Uç Nokta Fanzin Ağustos 2013 sayısı
-
Upload
uc-nokta-fanzin -
Category
Documents
-
view
238 -
download
3
description
Transcript of Uç Nokta Fanzin Ağustos 2013 sayısı
1 |U ç N . k t a
İÇİNDEKİLER
BİZ, KISACA.
EY BÖYLESİNE GÜZEL ALLANIP PULLANAN HİÇLİĞİN
ALBENİSİ!
BAUDELAIRE
2 |U ç N . k t a
BİR KISA AÇIKLAMA ÜÇ NOKTA FANZİN GÜRUHU, BU VE SONRAKİ EDEBİYAT
UĞRAŞLARINA UÇ NOKTA FANZİN ADIYLA DEVAM EDECEKTİR.
İLETİŞİM [email protected]
BLOGGER ucnoktafanzin.blogspot.com
3 |U ç N . k t a
SIRADAN BİR DÜN
I
Karanlık. Bu müthiş sessizliği bozan derin bir ezan sesi duyuyorum.
Öylesine öfkeliyim; o sırada düşündüğüm tek şey bir yerleri yak-
mak ve “her şey yalan, tin bedende!” diye bağırmak oluyor. Karan-
lık. Gözlerimi alamadığım bir karanlık tüm şehrin üzerini örtmüş o-
luyor çoktan. Yeni anlıyorum.
Uyandığımda saat herhangi bir beşi geçiyor. Öyle dengesiz bir
mevsim -ki sabah mı akşam mı anlamıyorum. Umursamamaya çalı-
şıyorum; başarıyorum. Tam üç aydır her uyandığımda, yol yorgunu
oluyorum. Yürüdüğüm yolu ölçüyorum “karış mı, arşın mı, metre
mi, mil mi…” Bir şeyleri ölçüp biçmek, tartıp seçmek için kullanıla-
bilecek bu denli kavram olmasına şaşırıyorum. Beni şaşırtan, bu ih-
tiyacın kökü oluyor.
Köşede, belediyenin benim için özel olarak açılmış çukurunu
değerlendiriyorum. Her güzel şeyin bedeli var; gözlüğümü düşü-
rüp, dengemi sağlamaya çalışırken üzerine basıyorum. Camın sesi
de keskin çıkıyor -cam kadar sivri. Tökezlenmeyen bir hayatı yaşan-
mamış sayıyorum. Yüzleri seçememekten duyduğum hazzı başka
4 |U ç N . k t a
hiçbir şeyde alamıyorum. Öyle ki sokaklarda yürümek, insanlara
yeni yüzler vermek, tanrısal bir oyun halini alıyor bende.
Tanıdıkların bana rastlamasına ortak oluyorum. Sorular sorulu-
yor, cevaplar alınıyor. Tatminsiz bir dostluk, tadında bırakılıp işe gi-
diliyor ya da sınava yetişiliyor veya sevgiliyle buluşuluyor, belki de
fatura ödemeye koşuluyor. Bunların çoğu pek isteksizce yapılıyor.
Ne ki, çoğu şeyi istemiyoruz. İstemediğimiz şeyler için istemediği-
miz başka şeyleri kazanmaya çalışıyoruz. Değeri olmadığını iddia
ettiğimiz paranın hakim olamayacağı değerlerin peşine düşüyoruz.
Değerimiz yitiyor. Tatmin olamıyoruz. Öfkemin hudutlarında dola-
şıyorum. Karanlık çöküyor. Düşünüyorum.
Tırnağım kırılıyor. Hiçbir ayak bunu hak etmez. Kanayan yerin
üzerine bastırıyorum. O halde kanamaz; baskı var ve bu her şeyi en-
gelleyebilir sanıyorum. Olmuyor. Ben ne denli bastırırsam, o şiddet-
le kanıyor. Pes ediyorum. Demokrasi böyle sağlanıyor vücudumda.
Kanamasına izin veriyorum. Acıya dayanıyorum.
Sıcağın ve öfkenin gezindiği tenimden damlayanları sayıyorum.
Gözlerim nasıl yanıyor! Güneş bir rüya kadar buğulu. Beni ıslak bir
zemine yapıştırıyor. O an üzerimdeki tüm kıyafeti, tüm o bana ve
benim gibilere giydirilmiş paçavraları çıkarıp yakmak geliyor. Öyle-
sine bir yakmak; kan-ter içinde izlediğim yalımdan kendime renkler
beğenmek istiyorum. Tüm şehir, çırılçıplak ve belki de ilk kez dü-
rüstçe bir saat yaşamak istiyorum. Dürüstlüğün artık bu kadar bü-
yük bir ihtiyaç olmasını yadırgamıyorum. Sokaklar, caddeler, oyun
parkları, plazalar, sahiller ve diğer her şey sahte gülüşlerle, sahte ha-
yallerle, sahte sevişmelerle, sahte sözlerle ve sahte vücutlarla dol-
muş oluyor çoktan. Yalnızca öyle olsun diye yalan söylüyor insanlar
birbirlerine. Yalnızca ayılmak için sarhoş oluyoruz.
Kimsenin sormadığı bazı şeyleri merak etmek istiyorum. Ne ya-
zık, bana soru sormak öğretilmiyor hiçbir zaman. Birtakım cevaplar
dolanıyor ortalıkta ve bize, onlarla yetinmemiz emrediliyor.
5 |U ç N . k t a
Eve dönüşte herhangi bir dördü gösteriyor akrep. O diğer, -adı-
nı ağzıma almak bile istemediğim- göstergeye bakmıyorum. Daki-
kaların herhangi bir anlamı yok ve hatta saatler bile bir çeşit zehir
gibi dolanıyor, çürüyen vücudumda. Evet, vücudum çürüyor, çün-
kü saatler ve günler -ben hala nefes alıyorken, bıçkın bir kedinin ka-
çışına benzer bir hızla ilerliyor. Vücudum çürüyor ve bunu anlamak
için alnımın kenarlarından açılan o parlak deriyi izlemem yetiyor.
Vücudum çürüyor çünkü bir zamanlar aşık olduğumu öne sürdü-
ğüm kadın tarafından tüm bu oksijenin, dış-dünyalılar tarafından
vücuduma enjekte edilen bir zehir olduğu savına inanmamaya dire-
nemiyorum. Vücudum çürüyor; bunu anlamak için direnemediğimi
kabullenmem yetiyor. Vücudum çürüyor. Çünkü direnmiyorum.
Sokak lambalarından herhangi birine tekme atmak istiyorum.
Buna cesaret edemediğim için o an herhangi bir yerden söktüğüm
taşı alıp, direğin ucunda asılı duran koca ampüle sallayıveriyorum.
Iskalıyorum. Her şeyin isabetli ve istikrarlı olduğu bir hayatı yaşan-
mamış sayıyorum. Bu beni isabetsiz ve istikrarsız biri yapıyor. İn-
sanlara kendimi tanıtmam, onları, iyi biri olduğuma ikna etmem (iyi
biri), onların –dişi olanların- benimle sevişmeleri gerektiğine önce
kendimi sonra da onları –çoğunlukla dişi olanları- inandırmam ge-
rekiyor. Bu beni yoruyor ve cayıyorum bu ödevden. Onun yerine
sevginin de bir çeşit mastürbasyon olduğuna kendimi inandırararak
–kendimle giriştiğim tüm tartışmaların galibi benim- o ara hangi ün-
lü manken albüm çıkarmışsa, ona benzer bir pornocunun filmini iz-
liyor ve otuz bir çekiyorum. Acziyetimden sefilce bir tatmin duyu-
yorum – evet, kendimle olan tüm sevişmelerin esas erkeği de benim.
ALİ C. YOKSUZ
6 |U ç N . k t a
7 |U ç N . k t a
ELDE BEN
Bu bir ben oluş. Değil! Burada coğrafyadan bahsediyorum.
‘Ben’ ve ‘oluş’. Peşi-sıra “hangi ben?” sorusunu getirir. “Hangi”
soru eki, “kim” sorusunu çoğullaştırıp, suyu bulandırır. O sebeple-
dir ki merakıma oldukça dahil olsa da, şefkatimden ve merhame-
timden uzaktır. Zira bilirim ki, suyun bulanıklığı, bendeki epiroje-
nik ve orojenik “ben hareketlenmesi”nin bulanıklığındandır.
Dilekler, umutlar, hayaller, beklentiler, sanrılar, sancılar... Hepsi
birer, ben orojenezi. Şiddetli yan basınçla kıvrımların kırılıp yükse-
lerek, önce küçük, sonra büyük, ben dağları’nı oluşturma süreci.
Burada ubermenschden değil hâlâ coğrafyadan söz ediyorum. Belki
biraz Kuzey Anadolu Dağları’ndan, belki biraz Toroslar’dan sayın
okur.
Bir “ben” kaç işlemin sonucudur, düşünmek gerek. Gemsiz ve
gamsız ve bir o kadar lüzumsuz meraklar halinde maddem. Dünya-
da olma halinin alt başlıklarından biri de denebilir. Sonuç değil de,
işlem basamaklarından biri midir yahut daha da tehlikelisi, “elde
kalan” mıdır “ben”?
8 |U ç N . k t a
Kıtalara ihtiyacımız var. Yeni kıtalara. Toplumsal olarak yaşana-
bilecek yeni kara parçalarına değil, ‘kendilik’ keşfini, refahta ve fe-
rahta yapabileceğimiz zarif topraklara. Zarafet ve bereket ilgili mi-
dir bilmiyorum ama zannımca olmalı. –Kahvaltı ve mutluluk gibi.
Cemal’i seviyoruz-. (Siz ve ben arasında, suâlsizce “biz” samimiyeti
kurduğum için bağışlayın sayın okur, Cemal’in etkisi bu. Nüfusumu
ve nüfuzumu çoğaltıyor.) Daha çok ‘ben epirojenezi’ne ihtiyacımız
var. İç kuvvetin şekillendirmesine. Vicdan ne büyük kıtadır. Şefkat,
anlayış... Sonucu, asırlar sonra olsa da zarafetle ve bereketle gelen o
büyük epirojenik hareketler. Burada politikadan bahsetmiyorum,
konumuz hala coğrafyadır sayın okur.
Coğrafi olaylarda hep bir hüzün bulmuşumdur. Bireyi, yani
“ben”i ve evreni bir gördüğümden belki. Belki de bunun da sebebi
Cemal’dir. Belirsizliklerin, ilgi ekiyle masumane saklanışının sahte-
liğinden, “bilmiyorum”un içtenliğine sığınırım. Bilmiyorum.
Ama bildiklerim de var. Mesela ben tabiat olsaydım, durmakla
başlatırdım tüm hareketleri. Deneyelim sayın okur;
M. de Saint Colombe (Les Pleurs) parçasını açın.
Dört dakika dokuz saniye boyunca, yalnızca durun. Her anında,
süreçte değil, içinde değil, an olma hâlinde.
Göğsünüzde eller hissedebilirsiniz, kimin elleri olduğunu yal-
nızca sizin bildiğiniz. İç kuvvetiniz eller.
Her temas, bir epirojenik harekettir. Hiç değilse olmalıdır. Ola-
bilir.
Keşke olsa…
Bir ‘ben orojenezi’ne şahit ettim sizi sayın okur, affınıza konu-
ğum. Konumuzun coğrafya olduğunu söylemiştim. Bir dahaki ko-
numuz, ‘yağış şekilleri’nde görüşmek dileğiyle...
NUR AN
9 |U ç N . k t a
BİYOKONTROL
karanlıkta nefes alanlar var
evren gibi
boşluk
düştüğü yeri her gün tanıyanlardan
soğuk tende ılıklaşan kuru hisler. kızıl çam
ışık oyunlarında kumar sofrası
ve kol boylarında yedek kartlar
ve kesik boyun
mat.
iç bükey kleptomani
ve ehliyet-sizlik olmalı
biz yokuz
kendimi şurada alenen boğdum
ve failim meçhul
eş sesli girdap
ve elimi çektiğim yer iştahım
kaldırıma düşen ise can
bir de canan var. düştü can
şimdi diş kırıyor insanlık
ve bir erken boşalma samuel beckett "SOLUK"
iradenin dışa vurmuş salt itaatsizliği
metafiziksel olarak felç kuramlarım
kurduğum her düşün tıkanmasıyım.
tıkandı palahniuk
ve yere bastı sonunda dönüşüm
ve bir şarkıydı notasız çalınan her şey
ve bir kaybediş usul.
bir kontrol otonomu
"IAN"
ve tüm kadınlar sudur
5 beş duyu organının dilemmasında
../.
10 |U ç N . k t a
evrenin yeni doğmuş hali karanlıktı
ve tüm günahlarım
"SHE LOST CONTROL"
SİYAH
siyah ceketler asılı gök yüzüne
siyah gök kuşakları
sevimsiz çocukların gölgesi bir bütün
yer altı bir labirent
yer üstü sıcak yalan tezahürü
bir kaçış
bir zapt
bir zaptiye
ve bir yıkım
yanan taşlar ve duman içerisinde soluk
kadın aşktı kimi için
kimine mutfak
bir fiil metalaşmış et hazzı
kadın siyah içinde bir ateş parçası olmuş
kadın artık kan kokmaktan tiksinmiyor
kadın bir lağım çukurunu patlatıyor
cehennem çığlıklarında kadınlar bir devrim doğuruyor
bir taksici ekmeğini ayaklarıyla çiğniyor
plakası gök kubbelere karşı direniyor
"tüm dinler grevde", tanrı aciz
kağıttan yaratılmış çaresiz umutlar yanıyor
ve maddeler kuruyor bu çorak renklerin içinde
gözlerim doluyor yalan değil
sınırları zorluyor yıkım sınır istemiyor
../.
11 |U ç N . k t a
adım attığın yer senin oluyor
adımların daha bir özgür
kuşanmış dağlar gerillasını tüm kuşakları kucaklıyor
beton bloklardan bürokrasi yanıyor
içi bomboş
temsiliyet ayaklar altında
bugün beni kimse temsil etmiyor nasıl da güzel
bir dünyaya daha siyah içinden doğa bakıyor
hayvanların sesleri dinlemeye doyamadığım virtüoz notası
bugün babamda anlıyor beni ilk kez
cüzdanında hiç kokuyor
bir hiç olduğunu anladı babam da
annem de örgütlenmiş bakar mısın şu işe
hiç inanmazdım
inanç tanrısal bir gudubet yılan sanırdım
odama bir şeyler oluyor
slogan sesleri yok artık
sadece yanık kokusu
sadece özgürlük
salt insan otonomu
samimi insan güdüsü
bir siyah doğuyor
siyah da yanıyor
uzaktan bakıldığında siyah çeketli insanlar
kendi bayrağını yakıyor.
../.
12 |U ç N . k t a
●
ırakları tırnakladı
hırkası hilkat garibesi
göğe avuçları sırtını dönmüş
umutları bir kadın kadar çıplak
o
kadın
notalar raksı kesmiş
bilekleri bile ucuz gelir ona
daha pahalı şaraplar diliyor
şehirleri ayakları altına almasından belli
o
kadın
kül hüzün tutmuş
tütüyor sıfırlarda tüm yosunlar
kokan tüm Kadıköy'ü anlatıyor
bebekleri gözünde büyütmüş
o
kadın
kurşun
dil sürçmesi köklerinde
körle yatan tüm yanık yelkenler
kırık bir tebeşir ve an
giden bir gemi ve uyak
kürdan ve duman
bir yatak ve adam
yok "çoraklar" da o toprak
şimdi
o
kadın
GABRİEL
13 |U ç N . k t a
14 |U ç N . k t a
15 |U ç N . k t a
KOZA
Göz kapaklarının içinde, neyi arıyor ki? Aşağı-yukarı, sağa sola,
ileri ve geri. Bir ceylanın peşinden koşan arslan gibi, neyin peşinde
birkaç santimetrelik o daracık kafeste gözleri? Rüya görüyor belli,
rüya içinde, boşlukta düşüp yükseliyor sesi.
O uyuyor ben onu izliyorum. Vefat etmesine iki ay kalan anne-
annemin ruhu çatıkatında, dikiş makinesinin başında, iğne, iplik ve
kumaş, yavaş yavaş dikiyor hala. Oda ılık ve kovan büyük bir gü-
rültüyle tepemde vızıldıyor. Bu sinekler, diyorum kafamı kaldırıp,
bu sivrisinekler çektikleri bu kanla, bu çamurdan kovanda kimbilir
kaçıncı insanı yaratıyorlar. O görünmez dediğimiz ve artık konuş-
mamaya yemin ettiğimiz köşede (ama vakti geldi ne yazık ki), kör
zambak fısıldamaya devam ediyor. Mora boyarım diyor, ruhunu
mora, bak o uykuda, benim bildiğim türküler var, çok uzun boylu-
lar ve kara, onun gözlerine bak. diyor bana. Sanıyor musun ki o? Sa-
nıyor musun ki o hâlâ? Sanıyor musun ki sen, o hâlâ rüya görüyor.
Kaçıyor bak mum ışığında, elindeki ışığı kaybetmeden kaçmak ne
zor ya Rab! Düşüyor belki parmaklarının koruduğu alevde, o kara
uçuruma düşüyor. Onun soyadı ne diyor, arkası puslu aynasında
saçlarını yerçekiminin tersine doğru tarıyor.
Ayağa kalkıyorum boynuzum kovana takılıyor, huysuzlanıyor
kovandaki atlar, kişniyor üzerine yağan kar, uyuyan zâtın. Ah bili-
yordum, biliyordum duvara asmamalıydık o meşum tabloyu, boya-
sı zindandan geldi, o zindan ki bir açık hava müzesi, dünyanın mer-
kezinden birkaç metre uzaktaki. Ah biliyordum hiç sulamamalıydık
o zakkumu. Çünkü o konuştukça benim saçlarım uzuyor. Benim
saçlarım uzarsa eğer, uzanırlar şimdi ulaşamadıkları boşluklara, o
boşluklarda uykular vardır, uykularda rüyalar vardır, rüyalar bir ji-
letle tembelliği besler.O jilet ki bir usturanın oğlu, onu da yeşil dev
16 |U ç N . k t a
bir böcek titreye titreye doğurdu. O konuştukça dilim büyüyor be-
nim, biri sustursun artık şu pinokyoyu diyorum, yaksın da ateşi bes-
lesin, gardıroba astığım tüylü ruhlarla, yoluna kırmızıdan maviye
uzanan kollarıyla gururdan halılar sersin.
Olgunlaşıp düşüyorlar bir bir, boynuzumun açtığı delikten
aşağı, kanatlı küçük insanlar, ben gidemiyorum çünkü dilim çok
büyük, çünkü saçlarım tüm boşluklara dokunuyor, dalgalanıyor,
acıyor, onlar gidiyorlar, onların nurdan kanatları var, yapış yapış
baldan ırmakların içindeydiler de düştüler. Kör zambak, kırmızı
lenslerini çıkarıyor, gözlerinin gerçek rengini görmeye kim dayanır?
Uyuyan zâtın gözleri göz kapaklarının içinde o kadar hızlı hareket
ediyor ki gözlerinden yayılan sıcaklık bütün odayı eritmeye başlı-
yor. Bütün kanatlı küçük insanlar çıkıyorlar kovandan, kovan sıcak-
tan eriyip boynuzlarımdan boynuma doğru akıyor, tüm o sivrisi-
nekler, saçlarımdaki kanı emip, dilime yeni bir kovan inşa ediyorlar.
Ben gözlerimi kapıyorum, kör zambak gözlerini kanatlı küçük
insanlara gösteriyor, uyuyan zâtın göz kapakları ufak bir gürültüyle
infilâk ediyor, odaya o yeşil gözlerden, boğucu bir radyasyon yayılı-
yor,kanatlı küçük insanlar kör zambağı tek hamlede kopartıp (bu
kadar kolay olmamalıydı belki) artık uyumayan zâta veriyorlar.
Çiğniyor zambağı ağır ağır, zamanı yavaşlatıyor sanki yerken, der-
ken bir şey oluyor kusuyor, kusuyor her şeyi, öyle ki iç organların-
dan sonra bir kara delik gibi içinde olmayanları da kusuyor, boşluk-
tan ödünç aldığı her şeyi, evin köşelerinden toplamış gibi evrendeki
karanlık maddeyi, kusuyor, ölüyor kendisi, ölüyor kanatlı küçük in-
sanlar, ölüyor sivrisinekler, ölüydü zaten başından beri kör zambak,
rüzgârda titreşen kalbimle ben kalıyorum yalnız ve dev bir böceğim
ben artık, rüya görüyorum kozamın içinde. Anneannemin ruhu çatı
katında hala, dikiş makinesinin başında, iğne, iplik ve kumaş, kanat-
larımı dikiyor, ölünce onu cennete götüreyim diye.
BURAK ALBAYRAK
17 |U ç N . k t a
18 |U ç N . k t a
YARADILIŞ 1. BAB
kanlı tırnaklarınla ayetler yaz
tenimin balçıktan kokuşmuşluğuna
sırtımın eğri büğrü kayboluşuna
Notre Dame’ın Kamburu'na
Adem’in kaburgasızlığına
tüm korkularımın ters evrilmiş doruklarına
nefesimden beslen
dışımda unuttuğum ne var ne yoksa al içine
çürümüşlüğümü sıyır geceden
BAY PİSUVAR
19 |U ç N . k t a
GERÇEKTEN ÖNCE
Afrika'ya gitmek, Reggae dinlerken ot çekmek istiyorum. Belki zenci bir ka-
dınla tanışır, zenci bir çocuk yaparım. Kendimizi 300 metre yükseklikten aşa-
ğıya bırakır, özgür oluruz. Kuzey'e gitmek, bir şarap alıp Moskova'nın muhte-
şem soğuğu eşliğinde ölümle dans etmek istiyorum. Acaba Ütopya'da saat
kaç? Çıldırıyormuyum? Hayır hayır dur! Karanlığa gitmem gerek, siyaha ka-
vuşmalıyım. Ah siyah. Direndiğim siyah. Gel beyaza savaş açalım seninle şöyle
toplu tüfekli. Amazon ormanlarına gitmem gerek belki de. Ağaçları koklarım.
Yeni bir medeniyet keşfedebilir, her şeyi yeniden kurabilirim. Evet evet bina
değil, ağaç. Hayır hayır dur, ölmelisin geri dön, senin en güzel kıyafetin ‘siyah’
kefen. İran'a mı gitsem acaba? Bir kadınla öpüşür insanların beni taşlamasını
sağlarım. Taşlar üzerime gelirken zamanı durdurur, insanların ağzından akan
salyaları, uzun sakallarının rüzgarla olan âhengini ve kalplerinin kötülüğe ye-
nik düşüşünü seyrederim. Wall Street'e gitsem, otursam bir köşede ve süsle-
nip işe giderken bir kişiyi daha dolandıracak olan o kadını izlesem. O kadın
bana baksa ve özgürlüğü anlasa... Hayır olmaz. Bu, çağımızın insanına aykırı,
unut bunu! Peki ya ailemi alıp pikniğe gitsem? Ailem... Doğru ya, artık bir ai-
lem yok. Hiçbir şeyim yok. Şu lanet olası ellerimin titremesi bitmeli artık. Dü-
şünme düşünme. Onu düşünme. Maldivler’e gitmek istiyorum. O milyarlarca
kum tanesine teker teker dokunmak istiyorum. Ya da Hindistan'a gidip Budist
olayım. Kendime bir çay koyayım ve sonra astral seyahata çıkayım. Jack Kero-
uac mı olsam ? Ah Jack, sen yokmusun sen... ‘Yolda’ olalım seninle be diyar
diyar gezelim. Hayır. Saati öğrenmeliyim. Tek bir cevap almalıyım.
—Hey sen uslu duruyor musun? Az kaldı.
Ne az mı kaldı? Nasıl olur daha fazla olmalı. Kahretsin. Neden sürekli
kendi kendime konuşuyorum? Adama cevap vermeliyim. Hayır susmalıyım.
Nasıl olsa anlamayacak. Demek az kaldı ha. Hazır değilim, hazır değilim. Onu
bir kez daha görebilseydim... Hayır boşver. Bütün arkadaşlarımı toplayıp rakı
içmeliyim. Belki biraz muhabbet ederiz ha? Arkadaşlarım... Artık arkadaşım
yok benim. O zaman bir film çekmeliyim. Bir tek ben oynarım. Sessiz bir film
olur. Kendimi en iyi, konuşmadan anlatabilirim. Filmin sonunda da gerçekten
ölür, bir cehennemden diğer bir cehenneme giderim. Acaba paralel evren var
mı? Yapma bunu delirmedin sen! Ama bunu düşünmek delilik değildir. Hayır,
20 |U ç N . k t a
doğru. Felsefik düşünmek deliliktir, yapma. Keşke kâğıt kalemim olsaydı. Sev-
gilimi alıp sinemaya gitmek istiyorum. Onun elinden tutarım, o filmi ben ise
onu seyrederim. Sevgilim... Artık sevgilim yok. Tek başınasın. Dur artık dur
lütfen dur. Bitsin! Yapma, sakın yapma. Kendine acıma diğerlerine acı. Gözü-
nü para bürümüş olanlara, sevgisizlere, katliamcılara acı. Ben buradayım, on-
lar yok. Kimse yok. En büyük düşmanımla, düşüncelerimle baş başa kaldım.
Bir dakika, dur. Şimdi buldum. Buldum işte!
—Evlat 15 dakika sonra idam edileceksin neden gülüyorsun?
—Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?
ALP KÖKTEN
21 |U ç N . k t a
22 |U ç N . k t a
İKİ CÜMLE ARASI BİR HİKÂYE
GÖRÜNMEZ ADAM
Tam üç yıl geçmişti her şeyin üzerinden. Hayatın akışına biraz adapte olmaya çalışsam da bir sonuç elde edemiyordum. Gene de denemekten vazgeçmeyi hiç aklıma getirmedim. Farklı insanlarla tanıştım. Çok in-san girip çıktı hayatıma. Fakat eski hâlime, onunla tanışmadan önceki hâlime dönemiyordum. Okulun tâtilde olduğu dönem İstanbul’a git-mem gerekmişti. Sonuçlarını düşününce “şimdi hiç gitmeseydim bun-ları yaşayabilir miydim acaba?” sorusu her zaman aklımı meşgul ede-cektir. Kadıköy’de çay içmek için oturduğum Murat Muhallebicisi isimli mekân tam cadde üzerinde, fazlasıyla gösterişli fakat buna rağmen ça-yında istediğim tadı yakalayamadığım bir yerdi. Genelde Roza Cafe’yi tercih ederim. Daha samimi, daha bizdendir ama bu seferlik Murat Muhallebicisi’ne oturmuş olmam bir tesadüfe ön ayaklık ediyordu. Tam üç yıl sonra O’nu görüp aynı hisleri bir daha yaşayacağımı bile-mezdim. Kendi kafamda hep bu senaryoyu oynuyordum. Ama bu kadar güçsüz olabileceğim bir durumu canlandırmamıştım zihnimde. Yanıma geldi. Çaresiz ve güçsüzdüm. Masama oturdu. Bu bir tesadüf olamazdı. Önceden planlanmış bile olsa zamanlama bu kadar iyi ayarlanamazdı. İçgüdüsel olarak canımın yanacağını o an anlamıştım.
—Nasılsın?
—Bıraktığın gibi.
—Umuyorum bıraktığım gibisindir.
Benden sonra yaptıklarından bahsetti biraz. Önüne geçemiyordum. “Kalk git masamdan istemiyorum seninle konuşmak!” diyemiyordum. Muhtemelen istiyordum bunu. Çok özlemiştim sesini duymayı. Kendi-mi kandırmaktan bir an için vazgeçip istediğim şeyi yapmaya yöneldim sonuçlarını düşünmeden.
—Unutamadım seni. Hala geceleri seni görüyorum rüyalarımda.
23 |U ç N . k t a
—Bense hiç unutmak istemedim bu yüzden bir çabam olmadı bu yönde.
Pişmanlıklarından bahsetti bana. Yaptıklarının hata olduğunu gör-düğünü, eskiye oranla büyük bir değişim yaşadığını söyledi.
İnandım.
İstanbul’a benden önce gelip buraya yerleşen Ali C. bu konuyu bil-meyi fazlasıyla hak ediyordu. Fakat söyleyecek cesaretim, savunacak yeterli kelimem yoktu şimdilik. Bu konu Selin K. ile aramda kalırsa bir süre için en azından daha iyi olacak diye düşünüyordum.
Fazla uzun tutmamam gereken İstanbul tatili, önüne geçemeyece-ğim şekilde uzuyordu ve ben bundan ziyadesiyle memnundum. Çünkü gözlerimin içine ayak izlerini bırakan, yağmura anlam yüklememi sağ-layan Selin K. yanımdaydı ve ben üç yıl sonra tüm uğraşlarım sonucun-da olamadığım kadar mutlu ve huzurluydum. Fakat bir yandan korku-larım sürüyordu. Her an her şey olabilir şeklinde bir beklentim mev-cuttu.
Birlikte geziyorduk, eğleniyorduk. Düşman çatlatacak seviyede mutluyduk. Fakat bu mutluluk kötü bir şeyler doğuracak korkusunu bir türlü atamıyordum içimden.
Nitekim cicim ayları diyebileceğimiz dönem çabuk bitmişti ve tar-tışmalar başlamıştı. Korkum, tartışmalarımız olmadı hiç. Muhteşem gi-den ilişki kendi içerisinde tartışmaları ve fikir ayrılıklarını da barındı-rır şeklinde düşünüyordum.
Kadıköy’ün barlar sokağında eski bir tanıdığa rastlamam sonucu sabaha kadar birlikte geçirip bira içtiğimiz bir günün sabahında, Selin K. Moda sahilinde olduğumu ve onu görmek istediğimi belirttiğim bir mesaj almıştı tarafımdan. Geç de olsa yanıma gelmişti.
Ellerini tutmuştum hiç bırakmayacak gibi. Gözlerinin içine bakmış-tım;
—Seni çok seviyorum. Çok kıskanıyorum. Gözüne benim ki dışında bir göz değsin istemiyorum.
—Ben... Bende seni seviyorum.
Eksik bir şeyler olduğu hissediyordum ama göz ardı etmiştim bu-nu. Bunları söyledikten tam iki saat onbir dakika sonra telefonuma ge-len bir mesaj hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını göstermişti bana:
24 |U ç N . k t a
Sana yalan söylemek istemiyorum. Başka birisi var. Bugün bir seçim yapmam gerekiyordu. Umarım mutlu olursun.
Beklediğim bir şey olmasına rağmen neden bu kadar dağılmıştım, bilmiyorum.
Kendimi bir anda evden dışarıya atmıştım. Kimsenin beni bu halde görmesini istemiyordum. Ağlıyordum. Ağlamak denemezdi aslında bu-na. İçimdekiler dışarıya dökülüyordu parça parça.
Dramatik bir sahnede seyircinin içindeki yoğun üzüntü duygusu binlerce kez enjekte edilmiş gibiydi vücuduma. Ayakta duracak gücü nereden bulduğumu merak eder hale getirmişti beni bu durum. Etraf hiçbir zaman toz pembe olmamıştı benim için. Fakat bu kadar karanlık olduğu bir zamanda olmamıştı hiç. Dar koridorlardan geçiyordum. Her koridor daha dar ve karanlık bir odaya çıkıyordu. Kurtulamıyordum bundan.
Paragraflarca yazmak sadece var olan yaranın üstünü eşelemek olacaktı. Küllerinden doğan anka beni görse o küllerin içine gömer ve bir daha dışarıya çıkmamam için elinden geleni yapardı.
Kötüydüm.
Ali aramıştı:
—Neredesin paşam?
—Mahalledeyim abi. Başka birisi var dedi. Sen kitapları getirirsin hâllederiz olur mu?
—Kitapları boş ver şimdi. Geliyorum.
Ali C. geldiğinde hâlimi görünce, sanıyorum, kendini pek de iyi his-setmemişti. Her şeyi ondan gizlememe rağmen bana yaklaşımı bekledi-ğimin çok üstündeydi ve bu durumdan anlıyordum ki tahmin ettiğim-den çok daha kötü görünüyorum. Evet, bir seri katildi ve ceset görme-ye fazlasıyla alışkındı. Ama bu şekilde can çekişen bir insan görmenin alışkanlık yaratacağını zannetmiyordum. İnsanların içinde görünmez bir adam olmuştum adeta. Yoldan geçenlerin omzuma çarpışları değil-di beni görünmez yapan. Baktıkları hâlde et parçasından başka hiçbir şey görememeleriydi beni bu hâle getiren. Hayatımın geri kalanını bu şekilde sürdüreceğime bir şekilde inandırmıştım kendimi artık.
Her zaman her koşulda yanımda olmayı sürdüren Ali C. yine beni yanıltmamıştı.
25 |U ç N . k t a
-En başında da sevmemiştim. Şimdi de sevmiyorum bu kızı.
-Bense tam tersine tüm yaşattıklarına rağmen...
Gözlerimin açılmaya ihtiyacı vardı. Saatlerce ağladım. İçimde O’na dair ne varsa içimi parçalayarak dışarıya çıkıyordu ve ben buna engel olmuyor, olamıyordum.
Tek bir şey söylüyordum kendime: “Eğer bir yaratıcı varsa cezalan-dırma sisteminin en büyük cezasına razıyım. Sadece tek bir soruma ce-vap verecek. Neden? “
Olayın üstüne iki gün geçtikten sonra Selin K. görüşmek istediğini belirttiği bir mesaj atmıştı bana. Günümüz teknolojisi, şartları daha ko-lay hale getirmiş de olsa, ben şartları zorlaştırmadan edemiyordum. Sesini duymadığım hâlde, reddedebileceğim hâlde bu buluşmayı kabul etmem yüzleşme isteğimi bastıramadığım için olsa gerek.
Sahilde bir kafede buluşmuştuk. Hayatımda en çok sevdiğim varlı-ğın kâlbi başka birisi için atıyordu ve ben buna katlanmak zorunday-dım. Kendince sebeplerini açıklamak, vicdanını rahatlatmak için gel-mişti. Fakat ne söylerse söylesin vicdanını rahatlatamayacağının far-kında değildi. Sadece geçiştirebilirdi. Önüne geçemezdi.
Yanımdan iki kere kalkıp yeni erkek arkadaşıyla konuşmak sebe-biyle uzaklaşmıştı. Bense hala bunun bir şaka olduğunu, birazdan gelip “şaka yaptım aslında öyle birisi yok,” demesini bekliyordum. Masadan kalkarken söylemek istediklerimi, söylemem gerekenleri söyleyeme-miştim. Aslında hiç konuşamamıştım boğazımda düğümlenen şey yü-zünden. Beni yarı yolda bırakan sadece Selin K. değildi. Dinledim ve sadece kalkıp gittim oradan.
Her şey bitmişti. Geçen seferki gibi biten bir şey yoktu diyemezdim bu defa. Benden çok fazla alıp götürmüştü. Ama biliyordum bir kere daha gelse bir kere daha inanacaktım.
Otobüs biletimi alana kadar içmeye devam etmiştim.
—İzmir’e bilet soracaktım.
—Ne zamana beyefendi?
—Bu akşam gayet uygun olur aslında siz de müsaitseniz?
—Efendim?
—Bu akşam… Bu akşam.
26 |U ç N . k t a
Biletimi almış otobüs saatimi beklerken telefonuma bir mesaj gel-di.
Hala bir şansımız varsa nerede olduğunu söyle.
Selin K. fazlasıyla mücadeleciydi. Fakat mücadele verdiği konu biz değildik. Yeniden yenik düşüp yerimi söylemiştim. Otobüsü beklerken çay içiyordum. Gelmemesi için yakarıştaydım sürekli.
Lütfen gelme. Gelirsen her şey daha kötü olacak.
Gelmişti. Her şeyi düzeltebileceğimize, benim için her şeyi göze alabileceğine yeniden inandırmıştı beni. Kandırmasının asıl sebebi kur-duğu cümleler değildi aslında. Sarılmıştı bana. Kelimeler birçok yalana gebe olabilirdi. Ama dünya üzerinde dürüstlüğüne güvendiğim tek şey sarılmaktı. Fazlasıyla salttı ve yalan olmasının imkânı yoktu.
Cevap veremiyordum. Üç sigara peş peşe yaktım söylenenlerin hatırına.
Masadan kalkarken alnından öptüm:
—Seni hiç unutmayacağım ve her zaman çok seveceğim. Bunu bile-rek yaşa.
Son çabamla son gayretimle söylediğim bu cümle hiçbir şeyi değiş-tirmeyecekti. Ben otobüse binerken yüreğimi O’nun gözlerinin içinde bırakıyordum.
Bir türlü mutlu sonla bitememesi benim hatam değildi..
Her şey daha yeni başlıyordu. Sadece ben bunun farkında değil-dim…
UFKUM Ç.
27 |U ç N . k t a