ve etkilenmeler bağ-lamında hatırlanması gereken önemli bir figür de Şihâbüddin es-Sühreverdî’dir. Sühreverdî gerek ontoloji gerekse epistemoloji alanlarında İbn Sînâ’ya eleştiriler yöneltmiş ve ondan da istifade ile Meşşâî sisteme bir alternatif olarak, etkileri günümüze kadar devam eden İşrâkîliği kurmuştur.

  • 22 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    Geride bıraktığı etkileri, Sühreverdî’nin yüzyıllar boyu devam eden tesiriyle kıyaslanamayacak olsa da, bu yüzyılda, Meşşâî bir filozof olarak İbn Rüşd’ün İbn Sînâ’ya yönelttiği eleştirileri de dikkate almak gerekir. Gazzâlî’nin Tehâfütü’l-felâsife’sine karşı Tehâfütü’t-tehâfüt adlı eseriyle güçlü bir cevap ortaya koyan İbn Rüşd, bu kitabı yanında diğer pek çok eserinde de İbn Sînâ’yı tenkit ettiği gibi ona karşı Makâle fi’r-Red ‘alâ Ebî Ali İbn Sînâ fî taksîmihi’l-mevcûdât ilâ mümkin ‘ala’l-itlâk ve mümkin bizâtihi vâcib bigayrihi ve ilâ vâcib bizâtihi başlıklı müstakil bir eleştiri metni de kaleme almıştır. Bu eleştirilerinde İbn Rüşd’ün yoğunlaştığı alanlardan biri de İbn Sînâ’nın genelde kelâmî özelde ise Eş’arî geleneğini kadîm felsefî birikime dâhil etmesi ve böylece ‘burhânî’ yöntemden uzaklaşmasıdır. İbn Rüşd’ün bu eleştirileri dikkatle takip edildiğinde, İslâm düşünce tarihinde İbn Sînâ’nın felsefe ile kelâm arasında ‘mezc dönemi’ni başlatan ve fakat bunu felse-fe lehine gerçekleştiren en önemli filozof olduğu yolunda bir sonuçla karşılaşıl-maktadır.

    Bütün bu gelişmelere rağmen VII/XIII. yüzyıl boyunca, tıpkı bir önceki yüzyılda olduğu gibi, İbn Sînâ’nın metinleri entelektüel hayatın ve felsefî eğiti-min önemli bir parçası olmaya devam etmiştir. Tıpçılar, matematikçiler, fakîhler, kelâmcılar ve mutasavvıflar gibi pek çok kesimden âlim ve düşünürler, İbn Sînâ’nın mirasını tahsil etmiş, değerlendirmiş, tenkit etmiş ve bu çerçevede eser-ler kaleme almıştır.

    Mesela VII/XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde, aklî ilimlerde ‘imâm’ diye anılan ve özellikle de İbn Sînâ felsefesinde yetkin olan Kutbüddin el-Mısrî (ö. 618/1221), İbn Sînâ’nın el-Kânûn’unun bir bölümüne şerh yazmış; Esîrüddin el-Ebherî’ye (ö. ykl. 663/1265) İbn Sînâ’nın el-İşârât’ını okutmuştur.

    Aynı şekilde ünlü Eş’arî kelâmcısı olan ve kelâm ile felsefe arasında kendi-ne özgü bir terkip gerçekleştiren Seyfüddin el-Âmidî (ö. 631/1233), aralarında İbn Ebî Usaybi’a’nın (ö. 668/1269) da bulunduğu kendi dönemindeki bazı tıp bilginlerine İbn Sînâ’nın metinleri üzerine kaleme aldığı çalışmalarını okutmuş-tur. Ayrıca Âmidî, VII/XIII. yüzyılda İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına Keşfü’t-Temvîhât adlı bir şerh yazmış ve burada Râzî’nin el-İşârât şerhindeki İbn Sînâ eleştirilerine cevaplar vermiştir. Bunun yanında Âmidî, hayatının son dönemlerinde kaleme aldığı anlaşılan en-Nûru’l-bâhir fî ‘ulûmi’l-evâ’il ve’l-evâhir adlı felsefeye dair en ha-cimli çalışması başta olmak üzere eserlerinde İbn Sînâ’dan önemli ölçüde yarar-lanmış olsa da ona yönelik ciddi tenkitlerde de bulunmuştur.

    Bu bağlamda Ebherî ve Tûsî gibi âlim ve düşünürlere hocalık yapan Kemâlüddin b. Yunus (ö. 639/1242) bir diğer örnektir. Aklî ve naklî ilimlerde dönemin en büyük otoritelerinden olan Kemâleddin b. Yunus, genel olarak felsefî ilimleri ve özelde İbn Sînâ felsefesini okutan önemli isimlerden biridir. O, Müfredâtü elfâzi’l-Kânûn li-İbn Sînâ başlığıyla İbn Sînâ’nın el-Kânûn’u üzerine bir çalışma yapmıştır.

    Refî’uddin el-Cîlî (ö. 641/1244) de İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına bir şerh yaz-mıştır.

    Yine döneminde etkili bir filozof ve tabip olması yanında büyük bir man-tıkçı ve fakîh de olan Efdalüddin el-Hûnecî (ö. 646/1248), İbn Sînâ’nın el-

  • 13. YÜZYIL FELSEFE ve BİLİMİNE GENEL BAKIŞ ǁ 23  

    Kânûn’una şerh yazmış ve bunun bazı bölümlerini (Külliyyât kısmını) İbn Ebî Usaybi’a’ya okutmuştur.

    Râzî’nin öğrencisi olan Şemsüddin el-Hüsrevşâhî (ö. 652/1254) de, VII/XIII. yüzyılda, Eyyûbîler ve Memlukluların hâkim olduğu coğrafyada İbn Sînâ felsefesini okutan isimler arasında yer alır. İbn Ebî Usaybi’a’nın ‘Şeyh’ ve ‘İmâm’ diye andığı Hüsrevşâhî, İbn Sînâ’nın muhtelif eserlerini ihtisar etmiş ve onun ‘Uyûnü’l-hikme adlı eserine şerh yazmıştır.

    Ebû Nasr Feth b. Mûsâ el-Hadrâvî (ö. 663/1265), İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına Nazmu’l-İşârât’ı yazmıştır.

    Felsefe, matematik, astronomi ve tıp alanlarında yüksek bir birikimi yanın-da büyük bir şair ve yönetici de olan İbnü’l-Lebbûdî (670/1271?), İbn Sînâ’nın el-İşârât’ı ile onun el-Kânûn’unun Külliyyât kısmını ihtisar etmiştir.

    Büyük tıp bilgini İbnü’l-Kuf (ö. 685/1286), İbn Sînâ’nın el-İşârât’ı ile onun el-Kânûn’unun Külliyyât kısmına şerh yazmıştır. Onun el-Külliyyât şerhi, oldukça hacimli olup altı cilttir.

    Tıp alanındaki büyük başarılarıyla meşhur filozof ve hadisçi İbnü’n-Nefîs (ö. 687/1288) ise, İbn Sînâ’nın el-Kânûn’unun anatomi kısmına şerh yazmış (Şerhu Teşrîhi’l-Kânûn) ve aynı eserin diğer bölümlerini Kitâbu’l-Mûcez fi’t-tıb adıyla ihtisar etmiştir. Bunun dışında İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına da bir şerh yazmıştır.

    Büyük Sünnî (Eş’arî) kelâmcı ve Hanefî fıkıh âlimi Burhâneddin en-Nesefî (ö. 687/1289), İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına bir şerh yazmıştır.

    Aklî ilimlerdeki birikimi yanında sûfî bir kimliği de bulunan Şemsüddin eş-Şirvânî (ö. 699/1299) de, büyük tıp bilgini ve İslâm bilimler tarihine ve tasnifine dair önemli bir eserin (İrşâdü’l-kâsıd) yazarı İbnü’l-Ekfânî’ye (ö. 749/1348) İbn Sînâ’nın el-İşârât’ını okutmuştur.

    Ekberî-Konevî geleneğinin önemli temsilcilerinden Afîfüddin et-Tilimsânî (ö. 690/1291), el-Keşf ve’l-beyân fî ‘ilmi ma’rifeti’l-insân yeştemil ‘ale’d-dürri’n-nefîs fî şerhi kelâmi’r-Re’îs adıyla İbn Sînâ’nın el-Kasîdetü’l-’ayniyyetü’r-rûhiyye fi’n-nefs’ine bir şerh yazmıştır. (Daha sonra İbn Sînâ’nın bu eseri üzerine yüzyıllar boyu şerhler yazılmış olup bunların önemli bir kısmı eleştirel mâhiyettedir. Nitekim Kâtip Çelebî’nin (ö. 1067/1657) bildirdiğine göre Ali b. Muhammed el-Bistâmî (ö. 875/1470-1), bu esere bir şerh yazmış ve onun baş kısmında “Bunun pek çok şerhi olup ekserisi cerhtir” demiştir).

    Konya’da yaşamış büyük tıp bilgini ve filozof, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin (ö. 672/1273) yakın dostu ve tabibi olan Ekmeleddin en-Nahcuvânî (ö. 701/1302’den sonra) ise, büyük bir hayranlık duyduğu İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına (701/1302’de tamamladığı) bir şerh yazmış ve el-Ecvibe adlı eseriyle de Râzî’nin İbn Sînâ’nın el-Kânûn’una yazdığı şerhindeki eleştirilerine cevap vermiş-tir.

    Yine büyük matematikçi, mantıkçı ve kelâmcı Şemsüddin es-Semerkandî (ö. 702/1303), İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına Beşâretü’l-İşârât adıyla bir şerh yazmış ve burada ayrıca kendisinden önce aynı esere yazılmış bazı şerhlere birtakım eleşti-rilerde bulunmuştur.

  • 24 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    Bedrüddin et-Tüsterî (ö. 707/1306) ise, el-Muhâkemât beyne’t-Tûsî ve’r-Râzî adlı eserinde, Râzî ve Tûsî’nin İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına yazdıkları şerhlerinin değerlendirmesini yapmıştır ki, daha sonra şerhler arasındaki bu ‘muhâkemeler’, bunlara yazılan hâşiyeler üzerinden bir geleneğe dönüşecektir. Kutbüddin er-Râzî et-Tahtânî’nin (ö. 766/1364), (755/1354’te tamamladığı) el-Muhâkemât beyne’l-İmâm ve’n-Nasîr’i ile Devvânî’nin (ö. 907/1501), Kemalpaşazâde’nin (ö. 940/1534) ve Habîbullah Mîrzâcân el-Bâğnevî eş-Şîrâzî’nin (ö. 994/1586) bu esere yazdığı hâşiyeleri bu duruma örnek olarak verilebilir.

    Her biri, kapsamlı çalışmaların konusu olması gereken Tûsî, Esîrüddin el-Ebherî, Necmüddin el-Kâtibî el-Kazvînî (ö. 675/1276-7), Sirâcüddin el-Urmevî (ö. 682/1283), İbn Kemmûne (ö. 683/1284), Kutbüddin eş-Şîrâzî (ö. 710/1311) ve Şemsüddin eş-Şehrezûrî gibi kendilerinden sonraki yüzyılları etkileyen pek çok büyük düşünür ve filozof, VII/XIII. yüzyılda İbn Sînâ metinleri üzerinde çalışan önemli isimlerdir.

    Ayrıca İbn Sînâ’ya yönelik keskin eleştiriler ve hücumlar, bu yüzyılda ve sonrasında da Abdullatif el-Bağdadî (ö. 629/1232), Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî (ö. 632/1234), Necmeddin en-Nahcuvânî (ö. 651/1253’ten önce) ve İbn Teymiyye (ö. 728/1328) gibi muhtelif düşünürler tarafından devam ettiril-miştir.

    Öyle görünüyor ki, VII/XIII. yüzyıl, her kesimden düşünür ve âlimin, felâsifeyle ve özellikle de İbn Sînâcı gelenekle diyaloğa geçmesi bakımından daha önceki yüzyıllarla kıyaslandığında belki de en yüksek ve verimli dönemi ifade etmektedir.

    Bununla birlikte VII/XIII. yüzyıl, özetle işaret etmiş olduğum VI/XII. yüzyıldaki gelişmelere bağlı olarak İbn Sînâ’nın felsefesi üzerinden yeni sentezle-re ve yorumlara tanıklık etmiştir. VII/XIII. yüzyılda İbn Sînâcı mirasın alımlanması devam etmekle birlikte bu, Fahreddin er-Râzî ile Sührevedî’nin çalışmaları başta olmak üzere önceki yüzyılın birikiminden bağımsız olarak ger-çekleşmiş değildir. Bir başka ifade ile VII/XIII. yüzyıl felsefesi, genel olarak saf bir İbn Sînâcılıktan ziyade Râzî ve Sühreverdî gibi kurucu düşünürlerin görüşle-riyle, onların geliştirdiği felsefî modellerle sentezlenmiş ya da en azından onların prizmasından geçerek yeni yorumlara ve açılımlara sahip bir felsefî dönem ola-rak görünmektedir.

    Mesela günümüzde genel olarak İbn Sînâcı bir filozof olarak değerlendiri-len ve fakat hakkında henüz yeterince çalışılmamış olan VII/XIII. yüzyıl filo-zoflarından olan Ebherî’nin Keşfü’l-Hakâik, Münteha’l-Efkâr, Merâsidü’l-mekâsıd ile Tenzilü’l-efkâr gibi eserleri üzerinde İbn Sînâ yanında Râzî ve Sühreverdî’nin derin etkileri vardır. Yine Ebherî’nin öğrencisi olan ve XX. yüzyıla kadar belirli eserleri tedris edilen el-Kâtibî el-Kazvînî üzerinde de bu etki açık bir şekilde görülebilmektedir. Hatta Heidrun Eichner’in tespit ettiği üzere Ebherî ve Kâtibî’nin, Sühreverdî’nin etkisiyle birlikte erken dönem düşüncelerini yeniden gözden geçirdikleri ve birtakım değişimler gerçekleştirdikleri anlaşılmaktadır.

    Ebherî İbn Sînâ’yı, Sühreverdî’yi ve Fahreddin er-Razi’yi bir otorite olarak görmesine ve onlara sıkça referansta bulunmasına rağmen birçok noktada bu

  • 13. YÜZYIL FELSEFE ve BİLİMİNE GENEL BAKIŞ ǁ 25  

    kişilere eleştiriler de getirmektedir. Bu çerçevede Ebherî’nin yeni bir terkibe gittiği söylenebilir. Ebherî’nin öğrencisi Kâtibî’nin de İbn Sînâ, Râzî ve Ebherî çizgisinden büyük ölçüde istifade ile birlikte bunlara yönelik eleştirilerde bulun-duğu (burada özellikle Kâtîbî’nin Râzî’nin bir eserine, Kitâbu’l-Me’âlim’ine karşı Es’ile başlığıyla yazmış olduğu önemli bir eleştiri metnini kaydetmek yararlı ola-caktır) ve farklı bir model geliştirme çabası içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Yine detaylarına girememekle birlikte Râzî ile İbn Sînâ arasında yeni bir sentez denemesinde bulunan Âmidî’yi, İbn Sînâ ile Sühreverdî arasında bir terkibe girişen İbn Kemmûne’yi bu çerçevede anmak gerekir.

    Bu bağlamda Eş’ârî kelamcısı ve büyük bir fakîh olup aynı zamanda önemli bir filozof ve mantıkçı olan Sirâcüddin el-Urmevî burada bir başka örnek olarak verilebilir. İbn Sînâ’nın el-İşârât’ına bir Şerh yazan Urmevî’nin düşüncesi üzerinde İbn Sînâcı geleneğin önemli bir etkisi olmakla birlikte, M. Cüneyt Kaya’nın ilgili çalışmasında ortaya koyduğu gibi, bu etkinin özellikle Râzî üzerinden gerçekleş-tiği görülmektedir. Ancak o, insan ruhunun mahiyeti tartışmasında olduğu gibi Râzî’ye önemli eleştiriler de yöneltmektedir. Dahası o, Letâifü’l-hikme adlı eserin-de görüldüğü gibi, İbn Sînâ’dan devralınan bazı teorilere tasavvufi unsurları da dâhil eden bir yaklaşım sergilemektedir.

    Burada Sünnî dünyadaki etkisi yanında özellikle müteahhirûn dönemi Şiî kelam geleneğinin oluşmasında kurucu rolü bulunan ve Râzî, Sühreverdî ve Ebu’l-Berekât el-Bağdadî gibi filozoflardan da beslenen Tûsî’yi de ayrıca zik-retmek gerekir. VII/XIII. yüzyıl ve sonrasında İbn Sînâcı mirasın anlaşılmasın-da ve yaygınlaşmasında tartışılmaz bir yeri olan Tûsî’yi de tıpkı Râzî gibi kaba bir İbn Sînâcılık başlığı altına dâhil etmek doğru olmayacaktır. Râzî gibi güçlü bir İbn Sînâ tenkitçisi olarak görünmese de Tûsî, Tony Street’in gösterdiği gibi mantık alanında İbn Sînâcı doktrinden farklılaşmış; Murat Demirkol ve Agil Şirinov’un ortaya koydukları gibi pek çok meselede İbn Sînâ’ya eleştiriler getire-rek âlemin kıdemi ve sudûr, Allah’ın mûcib bizzat oluşu, Allah’ın bilgisinin nite-liği, aklın bağımsız varlığı, kesbî ve nazarî bilgi, cismin mâhiyeti, mekânın ger-çekliği ve cismanî haşir gibi pek çok noktada Meşşâî gelenekten ve daha özelde İbn Sînâcı çizgiden ayrılmış; Şiî kelâmın pek çok temel görüşünden vazgeçmek-sizin İbn Sînâcı birikim üzerinden yeni bir terkibi gerçekleştirmiştir. Bu bakım-dan o da, kendisinden sonraki Şiî kelâm çizgisinde yeni bir dönemin başlatıcı olmuştur. Onun özellikle felsefî kelâmın ilk örneklerinden olan ve üzerine yüz-lerce şerh ve hâşiye yazılan Tecrîdü’l-i’tikad’ı ile Fusûl gibi eserleri bu açıdan özel bir yere sahiptir.

    VII/XIII. yüzyılda İbn Sînâcılığın dönüşümü ve yeni sistemlerin ve sentez-lerin inşası bağlamında elbette bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu yüzyılla ilgili çalışmalar arttıkça, bu değişim ve dönüşüm, sanıyorum ki, daha da bariz hale gelecektir.

    Sonuç olarak VII/XIII. yüzyıl, İbn Sînâcı mirasın ciddi bir biçimde tetkik edildiği, değerlendirildiği, hararetli bir şekilde tartışıldığı, eleştirildiği ve anlamlı bir biçimde alımlandığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde İbn Sînâ’nın mirasına ilgi belirli bir entelektüel kesimle sınırlı kalmamış; kelâmcı-

  • 26 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    lardan mutasavvifûna, tıpçılardan matematikçilere kadar hemen her çevrenin ilgisini çekmiştir. Bu durum tartışılmaz bir olgudur. Ancak bu yüzyıl içerisindeki bütün bu gelişmeleri İbn Sînâcılık merkezinde okumak veya bunları, İbn Sînâcılığın büsbütün bir uzantısı olarak görmek, bu yüzyılı doğru bir şekilde değerlendirememek ve yorumlayamamak olacaktır. Öyle görünüyor ki bu dö-nemi, İbn Sînâ felsefesini aşma çabalarının temerküz ettiği, yeni felsefî ve dü-şünsel modellerin temellerinin atıldığı, İbn Sînâcılığa rakip olabilecek alternatif sistemlerin geliştirildiği bir dönem olarak okumak gerekmektedir. Henüz bu dönemin ayrıntılı bir incelemesi gerçekleştirilememişse de, en azından VII/XIII. yüzyıldaki ‘Râzî ekolü’ içerisinde yaratılan ‘yeni kelâm’ı, tasavvufu ilk defa meta-fizik/küllî bir bilime dönüştüren Sadreddin Konevî’yle (ö. 673/1274) birlikte zuhûr eden ‘yeni tasavvuf’u ve VI/XII. yüzyılda kurulmakla birlikte bu yüzyılda açımlanan İşrâkî geleneği İbn Sînâcılığın aşılması yolundaki somut örnekler olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır.

  • Faal Akıl Ölünce!: XIII. Yüzyıl Felsefe-Bilim Tarihi’nde Hakîkî(İnvisible) ile Zâhirî(Visible) İlişkisinin Yeniden Yorumlanması

    İhsan Fazlıoğlu1 Öncelikle, bu sunumda temellendirilmeye çalışılacak iddiâ şu biçimde çer-

    çevelenebilir: Kişisel kanım, Türkiye’de, İslâm felsefe-bilim tarihi çalışmaları, büyük oranda, âit oldukları tarihî bağlamın gerçeklik küreleri dikkate alınmadan yapılan, dolayısıyla misdâkı belli olmayan cümleler üzerinden yürütülmektedir. Bilim felsefesi açısından bakıldığında felsefe, ikinci dereceden bir düşüncedir (second order reflection); bir yorumlama tarzıdır. Neyin üzerine düşünür ve neyi yorum-lar?; önce geleni, birinci dereceden bir düşünceyi (first order reflection), yorumu, yani çağdaş adıyla bilimsel çalışmaları... Başka bir deyişle, düşünce için, öncelikle, mahsûsun ma’kûle çevrilmesi, daha sonra da bu ma’kûlün tahkîki esastır. Sonuçta, herhangi bir tahkîkin (:yöntem, mantık, tarz) karşılık geldiği ma’kûl (:felsefî diz-ge) ve bu ma’kûlün karşılık geldiği mahsûs (:bilimsel tasvîr) dikkate alınmadan yapılacak yorumlar, lafzî düzeyde anlam ifâde etse de mefhûm düzeyinde bize pek bir şey söylemezler. İşte, bugün burada yapacağım sunumda, İslâm Medeni-yeti’nde, tarihî süreç içerisinde, mahsûsun idrâkinde (birinci dereceden düşünce’de) vukû bulan yeniliklerin, yavaş yavaş felsefî düşünceyi/düşünceleri (ikinci dereceden düşünce’yi) nasıl etkilediği ve dönüştürdüğü; bu dönüşümün tahkîk anlayışında nasıl bir sonuç yarattığı; nihâyetinde tüm bunların, XIII. yüzyılda, farklı düşünce okullarının kendilerini yeniden konumlandırışlarında nasıl etkili olduğu üzerinde duracağım...

    I. Sorunun çerçevesi: Gerçeklik ile Temsîller Sunumda ayrıntılı olarak anlatılacak iddiâyı, yani Türkiye’deki İslâm felsefe-

    bilim tarihi çalışmalarında ortaya çıkan, gerçeklik ile ona ilişkin cümleler arasındaki mısdâk ilişkisini, tarihî bağlamı dikkate alarak somutlamak için, şöyle bir benzet-me-ile temsîl edebiliriz. Bilindiği üzere, klasik kozmoloji’de, ay-üstü âlem oluş ve bozuluş’tan uzak, değişmez bir yapıdır; değişmez kabul edilen bu âlemden rasad yoluyla veriler(mahsûs) alınır, kinematik-geometrik modellere çevrilir; diğer ilişkiler de hesâbî yöntemlerle belirlenir; böylece Gök-yüzü’nün rasad ve matema-tikten mürekkeb, temsîlî bir tasavvuru elde edilir. Gök-yüzü’ne ilişkin tüm ön-görüler, bu modellerden, temsîlî tasavvurlardan hesap yoluyla yapılır; takvîmler hazırlanır ve diğer işlemler gerçekleştirilir. Zamanla, gerçeklik ile mevcut model-ler arasında uyuşmazlıklar ve kaymalar ortaya çıktığında, ya modeller üzerinde matematiksel(hendesî/hisâbî) tashîhler yapılır; gerçekliği tavsîr edecek hâle getiri-lir ya da, eskilerin dakîk gözlem yapmadıklarına kanaat getirilerek –çünkü meta-fizik olarak gerçeklik değişmezdi– yeni bir rasadhâne kurulur ve tekrar rasad/gözlem yapılır; Gök-yüzü’nün yeni bir resmi çekilir; akabinde ya mevcut modeller yeni gözlemlere göre yeniden düzenlenir(restoration) ya da –az da olsa– yeni modeller üretilir(re-form)... Bu süreçte, rasadla elde edilen veriler(mahsûs),

    1 İMÜ, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Prof. Dr.

  • 28 ǁ ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ  

    temsîlin, hakikat/gerçeklik, matematik ise itibâr yönünü oluşturur; ikisi arasında uygunluk olması gerekir; ayrıca matematik modeller ile işlemler arasında da bir tutarlılık beklenir. Eğer var ise çağdaş ya da daha sonra geliştirilen farklı iki ya da daha çok temsîl arasında, elden geldiğince, uyumluluk aranır; karşılıklı olarak farklı temsillerin birbirlerine ve vâkıaya karşı eleştirel dayanıklılıkları sürekli göz-den geçirilir...

    Benzer biçimde, ay-altı âlem’deki, oluş ve bozuluşa, dolayısıyla, değişime konu olan nesneler’den veriler(mahsûs), müşâhedeyle alınır; önce intizâ/ayıklama; akabinde tecrîd/soyutlama işlemlerine tâbi tutulur; âsârı dışarıda bırakılarak, öze/mâhiyete ulaşılır(tasavvur: tanım); ilkelerle ilişkiye sokulacak mahmûlleri belir-lenir(tasdîk) ve ilişkiye(illet-ma’lûl) sokulur(istidlâl/çıkarım); böylece, haricî gerçek-liğin, nev’/tür çerçevesinde nazarî bir temsîli elde edilir; insanın beşerî biliş-sel(kognitif) yapısına uygun bir biçimde, ihsâs ve idrâk süreçlerinden geçen bu eksik temsîl(eksik ma’kûliyet), transendent/aşkın bilişsel yapıya(faâl akıl) onay-lattırılarak, tam bir temsîl(tam ma’kûliyet) yani küllî hâlini alır. İhsâs’tan başlaya-rak idrâk’e devam eden bu süreçte, ayıklama ve soyutlama, nesnenin göze, dola-yısıyla görmeye konu niteliklerinden hareketle yapılır. Burada amaç, nesnenin sûretini, süreklilik gösteren bir temsîlde yani türsel özde idrâk etmektir. Çünkü soyut-lanmış sûret(kavram/mefhûm) yani vucûd-i zihnî olmaksızın, akıl düşünemez; başka bir deyişle, mahsûs, ma’kûle çevrilmeden akıl idrâk edemez. Bu yaklaşım-da da hâricî gerçekliğin âsârı değişmekle birlikte, türsel özü/nev’i/mâhiyeti ile illet-ma’lûl ilişkisi değişmez; dolayısıyla ‘aşkın biliş’e onaylatılan tam temsîl ile illet-ma’lûl ilişkisi sâbittir... Söz konusu lisâni/kavlî/mantıkî temsilin, vakıâya uygunluğu ve iç tutarlılığı yanında, yine eğer var ise, farklı kavlî/lisânî/mantıkî temsillerle uyumluluğu araştırılır; ve her bir temsîlin eleştirel dayanıklılığı sürekli denetlenir.

    Her iki hâlde de, yani rasad ve müşâhede’de, renk, ışık gibi niteliklere bağlı olarak iş gören gözün merkezî konumu dikkat çeker. Başka bir deyişle, göze konu olan mahsûs suretlerden(visible), ayıklama ve soyutlama-ile mevhûm ve ma’kûl sûretlere (intelligible/in-visible) ulaşmak... Mevhûm sûret, kadîm bilişsel psikolojiye göre, matematik bir temsîl iken, ma’kûl sûret, türsel öz, mahsûs nesnenin zihnî bir temsîlidir; mahsûs ile ma’kûl’un mutâbakatı ise, ayıklama ve soyutlama işlem-lerinin sıhhatine bağlıdır. Zaten bu bilme anlayışında akletme, ekonomik ve logik (illet-malûl ve mantıkî bir amacı olan: teleolojik) yapıdaki doğanın, bizâtihî ken-dinin, insan aklındaki doğal bir teemmülüdür (reflection).

    İster rasad ister müşâhede olsun, gerçeklikten gelen verilerin farklılaşması ya da gerçeklikten gelen verileri tespit eden rasad ile müşâhedeye ilişkin teknik ve yöntemlerdeki değişiklikler; tanımlamalardaki dönüşümler; temsîllerin inşâında da başkalaşmalara neden olur. Başka bir deyişle, gerçekliğe ilişkin her yeni veri ile ihsâs ve idrâkin her yeni bir yorumu, insan ile gerçekliğin ilişkisini değiştirir. Yuka-rıda da işaret edildiği üzere, bilimler, farklı gerçeklik kürelerine ait mahsûs’un ma’kûle çevrilmesi olarak tanımlanırsa, mahsûs ve ma’kûle ilişkin her yeni tasav-vur, çeviri işleminin doğasını da dönüştürür; bu da, ma’kûl üzerine yürütülen tahkîk işleminin içeriğini belirler; akabinde tahkîk’in tedkîki de bu yapıya göre biçim kazanır. Öyleyse, kısaca dendikte, ihsâs ve idrâkin her yeni yorumu, insan

  • 13. YÜZYIL FELSEFE ve BİLİMİNE GENEL BAKIŞ ǁ 29  

    ile gerçeklik’in ilişkisini yeniler; dolayısıyla, ihsâs’ın konusu olan gerçek-lik(hakîkât) ile idrâk’in dili(i’tibâr) arasındaki irtibâtı farklı bir biçimde belirler.

    Yukarıda kısaca özetlenen çerçevede bakıldığında, tarihî süreç içerisinde üretilen gerçeklik kürelerine ilişkin her tür tasvîr/temsîl, en genel anlamıyla dört türlü işlemle değerlendirilir: 1. Tasvîri olduğu gerçeklik alanına ilişkin yeni olgu ve olayların tespitinin neden olduğu uygunluk’u; 2. Kendi iç örgütlenmesi açısın-dan tutarlılık’ı; 3 Aynı gerçeklik küresine ilişkin farklı tasvirlerin mukâyesesi sonucunda ortaya çıkan uyumluluk’u; 4. İdrâk alanında tespit edilen yeni itibârların yani nazarî lisânların yarattığı farklı bakış-açılarına karşı eleştirel daya-nıklılık’ı...

    II. Tarihî bağlamda örnekleme Şimdiye değin dile getirilen düşünceleri ve çizilen nazarî çerçeveyi, felsefe-

    bilim tarihi içinde göstermek açısından temsîl değeri yüksek bir örnek verilebilir: İbn Sînâ’nın bilişsel(kognitif) psikolojisinde, çok değişik gerekçelerle öne çıkarttı