Turkuaz Dergisi 1.Sayı

36

description

Turkuaz Dergisi 1.Sayı

Transcript of Turkuaz Dergisi 1.Sayı

Page 1: Turkuaz Dergisi 1.Sayı
Page 2: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

İçindekilerAnayasa Değişikliği… Ama Nasıl ?

Muhammed TEKİN 8Dejenerasyon

Selçuk DÜZGÜN 14Kir(lenmek) Güzelse

Hüzeyme Yeşim KOÇAK 18

4

Mehmet Akif Irkçı mıydı?Prof. Dr. Nurullah ÇETİN

10Sosyal Yapı - Sosyal Değişme

Açısından Alevilik MeselesiDr. Abdülkadir SEZGİN

20

“Hastalıklı” Muhafazakarlık ve “Hastalıklı” Laiklik

Hüseyin Raşit YILMAZ 29

Tarihte Bu Ay 35

Yeniden Doğu Halkları Kurultayı Mı?

Mehmet Fatih ÖZTARSU 33

Tarihi Edebiyatın Hafızasına Kaydetmek

İhsan KURT 31

Çağının Hem Tanığı Hem De Sanığı

ÖMER LÜTFİ METE

Afşin SELİM

21Bursa Nutku’na Dair

Volkan BİRKAN 23

Kitaplık 36

Şiir: Olmaz Olsun

Ömer Lütfi METE

Page 3: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri MüdürüRIDVAN TÜMENOĞLU

Yayın KuruluMUHAMMED TEKİNVOLKAN BİRKAN SELÇUK DÜZGÜNMUSTAFA BIÇKI

Grafik TasarımÖZLEM KURUKAFACENGİZHAN ÖZTÜRK

[email protected] 248 58 58 0545 785 11 22

Yazıların sorumluluğu yazarına aittir.

Dergi içerisindeki makalelerden kay-nak göstermek koşulu ile alıntıyapılabilir.

AYLIK, YEREL SÜRELİ YAYINDIR

Editör’den

Başlarkenİnsan; bedeni ancak fikriyatı ve inancı iletamamlandığında insandır.Bu düsturla uzun süredir düşüncelerimizi, fikirlerim-izi, sohbetlerimizi kalıcı hale getirme niyeti besliyor-duk. İlerleyen sayfalarda yazılarını beğenerekokuyacağınız yazarlarımızın bir çoğu ‘bir dergiyayınlama’ fikri neredeyse çocukluk hayalimizdi. Liseyıllarımızdan itibaren defalarca bunun üstündekonuştuk, tartıştık plan yaptık. Ancak bir türlü nasipolmadı. Kısmet bu güne imiş…

Neden Turkuaz?Kelime olarak Türk taşı, Türkî, Türk mavisi gibi an-lamlara sahip olan Turkuaz, anlaşılacağı üzere her an-lamda Türk’ten türemiş, Türk’e ait bir kavramdır.Turkuaz Dergisi de her şeyini Türk’ten almış her şeyiile Türk’e ait olan bir fikrin somutlaşmasıdır. Dergi’yeuygun bir isim ararken üzerinde durduğumuz üç isim-den birisiydi Turkuaz. Ancak dergimiz şimdilikvazgeçtiğimiz isimlerden ÇEĞEN Tepesinde EnverPaşanı’n heyacanını, ve Büyük Türk Dünyasınındoğum SANCI’sını TURKUAZ adı ile yaşaaycak...Turkuaz; Türk Milliyetçiliğini, Türkçülüğü partilerüstü düşünceler olarak benimsemekte ve bu fikirleringelişip kök salması için, karınca misali bir katkıkoyma çabasının bir ürünüdür.

Turkuaz’ın yayın hayatına başlamasında baştayazarlarımız olmak üzere çok kişinin emeği var. Emeğigeçen herekse teşekkür ediyor, Özellikle destekleri ilesoyut hayallerin somutlaşmasına büyük katkısağlayan Maksut Yazıcı, Fatih Günışık, YükselYılmaz ve Mesut Bereket’e ayrıca teşekkür etmeyi birborç olarak biliyoruz. Turkuaz’ın gelecekle ilgili en önemli hedefi TürkMilliyetçiliğinin ve Türkçülük’ün önemli fikir akade-milerinden birisi olmaktır.

İnternet SorumlusuAslıhan YILMAZ

R. Tümenoğlu

Page 4: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

4

”Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl”*

Mehmet Âkif, İstiklal Marşımızdageçen bu mısrası nedeniyle bazıcahil cühela ya da art niyetli Türk

düşmanı kişiler tarafından ırkçı ilan edilmekte-dir. Müslüman Türk ahaliyi aldatmakla geçi-nen bazı sahte şöhretler de doğrudandoğruya ırkçı diyemiyorlar da ırkçılığı ima edi-yor filan diyerek aslında aynı şeyi söylemek is-tiyorlar. Şimdi bakalım bu mısra niçinsöylenmiş, Akif bununla neyi kastetmiştir?Bu mısrada Türk ırkını kimsenin yok edemeye-ceği imgesi vardır. Bu mısra, çok önemli ger-çekleri içermektedir. Mehmet Âkif, babatarafından Arnavut ırkından olmasına rağmen,Arnavut ırkçılığı yapmadığı gibi Türk ırkçılığı dayapmıyor. O, yüksek bir Türk ırkına mensubi-yet şuuruyla Batılı ırkçıların Türk ırkını yoketmek istemelerine şiddetle tepki duymuştur.Burada Âkif, bazılarının zannettiği gibi Türk ırk-çılığı yapmamış; tam tersine Batılı ırkçılığakarşı masum, mağdur Türk ırkını savunmatavrı ortaya koymuştur. Irkçılık, kendi ırkınıüstün görüp başka ırkları kötülemek ve hattayok etmeye çalışmaktır. Bu bağlamda Meh-met Âkif, Türk ırkını yüksek görüp başka ırklarıaşağılamıyor, onların Türk ırkı tarafından yokedilmesini istemiyor. Tam tersine barbar batılısaldırgan ırkçılığa karşı Türk ırkını koruyor.Millî Mücadele sürecimiz, Batılı ırkçıların, yaniİngiliz, Fransız, İtalyan, Yunanlı gibi kendileriniüstün ırk, Türkleri de aşağı ırk gören barbarla-rın Türk milletini bu coğrafyada ya yok etmek,yani soykırıma tabi tutmak ya da Orta Asya’yageri sürmek istemelerine karşı bizim var olma,var kalma mücadelemizdir. Âkif, burada Türkırkçılığı yapmıyor. Tam tersine Batılı ırkçılarınbarbarca ırkçılıklarına karşı mazlum ve mağ-dur Türk ırkını savunma konumunda kalıyor.Millî Mücadele süreci, o dönem için son Haçlı

saldırılarına karşı bir savunma, kendini ko-ruma mücadelesidir.

Tarih boyunca Batılı ırkçılar, Türklere karşı hepırkçılık yapmıştır. Bunu zaman zaman itiraf daetmişlerdir. Mesela Darwin 3 Temmuz 1881tarihinde W. Graham adlı bir arkadaşına yaz-dığı mektubunda Türkleri “aşağılık ırk, barbar,yok edilecek toplum” olarak görmektedir.Evrim kuramının sahibi olan Charles Darwin,insanların da dahil olduğu canlıların gelişimsürecini ve hayatta kalma durumlarını hayatmücadelesine bağlamıştır. Ona göre, tabiatta canlılar arasında hayattakalmak için sürekli bir mücadele ve çatışmavardır. Bu mücadele ve çatışma ırklar arasındada vardır. Yüksek ırklar, aşağı ırkları yok ede-rek medeniyet gelişecektir. Bu bağlamda Dar-win’e göre Batılılar yüksek ırklar, Türk milletive diğer bazı ırklar da aşağı ırk oluyor. Bu mücadelede aşağı ırk olan Türk ırkı da yokolacaktır. Yani adam, kafasından uydurduğusaçma sapan bir kuramla Batılı devletleri Türkmilletini soykırıma uğratmaya, yani kökümüzükurutmaya davet etmektedir. Nitekim şöyleder: “Doğal ayıklamaya, elemeye dayalı kavganın,medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizdendaha fazla fayda sağladığını ve sağlamakta ol-duğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaçyüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgaledildiğinde Avrupa milletleri ne kadar büyükrisk altında kalmıştı, ama artık bugün Av-rupa’nın Türkler tarafından işgali bize nekadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medenî ırklar,hayat mücadelesinde Türk barbarlığına karşıgalip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olma-yan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN

MEHMET ÂKİF IRKÇI MIYDI?

Page 5: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

5

ırkların çoğunun medenîleşmiş yüksek ırklartarafından yok edileceğini görüyorum.”(1)

Darwin, bir kitabında da aşağı ırk dediği vebizlerin de dahil odluğu milletleri insansı may-munlar olarak değerlendiriyor:"Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın birgelecekte, medenî insan ırkları, vahşi ırklarıyeryüzünden tamamen silecek ve onların ye-rine geçecek. Aynı zamanda insansı maymun-lar da kuşkusuz elimine edilecekler. Böyleceinsan ile en yakın akrabaları arasındaki boşlukdaha da genişleyecek."(2)

Görüldüğü gibi Darwin, Avrupalı ırkları me-denî ve yüksek ırklar, Türkleri de yok edilmesigereken aşağı ırk olarak görüyor. Birinci DünyaSavaşı sonrasında ülkemizi işgal eden bu me-denî yüksek ırklar sürüsü olan İtilaf Devletleri,Türkleri en zayıf anında Anadolu’da soykırımatabi tutarak yok etmek istediler. Mehmet Âkif,bu saldırılara karşı masum Türk ırkının yokedilemeyeceğini bütün gücüyle ve imanıylahaykırmıştır. Darwin’in bu çok yüksek?!!!.. ve bilimsel?!!!...öğretilerinden ilham alan yüksek ırklardan bi-rinin bir siyasetçisi, 1880-1885 yılları arasındaİngiltere başbakanı olan William Ewart Glads-tone, bir konuşmasında aynen Darwin gibişöyle demiş:“Türkler, insanlığın insan olmayan örnekleri-dir. Medeniyetimizin bekası için onları Asyasteplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yoketmeliyiz. Türklerin yaptıkları kötülükler yalnızbir surette ortadan kaldırılabilir: Kendileri yokolmakla.”(3)

Darwin, ırkçılığın, soykırımın, katliamın bilim-sel kuramını hazırlamış; ırkdaşı politikacılar dauygulamaya koymaya, fiiliyata geçirmeye ça-lışmışlardır. Darwin’in ırkçı görüşlerini uygula-maya sokan politikacılardan biri İngiltere eskiBaşbakanı Winston Churchill, Savaş Bakanı ol-duğu sıralarda, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetle-ri'ne hitaben yazdığı bir mektubunda "medenîolamayan barbar kabilelere karşı zehirli gazkullanabiliriz" telkininde bulunmuştur. Buradaki hedefi Tük milleti idi. Nitekim Çanak-kale Savaşı’nda Türk ordusuna karşı zehirli gaz

kullanılmıştır. Aynı dönemin Sömürgeler Ba-kanı Lord Gladstone’un "Türkler maymunlainsan arası medeniyet yıkıcı barbarlardır...Türkler, insanlığın insan olmayan numuneleri-dir" demiştir.Bu İngilizlerin jandarmalığını yapan Yunanlılar,Rumlar da bize saldırırken aynı duygu ve dü-şüncede idiler. Nitekim Yunan işgal kuvvetle-rini karşılayan metropolit Hrisostomos, buasker bozuntusu Yunanlılara şöyle seslenmiş:“Asker evlatlarım! Elen çocukları! Bugün atatopraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın enbüyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Buuğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz okadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de birbardak Türk kanı içmekle onlara karşı kin venefretimi yatıştırmış olacağım. Haydi buyuru-nuz, bütün azizler sizin arkanızda. Atalarınızıntoprakları sizi bekliyor.”Demek ki Türk ırkını yok etmek, ya da bu ol-mazsa Asya steplerine geri sürmek, emperya-list Batının temel bir politikası olmuştur. MillîMücadele sırasında bunu bütün gücüyle uygu-lamaya çalışmış, ama başaramamıştır. Meh-met Âkif, bu barbar batılı ırkçılara karşı Türkırkının sonsuza kadar yok olmayacağını “Ebe-diyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” mısra-ıyla haykırmıştır. Bu mısradaki “izmihlal” kelimesiyle ilgili olarakOrhan Karaveli bir açıklama getiriyor. Bunagöre Akif, bu mısrada Ali Kemal’in bir yazıylaKuva-yı Milliye hareketini, Millî Mücadeleyi“izmihlal” kelimesiyle izahına şiddetle tepkikoymuştur. Sözü Orhan Karaveli’ye bırakalım:“Mehmet Âkif Ersoy Bey (1873-1935) KurtuluşSavaşı sırasında Ankara’da bulunurken dede-min konuğu olmuş ve Tacettin Camisi’ninmüştemilatında yazdığı İstiklal Marşı’nı ilk kezsabah kahvaltısını getiren Raife adında sarısaçlı, mavi gözlü, henüz on beşindeki bir kızçocuğuna okumuştu. Raife, benim annem ol-duğu için de "İstiklal Marşı"nın bizim aile-mizde ayrı bir yeri vardır.Mehmet Âkif Bey 1921 yılı başlarının, kimile-rine sonsuz ve umutsuz gibi görünen o ünlüAnkara kışında Kurtuluş Savaşı'nın kazanılaca-

Page 6: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

6

ğından emindi. Öyle olmasaydı on"dörtlük"ten oluşan İstiklal Marşı'nın beş di-zeli son bölümünde "Ebediyyen sana yok, ır-kıma yok izmihlal!" der miydi?"İzmihlal", Arapça kökenli bir sözcük. “Yıkılma,çökme, yok ol ma” anlamında. Âkif, KurtuluşSavaşı'nın en zor günlerinde ve kuvvacılarınbir yandan da iç isyanlarla, ayaklanmalarla bo-ğuştuğu bir dönemde "bayrağına ve ırkınasonsuza kadar yok olmama' gü-vencesi verirken Ali Kemalnasıl kullanabilmişti "iz-mihlal' söz cüğünüböylesi bir içerikle?Kim bilir, belki decevap veriyordu"Âkif Bey" 1921yılı Şubat ayıbaşlarında, AliKemal'in 7 Ağus-tos 1920 günügazetesinde ya-yımlanan şubaşyazısına:"Dün gazetelerdeokuduk; MustafaKemal ve 'hempa-ları' Eskişe hir'de ka-rargâhlarını kurmuşlar;Karabekir'ler, Kâzım'lar,Nuret tin'ler, Ali Fuat'lar, Salâ-hattin'ler sözde kolordularının başınageçip Yunanlılara karşı büyük taarruza hazırla-nıyorlarmış. Bu çılgınca te şebbüsün acı so-nucu ne olacaktır, size bir kelime ileözetleyelim: İz mihlal!.. Gene İzmihlal!.. Daimaizmihlal!..Çünkü Yunanistan'ın orduları var... Cephanesivar...Savaş araç ve gereçleri var ve sonuçta İngil-tere gibi büyük bir yar dımcısı var. Bütün bun-lardan başka Yunan halkıyla devletinindüşün ce, emel ve gaye birliği var.(Bizim) serserilerin ise yoksunlukları her ba-kımdan yürekler acısı dır. Bütün bunların dı-şında, gaddarlıkları ve haydutlukları nedeniyle

Anadolu halkının can düşmanı olmuşlardır.Üstelik, bir uçurum oluş muştur onlarla saf veinançlı Anadolu halkı arasında. Anadolu Al -lah'ını, Peygamberini, dinini severken onlardinsiz ve ikiyüzlüdürler. Allah’a ve ahrete inan-mazlar. Anadolu, padişahı peygamberin elçisiolarak bilir ama onlar böyle soylu duygular-dan oldum olası yoksun durlar...Bu koşullarda ve yaşanan son facialardan da

ders almayarak Yu nanlılara meydan oku-mayı sürdürmelerini çılgınlıktan başka

neyle açıklayabiliriz? Bu 'asker ku-şağını' Hâmid devrinden beri ta-

nırız. Evet, bu beyler, paşalarmektep görüyorlar, tahsil gö-

rüyorlar. Hatta bazen Alman-ya'da bile uzun müddetbulunuyor, okuyor, yazıyorve çalışıyorlar ama gerçek-leri bilme ve anlama açısın-dan bir eksiklik ve yanlışlıkiçine gömüldükçe gömülü-yorlar. (Onlar için) varsaharp, yoksa harp! 'Hep'

harp. Bu 'benzersiz' kafalarca cihan

bir kışladan ibarettir. Cihanıngayesi -onlar için- savaş olduğun-

dan geriye ne kal mışsa 'hiç'tir. O'hep'i yaşatıp sürdürmek için 'hiç'i

mahvetmek işten bile değildir. Bir buçuk aykadar önce İzmir cephesinde Yunan taar ruzubaşladı. Yunan askeri büyük mesafeler aşarakta Bursa'ya kadar geldi. Bütün o sahte kahra-manlar, derme çatma askerlerini düşmanakarşı yönetimsiz ve subaysız (!) bırakarak çala-taban kaçmak zorunda kaldılar. Çünkü, akıl, ilim ve güç açısından (Yunanlı-larla) aramızda bu kadar fark varken savaşatutuşulmamalıydı. Fakat bu (Yunan) ta arruzugörevini tamamlayarak durunca Kuva-yı Mil-liye serserileri ye niden ayaklanarak, âdeta,uyuyan düşmanın kuyruğuna bastılar. Ya rındüşman Eskişehir'e (de) girerse 'bunlar' dahaiçlere çekilirler ama böbürlenmeyi de sürdü-rürler! Sonra aynı facia aynı biçimde (tekrar)

Page 7: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

7

oynanır. Gene de o 'zorbalara' bir zarar gelme-diği gibi belki kârlı bile çıkarlar. Çünkü bunlar,böyle barut kokusu içinde yaşadıkça ülkeyi, ik-tisaden diledikleri gibi kasar kavurur, para bilekazanırlar. İşte za vallı memleketimiz bugünböyle bir durumdadır..."Mustafa Kemal'in ülkeyi iç ve dış düşmandantemizlemek için canını dişine takarak ve "im-kânsız"ı "mümkün kılarak" yarattığı orduyudün böylesine aşağılayanlarla, bugünün, cum-huriyetin nimetleriyle yetişip bir yerlere gelensiyasetçileri, "Mütareke basını"na rahmetokutan sözde aydınları, kukla yazarları, satılıkka lemleri ve cumhuriyeti kuran ve koruyupkollamakla görevli Türk ordusunu çökertilecekson kale olarak gören sözde gazetecileri ara-sında ne fark var? Ali Kemal kaçırılınca: "... evet yanılmı şım, ama milletimi tanımamış,onun gücünü görememiştim. Çün kü, ömrü-mün yirmi yılı yurtdışında geçmişti..." sözle-riyle kendi sini savunmaya ve "mazur"göstermeye çalışmıştı. Peki, şimdiki lerin "ma-zereti" nedir? Nasıl bu orduyu "Battal Gazi or-dusu"na benzeterek alaylarının hedefiyapabildiler? Nasıl, "İyi ki bu paşa larla savaşafilan girmemişiz!.." diyebildiler? Nasıl, ulusun bağrından çıkmış bir ordunun,başka hiçbir ülkede görülmeyecek bi çimde veon yıllardan beri, ulus-devletimizin bütünlü-ğünü korumak için dış destekli bölücülerlesavaş hâlinde olduğunu ve en yüksek rütbeli-sinden en kıdemsiz erine kadar şehitler verdi-ğini görmezden gelirler? Hele o, kimlere ve nekarşılığında hizmet ettiği bilinmeyen (veya bi-linen) "basın kartlı" medya satılmışları!.. Hal-kımızın, kendisinden bir parça olduğu için hâlâgerçekten güvendiği tek kurum olan ordu-muzu ürettikleri birtakım "kâğıt parçaları"ylaneden gözden düşürmeye çalışırlar? Ordu-millet bütün lüğü "yok olmuş" demeyelim, sar-sılmış bir Türkiye'nin sonu ne olur?” (4)

DİPNOTLAR* Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü İstiklal Marşı,Tarihi ve Anlamı, Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara 2002

1) Francis Darwin, The Life and Letters ofCharles Darwin, Vol. I, 1888. New York: D. Ap-pleton and Company, s. 285-286)Bu metnin aslı şöyledir: "I could show fight onnatural selection having done and doingmore for the progress of civilization than youseem inclined to admit. Remember what riskthe nations of Europe ran, not so many cen-turies ago, of being overwhelmed by theTurks, and how ridiculous such an idea nowis! The more civilized so-called Caucasian raceshave beaten the Turkish hollow in the strug-gle for existence. Looking to the world at novery distant date, what an endless number ofthe lower races will have been eliminated bythe higher civilized races throughout theworld." (Francis Darwin, The Life and Lettersof Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York: D.Appleton and Company, s. 285-286)

2) Charles Darwin, Descent of Man (İnsanınTüreyişi), Chapter 6, 1871 Bu metnin aslı şöyledir: ”At some future pe-riod, not very distant as measured by cen-turies, the civilised races of man will almostcertainly exterminate, and replace, the sav-age races throughout the world. At the sametime the anthropomorphous apes will nodoubt be exterminated. The break betweenman and his nearest allies will then be wider...

3) Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve PetrolUğruna Yapılanlar: Türkler ve İngiltere, 1.baskı, İstanbul, Vatan Yayınları, 1985, s.231

4)Orhan Karaveli, Ali Kemal, Doğan Kitap, İs-tanbul 2009, s.69-72

Page 8: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

8

Anayasa Değişikliği… Ama Nasıl ?

Muhammed TEKİN

Son günlerin ana gündem maddesi şüp-hesiz ki anayasa üzerinden Yargıtay, Da-nıştay, Hakimler ve Savcılar yüksek

Kurulu (HSYK) gibi kurumlar oldu. Aslında yad-sınamaz bir gerçeklik olarak hukuk sistemiztartışılıyor. Doğal olarak bu meselenin cidditarafları var. Ne yazık ki hukuk ve demokrasicanımız yanınca aklımıza geliyor. Analitik dü-şünce; fikir, siyaset ve toplum hayatımızı yete-rince çepeçevre sarmadığı için olsa gerek.

Darbelerden çok çekmiş bir millet ve siyasetgeçmişimiz var. Hukuk, demokrasi, cumhuri-yet; bu üç kavramın ahengini “hangi yenianayasa ile sağlayabiliriz?” kritik soru bu.Toplumun her kesimi 1982 Anayasasının de-ğişmesi konusunda hem fikir. Lakin kafalardakianayasal öncelikler birbirinden çok farklı. Birbakıma devlet ile toplum arasında sözleşmeanlamına gelen anayasa ortak mutabakat zo-runluluğu ile yaşam bulmak durumundadır.Aksi halde kaos ve memnuniyetsizlik yeni ana-yasanın meşruiyetini her zaman tartışmayaaçık bırakacaktır. Tamda bu noktada bizimtoplumun çeşitli kesimlerinin edindiğimiz inti-balar neticesinde birkaç hususu dile getirelim.Örneğin; • Yeni anayasa ile Türk milli kimliği asimile miedilecektir?• Mevcut Türk milleti tarifi yerine hiçbir bi-limsel ve tarihi sosyo-kültürel gerçekliği olma-yan bir “coğrafya” adımı getirilecektir?• Atanmış, buyurgan elitlerin hukukun üstün-lüğünü değil de devletin hukukunu ve/veyahukukçuların hukukunu dayatmayacağı biranayasa yapılabilecek midir?• Etnik aidiyetlere kapı açıcı düzenlemeler ay-rıca iktidar partisinin kendisini olası bir iktidardeğişikliği sonrası Yüce Divanda yargılanma-mak için güvence altına alma marifeti ilehukuk sistemimiz ile oynanacak mıdır?

Bunlar gibi onlarca mesele toplumun günde-minde tartışma konusu olmaktadır.Bugün açısından siyasi iktidar olan AKP yar-gıya müdahale ederken yargıda siyasi iktidarile büyük bir erkler mücadelesi içine girmiştir.Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk bağımsız vetarafsız yargı için şu açıklamaları yapıyor vediyor ki;

Yargının, yargıcın bağımsızlığı bir ‘kast ayrı-calığı’ değildir. Yargıcın hukuk adına karar ve-rirken yansızlığını sağlamak içindir.

Yargı bağımsızlığı ise; yasama, yürütme, birbaşka yargı organı, kamuoyu ve yargıcın kendiinancı veya görüşleri karşısında karar vermesiiçindir.

Yargıç yargılamada bulunurken ve karar ve-rirken inançlarını ve görüşlerini duruşma salo-nun eşiğinde bırakan insandır diyor.

Madalyonun öteki yüzünde ise siyaset ku-rumu ve siyasilerde erkler ayrılığı ilkesi içindehareket etmeli hukuka yargıya tarafsız davra-narak müdahalede bulunmamalıdır.Bir zamanlar CHP’li adalet bakanının dediğigibi Adalet Bakanlığı uhdesine 5 bin partili(CHP’li) aldım, Ülkücülerimi alacaktım! Sözlerialenen yargıyı siyasallaştırmak değil de nedir?Yada Tayip ERDOĞAN’ ın İspanya gezisi esna-sında bir basın mensubunun sorusuna cevapolarak “onlara mı soracağız! Bunu önce ule-maya sorarız” sözleri siyasetçi sorumluluğuaçısından nasıl tercüme edilebilir?

Anlaşılacağı üzere hukuk devleti olmak hu-kukçunun tarafgirliği ve ideolojik yaklaşımlariçerisinde olması ile nasıl yanlış tezahür ede-cek ise siyasiler içinde en az o kadar büyük biryanlışın ibaresidir. Yani idealde özümsediğimiztarafsız devlet objektif hukuk ve hukukçu kuv-vetler ayrılığı ilkesine uyan siyasetçi hukuk bi-limi ve felsefesi açısından derinlikli hukuksistemi ve tabii ki devleti ile ideolojik kavgayagirmeyen çözümcü siyaset şiarımız olmalı.

Page 9: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

9

Tüm bunların yanı sıra siyasi İslamcı, etnikmilliyetçi, sınıfçı, sol –sosyal demokrat çevre-ler yeni anayasadan neler beklemektedir bun-larında iyi anlaşılması gerekmektedir. Azöncede bahsettiğimiz üzere herkes anayasa-nın değişmesinden yana tavır sergiliyor ken-dince.

Tüm dünyanın kabul ettiği evrensel insanhakları kapsamında hukuk anlayışımız Türki-ye’nin ve Türk milletinin gerçekleri ile de ör-tüşüyor olması gereklilik arz eder. Buna göreinsan hakları bireysel haklardır. Etnik milliyet-çiliklerin sınıf açısından sosyalistlerin çok hu-kukluluk bağlamında siyasi İslamcılarınsavunduğu kolektif haklar, topluluk hakları,halkların hakları gibi kavramları insan hak-ları niteliğinde sayamayız.

Gerekçesi bakımından toplum, grup, ce-maat, sınıf, zümre ve etnisite gibi kolektif var-lıkların insan ya da birey olmadıkları için iradebeyan edemeyecekleri dolayı ile etik ve rasyo-nellik gibi insani vasıfların izafe edilemeyeceğiaçıktır. Bireyler düşünebilir, seçebilir, tercihedebilir. İnsan hakları bireylerin şahsına mün-hasır olan haklardır.

Ayrıca; etnik, sınıfsal, bölgesel, dinsel nite-likli kolektif haklar totaliter eğilimler doğura-bilir. Kolektif hak olarak halkların haklarıbaşka insan haklarının ön şartı olarak sunul-duğu zaman çok vahim sonuçlanır. Bu haklarözgürleşmenin aracı olmaktan çıkıp baskıaracı haline dönüşebilir.

Bütün bunlardan mütevellit askeri vesayetaltında yapılmış anayasaların ortaya çıkardığıkurumlar, toplumu ve siyaseti cendere altındatutmuştur. Asker egemen toplum ve siyasetkurumu sormaz, sorgulayamaz, ufku açık gele-cek kurgusu olan girişimler akim kalır. Hayatyaşanmaz bir hal alır. Onun içindir ki açık top-lum, tarafsız devlet, akil ve milli devlet de-mokrasi diyoruz. MHP lideri Sn. DR. DevletBahçeli 1999 seçimleri sonrası milliyetçilik iledemokrasi birbirinin ikizidir demiş idi ve birgazeteye vermiş olduğu mülakatta ilk defaakıllı devlet kavramını kullanmıştı. Günümüzaçısından ne kadar manidar ve doğru olduğu

şimdilerde daha iyi anlaşılmaktadır.Özünde bakıldığı zaman ortada yöneteme-

yen bir demokrasi, buna mukabil demokrasiüzerinden sivil diktaya giden tek parti ikti-darı sorunu ile karşı karşıyayız. Bizler ülke-mizde asker ve üst düzey bürokrasiyedokunamamaktan şikâyetçi iken TürkiyeBüyük Millet Meclisi’nde 3 yüz’ün üzerindedonulmazlık zırhı yüzünden çeşitli fiillerdenyargı önüne çıkmayı bekleyen milletvekillerinvarlığını unutmayalım.

Anayasa eğer bir toplum, devlet sözleşmesiise her iki tarafın makulü çerçevesinde çözümaranmalıdır. Anayasa bir etnik grubu bir dinitopluluğu mutlu etmek için yapılamaz! El-bette ki anayasa devletin ve kurumlarının mil-lete tahakkümü de değildir.

Özelde Milliyetçi Hareket Partisi’nin destek-lemediği bir anayasa çok tartışmaya mahal ve-recektir. Milliyetçi Ülkücü hareketin haklı,gerçekçi, şüpheleri çekinceleri giderilmedenyeni anayasa yapmaya kalkışanlar büyük ya-nılgı içerisinde olduklarının farkına varmalıdır-lar. AKP ve Zaman gazetesi çevrelerinetavsiyemiz “KUTADGU BİLİG” okumalarıdır.

Türk vatandaşı ; İsviçre medeni kanununa

göre evlenen, İtalyan ceza

yasasına göre

cezalandırılan, Alman ceza

mahkemeleri usulü

yasasına göre yargılanan,

Fransız idare hukukuna

göre idare edilen ve İslam

hukukuna göre gömülen

kişidir.

Uğur MUMCU

Page 10: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

10

SOSYAL YAPI - SOSYAL DEĞİŞME AÇISINDAN

ALEVİLİK MESELESİ

Bu yazımızda sosyal yapı- sosyal değişmeaçısından Alevilikle ilgili bir deneme /değer-lendirme yapmak istiyoruz.Bugün “Alevilik” kelimesi ile anlatılan veyaanlaşılan terim son derece yenidir. Bununtarihteki ve kültürümüzdeki meşhur adı“Alevi” karşılığı olarak“Kızılbaş”, Alevilik ye-rine de ”Kızılbaşlık” kullanılırdı. Osmanlı’nınson zamanları ile Cumhuriyet’in ilk yılla-rında “Köy Bektaşiliği” aynı anlamda kulla-nılmıştır.Aksaray Mebusu ve edebiyat tarihçisi BesimAtalay’ın “Bektaşilik ve Edebiyatı” kitabı buanlamda en önemli kaynak/belgedir.(1)

Hacı Bektaş Veli’in Anadolu’ya gelişi,(2) 7haneli Çepni Köyü olan “Sulucakarahöyük”eyerleştiği dönem hatırlandığında, SelçukluDevleti’nin 1240 yılında cereyan eden “Ba-bailer İsyanı” sonrası yıkılmak üzere olduğubir zaman dilimi hatırlanmalıdır.Konuya ilişkin kaynaklar bu dönemde yirmibin kadar “Horasan Dervişi”nin Anadolu’yageldiğinden bahsetmektedir. Hubyar Sul-tan’dan(3) Abdal Musa’ya ve Geyikli Ba-ba’ya uzanan çizgi içindeki en önemli“Eren” Hacı Bektaş Veli’dir.Bu erenlerin gelişlerini ve misyonlarını HacıBektaş Velayetnemesi’nde bulmak müm-kündür.Bu hikayeyi hemen hemen her Alevi bilir.Hacı Bektaş Veli, dul bir kadının kısmen yı-kılmış duvarını tamir ederken, Akşehir’den(Konya) kendisini ziyarete gelen SeyyidMahmud Hayranî, elinde bir “yılan bir as-lana binmiş” olarak gelir. Bu önemli konuk

ve geldiği vasıta kendisine anlatıldığında,“Marifet aslana binmek değil, cansızı yü-rütmektir” diyerek, ördüğü duvara biner ve“cansızı yürüterek” konuğunu karşılar.Bu hikâyedeki “dul kadın” sahipsiz kalmış,yardıma muhtaç olmayı anlatır. Selçuklu(Türk) Devleti tıpkı bir dul kadın durumunadüşmüştür. Yıkılmış duvar, örülmüş bir binaiken, dağılmış, taşlarının bir birinden ayrıl-dığı yıkıntıya benzer. Ördüğü ve yürüttüğüduvar, erenlerin el birliği ile Selçuklu’nunyerine kurmaya ve güç vermeye çalıştıklarıyeni devleti, “Osmanlı’yı remzetmektedir.Hacı Bektaş Veli’nin 13. Yüzyılın son çeyre-ğinde söylediği söz “marifet cansızı yürüt-mektir” sözü ne kadar engin ve derinalmamlar içermektedir. Keşke bu anlam,Hacı Bektaş bağlılarınca zamanında anlaşıl-mış olsaydı…Yıkılmaya başlayan taşları bir araya getire-rek, yeni bir devlet binası inşası amacıylaHorasan’dan gelen erenler, o günün enküçük yerleşim yeri olan köylere yerleşmişguruplarla, çoğu henüz yerleşmemiş konar-göçer, Yörükleri eğitme çalışmasına koyul-muşlardır. Bu sebeple de Hacı Bektaş Velibağlılığı bu guruplar arasında son derece ilgigörmüş ve taraftar bulmuştur.Hacı Bektaş Velayetnamesi’ni okumuş olan-lar bilirler ki, Osmanlı’nın kuruluşunda,Orhan Bey zamanında kurulan ilk düzenliordu olan “Yeniçeri”ye Hazreti pir dua et-miştir. Yeniçeri askerinin başındaki keçedenyapılmış “serpuş”un baştan geriye doğrusarkan kısmı, Hacı Bektaş Veli’nin, elini Yeni-çeri askerinin başına elini koyarak dua eder-ken, askerin ensesine sarkan cübbesininkolunu temsil etmiş ve daime “Hacı Bektaş

Hacı Bektaş Veli ve Dönemi

Dr. Abdülkadir SEZGİN*

Page 11: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

11

eli”nin askerin başında olduğu anlamınagelmiştir.Yani Alevilik, Hacı Bektaş Veli tarafından,köylüleri eğitmek, topluma kazandırmak veörgütlemek üzere kurulup geliştirilmiştir.Köy, sosyolojik açıdan bakıldığında, tarihineski devirlerinden“komün”le başlayantoplulukları ifade eder.Köyler incelendiğinde,kendi kendine yeterliolmaya çalışan ve kendidışındaki dünya ilehemen hemen hertürlü ilişkiden yoksun bu-lunan topluluklar olarak görülür.(4)

Halen varlığını sürdüren mezra, kom,, oba,divan diye adlandırılan ve daha çok mezraadının kullanıldığı yerleşme birimleri ise,köyden bir alt toplu yaşama alanıdır. İtirafetmeliyiz ki, “taşımalı eğitim”in icadındansonra köylerin büyük bir kısmı mezralaşmışdurumdadır.Köyler artık şehre taşınmış ve şehirleri köy-leştirme gibi bir sosyal yozlaimaya da sebepolmuştur.“Şehir” kelimesi Farsçadır ve Arapça “Me-dine” kelimesi karşılığıdır. Osmanlı döne-minde “Şehir Emaneti” sözlükte “şehiridaresi” anlamına gelse de İstanbul Beledi-yesi demekti. Dilimizdeki “Medeniyet” kelimesi “Medine”kelimesinden türemiş, “şehirlinin yaşayışbiçimi” anlamındadır. Yani gelişmiş sosyalve insanî hayat demektir.Sosyolojik açıdan bakıldığında şehir ve şe-hirli son derece önemlidir. Daha fazla sos-yalleşmiş, ferdi (kişisel) yaşamaktan birazdaha ileri giderek, toplumsal bir hayata ka-vuşmuş; insan ilişkileri gelişmiş sosyal birvarlık olmuş insandan söz etmek mümkün-dür.Tasavvufta bu gelişmenin en ileri noktasi“insan-ı kâmil”, Hacı Bektaş Veli diliyle, “in-

cinse de incitmeyen insan” olmaktır. Toplu-mun bu seviyeye gelmesi, dinin en önemlihedefidir. Onun içindir ki, “düşmanla savaşıküçük cihad” olarak ifade eden Kutlu Pey-gamber, “nefisle mücadele”yi “büyükcihad” olarak tanımlamıştır.

İnsanlık bu gelişme ve değiş-meyi tamamladıkça insanlaşa-caktır.

Bunu, Necip fazıl’ın deyimiile “dünyaya kapalı, Allah’a

açık” köyde başarmak dahazordur.

Kuran, bu dünyada insanların içine girmeyi;toplumla hem hal olmayı öncelikle emret-mektedir. Bunu başaran insan ahrette decennete girecektir.(5) Sosyal hayat, insan-larla birlikte olmak; onların acısını, ıstıra-bını, sevincini ve mutluluğunu paylaşmak;komşusu açken tok yatmamaktır.Köy dışına kapalı oluşunun sonucu olarakda Sosyolojik olarak köy daha geri ve dahaaz gelişmiş bir toplumu ifade eder.Batının sanayi devrimi ile birlikte köyleri şe-hirleştirdiği ve şehrin her türlü sosyo -kültü-rel imkanı köye de götürdüğü ve gelişmeyiböylelikle sağladığı hatırlanırken, bizde deşehirlerin köy haline geldiği acı da olsa unu-tulmamalıdır.Bizim asıl ve en önemli problemimiz budurve gözden kaçırdığımız bu hususun medeni-yetimizi; dilimiz, din anlayışımız, musikimiz,komşuluk ilişkilerimiz ve diğer alanlardayozlaşmada geri gitmeye devam edecek gö-rünüyoruz.

İslam’da, insan Allah’ın yarattığı en önemlivarlıktır ve “Allah’ın halifesi”dir.(6) Allah in-sanı yarattığında “kendi ruhundan üfle-miş”(7) böylelikle insanı bütün

Alevi Köyünde Hayat ve DedeMisyonu

"Alevilik, Hacı Bektaş

Veli tarafından, köylüleri

eğitmek, topluma kazandırmak

ve örgütlemek üzere kurulup

geliştirilmiştir."

Page 12: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

12

yaratılmışlardan üstün kılmıştır. Bu haliyleinsan sadece Allah’a kul olur. O bu dünyadabağımsız; özgürdür. Bunu bilen ve kendisi-nin sıradan bir canlı olmadığını idrak edeninsan, Allah’ı görüyormuş gibi davranır.Bunun dinde ki adı “ihsan”dır.Bu sebepledir ki, köyde yaşayan ve Allah’ınvarlığını, birliğini ve gücünü gözleri ile görenve her an O’nun denetimine tabi olduğunubilen köylü kendisine yetecek kadar da olsaöğretilmiş olan kuralları daima aklında tutarve ona uymaya çalışır.Tasavvuf bu konuda son derece etkili bir fel-sefi boyut ortaya koyduğu gibi, tarikatlareliyle de etkin bir eğitim yapar.Tasavvufi hayatın, yani tarikatın etkin ol-duğu yerlerde “Hak”, “Hak duygusu”, “yalansöylememek, haram yememek, komşununmalına, canına, namusuna ve hakkına say-gılı” yaşama, yanında “eline, diline, belinesahip” bu sebeple köydeki en etkin sosyal-leşme ve ahlâkileşmeyi ifade eder.Alevi köyünde bu disiplini yaşatan, yönetenve denetleyen insan “Tarikat Önderi” olanDede’dir.Doğumdan ölüme kadar hayatın her ala-nında kendilerine “Talip” (derviş) olarakbağlı herkesi takip eden, yanlış yaptıkla-rında dikkatlerini çeken “mürşit” olarak hiz-met görür. Her “Talip” kendi “Dede”sinebağlıdır. Onun yaptığı toplantılara (Cem) ka-tılırlar. Genellikle kışın yapılan tarikata yenikatılanların “müsahipli” “İkrar” (tarikatagiriş) merasimlerinin yapıldığı toplantılar dı-şında, her talip mutlaka kendi dedesininmürşit olarak “Post”ta oturduğu toplantı-lara katılır, “niyaz” eder, “ikrar”ını tazeler.Kendisini inciten, kıran, kendisine haksızlıkedenler varsa Dede’nin onlardan haklarınıalmasını veya onları toplum içinde cezalan-dırmasını da isteyebilir. Kendisi de başkala-rına karşı aynı durumdadır.Bütün maddi ve manevi sorunlar kışları ya-pılan bu toplantılarda çözülürdü.

Hatta köyden “Hakk’a yürüyen” (vefateden) olduğunda, müteveffayı öbür dün-yada sıkıntıdan kurtarmak amacıyla vefatısonrasında yapılan “Helalaşma Töreni” di-yebileceğimiz ”Dardan indirme” merasim-lerinde sadece yaşayanlarla değil, vefatedenlerle de barışık yaşamanın Hz. Peygam-ber örnek alınarak yapılan uygulamasıdır.Şehre göçle birlikte bu düzen bozuldu.

Şehre gelenler öncelikle tanıdıkların mahal-lelerinde yerleşme başlasa da, tanış olan,olmayan, kim olduğu, ne olduğu, ne yaptığıbilinmeyen yeni komşulara uyum, onlarla“iyi komşu” olarak yaşama zorunluluğu,diğer taraftan iş, aş, çocukların eğitimi, oto-büs, dolmuş kuyrukları… İnsanları kimolursa, nereli olursa, hangi inançta olursaolsun iki arada bir derede bırakmıştır.Şehre ve şehir hayatına alışma ve zoraki deolsa şehirlileşmeyi çok ciddi şekilde etkiliyorve bu sosyal gelişme ekonomik, sosyal, kül-türel ve diğer baskılarla da olsa milletleşmeve şehirlileşme sürecini olumlu yönde etkili-yordu.Çocukların eğitimine köydeki ile kıyaslan-mayacak şekilde önem verilmek duru-munda kalınması da bu olumlu gelişmenin“itici” veya “çekici motoru” görevi oluyordu.Alevi Dede’sinin hizmet alanı olan köy veyaköyler mezralara döndü. Oralarda sadeceHakk’a yürüyenlerin cenazeleri getirildi-ğinde toplantı yapacak insan bulunuyordu.Bunların çoğunluğu da cenaze için gelen er-keklerdir.Dede, yaptığı hizmet karşılığında “gönüllü”olarak verilen “Hakkullah”, öteki adıyla“Dede Parası” alamaz duruma düştü, hemde “Talip”ler Dede’nin takip ve kontrolü dı-şında kaldılar.Şehirde kurulmuş Dernek veya Vakfın De-

Şehrin Getirdiği Problemler ve Aleviler

Page 13: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

13

desi” diye yeni bir terim çıktı. Vakıf veyaderneğin dedeye talip olan Başkanı ve vakıfve derneğin “sigortalı işçisi” Dede örneğiçıktı.Bu Cemevi çevresinde, bu yeni tip Dede’nin

kaç “Talib”i var?Bu Dede’ye “ikrar” vermemiş, “mürşit”olarak bağlanmamış insanlar buna niyazetse de, bu toplantılar görsel bir tören ol-mayı ne kadar ileri geçebiliyor?Dede, herkesin güvenini kazanmış, örnekmodel insandır. Halbuki yeni tanıdığı Der-nek veya Vakıf Dedesi ne kadar güvenilirbiridir?Şehre gelmiş, 30 yıllık eşini boşamış, başkailişkileri ve “etik” olmadığı bilinen hileli iş-leri konuşulan, Vakıf dedesi veya Başkanı’nanasıl inanacak? Kendi dedesinin Cemine katılamıyor diye,gözünü kapatıp, kendi Dedesi olmayan bi-rine bağlansa, eski Dedenin Talipliği ne ola-cak?..Dedenin köyde yaptığı işler yerine sadecespor salonu gibi salonlarda, tanımadığı birsürü insan içinde sadece bir kısmı yapılan,“adeti-töresi tutmayan” bu cemlerde ara-dığı huzuru bulma imkanı var mı?…….

Bu soruları daha da artırmak mümkündür.Asıl problem bütün kural ve uygulamalarıile (usul ve erkanıyla) köylü olan bir hayatıveya uygulamasını şehirde ne kadar ya-şatma veya koruma imkanı olacak?Bu insanları şehirde de köyde gibi yaşamayakim, nasıl zorlayabilir?İşte bütün mesele.Alevilik meselesini bir şehirleşme ve birsosyal gelişme ve değişme konusu olarakele almadan bu mesele çözülebilir mi?Dernek, Vakıf ve diğer örgütler Alevilik işineve çözümüne ekonomik ve siyasi tarafınabakarken bazıları da sadece hukuk boyu-

tunu dikkate alıyor.Bize göre asıl boyut sosyolojiktir ve herkesibu konuya eğilmeye çağırıyorum

DİPNOTLAR

*-Diyanet İşleri Başkanlığı Başmüfettişi,SosYolog/Sosyal Yapı ve Sosyal DeğişmeUzmanı

1- Besim Atalay, Bektaşilik ve Edebiyatı,İstanbul - 1340

2- Hacı Bektaş Veli Doğumu 645-646/1248, Anadolu’ya gelişi 680/1281,Vefatı 738/1337 dir. Daha fazla bilgi için“Sosyolojik Açıdan Alevilik-Bektaşilik” 38-42, Ankara, 2002 adlı kitabımızabakılmalıdır.

3-Hubyar Sultan’ın Ahmet YESEVİ’ninüçüncü halifesi, “Kitab-ı Bakıgân”ın yazarıSüleyman Hakin Atâ’nın asıl adı“Hubbî”olan ve bugünkü adı Türkistan olan YESİşehrinde de “Hubyar” olarak şöhret bulankişi olduğunu ve babasının telkini ileAnadolu’ya geldiğini biliyoruz.

4-Halil Nadaroğlu, Mahalli İdareler, 240-245, İstanbul- 2001

5-Fecr suresi, ayet 29 (Gir kullarımın içine),30 (Gir Cennetime).

6-Bakara:30

7- Hicr: 29, Sa’d:72

Renkten renge giriş, inançtan

inanca geçiş, ahmaklığın

alametlerindendir.Hz. Ali

Page 14: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

14

Dejenerasyon:Dokuların normal yapılarının bozulup normalfonksiyonlarını yapamayacak hale gelmeleri.

Ekonomik Dejenerasyon:Ekonomi tüm insanlığın hayatını yönlendirenbir kavramdır. Dejenerasyona uğramış bir eko-nomik düzende toplumun tasvip etmediğihaksız kazançlar alır başını gider. Örneğin; te-fecilik, vergi kaçırma, hırsızlık, dolandırıcılık vesahtekarlık veya "uyanıklık, kurnazlık, fırsatçı-lık" gibi aldatıcı kavramlar o toplumda alışkan-lık haline gelir, dolayısıyla o insanın bağlıolduğu toplumu esareti altına alır.

Sosyal Dejenerasyon:Aile hayatının bozulması içki, sigara ve uyuştu-rucunun yaygınlaşması, nemelazımcı, vur-dumduymaz bir anlayışın yaygınlaşması vs...

Kültürel Dejenerasyon:Bir milleti ayakta tutan, güçlü kılan en önemliunsurlar; dil, din, tarih gibi ortak değerlerdir.İşte bu değerlere yönelik bilinçli birpolitikaları millete aşılamaya çalışmakta, böy-lelikle o millete kendi kültürlerini unutturmaktadır.Hani bazen büyüklerinizle, baba, dedelerinizleçok azda olsa çay sohbetlerine oturursunuz veonlar anlatmaya başlarlar “biz eskiden” diye...

Biz eskiden; arkadaşlıklarımızı fedakarlılarlakurar, onlar için canımızı verirdik. Öyle günü-

birlik çıkar ilişkileriyle kurulmazdı dostlukları-mız. Severdik sayardık birbirimizi. Sevgi, saygıile beraber büyür, yaşlanır; beraber genç kalır-dık oluşan yüz çizgilerimizi fark edemezdik.

Biz eskiden; yalan söylemekten korkardık;annemiz dilimize acı biber sürerdi ve her ya-landa ses tonumuz, yüzümüzün rengi ve bi-çimi bizi ele verirdi. Aldatmak; vicdan azabıgecelerimizin gelişiydi. Kırmak; yemekten iç-mekten kesilmemizdi. Ve her olayda karşımız-dakinin yerine kendimiz koyar çözüm arardık.Birimiz hepimiz içindi. O yüzden komşulukları-mız külümüzle ateşlenirdi.

Biz eskiden; birbirimizden selamı esirgemez-dik. Sanal alemlerde bağışıklık sistemi oluştur-muşcasına ruhumuzu boş odalarahapsetmezdik. Toplanırdık komşuluk çayla-rında, kır gezilerinde omuz verirdik birbirimi-zin dertlerine…

Biz eskiden; bildiğimiz masalları heyecanlaaktarmak isterdik sevdiklerimize. Fıkraları ken-dimize saklamazdık, paylaşırdık hep birliktegülmek için. Kitaplarımız özenle okur, yıprat-mazdık yapraklarını bir sonraki kuşağa hediyeedebilmek için.

Biz eskiden; dünyayı her yeniden keşfedişle-rimizde heyecanlanırdık. Bilgi peşinde koşarve asla, "artık her şeyi biliyorum!" diyip kapıl-mazdık nefsimize. Unutmazdık hiç bir şeyi!Hele-hele bize yapılan iyilikleri asla unutmaz-dık. Gözümüzün içine baka baka yalan söyle-yenleri de unutmaz ve asla alkışlamazdık;aksine şıp diye tanır, onlara karşı isyan kültü-

DEJENERASYON

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce haysiyetlerinisonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve hürriyetlerini kaybederler.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Selçuk DÜZGÜN

Page 15: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

15

rümüzü genişletirdik.Biz eskiden; bu kadar `şıp sevdi`de değildik.

3 günde sevip sonra vazgeçip, acısını içki şişe-lerinde aramazdık. Aşkımızın büyüklüğü “ ayrı-lığında sevdaya dahil” olduğunu vura vuragönlümüze kazırdı. Yüreğimiz o kadar ucuz de-ğildi ki, havasını atalım. Çünkü tek kazancı-mızdı yüreğimiz.“Biz eskiden, biz eskiden…” diye uzanıp gidersohbetler…Ve sonra bir gün “Noel Baba!“ geldi!..“Çocuklar size hediyeler getirdim”dedi. “Mektuplarınızı okudum ve size hediye-ler getirdim. Çok uzaklardan gel-dim, Ren geyiklerimle geldim.Alın bu hediyeleri ve banaher yıl mektup yazın ,dilek dileyin ben siz neisterseniz yine getire-ceğim.” Evet o ton-ton görünüşü veumut tacirliği ilegeldi girdi hayatı-mıza…Ve eski `gerçekleri-mizin` yerini yeni`hayaller` aldı.

Çalışan, üreten , pay-laşan olmaktançıktık umutla yaşamayabaşladık. Hayaller kurupkendi kendimizi avuttuk. Yeni ha-yatımız; reyting avcıları, aç para babaları ucuzve sanal ürünler aldı.

“Her şey çok güzel olacak” masalları başladı.Koptuk kabuğumuzdan. Aza kanaat dönemi-mizi market raflarını boşalttık; yabancı sigara-lara, çeşit çeşit peynirlere, içkilere, giysilere,vs... sarıldık. Yetmedi, silahlandık, bütün teç-hizatı donanıp birbirimize saldırdık. Fiziksel yada ruhsal, nereden vurup yok edebileceksekkarşımızdakini oradan vurduk. İnsanların öncezayıf yanlarını öğrendik; ilerde gerekirse kulla-nılacak birer stratejik hedef tahtası belledikonları.

Hiç de adetimiz olmayan yapay, ticari özel

gün kutlamalarına gark olduk. İlişkiler buyapay pamuk ipliklerine bağlandı. "kim"likle il-gili tüm sorunlarımız yerini içi boş sorulara bı-raktı: filanca günde kim beni hatırladı, kimbeni unuttu; kim beni sildi, kim engelledi? Eli-mizde tuttuklarımızın, üstümüze giydiklerimi-zin, yediklerimizin nereden geldiğinisorgulamadık hiç.

Çanakkale'de ölen binlerce fidanı, Kıbrıs`ı,Kerkük`ü Karabağ`ı günlük hesaplarımızlaunuttuk!

Oysa vatan-millet sevgisi bu kadar hafifealınmazdı eskiden. Herkes vatan sevgisinde

hemfikirdi.Bilerek, hissederek inanır,

bağlanırdık değerlerimize.başkası gibi yaşamak,

başkası olmak gibikaygılarımız yoktu.Aslında Çok değil,bundan yıllarönce... merhamet-liydik, hissedebili-yorduk hâlâ. Veyine bundan yıllarönce Rıdvan, Tanju,

Hakan… her gol attı-ğında milyonlarca

yürek aynı atar ve göz-yaşlarına boğulurdu.

Biz eskiden severdik, ger-çekten severdik.

Biz eskiden gerçekten yaşardık…Ve biz eskiyi unutunca, eski de uçup gitti eli-

mizden.Yeni gelenler ise bizden ayrı, bize yabancıydı.Biz `Biz` olmaktan çıktık.Yukarıda anlatmaya çalıştığımız “biz eskiden”

cümlesini kurduran ve bizim biz olmaktan çık-tığımızı yüzümüze vuran sürecin adına işte“DEJENERASYON“ denmektedir.

Ve ben bir “Dede Korkut” torunu olarak budejenerasyon sürecinin en önemli aracı “NoelBaba“ denen hayal tacirini görmekteyim.

Öyle ise; Milletimizi gerçeklerinden uzaklaştı-rarak hayal kurduranlara inat Dede Korkut`u

Page 16: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

16

bir hatırlayalım ve hatırlatalım, öğütlerini ak-taralım… Görelim bakalım ne sonuçlar çıkı-yor?

Dede Korkut:Bazı rivayetler İshak Peygamberin soyundan

olduğunu söyler. 9 ila 11. yüzyıllarda Türkis-tan'ın Aral gölü bölgesinde Sir-Derya nehrininAral Gölü`ne döküldüğü yerde doğduğu ve bubölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına da-nışmanlık yaptığı, destanlarından anlaşılmak-tadır. Onun bu kişiliği tarih ve toplumyaşantısından gelmektedir. Geçmiş alplerinbaşından geçen olayları anlatır ve öğüt verir.Oğuz`un birliği için çalışır.

İşte Dede Korkut`un bir kaç öğüdü;Devlete Verdiği öğütler:

- Ekonomik güce sahip olma,- Hüner ve erdem sahibi olma,- Buyruk olmanın gereği

Ayrıca Alplere de şöyle öğütler veriliyor;- Ok atmada ve yay çekmede hünerli olmak- Düşman ile savaşta üstün gelmek- Ülkesine sahip çıkmak- Zengin ve eli açık olmak (Aç doyurmak, yok-sul donatmak' şeklinde geçen halka karşı mer-hametli ve cömert olmak)- Soylu olmak ve soyunu küçük düşürmemek.

Halka Verilen Öğütler;- Devlete sadık olmak- Misafirperver olmak- Dedikodu yapmamak- Dürüst olmak- Korkak olmamak- Çocuğunu iyi yetiştirmek- Üstüne düşen görevi yerine getirmek- Eşine sadık olmak- Ana babaya hürmet etmek...

Verdiği öğütler sanırız dünya döndüğü sü-rece devam edecektir.

Bazı öğütler de var ki, pek çoğu atasözlerigibi kalıplaşmıştır;- Ecel vakti ermeyince can çıkmaz.- Çıkan can geri gelmez.- Yığılı malın mülkün olsa da nasibinden fazla-sını yiyemezsin.- Kara eşek başına gem vursan katır olmaz,

hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz.Ve Dede Korkut sosyal hayatı yönlendirme

açısından “Ad koyma, Toy etme, Düğün, Kız is-teme, Başlık alma, Sövüş etme ve Düş yorma”gibi bir çok toplumsal yapının mimarıdır.

Bir hadiste “Çocukken öğrenilen ilim taşanakşetmek/yazı kazımak gibidir. Yaşlıyken öğ-renilen ilim ise suya yazmak gibidir” der.

Öyle ise ilim, sanat, kültür ve hatta damaktadımız bile ilk öğrenilenlerle yeşerir, gelişir...

Evet malesef yazımızın ilk başlarından açıkla-maya çalıştığımız dejenererasyon süreci gerikalmış toplumlara uygulanırken kendisinehedef olarak işte sonraki süreçlere yön vere-cek temel eğitimi alır.

Şimdi düşünün daha körpe çağında çocuğu-nuz, Noel Baba ya mektup yazarak hayal kur-maya başlıyor!... Bu hayal kurma onun verimliolması gereken çağlarda tembelliği, vurdumduymazlığı ve hazır kazancı alışkanlık halinegetirmez mi? Çevremizde bahis oynayan, ek-meğini taştan çıkaracağı yaşa geldiği haldehalen babasından harçlık bekleyen gençliksizce hangi temel eğitimin sonucudur?

Oysa çocuk Dede Korkut`un yukarıda saydığı-mız öğütleri ile hayatı algılamaya başlasa ,daha sonraki süreçte kendine, ailesine dolayısıile milletine ve devletine olumlu katkısını sağ-layacaktır.

Sizlere dejenerasyon sürecini Noel Baba veDede Korkut örnekleriyle genelleme yaparakanlatmaya çalıştım. Yoksa kimsenin inancınave hayatı algılamasına bir saygısızlık yapma ni-yetimiz yoktur. Sadece bilimsel gerçeklerlekültürümüzün engin derinliklerine inmeye ça-lıştım. Bu gerçekler ortada iken hayatı algıla-mamızda ve yönlendirmemizde kendimizeörnek seçeceklerimize dikkat etmeliyiz diyedüşünüyorum.

Sözlerimi bir Afrika gerçeği ile bitirmek iste-rim.

“Afrika´da her sabah bir ceylan uyanır. Enhızlı koşan aslandan daha hızlı koşması gerek-tiğini, yoksa öleceğini bilir.

Afrika´da her sabah bir aslan uyanır. En yavaşceylandan daha hızlı koşması gerektiğini,

Page 17: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

17

yoksa aç kalacağını bilir.Aslan ya da ceylan olmanızın bir önemi yok.

Yeter ki, güneş doğduğunda, koşuyor olma-nız gerektiğini bilin. “

Bu duygu ve düşüncelerle Dede Korkut`unaşağıdaki öğütleri ile sizlere kalın sağlıcakladerim

Azını gören, çoğunu bilen, sözünü diyenoğul... Sen sen ol, el sözüyle yola çıkma... El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur. Can oğul !... El pusatı keskin olsa bile, düşmana kör olur,

seni kanatır. Sakın a oğul, sakın ha... El ağzıyla söz deme, duyan sana değil ele

inanır. El, elini tutanın eli zayıf düşer... Elin eli, tutarda, senin elin tutamaz. Birlik, el ele vererek olur. Doğrudur.

Ama elin eline el verenin birliği de, dirliği debozulur. El atına binen tez iner... Elin atı nankör olur. El atıyla atalarının gittiği yere gidemezsin... Ne Asya, ne Avrupa, nede Ortadoğu...Ola ki çokbilmişler, el atını sevmişler, Sana "hadi sende" deselerde aldanma. Onlar atsız kalır, yaya giderlerde gocunma-zlar... Güzel oğul!... Senin baktığın yere, elin gözüyle bakma ha.. El kem bakar. El dar bakar. El hain bakar. Bil! Senin görmek istediğin elin gözünde yoktur. Sen tekbir sesleriyle büyüdün…Ezan sesi gittiğin yerlerde kulaklarına küpeoldu…

Vatan, Millet, Bayrak, Kur'an... Vatan sağ olsun, diyen adam Bunları duydun... Dört kıta da on binlerce at sesi arasında ma-

zlumun sesini duydun, mazluma kulakverdin.. Sen zalimin sesine kulak asmadın..

Zalimi duymadın. Zalimle bir olmadın. Elin kulağıyla duyma. Onlar duyacakların duyurmaz sana... Kendi duymak istediklerini duyurur… Hey oğul!... Yürekli oğul. Elin yüreğiyle yüreklenmeyesin Bak gör... Yüreksizdir el. Vicdansızdır. Yüreksizin yüreğini takınma. Vicdansız olma. El yüreği mangalda kül bırakmaz. Ateşiyle de seni yakar. Düşün! Onlar ele alışmıştır. Dilleri de eldendir, sözleri de. Onlar gocunmazlar, Onlar bu böyle gereklidir derler. Onlar söylerler. Çünkü beyinleri de elindir. El olma. Elin olma. Elden olma. El olan, elin olan, elini de, kolunu da,vatanını, bayrağını, dinini, namusunu ve dahiDevletini kaybeder...

Hey oğul!...

Page 18: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

18

Gittikçe dozunu arttıran, devasa bir içkiriyle birlikte, çirkini, pisliği, kötü-lüğü içselleştirip, neşrediyor ve yay-

gınlaşmış görmek istiyoruz. Yıkım,necisleştirmek, bozmak, kokutmak; bir nevihedef, ayrıcalık, bakış açısı, görünme yük-selme(!)biçimi haline geliyor.“Kir(lenmek güzeldir)!” derken bir deterjanreklâmı; “Leke(lenme)yi” de önemsizleşti-rir herhalde. Her kir, üst baş kiri kadarmasum mudur? Veya giysi kirliliği, “mak-bul” sayılan bir tutum sayılabilir mi? Kıya-fetler hoyratça kullanılır, nimetler çöpeatılır; eski saygılar kalkar. Ne adına? Kir çığırtkanlığı, “insandan değerli araba,aşktan kıymetli çikolata aşklarını da” rek-lâm ettirir yazılı aynalarda, boz bulanık ek-ranlarda. Temizlik dikkatinin ardında bir ahlâk, dingörüşü, kutsal bağlantısı vardı. Buna itirazvar başta. Büyüklerimiz bize küçükken “Aman üstünükirletme!” derken; bir sorumluluk, itinahissi, en alt seviyeden bir temizlik(güzellik)şuurunu yerleştirmek istiyordu ve ardın-daki kaynağı, “İlâhi Kanun Koyucuyu” işa-retliyordu. Kiri normalleştirmek önce ailenin ölçüle-rini, kurallarını çiğnemeyi gerektirir. Hâl-buki artık “annemizin kullandığı margarin”gibi bu kaideler de acınası gülünesidir. Oysa her tesadüfî, gelişigüzel, düşünmesizatılış güzel değildir. Kimi kirlere bulanmada elbiselerimiz, bedenimiz temizlense de,ruhumuzda sayısız iz kalır. Kirin güzelliğinin öne çıkışı; yasakları çiğne-meyi, baş kaldırmayı çağrıştırır. Herhalde

bütün kötülükler, kire karşı bir ünsiyet ge-liştirmekten, mesafesizlikten ileri gelir. Bir kabul, meşrulaştırma, deneme, ulaşmaisteği bulunuyor söylemde. Yeni bir imgemeydana getirilmiştir son demde. Teşhir vealenileştirme ayrıca. Sadece “kirlenmek”değil, çamurda debelenmek, görünmez ka-ralarıyla yerlerde sürünmek ve elbette si-yahî davet(iye)ler de güzeldir. Pisliğin önemsizleştirilmesi, zamanla birkötülük güzellemesine dönüşebilir mi? Güngelir, maddîsinin de manevîsinin de ağırlığıhissedilmez mi? Korkularımızı alt edip, yasaları yıkıp “kir-lendiysek”; bu zafer bize neye mal olur?Kirlenme sonucu, “neyi” temellük eder, sa-hipleniriz? Suça götüren nice cazibeli kirler,şenilik denilikler, kanunsuzluğun bin biryüzü… “Günah” dediğimiz, sonunda zehredönüşen lezzet, çürüyüp dökülme de; kir-lenmeyi göze almanın nihayetinde gelmezmi?Dünya kadar kir vardır. Bilgi, akıl kirliliği,düş kiri, kimi düşüncelerin kiri, zaaflarımı-zın ki… Biz, tuvalet şeklinde lokantalarda, klozetbiçimi tencerelerden, kaplardan, tuvaletürünlerini(!) yiyip içen, beğeni(!) sahiple-rini de gördük.. (bakın bunu çok takdirettim) sahnede defi hacet eden kimi Batılısanatkârların(!) müstesnalığını da okuduk. Sanattır akımdır, performanstır, nihaye-tinde demokratik haktır, hür düşüncedir,gelişim ilerlemedir, medeniliktir diye çığı-rından çıkmış, haddi aşmış nice zırva herze,nice necaset lop top/ laptop yutturuldubize...

Hüzeyme KOÇAK

KİR(LENMEK) GÜZELSE

Page 19: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

19

Kirlenmiş teröristleri, en azılı seri katillerihimaye eder, kahramanlaştırırken de acababu “kazuratın güzelliği” fikrinden mi hare-ket ettik, engin bir hoşgörüyle?“Aykırı”, “saçma”, “kanunsuz” diye ele alı-nabilecek düşünüşler, akımlar, nitelemeler;her sahadaki, envai çeşit kir bilinçli olarakyüceltilmeye, yerleştirilmeye çalışılıyor

şimdi. Kire bu kadar alışır, pisliği basitleşti-rir, olağanlaştırsak neyle mücadele edece-ğiz? Ruh, bedenden çıkarılıp “dışlaştırılırsa” el-bette; kir de sıradanlaşıp, sırf bedene ait,tensel basit bir teferruat durumuna düşer.Beden, pisliğe doymazken; kir engelini, çi-tini ruh koyar.Suça giden bütün yollar, bir sakınmasızlık,umursamazlık kadar; genel olarak kire karşıgeliştirdiğimiz zihniyet değişikliğinden;dünyanın bu yazıklanası ahvali; pisliğin sı-radanlaşıp, bizim salt izleyici, aymaz takip-çisi olmamızdan, zihinsel bir karmaşadanileri gelmiyor mu? …

Pislikten, bataktan, paslanmış, bulanmışbir gelecekten korkmayacaksınız. Kendinizihiçbir şekilde frenlemeyecek, önyargılarıaşacak, tabuları çiğneyeceksiniz. Yabani atsürüleri, tıkır keçiler, uyuz kuduz köpekler,mart kedileri kadar serazat olacaksınız. Kir-leneceksiniz. Güdümlü mermisiniz siz ya da döküp saçı-

mıyla müftehir, şenaat saçan bir çerçi. Kirli-siniz, güzelsiniz gerçi…Bel bel bakan, habis bir çağda kir çoğalsınki; fareler kaplasın her yeri.. Lût kavminingünahları artsın, Sodam ve Gomore’yi aşa-lım. Gerekirse “kutsalla” oynayalım. Kirlen-menin zevkine varalım. Şeytan ki, “en büyük Pislik”, yarışalım. “Şer-rin Kralı, Cenabet!” demeyin artık ona; Oşimdi “Kötülük Cenaplarıdır”. Kirlidir ve gü-zeldir illâki. “Kirlenmek Güzeldir” sloganı, değerlerin,kavramların, algıların ters yüz edildiği; mo-dern zamanlara has bir tahrip kalıbıdır.

Page 20: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

20

Çağının hem tanığı hem de sanığı:

ÖMER LÜTFİ METE

Ölüm demiş biri, "Hayatın sonu değilsonucudur." Dolayısıyla ölüm olgusu,en nihayetinde buluverir insanı. Hattâ

bu gerçekle yüzleşmek istemese de, doğuşanından itibaren hissettirir kendisini ölüm…Kimisi sıkça hatırlar, kimisi yokmuşçasına dav-ranır. Makul olan "ölçü" gözetebilmektir. Sağ-lıklı bir ölüm bilinci ile bilinçlendikten sonra,ölümü hoş karşılar insan, tevekkül eder. Ür-kütse de, ürkütmese de, vardır ölüm. Maksat,telef olmaktan ölebilmekte…Herkes "gidiyor" ama nasıl?Ölümle barışık insanların, yaşayış esnasında"güçlü" oluşları, dikkate şayandır. Etrafını ku-şatan olaylar ve olgular karşısında, bir defa ya-şayacağını ve bir defa öleceğini bilen insan,vicdanının sesini dinler. İnsanın vicdanını yiti-rişi ise, içindeki hayvana tutsak oluşudur birnevi… Ne kalır geriye? "Hayat süren leş!"Hem ölüme muhatap oluşu, hem de ölümdenkaçınması, manidardır insanın. "Sonluda son-suzu istemek" sonucunda, trajikomik birdurum belirir: Bir ömür yetmez insana… Bil-hassa modern zamanların "beden tapınışçı-ları" nazarında korkunçtur ölüm. Hâlbuki neyapardık ölüm olmasa? Ölüm olduğu haldeşiddet doğallaşmışken, kötücül eğilimlerin"ölümsüzleri" kim bilir, ne denli yaşanmazlaş-tırırdı şu yeryüzünü... Patolojik bir vaka olarak modern insan soyu,"gelişmişlik" iddiasına rağmen, her an varolanölümü, hayatın dışına atıverir de, mutlu olmakister! Çünkü ölüm, "düşündürücü" olmasa da,durdurucudur. Ölümü taksitlendirecek birkredi kartı da icat edilmemiştir henüz! Bastırı-lır ölüm olgusu; bastırıldıkça unutulur veunutturulur. Maddeten "hiçbir şey götüreme-

mek" soğuk bir yalnızlık olarak siner insan ru-huna…Kalabalıkların "huzursuz" varlıkları, üzerine"ölü toprağı" örtülmüşlükle suçlar kalabalık-ları. İlginçtir: Ölümü kendisinden uzaklaştırırinsan. Ölüm "başkasına" mahsustur çünkü!Karşılıklı tahrik vazgeçilmezidir bu ilişkinin...Ölünün niteliklisi, ölümün sıradanlığını etkile-diğinden dolayı, ölü sevicilik nükseder! Esa-sında yapısı itibariyle dehşetengizdir ölüm. Bir"geçiş ânı" olarak adlandırılır; bir yanıyla da"küçük kıyametidir" yeryüzünün…***Tevafuk olsa gerek, vefatından bir hafta evvel,“Ölüm ve İhtişam” başlıklı bir yazısını okumuş-tum Ömer Lütfi Mete’nin… Diyordu ki: “İmajderdi, dini bile geriye itiyor, ölüm susuyor, ce-nazecilik konuşuyor.” Sonrasında ise şöylenoktalandırmıştı bu eleştirel yazısını: “İsterkadın, ister erkek, ister sıradan er, ister tarihinakışını değiştiren mareşal; her ne olursa ola-lım, ölümde eşitlendiğimiz tartışılmaz.”(1)

Ömer ve LütfiGelgelelim kişi, taşıdığı ismin çocuğudur. İsim,kişinin karakterini öylesine etkiler ki… Örnek-lendirmek gerekirse eğer: Ömer Lütfi bununkanıtıdır. Dirlik, canlılık, yaşam gücüdür, Ömer.Güzellik ve hoşluktur Lütfi… Yaşayışı esna-sında, çağından mesul bir duruş sergileyen budiri ve hoş adam, 2009 Kasım’ında fizikî bir ay-rılığı tattırdı hepimize. “Gök kubbemizde hoşbir seda” bırakarak göçtü gitti aramızdan… Bi-reysel aydınlanmamda şiddeti yüksek bir yo-ğunluğu vardı açıkçası kendisinin. Soğuk savaşyıllarının kalıntılarıyla bu çağı anlamlandır-maya kalkışan çağdaşlarından olmadı asla!

“Acıya Bismillâh! Ateşe Bismillâh!”

Afşin SELİM

Page 21: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

21

“Kimdir aydın” diye düşündüğümde, Sart-re’nin o meşhur işaretlemesi zonkluyordu zih-nimde: “Çağının hem tanığı hem de sanığı…”Ömer Lütfi Mete’de hem tanığı hem de sanığıidi çağının: Çağdaş bir Dede Korkut’tu da…Bildi ki: Zulümdür yezidin harcı: Girdaptır buşehir, girdapta mehtap!

Nasıl bir cenderenin içindeydi böyle?

Gazeteciliğe matbaa çıraklığı ile başladı ÖmerLütfi Mete... Babıali’de Sabah, Bizim Anadolu,Tercüman, Türkiye, Yeni Haber, Orta Doğu,Yeni Şafak, Ayyıldız, Yeni Binyıl, Sabah gazete-lerinde editör, yönetici ve yazar olarak çalıştı.Türk Edebiyatı, Boğaziçi ve Çağrışım dergile-rinde makale, mizahi öykü ve şiirleri yayım-landı... İlk Genel Yayın Müdürü İsmailOğuz’dan, gazeteciliğedair şu sözü işitmişti:“Gazetecilik besmelesizmeslektir.”

Muhtemelen geçim gai-lesinden dolayı, dizi se-naryoları da yazdı. Birtarafıyla da şairdi o...Yalnızca bugüne hitapetmiyordu, yarına dairendişeler kuşatmıştı ru-hunu: İnsanî duyarlılığıyüksek, “derviş meş-repli” bir adamdı… Öfke ve tebessüm bir in-sana bu kadar mı yakı-şır?Kahramanı HazretiAli’ydi. “Kusursuz incelik, zarafet ve bilgeliğinien üzüntülü ve en öfkeli anlarında bile yaşa-dığı ve yansıttığı için” hayrandı ona. “Sözünün eri, haksızlık yapmaktansa haksız-lığa uğramayı tercih eden insan bulabilirsek,biz yine eski günlerimize döneriz” demişti, ve-fatından bir müddet evvel. Ülkesinin ve ülkesinde yaşayan insanların

maruz kaldığı psikolojik harbin farkındaydı herdaim, bu bilinçle yazdı… Kayıtsız ve kaygısızgüruhtan olmadı! Eşya ve hâdiseyi “biz” hassasiyeti ile tahliledişi, onu ne adaletsiz davranmaya, ne de ka-bileci bir köken bağnazlığına sevk ediyordu…İdeolojik bir yobazlığa kapılmadı: Düşünerekve sorgulayarak yaşadı: Amigoluk yapmadı!Kuşkucuydu… Bu ülkenin çatışan ve çekişensahte kutuplaşmalarında saf tutmadı. Tür-kiye’deki kökten batıcılığın psikolojik taarru-zuna karşı uyanıktı: Karamsar yahut kötümserşırınga enjekte etmedi mensubu olduğu mil-lete… “Her şeyden önce, Peygamber’in bile yenilgidenebilecek (Uhud) bir hüsran yaşamış bulun-ması dinamik bir derstir” diyordu…(2) Şu daona aitti: “Bir Müslüman için gerek İslâm’ınve gerekse başkalarının bütün yasalarına

temel olacak ilke ortada: Var edilmiş her şeysaygındır...”(3)Öte yandan, bütün insanlığa büyük hizmetlergetirecek bilgi ve buluş üretmeyi, sanat şahi-kaları yaratmayı ülkü edinmemiz gerektiğini,ancak bu şekilde, Türkiye pasaportunun dün-yaca saygı duyulan bir belge olabileceği ka-naatindeydi Ömer Lütfi Mete... Öyle birkaç

Page 22: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

22

OLMAZ OLSUN

Gidene söven

Geleni öven

Garibi döven

Güçlüyü seven

Bu çağın düzeni

Bu çağın düzeni

Olmaz olsun

Alçağın düzeni

Kuduza pençe

Taşa kelepçe

Villaya peçe

Konduya kepçe

Bu çağın düzeni

Bu çağın düzeni

Olmaz olsun

Alçağın düzeni

Yarina safra

Vurguna sifre

Zengine sofra

Yoksula tafra

Bu çağın düzeni

Bu çağın düzeni

Olmaz olsun

Alçağın düzeni

Koltuklar beles

Kuzgunlara les

Yigide kalles

Kahpeye kardes

Bu çağın düzeni

Bu çağın düzeni

Olmaz olsun

Alçağın düzeni

Ömer Lütfi METE,2000

diziye ve partiler arası kısır didişmelere hap-sedilecek biri değildi! Türkiye’nin varoluş kav-gasına katkısı oldu. Büyümekten ziyade,adaleti şiar edinmiş, milleti için varolan dos-doğru bir devletin varolmasını temenni edi-yordu. Yarım doktorun, yarım hocanın, yarımdevletin, insanı nelerden ettiğine şahitti:Devlet bir iş görecekse eksiksiz görsün isti-yordu. Derin çeteleri olan, ama derin devletiolmayan bir Türkiye, sahiden de, devletsizaddedilebilirdi pekâlâ! Derin milletin mani-festosunu yazan adamdı o: “Türkiye’nin tekmeselesi vardır, o da yeniden devlet olup ola-mamaktır!”(4)Sözün özü: Bu ahval ve şeraitte, bir dizesin-deki gibi, öldü de uyandı diye düşünüyo-rum… “Ol deyince Olduran’ın” rahmeti üzerineolsun. Türk edebiyatının usta kalemi Ömer LütfiMete 18 Kasım 2009 tarihinde vefat etmiştir

KAYNAKÇA:1) Ömer Lütfi Mete, Derin Millet Manifes-tosu, Nesil Yayınları, 2005.2) Ömer Lütfi Mete, Hacıyağı ile Parfüm Ara-sında Gerileme Sürecinde Müslüman OlmaSorunu, Tutibay yayınları, 20013) Ömer Lütfi Mete, Hacıyağı ile Parfüm Ara-sında Gerileme Sürecinde Müslüman OlmaSorunu, Tutibay yayınları, 20014) Ömer Lütfi Mete, Derin Millet Manifes-tosu, Nesil Yayınları, 2005.

ESERLERİ Gülce (şiir), Çığlığın Ardı Çığlık, Yerden GöğeKadar, Asker ile Cemre, Çizme (roman), DerinMillet Manifestosu (Köşe Yazılarından Seç-meler), Hacıyağı ile Parfüm Arasında (De-neme), Balonya Tüneli, İtfaiye Yanıyor (KaraMizah)Sinema filmi senaryoları:Çizme, Gülün Bittiği Yer, Bizim Yunus, T.H.EİMAM…Tv Filmi senaryoları:

Köstekli Saat, Ayrı Dünyalar, Veysel Karani,Ahmet BedeviTV Dizi senaryoları:Bizimev, Evlere Şenlik, Ortaklar, Deliyürek,Avcı, Hayat Bağları, AGA, Çanakkale Destanı(Belgesel Drama)

Page 23: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

23

Atatürk’ün 1933’de söylediği varsayılanve gençliği neredeyse anarşizme çağı-ran meşhur “Bursa Nutku’’ nun gerçek

dışı ya da gerçek olduğu noktasında bugünekadar taraflı veya tarafsız olduğu iddia edilenbirçok kişi tarafından yorumlar yapılmıştır.Hatta hakkında mahkeme kararları da alınmış-tır… Belgelere rağmen bu sorunun cevabı dahauzun yıllar muallâkta kalacağa benzemektedir. Öncelikle varsayılan Bursa Nutku’nun ortayaçıktığı yıla baktığımızda tam olarak tarihlerdedahi çelişkiler görmekteyiz: Kimine göre 5Şubat, kimine göre de 6 Şubat 1933’te söy-lendiği iddia edilen bir nutuktur bu. Tarihselseyrine baktığımızda farklı kişiler tarafındanaktarılmış bilgiler doğrultusunda, konuyu ay-dınlatmaya çalışmak, her Türk gencinin yap-ması gereken mecburi bir ödev olarakkarşımıza çıkıyor: Konuya Mustafa Kemal Ata-türk'ün, 5 Şubat 1933 günü Bursa'da yaptığıöne sürülen konuşmasıyla başlayalım…Şubat 1933'ün ilk günlerinde Bursa Uluca-mi'de toplanan 100 kadar kişi, camilerdeTürkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanmagirişiminde bulunur… Ayaklanma kısa süredebastırılır. Atatürk olayın hemen ardından Bur-sa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan birköşkte akşam yemeği yenildiği sırada bir kişiAtatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diye-cek olur: "Bursa gençliği olayı hemen bastıra-caktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olangüveninden ötürü..." Atatürk'ün hemen, ko-nuşmakta olan kişinin sözünü kestiği söylenirve günümüzde "Bursa Nutku" diye anılan ko-nuşmayı yapar… Varsayılan bu olaydan sonraBursa Nutku adıyla meşhur olacak bu metin,ilk kez 1947’de Rıza Rüşen Yücer’in Atatürk’e

Ait Birkaç Fıkra ve Hatıra adlı kitabında görü-lür. Bursa’da çıkan Arkadaş Gazetesi sahibi, gaze-teci Rıza Ruşen Yücer 1947’de “Atatürk’e AitBirkaç Fıkra ve Hatıra” adlı bir eser yayımlı-yor… Bu kitabında Bursa olayını kısaca anlat-tıktan sonra nutkun nasıl söylendiğini şöyleaçıklamaktadır: “Efendim, diye söze başladı…Bursa gençliği bu hadiseyi hemen bastıracaktı.Fakat zabıta ve adliyeye olan güvenindenötürü… devam edemedi. Atatürk bir işaretlesözünü kesti… Sonra Türk gençliğinden ne anladığını tarif etti: Türk genci, inkı-lâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir diyebaşlayan Bursa Nutku’nu söylemiş ve şöyle bi-tirmiştir: İşte benim anladığım Türk genci veTürk gençliği…”Aradan iki yıl sonra bu nutuk Celal Bayar tara-fından, Demokrat Parti'nin 1949 yılındaki 2.Büyük Kongresi'nde okutulmuş, DP mitingle-rindeki konuşma metinlerinin vazgeçilmezöğesi haline gelmişti… DP, iktidar olduk-tan sonra "Bursa Nutku"nu hatırlamaz olmuş,bir süre sonra da inkâr ederhale gelmişti… Ancak, bu defa da, muha-lefete düşen CHP, can simidine sarılır gibi sa-hiplenmişti, Atatürk'ün Bursa Nutku'nu!1958 yılında bu defa da, CHP yanlısı Ulus gaze-tesinin manşetinde yer almıştı. Zira "Gençlik,iktidara rağmen kanun-nizam dinlemeden re-jimi korumak adına idareye el koyacaktır" me-sajı, yönetenlerin hiç hoşuna gitmemişti.Hatta Cumhuriyet Savcılığı, Ulus Gazetesi hak-kında soruşturma açmıştı… Ancak, soruş-turma safhasında DP'nin bu nutku daha önceBüyük Kongre'de okuttuğu ortaya çıkınca, sav-cılık takipsizlik kararı vermişti.

Volkan BİRKAN

Bursa Nu tku ’na Da i r…(1)

Tarih

Page 24: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

24

Fakat şimdiye dek gelişen olaylara ek olarakCumhuriyet tarihiyle ilgili önemli eserlereimza atmış araştırmacı yazar Mahmut Goloğ-lu'nun eserlerinden birinde de Bursa Nutkukonu edilir: "Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938)" isimli eserinde bu konudan bahsedilirve diğer eserinden alıntı yapar. Bu kitabagöre;"1 Şubat 1933 tarihinde Bursa Ulucami'deezanın Türkçe okunmasına tepki gösteren birgrup gösterici valinin evinin önünde gösteriyapınca, bu olay Ankara'ya "gericilerin birayaklanması" olarak aktarılmıştır. O sırada İz-mir'de olan Atatürk, bazı yetkililerle 5.02.1933günü Bursa'da buluşarak olayı soruşturmuş;savcı, hâkim ve müftüye görevlerini savsakla-dıkları gerekçesi ile işten el çektirilmiştir. So-ruşturma sonunda olayın ayaklanma denecekkadar büyük olmadığı sonucuna varılarakhemen o gün Atatürk'ün resmi tebliği yayın-lanmıştır. Resmi tebliğ aynen şöyledir;"Bursa'ya geldim. Olay hakkında ilgililerdenbilgi aldım. Olay, aslında çok önemli bir olaydeğildir. Herhalde bilgisiz gericiler CumhuriyetAdliyesinin pençesinden kurtulamayacaklar-dır. Olaya özel bir önemle eğilmemiz, dinin si-yasete ya da herhangi bir kışkırtmaya vesileedilmesine hiç müsamaha etmeyeceğimizinbir daha anlaşılması içindir. Meselenin mahi-yeti esasen din değil, dildir. Kesin olarak bilin-melidir ki; Türk milletinin ulusal dili ve ulusalbenliği bütün yaşantısında onun hizmetindebulunacak ve onun temeli olarak kalacaktır."Resmi kayıt ve belgelere göre Bursa olayı bu-rada bitmiştir ve Atatürk aynı gün Mudan-ya'ya, oradan Gülcemal Vapuruyla İstanbul’adönmüştür. Yıllar sonra Atatürk 'ün Bursa 'dagençliğe bir nutuk verdiği söylentileri çıkarıl-mışsa da yapılan inceleme ve araştırmalar so-nucunda bu söylentilerin asılsız olduğu tespitedilmiştir. (Bakınız: Mahmut Goloğlu, Tek Par-tili Cumhuriyet, Sh. 89-90, Kalite Matbaası,Ankara, 1974)1958’de Ulus Gazetesi’nde Bursa Nutku’nunyayımlanmasından ötürü soruşturma açıldığızaman olayın bir tanığı daha ortaya çıkmış ve

tarihçi Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu olaya “Bu olay Arapça ezanın kaldırıldığı zaman ol-muştur. Mustafa Kemal İzmir’deydi. Bursa’daUlucamii’de bir müezzinin ezanı Türkçe oku-mayıp Arapça okuduğunu öğrendi. Sofraday-dık, derhal hususi trenin hazırlanmasınıemretti. Tren öylesine bir şekilde geldi ki, Ka-raköy’e kadar Mustafa Kemal bağırıyordu.“Yavaş gidiyor daha süratli”. Karaköy’den oto-mobille gayet bozuk bir yoldan Bursa’ya va-rıldı. Paşa’nın oradan kalkıp Bursa’ya geldiğinihaber alınca, Ankara “Bu telaşa sebep ne”demiş. Bunu Mustafa Kemal duymuştu. “Birmüezzin Arapça ezan okuyor. Ne vali, ne müd-deimumi, ne polis hadiseyle ilgileniyor. Biz in-kılâp yapıyoruz. Bir milletin kaderini elimizealdık, çocuk oyuncağı mı bu işler? Bu eserinkurucusu benim. Bursa’da devlet makamlarıinkılâpları korumak için alakalanmadıklarındabenim ne yapmamı istiyorsunuz? Durmamımı?” dedi. Ondan sonra verilen yemekte busözleri (Bursa Nutkunu) söyledi. Konuşmanıngazetelerde neşredilmediğini hatırlıyorum.”

Bursa nutku; 1958’de ulus gazetesinde yayın-landıktan sonra Atatürk’ün Bursa Nutku’nusöylediğine tanık olduğunu iddia eden Bursalıgazeteci Musa Ataş ile tekrar gündeme geli-yor… Bu görüşlerini ölmeden bir süre önceBursa’da çıkan Hâkimiyet gazetesinin 5 Mart1963 Hâkimiyet ve 18 Mart 1963 tarihli nüs-halarında yayımlamıştır.

Musa Ataş, 18 Mart 1963 tarihli Hâkimiyet ga-zetesinde çıkan yazısında şöyle demektedir:

“Aradan 30 sene geçmiş. Bunları bulmak kolaydeğildir. Bursa gazetelerinde çıkanlar ise, sa-hipleri öldüklerinden koleksiyonlarının ne ol-duğunu bilmiyorum. Yalnız bu vaka üzerineBüyük Atatürk’ün yaptığı üç konuşmadan enmühimi olan belediye meclisi salonunda gen-çliğe yaptığı hitabesini mealen hafızamda sak-lıyorum. Orada Atatürk gençliğe hitabendemiştir ki: “Bu hadise mühüm fiili bir hareketdeğildir. İrticai bir mahiyeti de yoktur. Fakat

Page 25: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

25

size şunu bildireyim ki, meş’um Menemen irti-cai hadisesi, inkılâplarımıza karşı yöneltilen birhareketi önleyici Türk gençliğinin mevcut ol-duğunu göstermiştir. Kubilay gibi genç veidealist bir ihtiyat zabiti kendisini bu uğurdafeda etmiştir. Onu örnek alın. Herhangi irticaibir hareket olursa onun karşısında daima sizbulunacaksınız. Çünkü inkılâplarımızı ve Tür-kiye Cumhuriyeti’ni size emanet ettik. Hangişartlar altında olursa olsun hiçbir devlet kuv-vetine dahi dayanmadan bunları siz koruya-caksınız. Alacağınız kuvvet bütün Türkmilletinindir. Böyle hareketlerde sizi perva-sızca daima bunların karşısında görmek Türkmilletinin en büyük inancıdır.”

Bu konuşmadan sonra gençler Atatürk’ü hara-retle alkışladılar. “Yolundayız Paşam” dediler.Üç yıl sonra 1966 yılındaYargıtay, Adalet yılı açılı-şında bu nutku okumuşturve dönemin Başbakanı Sü-leyman Demirel bu nutkungerçek olup olmadığınınşüpheli olduğunu beyaneder. Tartışmalara Afetİnan, Bahri Savcı gibi ünlütarihçi isimler de katılır vebirbirinden farklı görüşlerortaya atılır. Türk Tarih Ku-rumu’ndan bir bilirkişi he-yeti kurması istenir. Fakatkonu kendiliğinden kapa-nır.Yine aynı yıl içinde 1966yılında Türk Tarih KurumuBursa Nutku hakkında bir karar alır. Karar aşa-ğıdaki gibidir.“Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’nun 24Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova AsliyeHukuk Hâkimliğinin 27/9/1966 tarih ve1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Ata-türk’ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerinegerekli incelemeler yapılmıştır. Bu incelemelersonunda bu sözlerin Atatürk’ün 1933 Şuba-tı’nda Bursa’da yaptığı konuşmadan mealen

alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış ol-duğu kanaatine oybirliği ile varılmıştır.”“Bakınız: Atatürk’ün Bursa Nutku (Tanık veBelgelerle), Reşit Ülker, Cumhuriyet GazetesiKitapları”***1966’nın 12 Aralık günü idi. Bülent Ecevit Er-zurum' da Doğu Sineması salonunda konuşu-yordu. Öğrenciler bir ara Ecevit' inkonuşmasını Gazi Osman Paşa türküsüyle kes-mişler ve bunun üzerine Ecevit öğrencilereşunları söylemişti:"Aziz gençler, Türk toplumunda Gazi OsmanPaşa türküsünün şimdiye kadar iki çıkışı ol-muştur. Birinci çıkışta, bu türkü, Türk halkınınbağımsızlık aşkını dile getiren bir türkü idi. 28-29 Nisan 1960 ' a rastlayan ikinci çıkışında, butürkü Türk halkının hürriyet aşkını dile getiri-

yordu. Bugün 12 Aralık 1966 günü, Erzurum'da sizlerin ağzından türkünün üçüncü çıkışıoldu. Bu sefer aynı türkü Türk halkının sosyaladalet ve insanlık anlayışını dile getiriyor."Bu arada Atatürk Üniversitesi öğrencileri Ec-evit' e bir kâğıt göndermişler ve Atatürk'ünBursa Nutku konusundaki düşüncesini öğren-mek istediklerini bildirmişlerdi. Öğrenci kuru-luşlarının çeşitli toplantılarında, Atatürk' ünBursa nutkunun okunması, iktidar partisi or-

Page 26: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

26

ganlarında bir kampanya açılmasına neden ol-muştu. Yapılan yayınlarda Bursa nutkununAtatürk' e ait olmadığı ileri sürülüyor ve bu id-diayı doğrulayacak sözde belgeler ortaya atılı-yordu. Ecevit, öğrencilerin bu sorusuna şu cevabıvermişti:"Atatürk Türk Devleti yıkılmak üzere olduğuvakit, (bu devletin ordusu var, polisi var, jan-darması var, benim neme gerek ) deyip İstan-bul'da bir köşeye çekilmemiştir. 19 Mayıs1919 günü Anadolu’ya çıkıp Türk Kurtuluş Sa-vaşı' nı açmıştır. Bunu yapan insan, Bursa nut-kunu da söyleyebilecek insandır." Halk bucevabı ayağa kalkarak alkışlamıştı. (14 Aralık1966, Milliyet Gazetesi)"Atatürk'ün Bursa Nutku için önce " muhayyelbir anarşi fetvası" diyen zamanın Başbakanıise Atatürkçü ve devrimci çevrelerden gelentepki üzerine 27 Kasım 1966 günü iktidar par-tisinin Büyük Kongresinde, Atatürk'ün Bursanutkunu "karışıklıklara yol gösteren devletanlayışını, kanun hâkimiyetini, asayiş ve inzi-bat fikrinin yıkılmasını tavsiye eden" "Ata-türk'e nisbeti son derece şüpheli" bir nutukolarak nitelendirmiş ve Atatürk'e ait olduğu-nun ispatını istemişti." (Bakınız: Atatürk'ünBursa Nutku-Reşit Ülker, 1998, CumhuriyetGazetesinin Okurlarına Armağanı Kitapçığı)Fakat yukarıda cereyan eden olayların tarihinebaktığımızda Ecevit’in ve iktidar partisininyaptığı açıklamalarda da bir çelişki vardır.12aralık 1966 ‘da Ecevit’in alınan karardan ha-beri olmayıp kişisel yorumunu yapmıştır, kiaynı zamanda iktidar partisinin Başbakanı da27 Kasım 1966’da partisinin Büyük Kongre-sinde, Atatürk'ün Bursa nutkunu "karışıklık-lara yol gösteren devlet anlayışını, kanunhakimiyetini, asayiş ve inzibat fikrinin yıkılma-sını tavsiye eden" "Atatürk'e nisbeti son de-rece şüpheli" bir nutuk olarak nitelendirmişve Atatürk'e ait olduğunun ispatını istemişti."Ve her iki liderde 1966 yılında alınan mah-keme kararından habersiz açıklamalar yapmış-lardır.Zamanın İstanbul milletvekili Reşit Ülker 3

Aralık 1966 da Ulus Gazetesindeki bir yazı di-zisinde o yılların olaylarını şöyle izah eder:"Sene 1958. Nurculuk olayları almış yürümüş-tür. 13 Mayıs 1958 tarihli Ulus Gazetesindeilginç bir haber yer almaktadır: Nurcular gaze-telere tehdit mektubu gönderiyor. Haklarındaadli takibat yapılan nurcular gazetelere tehditmektupları göndermekte devam ediyor."Bu olaylar karşısında 19 Mayıs 1958tarihli Ulus Gazetesinde birinci sahifede çer-çeve içinde Bursa nutku yayınlanmıştı. Buyayın üzerine kuşkuda olan iktidar Ankara sav-cılığını harekete geçirmiş, bir taraftan da baştaiktidar organı olan Zafer gazetesi olmak üzereBursa Nutku aleyhinde kampanyaya girişmiş-lerdir. Gazetenin çıktığı 19 Mayıs 1958 günüsaat 22:30 da Basın savcısı Cumhur Oyma-koğlu Ulus Gazetesine telefon ederek deme-cin aslının nerede olduğunu sormuştur. Ayın20 sinde gazeteci Ülkü Arman Adliyeye götü-rülmüştür. Savcı Rahmi Ergil ve BaşyardımcısıZiya Ülgener tarafından sorguya çekilmiştir.Yazının kaynağının en kısa zamanda bulun-ması istenmiştir.”Zafer Gazetesi de Bursa Nutku için şu satırlarıyazmakta idi: “Atatürk adına sahte metinlerkaleme almak ve kendi uydurması olan bir be-yannamenin altına Atatürk imzasını atmaklasiyasi sahtekârlıkla kalpazanlığı, artık üzerindedurulması lazım bir hududa götürmüştür. Ata-türk böyle saçma ve yatalak mantıklı sözlersöylemez." Ulus gazetesinde ve o sırada çıkanbütün gazetelerde tartışmalar günlerce sürdü.Sonra neşriyat kesildi."Bir de eski D.P.li Şeref Balkanlı'yı dinleyelim:"Muhalefetin en hızlı en çetin yıllarıydı. 1949yılında İzmir'de Ankara Palas salonlarında D.P.II kongresi yapılıyordu. Ben o zaman Merkezilçe idare Kurulu üyesiydim. O zaman muhale-fet partisi genel başkanı olan Celal Bayar banael yazısı ile yazdığı bir yazı verdi ve şunları söy-ledi: "Şeref, bu Atatürk'ün Bursa’da söylediğitarihi nutuktur. Kongrede senin okumanı isti-yorum. Bunun üzerine o gün Kongrede yaptı-ğım konuşmamın sonunda Atatürk'ünnutkunu okudum. Bu nutkun okunması üze-

Page 27: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

27

rine Kongre ayağa kalktı, dakikalarca alkışdevam etti. Beni omuzlara aldılar. Bu nutkunokunmasının geniş akisleri oldu, gazetelerdeyer aldı. Ama herhangi bir takibat açılmadı.Bu konuda takibat yapılıp yapılmadığı defa-larca D.P. ileri gelenleri tarafından bana Anka-ra'dan telefonla soruldu."Aradan yıllar geçti. 1958 yılında bu Nutuk 19Mayıs günü Ulus Gazetesinde neşredildi vebu neşriyat üzerine taki-bata geçildi. Bununüzerine İzmir'deki De-mokrat İzmir gazete-sine durumu açıkladım.Gazete, 1949 yılındakiKongre haberinin de klişesini koydu. Bir kaçgün sonra Başbakan beni telefonla Anka-ra'dan aradı. Ve mesele nedir, diye sordu.Anlattım… Bunun üzerine 1949 yılındahakkımda takibat yapılıp yapılmadığınısordu. Hayır, dedim . Başbakan banatelefonda, o zaman, peki, Adliye Ba-kanı ile temasa geçeyim, dedi. Taki-bat durduruldu ."( 1 Ekim 1966,Milliyet)25 Kasım 1966 da Cemalettin Ünlü,Ulus Gazetesindeki yazı dizisindeAtatürk'ün Bursa Nutkunun ne şart-lar altında söylendiğini şöyle anlatı-yordu:"23 Ocak 1930 da Menemen' de öğ-retmen ve yedeksubay MustafaFehmi Kubilay gericiler tarafındanşehit edilmişti. İşte bu olaydan tamiki sene, bir ay ve sekiz gün sonra Bursa' dayız.1 Şubat 1933. Ezan ve kamet Türkçeye yeniçevrilmiştir. Atatürk devrimlerinin bu yeni adı-mına karşı direnme ise devrimcilerin büyükbir tepkisi ile karşılanacaktır. 1 Şubat 1933Bursa' sında, vakit ise öyle üzeridir. Ramazanınbaşlaması dolayısıyla ezan ve kametin Türkçeokutulması din adamlarına telkin edilmiştir.Ve artık Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeMüslüman Türkler ‘Tanrı uludur, Tanrı uludur!seslenişleri ile ibadete çağrılmaktadır. Bursa'da ibadette de Türkçe için atılan adıma karşı

bazı din adamları direnmektedir. Ulu camiinimam ve müezzinleri bu yüzden görevlerinegelmemişler, böylece pasif direnişe başlamış-lardır.” Fakat burada gözden kaçırılmaması ge-reken bir hususta 7 Şubat 1933’te hâkimiyetimilliye gazetesinde çıkan haberde İstanbul’dailk Türkçe kamet ve ezanın okunması haberiolarak geçiyor. Yani burada Türkçe ezanın tam

olarak hangi tarihte nerede okunduğuile ilgilide bir soru işareti karşımıza

çıkıyor."Olay günü Ulucami müezzini

yerine başka biri okumuşturezanı. Türkçe ezanı değilArapça ezanı okumuştur. Olaybir polis memuru tarafındantutanakla tesbit edilmiştir.Diğer bir kişinin de kametiArapça okuması, bunun da

polis tarafından bir tutanakla tes-biti, camide bulunan bir muhafaza-

kâr zümreyi önce korkutmuştur. Bukorkunun yanyana getirdiği insanlar na-

mazdan sonra "Din elden gidiyor" slo-ganları ile cemaati tahrik etmişlerdir.

"Tahrikçilere kapılanlarla olayları seyirolsun diye izleyenlerin de katıldığı bir ka-labalık, gösteri yürüyüşü havası içindecaddeye dökülmüşlerdir. Hükümet kona-ğına varmışlar, valinin yerinde olmadığınıöğrenmişlerdir ."Bundan sonrasını Reşit Ülker Yazı dizi-sinde şöyle anlatır: "Bu sırada olayı bastır-maya polis geliyor. Olayın elebaşıları

yakalanarak mahkemeye veriliyor. Birçokkimse tevkif ediliyor ." ( Ulus Gazetesi 25Kasım 1966) Olay Atatürk' e duyurulmuştur.Atatürk Isparta' ya gidecekken 4 Şubat günüyolunu değiştirip İsmet İnönü ile birlikteBursa' ya doğru hareket etmiştir. Ve büyük birhızla 5 Şubat 1933 günü sabah beşte Bilecik'evarmış, oradan da sabah olmasını bekleme-den otomobille hareket etmiş ve 9.30 da Bur-sa’ya varmıştır. Atatürk' ün büyük bir hızlaBursa'ya gelmesini Cumhuriyet gazetesindeYusuf Ziya bey şöyle anlatmaktadır:" Yirmi iki

Page 28: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

28

gündür adımlarının izleriyle yurdu bir altın ha-leye saran Gazi, Afyon tepelerini aydınlatırkenBursa ovasına küçük bir irtica gölgesi çöktü.Bir anda onun bir tepeden bir ovaya karanlık-ları yırtan bir yıldırım hızıyla düştüğünü gör-dük." ( 8 Şubat 1933-Cumhuriyet Gazetesi)"Ertesi gün Türkiye' deki bütün gazetelerBursa' daki olayı büyük manşetlerle bildiriyor-lar. Bursa'ya gelerek hadiseyi bizzat tahkikeden Gazi'nin, Anadolu Ajansı vasıtasıyla ef-karı umumiyeye beyanatı şöyle olmuştur :" Bursa' ya geldim. Hadise hakkında alakadar-lardan malumat aldım. Hadise haddizatındafazla ehemmiyeti haiz değildir. Herhalde cahilmürteciler Cumhuriyet adliyesinin pençesin-den kurtulamayacaklardır. Hadiseye bilhassadikkatimizi çevirmemizin sebebi dini, siyasetve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla mü-samaha etmiyeceğimizin bir defa daha anlaşıl-masıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değildildir. Kati olarak bilinmelidir ki, Türk milleti-nin milli dili ve milli benliği bütün hayatındahakim ve esas kalacaktır.""Atatürk olaya fazla önem vermemişti amaolay sırasında arzulanan tepkiyi gösterememişolmaları sebebiyle Evkaf müdürünün, Bursasavcısının, Bursa müftüsünün işine son veril-mişti. İşte Atatürk' ün o gün yaptığı üç konuş-madan biri de bugün tartışması yapılan Bursanutkudur ." ( Ulus - 27 Kasım 1966 )"İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gen-çliği", dedi. (Cemalettin Ünlü'nün yazı dizisi -26 Kasım 1966, Ulus Gazetesi)Cemalettin Ünlü 25 Kasım 1966 da Ulus Gaze-tesindeki yazı dizisine şöyle devam ediyor:"1950’nin 14 Mayısında iktidara geçen Demo-krat Partinin ilk icraatı ise ezan ve kameti tek-rar Arapçaya çevirmesi olmuştur. Daha sonraçeşitli hükümet davranışlarıyla çeşitli irticaolayları hoş görülmüş, desteklenmiştir. Oykaygısı ile her türlü tavizciliği mubah sayan çı-karcı politikacıların bu davranışları yüzündenticaniler sokaklara dökülmüş; daha sonraki yıl-larda ise yine hükümetin desteği ile çeşitliadlar altında örgütlenmişti27 Mayıs devrimi ile meşruiyetini kaybetmiş

olan iktidar saf dışı edilmiştir. Anayasası ile deyeniden demokratik düzene dönülmesi, 1965seçimlerinde ise yeniden tutucu ve gerici birpartinin iktidara gelmesi gerici akımların yenibaştan gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Dahasonra Demokrat Parti iktidarına sıkı sıkıyabağlı olan bir Adalet Partisi iktidarı da bu1933, 1950 yılları olaylarının ilişkilerine doku-nulmasından elbette gocunacaktı.''O günlerde doğrudan doğruya Atatürk'ekarşı çıkmaya güçlerinin yetmiyeceğini bildik-leri için bu Bursa konuşmasının metnini çürüt-meye kalkmışlar, bir savaş hayhuyu içindebu konuşmaya saldırmışlardır."Gene 25 Kasım 1966 tarihli Ulus gazetesindezamanın İstanbul milletvekili Reşit Ülker şöyleyazıyor:"Bu nutuktan korkulduğu içindir ki ona hücumedilmekte, inkâr edilmekte, hakkında kovuş-turma yapılmakta, hakkında dava açılmaktave en nihayet onun Stalin tarafından söylen-miş bir komünist manifesti olduğu gibi bir id-diaya kadar gidilmektedir. Çünkü bu yolasapanlar inkılapları ve rejimi çiğnemek ve çiğ-netmekle ayakta durabilmektedirler. Dini poli-tikaya alet edenler, Türk milliyetçiliğine, Türkmilletine, Türk devrimlerine düşman olan, hal-kın egemenliği yerine, halkı egemenliktenyoksun bırakarak şeriat düzenini getirmek is-teyen, İslam birliğini ve medreseleri isteyen,nurcuları ve bütün devrim düşmanı akımlarıdestekleyenlerdir. Bu nutkun kendilerine karşıAtatürk tarafından söylendiğini bildikleri içinve bu nutkun dünyayı başlarına yıkacağını bil-dikleri için onu yok etmek istemektedirler."26 Kasım 1966 - Reşit Ülker 'in Ulus Gazete-sindeki Yazı dizisinden: " Nutuktan açıkça an-laşılmaktadır ki Atatürk' ün verdiği görevinkılâplar ve rejim konusundadır. Rejim TürkCumhuriyetidir. Yeni anayasamızın deyimiyle"insan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı,sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur verefahını gerçekleştirmeyi ve teminat altınaalmayı mümkün kılacak demokratik hukukdevleti" dir.

Devam Edecek ...

Page 29: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

29

Malumunuz Türkiye’miz eskilerin‘’nev-i şahsına münhasır’’ diyetabir buyurdukları, kendine özgü

özellikleri hayli fazla bir memlekettir. Uluslararası literatürde uzun zamandır yer alan vetanımlamaları hususunda genel bir konsen-süsün sağlandığı bir çok kavramın bizde algı-lanış biçiminde ki tuhaflıkları gördükçe bumeseleyi yazmak zaruri hale geldi.

Durmuş Hocaoğlu hocanın ‘’…Dünyanınen ileri dini, dünyanın en geri insanlarınınelinde…’’ tespitini ilk okuduğumdan bericiddi bir haklılık payı olduğunu düşünmü-şümdür. Lakin son dönemde sağlam bazıkaynaklardan öğrendiklerim yukarıda ki tes-pitin ne kadar doğru olduğunu tam mana-sıyla idrak etmemi sağladı.

Bilindiği üzere biz Türkler umumiyetle iti-katta İmam Maturidi Hazretlerinin kurduğuMaturidi mezhebine,amelde ise İmam-ıAzam Ebu Hanife Hazretlerinin Hanefi mez-hebine intisap etmişizdir. Türk milletininİslam öncesi dönemde de yüksek olan ahlakiseciyesi,İslam’la müşerref olduktan sonra kisüreçte bilhassa zaten Türk asıllı olan İmamMaturidi’nin anlayışının bütünüyle Türk’ünyapısına uygunluğu ile bütünleşerek bizceAsr-ı Saadet’teki,yani Peygamber Efendi-miz’in dönemindeki İslam anlayışına enuygun hale gelmişti. Yavuz’un Mısır fethisonrası payitahta dönüşünde beraber getir-diği Eşari alimlerin etkisiyle yavaş yavaş de-ğişmeye başlayan inanç yapımız başlı başına

yüzlerce tez konusu olabilecek boyutta kabuledilebilir.

Bu kısa tarihi anekdottan sonra DurmuşHocaoğlu’nun tespitini tam anlamıyla idraketmemize sebep olan meselelere gelebiliriz.Bilindiği üzere Türkiye’de bilhassa son 10 yıl-dır yaşanan sermayenin el değiştirmesi süre-cinde kendini ‘’muhafazakar’’ olaraktanımlayan kitleye mensup bir zümre millihasıladan daha fazla pay almaya başladı. El-bette buraya kadar bir sorun yok,hatta ken-dini tanımladığı sıfatlardan biri de‘’muhafazakar’’ olan bu satırların yazarı içinnötr karşıladığını belirtemeyecek olumlu birgelişme bile sayılabilirdi bu değişim. Lakinmuhafazakarlığı salt bir söylem ve libasa in-dirgeyen, Anadolu’dan çıkmasına rağmen butoprakların ruh köküyle bağlantısız bir zümresermaye değişiminin verdiği rehavetle hakikimütedeyyin insanlarımızın kanını dondura-cak işlere imza atmaya başladı.

Sayıları her geçen gün artan ve umumi-yetle zengin ‘’muhafazakarlar’’ ın tercih et-tiği bazı tatil bölgelerinde yaşananlar artıkyüz kızartacak aşamaya gelmiştir. İş o rad-deye gelmiştir ki; yatla düzenlenen turlardazennelere (erkek dansöz) göbek attırılmakta,başlarındaki mukaddes örtüyü kirlettiklerininfarkına bile varamayacak kadar küçülmüş ha-nımlar zenneye eşlik etmektedirler. İslam’ıngüzelliklerini kavrama çabasını göstermeyengenç kızlar ,(başörtüsü diyerek manasını de-forme etmek istemediğim için sadece örtüdiyeceğim), kafalarındaki örtülere verdiklerişekillerle çevreye’’sevgilim yok’’ ya da ‘’sev-

‘“HASTALIKLI’’ MUHAFAZAKARLIK

ve“HASTALIKLI” LAİKLİK

H. Raşit YILMAZ

Deneme

Page 30: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

30

gilim var’’ mesajını verebilecek bir kıyafetdili bile oluşturmuşlardır. Sütçü İmam’ın ba-şörtüsüne uzanan el için Maraş’ı kana bula-dığı günlerden gelen bir millet için bu durumızdırabın da ötesinde duyguları doğurmalıdır.

Elbette yukarıda lafzı geçen zümre zatengeneli muhafazakar olan milletimizin içindençıkan ‘’muhafazakar’’ zenginler arasında bileazınlık oluşturmaktadır. Lakin bu ‘’hastalıklı’’muhafazakarların oluşturmayabaşladığı sıkıntı artacak gibi gö-rünmektedir. Mesele sosyolog-lar tarafından derinlemesineincelenmeye muhtaç bir konu ha-line gelmiştir.

Her kavramı dejenere etmedeki us-talığımızdan ‘’laiklik’’ te nasibini almadıdemek mümkün değildir. Cumhuriyetinkuruluşundan itibaren doğal süreçte‘’laiklik’’ kavramının evrensel normlarayaklaşmasını bekleyenleri şaşırtacak birsonuçla karşı karşıya kaldık diyebiliriz.Maalesef katı ve örneği demokratik ül-kelerde bulunamayacak bir laiklik anlayı-şının bilhassa bir zümre içerisinde ki dozuher geçen gün artmaktadır. Laikliği ‘’cahilhalkı saplanıp kaldığı orta çağ karanlığındanmillet istese de istemese de kurtarmak’’ ola-rak algılayan seçkinci bir zihniyettir ülke-mizde ki. Milletin manevi dinamikleriniküçük gören ve anti-demokratik metodlarıbu dinamiklerle mücadele için kullanmaktançekinmeyen bir sözde ‘’laiklik’’ anlayışının ül-kemizde var olması esasında bu topraklarınve Türk milletinin doğasına aykırıdır. Çöl sıca-ğında paltoyla dolaşmak ya da kutuplardaşortla gezmek kadar abestir. Ümit Özdağ Ho-ca’nın ifade ettiği gibi ‘’Denetimini kendiyaptığı, öğretmenlerini kendi atadığı,kitapla-rını kendi bastığı’’ bir okuldan,İmam-hatip-lerden endişe edilmesi de yine bizimülkemize mahsus hallerdendir.

Aynı görüşe mensup erkek öğrencininüniversiteye girebilmesi, bunun yanında kızöğrencinin girememesi de yine bu ‘’hasta-lıklı’’ laikliğin sonucudur. Atatürk’ün benim-sediği milletin değerlerini hakir görmeyenanlayışla, İnönü döneminin ezici laikliği ara-sından günümüzün laiklerinin İnönü anlayı-şını benimsemesi de oldukça manidardır.

Kendilerini ‘’laik’’ olarak tanımlayanzümrenin bir kısmı arasında laiklik anlayışı-

nın din karşıtlığı, özelde ise İslam karşıtlığıolarak algılanması ülkemizin son asırda

ki en büyük talihsizliklerindendir.

Açık olarak ifade etmek gere-kirse, Türk milleti fıtratı gereği ne‘’hastalıklı’’ muhafazakarlığa ne de‘’hastalıklı’’ laikliğe müspet baka-maz bundan sonra da bakmasıbeklenemez. Ortak özellikleri‘’hastalıklı’’ olmak olan bu ikizümre arasında ki iktidar müca-

delesi milletimizin çok kıy-metli olan vaktinigereğinden fazla almıştır.

Toplamı % 15’i geçmeyen bu iki grubun kav-gasının gürültüsü milletimizin dünyada olupbitenlere kulak kabartmasını engellemektebu durumda Türk devletinin yeterince güçlüolmadığı bir dünyanın yeterince huzurlu ola-maması sonucunu doğurmaktadır.

İnancımız odur ki; Türk milleti kan don-durucu ‘’hastalıklı’’ muhafazakarlık ve tüylerürpertici ‘’hastalıklı’’ laiklikten azat olacak vevaktini çok daha önemli konulara ayırabile-cektir.

Gerici, ilerici… Düşünce hürriyeti

bu mülevves kelimelerin

esaretinden kurtarmakla başlar.

CEMİL MERİÇ

Page 31: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

31

Edebiyat üzerine teoriler aktaracak deği-lim. Ancak diğer sosyal bilimlerle olduğugibi edebiyatın tarih ile de yakın, tabir ye-rinde ise bazen iç içe, hatta omuz omuzabir ilişki içerisinde olduğu da söylenebilir.Bu durum birbirinin külüne muhtaç kom-şular misali gibidir şeklinde ifade edilirsede yerindedir. Ancak “Edebiyat Tarihi” iletarihi, tarihi şahsiyet ve vakaları edebiya-tın hafızasına bir edebiyat ürünü olarakkaydetmenin ayrı alanlar olduğunu daişaret etmek isterim.

Ortaylı’nın aktardığına göre (Tarihinİzinde.s.137) “Balkan Savaşından sonra‘Ne olur bu Türkler bu savaştan sonra?’demişler. Ernest Renan ‘Türkler bunuunutturmayacak bir edebi güce sahipdeğil. Hakikaten bunlar bunu aşabilecek,bunu bir kine çevirebilecek, bir hafızayadöndürebilecek milli bir edebiyata sahipdeğiller’ demiş.” Renan, bu sözünde çokhaklıdır. Türkler kendilerine yapılan hiçbirşeyi “kine çevirme” gibi bir çaba içerisinegirmedikleri gibi böyle bir durumu da dü-şünmemişlerdir. Hatta daha da ileri gide-rek kendilerine yapılan zulümleri,haksızlıkları affetmeyi ve unutmayı seç-mişlerdir. İşte bundan dolayı edebiyat vesanat eserlerinde bu millete yapılan zu-lümler bir hafıza olarak kaydedilmemiş-lerdir. Elbette bunun acı sonuçları,neredeyse aradan asırlar geçmesine rağ-men Türk Milleti’nin kendisine çektirilmişve çektirilmeye de devam ettirilmektedir. Kin tutmamak nasıl ki Türk Milleti’ninolumlu bir özelliği ise, kendi milletine ya-pılanları veya insanlığa katkıları edebiya-tın hafızasına kaydetmemek de Türk

yazarının büyük bir eksikliği olmuştur. Bueksiklik biraz da edebiyatın gücünü yadikkate almamak ya da önemsememek-ten kaynaklanmıştır. Oysa sanat, maddeve manâ planının birleşmesiyle meydanagetirilen en tesirli güçlerden biridir. Edebi-yata da bu güçten büyük bir pay düşer ki,buna edebiyatın gücü diyebiliriz. Edebi-yat, milletlerin gelecekte ilim ve teknolo-jiye bakacağı gözlüğü, kendi gücüsayesinde takar. Bir milletin geçmiştengeleceğe doğru köklü kenetlenme halka-larını, aynı dayanışma duygularını pay-laşmasını, aynı kültür havasını teneffüsetmesini, edebi eserlerle daha sağlıklı vesürekli bir şekilde temin etmek mümkün-dür. Geçmişten günümüze yazılı edebi-yat ürünlerimizin, milletimiz içerisindebirlik ruhu uyandırıp daha da canlı halegetirdiklerini biliyoruz.

Sanatın tesiri, şekillendirilmesi, yönlen-dirmesi ve kültür taşıyıcılığı kısa zamaniçerisinde fark edilmediğinden, edebiya-tın gücü de sathî bir bakışla görülmeyebi-lir. Fakat uzun zaman dilimleri arasında,uzak ve yakın geçmişte edebiyatın gü-cünü fert ve toplum hayatında açık birşekilde görebiliriz. Edebiyatın, anlamıiçinde düşünüldüğünde, birleştirici, disip-line edici, eğitici, kolektif şuur oluşturucuve bu şuuru aksiyona dönüştürücü olmakgibi bir çok gücü vardır. Bu güçten tarihihakikatleri saptırmak ya da lehlerine birpropaganda vasıtası olarak kullanmak is-teyenler çok iyi yararlanırken, Türk yazarımevcudu tespit etme adına bile eksiklik-ler içinde olmuş denebilir. Son yıllardakibazı çalışmalar bu değerlendirilmenin dı-

Tarihi Edebiyatın Hafızasına Kaydetmek

İhsan KURT

Deneme

Page 32: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

32

şında tutulabilir.

Zamanımızda 1915’leri kendi lehlerinecanlı tutmaya çalışanların isyan işaretleriaslında 1890 öncesine dayanır. O yıl-larda Anadolu’nun birçok yöresinde isyangirişimlerinde bulunan, bazılarında kendi-leri açısından başarılar da elde eden Er-meni komitecileri 1915’leri aslında çeyrekyüzyıl öncesinden hazırlamışlar ve te-mellerini atmışlardır. Komitecilerin bu ha-reketlerinin beslenmesinde Anadolu’nunbirçok yöresine kurulmuş olan AmerikanMisyoner okullarının büyük payları ol-duğu tarihi belgelerin gösterdiği bir haki-kattir. Buna rağmen gerek sözdearaştırma-inceleme kitapları gerekseroman, tiyatro, sinema çalışmaları ortayakoyarak neredeyse bütün dünyayı aleyhi-mize çevirme girişimleri semeresini ver-miş ve vermeye de devam etmektedir.Türk yazarı, sanatçısı ve yapımcısı isehak ve hakikat cephesinde yer aldığı birkonuyu, sözde Ermeni soykırımı mesele-sini eserlerine taşımaktan genelde uzakkalma tercihini devam ettirmektedir. Budurum belki Türk Milleti’nin içinden çıkanTürk yazarının, sanatçısının affetme vebüyüklük yanlarından biridir. Bu şekildeyorumlar yapılabilir. Ancak karşıda acı-masızca ve çağın çok kollu saldırılarıylakarşı karşıya bulunulduğu düşünüldü-ğünde en azından bir savunma mekaniz-ması, kendini koruma içgüdüsü olarakedebiyat ve sanat eserlerinde iftira konu-sunun gerçek boyutlarıyla işlenmesi,kayda geçirilmesi de yadırganmamalıdır.Köklü tarihi geçmişi olmamasına rağmenortaya konan edebiyat eserleri, yapılanfilmler ile kendilerine tarih oluşturma ça-bası içerisinde olan ve bunda da başarı-lar kaydeden ülke artık dünyayı yönetmeve yönlendirme gücünü kendinde görebil-mektedir. Elbette bu durumda sadeceedebiyatın payının tek başına olduğusöylenemez. Fakat yine de edebiyat bir

hafıza ve aynı zamanda propagandaaracı haline getirilmekle hanelerine artılaryazılabilmektedir.Tarihimizi sorgulama meraklıları en azın-dan işaret ettiğimiz durumu hafızalarınınbir kenarına not etmelidirler. Elbette ede-biyatçılarımız da eserlerine…Tarihimizi sözde sorgularken, kendimizibaşkalarının yargılamasına fırsat vermetuzağına düşürülüyoruz. Ya da çarpık veçarpıtılmış yaklaşımların gözlüğü ilebakma gafletini gösteriyoruz. Evet “tari-himizle yüzleşelim”, “tarihimizi sorgulaya-lım” ama içindeki tuzaklara dikkatederek. Bize sunulan dayatmaları farkederek…

Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Birgün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhanehizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünügörüyor:-Ne yapıyorsun?Hizmetçi:-Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.-Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?-Hastalığını söyle.-Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günahişliyorum..-Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilereilâç hazırlıyorum..Parmaklığının arasından konuşulanları duyan birdeli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:-Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini bensöyleyeyim, diye seslendi.Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına soku-larak:-Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalbhavanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğindengeçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir...Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göre-ceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:-Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye bu-raya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olun-maya değer bir ilâçtır. Yani bu formülün hükmühâlâ devam etmektedir

Delinin veliye tavsiyesi

Page 33: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

33

Tarih

Yeniden doğu halkları kurultayı mı?Azerbaycan'ın en büyük şehirlerinden olan veSovyet dönemine ait petrokimya tesisleriyleünlü Sumgayıt şehrinden Bakü'ye gitmek içinbindiğim dolmuşta Azerbaycanlı bir arkadaşımda vardı. Bakü'ye yaklaşık bir saat uzaklıktaolan Sumgayıt, Stalin'in ağır sanayi hamlele-rinden en büyük payı almış ve Sovyetlerinetkin petrokimya tesislerine sahip olan sayılışehirlerinden biri olmuştu. Sırf bu yüzden"dünyanın havası en kirli ilk on şehri" listesinegirmeye de hak kazanmış bulunmakta.

Arkadaşım; ekser Azerbaycanlı gençte görebi-leceğimiz gibi, çantasından usulca kitabını çı-karıp iki şehir arasındaki zaman ve mesafeuzunluğunu kitap okuyarak bitirmeyi,ben ise her zaman olduğu gibi et-rafı temaşa etmeyi tercih etmiş-tim. Bir yabancı için bu,daha iyi bir seçenektir.Böylelikle çoğu zamanyerel halkın bile far-kında olmadığı ayrın-tıları eldeedebilirsiniz. Birbaşka sebep de,Azerbaycan yolları-nın sürekli inşaathalinde olmasındandolayı oluşacak yolsarsıntılarına karşı kitapokuma meselesi birtürlü verimli olamıyorbenim için. Arkadaşın okuduğu kitap Ameri-kan Tarihinin Ana Hatları adını taşıyordu."Herhalde Rus tarihini okuyacak hali yok" diyegeçirdim içimden. O alanda bize nazaran dahabilgili olmalarıydı bunu söylememe sebep.Ancak bir yöneliş de seziliyor. Batıya doğru biryöneliş. Ve şimdiye kadar görülmediği şekildeçok hızlı bir yöneliş. Özellikle gençlerin batı ül-

kelerini görme istekleri had safhaya gelince,"çalış ve gez" etiketindeki aracıların ve farklıülkelerin eğitim/kültürel alanlarda oluştur-duğu grupların faaliyetleri de bir o kadar art-makta.

Tabii ki bu imkânları değerlendiren gençlerinhayata bakış açısı değişmekle beraber, kültü-rel birikimi de zenginlik kazanmakta. Üniversi-telerin sosyal bilimler alanlarında okuyangençlerin Brejnev'den Gorbaçov'a kadarki dö-nemde batı dünyasında neler olduğunu araş-tırmaları bana bir intibahın habercisi gibigeldi. Bu işlerin en başta okumaya başlamaklagerçekleşeceğini savunan arkadaşım da, ben

bunları düşünürken diğer Azerbaycanlılargibi aynı soruyu yöneltti:

"Türkler (Türkiye'den gelenler)neden hiç kitap okumuyorlar?"

Ve her zaman sorulan busoruya aynı şekilde

cevap verdim: "Gençlikişte..."

Bu soruya kızsakda, yanlışlığını tar-

tışsak da ortada birgerçek var ki, gençleri-

miz kitaplardan hayliuzak. Ve yine düşünmeyebaşladım ki, bugünkü

Azerbaycan'ı anlamakiçin malum dönemleri araştıran gençler gibibizim gençlerimizin de mesela, Kıbrıs mesele-lerinden Özal dönemine kadarki aralık hak-kında bilgi sahibi olabilmeleri, kısacasıülkesinin geçmişini ve geleceğini anlayabil-mesi için okuması, tartması, sorgulamaya baş-laması gerekiyor.

Fatih ÖZTARSU

Page 34: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

34

Bu soru, yıllar önce Malatya'da Bahtiyar Va-hapzade'nin halkımıza verdiği cevabı hatırımagetirdi. Ülkemizde kitapların bir defada yaptığıbaskının yedi-sekiz katını Azerbaycan kendi çı-kardığı kitaplara yapıyordu. Üstelik halkımızınekonomik seviyesi Azerbaycan halkınınkindendaha yüksekti. Durum böyleyken halkın kitapokuma seviyesinin herhangi bir tartışılır yanıda kalmıyor. Kitaplardan uzak oluşumuz heryerde meşhur ve az da olsa tenkit konusu. Busadece gençlerin meselesi değil, gençlere yönverenlerin, siz deyin üst tabaka biz diyelim ai-lelerin sorunudur. Arkadaşım Oğuz Alyanak dabir soru soruyor makalesinde:

"Türk gençliği, geniş anlamıyla 15-30 yaşgrubu, nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturur-ken, 177 ülke arasında yapılan İnsani KalkınmaDeğerleri Araştırmasında Türkiye'nin 92. sı-rada yer almasının asıl sorumlusu biz gençlermidir? Aynı şekilde eğitim araştırmasında daTürkiye'nin alt sıralarda yer alması; yani gen-çliğimizin eğitimsiz olmasının mesuliyeti kimeait?"

Evet, bir intibah bekliyoruz. Bir dönemin YusufAkçura'sı, Gaspıralı İsmail'i, Ali Hüseyinzade'si,Ziya Gökalp'i nasıl yetiştiyse, bugünün Türkgençliği de aynı şekilde yetişmeli. Ve yine o za-manlarda olduğu gibi doğudan yükselecek birintibah gerçekleşmelidir. Bugün doğu ülkeleri-nin hakkını savunabilecek bir Sultan Galiyevortaya çıkaramıyorsak, Nuri Paşa gibi aksiyo-ner insanlarımız her türlü imkânsızlık yüzün-den ebediyen görünemeyecekse, hem ülkeolarak hem de tarihi vasıflarımız hususundakaybettiğimiz çok şey var demektir.

Dolmuşumuz Sovyetlerin dağılış dönemindeAzerbaycanlılara yaptığı ve kanlı bir veda me-sajındaki 20 Ocak Katliamı'nın gerçekleştiği 20Yanvar'da durunca, tüm ideallerin daima sos-yal yaşantı dışında oluştuğunu, mevcut sistemiçine girince pek çok değerden taviz verildiğinihatırıma getirerek içten bir üzüntü yaşadım.

İçinde bulunduğum şehir 20. yüzyılın enbüyük doğulu fikrî akımların başlangıç ve geçişnoktası olsa da, sistem her yerde aynı ve be-denleri zaptettiği gibi fikirleri de çarkları ara-sında parçalıyor, yok ediyor. Yoksa kim istemezki, emperyalizmin yumrukları altında inleyenmazlum halklar için yeni bir Doğu Halkları Ku-rultayı yetişmiş gençlerimizle yeniden yapıl-sın? Hem de aynı şehirde!

Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde

cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında

dalkavukluk bulunmasın.

Bize lazım olan gençlik bir fırka veya

zümre gençliği değildir. Biz fırka ve

şahsiyetlerin ebediliğine kani değiliz.

Her şeyden üstün, her şeyden önce bir

Türkiye vardır. Biz Türk Gençliği istiy-

oruz!

Bize yalnız dans etmesini, iyi giyin-

mesini, kur yapmasını ve aşık olmasını

bilengencin lüzumu yoktur.

Bize bugün mesleğinde usanmadan

çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan

ölebilecek genç lazımdır.

Hüseyin Nihal ATSIZ

Page 35: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

35

TARİHTE BU AY

1 Nisan (1921) II. İnönü Zaferi kazanıldı2 Nisan (1920) Halide Edip, Dr. Adnan Adıvar,

Yunus Nadi ve birçok Mebus ile aydın gizlice Ankara'ya

geçti.3 Nisan (1937) Karabük Demir-Çelik Fabrikası

açıldı. 4 Nisan (1997) Türk Dünyasının Başbuğu

Alparslan Türkeş vefat etti.4 Nisan (1949) Washington'da anlaşmayla,

NATO kuruldu.5 Nisan (1453) Fatih Sultan Mehmet'in

Donanmasının İstanbul sularına ulaştı.

6 Nisan (1920) Mustafa Kemal Ankara'da, Anadolu Ajansı'nın kurulmasına ilişkin bir bildiri yayınladı.

6 Nisan (1973) Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanlığına Fahri

Korutürk seçildi. 7 Nisan (1957) Kızılay Kan Merkezi açıldı. 7 Nisan (1789) Sultan I. Abdülhamid'in

ölümü üzerine III. Selim tahta çıktı.

8 Nisan (1924) Şer'iye Mahkemeleri lağvedildi.

9 Nisan (1588) Mimar Sinan'ın vefat etti.10 Nisan (1845) Emniyet Teşkilatı kuruldu. 10 Nisan (1950) Mareşal Fevzi Çakmak öldü. 12 Nisan (1981) İlk Uzay Mekiği Colombia

uzaya Fırlatılışı. 12 Nisan (1991) Ateşkes Antlaşması'nın

yürürlüğe girdi,Körfez Savaşı resmen sona erdi .

12 Nisan (1931) Türk Tarih Kurumu kuruldu.16 Nisan (1972) Apollo 16 adlı uzay aracı aya

gönderildi. 17 Nisan (1993) TürkiyeCumhuriyeti’nin 8.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldü.

17 Nisan (1993) KKTC’de Cumhurbaşkanlığıseçimlerini Mehmet Ali Talat kazandı (2005).

19 Nisan (1947) Hindistan'da Kongre Partisiülkenin, Hindistan ve Pakistanolarak iki ayrı devlete bölün-mesini kabul etti.

20 Nisan (1924) 1924Anayasası Kabul Edildi. 23 Nisan (1923) TBMM açıldı. 24 Nisan (1830) Osmanlı Devleti Yunan Dev-

lettinin kurulması yönündeki protkolü imzaladı.

24 Nisan (1512) Yavuz Sultan Selim tahta çıktı.24 Nisan (1920) Mustafa Kemal TBMM

Reisliğine Seçildi.24 Nisan (2004) Kıbrıs Adası’nın yeniden

birleştirilmesine ilişkin refer-andum yapıldı. KKTC YüksekSeçim Kurulu’ndan alınan bil-giye göre; seçmenlerin yüzde64.91’inin Annan Planı’na

‘Evet’, yüzde 35.09’unun da ‘Hayır’ dediği belirlendi. GKRK’de ise, yüzde 75.83’ü ‘Hayır’, yüzde 24.17’sinin de

‘Evet’ oyu kullandığı belirtildi.25 Nisan (1962) Anayasa Mahkemesi kuruldu. 26 Nisan (1961) Yüksek Seçim Kurulu kuruldu. 26Nisan (1986) Çernobil nükleer santralinde

patlama meydana geldi.

28 Nisan (1915) "Hilal-i Ahmer" adı "Kızılay"a çevrildi.

29Nisan (1935) İstanbul – İzmir arasında ilktelefon hattı devreye girdi.

30 Nisan (1919) Mustafa Kemal Ordu Müfettişliği'ne getirildi.

30 Nisan (1945 )Adolf Hitler'in intihar etti.

Page 36: Turkuaz Dergisi 1.Sayı

36

Maurice Duerger. Siyaset Sosyolojisi.(Çev:Şirin Tekeli)İstanbul: VarlıkYayınları, 2004

SİYASET SOSYOLOJİSİ

Maurice Duerger, Fransa'nın siyaset bili-minde olduğu kadar sosyoloji tarihi vesorunları üzerinde çalışan en önemli uz-manlardan biridir. Duverger'nin "SiyasetSosyolojisi" adlı yapıtı bu konuyu bütünyönleriyle ele alarak enine boyuna in-celemektedir. Duverger'nin bu bilimdalındaki geniş yetkisi kitap üzerine fazlabir şey söylememizi ve siyasal bilimlerüzerinde çalışanların değil, sosyoloji vesiyaset ile ilgili bütün bu okurlarıyakından ilgilendirecek ve onlara çok şeyöğretecek bir nitelik taşımaktadır.

Lev Nikolayeviç Gumilöv.EtnogenezHalkların Şekillenişi Yükseliş veDüşüşleri.(Çev: Ahsen Batur). İstanbul:Selenge Yayınları, 2003

ETNOGENEZ| HALKLARINŞEKİLLENİŞİ YÜKSELİŞ VE

DÜŞÜŞLERİ

Rus tarihçisi ve etnoloğu Prof. L. N. Gu-milev`un bu eseri, başyapıtı "EskiTürkler"den sonra ikinci doktora tezi olarakhazırladığı bir diğer önemli çalışmasıdır.Etnogenez konusu, henüz Türkiye`de çok azbilinen bir bilim dalıdır. Dahası, üniversiteler-imizde etnogenezim okutulduğu herhangibir kürsü yoktur. Bu durumda, zaten yeter-ince bilinmeyen bir bilim dalının kendineözgü terminolojisi konusundan sıkıntı çek-ilmesi tabiidir. Özellikle çeviri eserlerde ter-minoloji yerine oturmadığı zaman,okuyucunun o kitaptan bir şey anlamasışöyle dursun, eseri sonuna kadar okuya-bilmesi dahi mümkün olamaz.