ÜDS sözlük

181
Afşin AYGÜN Ay şe POLUMAN Cüneyt BADEMCİOĞLU ÜDS SÖZLÜĞÜ

Transcript of ÜDS sözlük

Afşin AYGÜNAyşe POLUMAN

Cüneyt BADEMCİOĞLU

ÜDSSÖZLÜĞÜ

ÜDS SÖZLÜĞÜ

Kullanım Kılavuzu:

• Sözlükteki kelimelerin tanımlaması için üç farklı renk kullanılmıştır:kırmızı, siyah ve mavi.

a. Kırmızı kelimeler, fen, sağlık ya da sosyal ayrımı gözetmeksizinher adayın hazinesinde bulunması gereken türdendir.

b. Siyah kelimelerin büyük çoğunluğu bilim dallarının özel termino-lojisine aittir. Bu renk kelimelerin ezberlenmesine gerek yoktur.

c. Eşanlamlı kelimeler mavi renge boyanmıştır. Birçok kelimenin zıtanlamları da verilmiştir.

• Aradığınız kelime, belli bir bilim dalına ait (ezberlenmesi gereksiz)özel bir terim ise ya da ÜDS’ye hazırlanan bir adayın çekirdek kelimehazinesi içinde mutlaka yer alması gereken türden ise (örn: give up:vazgeçmek; call: aramak, çağırmak; define: tanımlamak), ÜDSSÖZLÜĞÜ’nde bu kelimeye yer verilmemiş olabilir.

• ÜDS SÖZLÜĞÜ’nde aradığınız bir kelimeyi Ctrl+F komutu ilebulabilirsiniz.

• ÜDS SÖZLÜĞÜ’nde bazı kelimelerin tanımları iki kez verilmiştir. Butanımlardan biri fiil, diğeri ise isim ya da sıfattır. Bazı kelimelerin isebirden fazla tanımları vardır.

• Bu sözlükte kullanılan bazı kısaltmalar:

smt: something

smo / smb: someone / something

Lat.: Latince

www.bademci.com

a broad range = geniş bir alan / yelpazea case in point = iyi bir örneka change of air = hava değişimia couple of = birkaç, iki üç, a fewa day out in the country = dışarıda kırlarda

geçirilen bir güna desperate situation = vahim bir duruma far from pleasant place to live = yaşamak için

iyi / hoş bir yer olmaktan uzaka full recovery = tam bir iyileşme / düzelmea good many = birçok, hayli, a large number ofa great deal (of) = oldukça fazla, çok, a lot, much,

zıt anl.= a little, a bita large number (of) = birçok, hayli, a good many,

a lot (of)a major step forward = ileriye doğru büyük bir adıma matter of time = an meselesia number of = çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of,

plenty ofa painful cut in pay = maaşlarda büyük bir kesintia range of = 1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series ofa series of = bir dizi, a range ofa series of measures = bir dizi önlem / tedbira socially minded urban style = sosyal kaygılar

güden bir kentleşme biçimia sure sign (of) = (bir şey)’in kesin bir işareti /

göstergesia variety of = bir dizi, a range ofa whole range of = her çeşit, her tür, çok çeşitlia wide range of reasons = çok çeşitli sebeplerA. D. = Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt

anl.= B. C. , before Christabandon = bırakmak, terk etmek, vazgeçmek,

discontinue, stop, zıt anl.= pursue, carry onabandoned = terk edilmiş, boş, (bina için) viran

halde, desolate, zıt anl.= occupiedabandonment = terk etme / edilme, bırak(ıl)ma,

desertionabate = azal(t)mak, hızını kesmek, die away,

diminish, zıt anl.= amplify, intensifyabbreviation = kısaltmaabdominal fat = karın bölgesindeki yağaberrant = sapkın, anormal, abnormal

aberration = anormallik, sapmaability = yetenek, kabiliyet, capability, capacity,

zıt anl.= inadequacy, limitationablution = abdestabnormal brain scan = beyin taramasında (ortaya

çıkan) anormallikabnormally = anormal şekilde, alışılmışın dışında,

unusuallyaboard = (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine,

içindeabolish = kaldırmak, feshetmek, cancelabolition = (ortadan) kaldırma, ilga, fesih,

cancellation, repulsionabominably = rahatsız edici bir şekilde, dreadfullyabort = çocuk düşürmek, gebeliği sonlandırmakabortion = kürtajabound in / with = (bir şey)’i bolca / çokça

bulundurmak / içermek, be abundant with,zıt anl.= be lacking, be short of

above all = hepsinden ziyade, en başta, mostlyabrasion = sıyrık, soyulma veya kazınma, aşınmaabroad = yurt dışına, yurt dışındaabrupt = 1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden;

2) dik, sarpabruptly = aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde,

suddenly, (The talks ended abruptly when oneof the delegations walked out in protest. =Delegelerden biri protesto amacıyla salonuterk edince görüşmeler aniden kesildi.)

absence = yokluk, bulunmama, zıt anl.= presence,existence

absence of empathy = empati eksikliği (kendinikarşısındakinin yerine koyabilme yetisinineksikliği)

absent = namevcut, yok, unavailable,zıt anl.= present, available

absolute = 1) tam, halis, saf, mutlak, pure,zıt anl.= imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi,tamamı, complete, zıt anl.= limited

absolute temperature = mutlak sıcaklık (Kelvinbiriminde ölçülen sıcaklık)

absolute zero = mutlak sıfır (0°K’ye ve -273°C’yeeşit, olası en düşük sıcaklık)

absolutely = tamamen, kesinlikle, totally, definitely

A A A A A

4 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

absorb = emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.=discharge, emit

absorption = em(il)me, soğur(ul)ma, bütünleşme,kaynaşma

abstract = soyut, conceptual, intangible, zıt anl.=concrete, actual

abundance = bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness,wealth, zıt anl.= scarcity

abundant = bol, bereketli, ample, zıt anl.= scarce,inadequate

abundantly = bolca, büyük miktarda, copiously,profusely, zıt anl.= rarely, scarcely

abuse = kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse,mistreat, spoil, zıt anl.= defend, respect

abuser = suiistimal / istismar eden kimse, (bir şey)’iaşırı miktarda / yüksek dozda kullanan kimse

academia = akademisyenler camiasıaccelerate = hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak,

speed up, zıt anl.= decelerate, retardacceleration = hız arttırma, ivme kazanma,

(giderek) hızlanma, zıt anl.= decelerationaccentuate = vurgulamak, emphasise, underlineaccept as = (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmekaccepting = hoşgörülüaccess (fiil) = girmek, nüfuz etmek, enteraccess to (isim) = (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim,

(birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’denfaydalanma hakkı / imkanı, entry, contact

accessible = ulaşılabilir, yararlanılabilir, available,approachable, usable, zıt anl.= inaccessible,restricted

accessory = tamamlayıcı, tali, supplementary,secondary

accident = kazaaccidentally = kazara, yanlışlıkla, tesadüfenaccident-prone = kaza yapmaya yatkınacclaim = bağırarak beğendiğini göstermek,

alkışlamak, hail, applaudacclimatisation = yeni bir ortama / iklime alıştırmaaccommodate = 1) yer / yaşam alanı sağlamak, be

home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek,hizmet etmek, serve

accompaniment = eşlik etme, (bir şey)’inberaberinde gelme, attachment, supplement

accompany = eşlik etmek, (bir şey)’in beraberindegelmek, come / go with, be associated with

accomplishment = başarı, üstesinden gelme,success, achievement, zıt anl.= failure, defeat

accord = mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement,zıt anl.= discord, disagreement

according to = (bir kişi ya da şey)’e göre

accordingly = dolayısıyla, bu nedenle, so,consequently

account (fiil) = saymak, addetmek, consider, deemaccount (isim) = 1) anlatım, narrative; 2) hesapaccount for = 1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu

olmak / tutulmak, be (held) responsible for;2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izahetmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’insebebi olmak, be the reason for

accumulate = topla(n)mak, yığ(ıl)mak, birik(tir)mek,gather, collect, zıt anl.= disperse, scatter

accumulation = birikme, birikintiaccumulative = toplanmış, birikmişaccuracy = doğruluk, kesinlik, precision, exactness,

zıt anl.= inaccuracyaccurate = doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.=

erroneous, inaccurateaccurately = doğru, tam (olarak), correctly, exactly,

zıt anl.= inaccurately, erroneouslyaccuse of = (bir şey) ile suçlamak / itham etmek,

blame with, zıt anl.= acquitaccused = sanıkacetonitrile = asetonitril (renksiz, zehirli, solvent

olarak kullanılan bir sıvı), methyl cyanideachieve = başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde

etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.= fail,lose, quit

achievement = başarı, elde etme, kazanma,accomplishment, success, zıt anl.= failure,defeat

acid rain = asit yağmuru (aşırı miktarda asidik özellikgöstermesi sebebiyle çevre için zararlı olanyağış)

acidic = asidik (çözünmüş hidrojen iyonu oranıyüksek, pH seviyesi düşük olan) zıt anl.= basic

acidification = asitleşme (pH seviyesinin düşmesi)acidity = asit derecesi, asidite (bir maddenin asidik

reaksiyon gösterme özelliği)acknowledge = (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek,

belirtmek, beyanda bulunmak, admit,recognise, zıt anl.= deny, ignore

acknowledgement = 1) kabullenme, recognition;2) (kitaplarda) teşekkür bölümü

acquire = elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıtanl.= forfeit, lose

acquired = doğuştan olmayan, sonradan eldeedilmiş, earned, zıt anl.= innate

acquisition = elde etme, sahip olma, gain, earningacquit of = (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak,

prove the innocence of, zıt anl.= accuse of,blame with

ÜDS Sözlüğü - 5

www.bademci.com

acronym = kısaltma (birkaç kelimenin baş harflerininveya ilk hecelerinin birleşmesiyle meydanagelen kelime; örn. “radio detection andranging” ifadesinin kısaltması olarak RADARkelimesi)

acropolis = akropol (yukarı kent, bir antik kentingenellikle yönetimsel / törensel merkezinioluşturan, yüksek bir tepenin üzerine kurulubölümü)

across = 1) karşısına, diğer yakasına, to the otherside of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca,throughout

act = 1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylemact as = (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde

davranmak, (bir şey) görevi görmek, (birşey)’in görevini üstlenmek

action = 1) hareket, eylem, zıt anl.= inaction; 2) etki,efffect

activation = harekete geçirmeactive metal = aktif metal (kimyasal tepkimelere

kolaylıkla giren metal)activity = faaliyet, etkinlikactually = aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a

matter of fact, to tell the truth, in factactuate = harekete geçirmek, çalıştırmak, activateacute = 1) ağır, vahim; 2) akut, hızlı seyreden /

gelişen (hastalık)acute viral hepatitis = akut viral hepatit (hepatit

virüslerinden herhangi birinin sebep olduğu,hızlı seyreden hepatit)

adapt to = (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak,intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl.=dislocate

adapt oneself to = kendini (bir şey)’e adapte etmek /uyarlamak, get used to

adaptation = adaptasyon, uyumadaptive = uyum gösterme ile ilgili, uyumsaladd to = (bir şey)’e katkı sağlamakadd up to = toplam olarak (bir değer) etmekadded bonus = bir başka avantajaddendum = (çoğul: addenda) ek, ilaveaddicted to = (bir şey)’e bağımlıaddictive = bağımlılık yapanadditional = ek, fazladan, extraadditionally = ek olarak, in addition, alsoadditive = katkı maddesiaddress = (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile

uğraşmak, point (to), deal with, handleadenosine triphosphate = adenosin trifosfat (kas

dokusunda bulunan ve hücresel reaksiyonlariçin temel enerji kaynağı sağlayan nükleotid),ATP

adequate = yeterli, enough, sufficient, zıt anl.=inadequate, insufficient

adequately = yeterince, yeterli bir biçimde / oranda,enough, sufficiently, zıt anl.= inadequately,insufficiently

adhere to = (bir şey)’e bağlanmak, yapışmak, bağlıkalmak

adherence = bağlılık, yapışma, dedicationadherent = taraftar, yandaş, fan, followeradhesive = yapıştırıcıadjacent = yan yana, bitişikadjoin = bitişik olmak, link, border, attach, zıt anl.=

detach, disconnectadjoining = bitişik, bitişikteki, neighbouringadjust = ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.= confuse,

upsetadjustment = ayarlama, adapte olma / etme,

regulation, setting, orientationadminister = (ilaç vs.) vermekadministration = 1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulamaadministrator = yönetici, idareciadmiralty = 1) amirallik rütbesi ve pozisyonu;

2) deniz kuvvetleri komutanlığı, naval forcescommand

admiration = takdir, beğeniadmire = takdir etmek, beğenmek, hayran olmak,

esteem, zıt anl.= look down (on / upon)admission = 1) kabul etme, acceptance, zıt anl.=

denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabuledilme, entrance; 3) itiraf, confession

admission to hospital = hastaneye kabuladmit = itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine,

girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıtanl.= deny, reject

admittedly = genel kabule göre, kuşkusuz,confessedly

adolescence = ergenlikadolescent = ergenadopt = 1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.=

reject, turn down; 2) evlat edinmekadoptee = evlat edinilen çocukadoption = 1) evlat edinme; 2) (fikir, ideoloji, vs.)

edinme / benimseme, acceptance, zıt anl.=rejection

adoptive = evlat edinilen, evlatlık olarak alınanadrenal system = böbreküstü bezlerinin oluşturduğu

sistemAdriatic (isim) = Adriyatik Denizi (İtalya ile Balkan

Yarımadası arasındaki deniz)Adriatic (sıfat) = Adriyatik Denizi’ne ait

6 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

adult = yetişkinadulthood = yetişkinlik, yetişkinlik dönemiadvance = ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt

anl.= regressadvanced = gelişmiş, ileri düzeydeadvanced age = ilerlemiş yaşadvanced scanning technology = ileri / gelişmiş

tarama teknolojisiadvantage = avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar,

zıt anl.= disadvantageadvantaged = ayrıcalıklı, imtiyazlı, privileged,

favoured, zıt anl.= disadvantagedadvantageous = avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.=

disadvantageousadvent = geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.=

departure, endadventure = macera, serüvenadventurer = maceracı, serüvenciadversary = düşman, enemy, foe, zıt anl.= friend, allyadverse = kötü, elverişsiz, zararlı, menfaatine aykırı,

aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary,reverse, zıt anl.= beneficial, favourable

adverse drug reactions = ilacın yan etkileriadverse effect = ters / olumsuz / yan etkiadverse reaction = ters / olumsuz tepkiadversely = kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda,

aleyhte, negatively, zıt anl.= positivelyadversely affect = ters / kötü yönde etkilemekadvert = reklam, advertisement, adadvertise = reklam vermek, reklam / (bir şey)’in

reklamını yapmakadvertisement = reklam, ilan, advert, adadvertising = reklamcılık, tanıtımadvice = öğüt, tavsiye, nasihat, proposaladvisable = akıllıca, makul, doğru, appropriate,

sensible, zıt anl.= improper, unwiseadvise = öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel,

suggestadviser = danışman, advisor, consultantadvisory = tavsiye niteliğindeadvisory body = danışma organı, yetkisi tavsiye

vermek ile sınırlı kurumadvocate (fiil) = savunmak, desteklemek, promote,

supportadvocate (isim) = 1) avukat, sözcü, lawyer;

2) destekçi, savunucu, taraftar, supporteraerial = havada bulunan, havaya aitaerial photograph = hava fotoğrafıaerobic = serbest oksijen veya havaya bağımlı,

oxidative, aerobiotic, zıt anl.= anaerobiotic

aerobics = aerobik (oksijene olan ihtiyacı arttıranegzersiz biçimi)

aeronautical = havacılıkla ilgiliaerospace = uzay / havacılıkaffair = iş, mesele, business, matteraffect = etkilemek, have an effect on, influence,

involveaffected = etkilenmişaffection = şefkat, sevgi, concern, love, zıt anl.=

hatredaffiliation = yakın ilişki, bağlılık, yakınlıkaffinity = yatkınlık, (bir şey)’in başka (bir şey)’e

benzerliğiaffirm = doğrulamak, onaylamak, confirm, ratify, zıt

anl.= denyaffliction = ağrı, acı, hastalık, rahatsızlık, pain,

suffering, distressaffluence = bolluk, refah, zenginlik, richnessaffluent = zengin, refah içinde, rich, wealthy,

prosperous, zıt anl.= poor, needyafford = (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek,

(maliyetini) karşılayacak durumda olmakaffordable = maliyeti karşılanabilir, satın almaya para

yetirilebiliraficionado = birisini / bir şeyi beğeni ile takip eden,

onun hakkında birikim sahibi kişi, hayranAfro-American = Afro-Amerikan (Afrika kökenli,

siyahi Amerikalı)after a while = bir süre sonraaftermath = (örn. bir felaketin) sonrasıagainst = (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the

sale of alcohol to minors. = Küçüklere alkolsatışına karşıyım.)

against (smo’s) will = (birisinin) arzusuna rağmen /arzusu hilafına

age (fiil) = 1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için)yıllanmak

age (isim) = 1) çağ, devir, period; 2) yaşage-linked = yaşa bağlıagency = acente, ajans, kurum, teşkilatagenda = gündemagent = 1) temsilci, aracı, acente; 2) etmen, faktörage-related = yaşa bağlı, yaşla ilgiliages past = geçmiş çağlaraggravate = 1) (zaten olumsuz bir durumu daha da)

kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak,deteriorate, worsen, zıt anl.= facilitate,alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, makeworse

ÜDS Sözlüğü - 7

www.bademci.com

aggregate = agrega (çakıl vs. gibi dolgu maddesi)aggression = saldırganlık, hostility, zıt anl.=

resistance, defenceaggressive = iddialı, hırslı, saldırgan, assertive,

offensive, hostile, zıt anl.= passive, peacefulaggressively = girişken / saldırgan bir şekilde,

offensively, zıt anl.= passivelyagility = çeviklik, atiklikaging = 1) yaşlanma; 2) (şarap vs. için) yıllanmaagree to = (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey

yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.= object toagree with = aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.=

disagree (with)agreeable = 1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.=

unpleasant; 2) kabul edilebiliragreement = anlaşma, sözleşmeagricultural = tarımsal, tarım ile ilgiliagriculture = tarımagronomist = tarım uzmanıahead = gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan,

ileridekiahead of = (bir şey)’in önüne / önündeahead of its time = zamanının çok ilerisinde,

çağdaşlarından daha ileride, far beyond itstime

aid = katkı, destek, yardım, help, relief, supportailment = hastalık, rahatsızlık, sickness, illness,

disorderaim (at) (fiil) = hedeflemek, amaçlamak, nişan

almak, target (to)aim (isim) = hedef, amaç, goal, targetair photography = hava fotoğrafçılığıair taxi = hava taksisi (ticari taksi gibi hizmet veren

küçük uçak veya helikopter)airborne = havadan gelen, hava yoluyla taşınan,

havada olan (örn. airborne bacteria)aircraft = (çoğul: aircraft) uçak, hava taşıtıairframe = bir uçağı ya da uzay aracını oluşturan

mekanik aksamairliner = yolcu uçağıairline = havayolu şirketiairlines = havayollarıairship = (zeplin vs. gibi) hava gemisiair-starved = havasız kalmışair-to-air refuelling = havada yakıt ikmaliairway = hava yolu (solunum sisteminin, akciğere

girişi sağlayan kanal şeklindeki kısımları; örn.burun delikleri, boğaz)

akin to = (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to

alarming = ürkütücü, korkutucu, appalling, frighteningalarmingly = endişe verici bir şekilde, shockingly,

disturbinglyalbatross = albatros (geniş kanatları ve çok uzun

süre havada kalabilmesi ile tanınan iri bir türdeniz kuşu)

alcohol-related = alkol (alımı) ile bağlantılıalert (fiil) = uyarmakalert (isim) = uyanık, tetiktealertly = açıkgöz / uyanık bir şekilde, tetikte olarakalertness = uyanıklık, tetikte olma halialfalfa = yoncaya benzeyen, çiçek açan bir bitkialga = (çoğul: algae) alg (su yosunu)algal = deniz / su yosununa aitalgal ancestors = alg kökenli atalarAlhambra = Elhamra (13. yy‘da İspanya’daki Gırnata

şehrinde Mağribiler tarafından yapılmış olankale / saray)

alien = 1) yabancı, unfamiliar, unknown, zıt anl.=familiar, known; 2) uzaylı, extraterrestrial

alienate from = (arkadaşların)’dan, (iş)’ten vs.soğu(t)mak, uzaklaş(tır)mak, part (from), turnaway (from), zıt anl.= unite, endear

alienating = yabancılaştıran, (gerçeklerden)uzaklaştıran

alienation = yabancılaşmaalike = 1) benzer, similar, zıt anl.= different; 2) eşit /

aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, inthe same way, both

alkaline = alkali (bir alkali veya toprak alkali metalinoluşturduğu ve suda çözündüğünde pH değeri7’den yüksek olan iyonik bileşik)

alkaloid = alkaloid (nikotin ve morfin gibi, nitrojeniçeren, genellikle katı halde bulunan vefarmakolojik etkileri olan bitkisel kökenliorganik bileşikler grubu)

all kinds of artistic activities = her çeşit sanatsalaktivite

all manner of = her çeşitall things considered = her şey göz önüne

alındığındaall too often = çoğunluklaall walks of life = hayatın her alanı (her meslek, her

sosyal grup vb.)all-cause mortality = (sebebine göre ayrım

yapılmaksızın) bütün ölümlerallegation = suçlama, itham, iddiaalleged = iddia edilenallelopathy = bir bitkinin, ürettiği kimyasallarla diğer

bir bitkinin gelişmesini engellemesi

8 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

allergic = alerjik, alerji ile ilgiliallergist = alerji uzmanı doktoralleviate = yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek,

azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve,ease, comfort, zıt anl.= intensify, aggravate

alliance = ittifak, birleşme, association, accordallied = müttefikAllies = (the Allies şeklinde kullanılır) Müttefikler,

İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizcekaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’ndaABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alandiğer ülkeleri ifade eder.)

allocate = ayırmak, tahsis etmek, appropriateallocation = tahsis, ayırma, ödenek, allotment,

allowanceallot = tahsis etmek, (pay vs.) ayırmak, dağıtmak,

apportion, allocateallow = izin vermek, sağlamak, imkân vermek,

mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let,empower, permit, zıt anl.= forbid, hinder,prohibit

allow for = (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak /göz önünde tutmak, take (smt) into account

alloy = maden alaşımıall-time low = tüm zamanların en düşük seviyesiallusion = ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect

referenceally = müttefik, cooperator, friend, partner, zıt anl.=

enemy, foealmond = bademalmshouse = darülaceze, yoksullar evi, imarethanealoft = yukarıda, havadaalone = yalnız, tek başınaalong with = (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together

withalongside = yanında, together withalter = (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek,

change, modifyalternate between = (iki durum) arasında gidip

gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.= remainalternate with = (bir şey) ile dönüşümlü olarak

meydana gelmekalternately = dönüşümlü olarak, in turnsalternating current = alternatif akım, ACalternative = diğer, başka, alternatif, (farklı bir)

seçenek, optionaltiplane = buzul çağında oluşmuş yüksek yayla,

altiplanoaltitude = yükseklik, rakım, irtifa, height, elevationaltogether = tamamen, hepten, bütünüyle,

completely, on the whole, all in all

alveolar duct = hava keseciği / kanalıalveolar sac = hava keseciğialveolus = (çoğul: alveoli) hava keseciğiAlzheimer’s disease = Alzheimer hastalığı

(genellikle 40-50 yaşları arasında başlayan,nöron kaybına bağlı atrofi ve beyinkarıncıklarında genişleme ile belirgin bunama)

amass = toplamak, biriktirmekamazing = insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı,

astonishing, surprising, startling, zıt anl.=banal, dull

amber = kehribarambiguous = belirsiz, bulanık, muğlak, unclear,

vague, zıt anl.= explicit, lucidambiguously = belirsizce, muğlak bir şekilde,

unclearly, vaguely, zıt anl.= explicitly, lucidlyambition = hırs, ihtiras, passion, zıt anl.=

contentmentambitious = (başarmak veya elde etmek için)

tutkuyla dolu, eager, zealous, zıt anl.= humble,indifferent, unambitious

amendment = düzeltme, değişiklik, correction,change

amicable = arkadaşça, dostça, friendlyamino acid = amino asit (proteini oluşturan

asitlerden her biri)ammonia = amonyak (kimyasal formülü NH3 olan,

renksiz ve kötü kokulu bir gaz)amnesia = hafıza kaybı, memory lossamong other things = diğer etmenler / faktörler

yanındaamount = miktar, quantityamount to = 1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add

up to, sum up to, zıt anl.= differ from; 2) (birşey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamınagelmek, correspond to

amphibian = amfibi (hem karada hem sudayaşayabilen)

ample = 1) geniş, büyük; 2) çok, bolamplification = büyütme, (örn. bir ses dalgası veya

elektronik sinyal için) yükseltme /amplifikasyon

amplitude = dalga yüksekliğiamusing = eğlendirici, komik, funnyamyloid protein = amiloid protein (bir tür mumsu

yapıya sahip, yarı saydam, dejenere olmuş venişastaya benzer protein)

an awful lot = çok fazlaanaemia = anemi (kansızlık)

ÜDS Sözlüğü - 9

www.bademci.com

anaemia of folate deficiency = folik asit eksikliği /yetersizliğine bağlı olarak gelişen anemi

anaesthesia = anestezi (cerrahi müdahele içinanestetik madde vererek kişide ağrı ve acıhissini ortadan kaldırma)

anaesthetic = anestetik madde (uyuşturucu)analgesic = analjezik (ağrı kesici ilaç)analogue = benzer, karşılıkanalogy = benzerlik, benzeşim, similarityanalyze = analiz etmek, çözümlemekancestor = ataancestral = atalar ile ilgili, atalara aitancestry = atalar, kökanchor-bolt = çelik dübelli cıvata (nesneleri sağlam

bir şekilde betona tutturmaya yarayan cıvata /saplama)

ancient = eski, antik (genellikle Batı Romaİmparatorluğu’nun çöküşünden öncekidönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.=modern

ancient world = antik dünya (genellikle Romadönemi ve öncesinde Akdeniz havzası veçevresindeki uygarlıkları içeren bir tanımlama)

and so forth = ve benzerleri, and so on, and the likeand the like = ve benzerleri, and so on, and so forthanger = kızdırmak, sinirlendirmek, make angryangina pectoris = angina pektoris (fiziksel egzersiz,

aşırı sigara, heyecanlanma sonucundagöğüste yaşanan ağrı)

angle = açıAnglo-Saxon = Anglo-Sakson (özellikle 5-11. yy’lar

arasında güney ve batı Britanya’ya hakim olanve modern İngiliz ve Amerikalılar’ın birkısmının kökeninin dayandığı halklara verilengenel ad)

animal husbandry = hayvancılıkannotate = dipnot koymak, açıklayıcı notlar koymakannounce = ilan etmek, duyurmakannouncement = duyuru, bildiriannoy = can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak,

irritate, botherannoying = sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing,

exasperatingannual = yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearlyannual rate of growth = yıllık büyüme oranıannually = yılda bir, her yıl (düzenli olarak), yearlyanomalous = anormal, olağan olmayananonymity = kimliklerin belirsiz oluşu, anonimlikanorexia = anoreksi, iştah kaybı, iştahsızlık

anorexia nervosa = anoreksi nervoza (çok zayıfolmasına rağmen hastanın kendisini çokşişman görmesine ve yemek yememesineneden olan psikolojik bir rahatsızlık)

antenna = 1) (çoğul: antennas) anten; 2) (çoğul:antennae) duyarga (kimi böcek veeklembacaklıların başlarında bir çift halindebulunan ve çevrelerini kimyasal olarakalgılamalarına yarayan organ)

anthology = seçki, antoloji (şiir veya hikaye gibi bellibir grup edebi eserin toplandığı kitap)

anthrax = şarbon (genellikle büyük ve küçükbaşhayvanlarda görülen, insanlara da et, süt vediğer hayvansal ürünler aracılığı ilebulaşabilen ve sıklıkla ölüm ile sonuçlanan birhastalık)

anthropological = antropolojik, insan bilimselanthropologist = antropolojist, insan bilimcianthropometric survey = ırklara has özellikleri

belirlemek amacıyla, insan vücudunun çeşitlikısımlarını karşılaştırmaya yönelik araştırma

anthropomorphism = insan biçimcilik (insanolmayan varlıkların, insan niteliklerine sahipolduklarının düşünülmesi)

anti- = aleyhinde, -e karşıanti-aircraft missile battery = uçaksavar füze

bataryası (savaş uçaklarına karşı karada veyasavaş gemilerinde konuşlandırılmış füzefırlatıcısı)

antibacterial compound = antibakteriyel bileşikantibiotic = antibiyotikantibody = antikor (kana dışarıdan giren yabancı

maddelere karşı koyan protein)antibody-based therapy = antikora dayalı tedaviantibody-drugs = antikor ilaçlar (özellikle kanser

tedavisinde kullanılan ve kanserli hücrelerüzerindeki antijenlere bağlanıp sadece bunlarıyokeden ilaçların genel adı)

anticipate = (olacakları) sezinlemek / tahmin edipona göre davranmak, beklemek, ummak,(başkasından) önce davranmak, foresee,predict

anti-collision = çarpışmayı önleyicianti-constitutional = anayasaya aykırıantidepressant drug = antidepresan ilaç

(depresyon tedavisinde kullanılan ilaç)antidote = panzehirantigen = antijen (vücutta bağışıklık sisteminin

harekete geçmesine yol açan toksin ya daenzim)

antihistamine = antihistamin (alerji ilacı grubu)

10 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

anti-missile defence = güdümlü füzeye karşısavunma

anti-poverty = yoksulluk karşıtı, yoksulluğu ortadankaldırma amaçlı

antiquity = antik çağlar (Avrupa’da Orta Çağ öncesidönem), zıt anl.= modern ages

anti-shrink = (kumaşlarda) çekme önleyiciAntoine Lavoisier = 1743-1794 yılları arasında

yaşamış, modern kimyanın kurucusu olarakkabul edilen Fransız araştırmacı

anxiety = endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, içsıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.=tranquillity

anxiety disorder = anksiyete bozukluğu (endişe,korku ve kuruntunun yarattığı gerilimle belirenhuzursuzluk hali ve iç sıkıntısının sebepolduğu rahatsızlık)

anxious = kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasyany longer = artık. . . , hala, any more, (He doesn’t

come here any longer. = O artık burayagelmiyor.)

any more = artık (değil), any longeranyway = hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow,

(How long have you been so interested inBroadway theatre, anyway? = Hem sen nezamandır Broadway tiyatrosu ile bu dereceilgileniyorsun ki?)

anywhere else = başka hiçbir yer(de)apart from = (bir şey)’den başka, (bir şey)’in

haricinde, other than, except forapathetic = apatik, duygularını göstermeyen, tepki

vermeyen, indifferentapathy = ilgisizlik, kayıtsızlık, disinterest,

listlessness, zıt anl.= concern, involvementAphrodisias = Afrodisias (Aydın ili’nin Geyre

Köyünde bulunan bir antik kent)Aphrodite = Afrodit (Yunan mitolojisinde aşk ve

güzellik tarıçası), Venusapiece = parça başınaapnoea = apne (uyku vs. esnasında nefes alma

işlevinin geçici olarak durması), asphyxiaapparatus = (çoğul: apparatus ya da apparatuses)

düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipmentapparent = açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze

çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.=obscure, hidden

apparently = belli ki, görünüşe göre, evidently,obviously

appeal to (fiil) = (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’ninhoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.= repel

appeal (isim) = 1) çekicilik, cazibe, attraction, charm;2) başvuru, request, application

appealing = çekici, attractive, zıt anl.= repulsiveappear = 1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise,

zıt anl.= disappear, vanish, fade; 2) (gibi)görünmek, seem, look

appearance = 1) görünüş, görünüm, image, feature;2) ortaya çıkma, emergence

appendage = eklenti, aksesuarappetite = iştahappliance = alet, gereçapplicable = uygulanabilirapplication = 1) uygulama, tatbikat, exercise,

practice; 2) başvuruapplied = uygulamalı (örn. applied physiology =

uygulamalı fizyoloji)apply = 1) uygulamak, tatbik etmek, implement,

utilize, practice; 2) başvurmakapply (cold / warm) compress = (yara vs.) üzerine

(soğuk / sıcak) kompres uygulamakapply to = (bir şey)’i içermek / kapsamak /

ilgilendirmekappoint = atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.=

discharge, dismissappointment = randevuappraisal = değerlendirme, fiyat biçme, assessment,

evaluationappreciably = fark edilir derecede, considerably, zıt

anl.= negligiblyappreciate = değerini anlamak, takdir etmek, take

account of, be fully aware of, be grateful forappreciation = 1) takdir, minnettarlık, admiration;

2) değer artışıapprehend = yakalamak, tutuklamak, capture,

arrest, zıt anl.= discharge, releaseapprehension = 1) anlayış, kavrayış, understanding,

grasp, zıt anl.= misunderstanding; 2) endişe,korku, kuruntu, fear, worry

apprentice (fiil) = (birisinin yanına) çırak olarakvermek

apprentice (isim) = çırak, stajyerapproach (fiil) = 1) yaklaşmak, yanaşmak, reach,

near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya /ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak

approach (isim) = tutum, tavır, yaklaşım, attitude,stance

appropriate (fiil) = 1) almak, kendine mal etmek, elkoymak, seize; 2) tahsis etmek, ayırmak

appropriate (sıfat) = uygun, yerinde, suitable, proper,zıt anl.= inappropriate, unsuitable

appropriately = uygun bir şekilde, yerinde olarak,suitably, properly, zıt anl.= inappropriately,unsuitably

ÜDS Sözlüğü - 11

www.bademci.com

appropriateness = uygunlukapproval = onay, consentapprove of = (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.=

disapprove of, deny, rejectapproximately = yaklaşık olarak, roughlyaquatic = suyla ilgili, suda yaşayanaquatic rodent = suda yaşayan kemirgenaqueduct = su kemeriArawak Indians = Aravak Yerlileri (Karayipler bölgesi

yerli halklarından biri)arbitrary = keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt

anl.= reasonable, democratic, objectivearboriculture = ağaç ve fidan yetiştirmearch = kemer, yay, kıvrımarch bridge = kemerli köprüarchaeobotany = arkeobotanik (paleoetnobotanik

bilimine verilen başka bir isim),paleoethnobotany

archaeological = arkeolojik, arkeoloji ile ilgiliarchaeological context = arkeolojik olarak

araştırılmakta olan yer / eserarchaeologist = arkeolog (insanı ve insanlık tarihini,

geride bırakılan eserlere dayanarak inceleyenbilim insanı)

archipelago = takımada, içinde çok ada bulunandeniz

architectural = mimari, mimarlık ile ilgiliarchitecture = mimariArctic (isim) = Kuzey Kutup bölgesiArctic (sıfat) = Kuzey Kutbu’na ait, Kuzey Kutbu ile

ilgiliArctic Circle = Kuzey Kutup Dairesi (66° 33' 39¨

enleminde bulunup Kuzey Kutbu’nuçevreleyen ve 21 Aralık günü hiç güneşgörmeyen en güneydeki paralel dairesi)

arduous = güç, çetin, yorucuarea of contact = temas noktasıarguably = (tartışmaya açık olmakla birlikte)

muhtemelen, (She is arguably the bestactress. = O muhtemelen en iyi aktristir.)

argue = 1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakereetmek, discuss, debate; 2) kavga etmek,atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak,(belli bir) görüşte olmak

argue away = tartışarak çürütmek, aksini kanıtlamakargue over = (bir konu) üzerinde tartışmak, debateargue that = (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir

şey)’i iddia etmekargument = 1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma,

debate; 3) çekişme, controversy

arid = kurak, kıraçarise from / out of = (bir şey)’den meydana gelmek /

ortaya çıkmak, baş göstermek, appear,emerge, come forth, come up, zıt anl.=disappear, fade

Ark = 1) Musa Peygamber’in on emrinin bulunduğulevhaların taşındığı sandık; 2) Nuh’un Gemisi

armament = 1) teçhizat, silah; 2) silahlanmaarmed with = (bir şey) ile donanmışarmistice = ateşkes, cease-firearmoured car = zırhlı otomobilarmpit = koltuk altıarms race = silahlanma yarışıaround = civarında, dolayında, aşağı yukarı,

yaklaşık, approximately, roughlyarousal = uyarma, harekete geçirme, uyanış,

canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.=pacification

arouse = canlandırmak, harekete geçirmek,(tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate,stir, stimulate, provoke, zıt anl.= dampen,pacify

arrange = düzenlemek, yerleştirmek, organisearrange for = (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için

hazırlık / plan yapmak, organise forarrangement = düzenleme, anlaşma, dizilim,

yerleştir(il)me, plan, agreement, system,setup, order

arrest = 1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak,seize

arrival = geliş, zıt anl.= departurearrogant = 1) kibirli, gururlu; 2) küstahart = sanatartefact = insan eliyle yapılan şey (özellikle ilk

insanların eserleri), artifactartery = atardamar (kanı, kalpten vücudun diğer

kısımlarına taşıyan damar)article = gazete / dergi makalesi, yazı, paperarticle of diet = yiyecek maddesiarticulate = açıkça beyan etmek, ifade etmek,

expressartifact = insan eliyle yapılan şey (özellikle ilk

insanların eserleri), artefactartificial = yapay, suni, sahte, man-made, imitation,

zıt anl.= real, genuineartificial fingernail remover = yapay tırnak uçlarını

çıkarmaya yarayan maddeartificial liver = suni / yapay karaciğerartificially = yapay / suni olarak, zıt anl.= naturallyartificially sweetened = suni olarak tatlandırılmış

12 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

artistic term = sanat terimias a consequence = sonuç olarak, consequentlyas a matter of fact = aslında, aslına bakılırsa,

actually, to tell the truthas a matter of legal doctrine = yasalar bakımından,

yasal açıdan bakılırsaas a result = sonuç olarak, sonuçta, therefore,

consequentlyas a rule = kural olarakas a whole = bir bütün olarakas compared with = (bir şey) ile karşılaştırıldığındaas directed = talimata uygun şekilde, tarif edildiği

gibias ever = her zamanki gibi, as always, as usualas far as = … kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as

the Arctic Circle. = Kuzey Kutup Dairesi’nekadar (uzaklara) seyahat ettim.)

as far as . . . is concerned = söz konusu . . .olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as faras . . . goes

as far as … goes = söz konusu . . . olduğunda, . . . yıilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . isconcerned

as far as character goes = karakter söz konusuolursa

as for = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarakas if = güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as thoughas is the case with = … daki gibi, … ile ilgili

durumda olduğu gibias is true of others = başkalarında olduğu gibias little as = . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . .

kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is aslittle as 300 YTL a month. = Onun maaşı 300YTL gibi küçük bir miktar.)

as long as = sürece, müddetçe, so long asas opposed to = (bir şey)’den farklı olarak, in contrast

toas regards = (bir şey)’e gelince, . . . konusunda,

consideringas soon as = –er … –mez (bir şeyi yapar yapmaz)as soon as possible = mümkün olduğu kadar çabuk,

ASAPas such = 1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi

içinde, o şekilde, in itself, (He is only a childand must be treated as such. = O sadece birçocuk ve ona bir çocuk gibi / o şekildedavranılmalı.)

as the semester wears on = sömestr ilerledikçeas to = (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e

uygun olarak, about, relating to

as well as = 1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve;2) (hem) … hem de …, in addition to; 3) hemde . . . , (onu) da, and also

as with any country = her ülkede olduğu gibias yet = daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until nowascendancy = üstünlük, güçascent = çıkış, tırmanış, yükseliş, yokuşascertain = (araştırarak) tespit etmek, belirlemek,

saptamak, ensure, determine, verifyascribe to = (bir şey)’e atfetmek, attribute toash = kül, cinderashore = karaya, kıyıyaaspect = açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet,

perspective, view, sideaspiration = arzu, istekaspire to = (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu

etmek, seek, desireassassinate = suikast yapmakassassination = suikastassault (fiil) = saldırmak, attackassault (isim) = saldırı, attackassemblage = bir araya getirilmiş / gelmiş kişiler

veya nesneler bütünü, karışım, topla(n)maassemble = 1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek,

kurmak, parçaları bir araya getirerekoluşturmak, install, zıt anl.= dismantle,disassemble

assembler = montör, takyapçıassembly = montajassembly = toplantı, meclis, kongreassert = 1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak /

kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist,press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward

assertion = 1) savunma, iddia, affirmation;2) açıklama, bildiri, declaration

assertive = iddiacı, (agresiflik derecesinde)kendinden emin

assess = değerlendirmek, değer biçmek,hesaplamak, evaluate, appraise

assessment = değerlendirme, değer biçme,evaluation, judgement

asset = kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plusassiduously = dikkatli ve sürekli çalışarak, diligentlyassign = 1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak,

allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek,appoint, designate

assimilation = asimilasyon, sindirim, özümle(n)me(bağırsaktan emilen maddelerin organizmanınyapısına girmesi)

ÜDS Sözlüğü - 13

www.bademci.com

assist in = (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcıolmak, help in

associate = iş ortağı, bağlı kuruluşassociate with = (bir şey / olay) ile ilgisi olmak,

bağlantısı olmakassociated with = (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili,

related toassociation = 1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik,

kurum, societyassortment = çeşitlilik, farklılık, variety, diversity, zıt

anl.= uniformityassume = 1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş,

görev vs.) üstlenmek, undertake; 3)benimsemek, kabul etmek, believe, presume

assumption = varsayım, farz etme, sanı, suppositionassurance = endişeleri giderme amaçlı söz veya

eylem, güvenceassure = temin etmek, güvence vermek, certify,

guaranteeasteroid = asteroid, uzayda dolanan büyük

göktaşlarıasthma = astımasthma attack = astım kriziastonish = şaşırtmak, hayrete düşürmek, astoundastonishingly = şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir

şekilde, astoundingly, amazingly, surprisinglyastounding = şoke eden, hayret verici, surprising,

breathtaking, zıt anl.= normal, ordinaryastronomer = astronom (yıldızları, gezegenleri ve

diğer gök cisimlerini inceleyen bilim insanı)astronomical matters = astronomi ile ilgili konularat all = hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoeverat all costs = ne pahasına olursa olsunat almost no cost = neredeyse bedelsiz / masrafsız

olarakat any point in time = herhangi bir zamanda,

zamanın herhangi bir noktasındaat bargain prices = kelepir fiyatlara / fiyatlardanat best = en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the

most favourable conditions, zıt anl.= at worstat ease = 1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’

komutuat fault = suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt

anl.= innocentat first glance = ilk bakışta, at first sightat first sight = ilk bakıştaat great expense = büyük harcamalar yapılarakat great risk = büyük risk altındaat intervals = aralıklarla

at large = genelinde, çoğu, çoğunluğu, in generalat least = en azından, at any rate, zıt anl.= at mostat least to a certain extent = en azından belli bir

dereceye / düzeye kadarat little expense = az bir maliyetleat long last = nihayet, en sonundaat most = en fazla, maksimum, maximumat once = 1) tek seferde, bir defada; 2) derhal,

hemen, immediately, right away; 3) aynı anda,at a time, at one time

at present = 1) hali hazırda, şu an için, currently,presently, at this time; 2) şimdi, now

at smo’s disposal = birisinin emrinde / kullanımında /elinde (olma durumu)

at some point = bir noktadaat the expense of = (bir şey) pahasınaat the heart = merkezinde, odak noktasında,

kalbindeat the rate of = hızındaat the request of their governments =

hükümetlerinin talebi üzerineat the same rate = aynı oranda / hızdaat the time = o zamanlar, back thenat the turn of = (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı

arasında, dönüm noktasında, (at the turn ofthe century = yüzyılın başında / sonunda)

at this rate = bu hızlaat times = zaman zaman, occasionallyat will = istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği

gibi, as / when one wishesAthens = Atina (Yunanistan’ın başkenti)athlete = atlet, sporcuatomic symbol = element simgesi (kimyasal

elementleri temsil etmekte kullanılan bir veyaiki harfli kısaltma)

atrophy (fiil) = atrofiye / dumura uğra(t)mak,körel(t)mek, decay, disintegrate, zıt anl.=develop, grow

atrophy (isim) = atrofi, dumur, körelmeattach = tutturmak, takmak, iliştirmekattach importance = (bir şey)’e önem vermek, give

importanceattach much importance to = (bir şey)‘e büyük

önem vermekattached to = (bir şey)’e bağlıattachment protein = tutunma proteini (virüsün

yüzeyinde bulunan ve hücrelere tutunmasınısağlayan protein)

attack (fiil) = saldırmak, assault, zıt anl.= defend

14 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

attack (isim) = 1) saldırı; 2) nöbet, atak, krizattain = (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek,

kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.= failattainable = erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put

forward by the leading party do not seem to beattainable. = İktidar partisi tarafındanöngörülen hedefler pek ulaşılabilirgörünmüyor.)

attempt (fiil) = girişimde bulunmak, teşebbüs etmek,try

attempt (isim) = deneme, girişim, teşebbüs, effort,trial

attend = katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa,spora vs.) devam etmek

attendance = (okula, kursa, spora vs.) devam etme,devamlılık, hazır bulunma

attendant = (akıl hastanesi, huzurevi vs. için) bakıcı,görevli

attention = dikkat, ilgiattentiveness = azami dikkat, care, thoughtfulness,

zıt anl.= neglectattitude = tutum, tavır, yaklaşım, approach, stanceattitude researcher = davranış araştırmacısı,

davranış bilimciattract = (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek,

appeal toattract attention = dikkat çekmekattract notice = dikkat çekmekattract scientific criticism = bilimsel çevrelerin

eleştirisine hedef olmakattract scientific scrutiny = bilimsel araştırmaların

ilgi odağı olmakattraction = 1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon,

eğlence programıattractive = çekici, güzel, appealing, zıt anl.=

repulsiveattribute = vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element,

featureattribute to = 1) (bir neden)’e bağlamak, yormak,

associate with, connect to; 2) (bir şey)’e maletmek, atfetmek, ascribe to

attune to = (bir şey)’e uydurmak, alıştırmak, adjust,accord

auction off = açık arttırma ile satmak, eldençıkartmak

audience = dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlaraudio player = CD / kaset / müzik çalaraudiometry = odyometri (işitme gücünün ölçülmesi)auditor = 1) dinleyici, listener; 2) (bir tür) mali

müşavir; 3) misafir öğrenciauditory = işitme ile ilgili, işitsel

auditory system = işitme sistemiaugment = arttırmak, çoğaltmak, grow, increase,

amplifyaustere = 1) ciddi, ağırbaşlı; 2) sert, zor, çetinauthentic = otantik, hakiki, gerçek, genuineauthor = yazarauthoritarian = otoriterauthority = otorite, yetkili, yetkili merciauthorize = izin vermek, yetki vermek, permit,

empowerautism = otizm (kişinin ileri derecede içe kapanık

oluşu, aşırı çekingenlik ve kişisel ilişkilerkurmada güçlükle belirgin içine kapanma hali)

autistic = otistik (otizm rahatsızlığı olan)autoimmune response = otoimmün tepki (bağışıklık

sisteminin bir virüs vs. ’i tanıması ve ona karşıantikor üretmesi)

autonomy = özerklik, otonomi (kendi kendini idareetme)

auxiliary = yedek, yardımcı, supplementaryavailable = bulunabilir, (piyasada) bulunan,

ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır,attainable, ready, accessible, usable

availability = hazır bulunma, bulunabilirlik,edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.=unavailability

avalanche = çığavalanche proper = asıl / gerçek çığavant-garde = avangard, öncüaverage to = ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık

gelmekaverage life-span = ortalama ömüravian flu = kuş gribiavian influenza = kuş gribi / vebasıaviation = havacılıkaviator = havacıavionics = uçuş elektroniğiavoid = (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak /

kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.=contact, face, confront

avoidable = kaçınılabilir, önlenebilir, evitable,avertable, zıt anl.= inevitable, unavoidable

avoidance = (bir şey)’den kaçınma / sakınma /kurtulma, escape, staying away, zıt anl.=contact, confrontation

avoidant = (karakter için) çekinikawait = beklemek, gözlemek, expectawaken = uyan(dır)mak, wake up, arouse, zıt anl.=

put / go to sleep

ÜDS Sözlüğü - 15

www.bademci.com

aware of = (bir şey)’in farkında, zıt anl.= unaware ofaware = bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.=

unconsciousawareness = farkında olma, perception, recognition,

zıt anl.= unawarenessawful = berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.=

beautiful, nice

awful long time = (dilimizdeki informel karşılığı ile)felaket uzun zaman, çok uzun bir zaman

awning = tente, güneşlikaxiom = aksiyom (kabul edilmiş gerçek)axis = (çoğul: axes) aks, eksen

www.bademci.com

B vitamin folate = folik asit (bir tür B vitamini)B. C. = Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt

anl.= A. D. , anno Dominibaby boom = bebek patlaması (aşırı miktarda

doğum)baby sticker = küçük çıkartma / etiketBabylon = Babil (antik Mezopotomya’nın en önemli

kentlerinden birisi ve Babil Krallığı’nınbaşkenti)

back (fiil) = desteklemek, supportback (isim) = sırtback and forth = ileri geriback out = caymak, sözünden dönmekback up = desteklemek, arka çıkmak, support,

reinforce, (In his time, there was hardlyanyone to back up Darwin’s theories. = Kendizamanında Darwin’in teorilerini destekleyecekpek kimse yoktu.)

back up with = (bir şey) ile desteklemek, arkaçıkmak, support with, reinforce with

backer = savunan, destekleyenbackground = geçmiş, arka planbacking = destek(leme), supportbackpack = sırt çantasıbackward = 1) arkaya doğru, arka tarafa doğru;

2) zeka geriliği olanbackwardness = gerilik, geri kalmışlık,

underdevelopmentbacterial pharyngitis = (bakterilerin oluşturduğu ya

da onlarla ilgili) farenjit, bakteriyel farenjit(yutak iltihabı)

bacterium = (çoğul: bacteria) bakteribag-snatching = kapkaç, çantayı alıp kaçmabail out (of) = (acil durumda bir aracı) terk etmebake = (hamur işleri için) fırında pişirmekbalance = dengebalancing (isim) = dengelemebalancing (sıfat) = dengeleyicibald eagle = kel kartal (ABD ve Kanada’da bulunan,

balık ile beslenen, başındaki tüylerin beyazolması sebebiyle “kel” adını almış olan iri birkartal türü)

ball bearing = bilyeli rulman (yatak ile mil yuvasıarasında metal küreler / bilyeler bulunanrulman)

ball of fire = ateş topu, (The sun is simply a hugeball of fire. = Güneş, basitçe dev bir ateştopudur.), fireball

ball of light = ışık topuball of the foot = ayak parmaklarının ayakla

birleştiği, kaslı ve su toplamaya meyilli bölgeballast = safra (gemilerin ve balon, zeplin gibi

taşıtların denge sağlamak amacı ile taşıdıklarısu, kum gibi ağırlık)

ballast water = safra suyu (gemilerin yüklü değilkendenge sağlamak amacı ile ambarlarınadoldurdukları su)

ballooning = artmak, yükselmek, (fiyat vs. için)patlamak

ballot = 1) oy verme işlemi; 2) oy pusulasıBaltic = Baltık Denizi (Kuzey Avrupa’da,

İskandinavya ile Danimarka arasında kalandeniz)

ban = yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.=allow, permit, (There was no ban on smokingon the train we travelled in. = Yolculuk ettiğimiztrende sigara yasağı yoktu.)

band = takım, zümre, (müzik için) grupBangladesh = Bangladeş (Güney Asya’da bir ülke)bank (fiil) = yığılmak, kümelenmekbank (isim) = 1) nehir / ırmak / hendek / göl kıyısı,

kenarı; 2) küme, yığınbanker = banker, bankacıbanks of the Nile = Nil’in kıyılarıbar = çubukbare = yalın, çıplak, basit, merebarely = zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.=

enough, sufficientlybarometer = barometre (ortam basıncını ölçmeye

yarayan alet)barrel = (petrol için) varil (yaklaşık 159 litre)barren = kıraç, verimsiz, infertilebarricade = barikatbarrier = engel, bariyer, obstructionbarter = değiş tokuş, takas

B B B B B

ÜDS Sözlüğü - 17

www.bademci.com

basal = temel, bazalbasal cell = bazal hücre (bir doku içerisinde en alt

tabakada bulunan hücrelerden her biri)basal cell carcinoma = epidermisin alt tabakasını

etkileyen, genellikle güneş ışınlarına aşırıderecede maruz kalınmasından kaynaklanan,nispeten zararsız bir cilt kanseri türü

base = (askeri, bilimsel vs.) üsbase number = taban sayısı (bir sayma sisteminin

dayalı olduğu sayı)base on = (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in

üzerine kurmakbase unit = temel birim (Örneğin, “metre” temel bir

birim, “santimetre” ise metreden türetilmiş birbirimdir.)

baseball = beyzbol (atılan topa sopa ile vurularakoynanan, özellikle ABD’de çok popüler olan birtakım oyunu)

basic = temel, fundamentalbasin = havza, taban, (krater için) iç kısımbasis = temel, ana ilkeBasle = Basel (İsviçre’de bir kent)bat = yarasabathe = 1) yıkamak, wash; 2) suya / sıvıya batırmak,

soakbaton = değnekbatter = hırpalamak, dövmek, beatbattering = hırpalamabattery-powered = pille çalışanbattle (against / with) (fiil) = ile / karşı savaşmak,

mücadele etmek, fight (against / with)battle (isim) = meydan savaşı, muharebe, mücadele,

war, fight, endeavourbattlefield = er meydanı, savaş / muharebe alanıbauxite = alüminyum cevheri, boksitbay = koy, küçük körfezbe affiliated with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be

associated / connected withbe alarmed by = (bir şey)’den ötürü korkuya /

dehşete düşmekbe all there is left = kalan tek şey olmakbe anxious to do smt = bir şeyi yapmayı çok istemekbe associated with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi /

bağlantısı olmak, be affiliated / connected withbe at a standstill = durmuş olmakbe at fault = kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrongbe aware of = (bir şey)’in farkında olmak, be

conscious of, realise

be based in = (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’deüslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’debulunması

be based on / upon = (bir şey)’e dayanmak, be builton, depend on

be better known = daha iyi tanınmakbe better known as a scientist = daha çok bir bilim

insanı olarak tanınmakbe biased against = (bir şey)’e karşı önyargılı olmak,

(bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak,(bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak

be bothered with = (bir şey)’den ötürü rahatsızedilmek / rahatsızlık duymak

be bound to = (bir şey yapması) kesin / kaçınılmazolmak, be certain / sure to

be bound to end = sona ermesi kesin olmak, sonaermek zorunda olmak

be bound up with = (bir şey) ile çok yakın ilişkisi /bağlantısı olmak

be committed to = (bir şey)’e kendini adamak, devoteoneself to

be composed of = (bir şey)’den oluşmak, (birşey)’den ibaret olmak, comprise, consist of

be concerned about = (bir şey) hakkındakaygılanmak / endişe duymak

be concerned with = (bir şey) ile ilgili olmak, (birşey)’i konu etmek, be about, deal with

be connected with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak,be associated / affiliated with

be conscious of = (bir şey)’in farkında olmak, beaware of

be convinced of = (bir şey)’e ikna olmak, inanmakbe critical of = (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir

şey)’i eleştirmek, criticizebe delighted with = (bir şey)’e çok sevinmekbe deprived of = (bir şey)’den mahrum olmak, lackbe disposed to = (bir şey yapma) eğiliminde olmak,

tend to, be inclined tobe due = hak etmek, deservebe empty of (smt) = (bir şey)’den yoksun olmak /

kalmakbe engaged in = (bir şey)’in içinde yer almak, (bir

şey)’e dahil olmak, be involved inbe entitled to = hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible

for, (We are all entitled to equal protectionunder the law. = Yasalar altında hepimizin eşitkorunma hakkı vardır.)

be equipped with = (ekipman vs.) ile donanmış,donatılmış

18 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

be expected = beklenmek, önceden kestirilmişolmak, be foreseen / predicted, zıt anl.= beunforeseen / unpredicted

be expected to do smt = bir şey yapması beklenmekbe exposed to = (bir şey)’e maruz kalmakbe fascinated by / with = (bir şey)’e kendini

kaptırmak, be wrapped up inbe for = desteklemek, lehinde olmak, support, favour,

zıt anl.= be againstbe given publicity = yazılı ve görsel basında yer

almak, hakkında haber çıkmakbe given to = (bir şey yapma) alışkanlığında olmak,

huy edinmekbe grounded = 1) yere konmak, uçma izni olmamak;

2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmakbe home to = (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir

şey)’in anavatanı olmak, harbourbe housed in = (bir yer)’e yerleştirilmek, (bir yer)’de

barındırılmakbe in company of others = başkalarıyla birlikte

olmakbe in demand = (bir mal vs. için) talep olmak,

aranmak, istenmekbe in existence = meydanda olmak, var olmakbe in possession of = (bir şey)’e sahip olmak, (bir

şey)’i elinde bulundurmak, havebe in power = iktidarda olmakbe in the grip of = (bir şey)’in yönetiminde /

denetiminde / kontrolünde olmakbe in the habit of = (bir şey yapma) alışkanlığında

olmakbe in the lead = başta gitmek, lider / önde olmakbe in the making = yapım / kurulum / üretim

aşamasında olmakbe indexed to = (bir şey)’e endekslenmiş olmakbe indicative of = (bir şey)’in göstergesi / habercisi

olmak, be a sign ofbe involved in = 1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak,

(bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’ekarışmak / katılmak, participate (in); 2) (birşey) ile uğraşmak / görevli olmak

be involved with = (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişkiiçerisinde olmak, be in connection with

be likely to = . . . eğiliminde olmak, . . . -masımuhtemel olmak, be disposed to, tend to

be likened to = benzetilmekbe limited to = (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış

olmakbe linked with / to = (bir konu vs.) ile bağlantılı /

bağlantısı olmak

be made into = (bir şey)’e dönüştürülmekbe made up of = (bir madde vs.)’den yapılmak /

oluşmak, be composed ofbe marked by = (bir şey) ile belirginleşmekbe mistaken = yanılmak, be wrongbe no better = daha iyi olmamakbe not necessarily concerned with = her zaman / her

durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak,her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek

be not without cost = bedelsiz olmamak, bir bedelibulunmak

be noted for = (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, befamous / well-known for

be of importance = önem taşımak, önemli olmak, beimportant, be of significance

be of interest = ilginç / ilgi çekici olmak, be interestingbe of no importance = önemsiz olmak, be

insignificant, zıt anl.= be of importancebe of the opinion (that) = … düşüncesinde /

inancında olmakbe on the horizon = ufukta belirmekbe on the improve = düzelmekte olmak, ilerleme

içinde olmak, zıt anl.= deterioratebe on the rise = yükselişe geçmek, yükselişte olmakbe over = sona ermek, bitmek, end, zıt anl.= beginbe pleased with = (bir şey)’den memnun / hoşnut

olmak, be happy withbe prejudiced against = (bir şey)’e karşı önyargılı

olmak, be biased (against)be prepared for = (bir şey) için / (bir şey)’e karşı

hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.= beunprepared for

be present = var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.= beabsent

be prey to = (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’inkurbanı olmak

be put to work = işbaşı yaptırılmak, çalıştırılmakbe quick to do smt = bir şey yapmakta çabuk

davranmak / hızlı olmakbe reduced to = (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile

yetinmek zorunda kalmakbe referred to as = . . . olarak anılmak, be calledbe related to = (bir şey) ile ilgili olmakbe remembered for = (genellikle bir özelliğinden)

ötürü hatırlanmakbe required to = (bir şey yapmak) zorunda olmakbe responsible for = (bir şey)’den / (bir iş)’ten

sorumlu olmak, in charge (of)be restricted to = (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be

limited to

ÜDS Sözlüğü - 19

www.bademci.com

be rumoured = söylentisi dolaşmak, ağızdan ağızayayılmak

be scared of = (bir şey)’den korkmak, be afraid ofbe set on = kararlı / azimli olmak, be determinedbe settled = (bir yer)’e yerleşmiş olmakbe several years into smt = bir konuda büyük

mesafe kat etmek / yılların birikimine sahipolmak

be short of = (bir şey)’in eksiği olmak, azalmışbulunmak, lack, (We are short of cheese. =Peynirimiz azalmış.)

be situated = (bir yer)’de bulunmak, be locatedbe struck = (bir şeyin güzelliği, ilginçliği vs.

karşısında) büyülenmek, şaşırmakbe subject to = (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak,

maruz kalmakbe subjected to = maruz kalmak / bırakılmak, tabi

tutulmak, go through, undergo, experiencebe suited to = (bir şey)’e uygun olmakbe supplied with = (bir şey) ile donatılmış / teçhiz

edilmiş, be furnished withbe supposed to = (bir şey) yapması gerekmek /

yapmak zorunda olmak / yapması beklenirolmak, should

be suspected of = hakkında (bir suç vs.)’den ötürükuşku duyulmak

be taken ill = hastalık kapmak, hastalığayakalanmak

be taken in = kanmak, aldanmak, be deceivedbe thought to be = …olduğu düşünülmekbe through = bitirmiş olmak, (I am through with this

studies. = Çalışmalarımı bitirdim.)be to = olacak olmak, (be to remain friends =

arkadaş kalacak olmak)be to follow = (bir şeyi) izleyecek olmak, (bir şeyin)

arkasından meydana gelecek olmakbe unable to = yapamamak, başaramamak, elinden

gelmemek, fail to, zıt anl.= be able to, succeedin / at

be under way = bekleniyor olmak, yolda olmak, (biriş, proje vs. için) yapılmakta olmak

be unfamiliar with = (bir şey)’e aşina olmamak,yabancı olmak

be up to = 1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do /deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on

be washed away = su ile götürülmek, su tarafındansilinmek

be welcomed by = (birisi) tarafından hoş karşılanmakbe well ahead of = (bir şey / bir kişi)’nin hayli

önünde olmak

be worth = (bir şey)’e değer olmakbe worth something in the region of euro 700 =

700 Euro dolaylarında bir fiyatı olmakbe wrapped up in = (kendini bir şey)’e kaptırmış

olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmakbead = boncukbeak = gaga, billbeam (fiil) = (elektromanyetik dalgalar aracılığı ile)

göndermek, ışınlamakbeam (isim) = 1) ışın, ışık huzmesi, ray; 2) kiriş,

taşıyıcı kolonbeam of electrons = elektron akımıbean = fasulye, (kahve vs. için) tanebear = 1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip

olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have,carry, (The baby bears a strong resemblanceto its grandfather. = Bebek ile dedesi arasındabüyük bir benzerlik var.); 3) doğurmak,(meyve) vermek; 4) (sorumluluk vs. için)üzerine almak, have

bear in mind = akılda tutmak, akıldan çıkarmamakbear little relation = çok az ilgisi olmakbear no relation = (bir şeyin, başka bir şeyle) ilgisi

olmamak, (Your composition bears no relationwith the topic given. = Kompozisyonunuzun,verilen konu ile hiç ilgisi yok.)

bear out = 1) desteklemek, support; 2) dışarıtaşımak, carry out

bear the brunt of smt = bir saldırıyı vs. göğüslemek(The soldiers in the front had to bear the bruntof the enemy attack. = Cephedeki askerlerdüşman saldırısını göğüslemek zorundakaldılar.)

bearable = dayanılabilir, katlanılabilirbearer = taşıyıcı, porterbearing = 1) ilgi, ilişki, ilinti; 2) yönbeat (fiil) = 1) dövmek, dayak atmak, thrash; 2) alt

etmek, galip gelmek, yenmek, win over,overcome, zıt anl.= be defeated

beat (isim) = (kalp için) atışbeautification = güzelleştirmebecome extinct = soyu / nesli tükenmek, be wiped

out, (This dog race became extinct about 300years ago. = Bu köpek ırkının soyu yaklaşık300 yıl önce tükendi.)

bedside manner = doktorun yatan hastayayaklaşımı / tutumu

bed-wetting = altını ıslatmabehaviour = davranışbehavioural = davranışçı, davranışla ilgili

20 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

behind bars = demir parmaklıklar arkasında(hapiste)

Beijing = Pekin (Çin’in başkenti)being = varlık, entityBelgian = Belçika ile ilgili, Belçika’ya aitbelie = örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.=

revealbelief = inanç, düşünce, opinionBelize = Belize (Orta Amerika’da bir ülke)belligerent = kavgacı, dövüşken, savaşan taraf,

savaşçı, aggressive, zıt anl.= peacefulbelly = karın, abdomenbelonging = ait olma duygusubench = tezgâhbend = eğilmek, bükülmek, kavis yapmak, flexbend over = yere eğilmek, öne doğru eğilmek, lean

downbeneath = altına, altına doğrubeneficial = yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.=

useless, harmfulbeneficiary = (bir mirastan vs.) yararlanan (kişi veya

şey)benefit (fiil) = yaramak, yararına olmak, yarar / fayda

sağlamak, advantage, work to the advantageof, zıt anl.= harm, damage

benefit (isim) = yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.=harm, loss

benefit from (fiil) = 1) (bir şey)’den yarar / faydasağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from,zıt anl.= suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak,learn from

benefits outweigh its risks = yararları içerdiğirisklerden ağır çeker, risklerinden fazlayararları var

benign = yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.=severe, malign

benign applications = zararsız / kötücül olmayanuygulamalar

benignly = yumuşakça, tehlikesizce, kindly,harmlessly, zıt anl.= maliciously

beriberi = beriberi (B1 vitamini eksikliği nedeniyleoluşan, el ve ayaklarda iltihap ile belirginhastalık)

beset = 1) rahat vermemek; 2) kuşatmak, etrafınısarmak

besides = yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başkabest available record = (the best available record

şeklinde kullanılır) eldeki en iyi kayıt / verikaynağı

best course to take = tutulacak en iyi yol, yapılacaken iyi iş

best interests = en iyi şekilde korumabest left to hunters = en iyisi (bu işi) avcılara

bırakmakbest-known = en iyi bilinen / tanınanbestseller = çok satan (kitap vs.)bet = bahisbeta-amyloid protein = beta-amiloyid proteini

(Alzheimer hastalığının sebebi olarak bilinenve nerofibril plak oluşumuna neden olan bir türprotein)

better (fiil) = daha iyi hale gelmek / getirmekbetter targeted = hedefi iyi seçilmişbetter-cared = daha iyi bakılanbeverage = (alkolsüz) içecek, soft drinkbewildering = şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming,

(There is a bewildering variety of activities inthis new entertainment. = Bu yeni eğlenceprogramında şaşırtıcı çeşitlilikte aktivitemevcut.)

beyond = ötesi(ne), dışı(na), out ofbeyond recognition = tanınmaz halde, unnoticeable,

zıt anl.= apparentbeyond what she needs = ihtiyacı olandan çok

daha fazla(sı)bias = önyargı, prejudice, zıt anl.= impartialitybid = ihalebilaterally = iki taraftan, iki yandanbile = öd, safrabill = 1) fatura, hesap; 2) gaga, beakbind to = (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to,

zıt anl.= free from, loosen frombind with = birbirine bağla(n)mak, fasten, attach, zıt

anl.= free, loosenbinomial = iki sayı grubu, harf vs. ’den oluşan isim,

(kimi türler için verilen) iki terimli isim (örn.calystegia soldanella)

biofeedback = kişinin, vücudunda seyredenfizyolojik işlevler hakkında monitörlü araçyardımıyla bilgi sahibi olması

biofuel = tarlalarda bu amaçla üretilen bitkilerdenelde edilen yakıt (örn. biyodizel), agrofuel

biological function = biyolojik işlevbiological immaturity = biyolojik olarak yeterince

gelişmemiş olma durumubiological self = biyoljik benlik / kimlikbiologist = biyolog, biyolojist (canlıları inceleyen

bilim insanı)biopsy = biyopsi (tanı amacıyla mikroskopik

muayene için dokudan küçük bir parça alma)

ÜDS Sözlüğü - 21

www.bademci.com

bipolar disorder = bipolar bozukluk (manikdepresyon da denen, depresyon içerisindecoşku, taşkınlık gibi duyguların da yaşandığıbir çeşit ruhsal bozukluk)

bird flu virus = kuş gribi / vebası virüsübirth = doğumbirth defect = doğuştan gelen kusur / defektbit = 1) parça, parçacık; 2) az miktardabite = ısırık, lokmabite off = ısırarak koparmakbitter-blocker = acı tadı ortadan kaldıranbitterly = sert bir şekilde, acımasızca, dayanılması

zor bir şekildebitterly disappointed = şiddetli bir hayalkırıklığına

uğramışbizarre = garip, tuhaf, acayipbizarreness = tuhaflık, acaiplikblack hole = kara delik (hiçbir maddi oluşum ya da

ışınımın kendisinden kaçmasına izinvermeyen, güçlü bir yerçekimine sahip yüksekkütleli kozmik cisim)

blacken = karar(t)makblack-glazed = siyah sırlıblacklist (fiil) = kara listeye almakblacklist (isim) = kara listeblade = 1) bir bıçağın / kılıcın keskin kenarı;

2) yaprak ayasıblame with (fiil) = suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak,

(bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.=acquit of

blame (isim) = suç, suçlama, kabahat, töhmetblanket = üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek

bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıtanl.= uncover

blanket amnesty = genel afblast = patlama, infilak, explosionblast bomb = ses bombası, infilak şiddetiyle geniş

alanları etkileyen bombablasting = şiddetli ses çıkaranblatantly = gizlemeye gerek görmeden, apaçık bir

şekildebleach = beyazlatıcı maddebleak = 1) kötü, kasvetli; 2) rüzgardan korumasızbleed = kana(t)makbleed to death = kanamadan ölmekbleeding = kanamablend (fiil) = karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.=

separateblend (isim) = karışım, harman

blended = karıştırmak veya harmanlamak yolu ileoluş(turul)muş, mixed, zıt anl.= separated

blight (fiil) = soldurmak, berbat etmek, mahvetmek,ruin, damage, spoil

blight (isim) = (patates vb.) bitkileri vuran bir türhastalık

blind (fiil) = kör etmek, görmeyi / algılamayıengellemek

blind to (sıfat) = 1) (bir şey)’e karşı kör; 2) (birdurum)’u görmeyen / görmezden gelen

blister = kabarcık, su toplamablock = tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak,

faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.=let go, release

blockage = tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıtanl.= release

blocking = 1) engelleme, blokaj, set çekme;2) gruplandırma (bilimsel bir deneydedenekleri benzer özelliklerine göresınıflandırarak inceleme)

blood cell = kan hücresiblood clotting element = kan pıhtılaşmasını

sağlayan unsurblood flow = kan akımı, kanın vücut damarlarındaki

veya bir yaradan dışarı akışıblood pool = kan toplanmasıblood pressure = kan basıncı, tansiyonblood supply = (bir organın vs. beslenmesi için

gereken) kan miktarı, kan tedariğiblood test = kan testiblood vessel = kan damarıbloodshed = kan dökülmesi, kan dökmebloodstream = kan akımı / dolaşımıblow (fiil) = savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmekblow (isim) = (kafaya vs.) vurma, darbeblow on (fiil) = (bir şey)’e doğru üflemek / esmekblow out = üfleyerek söndürmekblowout = yeni kazılmakta olan bir petrol veya

artezyen kuyusunda, derinlerdeki yüksekbasınç sebebiyle oluşan çok şiddetli püskürme

blues = ABD’de ortaya çıkmış, özellikle siyahiinsanlar arasında daha popüler olan, Afrikahalk müzikleri kökenli bir müzik tarzı

bluish = mavimsibluish-purple = mavimsi mor renkblunt = köreltmek, etkisizleştirmek, dull, disable, zıt

anl.= sharpenblur = bulandırmakblurred vision = bulanık görme

22 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

board = (uçak, tren, otobüs, gemi gibi büyüktaşıtlara) binmek

boast of = 1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag;2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own,possess

bodily processes = vücut içinde meydana gelen(kimyasal, fizyolojik vs.) prosesler / işlemler

body = organ, kurum, teşekkülbody composition = beden yapısıbody fluid = vücut sıvısıbody function = vücut fonksiyonubody image = beden imgesi (insanın kendi

bedeniyle ilgili algı ve değerlendirmeleri içerenimge)

body mass index = vücut kitle endeksi (insanınvücut ağırlığının, boyunun karesinebölünmesiyle bulunabilen ve zayıflık /şişmanlık ölçütü olarak kullanılan bir endeks)

body weight = vücut ağırlığıbody-fluid system = vücut sıvıları sistemiboil over = 1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak

taşmakbold = cesur, gözüpek, daring, zıt anl.= cowardbombard = bombalamak, (top vs. ile) dövmekbond with = ile birleşmek, -e bağla(n)makbond yield = tahvil faizibonding = bağ, bağlanma, (hydrogen bond =

hidrojen bağı)bone = kemikbone fracture = kemik kırığıbone marrow = kemik iliğibonfire = şenlik ateşibony = kemiksi, kemiklibook = 1) (bilet, otel vs. için) reservasyon

yap(tır)mak; 2) (futbol vb. bir oyunda hatalıoynayan bir oyuncuya) uyarı amaçlı (örn. sarı)kart göstermek (ve ilgili oyuncuyu kaydageçirmek), (expel = (örn. kırmızı kartgöstermek sureti ile (oyundan) ihraç etmek)

boom = canlılık, patlama, ani gelişmeboost = arttırmak, yükseltmek, destek olmak,

improve, increase, support, zıt anl.= prevent,undermine, lessen, lower, reduce

booster = güçlendiricibooth = kabin, kulübeborder on (fiil) = (bir yer)’i çevrelemek, çevirmek,

enclose, surroundborder (isim) = (ülke için) sınırbore-hole = sondaj deliğiboring (isim) = sondaj

boring (sıfat) = can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresomebother = sıkıntı, rahatsızlık, trouble, annoyancebottled gas = tüp gazbotulism = ağır bakteri zehirlenmesiboulder = iri kaya parçasıbounce (fiil) = (ticari çekler için) karşılıksız çıkmakbounce off (fiil) = (top vs. için) sek(tir)mekbounce (isim) = (derinin çekilip bırakılması

sonrasında hemen) eski halini alabilmesiözelliği

boundary = sınırboundless = sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite,

unlimited, zıt anl.= limited, scarcebountiful = cömert, generousbourgeois = burjuvabout = hastalık nöbeti, hastalık, fitbox kite = kutu uçurtma (şekil bakımından her yanı

açık bir kutuyu andıran uçurtma)brain = beyinbrain activity = beyin aktivitesibrain area = beyindeki bölgelerden herhangi biribrain injury = beyin zedelenmesibrain malady = beyin hastalığıbrain pathway = beyin yolu (beyinde bulunan sinir

yolları)brain regions = beynin bölümleribrain structure = beynin yapısıbrain wave = beyin dalgasıbrain-imaging = beyin görüntülemebrake = frenbranch off (fiil) = kollara / dallara ayrılmak, diverge,

subdividebranch (isim) = dal, branşbranch out into = (başka yerleri vs. içine alacak

kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak,bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıtanl.= shrink

brand = markabranding = marka yaratmabrand-new = yepyeni, gıcır gıcırbrave = cesaretle karşı koymak, göğüs germekbreadth = 1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width,

broadnessbreak = mola, ara, teneffüsbreak away = kırılıp / kopup ayrılmakbreak down = 1) parçalara ayırmak, analiz etmek,

analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail;3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasalolarak) yıkmak / ayrıştırmak

ÜDS Sözlüğü - 23

www.bademci.com

break into = 1) (zorla) girmek, force an entry;2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burstinto

break off = (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermekbreak one’s promise = sözünü tutmamak, zıt anl.=

keep one’s promisebreak out = patlak vermek, birden ortaya çıkmak,

eruptbreak out of = (hapishane vs.)’den kaçmak, escape

(from)break through = (bir yerden engelleri aşarak)

ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force away through

break up = 1) (gösteri vs. türden bir etkinliği)dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (dahaküçük) parçalara ayırmak / ayrılmak

breakdown = 1) sinir bozukluğu, ruhen çökme,nervous breakdown; 2) bozulma, arıza,collapse, failure

breaking = frenleme, fren yapma işlemibreakthough = çığır açan şey, great innovation /

discoverybreakup = 1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma,

bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılmabreast = meme, göğüsbreast cancer = meme / göğüs kanseribreastfeed = emzirerek beslemekbreastfeeding = emzirerek beslemebreathe = nefes almakbreathe life into = (bir şey)’e yaşam üflemek, (bir

yer)’i canlandırmakbreathless = nefesini tutmuş, nefes bile almayan

(heyecan ve ilgi ifade eder)breathlessness = soluksuzluk, soluk alamamabreed = cins, türbreed grounds for = (bir şey)’e zemin hazırlamakbreeding = yetiş(tir)me, üre(t)me, (bitki ve hayvan

türlerini) ıslah etmebreeding grounds = üreme / yuvalanma bölgesibreeze = esintibrew = gelişmek, yayılmak (kötü şeyler için)brewing = demle(n)mebrick = tuğlabridge = köprü kurmak, (açığı) kapatmakbridge the gap between … and … = … ve …

arasındaki boşluğu kapatmak, … ile …arasında köprü oluşturmak

brief = kısa, shortbriefly = 1) kısa bir süre için, for a short time;

2) kısaca, shortly

bright = parlakbrilliance = deha, mükemmellik, genius, perfectionbrilliant = dahice, parlak, harika, intelligent, bright,

wonderfulbrilliantly = harika bir şekildebring in = 1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause,

earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık birortama) getirmek, sunmak, introduce

bring about = meydana getirmek, neden olmak, giverise, produce, effectuate, account for, (Thenew law brought about many complaints. =Yeni yasa, pek çok şikayete neden oldu.)

bring down = 1) aşağıya çekmek, azaltmak;2) yıkmak, yerle bir etmek

bring forth = yaratmak, meydana getirmek, yolaçmak, doğurmak, get, produce, yield

bring in = 1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama)getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelirvs.) getirmek, earn

bring into action = harekete geçirmekbring no benefit = hiç yarar sağlamamak, hiç

faydası olmamakbring off = başarmak, başarılı bir şekilde yapmak,

accomplishbring on = ortaya çıkarmak, sebep olmak, producebring out = (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak,

neden olmak, develop, causebring over = 1) deniz aşırı bir yerden getirmek;

2) (birini kendi) değerlerine, inançlarına tekrardöndürmek; 3) beraberinde getirmek, (Mymother said I could bring my friend over for thenight. = Annem, arkadaşımı gece yatıyaçağırabileceğimi söyledi.)

bring relief = rahatlatmak, yumuşatmak, alleviate,moderate, zıt anl.= aggravate, worsen

bring through = (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.)atlatmasını sağlamak, save, pull through

bring to an end = son vermek, terminate, zıt anl.=start, commence

bring to the fore = ön plana çıkartmakbring to the notice = (bir kişi)’nin dikkatine sunmak,

farkına varmasını sağlamakbring under control = (bir durumu) kontrol altına

almakbring up = 1) gündeme getirmek, değinmek, refer

(to); 2) çocuk yetiştirmek, raisebring up to = (bir toplama, miktara) ulaştırmakbrisk = canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan

tarzda, energeticbroad = geniş, geniş çaplıbroadcast = (verici ile) yayınlamak

24 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

broaden = genişle(t)mek, expand, (Literature greatlybroadens a doctor’s horizons. = Literatür, birdoktorun ufkunu önemli ölçüde genişletir.)

broadly = geniş çaplı, generallybroken generation = acılı nesilbroken spirit = (örn. yaşama azminin yitirilmesi

nedeniyle ortaya çıkan) moral çöküntüsübronchoscopy = bronkoskopi (soluk borusu ve

bronşların bir alet vasıtasıyla muayeneedilmesi)

Bronze Age = Tunç / Bronz Çağı (insanların bronzukullanmaya başladıkları, Anadolu için M. Ö.yaklaşık 3000-1200 yılları arasında kalandönem)

bruise = (deri ya da deri altı için) morarmak, morluk,çürük, bere

brunt = yük, darbe, burdenBrussels = Brüksel (Belçika’nın başkenti olan ve

Avrupa Birliği’nin yönetim merkezlerininçoğunun yer aldığı kent)

brutally = vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.=gently, humanely

bubble = kabarcık, baloncukbubonic plague = hıyarcıklı veba (özellikle pireler ve

fareler tarafından taşınan, 14. yy’da Avrupanüfusunun dörtte birine yakınının ölümüneneden olan, yüksek ateş, halsizlik ve koltuk altıile kasık bölgelerinde kabarcık oluşumu ilebelirgin hastalık)

budget = bütçebudgetary = bütçe ile ilgilibug = (bir sistem ya da makinedeki) hata, arızabuild on = 1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress

builds on my psychology and makes medepressive. = Bütün stress psikolojim üzerindebirikiyor ve beni depresif yapıyor.); 2) daha daileri götürüp geliştirmek, (The author hopes tobuild on the success of his previous bestsellerbook. = Yazar, önceki çok satan kitabınınbaşarısını daha da ileri götürmeyi umuyor.);3) üzerine kurulu olmak, (bir şey)’i esas almak,be based on

build to a common standard = ortak bir standardagöre yapmak / inşa etmek

build up = 1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek,birikmek, accumulate, develop, amplify,gather, zıt anl.= lessen

build up to a size = belli bir ebada kadar yapmakbuilding blocks = yapı taşlarıbuilding code = (binaların nasıl inşa edileceğini vs.

düzenleyen) imar yasasıbuilding material = inşa / yapı malzemesi

build-up = birikme, accumulationbulimia = 1) oburluk, aşırı yeme, hyperphagia;

2) bulimi (genellikle genç kızlar arasındagörülen, aşırı yemek yeme sonrasında kiloalma korkusu sebebiyle kişinin kendi kendinikusturması ile belirgin yeme bozukluğu),bulimia nervosa

bulimia nervosa = bkz. bulimia 2bulk = büyük hacim / kütlebulldoze = (örn. buldozer ile) yıkmak, dümdüz

etmekbullet-proof = kurşungeçirmezbullfight = boğa güreşibump = çarpma, vurmabumpy = tümsekli, engebelibundle = demetburden = külfet, yük, strainbureaucracy = bürokrasiburglar = (ev, dükkan, araç vs. soyan) hırsızburglary = ev / bina / araç soymaburn = yakmak / yanmakburn up = yakmak, yakarak tüketmekburnish = cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.=

tarnishburst (fiil) = patla(t)makburst (isim) = 1) patlama ile fırlama / saçılma; 2) bir

anlık ve genellikle kısa süreli çok yüksek artışbury = gömmek, toprak altında bırakmakbusiness ethics = iş ahlakıbusiness segments = iş alanlarıbusiness setting = iş ortamıbustle = telaş etmekbuttocks = (genellikle çoğul kullanılır) kalça, kaba et,

popobuy up = (bir şey)’in tamamını satın almakby a third = üçte bir oranında, by one thirdby any chance = tesadüfen, şans eseriby any means = her ne şekilde olursa olsunby far = çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and

awayby implication = ima yoluylaby means of = vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile,

sayesinde, yöntemiyle, throughby nature = özü / doğası sebebiyle, doğası gereğiby no means = asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no

sense, certainly notby one account = bir görüşe / rapora göre…by one third = üçte bir oranında, by a third

ÜDS Sözlüğü - 25

www.bademci.com

by reference to = (birşey)’e göre / ilişkin olarakby this means = bu yolla, using thisby this time next year = gelecek yıl bu vakte kadarbypass = etrafından dolanarak / yanından geçerek /

uğramadan aşmak, baypas etmek

bypass surgery = baypas ameliyatı (koroner birdamardaki tıkanıklığı gidermek için anaatardamar ve tıkanık damarın arasınavücudun başka bir bölgesinden alınan damarvasıtasıyla kan geçişi sağlanması)

by-product = yan ürünbystander = seyirci, olaya karışmadan kenarda

duran kimse, witness

www.bademci.com

cage = kafescaged = kafeslenmiş, kafese koyulmuşcalcium-rich = kalsiyum bakımından zengincalendar = takvimcall = isimlendirmek, termcall for = (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek,

ask, require, (Great necessities call for greatleaders. = Büyük ihtiyaçlar, büyük liderlergerektirir.)

call in at = (bir yer)’e uğramakcall in = davet etmek, invitecall into question = sorgulamakcall on = (birisinden bir şey yapmasını) istemek, (bir

şey yapması için) davet etmek, (birisini birişte) kullanmak

call out = 1) (yüksek sesle ad, numara vs.)söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma)çağırmak

call sign = kod ad, designationcall upon = (yardım, destek vs. için) başvurmak,

çağrıda bulunmakcalm (down) (fiil) = sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.=

excitecalm (isim) = sükunet, dinginlikcalorific value = kalori değericalory = kalori (bir atmosfer basınç altında, 1 gram

suyun ısısını 1 santigrat derece arttıran enerjimiktarı), calorie

Cameroon = Kamerun (Batı Afrika’da bir ülke)camouflage = kamuflaj, gizle(n)mecampaign (fiil) = mücadele etmek, kampanya

yapmakcampaign (isim) = (seçim vs. için) kampanyacamphor = kamfor defnesinden elde edilen, kokulu,

beyaz veya şeffaf renkli, mumsu bir maddecan = (boya, tiner gibi şeylerin içine konduğu) kutu /

teneke, konserve kutusucancel out = ortadan kaldırmak, silip süpürmek,

offset, wipe outcancer development = kanserin ortaya çıkması /

başlaması / gelişmesicancerous = kanserlicancerous growth = kansere bağlı büyüme,

kansere bağlı olarak büyüyen doku vs.

cancer-related = kansere bağlıcane = bastoncanister = metal tüpcannabis = Hint keneviricannibalism = yamyamlık (kendi türünü yeme)cannot help = elinde olmamak, kendine hakim

olamamak, (I can’t help eating chocolate eventhough I am on a diet. = Diyette olmamarağmen, çikolata yemek konusunda kendimehakim olamıyorum.)

canopy = ormanda ağaç tepelerinin oluşturduğu enüst tabaka, gölgelik

Canton = Kanton, Guangdong (Çin’de bir liman kentive aynı isimli eyaletin başkenti)

canvas = branda bezi, tuval, tuval üzerine yapılmışresim

cap = başlık, kapakcapability = yetenek, kabiliyet, kapasite, ability,

capacity, zıt anl.= incompetencecapable of = (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü

yeter, muktedir, able to, zıt anl.= incapable of,unable to

capacity = kapasite, güçCape of Good Hope = Ümit BurnuCape Town = Cape Town (Afrika kıtasının en

güneyindeki Ümit Burnu’nda yer alan veGüney Afrika Cumhuriyeti’nin yönetimmerkezlerinden biri olan kent)

capillary = kılcal damarcapital punishment = ölüm cezası, death penaltycapitalism = kapitalizm (üretim araçlarının

çoğunluğuna özel mülkiyetin sahip olduğu veişlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal vehizmet fiyatlarını piyasa ekonomisininbelirlediği sosyal ve ekonomik sistem)

capitalize = büyük harfle yazmakcapitalize on = (bir şey)’den yararlanmak, benefit

from, exploitCappadocia = Kapadokya (antik dönemde Orta

Anadolu’nun geniş bir kısmını kapsarken,günümüzde sadece Nevşehir ili sınırları içindekalmış olan ve volkanik oluşumları ile tanınanbölge)

captivate = büyülemek, cezbetmek

C C C C C

ÜDS Sözlüğü - 27

www.bademci.com

captivating = dikkat çekencaptive = kapatılmış, esircapture = 1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak,

fethetmek, imprison, catch, zıt anl.= release;2) fotoğrafını çekmek, take a photo of,photograph; 3) (fotoğraf / resim için) (örneğinbir anı) yakalamak, (With his camera he triedto capture changes as they took place beforehis eyes. = Fotoğraf makinesiyle gözününönünde meydana gelen değişimleriyakalamaya çalıştı.); 4) saptamak, tespitetmek, record

capture off-guard = hazırlıksız / savunmasızyakalamak

carbon isotope ratio = karbon izotop oranı, CIRcarbon-emission tallies = karbon yayma çetelesi /

hesap tablosucarcinogenecity = kanser yapma eğilimicarcinoma = karsinoma (epitel dokuda ortaya çıkan

kötü huylu her tür kanser çeşidi; dört temelkanser türünden biri)

cardboard = kartoncardiac = kalbe aitcardiac arrest = kalp durmasıcardiac rehabilitation = kalp rehabilitasyonu

(çalışma yeteneği azalmış olan kalbe, uygunegzersiz uygulayarak tekrar eski güç veyeteneğini kazandırma)

cardiac sphincter = kardiyak sfinkter (yemekborusunun en uç noktası ile mide arasındakalan valf / kapakçık)

cardiovascular disease = kalp ve kan damarlarırahatsızlığı / hastalığı

cardiovascular health = kalp ve damar sağlığıcare about = 1) sevmek, hoşlanmak, be fond of;

2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmekcare for = 1) özen göstermek; 2) hoşlanmakcarefree = kaygısız, dertsiz, umursamazcarefully = dikkatli / titiz bir şekildecaregiver = hasta ya da çocuk bakıcısı, nurse,

attendantcareless = dikkatsiz, özensiz, zıt anl.= carefulcargo cult = kabile hayatı yaşayan topluluklarda,

gelişmiş ülkelerden gelen bir grupla ilk defakarşılaştıklarında, özellikle onların birliktegetirdikleri teknolojik aletlere duyulan hayranlıkile bağlantılı olarak ortaya çıkan tapınmaeylemine verilen ad

cargo hold = kargo ambarıCarib Indians = Karib Yerlileri (Güney Karayipler’de

yaşayan bir yerli halk)

caries = diş veya kemikte çürümecarotenoid = insan, hayvan ya da bitkilerde bulunan,

genelde sarı ile kırmızı arasındaki doymamışpigmentlerden herhangi biri

carpet = (tabanı) kaplamakcarriage = vagon, arabacarrier = taşıyıcı, portercarry away = 1) ikna etmek, persuade;

2) heyecanlandırmak, excite; 3) götürmekcarry on = devam etmek, sürdürmek, continue,

persevere, conduct, zıt anl.= give upcarry out = yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek,

yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement,perform, conduct, (The experiments werecarried out by Dr. Preston. = Deneyler Dr.Preston tarafından gerçekleştirildi.), (Shecarries out her duties efficiently. = Görevlerinidüzgün bir şekilde yerine getiriyor.)

carve = oymakcarving = oymacase = 1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum,

incident, situationCaspian Sea = Hazar Denizicast (fiil) = (gölge) yapmak / düşürmek, (maden)

dökmekcast (isim) = oyuncu kadrosucast-in-place = yerinde dökülmüşcasual = 1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental,

incidental, informal, zıt anl.= deliberate, formal;2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada biryapan, zıt anl.= professional

catalysed by breakthroughs = yeni buluş /keşiflerle güçlenmiş

catalyze = katalize etmek (özellikle bir kimyasalreaksiyonu kolaylaştırmak / çabuklaştırmak)

catastrophe = felaket, (doğal) afetcatastrophic = feci, felaket getiren, disastrouscatch a yawn = başkası esnerken esnemeye

başlamakcatch the public attention = halkın dikkatini

çekmekcatch up on old times = (iki ya da daha fazla kişi

için) sohbet ederek, geçmişte yaşananları yada kaçırılan olayları öğrenmek

catch up to / with = (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na,(seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.=fall behind

categorically = kategorik olarak / sınıflandırılarakincelenmek suretiyle

categorize = sınıflandırmak, classify

28 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

cater = (özellikle düğün vs. için) yemek hizmetivermek

cater to French tastes = Fransız zevklerine hitapetmek

catering = yemek tedarik etmecaterpillar = tırtılcatheter = kateter (vücutta herhangi bir boşluk ya da

kanala sıvı vs. iletmek amacıyla kullanılanince, uzun tüp şeklinde araç)

Catholic = Katolik (Hristiyanlık dininin Katolikmezhebi ile ilgili)

Catholicism = Katoliklik (Hristiyanlık’ta büyük birmezhep)

cattle = sığırcattle-farming = sığır çiftçiliğicausality = nedensellik, sebep-sonuç ilişkisicausation = (bir hastalık vs’ye) neden olan şeycause (fiil) = neden olmak, yol açmakcause (isim) = 1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü,

purpose, objective; 2) neden, sebep, reasoncaution (isim) = 1) ihtiyat, alertness, attention, zıt

anl.= recklessness; 2) uyarı, ikaz, warningcaution (fiil) = uyarmak, ikaz etmek, warncautious = ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful,

prudent, zıt anl.= careless, thoughtlesscautiously = ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully,

thoughtfully, zıt anl.= carelessly, (The infectedwound was very cautiously drained, for it wasclose to an artery. = Enfekte olmuş yara, birartere yakınlığı sebebiyle çok dikkatli birşekilde drene edildi.)

cave-sanctuary = mağara-mabetcavity = oyuk, boşluk, (dişte) çürükcavity-wall = arasında boşluk bulunan duvarcease = (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona

er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.= begin,continue

cease to need = ihtiyaç duymamak, ihtiyacıolmamak

ceaselessly = durmaksızınceiling = (oda için) tavan, zıt anl.= floorcelebrate = övmek, kutlamak, praisecelebrated = ünlü, meşhur, şöhretlicelebrity = ünlü kimsecelestial = gök ile ilgili, gökselcelestial body = gök cismicelestial observatory = gözlemevi, gökyüzü gözlem

merkezi

cell plate = bitki hücrelerinin ortasında oluşupbüyüyerek hücreyi ikiye ayıran ve daha sonrahücre duvarına dönüşen yapı

cell-phone = cep telefonu, mobile phonecellular hypoxia = hücresel oksijen azlığıcellulose = selüloz (bitki hücrelerinin duvarını

oluşturan ve kağıt üretiminde kullanılanmadde)

censor = sansürlemekcensus = sayım, nüfus sayımıcentenarian = (en az) yüz yıllık, yüz yıl yaşamış olancentral = merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.=

peripheral, minor, secondarycentral Europe = Orta Avrupacentre of the brain = beynin merkezicentre on / upon = (bir şey) üzerine yoğunlaşmak /

odaklanmak, focus on, concentrate on, zıtanl.= disregard, overlook

century = yüzyıl, asırceramic = seramik (genellikle çömlek üretmek

amacı ile seramik çamurunun pişirilereksertleştirilmesi yolu ile elde edilen malzeme)

cereal = 1) tahıldan yapılmış hazır yiyecek; 2) tahılcerebellum = (çoğul: cerebellums ya da cerebella)

serebellum, beyincikcerebral = serebral, serebrum ya da beyinle ilgilicerebral cortex = serebral korteks (beyinde

serebrumun girintili çıkıntılı üst katmanınıoluşturan, bilinç ve hafıza gibi fonksiyonlar ileilgili olan gri madde tabakası)

cerebrospinal fluid = serebrospinal sıvı (beyin-omurilik sıvısı)

ceremonial centre = tören merkezicertain = 1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, somecertainly = kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely,

zıt anl.= probablycertainty = kesinlik, zıt anl.= uncertaintycervical = boyun ile ilgilicervical vertebrae = boyun omurlarıChad = Çad (Orta Afrika’da bir ülke)chafe = (sürtme sonucu) yarala(n)mak /

berele(n)mek / kızar(t)makchain = zincirchain of events = olaylar zincirichairman = başkanchalk = tebeşir, kireçtaşıchallenge (fiil) = meydan okumak, kafa tutmak,

(gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront

ÜDS Sözlüğü - 29

www.bademci.com

challenge (isim) = (insana meydan okuyan türden)zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everestpresented a challenge to Hillary. = EverestTepesi, Hillary için kendisine meydan okuyanzor bir hedefti.), (To build a bridge in one daywas a real challenge. = Bir günde bir köprüinşa etmek başarılması zor bir işti.)

challenging = meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü,yeteneğini vs.) sınayan

chamber = odachamber music = oda müziği (küçük bir grup

müzisyenin genellikle bir odanın içinde küçükbir topluluk için çaldığı müzik)

chameleon = bukalemun (renk değiştirebilen birkertenkele türü)

chance error = tesadüfi / rastlantısal hatachances = şanschange = değişiklik, değişim, alteration, modification,

varietychange into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert intochange one’s mind = fikrini değiştirmekchange over to = (bir şeyden bir şey)’e tamamen

değiş(tir)mek, (The country has changed overfrom military to civilian rule. = Ülke askerirejimden sivil rejime döndü.)

channel (into) = kanalize etmekChannel Tunnel = Manş Tüneli (Manş Denizi’nin

altından geçen, İngiltere ile Fransa’yıdemiryolu ile birbirine bağlayan tünel),Eurotunnel

chaotic = karmakarışık, düzensiz, confused,disorganised, zıt anl.= harmonious, orderly

chapter = (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section,part

characteristic = karakteristik özellik, (bir kişi ya daunsura) has özellik, feature

characteristic attitude = karakteristik davranış,(kişiye) özgü davranış, tipik davranış

characterize = nitelendirmek, tanımlamak,karakterize etmek, define, describe

charge (fiil) = 1) hücum etmek, saldırmak, hamleyapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabınageçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli birmiktar patlayıcı ile) doldurmak

charge with = (bir şey) ile itham etmek / suçlamakcharge (isim) = 1) harç, ücret; 2) (elektriksel) yükchariot = atlı savaş arabasıcharity = hayır cemiyeti, yardım derneğicharm = cazibe, çekicilikcharming = hoş, cana yakın, çekici

charter (fiil) = bir uçağı, tarifesi dışında uçuşgerçekleştirmek amacı ile kiralamak

charter (isim) = eski Avrupa’da şehir kuruluşu veyönetimi ile ilgili kuralları belirleyen belge

charter airline = uçuşlarını bir tarife olmaksızın,kiralama veya özel sözleşmeler çerçevesindegerçekleştiren havayolu şirketi

cheating = kandırma, aldatmacheck = kontrol etmekcheck for = (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek,

(check the building for gas leakage = binayıgaz kaçağı bulmak amacıyla kontrol etmek)

check with = (bir kişi)’ye sormak, (bir kişi)’ninonayını almak

checker = dama taşıcheck-up = genel sağlık kontrolücheering = neşelendirici, keyif vericichemical affinity = kimyasal çekim / cazibe /

yatkınlıkchemical energy extraction = (besinlerden vs.)

kimyasal enerji çıkarma / elde etme işlemichemical reaction = kimyasal tepki / reaksiyonchemist = kimyacı, kimyagerchemotherapy = kemoterapi (özellikle kanser

hastalıklarında kimyasal maddelerle yapılantedaviye verilen genel ad)

cherished = değer verilenchessboard = satranç tahtasıchest = 1) sandık, kutu, box; 2) göğüschest infection = göğüs enfeksiyonuchestnut = kestanechick = civcivchiefly = başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly,

above allchild abuse = çocuk istismarıchild labour = çocukların çalıştırılmasıchildbirth = doğumchild-guidance clinic = çocuklar için psikolojik

rehberlik ve ruhsal hastalıkların tedavisi gibihizmetler veren klinik

childhood blindness = çocuk körlüğü (A vitaminieksikliği, kızamık, yenidoğanlarda gözenflamasyonu, doğuştan gelen katarakt vb.nedenlerle ortaya çıkan körlük)

chimpanzee = şempanze (alet kullanabilecek kadarzeki olan ve genelde bu tür deneylere konuedilen maymun türü)

chip = çip (yarıiletken bir maddenin üzerindeoluşturularak üretilen küçültülmüş elektronikdevre), integrated circuit

30 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

chip-making = elektronik devre / çip üretmechlorine = klor (doğada genellikle keskin kokulu,

yeşilimsi sarı renkli, zehirli ve tahriş edici Cl2(diklorin) gazı olarak bulunan element)

choice = seçenek, seçim, çare, alternative, optionchoke on = (boğazı) tıka(n)mak, boğazına bir şey

kaçmakchoking = boğulma, soluk alamamachromosomal = kromozomal, kromozomlar ile ilgilichromosomal polymorphism = biyolojide belli bir

türün içinde, farklı kromozom sayılarına veyaşekillerine sahip bireylerinin bulunmasıdurumu

chromosome = kromozom (hücre çekirdeğinde,üzerinde kalıtsal özellikleri belirleyen genleritaşıyan, iplik şeklindeki oluşumlardan her biri)

chronic = kronik, süreğenchronic bacterial infection = kronik bakteriyel

enfeksiyonchronic bleeding = kronik kanama (uzun süre

devam eden kanama)chronic disease = kronik hastalık (uzun süre devam

eden hastalık)chronic infection = kronik enfeksiyon (uzun süre

devam eden enfeksiyon)chronic insomnia = kronik uykusuzluk (uzun süre

devam eden uykusuzluk hali)chronically = kronik olarak, süreğen şekildechronicle = tarihi olay kaydıchunk = büyük bir parça, yığınchurchyard = kilise bahçesi / avlusucipher = şifrecircuit = elektrik devresicirculate through = (bir şey)’in içinde deveran etmek /

dolaşmak, go about in, move around incirculation = 1) dolaşım; 2) dağıtım miktarı, tirajcirculatory = sirkülatuar, dolaşımla ilgilicircumference = daire çevresi, çevre ölçüsücircumnavigate = denizden (örn. dünyanın) etrafını

dolaşmakcircumstance = olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet,

situation, case, incident, conditioncircumstances being what they are = şartlar böyle

oluncacirrhotic = sirotik (siroz ile ilgili ya da ondan ileri

gelen)citizen = vatandaş, yurttaşcitrus = narenciye, turunçgil

city-state = şehir devlet (kendi kendini yöneten veyakın çevresindeki topraklara da hakim olankent)

civet = misk kedi türünün genel adıcivic = yurttaşlık / vatandaşlık ile ilgilicivil disturbance = sosyal kargaşa, iç kargaşacivil engineer = inşaat mühendisicivil right = vatandaşlık hakkıcivil service job = devlet memurluğucivil unrest = sosyal kargaşa, iç kargaşa, civil

disturbancecivil war = iç savaşcivilian law = medeni hukuk, civil lawcivilization = medeniyet, uygarlıkcivil-servant = devlet memuru, kamu görevlisiclaim (fiil) = talep / iddia etmek, demand, request, zıt

anl.= disclaim, denyclaim (isim) = iddia, talep, hak talebi, assertion,

demand, request, zıt anl.= disclaimerclarify = açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminateclarity = açıklık, berraklık, netlikclass = sınıf, tabaka, zümre, casteclass hierarchy = sosyal sınıf hiyerarşisi (bireylerin

birbirinden üstün / aşağı olmasını belirleyen vesosyal sınıf farklarından kaynaklanan düzen)

classical period = klasik dönem (bir uygarlığın veyabir sanat dalının tarihsel süreç içerisinde hemgelenekselci, hem de yüksek seviyede olduğuve genellikle günümüzde en tanınmışeserlerinin çoğunu verdiği dönem), classicperiod

classical rules = klasik bilim kuralları (örn. izafi veyakuantum olmayan, doğada genellikle basityöntemlerle gözlemlenebilen olayları basitçeaçıklamakta kullanılan kurallar ve kanunlar)

classics = klasikler, klasik eserlerclassify = sınıflandırmak, break down, sort, groupclattering = (makine için) dişli, krank, pres gibi

hareketli ve takırdayan parçalar içeren,takırdayan

clavicle = köprücük kemiğiclay = kilclean bill of health = sağlık raporu (bir hekim ya da

hekimler kurulu tarafından düzenlenen ve birkişinin sağlıklı olduğunu belgeleyen rapor)

cleanse = temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean,wash, zıt anl.= pollute

clear = açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıtanl.= unclear

ÜDS Sözlüğü - 31

www.bademci.com

clear away = 1) kaybolmak, disappear; 2) ortadankaldırmak, remove

clear out of = (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip outof

clear up = 1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek,iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamentemizlemek, ortadan kaldırmak, remove

clearly = açıkça, açık ve net olarak, obviouslyclearly defined = şekli / hatları açıkça belirginclever = zeki(ce), akıllı(ca), smartclient = müştericliff = uçurum, sarp kayalıkclimate = 1) durum; 2) iklim; 3) eğilimclimatic = iklimsel, mevsimselclimatic control = iklim kontrolü (iklimleri ve

mevsimleri anlamayı ve kontrol etmeyiamaçlayan araştırma alanı)

climatologist = iklim bilimci (iklimleri inceleyen biliminsanı)

climax = zirve, dorukcling to = (bir şey)’e yapışmak / sıkıca sarılmak, zıt

anl.= let go ofclinical trial = klinik deneme / çalışmaclinician = klinisyen (klinik öğreti ve uygulamada

uzmanlaşmış hekim)clip tightly = (mandal, klips vs. ile) sıkıca kapatmak

/ kıstırmakclockwork = genellikle dişliler ve benzer hareketli

parçalar içeren bir sistem ile çalışanclog (fiil) = tıkamakclog (isim) = kan pıhtısıclogging = (damar için) tıkanma, tıkanıklıkcloned sheep = klonlanmış koyuncloning = klonlama (yapay olarak tek bir hücreden

birbirine benzeyen canlı meydana getirme)close down = (bir işyerini vs.) kapatmak, shut downclose in on / upon = (bir şey ya da kişi)’ye (sinsice)

yaklaşmak, approachclose on = (genellikle rakamlardan önce kullanılır)

hemen hemen, yaklaşık, close toclose up = 1) (bir şey)’i tıkamak, kesmek, kapamak,

faaliyetini durdurmak, block, shut; 2) (birbirine)yaklaşmak, come closer

closed basin lake = kapalı havza gölü (akarsulartarafından beslenmeyen ve suları akarsularyolu ile denize ulaşmayan göl)

closed circuit = 1) kapalı devre (ana şebekeye bağlıolmayan veya internet, televizyon, radyo yayınıgibi herhangi bir dış sistem ile bağlantısıbulunmayan); 2) herhangi bir kopuklukolmaksızın, elektrik akımının tam bir döngüiçinde dolanabileceği elektrik devresi

closedown = kapanma, shutdown, zıt anl.= openingclosely = yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya,

dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.=remotely, distantly

closer scores = birbirine daha yakın (daha az farklı)skorlar

clot = pıhtı, emboli, emboliclothe = kaplamakclothing chain stores = hazır giyim mağazaları

zinciricloud complex = bulut kompleksi (birlikte hareket

eden bir bulut öbeği)cloudy fluid = bulanık sıvıclub football = kulüpleşmiş / profesyonel futbolclue = ipucu, işaret, hint, sign, evidenceclumsy = hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainlycluster = küme, grup, dizi, groupclutch = (yumurtalar için) bir kerede / bir gebelikte

yumurtlanmışCO2 = karbon dioksit (doğada genellikle gaz halinde

bulunan, canlıların solunum ile dışarı verdikleribileşik), carbon dioxide

coal-derived = kömürden elde edilencoalesce into = birleşmek, birleşip bir bütün

oluşturmak, fuse into, (There is a tendency forseparate industrial systems to coalesce intolarge units. = Ayrı endüstriyel sistemlerinbirleşip büyük birimler oluşturması yönünde bireğilim mevcuttur.)

coal-mining = kömür madenciliğicoast = kıyı, sahil, shorecoastal = kıyıya / sahile aitcoastline = kıyı boyu, sahil şeridicoating = kaplamaco-author = (kitabın / yayının vs.) yazarlarından her

biricobalt = kobalt (ferromanyetik özelliği olan, sert ve

gümüşi-beyaz bir metal)cobbled = kaldırım taşı döşelicoconut = hindistan cevizicode = 1) kanun, yasa, law; 2) kod, şifrecoenzyme = koenzim (bazı enzimlerin aktivitesi için

gerekli olan organik ya da mineral bazlı, küçükmolekül)

cognitive = bilme / kavrama / idrak ile ilgilicognitive function = kognitif fonksiyon (algılama,

öğrenme ve mantıksal bir temele oturtmaişlemlerinin psikolojik sonucu olarak ortayaçıkan durum)

coherent = tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı,consistent, rational, zıt anl.= incoherent

32 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

cohesion = bütünlük, birleşme, bağlılıkcoin (fiil) = 1) madeni para basmak; 2) sözcük / söz

türetmekcoin (isim) = madeni para, sikkecoincide with = (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı

zamana) denk gelmek, coexist, accompany,zıt anl.= differ, deviate

coincidental = rastlantısal, tesadüfiCold War = Soğuk Savaş (2. Dünya Savaşı

sonrasında oluşan, Sovyetler Birliği ile ABDönderliğindeki Batı devletleri arasında yaşanansavaşsız gerginlik ve düşmanlık ortamı)

colitis = kolit (kolon iltihabı)collaborate with = (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber

çalışmak, cooperate withcollaboration = birlikte çalışma, işbirliği, cooperationcollagen = kolajen (bağ doku liflerinin yapısını

oluşturan ana protein)collapse (fiil) = göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall

down, topple, fail, zıt anl.= succeed, triumphcollapse (isim) = göçme, çökme, yıkılma, fall in,

downfall, topple, failure, zıt anl.= success,triumph, (These flimsy houses are liable tocollapse in a heavy storm. = Bu çerden çöptenevler sert bir fırtınada yıkılmaya yatkıngörünüyorlar.)

collapse on oneself = kendi içine / üstüne çökmekcollar = yaka, boyunluk, tasmacolleague = meslektaş, iş arkadaşı, peercollect = toplamak, biriktirmekcollection = toplama, koleksiyoncollective = kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.=

individual, solocollective burial = toplu gömü / mezarcollectively = toplu olarak, hep beraber, ortaklaşa,

jointly, zıt anl.= individuallycollector = koleksiyoncucollide = çarpışmak, çarpmak, clash, crashcollision = çarpışma, çatışmacollusion = gizli anlaşma, secret aggrementcolonial = sömürgeye aitcolonial power = sömürgeci güç (dünya çapında

kolonilere / sömürgelere sahip devlet)colonist = koloni kuran, kolonide yaşayancolonization = kolonizasyon, sömürgeleştirmecolonize = 1) sömürgeler kurmak; 2) koloni

oluşturmak, kolonize olmak (aynı türmikropların besi yerinde yer yer kümeleroluşturması)

colony = koloni, sömürge

colorectal cancer = kolorektal kanser (kolon verektum kanseri)

colossal = kocaman, kaba saba, bulkycolour = saptırmak, önyargı katmak, distortcolour scheme = renk düzenlemesicoma = koma (dış uyaranlar ya da uyarmalara yanıt

vermeyen derin bilinçsizlik / baygınlık durumu)combat with / against (fiil) = savaşmak, mücadele

etmek, fight with / against, struggle with /against, zıt anl.= surrender (to), compromise

combat (isim) = savaş, muharebecombat stress = savaş / muharebe nedeniyle

oluşan strescombination = birleşme, birleşim, birleştirme,

mixture, unification, zıt anl.= dissolutioncombinatorics = kombinatorik (matematikte

sayıların, harflerin ve nesnelerin araştırılmasıile ilgili alan)

combine = birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.=separate

combustion = yanma, tutuşmacombustion driven = yanma ile çalışancome about = meydana gelmek, ortaya çıkmak,

olmak, take place, arisecome across = rastlamak, tesadüf etmek, encounter,

meet, zıt anl.= avoidcome along = 1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek;

2) ortaya çıkmakcome by = 1) önceden haber vermeden (birisinin)

yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek,edinmek, acquire

come down = (fiyat için) inmek, düşmekcome from = 1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result

from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( Icome from Manisa. = Manisalıyım.)

come in = 1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için)alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive,appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renkseçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (Thesepencils come in seven different color choices.= Bu kalemler yedi farklı renk seçeneğindebulunmaktadır.)

come into being = ortaya çıkmak, belirmek, comeinto existence, come to life, emerge

come into close contact with = (bir şey) ile yakıntemasta bulunmak

come into force = yürürlüğe girmek, uygulanmayabaşlamak, go into effect

come into high favour = çok tutulmaya başlamakcome into prominence = ünlenmek, tanınmak,

become well-known

ÜDS Sözlüğü - 33

www.bademci.com

come on = sahneye / ortaya çıkmak, appear, showup, zıt anl.= go off, disappear

come onto = (piyasaya, pazara) çıkmakcome out = görünmek, açıklığa kavuşmak, appear,

become clearcome out against = (bir şey)’e karşı çıkmak, opposecome over = (kısa bir yol kat ederek veya ziyaret

için) gelmekcome round = (operasyon sonrası) toparlanmak,

kendine gelmekcome through = (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak,

arrive (as expected)come to an end = sona ermek, cease, terminatecome to be = olagelmek (örn. come to be known =

bilinegelmek)come to be regarded as. . . = (bir şey) olarak

değerlendirilmeye / görülmeye başlamakcome to believe = inanır hale gelmekcome to pass = olmak, gerçekleşmek, happen,

become realcome to possess = (bir yolunu bulup da) sahip

olmak, ele geçirmekcome to smo’s aid = birisi’nin yardımına gelmekcome to the attention of = (bir kişi)’nin dikkatini

çekmekcome to the fore = ön plana çıkmakcome up = ortaya çıkmak / meydana gelmek,

happen, zıt anl.= submerge, sink, disappear,(A light wind came up. = Hafif bir rüzgarbaşladı.)

come up with = (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.)ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikirvs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözümvs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (Hehas come up with some brilliant scheme todouble his income. = Gelirini ikiye katlayacakçok parlak bir plan buldu.), (The committeecame up with an interesting plan. = Komiteilginç bir plan ortaya attı.)

comeback = (geri) dönüşcomet = kuyrukluyıldızcomfort = rahatlıkcomfort care = rahatlatıcı bakımcomfortable = rahat, konforlucomfortably = kolaylıkla, rahatça, well, at ease,

happily, (We could live fairly comfortably withour father’s salary. = Babamın maaşı ilerahatça geçiniyorduk.)

comic book = çizgi romancoming our way = yolumuza çıkan

command = hakim olmak, etkisi altına almak,kumanda etmek, influence, rule, be dominantover, zıt anl.= follow

commemorate = anmak, anısını yaşatmak, honour,immortalise

commence = başlamak, begin, start, initiate, set out,zıt anl.= cease, finish, terminate

commendable = övgüye değer, praiseworthy, zıtanl.= unworthy

comment on (fiil) = fikrini söylemek, yorumdabulunmak, express, remark

comment (isim) = yorumcommentator = yorumcu, eleştirmen, (bir

müsabakayı, olayı) nakleden kişicommerce = ticaret, tradecommercial = ticaricommercial interests = ticari çıkarlarcommercially viable = ticari olarak üretilebilir /

yapılabilircommission (fiil) = atamak, görevlendirmek,

ısmarlamak, assign, delegate, ordercommission (isim) = görev, atama, komisyoncommissioner = komisyon / kurul üyesicommit = 1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge;

2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (Hecommitted suicide. = O intihar etti.)

commit oneself to = 1) kendini adamak, bağlanmak,devote oneself to; 2) söz vermek, promise

commit to = (hapishane, akıl hastalıkları hastanesigibi bir yer)’e kapatmak

commitment = 1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük,bağlılık, dedication, devotion, pledge,obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akılhastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma

commodity = (ticari) mal, eşya, goodcommon = olagelen, yaygın, prevalent, current,

widespread, zıt anl.= rare, uncommoncommon person = sıradan insan, halktan insan,

commoner, zıt anl.= noblemancommon sense = sağduyucommonly = çoğunlukla, usually, zıt anl.= rarely,

seldomcommonly evident = birçok insan tarafından bilinencommonplace = sıradan, olağan, bayağı, usual,

ordinary, zıt anl.= exceptional, rarecommunal = toplumsal, halka aitcommunal meal programme = toplumsal yemek

programıcommunicate with = (birisi) ile haberleşmek / iletişim

kurmak, be in touch with

34 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

communication = iletişim, haberleşmecommunicative = iletişim ile ilgilicommunity = 1) topluluk, toplum, halk, society;

2) yerleşim yericommunity mental health centre = halka açık akıl

sağlığı merkezicompact = sıkıştırarak küçültmekcompact into = yoğunlaşarak / sıkışarak (bir şey)’e

dönüşmekcompanionship = arkadaşlık, eşlikcomparable to = (bir şey) ile karşılaştırılabilir /

kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent tocomparatively = oransal olarak, nispeten, relativelycompare favourably with = (bir şey) ile

karşılaştırıldığında daha iyi / üstün durumdaolmak

compare with = (bir şey) ile karşılaştırmak /kıyaslamak, liken to

compare well with = (bir şey)’e benzemek, (birşey)’den farksız olmak

compared to / with = (bir şey) ile karşılaştırıldığında,in comparison to / with

comparison = karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation,similarity

compartment = bölüm, kısım, bölmecompass = pusulacompatibility = uyumluluk, harmony, agreement, zıt

anl.= incompatibilitycompatible = birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt

anl.= incompatible, discordantcompel = zorlamak, mecbur etmek, force, obligecompelling = zorlayıcı, compulsive, zıt anl.= flexiblecompelling urgency = (kişiyi önlem almaya)

zorlayan acil durumcompensate for = telafi etmek, make up for, (Nothing

can compensate for the death of a loved one.= Hiçbir şey sevilen bir kişinin ölümünü telafiedemez.)

compete with / against = (birisi / bir şey) ile rekabetetmek / yarışmak, rival with / against

compete among themselves = kendi aralarındayarışmak / rekabet etmek

competency = yeterlik, kifayet, yetenek, abilitycompetent = 1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede;

2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.=incompetent, unable

competition = rekabet, yarışmacompetition skiing = (profesyonel) kayak yarışıcompetitive = 1) rekabetçi, rekabete dayanan;

2) iddialı; 3) yarışma amaçlı

competitive power = rekabet gücücompetitive spirit = rekabetçi ruhcompetitor = rakip, rivalcompile = derlemek, oluşturmak, collect,

accumulate, zıt anl.= dispersecomplacency = kendinden hoşnut olma, self-

satisfaction, zıt anl.= agony, sufferingcomplacent = kendinden hoşnut, self-satisfied, zıt

anl.= troubled, uneasycomplain = şikayet etmek, yakınmakcomplaint = şikayet, yakınma, grievancecomplement = tamamlayıcı, supplementcomplete (fiil) = tamamlamak, bitirmek, finishcomplete (isim) = bütün, eksiksiz, wholecomplete blood (cell) count = tam kan sayımı

(belirli bir miktar kan içerisindeki kanhücrelerinin tam sayılarını bulmaya yönelik birlaboratuvar testi)

completely = tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıtanl.= partly, partially

complex = karmaşık, complicated, zıt anl.= simple,straightforward

complexity = karmaşıklık, çapraşıklık, complication,zıt anl.= simplicity

compliance with = (kanun ya da kural)’a uygunlukcomplicated = karmaşık, anlaşılması güç, complex,

intricate, zıt anl.= simplecomplication = 1) karışıklık, zorluk, sorun;

2) komplikasyon (bir hastalığın seyir veyatedavisi sırasında diğer bir hastalığın ya dabozukluğun ortaya çıkması)

comply with = uymak, uygun davranmak, itaat etmek,conform to, abide by, zıt anl.= disregard, resist

component = unsur, öğe, parça, eleman, ingredient,part

composition = 1) bir maddenin yapı ve bileşimi,kompozisyon, structure; 2) kompozisyon, kısadüzyazı, essay

compost = bitkilerin veya mutfak artıklarınınçürümesiyle elde edilen gübre

compound (fiil) = birikmek, eklenerek çoğalmak,combine

compound (isim) = (kimyasal) bileşik, karışımcomprehend = 1) (tam olarak) anlamak, kavramak,

grasp, (As the patient failed to comprehendthe seriousness of his situation, the surgeonmade up her mind to frankly talk to hisrelatives. = Hastanın, durumunun ciddiyetinikavrayamaması sebebiyle doktor, onunyakınlarıyla açıkça konuşmakta karar kıldı.);2) kapsamak, içine almak, include

ÜDS Sözlüğü - 35

www.bademci.com

comprehensive = kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive,overall, in depth, zıt anl.= exclusive, narrow,limited

compress (fiil) = sıkıştırmak, bastırmak, pressurize,condense, zıt anl.= expand

compress (isim) = 1) sıkıştırma, bastırma;2) kompres (yara üzerine bastırılan bez /pamuk vs.)

compress application = (yara vs.) üzerine kompresuygulama

compression = sıkıştırmacomprise of = kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den

oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute,consist of, make up

comprised of = (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’denibaret

compromise (fiil) = 1) (karşılıklı ödün vererek)uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu)tehlikeye atmak, riske sokmak

compromise (isim) = (karşılıklı ödün vererek)uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement,settlement

compromised = zayıf düşmüş, weakcompulsive = zorlayıcı, compelling, zıt anl.= flexiblecompulsive behaviour = kompülsif davranış (bir

kişiyi, özellikle anlamsız bir şeyi tekrarlayıcıtarzda yapmaya zorlayan davranış biçimi)

compulsively = önüne geçilmez bir şekilde,obsessively, zıt anl.= flexibly

computational = hesap ile ilgili, hesap içerencompute = hesaplamakComputed Tomography = bilgisayarlı tomografi, CTcomputer virus = bilgisayar virüsü (bir bilgisayarın

yazılım veya donanımlarına zarar vermekamacı ile oluşturulmuş bilgisayar programı)

computer-generated image = bilgisayar yardımıylaoluşturulmuş görüntü

computing = hesaplama, bilgisayar kullanımıconceal = saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.= revealconceivable = akla yatkın, makul, reasonable, zıt

anl.= inconceivableconceive = 1) anlamak, kavramak, algılamak,

düşünmek, tasarlamak, think, consider,devise, (Not very many people can conceivethe works of modern art. = Modern sanateserlerini anlayabilen pek fazla insan yoktur.);2) gebe kalmak, get pregnant

conceiving = gebe kalma, getting pregnantconcentrate in = (bir şey)’in içinde toplanmak,

birikmekconcentrate on = (bir şey)’e odakla(n)mak /

yoğunlaş(tır)mak, focus on

concentration = 1) yoğunluk, density, intensity;2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification,focusing

concentration gradient = konsantrasyon / yoğunlukfarkı

concentric rings = (bir hedef tahtasında olduğu gibi)eşmerkezli (iç içe geçmiş) halkalar

concept = konu, kavramconception = 1) kavram, düşünce, görüş, concept,

idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik,pregnancy

conceptual = kavramsalconcern (fiil) = ilgilendirmek, endişelendirmekconcern (isim) = 1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt

anl.= indifference, neglect; 2) kaygı, worry,(There is a lot of public concern overdangerous toxins recently found in some food.= Yakın zamanda bazı besinlerde tespit edilentehlikeli toksinler ile ilgili büyük bir toplumsalkaygı var.)

concerned with = (bir şey) ile ilgili / alakalıconcerning = (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak,

(bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relatingto

concession = imtiyaz, privilegeconclude = 1) sonuç çıkarmak, determine;

2) bitirmek, sonuçlandırmak, completeconclusion = 1) karar, decision; 2) sonuç, netice,

çıkarım, result, outcome, deductionconclusive = 1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt

anl.= questionable, uncertain; 2) ikna edici,inandırıcı, convincing, zıt anl.= unconvincing

conclusively = 1) kesin olarak, nihai olarak, definitely,finally, indisputably, zıt anl.= questionably, (Acase of malpractise is difficult to proveconclusively. = Hekim hatası, kesin olarakkanıtlanması zor bir durumdur.); 2) ikna edici /inandırıcı bir şekilde, convincingly, zıt anl.=unconvincingly

concrete = 1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.=abstract, intangible, (What sort of concreteevidence do you have to show us? = Bizegösterecek ne gibi somut delilleriniz var?);2) beton

concurrence = 1) aynı zamana rastlama; 2) uyum,ahenk

concussion = bayılma ile sonuçlanacak kadarşiddetli darbe

condemn = kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak,blame, zıt anl.= acquit

condense = 1) yoğunlaş(tır)mak, koyulaş(tır)mak,concentrate; 2) özetlemek, abridge

36 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

condition (fiil) = 1) şartlandırmak, etkilemek, equip,adapt; 2) şart koşmak

condition (isim) = 1) hal, durum, situation; 2) şart,koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık

conditional = koşullara bağlı, contingent, zıt anl.=unconditional

condor = Güney Amerika akbabasıconduct (fiil) = 1) (deney, araştırma vs.) yürütmek,

yönetmek, uygulamak, administer, carry out,perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek,transmit, convey

conduct (isim) = davranış, tavır, hareket tarzı,behaviour, attitude

conduction = ısının, katı maddeler içerisindeparçacıktan parçacığa geçerek iletilmesi

conductive = iletken, geçirgenconductivity = iletkenlikconductor = (orkestra için) şefconduit = kanal, olukcone = 1) renge duyarlı görsel reseptör hücreler;

2) koni, kozalak, koni biçimli herhangi birnesne

confer a benefit to smo = birine bir yarar / menfaatsağlamak

confer on = (biri)’ne (ünvan vs.) vermek,bahşetmek, render, bestow

confer with = danışmak, consultconfide to = (bir işin) sorumluluğunu (biri)’ne

vermek, entrustconfide to / in = (biri)’ne sırrını açmakconfidence = güven, itimat, trust, zıt anl.= distrustconfident = güvenli, emin, sır paylaşılabilir,

kendinden emin, trustworthy, sure of oneselfconfidential = gizli, secret, zıt anl.= open, publicconfidentiality = gizlilikconfidently = güvenle, fearlesslyconfiguration = düzenleniş, dizilim, düzen,

düzenleme, şekilconfigure = değiştirmek, ayarlamakconfine to = 1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in;

2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (birşey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to

confined to = 1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.)bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis,imprisoned, (The problem ofunderdevelopment does not appear to beconfined only to a few African countries. = Azgelişmişlik sorunu yalnızca birkaç Afrika ülkesiile sınırlı gibi görünmüyor.)

confined to bed = yatağa bağlı / mahkum, yatalak,bedridden

confinement = hapsedilme, kapatılmaconfirm = teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm,

substantiate, zıt anl.= deny, disproveconfiscation = zorla el koyma, müsadere, haciz,

istimlak, kamulaştırma, seizureconflict with (fiil) = (birisi) ile çatışmak / çekişmek,

clash with, disagree with, zıt anl.= agree with,conform to

conflict (isim) = anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma,disagreement, fight, zıt anl.= accord, peace

conflicting = (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerindeanlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory

conform to / with = (bir şey)’e uymak / uygundavranmak, comply with, abide by, zıt anl.=object to, oppose, conflict with

conformation = şekil, yapı, shapeconformational = yapısal, şekilselconfront = (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek,

(istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıyagelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıtanl.= avoid, retreat from

confrontation = karşı karşıya gelme, çatışmaconfuse = 1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix

up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıtanl.= clarify

confused = şaşkın, sersem, kafası karışık,bewildered

confusion = 1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity,zıt anl.= clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıtanl.= order

congenital = doğuştan olan, (When John was 17, hedied of congenital heart disease. = John, 17yaşındayken, doğuştan gelen bir kalp hastalığısebebiyle öldü.)

congested = kan toplanmış, tıkanık, kalabalıkcongestion = tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockagecongestive = kan veya su toplanması ile ilgilicongressional = kongre kaynaklıconjecture = varsayım, tahmin, assumption,

supposition, guess, (The exact figure for thedamage is a matter for conjecture. = Hasarıngerçek / tam miktarı tahmine kalmış.)

conjointly = birlikte, beraberconjure up = akla getirmek, anımsatmak,

uyandırmak, evokeconnect with = 1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi

kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içindeolmak / bulunmak

Connecticut = Kuzeydoğu ABD’de bir eyaletconnection = bağlantı, alaka, relationshipconquer = fethetmek

ÜDS Sözlüğü - 37

www.bademci.com

conquest = fetih, sefer, zafer, campaign, victoryconscience = vicdanconscious = bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert,

aware, zıt anl.= unconscious, unawareconscious memory = bilinçli hafıza (bir kişinin bilinci

açıkken hatırlayabildiklerinin toplamı)consciousness = bilinç, farkında olma haliconscript = zorunlu olarak orduya katılan askerconsecutive = art arda, peş peşe, successiveconsecutively = ardışık olarak, arka arkaya,

successivelyconsensus = oy / görüş birliği, unanimous vote /

opinionconsequence = sonuç, semere, (bir şeyin ardından

gelen) etki, result, effect, zıt anl.= cause,source

consequent on = (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan,sonucu olan

consequently = sonuç olarak, dolayısıyla, bunedenle, accordingly, subsequently, as aresult, therefore

conservation = muhafaza etme, koruma, doğalkaynakları ya da çevreyi koruma, (One of theaims of TEMA Foundation is to make peoplerealise the importance of conservation. =TEMA vakfının amaçlarından biri deinsanların, çevreyi korumanın önemini farketmelerini sağlamaktır.)

conservative = 1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi,ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavigirişimlerine başvurmayan, koruyucu, organbütünlüğünü koruyan

conserve = korumak, (enerji, güç vs.) saklamak,dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on),zıt anl.= waste

consider = 1) (öyle olduğuna) inanmak, assume,regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak,think about; 3) dikkate almak, göz önündetutmak, take into account; 4) üzerindedüşünmek, think over

consider to be = (bir şey) olarak görmek / kabuletmek, consider as

considerable = önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli,fazla, sizable, substantial, zıt anl.= little,insignificant

considerably = epeyce, oldukça, significantly, quite alot, zıt anl.= slightly, (Large windows make thecar feel considerably bigger. = Büyükpencereler arabayı oldukça büyük gösteriyor.)

considerate = düşünceli, saygılı, thoughtful, zıt anl.=inconsiderate

considerately = düşünceli bir şekilde, thoughtfully,zıt anl.= inconsiderately, thoughtlessly

consideration = ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıtanl.= unconcern, disregard

considering (that) = . . . dikkate alındığında, (birşey)’e gelince, (bir şey) konusunda, asregards

consist of = (bir şey)’den meydana gelmek / ibaretolmak, be made up of

consistent = tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıtanl.= changing, inconsistent

consistently = tutarlı / değişmez bir şekilde,invariably, zıt anl.= divergently

consortium = konsorsiyum (ortak bir çıkar içinoluşturulmuş organizasyon)

conspicuous = göze çarpan, dikkat çeken,obtrusive, prominent, zıt anl.= inconspicuous,unseen

conspicuous consumption = gösteriş için tüketimconspiracy = komplo, entrika, plotconstant = 1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual,

relentless, zıt anl.= terminable; 2) sabit,değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed,zıt anl.= variable

constantly = devamlı, sürekli, invariably, continually,perpetually, zıt anl.= rarely, seldom, never

constellation = takımyıldız, burçconsternation = hayret, şaşkınlık, dehşetconstipation = konstipasyon (peklik, kabızlık)constituent = öğe, unsur, element, factor, zıt anl.=

aggregate, wholeconstitute = 1) oluşturmak, comprise, make up;

2) kurmak, tesis etmek, establishconstitution = anayasaconstitutional = 1) kendiliğinden sahip olunan (örn.

doğuştan gelen), inherent; 2) anayasalconstriction = 1) sık(ıl)ma, büz(ül)me, contraction,

shrinkage, zıt anl.= expansion, swelling;2) boğaz, dar geçit

construct = 1) kurmak, yapmak, form, compose;2) inşa etmek, build

construction = inşaat, yapıconstructive = yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt

anl.= destructiveconsult smo over smt = birisine, bir şey hakkında /

konusunda danışmak, confer smo on smt,seek advice from smo about smt

consultancy = danışmanlık, müşavirlikconsultation = danışma, müzakere, conference,

discussion

38 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

consume = 1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat,drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, useup, deplete, zıt anl.= add, restock

consumer = 1) tüketici; 2) piyasada bulunan /herkesin satın alabileceği (şey)

consumer spending = tüketici harcamalarıconsumption = tüketim, yeme-içmecontact = temasa / bağlantıya geçmek, dokunmakcontagious = bulaşıcı, infectiouscontain = 1) kontrol altına almak, kontrol altında

tutmak, control, zıt anl.= spread, (Our priorityis to contain the spread of this fatal disease. =Önceliğimiz bu ölümcül hastalığın yayılmasınıkontrol altına almaktır.); 2) kapsamak,içermek, include, zıt anl.= exclude, leave out

contained in = içinde olan, kapsamında bulunancontainer = (şişe, sandık, varil gibi her türden) kapcontaminate with = ile kirletmek, (hastalık vs.)

bulaştırmak, pollute with, infect with, zıt anl.=cleanse of, purify of

contaminated with = kirlenmiş, (hastalık vs.)bulaşmış, polluted with, infected with

contamination = 1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme,pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs.sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik

contemplate = 1) (bir şey) üzerinde düşünmek,düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek

contemporary = 1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynıçağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel,yaşıt, modern, current, zıt anl.= archaic,ancient

content = 1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut,happy, satisfied

contentment = tatmin, memnuniyet, hoşnutluk,satisfaction, zıt anl.= discontentment,dissatisfaction

contest = 1) yarışma, mücadele, çekişme,competition, challenge, zıt anl.= cooperation;2) karşı çıkmak, itiraz etmek

contestant = yarışmacıcontext = bağlam, içerik, çevre ve koşullarContinent = (the Continent şeklinde kullanılır)

Avrupa Kıtasıcontinent = kıtacontinental = kıtasalcontinental drift = kıta kayması (kıtaların,

birbirleriyle olan jeolojik etkileşimleriçerçevesinde yer değiştirmeleri), continentalshift

continental plate = kıta plakası (yerkabuğunun,birbirlerinden büyük fay hatları ile ayrılmışparçalarından her biri)

continual = sürekli, devamlı, kesintisiz, constant,perpetual

continually = devamlı, sürekli, constantly, perpetuallycontinuation = devam, sürdürmecontinuously = daima, sürekli olarak, constantly,

perpetually, zıt anl.= never, rarelycontour = düzey çizgisi, yükselti eğrisi, dış hatlarcontract (fiil) = 1) (hastalık) kapmak, (hastalığa)

yakalanmak / tutulmak, catch, obtain, pick up,zıt anl.= infect, give, transmit; 2) kas(ıl)mak,büz(ül)mek

contract (isim) = kontrat, sözleşmecontracting rule = anlaşmada / sözleşmede

uyulması gereken kuralcontraction = kasılma, daralma, büzülme,

constriction, tighteningcontradict = aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek,

ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.= agreecontradiction = çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict,

inconsistency, zıt anl.= agreementcontradictory = çelişkili, tutarsız, conflicting,

inconsistent, zıt anl.= confirming, consistentcontraption = mekanizma, tertibat, cihaz, gadget,

(In the utility room of our primary school therewere a model human body, some simplemachines and various other contraptions tofacilitate our learning. = Okulumuzun malzemeodasında bir insan vücudu maketi, bazı basitmakineler ve öğrenmemizi kolaylaştıracakbaşka pek çok cihaz vardı.)

contrary = ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It isimpossible to reconcile such contraryviewpoints. = Böylesine karşıt bakış açılarınıuzlaştırmak imkansız.)

contrary to = karşın, aksine, as opposed tocontrast = karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction,

zıt anl.= similarity, likenesscontrasting = (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt,

different, distinct, zıt anl.= similar, alikecontribute to = katkıda bulunmak, support, helpcontribution to = katkı, (He was awarded a prize for

his contribution to world peace. = Dünyabarışına yaptığı katkı nedeniyle bir ödüle layıkgörüldü.)

contributor = (gazete, dergi vs. de) yazı yazankimse

contrive = düzen kurmak, dolap çevirmekcontrol group = kontrol grubu (bilimsel bir deneyde,

karşılaştırma yaparak deneyin etkisini daha iyianlayabilmek amacı ile ikiye ayrılandeneklerden, üzerinde deney yapılmayangrup), zıt anl.= test group

ÜDS Sözlüğü - 39

www.bademci.com

controllable = denetlenebilir, kontrol edilebilircontroversial = tartışma konusu olan, tartışmalı,

ihtilaflı, debatable, zıt anl.= uncontroversial,unquestionable

controversy = tartışma, çekişme, anlaşmazlık,debate, argument, dispute, zıt anl.=agreement, unanimity

contusion = ezik, bere, çürük, bruiseconvection = sıvı veya gaz dalgalanması yoluyla ısı

iletimiconvection stream = ısınıp yükselme ve soğuyup

alçalma sebebiyle oluşan akım / akıntıconvenience = uygunluk, rahatlık, elverişlilik,

comfort, facility, suitabilityconvenient = elverişli, kullanışlı, müsait, uygun,

useful, suitable, zıt anl.= inconvenientconvention = uygulama, gelenek, practice, traditionConvention on Long-Range Transboundary Air

Pollution = 1983’ten beri yürürlükte olan, uzunmesafeli uçuşların uluslararası havasahalarında yarattığı kirliliği kontrol altınaalmayı amaçlayan uluslararası antlaşma

conventional = geleneksel, konvansiyonel, traditional,(The country has the ability to useconventional as well as nuclear weapons. =Ülkenin hem konvansiyonel hem de nükleersilah kullanma kapasitesi var.)

conventional wisdom = genel kanıconventional X-ray machine = geleneksel röntgen

cihazıconventionally = konvansiyonel / geleneksel olarak,

traditionallyconversely = tersine, aksine, contrarilyconversion = dönüşümconvert into = değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek,

transform, turn into, change intoconvertible = değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt

anl.= inflexible, rigidconvey = 1) iletmek, taşımak, pass along;

2) bildirmek, expressconveyor = taşıyıcı bantconvict of = suçlu bulmak, mahkum etmek, declare

guilty of, zıt anl.= acquit of, releaseconvince of = inandırmak, ikna etmek, persuade, talk

intoconvincing = inandırıcı, ikna edici, conclusive,

credible, zıt anl.= far-fetched, unconvincingconvincingly = doyurucu / inandırıcı bir şekilde,

satisfactorilycool = serinle(t)mekcool down = soğumak

coolant = serinletici, soğutucucooling = soğutma, serinletmecooperate with = (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber

çalışmak, collaborate withcooperation = işbirliği, beraber çalışma, collaborationcoordinate = bir arada idare etmek, managecoordination = koordinasyon (örn. kasların

birbirleriyle uyum içinde çalışması)cope with = (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa

çıkmak, üstesinden gelmek, deal with,manage, handle, tackle, zıt anl.= mismanage

copious = bol, çok, bereketlicopper = bakırcopper-veined = bakır veya bakır renkli damarlıcopyist = kopya katibi (el yazması kitapları kopya

ederek çoğaltan kişi)coral = mercancoral reef = mercan kayalığı / resificore = iç, öz, esas, merkez, centre, nucleus, zıt anl.=

exteriorcore body temperature = vücut iç sıcaklığı (bir

canlının vücudunun iç kısımlarının normalçalışma sıcaklığı)

core material = çekirdek malzeme (üzerine kaplamayapılan malzeme)

core sample = derinden alınan numunecore-mantle = çekirdek ve manto arasında veya

mantonun çekirdeğe yakın kısmındaco-researcher = aynı araştırma ekibinden insanların

birbirlerine olan durumu, ekip arkadaşıcork = şişe mantarıcoronary = koroner, kalbin etrafındaki damarlarla

ilgilicoronary artery disease = koroner arter hastalığı

(damar geçidindeki daralma nedeniyle kalpkasına yeterli kan gidemediği için, kalp kashücrelerinin yeterli oksijeni temin edememesi)

coronavirus = koronavirüs (üst solunum yollarındaakut enfeksiyona sebep olan bir tür virüs)

corporate = (genellikle anonim şirket halinde)şirketleşmiş, şirkete ait

corporate earnings = şirket kazançlarıcorporation-owned = şirket(ler) tarafından sahip

olunan / işletilencorporatisation = şirketleşme, büyük şirketlere

dönüşmecorrective measure = düzeltici / iyileştirici önlemcorrelate = karşılıklı ilişkisi olmakcorrelation = karşılıklı ilişki, korelasyon

40 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

correspond to = (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabületmek

correspondence = mektuplaşma, yazışmacorresponding = karşılık olan, tekabül edencorrosion = korozyon (metal malzemenin

oksitlenme veya başka kimyasal etkilerleaşınması)

corrupt = yoz, rüşvetçi, dishonestcorruption = yolsuzluk, bozulma, yozlaşma,

rüşvetçilik, dishonestycortical area = kortikal bölge (beyinde serebrumun

girintili çıkıntılı üst katmanını oluşturan, bilinçve hafıza gibi fonksiyonlar ile ilgili olan grimadde tabakası)

cosmic radiation = kozmik radyasyon (uzayortamında bulunan, kaynağı güneş ve diğergök cisimleri olan radyasyon)

cosmic ray = kozmik ışın (uzay ortamında seyreden,güneş veya diğer gök cisimleri kaynaklı yüklüparçacıklar)

cosmically recent past = evrenin yaşına göre yakıngeçmiş

cosmos = evren, kainat, universecost = mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmakcost-conscious = mali hassasiyet / maliyet kaynaklı

hassasiyetcost-effective = uygun maliyetlicostly = maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.= cheap,

inexpensivecost-overrun = maliyet artışıcostwise = maliyet açısındancottage = küçük ev, kulübe, shack, hutcough = öksürükCouncil of Ministers = Bakanlar Konseyi (Avrupa

Birliği içerisinde belirli bir konu ile ilgili birdüzenleme gerektiğinde her üye ülkenin ilgilibakanının katılımı ile oluşan ve ürettiğiyönergelerin, üye ülkelerin iç hukukununüzerinde olduğu konsey)

councillor of state = eyalet meclisi üyesicounsel (fiil) = öğütlemek, öğüt vermek, advise,

suggestcounsel (isim) = dava vekilicounsellor = danışman, rehbercount (fiil) = (geçerli) say(ıl)mak, geçmek, be validcount (isim) = 1) sayım; 2) kont (bir asalet ünvanı)counter = karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek,

respond, oppose, ward offcounterbalance = karşılıklı olarak dengelemekcountermeasure = karşı tedbircounterpart = akran, muadil, karşılık, peer

counterproductive = amaca hizmet etmeyen, tersetkisi olan

countertechnology = karşı teknoloji, (During coldwar, against the USA’s ICBM’s(intercontinental ballistic missile), the Sovietarmy’s countertechnology was a fairly effectiveECM (electronic countermeasure) system thatthey developed. = Soğuk savaş sırasındaABD’nin kıtalararası balistik füzelerine karşıSovyet ordusunun karşıteknolojisi, kendileriningeliştirdiği oldukça etkili bir elektroniksavunma sistemi idi.)

counterweight = denge sağlayıcı ağırlıkcounting = (sayı) saymacountless = sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.=

few, limited, (Once, there were countlessridiculous arguments among public that AIDSwas confined to heterosexuals. = Bir zamanlar,toplumda AIDS’in heteroseksüeller ile sınırlıolduğuna dair sayısız saçma fikirbulunmaktaydı.)

countryman = vatandaş, hemşehricountryside = sayfiye, kırsal alancountry-wide = ülke çapındacouple with = bağlamak, birleştirmek, bağlantı

kurmak, connect with / to, link with / to, zıtanl.= separate from, detach from

couple = çift, karı kocacourse = 1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs;

3) yön, rota, routecourse of history = (the course of history şeklinde

kullanılır) tarihin akışıcourt = mahkeme, tribunalcourt appearance = duruşmaya çıkma, duruşmada

hazır bulunmacourt proceeding = duruşma, celse, hearingcourt-case = davacover = 1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak,

içermek, involve, encompass, zıt anl.= leaveout

coverage = 1) haber konusu olma, işlenme;2) kapsama alanı

covering = zar, örtü, membran, membranecovert = gizli (genellikle casusluk vs. ile ilgili)crack (fiil) = 1) (şifre) kırmak, çözmek, decipher,

solve; 2) çatla(t)mak, yar(ıl)makcrack (isim) = çatlak, yarıkcracking = çatla(t)ma, (şifre için) kırmacradle = 1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve

geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığısallanır yatak)

ÜDS Sözlüğü - 41

www.bademci.com

craft = 1) hava, deniz veya uzay taşıtı, tekne, gemi,vessel; 2) zanaat, meslek (daha çok esnaf vesanatkarlar için)

crash (into) (fiil) = (bir şey)’e çarpmak, kaza yapmakcrash (isim) = (hisse fiyatları vs. için) ani ve kötü

sonuçlar yaratan düşüş, yıkılmacrash-landing = çarpma, çarparak inmecrater = krater (düşen bir meteorun oluşturduğu

büyük çukur)crave = çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek,

die for, zıt anl.= detestcrave attention = ilgi çekmek / istemekcraving = şiddetli arzu / özlem, aşermecrawl = emeklemek, sürünmekcrawl up = sürünerek tırmanmakcrayfish = kerevides (ıstakoza benzer ama daha

küçük bir deniz veya tatlı su hayvanı), crawfishcraze = geçici modacreate = yaratmak, oluşturmak, producecreating value out of nothing = hiç yoktan değer

yaratmacreatinine = kreatinin maddesi (keratin

metabolizmasının son ürünü olarak idrarlaatılan madde)

creation = (örn. iş alanları) yaratma, ortaya çıkarmacreativity = (sanatsal vs.) yaratıcılıkcreature = yaratıkcredibility = inanılırlık, güvenilirlik, reliabilitycredible = inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt

anl.= incredible, unreliablecredit to = (bir şeyin icadını vs. biri)’ne mal etmek,

onun yaptığına inanmak, (The invention of theelectric guitar is credited to him. =Elektrogitarın icadı ona mal edilir.)

credit = 1) kredi; 2) saygınlık, övgücreepy-crawly = sürünerek veya yere yakın ilerleyencrevice = yarık, çatlakcrew = tayfa, mürettebat, takımcrew vehicle = insanlı araçcrime = suçcrime against humanity = insanlığa karşı suç

(katliam, soykırım benzeri büyük ölçekli suç)criminal = 1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu;

3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır cezacriminal act = suç oluşturan davranış, suç, crimecriminal justice system = ağır ceza hukuku / adalet

sistemicriminal trial = ceza davasıcriminal use = suça yönelik kullanım

crinkle = buruş(tur)mak, kırış(tır)mak, wrinklecrippling stiffness = (kaslarda vs.) aksamaya /

sakatlığa neden olan sertlik / kaskatılıkcrisis = (çoğul: crises) krizcriterion = (çoğul: criteria) ölçüt, kritercritic = 1) eleştirmen; 2) eleştiri, görüş,

değerlendirmecritical = 1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli,

significant, vital, crucial, essential, zıt anl.=insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs.için) eleştirel

critical case = kritik vakacriticize = eleştirmekcrocodile = timsahCroesus = Kroisos (Antik Lidya’nın son kralı)Crohn’s disease = Crohn hastalığı (kronik iltihaplı

bağırsak hastalığı)crop = ekin, ürün, mahsul, harvestcrop yield = ürün verimicross over = (sınır, nehir vs. için) (karşı tarafa)

geçmek, pass beyond, go acrosscrossroad = kavşakcrossroads = kesişim noktası, kavşak noktasıcrossword puzzle = kare bulmacacrowd = (bir yer)’i (toplanarak) doldurmak,

(toplanarak) kalabalık yaratmakcrowded = kalabalıkcrowding = kalabalıklaşma, sıkışıklıkcrown = taçcrucial = can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt

anl.= trivial, insignificant, (It is crucial thateveryone strictly obeys the rules during theexperiment. = Deney sırasında herkesinkurallara harfiyen uyması hayati önemtaşımaktadır.)

crucially = can alıcı bir şekilde, essentially,significantly

crude = 1) ham, çiğ, pişmemiş, raw; 2) basit, kaba,coarse; 3) cahil(ce), primitive

crudely = ham / olgunlaşmamış bir biçimde, kabaca,cahilce, artlessly, inexpertly, zıt anl.= artfully

cruising speed = seyir hızıcrumble = parçalanmak, ufalanmak, dağılmakcrusade against (fiil) = mücadele etmek, savaşım

vermek, kampanya yapmak, struggle against,fight, campaign against

crusade against (isim) = 1) haçlı seferi; 2) yoğun vekararlı mücadele, savaşım

crush = ezmek, bastırmak, yok etmek, harap etmek,suppress

42 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

crushed pebble = ufalanmış çakıl taşıcrust = kabuk, dış tabakacry out for = bağırarak (yardım vs.) çağırmak, call

out forcrystalline solid = atomları veya molekülleri

geometrik bir düzen içerisinde yer alan katımadde

CT scan = bilgisayarlı tomografi taraması,Computed Tomography scan

culminate = 1) sonuçlanmak, end, zıt anl.= begin,start; 2) doruğa varmak, climax

culmination = 1) doruk, zirve; 2) son, bitişculprit = suçlu, guilty, offender, zıt anl.= innocentcult = kült, tapınmacultivate = geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek,

(toprağı) işlemek, develop, enrichcultivate = işlemekcultivation = yetiştirmeculture = 1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür

analizi yapılmasıcultured = kültürlücumulative = kümülatif, toplu olarakcup = (genellikle su ya da benzeri bir şeyi taşımak /

tutmak amacı ile avuç içlerini derinleştirerek)(eli) bardak / fincan şekline sokmak

curable = tedavi edilebilir, zıt anl.= incurablecurb = kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain,

limitcure (fiil) = iyileştirmek, tedavi etmek, remedy,

relieve, treatcure (isim) = şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, reliefcured = tuzlanmış, salamuracuriosity = merakcurious = 1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle

ilgi çeken; 2) meraklıcurrent (isim) = akıntı, akımcurrent (sıfat) = 1) şimdiki, halihazırdaki,

contemporary, present, güncel; 2) caricurrently = şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırdacurriculum = (çoğul: curricula) ders programı,

müfredatcurtail = azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt

anl.= increase, prolongcurve upwards = yukarı doğru bombe yapmak

cushion = yastıkcushion of air = hava dolu yastıkcustom = gelenek, adet, traditioncustomary = alışılmış, adet olan, accepted, common,

zıt anl.= unusual, abnormalcustomize = isteğe göre küçük değişiklikler yapmak,

modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.= keep,preserve

cut (fiil) = kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmakcut (isim) = kesinti, kısıntıcut a pitiable figure = acınacak bir tipi olmak / tip

çizmekcut back on = (özellikle tasarruf amacıyla bir şey)’de

kısıntı yapmak, azaltmak, cut down oncut down on = (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce,

restrict, decrease, economise on, zıt anl.=increase, waste

cut free from = (bağlayan bir şeyi) keserek (başka birşey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak

cut off = (nefes / yol) kesmek, tıkamak, blockcut off from = (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak,

ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.= reunitewith

cut out = (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (birmetinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off

cut size = kesim boyutucut the price by half = fiyatı yarıya indirmek / yarı

yarıya azaltmakcutting-edge = yenilikçi, en gelişmiş, lidercyanide poisoning = siyanür zehirlenmesicycle = dalgalanma, döngü, siklüscyclic = periyodik olarak ortaya çıkan, dönemselcycling = bisiklete binmecyclone = siklon, kasırga, hortumcylinder bearing = silindirli rulman (yatak ile mil

yuvası arasında metal silindirler bulunanrulman)

cynical = alaycıcytochrome oxidase = sitokrom oksidaz (hücrenin

solunumunda önemli bir rolü olan bir türenzim)

cytologic = hücreye ilişkincytoplasm = sitoplazma (hücre içi sıvı)

www.bademci.com

daily = gündelik, günlük, day-to-daydaily life = gündelik hayat, day-to-day lifedairy = süt ürünleridairy farming = mandıracılıkdam = barajdamage (fiil) = zarar / hasar vermek, bozmak, harmdamage (isim) = hasar, zarar, yara, harm, injury,

wounddamming a river = bir akarsu üzerine baraj kurma

işidamp = nemli, rutubetli, moist, wetdanger = tehlike, risk, hazard, riskdangerously underweight = (hayatını) tehlikeye

sokacak derecede zayıfDante = 1265-1321 yılları arasında yaşamış ve ünlü

İlahi Komedya’nın yazarı olan İtalyan şairdare to = (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret

etmek, venturedaring = cüretkar, gözüpekdark energy = karanlık enerji (kozmolojide, bütün

uzayı etkileyen ve evrenin genişleme hızınıarttırıcı bir etkisi olduğu kabul edilen hipotetikbir enerji türü)

dark matter = karanlık madde (astrofizikte, ışıkyaymadığı ve yansıtmadığı için doğrudanalgılanamayan, varlığı, çevresindeki diğermateryal üzerindeki kütleçekimsel etkisi yoluile tespit edilebilen maddeye verilen ad)

dart = 1) füze; 2) ani ve hızlı hareketdash away / off = acele ile çıkıp gitmekdashed = (ümit, plan vs. için) suya düşmüş, boşa

çıkmışdata access = veri erişimidatabase = veritabanıdate = tarihle(n)mekdate back to = (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek,

tarihine uzanmak, date from, date to, be datedto

date from = tarihinden kalmak, tarihinden başlamakdating = tarihleme, tarih tutma, tarihlendirmedaunting = yıldırıcı, göz korkutucu, discouragingdawn = doğuş, gün ağarması, şafak sökmesi, (dawn

of civilization = uygarlığın doğuşu)

day-care = gündüz çocuk bakımıdaydreaming = hayal kurma, hayallere dalmadaytime = gündüzday-to-day = gündelikD-Day = II. Dünya Savaşı’nı sona erdirdiği kabul

edilen Normandiya Çıkartması’nın yapıldığıgün (6 Haziran 1944)

DDT = bazı bölgelerde tarım ilacı olarak kullanılanzehirli bir kimyasal,dichlorodiphenyltrichloroethane

dead space air = solunum esnasında akciğereulaşmayan bölgelerde (burun, soluk borusuvs.) kalan hava

deadly = öldürücü, fataldeafness = sağırlıkdeal blows to = (bir şey)’e darbeler vurmakdeal with = 1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden

gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’iele almak, ilgilenmek, get involved in, manage,zıt anl.= disregard, ignore

dealings = iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business,relations

death penalty = ölüm cezası, capital punishmentdeath rate = ölüm oranıDeath Valley = Ölüm Vadisi (ABD’nin Kaliforniya ve

Nevada eyaletleri arasında yer alan, en alçaknoktası deniz seviyesinden 86 metre aşağıdaolan, kurak bir havza)

debate (fiil) = tartışmak, müzakere etmek, argue,discuss

debate (isim) = tartışma, müzakere, argument,discussion

debellation = fetihdebilitate = kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini

kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıtanl.= invigorate, strengthen

debilitating = güçten düşüren, zayıflatan,incapacitating, zıt anl.= invigorating

debris = döküntü, yıkıntı, enkazdebris disk = döküntü halkasıdebt relief = borcun hafifle(til)mesi, borç indirimidebut = (sahneye) ilk çıkış, başlangıçdecade = on yıl

D D D D D

44 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

decanter = (genellikle alkollü içkiler için) sürahiolarak kullanılan boyunlu şişe

decay (fiil) = çürü(t)mek, decomposedecay (isim) = 1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma,

collapse, corrosion, degeneration, decline;2) (radyoaktif) bozunma

decay-causing = çürümeye neden olandeceit = aldatma, aldanma, hile, düzen, deception,

fraud, zıt anl.= honestydeceive = aldatmak, kandırmak, mislead, deludedecelerate = hızını azaltmak, zıt anl.= acceleratedecent = saygın, makul, aklı başında, muntazam,

respectable, acceptable, proper, zıt anl.=indecent

deception = aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit,fraud, zıt anl.= honesty

deceptive = aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıtanl.= straightforward, upright

deciduous = (bitki için) yaprak dökendecipher = şifresini / anlamını çözmekdecision = karardecision-making = karar alma işidecisive = kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt

anl.= indecisive, questionabledecisively = kesin olarak, kararlı bir biçimde,

certainly, determinatelydeclaration = ilan, bildiri, announcementdeclare = ilan etmek, bildirmek, make known,

announce, zıt anl.= deny, revokedecline (fiil) = azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek,

drop, decay, deteriorate, zıt anl.= increase,progress, recover

decline (isim) = azalma, düşüş, gerileme, çöküş,drop, decay, deterioration, zıt anl.= upturn,progress, recovery

decomposer = ölü bitki ve hayvan kalıntılarınıkimyasal olarak ayrıştıran organizma

decomposition = çürüme, ayrışma, spoilagedecorate = dekore etmek, süslemekdecrease = azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek,

diminish, zıt anl.= increasedecreased mortality = düşük ölüm oranıdedicate to = vermek, adamak, devote todedication = adama, adanmışlık, devotiondeduce from = (bir şey)’den (bir şey) anlamak,

(anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from,realize

deduction = mantıksal çıkarım, mantık yürütülerekvarılan yargı, implication

deed = eylem, iş, fiil, achievement, action

deem = saymak, addetmek, regarddeep space = derin uzay (uzayın, Güneş Sistemi’nin

ötesindeki kısmı), outer spacedeeply = derinden, derinlemesine, profoundly,

intensely, zıt anl.= moderately, slightlydefeat (fiil ) = bozguna uğratmak, yenmek, overthrowdefeat (isim) = bozgun, yenilgi, zıt anl.= victorydefect = kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection,

deficiency, zıt anl.= excellencedefective = kusurlu, bozuk, eksik, imperfect,

deficient, zıt anl.= flawless, excellentdefence-related industries = savunma ile ilgili

endüstri alanlarıdefendant = davalı, (mahkemede) savunma (tarafı)defensive = savunmacı, savunmaya yönelik,

protective, zıt anl.= offensivedefer = ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt

anl.= expeditedefiantly = cüretkar / küstah / meydan okuyan bir

şekilde, boldly, rebelliouslydeficiency = eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy,

insufficiency, shortage, zıt anl.= adequacy,sufficiency, excess

deficit = açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıtanl.= excess, surplus

define = tanımlamak, specify, designatedefinite = kesin, net, certain, zıt anl.= indefinitedefinition = kesinlik, netlik, çözünürlük, tam

anlamını verebilme özelliğideflation = 1) (bir şey)’in havasının boşalması,

sönme, zıt anl.= inflation; 2) deflasyon,fiyatların düşmesi, zıt anl.= inflation

deforestation = ormansızlaştırma, zıt anl.=afforestation

deforested = ormansız kalmış, zıt anl.= afforested,forested

deformity = çarpıklık, biçimsizlik, sakatlıkdegenerate (fiil) = yozlaşmak, dejenere olmak,

deterioratedegenerate (isim) = yozlaşmış, soysuz, dejenere,

corrupt, deteriorated, zıt anl.= healthydegenerative = dejeneratif (bir doku veya organın

zamanla yapısal veya fonksiyonel bozulmagöstermesi hali)

degenerative disorder = dejeneratif hastalık (organveya dokunun yapı ve görev bakımındanözelliğini kaybederek bozulduğu hastalık)

degrade = düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, putdown, take down, zıt anl.= aggrade

degree = büyüklük, derece (etki, bilgi vs.)

ÜDS Sözlüğü - 45

www.bademci.com

dehumanize = insanlıktan çıkarmak, insaniözelliklerini yok etmek

dehydrate = suyunu almak, kurutmakdehydration = dehidrasyon (su kaybı, susuz kalma,

bir yapının ya da organizmanın su kaybı)de-icing system = buzlanmayı giderici sistemde-ink = mürekkepten arındırmakdeinstitutionalization = hasta tedavisinin, hastane

vb. kurumlar dışında yapılmasıdelay (fiil) = geciktirmek, ertelemek, hold up, slow

down, postponedelay (isim) = gecikme, retardationdelayed = gecikmiş, geçdelayed detection = geç teşhis / tanıdelegate (fiil) = görevlendirmek, (bir işi) devretmek,

commission, empowerdelegate (isim) = delege, temsilcideletion = sil(in)me, erasing, removaldeliberate = 1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli,

carefuldeliberately = kasten, bile bile, intentionally, on

purpose, zıt anl.= accidentally, unintentionallydeliberation = 1) üzerinde düşünme, mütalaa,

consideration; 2) müzakere, tartışma,discussion

delicate = nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender,zıt anl.= tough, solid, rugged

delight (isim) = sevinç, memnuniyet, keyif, joy,pleasure

delight (fiil) = sevindirmek, memnun etmek, keyifvermek, please

deliver = teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak,mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute,send, zıt anl.= keep, retain

delivery = 1) teslim, dağıtım, handing over,distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması,doğum, giving birth

delusion = aldanma, yanılma, misconception,deception, zıt anl.= reality

demand (fiil) = talep etmek, istemek, request, claim,call for

demand (isim) = 1) talep, claim, request, zıt anl.=supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (birdurumun) gerektirdikleri, requirement

demanding = (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen,zorlu (örn. a demanding job = çok çabagerektiren bir iş)

demented = bunamış, aklını yitirmişdementia = 1) delilik, çılgınlık; 2) bunamademise = çöküş, yok olma, perishing

democratization = demokratikleştirmedemographer = demograf (dünyadaki veya bir

ülkedeki nüfusun yapısını, durumunu, dinamiközelliklerini inceleyen bilim insanı)

demographic = demografik (nüfus ile ilgilideğişkenlere ait)

demolish = yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy,exterminate, wipe out, zıt anl.= preserve,restore, construct

demon = iblisdemonology = iblislerin, cinlerin veya bunlara dair

inançların incelendiği araştırma alanıdemonstrate = kanıtlamak, göstermek, illustrate,

depictdemonstration = gösteridenied by = (birisi ya da bir kurum) tarafından

dışlanmış / reddedilmişdenomination = birimdenote = göstermek, belirtmek, anlamına gelmek,

stand for, point to, meandenounce = kınamak, condemn, zıt anl.= praisedense = yoğun, sıkdensely = yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.= loosely,

sparselydensely populated = nüfus yoğunluğu fazla olan, zıt

anl.= sparsely populateddensity = özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim

hacimdeki ağırlığı)dental = diş veya dişçilikle ilgilidental caries = dişte çürüme, diş çürüğü, dental

cavitydental cavity = diş çürüğü, dental cariesdental examination = diş muayenesideny = yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun

bırakmak, refuse, reject, zıt anl.= admit,accept

department = departman, şube, daire, bölümdeparture = 1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off,

moving out; 2) sapma, deviation, divergencedepend on / upon = (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak,

rely on, zıt anl.= be independent (from)dependence = bağımlılık, addictiondependency = bağımlılık, dependence, zıt anl.=

independencedependent on = (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt

anl.= independent, self-reliantdepict = betimlemek, anlatmak, resmetmek,

describe, picturedepiction = betimleme, resmetme, description,

picture

46 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

deplete = tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıtanl.= add, restock

depleted = yetersiz, tükenmiş, bitmiş, azalmış, lowdepletion = tükenmedeploy = konuşlan(dır)mak, mevzilen(dir)mek, bir

plana göre yerleş(tir)mek, positiondeployed = konuşlandırılmış, mevzilendirilmişdeport = sınırdışı etmek, ülke dışına göndermekdeposit (fiil) = koymak, bırakmak, yığmak, placedeposit (isim) = 1) mevduat; 2) yığın, depo;

3) maden / mineral yatağıdeposit on = üstünde birikmekdeposition = çökme, tortudepressed = 1) morali bozuk, depresyonda, low-

spirited; 2) azalmış, miktarı düşmüş, downdepression = 1) depresyon (ruhsal çöküntü);

2) (ekonomide) buhrandeprivation = yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt

anl.= availability, surplusdeprive of = (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum

etmek, strip of, zıt anl.= offer, supply withdepth = derinlikdeputy = 1) yardımcı, vekil; 2) milletvekiliderive from = (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak /

türe(t)mek, obtain from, originate fromdesalination = tuzunu gidermedescend = alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.=

ascenddescend from = (bir kişi)’nin soyundan gelmek,

originate fromdescendant = torun, soyun devamı, (bir kişinin)

soyundan gelendescribe = betimlemek, resmetmek, anlatmak,

depict, picture, explaindescription = betimleme, tarif, eşkal, depiction,

picturedescriptive = tanımlayıcı, betimseldesert = terk etmek, bırakmak, abandon, leavedeserve = (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık

olmak, earndeservedly = haklı olarak, hak ettiği gibi, justlydesign (fiil) = dizayn etmek, tasarım yapmak,

tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek,formulate, invent, organise, devise

design (isim) = dizayn, tasarımdesignate = 1) belirtmek, işaret etmek, specify;

2) atamak, görev vermek, assigndesignated = belirlenmiş, specified, picked out

designation = (kısaltma biçiminde) ad (örn. TürkHava Yolları için THY), (uçaklar, hava alanlarıvs. için) kod, call sign

desirable = arzulanır, çekici, cazip, preferred,attractive, zıt anl.= undesirable, unsuitable

desire (fiil) = istemek, arzu etmekdesire (isim) = arzu, şiddetli istekdesired = istenen, elde edilmesi amaçlanan,

required, zıt anl.= undesireddesolate = 1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned;

2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız,kimsesiz, solitary

despair = üzüntü, keder, ümitsizlik, desperation,hopelessness, zıt anl.= hope

desperate = 1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz,hopeless, zıt anl.= hopeful, promising

despise = küçümsemek, hor görmek, adam yerinekoymamak

despite = (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of,regardless of

destination = hedef, gidilecek yer, varış yeridestiny = kader, yazgı, talih, kısmet, fatedestroy = yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish,

exterminate, wipe out, zıt anl.= preserve,restore, construct

destruction = yıkım, yok etme, imha, extermination,zıt anl.= construction, renovation

destructive = yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental,zıt anl.= constructive, (This missile hassufficient destructive power to blow up abattleship. = Bu füze, bir savaş gemisinihavaya uçurmaya yetecek kadar yıkım gücünesahip.)

destructively = yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde,damagingly, harmfully, zıt anl.= constructively

detach from = (bir şey ya da kişi)’den ayırmak /koparmak, zıt anl.= attach to

detachment = ayrılma, ayrılıkdetail = ayrıntı, detaydetain = gözaltına almak, alıkoymak, apprehend,

withhold, zıt anl.= release, liberatedetect = ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek,

keşfetmek, discover, identifydetect individual atoms = atomları tek tek

saptamakdetectable = bulunabilir, saptanabilir, noticeabledetection = bulma, ortaya çıkarma, tespit, saptamadetector = dedektör (metal, radyoaktif madde vb.

şeyleri bulmaya yarayan alet)

ÜDS Sözlüğü - 47

www.bademci.com

detention = alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif,restraint, custody, zıt anl.= release

deter from = (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek,discourage, inhibit, zıt anl.= encourage,promote

deteriorate = bozulmak, kötüleşmek, decline,worsen, zıt anl.= recover

deterioration = kötüleşme, bozulma, decline,worsening, zıt anl.= enhancement,improvement

determinant = 1) belirleyici etken; 2) determinant(bir matris veya bir denklem için özel birprosedür kullanılarak elde edilen, matrislerveya denklemler arası işlemlerde kullanılansayı)

determine = 1) belirlemek, saptamak, establish, findout, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak,decide, resolve, shape

determined = kararlı, azimli, decisive, persistent, zıtanl.= irresolute, hesitating

determining = belirleyicideterrent = caydırıcı etmendetonator = (bomba vs. için) ateşleme

mekanizması, fünyedetoxification = detoksifikasyon (zehirlerden vs.

arındırma)detoxify = detoksifiye etmek (zehirlerden vs.

arındırmak)detract from = eksiltmek, (değerinden, öneminden,

kalitesinden) düşürmek, belittle, lower,diminish

detractor = kötümseyen / küçümseyen kişidetrimental = zararlı, harmful, damaging, zıt anl.=

beneficial, helpfuldevaluation = devaluasyon (paranın değer

kaybetmesi)devalue = değerini düşürmekdevastate = harap / perişan etmek, mahvetmek,

destroy, ruin, zıt anl.= construct, restoredevastating = yıkıcı, yok edici, harap edici,

destructive, disastrous, zıt anl.= constructivedevelop = 1) (hastalık vb. için) ortaya çıkmak /

başlamak / gelişmek; 2) geliştirmek, ortayaçıkarmak, bring out

developed = gelişmişdeveloped world = gelişmiş dünya (dünyanın

gelişmiş ülkelerden oluşan kesimi)developing = gelişmekte olandeveloping country = gelişmemiş ya da gelişmekte

olan ülke, underdeveloped country

development = ilerleme, gelişme, advancement, zıtanl.= regress

deviation = sapma, ayrılma, diversion, variance, zıtanl.= conformity, uniformity

device = alet, aygıtdevious = dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı,

deceitful, insidiousdevise = tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek,

formulate, invent, organise, design, (It isnecessary to devise a new computer programthat will be easy for schoolchildren to learn. =Okul çağındaki çocukların kolayöğrenebilecekleri yeni bir bilgisayar programıtasarlamak gerekiyor.), (They have devised aplan for keeping traffic out of the city centre. =Trafiği kent merkezinden uzak tutacak bir plangeliştirdiler.)

devoid of = (bir şey)’den yoksun / mahrum, lackingdevote to = (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicatedevoted = bağlı, kendini adamış, dedicateddevoted to = (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated

to, (This land is devoted to mining. = Bu arazimadenciliğe ayrılmıştır.)

devotion = sadakat, içten bağlılık, adama,dedication

devoutly = içten, ciddi, kendini adamış, sincerely,devotedly

diabetes = diyabet (şeker hastalığı)diagnose = teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)makdiagnosis = (çoğul: diagnoses) teşhis, tanıdiagnostic = tanı, tanıyla ilgilidialect = lehçedialysate = diyaliz esnasında membrandan (zardan)

geçen (bir tür filtre edilen) maddedialysing membrane = diyaliz zarı / membranıdialysis = diyaliz (böbrekleri çalışmayan hastalarda,

bir makine ile kanı atık maddelerden arındırmaişlemi)

diamond = elmas (sertliği sebebiyle kesici olarak,parlaklığı sebebiyle de süs eşyası olarakkullanılan bir mineral)

dictate = zorla kabul ettirmek, emretmek, impose,command

die down = hafiflemek, sönmeye yüz tutmak,azalmak, fade away

die out = yok olmak, ortadan kalkmak, fade away,perish, zıt anl.= develop, expand, flourish

dietary (isim) = perhiz yemeği, dieteticdietary (sıfat) = perhizle ilgilidietary fat = besin maddeleriyle vücuda giren yağ

48 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

dietary iron intake = beslenme yoluyla vücudademir alımı

dietary objective = (yapılan / yapılacak) diyetinhedefi / amacı

differ from = (bir şey)’den farklı / değişik olmak,diverge from, zıt anl.= conform to, resemble

differ = değişmek, farklılık göstermek, vary, divergediffer sharply = net / açıkça görülür bir şekilde

farklılık göstermekdifferential = 1) (arabalardaki) diferansiyel dişlisi;

2) farklı, ayırıcıdifferentiate = ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak,

distinguishdifferentiation = ayırım, farklılıkdiffering = birbirinden farklı, divergentdifficulty = güçlük, zorluk, problem, troublediffuse = yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spreaddiffusible = yayılabilir, dağılabilirdiffusion = difüzyon (yayılma, dağılma, geçme)dig one’s way out of = kendini (bir şey)’den

kurtarmakdig up = kazıp çıkarmak, zıt anl.= burydigest = sindirmek, hazmetmekdigested = sindirilmiş, hazmedilmişdigestion = sindirim, hazımdigestive juice = sindirimi kolaylaştıran salgı /

sekresyondigestive system = sindirim sistemidigestive tract = sindirim kanalıdilemma = çıkmaz, açmaz, ikilemdilute = sulandırmak, yoğunluğunu ya da derecesini

düşürmek, inceltmek, (She cleaned thebathroom with hypo-chloride diluted withwater. = Banyoyu, su ile seyreltilmiş çamaşırsuyu ile temizledi.)

dimension = boyut, ölçüdiminish = azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt

anl.= increasediminishing return = gittikçe azalan getiridiphtheria = difteri (boğaz ve soluk borusu

cidarlarında fazladan bir tabaka oluşturaraknefes alma güçlüğüne yol açması ile belirginbir hastalık)

dire = 1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli,berbat, dreadful, terrible, (Such an invasiveintervention may have dire consequences. =Böylesi invazif bir müdahale, çok kötüsonuçlara yol açabilir.)

direct = 1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek,instruct

direct democracy = doğrudan demokrasi (halkın,egemenliğini bizzat ve doğrudan kullandığı,bütün kararların halkın tamamının katılımı ilealındığı demokrasi türü)

direct participation = doğrudan katılımdirect public attention to = kamu dikkatini (bir

şey)’e çekmek / yöneltmekdirection = yöndirector = yönetici, idareci, yönetmen, managerdirt = çamur, toprakdisability = sakatlık, engel, maluliyet, handicap,

invaliditydisable = 1) etkisiz hale getirmek; 2) sakatlamakdisabled = sakat, engelli, handicappeddisadvantage = dezavantaj, sakınca, drawback,

inconvenience, zıt anl.= advantage, benefitdisagree with = (bir şey / birisi) ile aynı fikirde

olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ileuyumlu olmamak, zıt anl.= agree with

disagreement = anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict,fight, zıt anl.= accord, peace

disappear = ortadan kalkmak, yok olmak,kaybolmak, vanish, zıt anl.= appear, emerge

disappearance = ortadan kalkma, yok olma,vanishing, zıt anl.= appearance, emergence

disappointing = düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıtanl.= encouraging, inspiring

disappointingly = hayal kırıklığı yaratacak şekilde,discouragingly, zıt anl.= inspiringly

disappointment = düş kırıklığı, discouragement, zıtanl.= fulfilment, success

disapproval = onaylamama, doğru bulmama, itiraz,objection

disapprove of = doğru bulmamak, onaylamamak,find unacceptable, zıt anl.= approve of

disaster = felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedydisaster relief operation = bir felaketin ardından,

zarar gören insanlara yardım ulaştırmayayönelik çalışma

disastrous = feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.=fortunate, successful

disband = dağıtmak, dağılmak, disperse, zıt anl.=combine, unite

discard = aklından çıkarmak, reddetmek, yoksaymak, dismiss, reject

discarded = atılmış, ıskartaya çıkmışdiscernible = fark edilebilir, görülebilir, perceptible,

noticeable, zıt anl.= imperceptible, obscuredischarge from (fiil) = 1) (hastayı hastane)’den

taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release

ÜDS Sözlüğü - 49

www.bademci.com

discharge (isim) = 1) (hasta için) taburcu olma;2) tahliye, boşaltım, akma, release

discipline = bilim dalı, disiplindisclose = açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal,

display, zıt anl.= hide, concealdiscomfort = rahatsızlık, sıkıntı, annoyance, trouble,

zıt anl.= comfort, easediscomforting = rahatsız edicidisconcert = 1) şaşırtmak, perplex; 2) düzenini

bozmak, altüst etmek, disturb, upsetdisconnection = kopukluk, bağlantı kesilmesi,

dissociation, zıt anl.= connection, associationdiscontent = hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik,

dissatisfaction, zıt anl.= contentment,satisfaction

discontinue = kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak,terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end,abandon, stop, zıt anl.= keep on, proceed,pursue, carry on, (The bank will discontinue itsSaturday service. = Banka artık Cumartesigünleri hizmet vermeyecek.), (The doctor toldthe patient to discontinue with the medicine. =Doktor, hastaya ilacı kesmesini söyledi.)

discordant = birbiriyle çelişen, aralarındauyuşmazlık bulunan, conflicting, incompatible,zıt anl.= compatible, concordant

discount = 1) önemsememek, küçümsemek,disregard; 2) indirim yapmak

discourage = cesaretini / hevesini kırmak, gözünükorkutmak, deter, dissuade, zıt anl.= urge,encourage

discouraging = cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.=encouraging

discover = keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak,meydana çıkarmak, find

discovery = keşif, buluş, bulgudiscredit = gözden düşürmek, güvenini sarsmak,

disapprove of, degrade, zıt anl.= praise, honordiscreetly = (ağzından çıkan söze ve hareketlerine)

dikkat eder bir şekilde, ihtiyatlı, tedbirli,carefully, thoughtfully, cautiously, zıt anl.=recklessly, heedlessly

discrepancy = farklılık, fark, ayrım, çelişme,tutarsızlık, uyuşmazlık, conflict, distinction,variance, zıt anl.= agreement, consistency

discrete = ayrı, farklı, distinct, separate, zıt anl.=associated, similar

discretely = farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak,distinctly, separately

discretion = takdir yetkisi, consideration, free-willdiscriminate against = (aleyhine) ayrım(cılık)

yapmak, disfavour, show prejudice against

discrimination = ayrımcılık, ayrım yapma, bias,unfairness, zıt anl.= impartiality

discuss = (bir konuyu) ele almak, görüşmek,tartışmak

discussion programme = (televizyonlardayayınlanan) herhangi bir tartışma programı

disdain = küçük / hor görmek, tepeden bakmak,scorn, zıt anl.= admire, praise

disease = hastalıkdisfigure = biçimini bozmakdisfigurement = kozmetik bozukluk, vücutta şekil

kaybıdisfiguring = (yara vs. için) kozmetik bozukluğa yol

açandisgraced = utanç verici, rezildisgust = iğrenme, tiksintidisgusting = iğrençdisintegrate = parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmakdisintegration = parçalanma, bölünme, ufalanmadisk-like = disk gibi, disk biçimlidismantle = sökmek, parçalara ayırmak, demonte

etmek, take apart, zıt anl.= assembledismay = korkutmak, yıldırmak, cesaretini kırmak,

discouragedismiss = göz ardı etmek, aklından çıkarmak,

reddetmek, ignore, discard, rejectdismissal = aklından çıkarma, reddetme, ciddiye

almama, discarding, rejectiondismissive = hafife alan, baştan savma, uninterested,

zıt anl.= interestedDisneyland = Walt Disney Şirketi tarafından

dünyanın değişik kentlerinde açılan büyükeğlence parklarından her biri

disorder = 1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıtanl.= health; 2) düzensizlik, kargaşa,confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıtanl.= order

disordered = düzensizdisorientation = oryantasyon bozukluğu (yön, yer,

zaman tayininde bozukluk)disoriented = yönünü kaybetmiş / şaşırmışdisparate = farklı, apayrı, different, zıt anl.= alike,

similardisparity = eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt

anl.= parity, equalitydispatch = göndermek, send offdispel = dağıtmak, defetmek, gidermekdispense with = (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç

duymamak, vazgeçmek, do away with, (Weare dispensing with formalities. =Formalitelerden vazgeçiyoruz.)

50 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

dispersal = yay(ıl)ma, saç(ıl)ma, dissemination,propagation

disperse = dağıtmak, yaymak, saçmak, disband,break up, zıt anl.= accumulate, gather

dispersion = dağılımdisplace = yerini almak, yerinden etmekdisplacement = 1) yerinden oynama / kayma;

2) deplasman (bir cismin kapladığı alandaki suveya havanın ağırlığı)

display (fiil) = göstermek, sergilemek, görüntülemek,show, illustrate, demonstrate

display (isim) = gösterge, ekrandisposal = yok etme, ortadan kaldırmadisposal = (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmakdispose of = 1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek,

yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para,zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak,elden çıkarmak, dağıtmak, consume, partwith, zıt anl.= keep, save

disposition = 1) yaradılış, mizaç, tabiat,temperament; 2) düzenleme, yerleştirme,tertip, düzen, dağılım, arrangement

disproportionate = oransız, aşırı, unbalanced,excessive, zıt anl.= proportionate, balanced

disprove = aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.=prove, confirm

dispute (fiil) = 1) doğruluğundan kuşku duymak,doubt, question; 2) tartışmak, argue

dispute (isim) = anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma,çekişme, controversy, argument, zıt anl.=agreement, understanding

disregard = hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak,ignore, overlook, zıt anl.= consider, payattention

disrepair = (bina, makine için) bakımsızlık, ilgisizlikdisrupt = bozulmasına yol açmak, altüst etmek,

aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.=arrange, organise

disruption = aksama, kesilme, failure, collapse, zıtanl.= success

disruptive = aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı,disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.=disciplined

dissatisfied with = (bir şey)’den hoşnut / tatminolmayan, disappointed, displeased, zıt anl.=satisfied

dissatisfy = hoşnut / tatmin etmemek, disappoint,displease, zıt anl.= satisfy

disseminate = (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread,circulate, (The more widely the facts aboutAIDS are disseminated, the better ourchances of halting the epidemic. = AIDShakkındaki gerçekler ne kadar çok yayılırsa,bu salgını durdurma şansımız o kadar artar.)

dissemination = saçma, yaymadissipate = dağıtmak, dağılmak, yay(ıl)mak, scatter,

spread, zıt anl.= gather, collectdissipation = yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma,

dispersiondissolve = eri(t)mek, çöz(ün / ül)mekdistance = uzaklık, mesafedistant = uzak mesafedeki, uzak, remote, far away,

zıt anl.= neardistend = şiş(ir)mek, dilate olmak, genişlemek,

swell, enlarge, zıt anl.= contract, shrinkdistinct = ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate,

apparent, discrete, zıt anl.= similar, associateddistinction = 1) ayırt etme, differentiation; 2) fark,

üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.=resemblance, similarity

distinctive = tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırtedilebilen, characteristic, zıt anl.= ordinary

distinctly = açık / belirgin bir şekilde, clearlydistinctness = netlik, seçiklik, clearness, accuracy,

zıt anl.= obscuritydistinguish between = (iki kişinin ya da şeyin)

arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek,recognize, identify, tell (the difference)

distinguishable = ayırt edilebilir, recognizabledistinguished = seçkin, güzide, remarkable,

prominent, zıt anl.= common, ordinarydistort = biçimini bozmak, çarpıtmak, deformdistorted = çarpıtılmış, deformeddistract = (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul

etmek, confuse, disturb, zıt anl.= concentratedistraction = dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.=

concentrationdistress = üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt

anl.= alleviation, comfort, reliefdistressing = üzücü, acı verici, disturbing, worrisomedistribute = dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand outdistributor = bayi, dağıtıcıdistrict = mıntıka, bölge, yöre, area, region,distrust = güvensizlik, itimatsızlık, zıt anl.= trustdisturb = endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu

kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.= calm,comfort

ÜDS Sözlüğü - 51

www.bademci.com

disturbance = 1) kargaşa, çalkalanma, düzenibozucu şey, turmoil, zıt anl.= order, stillness;2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik,interference

disturbance of flow = akışın bozulmasıdisturbed = sıkıntıda, rahatsızdisturbing = rahatsız edici, endişe verici, annoying,

troublesome, zıt anl.= comfortingdisturbingly = rahatsız edici bir şekilde, alarmingly,

dreadfullydisunite = ayırmak, separate, sever, zıt anl.= unite,

connectdisuse = kullanmayı kesmek / bırakmakditch = hendekdive (fiil) = dalmakdive (isim) = dalışdiverge = ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak,

sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıtanl.= converge, unite

diverse = çeşitli, farklı, different, variousdiversely = çeşitli şekillerde, variouslydiversify = çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread

out, zıt anl.= narrow downdiversity = çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt

anl.= uniformitydivide = böl(ün)me, split, zıt anl.= joindivine = ilahi, tanrısaldivine intervention = ilahi müdahaledivision = bölüm, departmandivorce = ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate,

sever, zıt anl.= unitedizygotic twins = çift yumurta ikizleri, fraternal twinsdizziness = baş dönmesiDjurab Desert = Djurab Çölü (Çad sınırları içinde

yer alan bir çöl)do as one pleases = istediği gibi davranmak,

istediğini yapmakdo away with = ortadan kaldırmak, eliminatedo good = yaramak, iyi gelmekdo little = pek az katkısı olmakdo one’s best = elinden geleni(n en iyisini) yapmak,

do the best one cando one’s bit = kendine / üstüne düşeni yapmakdo so much for = (bir şey) için fayda sağlamakdo their bit = kendilerine / üstlerine düşeni yapmakdo well by = (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak,

durumu iyi olmak, come along, recover,flourish, zıt anl.= fall back, fail

do with = yetinmek, baş etmek, manage with, put upwith

do without = (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaçolmamak

doctrine = doktrin, (değişmez veya değişmesi zor)öğreti

document = belgelemek, ispat etmek, provedocumentary = belgeseldogmatic = dogmatik (tartışma / sorgulama kabul

etmeyen), zıt anl.= pragmaticdomain = alan, nüfuz alanı, (bir kimsenin / örgütün

vs.) kontrolü altındaki bölgedome = kubbedomed = kubbeli, kubbe ile örtülüdomed arcade = kubbeli revak / arkad (bir yanında

duvar veya bina cephesi olan, diğer yanı ile dışmekan arasına ise aralıklarla sütun, paye veyabenzeri destek elemanları yerleştirilmiş olan,üzeri sıra sıra küçük kubbeler ile örtülüuzunlamasına düzenlenmiş alan; budüzenleme, cami ve kervansaray mimarisindesıklıkla kullanılmıştır)

domestic = 1) evcil, evde kullanılan, evsel, ev ileilgili; 2) dahili, yurt içine ait

domestic economic news = iç / dahili ekonomihaberleri

domestic front = ülke içi, iç cephedominance = egemenlik, hakimiyet, üstünlükdominant = başat, üstün, egemen, presiding,

controlling, zıt anl.= inferior, recessivedominate = hakim / egemen olmak, govern, prevaildominion = egemenlik, hakimiyet, sovereigntydon = (elbise vs.) giymek, put ondonate = bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon,

zıt anl.= retain, withdrawdonation = bağış, hibedonor = bağışçı, (kan, organ vs.) veren kişi, vericidoomed = yok olmaya mahkumdopamine = dopamin (beyinde, hareket ve

duyguların düzenlenmesinde etkin olan,eksikliği Parkinson hastalığına yol açabilen birnörotransmiter)

doping = doping (yapay olarak fiziksel ya da mentalaktiviteyi arttırmak amacıyla uygulanan, yasalolmayan prosedür)

dormancy = uyku halidormant = uykuda, sleeping, inactivedosage = doz, dozaj, dose

52 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

dose = ilaç dozu, dosagedot = nokta, benekdouble = iki misline / katına çıkmak, iki misli / kat

yapmakdouble-blind test = çift kör çalışma (bilimsel bir

deneyde, önyargı ve plasebo etkileriengellemek için deneklerin ve deneyiuygulayan kişilerin, deneyin içeriği ya daönemli yönleri hakkında bilgi sahibiolmamalarını öngören test ya da çalışmabiçimi)

doubt = şüphe, kuşkudoubtful = şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.=

undoubted, certaindoubtless = kuşkusuz, kesinDown syndrome = Down sendromu (21. kromozom

çiftinde bir fazla kromozom bulunmasınedeniyle gelişen, kaslar, göz kapakları,burun, baş vb. organlarda şekilsel bozukluklarve zeka geriliği ile belirgin sendrom)

down to the last detail = en ince ayrıntıya kadardownfall = çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destructiondownhill = yokuş aşağı, yamaçtan / tepeden aşağı

doğrudownstream = akıntı yönünde, aşağı doğrudowny = 1) pofuduk, yumuşak; 2) ince tüylü, havlıdozen = düzine (12 adet)dozens of = düzinelercedraft = 1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su

çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesindengeminin en alt noktasına kadar olan toplamyükseklik), draught (draft okunur)

drag (fiil) = (çekerek) sürüklemekdrag (isim) = su veya havanın, içinde ilerleyen bir

cisme mukavemeti, hız kesme gücüdrag on = uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek,

keep going, zıt anl.= shorten, curtaildrain = 1) suyunu akıtmak, kurutmak, drene etmek;

2) alıp uzaklaştırmakdrainage = drenaj, atık su vs. , su akıtma sistemidramatic = 1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable,

sensational, zıt anl.= unexciting; 2) çok yüksekmiktarda, heavy, zıt anl.= mild

dramatically = dramatik / çarpıcı bir biçimde,strikingly, sensationally, zıt anl.= unexcitingly,undramatically

drastic = şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli,severe, dire, zıt anl.= mild, modest

drastically = radikal şekilde, büyük ölçüde, sertşekilde, hugely, zıt anl.= mildly

draw = 1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, eldeetmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.= push,repel

draw a conclusion = sonuç çıkarmakdraw attention to = (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek,

attract attention todraw in = içine çekmek, pull indraw into the spotlight = göz önüne getirmek,

gündeme getirmek, dikkat çekmekdraw new meaning = yeni anlam çıkarmakdraw on = (bir şey)’den yararlanmakdraw the line at = (bir şey)’e sınır koymakdraw up = 1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs.

için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek,come to a stop

drawback = sakınca, mahzur, dezavantaj,disadvantage, setback, inconvenience, zıtanl.= advantage, convenience

drawbridge = kaldırma köprü (açılıp kapanabilenköprü)

dread = çok korkmak, dehşete düşmek, endişeetmek, fear, worry, zıt anl.= welcome

dreadfully disabling = korkunç / ağır bir şekildesakat bırakan

dreamer = rüya gören / görmekte olan kimsedressing = 1) pansuman; 2) (salata vs. için) sosdrift = sürüklenmekdrill (isim) = matkapdrill (a hole) = (matkap vs. ile) delik açmak, make a

holedrilling = delmedrive = 1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn;

2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıtanl.= inhibit

drive off = kovmak, defetmek, chase away, dispeldrive out = çıkarmak, yerinden oynatmakdrive through = 1) (bir nesneyi, örneğin bir çiviyi)

(bir şey)’in içine çakmak / zorlayarak sokmak;2) (bir yer)’in içinden (araba ile) geçmek

driven by = (bir şey ya da biri tarafından)güdümlenmiş

driving force = itici güçdroop = sarkmakdrop off = uykuya dalmak, fall asleepdroplet = damlacık, zerredrought = kuraklıkdrown = (suda) boğulmakdrown out = (bir sesi daha yüksek bir sesle)

bastırmak

ÜDS Sözlüğü - 53

www.bademci.com

drowsiness = uyuşukluk, sersemlik hali, aşırıuyuklama hali

drowsy = uyuşuk, sersemlemiş, dozydrug = 1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu

maddedrug addict = uyuşturucu bağımlısıdrug addiction = uyuşturucu madde bağımlılığıdrug crops = uyuşturucu elde edilen bitkilerdrug enforcer = narkotik polisidrug overdose = ilaçta aşırı dozdrug trial = ilaç denemesidrug-trafficking = uyuşturucu taşıma / trafiğidrum = davuldrunk = sarhoş, içkili, zıt anl.= soberdry ice = kuru buz (sıvılaşmadan, doğrudan

buharlaşması sebebiyle katı karbondioksiteverilen ad)

dry out = kuru(t)makdual = ikili, çifte, çift yönlüduality = ikilikdub = . . . olarak çağırmak / adlandırmakdubious = kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız,

doubtful, unreliable, zıt anl.= certain, definiteduck = ördekduct tape = genellikle kumaş destekli, kaliteli koli

bandıductile = (pek çok metal gibi) dövülerek / işlenerek

tel veya levha haline getirilebilir, (kolay)biçimlendirilebilir, malleable

due = zamanı / vadesi gelmiş, maturedue in part to = kısmen (bir şey) nedeniyledue to = nedeniyle, because of, owing to, on account

ofdue to be built = (belli bir tarihe kadar) yapılacak /

inşa edilecek olmak

dull = 1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıtanl.= interesting; 2) anlama güçlüğü çeken,dumb, dense, zıt anl.= bright, sharp

dumping ground = çöp dökme alanıduodenum = oniki parmak bağırsağıduplex = çift, dubleksduplicate = kopyalamak, aynısını yapmak, copydurability = dayanıklılıkdurable = dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt

anl.= fragileduration = süre, süreklilik, term, continuity,

(Amazingly, the boy lay quietly through thewhole duration of the physical examination. =Çocuk, tüm muayene süresi boyunca şaşırtıcıbir şekilde hiç sesini çıkarmadan yattı.)

dust = tozdust devil = hortum gibi dönen toz bulutuDutch (isim) = HollandacaDutch (sıfat) = Hollandalı, Hollanda’ya aitDutch-derived = kökünü Hollanda dilinden alandwell on = (bir konu) üzerinde durmakdwell upon = (bir yer / bir şey)’in üzerinde oturmak /

yaşamak / barınmakdweller = yöre halkı, sakin, inhabitantdwelling place = barınma / yaşama yeridwindle = küçülmek, azalmak, diminish, shrink, zıt

anl.= enlarge, expand, growdye = boyadynastic times = dinastik dönem, hanedanlar

dönemi (örn. Eski Mısır için M. Ö. yaklaşık3150 yılı sonrasındaki dönem)

dynasty = hanedandysentery = dizanteri (bağırsaklarda oluşan yaralar,

kanlı ve mukus içeren ishal ile belirgin birhastalık)

dysfunction (ya da disfunction) = bir organın göreviniyapmaması, disorder

dyslexic = okuma zorluğu çeken

www.bademci.com

eager = istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.=reluctant, unwilling

eagerly = istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly,zıt anl.= reluctantly, unenthusiastically

early = erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.=late

early 20th century = 20. yüzyılın başlarıearly detection = erken teşhis / tanıearly warning = erken uyarıearn = (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak

etmek, gain, zıt anl.= loseearplug = kulak tıkacıearthenware = pişmiş topraktan yapılmış çanak,

çömlek vs.earthquake = depremearthquake predictor = deprem habercisiearth-retaining = toprak içindeki, toprağa temas

edenease (fiil) = 1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak,

improve, facilitate, simplify, zıt anl.= aggravate,worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek,baskıyı azaltmak

ease (isim) = kolaylıkeasy prey = kolay aveasygoing = uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.=

fractiouseating disorder = yeme bozukluğuEbola = Ebola (ishal, kanama, deri döküntüleri ve

yüksek ateş ile belirgin ölümcül bir hastalık)eccentric = eksantrik, sıra dışı, alışılmışın dışındaeccentricity = tuhaflık, eksantriklik, bizarreness,

weirdness, zıt anl.= conventionalityecclesiastical = kiliseye ait, diniECG = elektrokardiyogram (kalp kasının ve sinirsel

iletim sisteminin çalışmasını incelemek üzerekalpte meydana gelen elektriksel faaliyetinelektrokardiyograf denen bir cihaz tarafındanalınan kaydı), electrocardiogram

echo = aynısını söyleyerek desteklemek, tekraretmek

eclogue = karşılıklı konuşma şeklinde pastoral şiirecologically aware = çevre bilinci olan

ecosystem = ekosistem (sınırlı bir alanda, örneğinbir göl çevresinde, yaşayan tüm canlıları veonların birbirleriyle ve çevreleriyle olanetkileşimlerini içeren sistem)

ecstacy = kendinden geçme, aşırı sevinçeczema = egzemaedge = kenar, sınır, yan, borderedible = yenilebilir, yemeye uygunedit = redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük

değişiklikler yapmak, alter, modifyedition = baskı, edisyoneditorial board = yayın kurulueducational = eğiticieffect (fiil) = yerine getirmek, gerçekleştirmek,

başarmak, carry out, actualise, perform, zıtanl.= fail

effect (isim) = etki, sonuç, influence, outcomeeffective = 1) verimli, randımanlı, etkili, efficient,

powerful, zıt anl.= inefficient, ineffective;2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual

effectively = etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıtanl.= ineffectively, inefficiently

effectiveness = 1) etki, nüfuz / etki derecesi,efficiency, power, zıt anl.= ineffectiveness,inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilenetkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıtanl.= inefficacy, inefficiency

efficacy = etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretmegüç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.=inefficacy, inefficiency

efficiency = (çalışmada, işte) verim, etkinlik,productivity, effectiveness, zıt anl.= inefficiency

efficient = verimli, randımanlı, etkin, effective, zıtanl.= inefficient, ineffective

efficiently = etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıtanl.= inefficiently

effort = çaba, gayret, hard workeffortlessly = çaba göstermeden, kolaycaeffusion = dökme, akıtma, serpmeegg = yumurta, ovum (sperm ile birleşme yeteneği

taşıyan dişi üreme hücresi)Egypt = Mısır (Kuzeydoğu Afrika’da bir ülke)eject = dışarı atmak, çıkarmak, fışkırtmak

E E E E E

ÜDS Sözlüğü - 55

www.bademci.com

elaborate (fiil) = ayrıntılarına inmek, özenli birşekilde hazırlamak / yapmak, develop fully

elaborate (sıfat) = karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate,zıt anl.= simple

elapsed = (zaman miktarı için) geçen, geçmiş olanelastic = esnek, flexible, zıt anl.= rigidelastin = elastin (arterlerin duvarları gibi elastik

dokularda bulunan bir cins protein)elder = (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha

büyük (olan)elderly population = yaşlı nüfuselection = seçim, seç(il)me, (parliamentary election =

genel seçim, milletvekili seçimi)election campaign = seçim kampanyasıelective = 1) seçime ait, seçimle ilgili; 2) seçmeli

(ders)electricity = elektrikelectroconvulsive (shock) treatment = elektroşok

tedavisielectroencephalogram = elektroensefalogram

(beyin dalgaları aktivitesinin elektrikselyöntemle izlenmesi ve ölçülmesini sağlayanyöntem), EEG

electrolyte = elektrolit (besinlerle vücuda giren vevücut hücrelerinin normal işlevlerinisürdürebilmeleri için gerekli olan maddeler)

electromagnetic = elektromanyetik (elektrikselkuvvetler ve manyetizma ile ilgili)

electromagnetic force = elektromanyetik kuvvet(elektriksel yük taşıyan parçacıklar ileelektromanyetik alanlar arasındaki etkileşimikontrol eden ve molekülleri oluşturan atomlarıbir arada tutan temel fiziksel kuvvet)

electromagnetic ion trap = elektromanyetik iyonkapanı (iyonları elektriksel ve manyetik alanlaryardımıyla bir bölmede tutmaya yarayansistem)

electromagnetic noise = elektromanyetik gürültü(bir elektronik devredeki veya bir radyo dalgasıiçerisindeki istenmeyen sinyaller)

electromagnetic radiation = elektromanyetik ışınım(ışık hızında hareket eden elektromanyetikdalgalar şeklindeki enerji yayılımı)

electromagnetism = elektromanyetizma (elektrikselve manyetik kuvvetler ve bunları inceleyenbilim dalı)

electron microscope = elektron mikroskobu(incelenen nesneye elektronlar göndermeksuretiyle görüntü alan ve çoğunlukla tek tekatomları görüntüleyebilecek kadar yüksekçözünürlük sağlayabilen bir çeşit mikroskop)

elegant = zarif, şık, kibar

elemental mercury = saf civaelementary = temelelementary particle = temel parçacık (daha küçük

parçalardan oluştuğu tespit edilmemiş olanparçacık)

elephant seal = deniz fili / fil foku (ağırlığı iki tonugeçen ve kulakları olmayan iri bir fok türü)

elevate = yükseltmek, arttırmak, raiseelevated = art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmişelicit = açığa çıkarmak, arouse, bring abouteligible = uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli

koşullara sahip, suitable, (According to theexclusion criteria of the survey, five caseswere not found eligible due to their diabetesproblem. = Araştırmanın hariç tutma kriterleriuyarınca, beş vaka, diyabet problemlerisebebiyle çalışmaya alınmadı / uygunbulunmadı.)

eliminate = ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek,elemek, eradicate, cut out, (Poverty must beeliminated. = Fakirlik yok edilmelidir.)

elimination = eleme, çıkarma, discharge, deduction,zıt anl.= inclusion

eloquence = etkili ve güzel söz söyleme yeteneğielsewhere = başka yer / yerde / yereelude = kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak,

escape, evadeelusive = tanımlanması güç, indefinableembark on / upon = girişmek, başlamak, begin,

engage in, zıt anl.= cease, endembarrass = utandırmakembarrassed = utanan, mahçup, uncomfortableembarrassing = rahatsız edici, utanç vericiembassy = büyükelçilikembed = oturtmak, gömmek, insert, implantembellish = süslemek, ornament, decorateembodiment = (bir şey)’in somut hali, kendisi,

symbolembody = 1) (bir şey)’i somutlaştırmak, (bir şey)’in

somut ifadesi olmak, symbolize; 2) kapsamak,include, combine, zıt anl.= exclude, divide

embrace = 1) sarılmak, kucaklamak, hug;2) kabullenmek, accept, zıt anl.= reject, shun;3) kapsamak, içermek, include, encompass,zıt anl.= exclude, leave out

embroiled = karışmış, karışıklık içindeembryo = embriyo, cenin (doğum öncesi gelişiminin

başındaki bebek / yavru)embryonic = 1) embriyoya ait; 2) olgunlaşmamışemerald = zümrüt

56 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

emerge = çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise,come forth, zıt anl.= disappear, fade

emergence = ortaya çıkma, appearance, zıt anl.=disappearance

emergency = acil durum, urgencyemergency administration = (ilacın) acilen /

bekletmeden verilmesiemerging = yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising,

zıt anl.= fadingemigrant = ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.=

immigrantemigrate = göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move

out, zıt anl.= immigrateemigration = göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.=

immigrationeminent = 1) tanınmış, ünlü, renowned; 2) yüksek

mevki sahibieminently = gayet, son derece, exceptionally,

extremely, zıt anl.= ordinarilyemission = dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için)

sal(ın)maemit = dışarı vermek, göndermek, yaymak,

çıkarmak, discharge, zıt anl.= absorbemotion = duygu, his, heyecan, feeling, sentimentemotional = duygusal, duygulu, passionate,

sentimental, zıt anl.= cold, unemotionalemotional intelligence = duygusal zekaemotionally = duygusal olarak, duygusal yöndeemotionally charged = duygu yüklüemotionally disturbed = duygudurum bozukluğu

olan, duygusal sorun yaşayanemperor = imparatoremphasis = (çoğul: emphases) önem, vurgu,

importance, significanceemphasise = vurgulamak, altını çizmek, stress,

underlineemphatic = 1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurguluemphysema = amfizem (yaş, sigara ya da kronik

bronşite bağlı olarak solunum fonksiyonundabozulma, yetersizlik)

empire = imparatorlukempirical = deneysel, ampirikempirically = deneysel / ampirik olarakemploy = 1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize;

2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işealmak, hire, recruit, zıt anl.= fire

employee = çalışan, işçi, eleman, workeremployer = işveren, patronemployment = istihdam

empower = yetki / izin vermekempty (into) = (bir şey)’in içine, (bir yer)’e

boşal(t)makempty-calory item = sadece enerji veren, ancak,

besleyici hiçbir değeri olmayan alkol vb.madde

emulsify = emülsiyon yapmak, bulamaç halinegetirmek

enable = sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak,yetki vermek, allow, let, empower, ensure,make it possible, zıt anl.= forbid, hinder, (Newtechniques enable surgeons to open andrepair the heart. = Yeni teknikler, cerrahlarınkalbi açıp onarmasını mümkün kılıyor.)

encircle = çevrelemekenclose = (bir şey)’i (bir mektupla aynı) zarf içine

koymak, attachenclosed = kapalı, kapatılmışencode = kodlamak, şifrelemek, encrypt, zıt anl.=

decode, decypher, decryptencompass = kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek,

içine almak, cover, includeencounter (fiil) = karşı karşıya gelmek, rastlamak,

face, come acrossencounter (isim) = karşılaşma, yüz yüze gelmeencourage = teşvik etmek, özendirmek, cesaret

vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.=deter, discourage

encouragement = teşvik, özendirme, yüreklendirme,zıt anl.= discouragement

encouraging = umut verici, özendirici, yüreklendirici,favourable, promising, zıt anl.= discouraging,unfavourable

encrypt = şifrelemek, encode, zıt anl.= decode,decipher, decrypt

encryption = şifrelemeend = uç, tarafend in = (bir şey) ile sonuçlanmak, result inend up = sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey /

yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmakend up with = sonunda (elde bir şey ile) kalmak;

sonunda (beklenenden daha az / kalitesiz birşey) elde etmek

endanger = tehlikeye düşürmek, riske atmak,jeopardise, risk, zıt anl.= save, aid

endangered = tehdit altındakiendeavour (fiil) = çabalamak, gayret etmek, struggle,

tryendeavour (isim) = çaba, gayret, uğraşı, mücadele,

effort, struggle

ÜDS Sözlüğü - 57

www.bademci.com

endemic = endemik (belirli bir bölge ile sınırlı, belirlibir bölgeye özgü)

endurance-type = dayanıklılık gerektiren türendure = dayanmak, katlanmak, çekmek, bearenergy-demanding = (bol) enerji gerektirenenforce = 1) kuvvetlendirmek, takviye etmek,

strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya)zorlamak, uygulamak, yerine getirmek,impose, prosecute

enforcement = 1) icra, infaz, uygulama, execution,zıt anl.= waiver; 2) uygulayıcı, yaptırımcı, (lawenforcement authorities = polis teşkilatı)

engage = 1) işe almak, tutmak, angaje etmek,employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, putto use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için)(birbirine) geçmek

engage in = (bir şey) ile meşgul olmak, be involved inengaged = kullanımda, çalışır vaziyetteengaging = sevimli, hoş, çekici, charming, attractive,

zıt anl.= repulsiveengender = doğurmak, yaratmak, yol açmak,

produce, create, bring aboutengineer = (bir şey)’in projesini yapmak, (çözüm)

geliştirmek, work outengrave = kazımak, oymakengulf = yutmak, yutarak yok etmek, swallow up,

drownenhance = arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak,

geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek,make better, increase, improve, zıt anl.=decrease, weaken

enhanced = gelişmişenjoy = (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmakenlarge = büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify,

broaden, zıt anl.= reduce, diminishenlargement = büyütme, genişletme, broadening, zıt

anl.= reductionenlighten = aydınlatmak, bilgilendirmek, explain,

advise, educateenlightened = aydınenlightenment = aydınlanma (çağı), bilgilenmeenormous = muazzam, çok büyük, tremendous,

immense, huge, zıt anl.= tiny, little,insignificant

enormously = muazzam bir şekilde, çok büyükmiktarlarda, immensely, zıt anl.= minimally

enough = yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.=inadequate, insufficient

enquiry = bkz. inquiryenrich = zenginleştirmek, improve

enshroud = örtmek, sis altında bırakmakensue = çıkmak, meydana gelmek, ardından

gelmek, arise, occur, follow, zıt anl.= precedeensure = garanti etmek, sağlamak, temin etmek,

make it possible, secure, guarantee, (Takingvitamin pills does not necessarily ensure goodhealth. = Vitamin hapları almak, sağlıklı olmayıgaranti etmez.), (The best intentions will notalways ensure success. = İyi niyet her zamanbaşarı getirmez.)

entail = içermek, gerektirmek, involve, requireentangle = karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık

etmek, snarl, complicateentanglement = vakit alıcı iş, formalite, karışıklık,

(ağ, ip vs.)’ye dolaşma, complicationenterprise = girişim, teşebbüsenterprising = girişken, girişimcienterprising spirit = girişimci ruhentertain = eğlendirmek, meşgul etmekentertaining = eğlenceli, eğlendiricienthusiasm = şevk, istek, heves, eagerness,

willingness, zıt anl.= reluctanceenthusiast = (bir konu ile) ilgili / meraklı kişienthusiastic = şevkli, hararetli, heyecanlı, excited,

devoted, zıt anl.= disinterestedentice = kendine çekmek, ayartmak, kandırmak, lureentire = tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.= partial,

(an entire generation = bütün bir nesil)entirely = tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt

anl.= partially, (When he came back to hishometown, he noticed that the place wasentirely different from what he had left twodecades ago. = Geri döndüğündememleketinin, artık yirmi yıl önce bıraktığı yerolmadığını, tamamen değiştiğini gördü.)

entitle = hak / yetki kazandırmak / vermekentitled = adlı, başlıklıentombment = gömme, mezar olmaentrance = giriş, entryentrap = hapsetmek, kapana kıstırmak, captureentrepreneurial = girişimcientry = girişenviable = gıpta edilecek, desirable, zıt anl.=

unenviable, unfavourableenviously = kıskanarak, haset duyarakenvironment = çevre, ortamenvironmental conditions = çevre şartlarıenvironmental constraints = çevresel kısıtlamalar,

doğa koşullarının yol açtığı zorluklarenvironmental groups = çevreci gruplar

58 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

Environmental Protection Agency = ÇevreKoruma Teşkilatı (ABD’de, insan sağlığının vedoğal çevrenin sanayileşme karşısındakorunması ile görevli teşkilat)

environmental savings = çevre ile ilgili yararlar,çevre koruma

environmentally conscious = çevre bilinci yerinde,çevre bakımından bilinçli

environmentally friendly = çevre dostuenvision = zihninde canlandırmak, tasavvur etmek,

visualize, envisageenvy (fiil) = kıskanmak, imrenmek, be jealous ofenvy (isim) = kıskançlık, haset, gıpta, jealousyenzyme = enzim (kimyasal tepkimeleri hızlandıran

molekül), maya, fermentepidemic = salgın hastalık, salgınepidemiologist = epidemiyolojist (salgın hastalıklar

uzmanı)epidemiology = epidemiyoloji (toplumda görülen

hastalıkların sebeplerini, görülüş oranlarını,yayılışlarını, hastalıklara karşı önlem vekorunma yöntemlerini konu alan tıp dalı)

epilepsy = epilepsi, sara (nöbetler halinde gelendikkat kaybı, uyku hali veya kontrolsüz titreme/ kasılma ile beraber bilinç kaybı ile belirginsinirsel hastalık)

episode = 1) (hastalık, öksürük vs. için) nöbet, bout;2) (öykü, film, dizi vs. için) bölüm, kısım, part

epistle = 1) mektup; 2) Yeni Ahit’teki havarimektuplarından her biri

epitomize = örnek oluşturmak, özetlemekequality = eşitlik, denklik, zıt anl.= inequalityequally accented = eşit vurguluequate = eşit saymak, eşitlemekequatorial = ekvatorla ilgili, ekvator bölgesindekiequilibrium = denge, eşitlikequip = donatmak, furnishequivalent to = (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike,

zıt anl.= different, unequalera = devir, çağ, dönem, perioderadicate = yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak,

eliminate, exterminate, wipe out, demolish,destroy, zıt anl.= construct, preserve, restore

erect (fiil) = dikmek, kurmak, inşa etmek, build, putup, zıt anl.= demolish, destroy

erect (isim) = dimdik, ayaktaerode = aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak,

kemirmekerosion = aşınma, erozyon, deterioration, attrition

erroneous = yanlış, hatalı, wrong, incorrect, zıt anl.=right, correct

error = 1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık,mistake

erupt = (volkan için) patlamak, püskürmekeruption = 1) (volkanik) patlama, püskürme;

2) deride döküntü, rashescape (fiil) = kaçmak, firar etmek, flee, break outescape (isim) = kaçış, firar, flee, breakoutescape the suspicion = (birisi)’nin kuşkusundan

kurtulmakesophagus = özofagus (yemek borusu)especially = özellikle, özel olarak, particularly, in

particular, specifically, zıt anl.= generally, ingeneral

essence = öz, temel, asıl, coreessential = 1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt

anl.= incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri,crucial, vital

essentially = aslında, esas itibariyle, primarily,fundamentally, actually

establish = 1) oluşturmak, oturtmak, form, found, laydown, constitute; 2) saptamak, tespit etmek,authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak,tesis etmek, institute, found, set up

established = oturmuş, yerleşmişestablishment = 1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme,

foundation; 2) kuruluş, enterpriseesteem = saygı, itibar, respect, zıt anl.= disrespectestimate (fiil) = tahmin etmek, kestirmek, guess,

reckonestimate (isim) = tahmin, kestirim, approximationestimated = tahmini, predictedestimation = tahmin, kanı, guess, beliefeternity = sonsuzluk, ebediyetethanol = etanol (alkollü içkilerde bulunan alkol

çeşidi), ethyl alcoholether = eter, lokman ruhu (etil alkolden üretilen ve

eskiden genel anestezi oluşturma amacı ilekullanılan uçucu madde)

ethical = ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had noethical objection to drinking but he simply saidthat it was unhealthy. = Doktorun içmeye karşıahlak yönünden bir itirazı yoktu, yalnızcasağlıksız olduğunu söyledi.)

ethically = etik olarak, ahlaki değerler bakımından,morally

ethnic = etnik (ırkla ilgili, ırksal özelliklerle ilgili)ethnicity = etnisite, etnik bir guruba bağlı olma hali

ÜDS Sözlüğü - 59

www.bademci.com

ethylene = etilen (etil alkol, etilen oksit gibi bazıbaşka kimyasalların üretiminde kullanılanrenksiz, yanıcı bir gaz)

etiologic = etyolojik (hastalık nedenleriyle ilgili)EU = Avrupa Birliği, European UnionEuro Disney = Paris’te yer alan büyük bir tatil ve

eğlence tesisi, Disneyland Resort ParisEuropean banking community = Avrupa bankacılık

topluluğuEuropean Commission = Avrupa Komisyonu

(Avrupa Birliği’nin, birlik politikalarınıtasarlayan ve onay için AvrupaParlamentosu’na ve Avrupa Konseyi’ne sunanve çıkan kararları uygulamakla yükümlü olanorganı)

European Economic Community = AvrupaEkonomik Topluluğu (1957 yılında imzalananRoma Antlaşması ile kurulan ve bugünküAvrupa Birliği’nin temeli sayılan birlik)

European Parliament = Avrupa Parlamentosu (tümAvrupa halkını temsil eden genel meclis)

Eurozone = Avro Bölgesi (para birimi olarak Avrokullanan ülkeler), Euro Area, Euroland

euthanasia = ötenazi (tedavisi imkansız bir hastalıkyüzünden, hastanın yaşamının kendi isteğiylesonlandırılması)

evacuate = tahliye etmek, boşaltmak, vacateevade = kaçınmak, sakınmakevaluate = değerlendirmek, değer biçmek,

hesaplamak, assess, appraiseevaluation = değerlendirme, assessment, appraisalevaporate = buharlaş(tır)mak, vaporize, zıt anl.=

condenseevaporation = buharlaşma, zıt anl.= condensationevaporative cooling = buharlaşma yolu ile

serinletmeeven so = bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de,

however, nonetheless, neverthelesseven wider = daha da geniş çaplı, daha da yaygıneven without = . . . olmadan bileevenly = eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.=

unevenly, uniformlyevent = olay, hadise, incidenteventual = daha sonraki, nihai, future, consequenteventuality = olasılık, probabilityeventually = sonunda, nihayet, at last, finallyever = her seferinde artan / azalan bir şekildeever-growing = sürekli artan / büyüyenever-increasing = sürekli artanevery chance = her (türlü) fırsat, imkan

every last drop of smt = bir şeyin son damlasınakadar

every other = her iki (gün, ay, yıl vs.)’de birevery other day = gün aşırıevidence = belirti, delil, gösterge, işaret, indication,

hint, proof, clueevident = açık, belli, apparent, clear, zıt anl.=

concealed, obscureevil = kötü, kötücül, malevolent, zıt anl.= good,

benevolentevocative = çağrışım yaptırıcı, çağrıştıranevoke = (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek,

çağrıştırmak, recall, stimulateevolution = evrimevolutionary = evrimselevolutionary natural selection = evrimsel doğal

seçilim / seleksiyon (doğa koşullarına adapteolamayanların yok olması, adapte olabilenlerinise hayatta kalması teorisi)

evolve = (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek,evrim geçirmek, progress, develop

exact (fiil) = koparmak, zorla veya tehditle almakexact (sıfat) = kesin, kusursuz, tam, accurate,

precise, zıt anl.= inaccurateexact form = tam şekil / biçimexactly = tam olarak, tamı tamına, precisely,

accurately, zıt anl.= roughlyexactness = kesinlik, kusursuzluk, accuracy,

precision, zıt anl.= inaccuracy, inexactnessexaggerate = abartmak, gözünde büyütmek,

overemphasise, zıt anl.= underestimateexaggeration = abartma, overstatement, zıt anl.=

understatementexamination = inceleme, denetim, teftiş, inspectionexamine = 1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek;

2) muayene etmekexcavate = kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya

çıkarmak, unearth, zıt anl.= buryexcavation = kazıexceed = aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine

çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, gobeyond, be more than necessary, zıt anl.= fallbehind (of), be less than, be inferior to

exceedingly = aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtançok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıtanl.= mildly, little

excel in = 1) (bir konuda) başarılı olmak, besuccessful in / at; 2) üstün olmak, surpass,outperform, zıt anl.= be inferior

excellence = mükemmellik, kusursuzluk, perfectionexcellent = mükemmel, perfect

60 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

except = haricinde, dışındaexception = istisna, (An exception to the rule. =

İstisnalar kaideyi bozmaz.)exceptional = olağandışı, istisnai, unusual,

extraordinary, zıt anl.= ordinary, (Generalprinciples should not be based on exceptionalcases. = İstisnalardan hareketle genelprensipler oluşturulmamalıdır.)

exceptionally = olağandışı / istisnai bir şekilde,extremely, zıt anl.= slightly, moderately

excess (isim) = aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıtanl.= shortage

excess (sıfat) = aşırı, (haddinden) fazla, (He is tryingto lose excess weight. = Fazla kilolarındankurtulmaya çalışıyor.)

excess water = (örn. vücuttaki) fazla suexcessive = aşırı miktarda, fazla, too much,

redundant, zıt anl.= moderate, reasonableexcessively = aşırı derecede, overly, redundantly, zıt

anl.= moderatelyexchange = değiş tokuş etmek, alış veriş etmek,

trade, swapexcited = heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.= calmexcitement = heyecanexciting = heyecan verici, zıt anl.= unexcitingexclude = çıkarmak, dahil etmemek, dışarda

bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.=include

excluding = . . . dışında / haricindeexclusion zone = girilmesi / yerleşilmesi yasak /

sakıncalı bölgeexclusive = 1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli

bir zümreye açık, restricted, zıt anl.= open,public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün(bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete

exclusively = sadece, yalnızca, solely, entirelyexcreta = vücuttan boşaltım yolu ile atılan madde

(örn. dışkı, idrar, ter)excrete = (idrar, dışkı vs.) boşaltmakexcretion = 1) boşaltım; 2) boşaltım ile atılan

madde, excretaexcursion = kısa süreli geziexcuse = mazur görmek, bağışlamak, pardon,

forgive, zıt anl.= blame with, accuse ofexecute = uygulamak, yerine getirmek, (cezayı /

kişiyi) infaz etmek, carry outexecution = uygulama, yerine getirme, yapma, infaz

etme, completion, realisationexecutive (isim) = idareci, yönetimde yetki sahibi

kişi, (chief executive officer (CEO) = yönetimkurulu başkanı)

executive (sıfat) = yürütmeye aitexemplary = örnek oluşturan, örnek alınacak

(davranış vs.)exemplify = örnek olmak / sunmak, örneğiyle

açıklamakexemption from = (bir vergi vs.)’den muafiyet,

bağışıklık, immunity toexercise = 1) vücut hareketi, egzersiz; 2) uygulama,

tatbikatexercise tolerance test = efor testi (fiziksel

egzersizin kalp çalışması üzerine etkisinibelirleme amacıyla uygulanan test)

exercising machine = egzersiz aletiexert = 1) (kuvvet / basınç vs.) uygulamak, apply;

2) (bir kişi üzerindeki etkisini, hatırını vs.)zorlayarak kullanmak

exert oneself = kendini zorlamakexertion = çaba, gayret, emek, effortexhaust (fiil) = gücünü tüketmek, wear out,

impoverish, zıt anl.= revive, invigorateexhaust (isim) = egzoz (yakıt ile çalışan taşıt ve

makinelerde atık gazı dışarı atan ünite)exhausted = bitmiş, tükenmişexhausting = yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt

anl.= refreshingexhaustion = bitkinlik, tükenmişlik hali, fatigueexhibit (fiil) = sergilemek, göstermek, ibraz etmek,

teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıtanl.= conceal, cover, hide

exhibit (isim) = sergilenen şeyexhibition = sergi, display, showexist = var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be

presentexistence = varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var

olması, var oluş, presence, zıt anl.= absenceexistentialism = varoluşçuluk (insanların tamamen

özgür olduklarını ve kendi yaptıklarındansorumlu olduğu görüşünü savunan, daha çokAvrupa’da hüküm sürmüş bir 20. yy felsefeakımı)

existing = var olan, hali hazırda bulunan, present,current

exoplanet = güneş sistemi dışındaki bir yıldızetrafında dönen gezegen

exorcise = (şeytan, cin vs.) çıkartmakexotic = alışılmadık, egzotikexpand = genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend,

broaden, zıt anl.= shrink, contract, compressexpanding = genişleyenexpansion = genişle(t)me, büyü(t)me, development,

growth

ÜDS Sözlüğü - 61

www.bademci.com

expansive = geniş, engin, yayılıp genişlemeyeelverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.=narrow

expect = 1) beklemek, beklenti içinde olmak,anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict

expectation = beklenti, anticipationexpected = olması beklenen, umulan, predicted,

foreseen, anticipatedexpectorate = balgam çıkarmak, akciğerlerden ve

boğazdan her türlü ifrazatı (kan, tükürük vs.)dışarı atmak

expedition = araştırma / keşif gezisiexpend = harcamak, spend, consumeexpenditure = gider, harca(n)ma, masraf, expense,

zıt anl.= incomeexpense = masraf, harcama, expenditureexperience (fiil) = (bir dönemden) geçmek, yaşamak,

go through, undergo, zıt anl.= avoidexperience (isim) = deneyim, tecrübeexperienced = deneyimli, tecrübeli, zıt anl.=

inexperiencedexperiment = deneyexperimental = deneye dayanan, deneyselexperimentation = deneme, test etme, deney

yapmaexpert = uzmanexpertise = uzmanlık, ekspertiz, (belirli bir alandaki)

bilgiexpiration = ekspirasyon, soluk / nefes verme,

exhalationexplanation = açıklama, izahat, clarificationexplanatory = açıklayıcıexplanatory power = anlatım gücüexplicit = belirli, açık, definite, specific, zıt anl.=

ambiguous, unclearexplicitly = tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt

anl.= implicitlyexplode = patlamak, infilak etmekexploit = 1) (kendi çıkarı için) kullanmak,

yararlanmak, utilize, (The opposition aims toexploit the economic crisis. = Muhalefet,ekonomik krizi kendi çıkarı için kullanmayıamaçlıyor.); 2) sömürmek, istismar etmek,abuse

exploitation = sömürme, kullanma, yararlanmaexploration = araştırma, inceleme, keşifexploratory = keşif / inceleme ile ilgili / amacına

yönelikexplore = (keşif için) dolaşmak, araştırmak,

incelemek, search, examine

explorer = kaşifexplosion = patlamaexplosive = patlayıcıexplosive charge = bir atımlık patlayıcıexplosively = aniden ve hızlı bir şekildeexpose = açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.=

shroud, concealexpose to = (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in

etkisine açık bırakmak, make prone to, zıtanl.= protect from, shield from

exposure = 1) maruz bırakma / kalma, teşhir etme;2) fotoğrafçılıkta diyaframın açık kalma süresi,poz

express = ifade etmek, anlatmak, beyan etmek,state, articulate

expression = ifade, deyim, anlatım, dışavurum,exposition

expressionism = ekspresyonizm, dışavurumculukexpressive = anlamlı, manalı, açıklayıcı, meaningful,

indicative, zıt anl.= expressionlessexpressly = açıkça, clearlyextend = uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt

anl.= shortenextend support = destek vermek / sunmakextended = uzun süren, long, zıt anl.= shortextended family = geniş aile (ebeveynler ve

çocukların yanında büyükbaba, büyükanne,kuzenler gibi daha uzak akrabaları da içerenaile)

extension = büyüme, genişleme, uzatma,development, expansion, zıt anl.= curtailment,shrinkage

extensive = yaygın, geniş çaplı, kapsamlı,comprehensive, zıt anl.= limited, narrow

extensive burn = geniş / büyük miktarda / ciddiyanık, intensive / major / widespread burn

extensively = büyük miktarda, yaygın bir şekilde,largely, substantially, comprehensively, zıtanl.= partly, narrowly

extensor muscle = ekstensör / gerici kasextent = 1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran,

büyüklük, derece, degreeextention = uzatmaexterior = dış, dış yüzey, zıt anl.= interiorexterminate = imha etmek, yok etmek, eradicate,

destroyexternal = dış / harici, zıt anl.= internalexternal force = dış güçexternal hernia = dış fıtıkexternal stimulus = dış / harici uyaran

62 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

externalise = dışa vurmak, nesnelleştirmekextinct = nesli tükenmişextinction = soyu / nesli tükenme, yok olma, (They

think a meteor caused the extinction of thedinosaurs. = Dinozorların yok olmasına birmeteorun yol açtığı düşünülüyor.)

extinguish = 1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate,zıt anl.= build, create; 2) söndürmek, put out,zıt anl.= ignite, light

extort = (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veyagözdağı vererek almak, squeeze

extracellular = hücre dışıextract = çekmek, çekip çıkarmak, elde etmek, draw

outextramarital = evlilik dışıextraneous = 1) dışsal, harici; 2) konu dışı, ikincil

öneme sahip, secondaryextraordinary = olağanüstü, fevkalade, exceptional,

outstanding, zıt anl.= common, usual, ordinary

extraterrestrial = dünya dışı (ile ilgili), dünyadışından gelen, zıt anl.= terrestrial

extravagance = israf, savurganlık, aşırılık,wastefulness, exaggeration, zıt anl.=economy, thrift

extravagant = tutumlu olmayan, savurgan, thriftless,zıt anl.= thrifty

extravagantly = müsrifçe, aşırı, savurganca,abundantly, bountifully, zıt anl.= sparingly

extreme = aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal,utmost, uttermost, zıt anl.= mild, moderate

extremely = aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.=mildly, moderately

extremity = son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.=minimum

extrinsic = dışarıdan gelen, dışeyeball = göz küresi / yuvarıeyelid = göz kapağıeyesight = görüş

www.bademci.com

F-1 tornado = orta kuvvette kasırga (Fujita Ölçeği’negöre 117-180 km / saat hızla esen, küçükağaçları devirebilecek güçteki kasırga),moderate tornado

fabric = kumaş, bez, dokufabricate = imal etmek, parçalarını bir araya

getirerek üretmek, manufacture, produceface = (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek,

yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’inkarşısına çıkmak, confront, encounter,challenge, zıt anl.= avoid, evade, retreat (from)

face transplant = yüz nakliface up to the fact = bir gerçekle yüzleşmekfacet = yön, taraf, aspect, featurefacial = yüzle ilgilifacial expression = yüz ifadesifacilitate = kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini

arttırmak, alleviate, help, zıt anl.= worsen,hamper, impede, (You could facilitate theprocess by sharing your knowledge with us. =Bilginizi bizimle paylaşarak bu işi / işlemikolaylaştırabilirsiniz.)

facility = 1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir)hizmet

fact = gerçek, var olan olgufactual = gerçek olaylara dayanan, somut, based on

fact, zıt anl.= fictionalfaecal = gaita / dışkı ile ilgilifaience = fayans (kil, kuvars, kalker gibi

malzemelerden oluşan çamurun çok yüksekısıya maruz bırakılması ile üretilen, genellikleçinko glazürlü malzeme)

fail = 1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2)başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.=succeed, achieve

failing = kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik,weakness, flaw

failing eyesight = kusurlu görmefailure = yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunctionfaint-object camera = Hubble Uzay Teleskobu için

tasarlanmış çok yüksek çözünürlüklü birkamera sistemi

fair = (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü,average, mediocre

fairly = 1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.=extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.=unfairly

fairly near = epeyce yakınfair-skinned = açık tenlifairy tale = peri masalıfaithfully = sadakatle, vefakarca, devotedlyfall (fiil) = düşmek, azalmak, decreasefall (isim) = 1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline;

3) sonbahar, autumnfall back on = (son çare olarak) tutunacak dalı

olmak, (yardım edecek birine) başvurmak, turnto (smo) for help

fall behind = geri kalmak, lag behind, zıt anl.= lead,outperform

fall in with = 1) (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmak,agree with; 2) (bir şey / birisi) ile ilişkisi olmak,have a relationship with

fall into disfavour = gözden düşmek, rağbetgörmemek, fall into disrepute

fall into disrepute = adı kötüye çıkmak, gözdendüşmek, fall into disfavour

fall into disuse = kullanılmaz olmak, kullanılmazhale gelmek, bırakılmak, terkedilmek, beabandoned

fall on = karşılaşmak, encounterfall short of expectations = bekleneni karşılamamakfall through = bitmemek, yarıda kalmak, başarısız

olmak, fail, zıt anl.= succeedfall to = 1) (birisi)’ne yenik düşmek, yenilmek,

bozguna uğramak, be defeated (by);2) (istenmeyen bir işin, bir kişinin) görevihaline gelmesi

fall-off = azalma, düşme, decrease, zıt anl.=increase

fall-out = serpinti, döküntüfalse = sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong,

unreal, fake, zıt anl.= real, genuinefalsify = çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresentfame = ün, şöhret, reputationfamed = ünlü, famousfamilial = ailevi, aileden gelen

F F F F F

64 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

familiar = alışıldık, bildik, aşina, common, known,acquainted, zıt anl.= unfamiliar, (The older Igrow, the more I distrust the familiar doctrinethat age brings wisdom. = Yaşlandıkça, yaşınbilgelik getirdiği yönündeki o bildik görüşeduyduğum güven azalıyor.)

familiar with = (bir şey)’e aşina / alışkınfamiliarize with = 1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak,

bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’ealıştırmak, acquaint with

familiarly = tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.=unfamiliarly

family enterprise = aile şirketifamily history = aile hikayesi / öyküsü (bir

hastalığın, ailenin başka üyelerinde görülmedurumu)

family tendency = ailesel eğilim (belli bir hastalığakarşı aile bireylerinin çoğunda görülen ve çoğukez kalıtsal nitelik gösteren eğilim)

famine = kıtlık, açlıkfan = 1) yandaş, taraftar, fanatik; 2) yelpazefanciful = hayali, imaginary, zıt anl.= realFancy painting your house? = Evinizi mi boyamak

istiyorsunuz?fantastic = akıl almaz, gerçek dışı, hayali, illusive,

incredible, zıt anl.= common, ordinaryfar = çok daha, much (more)far afield = uzak diyarlar(a / da)far and wide = uzaklar(a), geniş bir alan(da)far behind = çok gerisinde, way behindfar below = çok çok altındafar better = çok daha iyi, much betterfar beyond = çok aşkın, çok ilerisinde, way aheadfar exceed = (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından)

kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasınasahip olmak

far from = (bir şey olmak)’tan çok uzakfar from satisfactory = tatmin edici olmaktan çok

uzak, unsatisfactory, disappointingfar greater = çok daha fazla / büyükfar less = çok daha azfar more = çok daha fazla, much morefar more often = çok daha sıkfar too = aşırı, normal olandan çok daha (fazla)far too much = aşırı miktardafare = bilet ücretifar-fetched = gerçek payı çok az olan, uydurma,

doubtful, unconvincing, zıt anl.= likely, realisticfar-flung = çok yaygın, uzak yerlere yayılmış

far-off = uzak, sapa, distant, zıt anl.= close, nearfar-reaching = geniş kapsamlıfascinating = çok ilginç, etkileyici, büyüleyici,

interesting, attractive, zıt anl.= boring, dullfascination = (bir şeye / bir kişiye) kendini kaptırma,

büyülenmefashion = şekil, wayfashionable = revaçta / rağbette olanfasten = bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attachfat gain = yağ birikimi, yağlanmafat intake = (besin maddelerinin yenmesi yoluyla)

yağ tüketimi / alımıfatal = ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital

spokesman said that the minister had suffereda fatal heart attack. = Bir hastane sözcüsü,bakanın ölümcül bir kalp krizi geçirdiğinisöyledi.)

fatality = 1) ölüm, death; 2) ölümle sonuçlanan kazaya da afet

fatally = ölümcül şekildefate = akıbet, yazgı, kader, destinyfateful = ölümcül, feci, fatalfatfold = yağ dokusufatigue (fiil) = yormak, tire, zıt anl.= relax, restfatigue (isim) = yorgunluk, bitkinlik, tiredness, zıt

anl.= strength, vigourfatty acid = yağ asidifatty tissue = yağ dokusufaultless = kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.= faulty,

imperfectfaulty = kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.=

flawless, perfectfauna = fauna (belli bir bölgedeki hayvan topluluğu),

hayvanatfavour (fiil) = 1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e

olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.=dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak,kolaylaştırmak, encourage

favour (isim) = 1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik,lütuf

favourable = avantajlı, uygun, advantageous, zıtanl.= unfavourable

favourably = olumlu biçimde, approvingly, positively,zıt anl.= unfavourably

favoured = tutulan, beğenilenfearsome = korkunç, awful, dreadfulfeasible = (örn. ekonomik veya pratik olarak)

yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable,worthwhile, zıt anl.= unfeasible, impractical

ÜDS Sözlüğü - 65

www.bademci.com

feat = yapılması güç ve cesaret isteyen şeyfeather = (kuş için) tüyfeature (fiil) = takdim etmek, öne çıkarmak, markfeature (isim) = 1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik,

property, characteristic, element; 2) (bir toprakparçası ya da harita üzerindeki yol, tümsekgibi) işaret

federal government = federal hükümetfee = ücretfeed on = (bir şey) ile beslenmekfeedback = geri bildirim, responsefeedlot = hayvan barındırma ve besleme amaçlı

arazifeel the urge to do smt = bir şey yapmak için kuvvetli

istek duymak, be tempted tofeel up to = (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü

hissetmekfellow = 1) meslektaş, colleague; 2) doktora veya

bilimsel araştırma bursu alan kimse, akademiüyesi

female = dişi, zıt anl.= malefence = çitfermentation = mayalanma, fermantasyon (bir

maddenin bakteriler, mantarlar ve diğermikroorganizmalar aracılığıyla kimyasal olarakçürümesi)

ferric iron = ferrik demir (diğerlerine kıyasla dahayüksek birleşme değerine sahip olan demirbileşiği)

ferrous = içinde demir bulunanferry = feribot (araç taşıyabilen gemi), ferryboatfertile = verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.=

infertile, fruitlessfertility = 1) verimlilik, bereketlilik, productivity;

2) doğurganlık, kısır olmamafertilization = dölle(n)me, gübrelemefertilize with = (bir şey) ile gübrelemek /

zenginleştirmekfertilizer = gübre, compost, manurefetal = fetüse ait, fetüs ile ilgili, foetalfever = ateş, ateşli hastalıkfib = küçük bir yalan söylemekfibre = iplik, (besinler için) liffibril = küçük lif, lifçikfibril formation = fibril (lifçik) oluşumufibrin = fibrin (kan pıhtısının esas unsurunu

oluşturan madde)fibrous = fibröz (lifli)fibrous material = fibröz madde (liflerden oluşmuş

madde)

fiction = kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.=non-fiction

fiction theme = kurgusal tema / konufictional = kurgusal, hayali, uydurma, zıt anl.=

factualfield = alanfieldwork = saha / arazi çalışmasıfierce = şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.= tame,

gentlefiery = ateşli, tutkulufight = dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek,

strugglefight back = karşı koymak, direnmek, resist, zıt anl.=

give infight off = püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive

back, repelfight out = (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak,

dövüşmekfighter = avcı / savaş uçağıfighting spirit = savaşçı / mücadeleci ruhfigurative = temsili, tasviri, mecazifigure = 1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shapefigure out = düşünerek ve hesap yaparak (cevabı

vs.) ortaya çıkarmakfile = (resmi) işleme koymak, dosya halinde teslim

etmek, dosyalamakfill in = 1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk)

doldurmak, yazmak, write outfill out = (form vs.) doldurmak, fill in, completefilter out = süzmekfinal = son, nihai, last, zıt anl.= firstfinally down to = sonuçta geldiği nokta …finance-related = finansman ile ilgili, finansmana

bağlıfinancial = finansal, parasal, ekonomik, economic,

monetaryfinch = ispinoz kuşufind = bulgufind no way = çare bulamamakfinding = bulgufine = para cezasıfingernail = bir eldeki tırnaklardan her birifingerprint = parmak izifinite = sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.=

infinitefire (fiil) = 1) ateşlemek; 2) işten atmak, kovmakfire (isim) = yangın, ateşfireball = bkz. ball of fire

66 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

fired clay = fırınlanmış kil (kilin, genellikle şekilverildikten sonra ateşte veya seramik fırınındapişirilerek sertleştirilmiş hali)

firing = fırınlama, ateşe tutmafirm (isim) = firma, şirket, companyfirm (sıfat) = sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt

anl.= flexiblefirmly = kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca,

sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.=loosely, (Our government is firmly committedto eradicating malaria. = Hükümetimiz,kendisini kararlılıkla sıtmayı yok etmeyeadamıştır.)

first course = ilk kür, ilk uygulamafirst-rate = (kalite bakımından) birinci sınıffiscal discipline = mali disiplinfiscal policy = maliye politikasıfiscal practices = maliye ile ilgili işler / işlemler

(özellikle kamu harcamaları, vergiler vs.)fishery = 1) balık avlanılan bölge; 2) balık çiftliğifishing grounds = balık avlama bölgesifissure = (toprakta, kayada ya da bağırsakta derin)

yarık, çatlak, fisürfit (fiil) = 1) yerleştirmek, oturtmak, takmak;

2) uymak, oturmak, (The dress that she triedon fitted her perfectly. = Denediği elbiseüstüne tam oturdu.)

fit (isim) = nöbet, krizfit (sıfat) = uygunfit in with = 1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be

suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak,belong to

fit into = sığ(dır)mak, uy(dur)mak, uygun olmak, go /place in, be suitable

fit to = bağdaşmak, uymak, match, suitfitness = zindelik, form(da olma)fitting = uygun, yakışan, appropriatefittings = (çoğul kullanılır) tesisat malzemelerifix = onarmak, repairfix up = 1) ayarlamak, arrange; 2) bulmak, temin

etmek, providefixation = saplantıfixed = sabit, constant, zıt anl.= variableflair = yetenek, kabiliyet, ability, talent, geniusflame = alevflamenco dance = Flamenko Dansı (İspanya’ya

özgü, Endülüs Halk Müziği eşliğinde yapılanbir çeşit dans)

flap = (kanat) çırpmak, sallamakflare = parlama

flare up = 1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtınaiçin) patlamak, break out; 3) (hastalık için)birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak,intensify suddenly

flash of lightning = şimşek / yıldırım çakmasıflashback = geriye dönüş (bir roman ya da filmde,

olayların kronolojik sırasının bozularakgeçmişe gidilmesi)

flashy = gösterişli, cafcaflıflatten = dümdüz etmek, yerle bir etmekflaunt = gösteriş yapmak, hava atmak, show offflavour = tat, lezzet, çeşni, tasteflavoured = (bir şey katarak) tatlandırılmışflavourful = lezzetliflavouring = tatlandırıcıflavour-optimised = tadı hoşa giden, tatlandırılmışflaw = kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery

does not make up for the flaws of this film. =İçindeki güzel manzaralar bu filmin kusurlarınıörtmeye yetmemiş.)

flawed = hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.= flawless,perfect

flawless = kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıtanl.= faulty, defective, flawed

flee = kaçmak, firar etmek, run away, escapefleet = filoflesh = et, yumuşak doku, ten, canlı dokufleshy-leaved = etli yapraklıflex = eğilmek, bükülmek, esnemek, bendflexibility = esneklikflexible = esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable,

elastic, relaxed, zıt anl.= inflexible, rigidflexor muscle = bükücü / fleksör kasflight = uçuşfling = fırlatmak, savurmak, atmak, throw, (With the

hope of being forgiven, he flung himself downat the King’s feet. = Affedilmek umudu ilekendini kralın ayaklarına attı.)

float = (havada) yüzmek / asılı durmak, (suda)yüzeyde durmak / yüzmek

floating = havada asılı duran, (tahta parçası vs. için)denizin hareketiyle su üzerinde yüzen /sürüklenen, (a floating ship = denizdesürüklenen bir gemi)

flood (fiil) = 1) su altında bırakmak, swamp;2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek

flood (isim) = sel, su baskınıflooding = su basmasıfloor = (vadi, deniz için) tabanflora = bitki örtüsü, bir bölgedeki tüm bitkiler

ÜDS Sözlüğü - 67

www.bademci.com

Florence = Floransa (İtalya’da bir kent)Florentine = İtalya’da bir kent olan Floransa ile ilgili,

Floransa’ya aitflorescence = çiçeklenmefloristic = çiçekler / çiçekçilik ile ilgili, çiçekler

bakımındanflourish = gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow,

develop, zıt anl.= fadeflow (fiil) = akmak, runflow (isim) = akış, akım, debi, streamflow down = aşağı doğru akmakflowering = çiçek açanflow-line = akış hattıflu = grip, influenzaflu specialist = özellikle grip üzerinde çalışan uzmanfluctuate = inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak,

alternate, varyfluctuating = inip çıkan, değişen, dalgalanan,

alternating, variablefluctuation = dalgalanma, oynama, inip çıkmafluent = akıcı, açık, pürüzsüzfluid = akışkanfluorescent = floresan (kimyasal yolla veya ışınım

yoluyla aldığı enerji ile parıldayan)flux = akıntı, oynaklıkfly a mission = (uçak, uzay mekiği vs. için) göreve

gitmek, görevde yer almakfly in = uçakla getirmekfly in formation = (birden fazla uçak için) belli bir

düzende uçmakf-MRI scanner = fonksiyonel manyetik rezonans

görüntüleme cihazı, functional magneticresonance imaging scanner

focal point = odak noktasıfocus on / upon (fiil) = üzerinde / üzerine

odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek,concentrate on

focus (isim) = (çoğul: (edebi kullanımda) focuses,(bilimsel kullanımda) foci) odak noktası

fodder = (saman veya ot gibi) hayvan yemifoetal = cenine ait, ceninle ilgili, fetalfoetus = fetüs, cenin, fetusfog = sisfold = kat, kıvrımfold (over) = katlamak (Fiil, back, down, up edatları

ile de aynı anlamı verir. Kullanılacak edat,katlamanın yönüne göre değişir.)

folk ballad = halk türküsü

follicle = kesecik, folikül (anatomide bir gruphücrenin arasında yer alan küresel formluboşluk)

follow = izlemek, takip etmek, trackfollow in the footsteps of smo = bir kişinin izinden

gitmekfollow suit = bir başkasının yaptıklarını yapmak,

aynı şekilde hareket etmekfollow through = sonuna kadar götürmek / uymak,

complete, obey, zıt anl.= quit, give upfollow up = 1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi,

talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha öncebaşlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkinhale getirmeye yönelik işler yapmak

follower = takipçi, müritfollowing = (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay /

şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.= prior to,before

folly = çılgınlık, ahmaklık, akılsızlıkfondness = düşkünlük, büyük sevgi, fancy,

preference, zıt anl.= aversionFood and Drug Administration = Amerikan Gıda ve

İlaç Dairesifood supply = besin rezervi / deposufoodstuff = yiyecek maddesifoolish = aptal(ca), ahmak(ça), stupid, unwise, zıt

anl.= wise, sensiblefoot = (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer

uzunluk ölçüsü)foot and mouth disease = aft (hayvanlarda görülen

bir tür hastalık)footing = taban, temelfootprint = ayak izifootrace = koşu veya yürüyüş yarışıfor a length of time = (belli) bir zaman boyuncafor a time = bir ara, bir aralar, for a whilefor ages = çok uzun bir zamandır, for a very long

timefor all = tüm (olanlara) rağmenfor and against = lehinde ve aleyhindefor good = temelli, bir daha dönmemek üzere,

permanentlyfor instance = mesela, örneğin, sözgelimi, for

examplefor life = ömür boyufor one thing = (genellikle söze başlarken kullanılır)

bir kere, her şeyden önce, in the first instancefor that matter = aynı anlama gelmek üzerefor the most part = genel olarak, generally, mostly

68 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

for the sake of = hatırı için, uğruna, (bir şey olsun)diye

for years to come = daha uzun yıllarforbidden = yasak, banned, prohibited, zıt anl.=

allowedforce (fiil) = zorlamak, mecbur etmek, zorla

yaptırmak, obligeforce (isim) = kuvvetforce a way through = (zorlayarak, engelleri aşarak)

kendine yol açmak, break throughforce down = ilacı yutarken zorlanmakforce on / upon = zorla vermek / yüklemek, enforceforce out = zorlayarak çıkartmakforceful = kuvvetli, şiddetli, etkili, vigorous, powerful,

effectiveforcefully = zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.=

feeblyforcibly = zorla, against one’s will, by force,

coercively, zıt anl.= voluntarilyforebear = ata, cet, ancestor, zıt anl.= descendantforecast = önceden tahmin etmek, predict,

anticipate, foreseeforecourt = dış avluforefront = en öndeki yer, ön planforeign = dış, yabancı, yabancı uyrukluforeign affairs = dışişleriforeigner = yabancıforemost = en önemli, başta gelenforensic = adli, mahkemeye aitforerunner = haberci, müjdeciforesee = önceden görmek / sezmek, anticipate,

predictforeseeable = önceden görülebilir / sezilebilir,

öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıtanl.= unpredictable, unforeseeable

foreseen = önceden sezilmiş / görülmüş, predictedforeshadow = (bir şey)’in habercisi olmak, foretell,

anticipateforeshadowing = bir roman ya da filmde, olacaklar

hakkında okur ya da izleyiciye önceden bazıipuçları veren edebi sanat / anlatım tekniği,(bir şey)’in habercisi olma

forest land = orman arazisiforetell = tahmin etmek, önceden söylemek, predict,

guess, anticipateform (fiil) = 1) oluşturmak, teşkil etmek, produce,

make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek,shape

form (isim) = çeşit, tür, type, kind

formal = resmi, usule uygun, conventional, proper,zıt anl.= informal

formalize = resmileştirmekformat = format, genel biçimformation = oluşumformative = şekil verenformer = önceki, eski, previous, old, zıt anl.= latter,

future, nextformer Soviet areas = eski Sovyet bölgeleri

(1991’de dağılmadan önce Sovyeter Birliğisınırları içinde yer alan bölgeler)

formerly = önceden, eskiden, previously, zıt anl.= inthe future

formidable = dişli, zorlu, çetin, difficult, zıt anl.= easyformula-feeding = hazır gıda yoluyla beslemeformulate = 1) formülize etmek, formül halinde ifade

etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak;3) düzenlemek, prepare

fort = kale, hisar, istihkamfortean = olağandışı ve tuhaf olaylarla ilgiliforth = önforthcoming = yakında(ki), önümüzde(ki),

approaching, upcomingfortification = tahkimat, savunma duvarı, surfortify = (savunma duvarını, istihkamı)

sağlamlaştırmak / kuvvetlendirmek,strengthen

fortress = kale, hisar, castle, strongholdfortunate = şanslı, lucky, zıt anl.= unfortunate,

unluckyfortunately = iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily,

zıt anl.= unfortunatelyfortunes = (birisinin hayatında) talihin döndüğü anlarfossil = fosil (kaya tabakaları arasında taşlaşmış

halde bulunan çok eski canlı kalıntısı)fossil fuel = fosil yakıt (kömür, petrol vs.)foster = teşvik etmek, hamilik etmekfound = kurmak, tesis etmek, establish, institutefoundation = temel, dayanak, kuruluş,

establishment, institutionfounder = kurucufountain = çeşme, fıskiyefraction = (küçük) parça, kesir, bit, piece, zıt anl.=

total, wholefracture (fiil) = kırılmak, parçalanmakfracture (isim) = kırık (bir travma, osteoporoz vb.

nedene bağlı olarak kemik bütünlüğününbozulması ya da kırılarak ayrılması), çatlak

ÜDS Sözlüğü - 69

www.bademci.com

fragile = nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate,subtle, tender, zıt anl.= tough, solid

fragment = kırılmış parça, küçük parçafragmentary = bölük pörçük, sadece bir kısmını

içerenfragrant = güzel kokulufrail = zayıf ve güçsüz, hafif ve kırılganframe (fiil) = şekil vermek, tasarlamak, düzenlemek,

build, plan, composeframe (isim) = 1) (sinemada) kare, resim; 2) çercevefrankly = aslında, aslına bakılırsafraternal twins = çift yumurta ikizleri, fraternal ikizler,

dizygotic twinsfraud = sahtekarlık, hile, aldatma, deception, zıt

anl.= honestyfree (fiil) = kurtarmak, rahatlatmak, liberatefree (sıfat) = bedava, without chargefree market = serbest piyasa (ürün fiyatının, alıcı ve

satıcının karşılıklı olarak anlaşmasıylabelirlendiği, arz ve talebine hükümet tarafındanmüdahale edilmeyen piyasa)

free nerve ending = serbest sinir ucufree recall = (psikolojide) serbest hatırlama

(herhangi bir müdahale / soru / hatırlatıcıunsur vs. olmadan kendi kendine hatırlama)

freeze = don(dur)mak, zıt anl.= thawfreezing of assets = varlıkların dondurulmasıfreight = yükFrench-built = Fransız yapımıfrequency = sıklık, frekansfrequent = sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan,

common, zıt anl.= rarefrequently = sık sık, çokça, often, zıt anl.= seldomfresh = taze, yeni, newfreshness = tazelikfreshwater = tatlı sufriction = sürtünmefriendly fire = dost ateşi (örn. bir askeri birliğin

üzerine, bağlı olduğu ordunun başka bir birliğitarafından yanlışlıkla ateş açılması)

frigid = 1) dondurucu soğuk; 2) (cinsel anlamda)soğuk; 3) (tavır olarak) soğuk

fringe = dış kenarfringe benefits = sosyal haklar, ücret dışı ödemelerfrivolous = hafif, havai, uçarıfrom all over the world = tüm dünyadan, dünyanın

her tarafındanfrom its April low = Nisan’daki en düşük

seviyesinden

from Plato onwards = Platon’dan bu yanafrom 2009 onward = 2009 yılı ve sonrasıfrom the point of view = (belli bir) bakış açısından /

açısına görefrom time to time = zaman zaman, arada sırada, now

and then, once in a while, occasionallyfront = cephefrontal = frontal (organın ön kısmı veya ön yüzü ile

ilgili)frontier = hudut, sınır, boundaryfruit fly = meyve sineği (genetik araştırmalarda

sıklıkla denek olarak kullanılan bir sinek türü)frustrated = (başarısızlık veya olumsuz koşullar

sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış,kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.=encouraged

frustrating = (yoğun çabaların karşılıksız kaldığıdurumlar için) asap bozucu, sinirlendirici,annoying, exasperating

frustration = (bir amaca ulaşamama veya uygunsuzkoşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayalkırıklığı, huzursuzluk, discouragement,disappointment

fry = yağda kızartmakfuel (fiil) = körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik

etmek, energize, stimulate, (This budget fuelsinflation and cuts our living standards. = Bubütçe enflasyonu körüklüyor ve yaşamstandartlarımızı kısıyor.)

fuel (isim) = yakıt, firewoodfuel the flames = ateşe körükle gitmekfuel-efficient = yakıt tasarruflu, az yakıt tüketenfulcrum = dayanak noktasıfulfil = yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy,

meet, zıt anl.= fail to meetfull acuity = tam görme / tam görüş keskinliğifull power = tam güçfullerene = moleküler şekilleri içi boş bir küreyi

andıran bir tür karbon formufull-term = (doğum için) normal süresinde meydana

gelen (a healthy baby born at full-term =zamanında doğmuş sağlıklı bir bebek)

fully functioning = tam işlev / fonksiyon görenfume = dumanfumes = kötü kokan gazlarfunction = 1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon

(matematikte, iki değerler kümesi arasındakiilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri)

functional = işlevsel, fonksiyonelfunctional deficit = işlevsel yetersizlik

70 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

functional magnetic resonance imaging =fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme(beyin ve omurilikteki sinirsel aktiviteye bağlıkan akışını ölçerek görüntü almayı içeren birnöro-görüntüleme yöntemi), f-MRI

functioning = işleyiş, çalışmafund = sermaye sağlamak, parasal destek vermekfundamental = esas, temel, asıl, önemli, basic,

central, primary, essential, central, zıt anl.=secondary, (Hard work is fundamental tosuccess. = Sıkı çalışma başarının temelidir.)

fundamentalist = muhafazakar, tutucu, gericifundamentally = esas itibariyle, aslında, kökünden,

temelden, primarily, essentiallyfunding = finanse etme, finansmanfuneral = cenaze törenifungal = mantardan kaynaklananfungicide = fungisid (mantar öldürücü kimyasal

madde)fungus = (çoğul: fungi) mantarfunny = tuhaf, garip

furiously = hiddetle, öfkeylefurnace = kalorifer kazanıfurnish with = 1) sağlamak, provide, supply;

2) döşemekfurniture = mobilyafurry = kürklüfurther (fiil) = daha ileriye / daha öteye taşımak,

advancefurther (sıfat / zarf) = 1) daha da, ayrıca, daha öteye

(ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave,more; 2) başka, some more, other

further test = daha fazla denemek, üzerinde dahafazla deneme yapmak

furthermore = dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik,additionally, moreover

fuse = (birbiriyle) kaynaş(tır)mak, eritmekfuselage = uçak, roket gibi araçların genellikle metal

ve silindir formlu gövdesifusion = füzyon, birleşme, kaynaşmafuturism = gelecekçilikfuturistic = gelecekçi, çağ ötesi ile ilgili

www.bademci.com

G8 = G8 ülkeleri (Bu gruptaki 8 ülkeyi Almanya, ABD,Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada veRusya oluşturur. Dünya ekonomisinin veaskeri gücünün yarıdan fazlasını kontrol edenbu 8 ülkenin yaptığı toplantılarda tüm dünyayıetkileyecek güvenlik ve ekonomi konularıgörüşülür), Group of Eight

G8 summit = G8 zirvesi (G8 ülkelerinin hükümetbaşkanlarının bir araya geldiği yıllık toplantı)

gain = kazanmak, elde etmekgain a footing = ayak basacak yer bulmak,

tutunacak dal bulmakgain acceptance = kabul görmeye başlamakgain ground = yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak,

advance, make progress, zıt anl.= lose groundgain in = (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermekgain in favour = rağbet görmek, taraftar toplamakgain popularity = popüler olmak, ün kazanmakgain recognition = kabul görmek, tanınmakgallery = balkon, galerigamble = kumar oynamakgame = av hayvanıgame fishing = (yemek için ya da spor amacıyla)

balık avlamagame of checkers = dama oyunugametophyte = gametofit (bitkilerde üreme hücresi

veya bu hücreleri üreten yapı)gamma wave = gamma dalgası (algı ve bilinç ile

ilişkili bir çeşit beyin dalgası)gang = çetegap = açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurumgarbage = çöp, wastegargle = gargara yapmakgarment = giysi, elbisegaseous = gaz halindegas-laden = gaz yüklügasoline = benzingasping = nefes nefese kalmakgastric juice = mide salgısı, mide özsuyugatekeeper = 1) seçim yapan kişi / kurum; 2) kapıcıgather = 1) topla(n)mak, raise, come / bring

together; 2) anlamak, sonuç çıkarmak, anlamçıkarmak

gauge = ölçmek, ölçümlemek, measure, evaluategay = neşeli, şengecko lizard = keler (dünyanın her tarafında yaygın

olarak bulunan, pek çok türü olan, duvarlardave tavanda gezinebilmesi ile tanınankertenkele)

gecko-like = keler benzerigelatinous = jöle kıvamında / görünümünde, jellylikegelatin-silver print = jelatin-gümüş baskı (siyah-

beyaz fotoğraf baskısında kullanılan bir teknik)gender = cinsiyet, sexgene = gengene chip = gen çipigene sequence = gen sekansı / dizisigene therapy = gen tedavisi (kalıtsal hastalıkların

tedavisi amacı ile sağlıksız genlerin işlevlerinindeğiştirilmesini veya organizmaya sağlıklıgenlerin nakledilmesini öngören yöntem)

general population = tüm toplumgeneral practitioner = pratisyen hekimgeneral time period = aynı anda / zamandageneralization = genellemegeneralize = genelleme yapmakgenerate = üretmek, yaratmak, yield, render, producegeneration = 1) (elektrik vs. için) üretim; 2) nesilgenerations of = nesillerce, pek çok kuşakgenerous = cömert, eli açık, zıt anl.= tight-fistedgenerously = cömertçe, bountifully, abundantly, zıt

anl.= sparingly, inadequatelygene-spliced = gen eklenmiş / bağlanmışgenetic code = genetik şifre (hücre çekirdeklerindeki

kromozomlarda yer alan ve bireyin kalıtsalözelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan DNAdizilimleri)

genetic component = genetik unsurgenetic make-up = genetik yapıgenetic manipulation of intelligence = zekaya

genetik olarak müdahale etmegenetic marker = genetik işaret (tanınabilen ve

soyları belirlemek amacı ile farklı bireylerdeizlenebilen DNA parçaları)

genetic mutation = genetik değişim / mutasyongenetically = genetik olarak

G G G G G

72 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

genetically modified = genleriyle oynanmış, genetikdeğişime uğratılmış

genetically-based = genetik temelligeneticist = genetikçiGeneva = Cenevre (İsviçre’de bir kent)genius = deha, dahigenome = genom (bir organizmanın genetik

şifresinin tamamı)gentle = 1) yumuşak nazik, kibar; 2) hafif ateşte

(kaynatmadan)gentle wave = nazik / hafif dalga / hareketgenuine = 1) içten, samimi, sincere; 2) gerçek,

hakiki, real, zıt anl.= fakegenuinely = gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If

you are genuinely interested in one thing, it willalways lead to something else. = Eğer bir şeyegerçekten ilgi duyuyorsan, o, sana mutlakabaşka şeylerin kapılarını da açacaktır.)

genus = (çoğul: genera) soy, takım, tür, cinsgeodetic survey = arazi ölçümügeologist = jeolog (yerşekillerini, yerin ve kayaçların

yapısını inceleyen bilim insanı)geopolitical importance = jeopolitik önem (bir

bölgenin bulunduğu coğrafi pozisyon ile siyasive ekonomik etkiler yaratabilme kapasitesi)

Georgia = Gürcistangeoscience = yerbilim (Dünya gezegeni ile ilgili tüm

bilim dallarını kapsayan bir terim)germ = mikropgermicide = mikrop öldürücügermination = filizlenme, çimlenmegerontologist = yaşlılık uzmanıgestate = gebeliği sürmek, gebelik süresi geçirmekgesture = el, kol veya baş hareketi, jestget a better idea of = (bir şey) hakkında daha iyi bir

fikre sahip olmak / daha çok bilgi edinmekget across = (yol, su, dere, ırmak gibi bir şeyin)

karşısına geçmek, go across, crossget along with = (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak,

get on well with, be in good terms withget around = hareket etmek, dolaşmak, move

aroundget away = kaçmak, çıkmak, go away, escapeget away with = yanına kar kalmakget back into shape = eski formuna kavuşmakget cut in half = yarıya inmek, yarı yarıya azalmakget greater hold = daha çok yaygınlaşmakget in = (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt

anl.= get out

get in touch with = (birisi) ile temasa geçmek /iletişim kurmak, connect, contact,communicate, (In the event of excessivebleeding, you should get in touch with yourdoctor at once. = Aşırı kanama olması halinde,hemen doktorunuzla temasa geçmelisiniz.)

get into = (yaramazlık, inatçılık vs.) etmek, başını(belaya, sıkıntıya vs.) sokmak, be involved in

get into the moats of the palace = korunan bir yeregirmek

get involved in = (olaya) karışmak, get pulled inget irritated = rahatsız olmakget off = 1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak,

(birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak,yolculuğa başla(t)mak

get on with = (işte, meslekte vs.) ilerlemek, devametmek, advance, carry on

get out of control = kontrolden çıkmakget over = (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak,

üstesinden gelmek, recover from, defeat,overcome, zıt anl.= retreat, surrender

get rid of = kurtulmak, elden çıkarmak, başındansavmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish,eliminate, (As he is in a financial difficulty, theowner needs to get rid of the car. = Parasıkıntısı çektiği için, sahibinin, arabayı eldençıkarması gerekiyor.)

get smt checked out = bir şeyi muayene / kontrolettirmek

get stuck = sıkışıp / takılıp kalmakget through = 1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak,

ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, surviveget tight = (göğüs, kalp vs. için) sıkışmakget to know = tanımak, tanışmakget used to = (bir şey)’e alışmak, adapte olmak,

adapt oneself to, familiarize oneself withgiant = devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.=

miniaturegiant squid = dev mürekkep balığıgift = tanrı vergisi yetenek, talentgifted = tanrı vergisi yeteneği olan, talented, zıt anl.=

ineptgigantic = devasa, muazzam, enormous, huge, zıt

anl.= tinygive a hard time = zorluklar yaşatmak, sıkıntı

çektirmekgive an account of = (bir şey)’in hesabını vermek /

(bir şey)’i sunmak / açıklamakgive birth to = doğum yapmak, (bir şey) doğurmakgive erroneous impression = yanlış izlenim vermek

/ bırakmak

ÜDS Sözlüğü - 73

www.bademci.com

give in to = (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak,surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.=conquer, resist

give off = dışarı vermek, salmak, send out, emitgive out = 1) dağıtmak, distribute; 2) çok yorulmak,

bitmek, become exhaustedgive priority to = (bir şey)’e öncelik vermekgive rise to = (bir şey)’e yol açmak / neden olmak,

meydana getirmek, lead to, bring about,produce, zıt anl.= eradicate, destroy

give smt a try = bir şeyi denemekgive the lead = üstünlük kazandırmak, öne

geçirmekgive up = 1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i

terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.= seize,stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıtanl.= go on

give way to = (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (birşey)’e yol açmak

given = belli, belirli, belirlenmiş, setgiven (that) = (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş /

olmuş kabul edersek, taking smt intoconsideration

given time = zamana bırakıldığında …, zamanverildiğinde …

glacial = buz çağına ait, buzullara aitglacial ice = buzulları teşkil eden buzglaciation = buzullaşmaglacier = buzulglacierized = buzullaşmışglamorous = cazip, göz alıcıglance = göz atmaglandular = salgı bezlerine aitglassy material = camsı / cama benzer malzeme

(genellikle bir hammaddenin çok yükseksıcaklıklara maruz bırakılması ile elde edilen,pürüzsüz yüzeyli, sağlam malzeme türü)

glaucoma = glokom (göz içi basıncının artışı ilebelirgin, körlüğe uzanan göz hastalığı)

glaze = sır, glazür (genellikle seramiğe uygulanan,dekorasyon ve sızdırmazlık sağlama amacıtaşıyan, yüksek sıcaklıklara maruz bırakılarakoluşturulan camsı / cama benzer kaplamamalzemesi)

glide = (havada) süzülmekglimpse (fiil) = bir an için görmek, kısaca göz

gezdirmek, anlık / kısa bakışglimpse (isim) = anlık / kısa bakışglitter = parıldamak, ışıldamak, sparkle, shineglobal = küresel, dünya çapında(ki)

global warming = küresel ısınma (dünyadakiortalama sıcaklık değerlerindeki genel artışeğilimi)

globalisation = küreselleşmeglobally = küresel olarakglobe = yerküreglomerulonephritis = glomerülonefrit (bir tür böbrek

hastalığı)gloomy = umutsuz, iç karartıcı, kasvetli, depressing,

dull, zıt anl.= upliftingglorious = ihtişamlı, gösterişliglory = ihtişam, vakar, şan ve şerefglossy = parlakglottis = glottis (nefes borusundaki ses telleri

arasında bulunan kısım / boşluk; açılıpkapanması konuşmamızı sağlar)

glow = (kor gibi) kızarmak, parlamakglucose = glükoz (vücut sıvılarında, özellikle kanda,

hayvansal ve bitkisel dokularda, üzüm ve diğermeyvelerde bulunan şeker cinsi)

glue together = (bir şeyin parçalarını birbirine)yapıştırarak (bütünü) oluşturmak / bir arayagetirmek

glycemic effect = glisemik etki (kandaki glükozunmeydana getirdiği etki)

go about = ele almak, yapmak, undertake, approachgo abroad = yurtdışına gitmekgo ahead = devam etmek, ileri gitmekgo along with = 1) (bir şey / bir kişi) ile beraber

gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’ikabul etmek

go astray = sapmak, yoldan çıkmakgo bankrupt = iflas etmek, go bustgo bust = iflas etmek, go bankruptgo for = 1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count

as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look forgo into effect = geçerli olmak, yürürlüğe girmek,

come into force, take effect, zıt anl.= annul,repeal

go off = 1) kaçmak, run away; 2) (bir aygıt için)bozulmak, durmak

go on = sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.=end, (ongoing = devam eden)

go on strike = grev yapmak, greve gitmekgo so far as = (bir şey yapacak) kadar ileri gitmekgo through = (bir dönemden) geçmek, yaşamak,

experience, zıt anl.= avoidgo unappreciated = takdir edilmemekgo undetected = gözden kaçmak, farkedilmemek,

go unnoticed

74 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

go unnoticed = fark edilmemek, farkına varılmamak,go undetected, zıt anl.= get noticed

go untreated = tedavi görmemek / edilmemekgo up against = karşı(sına) çıkmakgoal = amaç, hedef, aim, target, objectivegoddess = tanrıçagone are the days = . . . o günler geride kaldıgood = ticari mal / eşya / ürüngoodness = Aman Tanrım!goods = ticari mallargoodwill = iyi niyet, benevolence, zıt anl.= ill-will,

malevolencegore = (boynuz, fil dişi vb. ile) karnını deşmek / fena

halde yaralamak, eviscerate, run throughgorge = dar ve dik yamaçlı vadi, boğazgorgeous = harika, muhteşem, beautiful, splendidgorgeously = harika bir şekilde, beautifullygovern = 1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında

tutmak, administer, guide, influence; 2) (birşey)’in kurallarını belirlemek, (Laws whichgovern the production and sale of drugs in theUSA are very strict. = ABD’de ilaç üretimi vesatışını yönlendiren yasalar çok katıdır.)

governance = yönetim, idaregovernment = hükümet, devletgrade = (ders, sınav vs. için) not, puan, markgradient = 1) eğim, meyil; 2) belli bir miktar fiziksel

maddenin ya da herhangi bir boyutunölçümündeki değişim oranı / değişim hızı

gradual = aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-by-step, slow, zıt anl.= abrupt, sudden

gradually = aşamalar halinde, yavaş yavaş, azarazar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step,progressively, zıt anl.= abruptly, suddenly

graduate from = (kurs, okul vs.)’den mezun olmakGraeco-Roman = Greko-Romen (Eski Yunan ve

sonrasında gelen Roma kültürlerinin etkisinegirmiş, bu kültürler ile ilgili)

grain = tahıl, tane, tahıl tanesigrain of truth = gerçek kırıntısı, küçük (bir) gerçeklik

payıgrain-fed = tahılla beslenmişGranada = Gırnata (İspanya’nın Endülüs eyaletinde

bir kent)grand = büyük, görkemli, ulu, majestic, impressivegrand drama = dünya sahnesigrand jury = yüce divangrand piano = grand piyano, kuyruklu piyano (telleri,

arkaya doğru uzayan bir bölüme yatay olarakyerleştirilmiş olan piyano)

Grandstand = 1) (örn. bir yarış pistindeki) en yüksekve görüş açısı en iyi olan tribün; 2) bölgedeyapılan motor sporları yarışlarında, tribün gibiişlev görmesi sebebiyle ABD’deki Ölüm Vadisiiçindeki yüksek bir kayalığa verilmiş olan ad

grant (fiil) = vermek, bahşetmek, give, award,concede

grant (isim) = ödenek, tahsisat, burs, bağış, fongranule = tanecik, granülgrape = üzümgrapefruit = greyfurtgraph paper = milimetrik kağıt (üzerinde milimetrik

kareler basılı bulunan çizim kağıdı)grapple with = (bir kişi / bir şey) ile boğuşmakgrasp = anlamak, kavramak, understand,

comprehend, zıt anl.= missgrass-fed = otla beslenmişgratify = hoşnut etmek, tatmin etmek, satisfy,

please, gladden, zıt anl.= dissatisfygratifying = memnun / tatmin edici, satisfactorygrave (isim) = mezar, tombgrave (sıfat) = ciddi, vahim, seriousgravel = çakılgraveyard = mezarlık, cemeterygravitational pull = yerçekimi / kütleçekim kuvvetigravity = kütleçekim kuvveti, yerçekimigreat = büyük, muazzam, ulu, bigGreat Barrier Reef = Büyük Bariyer Resifi

(Avustralya’nın kuzeydoğu açıklarındakidünyanın en büyük mercan kayalığı)

great white = büyük beyaz köpekbalığıgreatly = büyük oranda, enormously, immensely, zıt

anl.= slightlygreed = hırs, açgözlülükgreen = çevreci (yeşil)greenhouse = seragreenhouse gas = sera gazı (yeryüzünden yansıyan

güneş ışınlarını soğurarak atmosferin normalinüzerinde ısınmasına sebep olan gazlar)

Greenland = Grönland (Atlas Okyanusu’nunkuzeyinde, Kuzey Kutbu’na yakın bir yerde yeralan ve siyasi olarak Danimarka’ya ait bulunanbüyük bir ada)

Grenada = Batı Hint Adaları’nın güneydoğukesiminde yer alan bir ada

grenade = el bombasıgrid = şebekegrievance = yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey,

complaint

ÜDS Sözlüğü - 75

www.bademci.com

grind (fiil) = öğütmek, çekmekgrind (isim) = öğütme (biçimi)grip (fiil) = tut(un)mak, yakalamak, hold, grasp, zıt

anl.= releasegrip (isim) = kontrol, idaregritty = çakılımsı, grit kumtaşı, çakılgroin = kasıkgroove = olukgross = 1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, totalgross anatomy = makroskopik anatomi

(mikroskopa gerek olmaksızın, organizmanıngözle görülen organ ve oluşumlarınınincelenmesi)

gross domestic product = gayri safi yurtiçi / millihasıla (ülkede, örneğin bir yıl içinde, üretilentüm ürünlerin ve hizmetlerin toplam piyasadeğeri)

grossly = 1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde,overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally

ground = 1) yer, toprak, zemin; 2) gerekçe, dayanak,reason

ground control = yer kontrol (hava alanlarındabulunan, uçakların iniş kalkışları ile rotalarınıdüzenleyen ve koordine eden birim)

ground rules = bir oyun, spor ya da yarışmayıyöneten temel kurallar

ground water = taban / yeraltı suyugrounding = dayanma, temeli olmaground-nesting = yuvasını yerde yapangroundnut = yer fıstığı, peanutground-penetrating = zeminin altına inebilengrounds = gerekçe, dayanak, basis, rationalegrove = meyve ağacı bahçesi, koru, orchardgrow active = hareketlenmek, faaliyete geçmekgrow higher = yükselmek, risegrow in public stature = toplum gözünde

yükselmek

grow older = yaşlanmakgrow out of = (sorunları) zamanla geride bırakmakgrow up = 1) meydana gelmek, vuku bulmak,

develop; 2) büyümek, maturegrowth = büyüme, artış, boomguarantee = garanti etmekguarantor = kefil, garantörguard (against) = (bir şeye karşı) korumak / önlem

almak, protect (against / from)guardianship = vasilik, himayeguerrilla = gerilla (genellikle devlet güçlerine karşı

çete savaşı yürüten kimse)guess = tahmin etmek, sanmak, zıt anl.= know for

sureguidance = rehberlik, yol gösterme, supervisionguide towards = (bir şey)’e doğru kılavuzluk etmek,

yol göstermek, yönlendirmekguide the way the audience feels = izleyicilerin

duygularını yönlendirmekguide through = (tehlikeli bir bölgenin içinden

geçirmek için) kılavuzluk etmek, yol göstermekguidelines = (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar,

road mapguilt = suçluluk, zıt anl.= innocenceGulf Stream Current = Golfstrim Akıntısı (Meksika

Körfezi’nden Batı ve Kuzey Avrupa’ya akan veo bölgelerde iklimi ılımanlaştıran bir denizakıntısı)

gunnery = topçulukgun-shot = (tabanca, tüfek vs. için) atış, silah sesi,

silah yarasıgut = bağırsak, intestinegymnast = jimnastikçigypsum = alçı

www.bademci.com

habit = alışkanlıkhabitat = doğal ortam, doğal yaşama ortamıhabit-forming = alışkanlık geliştirenhabitual pattern = davranış biçimi / düzeni / modelihaematocrit = hematokrit (kandaki eritrositlerin

yüzde olarak hacmi)haemochromatosis = hemokromatoz (dokuların

anormal renk dağılımı hastalığı; doğuştangelen bu hastalıkta deri tunç rengine döner)

haemodialysis = hemodiyaliz (böbrekler görevyapamadığı zaman hasta kanından,hemodiyaliz aygıtı kullanılarak, başta üreolmak üzere yıkım ürünlerinin temizlenmesi)

haemoglobin = hemoglobin (kana kırmızı renginiveren ve akciğer ve vücut dokuları arasındaoksijen taşıyan protein), Hb

haemoglobin value = hemoglobin değerihaemorrhage = hemoraj, kanama, (aşırı kan kaybı)haemorrhagic fever = kanama ve ateşle birlikte

seyreden viral enfeksiyonun yol açtığı birhastalık, VHF

hail = selamlamak, seslenmek, (beğeni ile)karşılamak, acclaim, welcome

hail from = (bir şehir, bir ülke)’den geliyor olmak, (biryer)’i temsil etmek

hair dye = saç boyasıhair-thin electrode = saç teli inceliğinde elektrothalf-built = inşa halinde, yapımı tamamlanmamışhallucination = sanrı, halüsinasyon, head trip,

illusionhalt = dur(dur)mak, stop, zıt anl.= starthalve = yarıya indirmek, ikiye bölmekham = abartarak rol yapan yeteneksiz oyuncuHamilton Depression Rating Scale = Hamilton

Depresyon Ölçeği (hekimlerin, hastalardakidepresyonun şiddetini ölçmek içinkullanabilecekleri 21 soruluk bir test)

hamper = engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder,impede, obstruct, zıt anl.= help, facilitate

hand = (elle) vermek, uzatmak, give, bestowhand gesture = el hareketihand out = (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek,

(ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out,distribute, deliver

handful = bir avuçhandicap = engel, elverişsiz durumhandle = 1) işlemek, kullanmak, ele almak,

manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idareetmek, üstesinden gelmek, manage, deal with,tackle

handlebar = gidon, tutma çubuğuhandling = (bir sorunu vs.) ele alma şekli, muamele,

care, treatment, zıt anl.= neglecthandset = 1) elde taşınan ve kullanılan cihaz (örn.

cep telefonu, telsiz); 2) daha büyük vekarmaşık bir cihazın elde taşınan ve kullanılanünitesi

hang around with = 1) (bir kişi / bir şey) ile başıboşbeklemek / dolanmak; 2) (bir kişi) ile vakitgeçirmek / gezmek

hanging = asma, asarak idam etmehangover = kalıntı, arta kalan şeyhappen to know = (şans eseri / tesadüfen) bilmekharbour = beslemek, barındırmak, house, host,

containhard = zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborioushard fact = inkar edilemeyecek gerçekhard times = zor günler / zamanlarharden = sertleşmek, katılaşmakhardened = sertleşmişhardened steel = sert (dövme) çelikharder wearing = daha zor eskiyenhardliner = uzlaşmaz, tutucu kimsehardly = 1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç,

scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlüklehardness = 1) (duygusal anlamda) soğukluk,

insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik,acımasızlık, harshness, stiffness

hardship = güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıtanl.= ease, prosperity

hardware = donanım, madeni aksamhard-working = çalışkanharm = zarar, hasar, damageharmful = zararlı, damaging, zıt anl.= harmlessharmless = zararsız, zıt anl.= harmfulharness = (doğal bir gücü dizginleyerek)

yararlanmak, kullanmak, employ, utilize

H H H H H

ÜDS Sözlüğü - 77

www.bademci.com

harsh = sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.=mild

harsh social stigma = sosyal olarak değinilmesi zor,utanç verici konu

harvest (fiil) = ürün almak, hasat yapmak, get cropsharvest (isim) = hasat, crophasten = acele et(tir)mek, hızlandırmak, hurry,

accelerate, zıt anl.= delay, slow downhatch = güverteye açılan kapakhatchway = ambar ağzıhave a chance = fırsat yakalamak, şansı olmakhave a tough time = zorluklar / sorunlar yaşamakhave an effect on = (bir şey) üzerinde etkisi olmak /

etki yaratmakhave little in common with = (birisi / bir şey) ile çok az

ortak yönleri olmakhave little or no control on / over = (bir şey)

üzerinde çok az kontrol sahibi olmak veya hiçkontrol sahibi olmamak

have more than one’s share = (bir şey)’den nasibinifazlasıyla almak

have nothing to do with = hiç ilgisi / bağlantısıolmamak, have no connection with

have on hand = elde bulundurmakhave smt in common with = (birisi / bir şey) ile ortak

yönleri olmak / noktaları bulunmakhave to do with = (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak,

have connection withhave trouble with = (bir şey) ile başı dertte olmak,

sorun yaşamakhave yet to be = henüz … -medi, daha … -meyi

bekliyorhave yet to be explained = henüz açıklanmamış

olmak, daha açıklanmayı bekliyor olmakhave yet to be identified = henüz tanımlanmamış

olmak, daha tanımlanmayı bekliyor olmakhay fever = saman nezlesi, alerjik rinithazard = tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.= safety,

security, (Drinking alcohol is a real healthhazard if carried to excess. = Aşırıya kaçılırsa,alkol almak sağlık açısından ciddi tehlikeleryaratır.)

hazardous = tehlikeli, dangerous, zıt anl.= safe,secure

haze = pus, hafif sis, misthead for / to / towards = (bir yer)’e doğru gitmek,

yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğruçevirmek

headlight beam = far ışığıheadquarters = merkez büro, karargah, komuta

merkezi, seat

heal = iyileş(tir)mek, sağaltmak, cureheal wounds = yaraları iyileştirmek / sağaltmakhealer = sağaltıcı, iyileştiricihealth care = sağlık bakımıhealth implication = (bir şeyin) sağlık üzerindeki

etkisihealth visitor = (hastaya bakmak ya da önerilerde

bulunmak için) eve gelen sağlık görevlisihealthcare schemes = sağlık planları / programlarıhealthcare system = sağlık sistemihealth-conscious = sağlık hakkında bilinçlihealth-seeking = (bir) hastalığa çare aramahealthy = sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations

between the two countries = iki ülke arasındasağlıklı ilişkiler; healthy scepticism = haklı /yerinde bir kuşku)

hearing = 1) işitme (gücü); 2) celsehearing loss = işitme kaybıheart disease = kalp rahatsızlığıheart rate = nabız / kalp atım hızı, pulse, heartbeatheartburn = mide ekşimesi / yanmasıheat resistant = ısıya dayanıklıheated = hararetliheatedly = hararetli bir şekilde (tartışmak)heathen = kafir, hereticheat-shield tiles = ısı kalkanı panelleri (uzay

mekiklerini, atmosfere girişte oluşan çokyüksek sıcaklıktan koruyan kaplamayıoluşturan seramik paneller)

heat-trapping gas = sera gazı, ısı tutucu gaz (ısıkaybını azaltıcı etkisi yüksek gaz), greenhousegas

heavens = (çoğul kullanılır) gökyüzü, semaheavily = büyük ölçüde, ciddi şekildeheavy element = ağır element (genellikle metalik

özellik gösteren, atom ağırlığı yüksek, zehirlive çevreye zararlı element)

Hebridean Islands = Hebrid Adaları (İskoçya’nınbatı kıyısı açıklarında bulunan bir adalargrubu)

hedge = çalı veya ağaç dikilerek oluşturulmuş çithedge bindweed = çit sarmaşığı (başka bitkilerin

etrafına sarılarak yaşayan, beyaz veya pembeçiçekli bir tür sarmaşık)

hedgehog = kirpiheed = dinlemek, önemsemek, dikkate almak, care,

attend, pay attention, zıt anl.= disregardheel prick = iğneyle topuktan kan almaheight = 1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak

78 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

heighten = yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak,raise / rise, intensify, increase, zıt anl.= lessen,lower, decrease

helium = helyum (element simgesi He olan, renksiz,kokusuz bir gaz; havadan hafif olmasısebebiyle zeplin gibi hava taşıtlarındakullanılır)

Hellenistic = (yaklaşık M. Ö. 334-30 yıllarıarasındaki) Hellenistik Dönem’e ait

helmet = miğfer, kaskhelpful = yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.=

useless, harmfulhemisphere = 1) yarımküre; 2) (beyin için) lob, lobehemlock = baldıran, ağıotu (Eski Yunan’da

Sokrates’in ölümüne neden olan son derecezehirli bir ot)

hence = böylece, dolayısıyla, thus, thereforehepatitis B = hepatit B (ateş, sarılık, ürtiker,

iştahsızlık, bulantı ve halsizlikle belirginhepatit)

hepatitis B virus = hepatit B virüsühepatitis protein = hepatit karşıtı antikorherb = ot, şifalı bitkiherbicide = herbisit (istenmeyen bitkileri yok eden

ilaç)herd = sürühereditary = kalıtsal, irsi, inherited, genetic,

congenital, zıt anl.= acquired, learnedhereditary tendency = kalıtsal eğilimheredity = kalıtım, soyaçekim, genetics, inheritanceheretical = bir dinin veya topluluğun inançlarına ters

düşenheritage = miras, kalıthero = kahramanheroic = kahramancahesitate = çekinmek, duraksamakhesitation = çekinme, duraksama, tereddütheterogeneity = heterojenite, farklılık (başka bir tür

ile karşılaştırılabilir olmama hali), zıt anl.=homogeneity

hexagon = altıgenhibernation = kış uykusuhiccup = hıçkırmakhidden = saklı, gizli, out of sighthide away = sakla(n)mak, conceal (oneself)hierarchy = hiyerarşihieroglyph = hiyeroglif (karakter olarak basit

resimlerin ve sembollerin kullanıldığı yazı)hieroglyphic = hiyeroglif yazısına benzer

high family demand = ailevi sorumluluklarıngetirdiği maddi ve manevi yük

high fast = yüksek ve çabuk ödenmesi gerekenücret

high seas = enginler, açık denizhigh time = artık zamanı (gelmişti / geldi de geçiyor

bile), (It is high time you started studying. =Çoktan çalışmaya başlamalıydın.)

highest levels ever recorded = şimdiye kadarkaydedilen en yüksek seviyeler

high-fibre = (besinler için) lif oranı yüksekhighlander = dağlıhighlight = öne çıkarmak, dikkat çekecek hale

getirmek, make prominent, play uphighly = çok, büyük oranda, vastly, greatlyhighly so = daha da fazlahigh-profile = göze çarpan, dikkat çekenhigh-ranking professional body = üst düzey

meslek kuruluşuhigh-resolution neutron sensor = yüksek

çözünürlüklü nötron sensörühigh-rise = yüksek, çok katlıhigh-risk = yüksek riski olanhigh-standing = (bir şeyin) üzerinde duranhigh-stress = çok streslihighway = otoyolhigh-yielding = yüksek verimlihijack = (uçak, gemi) kaçırmakhiker = uzun yürüyüş yapan kimsehilltop = tepe üstü / doruğuhindbrain = beynin arka bölümlerihinder = engellemek, impede, obstruct, (Landslides

and bad weather are continuing to hinder thearrival of relief supplies to the area. = Toprakkaymaları ve olumsuz hava koşulları yardımınbölgeye ulaşmasını engellemeye devamediyor.)

hint (isim) = 1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, cluehint at (fiil) = akla getirmek, izlenim bırakmak, ima

etmek, point to, suggesthippo = (hippopotamus kelimesinin kısaltılmış hali),

su aygırıHippocrates = Hipokrat (M. Ö. 460-377 yılları

arasında yaşamış olan Egeli hekim)hippopotamus = hipopotam, su aygırıhit = acı / zarar vermek, vurmak, damage, strikehit hard = ciddi acı / zarar vermekHittite = Hitit (M. Ö. 2. binyıl ortalarında Orta

Anadolu ve çevresine hakim olmuş bir krallık)

ÜDS Sözlüğü - 79

www.bademci.com

hoist = kaldırmak, yukarı çekmekhold smo to account = birisinden hesap sormakhold = 1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde)

tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inançsahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek,regard

hold accountable = sorumlu / mesul tutmakhold an office = bir makamda / görevde bulunmakhold back = tutmak, tıkamak, alıkoymak, traphold clues to = (bir şey)’in ipuçlarını içermekhold in check = kontrol altına almak / altında

tutmak, keep under controlhold in place = yerli yerinde tutmakhold no possibility = hiçbir olanağı olmamak,

mümkün olmamak, ihtimal dışı olmakhold on = dayanmak, bırakmamakhold the promise = sözünde durmak, vaadini yerine

getirmek, keep the promisehold the view that = … görüşünde olmakhold up = geciktirmek, engellemek, delay, obstructhold with = (bir görüş vs.)’ye katılmak, agree withholiday = tatilHolocene Epoch = Holosen Dönemi (yaklaşık

11.500 yıl öncesinden günümüze kadar olanbuzul çağı sonrası dönem)

home nursing visit = hastalara, bakım ve tedavileriyönünden yardımcı olma amacıyla yapılan evziyareti

home rule = özerklikhome telecare = evde tele-bakım (eve kurulan

görüntülü ve sesli bir haberleşme cihazıyla, kibuna tansiyon ölçer, termometre vs. gibi aletlerde bağlanabiliyor, hastane veya doktorlarlatemas kurup sağlık hizmeti alma sistemi)

home to = (bir şey)’in ev sahibi / anavatanıhomebound = eve bağlı (hastalık vs. nedeniyle

evden çıkamayan)homeless = evsiz, sokakta yaşayanhomo sapiens = (biyolojide) modern insanhomonym = eşseslihomosexual = eşcinselhookworm = çengelli solucan, kancalı kurthop = sıçramakhope = umut etmek, ummakhopefully = 1) umutla, (The little boy looked at the

woman hopefully as she handed out thesweets. = Küçük çocuk, şekerleri dağıtmaktaolan kadına umutla baktı.); 2) inşallah, ümitedilir ki . . .

hopeless case = umutsuz vaka

horde = kavim, aşiret, kalabalıkhormone = hormonhormone balance = hormon dengesihormone level = hormon seviyesihorrible = korkunç, berbathorrific = korkunç, tüyler ürperticihorrify = korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrifyhorrifying = korkunç, dehşete düşürücü, frightful,

horriblehorror = büyük korku, dehşet, terrorhorseshoe bat = nal burunlu yarasahorticulture = çiçekçilik, bahçecilikhose = hortumhospitality = konukseverlik, zıt anl.= inhospitalityhospitalization = hastaneye yat(ır)mahospitalize = hastaneye yatırmak / kaldırmakhost (fiil) = ev sahipliği yapmakhost (isim) = 1) (mikrop vs.) taşıyıcı; 2) ev sahibihostile = düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan,

aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıtanl.= friendly

hostility = düşmanlık, husumet, enmity, antagonismhot spot = tehlikeli bölgehot topic = hararetle tartışılan konuhot whirlpool = sıcak jakuzihotly = yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde,

heatedly, (The committee hotly discussed thematter. = Komite meseleyi hararetle tartıştı.)

hotly disputed = üzerinde çok tartışılanhotspot = tehlike altında olan bölge / noktahouse = barındırmakhousehold = evsel, eve aithousehold tasks = ev işlerihousing = barınma, habitationHousing Bill = imar ve iskan yasa tasarısıhousing estate = konut alanı, iskan edilecek alan /

bina, residential estateHow do they help? = Ne faydaları var?, Ne yarar

sağlıyorlar?However eager one may have been = Kişi ne

kadar hevesli olursa olsun. . . , Kişinin tümhevesine rağmen. . .

hug = sarılmak, sarmak, kucaklamak, embracehuge = çok büyük, devasa, muazzam, immense,

gigantic, enormous, zıt anl.= tinyhuge amounts (of) = büyük miktarlardahugely = büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.=

slightly

80 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

hull = gemi veya uçak gövdesihum = (şarkı) mırıldanmak, vızıldamak, vızıldamaya

benzer ses çıkarmakhuman embryonic stem cell = insan embriyonu kök

hücresiHuman Genome Project = İnsan Genom Projesi

(insanın genetik kodlarının tamamını çözmeyiamaçlayan proje)

human mission = (özellikle uzayda) insanların görevaldığı çalışma / seyahat

humanely = insancıl bir şekildehumanities = hümaniter bilimler, (felsefe, psikoloji

gibi) konusu insan olan bilimlerhumanize = insancıllaştırmak, zıt anl.= dehumanizehumanoid = insansı (robot, yaratık vs.)humble = mütevazı, alçakgönüllü, modesthumid = rutubetli, nemlihumorous = mizah yollu, şakacı, komik, funny, zıt

anl.= serioushumour = mizah, (with humour = işi şakaya vurarak)Humphry Davy = 1778-1829 yılları arasında

yaşamış olan İngiliz kimyacı ve mucithumus = humus, besince zengin toprakhunger = açlıkhurricane = kasırga, hortumhurt = incitmek, zarar vermek, harm, damagehybridisation = melezleştirmehydrocarbon = hidrokarbon (yalnızca hidrojen ve

karbondan oluşan organik bileşik)hydrochloric acid = hidroklorik asit (hidrojen klorür

gazının suda çözülmesi ile elde edilen güçlübir asit)

hydrogen bonding = hidrojen bağı oluşmasıhydrogen chloride = hidrojen klorür (kimyasal

formülü HCl olan, oda sıcaklığında gaz halindebulunan bir bileşik)

hydrological = su bilimi ile ilgilihydroponic farming = topraksız tarımcılık (sadece

su içinde bitki yetiştirme)hydroxyl radical = bir oksijen ve bir hidrojen

atomundan oluşan kimyasal gruphygiene = hijyenhymn = ilahihyperactivity = hiperaktivite (aşırı hareket ve faaliyet

gösterme hali)hypercholesterolemia = hiperkolesterolemi (kanda

kolesterol düzeyinin yüksek olması)hyperinflation = hiperenflasyon (kontrolsüz, çok

şiddetli enflasyon)hypersensitive = aşırı duygulu / duyarlıhypertension = hipertansiyon (yüksek tansiyon)hypnosis = hipnoz (yapay uyku)hypnotise = hipnotize etmekhypnotised = hipnotize edilmişhypnotizable = hipnotize edilebilirhypochondriasis = hastalık hastası olma durumuhypothalamus = hipotalamus (beyinde otonom sinir

sistemini yöneten bölge)hypothermia = vücut ısısında düşme, vücutta düşük

ısıhypothesis = (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım

(belirli olayları açıklamak için yapılan önerme)hypothesize = farz etmek, hipotez üretmek, öne

sürmek, varsaymak, put forward, posit

www.bademci.com

I gather = Anladığım kadarıyla…I should imagine = (genellikle yarı alaylı) tahmin

ederim ki. . . , mutlaka şöyledir. . .I should think = tahmin ederim ki. . . , mutlaka

şöyledir. . .I suppose = sanırım…, herhalde…I’m afraid = korkarım ki… (maalesef anlamında)i. e. = yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . .

(Lat. id est), that isice cap = dağların zirvelerinde veya gezegenlerin

kutuplarında bulunan kubbemsi şekilli buzulice sheet = buz tabakasıice shelf = kıyı buzulu (karadaki bir buzulun deniz

üzerindeki uzantısı)ice up = buzlanmak, buzla kaplanmak, buzla

kaplanmış olması nedeniyle iş göremez olmakicing = buzlanmaiconic = sembolleşmiş, ikonlaşmışICU = Yoğun Bakım Ünitesi, Intensive Care Uniticy-cold = buz gibi soğukidentical = aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.=

different, unlikeidentical twins = tek yumurta ikizleri, monozygotic

twinsidentification = 1) tanı, teşhis; 2) kimlik / hüviyet /

nüfus cüzdanı vb. belgeidentification bracelet = üzerinde kimlik bilgilerinin

yazılı olduğu bir tür bileklikidentify = 1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine,

diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tipbelirlemek / tanımlamak

identity = kimlik, hüviyet, bir kişi ya da yeridiğerlerinden ayıran özellikler (the distinctcultural, religious and national identity ofTibetans = Tibetlilerin kendilerine has kültürel,dini ve ulusal kimliği)

idiosyncrasy = yapısal özellik, mizaç, yaradılışidol = ilah, tanrıça, tapılası şeyif any = eğer varsa / olursaif anything = 1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da

şudur. . .); 2) eğer bir fark varsaif left untreated = tedavi edilmezse

if there are any = eğer varsa (bir şeyin varlığınainanılmadığı ya da buna ait bir kanıtbulunmadığı durumlarda kullanılır), (Goodpeople, if there are any, are hard to find. = İyiinsanları -o da eğer kaldıysa- bulmak çokzordur.)

ignition = 1) ateşleme, tutuşma; 2) ateşleme düzeni,kontak

ignorance = 1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezdengelme

ignore = göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek,görmezden gelmek, disregard, overlook, zıtanl.= care for, notice

ill = kötü, ters, uğursuz, hasta, adverse, bad, zıtanl.= good, beneficial

ill effect = kötü etkiillegal = yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt

anl.= legal, legitimateillegitimate = 1) yasadışı, illegal; 2) evlilik dışı, gayri

meşru, adulterineIllinois = ABD’de bir eyaletill-paid = az ücretli, düşük maaşlı, zıt anl.= well-paidill-treat = kötü davranmak, abuse, injureill-treatment = kötü muamele, zıt anl.= hospitalityilluminate = 1) aydınlatmak, ışıklandırmak, light,

brighten; 2) eğitmek, aydınlatmak, educate,enlighten

illuminating = aydınlatıcıillumination = aydınlatmaillusion = hayal, kuruntu, yanılsama, fantasyillustration = resim, tasvir, şekilimage = resim, fotoğraf, pictureimage capture = fotoğraf çekimiimaginable = hayal edilebilen, göz önüne getirilebilenimaginary = imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.= actual,

realimaginative = yaratıcı, creativeimagine = hayal etmek, envisage, guessimaging = görüntülemeimbalance = dengesizlik, zıt anl.= balance

I I I I I

82 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

IMF = Uluslararası Para Fonu (global ekonomikdüzeni takip etmek, borsa, döviz kurları,ödeme planları gibi konularda denetim veorganizasyon yapmak, teknik ve ekonomikdestek sağlamak gibi görevleri bulunanuluslararası bir organizasyon), InternationalMonetary Fund

imitate = taklit etmek, taklidini yapmak, copy,simulate

imitation = taklit, imitasyonimmature = olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş,

undeveloped, young, unripe, zıt anl.= mature,ripe

immeasurable = ölçülemez, tahmin edilemeyecekboyutlarda, incalculable, zıt anl.= measurable

immediacy = arada bir vasıta ya da aracı olmamasıhali, doğrudan etki, (the immediacy of war, asseen on television = televizyonda sunulduğuşekliyle savaşın doğrudan etkisi)

immediate = 1) anında, hemen o anda, acil, urgent;2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current

immediate aftermath = (bir savaşın, doğal afetin)hemen sonrası

immediate care = hemen yapılan bakım, tedaviimmediate effect = hemen görülen etkiimmediate post-disaster period = felaketten

hemen sonraki dönemimmediately = derhal, hemen, anında, at once, right

awayimmense = muazzam, çok büyük, tremendous,

enormous, zıt anl.= tiny, littleimmensely = gayet, pek çok, büyük oranda, son

derece, oldukça, extremely, enormously, zıtanl.= slightly

immigrant = göçmen, ülkeye / kente göç ederekgelen kimse, zıt anl.= emigrant

immigrate = göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek,move in, zıt anl.= emigrate

immigration = göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme,zıt anl.= emigration

imminently = tehdit ederekimmobile = sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.=

mobileimmoral = ahlaka aykırı, edepsiz, unethical, corrupt,

zıt anl.= ethical, moralimmortal = ölümsüz, eternal, zıt anl.= mortalimmune destructive effect = bağışıklığı yıkıcı /

yıpratıcı / bozucu etkiimmune system = bağışıklık sistemiimmune-compromised = bağışıklık sistemi zayıf

düşmüş olan

immune-triggering = bağışıklık sistemini hareketegeçiren / tetikleyen

immunisation = bağışıklama, bağışıklık kazandırma(genellikle aşılama yoluyla vücudu birhastalığa karşı bağışık hale getirme)

immunize = bağışıklık kazandırmak, bağışıklıkoluşturmak

impact = 1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence;2) darbe, çarpma, hit, collision

impair = bozmak, zayıflatmak, (While my brain andbrawn remain unimpaired, I will continue tolead this party. = Akıl ve beden sağlığımelverdiği sürece, bu partiyi yönetmeye devamedeceğim.)

impaired hearing = zayıf / az işitmeimpaired immune response = bir hastalık vs.’ye

karşı bağışıklık sisteminin verdiği yetersiz /zayıf reaksiyon

impairment = boz(ul)ma, zayıfla(t)ma, damage,harm, zıt anl.= repair, improvement

impassable = geçilmezimpeach = suçlamak, itham etmek, devlet

memurunu mahkemeye sevk etmekimperative = zorunlu, mecburiimperceptively = seçilmez / fark edilmez bir şekilde,

unnoticeablyimperfect = eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.=

perfect, flawlessimperfection = eksiklik, kusur, fault, defectimperfectly = eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen,

partially, defectivelyimperial = imparatorluğa ait, emperyal, emperyalist,

sömürgeciimperial battle cruiser = imparatorluk savaş gemisi

(bazı bilimkurgu eserlerinda adı geçen uzaygemisi)

impetus = hız, güç, güdüimplant (fiil) = implante etmek (tedavi için vücut içine

bir madde vs. yerleştirmek), nakletmek,aşılamak, insert, embed, (implant an artificialtooth in the gum = diş eti içerisine yapay bir dişimplante etmek)

implant (isim) = implantasyon (nakletme, dikme,aşılama)

implement = uygulamak, yerine getirmek, putthrough, carry out, perform

implementation = uygulama, yerine getirmeimplicate = 1) sorumlu saymak, hold responsible;

2) ima etmek, implyimplicated = (bir şey)’in altında aranan, altta yatanimplication = saklı anlam, ima, suggestion,

connotation, zıt anl.= explicit statement

ÜDS Sözlüğü - 83

www.bademci.com

implications = (bir şey)’in olası sonuçlarıimplicit = 1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.=

explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılanimplode = şiddetle içeriye doğru çökmek, içe doğru

patlamakimply = (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir

şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, stateindirectly, zıt anl.= express

import = ithal etmek, zıt anl.= exportimported = ithal edilmişimpose on / upon = zorla kabul ettirmek, dayatmak,

(yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empozeetmek, assert

imposing = etkileyici, impressiveimpossible = imkansız, olanaksızimpoverish = 1) yoksullaştırmak, make poor;

2) gücünü kesmek, exhaust, wear outimpoverishment = fakirleşme, yoksullaşmaimpractical = uygulanamaz, gerçekleştirilemez,

mantıksızimpractically = uygulanamaz / gerçekleştirilemez /

mantıksız bir şekildeimpregnate (with) = 1) emdirmek, içirmek;

2) hamile bırakmakimpress = (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim

bırakmak, influenceimpress on / upon = aklına sokmakimpression = 1) izlenim, etki, intiba, sense,

influence; 2) baskı, damga, izimpressionist = izlenimci, empresyonist (Fransa’da,

19 yy’da ortaya çıkmış bir resim akımınıntakipçisi olan kişi)

impressive = (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı,remarkable, striking, zıt anl.= ordinary

impressively = (iyi yönde) etkileyici bir şekilde,remarkably, strikingly, zıt anl.= ordinarily

imprint = izimprobable = ihtimal dahilinde olmayan, olası

olmayan, unlikely, zıt anl.= probable, likelyimprove = düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek,

arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıtanl.= deteriorate, worsen, decrease, weaken

improved = iyileştirilmiş, düzeltilmişimproved medical care = gelişmiş sağlık bakımıimprovement = düzelme, ilerleme, iyileştirme,

gelişme, enhancement, progress, advance, zıtanl.= impairment, deterioration

improvise = birdenbire çaresini bulmak, doğaçlamayapmak

imprudent = sorumsuz, irresponsible, zıt anl.=prudent

impulse = tepki, dürtü, itici kuvvet, drive, urgeimpulsive = tepkisel, instinctive, emotional, zıt anl.=

thoughtful, cautiousimpulsively = tepkisel olarak, düşüncesizce,

instinctively, emotionally, zıt anl.= thoughtfully,cautiously

impurity = kirlilik, katışık şeyin a convincing manner = inandırıcı / ikna edici bir

şekildein a given situation = belirli bir ortamda / durumdain a sense = bir bakıma, in a wayin a sorry state = hazin / üzücü bir durumdain a way = bir bakıma, in some way, in a sensein accord with = (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca,

uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliancewith, in unison with, in accordance with, zıtanl.= contrary to, in conflict with, in disputewith

in accordance with = (bir şey)’e uygun olarak,uyarınca, in compliance (with), zıt anl.=contrary to

in addition to = (bir şey)’e ek olarak, additionally, alsoin advance = önceden, peşin olarak, beforehandin all likelihood = büyük bir olasılıkla, most likelyin an advisory capacity = danışman sıfatıylain an effort to = . . . amacıylain any way = hiçbir şekildein bulk = toptan, yığın halindein case of = halinde, durumundain close association with = (bir şey) ile yakın ilişki /

işbirliği içindein close contact with = (bir şey / bir kişi) ile yakın

temas / bağlantı içindein combination with = (bir şey) ile birlikte, together

within common = ortak olarak, genel olarakin comparison with = (bir şey, bir kişi) ile

kıyaslandığında, in relation to, with referenceto

in conjunction with = (bir şey) ile birlikte / bağlantılıolarak, together with

in connection with = (bir şey) ile bağlantılı olarakin consequence = (bunun) sonucunda, (buna) bağlı

olarak, as a resultin consultation with = (birisi) ile danışma içerisinde

/ konsültasyon yaparak

84 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

in contrast to / with = (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine/ aksine, (bir şey) ile karşılaştırıldığında,contrary to

in deed = elbette, tabii ki, gerçekten de, of course,certainly

in detail = detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarakin due course = zamanı geldiğinde, in due timein excess of smt = bir şeyden fazla, bir şeyi geçenin fact = aslında, esasen, in reality, in truth, indeedin favour = revaçtain favour of = lehine / lehinde, in support of, zıt anl.=

againstin fear = korkuylain fulfilment of = (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine

getirmek içinin installments = bölümler / kısımlar halinde, taksitlein its wider sense = daha geniş anlamıylain line with = (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in

conjunction within London alone = sadece Londra’dain many respects = birçok açıdan / yöndenin many ways = bir çok bakımdanin no small measure = hiç de küçümsenmeyecek

bir boyuttain no way = hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in

no way ready for the exam. He hasn’t touchedhis textbook yet. = Sınava hiçbir surette hazırdeğil. Daha kitabın kapağını bile kaldırmadı.),by no means

in number = sayıcain office = görevde, görev başındain one’s day = kendi döneminde (in my day. . . =

benim zamanımda. . .)in opposition to = (bir şey)’e karşı / muhalif olarak,

contrary toin order to = amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as

to, toin other words = başka bir deyimle, put differentlyin part = kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.=

whollyin particular = özellikle, bilhassa, particularly,

especiallyin parts = kısmen, bazı açılardanin place of = yerinein practice = gerçekte, pratikte, zıt anl.= in theoryin preference to = (bir şey)’den ziyade, tercihen,

rather thanin proximity = yakınında

in rational terms = mantık kapsamında, rasyoneldüşünce ile

in readiness for = (bir şey)’e hazır bir biçimdein reality = gerçekte, aslındain regard to = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili

olarak, with respect toin response to = (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek

amacıyla, as a reaction toin retrospect = geçmişe bakıldığındain return for = karşılığında, karşılık olarakin search of = (bir şey)’in arayışı içindein short supply = üretimi / piyasaya arzı yetersizin so far as = olduğu sürece, olduğundan ötürü,

becausein some respects = bazı açılardan, in a wayin some ways = bazı yönlerden / açılardanin spite of = (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless

of, despitein succession = sırayla, by turns, one after anotherin terms of = ilgili olarak, açısından, bakımından, on

the basis of, in relation toin that = yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan

ki, as, because, sincein the best of circumstances = en iyi şartlardain the case of = (bir şey) halinde / durumunda, (bir

şeyin / bir olayın) olması durumundain the context of = bağlamında, çerçevesindein the course of = sırasında, esnasında, akışı

içerisinde, duringin the face of = karşısındain the first place = en baştain the form of = … şeklinde / formundain the hope of = (bir şeyin olması) umuduylain the last resort = son çare olarak, as a last resortin the light of = (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in

view ofin the limelight = genel ilgiyi üzerinde toplamış

olarakin the long run = uzun vadede, in the end, eventually,

(Patience and determination will pay in thelong run. = Sabır ve kararlılığın ödülü uzunvadede gelir.)

in the meantime = bu arada, bu süre zarfında, aynızamanda, meanwhile

in the meanwhile = bu süre içinde, bu aradain the midst of = ortasında, arasındain the modern sense = modern anlamdain the public interest = kamu yararına / çıkarına

ÜDS Sözlüğü - 85

www.bademci.com

in the wake of = (bir felaketin) ardından, peşindenin the way of medication = ilaç türünden, (That so-

called “pharmacy” doesn’t have much in theway of medication. = O sözde “eczane”de ilaçtüründen pek fazla bir şey yok.)

in this respect = bu bakımdan, bu hususta, bundanyola çıkarak

in time = zaman içinde, zamanlain turn = sırasıyla, successively, (I talked to each of

my students in turn. = Sırasıyla, her biröğrencimle tek tek konuştum.)

in utero = rahimde, henüz doğmamışin view of = (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den

dolayı, in the light ofin vitro fertilization = tüp içi dölleme (ovulasyonu

takiben dışarı alınan ovumun, laboratuvardatüp içinde sperm ile döllenmesi)

In what way? = Hangi yönden / açıdan?inability = beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük,

yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.=ability

inaccessible = girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıtanl.= accessible

inaccurate = yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıtanl.= accurate

inactivate = hareketsiz hale getirmek, elini kolunubağlamak

inactive = hareketsiz, durgun, still, staticinadequacy = yetersizlik, eksiklik, insufficiency,

shortage, zıt anl.= adequacy, sufficiencyinadequate = yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient,

zıt anl.= adequate, enough, ample, (Hisincome is inadequate to meet his basic needs.= Geliri, temel ihtiyaçlarını karşılamaktayetersiz kalıyor.)

inadequately = yetersiz bir şekilde, insufficiently, zıtanl.= adequately, sufficiently

inadmissible = kabul edilemez, uygun görülmez,unacceptable, irrelevant, zıt anl.= admissible

inadvertent = kasıtsız, elde olmayan, accidental,unintentional, zıt anl.= deliberate, intentional

inappropriate = yanlış, uygunsuz, yersiz, improper,awkward, zıt anl.= appropriate, proper

inattention = dikkatsizlik, ihmal, neglect,carelessness, zıt anl.= attention, carefulness

in-betweenness = arada kalmışlıkinborn = tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal,

congenital, hereditary, innate, zıt anl.=acquired

incapable (of) = ehliyetsiz, yeteneksiz, unable,incompetent, zıt anl.= capable (of)

incentive = özendirici şey, bonus, inducementinception = başlangıç, başlamaincessant = sürekli, ardı arkası kesilmeyen, never-

ending, zıt anl.= occasionalinch = 1) inç (2. 54 cm’ye eşdeğer, İngiliz kökenli

uzunluk ölçme birimi); 2) (kalınlık hesabında)parmak, (örn. ½ inch pipe = yarım parmak(lık)boru)

incidence = tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans,occurrence, happening

incidence rate = sıklık oranı, insidansincident = (genellikle kötü sonuçları olan) olay,

hadise, occurrence, event, happeningincision = kesi, yarma, cutincline = eğiminclude = içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak,

birleştirmek, embody, incorporate, consolidate,combine, zıt anl.= exclude, separate, divide

inclusion = dahil edilme / olma, zıt anl.= exclusionincomparable = kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparableincompatible with = (bir şey) ile bağdaşmaz,

uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.=compatible

incompetence = yetersizlik, yeteneksizlik,incapability, zıt anl.= competence, capability

incompetent = 1) yetersiz, yeteneksiz, incapable,unskilled, zıt anl.= competent, capable;2) yetkisiz

inconclusive = bir sonuca varmayan, inandırıcıolmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.=conclusive

inconclusive measure = inandırıcı / kesin olmayanölçüm

inconsistent = 1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.=consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting,contradictory, zıt anl.= confirming, consistent

incontestably = tartışılmaz / itiraz edilemez / sugötürmez bir şekilde

inconvenient = uygunsuz, elverişsiz, zahmetli,müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.=convenient, appropriate

incorporate (into) = dahil etmek, katmak,birleştirmek, include, amalgamate,consolidate, zıt anl.= exclude, separate

incorrect = yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.= correctincrease (fiil) = art(tır)mak, çoğal(t)mak,

yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise/ raise, improve, zıt anl.= decrease, weaken,fall, drop

increase (isim) = artış, rise, zıt anl.= decrease, fallincreased = artmış olan, zıt anl.= decreased

86 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

increased risk = artan risk / tehlikeincreasingly = gittikçe artan bir şekildeincredible = inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt

anl.= credible, reasonableincredible as it may seem today = bugün inanılmaz

/ akıl almaz görünse de…incredibly = inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.=

credibly, reasonablyincubation = inkübasyon, kuluçka devresiincur = karşı karşıya kalmak, maruz kalmak, meet

withincurable = tedavi edilemezindeed = gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly,

without a doubt, in fact, actuallyindefinite = belirsiz, zıt anl.= definiteindefinitely = belirsiz bir süre için, sürekli, sonu

gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.=temporarily, (Due to renovation works, theRegency Hotel was closed indefinitely. =Tadilat çalışmaları sebebiyle, Regency Otelibelirsiz bir süre için kapandı.)

indentation = girintiindependence = bağımsızlık, zıt anl.= dependenceindependent = bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt

anl.= dependent (on)independently = bağımsız olarak, zıt anl.=

dependentlyIndia = HindistanIndiana = ABD’de bir eyaletindicate = belirtmek, işaret etmek, göstermek,

denote, point toindication = belirti, delil, gösterge, işaret, evidence,

hintindicator = indikatör, gösterge, belirteç, ibre, signindifference = aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık,

disinterest, zıt anl.= concernindifferent = aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt

anl.= careful, thoughtful, heedfulindigenous = yerli, nativeindirect = dolaylıindirectly = dolaylı bir şekildeindiscriminately = ayrım yapmaksızın, arbitrarily,

randomlyindispensable = vazgeçilmez, essential, vital, zıt

anl.= dispensableindistinguishable = ayırt edilemez, seçilemezindividual (isim) = birey, fertindividual (sıfat) = bireysel, kişisel, ferdi, personalindividualistic = bireyci

indivisible = bölünemezindoors = içeride, içeriye, inside, zıt anl.= outdoors,

outsideIndo-Pacific = İndo-Pasifik (Hint Okyanusu, Batı ve

Orta Pasifik ile Endonezya çevresini içine alanbölge)

indrawn = (nefes için) derin, (karakter için) içinekapanık

induce = 1) neden olmak, sevk etmek, cause,activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak,convince, persuade, zıt anl.= prevent;3) (elektrik akımı) meydana getirmek

indulge (in) = kendini vermek, kendini kaptırmak,severek yapmak

industrial relation(ship)s = işveren - işçi ilişkileriIndustrial Revolution = Sanayi Devrimi (18. yy

sonunda ortaya çıkan yoğun sanayileşmeakımı)

industrialize = sanayileş(tir)mekineffective = etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.=

effectiveinefficiency = etkisiz olma, verimsizlik,

randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.=efficiency, effectiveness

inefficiently = verimsiz bir şekildeinequality = eşitsizlik, zıt anl.= equalityinert = hareketsiz, eylemsiz, durağan, inanimate,

motionless, zıt anl.= activeinevitable = kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt

anl.= avoidable, avertable, evitableinevitably = kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably,

inescapably, zıt anl.= avoidablyinexhaustible = tükenmez, infinite, unlimited, zıt

anl.= exhaustible, finiteinexpensive = pahalı olmayan, ucuz, cheap, zıt

anl.= expensiveinexpensively = ucuza, cheaply, zıt anl.=

expensivelyinfallible = yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing,

reliable, zıt anl.= fallibleinfancy = 1) bebeklik, yavruluk; 2) başlangıçinfant = bebek, infant (ilk 30 aya kadar olan bebeklik

devresi)infanticide = bebeklerin öldürülmesiinfantry = piyade, yaya askerinfect = bulaşmak, contaminate, spread (to)infected with = (bir virüs vs.) ile enfekte olmuş,

enfeksiyon kapmışinfection = enfeksiyon, bulaşıcı hastalık, mikrop

kapma

ÜDS Sözlüğü - 87

www.bademci.com

infectious = bulaşıcıinfectious disease = bulaşıcı hastalıkinfer from = 1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak,

derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak,deduce from

inferior (to) = 1) (bir şeyden daha) aşağı / düşük /değersiz, lesser, lower, under, zıt anl.=superior to; 2) (anatomide) daha aşağıda,altta, alt taraf, zıt anl.= superior

inferior frontal gyrus = inferiyor frontal gird (beyinfrontal lobunun alt bölgesinde bir nokta)

infertility = infertilite, kısırlıkinfinite = sınırsız, sonsuz, zıt anl.= finiteinfinitely = sonsuz olarak, sınırsızca, son dereceinfirm = zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.= healthy, wellinfirmity = zayıflık, sakatlık, disorder, debility, zıt

anl.= wellnessinflame = enflamasyona yol açmak, (bir tür)

iltihaplanmakinflamed = iltihaplı, iltihaplanmışinflammable = yanıcı, kolay tutuşan, combustible, zıt

anl.= fireproofinflate = şiş(ir)mek, blow up, zıt anl.= deflateinflation = 1) enflasyon (ülkedeki mal ve hizmet

fiyatlarındaki genel artış); 2) (bir şey)’in havaile dolması, şişme, zıt anl.= deflation

inflexible = esnemeyen, esnek olmayan, unbendable,zıt anl.= flexible

inflict = (ağrı / acı / ceza) vermek, impose, bringdown

in-flight refuelling = havada yakıt ikmaliinflow = içine akmainfluence (fiil) = etkilemek, lead, affect, shapeinfluence (isim) = etki, tesir, nüfuz, effect, impactinfluential = etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı,

powerfulinfluenza = grip, enfluenza, fluinformal = gayriresmi, zıt anl.= formalinformation = bilişim, enformasyoninformation good = (kitap, yazılım gibi) ticari

değerini, içerdiği bilgiden alan mal / bilgi /enformasyon ürünü

informative = bilgilendirici, tanıtıcı, aydınlatıcıinformed = bilgili, haberdar, knowledgeableinfrared = kızılötesiinfrastructure = altyapıinfrequent = seyrek, sık olmayan, occasional,

irregular, zıt anl.= frequent

infringement = (yasa, kural vs. için) aykırı hareket,karşı gelme, ihlal

ingenious = akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliantingeniously = zekice, maharetle, ustalıkla, brilliantlyingest = yemek, ağızdan almak, eat, consume, take

in from the mouthingestion = yeme, ağızdan alma, intake from the

mouth, oral intakeingredient = bir karışımı oluşturan maddelerden her

biri, içerik, öğe, parça, elemaninhabit = içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak,

dwell, occupy, (Only birds and small animalsinhabit these remote islands. = Bu uzakadalarda yalnızca kuşlar ve küçük hayvanlarbarınmaktadır.)

inhabitant = bir yerde oturan kişi, sakininhale = nefes almak, (nefes yoluyla) içine çekmek,

breathe in, zıt anl.= expire, breathe outinhaler = solukla ciğerlere (narkoz vs.) verme aygıtıinherent = doğuştan gelen, doğasında var olan,

intrinsic, innateinherently = esasında, aslında, özünde, basically,

fundamentallyinherit = (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak,

acquire, receiveinheritance = kalıtımla geçmeinherited = kalıtsal, irsi, congenital, ancestralinhibit = yavaşlatmak, zorlaştırmak, restrain, zıt

anl.= allow, facilitateinhuman = insanlık dışı, zıt anl.= humaneinitial = ilk, başlangıç, baştaki, birinciinitial velocity = ilk hız, başlangıç hızıinitially = öncelikle, aslında, esasen, önceleri,

başlangıçta, primarily, essentially, at first,originally, in the beginning, zıt anl.= finally

initiate = başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.=complete, terminate

initiation = başlangıç, başlatmainjure = yaralamakinjured = yaralıinjurious = zararlıinjury = yara, hasar, yaralanma, wound, harm,

damageinland = denizden uzak, iç kısımlar(a doğru), bir

ülkenin içlerine doğruinlet = giriş, zıt anl.= outletinmate = hapishane veya akıl hastanesinde bulunan

kimse, tutukluinnate = (bir şey)’e özgü / has, tabiatında olan,

kalıtsal, inherent, intrinsic, zıt anl.= acquired

88 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

inner = içe dönük, ruhsal, internal, spiritual, zıt anl.=outer

inner ear = iç kulakinnocence = masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.= guiltinnocent = masum, suçsuz, zıt anl.= guiltyinnovation = yenilik, değişiklik, buluş, icat, noveltyinnovative = yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.=

conservativeinnumerable = sayısız, sayılamaz, countlessinoculation = aşı, aşılama, vaccination, injectioninorganic mercury salt = inorganik civa tuzuin-patient = hastanede yatan hasta, resident patientinphase = aynı fazda (iki veya daha fazla dalganın

dalga boylarının aynı olması ve dalgatepelerinin çakışması sonucu birbirleriyleuyum içinde olmaları hali)

inquiry = araştırma, sorgu, soruşturma, questioning,research, quest

inscription = kitabe, yazıtinscrutably = anlaşılmaz / esrarlı bir şekilde,

mysteriouslyinsecticide = insektisit (böcek öldürücü kimyasal

madde)insecurity = emniyetsizlik, güven duygusundan

yoksunluk, jeopardy, risk, zıt anl.= safety,security

inseparable = (birbirinden) ayrılamaz / ayrılmazinsert = sokmak, (arasına) koymak, embed, implantin-service training = hizmet içi eğitiminsight = anlayış, olayların iç yüzünü kavrama,

awareness, comprehension, zıt anl.=ignorance, dullness

insignificant = önemsiz, değersiz, unimportant, zıtanl.= significant, important

insist on = (bir konuda) diretmek / direnmek / ısraretmek, assert (that)

insoluble = erimez, çözünmezinsomnia = uykusuzlukinspection = kontrol, yoklama, teftiş, denetlemeinspection facility = denetleme tesisiinspector = müfettiş, denetleyiciinspiration = ilham, esin, influence, stimulusinspire = 1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek,

encourage, stimulate; 2) telkin etmek /vermek, duygu aşılamak

inspired = solunan (hava vs.)instability = istikrarsızlık, dengesizlik, kararsızlık,

imbalance, fluctuation, zıt anl.= stability

install = yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayarprogramı vs.) yüklemek, tesis etmek, (Wehave had central heating installed in our flat. =Dairemize merkezi ısıtma sistemi kurdurduk.)

installation = 1) kurma, döşeme, establishment;2) tesis(at), tertibat, fitting

instance = örnek, durum, vaka, case, example,occurrence

instantly = hemen, anında, urgently, immediatelyinstead = yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red

shirt; buy the blue one instead. = Kırmızıgömleği alma; onun yerine mavisini al.)

instead of = yerine, onun yerine. . . , (Instead of thered shirt, I bought the blue one. = Kırmızıgömlek yerine mavi olanı aldım.)

instil (ya da instill) = 1) aşılamak, inject; 2) telkinetmek, (bir fikir vs.) aşılamak, impress

instillation (ya da instilment) = 1) enstilasyon,damlatma; 2) telkin

instinct = içgüdüinstinctive = içgüdüselinstitution = 1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş

gelenek, devamlı olan şeyinstitutional = kurumsalinstruct (on) = (hakkında) talimat vermek, yol

göstermek, enlighten (about), inform (about)instructional = eğitime ait, eğiticiinstructions = direktif, yönergeinstrument = aygıt, enstrümaninsufficiency = yetersizlik, eksiklik, inadequacy,

deficiency, zıt anl.= sufficiency, amplitudeinsufficient = yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.=

sufficient, enough, ampleinsulate = yalıtmak, izole etmek, protect, shieldinsulation = yalıtım, izolasyoninsurance = güvence, sigortainsurance cost = sigorta masrafıinsurance cover = sigorta kapsamıinsurer = sigortacıinsurgent = asi, ihtilalci, rebelinsurmountable = başa çıkılmaz, güç yetmezintact = bozulmamış, zarar görmemiş, sağlamintake = 1) herhangi bir maddenin vücuda girişi,

(içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan(şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet

integer = (matematikte) tam sayı, whole numberintegral = bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan,

essential, intrinsic, zıt anl.= incidental

ÜDS Sözlüğü - 89

www.bademci.com

integrate into / with = (bir şey)’e katmak, (bir şey) ilebirleş(tir)mek, entegre etmek / olmak,incorporate into, unify with, zıt anl.= separatefrom

integrated = karma, bütünleşmiş, entegreintegration = entegrasyon, kaynaşmaintegrity = 1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlükintellect = zeka, akılintellectual = entellektüel, akla dayanan, zihinselintellectual life = entellektüel yaşamintellectual property rights = fikir hakları, fikir ve

sanat eserleri haklarıintellectual self = entellektüel (bilgi ve yaratıcılık

yeteneği ile ilgili) benlik / kimlikintend = niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak,

planlamak, aim, planintense = şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.=

mildintensely = yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.= slightlyintensification = yoğunlaşma, şiddetlenme, büyümeintensify = şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak,

aggravate, concentrate, zıt anl.= lessenintensity = yoğunluk, keskinlik, şiddet, force, power,

volumeintensive = yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt

anl.= partial, superficialintensive care = yoğun bakımintention = maksat, niyet, kasıt, purpose, aimintentional = kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt

anl.= unintentional, accidentalintentionally = kasten, bilerek, deliberately, zıt anl.=

unintentionally, accidentallyinteract with = birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide

olmak, relate to / with, (While the otherchildren interacted and played together, Tedignored them. = Diğer çocuklar birlikte iletişimkurup oynarken, Ted onları görmezden geldi.)

interaction = etkileşiminterchangeably = yer değiştirerek, birbirinin yerineinterconnection = ara bağlantıinterdependent = birbirine bağlı, dependent on each

other, zıt anl.= independentinterdisciplinary = bilimler / disiplinler arasıinterest = 1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake;

2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvementinterest rate = faiz oranıinterested in = (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e

ilgi duymakinterestingly = ilginç bir şekilde

interfere in = (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek,meddle with, intervene in

interfere with = (bir şey) ile çatışmak, engellemek,mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent,intervene in, step in, zıt anl.= facilitate, (Child-bearing should not interfere with a career, butit usually does. = Hamilelik, kariyere maniolmamalıdır, ama genellikle olur.), (It is thenumber and seriousness of complicationsinterfering with it that makes an operation amajor one. = Bir operasyonu majör yapan şeyonu zorlaştıran komplikasyonların sayısı veciddiyetidir.)

interference = müdahale, karışma, meddlinginterference pattern = (ışık için) iki farklı dalganın

birleşerek oluşturduğu karışımın bir ekranınüzerinde oluşturduğu desen

interim = ara, geçiciinterior = iç, iç kısım, zıt anl.= exteriorinterject = araya katmak, eklemekintermediary = aracı, arabulucu, mediator, negotiatorintermediate = ara, ortaintermediate state = geçiş dönemiintermittently = kesik kesik, aralıklarlainternal = dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.=

externalinternal bleeding = iç kanamainternal organ = iç organinternalise = içe atmak, kişiselleştirmek,

öznelleştirmek, özümsemekinternational = uluslararasıInternational Criminal Court = Uluslararası Ceza

Mahkemesi (soykırım, katliam gibi suçlar ileitham edilen kişileri yargılayan uluslararasımahkeme)

International Date Line = Uluslararası TarihDeğiştirme Çizgisi (batıya doğru geçildiğindemevcut tarihin bir gün ileri, doğuya doğrugeçildiğinde ise bir gün geri alındığı 180°meridyeni)

international environment = uluslararası ortam /çevre

interpret = 1) yorumlamak, açıklamak; 2) sözlüçeviri yapmak

interpretation = yorum, yorumlama, açıklama,commentary, remark

interpreter = 1) yorumcu; 2) mütercim, tercümaninterrelated = birbiriyle ilgili / ilişkiliinterrupt = sözünü kesmek, engellemek, yarıda

kesmek, bother, break in, suspendinterstate = eyaletler arası

90 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

interstellar space = yıldızlar arası boşluk (uzayın,yıldız sistemlerinin dışında kalan kısmı)

intertwine = birbirine dola(n)mak, birbirini sarmak /birbirine sarılmak

intertwined = iç içe geçmişinterval = aralık, fasılaintervene in = araya girmek, interfere in, mediateintervening = araya giren, interferingintervention = müdahale, girişim, intercessioninterview = görüşmek, mülakat yapmakintestine = bağırsakintimate = derin, ayrıntılı, (intimate workings = iç

işleyiş, derindeki mekanizma)intimately = derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içeintimidate = gözünü korkutmak, gözdağı vermekintimidation = gözünü korkutma, yıldırma, sindirme,

gözdağı, threatintolerably = dayanılmaz bir şekilde, unbearablyintonation = tonlama, diksiyonintoxicated = 1) sarhoş olmuş, drunk;

2) zehirlenmiş, poisonedintoxication = zehirlenme, poisoningintracerebral haemorrhage = beyin (içi) kanamasıIntracoastal Waterway = Kıyıiçi Suyolu (ABD’nin

doğu ve güneydoğu kıyıları boyunca uzanan,doğal nehirler ve yapay kanallardan oluşan,eğlence ve ticari amaçlı suyolu)

intracranial = kafatası içinde bulunanintraperitoneal adhesion = iç karın zarı boşluğunun

(iltihap vb. nedenlerle) yapışmasıintravenous = intravenöz, damar içine / içinden,

damar yoluyla alınanintricate = karışık, çapraşık, girift, complicated,

complex, zıt anl.= simple, straightforwardintrigue = merak veya ilgisini çekmekintriguing = merak uyandıranintrinsic = kendine özgü, kendi tabiatında olan,

peculiar, innate, zıt anl.= acquiredintroduce smt to = (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya

arz etmek / sunmak / getirmekintroduce = 1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya

koymak, tanıtmak, presentintroduction = 1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım,

sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreyegirme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme,creation, foundation

introverted personality = içe dönük kişilikintrusion = zorla girme, zorla müdahalede bulunmainundate = su ile kaplamak, su basmak, flood,

swamp

inundation = su basması, sel, floodinvade = istila etmek, saldırmak, overrun, assault, zıt

anl.= withdrawinvader = istilacıinvalid = 1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.=

valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabledinvaluable = paha biçilemeyen, çok önemli / değerli,

zıt anl.= worthlessinvariable = değişmez, her zaman olan, constantinvariably = değişmez / şaşmaz bir şekilde, her

zaman, always, ever, constantly, zıt anl.=never, rarely, (Incompetents invariably maketrouble for people other than themselves. =Beceriksizler her zaman diğer insanlarınbaşına bela olurlar.)

invasion = istila, saldırı, akın, intrusioninvasive = 1) invazif, deri altına inen, vücut içi, (tıbbi

bir müdahale için) iğne ile ya da keserek derialtına inmeyi gerektiren; 2) (kanser vs.hücreleri için) istilacı, saldırgan

invent = icat etmek, yaratmak, uydurmak, create,make up

invention = icatinventive = yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt

anl.= uninventiveinventor = mucit, yaratıcı, icat eden (bir şeyi ilk

düşünen veya yapan kişi)inverse = ters, aksi, opposite, contrary, reverseinvert = tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverseinvest in = (bir şey)’e yatırım yapmakinvestigate = araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek,

incelemek, inquire, inspect, examineinvestigation = araştırma, soruşturma, teftiş,

inceleme, inspection, examinationinvestigator = müfettiş, araştırmacı, dedektif,

inspectorinvestigatory = araştırma / dedektiflik ile ilgiliinvestment = yatırıminvestor = yatırımcıinvigorate = canlandırmak, güçlendirmek, stimulate,

zıt anl.= bluntinvigorating = canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici,

stimulating, zıt anl.= tiresomeinvisible = görünmezinvoke = başvurmak, (yardım, koruma vs.) istemek,

resort toinvoluntarily = gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly,

reluctantly, zıt anl.= willinglyinvoluntary = gönülsüz, istemsiz, unintentional,

unwilling, reflexive, zıt anl.= voluntary,deliberate

ÜDS Sözlüğü - 91

www.bademci.com

involve = 1) içermek, kapsamak, include, contain,entail, zıt anl.= exclude; 2) karıştırmak,bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içindeolmak; 4) gerektirmek, istemek, require

involved (in) = (olaya) karışmış, işin içinde olaninvolvement = ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma,

karışma, bulaşma, concern, engagement,participation

involving = kapsayanion = iyon (pozitif veya negatif yüklü atom veya

molekül)IQ score = zeka katsayısı sonucu, Intelligence

Quotient scoreIQ-boosting drugs = IQ arttıran / destekçisi ilaçlariridium = iridyum (çok yoğun, sert, gümüşi-beyaz

renkli bir metal)iris = iris (göz bebeği çevresindeki renkli kısım)iron = demiriron deficiency = demir eksikliğiiron intake = demir alımı / tüketimi, iron

consumptioniron loss = demir kaybıiron status = kandaki demir düzeyiiron store = (vücuttaki) demir stoğu, (vücutta

bulunan) toplam demir miktarıironically = ironik olarakirony = 1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi,

umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay,kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veya manalı) zıtlık

irrational = mantıksız, akıldışı, illogicalirreducible = azaltılamazirregular pattern = (bir hastalığın vb.) düzensiz seyir

izlemesiirregularly = düzensiz olarak, randomly, zıt anl.=

regularly, steadilyirrelevant = konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated,

inappropriate, zıt anl.= relevant

irremediable = çaresi olmayan, tedavisi imkansız,irreparable

irreparable = onarılamaz, tamir edilemez, çaresiolmayan, tedavisi imkansız, irremediable

irresistible = karşı durulmaz, compellingirresponsible = sorumsuz, sorumsuzca, incautious,

thoughtless, zıt anl.= responsible, thoughtfulirreversible = geri döndürülemezirrigation = sulama, wateringirritability = sinirlilik, hırçınlık, asabiyet, petulanceirritable = hırçın, asabi, sinirli, petulantirritant = iritan, tahriş ediciirritation = tahrişischemic stroke = iskemiye (yetersiz kan akımına)

bağlı felçIshtar = İştar (Akad mitolojisinde doğurganlık, aşk ve

savaş tanrıçası)island of Crete = Girit Adasıisle = ada, islandisolate (from) = ayırmak, tecrit / izole etmek,

separate (from), zıt anl.= integrate (into)isolated = toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi

başına, bağlantısız, detachedisolated fact = istisnai olayisolation = ayırma, tecritisotope = izotop (kimyasal açıdan benzer olmalarına

rağmen, çekirdeklerinde farklı sayıda nötroniçermeleri nedeniyle farklı kütleye sahipnüklitlerden her biri)

issue (fiil) = 1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak /vermek; 2) yayınlamak, release, publish

issue (isim) = konu, sorun, mesele, point, matter,question

itch = kaşınmakitching = kaşınma

www.bademci.com

jail = hapishane, prisonjail fever = tifo (Geçmişte, hapishane ve benzeri

kapalı ortamlarda çok çabuk yayıldığı için tifohastalığına bu isim verilmiştir.)

jam = tıkamak, sıkıştırmakJames Clerk Maxwell = 1831-1879 yılları arasında

yaşamış olan İskoçyalı bir matematikçi vefizikçi (yaptığı çalışmalar elektrik vemanyetizmayı ayrı konular olmaktan çıkarmışve ışığın elektromanyetik özelliği olduğunubulmuştur)

jam-packed = hıncahınç dolu, full up, zıt anl.= emptyJanissary = YeniçeriJapanese (isim) = JaponcaJapanese (sıfat) = Japon, Japonya’ya aitjaw = çenejealousy = kıskançlık, envyjelly = jöle, peltejeopardise = tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, riskjeopardy = tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.=

securityJersey = İngiltere’ye ait olan, Fransa’nın kuzeyinde

yer alan bir adajet fuel = jet yakıtıjet lag = (jet uçağı vb.) yüksek hızlı araçlarla başka

saat dilimlerine yolculuk yapıldığında vücutritminin geçici olarak bozulması

jet plane = jet uçağı (hızlı ve yüksek irtifada uçabilenjet motorlu uçak)

jet wind = dağlık alanlardaki geçitlerde esen yüzeyrüzgarları

jetliner = jet motorlu büyük yolcu uçağı, jumbo jetjigsaw puzzle = yapboz, parçalara ayrılmış bir resmi

tekrar bir bütün haline getirme şeklindekibulmaca

job seeker = iş arayan kişiJohn’s Pass = ABD’nin Florida eyaletinde bulunan

bir boğaz

join (in) = katılmak, yer almak, take part (in)joint (isim) = eklemjoint (sıfat) = ortak, müşterek, collective, mutual, zıt

anl.= individual, unilateraljoint inflammation = eklem iltihabıjointly = ortaklaşa, birlikte, together, (The research

was jointly performed by microbiologists andENT specialists. = Araştırma, mikrobiyologlarve KBB uzmanları tarafından ortaklaşayürütüldü.), (The French and British jointlyfunded the Channel Tunnel. = Fransız veİngilizler Manş Tüneli’ni birlikte finanse ettiler.)

jokingly = şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.= seriouslyjourney = yolculukjudge = yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek,

decide, conclude, evaluate, appraisejudgement = yargı, değerlendirme, assessment,

evaluationjudicial = yargıya aitjudiciary = yargıçlar, adliyejudicious = akıllıca, mantıklı, prudentjump-start = 1) destek vererek yürür / çalışır hale

getirmek; 2) aküsü zayıf bir arabayı başka birarabanın aküsüne bağlayarak çalıştırmak

junior = 1) genç, kıdemsiz, zıt anl.= senior; 2) az,küçük

junk food = yüksek kalorili ama düşük besin değerlihazır yiyecekler

junkyard = hurdalıkjust before = hemen öncejustification = gerekçejustify = haklı çıkarmak, temize çıkarmak,

doğrulamak, substantiate, validate, (Timejustified his theories. = Zaman, onun teorilerini/düşüncelerini haklı çıkardı.)

juvenile = gençjuvenile diabetes = genellikle çocuklar ve

ergenlerde görülen insüline bağımlı diyabet

J J J J J

www.bademci.com

Kabul = Kabil (Afganistan’ın başkenti)kcalory = kilokalori (1000 kalori) (gündelik hayatta

besin enerji değerinden bahsederken sözüedilen kalori miktarı), kcalorie

Keck Telescope = Hawaii’deki W. M. KeckGözlemevi’ndeki iki büyük teleskoptan her biri

keen (on) = hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager(to)

keenly = hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekildekeep = tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve,

retain, hold, protect, zıt anl.= release, let gokeep a check on = (bir şey üzerinde) denetim

kurmakkeep abreast of = (bir şey)’den geri kalmamak, (bir

şey)’e ayak uydurmak, olan bitenden haberdarolmak, keep up with

keep ahead = yakından izlemek, üstünlüğükorumak, başlarda yer almak

keep at the ready = hazır tutmak / bulundurmakkeep down = düşük düzeyde tutmak, restrain,

restrict, zıt anl.= encouragekeep forgetting = hep / daima unutmakkeep going = devam etmek, sürdürmek, carry on, zıt

anl.= discontinuekeep off = uzak durmak, stay away (from)keep on = devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.=

stop, cease, quitkeep one’s word = sözünü tutmakkeep orientated = kişinin gerek kendisiyle gerekse

içinde bulunduğu yer ve zamanla ilgili bilincinindevamını sağlamak, bilincini açık tutmak

keep out of = (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıdabırakmak

keep pace with = (bir şey)’e ayak uydurmak, (birşey) ile aynı düzeyi / hızı yakalamak

keep to = sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere tokeep to soft surfaces = yumuşak zeminden

ayrılmamak / yumuşak zemin üzerinde kalmak

keep track of = izlemek, göz kulak olmak, monitorkeep up with = 1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den

geri kalmamak, keep abreast of;2) karşılamak, meet

keep up = devam etmek, sürdürmek, sustain,maintain

keep within = (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasınısağlamak

kerosene stove = gaz ocağı (yakıt olarak gazyağı(parafin) kullanan ocak)

kettle = çaydanlıkkey = çok önemli, crucial, vital, zıt anl.= minorkey point = anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points

in a structure = bir yapının köşe, pencere, kapıgibi mimari detayları)

Keynesian = John Maynard Keynes tarafındanortaya atılmış olan

kidney = böbrekkill off = tamamını öldürmek, yok etmek,

exterminate, wipe outkindness = sevecenlik, iyilikKinetic Theory of Gases = Gazların Kinetik Teorisi

(gazların ısı, hacim, basınç gibi özelliklerini,moleküllerinin yapıları ve hareketleri ileaçıklayan teori)

knee to pelvis = dizden leğen kemiğine kadarknock back = 1) önemli sayılabilecek bir miktar

paraya mal olmak; 2) (içki vs.) yutmak /devirmek

knot = (deniz mili / saat) olarak ölçülen hız ölçmebirimi

knowledgeable = bilgili, konuya vakıfknown = bilinen, zıt anl.= unknownKyoto Protocol = Kyoto Protokolü (küresel ısınma

ve iklim değişikliğini önlemek amacı ileoluşturulmuş uluslararası bir protokol)

K K K K K

www.bademci.com

lab = laboratuar, laboratorylabel (fiil) = etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmeklabel (isim) = etiketlabelling = etiketlemelaborious = yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy,

hardlaboriously = yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela,

ardouslylabour = çalışmak, emek vermeklabour force = iş / emek gücü, çalışan kesimlabour market = işçi / emek piyasasılabour productivity = iş verimliliğilabour union = işçi sendikası, trade-unionlabourer = işçi, workerlabour-saving = iş gücünden tasarruf sağlayanlaceration = laserasyon (yırtılmaya bağlı oluşan

yara)lack (fiil) = (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum

olmak, be short of, be without, zıt anl.= have,own

lack of (isim) = (bir şey)’den yoksunluk, mahrumolma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of),deficiency, zıt anl.= abundance

lacking in sympathy = merhamet göstermemeklactic acidosis = laktik asidoz (bir tür hücre

zehirlenmesi)lactose intolerance = laktoz intoleransı (doğuştan

gelen, hastanın (süt ve süt ürünleri gibibesinlerde bulunan) laktozu sindirememebozukluğu)

ladder = el merdiveni (iki uzun çubuğun arasınayatay olarak çakılmış kısa basamaklardanibaret olan merdiven)

lake = gölland = (uçak vs. için) in(dir)mekland mine = kara mayınılander = görevi gezegenin yüzeyine inmek olan uzay

aracı, zıt anl.= orbiterlandfill = arazi doldurma (çöplerin toprakla

karıştırılıp yığılması)landing = (uçak için) inişlanding gear = iniş takımlarılanding-wheel = iniş tekerleği

landlocked = her tarafı karayla çevrili, denize kıyısıolmayan

landmark = sınır taşı, nirengi noktası, dönümnoktası (herkesçe bilinen ve yol tariflerindekullanılan dağ, tepe gibi yerler veya kule,özelliği olan bir bina vs.)

landscape = arazi, arazi manzarasılandslide = 1) toprak kayması; 2) seçimde oyların

çoğunu toplamalandslip = toprak kaymasılanugo = yaprağı, böceği veya doğumdan önce

bebeği kaplayan ince tüylerlapse = duraklama, break, pauselarge intestine = kalın bağırsaklargely = büyük ölçüde, greatly, mostlylarge-scale = geniş çaplı, büyük ölçeklilast = 1) sürmek, devam etmek, endure;

2) tükenmemek, dayanmaklast resort = son çarelasting = devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term,

permanent, zıt anl.= temporary, (She left alasting impression on her boyfriend that shehad broken off with. = Kız, ayrıldığı erkekarkadaşında kalıcı bir iz bıraktı.)

latch = tutunmak, attachlate = eski, formerlate Cretaceous period = Geç Kretase Dönemi

(dinozorların yaygın olarak yaşadığı yaklaşık100 ile 65 milyon yıl öncesi arasındaki dönem)

late starter = (konuşmaya vs.) geç başlayanlatecomer = geç gelen, sonradan gelenlatent = belirti göstermeyen, gelişmemiş, gizlilater Middle Ages = Geç Orta Çağ (Avrupa

Tarihi’nde yaklaşık M. S. 1300-1500 yıllarıarasında kalan dönem)

lateral hypothalamic area = hipotalamusun lateralbölgesi (yan kısımları)

laterally = yana doğrulatest = en son, en yeni, newest, most recentlatitude = enlemlatter = (iki şeyden) ikincisi, sonraki, latest, second,

zıt anl.= previous, formerlattice = kafes biçimli yapı, ızgaralaughter = gülüş, kahkaha

L L L L L

ÜDS Sözlüğü - 95

www.bademci.com

launch (fiil) = 1) başlatmak, initiate, zıt anl.=terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için)fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek

launch (isim) = 1) kuruluş, başlama, hizmete girme,kullanıma sunma, initiation, introduction, zıtanl.= termination; 2) (uzay aracı, roket, füzevs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denizeindirilme

launch system = (uzay aracı, roket, füze vs. için)fırlatma sistemi

launcher = fırlatıcı, iticilaunching = fırlatmalava = lavlavish = savurgan, müsriflaw = yasa, kanunlaw-abiding = yasalara uyan / saygılılaw-breaker = yasalara aykırı işler yapan kişilaw-breaking = yasaya karşı gelme, yasadışı işler

yapmalawsuit = davalaxative = laksatif (kabızlığı tedavi etmekte

kullanılan ilaç)lay = döşemek, yatırmak, sermek, put, placelay bare = açığa / ortaya çıkarmak, reveal, zıt anl.=

hide, conceallay down = koymak, yapmak, sermek, set down, put

downlay eggs = yumurta bırakmaklay the foundations = temelini atmaklayer = 1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs.

açısından) derinliklayer of epidermis = epidermis tabakası (üst deri

tabakası)layer of fat = yağ tabakasılayman = mesleği olmayan kişilead (smo) (to) (fiil) = (birisini) yönetmek, (birisine)

önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru)götürmek, guide (smo) (to), conduct

lead exposure = kurşuna maruz kalmalead into = (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmeklead shot = kurşun saçmalead to (fiil) = (bir şey)’e yol açmak, neden olmak,

causelead-based = kurşun bazlıleading = önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.=

secondaryleading cause = önde gelen neden / sebepleague = 1) (spor için) lig; 2) birlik, unionleak (fiil) = sız(dır)mak, seep

leak (isim) = sızıntıleak away = sızarak tükenmek / kaybolmakleak out = (kan, sıvı vs. için) dışarı sızmak, sızıntı

yapmakleakage = (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırmalean = yağsız, zayıf, sıskalean against = (bir şey)’e karşı olmak, (bir şey)’den

yana olmamaklean tissue = kas dokuleaning = yana yatmış, eğrileap (into) = atlamak, sıçramakleap = sıçrama, atlamaleap forward = ileriye doğru sıçramak / atlamak /

fırlamakleap year = artık yıl (4 yılda bir Şubat ayının 29 gün

çektiği yıl)learning = ilim, tahsillease = kiralamak, kiraya vermek, rentleave behind = geride bırakmakleave office = görevi bırakmak, zıt anl.= take officeleave out = hesaba katmamak, dışarıda bırakmak,

hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıtanl.= include, (Leave this case out. He has gotnothing to do with our retrospective study. =Bu vakayı hariç tutun. Bizim retrospektifçalışmamızla hiç alakası yok.)

lecture (fiil) = konferans vermek, (üniversitede) dersvermek

lecture (isim) = (üniversitede) konferans, derslecture hall = (üniversitede) derslikleftover = artan, fazlalık, excessleft-wing = solculegacy = geçmişin kalıntısı, arta kalan şey, miras,

(British people are thrifty. This trait of theirs isa legacy of pre-war unemployment. = İngilizlercimridir. Bu özellikleri savaş öncesi işsizlikzamanlarından kalmadır.)

legal = yasal, hukukilegal battle = hukuksal savaşlegal system = hukuk / adalet sistemilegally blind = (yasalara göre / resmen) görme

özürlü (olduğu kabul edilmiş kişi)legend = destan, efsane, myth, epiclegion = lejyon (antik Roma ordusunda askeri bir

birim, alay)legislation = 1) yasama, kanun yapma, enactment;

2) yasalar, kanunlar, lawslegislative = yasa yapma ile ilgili, yasamaya ait,

kanun yapan, yasal

96 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

legislative and executive = yasal ve idarilegislator = yasa yapıcılegitimate = yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt

anl.= illegitimate, illicit, illegallegume = baklagiller familyasına dahil bitkiler ve

bunların tanelerileisure = serbestlik, boş zaman, (vakit geçirme ya da

dinlenme amaçlı) eğlenceleisure time = boş zamanleisurely = telaşsız / sakince yapılan, relaxed,

unhurried, casual, zıt anl.= formallend = ödünç vermek, zıt anl.= borrowlend insight to = (bir şey)’in iç yüzü hakkında fikir

vermelength = 1) uzunluk; 2) süre, müddet, durationlengthy = uzun, uzun uzadıyalesion = lezyon (yara, fonksiyon bozukluğu)less still = daha da azless than half as much = (daha önce bahsi

geçenin) yarısından daha azlesser = daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.= greater,

superiorlest = (bir şey ol)masın diye, korkusu ile, in caselet alone = bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even

make a phone call let alone send images. =Bırak resim göndermeyi, telefon bileaçamıyorum. - cümlesinde olduğu gibiolanaksızlığın boyutunun büyüklüğünüvurgulamak için kullanılır.)

let down = 1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşaçıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığınauğratmak, forsake, disappoint

let go = serbest bırakmak, koyvermek, salıvermek,release

let out = dışarı çıkmasına izin vermek, salıvermek,emit

let through = geçmesine izin vermeklethal = öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt

anl.= harmless, safelethal injection = zehir enjeksiyonu, (death by lethal

injection = zehir enjeksiyonu ile ölüm / idamcezası)

lethargy = letarji, uyuşuklukleukemia = lösemi (kan kanseri)leukemogenic = kan kanserinin nedeni olarak

gösterilen faktörle ilgilileukocyte = lökosit (akyuvar)

level (fiil) = 1) eşit hale getirmek, (level socialdifferences = sosyal farklılıkları gidermek /sosyal açıdan eşit hale getirmek);2) düzlemek, pürüzsüz hale getirmek (level theground for construction = inşaat için yeridüzlemek)

level (isim) = 1) seviye, düzey; 2) düz, düzayaklevel of income = gelir düzeyilevel out = dengeye gelmek, dengelenmeklever = kaldıraçlevy = vergi, harç, tax, dutyliability = sorumluluk, yükümlülük, borç,

responsibility, obligation, debt, zıt anl.=immunity, exemption

liberally = cömertçe, generously, amply, zıt anl.=insufficiently

liberate = özgürlüğüne kavuşturmak, serbestbırakmak, free, zıt anl.= enslave, restrict

liberty = özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıtanl.= slavery

librarianship = kütüphanecilikLibya = Libya (Kuzey Afrika’da bir ülke)Libyan = Libya ile ilgili, Libya’ya aitlicence = lisans, ruhsat, ehliyetlie ahead = gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin)

beklemesi, başına gelecek olmak, (Followingthe diagnosis of her disease as cancer, shewill need all her strength and bravery to copewith what lies ahead. = Hastalığının kanserolarak teşhis edilmesinden sonra, gelecektekendisini bekleyen zorluklar ile baş edebilmekiçin bütün gücünü ve cesaretini toplamayaihtiyacı olacak.)

lie around = miskinlik yapmak, tembellik etmek,hang around, laze, zıt anl.= work, toil

lie buried = gömülü kalmaklie hidden = saklı kalmaklie in = 1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak,

exist in the form of; 2) (bir şey)’denkaynaklanmak, originate in, (The causes ofthe war lie in the greed and incompetence ofpoliticians on both sides. = Savaşın nedenleri,iki tarafın politikacılarının da açgözlülüğü veyetersizliğinden kaynaklanmaktadır.)

lie on = (bir yerde) uzanmak, durmaklie under = (deri, neden vs.) altında bulunmak /

yatmaklife expectancy = yaşam beklentisi, olası yaşam

süresi, ortalama ömür, average life span

ÜDS Sözlüğü - 97

www.bademci.com

life span = ömür, lifetime, life expectancylife support = yaşam desteği (insanın (örn. uzayda)

hayatta kalması için gerekli olan oksijen, su,besin, ısınma gibi ihtiyaçların sağlanması)

life will = yaşama isteği, will to livelifelong = ömür boyu (süren)lifestyle = yaşam biçimilifestyle behaviour = (bir kişinin) yaşam tarzını

belirleyen davranışlife-threatening = hayatı tehdit edenlifetime = ömürlifetime health risk = yaşamboyu sağlık riskilift (fiil) = yükseltmek, raise, elevatelift (isim) = teleferik, asansörlight up = aydınlatmak, aydınlanmak, illuminate,

brighten, zıt anl.= darken, fadelightheadedness = sersemlemiş / düşecekmiş gibi

olma halilight-hearted = telaşsız, endişesiz, kaygısızlighting fixtures = elektrik / aydınlatma tesisatılightning = yıldırımlike finding a needle in a haystack = samanlıkta

iğne aramaya benzerlikelihood = olasılık, ihtimal, possibility, chancelikely to = olası, muhtemel, beklenen, probable,

expected, zıt anl.= improbable, unlikelylikely to prove controversial = tartışma yaratması

muhtemel / beklenenlike-minded = aynı düşüncede olan, görüşleri

birbirine benzeyenliken to = (bir şey)’e benzetmek, compare with / to,

equate tolikeness = 1) benzerlik, görünüş; 2) tasvir, resimlikewise = benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarlylimb = kol, bacak, kuyruk, kanat gibi organlardan her

biri, appendagelimb-bone = kol veya bacaklara ait kemiklime = kireçlime scale = kireç tortusulimit (to) = (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak /

kısıtlamaklimitation = sınırlama, limitasyonlimited (to) = (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to),

zıt anl.= free (of / from)line = (iç yüzeyini) kaplamaklineage = (akrabalık / tarih vs. bakımından) köklinear algebra = doğrusal / lineer cebir (vektörler ve

lineer denklemler ile yapılan işlemler ile ilgilimatematik dalı)

linear strip = doğrusal şeritlinearly = doğrusal olarak, düz bir hat üzerindelinen = 1) keten, keten kumaş; 2) ev tekstililingua franca = 1) uluslararası ticari dil; 2) eskiden

Akdeniz sahillerinde konuşulan, İtalyanca’danbozma dil

linguist = dilbilimcilining = astar, iç kaplamalink to / with (fiil) = (bir şey) ile / (bir şey)’e

bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek,connect to / with, combine with, zıt anl.=separate from, detach from

link (between) (isim) = bağ, bağlantılip = dudaklipid = lipid (hücrenin temel yapıtaşlarından olup

kloroform ve eter gibi organik solventler içindeçözünebilen yağsı madde)

lipoprotein = lipoprotein (bir lipid ile birleşmiş olarakbulunan protein)

liquid = sıvıliquid blood = sıvı halde kanliquid protein = sıvı proteinlistlessness = kayıtsızlık, kaygısızlık, apathyliteracy = okuryazarlık, (classical musical literacy =

klasik müzik bilgisi / anlayışı)literally = tam anlamıyla, gerçekten, actually, truly,

zıt anl.= figurativelyliterary = yazınsal, edebiliterary intellectual = edebiyatla ilgilenen / uğraşan

entellektüel kimseliterary life = yazınsal / edebi hayatliterary work = yazınsal / edebi eserliterature = 1) edebiyat; 2) literatür (belli bir konuda

yayınlanmış bilimsel çalışmaların bütünü)lithium = lityum (gümüşi beyaz renkli yumuşak bir

alkali metal; bilinen en hafif metal)lithography = litografi (taş basması)little known = fazla tanınmamış, az bilinen, zıt anl.=

well-known, famouslive = (layv şeklinde okunur) canlılive out = sonuna kadar yaşamaklive up to expectations = beklentileri karşılayacak

düzeye gelmeklive animal market = canlı hayvan pazarılivelihood = geçim, geçim yolu, subsistence,

sustenanceliver = karaciğerliver surgery = karaciğer cerrahisi

98 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

livestock = çiftlik hayvanlarılivestock pasture = otlak, meraload (fiil) = yüklemek, doldurmakload (isim) = yükloan = kredi, creditloan assassin = kiralık katil / suikastçılocal = 1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal

(vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıtanl.= general

local doctor = aile hekimilocal ethnic food = yerel / mahalli / belli bir kültüre

ait yemeklerlocal foodstuff = bir yere özgü / yöresel yiyeceklocalise = belirli bir yere sınırlamaklocally = yerel / mahalli olaraklocate = konumlandırmak, yerini saptamak, (bir

yerde) yerleşmek, position, spot, stationlocated = bir yerde bulunmak, situatedlocation = belirli bir yer, konum, mahal, (A new job

means a new employer, a new location and anew set of colleagues. = Yeni bir iş, yeni birişveren, yeni bir mekan ve yeni iş arkadaşlarıdemektir.)

lock = (kapıyı, valizi vs.) kilitlemeklock away = kilitli tutmak / saklamaklocomotion = lokomosyon (enerji harcayarak ve

kuvvet uygulayarak yer değiştirme)lodge in = 1) (bir yer)’e yerleş(tir)mek (bir yer)’de

yaşamak; 2) (bir şeyin) içinde sıkışıp kalmak,içine gömmek, saplamak

log (fiil) = ağaç kesip kütük haline getirmeklog (isim) = kütüklogging = ağaç kesip kütük yapma işilogical reasoning = mantıklı düşünmelogically = mantıken, mantıklı olaraklogistical = lojistik (nakliye, hareket etme / ettirme ile

ilgili)logistics = 1) lojistik (askerlikte personel ve

teçhizatın nakledilmesi); 2) nakliyeciliklong (for) = hasretini çekmek, çok arzulamak, desirelong = 1) uzun zamandır, for a long time, (Have you

been waiting long? = Uzun zamandır mıbekliyorsunuz?); 2) uzun uzadıya, (He took along look at the woman’s picture. = Kadınınresmine uzun uzadıya baktı.)

long exposure = 1) (fotoğrafçılıkta) uzun pozlama(poz süresini ayarlayarak veya deklanşörebasılı tutarak ışığın filme uzun bir süreboyunca işlemesini sağlama tekniği); 2) uzunpozlama yöntemi ile alınan görüntü

long periods = uzun süre(ler)long-closed = uzun süredir kapalılongevity = uzun ömürlülüklong-held contention = uzun zamandır

(doğruluğuna) inanılan bir görüşlongitude = boylamlong-lasting = uzun ömürlü, uzun süre dayanan,

long-livedlong-range = uzun mesafeli / menzillilongstanding = çok eski, uzatmalı, uzun zamandır

gündemde / geçerli olan, (The elders of thetwo families have finally agreed to shakehands and put an end to the longstandingfeud. = İki ailenin büyükleri nihayet el sıkışıpuzun zamandır var olan düşmanlığa bir sonvermeye razı oldular.), (a longstanding lover =uzatmalı sevgili)

long-term effect = uzun vadede görülen etkilong-term memory = uzun süreli hafızalongtime (ya da long-time) = uzun süreli (a longtime

friendship = uzun süreli bir arkadaşlık)look after = (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak

olmak, keep an eye onlook down on = küçümsemek, hor görmek, tepeden

bakmak, despise, scorn, zıt anl.= exalt, glorifylook forward to = sabırsızlıkla beklemek, iple

çekmek, can atmak, expect, hope forlook in (on) = (kısa bir) ziyaret yapmak, uğramak,

visitlook into = araştırmak, soruşturmak, incelemek,

check out, inspectlook out for = (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for,

(The police warned the shopkeepers to lookout for forged notes. = Polis, dükkansahiplerini sahte banknotlara dikkat etmelerikonusunda uyardı.)

look over = incelemek, göz gezdirmek, examine,inspect

look through = 1) gözden geçirmek, incelemek,examine, search; 2) (bir şeyin arasından /içinden) bakmak

look up = 1) (sözlükte, kitapta vs. bir şey) aramak,search; 2) iyileşmek, düzelmek, improve

lookout = 1) gözetleme yeri; 2) arayışloom = dokuma tezgahıloosely = gevşekçe, zıt anl.= tightlylooting = yağmalamalorry = kamyon, trucklose faith = inancını / güvenini kaybetmek

ÜDS Sözlüğü - 99

www.bademci.com

lose ground = gerilemek, rağbet görmemek, regress,fall back, zıt anl.= gain ground

lose out = başarısız olmak, fail, zıt anl.= succeedlose the favour of = (bir kişi)’nin gözünden düşmekloss = azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of

life = can kaybı), (loss of appetite = iştahkaybı)

loss of muscle = güç kaybılost in = 1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in

içinde kaybolmuşloudly = yüksek sesle, (speak loudly = yüksek sesle

konuşmak)louse = (çoğul: lice) bitLouvre = Louvre Müzesi (Paris’te bulunan ve içinde

pek çok ünlü sanatçının eserlerini barındırandünyaca ünlü bir müze)

lovely = sevimli, şirin, güzel, prettylow-crime = suç oranı düşüklow in = (bir şey) açısından / bakımından fakir, (low

in vitamins = vitamin bakımından fakir)low profile = reklamı sevmeyen ve geride duran bir

kişinin çizdiği profillow-carbohydrate = düşük karbonhidratlılow-density lipoprotein = düşük yoğunluklu

lipoprotein, LDLlower = azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt

anl.= increaselower back = sırtın alt kısmılower courses = temelin ya da su basmanın hemen

üzerindeki taş sıralarılowercase = küçük harflerle yazılmış olan kısım,

küçük harflow-impact = (düşmek, yaralanmak, bir yerini

incitmek gibi) darbeler ve tehlikeler açısındandaha güvenli olan (Walking is a low-impactexercise for a pregnant woman to do. =Yürüyüş, hamile bir bayanın güvenleyapabileceği bir egzersizdir.)

lowland = düz arazi, ovaloyal (to) = sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.= disloyal

(to)loyalty = sadakat, vefa, bağlılıklubricant = kayganlaştırıcılubricate = kayganlaştırmak, yağlamaklubrication = yağlamalucid = kolay anlaşılır, açık, berrak, obvious, clear,

transparent, zıt anl.= ambiguousluckily = iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.=

unfortunatelylumbar lordosis = omurganın bel bölümünün öne

doğru aşırı kavis göstermesi halilumbar puncture = bkz. spinal taplumen = lumen (bağırsak gibi tüp şeklindeki bir

organın iç boşluğu)lump = yumru, şişlunar = aya ait, ayla ilgililunar soil = ay toprağılung = akciğer (Diğer organlar gibi the artikeli alır ve

genellikle çoğul kullanılır: the lungs)lung disease = akciğer hastalığılupus = lupus (ülserleşme eğilimi gösteren

lezyonlarla belirgin herhangi bir kronik derihastalığı)

lure (into) = ayartmak, kandırmak, imrendirmek,cezbetmek, charm, tempt (to)

lurk = gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide,lie in wait

lush = bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.= aridLyme disease = lyme hastalığı (geyiklerde yaşayan

bir tür kenenin taşıdığı bir bakteri yoluylabulaşan bir enfeksiyon)

lymph node = lenf nodülü (çok küçük lenf kitlesi)lymphocytic leukemia = lenfatik lösemimade up of = (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan

www.bademci.com

magic = sihir, büyümagma = magma (yerkabuğunun altındaki manto

tabakasını oluşturan eriyik kaya)magnetism = manyetizmamagnetostriction = manyetostriksiyon, manyetik

büzülme (manyetik alana maruzbırakıldıklarında bazı malzemelerinboyutlarının küçülmesi)

magnificence = ihtişam, görkemmagnificent = görkemli, harika, marvellousmagnify = (büyüteç ile) büyütmek, büyük göstermekmagnifying glass = büyüteçmagnitude = büyüklük, boyutmain = ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.=

secondary, subordinatemain stream of music = müziğin ana eğilimi /

gidişatımainland = anakaramainly = büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chieflymains electricity = (şehir) şebeke elektriğimainstream = 1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce

veya davranışları temsil eden; 2) ana / genelgörüş

maintain = 1) bakım yapmak, muhafaza etmek,bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek,devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, teminetmek, provide

maintain (that) = iddia etmek, (belli bir fikri)savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak,assert (that), claim (that)

maintenance = 1) (makine vs. için) bakım, onarım,muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme /koruma / direnme gücü

maintenance rules = bakım şartnamesimaize = mısır, cornmajor = geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl,

chief, primary, great, zıt anl.= minor,unimportant, little

majority = çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.= minoritymake a break with = yıkmak, kırmakmake a comeback = (anestezi sonrası) derlenme,

kendine gelme, uyanmamake a difference = fark yaratmak

make a fool of = (birisini) aptal durumunadüşürmek, humiliate

make a living = hayatını kazanmak, earn a livingmake a point of = özen göstermek, dikkat etmek ( I

always make a point of spending Saturdayswith my children. = Cumartesi günleriniçocuklarımla geçirmeye büyük özengösteririm.)

make smt available to smo = bir şeyi birisi içinkulanılabilir hale getirmek

make better paper = daha iyi kağıt olurlar,(onlardan) daha iyi kağıt olur

make clear = açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminatemake do with = (bir şey) ile yetinmek / idare etmek,

subsist, get by, (When we were young, we hadto make do with second-hand clothes. = Bizküçükken, ikinci el kıyafetlerle yetinmekzorundaydık.)

make effort = çaba / gayret göstermek, strugglemake for = 1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e

ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortayaçıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance,contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e nedenolmak, cause (smt) to happen

make history = tarihe geçmek, tarih yazmakmake inroads (into) = gedik / yol açmakmake it clear (that) = açıklıkla ifade etmek, açıkça

belirtmekmake it possible = mümkün kılmak, olanaklı hale

getirmek, allow, enable, zıt anl.= disablemake life tougher for smo = bir kişiye zorluklar

çıkarmakmake matters worse = durumu kötüleştirmekmake money = para kazanmakmake no use of = kullanmamak, yararlanmamak, zıt

anl.= utilise, make use ofmake off = aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek,

make away, escapemake on = (bir şey üzerinden) kar sağlamak, para

kazanmakmake one wonder = insanı düşündürmek, ister

istemez bir merak uyandırmakmake one’s way = ilerlemek, yol kat etmek, hayatta

başarılı olmak, advance

M M M M M

ÜDS Sözlüğü - 101

www.bademci.com

make out = 1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek,çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek,perceive, understand; 2) başarmak, besuccessful

make out to = ima etmek, üstü kapalı söylemek,intimate, imply, suggest

make over = (bir malın) mülkiyetini (başkasına)vermek, devretmek

make sense = mantıklı gelmek, anlaşılır olmakmake sense of = (bir şey)’den anlam çıkarmak,

doğru yorumlamakmake sure (of / that) = emin olmak, garanti etmek,

ascertain, zıt anl.= be uncertain, (Beforeleaving home, make sure that the gas heateris turned off. = Evden çıkmadan önce ocağınkapalı olduğundan emin ol.)

make up = düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak,uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose,form, invent

make up for = (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi)tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafietmek, compensate for

make up smt out of smt = bir şeyden (başka) birşey imal etmek / yapmak

make up one’s mind (about) = (konusunda) kararavarmak, decide (on)

make up to = yaranmaya çalışmak, (People onlymake up to him because of his wealth. =İnsanlar, ona sadece zenginliğinden dolayıyaranmaya çalışıyorlar.)

make use of = kullanmak, yararlanmak, utilise,benefit from, zıt anl.= make no use of

make visible = görünür kılmak, açığa vurmakmake way for = yol vermek, önünü açmakmakeshift = derme-çatma, geçicimakeup = yapı, içerik, structure, composition,

formationmalady = hastalık, disease, illnessmale fight = bazı hayvan türlerinin erkek bireyleri

arasında, dişileri ve / veya sürünün liderliğinielde etmek amacı ile yapılan dövüş

Mali = Mali (Batı Afrika’da bir ülke)malignancy = (tümör için) kötü tabiatlı / huylu olma

niteliğimalnourished = yetersiz / kötü / dengesiz

beslenmiş, undernourished, zıt anl.= well-nourished

malnutrition = kötü beslenme, beslenme bozukluğumalpractice lawsuit = yanlış teşhis ya da tedavi

nedeniyle hekimlerin karşı karşıya kaldıklarıhukuki dava

malt = malt (genellikle bira yapmak içinçimlendirilmiş tahıl)

mammal = memeliman = insan(lık), human(ity)manage = 1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek,

administer, run, conduct; 2) başa çıkmak,üstesinden gelmek, becermek, accomplish,succeed (in / at), handle, tackle, deal (with),cope (with), zıt anl.= fail (to)

management = 1) yönetim, idare, administration;2) (hastalık vs. için) başa çıkma

management regime = yönetim sistemimandate = (resmi olarak) emretmek, zorunlu kılmak,

commandmandatory = zorunlumanifest = açıkça göstermek, belirtmek, display,

reveal, zıt anl.= hidemanifestation = belirti, gösterge, indication,

symptommanipulate = (bir çıkar veya amaç için) kullanmak,

değiştirmek, kurcalamak, fiddle with, tamperwith

manipulation = 1) (bir çıkar veya amaç için)kullanma, fiddling; 2) dalavere

manipulator = 1) bir cihazı vs. idare eden kişi,operatör; 2) manipülatör, aklını kullanarakbaşkalarını yöneten kimse

mankind = insanlık, humanity, manman-made = insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.=

naturalmanned = insanlımanned mission = (örn. insanlı bir uzay aracı ile

yapılan) insanlı görevmanner = 1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usulmanoeuvrable (ya da maneuverable) = manevra

yaptırılabilir, manevra yeteneği yüksekmantle = manto (yerkürenin çekirdeğinin dışında, yer

kabuğunun ise altında yer alan magmanınbulunduğu tabaka)

manual = rehber (kitap), elkitabımanually operated = elle kullanılan / çalıştırılanmanufacture = imal etmek, producemanufactured = imal edilmiş / üretilmişmanufacturer = üretici, imalatçı, producermanure = gübre, muckmanuscript = el yazması, müsveddemany a = pek çokmarble = 1) mermer; 2) bilye, misketmarch = yürüyüş

102 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

marginal = düşük, önemsiz, ufak, minor, slight, zıtanl.= gross, vast

marijuana = mariyuana (kenevir bitkisininyapraklarının sigara gibi içilmesi ya daçiğnenmesi yoluyla aşırı zindelik ve mutlulukhissi veren uyuşturucu)

marine (isim) = deniz piyadesimarine (sıfat) = denize / denizciliğe ait, (canlılar için)

denizde yaşayan, maritimemarine biodiversity = deniz canlılarının çeşitliliğimarine life = deniz yaşamı, deniz canlılarının bütünümarine reptile = deniz sürüngenimarine species = denizde yaşayan canlı türü / türlerimaritime = deniz veya denizcilikle ilgili, marinemark = göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak,

point out, showmarked = belirgin, göze çarpan, obvious, noticeable,

zıt anl.= inconspicuousmarkedly = belirgin şekilde, açıkca, noticeably,

clearlymarker = işaret, im, belirtimarket = pazar, piyasamarketing = pazarlamamarketplace = pazar (yeri)marrow = ilik, öz, kemik iliğimarsh = batak, bataklıkMartian = Mars gezegeni ile ilgili, Mars gezegenine

aitMaryland = Maryland (Batı ABD’de yer alan ve

bugün ABD’nin ortalama gelir düzeyi enyüksek olan eyaleti)

mask = kamufle etmek, gizlemek, örtmek, covermass = hacim, yığınmass production = seri üretimmass unemployment = toplu / büyük çaplı işsizlikmass vaccination = kitlesel aşılama, aşı

kampanyasımassacre = katletmek, kırıp geçirmekmasses = halk yığınlarımassive = büyük, muazzam, çok büyük, büyük

kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıtanl.= tiny, (The social impact of this economiccrisis will be massive. = Bu ekonomik krizinsosyal yaşama vuracağı darbe çok büyükolacak.)

master = iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, graspmasterly = ustaca, ustalıklımasterpiece = başyapıtmat = hasır, paspas

match (with) (fiil) = uymak, benzemek, eşleş(tir)mek,bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to)

match for (isim) = (bir şey) ile denk, (bir şey) ilekarşılaştırılabilir

matchstick = kibrit çöpümate (with) (fiil) = (hayvanlar için) çiftleş(tir)mekmate (isim) = (genellikle hayvanlar için) eşmaterial = maddematerialise = gerçekleşmek, be realised, actualise,

zıt anl.= failmaternal = anneliğe özgü, anne tarafından, motherlymaternity = annelikmathematical precision = matematiksel kesinlikmathematical reasoning test = matematiksel

mantık yürütme testimathematician = matematikçimath-reasoning problem = matematiksel düşünme

gerektiren problem, matematik problemimating = çiftleşmematriculate = (üniversiteye) öğrenci olarak

kaydolmakmatrix algebra = matris cebiri (matrisler üzerinde

yapılan işlemler ile ilgili matematik dalı)matter = 1) konu, sorun, mesele, point, issue,

question; 2) madde, özdekmatter of dosing = (belli bir dozda) ilaç verme

sorunu / konusumature (fiil) = 1) olgunlaşmak; 2) (borç vs. için)

vadesi gelmekmature (isim) = olgun, ergin, fully developed, ripe, zıt

anl.= immaturematurity = olgunluk, full development, zıt anl.=

immaturitymaul = (döverek) yaralamak, hırpalamakmaxim = özdeyiş, özlü sözmaximum = (çoğul: maxima) bir dalganın en üst

noktasımay well = pekala … (olabilir / yapabilir) deMaya = Maya (Orta Amerika’da M. Ö. 6. yy ile M. S.

16. yy arasında etkili olmuş bir uygarlık)meagre = yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt

anl.= abundant, sufficientmeal = yemek, öğünmean (isim) = (matematikte) ortalamamean (sıfat) = 1) ortalama, average; 2) saldırgan,

tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.= kindmeaningful = anlamlı, zıt anl.= meaingless,

purposeless

ÜDS Sözlüğü - 103

www.bademci.com

means (of) = 1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem,vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe,varlık, gelir, para, wealth, income, funds

means of production = üretim araçlarımeans of treatment = tedavi şekilleri / yöntemlerimeanwhile = bu arada, bu esnadameasles = kızamıkmeasure (fiil) = ölçmek, ölçüsü / değeri … olmak, . . .

olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculatemeasure (isim) = 1) önlem, tedbir, precaution;

2) miktar, ölçü, düzeymeasure up = istenilen ölçülere / kriterlere uygun

olmakmeat = etmechanistic = mekanik, makine benzeri, sanatsal /

estetik / insani yönü olmayan, zıt anl.= artisticmeddle with = (birisi) ile uğraşmak, (işine) karışmak

/ burnunu sokmakmedia = araçlar, ortam, medyamedia attention = medyanın ilgisimedial epicondylitis = medial / içyan epikondilit

(golfçu dirseği adıyla da bilinen, dirsekekleminin iç kısmında ve genellikle golfoyuncularında görülen ağrılı durum)

mediate = aracılık / arabuluculuk etmek, arayagirmek, intercede

medical = tıbbimedical advice = tıbbi önerimedical attention = tıbbi müdahalemedical dominance = tıp alanında üstünlük,

hakimiyetmedical profession = tıp / sağlık mesleğimedical school = tıp fakültesimedical science = tıp bilimimedical subject = tıbbi konumedical treatment = tıbbi tedavimedically = tıbben, tıbbi olarakMedicare = sağlık güvencesi (ABD ve bazı ülkelerde

65 yaş üzeri yaşlılar, engelliler ve kronikböbrek hastaları için devletin sağladığı ücretsizsağlık hizmeti)

medication = medikasyon (tıbbi tedavi), ilaç verme,ilaçla tedavi etme, ilaç

medicine = 1) tıp; 2) ilaç, medication, drugmedieval = ortaçağa ait / özgümeditation = meditasyon (düşünceyi yoğunlaştırarak

bilinç düzeyini yükseltmeyi veya zihniboşaltarak rahatlatmayı amaçlayan zihinselaktivite), derin düşünme

Mediterranean Sea = Akdeniz

medium = (çoğul: media) araç, ortammeet = yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün

için) uymak, kaçırmamak, atlamamak,accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.= fail to meet

megacity = büyük şehir, megakentmegalith = megalit (anıtsal mimaride kullanılan çok

büyük yekpare taş)megalithic = çok büyük yekpare taşlardan yapılmamelanin = vücutta deri, saç, göz, beyin ve diğer bazı

oluşumlara siyah renk veren pigmentmelt = erimek, ergimek, eritmekmeltdown = (nükleer reaktör için) erimemeltwater = buzun erimesiyle ortaya çıkan sumember = üyememorise = ezberlemek, learn by heartmemory = 1) hafıza, bellek; 2) hatıra, anımemory loss = hafıza kaybı, amnesiamenace (fiil) = başa bela olmak, tehdit etmek,

threatenmenace (isim) = tehdit, baş belasımenagerie = küçük hayvanat bahçesimenial job = hizmet, ağır emek, zorluk içeren,

genelde düşük ücretli işmeningeal = membranlarla ilgilimeninges = beyni örten 3 membrandan birimeningitis = menenjit hastalığı (beyin zarlarının

iltihabı)menstruation = menstruasyon, âdet, aybaşımental = mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile

ilgili)mental activity = zihinsel faaliyetmental alertness = zihinsel uyanıklık, tetikte olma

halimental computation = akıldan hesaplamamental health = akıl sağlığımental health centre = akıl sağlığı merkezimental illness = akıl hastalığımental picture = zihinde canlandırmamental retardation = zeka geriliğimentally disturbed = akıl hastasımentally handicapped = zihinsel özürlü / engellimentally stable = akıl sağlığı yerindemention = 1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring

up; 2) başvurmak, turn to, resort tomerchant = tüccar, tradesmanmerciful = merhametlimercuric chloride = civa klörür (tarım ilacı ya da

antiseptik olarak kullanılan çok zehirli birbileşik)

104 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

mercury = civamercury-based preservative = civa bazlı koruyucumere = sadece, yalnızca, basit, sole, simplemerely = sadece, yalnızca, only, just, solelymerge (into) = içine karışmak, mix, join, zıt anl.=

splitmerge = birleş(tir)mek, combine, unite, zıt anl.=

separate, splitmerit = değer, erdem, fazilet, worth, virtue, zıt anl.=

disadvantageMesopotamia = Mezopotamya (Fırat ile Dicle

nehirleri arasında kalan, M. Ö. 10. binyıl kadareskiye tarihlenen neolitik yerleşimlere veizleyen süreçte Sümer, Babil, Asur gibi birçoköncü uygarlığa ev sahipliği yapmış olan bölge)

mesosiderite = mesosiderit (silikat ve nikel-demirbakımından zengin bir çeşit meteorit)

mess = karışık şey / yığınmetabolise = metabolize etmek (yiyecek, mineral vs.

maddeleri kimyasal işlemler vasıtasıyla enerjive yeni hücreler oluşturmak amacıylakullanmak)

metabolism = metabolizma (bir organizmadayaşamın sürdürülmesi sırasında gerçekleşentüm kimyasal işlemler)

metabolite = metabolit (metabolizmada kullanılan yada metabolizma esnasında veya sonundaoluşan madde)

metaphor = mecaz, benzetmemetaphysical = metafiziksel, fizik ötesine aitmetastasize = tüm vücuda yayılmakmetastatic = metastatik (yayılmaya eğilimli)meteor = meteor (atmosfere giren göktaşı)meteor shower = meteor yağmurumeteorite = meteorit (dünyaya düşen küçük göktaşı)methane = metan (doğalgazda bulunan yanıcı bir

gaz)methane emission = metan gazı çıkışımethemoglobin = kanda bulunan, ancak

hemoglobinden farklı olarak oksijenebağlanamayan kristal yapılı, kahverengipigment

methemoglobinemia = methemoglobinemi(alyuvarlarda aşırı miktarda methemoglobinbulunması hali)

methyl bromide = metil bromit (kimyasal formülüCH3Br olan, yanıcı olmayan, renksiz, kokusuzbir gaz)

meticulous = çok titiz, çok dikkatlimicrobe = mikrop (hastalık yapan herhangi bir

mikroorganizma)

micro-credit = mikrokredi (işsiz veya yoksulgirişimcilere sağlanan çok düşük miktardakikredi)

mid-1990s = 1990’ların ortalarımid-century = … yüzyılın ortalarımiddle children = ortanca çocuklarmiddle ear = orta kulakmiddle-aged = orta yaşlımiddle-ground position = orta yollu bir tutummiddle-of-the-road = ılımlı bir yol veya politika

izleyen, ılımlı, moderatemiddling = orta (büyüklükte), mediummidfoot = küboid, naviküler ve kuneiform kemiklerin

ve bunları çevreleyen yumuşak dokununbulunduğu ayağın orta kısmı

midshipman = deniz yardımcı subayımidwife = ebemight = güç, kuvvet, kudret, power, strengthmighty = güçlü, kudretlimigraine patient = migren hastasımigrant = göçmenmigrate = göç etmekmigrating = göç edenmigration = göçmigratory = göçle ilgilimild = hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.=

severe, intensemild depression = hafif, şiddetli olmayan depresyon

(ruhsal çöküntü)mild exercise = hafif, yormayan egzersizmild exposure to = (bir toksik madde vs.)’ye hafif

derecede maruz kalmakmiles per hour = saatte . . . mil (hız ölçme birimi),

mphmilestone = kilometre taşı, (önemli) aşamaMiletus = Milet (bugün Aydın ili sınırları içinde kalan

bir antik kent)militancy = militanlıkmilitary campaign = askeri harekatMilky Way = Samanyolu (Galaksisi)mill = (genellikle kumaş, kağıt, kereste gibi ara

ürünler için) imalathane / fabrikamillennium = (çoğul: millennia) bin yılmimic = (çekim: mimicking, mimicked vs.) taklit

etmek, kopya etmek, benzemek, imitate, copymind = akıl, akıl sahibi kişimine (fiil) = (kömür, maden vs.) çıkarmakmine (isim) = mayın

ÜDS Sözlüğü - 105

www.bademci.com

mine-sweeping = mayın taramaminiaturize = minyatürleştirmek, minyatürize etmek

(bir şeyin, aynı işi gören ama daha küçükebatlı olanını üretmek)

minimal = asgari, en az, en düşük seviyede, leastminimally conscious state = (hastanın / kişinin)

bilincinin en alt seviyede olduğu durumminimize = minimize etmek, en aza indirmek, zıt

anl.= maximizeminimum = (çoğul: minima) bir dalganın en alt

noktasımining = maden çıkarma, madencilikminister = bakanminor = önemsiz, küçük, yok denecek kadar az,

unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.=major, considerable, significant

minority = azınlıkminstrel = ortaçağda halk şairi, aşık, bardminuscule = çok küçük, minnacık, (For some time,

that great painter had to live in this minusculeroom. = O büyük ressam bir zaman için buminnacık odada yaşamak zorunda kaldı.)

minute (isim) = 1) dakika; 2) tutanakminute (sıfat) = (maynyut şeklinde okunur) çok

küçük, very small, tinymiracle = mucizemiraculous = mucizevi, doğaüstü, marvellousmirror (isim) = aynamirror (fiil) = yansıtmak, reflectmirror neuron = ayna nöron (sadece insanın kendi

hareketlerine değil, başka insanlarınhareketlerine de cevap / tepki veren nöron)1

miscalculate = yanlış hesaplamakmischief = yaramazlık, haylazlık, fesat, kötülük,

naughtiness, trouble, zıt anl.= good behaviourmisconception = yanlış kavram / yorum / kanı,

delusionmisdiagnose = yanlış teşhis koymakmisdirect = yanlış yol göstermek, yanlış öğüt

vermek, kötü yönetmek / yönlendirmek,mislead, misinform

miserable = perişan, sefil, mutsuz, unhappy,depressed

miserably = çok kötü şekilde, fena halde, badlymisery = perişanlık, sefalet, büyük üzüntü, suffering,

distressmisfortune = talihsizlik, aksilikmishandle = kötü yönetmek, kötü kullanmak,

misconduct, maltreat, (The Prime Ministeradmitted that the crisis had been mishandled.= Başbakan krizin kötü yönetildiğini kabul etti.)

misinterpret = yanlış anlamak, misunderstandmislead = yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive,

misguidemisleading = yanıltıcı, deceptive, zıt anl.= true, actualmismanagement = kötü yönetim, yönetim

bozukluğumisplace = yanlış yere koymak, mislaymispricing = yanlış fiyatlandırmamisrepresentation = bilerek yanlış tanıtmamiss out (on) = (bir fırsat veya deneyimden)

mahrum kalmak, (Living in the country, I oftenfeel that I am missing out on the activities ofcity life. = Kırsal bölgede yaşadığım için, şehirhayatının etkinliklerinden mahrum kaldığımgerçeği sıkça aklıma geliyor.)

missing = var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.=present

mission = (uçuş, operasyon vb.) görevmistakenly = yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectlymistrust = güvensizlik, itimatsızlık, doubtfulness, zıt

anl.= trustmisunderstanding = yanlış anlama / anlaşılmamitochondrial = mitokondriyal (hücre içinde enerji

üretiminden sorumlu organel ile ilgili)mixture = karışım, birleşim, combinationmoat = kale / saray hendeğimobile phone = cep telefonu, cell phonemobilize = harekete geçirmek, seferber etmekmock = (yüzüne karşı) alay etmek, make fun of,

(The children mocked their handicappedfriend. = Çocuklar, özürlü arkadaşlarıyla alayettiler.)

mode = usul, tarz, üslupmodel year = 1) (bir uygulamanın) ilk kez

başlayacağı / deneneceği (pilot) yıl; 2) (arabavs. için) model yılı

modelling = modelleme (incelenen bir konuyu dahaiyi anlamak amacı ile onu daha basit ya dadaha küçük ölçekli bir modele indirgeme)

moderate (fiil) = hafifletmek, yumuşatmak,ılımanlaştırmak, curb, soften

moderate (sıfat) = ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı,reasonable, zıt anl.= extreme

moderately = ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıtanl.= extremely

modest = 1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.=excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı,humble, plain, zıt anl.= grand, immodest

modification = değişiklik, tadilat, alteration,reshaping

106 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

modify = (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek,alter

moist = nemli, rutubetli, damp, wet, zıt anl.= drymoisture = nem, rutubetmold = kalıpmolecule = molekül (iki veya daha fazla atomun

birleşmesiyle oluşan madde unsuru)molten = erimiş, sıvılaşmışmolten plate = eriyik plakamomentum = moment (bir cismin hızı ile kütlesinin

çarpımı)monarch = monark, kral, hükümdar, king, emperormonetary = parasal, malimoney laundering = kara para aklama (yasa dışı

yollarla elde edilmiş parayı, kaynak ve kimlikgöstermeyi gerektirmeyen işlemler yaparak,yasal bir yatırım veya depolama aracınaaktarma)

monitor = izlemek, denetlemek, gözetlemek,gözlemlemek, takip altında tutmak, observe,supervise

monk = keşişmonkey love-potion = maymun aşk iksiri (cinsel

iktidar veya arzu yarattığı düşünülen bir orkideekstraktına verilen yerel bir isim)

monolingual = tek dilli, tek dil konuşanmonologue = 1) monolog (kişinin tek başına yaptığı

konuşma); 2) bir kişinin, genelliklebaşkalarının konuşmasına izin vermeden tekbaşına yaptığı konuşma

monotonous = monoton, tekdüzemonounsaturated fat = tekli doymamış yağmonozygotic twins = tek yumurta ikizleri, identical

twins, zıt anl.= dizygotic twinsmonsoon = musonmonument = anıt, abidemonument of stone = taş abidemood = ruh hali, mizaçmood disturbance = ruh hali bozukluğu /

dengesizliğiMoorish = Mağribi (8. ile 15. yy’lar arasında Fas’ta

yaşayan halka ait)moral = ahlakimoral judgements = ahlaki değerlendirmelermorale = moral, iyi ruh halimorally = ahlaki bakımdan, ethicallymore or less = aşağı yukarı, az çok, hemen hemenmore than double = iki katından fazlaya çıkmak

more than unlikely = imkansızdan da öte, (Withinthe limits of today’s technology, it is more thanunlikely to travel to stars. = Günümüzteknolojisinin sınırları içerisinde, yıldızlarayolculuk etmek imkansızdan da öte bir şey.)

moreover = bundan başka, ayrıca, üstelik,additionally, furthermore

mores = töreler, görenekler, traditionsmorphological = morfolojik (şekilsel, biçimsel)mortality = ölümlülük, ölüm oranımortality rate = ölüm oranımortality risk = ölüm tehlikesimortgage = ipotek (satın alınacak evi teminat

göstererek düşük faizli ev kredisi kullanmak)mosquito-borne = sivrisinek tarafından taşınanMost certainly! = Kesinlikle!, Elbette!, Tabii ki!most unfair = çok haksızmostly = en çokmotherhood = annelikmotion = hareketmotivate = motive etmek, harekete geçirmek, teşvik

etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire,encourage, zıt anl.= discourage

motivated = motive olmuş / edilmiş, güdülenmişmotive = güdü, motivasyon, nedenmotor development = motor gelişim (doğuştan

itibaren hareketi mümkün kılan sinirleringelişimi)

motor information = beyinden, kasların hareketi içingönderilen uyarı

motor-command neuron = beyinden gelen emirlehareket eden nöron

motorist = motorcu (motorsiklet kullanıcısı)mould = küf mantarımound = yığma tepemount = monte etmek, asmak, takmak, kurmak,

install, place; 2) tırmanmak, yükselmek,artmak, climb, rise, ascend, zıt anl.= descend,fall

mountain range = dağ silsilesi, sıradağmountaineer = dağcı, mountain climbermouse = (çoğul: mice) faremovable = taşınabilir, nakledilebilirmove (fiil) = hareket etmekmove (isim) = hamlemove about = dolaşmak, dolanmakmove in = 1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmekmove off = yola çıkmak, (bir yerden) ayrılmak

ÜDS Sözlüğü - 107

www.bademci.com

move out = taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmakmove round = (bir yerde) gezinmek / hareket etmekmove through = (bir şey)’in içinde hareket etmekmoveable type = hareketli / çıkarılabilir harfler

kullanılarak baskı yapılan matbaa tekniğimovement = hareket, akımmRNA = taşıyıcı ribonükleik asit (genetik bilgiyi

DNA’dan ribozoma taşıyan RNA molekülü),messenger ribonucleic acid

much-respected = çok saygı görenmucous coat = bazı uzuvların iç yüzünü kaplayan

salgılı zar, sümüksü örtümucous membrane = sümüksü / müköz zarmucus = mukus (sümüksü salgı)multibiIlion-dollar industry = milyarlarca dolarlık

endüstrimulticellular = çokhücrelimultidisciplinary = birçok bilim dalını ilgilendiren,

disiplinler arası, interdisciplinarymultinational = çokuluslu şirket (dünyanın farklı

ülkelerinde ticari varlığı bulunan şirket)multi-storey = çok katlımummify = mumyalamakmunch one’s way through = (bir şey)’i azaltarak /

tüketerek ilerlemek, yiyerek azaltmakmunitions = (çoğul kullanılır) savaş gereçleri,

mühimmat, cephanemurder = öldürmek, katletmek, killmuscle power = kas gücü

muscle work = kas çalışmasımusculature = kas sistemimusculo-skeletal system = kas-iskelet sistemi

(kaslar ve iskelet aracılığı ile hayvanlarınhareketini sağlayan sistem)

mushroom = büyümek, yükselerek genişlemek,expand, zıt anl.= collapse

mushroom out = mantar gibi açılmakmuskrat = misk sıçanımust result . . . = kesinlikle şöyle sonuçlanıyordur . .

.mutant = mutant (mutasyona / genetik değişime

uğramış)mutate = genetik değişim (mutasyon) geçirmekmutation = mutasyon (gen diziliminin doğal

farklılaşma nedeniyle veya radyasyon,sıcaklık, virüsler gibi dış etkilerle değişimeuğraması)

mutual = karşılıklı, common, reciprocalmycobacterium tuberculosis = tüberküloza sebep

olan bir mikobakteri türümyocardial infarction = miyokard enfarktüsü (kalp

kasında besleyici damarın tıkanmasınedeniyle bölgesel doku ölümü), MI

myriad = çok büyük sayıdamysterious = gizemli, esrarlımystery = gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.=

revelation, explanationmyth = söylence, efsane, mit, story, talemythological = mitolojik, efsanevi

www.bademci.com

naively = safça, artlessly, zıt anl.= deviouslynaked eye = çıplak göznaming = isimlendirmenanometre = nanometre, milimetrenin milyonda biri,

10-9 metrenanoparticle = 100 nanometreden daha küçük

boyutlu parçacık, nanocluster, nanopowdernanosize particle = 100 nanometreden daha küçük

boyutlu parçacık, nanoparticlenanotube = nanotüp (nano boyutlarda boru benzeri

bir yapı)nap = kestirmek, şekerleme yapmaknarcotic = narkotik (bilinci uyuşturan herhangi bir

kimyasal madde)narrative = anlatım, accountnarrative essay = hikaye tarzında yazılmış denemenarrative poem = içinde bir hikayenin anlatıldığı şiirnarrow (fiil) = daral(t)mak, contract, tighten, zıt anl.=

broadennarrow (isim) = kısıtlı, dar, partial, zıt anl.= broadnarrow visible range = elekromanyetik spektrumun

insan gözünün görebildiği yaklaşık 400-790THz frekans aralığı, visible spectrum

narrowed = daral(tıl)mışnarwhale = narval, denizgergedanı (arktik denizlerde

yaşayan bir tür beyaz balina)nasty = kötü, çirkin, ayıp, pisnasty-tasting = tadı berbat olannational health scheme = ulusal sağlık planınational park = milli park (genellikle bir bölgedeki

doğal yaşamı koruma amaçlı olarakoluşturulan koruma alanı)

nationalise = devletleştirmek, kamulaştırmaknationals from other EU countries = uyruğu başka

AB ülkeleri olan kişilernative (isim) = yerli, zıt anl.= foreignnative English speaker = anadili İngilizce olan

kimsenative to (sıfat) = (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait /

özgü, indigenous, zıt anl.= foreign, (Kangaroois native to Australia. = Kanguru Avustralya’yaözgü bir hayvandır.)

natural causes = doğal nedenler / sebepler

natural selection = doğal seçilim (güçsüz bireylerindoğada hayatta kalamayarak elenmeleri,bunun sonucunda güçlü bireylerin hayattakalarak soylarını devam ettirmeleri)

naturalist = doğabilimcinaturalization = vatandaşlığa kabul etmenature = doğa, mizaç, nitelik, tür, character, typenature of gravity = yerçekiminin doğasınaughty = yaramaz, haylaznausea = mide bulantısı, nozenaval = denize ait, deniz kuvvetlerine aitnaval explorer = deniz araştırmacısınavigate = yönlendirmek, (bir deniz aracıyla)

denizde gezmek, seyretmek, yön bulmaknavigation = denizde yön / pozisyon bulma,

denizcilik, deniz veya uçak yolculuğunavigator = (bir deniz aracıyla) denizde gezen kişi,

(gemilerde) haritacı, yön bulucunear future = yakın geleceknear one another = birbirlerinin yanındanearby = yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), closenear-death = öleyazma, ölüme yakınnearly = neredeyse, hemen hemen, almostnear-professional = profesyonele yakınnearsighted = miyop (uzağı göremeyen)neatly = düzgün / tertipli bir şekilde, tidily, carefully,

zıt anl.= carelessly, untidilynecessarily = ister istemez, muhakkak, illa ki,

unquestionably, undoubtedly, zıt anl.= possiblynecessary = gerekli, zorunlu, zaruri, önemli,

essential, zıt anl.= unnecessarynecessitate = gerektirmek, zorunlu kılmak, require,

call forneedlessly = boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken,

gereksiz yere, unnecessarilyneedy = yoksul, ihtiyaç sahibinegative press = gazetelerde bir kişi, konu vs.

hakkında kötü haber çıkmasıneglect = ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak,

ignore, zıt anl.= care for, concernnegligence = ihmalkarlık, inattentiveness, zıt anl.=

diligencenegligent = ihmalkar, inattentive, zıt anl.= diligent

N N N N N

ÜDS Sözlüğü - 109

www.bademci.com

negligible = önemsiz, yok denecek kadar az, ihmaledilebilir, insignificant, minor, zıt anl.=considerable, significant

negotiate = müzakere etmek, görüşmek, discuss,debate

negotiation = müzakere, görüşme, debatenegotiator = 1) bir antlaşmanın taraflarından biri;

2) arabulucuneighbour = komşu olmak, çevresinde bulunmakneighbourhood = semt, mahalle, districtneonatal = doğumdan sonraki dört hafta ile ilgilineoplasia = neoplazi (yeni ve anormal hücre

çoğalması)nephron = nefron (böbreğin işlev yapan en küçük

anatomik birimi)nerve = sinirnerve fibre = sinir lifinerve process = sinirlerin çalışması esnasında

gerçekleşen işlemlernervous = sinirli, asabi, anxious, zıt anl.= calmnervous system = sinir sisteminesting = yuvalanma, yuva yapmaNetherlandic (isim) = Hollandaca diline verilen

isimlerden biri, DutchNetherlandic (sıfat) = Hollanda’ya ait, Hollandaca’ya

ait, DutchNetherlands = (the Netherlands şeklinde kullanılır)

Hollanda, Hollandnetwork = ağ, şebekeneural network = nöral / sinirsel ağneural tissue = sinir dokusuneurodegenerative = sinir dokusunun zamanla yok

olması ile ilgili, (hastalık, kimyasal madde vs.için) sinir dokusunu zamanla yok eden

neurologic loss = nörolojik kayıpneurological = nörolojik (sinir sistemiyle ilgili)neurological disorder = nörolojik bozukluk /

hastalıkneurological wiring = sinirlerin yapısal şekli, sinir

sistemineuron = nöron, sinir hücresineuronal system = nöronal sistem (sinir hücresi

sistemi)neuroscience = sinir bilimiNeuroscience Research Programme = Sinir Bilimi

Araştırma Programıneuroscientist = sinir bilimcineurosurgeon = beyin ve sinir cerrahı, nöroşirurji

uzmanı

neurotransmitter = nörotransmitter, nörotaşıyıcı(hücrelerarası sinirsel iletişimde görev alankimyasal madde)

neutrality = tarafsızlıkneutralize = 1) nötralize etmek (asidik veya bazik bir

çözeltiyi nötr hale getirmek); 2) (askeri) etkisizhale getirmek (esir etmek, savaşamaz halegetirmek, yok etmek)

neutrino = nötrino (elektriksel yükü olmayan atomaltıbir parçacık)

neutron emission = nötron emisyonu (bazı ağıratomların çekirdeklerinden bir nötronun dışarıatılması ile meydana gelen radyoaktifbozunma)

Nevada = ABD’de bir eyaletnever before = daha önce aslanever to return = geri dönmemek üzerenevertheless = yine de, bununla birlikte, however,

even soNew England = Yeni İngiltere (İngiltere’den Kuzey

Amerika’ya göç eden ilk kolonistlerin yerleştiğibölge)

New World = (the New World şeklinde kullanılır)Yeni Dünya (Kuzey ve Güney Amerika)

newborn = yenidoğannewcomer = yeni gelen kimsenews-editorial staff = muhabirlerden gelen ham

haberi düzenleyerek yayına hazırlayanpersonel

niche = niş (duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre)nickel = nikel (parlatılabilen bir metal)nickname (isim) = takma ad, lakapnickname (fiil) = takma isim koymakNigerian = Nijerya ile ilgili, Nijerya’ya aitnightmare = kabus, karabasannightmare possibility = kabus senaryosu, en kötü

olasılıkNineveh = Ninova (bugün Irak topraklarında yer

alan, Dicle Nehri üzerindeki antik bir Asurkenti)

nitric acid = nitrik asit (kimyasal formülü HNO3 olan,oldukça aşındırıcı, zehirli ve kuvvetli bir asit)

no doubt about it = hiç süphe yokno easy matter = kolay bir şey değilno grounds for … = (bir davranış vs.) için hiçbir

gerekçe / neden yokno less promising (than) = (birşey)’den daha az

umut vaat etmeyen, en az o kadar umut vaateden

110 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

no less than = en az (başka bir şey ya da birisi)kadar

no longer = artık / daha fazla bir durumun olmaması,artık değil, no more, (I no longer trust him. =Artık ona güvenmiyorum.)

no longer the case = artık durum öyle değil / artıkdurum farklı

no more than smt = bir şey olmaktan öteye geçmezno point in doing smt = bir şey yapmanın yararı /

anlamı yokNoah’s flood = Nuh Tufanınobleman = asilzade, soylunocturnal = nökturnal (gece yaşayan)nodule = yumru, düğüm, nodülnoise = (elektronikte) gürültü, istenmeyen sinyalnoise pollution = gürültü kirliliğinoise-induced = gürültü kaynaklı, gürültünün neden

olduğunomadic = göçebe, göçebelere ait, (These tribes

have a nomadic way of life. = Bu kabileleringöçebe bir yaşam tarzları var.)

nomenclature = terminolojinominally = önemsiz / düşük orandanominate = 1) aday göstermek; 2) atamak,

görevlendirmek, appointnomination = adaylıknoncancerous = kanserli olmayannoncompliance (with) = (bir şeye) uymama / uygun

davranmamanoncompliance with medical directions = (bir

hasta için) (doktorun) tıbbi talimatlarına,önerilerine uymama / uygun davranmama

nondepletable = tükenmez, tüketilemeznondrug = ilaçsıznonetheless = bununla birlikte, her şeye rağmen,

however, even so, neverthelessnon-evergreen = (bitkiler için) her mevsim yeşil

kalmayannonfiction = kurgusal olmayan düz yazı, zıt anl.=

fictionnonlethal = öldürücü / çok zararlı olmayannonoil sector = petrol dışı sektörnonparametric = (veri için) olasılık dağılımına bağlı

olmayan veya derecelendirilebilen ama sayısalolarak kesin bir şekilde ifade edilemeyen

nonpharmacological = (tedavi vs. için) ilaçkullanılmayan, ilaçsız

nonprescription drug = reçetesiz satılan / reçeteyetabi olmayan ilaç, over-the-countermedication, zıt anl.= prescription drug

nonsense = saçmalık, rubbishnormal pattern of growth = büyümenin normal

seyrinde gitmesinot at all = hiç . . . değil, (be not at all helpful = hiç

yardımcı olmamak)not necessarily = tam olarak değil, zorunlu değil,

mutlaka öyle olması gerekmeznot that I know of = bildiğim kadarıyla yok / değil,

not to my knowledgenot to mention . . . = . . . ’yı saymazsak / hesaba

katmazsak, (üstelik) bir de . . . yönü var, . . . dacabası, (not to mention a lot of money =gereken çok miktarda parayı saymazsak), (notto mention ugly looking = çirkin görünmeleri decabası)

not to my knowledge = bildiğim kadarıyla hayır /değil, benim bilgim dahilinde değil, not that Iknow of

notable = dikkate değer, remarkablenotably = bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate

değer bir şekilde, particularly, remarkablynotation = işaret veya rakamlarla gösterme sistemi,

notasyonnote (fiil) = 1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek,

(bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, farketmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak

note (isim) = 1) banknot, not, nota, senet; 2) (derstevs. tutulan) not

nothing at all = hiç ama hiçbir şey, (The man whoreads nothing at all is better educated than theman who reads nothing but newspapers. =Hiçbir şey okumayan bir adam, gazetedenbaşka bir şey okumayan adamdan daha iyieğitimlidir.)

nothing but . . . = . . . ’dan başka hiç bir şey, nothingother than . . .

nothing less than = hiç de önemsiz olmayan,yabana atılamayacak

nothing short of perfection = mükemmelden dahaaz / yetersiz değil

noticeable = belirgin, dikkate değer açık, farkedilir,apparent, conspicuous, visible, detectable, zıtanl.= ambiguous, hidden, (The new taxsystem did not have any noticeable effectupon the rate of economic growth. = Yeni vergisisteminin, ekonomik büyüme oranı üzerindedikkate değer bir etkisi olmadı.)

noticeably = belli / açık / fark edilir bir şekilde,apparently, remarkably, markedly, clearly, zıtanl.= ambiguously, vaguely

notion = düşünce, fikir, inanç, idea, thoughtnotorious = dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün

yapmış, aşikâr, well-known, obvious

ÜDS Sözlüğü - 111

www.bademci.com

not-too-distant = çok uzak olmayan, nearnourish = beslemek, feednourishment = beslenmenovel (isim) = romannovel (sıfat) = yeni, yeni çıkmış, orijinal, original,

fresh, unique, zıt anl.= old, traditionalnovelist = romancınovelty = yenilik, yeni çıkmış şey, freshnessnow that = artık şöyle olduğuna göre…, madem ki…noxious = zararlı, öldürücüNSAID = steroid içermeyen antienflamatuvar ilaç

(aspirin gibi ağrı, ateş ve iltihabı azaltan ancaknarkotik olmayan ilaç), non-steroidal anti-inflammatory drug

nuance = nüans, ince ayrıntınuclear = nükleer (atom çekirdeği ile ilgili)nucleation = nüve / çekirdek halini almanucleus = (çoğul: nuclei) (atom, hücre vs. için)

çekirdeknuisance = rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası,

irritation, annoyance, pain in the necknumb = uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an

injection and the tooth will go completelynumb. = Size bir iğne yapacağım ve diştamamen uyuşacak.)

numerical = sayısalnumerous = sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt

anl.= fewnursery = 1) çocuk yuvası, kreş, çocuk odası;

2) fidanlıknutrient = 1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, foodnutrient absorption = gıda emiliminutrient composition = besin bileşiminutrient deficiency = besin yetersizliği, eksikliğinutrition = beslenme, nourishment, (There are

alternative sources of nutrition to animal meat.= Hayvan etine alternatif beslenme kaynaklarımevcuttur.)

nutrition status = beslenme durumunutrition supplement = genellikle ek vitamin ve

mineral içeren beslenme desteğinutritional = beslenmeyle ilgilinutrition-conscious = beslenme bilincine sahip olannutritionist = nütrisyonist (beslenme ya da gıda

uzmanı)nutritious = besin değeri yüksek, besleyici,

nourishing, wholesomenutritive = besleyici

www.bademci.com

oats = yulafobese = obez (aşırı şişman)obesity = obezite (aşırı şişmanlık)obesity epidemic = obezite (aşırı şişmanlık) salgınıobject (to) (fiil) = itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree

(with), disapprove (of), zıt anl.= agree (with),approve (of)

object (isim) = amaç, hedef, purpose, goal, objectiveobjection (to) = itiraz, karşı çıkma, onaylamama,

doğru bulmama, disapproval (of), opposition(to / against), criticism (of), zıt anl.= agreement(to)

objective (isim) = amaç, gaye, goal, aimobjective (sıfat) = nesnel, objektif, unbiased, zıt

anl.= subjectiveobjectivity = nesnellikobligation = yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk,

responsibility, commitmentobligatory = (uyulması) zorunlu, compulsory,

binding, zıt anl.= optional, voluntaryoblige to = (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu /

yükümlü kılmak, compel, obligateobliged (to) = zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled

(to), forced (to)obscure (fiil) = örtmek, (örn. duman ile) örterek

gizlemek, (fotoğrafı / görüntüyü) bulandırmakobscure (sıfat) = belirsiz, bulanık, karanlık, dim,

mysterious, zıt anl.= clearobservation = gözlem, izlemeobservatory = gözlemevi, rasathaneobserve = 1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek,

izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek,notice, zıt anl.= be unaware of

obsession = obsesyon, takıntı, saplantıobsessive = 1) saplantılı, compulsive; 2) aşırı,

excessiveobsessive behaviour = obsesif davranış (bir kişinin

zihnini, irade ve isteği dışında devamlı meşguleden davranış türü)

obsolete = (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için)modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demodeolmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, old-fashioned, outmoded, zıt anl.= new,contemporary, modern

obstacle = engel, difficulty, hindranceobstinately = inatla, dik başlılıkla, stubbornlyobstruct = engellemek, tıkamak, block, impede, zıt

anl.= clearobstruction = engelleme, zorluk çıkarma,

impediment, hindrance, zıt anl.= releaseobstructive = engelleyenobtain = elde etmek, acquire, earn, getobtainable = elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable,

within reachobtrusive = göze batan, kendini belli eden,

conspicuous, prominent, zıt anl.= unobtrusive,inconspicuous

obvious = açık, belli, aşikâr, görünürdeki, gözeçarpan, apparent, visible, evident, clear, zıtanl.= obscure, hidden, ambiguous

obviously = açıkça, bariz bir şekilde, belli ki,görünüşe göre, evidently, apparently

occasion = 1) (genellikle) önemli, büyük olay, event;2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden,cause

occasional = ara sıra olan, infrequent, zıt anl.=frequent

occasionally = bazen, ara sıra, (every) now and then,from time to time, once in a while, zıt anl.=frequently, often

occupant = bir yeri işgal eden, işgalcioccupation = 1) işgal, invasion, seizure; 2) iş,

meslek, uğraş, profession, vocationoccupational = meslekioccupy = 1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de

yerleşik olmak, reside (in)occur = olmak, meydana gelmek, happen, take placeoccurrence = tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans,

incidence, happeningoceanic = okyanuslar ile ilgiliodd = 1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is

odd that an anaesthetist’s role in an operationis usually ignored. = Bir ameliyatta anestezistinrolünün genellikle görmezden gelinmesi tuhafbir şey.); 2) tek (sayı)

odds = (çoğul kullanılır) şans, olasılık, ihtimal,chances, probability

odour = koku, smell, scent

O O O O O

ÜDS Sözlüğü - 113

www.bademci.com

of a similar nature = benzer özellikleri olanof its own accord = kendiliğinden, by itselfof no importance = önemsiz, of no accountof this nature = bu türden, bu mahiyetteof this type = bu tip(ten), bu tür(den)off the coast (of) = (bir yer)’in kıyısından açıktaoffence = suç, crimeoffender = saldırgan, suçluoffensive = saldırgan, aggressive, zıt anl.= defensiveoffensively = kaba şekilde, rudely, zıt anl.= politelyoffer = 1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide,

present; 2) önermek, teklif etmek, propose,suggest

offered = sunulanoffhand = düşünmedenofficer = subay, (polis için) memurofficial = memuroffset = karşılamak, dengelemek, counterbalanceoffshore = 1) kıyıdan uzak(ta); 2) (banka hesabı vs.

için) ülke dışındaoff-stage = sahne dışındaoftentimes = sık sık, çokça, often, frequentlyoil = ham ya da işlenmiş halde petroloil palm = yağlık hurma ağacıoil supplies = petrol arzı, petrol rezervlerioil tanker = tanker (ham petrol taşımakta kullanılan

büyük gemi)oil weapon = (ekonomik olarak) petrol kozu / silahıold-age pension = yaşlılık sigortası, emeklilik

sistemiold-fashioned = geleneksel, eski modaolive oil = zeytinyağıOlympic Committee = Olimpiyat Komitesi

(Olimpiyatları düzenlemekle görevli komite)Olympic Games = Olimpiyat Oyunları (4 yılda bir

düzenlenen uluslararası spor etkinliği)Oman = Umman (Arap Yarımadası’nda bir ülke)on a large scale = geniş çaptaon a mass scale = kütlesel boyuttaon a massive scale = muazzam boyutlardaon a scale unseen for decades = onlarca yıldır

görülmeyen bir boyuttaon a vast scale = çok geniş ölçekte, büyük orandaon account of = (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle,

because of, for the sake ofon average = ortalama olarakon behalf of = (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına /

namına

on condition that = şartıyla, koşuluyla, in the eventthat

on demand = istek / talep üzerine, on requeston its way to = (bir şey) olma yolunda, (bir yer)’e

ulaşma yolundaon moral grounds = ahlaki açıdan / nedenlerleon occasion = zaman zaman, bazı durumlardaon one condition = bir şartlaon site = yerinde, mahallindeon such a scale = bu boyuttaon that account = o nedenle, o yüzdenon the brink of extinction = nesli tükenmenin

eşiğindeon the contrary = aksine, tersine, bilakis, contrarilyon the grounds that. . . = (bir olay vs.)’nin olması /

meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, onthe basis (of / that), because

on the increase = artıştaon the issue of = … konusu üzerinde / … hakkındaon the one hand . . . on the other . . . = bir yandan . . .

diğer yandan . . .on the one side = bir yandan, bir tarafta, on the one

handon the other hand = . . . diğer / öte yandanon the other side = öte yandan, on the other handon the part of the pilots = pilotlardan yana, pilotlarla

ilgilion the verge of = (bir şey olma)’nın sınırında, on the

brink ofon the whole = genel olarak, bütün olarak

alındığında, generally, by and large, overallon their own = kendi başlarınaon trial = deneme safhasındaonce = bir kez / sefer / defaonce more = bir kez daha, yeniden, againonce rarely found = bir zamanlar nadir

bulunur(lar)ken. . .once-endangered = bir zamanlar tehlike altında

olanone another = birbirleri(ni / ne), each otherone for one = bire birone in a million = milyonda birone might presume that = şöyle bir tahmin

yapılabilir ki…, denilebilir ki…one way or an / the other = bir şekilde, öyle veya

böyleone-half = yarı, bir bölü ikione-third = üçte bir, bir bölü üçone-to-one = birebir, yüz yüze

114 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

one-to-one mapping = birebir eşlemeone-way = tek yönlü geçirgen, dışarıdan içini

göstermeyen (cam vs.)ongoing = süregelen, devam eden, continuing, zıt

anl.= completedonline = çevrim içi (internet veya başka bir bilgisayar

ağına bağlı olma hali)only recently = daha yenionset (of) = (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle,

atılım, beginning, start, zıt anl.= end,termination

onwards = (bir zaman)’dan başlayarak / itibarenopacity = opaklık (saydam olmama hali)open up = 1) başlatmak, yol açmak, pave the way

for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek,ulaşılabilir hale getirmek

open up the body to invasion = vücudu (mikropvs.) istilasına açık hale getirmek

openness = açıklık, şeffaflıkoperate = çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function,

workoperating = çalışmakta / işlemekte olan, running,

functioningoperating room = ameliyathane, operating theatreoperation = 1) operasyon, harekat, ameliyat;

2) çalışma, işleme, iş, running, functioningopioid = uyuşturucu etki yapanopium poppy = haşhaşopponent = rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt,

antagonist, competitor, enemy, rival,opposition

opportunist = fırsatçı, (Some opportunist bacteria areknown to wait for years until a person’simmune system is weakened. = Bazı fırsatçıbakterilerin, kişinin bağışıklık sistemininzayıflamasını yıllarca bekledikleribilinmektedir.)

opportunity = fırsat, prospect, chanceoppose = karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek,

direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.=support

opposed to = karşı, aleyhinde, against, zıt anl.= infavour of

opposing = karşı / karşıt, zıtopposable thumb = işaret parmağına göre ters

durması sayesinde nesneleri kavramakabiliyetini arttıran başparmak

opposition = muhalefet, karşı koyma, direniş,resistance

oppressed = ezilmiş / baskı altında, exploited, (theoppressed = ezilmiş / baskı altında olankişiler)

optimism = iyimserlik, zıt anl.= pessimismoptimist = iyimser, zıt anl.= pessimistoptimistic = iyimser, zıt anl.= pessimisticoption = opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative,

choiceoptional = isteğe bağlı, seçmeli, voluntary, elective,

zıt anl.= obligatory, compulsoryoral cancer = ağız kanserioral hygiene = ağız temizliğioral literature = sözlü edebiyatorbit (fiil) = (bir şey)’in yörüngesinde dolanmakorbit (isim) = yörünge, (in orbit of / around = (bir

şey)’in yörüngesinde)orbital = yörüngesel, yörüngedekiorbiter = görevi yörüngede dolanmak olan uzay

aracı, zıt anl.= landerorchard = meyve bahçesiorchid = orkideordeal = karakter veya dayanıklılık denemesi, büyük

sıkıntıorder = 1) düzen, işleyiş, zıt anl.= chaos; 2) sebepordered arrangement = düzenli yerleşimorderly = düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt

anl.= disorderly, chaoticordinary = 1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış,

her zamanki, usual, regular, zıt anl.= unusualore = cevher, (iron ore = demir cevheri, ham demir)organic compound = organik bileşik (yapısında

karbon içeren bileşik)organism = organizma, canlı varlıkorient = yöneltmek, ayarlamak, align, adjustorientate = yönlendirmek, yöneltmek, alıştırmak,

familiarise (with)orientated = odaklı, (chemically orientated = kimyasal

odaklı)orifice = (bir organ, bir kanal ya da bir boşluğu

dışarıya ya da anatomik bir yapıya bağlayan)açıklık ya da delik

origin = kökenoriginally = ilk başta, başlangıçta, in the beginningoriginate = (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak,

meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.=terminate

ornament = süsleme, süsornamental = dekoratif, süs olarak kullanılan

ÜDS Sözlüğü - 115

www.bademci.com

ornamentally = süs olarak, süsleme amacıylaorthopedist = ortopedist (uzmanlık alanı, kemik,

eklem ve kaslardan oluşan hareketsistemindeki bozuklukları tedavi etmek olandoktor)

oscillate = salınmak, gidip gelmek, dalgalanmakoscillation = salınma, dalgalanmaosteoclast = kemik hücrelerinin yıkımından ve

rezorpsiyonundan sorumlu hücrelerother than = dışında, haricindeotherwise = yoksa, aksi takdirde, or else, orotter = su samuruought to = -meli / -malı, shouldoust = yerinden etmek, çıkarmak, kovmakout of proportion = orantısız, ölçüleri uyumsuz

(aşırı büyük veya küçük), zıt anl.= inproportion

outboard = (motor için) dıştan / kıçtan takma, zıtanl.= inboard

outbreak (of) = 1) ortaya çıkma, baş gösterme,patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic

outcome = sonuç, result, aftermathoutcry = protesto, haykırış, bağırma, protest, uproaroutdated = modası geçmiş, kullanımdan kalkmış,

obsolete, out-of-dateoutdo = geçmek, geride bırakmakouter solar system = dış güneş sistemi (Güneş

Sistemi’nin, Neptün gezegeninin ötesindekibölgesi), trans-Neptunian region

outermost = en dışta kalanoutgrow = (büyüyünce) (bir alışkanlık vs.)’den

vazgeçmek, (yaşça) geride bırakmakoutlawed = yasaklanmış, yasadışı ilan edilmiş,

prohibited, banned, zıt anl.= allowed, permitedoutlay = masraf, gider, harcama, expense,

expenditureoutlet = çıkış, çıkış noktası / yoluoutline (fiil) = taslağını çizmek, ana hatlarıyla

belirtmek, lay out, describeoutline (isim) = taslak, sketch, draftoutlook = bakış açısı, görünüm, gelecek, manzara,

viewpointoutlying = uzak, uzakta bulunanoutnumber = sayıca geçmek, exceed, surpassout-of-date = modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski

tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıtanl.= up-to-date, (I don’t trust that dentist. Heis still using some out-of-date equipment andapparatus. = O diş hekimine güvenmiyorum.Hala modası geçmiş aletler kullanıyor.)

out-of-favour = gözden düşmüş, zıt anl.= in favour,favoured

outpatient = ayakta tedavi edilen hastaoutperform = daha iyi performans göstermek,

surpass, excel, zıt anl.= fall behindoutput = 1) randıman, çıktı, üretim, verim, product,

yield, zıt anl.= input; 2) belli bir zaman süresiiçinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyladışarı atılan madde miktarı

outrage = büyük öfkeoutrageous = haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız,

(fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked,zıt anl.= decent

outright = kesin, tam, düpedüz, complete, definite,zıt anl.= hidden

outset = başlangıç noktası, beginningoutsider = bir grubun dışında olan kişioutstanding = önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.=

ordinaryoutstretched = iyice açılmışoutward = dışa doğru, outer, zıt anl.= inwardoutweigh = daha ağır basmak, exceed, surpass, be

superior toovary = yumurtalıkover a cup of tea = bir yandan çay içerkenover against = tersine, karşısında, kıyaslandığında,

as opposed to, in contrast with, (Over againstheaven is hell. = Cennetin tersi cehennemdir.),(the benefits of private education over againststate education = devlet eğitimiylekıyaslandığında özel eğitimin yararları)

over the course of centuries = yüzyıllar içerisindeover the past 40 years = geçen 40 yılda / yıl

boyuncaover time = zamanla, zaman içindeoverall = genel, toplam, kapsamlı, general, total,

comprehensive, zıt anl.= particular, specificoverall negative impact = geniş çaplı olumsuz etkioverarousal = aşırı uyarılma (duygusal olarak uzun

süreli aşırı uyarılma / heyecanlanma)overbearing = otoriter, zorba, ezici, despotic,

oppressive, zıt anl.= democraticovercast = bulutlu / kapalı havaovercome = aşmak, üstesinden gelmek, yenmek,

defeat, get over, zıt anl.= retreat, surrender(to), (She overcame her fear of the dark by thehelp of a psychiatrist. = Karanlık korkusunu birpsikiyatrın yardımı ile yendi.)

overconcentration = aşırı yoğunlaşmaovercorrect = düzeltirken aşırıya kaçmak

116 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

overcrowded = aşırı kalabalık, çok doluoverdraw = (bir kaynağı) aşırı kullanmakovereating = aşırı yemeoveremphasised = aşırı vurgulanmışoverestimate = fazla tahmin etmek, abartmak,

overrate, zıt anl.= underestimateoverexercise = gereğinden fazla spor yapmaoverfarming = aşırı tarımoverfed = aşırı beslenmişoverflow = taşmakovergrazing = aşırı otlatmaovergrow = (bitki için büyüyerek) (bir yeri) sarmak,

kaplamakovergrown = aşırı büyümüşoverhanging = (saçak vs. şeklinde) dışarıya doğru

çıkıntı yapan / uzananoverharvesting = aşırı avlanmaoverhaul = onarım için elden geçirmeoverland = karadanoverloading = aşırı yüklemek, doldurmakoverlook = dikkate almamak, gözden kaçırmak,

disregard, ignore, miss, zıt anl.= notice, spotoverlooking = tepeden / yüksekten bakanoverly = fazla, aşırı derecede, excessivelyovernight = bir gece içinde (birdenbire anlamında)overprotected = aşırı korunanoverprotective = aşırı koruyucuoverrate = gereğinden fazla önemsemek, magnify,

overestimate, zıt anl.= underrateoverreact = aşırı / kontrolsüz reaksiyon göstermekoverride = (önemce) üstüne çıkmak, (diğerini) ikinci

plana itmekoverrun = 1) istila etmek, invade, occupy; 2) üzerini

kaplamak, üzerinden geçmekoverseas = denizaşırıoversee = göz kulak olmak, bakmak, supervise, look

afteroversensitive = fazla hassas, çabuk kırılan (kişi),

easily hurt, zıt anl.= thick-skinnedoversight = gözetim

oversimplify = hafife almak, fazlaca basitleştirerekaçıklamak, aşırı yalınlaştırmak, simplify

overstimulate = aşırı uyarmakovert = açık olarak, ortada, obvious, apparent,

visible, zıt anl.= hidden, covertovertake = (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak,

ele geçirmek, yerinden ederek yerineyerleşmek

over-the-counter drug = reçetesiz ilaç,nonprescription drug, zıt anl.= prescriptiondrug

over-the-counter sleep aid = reçetesiz satılanuyumaya yardımcı ilaç

overtime = fazla mesaioverturn = altüst etmek, devirmek, bozmak, upsetoveruse = gereğinden fazla kullanmak, over-

consumption, zıt anl.= spareoveruse = aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.=

economizingovervalue = aşırı / ederinden fazla değerlenmekoverview = genel bakış, özet(leme) şeklinde sunumoverweight = fazla / aşırı kiloluoverwhelmingly = büyük / ezici bir çoğunlukla,

predominantlyoverworked = 1) aşırı çalış(tırıl)mış, exploited;

2) (bir tiyatro oyunu vs. için) çok fazlaoynanmış

ovule = yumurtacık (bitkilerde döllenmeden sonratohuma dönüşen yapı)

owe = borçlu olmakowing to = nedeniyle, yüzünden, because of, due toowner = sahipoxidative = oksidatif (oksitleyici gücü olan)oxidative stress = oksidatif stres (biyolojik bir

sistemin ürettiği aktif oksijeni yeterli hızdanötralize edememesi veya oluşan hasarıyeterli hızda giderememesi durumu)

oxygen concentration = oksijen konsantrasyonu /yoğunluğu

ozone layer = ozon tabakası (atmosferin üstkısmında bulunan, güneşten gelen morötesiışınları tutan tabaka)

www.bademci.com

pace = 1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step,footstep

pacemaker-like = kalp atışını düzenleyen /ayarlayan cihaza benzer / benzeyen

pack = tıka basa / sıkı sıkıya doldurmakpad = bazı hayvanların ayaklarının altındaki

yumuşak taban, yastıkçıkpaddy = çeltik / pirinç tarlasıpaediatrician = pediyatrist (çocuk hastalıkları

uzmanı)pagan = çoktanrılı dinlere inanan, putperestpain = ağrı, sızı, acı, ache, hurtingpain syndrome = ağrı sendromu (nöbetler halinde

ya da devamlı ağrı ile belirgin durum /rahatsızlık)

painkiller = ağrı kesici / dindirici, analgesic (drug)pale = soluk, uçuk renkli, donuk, faint, zıt anl.= dark,

brightpaleoanthropologist = paleoantropolog

(paleoantropoloji ile uğraşan bilim insanı)paleoanthropology = paleoantropoloji (ilkel

insanları ve insanın evrimsel geçmişiniinceleyen bilim dalı)

paleoethnobotany = paleoetnobotanik (arkeolojikalanlardaki bitki kalıntılarını inceleyen bilimdalı), archaeobotany

paleontological = paleontolojik (paleontoloji ile ilgili)paleontologist = paleontolojist (paleontoloji ile

uğraşan bilim insanı)paleontology = paleontoloji (bitki ve hayvan

fosillerini inceleyerek tarih öncesi yaşamıaraştıran bilim dalı)

paleozoic = paleozoik dönem (balıkların, böceklerinve sürüngenlerin ortaya çıktığı 230 ile 570milyon yıl öncesi arasındaki dönem)

palette = (boya için) paletpallasite = palazit (bir çeşit zeytuni renkli meteorit)Panama Canal = Panama Kanalı (Orta Amerika’nın

en güney ülkesi Panama’da yer alan ve AtlasOkyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirinebağlayan yapay suyolu)

Panamax (size) = Panama Kanalı’nın yükselmehavuzlarına sığabilecek en büyük gemi ebadı

pancreas = pankreas (midenin hemen altında yeralan, kimi sindirim enzimlerini salgılamaklagörevli organ)

pancreatic = pankreatik (pankreas ile ilgili)pandemic = pandemik, (geniş bir bölgede /

kıtalararası) salgın hastalık, epidemicpanel = panel (tartışma gurubu)panic = paniğe kapılmakpaper = 1) gazete, newspaper; 2) makale, article;

3) araştırma, bildiri, dönem ödevipapillary dilation = gözbebeğinin açılması /

genleşmesiparalysed = felç olmuş, işlevini kaybetmişparalysis = paraliz, felç, inmeparalyze = felç / kötürüm etmek, sakatlamak,

çalışamaz hale getirmek, cripple, disableparamount = üstün, en önemli, başlıca, principalparasite = parazit, asalak (diğer bir organizma

üzerinde ya da içinde, gıdasını ondan teminederek ve karşılığında ona hiçbir yararsağlamadan yaşayan canlı)

paratyphoid = paratifo (tifoya benzer ama genellikledaha hafif seyreden bir hastalık)

parent company = ana şirket (başka şirketlere sahipolan veya onları kontrol eden şirket)

parent = (genellikle çoğul kullanılır) anne ya dababadan herhangi biri

parental = ebeveyne (anne ve / veya babaya) aitparental separation = ebeveynlerin (anne ve

babanın) ayrılığıParkinson’s disease = Parkinson hastalığı

(genellikle ileri yaşlılık döneminde görülen,kaslarda, istemli hareketlerde, el vebacaklarda, çiğneme, yutma, konuşma veyürümede bozukluk ve anlamsız yüz ifadesi ilebelirgin nörolojik hastalık)

parliament = parlamento, meclisparliamentary = parlamento ile ilgiliparliamentary election = genel seçim, milletvekili

seçimipartial = kısmi, incomplete, zıt anl.= completepartial alexia = yazılı metinleri anlama yeteneğinin

kısmen yitirilmesi

P P P P P

118 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

partial inability = (zihinsel vs.) kısmi yetersizlikpartially = kısmen, partly, zıt anl.= completelyparticipant = katılımcıparticipate (in) = katılmak, yer almak, pay sahibi

olmak, rol almak, take part (in), share (in)participation = katılma, yer alma, taking partparticle = parçacıkparticular = belirli, özel, specific, special, zıt anl.=

common, overallparticularly = özellikle, özel olarak, especially,

specifically, zıt anl.= generallyparticulate = çok küçük tanecik, zerre, partikülpartition = taksim, bölünme, bölmepartly = kısmen, partially, zıt anl.= completelypartner = ortak, partner (birisine eşlik eden kişi ya da

eşlerden biri)pass = (yasa) geçirmek / çıkarmak, enactpass along = (insandan insana) aktarmak, conveypass by = (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go

pastpass judgement on = hakkında hüküm vermek /

yargıya varmakpass off = (zamanla) kaybolmak, fade away,

disappearpass on smt to smo = (bilgi, söz vs. için) kişiden

kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.)geçirmek, send, (Will you please pass on thismessage to your friends? = Bu mesajı lütfenarkadaşlarına iletir misin?)

pass over = üstünden geçmekpass sentence (on) = (bir şey hakkındaki) kararı

bildirmek / iletmekpass through = (bir şey)’in içinden / arasından

geçmekpassage = geçişpassageway = yolpassion = tutkupassionate = heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She

made a passionate speech on women’s rights.= Kadın hakları üzerine tutkulu bir konuşmayaptı.)

passionately = heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu /hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıtanl.= moderately, unemotionally

pasteurization = pastörizasyon (gıda sanayinde,besin maddelerini hastalık yapıcımikroorganizmalardan arındırmak amacıylauygulanan ısıtma yöntemi)

pasture = (arazi için) otlaklık, meralıkpasture land = otlak alanı, mera

patch = 1) yama, benek, parça, kısım, spot, piece,section; 2) arazi parçası, bölge, region

patent (fiil) = patentini almakpatent (isim) = patent (bir icat veya ticari bir ürün için

taklitleri engellemek ve mucit / üretici dışındakikimselerin haksız kazanç elde etmesiniönlemek amacıyla devlet tarafından verilensicil)

patent (sıfat) = görünür, açıkpaternal = baba tarafından / ile ilgili, zıt anl.=

maternal, (a paternal relative = babatarafından bir akraba)

pathogen = patojen (hastalığa yol açan bakteri, virüsvs.)

pathological = patolojik (patoloji ile ilgili)pathology = patoloji (hastalıkların nedeni olan

yapısal ve fonksiyonel sapmaları inceleyenbilim dalı)

pathway = yol, patikapatient (isim) = hastapatient (sıfat) = sabırlı, zıt anl.= impatientpatient noncompliance = hastanın üstüne düşeni

yapmamasıpatrol = devriye gezmek, gözlemek, kontrol altında

tutmak, inspect, watchpatron = 1) hami, koruyucu; 2) sadık müşteripattern = tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş

düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type,method, system, order

pattern of daily life = günlük hayatın alışıldık seyripauper-school = yoksullar okulupause = duraklamak, mola vermekpave = (cadde, kaldırım vs.) döşemek, kaplamakpave the way for = başlatmak, yol açmak, open uppaved = üstü (asfalt, beton vs.) kaplıpay attention (to) = dikkat etmek, ilgilenmek,

önemsemek, dikkate almak, mind, consider,take notice (of), zıt anl.= disregard, ignore

pay consideration = saygı göstermek, (birisine) karşıdüşünceli davranmak, göz önüne almak, payattention (to)

pay off = 1) tamamını ödemek, (borç) kapatmak;2) kar getirmek

pea = bezelyepeacekeeping = barışı korumapeak (fiil) = doruğa çıkmak, en yüksek düzeye

ulaşmak, climax, crestpeak (isim) = zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en

yüksek düzey, zenith, maximumpeasant = köylü, villager

ÜDS Sözlüğü - 119

www.bademci.com

pebble = çakıl taşı, çakılpeculiar = 1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific

(to), (This type of building is peculiar to thesouth of the country. = Bu tip bina ülkeningüneyine özgüdür.); 2) tuhaf, garip,alışılmamış, strange, odd, (It seems verypeculiar that no one has seen or heardanything. = Kimsenin bir şey görmemiş veduymamış olması çok tuhaf.)

pedestrian = yayapedestrian crossing = yaya geçidipeel (off) = 1) kabarıp pul pul dökülmek;

2) (kabuğunu, derisini) soymakpeer = akran, emsalpelagic = açık denizlerde yaşayanpendant = kolye ucupenetrate = girmek, içine işlemek, nüfuz etmek,

enter, get in, go throughpenetrating = içe işleyen, etkilipentagon = beşgenpeople = (çoğul: peoples) halkpepper spray = biber gazı (spreyi)per capita / head / person = kişi başıperceive = algılamak, anlamak, kavramak, fark

etmek, sezmek, understand, comprehend,notice, recognise, zıt anl.= misunderstand,miss

percent = yüzdepercentage = yüzde, yüzde oranıperception = algılama, algı, idrak, sezgi,

understanding, apprehension, viewpointperceptivity = idrak kabiliyeti, anlayışperch = tünemekperfect (fiil) = mükemmelleştirmek, refineperfect (sıfat) = mükemmel, kusursuz, excellent,

flawless, zıt anl.= imperfect, flawedperfectly = tamamen, tam anlamıyla, totallyperforation = 1) delik, hole; 2) delme, delik açma,

apertureperform = yapmak, yerine getirmek, uygulamak,

(mücadele, uğraş vs.) vermek,gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish,fulfil, implement, carry out, function, actualise,zıt anl.= fail

performing arts = sahne sanatları (tiyatro, müzik,sinema gibi, sanatçının kendisinin bir gösterisunduğu sanat alanları)

perhaps = belki, muhtemelen, possibly, probably, zıtanl.= certainly, absolutely

peril = tehlike

perimetre = çevre ölçüsü, (sınır, sur vs. için) çevre,circumference

period = dönem, süreperiodically = periyodik olarak, düzenli / belirli

aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman,occasionally, seasonally

peripheral = 1) dış yüzey veya kenara ait, çevresel,external; 2) ikincil, marjinal, secondary;3) periferik, civarda, etrafta bulunan, zıt anl.=central

perish = yok olmak, ölmekperishable = dayanıksız, kolay bozulur, short-lived,

spoilable, zıt anl.= durableperitoneal cavity = peritonal boşluk (karın zarının

içi; karın zarının tabakaları arasındakipotansiyel boşluk), peritoneal space

peritoneal dialysis = periton diyalizi (böbrekhastalarının kanını temizlemek için uygulananbir hemodiyaliz yöntemi)

permafrost = kutuplara yakın bölgelerde sürekli donaltında kalan toprak tabakası

permanent = kalıcı, daimi, sürekli, lasting,unchanging, zıt anl.= temporary

permanently = kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good,zıt anl.= temporarily, (He was permanentlydisabled after the accident. = He was disabledfor good after the accident. = Kazadan sonrakalıcı olarak sakatlandı.)

permeability = permeabilite (geçirgenlik)permeable = geçirimli, geçirgenpermission = izinpermit = izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan

vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıtanl.= ban, forbid

perpetually = daima, sürekli olarak, constantly,continuously, zıt anl.= never, rarely

perplex = kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse,astonish

perplexed = şaşkınpersecution = zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.=

benevolencePersian Gulf = Basra Körfezi (Hint Okyanusu’nun

İran ile Arap Yarımadası arasındaki uzantısı)persist = 1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek,

direnmek, persevere, zıt anl.= give up, (Myson persists in asking awkward questions. =Oğlum garip garip sorular sormaya inatladevam ediyor.); 2) devam etmek, sürüpgitmek, prevail, zıt anl.= stop, (If the painpersists, consult a doctor. = Eğer acı devamederse bir doktora danış.)

120 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

persistent vegetative state = devamlı bitkiselyaşam hali

persistence = süreklilik, devamlılık, sebat,continuity, decisiveness

persistency = kalıcılık, inatpersistent = ısrarlı, inatçı, sürekli, determined,

insistent, relentless, zıt anl.= irresolutepersonal = kişisel, bireysel, zıt anl.= publicpersonal transportation vehicle = kişisel ulaşım

aracı (bisiklet, otomobil vs.)personalised medicine = kişiselleşmiş tıp (kişinin

özel ihtiyaçlarına / durumuna göre belirlenecektıbbi bakım vs.)

personnel = personel (bir işte veya organizasyondaçalışan / görev alan insan grubu), staff

perspective = perspektif, bakış açısı, viewpoint,approach

persuade = ikna / razı etmek, inandırmak, convince,induce, zıt anl.= dissuade (from)

persuasion = ikna etme, inandırma, convincingpertain to = (bir şey / birisi)’ne ait olmak, sadece (bir

şey ya da birisi) ile ilgili olmak, onuilgilendirmek, relate to, (The news pertainingto the latest terrorist act is on all TV channels.= En son terörist eylem ile ilgili haberler tümTV kanallarında gösteriliyor.)

pertaining to = ile ilgili olarak, with regard to, relatedto

Peru = Peru (Güney Amerika kıtasında bir ülke)Peruvian = Peru’ya ait, Peru ile ilgilipervade = istila etmek, kaplamak, yayılmak,

bürümek, sarmak, spreadperverse = ters, aksipessimistic = kötümser, karamsar, zıt anl.=

optimisticpest = haşere (insanın yaşama ortamına veya

üretimlerine zarar veren küçük hayvan, böcek,mantar vs.)

pesticide = pestisit (tarım zararlılarını öldürmektekullanılan kimyasal madde / tarım ilacı)

PET scan = pozitron emisyon tomografi taraması(vücuttaki tümör hücrelerini saptamak içinkullanılan bir tarama yöntemi), positronemission tomography scan

petiole = yaprak sapıpetition = dilekçe vermek, başvurmakPetrarch = 1304-1374 yılları arasında yaşamış, aşk

şiirleriyle ünlü bir İtalyan ozanpharaoh = firavun (antik Mısır’da, kendisine tanrısal

bir kimlik atfedilmiş olan kral)

pharmaceutical (isim) = insan veya hayvan üzerindekullanılma amaçlı kimyasal madde, ilaç

pharmaceutical (sıfat) = farmasötik (ilaç ya da ilaçyapımıyla ilgili)

pharmacist = eczacıpharynx = (çoğul: pharynges) farenks (yutak)phase = evre, safha, faz, stagephenomenal = olağanüstü, şaşılacakphenomenal promise = parlak bir gelecekphenomenon = (çoğul: phenomena) önemli /

olağanüstü olay, fenomen, occurencephenotype = fenotip (bir organizmada genetik ve

çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortayaçıkan dış görünüş)

philanthropist = yardımsever, hayırseverphilanthropy = hayırseverlik, yardımseverlik, charity,

generosityphilosopher = filozofphonological = sesbilimsel, fonolojikphoto interpretation = fotoğraf yorumlamaphoton = foton (elektromanyetik ışınımları oluşturan

enerji birimleri)physical = bedenselphysical appearance = dış görünümphysical dependence = fiziksel bağımlılık, bir kişi ya

da (bir şey)’e fiziksel olarak bağımlı olmadurumu

physical education = beden eğitimiphysical functioning = fiziksel işlev, bedenin

çalışmasıphysical inactivity = bedensel hareketsizlikphysical laws = fizik kanunlarıphysical scientist = bilimin, genellikle fizik, kimya

gibi canlılar ile ilgili olmayan alanlarıylauğraşan bilim insanı

physically demanding jobs = bedensel güçgerektiren işler

physician = tıp doktoru, hekim, doctorphysicist = fizikçiphysiological = fizyolojik (organizmanın işleyişi ile

ilgili)physiological response = fizyolojik tepkiphysiologist = fizyolog (vücudun organ ve

sistemlerinin işlevlerini inceleyen tıp doktoru)pick out = (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The

witness picked out the wrong man in theidentification parade. = Tanık, teşhis odasındayanlış adamı seçti.)

ÜDS Sözlüğü - 121

www.bademci.com

pick up = 1) (başkasından bir alışkanlık, hastalıkvs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.= infect,transmit, (He seems to have picked up theinfection while he was in hospital for anotherreason. = Enfeksiyonu, galiba başka birsebepten hastaneye gittiğinde kapmış.); 2) (birşeyi yerden ve genellikle elle) kaldırmak,almak, lift

picturesque = tablo gibipiece = (satranç vs. için) taşpier = (bina için) kolonpigeon = güvercinpigment = pigment (deriye, irise, sebzelere vs. renk

veren madde)pile (fiil) = yığmak, kümelemekpile (isim) = yığınpile foundation = kazıklı temelpile up = topla(n)mak, birik(tir)mekpillar = sütun, dikmepioneer (fiil) = yol açmak, öncülük etmek, initiatepioneer (isim) = öncü, bir alanda yenilikler yaratan

kişipioneering = öncülük eden, öncü, leadingpipe = borupiracy = korsanlıkpit = çukurpitch = ses tonu / perdesi, tonepitcher = (bitki için) yaprakları ibrik şeklinde olanpitifully = 1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç

derecedepivotal = asıl, esas, çok önemli, birinci derecede

önem ve etkisi olan, crucial, vitalplace = yerleştirmek, koymak, putplace emphasis on = bkz. put emphasis onplace greater importance (on) = daha büyük değer

/ önem vermekplace in charge (of) = (bir işin, görevin) başına

getirmek, sorumluluğunu vermekplace in context = yerli yerine oturtmakplacenta = plasenta, döleşi (birçok memelinin ana

rahminde bulunan, cenine oksijen ve besinsağlayan yapı)

placental = plasental (doğmamış yavrusunurahminde plasenta aracılığı ile besleyen)

plague (fiil) = acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy,bother, (My shoulder has been plaguing me allweek. = Omzum bana bütün hafta acı verdi.)

plague (isim) = 1) veba, black fever; 2) bela, troubleplain = ova, düz alan

plan view = plansal görünüş, üstten görünüşplanet = gezegenplanetary = gezegenlerle ilgiliplanetary formation = gezegen oluşumuplanetary gear (system) = bir dış dişli ve içerisinde

dönerek çalışan iç dişlilerden oluşan güç iletimsistemi, epicyclic gear

planing = (marangozlukta) planyalama, rendeleme,silme (yüzeyi, genellikle makine kullanarak düzve pürüzsüz hale getirme işlemi)

plant (fiil) = (bitki) ekmek / dikmekplant (isim) = 1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitkiplant kingdom = bitkiler alemiplant protein = bitkisel proteinplaque = plak (bir yüzey üzerinde herhangi bir

maddenin birikmesi nedeniyle oluşan incetabaka), diş taşı

plasma = plazma (kan sıvısı)plastic mass = plastik yığınıplate = plakaplateau = (çoğul: plateaux veya plateaus) 1) yayla,

plato; 2) düzey, levelplatelet = trombosit (kanın pıhtılaşmasında rol

oynayan, çekirdeksiz kan hücresi)plate-like = levha benzeriplate-tectonic activity = levha hareketleri

(yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketlerive birbirleriyle olan etkileşimleri)

plausible = akla yakın, makul, reasonable, logical, zıtanl.= implausible, unlikely

plausibly = makul / akla yakın bir şekilde, reasonablyplay a basic role (in) = temel rol oynamak, play a

central role (in)play a central role (in) = temel rol oynamak, play a

basic role (in)play a crucial role (in) = hayati rol oynamakplay a part (in) = rol oynamak, etkisi / katkısı olmak,

contribute (to), take part (in)play down = hafife almak, önemsememekplay down to = (birisi)’nin seviyesine inmekplay for = (bir kulüp / takım vs.) için (futbol vs.)

oynamak, (bir kulübün / takımın vs.) oyuncusuolmak

play out = (mücadele, uğraş vs.) vermek, yapmak,perform

play up = 1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundanönemli göstermek, draw attention (to); 2) kötüdavranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak,misbehave

122 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

playground = oyun sahası / parkı, çocuk bahçesi,(mecazi anlamda) arka bahçe

playwright = oyun yazarıpleasantly = hoşa gider bir şekilde, hoşçapleasingly = hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet

verici bir şekilde, pleasantlypleasurable = zevkli, keyifli, enjoyable, pleasant, zıt

anl.= mean, nastypleasure centres of the brain = beyindeki haz

merkezleripledge = 1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin,

guarantee, suretyplentiful = bol, çok, bereketli, verimli, abundant,

fertile, zıt anl.= meagre, scarceplentifully = bolca, çokça, bereketli bir şekilde,

abundantly, zıt anl.= sparinglyplenty = pek çok (şey), a lot, zıt anl.= very littleplenty of = bolca, lots ofplot (fiil) = (plan, harita, matematiksel fonksiyon vs.

için) çizmek, kağıda dökmekplot (isim) = 1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların

kurgusu veya ana öyküpluck = (çiçek, meyva) koparmakplum = erikplume = pamuk gibi bazı bitkilerdeki tohumları saçan

beyaz tüy gibi kısımplunge = (fiyatlar vs. için) aniden ve büyük oranda

düşmek, baş aşağı gitmek, dropplurality = çoklukpoach = yasak bölgede avlanmakpoem = şiir, nazımpoet = şairpoetry = şiir sanatıpoint = 1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum,

meselepoint out = (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call

attention (to), indicate, bring uppoint to = işaret etmek, göstermek, denote, indicatepoisonous = zehirli, toxicpolar = 1) kutupsal, (polar orbit = kutupların

üzerinden geçerek izlenen yörünge); 2) tabantabana zıt, opposite

polar bear = kutup ayısıpolar liquid = polar sıvı, hidrofob / suyu iten sıvı (etil

asetat, heksan gibi, elektronları molekülün birtarafında toplanma eğiliminde olduğu için,molekülleri elektriksel kutuplanma sergileyensıvı)

policing mission = polislik görevi (asayişi sağlama /koruma ile ilgili görev)

policy = 1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek)siyaset, politika, tutum

policy makers = (bir konuda izlenecek) siyasetibelirleyen kişiler

policy-making = (bir konuda izlenecek) siyasetihazırlama, yönerge hazırlama

polio = çocuk felcipolish = 1) cilalamak, parlatmak; 2) (pirincin

kabuğunu) ayıklamakpolished = cilalanmış, parlatılmışpolished rice = kabuğu ayıklanmış / cilalanmış

beyaz pirinç, white ricepoll = gayri resmi anketpollinate = tozlaşmak, polen yaymakpollutant = kirletici maddepollute = kirletmek, contaminatepolluted = kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated,

(Our water supply is becoming polluted withnitrates disposed of by several industries. = Sukaynağımız, çeşitli sanayi kuruluşlarıtarafından atılan nitratlar nedeniyle kirleniyor.)

pollution = kirlenme, kirlilik, contaminationpolygon = çokgenpolyphony = çokseslilikpolypill = kalp-damar, diabet ve benzeri kimi

hastalıkların tedavisi için önerilen ve birdenfazla ilacın bir araya getirilmesi yoluyla eldeedilen ilaç, çoklu / kombine ilaç

polyploid = poliployid (monoployid sayının ikikatından daha fazla kromozoma sahip hücreya da organizma)

polyunsaturated fat = çoklu doymamış yağ(molekülleri, pek çok doymamış (hidrojeneolmamış) bağ içeren yağ)

Pompeii = Pompei (Bugün İtalya’nın Napoli kentiyakınlarında yer alan ve Vezüv volkanınınlavları altında kalmış olması sebebiyle çok iyikorunmuş bir Roma Dönemi kenti)

pool (fiil) = birikmek, toplanmakpool (isim) = küçük göl, gölet, havuz, su birikintisipoor = kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az,

inadequate, zıt anl.= abundant, sufficientpoor appetite = zayıf iştah, iştahsızlıkpoor at = (bir konu)’da kötü / başarısız, zıt anl.=

good atpoor folate status = folik asit yetersizliğipoor quality = düşük kalitepop in and out of = (bir şey)’in içine girip çıkmakpopular culture = popüler kültür

ÜDS Sözlüğü - 123

www.bademci.com

population = nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün,belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı)

populous = yoğun nüfuslu, kalabalık, crowdedporch = sundurmaporous = gözenekli, süngerimsiport = 1) iskele tarafı (sol), zıt anl.= starboard;

2) liman, harbour, dockportray = betimlemek, tanımlamak, resmetmek,

illustrate, depictports of call = ziyaret edilen limanlarpose = (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak /

oluşturmak, presentpose a serious danger = ciddi bir tehlike oluşturmakpose a threat = tehdit oluşturmakposit = öne sürmek, varsaymak, önermek, put

forward, hypothesizepositively charged = pozitif yüklü, zıt anl.=

negatively chargedpossess = ele geçirmek, sahip olmak, have, ownpossessions = sahip olunan mallarpossibility = olasılık, ihtimal, zıt anl.= impossibilitypossible = mümkün, olanaklı, zıt anl.= impossiblepost = 1) makam, mevki, pozisyon; 2) kazık, destek,

direkpost- = sonrası, (post-World War II = 2. Dünya

Savaşı sonrası)posterior = (anatomide) arka, arkadaki, zıt anl.=

anteriorposterior wall of abdomen = karnın arka duvarıposterity = gelecek kuşaklar, next generationpost-marketing surveillance = satış sonrası

denetimpostpone = ertelemek, put offpost-traumatic = travma / sarsıntı sonrasıpostulate = gerçek olduğunu varsaymakposture = postür (bedenin oturma vs. esnasındaki

duruş şekli), duruş, hal, tutum, position,attitude

post-war = savaş sonrası, zıt anl.= pre-warpot = tencere, pişirme kabıpotency = (cinsel) iktidarpotent = güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.= weak,

impotentpotential = potansiyel, olası, possiblepotentially = potansiyel olarak, muhtemelen, pekalapottery = çömlekçilikpoultry = kümes hayvanlarıpour into = 1) (içine) akıtmak, akmak, yağmak; 2)

büyük kalabalıklar halinde gelmek, üşüşmek

pour out (of) = (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışınaak(ıt)mak / dök(ül)mek

pourable = dökülebilirpoverty = yoksulluk, fakirlik, zıt anl.= wealthpowdered = toz haline getirilmişpower (fiil) = itici güç vermekpower (isim) = güç, kabiliyetpower plant = enerji santralipowerful = güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt

anl.= weakpower-operated = makine yardımıyla çalıştırılanpracticable = uygulanabilir, yapılabilir, elverişli,

possible, zıt anl.= impracticablepractical = pratik, elverişli, uygulamaya yönelik,

practicable, feasible, zıt anl.= impractical,theoretical

practically = 1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, inpractice, zıt anl.= theoretically; 2) hemenhemen, almost

practice (fiil) = 1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (birbilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icraetmek, do

practice (isim) = uygulama, aktivite, işpractitioner = pratisyen hekimpraise (fiil) = övmek, appreciate, zıt anl.= criticizepraise (isim) = övgü, appreciation, zıt anl.= criticismprayer = duaprayer hall = (bir din görevlisinin idaresi altında

olmayan, insanların kendi kendilerinekullandıkları istasyon, alışveriş merkezi gibiyerlerdeki) küçük ibadethane / mescit

precarious = güvenilmez, istikrarsız, kuşkulu,doubtful, delicate, zıt anl.= secure, safe

precast concrete = önceden dökülmüş betonprecaution = önlem, tedbir, safeguard, (Effective

precautions were taken during the Olympicgames held in Athens. = Atina’da yapılanOlimpiyat Oyunları sırasında etkili önlemleralınmıştı.)

precede = (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’inönünde / öncesinde olmak, come before,come first, zıt anl.= succeed, follow

precedence = öncelik, priority, (Applications arrivingfirst will have precedence. = Başvurularöncelik sırasına göre değerlendirilecektir.)

precious = değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Saltwas nearly as precious as gold in the ancientworld. = Tuz, antik dünyada neredeyse altınkadar kıymetliydi.)

precipitate = hızlandırmakprecipitation = yağış

124 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

precise = 1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz,rigorous, zıt anl.= indefinite, inaccurate

precisely = tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly,definitely, zıt anl.= probably, questionably

precision = kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıtanl.= imprecision, inaccuracy

pre-condition = ön koşul / şartpredator = yırtıcı / alıcı / avcı hayvanpredecessor = 1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı

alanda mevcut kişilerden daha önce çalışmayapmış veya aynı görevde mevcut kişilerdendaha önce görev almış kişi), forerunner;3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. ,öncü, forerunner

predict = tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guesspredictable = önceden söylenebilir, öngörülebilir,

foreseeable, zıt anl.= unpredictableprediction = tahmin, öngörü, kestirim, anticipationpredictive = sonucu önceden gösteren, prognosticpredictor = 1) belirleyici, öncü, haberci, işaret(çi),

belirteç, indicator; 2) uçaksavar atış noktasınıbelirleyen alet

predispose (to) = predispoze olmak (bir hastalığaönceden eğilimi, duyarlılığı ya da yatkınlığıolmak)

predominant = ağır basan, hakim olan, çoğunluktaolan, en etkili, ruling, prime, prevailing, zıtanl.= minor, subsidiary

predominantly = genelde, çoğunlukla, above all, ingeneral, zıt anl.= least of all

predominate = yaygın olmak, hüküm sürmek, hakimolmak, üstün olmak, prevail

pre-dynastic Egypt = hanedanlık öncesi Mısır (EskiMısır’ın henüz hanedanlarca yönetilmeyebaşlamadığı, M. Ö. yaklaşık 3150 yılıöncesindeki dönem)

pre-eminence = üstünlük, seçkinlik, superiority,dominance, zıt anl.= inferiority

pre-eminent = üstün, seçkin, superior, distinguished,zıt anl.= inferior, second-rate

preface (fiil ) = (bir şey)’in önsözü olmak, (bir şey)’eönsöz sağlamak

preface (isim) = önsözprefer = tercih etmekpreferably = tercihen, more desirably, rather, sooner,

more readily / willinglypreference = tercihpreglass = cam üretiminin icat edilmesi sürecinde,

henüz tam anlamıyla camlaştırılamamışmalzeme

pregnant = hamile, gebe

prehensile tail = (hayvanlarda) nesnelerikavrayabilme becerisine sahip kuyruk

prehistoric = tarih öncesi (dönemler) ile ilgiliprehistory = tarih öncesi (tarih kaydedilmeye

başlamadan önceki dönem)prejudice = ön yargı, peşin hüküm, biaspreliminary = preliminer, ön, ilk, initialpremarketing study = pazarlamaya başlamadan

önce yürütülen araştırma / çalışmapremature = 1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz,

zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.=overdue; 2) prematüre, erken doğmuş,gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature,undeveloped, unripe, zıt anl.= mature,developed

prenatal care = doğum öncesi bakımpreoccupation (with) = (zihni bir şey) ile meşgul

olmaprepare = düzenlemek, hazırlamak, get (smt) readyprepared (to) = (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı,

ready (to)pre-Roman = Roma (devri) öncesiprescribe = 1) (ilaç, tedavi vs. için) reçete yazmak /

vermek; 2) emretmek, kural olarak koymak,enjoin, dictate

prescription = reçeteprescription drug = reçeteli ilaç, zıt anl.= over-the-

counter / nonprescription drugpresence = varlık, (hazır) bulunma, existence,

attendance, zıt anl.= absencepresent (fiil) = 1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak,

takdim etmek, demonstrate, manifest,introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibrazetmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.=conceal, cover, hide

present (isim) = hediye, giftpresent with = vermek, göstermek, givepresentably = prezantabl / sunulabilir bir şekilde,

suitablypresentation = sunum, sergilemepreservative = koruyucupreserve = korumak, saklamak, maintain, conserve,

securepresidency = başkanlık (dönemi)president = başkan, devlet başkanıpress ahead = (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam

etmek, push aheadpress conference = basın toplantısıpress-coverage = basına konu olmapressing = acil, ivedi, sıkboğaz eden

ÜDS Sözlüğü - 125

www.bademci.com

pressure = basınçpressurising = basınç altında tutanpressurize = basınç altında tutmakprestigious = saygın, itibarlı, prestijli, respectablepresumably = tahminen, herhalde, galiba, by

reasonable assumption, probably, (The bombwas presumably intended to go off while themeeting was in progress. = Bombanın,tahminen toplantı devam ediyorken patlamasıplanlanmış.)

presume = sanmak, tahmin etmek, varsaymak,believe, suppose, think

pretence = 1) rol yapma, numara; 2) bahanepretend = numara yapmak, -miş gibi davranmak, actpretended = sözde, gerçek dışıpretentious = gösterişçi, extravagantpretentiously = gösterişçi bir şekilde, zıt anl.=

modestlypretty = 1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, ratherpretty much = büyük ölçüdeprevail = hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın

olmak, be common, dominateprevailing = geçerli, yaygın, hakim olan, dominant,

current, widespread, zıt anl.= unusual, rareprevalence = yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir

hastalığın görülme oranı), predominance,pervasiveness, zıt anl.= rarity

prevalent = 1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan,prevailing, common, current, widespread, zıtanl.= rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin,predominant, ruling

prevent = (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önünegeçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.= let,allow

preventable = önlenebilirpreventative = önlemeye yönelik, koruyucu, pre-

emptiveprevention = önleme, engelleme, avoidance,

protectionpreventive = önleyici, engelleyici, defensivepreventive detention = gözetim altında tutulmaprevious = önceki, eski, former, old, zıt anl.= latter,

future, nextpreviously = önceden, daha önceleri, earlier,

formerly, zıt anl.= subsequently, in the futureprey = av, game, zıt anl.= predatorpricing mechanism = fiyatlandırma sistemi

pride oneself on (doing) smt = bir şeyden / bir şeyyapmaktan gurur / kibir duymak, (He prideshimself on being a good singer. = İyi bir şarkıcıolmaktan (ötürü) gurur duyuyor.)

primarily = başlıca, öncelikle, aslında, esasen,initially, essentially, mainly, mostly

primary = birincil, ana, temel, main, principle, zıtanl.= secondary, subordinate

primary education = temel eğitim, ilköğretimprimate = primat (en gelişmiş ve zeki memeli

gruplarına ait herhangi bir üye), (The humandiffers from the lesser primates in his passionfor football. = İnsan, futbol tutkusu ile diğerdaha aşağı primatlardan ayrılır.)

prime (fiil) = harekete / patlamaya hazır halegetirmek, make ready

prime (isim) = 1) asıl, baş, başlıca, chief;2) mükemmel, birinci kalite, perfect

primeval = tarih öncesi çağlara ait, başlangıçtan berivar olan, aboriginal

primitive = 1) basit, simple; 2) primitif, ilkel,uncivilised

princeling = küçük prens, şehzadeprincipal (isim) = müdür, okul müdürü, director,

headmasterprincipal (sıfat) = başlıca, en önemli, ana, esas,

main, majorprincipally = esas olarak, mainly, chieflyprinciple = prensip, ilkeprinting press = matbaa makinasıprior (to) = önceden, önceki, precedingpriority = öncelik, precedence, (In an emergency

ward it is hard to decide who to give priority to.= Acil serviste, kime öncelik verileceğine kararvermek zordur.)

prism = prizmaprisoner = mahkum, tutuklu, esir, tutsakpristine = bozulmamış, safprivacy = gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet

vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilikiçinde görebilme olanağı, (May I have someprivacy, please? = Biraz yalnız kalabilir miyimlütfen? (“Özel ihtiyaçlarımı görebilmem içinodadan çıkabilir misiniz?” anlamında.))

private = özel, hususi, zıt anl.= publicprivatisation = özelleştirmeprivilege = ayrıcalık, concessionprivileged = ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged,

favoured, zıt anl.= underprivileged

126 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

prize = çok değer vermek, regard highly, greatlyvalue

pro- = lehinde, -den yanaproactive = muhtemel sorunları, ihtiyaçları vs.

öngörüp (onların meydana gelmesinibeklemeden) harekete geçen, zıt anl.=retroactive

Proba satellite = 2001’de uzaya gönderilen birdünya görüntüleme uydusu, Project for On-Board Autonomy

probability = olasılık, possibilityprobably = muhtemelen, olasılıklaprobe (fiil) = araştırmak, incelemek, investigate,

exploreprobe (isim) = sonda (insansız, küçük uzay aracı)problematic = sorunlu, problemliproblems of this nature = bu türden sorunlarprocedural = usule aitprocedure = işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür

(araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb.amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalıişlem)

proceed = 1) ilerlemek, devam etmek, advance,continue, zıt anl.= stop; 2) (bir şeyden)kaynaklanmak / ortaya çıkmak

proceeding = yargılama usulü, muameleproceeds = (çoğul kullanılır) gelir, kazançprocess = süreç, procedure, progressionprocessing = işleme, treating, working onproclaim = ilan etmek, açıklamak, declare,

announceProctor Prize = William Proctor Ödülü (bilimsel

araştırmalar yapan ve bu araştırmaları bilimdünyasıyla paylaşan üstün başarılı biliminsanlarına verilen ödül)

produce (isim) = ürün, tarım ürünleriproduce (fiil) = üretmek, generate, makeproduct = ürünproduction = yapım, prodüksiyon, eser, yapıtproduction chain = üretim zinciri (bir üretim ile ilgili

olarak hammadde sağlanması, işleme,pazarlama gibi tüm aşamalar)

productive = üretken, prolific, fruitful, zıt anl.=unproductive

productivity = üretkenlik, output, efficiencyprofessional = profesyonelprofessional association = meslek birliğiprofit = kar, zıt anl.= lossprofitability = karlılık

profitable = kârlı, kazançlı, rantabl, profit-makingprofit-oriented = kar amacı güdenprofound = derin, büyük, kapsamlı, deep, serious,

intense, zıt anl.= superficialprofoundly = derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt

anl.= weakly, superficiallyprofusely = çokça, bolcaprognosis = (çoğul: prognoses) prognoz (bir

hastalığın süresi ve gelişimi hakkında tahmin)programmed cell death = programlanmış hücre

ölümüprogress (fiil) = ilerlemek, gelişmek, advanceprogress (isim) = ilerleme, gelişme, advancement,

development, zıt anl.= regressprogressive = 1) ilerici, reformist, zıt anl.=

conservative; 2) (hastalık için) ilerleyen;3) derece derece

progressively = gittikçe, gitgide, graduallyprogressively blurred = zamanla bulanık hale gelenprohibit = yasaklamak, forbid, banprohibition = yasak, banprohibitive = 1) (fiyat için) fahiş; 2) yasaklayıcı;

3) engelleyiciproject = 1) planlamak, tasarlamak; 2) yansıtmak,

izdüşürmekproject back = geri yansıtmakproliferate = (hızla) çoğalmak, artmak, prolifere

olmakproliferation = çoğalmaprolific = üretken, verimli, doğurgan, productive,

fruitfulprolong = uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt

anl.= shortenprolonged = uzun süreliprominence = ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction,

fameprominent = öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin,

önemli, well-known, famed, remarkable,outstanding

promise (fiil) = (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyinolacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’sword

promise (isim) = vaat, sözpromising = umut verici, geleceği parlak, hopeful,

bright, zıt anl.= discouraging, unfavourable,unpromising

promote = desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izinvermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla)tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıtanl.= impede, obstruct

ÜDS Sözlüğü - 127

www.bademci.com

promotion = reklam, tanıtımprompt (fiil) = harekete geçir(t)mek, teşvik etmek,

bring about, encourageprompt (sıfat) = çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.=

late, slowpromptly = çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily,

readily, zıt anl.= slowly, lateprone (to) = eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt

anl.= immune, resistantproof = kanıt, delil, evidencepropagate = üre(t)mek, çoğal(t)mak, yay(ıl)mak,

reproduce, multiply, spreadpropel = itmek, ileriye hareket ettirmek, yürütmekpropeller = pervanepropeller plane = pervaneli uçakpropensity = eğilim, meyil, tendency, inclinationproper = 1) doğru, uygun, münasip, olması gereken,

correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.=wrong, improper, (We are in the middle of anoperation. This is not a proper moment for ajoke. = Bir ameliyatın ortasındayız. Espriyapmak için uygun bir zaman değil.);2) kendine özgü, peculiar, (Every animal hasits proper instincts. = Her hayvanın kendineözgü içgüdüleri vardır.)

proper handling = gereği gibi ele alma / halletmeproper sitting posture = düzgün oturma şekliproperly = doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi,

uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi,adequately, correctly, duly, zıt anl.= improperly,unduly, (He didn’t close the door properly, andthe room got colder and colder in a fewminutes. = Kapıyı doğru dürüst kapatmadığıiçin oda birkaç dakika içinde gittikçe soğudu.)

property = 1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik,characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk,belongings

prophecy = kehanetprophesy = kehanette / tahminde bulunmakproportion = oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.=

disproportionproportional = orantılı, (directly proportional = doğru

orantılı)proportionally = orantılı (olarak), relativelyproposal = öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestionpropose = 1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek,

recommend, offer, suggest, put forward, (TheMinister proposed that tobacco advertisingshould be banned. = Bakan, tütünreklamlarının yasaklanmasını önerdi.);2) evlenme teklif etmek

proposition = öneri, teklif, suggestionpropulsion = itici güçpros and cons = bir şeyin olumlu ve olumsuz yanları

/ avantaj ve dezavantajlarıprose = nesir, düzyazıprosecute = (aleyhine) dava açmak, litigate, sueprosecution = 1) ceza davası, cezai takibat; 2) iddia

makamıprospect = başarı şansı, olasılık, ihtimal,

expectancy, likelihoodprospective = müstakbel, olası, expected, likely, (a

prospective mother = müstakbel anne / anneadayı)

prosper = gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive,develop

prosperity = refahprosperous = başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah

içinde, affluent, (He was born sixty-four yearsago to a prosperous family. = Altmış dört yılönce hali vakti yerinde bir ailenin çocuğuolarak doğdu.)

prostate cancer = prostat kanseriprostitute = fahişe, hayat kadınıprotect = korumak, kollamak, defend, keep safe,

secureprotect against = (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)makprotection = koruma, shelter, securityprotective = koruyucuprotein aggregate = protein yığını / kümesiprotein fiber = protein lifiprotein-binding partner = protein bağlayıcı kısım /

bölge (proteinin kendisine bağlanmasınısağlayan ve bunu vücudun belirli bölgelerinetaşıyan hücre yapısı)

protein-rich food = proteinden yana zengin yiyecekprotocol = 1) protokol (yapılacak bir iş ya da

araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılıplan, izlenecek yöntem ve işlem sırası);2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulamaplanı

protract = küçük ölçekle kopyasını yapmakprove = 1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak /

anlaşılmak, (proved problematic = problemliçıktı); 2) kanıtlamak, ispatlamak, confirm,establish, zıt anl.= disprove, deny

prove (smo) right = (birisi)’ni haklı çıkarmakprove successful = başarılı olmak, işe yaramakprove useful = yararlı olduğu ortaya çıkmakprove valuable = değerli olmak, yarar sağlamak

128 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

proverb = atasözüprovide (with) = sağlamak, bulmak, temin etmek,

supply, render, zıt anl.= withholdprovide for = geçimini sağlamak, imkan hazırlamak,

bring up, foster, zıt anl.= neglect, ignoreprovided that = koşuluyla, şartıylaprovince = eyalet, vilayetprovincial = eyaletlere ait, eyaletlerle ilgiliprovision = 1) sağlama, tedarik, sağlanan imkanlar,

supply; 2) hüküm; 3) koşul, şartprovisional = geçici, temporary, zıt anl.= permanentproximity = (pozisyon olarak) yakınlıkpsyche = (felsefede) ruh, tinpsychiatric disorder = psikiyatrik bozukluk (akıl ve

ruh hastalığı)psychiatrist = psikiyatrist, psikiyatr (akıl ve ruh

hastalıkları uzmanı)psychic = psişik, ruhsalpsychoactive drug = psikoaktif ilaç (zihinsel

prosesler üzerinde etkili olan ilaç)psychological = psikolojik (psikoloji / ruhsal durum

ile ilgili)psychologist = psikolog, psikoloji uzmanıpsychopathology = psikopatoloji (anormal

davranışlar ya da akıl hastalıkları bilimi)psychophysiological = psikofizyolojik (normal ya da

normal olmayan fizyolojik proseslerin zihinselfonksiyonlar üzerindeki etkisiyle ilgili)

psychosocial = psikososyalpsychotherapeutic drug = ruhsal bozukluğu tedavi

etmeye yarayan ilaçpsychotherapy = psikoterapi (hastayı telkin, ikna vb.

psikolojik yöntemlerle tedavi etme)psychotic behaviour = psikoz davranış (ağır ruh

hastalığı olan bir kişinin davranışı)psychotic episode = psikoz nöbeti (ağır ruh

hastalığı nöbeti)puberty = ergenlik dönemipublic = kamu, halkpublic apology = kamu önünde özür dilemepublic decision-making = kamu adına karar alma

(işi)public expenditure = kamu harcamaları (devletin

kamu yararı için yaptığı harcamalar)public finance = kamu finansmanıpublic interest = kamu yararıpublic land = kamu arazisi, zıt anl.= private propertypublic relations = halkla ilişkilerpublic safety = kamu güvenliği

public servant = devlet memuru, civil servantpublic spending = kamu harcamaları (kamu

kuruluşlarınca yapılan harcamalar)public square = kent meydanıpublication = yayın, basılı metinpublic-health measure = halk sağlığı için alınan

önlempublicity = 1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret;

2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion,advertising

publicize = (bir şey)’in reklamını / propagandasınıyapmak, advertise

publish = 1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak,basmak

published = açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmışpull apart = ayırarak uzaklaştırmakpull down = yıkmak, demolish, destroy, zıt anl.=

erect, set uppull in = toplamak, gatherpull out = çekip / söküp çıkarmak, koparmakpull out of = (bir yerden)’den ayrılmak / çıkmak, quit,

leave, zıt anl.= joinpull through = (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak /

kurtarmak, paçayı kurtarmakpull up to / with = (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı

düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamakpull up = kaldırmak, sökmek, dışarı çekmekpulley = makara, kasnakpulmonary = pulmoner, akciğere aitpulmonary ventilatory system = akciğerli solunum

sistemi (insanların, memelilerin, sürüngenlerinve kuşların sahip olduğu, asıl gaz değişimininakciğer içerisinde gerçekleştiği solunumsistemi türü)

pulp = kağıt hamurupulse = 1) nabız, kalp atışı; 2) kısa frekanslı ışık

huzmesi; 3) (elektrik vs. ile) şok (verme /gönderme işi)

pump out = dışarı pompalamak, püskürtmekpunching = zımbalamapunishment = ceza, cezalandırma, penaltypunitive = cezai, penalpurchase (fiil) = satın alma, buyingpurchase (isim) = satın alınan şey, (Among his

purchases were several books. = Satın aldığışeyler arasında birkaç kitap da vardı.)

purchasing power = alım gücü (birim paranın veyabirim çalışma karşılığı kazanılan paranın, satınalabileceği ticari mallar bakımından kıymeti),buying power

ÜDS Sözlüğü - 129

www.bademci.com

pure = safpure alexia = yazılı metinleri anlama yeteneğinin

tamamen yitirilmesi durumupurely = 1) yalnızca, sadece, exclusively;

2) tamamen, bütünüyle, completelyPurgatory = Katoliklik inancına göre, insanların

cennete gitmeden önce dünyada işlediklerigünahlar için cezalandırılacakları yer

Puritan = Püriten (Hıristiyanlık dininde, ProtestanKilise’ye bağlı olan Püritenlik mezhebi ile ilgili)

pursue = izlemek, peşine düşmek, aramak, (biruğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.=give up, quit

pursuit = izleme, takip, peşinde olma, chase,accomplishment

push = itme, zorlayarak ileriye götürmekpush up = yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise,

zıt anl.= push down, lowerput a premium on = prim / değer vermekput a stop = bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur

demekput across = etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak /

söylemek, convey, expressput ahead of = (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmekput an end to = (bir şey)’e son noktayı koymak, onu

bitirmekput aside = bir kenara koymak, biriktirmek,

saklamak, save, spareput at risk = tehlikeye atmak, riske sokmak, riskput down = 1) (yere, geri veya aşağı) koymak, lay;

2) yazmak, kaydetmek, enter, make a recordof

put emphasis on = vurgulamak, emphasise, stressput forward = 1) önermek, öne çıkarmak, ileri

sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose;2) (tarihi, saati vs.) ileri almak

put high on (one’s) list of priorities = önceliklistesinin üst sıralarına koymak

put in = 1) içeri koymak, eklemek; 2) (zaman)harcamak, spend (time)

put in its simplest terms = en basit anlatımlaput into effect = yürürlüğe koymak, put into forceput into force = yürürlüğe koymak, put into effectput into practise = uygulamaya koymak / geçmekput like that = o şekilde ele alınırsaput off = 1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den

soğutmak, tiksindirmek, repel

put on = 1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.)açmak, turn on; 3) eklemek, add

put on trial = yargılamak, mahkemeye göndermekput out = 1) söndürmek, extinguish;

2) sinirlendirmek, upsetput out of = (bir yerden) çıkarmak, dışarı atmakput over = 1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek /

anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak,put across, (She is very good at putting herviews over in meetings. = Toplantılarda,görüşlerini güzel bir şekilde ifade etmekte çokbaşarılı.); 2) ertelemek, postpone, defer

put pressure on = baskı yapmak, (bir şey yapmaya)zorlamak

put right = düzeltmek, yoluna koymak, rectify, zıtanl.= damage, worsen

put the focus on = (bir yer)’e, (bir şey)’eodaklanmak

put through = 1) (başarılı bir) sonuca ulaştırmak,implement; 2) (telefonda) bağlamak, connect

put to good use = iyi bir şekilde kullanmakput to the test = test etmek, teste tabi tutmakput together = (parçaları) bir araya getirerek üretmek,

birleştirmek, toplamakput up = 1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.= take down;

2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı)yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales beganto decline after they put up the prices. =Fiyatları arttırdıklarından beri satışlar düşmeyebaşladı.)

put up with = tahammül etmek, dayanmak, tolerate,(There are many inconveniences and pain thathave to be put up with after you haveundergone a major operation. = Büyük birameliyat geçirdikten sonra, tahammül edilmesigereken pek çok rahatsızlık ve acı olur.)

puzzle (fiil) = şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek,confuse, baffle

puzzle (isim) = bilmece, bulmaca, bafflepuzzle over = anlamaya / çözmeye çalışmakpuzzlingly = şaşırtıcı, hayret verici, confusing, bafflingPyramid of the Sun = Güneş Piramidi (Bugün

Meksika sınırları içindeki Teotihuacan antikkentinde yer alan, Aztekler’den kalma büyükbir piramit)

www.bademci.com

quadrant of meridian = bir meridyen dairesinindörtte biri, kutup ile Ekvator arasındaki uzaklık

quake = yer sarsıntısı, deprem, earthquakequalified enough = yeterince vasıflıqualify (for) = (bir iş) için gerekli niteliklere sahip

olmak, hak kazanmak, be eligible (for)qualitative = nitel, niteleyici, kalitatifquality = kalite, nitelik, vasıfquality-control = kalite kontrol (özellikle mühendislik

ve üretim alanlarında, müşteri gereksinimlerive standartların yakalanması konularındaçalışmalar yürüten disiplin), quality engineering

quantifiable = miktarı belirlenebilir / ölçülebilirquantify = nicelemek, sayıya dökmek, count,

measurequantitative = nicel, kantitatifquantitative trait = nicel (kantitat if) özelliklerquantity = miktar, nicelik, amountquantum = (çoğul: quanta) kuantum (fizikte,

genellikle temel parçacıkların enerji vemomentumlarını tanımlamakta kullanılanbölünemez birim)

quantum mechanics = kuantum mekaniği (fizikbiliminin, özellikle atomik ve atomaltıseviyelerde, madde ile enerji arasındaki ilişkiyiaraştıran alanı)

quarter = 1) makam, (kendisinden bir şey gelenveya beklenen) merci; 2) yer, yön, çevre,topluluk; 3) çeyrek, one fourth

quarters = (çoğul kullanılır) mahalleler, semtler,yaşanan mekanlar

query = sorgulamak, questionquest = arayış, searchquestion = 1) doğruluğundan kuşku duymak,

sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak,argue

queue = sıra, kuyruk, waiting linequintessence = mükemmel bir örnekquit = bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, haltquite = 1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are

quite right. = Tamamen haklısınız.)quota = kota (alınmasına / satılmasına / üretilmesine

vs. izin verilen en az ya da en çok miktar)quote = alıntı yapmak, (bir metinde) tırnak içinde söz

aktarmak

Q Q Q Q Q

www.bademci.com

rabies = kuduz hastalığırace (fiil) = yarışmakrace (isim) = yarışracial discrimination = ırk ayrımcılığıracially = ırk yönündenracism = ırkçılıkracist = ırkçıradar reflection = radar yansıması (radar cihazının

gönderdiği ve hedefe çarpıp yansıyarak radarageri dönen radyo dalgası)

radiate = yayılma, spread outradiation = yüksek hızlı parçacık veya

elektromanyetik dalgalar yoluyla enerji iletimi,radyasyon

radiation portal monitor = içinden geçen araçlardaradyoaktif madde taşınmakta olup olmadığınıanlamaya yarayan, güvenlik aramalarındainsanların içinden geçtiği metal dedektörleriniandıran bir alet

radiation-therapy machine = radyasyon tedavicihazı

radical = radikal, kökten, esaslı, fundamentalradically = alışılmışın çok dışında bir şekilde,

extraordinarilyradioactive = radyoaktif, radyoaktivite ile ilgiliradioisotope thermal generator = radyoaktif

bozunmadan açığa çıkan enerjiyi kullanarakelektrik üreten jeneratör, radioisotopethermoelectric generator, RTG

radionuclide = radyonüklid (bir elementin radyoaktifizotopu)

radius = (çoğul: radii) yarıçaprage = şiddetle devam etmek, storm, surgeraid = baskın, akınrain down = (yağmur gibi) yağarak düşmekrain forest = yağmur ormanı (yüksek miktarda yağış

alan ve yüksek düzeyde biyoçeşitlilik içerenorman)

rainfall = bir bölgeye, belli bir zaman aralığı içindedüşen toplam yağış

rainwater monitoring station = yağış izlemeistasyonu

raise = 1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase,zıt anl.= lower, decrease; 2) (para) toplamak,collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek,nurture, breed; 4) (soru) sormak

raise doubts = şüphe uyandırmakrampant = alıp yürümüş, dal budak sarmış,

widespread, uncontrollable, zıt anl.= undercontrol

random = rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental,zıt anl.= systematic

randomly = düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıtanl.= systematically

range (from . . . to . . .) = 1) (bir şey ile) (başka birşey arasında) değişmek, vary (between . . .and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak,rate, rank, classify

range = 1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfakocağı; 4) pek çok, farklı, variety

rank = sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sıradaolmak, (Harry Potter series rank first amongthe best-selling books of all-time. = HarryPotter dizisi tüm zamanların en çok satankitaplarının başında geliyor.), (Istanbul ranksamong the most popular cities in the world. =Istanbul, dünyanın en popüler şehirleriarasında yer alır.)

rank above / below = (birisi)’nden yüksek / aşağırütbede / düzeyde olmak

rank fake = yüzde yüz sahte, safi sahtekarlıkrank first = birinci olmak, birinci sırayı almakrank high = üstlerde olmak, (sıralamada) yukarıda

olmakrapid = çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.= slowrapidly = hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.= slowlyrare = nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce,

zıt anl.= commonrarely = nadiren, barely, seldom, zıt anl.= often,

frequentlyrarity = nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt

anl.= commonness, amplituderash = deride ortaya çıkan kızarıklıklar, kurdeşen,

isilikrate = 1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispetrate of absorption = emilim oranı

R R R R R

132 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

rate of damage = hasar oranırather = oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhatrather than = (bir şey)’den çok / ziyaderatify = onaylamak, tasdik etmekratio = oranravenous = saldırgan, yırtıcıraw = ham, işlenmemişray = ışık huzmesi, ışınreach = ulaşmak, varmak, arrive, comereach back (to) = eskilere uzanmak, hatırlamakreach back to a 1993 law = 1993’te çıkartılmış bir

yasayı gündeme taşımak / yasadanyararlanmak

reach up to = uzanarak (bir şey)’e yetişmeyeçalışmak, uzanmak

react to = (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek,respond to, oppose

react with = (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmekreact chemically = kimyasal reaksiyon göstermekreadily = çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda,

zamanında, seve seve, promptly, willingly,rapidly, easily, zıt anl.= slowly, late, (Thesebacteria can be identified readily. = Bubakteriler kolaylıkla tanımlanabilir.)

readiness = hazır olma, çabukluk, isteklilik,preparedness

reading public = halkın okuyan kesimireadjust = yeniden uyum sağlamak / alışmakreal estate = gayrimenkul (arsa, bina vb. taşınmaz

mal)real time = gerçek zamanlı olarak, canlı, livereal wage = reel ücret (enflasyonun erittiği kısım

düşülerek hesaplanan gerçek ücret)realize = 1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmekrearrange = yeniden düzenlemek, reorganizereason = sebep, neden, causereasonable = 1) makul, mantıklı, fair, sound, logical,

zıt anl.= unreasonable; 2) yeteri kadar, uygunmiktarda / ölçüde, (All we need is areasonable amount of land and sunlight togrow our vegetables. = İhtiyacımız olan tekşey sebzelerimizi yetiştirmeye yetecek kadararazi ve güneş ışığı.)

reasonably = makul oranda / düzeyde, oldukça,acceptably

reassemble = tekrar bir araya getirmekreassurance = (bir kişinin) endişelerini gidermeye

çalışma, encouragementrebel = asi

reborn = yeniden doğmuşrebound (fiil) = çarpıp geri sıçramak, geri tepmekrebound (isim) = 1) çarpıp geri sıçrama, geri tepme;

2) düzelme, recoveryrebuild = yeniden yapmak / inşa etmekrecall = anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.=

forgetrecast = yeniden biçim vermekrecede = yavaş yavaş azalmak, geri çekilmekreceive = 1) almak, pick up, take, zıt anl.= give, emit;

2) (bakım, ilgi vs.) görmekreceive medical attention = 1) tıbbi müdahale /

bakım görmek; 2) tıbbi çevrelerin ilgisiniçekmek

receive more than one’s share of smt = payınadüşen şeyden fazlasını almak

receive the blame = suçlamaya maruz kalmak,suçlanmak, suç (onun) üstüne kalmak

recent = (yakın geçmişten bahsederken) en son, enyakın / yeni, late, current, zıt anl.= past

recent finding = en son bulgurecently = yakın zamanda, son zamanlarda, latelyreceptacle = kap, hazne, container, holderreceptor = reseptör, alıcırecession = (ekonomide) durgunlukrecessive = çekinik, geri plandaki, diğeri tarafından

bastırılan, withdrawing, zıt anl.= dominantrecipe = 1) formül, yöntem; 2) (yemek vs. için) tarifrecipient = alıcı, hizmet görenreciprocating = karşılık gelen, dengi olanrecite = ezberden okumakreckon = sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak,

think, calculate, (Do you reckon it is going torain tomorrow? = Yarın yağmur yağacağınıdüşünüyor musun?)

reclaim = kullanılabilir hale getirmek, regainrecognise (as) = (olarak) tanımak, remember,

identify, distinguish, zıt anl.= forgetrecognise = 1) farkına varmak, realise, acknowledge,

be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak,varlığını kabul etmek

recognised = kabul görenrecognition = kabul, onay, tanıma, popülarite,

acceptance, approval, acknowledgement, zıtanl.= refusal, rejection

recognizable = tanınabilir, ayırt edilebilir, discernible,distinguishable

recognizably = tanınabilir / ayırt edilebilir şekilde,discernibly, distinguishably

ÜDS Sözlüğü - 133

www.bademci.com

recognized citizen = vatandaşlık haklarına sahipkişi

recombine = birleştirmek, yeniden bir arayagetirmek

recommend = tavsiye etmek, önermek, teklif etmek,ileri sürmek, offer, suggest

recommendation = tavsiye, öneri, advice,suggestion, proposal

recommended = tavsiye olunur / edilir, suggestedrecommended daily allowance = tavsiye edilen /

önerilen günlük tüketim miktarıreconcile = aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak,

harmonise, integrate, zıt anl.= alienatereconfigure = tekrar değiştirmek / ayarlamakreconnaissance = (askeri veya bilimsel amaçlı)

keşif, istihbarat toplamareconnaissance mission = keşif görevireconsider = tekrar ele almak, yeniden incelemekreconstruct = (kısmen bilinen bir şeyin) bütününü

belirgin hale getirmek, (olayları) yerli yerinekoymak, restructure

reconstruction = yeniden inşa, yeniden yapma /düzene sokma

record (fiil) = kaydetmek, kayda geçirmekrecord (isim) = 1) kayıt; 2) rekorrecord levels = rekor düzeyler / seviyelerrecord-breaking = rekor kıranrecorded history = kayıtlı / yazılı tarihrecount = anlatmak, hikaye etmek, (bir şeyin

öyküsünü) aktarmak, tell, narraterecover = 1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get

well, zıt anl.= deteriorate; 2) kurtarmak, gerikazanmak, salvage

recoverable = yeniden kazanılabilirrecovery = 1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.)

kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing,revival, zıt anl.= deterioration, worsening;2) yeniden elde etme, telafi, retrieval

recovery ward = ameliyat sonrası derlenme(kendine gelme) odası

recreate = yeniden yaratmak, reinstituterecreational = eğlence türündenrecruit = 1) asker toplamak, asker yazmak, enlist;

2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak,employ

recruitment = eleman / personel almarecur = (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek,

tekrarla(n)mak, happen again, repeat itselfrecurrence = yineleme, tekrarlama, repetition

recurrent = yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.=single, unique

recurring = tekrarlayan, recurrentrecycling = geri dönüşümred blood cell = alyuvarredate = yeniden tarihlemekrediscovery = tekrar keşfetmeredistribute = dağılımını değiştirmek, yeniden

dağıtmakreduce = azal(t)mak, cut down, diminish, decrease,

lower, zıt anl.= increasereduced = azal(tıl)mış, indirgenmişreduced intake = azaltılmış alım / tüketimreduced mortality = azalan ölüm oranıreduction = azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease,

zıt anl.= increaseredundant = 1) gereksiz, unnecessary; 2) işsiz,

unemployedreef = resif, sığ su kayalığıre-establish = yeniden kurmak, eski haline

dön(dür)mek, restorerefer to = 1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to,

guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention,bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to;4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to

reference = 1) başvuru, kaynak, source; 2) bahis,remark, mention

refine = saflaştırmak, arıtmak, düzeltmek, purify,improve

refined = 1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.=coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif

refinement = arıtma, saflaştırmarefit = yeniden kullanıma hazır hale getirmekreflect = yansıtmak, göstermek, show, (The words of

the matron clearly reflected concern over thepatient’s situation. = Başhemşirenin sözleri,hastanın durumu ile ilgili kaygısını açıkçayansıtmaktaydı.)

reflection = yansımareflux = reflü (yenen yemeğin, uyku vs. esnasında

tekrar ağza gelmesi)reform (fiil) = ıslah etmek, düzeltmek, improvereform (isim) = reform, yenilik, improvement, revisionrefraction = (ışık için) kırılmarefrain (from) = çekinmek, sakınmak, kendini tutmak,

abstain (from), avoid, zıt anl.= give in, indulgerefreshed = yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış,

revitalized

134 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

refreshingly = canlandırıcı / diriltici / umut vericişekilde, stimulatingly, zıt anl.= exhaustingly

refrigerant = soğutucu, coolantrefrigerated chamber = soğutulmuş odarefuge = koruma alanı, barınak, preserverefuse = geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek,

turn down, reject, zıt anl.= acceptrefute = (delillerle) çürütmek, yanlışlığını kanıtlamak,

discredit, invalidate, zıt anl.= confirmregain = yeniden elde etmek / kazanmakregard = ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention,

considerregard as = saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna)

inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek,believe, deem, consider as, view as

regard with = (şüphe, korku vs.) ile bakmak /yaklaşmak

regarding = ile ilgili, with reference to, concerning,about

regardless of = (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlıolmaksızın, in spite of, without considering

regardless of the fact that. . . = . . . gerçeğinebakılmaksızın, although, despite the fact that

regardless of their income = gelirlerinebakılmaksızın

regenerate = yenilemek, yeniden oluş(tur)mak,iyileşmek, regrow

region = yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, locationregister (fiil) = 1) kaydetmek, tescil etmek, record;

2) (bir şeye) sahip olduğu görülmek /gözlemlenmek, anlaşılmak, (Her surpriseregistered on her face. = Şaşkınlığı yüzünevurmuştu / yüzünden anlaşılıyordu.)

register (isim) = sicil, kayıtregistrar = 1) İngiltere’de orta konumda hastane

doktoru (stajyere üst, uzman doktora ast);2) kayıt memuru

registry = bkz. registerregret = pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry

(about), repent, zıt anl.= welcomeregrettable = üzüntü veren, pişmanlık uyandıran,

unfortunate, pitiful, zıt anl.= desirableregrettably = ne yazık ki, maalesef, unfortunatelyregular = düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı,

consistent, steady, zıt anl.= irregular, unsteady,inconsistent

regular hours = düzenli saatlerregulate = denetim altında tutmak, düzene sokmak,

düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust,arrange, zıt anl.= upset, confuse, mess up

regulation = düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol,işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring,adjustment, zıt anl.= confusion, messing up

regulator = düzenleyici, kural / kanun koyucuregulatory = düzenleyicirehabilitate = hasarını gidermek, rehabilite etmek,

restorerehabilitation = rehabilitasyon (herhangi bir sebeple

çalışma yeteneği azalmış bir organa ya davücut parçasına, uygun egzersiz uygulayaraktekrar eski güç ve yeteneğini kazandırma)

reign = saltanat, hükümdarlık, rulereinforce = desteklemek, takviye etmek,

sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek,strengthen, zıt anl.= weaken, (The finaltechnical report of the accident reinforces thefindings of initial investigations. = Kaza ile ilgilison teknik rapor, ilk araştırmalarda elde edilenbulguları destekliyor.)

reinforced = güçlendirilmişreinforced concrete = betonarmereinforcing = destekleyici, takviye edicireinstate = eski mevkisini / görevini geri vermekreinstitutionalization = tekrardan bir kuruma /

yapıya dahil etme, tekrar kurumlaştırmareintroduce = yeniden tanıştırmak, tekrar piyasaya

sunmak, bir yasa vs. ’yi tekrar yürürlüğekoymak

reintroduction = tekrar ortaya çıkmareiterate = tekrarlamak, repeatreject = yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny,

zıt anl.= acceptrejected = reddedilmiş, geri çevrilmişrejection = ret, geri çevirmerejuvenate = beslemek, canlandırmakrelapse = 1) sağlığı kötülemek, depreşmek, get

worse; 2) eski kötü huylarına geri dönmek, fallback

relate = 1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasındabağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ileilgili olmak, have a connection with

related = ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.=unrelated

related to = (bir şey) ile ilgilirelating to = (bir şey) ile ilgili olarakrelation = bağlantı, ilişki, münasebetrelationship = ilişki, ilintirelative (isim) = akrabarelative (sıfat) = göreceli

ÜDS Sözlüğü - 135

www.bademci.com

relative to = (bir şey) ile karşılaştırıldığında, (birşey)’e nazaran

relatively = göreceli olarak, nispeten, comparativelyrelativism = bağıntıcılık, görecelikrelativity theory = görelilik (izafiyet) teorisirelax = gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.=

tighten uprelaxation = gevşeme, dinlenmerelaxed pace = yorucu olmayan temporelay = aktarmak, nakletmek, pass on, transmitrelease (fiil) = 1) salıvermek, kurtarmak, dışarı

vermek, discharge, liberate, zıt anl.= detain,imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber,bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.)piyasaya çıkarmak, issue

release (isim) = salma / salıverilme, dışarı verme,yayma, discharge

release into = (bir şey)’in içine salmak, yayılmak,vermek

relentless = 1) bitmez tükenmez, endless, (Herrelentless efforts in the clinic were at lastrewarded by a promotion. = Klinikteki bitmeztükenmez çabaları sonunda bir terfi ileödüllendirildi.); 2) acımasız, merhametsiz,insafsız, pitiless, merciless, (Tuberclosis hasbeen one of the most relentless enemies ofmankind throughout history. = Tüberküloz,tarih boyunca insanlığın en merhametsizdüşmanlarından birisi olmuştur.)

relevance = ilinti, (konuya) uygunluk, ilişki, bearing,connection

relevant = konuyla ilgili, yerinde, appropriate, zıtanl.= irrelevant

reliability = güvenilirlik, credibilityreliable = güvenilir, emin, sağlam, trustworthy,

dependable, zıt anl.= unreliablereliably = güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.=

unreliablyreliance = güvenme, bel bağlama, dependencereliant on = (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde,

bağımlırelic = (genellikle manevi değeri olan) kalıntı,

yadigar, kutsal emanet, (There is a plan as tobringing St. Nicholas’ bones and other relicsback to The Church of St. Nicholas in Demre.= Aziz Nikolas’ın kemiklerinin ve diğer kutsalemanetlerinin Demre’deki Aziz NikolasKilisesi’ne getirilmesine dair bir plan var.)

relief = 1) ferahlama, rahatlatma, alleviation;2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi

relief supplies = yardım malzemesirelief workers = kurtarma ekibi (çalışanları), rescue

workersrelieve = 1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek,

hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate,ease, comfort, zıt anl.= aggravate, intensify;2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak

religious = 1) dinsel, din ile ilgili; 2) dindar, piousreluctance = isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness,

zıt anl.= keenness, (It was with reluctance thatI accepted their invitation because I was toobusy to attend any such occasion. =Davetlerini gönülsüzce kabul ettim, zira öylebir olaya katılamayacak kadar meşguldüm.)

reluctant = isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant,uneager, zıt anl.= willing, eager

reluctantly = isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıtanl.= willingly, eagerly

rely on = 1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek /itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak,depend on, entrust, zıt anl.= distrust; 2) (birşey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi)başarmak, (Today we rely on computers toperform innumerable tasks. = Bugün pek çokişi bilgisayarların yardımıyla başarmaktayız.)

REM = uykuda rüyaların görüldüğü süreç, rapid eyemovement

remain = değişmeden kalmak, durumunu korumak,stay, zıt anl.= vary

remain awake = uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.=fall asleep

remain stable = sabit kalmak, değişmemekremain uncurtailed = azalmadan kalmakremain virtually unchallenged = neredeyse

rakipsiz olmakremaining = geriye kalanremains = (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan,

harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (Hisremains were never found. = Cesedi hiçbulunamadı.)

re-make = yeniden / baştan yapmakremarkable = dikkate değer, olağanüstü, notable,

extraordinary, zıt anl.= ordinaryremarkably = dikkate değer bir şekilde, belirgin bir

şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.=slightly

remedy (fiil) = çaresini bulmak, düzeltmek, cure,treat, restore

136 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

remedy (isim) = çare, ilaç, deva, cure, reliefreminder = hatırlatma, hatırlatıcı şeyremission = hafifle(t)me, azal(t)ma, alleviation,

relaxation, zıt anl.= worseningremnant = 1) kalıntı, arta kalan şey; 2) parça kumaşremote = 1) uzak, distant, (His stories are too remote

from everyday life. = Hikayeleri, gündelikhayattan çok uzak.); 2) etkisini geç gösteren

remote-control = uzaktan kumandaremote-controlled = uzaktan kumandalı / kumanda

edilenremotely = uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a

distance, zıt anl.= closelyremotely operated = uzaktan kumandalıremoteness = uzak olmaremoval = yerini değiştirme, ortadan kaldırmaremove = 1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take

away, eliminate, zıt anl.= install; 2) (kabuk,kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak;3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak

render = 1) vermek, sağlamak, give, provide, supply;2) belli bir duruma / hale getirmek, make

renew = yenilemek, onarmak, re-establish, mendrenewable = yenilenebilirrenewable energy = yenilenebilir enerjirenewable resources = yenilenebilir kaynaklarrenovate = yenilemek, tadilat yapmak, recondition,

restorerenovation = yenileme, tadilatrental site = (araç vs. için) kiralama noktasıreorder = yeniden düzenlemekreorganisation = yeniden düzenle(n)merepair = onarmak, düzeltmek, iyileştirmekrepay = geri vermek, ödemek, return, pay backrepeat = tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you

please repeat what I say? = Lütfen benimsöylediklerimi tekrarlar mısınız?), (Historyrepeats itself. = Tarih tekerrürden (tekrardan)ibarettir.)

repeatedly = tekrar tekrar, defalarca, over and overrepetition = tekrar, recurrencerepetitive = yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.=

single, uniquereplace = (bir başkası)’nın yerini almak / yerine

geçmek, yenilemek, change, substitute,supplant

replace with = (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek,substitute

replacement = replasman, yenileme, değiştirme,yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme,substitution

replacement kidney = (eskisinin yerine)nakledilecek böbrek

replenish = tekrar doldurmakreplenishment = (bir kaptaki eksilmiş olan sıvıyı vs.)

doldurma, yenilemereplica = kopyareplicate (fiil) = 1) (hücre bölünmesiyle vs.)

çoğalmak, multiply; 2) benzerini / kopyasınıyapmak, duplicate

replicate (isim) = 1) yinelenen deney / deneme;2) aslına çok yakın ya da tamamen benzerikopya, tıpkı basım, replica

replication = 1) tekrar(lama), yineleme, yinelenendeney / deneme; 2) kopya, tekrarlamak yolu ileüretilen şey, copy, replica, replicate

report (fiil) = rapor etmek, bildirmekreport (isim) = 1) rapor; 2) karne; 3) haberreportedly = bildirilene göre, anlatılana görereporting staff = muhabirlik yapan personelrepository = ambar, deporepresent = 1) temsil etmek, simgelemek, örneği

olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek,depict, display, correspond to

representation = tasvir, betimlemerepresentative = 1) örnek, tipik, exemplary, typical;

2) mümessil, temsilcirepresentative democracy = temsili demokrasi

(halkın, egemenliğini, seçtiği temsilcileraracılığı ile kullandığı, kararların bu temsilcilertarafından alındığı demokrasi türü)

reprocessing plant = yeniden işleme tesisireproduce = 1) kopyalamak, taklit etmek, imitate,

redo, make more; 2) üremek, çoğalmak,yavrulamak, propagate

reproduction = üreme, reprodüksiyonreproductive = reprodüktif (üreyebilen), yavrulayan,

çoğalan, yeniden oluşturan, fruitful, fertile, zıtanl.= infertile

reproductively = üreme bakımından / ile ilgili olarakrepulsive = itici, tiksindirici, repellent, revoltingreputable = saygın, respectable, esteemed, zıt anl.=

disreputablereputably = saygın bir şekilde, honourablyreputation = ün, şöhret, nam, ad, credit, esteemrepute = ad, şöhretreputedly = sözde, güya, rivayete göre, according to

general belief

ÜDS Sözlüğü - 137

www.bademci.com

request (fiil) = talep etmek, demand, ask forrequest (isim) = istek, rica, dilek, demandrequire = (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek,

zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige,demand

requirement = gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity,claim

requisite = gerekli şey, necessityresearch = araştırmaresearch position = (üniversitedeki) araştırma(cı)

pozisyonuresearcher = araştırmacıresemblance = benzerlik, similarity, zıt anl.=

distinctionresemble = benzemek, andırmak, look / be like, take

after, zıt anl.= differ fromresent = içerlemekresentful = küskün, dargın, gücenik, offendedreserve = saklı tutmak, ayırmakreserves = rezerv, kaynaklar, suppliesreservoir = hazne, havza, depo, rezervuarreset = yeniden ayarlamak / başlatmakre-settle = yeniden yerleşmek, göçmek, taşınmakresettlement = yeni bir yere / bölgeye yerleşmereshape = yeniden şekillendirmek, alterreside = ikamet etmek, oturmak, live, dwellresidency = 1) ikametgah, mesken, residence;

2) doktorluk ihtisas devresiresident = bir yerde oturan kimse, sakin, dweller,

inhabitantresidential = 1) yatılı; 2) ikamet ile ilgili, (residential

area = ikamet alanı, konutlar için ayrılmışbölge)

residual = artık, arta kalan, leftover, remainingresidue = artık, kalıntı, leftover, remainderresiliency = esneklik, elastikiyet, elasticityresilient = çabuk iyileşebilen, kendini çabuk

toparlayan, güçlükleri yenme yeteneği olanresin = reçineresist = direnmek, karşı koymak, oppose, withstand,

confront, zıt anl.= surrender, yield toresistance = direniş, karşı koyma, hindrance,

oppositionresistant (to) = dayanıklı, dirençli, enduring, hardy,

zıt anl.= delicate, tenderresistivity = özdirenç (birim uzunluktaki bir

materyalin, içinden geçen elektrik akımınagösterdiği direnç)

resolution = 1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük(bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibicihazların detayları görüntüleme kapasitesi)

resolve = 1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide;3) azalmak, iyiye gitmek, recover

resort = tatil beldesi, dinlenme yeriresort to = (çare olarak bir şey)’e başvurmak,

employresource = kaynak, olanak, supply, meansrespect = 1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar

göstermek, regard highlyrespectability = saygınlık, dignity, zıt anl.= vulgarityrespectful = saygılırespective = (birden fazla unsur için) her birinin ayrı

ayrı (özelliklerinden bahsederken)respectively = sırasıyla, (birden fazla unsur için) her

birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken),(The cities of Basle and Brussles are inSwitzerland and in Belgium respectively. =Basel ve Brüksel kentleri sırasıyla İsviçre veBelçika’dadır.)

respiration = soluma, hava alıp vermerespiratory = solunumla ilgili, solunuma aitrespiratory bronchiole = akciğerlerde hava

keseciklerine kadar ulaşan en küçük kanallarrespiratory surface = solunum yüzeyi (canlılarda

akciğer, solungaç gibi gaz alışverişiningerçekleştiği kısım)

respiratory system = solunum sistemirespite = erteleme, mola, pause, reliefrespond (to) = karşılık vermek, tepki göstermek,

react (to)response = yanıt, karşılık, tepki, reply, reactionresponsibility = sorumluluk, yükümlülük, blame,

liability, zıt anl.= immunity, exemptionresponsible (for) = (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin)

sorumlusu, zıt anl.= irresponsibleresponsive = 1) duyarlı, hassas; 2) cevap vermeye

istekli, reactive, zıt anl.= unresponsiverest = 1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan

kısım; 2) dinlenmerest on = (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek

almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak,üzerinde bulunmak, count on, depend on, besupported by

rest with = (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be(under) the responsibility of

rested = dinlenmiş, relaxedresting blood pressure reading = istirahat halinde

tansiyon ölçümü

138 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

restless = hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy,zıt anl.= calm, peaceful

restless leg syndrome = huzursuz ayak / bacaksendromu (huzursuzluk nedeniyle ayakları /bacakları devamlı hareket ettirme hali)

restorative = şifalı, iyileştirici, healing, curativerestore = restore etmek, eski haline döndürmek, fix,

reestablish, reconstructrestrain = 1) dizginlemek, kontrol altına almak,

control, zıt anl.= set free; 2) kısıtlamak,sınırlamak, suppress, zıt anl.= relieve

restraint = kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction,control, suppression, zıt anl.= relief,indulgence

restrict = kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıtanl.= broaden, enlarge

restricted = 1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı,limited, confined, zıt anl.= free, unlimited

restricted = kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak,limited, zıt anl.= free, unlimited, (The town isannounced to be a restricted area barred topeople and journalists without specialauthorisation. = Kasaba, özel izni olmayangazeteciler ve halk için yasak bölge ilan edildi.)

restriction = kısıtlama, limitationrestrictive = kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limitingrestructure = yeniden yapılandırmak, reorganiserestructuring = yeniden yapılandırmaresult from = (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak

/ doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucuolmak, be caused by, come from

result in = (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yolaçmak / neden olmak, cause

resulting = sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtakiresume = yeniden başlamak, kalınan yerden devam

etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.=abandon, suspend

resumption = yeniden başlama, sürdürmeresurgence = tekrar faaliyete geçme, aktif hale

gelme, canlanma, revivalresurrect = yeniden diriltmek / canlandırmak / ortaya

çıkarmak, reviveresuscitation = yaşama döndürme, canlandırma,

diriltme, revivalretain = 1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek,

kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold,zıt anl.= give up, let go; 2) akılda tutmak, keepin (one’s) mind

retaliation = (bir saldırıya) yanıt / karşılık, karşısaldırı, reaction

retardation = retardasyon (zeka vs. için gerilik)

retention = 1) alıkoyma, tutma, holding, keeping, zıtanl.= release; 2) hafızada / akılda tutma,keeping in memory, zıt anl.= forget

rethink = yeniden / tekrar düşünmekretire = emekliye ayrılmakretirement = emeklilikretract = geri / içeri çek(il)mek, withdrawreturn = 1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back;

2) geri verme, iade etmereturn to favour = şansı dönmek, yeniden popüler

olmakreturn to power = iktidara dönmekreturn to prominence = tekrar ünlenmek / rağbet

görmekreturn to the fore = tekrar ön plana çıkmakreveal = göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak,

tell, show, disclose, zıt anl.= conceal, hiderevelation = 1) açığa çık(ar)ma, keşif, disclosure, zıt

anl.= covering up; 2) vahiy, ayetrevenue = gelir, kazanç, hasılat, incomereverberate = yankılanmak, aksetmekrevere = hürmet etmek, saygı göstermekreversal = 1) (bir siyasi anlayışı, kararı vs.) köklü bir

şekilde değiştirme; 2) (işlerin vs.) tersinedönmesi

reverse (fiil) = (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak,tornistan etmek, tersine / geri çevirmek,change to the contrary

reverse (sıfat) = aksi, ters, geri, opposite, contrary,backward, zıt anl.= forward, parallel, same

reversible = geri döndürülebilir, eski halinegetirilebilir, zıt anl.= irreversible

revert to = (bir şey)’e geri gitmek, (bir şey)’e dönmekreview = yeniden gözden geçirmek, yeniden

incelemek, go overrevise = gözden geçirip düzeltmek, modifyrevision = gözden geçirip düzeltme, modificationrevitalize = yeniden canlandırmak, diriltmek, reviverevival = 1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film,

tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bireseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile)yeniden sahneleme, remake

revive = canlan(dır)mak, (yeniden) hayat vermekrevolt = isyan, ayaklanmarevolution = devrimrevolutionary = devrimci, çığır açan, devrim

niteliğinderevolutionise = devrim niteliğinde değişiklik

yaratmak, tabuları yıkmak, tamamendeğiştirmek

ÜDS Sözlüğü - 139

www.bademci.com

revolve = bir nokta veya eksen etrafında dönmekreward = ödül, prize, zıt anl.= punishmentrewarding = doyurucu, tatmin edici, satisfactoryrewind = geri almak, (kaseti) geri sarmak, fast-

forwardrewire = (elektrik tesisatını) yeniden bağlamak /

çalışır hale getirmekReye’s syndrome = Reye sendromu (genellikle

çocuklarda, muhtemelen virüs enfeksiyonunabağlı olarak gelişen, kusma, baş ağrısı,zihinsel işlevlerde bozukluk gibi belirtilerlebaşlayıp kısa zamanda bilinç kaybı ve ölümeuzanabilen akut hastalık)

rhetorical = söz sanatına özgürheumatoid arthritis = romatoid artrit (genellikle el

parmakları, el ve ayak bilekleri, ayak, kalça veomuz eklemlerinde görülen ve şekilbozukluklarına yol açan eklem iltihabı)

rhodanese = rodanaz (hücre ve bakterilerdebulunan, kristalize olabilen ve katalizör görevigörerek siyaniti zararsız hale getiren bir türenzim)

rhyme = uyak, kafiyerhythm = ritm, beatrib = kaburgaribozyme = ribonükleik asit enzimi (diğer RNA

moleküllerinin bölünmesinde katalizör olarakgörev gören RNA molekülü)

rice hull = pirincin dış kabuğurice-based diet = pirince dayalı beslenmerich in vitamins = vitamin bakımından zenginriches = zenginliklerRichter Scale = Richter Ölçeği (sismolojide

kullanılan, dünya genelinde meydana gelendepremlerin aletsel büyüklüklerini ve sarsıntıoranlarını belirleyen ve sınıflara ayıranuluslararası bir ölçüm birimi)

rickets = raşitizm (çocuklarda D vitamini eksikliği veyeterince güneş ışığı görmeme sebebiyleoluşan, kemik yumuşaması ile belirgin birhastalık)

rid of = (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieverid (oneself) of = (kendini) (bir şey)’den kurtarmak,

break free fromridge = (coğrafya terimi olarak) sırt, küçük dağ

sırası, dağ silsilesiridicule = alay konusu etmek, gülünç duruma

düşürmekridiculous = gülünç, saçma, sillyright (fiil) = düzeltmek

right (isim) = 1) hak, (Arabic women must stand upfor their voting rights. = Arap kadınlar oyverme hakları için seslerini yükseltmeliler.);2) sağ (taraf), zıt anl.= left

right across = her tarafına, throughout, (The diseasespread right across the country. = Hastalık,ülkenin her tarafına yayıldı.)

right across the world = dünyanın diğer ucu(ndaki)right away = hemen, derhal, at once, immediatelyright from the very start = ta en başından beriright of appeal = temyiz hakkı, üst mahkemeye

itirazda bulunma hakkıright-hand side = sağ taraf, zıt anl.= left-hand siderightly = haklı olarak, correctlyright-wing = sağcırigid = katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip

bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.=flexible, floppy, deformable

rigidity = katılık, sertlik, strictness, zıt anl.= leniencerigidly = sıkıca, sağlam bir şekilde, stiffly, zıt anl.=

looselyrigorous = özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan

şaşmayan, strict, tight, zıt anl.= lax, relaxedrim = kenar, border, edgeriot = ayaklanma, başkaldırı, isyanrioter = isyancı, asi, ayaklanmacı, rebel, insurgentripe = olgunripen = olgunlaş(tır)mak, maturerise = yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt

anl.= decreaserise to importance = önem kazanmakrise to the challenge = zorluklara göğüs germek,

(bir duruma vs.) meydan okumayahazırlanmak

risk of infection = enfeksiyon riski (bulaşmatehlikesi)

risk-free = tehlikesizrisk-taking = risk alanrisky = riskli, unsafe, zıt anl.= saferitual = ayin, adetrival (fiil) = (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi

olmak, compete withrival (isim) = rakip, opponent, competitorrivalry = rekabet, competitionRNA = ribonükleik asit (protein sentezinde rol alan

genetik materyal), ribonucleic acidroar = gürleme, kükremeroast = (kahve çekirdeği vs. için) kavurmak, (et ve

diğer yemekler için) fırında pişirmek

140 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

rob (of) = yağma / talan etmek, elinden almak,çalmak, yoksun bırakmak, take, steal

robotics = robot bilimirobust = sağlam, gürbüz, güçlü, dinç, sound, strong,

zıt anl.= frail, weakrogue = beklenmedik, unexpectedrogue state = uluslararası antlaşmaları tanımayan,

kendi başına buyruk, düzen bozucu ülkerole model = rol modeli, örnek alınan kişi veya şeyroll (on / by) = (zaman için) geçip gitmekRoman = Romalı, Roma’ya veya Roma Devri’ne aitRoman Empire = Roma İmparatorluğu (M. Ö. 1. yy

ile M. S. 4. yy arasında tüm Akdeniz havzasıçevresine egemen olmuş ve edebiyat, hukuk,mühendislik, mimari alanlarında derin kültürelizler bırakmış, para ve ölçü birimlerikonusunda standartlar geliştirmiş,Makedonya’dan Mezopotamya’ya kadar tümbölgeleri, döşediği taş yollar ile birbirinebağlamış, Türkiye’de bulunan Side, Perge,Aspendos, Myra gibi tanınmış antik kentlerdekalıntıları görülebilen tiyatro, hamam, bazilikagibi binaların yüzde doksanından fazlasınınyapımına önayak olmuş, büyük ekonomik veaskeri gücü ile egemenlik alanındaki halklarıözellikle M. S. 2. yy içerisinde savaşlardanuzak, refah içinde yaşatarak “Roma Barışı”diye bir kavramın oluşmasını sağlamış,dünyanın gelmiş geçmiş en büyükimparatorluklarından biri)

Roman times = Roma Devri (M. Ö. 30 ile M. S. 376yılları arasında kalan dönem)

root out = ayıklayıp atmak, kökünü kazımak,kökünden sökmek

rot = çürümek, decompose, go badrotary = dönel, (bir eksen etrafında) dönenrotate = 1) (kendi ekseni veya merkezi etrafında)

dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmakrotation = 1) (kendi ekseni veya merkezi etrafında)

dönme; 2) (personel, ekin vs. için) rotasyon,(eleman ya da ekin türünü değiştirme işi)

rough = 1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.=accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı;3) engebeli

roughly = kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı,approximately, about, more or less; zıt anl.=accurately, exactly

route = hat, güzergah, rotaroutine = rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli

aralıklarla tekrar edilmesi)routinely = rutin olarakrow = sıra, dizi

royalty = 1) imtiyaz / patent / telif hakkı / ücreti;2) kraliyet ailesi

rubber bullet = plastik mermirubber-coated = plastik kaplırubbish = 1) saçma, saçmalık, nonsense; 2) çerçöp,

döküntü, garbageruin (fiil) = harap / perişan etmek, yıkmak, devastate,

destroy, zıt anl.= restore, constructruin (isim) = yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfallruined = harabe halinde, yıkıntı halde, devastated,

derelict, destroyed, zıt anl.= restored,reconstructed

ruins = yıkıntı, kalıntı, harabe, remainsrule = karar vermek, hükmetmek, judge, deciderule of law = 1) hukuk kuralı; 2) hukukun üstünlüğürule of survival = hayatta kalma kuralırule out = yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı

bırakmak, önlemek, meydan vermemek,engellemek, elemek, exclude, zıt anl.= include

ruler = 1) ülke yöneticisi; 2) cetvelruling = 1) yasa, kural, hüküm; 2) hüküm verme,

karar almarun = 1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate,

manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekteetmek

run about = etrafta koş(uş)turmakrun aground = karaya oturmakrun away from = (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak,

escape fromrun counter (to) = (bir şeyin) aksi yönünde olmak /

seyretmekrun down = 1) kötülemek, aleyhinde konuşmak;

2) azal(t)mak, küçül(t)mekrun in a family = bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak,

o ailede sıkça görülmekrun off the same system = aynı sistemi kullanarak

çalışmakrun on = 1) durmadan konuşmak; 2) (zaman)

geçmek, pass; 3) (bir şey) ile çalışmak,operate on

run out (of) = 1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek,tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I amafraid we have run out of antibiotics. =Korkarım ki antibiyotiğimiz tükendi.);2) geçerliliğini yitirmek, expire

run over = 1) ezmek; 2) taşmak; 3) tekrarlamak,gözden geçirmek

run through = 1) çabucak tüketmek, israf etmek,use up; 2) (kılıç, bıçak vs. ile) delmek, delipgeçmek, pierce

ÜDS Sözlüğü - 141

www.bademci.com

run up = art(tır)mak, yüksel(t)mek, rise, raise,increase, zıt anl.= fall, decrease

running cost = işletme maliyetirunning water = su tesisatından sağlanan / akan surunway = pist, uçak pisti, tarmacrupture (fiil) = kırmak, yırtmak, break, tear apartrupture (isim) = yırtık, kırık, kırılmarural = kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel

olmayan, zıt anl.= urban

rush (fiil) = 1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry,zıt anl.= delay, linger; 2) saldırmak, hızlaakmak

rush (isim) = koşuşturma, acele etmerushing = hızla akanrush hour traffic = trafiğin en yoğun olduğu saat(ler)

www.bademci.com

sacred = kutsalsacrifice = feda etmek, give up, forfeitsad = üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.=

cheerfulsafe = emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.=

dangerous, hazardoussafe haven = güvenli sığınaksafeguard = korumak, kollamak, himaye etmek,

muhafaza etmek, protectsafely = güvenli bir şekildesafety = emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.=

danger, hazardsafety rule = emniyet kuralı, emniyet yönergesisail = yelkensales literature = satış sloganları, reklam / tanıtım

yazılarısaline = tuz içeren (serum ve benzeri sıvı)salinity = tuzluluk derecesisalmon farming = çiftliklerde somon balığı

yetiştiriciliğisalon = salon, sergi salonusample (fiil) = denemek, trysample (isim) = örnek, numune, example, specimensampling = örneklem(e)sanction = 1) yaptırım, ceza; 2) onay, kanun, kararsanctuary = kutsal yer, mabetsandstone = kumtaşı (kum tanesi büyüklüğünde

mineral veya kaya tozlarından oluşmuş birtortul kayaç türü)

sandstorm-scoured = kum fırtınaları tarafındanaşındırılmış, kum fırtınaları sebebiyleerozyona uğramış

sane = aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan,zıt anl.= insane

sanitary = sıhhi, sağlıkla ilgilisanitary condition = hijyen, temizliksanitary sewer = sıhhi kanalizasyon tesisatısanitation = 1) sanitasyon (temiz, hijyenik olma hali);

2) temizleme, hijyenik hale getirmesassafras = Kuzey Amerika ve Asya’da yetişen bir

tür küçük ağaçsatellite = uydusatellite-borne = uyduya yerleştirilmiş

satiate = doyurmak, tatmin etmeksatiation = doygunluksatiety = doyum, doygunluk, fullnesssatiety centre = (beyindeki) doyma / tokluk merkezisatisfactorily = tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt

anl.= unsatisfactorily, poorlysatisfactory = doyurucu, tatmin edici, rewarding,

acceptable, adequate, zıt anl.= unsatisfactory,poor

saturate (with) = doyurmak, emdirmeksaturated = doymuşsaturated fat = doymuş yağ, zıt anl.= unsaturated fatsaturation = doyma, doygunluksave up = bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmeksay = örneğin, söz gelimiscale = ölçek, derece, skalascale model = ölçekli modelscaling = pullanma, pul pul olmascan (fiil) = 1) taramak (ışınların hareketini algılayan

bir aygıtla görüntülemek); 2) yakındanincelemek browse, look through

scan (isim) = tarama, yakın incelemescandal = skandal, rezalet, kepazelikscandalous = skandallarla / kepazeliklerle dolu,

utanç verici, rezil, shamefulScandinavia = İskandinavya (Kuzey Avrupa’da,

Norveç, İsveç ve Finlandiya’yı içerenyarımada)

scanning tunnelling microscope = kuantumtünelleme yöntemiyle çalışan, maddeleri atomseviyesinde görüntülemeye yarayanmikroskop

scant = sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıtanl.= abundant, ample

scar (fiil) = yara izi bırakmakscar (isim) = yara iziscarce = az bulunur, kıt, rare, scantscarcely = nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly,

zıt anl.= enough, sufficiently, (She is not afriend of mine. I scarcely know her. = O benimarkadaşlarımdan biri değil; onu çok aztanıyorum.)

scarcity = kıtlık, az bulunma, deficiency, inadequacy,zıt anl.= abundance

S S S S S

ÜDS Sözlüğü - 143

www.bademci.com

scare = korkuscare away = korkutup kaçırmakscarlet fever = kızıl hastalığıscary = korkutucu, ürkütücüscatter = serpmek, saçmak, dağıtmak, yaymak,

dispersescattered = (oraya buraya) dağılmış, yayılmış,

dispersedscene = manzara, görüntü, sahne, olay, sightscene of disaster = felaket bölgesiscenery = doğal manzarascenic = manzaralıscent = koku, smell, odoursceptic = şüpheci kimsesceptically = kuşkucu bir şekilde, suspiciouslyscepticism = kuşkuculuk, şüphecilikschedule = program, tarife, ders programıscheduled = programlanmışscheduled for = (belli bir zaman)’da

(gerçekleştirilmek üzere) programlanmış /planlanmış

scheme = hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy,(If one scheme of happiness fails, humannature turns to another. = Eğer bir mutlulukplanı başarısızlığa uğrarsa, insan doğası birbaşka plana yönelir.)

schizophrenia = şizofreni hastalığıscholar = bilgin, akademisyenscholarship = 1) bilim; 2) bursschool = ekol, okulschooling = eğitim, educationscience fiction = bilimkurguscientific = bilimselscientific definition = bilimsel tanımscientific discovery = bilimsel buluşscientific potential = bilimsel potansiyelscoff at = (bir şey) ile alay etmek, (bir şey)’i

küçümsemekscope = 1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range,

extent; 2) fırsat, olanakscore = puanscores of = çok sayıda (score = 20, scores of =

yirmilerce (düzinelerce gibi bir ifade)), lots ofscourge = 1) bela, felaket; 2) kırbaçscouring = aşındırmascrape = sürtmekscratch = kaşımak, tırmalamakscream = çığlık

screen = 1) incelemeden geçirmek, monitor;2) gizlemek, korumak, perdelemek, hide,conceal

screening = tarama, (belirli niteliklere sahip şey veyakişilerin kapsamlı araştırmalar sonucundabelirlenmesi)

screening programme = tarama programı (belli birhastalığı belirleme amacıyla insanlarınmuayeneden geçirilmesi / taranması)

screening test = eleme testi, tarama testiscrew thread = vida dişi (vida bedeninin

çevresindeki sarmallardan her biri)script = el yazısıscroll = parşömen tomarı / rulosuscrutiny = derinlemesine inceleme, araştırma,

investigationscuba diver = (oksijen tüpü ile dalan) balıkadam,

dalgıçsculpt = heykel yapmaksculpture = yontu, heykel, heykeltıraşlıkscurvy = iskorbit (yetersiz C vitamini alımına bağlı,

eskiden denizciler arasında yaygın olan birhastalık)

sea bindweed = denize yakın kumullarda yaşayanpembe-mor çiçekli asma türü bir bitki

seabed = deniz dibiseafloor = deniz tabanıseafood harvest = deniz mahsulleri hasadıseal (fiil) = 1) sızdırmayacak / ayrılmayacak şekilde

birleştirmek; 2) mühürlemekseal (isim) = 1) fok; 2) mühürseal off = sızdırmayacak şekilde kapamak,

mühürlemek, block offseamount = sualtı dağı (zirvesi de dahil, tamamı

denizin altında bulunan dağ)seaport = limansea-route = deniz yoluseashell = deniz kabuğuseason = sezon, mevsim, dönem, periodseasonal = mevsimlik, bir mevsime özgüseat (fiil) = otur(t)mak, oturacak yer sağlamakseat (isim) = 1) (herhangi bir konuda otorite olan)

merkez (şehir, kurum vs.); 2) koltukseaward = denize doğruseaweed = deniz yosunusecond year running = üst üste ikinci yılsecondary = ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali,

subordinate, subsidiary, zıt anl.= fundamental,essential, primary

144 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

secondary condition = ikincil sağlık sorunu (birhastalıktan kaynaklanan nispeten dahaönemsiz ikinci bir rahatsızlık, örn. diyabetebağlı gelişen böbrek yetersizliği)

second-hand smoke = pasif sigara dumanı (sigaraiçmeyen insanları etkileyen sigara dumanı)

second-rate = (kalite bakımından) ikinci sınıf, düşükkalitede

secret = sır, gizem, esrarsecrete = salgılamaksecretion = salgılama, salgısect = mezhepsectarian = mezhepler ile ilgili, mezhepselsection = kısım, kesim, parça, dilim, kesit, partsecular = laik (dinsel konular ile devlet yönetimini

ayrı tutan)secure = güvence altına almak, ele geçirmek,

sağlamak, ensuresecurities = menkul kıymetler (bir finansal değeri

temsil eden banknot, hisse senedi, tahvil gibibelgeler)

security = güvenlik, protectionsedate = (hastayı operasyon vs. öncesi) uyutmak,

ilaçla sakinleştirmeksedation = (yatıştırıcı bir ilaçla) yatıştırma,

sakinleştirmesedative = sakinleştirici, sedatif (ilaç)sedentary = hareketsiz olarak devamlı oturan,

oturarak geçirilen / yapılansediment = tortu, çökeltiseduce = ayartmak, kanına girmek, baştan

çıkartmaksedum = damkoruğu bitkisisee at a glance = ilk bakışta görmek / farkına

varmaksee (to it) (that) = . . . olduğundan emin ol(un), (See

to it that he eats plenty of meat. = Bol miktardaet yesin / yedirin / yediğinden emin olun.)

see off = (bir kişiyi) geçirmek / uğurlamak / yolcuetmek

see through = (zor bir durumda) desteklemek,yardım etmek, support, help

seed = tohumseed coat = tohum kabuğuseek = 1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to);

2) aramak, araştırmak, peşine düşmek,inquire, look for, pursue

seek to do smt = bir şey yapmaya çabalamak, bir şeyyapmak için uğraşmak

seek waiver = (aleyhte bir kuralın / kanununuygulanmasından) vazgeçilmesini istemek,(bir tür) taviz / ödün beklemek

seeker = arayan kişiseem to = (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey)

olduğu anlaşılmak, appear toseem to be = gibi görünmek, appear to beseemingly = görünüşe göre, apparentlyseep = sızmaksegment = parça, bölüm, kısım, kesim, dilimsegregation = fark gözetme, ayrı tutma, ayrımseismologist = sismolog (deprembilimci)seize = tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek,

grab, catch, get, take, take over, zıt anl.= giveup, release, free

seize on = alıp kullanmaya hevesli olmak, hook ontoseizure = (sara vs. hastalıklar nedeniyle geçirilen)

nöbetseldom = nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.=

oftenselected = seçilmişselection = seçim, seçme şeyler bütünü, seçki,

collectionselective = seçici (kişi), özellikle itinayla seçilmiş

(şey)selectively = seçici olmaya çalışarak, titizlikle,

discriminatingly, carefullyself-confidence = kendine güvenself-esteem = özsaygı, haysiyetself-maintenance = kendini idame etme, kendi

kendine bakmaself-perception = kendini idrak / algılama / kavramaself-replicating = kendi kendini çoğaltanself-satisfaction = kendinden hoşnut olmaself-sufficient = kendine yeterli, zıt anl.= dependentself-supporting = kendi kendine yeterlisemester = sömestr, yarıyılsemiconducting = yarı iletken özellik gösterensemiconductor = yarı iletken (elektronik devre

üretiminde kullanılan bir tür malzeme)semi-dome = yarım kubbeseminal = kendisinden sonrakilere kaynak teşkil

eden türden (araştırma / çalışma)semi-saline = yarı tuzlusemi-settled = yarı yerleşiksemi-transparent = yarı-saydamsend for = (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek,

summon

ÜDS Sözlüğü - 145

www.bademci.com

send off = 1) (mektup, paket vs.) göndermek,postaya vermek; 2) yolcu etmek

send out for = (bir şeyin) gönderilmesi için siparişvermek

send smt tumbling = bir şeyi devirmek / yıkmakSenegal = Senegal (Batı Afrika’da yer alan bir ülke)senescence = yaşlılık, senesanssenile = bunak, eli ayağı tutmaz olmuş, infirmsenior = yaşça büyük, kıdemli / üst düzeysenior management = kıdemli / üst düzey

yöneticilersensation = 1) duyu, duygu, duyarlık, feeling,

emotion; 2) heyecan uyandıran olay,sansasyon

sense = algılamak, anlamak, sezmek, perceive,grasp

sense of community = topluluk / birliktelik duygusu,bir gruba ait olma hissi

sense of humour = espri / mizah anlayışısense of pattern = desen anlayışısensibility = ayırt etme yetisi, duyarlılıksensible = mantıklı, akla uygun, aklı başında,

realistic, rational, zıt anl.= foolish, insensiblesensibly = mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably,

zıt anl.= foolishlysensitive = duygulu, duyarlı, hassas, alıngan,

emotional, delicate, zıt anl.= insensitive, thick-skinned

sensitively = duyarlı şekilde, hassas biçimde,sympathetically

sensitivity = duyarlılık, hassasiyet, responsiveness,zıt anl.= insensitivity

sensory neuron = duyusal nöron / sinirsensory response = duyusal tepkisensuous = duyulara hitap eden, exciting, sensualsentence = karar, hükümsentence of death = idam kararısentence smo to (a punishment) = ceza vermek,

(bir şey)’e mahkum etmek, punish smo with (apunishment)

sentiment = duygu, düşünce, emotion, opinionseparate (fiil) = ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak,

bölmek, zıt anl.= unifyseparate (isim) = (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı,

unconnected, unrelated, zıt anl.= unitedseparation = ayrılma, ayırma, birbirinden

uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.=unification

separatism = ayrılıkçılıkseptic sore throat = septik (mikrobik) farenjit

sequence (fiil) = sıralamak, birbirini izlemek, birbiriardına gelmek, order

sequence (isim) = ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (Thepaintings of the artist are exhibited in achronological sequence. = Ressamın tabloları,kronolojik bir sıra içerisinde sergilenmiş.)

sequenced = sıralanmış, dizilmişsequencing = sıraya sokmaserene = berrak, durgun, dingin, huzurlu, tranquil,

peacefulseries = dizi, seri, sıraserious = ciddi, önemli, significantserious health consequence = (bir şeyin sonucu

olarak ortaya çıkan) ciddi sağlık problemiseriously = önemli ölçüde, ciddi miktardaserve (to) = (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek,

cevap vermek, performserve a purpose = bir amaca hizmet etmekserve as = görevini görmek, (bir şey)’e yaramak,

…olarak hizmet etmekserve to = (bir şey)’e yaramakserve up = sağlamak, temin etmek, provideservice (fiil) = hizmet etmek, serveservice (isim) = hizmet, servisserving = porsiyonsession = (tedavi, tartışma, sınav vb. amaçlarla

yapılan) oturum, celseset (fiil) = 1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için)

yakmakset (isim) = seri, diziset a good example = iyi örnek olmak, iyi bir örnek

oluşturmakset aside = 1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak;

2) feshetmek, iptal etmekset back = (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak,

delayset down = 1) (kural vs.) koymak / belirlemek, fix,

establish; 2) yazarak kaydetmek, recordset down to = (bir şey)’i bir nedene bağlamakset foot = (bir işe / yere) adımını atmakset in = 1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek,

yerleşmek, develop, become, established;2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fixin

set in motion = harekete geçirmek, başlatmak, startset off = 1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe)

girişmek; 3) yola çıkmakset out = başlamak, yola koyulmak, girişmek,

embark (on), start, begin, commence, leave,set off, zıt anl.= stay, halt

146 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

set over = (bir şeyi bir şeyin) üstüne yatırmak /koymak

set up = (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşaetmek, institute, erect, build, found, zıt anl.=destroy, demolish, abolish

setback = aksama, başarısızlık, misfortune,disappointment, zıt anl.= breakthrough

setting = 1) (bir romanın vs. konusunun geçtiği)mekan ve zaman; 2) ortam, dekor

settle = 1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek,dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, kararavarmak / bağlamak, conclude, resolve

settle back = çökmek, çökerek yerleşmeksettle down = 1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi

tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek,sakinleşmek, calm

settle on = (konusunda) karara varmak, mutabıkkalmak, decide on

settlement = 1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme,payment

sever = ayırmak, ayrılmak, kop(ar)mak, kır(ıl)mak,break, (While he was chopping wood, his handwas severed. = Ağaç keserken eli koptu.)

several = ikiden çok, çok, pek çok, many, varioussevere = sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid,

serious, difficult, zıt anl.= soft, mildseverely = sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.=

softly, lenientlyseverity = sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness,

seriousnesssewage = pis su, lağım suyu, wastesewerage = kanalizasyonsewing machine = dikiş makinesisextant = sekstant (eskiden genellikle gemiciler

tarafından kullanılan ve yıldızlar arasındakiaçısal uzaklıkları ölçerek yön bulmaya yarayanalet)

shadow = gölgeshadowed = 1) gölge altında; 2) (ayın) karanlık

tarafındashaft = şaft, milshake = sarsmak, sallamakshallow = derin olmayan, sığshape = şekilshare (fiil) = paylaşmakshare (isim) = 1) kısım, kesim; 2) payshare a common origin = ortak bir köke / geçmişe

sahip olmakshare in = pay sahibi olmak, rol almak, participate inshark = köpekbalığı

sharply = 1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.= lightly,gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyükmiktarda

shatter = 1) paramparça etmek, tuzla buz etmek,smash; 2) bozmak, harap etmek, ruin

shear = kırpmak, (yün) kırkmak, biçmekshearing = kesme, kırkmashed (fiil) = 1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek;

2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek);3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’denkurtulmak, üstünden atmak

shed (isim) = 1) sundurma; 2) baraka; 3) hangarshed light on = (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir

olay)’a ışık tutmakshed new light on = (bir şey)’i yeni bir anlayışla

açıklamak / aydınlatmaksheep-rearing = koyun yetiştirmesheer = saf, halis, yalnız, ancak, tam, pure, completesheer nonsense = safi saçmalıkshell = (yumurta, salyangoz vs. için) kabukshelter (fiil) = 1) korumak, örtmek, cover;

2) sığınmak, take refuge (in)shelter (isim) = sığınak, barınak, korunaksheltered = korunmuş, korunaklıshield (fiil) = korumak, siper olmak, protectshield (isim) = kalkanshift = kaymak, yönelmek, değişmek, switch, altershift from … to . . . = (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak,

yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . .shift position = pozisyon değiştirmekshipping = gemicilik, gemi ile göndermeshipyard = tersaneshock wave = şok dalgasıshoot (fiil) = ateş etmekshoot (isim) = filiz, sürgünshop display material = dükkanda sergilenecek

malzemeshoplifting = dükkanlardan mal çalmashortage = eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt

anl.= abundanceshortcomings = eksiklikler, kusurlar, deficienciesshortcut = kestirme, kısa yolshortfall = eksik, açık, deficit, shortageshort-lived = kısa ömürlü, kısa süreli, geçicishort-lived benefit = kısa ömürlü faydashortness of breath = nefes darlığıshort-term = kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt

anl.= long-termshort-term memory = kısa süreli hafıza

ÜDS Sözlüğü - 147

www.bademci.com

short-wavelength = dalga boyu kısa olanshot = 1) fotoğraf, picture; 2) enjeksiyon, iğne,

injectionshould demand exceed supply = talep arzdan fazla

olursashoulder = sırtlamakshow off = gösteriş yapmak, caka satmakshow up = 1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak,

appear, zıt anl.= disappear; 2) (bir toplantıvs.)’ye gelmek / katılmak, attend

shower = (bir şey)’e boğmak, yağdırmakshrewd = kurnaz, açıkgöz, clever, artful, zıt anl.=

stupidshrine = kutsal yer, yatır, türbeshrink = 1) (kumaş vs. için) çekmek, contract;

2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminishshrinkage = 1) fire (üretimde kullanılmak üzere

(kesilme vb.) işlemlerden geçirildikten sonrahammadenin arta kalan kısmı);2) (yıkandıktan sonra kumaşta meydanagelen) küçülme, çekme

shroud = kaplamak, örtmek, gizlemek, gömmek,bury, conceal, zıt anl.= expose, reveal

shrubby = çalı ile kaplı, çalılıkshun = (bir şey)’den uzak durmak, avoid, evadeshut down = kapamak, faaliyetini durdurmak, close

downshuttle = mekikSiberia = Sibirya (Kuzey Rusya’da bir bölge)sibling = kardeşSicily = Sicilya (İtalya’ya bağlı bir ada), Siciliasick = hasta, rahatsızsickle cell anaemia = orak hücre anemisi (genetik

bir bozukluk sebebiyle alyuvarların orak şekilliolması sebebiyle oluşan anemi), sicklemia

side benefit = faydalı yan etkiside effect = yan etki, adverse effectside with = (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak /

yanında yer almaksidestep = (bir şey)’i bertaraf etmek, (bir şey)’den

kaçınmak, avoid, bypass, zıt anl.= confront,seek

siesta = siesta (İspanya ve Latin Amerika’nınİspanyol etkisi altındaki kesimine özgügeleneksel öğle uykusu), şekerleme

sift out = inceleyerek bir grubu diğer bir gruptanayırmak, sort out, classify

sight = görüş, görme yetisi, manzara, vision, scenesign (fiil) = imzalamak, imza etmeksign (isim) = işaret, belirti, gösterge, signal, indication

sign language = işaret dilisignal = (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi

olmak, indicate, signifysignificance = önem, importancesignificant = kayda / dikkate değer, önemli,

considerable, important, zıt anl.= insignificant,unimportant, (Meat offers a significant amountof protein. = Et, kayda değer miktarda proteinsağlar.)

significantly = epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyükoranda, considerably, substantially, zıt anl.=slightly, insignificantly

signify = 1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamınagelmek, mean, stand for

silent = sessiz, quiet, zıt anl.= audible, loudsilicate sheet minerals = silikat levha mineralleri

(granitin aşınması ile oluşan, genellikle incepullar halinde bulunan mineraller)

silicon solar cell = silikon güneş pili (temelmalzemesi silikon olan güneş pili)

silicon-on-insulator technology = yarıiletkenüretiminde, geleneksel silikon malzeme yerinesilikon-yalıtkan-silikon düzeninde birtabakalanmanın kullanıldığı yöntem

silver-clad = gümüş kaplısimilar (to) = yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.=

differentsimilarity = benzerlik, resemblance, zıt anl.=

distinctionsimilarly = keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewisesimple = sade, basit, easy, uncomplicated,

elementary, zıt anl.= complicated, difficultsimplicity = sadelik, basitlik, plainness, zıt anl.=

difficultysimplistic = (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde)

basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.=comprehensive

simulation = simülasyon (belli bir durumun veyakoşulların, bilgisayar ortamındacanlandırılması)

simultaneous = aynı anda, eşzamanlı, concurrentsimultaneously = aynı anda (olan / yapılan),

eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıtanl.= consecutively

sincere = içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine,zıt anl.= insincere, false

single = tek, bir, one, solesingle digit = tek haneli (sayı)single-storey = tek katlısingly = tek başına, individuallysinister = uğursuz, kötü

148 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

sink = 1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease;2) batmak

sink into poverty = yoksulluğa düşmek, yoksullukbatağına saplanmak

sinus headache = sinuzal başağrısı (sinüslerintıkanması ya da enfekte olması nedeniyleçekilen başağrısı)

sit on = (bir şikayetin, talebin vs.) üstüne oturmak /yatmak, işlem yapmayı geciktirmek, (ThatGSM company has been sitting on mycomplaint for a month. = O GSM firması biraydır yaptığım şikayetin üstüne yatıyor.)

sit with an upright trunk = gövde dimdik olacakşekilde oturmak

site = 1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası,şantiye; 4) bölge, bölüm, location

site-specific = mekana özgüsituation = durum, vaziyet, state of affairssizeable = oldukça büyük, big, large, zıt anl.= small,

tinyskeletal = iskelete ait, iskeletle ilgili, (skeletal size =

iskelet büyüklüğü)skeletal system = iskelet sistemiskeleton = iskeletsketch = skeç (asıl tasarım veya resim hakkında fikir

vermek ve planlamayı kolaylaştırmak amacıylayapılan kabataslak çalışma), taslak, kroki

skilfully = becerikli bir şekilde, maharetleskill = ustalık, hüner, beceri, expertise, abilityskilled = yetenekli, marifetli, ehilskin = deri, ciltskin stimulation = (bir ağrıyı dindirmek vs. için

akupunktur yönteminde olduğu gibi) derininuyarılması2

skip = (gidilmesi gereken bir yere) gitmemek, (bir işivs.) es geçmek, (okul) asmak, avoid, escape

ski-resort = kayak tatili beldesiskull = kafatasıskylight = dam penceresiskyscraper = gökdelenslab = inşaatta kullanılan kalın ve yassı parça, kalın

dilim / levhaslack water = (akıntının olmadığı) durgun suslam = şiddetle (ve gürültü ile) çarpmakslap = vurmak, tokat atmak, çarpmakslave = köle, esir, zıt anl.= masterslavery = köleliksleep aid = uyumaya yardımcı ilaç

sleep apnea = uyku apnesi (uyku sırasındasolunumun zaman zaman 15-30 saniye sürenkesintiler göstermesi)

sleep face-down = yüzükoyun uyumaksleep on one’s side = yan yatarak uyumaksleep through = (bir gürültü vs. ’ye rağmen)

uyumaya devam etmek, (bir şey boyunca)uyumak

sleepiness = uyuklama halislender = ince uzunslide = kaymak, kayarak gitmekslight = ufak ve ince yapılı, küçükslightly = az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little,

insignificantly, zıt anl.= immenselyslip = (ıslak, cilalı zemin vs. ’de) kaymak, slideslip into = (gırtlağa, göze, kulağa, odaya vs.)

(yemek, su, toz, böcek vs.) kaçmak / girmekslippage = performans düşüklüğü, kayma, düşüşsloping = meyillislot = (uçak için) seferslotting = yarık / delik açmaslowdown = yavaşlama, azalma, retardation,

declinesluggish = yavaş, durgun, kesat, dragging, zıt anl.=

active, energeticslump = (fiyat, oy, müşteri sayısı vs. ’de) belirgin

düşüşslur = sözü ağızda geveler gibi konuşmak, (He was

slurring his words like a drunk. = Bir sarhoşgibi kelimeleri ağzında geveliyordu.)

small bowel obstruction = ince bağırsak tıkanmasısmall intestine = ince bağırsaksmall-scale = küçük çaplısmart = zeki, yetenekli, işlevsel, brilliantSmart Cut = akıllı kesim tekniği (yarıiletken

üretiminde kullanılan ve SOITEC adlı bir firmatarafından geliştirilmiş olan özel bir kristalkesim tekniği)3

smelt = madeni eritmeksmog = (endüstrinin yol açtığı) kirli hava kütlesi,

dumanlı sis, (Black smog reduced visibility toabout fifty metres. = Siyah sis görüşmesafesini yaklaşık elli metreye düşürdü.)

smoke inhalation = duman inhalasyonu (dumansoluma)

smoke plume = havada uzanan dumansmoking-related = sigaradan kaynaklanansmoothly = pürüzsüzce, sorunsuzcasmother = boğmak, havasız bırakmak

ÜDS Sözlüğü - 149

www.bademci.com

smuggle = kaçakçılık yapmak, gümrükten kaçırmaksnack on = (bir şeyler) atıştırmaksniff = koklamak, koku almak amacıyla burundan

hızlı hızlı nefes almaksnore = horlamaksnoring = horlamasnout = hayvanlarda burun, ağız ve çeneyi içeren

ileri çıkık kısım, nozzlesnowfall = bir bölgeye belli bir zaman aralığında

yağan toplam kar miktarısnowflake = kar tanesiso as to = (bir şey) yapabilmek için / yapacak

şekilde, in order toso far = şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up

to now, (up) until now, to dateso far as = kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I

am concerned. . . = Bana kalırsa / göre. . .)so far as possible = mümkün olabildiğince, eğer

mümkünseso little is known = o kadar az şey biliniyor kiso long as = sürece, müddetçe, as long asso that = öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order

thatSO2 = sülfür dioksit (volkanlardan ve kimi endüstriyel

işlemlerden ortaya çıkan, çevre için zararlı,bozuk yumurtaya benzeyen kokusu ile tanınanbir gaz), sulphur dioxide

soar = yükselmek, artmak, (yukarıya) fırlamak,süzülerek uçmak, ascend, glide

so-called = 1) sözde, (It was one of his so-calledfriends who supplied him with the drugs thatkilled him. = Onu öldüren, ona uyuşturucusağlayan sözde arkadaşlarından birisiydi.);2) denilen, adı verilen (fazlaca bilinmeyenşeyler için), (It isn’t yet clear how destructivethis so-called “super virus” is. = Bu “süpervirüs” denilen şeyin ne kadar zararlı olduğuhenüz bilinmiyor.)

soccer = futbolsocial ill = sosyal sorun, social problemsocial isolation = toplumdan soyutlanmasocial psychologist = sosyal psikolog (toplumsal

şartların insanlar üzerindeki etkisini araştıranbilim insanı)

social safety net = sosyal güvenlik ağı(vatandaşların temel ihtiyaçlarını güvencealtına almak amacıyla devletin sağladığısağlık, iş bulma, evsizleri barındırma gibihizmetlerin bütünü)

social scientist = sosyal bilimci (dünyanın veyaşamın insani ve toplumsal yönleriniinceleyen bilim insanı)

social space = (parklar, alışveriş merkezleri gibi)sosyal mekanlar

socialisation = sosyalleşmesocially-minded = sosyal kaygılar güden, insanları

düşünensociety = dernek, topluluk, toplumsocioeconomic status = sosyoekonomik statü

(bireyin bir toplum içindeki ekonomik durumu)socket = oyuk, yuvasodium chlorate = sodyum klorat (renksiz bir tuz

olup ayrık otlarını yok etmek için ve antiseptikolarak kullanılır), NaClO3

sodium nitrite = sodyum nitrit (özellikle et ve balıkürünlerinin boyanmasında kullanılan vekanserojen olduğundan şüphelenilen madde),NaNO

sodium thiosulphate = sodyum tiyosülfat(fotoğrafçılıkta kullanılan bir tür kimyasalmadde)

soft tissue = yumuşak dokusoften = yumuşatmaksoftware = yazılım (bilgisayar programı)soil = toprak(lar)soil core samples = topraktaki tabakalanmayı

görmek amacı ile çıkarılmış silindir şekilliörnek

soil-marks = topraktaki izlersolar = güneşle ilgilisolar cell = güneş paneli / pili (güneş ışığından

elektrik elde etmeye yarayan cihaz)solar system = Güneş Sistemisolar year = güneş yılı (365 gün)solar-type = güneş benzerisoldier = askersole = yalnız, tek, yegane, onlysolely = sadece, yalnızca, tek başına, only, just,

merelysolicitor = avukatsolid (isim) = 1) katı madde / hal; 2) cisim (yüzeyleri

arasında tamamen kapalı bir hacim oluşturanüç boyutlu şekil)

solid (sıfat) = 1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound,reliable, zıt anl.= unreliable; 3) bütün

solid wood = masif ahşapsolidarity = dayanışma, birliksolidity = elle tutulur olma, belli bir şekle sahip olmasolitary = yalnız, tek başına, lonelysolo = (gösteri vs. için) tek başına (yapılan)soluble = çözünebilir, eriyebilir

150 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

solute = solüt, çözelti (bir solüsyon içinde çözünmüşmadde)

solvable = çözülebilir, halledilebilir, resolvable, zıtanl.= insolvable

somatic = somatik, bedensel (zihinsel değil,vücudun fiziki yapısıyla ilgili olan), (a somaticdisease = bedensel bir hastalık)

some = 1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain,particular

somehow = bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup,nedense, in some way, for some reason, (Herrecovery has somehow encouraged otherswho are suffering from the same ailment. =Onun iyileşmesi, her nasılsa aynı hastalıktanmuzdarip diğer insanlara da cesaret verdi.)

something of a battlefield = zorlu bir savaş alanısomething over = (bir miktar)’ın biraz üzerinde, (bir

miktar)’dan biraz fazlasomewhat = biraz, bir dereceye kadarsooner or later = er (ya da) geçsoot = is, kurumsoothe = sakinleştirmek, yatıştırmak, calm, ease, zıt

anl.= excite, aggravatesooty = isli, kurumlu, duman rengisophisticated = ileri düzeyde, gelişmiş, komplike,

rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden,advanced, elaborated, refined, complex, zıtanl.= simple, naive

sophistication = olgunlaşma, gelişmişliksore throat = farenjit, pharyngitissoreness = ağrı, vücutta kırıklık / kırgınlıksorry = üzücü, kötü, fenasort out = 1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify;

2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle,solve

soul-deadening = ağır depresyona neden olansound = 1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid,

healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.=unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın,mantıklı, reasonable, intelligent, fair

sound barrier = ses duvarı (ses hızı)sound interesting = ilginç görünmek / kulağa ilginç

gelmeksource = kaynak, köken, origin, root, supplysouring = ekşime, bozulmasovereignty = egemenlik, dominionsoybean = soya fasulyesispa = ılıca, kaplıcaspace = uzayspace port = uzay limanı

space probe = uzay sondası (küçük, insansız uzayaracı)

space shuttle = uzay mekiğispace sickness = uzay tutması (uzayda yerçekimsiz

ortamda bedenin dengesini sağlayamamasısonucu bulantı, baş dönmesi gibi belirtiler ileortaya çıkan rahatsızlık)

space-bound = 1) uzayda mahsur kalmış; 2) (roketvs. için) uzaya doğru yükselmekte

spacecraft = uzay aracıspace-related = uzay ile ilgilispan (fiil) = (bir süreyi) kapsamak, bir yandan bir

yana uza(n)mak, stretchspan (isim) = 1) süre, duration, term; 2) köprünün

ayakları arasındaki açıklık; 3) karışspare = kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak,

relieve / save (from)sparingly = tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.=

extravagantlyspark (fiil) = tetiklemek, kışkırtmak, ateşlemek,

trigger, provokespark (isim) = kıvılcımspark off = harekete geçirmek, set offsparklingly = pırıltılı bir şekilde, brilliantly, glowinglysparsely = seyrek bir şekilde, zıt anl.= denselyspatial = uzaya ait / uzaysal / mekanla ilgili (uzaklık,

yön, alan gibi mekana veya içindekilere ait(özellikler))

speak directly to this important question =doğrudan bu önemli soruna eğilmek / buönemli sorun ile ilgili olmak

special effects = özel efektlerspecialisation = uzmanlaşmaspecialisation of labour = işgücünün

uzmanlaşmasıspecialist = uzmanspecialize in = (bir konuda) uzmanlaşmakspecialty = uzmanlık alanı, professionspecies = (hem tekil hem çoğul) cins, türspecific = belirli, distinct, particular, zıt anl.= generalspecifically = özel olarak, özellikle, especially,

particularly, zıt anl.= generallyspecified = belirlenmişspecify = 1) belirlemek, belirtmek, indicate, pinpoint;

2) koşul olarak öne sürmek, stipulatespecimen = örnek, numunespectacle = 1) görülecek / görülesi şey; 2) dehşet

verici manzaraspectacular = muhteşem, harika, görkemli,

wonderful, astonishing

ÜDS Sözlüğü - 151

www.bademci.com

spectator = seyirci, izleyicispectrum = spektrum, tayf (pek çok farklı değeri,

rengi vs. birarada gösteren bir çeşitgruplandırma, örn. visible spectrum of light =göz ile görülebilen ışığın kırmızıdan morakadar olan tonlarını içeren gruplandırma),(over a wide spectrum of our lives =hayatlarımızın çok farklı alanlarında)

speculate = (elde yeterli veri olmadan bir şeyhakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak

speculation = spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve/ veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa,ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin

speech defect = konuşma bozukluğuspeech motor centre = motor konuşma merkezi

(beynin, konuşma için gerekli kas ve eklemhareketlerini koordine eden bölümü), Broca’scenter

speed up = hızlandırmak, çabuklaştırmak,accelerate, zıt anl.= delay, retard

speedboat = sürat motoruspeedily = hızlı / çabuk bir şekilde, fast, quickly, zıt

anl.= slowlyspell = 1) süre; 2) nöbet; 3) büyüspend on = (bir şey için) para harcamakspending = harcamaspending power = alım gücüsperm = sperm (erkek üreme hücresi)sperm whale = kaşalot balinası (eskiden özellikle

yağı için avlanan iri, yırtıcı ve genellikle siyahrenkli bir balina türü)

sphere = 1) küre, globe; 2) alanspherical = (şekil itibarı ile) küresel, küreye benzer,

globularspice = baharatspicy = baharatlıspin (fiil) = 1) dön(dür)mek, turn, rotate; 2) daireler

çizerek dikine düşmek; 3) (yün, pamuk vs.için) eğirmek, örmek

spin (isim) = dönüş, dönme hareketispinal column = belkemiği, omurga, spinal kolonspinal cord = spinal kord (omurilik)spinal tap = omurilik sıvısı almak için iğneyle yapılan

girişim, ponksiyon, puncturespine = 1) omurga; 2) kitap / dergi sırtıspinning wheel = çıkrık (eskiden yün eğirmekte

kullanılan çark)spiral = dönerek genişleyen, iç içe daireleri andıran

sarmal şekilspiral nebula = sarmal yapılı yıldız takımı

spiralled = sarmal şekilli, burguluspirit = 1) ruh; 2) anlam; 3) gayret, hevesspirometer = spirometre (nefes ölçer)spleen = dalaksplendid = harika, muhteşem, beautiful, gorgeoussplit (into) = (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek /

ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide(into), zıt anl.= join, come / bring together

split = çatla(t)mak, yar(ıl)mak, böl(ün)mek, divide,break up, come / pull apart, zıt anl.= join

spoil = boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin,impair, zıt anl.= enhance, help

sponge = süngerspongy = süngerimsispontaneity = kendiliğinden oluşspontaneous = spontane, kendiliğinden olan,

anında yapılan, unplanned, automatic, zıt anl.=planned, calculated

spontaneously = aynı andasporadically = münferit, tek tük, dağınık, düzensizspore = spor (alg, mantar ve bazı bitkilerin yaydığı

üreme hücreleri)spot (fiil) = seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect,

locatespot (isim) = bölge, nokta, (küçük) yerspouse = (evlilikte erkek ya da kadın) eşspray = fışkırtmak, yayarak püskürtmekspread (fiil) = yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak,

kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak,(duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek,disperse, disseminate, circulate, expand, zıtanl.= shrink

spread (isim) = yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion,zıt anl.= reduction

spring from = (bir şey)’den kaynaklanmak, originate,emerge

spring up = türemek, birdenbire meydana gelmek,emerge, zıt anl.= disappear, fade

spring-loaded = yay ile kurulmuşspur = mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek,

incite, triggerspy = casusspying = casusluksquare = 1) kare; 2) (köy, kent vs. için) meydansquare root = kareköksqueeze = ezmek, sıkmak, suyunu çıkarmak,

zorlayarak almak, press, extract, extortsqueeze into = dar bir geçitten içeri girmek,

sıkışarak girmek

152 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

Sri Lanka = Sri Lanka (Hindistan’ın güneyinde yeralan bir ada ülkesi)

stabilisation = sabitlenme, dengelenme, steadiness,zıt anl.= variation

stability = sağlamlık, katılık, zıt anl.= instabilitystabilize = sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak,

settle, balancestable = tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen,

devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.=unstable, unsteady, shaky, variable

staff = 1) personel; 2) (devlet kuruluşundaki) kadrostage = aşama, evre, safha, phasestaged play = sahnelenmiş oyunstaggering = çok şaşırtıcı, neredeyse inanılmaz,

astoundingstagnant = durgunstain = boyamak, lekelemekstained = (örn. kumaş ya da ün için) lekelenmişstaining = boyama, renklendirme, renkli madde

vererek işaretlemestammer = kekelemek, stutterstamp out = yok etmek, eradicatestance = tutum, duruş, attitude, approachstand to do smt = (bir şey) yapacak olmak /

yapması beklenmek, karşı karşıya olmak /kalmak, be bound (to), (Owing to the globalcrisis, investors now stand to lose heavily. =Küresel kriz nedeniyle yatırımcılar ağırkayıplarla karşı karşıyalar / yatırımcıları ağırkayıplar bekliyor.)

stand = stand, tezgahstand a chance = şansı olmakstand accused of = (bir şey) ile suçlanır durumda

olmak, (bir şey)’den sorumlu tutulmak, beblamed with

stand corrected = yanılmak, (I am sorry; I standcorrected. = Özür dilerim; yanılmışım.)

stand for = simgelemek, yerine geçmek, signify,represent

stand in awe of smo = birisine korku ile karışıkhayranlık duymak

stand in the way of = engel olmak, geciktirmek,zorlaştırmak

stand out = öne çıkmak, göze çarpmakstand to reason = makul olmak, akla yatmakstand up to / against = karşısına dikilmek,

korkusuzca karşı çıkmakStandard Oil Trust = Standard Petrol Tröstü

(ABD’de 1870-1911 yılları arasında faaliyettekalan kendi zamanının en büyük petrol şirketi)

standardize = standartlaştırmakstandstill = durma noktasıstaple = temel (gıda vs.) maddesistaple food = başlıca / en önemli yiyecekstarboard = sancak tarafı (sağ), zıt anl.= portstark = gerçekleri (olduğu gibi) yansıtan, sade,

katıksız, absolute, downright, zıt anl.= fuzzy,indistinct

starkness = ıssızlık, çıplaklık, boşlukstart off = başlamak, başlangıç yapmak, begin, set

off, zıt anl.= finish, endstart out (as) = (. . . olarak) çalışmaya başlamakstart up = (bir işe) başlamak, (iş) kurmak, begin,

foundstartling = çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt

anl.= ordinary, dullstarvation = şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma,

starvingstarve = aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek,

açlıktan ölmekstarve to death = açlıktan ölmekstarving = açlık çeken, açlık çekmestate (fiil) = belirtmek, ifade etmek, expressstate (isim) = 1) devlet; 2) hal, durum, formstate assets = devlet malları / varlıklarıstate hospital = devlet hastanesi, public hospitalstate of affairs = işlerin durumu, keyfiyetstate of awareness = bilinçli olma / uyanıklık halistate of emergency = acil durumstate of war = savaş halistatement = 1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat;

3) ifade, expressionstatesman = devlet adamıstationary = hareketsiz, yerinde duran,

kıpırdamayanstationery = kırtasiyestatistical = istatistikselstatistics = istatistik(ler)statue = heykelstature = 1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün;

2) boy, pos, endamstatus = statü, durum, düzey, vaziyetstatute = kanun, yasa, tüzük, kuralstay = kalmakstay away = geri durmaksteadily = tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde,

invariably, regularly, zıt anl.= falteringly,unsteadily

ÜDS Sözlüğü - 153

www.bademci.com

steady = tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı,sağlam, stable, consistent, zıt anl.= unsteady,shaky, (There has been a steady improvementin her condition. = Durumunda istikrarlı birdüzelme var.)

steal a glance at = çabuk ve fark ettirmedenbakmak

stealthy = kendini fark ettirmeyen, sinsi, sessiz,secretive, silent

steam = buhar, vapoursteam room = buhar odasısteep = dik, sertsteep jump = yüksek sıçrama, keskin tırmanış, çok

hızlı ve ani yükselişsteer = (direksiyon, dümen vs. ile) yön vermekstem = (bitki için) sap, beyin sapıstem cell = kök hücrestem cell line = kök hücre dizisi / serisistem from = (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak,

originate fromstent = stent (genellikle tıkalı damarları genişletmek

için kullanılan bir tür ince tüp)step = önlem, tedbir, measurestep out = dışarıya adımını atmakstep up = arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed

up, (The police step up security at airports =Emniyet güçleri havaalanlarında güvenliğiarttırdı.)

stereotype = klişe / basmakalıpstewardship = organizasyonstick to = (bir şey)’e bağlı / sadık kalmakstickiness = yapışkanlıksticky (isim) = not vs. yazmak için kullanılan bir yüzü

yapışkanlı kağıtsticky (sıfat) = yapışkanstiff = katı, sıkı, hard, rigid, zıt anl.= easy, slackstiffness = sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness,

rigidnessstifle = boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek,

choke, prevent, suppressstifling = boğucustill = 1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm,

stable, silent, zıt anl.= active; 2) yine de, hala,even now, nevertheless

stillborn = ölü doğmuşstill-life = natürmort (basit bir düzenleme içinde

meyve, şişe gibi basit objeleri konu edenresim)

stimulant = uyarıcı, uyarıcı madde

stimulate = uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire,motivate, spur, zıt anl.= discourage

stimulating = canlandırıcı, uyarıcı, reviving,invigorating

stimulation = uyarma, teşvik, harekete geçirme,encouragement

stimulator = uyarıcı, teşvik eden şey, motivatorstimulus = (çoğul: stimuli), stimulus, uyarım, uyaran,

uyarıcı şeysting = (böcek için) sokmakstink bomb = koku bombasıstipulate = şart koşmak, condition, specifystipule = yaprak sapının dibindeki çift yaprakçıkstir up = kışkırtmak, bulandırmak, karıştırmak,

provokestock = hisse (senedi), malstock exchange = menkul kıymetler borsası (hisse

senetleri ve başka menkul kıymetlerin alınıpsatıldığı organizasyon)

stock market = borsa, hisse senedi piyasasıstockbroker = borsa simsarı (başka kişi ve

kuruluşlar adına borsada işlem yapan kimse)stoke = ateşe kömür atmakstolen = çalıntı, hotstomach = midestomach upset = mide bozukluğustonework = taş, taş işistorage = depolamastorage site = depolama bölgesistore (away / up) = saklamak, muhafaza etmek,

depolamakstorehouse = ambar, ardiye, depostorm (fiil) = şiddetle saldırmak, fırtına gibi esmek,

ragestorm (isim) = fırtınastove = fırın, ocakstow away = (gemide, uçakta) gizlice yolculuk

etmekstowaway = kaçak yolcustraight away = derhal, hemen şimdi, immediately,

right awaystraighten = (eğri bir şeyi) düzel(t)mekstraightforward = 1) basit, kolay, simple, zıt anl.=

complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan,açık sözlü, candid, zıt anl.= evasive

strain (fiil) = 1) germek, gerginleştirmek, aşırıgerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.=relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek,strive, struggle, zıt anl.= unstrain

154 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

strain (isim) = 1) gerginlik, tension; 2) stres, stress;3) suş (benzer gruplarla arasında küçükfarklar bulunan, belli bir türe bağlı birorganizma grubu)

strained = gergin, stressedstrait = boğaz (birbirine yakın iki kara parçası

arasında kalmış deniz geçidi)straitjacket = deli gömleğistrangely = işin tuhafı, gariptir kistranger = yabancıstrap = kemerle bağlamakstratification = tabakalanma, tabakalar halinde

bulunmastratosphere = stratosfer (atmosferin ikinci

tabakası)stratospheric = stratosfer ile ilgilistreaked = düzensiz çizilmiş, kaplanmışstream = 1) akım, current; 2) dere, çaystrength = güç, dayanıklılık, power, zıt anl.=

weaknessstrengthen = güçlendirmek, sağlamlaştırmak,

geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıtanl.= weaken, undermine

strenuous = yorucu, ağır, zor, tiring, heavystrep throat = streptokokus bakterisinin boğazda yol

açtığı enfeksiyon, septik (mikrobik) farenjit,septic sore throat

stress = vurgulamak, altını çizmek, emphasise,underline

stress fracture = stres kırığı (uzun süre yürüyüşsonucunda oluşan kırık)

stressful = gerginlik yaratan, stresli, demandingstressor = stres etkeni (strese sebep olan etken)stretch (along) = (boyunca) uzanmakstretch (fiil) = ger(il)mekstretch (isim) = 1) (zaman) dilimi; 2) bölüm, kısım,

parçastretch (into) = (boyunca) uza(n)mak, yayılmakstretch back = eskilere uzanmakstrict = 1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı,

kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıtanl.= lax, relaxed

strict symmetry = tam bir simetristrictly = tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde,

exclusively, entirely, (obey the rules strictly =emirlere harfiyen uymak)

strictly speaking = doğrusunu söylemek gerekirsestricture = kınama, yerme, criticism, condemnation

strike (fiil) = 1) bulmak, ulaşmak, come upon,discover; 2) çarpmak, etkilemek, etkibırakmak, affect, move, hit, knock, (The poorman was struck by lighting. = Zavallı adamıyıldırım çarpmış.)

strike (isim) = grev, (go on strike = greve gitmek,grev yapmak)

strike a good bargain = iyi bir ticaret yapmak, iyi karelde etmek

strike up = (müzik çalmaya, sohbete vs.) başlamak,begin

striking = göze çarpan, dikkat çeken, gözkamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.=ordinary

stringent = sert, sıkı, strictstringer = geçirgen kayastringy = lifli, ipliksistrip (of) (fiil) = soymak, çıkarmak, sıyırmakstrip (isim) = (kumaş, kağıt vs. için) şerit, (nispeten

dar ve ince) hat / yol vs.strive = çabalamak, gayret etmek, uğraş vermek,

struggle, endeavourstroke = felç, inmestrong nuclear force = güçlü nükleer kuvvet

(nötronların ve protonların iç bütünlüğünükoruyan temel fiziksel kuvvet)

strontium = stronsiyum (havayla temas ettiğindesarı renge dönüşen, gümüşi beyaz renkli biralkali metal)

structural = yapısal, temelstructural unemployment = yapısal işsizlik

(genellikle gelişmekte olan ülkelerde, sermayeyetersizliği nedeniyle ortaya çıkan ve geçicideğil, kalıcı özellik taşıyan işsizlik)4

structure = yapıstructured = biçimlendirilmiş, yapısallaştırılmış,

yapısal, yapılandırılmışstruggle = çabalamak, uğraşmak, mücadele etmekstubby = kısa ve kalınstud (fiil) = çıtçıtla iliştirmek, tutturmakstud (isim) = 1) dikme, saplama, saplanmış çubuk;

2) damızlık erkek hayvan (genellikle at)study = araştırma, çalışmastunning = nefis, hayret vericistunningly = akıl almaz (şekilde, boyutlarda vs.)stupendous = muazzam, müthişsturdy = sağlam, dayanıklı, gürbüz, firm, solid, zıt

anl.= weakstutterer = kekeme, stammerer

ÜDS Sözlüğü - 155

www.bademci.com

stylistic = üslupsal, üslup ile ilgilisubconscious = bilinçaltısubdue = (bir korkuyu, isteği vs.) bastırmak,

suppresssubgenual cingulate = girus singuli (beyinde

korteksin bir parçası olup algılama, dikkatentegrasyonu ve ağrı duyusu gibi bazıkompleks fonksiyonlardan sorumlu limbikyapılar)5

subject = 1) denek, kobay; 2) konu, mevzusubject matter = konusubject to = (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in

etkilerine açık bırakmak, expose tosubjective = sübjektif, öznel, personal, zıt anl.=

objectivesubmarine = 1) denizaltı; 2) deniz dibisubmerge = batırmak, daldırmak, su altında

bırakmaksubmerged = suya batmış, suya dalmış, su altında,

(This submarine can remain submerged foreight weeks. = Bu denizaltı sekiz haftaboyunca su altında kalabilir.)

submersion = suya batma / dalma, sular altındakalma

submission = 1) arz, sunma, presentation;2) teslimiyet, boyun eğme, surrender, yielding

submit = 1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyuneğmek, teslim olmak, surrender

sub-Saharan = Sahra altı (Büyük Sahra Çölü’nüngüneyi)

subscribe (to) = abone / üye olmaksubscription = aboneliksubsequent = sonraki, sonra gelen, (zaman ya da

sıra olarak öncekini) takip eden, (Thoseexplosions must have been subsequent to ourdeparture, because we did not hear anything.= O patlamalar bizim ayrılışımızdan sonraolmuş olmalı, zira biz hiçbir şey duymadık.)

subsequently = sonraları, daha sonra, afterwards, zıtanl.= previously

subset = alt kümesubside = dinmek, azalmak, diminish, ease off, zıt

anl.= risesubsidence = göçük, çöküntüsubsidize = sübvansiyon yoluyla desteklemek,

sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek,(Commonly subsidized fields includeagriculture, housing and regionaldevelopment. = Sıklıkla sübvanse edilen işalanları arasında tarım, konut inşaatı ve bölgegeliştirme yer alır.)

subsidy = sübvansiyon, mali yardım / desteksubsistence = (kıt kanaat) geçinme, ekmek kapısı,

livelihood, sustenancesubsistence production = temel ihtiyaçlar için

üretimsubsoil = yüzeyin hemen altındaki topraksubsoil wealth = yeraltı zenginliklerisubstance = 1) madde, material, entity; 2) öz, esas,

asıl anlam, essencesubstantial = önemli, bol, epey, (zaman için) uzun,

important, ample, significant, large, zıt anl.=small

substantially = önemli ölçüde, oldukça çok,considerably, (The new tax legislation willsubstantially change our buying habits. = Yenivergi kanunu alışveriş alışkanlıklarımızı önemliölçüde değiştirecek.)

substantiate = kanıtlamak, ispat etmek, prove,confirm, establish, zıt anl.= disprove, deny

substitute (fiil) = yerine koymak, ikame etmek,exchange, replace

substitute (isim) = (bir şeyin veya kişinin) yerinegeçen, yedek, replacement, reserve, (Only artcan be a substitute for nature. = Sadecesanat, doğanın yerine geçebilir.)

substrate = enzimin bağlanarak reaksiyona girdiğimadde

substratum = (çoğul: substrata) alt tabaka, temelsubtle = ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli,

delicate, insidioussubtlety = incelik, ince ayrıntı, delicacy, detailsubtly = azıcık, belli belirsiz, slightlysubtropics = subtropikal / ılıman bölgelersuburban = banliyöye ait, banliyöde bulunansucceed = 1) takip etmek, izlemek, (bir şey ya da

birisi)’nden sonra gelmek, follow, zıt anl.=precede; 2) başarmak, becermek, accomplish,manage

successfully = başarılı şekilde, effectivelysuccession = birbirini izleme, dizi, sequencesuccessive = peş peşe, art arda, consecutive, zıt

anl.= interruptedsuccessive generation = gelecek nesilsuccessively = peş peşe / üst üste / arka arkaya

gelen / olan, consecutivelysuccinct = kısa ve öz, zıt anl.= thorough,

comprehensivesuccumb to = (birisi ya da bir şey)’e yenilmek, teslim

olmak, surrender to, give in, submit to, zıtanl.= conquer, resist

such as = … gibi, like

156 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

suck away = emip uzaklaştırmak / götürmeksuction cup = vantuzsuddenly = aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.=

step-by-step, progressivelysuds = (çoğul kullanılır) köpükSuez Canal = Süveyş Kanalı (Akdeniz ile Kızıldeniz’i

birbirine bağlayan yapay suyolu)suffer from = (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip

olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarargörmek

sufferer = bir hastalık çeken ya da başka olumsuzbir durumdan muzdarip olan kişi

suffering = ıstırap, acı, dert, çile, cefa, eziyet,misery, pain

sufficient = yeterli, enough, adequate, zıt anl.=insufficient, inadequate

sufficiently = yeterince, enough, adequately, zıt anl.=insufficiently

suggest = 1) ileri / öne sürmek, önermek, advise,propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissinivermek, akla getirmek, indicate, imply

suggestion = öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposalsuggestive (of) = (bir düşünceyi) akla getiren (şey),

(His behaviour was suggestive of a culturedman. = Davranışları, kültürlü bir adamolduğunu akla getirmekteydi.)

suicide = intihar, (commit suicide = intihar etmek)suicide attack = intihar saldırısısuit = uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da

birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in(to)

suitable = uygun, yerinde, appropriate, proper, zıtanl.= inappropriate, unsuitable

suitably = uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriatelysuited to = (bir şey)’e uygunsullenly = somurtarak, asık yüzle, zıt anl.= cheerfullysulphur = sülfür (kükürt)sum = (para vs. için) (toplam) miktarsum up = özetlemek, summarisesummarise = özetlemeksunbathing = güneşlenmesunlit = güneş ışığı alansunspot = güneş lekesi (güneşin yüzeyinde bulunan,

koyu renkli düşük sıcaklık alanları)superb = enfes, fevkalade, mükemmel, first-rate,

excellent, zıt anl.= poorsuperbly = enfes / mükemmel bir şekilde,

excellently, zıt anl.= poorly

superconductivity = süperiletkenlik (mutlak sıfırayakın sıcaklıklarda bazı maddeler tarafındansergilenen, neredeyse mükemmel iletkenlikhali)

superdam = büyük barajsuper-efficient = çok verimlisuperficial = 1) derin olmayan, yüzeysel, shallow,

external, zıt anl.= deep, profound; 2) sahte,özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.=genuine

superficially = yüzeysel olarak, lightly, partially, zıtanl.= profoundly, thoroughly

superfluid = süperakışkan (mutlak sıfıra yakınsıcaklıklarda, çok yüksek akışkanlık ve çokdüşük direnç ve sürtünme değerleri sergileyensıvı)

superfluous = gereksiz, lüzumu olmayan,unnecessary

superior = üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, high-class, zıt anl.= inferior, worse

superiority = üstünlük, dominance, supremacy, zıtanl.= inferiority

supernatural = doğaüstüsupernova = süpernova (patlama halindeki yıldız)superpower = süpergüç (ekonomik ve askeri

bakımlardan en güçlüler arasında yer alanülke)

supersede = (eskisinin) yerini almak, replace, takeover

superstition = batıl inanç, hurafe, zıt anl.= scientificfact

superstitious = batıl inançlı / inançları olansupervision = gözetim ve denetim, superintendence,

administrationsupplant = yerini almak, yerine geçmek, replacesupplement (fiil) = (etkisini) arttırmak, enrich,

reinforcesupplement (isim) = ek, tamamlayıcı şey, additive,

complementsupplementary = tamamlayıcı, tali, secondarysupplier = tedarikçi, bir malı sağlayan kişi ya da

firmasupplies = erzak, malzemesupply (fiil) = sağlamak, bulmak, temin etmek,

tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.=withhold

supply (isim) = arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıtanl.= demand

support (fiil) = desteklemek, arka çıkmaksupport (isim) = destek (verme), besleme, katkı

ÜDS Sözlüğü - 157

www.bademci.com

support worker = destek olarak çalışan kimse, yanfaaliyetlerde görev alan kimse

supporter = (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyenkimse, destekçi, taraftar, admirer

supportive = destekleyici, helpful, encouraging, zıtanl.= unhelpful

suppose = sanmak, tahmin etmek, varsaymak,believe, presume, think

supposed = gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan,gerçek kabul edilen

suppress = bastırmak, durdurmak, çıkmasınıönlemek, restrain, withhold, zıt anl.=encourage

suppression = gizli tutma, durdurmasuppressor = bastırıcı, baskılayıcısupremacy = üstünlük, egemenlik, domination,

superioritySupreme Court = Temyiz Mahkemesi, Anayasa

Mahkemesi, Yüce Divansure = emin, kesin, garantilisurely = elbette, muhakkak, for certain, for suresurface (fiil) = su yüzüne çıkmak, görünmek, ortaya

çıkmak, emerge, appear, come up, zıt anl.=submerge, sink, disappear

surface (isim) = yüzeysurface treatment = (boyama, polisaj, asit banyosu

vs. gibi her tür) yüzey işlemi (malzemeyüzeyine uygulanan işlem)

surge = aniden yükselmek, soar, climbsurge of emotionality = duygusallığın aniden

yükselmesi, duygusallık patlamasısurgeon = cerrahsurgery = ameliyat, cerrahisurgical = cerrahisurpass = geçmek, geride bırakmak, aşmak,

exceed, overweigh, zıt anl.= fall behindsurplus = fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin

fazlası, excess, zıt anl.= shortagesurprise = şaşırtmak, hayrete düşürmeksurprising = şaşırtıcısurprisingly = şaşırtıcı bir şekilde, intriguinglysurround = çevrelemek, çevirmek, kuşatmak,

etrafında yer almak, enclose, bordersurrounding = çevresindeki, etrafındaki, encirclingsurroundings = çevre, muhit, ortam, environmentsurveillance = gözetleme, gözetimsurvey (fiil) = inceleme / araştırma yapmak, etüt

etmek, examine, observesurvey (isim) = anket, inceleme, genel bakış, inquiry,

scrutiny, scan, review

survival = sağ kalma, yaşamı sürdürmesurvive = ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı

sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.= perish,die

survivor = (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan,kurtulan (kişi)

susceptibility (to) = dirençsizlik, kolay hedef olma,yatkınlık, vulnerability (to)

susceptible (to) = kolaylıkla etkilenen, dirençsiz,vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.=resistant (to)

suspect (fiil) = şüphelenmek, kuşku duymak, havedoubt, zıt anl.= know

suspect (isim) = şüpheli, sanık, zanlısuspected = (varolduğundan) şüphelenilensuspend = 1) asmak, asılı durmak, hang, (He was

suspended from the ceiling by his feet andbeaten gravely by metal bars. = Ayaklarındantavana asılmış ve metal çubuklarla feci şekilde/ öldüresiye dövülmüştü.); 2) askıya almak,ertelemek, postpone, zıt anl.= continue

suspended = (bir sıvı içinde) asılı kalmışsuspense = heyecan dolu bekleyiş, süspanssuspension bridge = asma köprüsuspicion = şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.=

trustsuspicious = kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.=

trustworthysustain = sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara

vermeden yapmak, devamını sağlamak,devam ettirmek, keep up, maintain

sustainability = sürdürülebilirlik, maintainabilitysustainable = 1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur;

2) sürdürülebilir, maintainablesustained = sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara

vermeden yapılan, maintained, continued,constant, zıt anl.= temporary

Svante Arrhenius = 1859-1927 yılları arasındayaşamış olan, fiziksel kimyanın kurucularındansayılan İsveçli fizikçi ve kimyacı

swab = (boğazdan vs.) muayene için (salgı vs.)almada kullanılan çubuk ya da tel ucuna sarılıküçük pamuk topağı

swallow = yut(kun)makswamp (fiil) = su altında bırakmakswamp (isim) = bataklıkSwedish = İsveçli, İsveç’e aitsweep across = (boyunca) süpürülmek /

sürüklenmeksweep along = (rüzgar, akıntı vs. sayesinde)

kolayca ilerlemek, akıp gitmek

158 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

sweeping = geniş alanlara yayılmışswell = şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.= contractswell(ing) = şişme, şişkinlik, kabarmaswiftly = hızla, süratle, çabucak, quickly, speedilyswiftness = çabuklukSwiss = İsviçre ile ilgili, İsviçre’ye aitswitch (between) = (iki veya daha çok tarzda)

dönüşümlü olarak (çalışmak), (bir şey)’denbaşka (bir şey)’e geçmek

switch = şalter, (elektronik devre için) anahtarswitch off = (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için)

kapatmak, turn off, zıt anl.= switch on, turn onSwitzerland = İsviçreswollen = şiş, şişmiş, distendedswollen joint = şişmiş eklemswoop down = (bir avın) üzerine çullanmaksycamore = çınar, Frenk incirisymbolist = simgeci, sembolist (bireyin duygusal

yaşantısını simgelerle yüklü ve kapalı / dolaylıbir dille anlatmayı amaçlayan edebiyatçı ya daressam)

symptom = semptom, belirti

synapse = sinaps (sinir hücreleri arasında kalan,hücrelerarası sinirsel iletişimin gerçekleştiğiboşluk)

syndicalism = sendikacılık (özellikle genel grevyoluyla üretim araçlarını işçi örgütlerinedevretmeye çalışan siyasi hareket)

synergistic = sinerji ile ilgili ya da sinerji oluşturansynonymous = eş anlamlı, anlamdaşsyntactic = sentaks (bir dildeki kelimelerin cümle

içindeki yerleri / dizilişleri) ile ilgilisynthesis = sentez, birleşimsynthesize = sentezlemek, üretmek, çeşitli unsurları

birleştirerek bütün haline getirmek, blendSyria = Suriye (tarih boyunca pek çok uygarlığa ev

sahipliği yapmış, Asurlular, Persler, Romalılarve Bizanslıların istilasına uğramış, Hz. İsa’nınkonuştuğu dili halen konuşan Malua köyününbulunduğu, 5000 yıllık geçmişiyle başkenti(Şam) dünyanın en uzun ömürlü yerleşimbölgelerinden olan ve topraklarında dünyanınilk alfabelerinden birinin icat edildiği güneykomşumuz)6

syrup = şurupsystem operation = sistemin çalıştırılması

www.bademci.com

table salt = sofra tuzutabulate = cetvel / tablo haline getirmektackle = (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak,

deal with, work on, zıt anl.= avoidtailor = (isteğe / ihtiyaca göre) biçmek,

şekillendirmek, shape, adjusttake = 1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak /

içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.)almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere)götürmek

take (a) photograph = fotoğraf çekmek, photographtake a downward turn = düşüşe geçmek, aşağı

yönelmektake a (firm) stand against = (şiddetle / kararlılıkla)

karşı çıkmak, (bir şey)’e karşı (güçlü) bir duruşsergilemek

take a heavy toll = çok zarar vermek, büyük birkayba neden olmak

take a huge step forward = çok büyük ilerlemekaydetmek

take a look at = bakmak, gözden geçirmektake a new turn = yeni bir dönemece gelmek, yeni

bir şekle bürünmektake a trip = yolculuğa çıkmak, traveltake action = harekete geçmek, önlem almak,

intervenetake advantage of = (bir şey)’den faydalanmak /

istifade etmek / yararlanmak, zaafındanyararlanmak, istismar etmek, capitalise,benefit, make use of, (She took advantage ofher father’s absence to meet her lover. =Sevgilisiyle buluşmak için babasınınyokluğundan faydalandı.)

take after = 1) (birisine fiziki olarak) benzemek,resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as onedoes, zıt anl.= differ from

take along = beraberinde götürmek, (bir şeyi ya dabirisini) yanında götürmek

take an interest (in) = ilgilenmek, alakadar olmaktake away = elinden almak, alıp götürmektake back = 1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract;

2) anılara götürmek, bring backtake by surprise = gafil avlamaktake car accidents, for instance = örneğin araba

kazalarını ele alalım, örneğin araba kazalarınıbir düşün

take care of = gözetmek, bakmak, attend (to)take cue = (tiyatro oyunu sırasında vs.) sufle almak,

(ne yapılacağına dair birinden ya da birşeyden) işaret almak

take down = 1) sökmek, parçalara ayırmak,dismantle; 2) gururunu kırmak

take effect = geçerli olmak, yürürlüğe girmek, comeinto force, go into effect, zıt anl.= annul, repeal

take effort = çaba gerektirmektake for granted = doğal karşılamak, olmuş farz

etmek, öyle varsaymaktake hold of = (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline

geçirmektake in = 1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak,

girdi sağlamak, gaintake in excess = aşırı miktarda / fazla almaktake into account = dikkate almak, hesaba katmak,

göz önünde tutmak, allow for, take intoconsideration

take into consideration = dikkate almak, göz önündebulundurmak, keep in mind, take into account

take it in turn to lead = sırayla liderlik yapmaktake kindly to = (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya

başlamaktake measures = önlem / tedbir almak, take

precautionstake no time = çok kısa sürmek, hiç vakit almamaktake off = 1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.= put

on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.= landtake office = (idari) göreve başlamak, makamın

başına geçmektake on = 1) girişmek, (The surgeon decided to take

on a more radical intervention. = Cerrah, daharadikal bir girişimde bulunmaya karar verdi.);2) (işi, sorumluluğu, görevi vs.) üstüne almak,kabul etmek, undertake, (No otherorganization was willing to take on the job. =Başka hiçbir organizasyon işi üstlenmekonusunda istekli olmadı.); 3) işe almak,employ; 4) (yük) almak, load, zıt anl.= unload

take one’s time = acele etmemek, (bir şeye) yeterlivakit ayırmak

take out = (belge, evrak, sigorta poliçesi vs.)çıkartmak, obtain

T T T T T

160 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

take over = 1) (bir şeyin) yerini almak / yerinegeçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi,nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemenolmak, predominate, zıt anl.= abandon, obey

take part in = (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yeralmak, participate in, join in (to)

take place = olmak, yer almak, meydana gelmek,occur, happen

take precedence = başta / önce gelmek, öncelikliolmak, come first, be prior to, zıt anl.= besecondary to

take pride in = (bir şey)’den gurur duymaktake seriously = ciddiye almaktake shape = şekil almaktake so long = çok uzun sürmektake smt at its face value = bir şeyin değerini

sorgulamadan, söylendiği gibi kabul etmektake steps = 1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde

bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak)adımlar atmak

take the lead = başa geçmektake things easy = aldırmamak, dert etmemek, (take

it easy = dert etme, boşver, sakin ol)take time = zaman almaktake to = 1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya

başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.)yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde)saklanmak

take up = 1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı)tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre)doldurmak, kullanmak, (zaman) almak

take up residence = yerleşmek, (bir yerde) ortayaçıkmak

take up with = 1) (birisi) ile tartışmak üzere bir konuortaya atmak; 2) (birisi) ile arkadaş olmak

takeoff = (uçak için), havalanma, kalkıştakeover = devralmatale = hikaye, masaltalented = kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilledtalk therapy = konuşma terapisitalon = (yırtıcı kuş için) pençetamper with = oynamak, kurcalamak, fiddle with,

manipulatetangible = elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.=

intangible, conceptual, abstracttanning = (cilt için) bronzlaşmaTanzania = Tanzanya (Doğu Afrika’da bir ülke)tap into = 1) (bir kaynaktan) yararlanmak; 2) (bir

hatta) erişim elde etmek

tapestry = resim dokumalı duvar örtüsütar = katrantarget (fiil) = hedeflemek, hedef almak, amaçlamak,

aim (at), (The company has targeted adults asits primary customers. = Şirket, temel müşterigrubu olarak yetişkinleri hedeflemişti.)

target (isim) = 1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban,victim

target group = hedef kitletariff = ithalat veya ihracat üzerine konan vergitask = iş, görev, ödev, job, duty, worktask force = özel görev kuvvetitask of mapping = yer tespit etme işi / görevitask-specific = göreve / işe özeltaste = tattaut = gergintavern-goer = meyhane müdavimitax = vergitaxation = vergilendirmetaxiing = uçağın iniş pisti ile terminal arasındaki

bağlantı yolunda gitmesitaxonomy = sınıflandırma bilimitear (fiil) = yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamaktear (isim) = gözyaşıtear up = yırtarak bölmek / parçalamaktectonic plates = tektonik plakalar (yerkabuğunu

oluşturan levhalar)tedious = can sıkıcı, usandırıcı, dull, boring,

tiresome, zıt anl.= interesting, entertainingteem with = (bir şey) ile dolu olmak, kaynamak,

(Antalya is teeming with tourists at this time ofthe year. = Yılın bu vaktinde Antalya turistkaynıyordur.)

teenager = 13-19 yaşları arasındaki kişi, teenteen = bkz. teenagertell off = 1) sayıp ayırmak; 2) yüzüne vurmak,

azarlamaktelltale = veri sağlayan, bilgilendiricitemperament = mizaç, huy, tabiat, yaradılış,

dispositiontemperate = ılımantemperate bacteriophage = ılımlı bakteriyofaj

(bakteri içinde yaşayan ama onunparçalanmasına neden olmayan parazit virüs)

temperature = sıcaklıktemple = tapınak

ÜDS Sözlüğü - 161

www.bademci.com

temporarily = geçici olarak, for the time being, zıtanl.= permanently, (In the postoperativeperiod, the case temporarily lost his vision. =Operasyon sonrası dönemde vaka, görüşünügeçici olarak kaybetti.), (A power failuretemporarily darkened the whole town. = Birelektrik kesintisi tüm kasabayı geçici olarakkaranlıkta bıraktı.)

temporary = geçici, kesin olmayan, interim,provisional, transitory, zıt anl.= permanent

tempt (to) = ayartmak, kandırmak, imrendirmek,cezbetmek, lure (into), charm

tenable = savunulabilir, makul, defendable,reasonable

tenacious = vazgeçmez, inatçıtend (to) = eğiliminde olmak, be disposed (to), be

likely (to)tendency = eğilim, inclinationtenderness = sevecenlik, şefkat, kindness, affectiontendon = tendon (kası kemiğe bağlayan inelastik

doku / bağ)tense = gergin, stressed, zıt anl.= relaxedtension = gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress,

strain, zıt anl.= calmness, relaxationtensioning = germe eylemitentacle = dokunaç (ahtapot gibi bazı hayvanların

ince uzun kavrama / dokunma organı)tentative = 1) deneme amaçlı (olarak yapılan),

geçici, kesin / nihai olmayan, temporary,unconfirmed; 2) (tavır ve davranış için)temkinli

teratogen = teratojen (normal embriyonal gelişmeyibozarak kusurlu doku ya da organ oluşmasınasebep olan bazı ilaçlar veya X-ışınları gibietkenler)

teratogenic = teratojenik (kusurlu organ veya dokuoluşmasına sebep olan)

term (fiil) = (bir şey)’e … demek / adını vermek,terimlendirmek, call

term (isim) = 1) terim; 2) dönem, devre, eğitimöğretim yılı

terminal = son, nihai, en sondaki, en uçtaki, last,final

terminate = son vermek, sona ermek, bit(ir)mek,come / bring to an end, finish, zıt anl.= start,begin

termination = bitiş, sona erişterrain = 1) arazi, toprak, landscape; 2) bölge,

mıntıkaterrestrial = 1) karasal, karada yaşayan, zıt anl.=

cosmic; 2) dünyaya ait, earthly, terrene, zıtanl.= cosmic, extraterestrial

terrible = berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.=beautiful, nice

terribly = son derece, awfullyterritorial = toprak / bölge ile ilgiliterritory = toprak, alan, bölgeterrorize = korkutmak, yıldırmakTertiary period = yaklaşık 65 ile 1. 8 milyon yıl

öncesi dönemtest for = (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı

ile) test etmektest site = deney bölgesitestify = ifade vermektestosterone = testosteron (erkeklik hormonu)tetanus = tetanos (vücuda açık yaralar aracılığı ile

giren bir bakterinin yol açtığı, solunumdurması ve kas spazmları ile belirgin birhastalık)

tetrodoxin = tetrodoksin (Japonya’da Fugu denenbalıkta bulunan, felç edici zehir)

texture = 1) desen; 2) sertlik derecesi; 3) yüzey,bünye, yapı, characteristic

textured = (ürün için) işlenmiş, processedthan ever = hiç olmadığı kadarThank goodness! = Şükürler olsun!, Tanrıya şükürthanks to = sayesinde, owing to, (Thanks to the

nurse’s patient explanations, we now knowwhat to do in this huge medical centre. =Hemşirenin sabırlı açıklamaları sayesindeartık bu devasa tıp merkezinde neyapacağımızı biliyoruz.)

that is = öyle ki…, bu demek ki…, yanithat very question = tam da o soruthat’s news to me = bu benim için yeni bir haberthat’s not often enough = çoğunlukla bu yetersiz

kalırthat’s really something = bu gerçekten önemli bir

şeythaw = erimek, çözülmek, zıt anl.= freezethe absence of hope stands in the way of

recovery = umudunuz yoksa iyileşme gecikirthe logic goes = mantıken, mantığa görethe other day = geçen günthe other way round = öbür türlü, tam ters,

opposite, vice versathe point is made (that) = (bir şey)’e dikkat çekiliyor,

(bir şey)’den söz ediliyorthe point is made in the passage (that) = parçada

belirtilmektedir ki. . . , metinde (şu) fikir ilerisürülmektedir. . .

the rest = geri kalan, gerisi

162 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

the wild = yabani hayat / çevretheft = hırsızlıktheistic = tanrıcılığa aittheme = temathen = o zamantheology = teoloji (ilahiyat, din bilimi)theoretically = teorik / kuramsal olarak, zıt anl.= in

practicetheorize = teori üretmek, kuram ortaya koymaktherapeutic = tedavi amaçlıtherapeutically = tedavi amaçlı olarak, tedavi edici

şekildetherapy = terapi, tedavithere is no point (in) = hiçbir mantığı yok, tamamen

amaçsız / gereksizthere is nothing in the least wrong with him = en

ufak bir rahatsızlığı bile yokthereby = öylece, öylelikle, by that means, because

of thatthermodynamic = termodinamik ile ilgilithermodynamics = termodinamik (ısıl enerji ve

hareket arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı)thermohaline circulation = okyanusların, yoğunluk

farklarına bağlı olarak küresel boyutta akıntılarile sürekli devinim halinde olması

thermoluminescence = bazı minerallerin, ultraviyoleışınlarına maruz bırakıldıktan sonraısıtıldıklarında ışık vermeleri olayı

thesaurus = bir kelimeye yakın veya zıt anlamlıkelimeleri bulmaya yarayan sözlük benzerireferans kitabı

these days = bu günlerde, nowadaystthey take you as you are = sizi olduğunuz gibi

kabul ederlerthiamin = tiamin (B kompleks vitaminlerinden biri)thicken = kalınlaşmak, (sıvı / sis vs. için)

yoğunlaşmakthicket = fundalık, çalılıkthigh = uylukthimerosal = cerrahide antiseptik olarak kullanılan

bir maddethin = zayıf, ince, skinny, slim, zıt anl.= fatthink out = (bir şey)’i ayrıntılı ve özenli bir biçimde

ele almak, incelemekthinker = düşünürthirst = susamathorough = tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt

anl.= partial

thoroughly = tam olarak, tamamen, baştan aşağı,completely, wholly, entirely, zıt anl.= partially

thought = düşüncethoughtful = düşünceli, saygılıthread = iplikthread-like = iplik benzeri, ipliğe benzerthreadworm = kıl kurduthreat = tehdit, warning, menacethreaten = tehdit etmek, gözdağı vermek, warn,

jeopardise, zıt anl.= relieve, protectthreatened species = nesli tükenme tehlikesi altında

olan tür(ler), endangered speciesthreatening = tehdit edici, menacingthree flight of stairs = üç kat merdiventhree-act = (tiyatro oyunu, gösteri vs. için) üç

perdeden / bölümden oluşanthree-dimensional = üç boyutlu, 3Dthreefold = üç yönlü, üç kat / mislithreshold = eşik, giriş, başlangıç, limit, opening,

beginning, limitthrill = heyecanthrilling = heyecan verici, ürpertici, hayret vericithrive = istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek,

prosper, flourishthriving = istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen,

prosperousthroat = (vücut için) boğazthroat discomfort = boğazda (farenjit vs. nedenle

oluşan) iritasyon / rahatsızlıkthrough = 1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası

ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via;2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından

throughout = 1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında,around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, biruçtan diğerine, end-to-end, all through

throw in = eklemek, addthrow light on / upon = aydınlatmak, açıklığa

kavuşturmak, clarify, explainthrow up = 1) vazgeçmek, bırakmak, ayrılmak, (I

hear you have thrown up your job. = İşinibıraktığını duydum.); 2) kusmak, vomit

thumb-sucking = (genellikle çocuklarda) parmakemme

thunder = gürlemekthunderstorm = şimşekli / yıldırımlı fırtınathus = böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore,

hencethus far = şimdiye kadar, so fartick = kene

ÜDS Sözlüğü - 163

www.bademci.com

ticker symbols = borsada işlem gören hisseleritanımlayan 5-6 karakterlik kısa kod adlar

tidal = gelgit ile ilgilitidal pull = gelgit çekimitidal range = gelgit olayında suyun yüksekliğindeki

değişim miktarıtidally driven currents = gelgitle oluşan akıntılartide = gelgit, medcezirtie (to) = bağlamak, ilişkilendirmek, connect (to), link

(with)tied to = (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili,

attached to, zıt anl.= independent fromtiger = kaplantighten up = sıkılaştırmaktile = seramik, fayans, kiremittill then = o zamana kadartilted = yatık, eğimlitimber = kereste, lumbertimber-rich = keresteden yana zengintime elapsed = geçmiş olan toplam zamantime-consuming = zaman alıcıtimeline = süre, müddettimely = uygun zamanda, vakitli, zamanındatiny = küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.=

enormous, hugetiny body = (meteorlar, asteroidler ve

kuyrukluyıldızlar gibi) küçük gökcisimleritip = uçtip over = devirmektireless = bitmez tükenmez, yorulmak bilmez,

energetic, vigorous, zıt anl.= weary, worn outtissue = dokutissue damage = doku zedelenmesito a certain extent = bir yere / dereceye kadar, to

some extentto a great extent = büyük miktarda, büyük oranda, to

a large extentto a large extent = büyük miktarda, büyük oranda, to

a great extentto a very insignificant extent = çok az / önemsiz bir

orandato and fro = bir yandan öbür yana, bir aşağı bir

yukarı, back and forthto date = bugüne kadar, so far, until nowto my way of thinking = benim düşünce tarzıma

göreto one’s surprise = (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To

my surprise… = Hayret ettim ki… )

to some extent = belli bir dereceye kadar, bir yerekadar, to a certain extent

to start with = 1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with,firstly; 2) örneğin, for instance

to such an extent that = o kadar ki, o derece kito tell the truth = doğruyu söylemek gerekirse, aslına

bakarsanız, in factto that effect = bu hususta, bu mealdeto the contrary = tersine, aksineto the exclusion of = (bir şey)’i hariç tutacak /

dışlayacak kadarto the fore = öne, ön tarafato this day = bugüne dek / bugüne kadar, hala, even

todayto what extent = ne derece, nereye kadartobacco = tütüntoddler = yeni yürümeye başlayan çocuktoe = ayak parmağıtolerate = 1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow;

2) katlanmak, dayanmak, endure, beartomb = mezar, türbetomb-figures = mezar figürleritonnage = tonaj, tonilato (bir gemi vs. ’nin yüksüz

halde toplam ağırlığı)tool = araç, alet, el aleti, equipmenttoothpaste = diş macunutop = (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri

vs.) geçmek, başa geçmektopic = konu, mevzu, issuetopmost = en üsttopple = düşüp yuvarlanmaktop-secret = çok gizlitop-security = üstün güvenlik / güvenliğe sahiptorment = eziyet etmek, azap çektirmek, işkence

yapmak, plague, torture, zıt anl.= please,delight

tormented = eziyet edilmiş, azap çekmiştorrid = ateşli, sensuous, hot, zıt anl.= cold, frigidtorture = işkencetortured = işkence edilmiş, acı dolu, kederli,

anguishedTory = İngiltere’deki Muhafazakar Parti’nin 1832

yılından önceki adıtotality = bütün, bütünlüktouchdown = uçağın piste temas etmesitouch-screen = dokunmatik ekrantouch-sensitive = dokunmaya duyarlı, dokunmatiktouchstone = denek taşı, mihenk taşı, kriter, ölçüt,

benchmark, criterion

164 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

tough = zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborioustournament = turnuvatownship = kasaba (nahiye, bucak, kaza ya da ilçe

gibi küçük yerleşim)toxic = zehirli, toksiktoxicity = toksisite (zehirlilik)toxin = toksin (canlılar tarafından üretilen zehirli

madde), venom, poisontrace (fiil) = (ipuçları vs.) izleyerek saptamak /

bulmak, track, trailtrace (isim) = iz, belirtitrace back = geriye / eskiye doğru izini sürmek /

bulmaktrace mineral = eser mineral (insan vücudunun çok

az miktarlarda gereksinim duyduğu mineral),micro mineral

trachea = (çoğul: tracheae ya da tracheas) trakea(nefes / soluk borusu)

track (fiil) = 1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek,follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record,follow

track (isim) = 1) ray; 2) (koşu veya bisiklet için) yol /parkur; 3) (tekerlek, palet vs. ’nin bıraktığıveya yürünerek bırakılan) iz; 4) (tank, dozervs. için) palet

track back = geriye doğru iz sürmek, kaynağınıaraştırmak

track down = izleyip bulmak / yakalamak, pursuetraction = götürme, çekmetrade = ticaret, commercetrade-union = işçi sendikası, labour-uniontrading = ticarettradition = gelenek, adet, custom, conventiontraditional = geleneksel, conventionaltraditional diet = geleneksel beslenmetraditionally = geleneksel olarak, conventionallytrailblazing = öncü, pioneertrain = eğitim vermek, eğitmek, instructtrain tracks = tren raylarıtraining = antrenman, idman, eğitimtraining ground = eğitim alanıtrait = özelliktrample = ezmek, çiğnemek, ezip geçmektransaction = işlem, action, deedtransaction statement = (bir tür) hesap ekstresitransatlantic = Atlas Okyanusu’nun karşı

yakasından gelen / karşı yakasına gidentranscontinental = kıta aşırı, kıtalararası

transcultural = kültürler arasıtransform into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek,

değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıtanl.= preserve

transformation = dönüştürme, dönüşüm,conversion

transformer = transformatör (elektronik bir devredevoltajı ve akımı değiştirmeye yarayan eleman)

transient = gelip geçici, transitory, zıt anl.=permanent

transient global amnesia = geçici global amnezi(genellikle orta yaşlarda gelişen, yakınzamanda olmuş olayları hatırlayamama ilebelirgin amnezi nöbeti)

transiently = gelip geçici olarak, transitory, zıt anl.=permanently

transistor = transistör (bir devrede açma-kapama,yükseltme gibi çeşitli görevlerde kullanılan yarıiletken bir devre elemanı)

transistor amplifier = transistörlü amplifikatör(gelen sinyalin gücünü arttırmaya /yükseltmeye yarayan bir tür elektronik cihaz)

transition = geçiş, değişim, passagetranslate = çevirmek, tercüme etmektranslator = çevirmen, tercümantranslocation = yer değiştirme, başka yere nakiltransmissible = geçmesi / bulaşması olasıtransmission = iletim, aktarım, yayılmatransmit = (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak,

carry, conveytransparent = saydamtransplant = nakletmek, taşımak ve yeni ortamda

yaşatmaya çalışmaktransplantable = nakledilmeye uyguntransport = (bir yerden) (başka bir yere) götürmek,

taşımak, nakletmek, movetransportation = taşıma, nakliyetransverse = çaprazlama, eninetrap (fiil) = kapana kıstırmak, tuzak kurarak

yakalamak, lock intrap (isim) = kapan, tuzaktrapped = (bir şeyin içinde) sıkışıp kalmıştraumatic blow = travmatik darbe (ciddi yaralanma /

iç kanama ile sonuçlanan darbe)travel = seyahat etmek, yolculuk etmektravelling public = seyahat eden insanlar, halkın

seyahat eden kesimitraverse = (mesafe) kat etmek, traveltreacherous = tehlikeli, güvenilmez, hain, kalleş,

dangerous, unsafe

ÜDS Sözlüğü - 165

www.bademci.com

treasure = 1) hazine, define; 2) çok değerli / önemlişey

treasury = hazine, maliye dairesitreat = 1) davranmak, muamele etmek, behave, act;

2) tedavi etmek, curetreatment = 1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme,

muamele, işlemtreaty = antlaşma, agreementtrek = engebeli arazide yaya olarak gitmektremble = titremek, shaketremendous = muazzam, enormoustremendously = son derece, çok büyük çapta,

greatly, enormously, zıt anl.= slightlytremor = titreme, ürperme, sarsıntı, quiver, trembletrench = çukur, hendektrend = eğilim, meyil, akım, tendency, currenttrend down = düşme eğiliminde olmak, düşüşte

olmaktrial = 1) (mahkemede) duruşma, court action,

litigation; 2) deneme, sınama, çalışma,experiment, test, (The comparative efficacy ofthese therapies was tested on volunteers in aclinical trial. = Bu tedavilerin karşılaştırmalıfaydaları, bir klinik çalışmada gönüllülerüzerinde test edildi.)

tribal = kabileye aittribal culture = sosyal yapısı kabile düzeninde olan

kültürtribunal = mahkeme, courttributary = ırmak ayağı, kol ırmak (ırmağa karışan

akarsu)trick (into) (fiil) = kandırmak, tuzağa düşürmek,

kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmektrick (isim) = hile, üçkağıttricky = incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı /

riskleri sebebiyle) zortrigger (off) (fiil) = tetiklemek, harekete geçirmek,

başlatmak, ateşlemek, activate, spark,(Hypertension triggers off many otherdiseases. = Hipertansiyon pek çok başkahastalığı tetikler.), (The smoke triggered offthe fire alarm. = Duman, yangın alarmınıharekete geçirdi.)

trigger (isim) = tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedenitrimester = üç aylık dönemTripos = Cambridge Üniversitesi’nde bitirme

sınavlarına verilen adtriumph (fiil) = başarı sağlamak, zafer kazanmak,

galip gelmek, succeed, wintriumph (isim) = zafer, yengi, victory

triumphant = muzaffer, galip, victorioustrivial = cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant,

unimportant, zıt anl.= significant, important,(There are one or two trivial errors in youressay. = Kompozisyonunda bir iki önemsizhata var.)

troop = askeri birliktrophy = hatıra, ödül, ganimettroublesome = 1) rahatsız edici, endişe verici,

annoying, disturbing, zıt anl.= agreeable,convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli,burdensome

trough = (trof gibi okunur) (hayvanların su içtiği)yalak, tekne

truck = kamyon, tırtruly = gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, reallytruncated icosahedron = kesik yirmiyüzlü (düzgün

bir yirmiyüzlünün köşelerinin kesilip atılması ileoluşturulan futbol topu benzeri geometrikcisim)

trust (fiil) = güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.=distrust

trust (isim) = 1) güven, confidence, reliance, zıt anl.=distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacıgüden ve pek çok küçük şirketi gayriresmiolarak kontrol altına alan büyük şirket ya daşirketler topluluğu), cartel

trust one’s life to = canını (bir kişiye / bir şeye)emanet etmek

trustworthy = güvenilirtry on = prova etmek, giyip denemektry out = (birisini / bir şeyi) denemek, testtuberculosis = tüberküloz, verem (kanlı öksürük ve

halsizlik ile belirgin akciğer enfeksiyonu),pulmonary phthisis, TB

tuberculosis-causing = vereme sebep olantulip = laletumour cell = tümör hücresitumour marker = tümör markeri / işaretçisi (vücutta

tümör bulunduğunu gösteren, genellikle kantahlilinde ortaya çıkan madde)

tune = melodi, ezgi, nağmetune into = 1) yakından takip etmek; 2) belli bir

radyo istasyonuna ayarlamakturbine = türbin (jeneratörlerde elektrik üreten,

dönen birim)turboprop airliner = pervaneli yolcu uçağıturbulence = çalkantı, girdapturgid = şişmiş, şişkinturmoil = kargaşa, karışıklık, chaos

166 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

turn = olmak, becometurn against = (bir kişi ya da şey)’e cephe almakturn away = 1) (kapıdan vs.) geri çevirmek;

2) reddetmek, refuse, turn downturn away from = (birisi)’nden uzaklaşmak,

(birisi)’ne yüz çevirmekturn back = geri dönmek, geri çevirmek, (The

refugees were turned back at the border. =Mülteciler sınırda geri çevrildiler.)

turn down = (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek,refuse, turn away, (He proposed to her, butshe turned him down. = Ona evlenme teklif ettiama o reddetti.)

turn in = teslim etmek, hand in, deliverturn into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / intoturn off = 1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif

hali sonlandırmak, deactivate, put off;2) (yolda) başka tarafa yönelmek

turn on / upon = 1) (ışık vs. için) (bir şey)’edoğrultmak, üzerine çevirmek, direct onto;2) (bir şey)’e bağlı olmak, depend on

turn on = 1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif halegetirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan)heyecanlandırmak, excite, stimulate

turn out = 1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarıçıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için)kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce;4) sonuçlanmak

turn out (that) / (to be) = (bir şey olduğu) ortayaçıkmak, prove to be, (At first he seemed to bean honest person. But then he turned out to bea great liar. = Önceleri dürüst birisi gibigörünüyordu ama sonra büyük bir yalancıolduğu ortaya çıktı.)

turn over = 1) devirmek, çevirmek, invert;2) düşünmek, akılda tartmak, think about,consider

turn to = (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımınıistemek, invoke, refer to, resort to

turn up = 1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek,2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak,gelmek

turn-of-the-century = yüzyılın değişimine / bitişineyakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişininhemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem),yüzyıl dönümü

turpentine = terebentin (çam reçinesinin damıtılmasıyolu ile elde edilen, özellikle boya sanayindeinceltici ya da çözücü olarak kullanılan sıvımadde)

turtle = kaplumbağatwist = büklüm, burmatwo-fifths = beşte ikitwofold = iki misli / kattwo-mode hybrid engine = taşıtlarda kullanılan,

benzin motorunun yanı sıra iki kademeli birelektrik motoru ile de çalışan yeni ve deneyselbir motor sistemi

two-shoe = iki pedallıtwo-sided = iki taraflı, iki yönlütwo-storey façade = iki katlı cephetwo-syllable = iki hecelitwo-thirds = üçte ikitypewriter = daktilotyphoid = tifo (genellikle hijyenik olmayan besinler

aracılığı ile bulaşan, bağırsakta yaralar ilebelirgin bir hastalık)

typhoon = hortum, şiddetli kasırga, cyclonetypical = tipiktypically = tipik / karakteristik olarak, genellikle,

characteristically

www.bademci.com

ubiquitous = her yerde var olan, yaygınUK = Birleşik Krallık, İngiltere, United Kingdomulcer = ülser (deri üzerinde, epitel dokuda, veya

sindirim organlarının iç yüzeylerinde gelişerekaltındaki dokuları da etkileyen açık yara)

ulcerated = ülserli, ülser içerenulcerative colitis = ülseratif kolit (enfeksiyona bağlı

olarak kolon mukozasında yer yer ülserleroluşması, irin, kan içeren dışkı vb. belirtileriolan bir hastalık)

ultimate = 1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas,temel, fundamental; 3) son, nihai, final,eventual, (Someone’s initial success may bedeceptive; what matters is his ultimatesuccess. = Bir kişinin başlangıçtaki başarısıaldatıcı olabilir; asıl önemli olan nihaibaşarısıdır.)

ultimately = 1) esasen, asıl olarak, primarily,fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıtanl.= originally

umbilical cord = 1) göbek bağı; 2) astronot kordonuUN Conference on the Human Environment =

Birleşmiş Milletler bünyesinde 1972 yılındanbu yana düzenlenmekte olan, çevre ve insan-çevre ilişkisi odaklı konuların tartışıldığı veuluslararası çevre politikalarının belirlendiğikonferans, Stockholm Conference

unable = ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable,incompetent, zıt anl.= capable

unacceptable = kabul edilemezunaccountable = açıklanamayan, anlatılamaz,

anlaşılmaz, inexplicable, peculiar, zıt anl.=explicable

unaffected = etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış,intact, zıt anl.= affected

unaided = yardım almadan / almayanunambiguous = açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt

anl.= ambigousunanimous = oybirliğiyleunanticipated = sezinlenemeyen, tahmin edilmeyen,

beklenmeyen, umulmadık, unforeseen,unpredicted

unanticipated reaction = beklenmeyen tepkiunappreciated = değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş,

underrated, zıt anl.= appreciated

unarmed = silahsız, zıt anl.= armedunavoidable = kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt

anl.= avoidable, avertableunaware of = (bir şey)’in farkında olmayan, (bir

şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.= aware ofunawares = hazırlıksız (olarak), gafil (avlanarak),

(The news took the city of London unawares.= Haberler, Londra kentini hazırlıksızyakaladı.)

unbearable = dayanılmaz, çekilmez, intolerable, zıtanl.= bearable, tolerable

unbiased = tarafsız, nesnel, objektif, objectiveunbreakable = kırılmazuncertainty = belirsizlik, doubtfulness, dubiousness,

zıt anl.= certainty, sure thingunclear = muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague,

uncertain, zıt anl.= clear, well-definedunconcerned = ilgisiz, umursamaz, indifferent,

inattentive, zıt anl.= concerned, interestedunconditional = koşulsuz, kayıtsız şartsız, zıt anl.=

conditionalunconscious = bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.=

consciousunconscious state = bilinçsiz halunconsciousness = bilinçsizlik, baygınlık, zıt anl.=

consciousnessuncontaminated = kirlenmemiş, (hastalık vs.)

bulaşmamış, unpolluted, uninfected, zıt anl.=contaminated

uncontrollable = kontrol altına alınamayanuncover = ortaya / meydana / açığa çıkarmak,

reveal, unveil, zıt anl.= coveruncut = kesintisizundeniably = inkâr edilemez şekildeunder consideration = değerlendirilmekte, karar

gündemindeunder debate = tartışılmaktaunder threat = tehdit altındaunder trial = deneme altında, denenmekteunder- or overbuilt = (sağlamlık ve / veya kütle için)

eksik / yetersiz veya aşırı yapılıunder-activity = az hareket, yetersiz faaliyetundercarriage = (uçak için) iniş takımları, landing

gear

U U U U U

168 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

undercover policeman = gizli / sivil polisunderestimate = küçümsemek, değerinin altında

paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıtanl.= overestimate, exaggerate

underfund = yeterince finanse etmemekundergo = 1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek,

(tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through;2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience;3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, besubjected to, be exposed to

underhand = el altından, gizli, sinsi, secret, slyunderinvest = gereğinden az / eksik yatırım yapmakunderlie = altında bulunmak / yatmak, asıl nedeni

olmak, temelini oluşturmakunderline = vurgulamak, altını çizmek, stress,

emphasiseunderlying = altında yatan, temelindekiundermine = temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok

etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıtanl.= strengthen, build up, (His friends’criticism undermines his self-confidence. =Arkadaşlarının eleştirileri, onun özgüveninizayıflatıyor.)

underneath = altına / altındaundernourished = yetersiz beslenmiş, ill-fed,

underfedundernutrition = yetersiz beslenmeunderpaid = (olması gerekenden) düşük ücretliunderperform = daha düşük performans göstermek,

daha az icra etmek, (gereğinden veyaolabileceğinden) az ilerleme kaydetmek

understandable = anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.=unreasonable

understandably = anlaşılır, makul bir şekilde,conceivably, reasonably, zıt anl.= ambiguously,unreasonably

understanding = anlayış, anlama, comprehensionundertake = üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe

girişmek, get in charge (of), carry outundertaking = girişim, üstlenmeunderwater archaeology = sualtı arkeolojisi

(arkeolojinin, su altında kalan eserleri vebatıkları, dalışlar yapmak suretiyle inceleyenalanı)

underweight = zayıf, düşük kilolu, skinnyunderworld = (mitolojide) yeraltı dünyasıundeserved = hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.=

deservedundeservedly = hak etmediği şekilde, hak edilmemiş

bir biçimde, zıt anl.= deservedly

undesirable = istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.=desirable

undetectable = fark edilmesi / bulunması mümkünolmayan, unnoticeable

undetected = gözden kaçmış, farkedilmemiş,unnoticed

undigested = sindirilmemişundoubtedly = şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde,

kesinlikle, obviously, unmistakably,convincingly, zıt anl.= doubtfully, questionably

undue = yakışıksız, uygunsuz, yersiz, aşırı,unjustified, untimely, excessive

unduly = boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıtanl.= sensibly

unearth = kazarak çıkarmak, dig out, zıt anl.= buryunease = huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry,

zıt anl.= easeuneasy = kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt

anl.= at easeunemotional = duygusuz, detached, aloof, zıt anl.=

emotionalunemployment = işsizlikunenviable = istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak

türden olmayan, undesirable, zıt anl.=enviable, desirable

unethical = etik olmayan, ahlaka aykırı, immoral, zıtanl.= ethical, moral

uneven = eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıtanl.= even, uniform

unevenly = eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıtanl.= evenly, uniformly

unexpected = beklenmedikunexplored = araştırılmamışunfair = haksız, unjust, zıt anl.= fair, justunfairly = haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt

anl.= fairly, justlyunfamiliar = aşina olmayan, yabancı, unknown,

strange, zıt anl.= familiar, knownunfashionable = modaya uymayan, modası geçmiş,

outmoded, zıt anl.= fashionableunfeasible = yapılamaz, gerçekleştirilemez,

impracticable, zıt anl.= feasible, practicableunfertilized = (yumurta için) döllenmemiş, (toprak

için) gübrelenmemişunfold = açıklamak, açıklığa kavuşturmak, clarify,

reveal, zıt anl.= concealunforeseen = beklenmedik, umulmadık, unexpected,

zıt anl.= expectedunfortunate = üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.=

fortunate

ÜDS Sözlüğü - 169

www.bademci.com

unfortunately = ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıtanl.= fortunately

unfounded = temelsiz, dayanaksız, groundlessungainly = hantal, kaba, biçimsiz, awkward, clumsyunharmed = zarar görmemiş, sağlam, intact,

undamaged, zıt anl.= harmed, damagedunicorn = tekboynuz (başında tek bir boynuz olan at

biçimindeki efsanevi yaratık)unified = birleştirilmiş, birleşmişunified field theory = birleşik alan teorisi (fizikte,

temel parçacıklar arasındaki tüm temelkuvvetlerin tek bir alan olarak ifadesinisağlayan bir çeşit alan teorisi)

uniform = 1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı,bir örnek, consistent, similar, zıt anl.= different,variable

uniformity = 1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş,consistency, similarity, zıt anl.= diversity

uniformly = aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynışekilde, equally, evenly, zıt anl.= differently

unify = birleştirmek, bir bütün haline getirmek,combine, unite, zıt anl.= detach, separate

unimaginable = hayal / tasavvur edilemez, incredible,unbelievable, zıt anl.= believable

unimpaired = zarar görmemişunintended = istemeden gerçekleşen, accidental,

unintentional, zıt anl.= deliberateunintentionally = istemeden, kazara, accidentally, zıt

anl.= deliberately, on purposeuninviting = çekici olmayan, itici, unattractive, zıt

anl.= invitingunique = benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya

da şeye) özgü, unparalleleduniquely = benzersiz / eşsiz bir şekilde, solely, zıt

anl.= commonlyuniqueness = benzersizlik, eşsizlik, yeganelikunit = birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir

kavramlar veya objeler grubu)unite = birleştirmek, bir araya getirmek, combine,

consolidate, zıt anl.= disunite, severuniversal = evrenseluniverse = evren, cosmosunjustifiable = gerekçesiz, haksız, yersiz,

inexcusable, indefensibleunjustly = haksız bir şekilde, unfairly, zıt anl.= justlyunknown = bilinmeyen, unidentified, zıt anl.= knownunlike = (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam

aksine, as opposed to, zıt anl.= likeunlikely = mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir

olasılıkla, improbable, zıt anl.= likely

unlimited = sonsuz, sınırsızunload = boşaltmakunmanned = (hava, uzay taşıtları vs. için) insansız,

zıt anl.= mannedunmatchable = emsalsiz, benzersiz, incomparable,

unrivalled, zıt anl.= ordinaryunmet = (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için)

karşılanmamışunmistakably = şüphesiz, şüphe götürmez bir

şekilde, certainly, undoubtedly, zıt anl.=questionably, doubtfully

unnatural = doğal olmayanunnecessarily = boş yere, gereksizce, unduly, zıt

anl.= reasonably, sensiblyunobtrusive = dikkat çekmeyen, göze çarpmayan,

alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.=obtrusive, noticeable

unorthodox = geleneksel olmayan, alışılmışındışında, irregular

unparalleled = eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan,unmatched, zıt anl.= inferior

unpaved = (yol için) parke taşı / asfalt döşenmemişunpleasant = hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty,

zıt anl.= pleasant, delightfulunpopular = rağbet görmeyen, gözden düşmüşunprecedented = görülmemiş, emsalsiz, exceptional,

zıt anl.= usualunpredictability = belirsizlik, bilinemezlik, volatility,

zıt anl.= predictabilityunpredictable = önceden bilinmez, kestirilemez,

unforeseeable, variable, zıt anl.= predictable,unchanging

unprescribed = reçetesiz, over-the-counterunprotected = korunmamışunravel = çöz(ül)mek, sök(ül)mek, halletmek, solve,

figure out, zıt anl.= code, encodeunreachable = ulaşılamaz, inaccessible, zıt anl.=

reachableunrealistically = gerçekçi olmayan bir şekilde,

unbelievably, zıt anl.= realisticallyunrelenting = amansız, acımasız, merciless, zıt anl.=

compassionate, mercifulunreliability = güvenilir olmama, kaypaklık,

changeability, zıt anl.= reliability, dependabilityunreliable = güvenilmez, sağlıksız, uncertain,

dubious, zıt anl.= reliableunrequited = karşılık görmeyen, karşılıksızunresponsive = cevapsız, tepkisiz, zıt anl.=

responsiveunrest = huzursuzluk, kargaşa, disturbance,

dissatisfaction, zıt anl.= peace, harmony

170 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

unsafe = emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.=safe

unsanitary = temiz olmayan, sağlıksız, unhygienic,zıt anl.= sanitary, hygienic

unsatisfactory finding = tatmin edici olmayan /yetersiz bulgu

unsatisfying = tatmin etmeyenunsaturated = doymamışunsaturated fat = doymamış yağunseasonable = mevsim normallerinin altında ya da

üzerinde, zamansız, untimelyunsettled = tedirgin, huzursuz, huysuzunsightly = çirkin, göze hoş gelmeyenunstable = dengesiz, kararsız, değişken, sabit

olmayan, inconstant, zıt anl.= stableunsuccessful = başarısız, zıt anl.= successfulunsustainable = sürdürülemez, (aynı şartlarda)

devam edemezunsympathetic = itici, arkadaş canlısı olmayan,

unfriendly, zıt anl.= sympathetic, friendlyuntaxed = vergilendirilmemişuntil fairly recently = oldukça yakın zamana kadaruntil well into the nineteenth century =

ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadaruntold = tarifsizunused = kullanılmamış, zıt anl.= usedunusual = alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı,

uncommon, strange, zıt anl.= familiar, normalunusually = sıra dışı / alışılmadık şekilde,

uncommonly, zıt anl.= commonlyunwanted = istenmeyenunwary = dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.= careful,

watchfulunwilling = isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt

anl.= willing, eager, readyunwillingly = isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt

anl.= willingly, eagerlyunwillingness = isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance,

zıt anl.= eagerness, willingnessunwise = akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent,

zıt anl.= wise, thoughtfulunwisely = akılsızca, foolishly, (He invested unwisely

and lost a fortune. = Akılsızca yatırım yaptı vebir servet kaybetti.)

unworkable = işletilemez, yürütülemezunyielding = sert, mukavim, geçit vermezup against = karşı karşıya, facingupbringing = (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme

update = modernleştirmek, güncelleştirmek,modernise, renew

upgrade = geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve,advance, zıt anl.= worsen, weaken

uphold = tarafını tutmak, desteklemek, onaylamak,back up, advocate

upkeep = bakım, muhafaza, idame, maintenanceupper arm = kolun omuzla dirsek arasındaki kısmıupper class = üst sınıf, yüksek gelir sınıfıupright = dikey, dikupset (fiil) = 1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt;

2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflictupset (sıfat) = üzgün, üzüntülü, distressedupsetting = üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu,

annoying, hurtful, distressing, zıt anl.=pleasing

upstream = akıntının tersi yönünde, akıntıya karşı,zıt anl.= downstream

urban = kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıtanl.= rural, (Crime rate is usually higher inurban areas than in rural areas. = Suç oranıkentsel bölgelerde, taşrada olduğundangenellikle daha yüksektir.)

urbane = medeni, civilizedurbanized = kentleşmiş, şehirleşmiş, zıt anl.= ruralurea = üre (protein metabolizması sonucu vücutta

oluşan ve idrar ile dışarı atılan atık madde)urge (fiil) = (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek,

kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.=discourage, deter

urge (isim) = şiddetli arzu, tutku, desire, passion, zıtanl.= dislike, hate

urgency = aciliyet, ivedilik, emergencyurgent = 1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar edenurgently = acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle,

immediatelyuric acid = ürik asit (protein metabolizması sonucu

oluşup kanda ve idrarda bulunan bir madde)urinary = uriner sistem (idrar yolları) ile ilgiliurinary creatinine excretion = idrar yoluyla

kreatinin maddesinin vücuttan atılmasıurine = idrarurine screen = idrar taramaurticaria = ürtiker (bir tür kaşıntılı deri hastalığı)US / USA = (the US / USA şeklinde kullanılır)

Amerika Birleşik Devletleri, (the) United Statesof America

ÜDS Sözlüğü - 171

www.bademci.com

US Federal Aviation Administration = BirleşikDevletler Federal Havacılık Dairesi (ABD’detüm sivil havacılığı düzenlemek ve denetlemekile görevli kuruluş)

US Geological Survey Centre = Birleşik DevletlerJeolojik Araştırmalar Merkezi (ABD’de,bölgeleri jeolojik olarak incelemekle ve jeolojikharitalar çıkarmakla görevli merkez)

use = kullanımuse to the full = sonuna kadar kullanmakuse up = kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek,

deplete, run throughused to = bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) …

idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used towrite to me frequently; he doesn’t any more. =Eskiden bana sıkça yazardı; artık yazmıyor.)

useful = yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.=useless, harmful

useless = işe yaramaz, worthlessusher in = 1) öncülük etmek; 2) (içeri) getirmek,

bring in

usual = alışılmış, olağan, zıt anl.= unusualUtah = ABD’de bir eyaletuterus = uterus (rahim)utilitarian = faydacıl, fayda / yarar gözetici, useful,

practical, zıt anl.= unpracticalutility = 1) (gaz, elektrik gibi) kamu hizmeti, (The

rent does not include utilities. = Kiraya elektrik,su, gaz vs. (hizmetlerin bedeli) dahil değildir.);2) yarar, fayda, kullanışlılık

utilize = yararlanmak, use, make use ofutmost = en büyük, en çokutter = 1) tamamen, complete; 2) kesin, kesinkes,

mutlak, absoluteutterly = tamamen, hepten, absolutely, totally,

completely, (After the crisis, he tried hard tosave his company from bankruptcy but failedutterly. = Krizden sonra firmasını kurtarmakiçin çok çabaladı ama hepten başarısız oldu.)

www.bademci.com

V V V V V

vacation = tatilvacationer = tatilcivaccinate = aşılamakvaccine = aşıvacuum = boşlukvagary = kaprisvague = belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt

anl.= definedvaguely = tam anlamını vermeyecek şekilde, belli

belirsiz, ambiguously, zıt anl.= clearly, explicitlyvaliantly = cesurcavalid = geçerli, sağlam, yasal, credible, solid,

legitimate, zıt anl.= invalid, unacceptablevalidity = geçerlilik, meşruluk, legitimacy, zıt anl.=

invalidityvalue = değerini / kıymetini bilmek, appreciatevalued = değerli, esteemed, highly-regardedvalve = 1) valf, subap; 2) radyo lambasıvalve radio = lambalı radyovandalism = vandalizm, çevreye zarar verme (örn.

duvarları boyama, sokak lambalarını kırmavs.)

vanguard = öncü (birlik / kol)vaporise = buharlaş(tır)mak, evaporatevapour = buhar, buğuvariable = değişken, etmenvariation = 1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma,

çeşitleme, diversityvaricella virus = suçiçeği virüsüvaried = değişiklik gösteren, çeşitlivariety = cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılıkvarious = çeşitli, miscellaneous, numerousvary = çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek,

değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ,alter, zıt anl.= remain, stay

vasoconstriction = kan damarlarındaki daralma, zıtanl.= vasodilation

vast = çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense,(They are building these roads at vastexpense. = Bu yolları çok büyük harcamalarlayapıyorlar.)

vast majority = büyük çoğunlukvast sums (of) = çok büyük miktarlarda (para vs.)

vast tracts of forest = çok geniş ormanlık arazilervastly = çok, büyük oranda, highly, greatlyvastness = büyüklük, enginlikvector = 1) vektör (bir miktar ve bir yön içeren bir

ifade, örn. yerçekimi kuvveti); 2) hastalıktaşıyıcı

vegetation = bitkiler, bitki örtüsüvegetative = 1) büyüme yeteneği olan; 2) bitkiselvehemently = şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde,

passionatelyvehicular = taşıtlara ilişkinvelcro = cırt cırt, cırt bant (örn. çocuk

ayakkabılarında bağcık yerine kullanılankapatma elemanı)

vellus = erişkinlerde gövde, kol ve bacaklarüzerindeki ince tüy / kıl

velocity = (belli bir yönde) hızvendor = satıcı, işportacıVenice = Venedik (İtalya’da, şehrin ana caddelerini

oluşturan su kanalları ile ünlü bir kent)vent = delik, yarıkventilate = havalandırmakventilation = havalandırma, (In the attic, the only

ventilation was through a small door at theback. = Tavanarasında tek havalandırma arkataraftaki küçük bir kapıdan sağlanıyordu.)

ventromedial nucleus = hipotalamusun ortasındayer alan ve doygunluğa ulaşıldığında yemeisteğini baskı altına alan sinir hücresi yığını

venture (fiil) = 1) tehlikeye at(ıl)mak, stake,jeopardize; 2) göze almak, dare, stake

venture (isim) = girişimverbal = sözlü, oral, zıt anl.= writtenverbal communication = sözlü iletişimverbally = sözlü olarak, orallyverdict = jüri kararıverification = doğrulama, teyit etme, confirmation,

validation, zıt anl.= invalidationverify = doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek,

onaylamak, confirm, validate, zıt anl.=invalidate

versatile = değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü,adaptable, all-purpose, many-sided

ÜDS Sözlüğü - 173

www.bademci.com

versatility = çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptabilityversion = 1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime

Minister’s version of the economic matterswas quite different from that of the Opposition.= Başbakan’ın ekonomiyle ilgili yorumu anamuhalefetin yorumundan oldukça farklıydı.)

versus = (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition tovertebra = (çoğul: vertebrae) omurvertebrate = omurgalı, craniatevertical = dikey, zıt anl.= horizontalvery first = ilkvessel = 1) gemi, tekne; 2) damarvest = yelekvested = kazanılmış, mutlak, sabitVesuvius = Vezüv Yanardağı (İtalya’da, ünlü Pompei

antik kentini lavlar altında bırakarak yok etmişolmasıyla tanınan bir volkan)

veterinary medicine = veteriner hekimliğiveterinary surgeon = hayvan cerrahı, operator

veterinervex = canını sıkmak, sinirlendirmek, kızdırmak,

irritate, upset, zıt anl.= sootheviable = (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir /

uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.=unachievable

viable level = makul, kabul edilebilir seviyevibrant = parlak, canlıvibrate = titre(t)mek, shake, zıt anl.= be stillvibration = titreşimvibrotactile = titreşim yoluyla çalışanvice versa = tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de),

tersi (de), the other way roundvicinity = civarvicious = kötü, çirkin, acımasız, nasty, brutalvicious circle = kısır döngü, fasit dairevictim = kurban, mağdurVictorian = İngiltere’de, Kraliçe Viktorya’nın hüküm

sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arasında kalandönemde yaşamış / döneme ait

view (fiil) = 1) değerlendirmek, consider, regard;2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.)izlemek, watch

view (isim) = 1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakışaçısı, opinion, conception; 2) görünüş,manzara, panorama

view as = olarak görmek, (view as important =önemli görmek, önemli olduğunu düşünmek)

vigilant = ihtiyatlı, tetikte olan, watchful, zıt anl.=oblivious

vigorous = 1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin,gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.=impotent, inactive

vigorously = kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively,energetically

Vikings = Vikingler (İskandinavya’da, özellikle 8. -11. yy’lar arasında etkin olan, korsan ve tüccarkavim)

villus = (çoğul: villi) 1) (örn. bağırsak ve midecidarlarında bulunan) emzik başına benzeyenminik çıkıntı; 2) (özellikle şeftali gibimeyvelerin üzerindeki) ince tüy

vindication = temize çıkarma, suçsuzluğunukanıtlama

vine = sarmaşık yapılı, (kazığa vs.) tutunarakbüyüyen bitki

vinegar = sirkevineyard = üzüm bağıviolate = (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek,

breach, infringe, zıt anl.= obey, observeviolation = (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı

davranış, breachviolence = şiddet, zorbalık, disturbance, riotviolent = yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive,

strong, zıt anl.= mild, passiveviolent motion sickness = şiddetli hareket / sarsıntı

tutmasıviolently = yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively,

strongly, zıt anl.= mildly, passivelyviral = viral (virüslerden kaynaklanan, virüslerle ilgili)Virginia = Batı ABD’de bir eyaletvirologist = virolog (viroloji alanında çalışan uzman)virology = viroloji (virüsleri inceleyen tıp ve biyoloji

alanı)virtual takeover = fiili / gayriresmi devralmavirtually = neredeyse, hemen hemen, nearly, actuallyvirtue = 1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage;

2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.= vice,merit

visa = vize (ülkeye giriş ve ülkede kalma izni)viscid = yapışkan, stickyvisibility = görünebilirlik, görünürlük, görme olanağı,

detectablityvisible = görünebilir, görülür, açık, belli, apparent,

conspicuous, detectable, zıt anl.= obscured,concealed, hidden

vision = 1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü,image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü,foresight

visionary = 1) hayalperest; 2) ileriyi gören kimse

174 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

visual = görselvisual acuity = görme keskinliği (uzaktaki /

yakındaki cisimleri net görebilme hali)visual field = görüş alanıvital = 1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok

önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.=insignificant, trivial

vitality = canlılık, hareketlilik, dirilik, liveliness, vigourvitally important = hayati öneme sahipvitamin A deficiency = A vitamini yetersizliğivitreous = genellikle şekilsiz, camlaşmasını

tamamlamamış (malzeme)vivid = canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.=

weak, dullvividly = çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt

anl.= vaguelyvocalization = ses ile ifadevocational = mesleki, mesleğe ilişkin, occupationalvoice = dile getirmek, anlatmak, tell, narratevolatile = buharlaşabilenvolume = hacim

voluntarily = isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıtanl.= forcibly

voluntary (sıfat) = gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıtanl.= involuntary, obligatory

volunteer (fiil) = gönüllü olmak, offervolunteer (isim) = gönüllüvomiting = kusmavoracious = doymak bilmez, aç gözlüvote (for) (fiil) = (birisine) oy vermekvote (isim) = oyvoter = seçmenvoyage = deniz yolculuğuvulnerability = saldırıya açık olma, susceptibility,

weaknessvulnerable to = (bir şeye) karşı savunmasız,

kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye /riske açık / maruz, susceptible to, exposed to,at risk of, weak, zıt anl.= protected, secure,(Elderly people, especially those living alone,are vulnerable to accidents happening athome. = Yaşlilar, özellikle yalnız yaşayanlar,evde meydana gelen kazalara karşısavunmasızdırlar.)

www.bademci.com

wage (fiil) = (savaş vs.) açmak, başlatmak,sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.=cease, stop

wage (isim) = maaş, salarywage-earning = 1) sabit bir maaştan ziyade saat

ücreti hesabıyla çalışma; 2) (çalışma karşılığı)gelir / ücret sağlayan / kazandıran

wait = bekleyişwaiver = feragatwakefulness = uyanıklık haliwallet = cüzdanwalnut = cevizWalt Disney Company = Walt Disney Şirketi

(eğlence sektöründe faaliyet gösteren,özellikle yarattığı çizgi karakterlerle tanınanbüyük bir şirket)

wander away = amaçsız bir şekilde dolaşarak (biryerden) uzaklaşmak

wane = azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish,decrease, zıt anl.= increase

war = savaş, battle, zıt anl.= peaceward = (hapishanede) koğuş, (hastanede) servis /

hastaların kaldığı odawarfare = (genel kavram olarak) savaş, (nuclear

warfare = nükleer savaş), (diplomatic warfare= diplomatik savaş)

warfare agent = savaşlarda kullanılan kimyasal vs.madde

warm up (fiil) = (kasları, motoru vs.) ısıtmakwarm-blooded = sıcakkanlıwarming = ısınmawarm-up (isim) = (kaslar, motor vs. için) ısınmawarn = uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmekwarning = uyarıwarning label = uyarı etiketiwarp = değişiklik, saptırmawarp thread = çözgü ipliği (dokuma tezgahında

kumaşın boyuna olan iplik)warrant = izin vermek, garanti etmek, ruhsat

vermek, permit, approve, guaranteewarring = savaşanwarrior = savaşçı

war-torn = savaşın yakıp yıktığıwash ashore = sahile vurmakwastage = zayiatwaste (fiil) = boşa harcamak, israf etmek, (He

wasted his inheritance in casinos. = Kendisinekalan mirası kumarhanelerde yedi.), (Wastenot, want not. = Boşa harcama, başkasındandilenmek zorunda kalma.)

waste (isim) = 1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde,israf

waste dump = çöp depolama alanı, büyük çöplükwaste material = artık / atık maddewaste product = atık madde, yıkım ürünüwasteful = savurgan, müsrifwastefully = müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt

anl.= thriftilywastefulness = israf, savurganlıkwasting = zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting

disease = verem vs. gibi ince / zayıf düşürenhastalık)

watch out for = (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak,dikkat etmek, look out for

watchfulness = tetiktelik, uyanıklık, alertnesswater delivery system = su dağıtım şebekesiwater supply = su rezervi / stoğuwater table = su tabakası seviyesi (yerin altında,

toprağın suya tamamen doyduğu seviye)water-borne = sudan gelen, su yoluyla taşınanwaterfall = şelalewaterfowl = su kuşuwater-stressed = su sıkıntısı çekenwatery tissue = suyu tutan dokuwattle = (hindi, kertenkele gibi bazı hayvanlarda)

genellikle boyun bölgesinde parlak renkli vesarkık deri katmanı

wave = dalgawave-exposed = dalgalara açıkwavelength = dalga boyuway of life = yaşam biçimiway off = çok dışında / uzağındaway-station = ara istasyon

W W W W W

176 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

weak nuclear force = zayıf nükleer kuvvet (bazıatomaltı parçacıkları bir arada tutan, ancakkimi zaman yeterli gelmeyerek radyoaktifbozunmaya yol açması sebebiyle “zayıf” olarakadlandırılan temel fiziksel kuvvet)

weak pulse = zayıf nabızweaken = zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek,

güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.=strengthen, build up

weakness = zaaf, güçsüzlük, vicewealth = zenginlik, servet, varlıkwealth of information = bilgi hazinesi, bilgi bolluğuwealthy = varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent,

zıt anl.= poorweapon = silahweapons of mass destruction = kitle imha silahlarıwear = yıpranmawear and tear = aşınma ve yıpranmawear down = yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out,

(The illness wore her down. = Hastalık onuyıprattı.), (My shoes are badly worn down atthe heels. = Ayakkabılarımın topukları iyiceaşınmış.)

wear on = (süre kapsayan bir dönem vs. için) yavaşyavaş ilerlemek

wear out = yıpranmak, aşınmak, eskimek, weardown, deteriorate

wear out over time = zamanla / zaman içindeeskimek / aşınmak

weary = yorgun, usanmış, bıkkın, boredweather = hava (durumu)weathering = hava etkisiyle değişime uğramaweave = dokumak, örmekweave together = 1) değişik öğelerden bir bütün

oluşturmak; 2) örerek birleştirmekweave-like = örgü benzeriwebbed = (bazı hayvanların ayakları için) perdeliwebbed together = (bir tür) perdeyle birbirine bağlıWeddell seal = Weddell foku (Antarktika çevresinde

yaşayan bir fok türü)wedding = düğünwedge = kama, takozweed = yabani ot, ayrık otuweed-killer = herbisit (istenmeyen bitkilerin

yetişmesini önlemek amacı ile kullanılantarımsal ilaç), herbicide

weekly = haftalık gazete veya dergi

weigh = 1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (Iweighed the benefits of the plan against itsrisks. = Planın yararlarını, riskleri ilekıyasladım.); 2) (ağırlığını) ölçmek, tartmak,measure

weigh on = endişelendirmek, endişeye sevk etmek,cause to worry

weigh up = tartmak, değerlendirmek, aklında ölçüpbiçmek, consider, evaluate, assess

weight loss = zayıflama, kilo kaybıweight loss scheme = zayıflama planı / programıweight training = (sporda) ağırlık çalışmasıweight-for-height table = ağırlık-boy tablosuweightlessness = ağırlıksız / yerçekimsiz ortamweirdness = gariplik, tuhaflık, strangenesswelcoming = dostça, içtenwelfare = refah, prosperity, well-beingwelfare state = refah ülkesiwell = kuyuwell after = (bir olaydan / bir zamandan) çok sonrawell before = çok öncewell beyond = oldukça ötesinde / üzerindeWell done! = Aferin, iyi olmuş!well over = (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more

thanwell under = epeyce altındawell-annotated = dipnotlarla iyice açıklanmışwell-being = çıkar, yarar, refah, iyilik, saadetwell-buried = (gömülerek) iyice gizlenmişwell-compiled = iyi derlenmişwell-constructed = iyi inşa edilmiş, sağlamwell-developed = iyi gelişmiş, büyümüşwell-drawn = iyi çizilmiş, tiplemesi iyi yapılmışwell-established = iyice yerleşmiş, deep-rootedwell-founded = sağlam temele dayalı, substantiatedwell-informed = iyi bilgilen(diril)mişwell-maintained = iyi muhafaza edilmiş, iyi bakılmış,

well-keptwell-nourished = iyi beslenmiş, iyi gıda almış, well-

fostered, zıt anl.= ill-nourishedwell-off = iyi durumdaki, varlıklı, hali vakti yerindewell-preserved = (örn. kayanın / buzun içinde) iyi

korunmuşwell-read = çok okumuşwell-regarded = saygı uyandıran, kabul gören, iyi

karşılanan

ÜDS Sözlüğü - 177

www.bademci.com

well-rested = iyi dinlenmişWest Indies = Batı Hint Adaları (Karayipler

bölgesindeki adalara eskiden verilen ad)Western = BatılıWestern society = Batı toplumuWesterner = Batılıwet = (altını, yatağını vs.) ıslatmakwetland = karasal iklim bölgeleriyle deniz iklim

bölgeleri veya göller arasında kalan, nemli vegenellikle bataklık bölge

whaling = balina avcılığıWhat a relief! = İçim rahatladı!What for? = Ne için?, Ne amaçla?what goes on = olup bitenler, ne olup bittiği. . .What good would that be? = Onun ne faydası

olacak ki?what is more = dahası. . . , furthermore, moreoverWhat use does it serve? = Ne işe yarıyor?what is in the best interests of smo = birisi için en

iyisi / en doğrusu ne isewhatever = bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne

olursawhat’s more = bkz. what is morewhatsoever = hiçbir surette, at allwheat = buğdaywheel = tekerlekwheelchair = tekerlekli sandalyewheeze = hırlamak, hırıltılı ses çıkarmakwhen it comes to = iş (bir şey)’e gelince, (When it

comes to writing compositions, I am hopeless.= İş kompozisyon yazmaya gelince, benumutsuz bir vakayım.)

whereas = oysa, iken, while, inasmuch aswhereby = onunla, onun vasıtasıyla, by means of

which, through whichwhether (or not) = olup olmadığını, (yap)’ıp

(yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da,ister … ister …, (I am not sure whether or nothe is guilty. = Onun suçlu olup olmadığındanemin değilim.)

whilst = -iken, whilewhirlwind = hortum, tornadowhisper = fısıldamak, fısıltıwhistle = ıslık, düdükwhite blood cell = beyaz kan hücresi (akyuvar)white blood cell count = akyuvar sayımıwhole foods = doğal yiyeceklerwhole grain = tam tahıl (kepekli; dış yüzeyleri

alınmamış)

wholeheartedly = içtenlikle, samimi olarak, sincerelywholesome = sağlıklı, besleyiciwhooping cough = boğmacawidely = 1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara;

2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak,commonly, usually

widely available = yaygın olarak ulaşılabilir /edinilebilir

widen = genişle(t)mek, (arası) açılmakwide-ranging = çok çeşitli konularla ilgiliwidespread = yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.=

limited, rare, (There is a widespread belief thatthe newspapers had invented the story. =Gazetelerin, hikayeyi uydurduğu yönündeyaygın bir inanış var.)

widowed = dul kalmışwildebeest = Güney Afrika antilopuwilderness = (el değmemiş) boş arazi, çöl, kır, vahşi

doğawildfire = söndürülmesi güç yangın / ateşwildflower = kır çiçeği, doğada kendiliğinden yetişen

çiçekwildlife = yaban hayatı (insan hariç, doğal ortamında

yaşayan tüm canlılar)willing = istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.=

reluctant, unwillingwillingness = isteklilik, gönüllülük, enthusiasm,

eagerness, readiness, zıt anl.= reluctance,unwillingness

windblown = 1) (özellikle ağaçlar için) hakimrüzgarların estiği yönde büyüyen / şekil alan;2) rüzgarın sürüklediği, rüzgar tarafındantaşınan

wind-borne = (bitkilerin sporları vs. için) rüzgarlataşınan

windbreaker = rüzgar kesenwindpipe = soluk borusuwing = kanatwing-warping = uçakta manevra esnasında tüm

kanadın hareket etmesi tekniğiwipe out = silip süpürmek, ortadan kaldırmak,

destroywire = haberleşmekwire service = haber servisi (haber ajanslarınca

gazeteler, televizyonlar gibi yayıncı kuruluşlarasağlanan haber hizmeti), news service

wisdom = bilgelik, irfan, hikmet, bilgece görüş / söz,wiseness

wise = akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing,zıt anl.= foolish

178 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

wish = istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willingwitchcraft = büyücülükwith a view to doing smt = bir şey yapmak amacıyla /

niyetiyle, with the intention of doing smtwith delight = sevinçle, memnuniyetle, keyifle, with

joy, with gladness, with pleasurewith ease = kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt

anl.= with difficultywith great ease = çok büyük bir kolaylıklawith reference to = (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili

olarak, regardingwith regard to = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili

olarak, with respect towith respect to = (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak,

with regard towith the exception of = dışında, haricindewith the idea of doing smt = bir şey yapmak

amacıyla / niyetiylewithdraw (from) = 1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.=

attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyıdamardan) geri çekmek

withdrawal = içine kapanma, çekilme, ayrılma,alienation

withdrawal symptom = yoksunluk belirtisi (belirliilaçlar kesilince ortaya çıkan semptom)

withdrawn = çekingen, içine kapanık, unsociable, zıtanl.= sociable, outgoing

withhold = 1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıtanl.= release, let go; 2) kesmek, discontinue

within = içinde, içerisindewithin and without = içeriden ve dışarıdanwithin reach = ulaşılabilir, erişim dahilinde, available,

attainable, zıt anl.= remote, distantwithstand = (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir

şey)’e karşı koymak, direnmek, resistwitness (fiil) = tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik

etmek, observewitness (isim) = tanık, şahitwobbly = sallanan, dengesi bozukwomanizer = zamparawonder (fiil) = merak etmek, düşünmek, hayret

etmek, question, thinkwonder (isim) = 1) merak; 2) hayret, şaşkınlık;

3) mucize, harikawoodland = ağaçlık arazi / alanwoods = (the woods şeklinde kullanılır) koru,

ormanlık alanwork (fiil) = 1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi

sonuç vermekwork (isim) = iş, çalışma, eser

work against = (birisi)’ne karşı (koz olarak)kullanılmak

work at = çalışmak, çabalamakwork for = (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmakwork into = (yavaş hareketlerle) yerleştirmek,

oturtmak, uydurmak, (yuvasına) alıştırmakwork miracles / wonders = mucizeler / harikalar

yaratmakwork on = (bir şey)’in üzerinde çalışmakwork one’s way through = (bir şey)’in içinden

kendine yol açarak ilerlemek, zorlukları /engelleri aşarak ilerlemek

work out = 1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak,iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek,(uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish,solve, zıt anl.= fail, miss; 2) (hesaplayarak)bulmak, calculate

work through = çalışarak bitirmek / içinden çıkmak,başarı ile üstesinden gelmek, deal with

work to the advantage of = (birisi)’ne avantajsağlamak, (birisi)’nin işine yaramak, benefit

work under pressure = baskı altında çalışmakworkable = işlenebilirworkaholic = işkolikworkforce = işgücüworking = işleme tarzı, işleyiş, functioningworkload = iş yüküworkman = işçiworkmanship = işçilik, ustalıkworkspace = çalışma alanıWorld Trade Organization = Dünya Ticaret Örgütü

(ülkeler arasındaki ticari ilişkilerin vedüzenlemelerin geliştirildiği ve görüşüldüğüuluslararası platform)

World War I = 1. Dünya SavaşıWorld War II = 2. Dünya Savaşıworldwide = dünya çapındaworrisome = endişe / kaygı vericiworry about = (bir şey) hakkında endişe / kaygı

duymakworsen = kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate,

deteriorate, zıt anl.= relieve, ease, facilitate,alleviate

worship = tapınmak, ibadet etmekworth reading = okumaya değerworthily = hak ederek, bileğinin hakkıylaworthwhile = zaman harcamaya / zahmete değer,

beneficial, rewarding, zıt anl.= worthlessworthy of = (bir şey)’e değer / layık, kıymetli,

deserving, valuable, zıt anl.= unworthy of

ÜDS Sözlüğü - 179

www.bademci.com

would rather = tercihen, daha ziyade, (bir şey)’denziyade

would-be = gelecekteki, müstakbelwound = yara, lesionwounded = yaralıwrap up = (paket vs.) sarmakwrapping-rolling method = erken çömlekçilikte,

yuvarlatılmış bir kil şeridinin spiral şeklindesarılıp yükseltilerek çömleğin oluşturulduğu vedıştan bakıldığında çömleğin üst üste dizilidisklerden oluştuğu izlenimi yaratan yöntem

wreck (fiil) = harap / paramparça etmek, enkazhaline getirmek, ruin, shatter

wreck (isim) = 1) enkaz, harabe; 2) batık gemi;3) araba / uçak / tren kazası

wreckage = (bir gemi vs.)’in (bir kaza vs. sonrası)kalan parçaları, enkaz

wrestler = güreşçiwrist = (el için) bilekwrite off = 1) başarısız / önemsiz görmek;

2) (muhasebede) hesaptan düşmek;3) gözden çıkarmak

write out = tam olarak yazmak, (resmi bir şey)yazmak

www.bademci.com

xenon = Zenon gazı, Xex-ray = (bir organın vs.) röntgenini çekmekx-ray = x-ışını (gözle görülemeyen ve yumuşak

dokudan geçebilmesi sebebiyle röntgen filmiçekiminde kullanılan bir çeşit elektromanyetikışınım)

Yanqui = Yanki (genellikle Amerikalılardan alaylı birtavırla söz ederken kullanılır), Yankee

Yanqui tastes = Yanki zevkleriyawn = esnemekyear after year = yıl be yıl, her yıl, yıllarcayeast = maya (ekmek, alkollü içki, peynir gibi bazı

besinlerin üretiminde yararlanılan tek hücrelimantar)

yen = yen (Japonya’nın para birimi)yet = yine de, buna rağmen, howeveryet unborn generations = henüz doğmamış nesilleryield (fiil) = (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç)

getirmek, produce, (The investigation yieldedsome unexpected results. = Araştırma, bazıbeklenmedik sonuçlar ortaya çıkardı.)

yield (isim) = verim, kar, kazanç, sonuç, ürünyield to = teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek,

submit, capitulate, succumb, give inyoung = yavrular, offspringYucatan Peninsula = Yukatan Yarımadası

(Güneydoğu Meksika’da bulunan, KarayipDenizi ile Meksika Körfezi arasında yer alanyarımada)

zap with = ani bir darbeyle öldürmek, kill suddenlyzenith = doruk, zirve, peakzero gravity = sıfır yerçekimizinc = çinko (mavimsi açık gri renkte, kırılgan bir

metal)zone = bölge, mıntıka

XYZ XYZ XYZ XYZ XYZ

181 - ÜDS Sözlüğü

www.bademci.com

Bu sözlüğün hazırlanmasında yararlandığımız kaynaklar:

1. Oxford Advanced Learner's Dictionary, 7th Edit. 2005, Oxford University Press

2. Longman Dictionary of Contemporary English, International Edit. 2004, Longman

3. Collins Cobuild English Dictionary for Advanced Learners, Major New Edit. 2001, CollinsCobuild

4. Macmillan English Dictionary for Advanced Learners, International Student Edit. 2002,Macmillan Education

5. Roget's II, The New Thesaurus, 3rd Edit. 1995, Houghton Mifflin Company

6. Webster's Third New International Dictionary (Unabridged), 1993, Könemann

7. The New Webster's International Encyclopedia, 1st Edit. 1996, Trident Press International

8. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü, 8. Baskı 1988, Türk Dil Kurumu Yayınları

9. Longman Dictionary of Phrasal Verbs, Rosemary Courtney, 3rd Imp. 1991, Longman

10. Büyük İngilizce-Türkçe Genel Sözlük, Nuri Özbalkan, 1. Baskı 1999, Alfa Yayınları

11. Langenscheidt Standard English Dictionary, Resuhi Akdikmen, 1. Baskı 1990, İnkılâp Kitabevi

12. Oxford Dictionary of English, 2nd Edit. (revised) 2005, Oxford University Press

13. Collins English Dictionary and Thesaurus, Major New Edit. 1995, Collins Cobuild

14. Merriam-Webster's Medical Desk Dictionary, 1996, Merriam-Webster Inc.

15. Açıklamalı Tıp Terimleri Sözlüğü, Utkan Kocatürk, 10. Baskı 2005

16. Redhouse, İngilizce-Türkçe Sözlük, 16. Baskı 1998, Sev Matbaacılık ve Yayıncılık

Bu sözlüğün hazırlanmasında bilgisine başvurduğumuz uzman kişiler ve internet siteleri:

1 Doç. Dr. Zuhal YAPICI, Çocuk Nöroloğu2 Dr. Özlem Su, Cildiye Uzmanı3 www.soitec.com4 Yrd. Doç. Dr Zahide Onaran, İstanbul.Üniversitesi, İktisat Fakültesi5 Doç. Dr. Zuhal YAPICI, Çocuk Nöroloğu6 Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü7 www.wikipedia.org