Türkiye’nin Bölgesel Güvenliği : Yeni Güvenlik Stratejileri · fayda var. 1999 yılında...
Transcript of Türkiye’nin Bölgesel Güvenliği : Yeni Güvenlik Stratejileri · fayda var. 1999 yılında...
Türkiye’nin Bölgesel Güvenliği : Yeni Güvenlik Stratejileri Yazar : Ferdi Güçyetmez
Öncelik olarak ulusal güvenlik mekanizmasından söz etmek gerekirse, Ortadoğu’da
mevcut statükonun sarsıldığı, devlet otoritelerinin aşındığı kaotik bir geçiş sürecinin
içerisinde Irak ve Suriye’de vekalet savaşlarını bitirecek siyasal bir düzen üretilmesi
şarttır.
Ayrıca Türkiye, devlet aygıtlarını bölgesel kaos ve vekalet savaşlarının oluşturduğu
güvenlik risklerinin farkındalığı içerisinde olarak güvenlik stratejilerini yeniden dizayn
etmeye öncelik vermelidir. ”Yeni güvenlik stratejileri” adı altında, güvenlik bağlamında
bürokrasinin sil baştan kurgulandığı ciddi bir reform yapılmalı, yeni oluşan ihtiyaçlara
yönelik kapasite inşasına odaklanılmalı, sadece savunmada değil tehditleri doğrudan
kaynağında bertaraf etmeye yönelik stratejiler üretmelidir. Son olarak söylemek isterim
ki “coğrafya kaderdir” anlayışıyla güvenlik parametrelerini içinde bulunduğumuz
bölgenin gerçeklerine göre yeniden tesis etmeliyiz.[1]
Uluslararası arenada ortaya çıkan güvenlik sorunları, ulusal güvenlik stratejilerinin
yeniden ele alınmasını ve yapılandırılması, ayrıca ülkelerin spesifik olarak karşılaştığı
tehdit olgusuna cevap verir nitelikte olmasının gerekliliğini artırmaktadır. Özellikle 11
Eylül olayları ile başlayan ve “Arap Baharı” sürecinde devam eden terör ve göç unsurları
başta olmak üzere bu olayların getirmiş olduğu insani göç dalgalanmalarına neden
olmuştur. Bu dalgalar homojenize şehir yapılarını ortaya çıkarmış bu homojenize karışım
sonucu etnik ve dinsel kimlik çatışmaları artmıştır. Heterojen kalmaya çalışan ülkelerde
ise rejimlerin otoriter tutumu ve göç ile gelen insanlara baskıcı davranması ayaklanmaları
artırmış bu davranışlar sonuç itibariyle güvenlik tehdidi olarak ortaya çıkmıştır.
Uluslararası güvenlik açısından bakıldığında küresel güçlerin sürekli ortamı sıcak tutması
ve her an savaş başlatacaklarmış gibi söylemlerde bulunması askeri güvenliğin önemini
artırsa da bölgesel çatışmalar, sınır aşan teknoloji ile amorf yapıdaki örgütlerin
kullanılması, etnik ve din kökenli kaos planlarının devreye sokulması gibi daha çok ulus
odaklı tehditler, olası çıkacak dünya savaşının uzun vadede aynı ölçekte yıkıcılığa sahip
birer minimize, minyatür halidir. Günümüz itibari ile bakıldığında güvenlik algılarının
değişmesi göç ve mülteci sorununun sürümünü yükselterek dünyaya sunuyor. Zaten
halihazırda mülteci sorunu ile karşı karşıya kalan ülkeler özellikle, Arap Baharı sırasında
yaşanan iç çatışmalardan, Suriye’de yaşanan iç savaştan, Afrika’da açlıktan ve terör
örgütlerinin baskısından dolayı kitlesel hareketlenmelere evirildi.
Avrupa Devletleri, Cenevre Sözleşmesi’nde kabul ettikleri şartlara rağmen, tarihten bu
güne yabancılara ve özellikle mültecilere karşı çok sıcak politikalar izlemedi ve hatta
günümüzde daha da sert tutumlar sergilemekte. Avrupa göçmen krizinde sınıfta kalmış
görüntüsü çiziyor. Schengen Protokolü ile sınırsız dünya ideallerine sahip olan Avrupa bu
günlerde haritada kırmızı çizgiler ile belirtilmiş ülke sınırlarının üzerinden dikenli teller ve
yüksek duvarlar ile geçiyor. Kara sınırları dikenli teller, yüksek teknoloji takip sistemleri ve
askeri sınır polisi tarafından tutulurken, deniz trafiği ise sahil güvenliğin sürekli devriye
gezen askeri botları tarafından kontrol ediliyor.
AVRUPA’DA “KAPI DUVAR” GÜVENLİĞİ
Avrupa’ya gitmeye çalışan sığınmacıların ilk geçiş yollarından biri olan Slovenya, kaçak
sığınmacıların ülkeye girişlerini engellemek üzere sınırlarını kapattı. Slovenya Hükümeti,
sadece iltica başvurusu yapan, vize ve pasaportu bulunan sığınmacıların geçişine izin
verileceğini söyledi. Sırbistan ve Hırvatistan da kendi sınırlarındaki geçiş yollarını kapattı.
Aynı gün Makedonya da sığınmacılara karşı bir karar aldı ve “komşularının sınır
kontrollerini sıklaştırma uygulaması üzerine” Makedonya da sınırlarını kapattığını
duyurdu. Ardından Avusturya ve Almanya, İtalya, Finlandiya, Norveç, Hollanda, İsveç ve
Danimarka sınır kontrollerini artırdı. Şuan bu ülkelerde kimlik ve pasaport ibraz etmeyen
ve gidecekleri ülkeleri belirtmeyen sığınmacı sınırdan geçişine vize verilmemektedir.
Sığınmacıların 2015 ilkbaharından itibaren Avrupa’ya yönelmesi üzerine AB
üyesi Macaristan, sert önlemler alan ilk ülke oldu. Sınır kontrollerini artıran Macaristan,
Temmuz 2015’te Sırbistan sınırına 173 kilometre uzunluğunda ve 4 metre yüksekliğinde
jiletli tel çekti. Sığınmacıların farklı güzergahlara yönelmesi üzerine is Hırvatistan sınırını
da jiletli teller ile kapatan Macaristan hükümeti, sığınmacıları tel örgülere zarar vermesini
engellemek amacıyla orduya plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullanma yetkisi veren bir
yasa çıkardı.
Avrupa Birliği’nin lokomotifi Almanya, göçmenlere kapılarını açtıktan ve “göçmen yanlısı”
algıyı oluşturduktan kısa bir süre sonra sınır kontrollerine başladı. Artan göçmen akını ve
aşırı sağcı tepkiler üzerine sınırlarda güvenlik kontrollerini artıran Almanya, Schengen
Anlaşması’nı askıya aldığını açıkladı. Buna göre Alman yetkililer, üzerinde kimlik veya
pasaport bulunmayan sığınmacıları geri çeviriyor. Almanya’nın Bavyera eyaleti de
göçmenlere para ve değerli eşyalarına el konulması kararı aldı. Buna göre 450 avronun
üzerindeki nakit para ve değerli eşyalara el konuluyor.[2]
Almanya’nın hemen ardından Avusturya da sınır kontrollerine başladı. Macaristan’dan
sonra tel örgü çeken ikinci ülke Avusturya, Slovenya ve İtalya sınırına tel örgüler ördü.
Sınır ve liman kontrollerini artıran Hollanda, ülkedeki göçmenlere barınma imkanı
sağlamak için yeterli politikalar oluşturamıyor. Göçmenler, terk edilmiş binalarda
kalıyor. Danimarka ise göçmenlerin bin 450 doların üzerindeki paralarına ve değerli
eşyalarına el konulması konusunda bir yasa çıkardı. Göçmenler için revaçta
sayılmayan Slovakya ve Çek Cumhuriyeti muhtemel göçmen akınını önceden engellemek
için sınır kontrollerine başladı. İslam karşıtlığının yüksek olduğu iki ülkede, özellikle
Müslüman göçmen istenmiyor. Her iki ülke de sadece Hıristiyan göçmeni kabul
edeceklerini açıklamıştı.
Tüm bu gelişmeler devam ederken AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi,
Amsterdam’da düzenlenen AB Dışişleri Bakanları Gayri resmi Toplantısı sonrasında
Türkiye’nin “uluslararası sözleşmeler çerçevesinde göçmenlere yönelik yükümlülüklerini
yerine getirerek” Halep’ten kaçanlara sınırlarını açması gerektiğini söylemişti.
TARİHTE İLK DUVAR SURİYE’DE
Tarihte ilk güvenlik duvarının Suriye’de örüldüğü görülmektedir. 2011’de Fransız-Suriyeli
bir ekip, Mezopotamya’nın ilk uygarlıklarına dayanan bir duvar keşfetti. Suriye’nin
kuzeyinden güneyine kadar bir alanı kaplayan bu duvarın 220 kilometreyi aşkın bir
uzunluğu var. Antik duvar, bir kalenin yıkıntılarını Anti-Lübnan Dağları (Doğu Lübnan
Sıradağları) sırtlarından birine bağlıyor. Bulunan bazı seramikler ve duvarın bazı
noktalarından anlaşıldığı kadarıyla, M.Ö 2400 ile 2000 arasında bu duvar kullanıldı. [3] 4
bin yıl sonra Türkiye- Suriye sınırına çekilen duvar ile Türkiye’de geçiş güvenliğini
sağlamak adına duvar kullanmaya başladı. Duvar tamamlandığından, Çin Seddi ve ABD-
Meksika sınırının ardından dünyanın en uzun 3. duvarı olacak.
Suriye ve Uluslararası Güvenlik
Suriye konusunda rejimin düşmesine ve Suriye’nin bölünmez bütünlüğüne yönelik
uygulanan politikalarımız zaman zaman bölgede yalnız kalmamıza neden olsa da şu an
vermiş olduğumuz mücadele Suriye’den öte kendi güvenliğimiz açısından son derece
önemlidir. Bu noktada Suriye’nin bize karşı uyguladığı geçmiş politikalarını hatırlatmakta
fayda var. 1999 yılında Abdullah Öcalan yakalanana kadar PKK terör örgütüne destek
veren ve himayesine alan bir tutum sergileyen Suriye, zaman zaman PKK’yı yönlendiren
taraf konumunda olmuştur.
Günümüze geldiğimizde sınırda yapmış olduğumuz operasyonlar milli bütünlüğümüz
açısından son derece önemlidir. Bölgede yaşananlar kimi taraflarca Suriye’nin iç işleri
olarak kabul görse de Suriye’nin sınırında yer alan bütün noktalar Türkiye’nin bekası
açısından son derece önemlidir. En son El Bab’ın DEAŞ’tan temizlenmesi ülke güvenliğinin
ve dokunulmazlığının seyri açısından oldukça önemliydi. Bu noktada El Bab’ın Afrin ile
Ayn El Arap arasındaki Münbiç ile birlikte en büyük iki yerleşim yerinden birisi olması
güvenlik açısından kritikti ve bu noktada El Bab ele geçirildiği takdirde YPG çok rahat bir
biçimde Afrin’le coğrafi bağlantıyı sağlayabilecekti.
DEAŞ açısından olaya bakıldığında, Rakka’dan sonra Suriye’de en güçlü olduğu
yerleşimlerden biri olması dolayısıyla burası önem taşımaktaydı. Dolayısıyla El Bab,
coğrafi konumu, nüfus yapısı itibariyle hem DEAŞ ile mücadelede hem de YPG/PYD ile
mücadelede önemli bir işlev üstlenmiş pozisyonda. Buranın ele geçirilmesiyle
YPG/PYD’nin Kuzey Suriye’de bütüncül bir bölge kurmasını engellemiş olmakla birlikte
güvenliğimiz açısından da önemli stratejik bir atak yapmış olduk.
Suriye’nin Kuzey bölgesinde YPG/PYD tarafından izole edilmiş bir bölge söz konusu
olmakla birlikte yine sınır güvenliğimiz açısından önemli bir yere sahip olan Afrin konusu
ileride güvenliğimizi etkileyecek bir başka bölgelerden sadece bir tanesi. Fırat Kalkanı ile
bu izole edilen bölgelerin arasına girilmiş olmakla birlikte Afrin’in Türkiye’ye sınırı olması
münasebetiyle güvenlik açısından yeri oldukça önemlidir.
Afrin Harita
Afrin Nerede? Afrin Konumu ve Afrin Nüfusu
Afrin, Halep kent merkezi dışında kalan ve Halep vilayetinde en fazla Kürdün yaşadığı bir
bölgedir. En son yapılan sayımda Afrin nüfusunun 250.000 olduğu ve çoğunluğu Kürt
nüfusun oluşturduğu bilinmektedir. Bölgede Barzani çizgisinde bulunan Kürt nüfusunun
ve Kürt milliyetçiliğinin fazla olması ve alan olarak geniş bir ölçeğe sahip olması burada
verilecek olan mücadelenin biraz daha çetin olacağını göstermektedir.
İç Savaş Sonrası Afrin’de Etnik Yapıda Değişim
Afrin Kürt dağı bölgesinde nüfus yoğun olarak Kürt olsa da Türkiye’ye komşu kuzey
bölgesinde Türkmen köyleri de olduğu göz ardı edilmemelidir. Afrin bölgesinde Türkmen
köylerinin hakimiyeti için ÖSO ve YPG/PYD arasında sıkça çatışmalar yaşanmaktadır. Kürt
kaynaklara göre Azzaz bölgesinde Türk, Kürt ve Arapların bulunduğu ancak Kürtlerin
burada azınlıkta olduğu bilinmektedir.
GÜVENLİK PARADOKSU
Uluslararası alanda güvenliğin ne ifade ettiği, güvensizlik ortamının ortaya çıkmasıyla
daha ileri seviyede hissedilmeye başlanmıştır. Güvenliğin artırıldığı bölgelerde
özgürleşmenin daraldığı ve insani yaşam şartlarının azaldığı hissedilir derecede artarken
terör olaylarının tamamen engellenmesi mümkün olmamaktadır. Dünya’nın yeni
güvenlik mimarisi devlet bağlamında sınırlı kalmayarak dış tehditler odaklı sınır ötesi
operasyonlarla olay daha gerçekleşmeden sınırın dışında önlem almaya yönelik
hareketlere evrilmiştir. Özellikle ulusların çatışma süreci ve savaş söylemleri ile sözde
güvenlik önlemleri alması burada bir güvenlik paradoksu ortaya çıkarmaktadır.
Güvenlik söylemleri olan ülkelerin yine güvenlik adına uygulanan silahlanma tutumu
içerisine girmeleri ülkelerin bu konuda ikilem içerisine girdiğini göstermektedir. Bir
devletin nükleer silahlanma içerisine girmesi diğer ülkelerin güvenliği açısından nükleer
silaha sahip olma ihtiyacını doğuracak ve bu da güvenlik paradoksunu ortaya çıkaracaktır.
Sonuç itibariyle ilerleyen teknoloji ve gelişen silah sanayi ile dünya hiçbir zaman güvenlikli
bir yer halini alamayacak dünya devletleri güvenlik paradoksu ile ilişkilerini sürdürmeye
devam edecektir.
[1] http://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/canacun/2017/01/07/turkiyenin-2017-
guvenlik-gundemi
[2] [3]http://www.dw.com/tr/almanya
[3] http://www.dunyabulteni.net/haber/334696/sinirlarda-duvarlar-yukseliyor-foto
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category güvenlik]
[tags GÜVENLİK DOSYASI, Türkiye, Bölgesel Güvenlik, Yeni Güvenlik
Stratejileri]