TÜRKĠYE’NĠN TOPLUMSAL YAPISI ve Prof. Dr. Birsen GÖKÇE · İlber Ortaylı‟nın belirttiği...

12
1 TÜRKĠYE’NĠN TOPLUMSAL YAPISI ve DĠL BĠRLĠĞĠNĠN ÖNEMĠ * Prof. Dr. Birsen GÖKÇE ĠNSANLIĞIN EVRĠMĠ Dünya tarihi; ülke geçmişlerinin binlerce hikâyeden oluştuğunu göstermektedir. Yeryüzünün farklı yerlerinde ve farklı koşullar altında evrim sürecini yaşayan atalarımız doğal olarak birbirlerinden bağımsız genetik değişimler geçirdiler. Farklı renk ve görüntüler içinde oldular. Göçler ve diğer yaşamsal koşullarla gerçekleşen genetik karışım bu süreci hızlandırdı. Büyük kapasiteli bilgisayarlar ve de hassas fiziksel teknolojik araçlar sayesinde geçmiş tüm ayrıntılarıyla günümüze yansıtılabilmektedir. Evrim sürecindeki aşamalar da bugünkü bilimsel gelişmelerle açıklık kazanmaktadır. Özellikle kan gruplarının bulunması tıp tarihinde çeşitli gelişmelere olanak vermiştir. Bugün bilim ve teknolojinin geldiği aşamalarla insan geçmişindeki bilinmezlikler bilinir hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada konuyla ilgili verilebilecek önemli bir örnek 2005 yılından itibaren National Geographic ve IBM işbirliği çerçevesinde yürütülmekte olan NG GENOM Projesidir. Projenin amacı; tüm Dünya Ülkelerinde binlerce insandan alınacak DNA örneklerini analiz ederek , Afrika‟ dan yaklaşık 70 bin yıl öncesine ait tüm dünyaya yayılan insan türünün (homo sapiens) göç yollarının haritasını çıkarmaktır. İnsanoğlu yüzyıllar boyunca, soya bağlı, akrabalık ilişkileri çerçevesinde aşiret toplulukları olarak yaşamını sürdürdü. Bu dönemde „bireysel yaşama‟, „duygu‟, „düşünce‟, „insan hakkı‟ ve benzerleri söz konusu değildi. Suç da ceza da müşterekti. Yaşadığı yer, otlattığı hayvan, topladığı ürün ve bireyin kendisi de aşirete aitti. Kısaca aşiret yaşamlarını bir arada sürdüren ilkel bir topluluktu. Komşu olan aşiretlerarası çatışmalarda üstün gelen taraf karşı aşiretin bütün üyelerini yok etmesi ile kendi güvencelerini sağlardı. 1 Bu topluluklar kendi aralarında iletişim kurabilmek için bugünkü dil yerine geçen sese dayalı bir araç geliştirdiler. Böylece insanoğlu kazandığı deneyimleri kendinden sonrakilere aktarmak için de bir yol bulmaya çalışmıştı. Kuşkusuz o günkü yaşam koşulları çerçevesinde kullanılmaya başlayan sözcükler insanlar tarafından yaratılmış yakıştırmalardır. İki yüz yıl öncesine kadar insanlar beyaz / kara / sarı / kızıl tenli ve çekik gözlü olarak sınıflandırılırken genetik farklılığın 1/10.000 olduğu anlaşılınca ırk ayrımcılığından vazgeçilmiştir. Son tahlilde cinsiyet ayrımının dışında yaşam biçiminden kaynaklanan her türlü ayrımcılığın sorgulanmasının toplumsal yapı ya da insan 1 ÖZAKINCI , Cengiz “Etnik köken sorunu mu ?” Bütün Dünya Sayı 2009/12 Başkent Üniversitesi yayını ,s .31-41 * Bu makale yazarın Türkiyenin Toplumsal Yapısı Ve Toplumsal Kurumlar , Savaş Yayınları 4. Baskı , Ankara 2013 Kitabının 6 „ıncı 7 „inci ek bölümlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Transcript of TÜRKĠYE’NĠN TOPLUMSAL YAPISI ve Prof. Dr. Birsen GÖKÇE · İlber Ortaylı‟nın belirttiği...

1

TÜRKĠYE’NĠN TOPLUMSAL YAPISI ve DĠL BĠRLĠĞĠNĠN ÖNEMĠ *

Prof. Dr. Birsen GÖKÇE

ĠNSANLIĞIN EVRĠMĠ

Dünya tarihi; ülke geçmişlerinin binlerce hikâyeden oluştuğunu göstermektedir. Yeryüzünün

farklı yerlerinde ve farklı koşullar altında evrim sürecini yaşayan atalarımız doğal olarak

birbirlerinden bağımsız genetik değişimler geçirdiler. Farklı renk ve görüntüler içinde oldular.

Göçler ve diğer yaşamsal koşullarla gerçekleşen genetik karışım bu süreci hızlandırdı.

Büyük kapasiteli bilgisayarlar ve de hassas fiziksel teknolojik araçlar sayesinde geçmiş tüm

ayrıntılarıyla günümüze yansıtılabilmektedir. Evrim sürecindeki aşamalar da bugünkü

bilimsel gelişmelerle açıklık kazanmaktadır. Özellikle kan gruplarının bulunması tıp tarihinde

çeşitli gelişmelere olanak vermiştir.

Bugün bilim ve teknolojinin geldiği aşamalarla insan geçmişindeki bilinmezlikler bilinir hale

getirilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada konuyla ilgili verilebilecek önemli bir örnek 2005

yılından itibaren National Geographic ve IBM işbirliği çerçevesinde yürütülmekte olan NG

GENOM Projesidir. Projenin amacı; tüm Dünya Ülkelerinde binlerce insandan alınacak DNA

örneklerini analiz ederek , Afrika‟ dan yaklaşık 70 bin yıl öncesine ait tüm dünyaya yayılan

insan türünün (homo sapiens) göç yollarının haritasını çıkarmaktır.

İnsanoğlu yüzyıllar boyunca, soya bağlı, akrabalık ilişkileri çerçevesinde aşiret toplulukları

olarak yaşamını sürdürdü. Bu dönemde „bireysel yaşama‟, „duygu‟, „düşünce‟, „insan hakkı‟

ve benzerleri söz konusu değildi. Suç da ceza da müşterekti. Yaşadığı yer, otlattığı hayvan,

topladığı ürün ve bireyin kendisi de aşirete aitti. Kısaca aşiret yaşamlarını bir arada sürdüren

ilkel bir topluluktu. Komşu olan aşiretlerarası çatışmalarda üstün gelen taraf karşı aşiretin

bütün üyelerini yok etmesi ile kendi güvencelerini sağlardı.1 Bu topluluklar kendi aralarında

iletişim kurabilmek için bugünkü dil yerine geçen sese dayalı bir araç geliştirdiler. Böylece

insanoğlu kazandığı deneyimleri kendinden sonrakilere aktarmak için de bir yol bulmaya

çalışmıştı. Kuşkusuz o günkü yaşam koşulları çerçevesinde kullanılmaya başlayan sözcükler

insanlar tarafından yaratılmış yakıştırmalardır. İki yüz yıl öncesine kadar insanlar beyaz / kara

/ sarı / kızıl tenli ve çekik gözlü olarak sınıflandırılırken genetik farklılığın 1/10.000 olduğu

anlaşılınca ırk ayrımcılığından vazgeçilmiştir. Son tahlilde cinsiyet ayrımının dışında yaşam

biçiminden kaynaklanan her türlü ayrımcılığın sorgulanmasının toplumsal yapı ya da insan

1 ÖZAKINCI , Cengiz “Etnik köken sorunu mu ?” Bütün Dünya Sayı 2009/12 Başkent Üniversitesi yayını ,s

.31-41

* Bu makale yazarın Türkiyenin Toplumsal Yapısı Ve Toplumsal Kurumlar , Savaş Yayınları 4. Baskı ,

Ankara 2013 Kitabının 6 „ıncı 7 „inci ek bölümlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

2

ilişkileri açısından önemli olduğu düşünülmemektedir. Toplumsal yapılar ülkelerin kendi

gerçeğini yansıtır. Bu nedenle sosyal, ekonomik ve yönetimsel koşulları ülkeler bazında ele

alıp incelemek gerekir.

Çağımızda insanoğlu yaşadığı coğrafi konumu itibariyle Doğulu / Batılı, Asyalı / Avrupalı,

Afrikalı / Amerikalı diye de gruplandırılmaktadır. Aynı kökten gelen insan soyunun

yeryüzüne yayılırken yayıldığı yerin koşullarına göre birbirlerinden farklılaştığı

görülmektedir. Aynı zamanda yola çıkmış olmalarına rağmen neden farklılaştıkları ise

yaşadıkları çevre koşullarının topluluk üzerindeki etkileriyle açıklanmaktadır. Özellikle dış

görünüş, davranış özellikleri, kültür birikimi, gelenek ve görenekler de farklı evrimleşmelere

yol açmaktadır. Coğrafi yakınlığın da yaşam benzerliklerini oluşturduğu gözlenmektedir.

Burada altı çizilmesi ve vurgulanması gereken nokta dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın,adı ,

kökeni, milliyeti ne olursa olsun insan doğumdan sonra kazanılan etiketlerin dışında

toplumsal ilişkiler açısından her türlü hak ve özgürlüğe sahip olması gereken bir varlıktır.

Aşiret döneminden günümüze gelindiğinde koşullar değişmiş, insanlar yaşadıkları doğayı,

toprağı, suyu ve de sahip oldukları diğer olanakları paylaşmak istememişler. Bu doğrultuda

savaşmışlar,nice kayıplar vererek sınırlarını çizmişler ve bugün her biri kendi bayrakları

altında toplanmış, „193 üye devlet Birleşmiş Milletler camiası olarak siyasi birlikteliklerini

sürdürmektedir.

TOPLUMSAL YAPI ve ĠNSAN

İnsanoğlu doğduğu andan itibaren kendini bir topluluk içinde bulur. Nerede doğarsa doğsun,

nerede büyürse büyüsün, ister Avrupalı, ister Afrikalı olsun hepsi bir topluluğun üyesidir.

İnsan yalnız yaşayabilen yani tek başına yaşamayı sürdüren bir varlık değildir.

Bir başka deyişle toplum, toplumsal ilişkilerden oluşan bir yumaktır. O halde büyüklüğü,

uygarlık düzeyi, ekonomik uğraşısı, dili, dini, inandığı değerler ve uyduğu kurallar ne olursa

olsun, ortak bir yaşayışa sahip her insan topluluğu bir toplum meydana getirir. Toplum içinde

otoriteyi , yardımlaşmaları saklayan, gruplar oluşturan, insanların davranış ve özgürlüklerini

denetleyen bir kurallar bütünüdür.2

İnsanın zorunlu çevresi olan ve bütün varlığını etkileyen toplumu tanımak ve öğrenmek

istemesi doğaldır. Gingsberg‟e göre toplumsal yapı, toplumu oluşturan temel grup ve

kurumlardan meydana gelmektedir. Bu yaklaşıma göre toplumsal yapı yalnızca kurumsal

düzenlemeleri ve sosyal gruplar arasındaki ilişkileri kapsamaktadır. Diğer bir deyişle

toplumsal yapı kavramı ancak süreklilik gösteren ve önemli olan ilişkilerle ve gruplarla

sınırlandırılmaktadır.

Bu anlayışa göre toplumsal yapının kurucu öğeleri nüfus, çevre ve yerleşim,

ekonomi,toplumsal sınıflar, eğitim, siyaset, hukuk, aile ve dindir. Kurucu öğeleri toplum

bütünlüğü içinde ve aralarındaki düzenli ilişkileri belirtecek ve de yapının işleyişini

açıklayacak kurum, bir şeyi yapmanın örgütlenmiş yoludur. Bireyin toplumsal sistem içinde

nasıl davranması gerektiğini toplumsal kurumlar belirler. Sonuçta, kurum “toplumun yapısı ve

2 GÖKÇE, Birsen. Türkiye’nin Toplumsal Yapısı Ve Toplumsal Kurumlar Savaş Yayınları 4. Baskı

,Ankara 2013 S.1-3.

3

değerlerin korunması bakımından zorunlu sayılan nispeten sürekli kurallar topluluğu olarak

tanımlanmalıdır”.

Merton ise kişinin çevresini kültürel ve toplumsal olmak üzere iki farklı yapının

oluşturduğunu ileri sürmektedir. Kültürel yapı: Belli bir toplum ya da grup üyelerinin ortak

davranışlarını yöneten örgütlenmiş bir dizi normatif (kuralcı) değerlerdir. Toplumsal yapı ise

bir toplumun ya da grubun üyelerinin çeşitli şekillerde içinde bulundukları örgütlenmiş bir

dizi toplumsal ilişkilerdir.3

Temel toplumsal işlevler (neslin sürdürülmesi, genç kuşakların toplumsallaştırılması, yaşamın

anlamı ve amacı, mal ve hizmetlerin üretim ve dağılımı, düzenin korunması… vb) ve onları

yerine getiren yapısal öğeler hep birbirine bağımlı olarak işlerlik kazanan yapılardır.

Bunlardan herhangi birinin aksaması durumunda, bütünüyle toplumsal yapı işlerliğini

kaybeder.

Toplumsal yapının bu temel işlevleri ve onları yerine getiren başlıca kurucu öğeleri, birbirine

bağımlı bir (sistem) oluşturmaktadır. Bunların herhangi birindeki değişme, öbür öğeleri de

kuşkusuz etkileyecektir.

Çağdaş sosyoloji „toplumu’, insanların bir yandan doğa diğer yandan da kendi

aralarında sürdürdükleri bir iliĢkiler bütünü olarak tanımlamaktadır. Ancak her

toplumsal yapının kendi içinde bir yapısal dengesi ve göreli bir sürekliliği söz konusudur.

Toplumlar dinamik bir yapıya sahip olduklarından değişen dengelerin yerini yenilerinin

alması kaçınılmazdır. Toplumun farklılaşması insanlararası ilişkilerde yeni durumların

sergilenmesine yol açar. Her işlevsel bölünme farklı kurumların doğuşuna neden olur.

Farklılaşarak bütünleşme kurumlararası ilişkiler ağının gerçekleşmesine olanak verir. Bu

ilişkiler ağı zaman içinde gelişir ve göreli olarak süreklilik kazanır. Ve bu oluşum toplumsal

yapı kavramıyla açıklanır. Toplumbilim literatüründe daha önce örnekleri verildiği gibi „yapı‟

sözcüğü farklı alanlarda benzer anlamlarda kullanılmıştır. Burada sözü edilen „benzer anlam‟

farklı öğelerarasındaki bağımlılık ilişkisidir. Bir binanın yapısı deyince, temel, duvar, çatı gibi

başlıca öğelerarasındaki bağlantı anlaşılmaktadır. Aile yapısı söz konusu olunca da aile

bireyleri arasındaki ilişki, otorite görüntüleri akla gelmektedir. Ekonomik yapıda ise, tarım,

sanayi, üretim teknolojisi, örgütlenme biçimleri, ulaştırma hizmetleri, pazarlama ve benzer

öğelerarasındaki ilişkiler gündemi oluşturmaktadır. Aynı açıklama siyasal kurumlar ve

toplumsal sınıflar için de geçerlidir. Siyasal kurumlarda, partiler, parti içi örgütler, ideolojiler,

liderler, seçmenler, toplumsal sınıflarda ise işçiler, köylüler, işverenler, ticaretle uğraşanlar,

etnik gruplar ve benzeri temel öğelerarasında kurulan ilişkiler söz konusudur. O halde yapı,

öğelerarası bağımlılık ilişkilerinden oluşan bir bütünlüktür. Toplumu meydana getiren öğeler

karşılıklı ilişki içindedir ve bunların her biri toplum içinde bir işleve sahiptir. İşte ayrı ayrı

parçaların (öğelerin) sistemli ve düzenli ilişkilerinden doğan bu bütüne yapı denir. Bir yapının

oluşabilmesi parçaların yan yana getirilmesi değil parçalar arasında anlamlı ilişkiler kurulması

demektir.

3 MERTON, Robert, k. Social Theory And Social Structure, Glenceo ill Free Press,1964.

4

Bu noktada toplumsal yapının bir „mozaik‟ olduğu benzetmesinin; bütünün parçalarının anlık

bir kesitini verdiği, durağan (statik) olduğu, parçaların birbirleriyle ilişkilerini belirtmediği ve

ilişkilerarası dinamik bir süreci belirleyemediği gerekçesiyle yetersiz kaldığı ifade edilmelidir.

Bir yapıyı oluşturan parçaların sahip oldukları farklı nitelikler değişik toplumsal yapılara yol

açar. Burada her toplumun yapısını oluşturan değişik özelliklerle öğelerarası ilişki

biçimlerinin kendine özgü formları kastedilmektedir. Böylece toplumlararası yapısal

farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Türkiye‟nin toplumsal yapısı ile Japonya‟nın toplumsal

yapısının birbirinden farklı oluşu öğelerin farklılığından değil öğelerarası ilişki biçiminin

farklılığından kaynaklanmaktadır.

OSMANLILARDAN GÜNÜMÜZE ETNĠK GRUPLAR

Anadolu gibi tarihin en hareketli bölgesi olan topraklar üzerine kurulan Türkiye

Cumhuriyeti‟nin halkı çeşitli etnik gruplardan oluşmuştur. Çünkü Dünya‟nın bu bölgesi tarih

boyunca büyük göçlere, bitmez tükenmez savaşlara, sık sık istilalara maruz kalmış; çeşitli

düşünce akımlarına kaynaklık etmiş; dolayısıyla pek çok kültür ve medeniyete temel

oluşturmuştur. Sık sık el değiştiren bu bölge sırasıyla Hurrilerin, Hititlerin, Urartuların,

Sakaların, Medlerin, Perslerin, Makedonyalıların, Hazar Türkleri‟nin, Müslüman Araplar‟ın,

Doğu Romalıların, Moğolların ve son olarak da Oğuz Türklerinin uğrak ve yerleşim yeri

olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu, her devirde zulme uğrayan savaştan kaçan insanların sığınacağı bir

yer olarak görülmüştür. İspanya‟dan kaçıp gelen Yahudiler ve Avusturya – Macaristan‟dan

kaçıp Osmanlı‟ya sığınan insanlar bunun en tipik örnekleridir. Son yıllarda da Bulgaristan,

Afganistan, Irak, Bosna – Hersek ve Orta Asya‟dan birçok insan Türkiye‟ye gelip

yerleşmiştir. Son iki ,üç yıldır güney sınırlarından giriş yapan yabancı uyrukluların sayısı da

ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Anadolu‟nun coğrafi yapısı ve Osmanlı İmparatorluğunun bütünleştirici politika gütmemesi

nedeniyle çeşitli kökenden insanlar küçük gruplar halinde dağlık bölgeleri kendilerine yaşam

alanı seçmişlerdi. Üç kıtada pek çok ülkeye hâkim olan Osmanlılar Anadolu halkını

kültürleriyle hem etkilemiş hem de onlardan etkilenmiştir. İmparatorlukta yerleşen etnik

grupların daha iyi anlaşılabilmesi için millet sisteminin açıklanması gerekmektedir. İlber

Ortaylı‟nın belirttiği gibi, Osmanlı‟da “millet” günümüzde anlaşılan “ulus” tan farklıydı.

Çünkü, ulusçuluğun kökeninde dil, ırk ve/veya kültür birlikteliği söz konusu iken, millette

sadece din, mezhep ve bunun getirebileceği kültürel birliktelik vardır. Bu noktada belirleyici

etken “din” idi. Örneğin aynı dini benimsedikleri için “ümmet” oluşturan Osmanlı

Müslümanları kendi içlerinde Türk, Kürt, Arap, Çerkez gibi etnik ve kültürel gruplara ait

olsalar da Osmanlı sisteminde tek bir millet gibi görülüyorlardı.4

Her milletin Osmanlı Devleti‟yle olan mali, idari ve yargısal işleri millet liderleri aracılığıyla

çözümlenirdi. Osmanlı milletleri kapalı bir yapı oluşturmaktaydılar, İmparatorluk içindeki her

millet öğretim, haberleşme, eğitim, sosyal güvenlik ve adalet konularında (idare, maliye ve

4 ORTAYLI, İlber. “Osmanlı İmparatorluğunda Millet” Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi,

1985, ss.996-1001.

5

askerlik hariç) özgürlüğe sahipti. Buradaki özgürlük, bireylere tanınan anlamda bir özgürlük

olmayıp “millet” lerin grup halinde sahip oldukları özgürlüktü.

Millet sisteminde temel ayrım Müslüman olanlarla Müslüman olmayanlar arasındaydı.

Müslüman topluluklar imparatorluğun asli unsuru olarak görülürken, Müslüman olmayanlar

azınlık statüsündeydiler. İmparatorluk içindeki Müslüman topluluklar temel hatlarıyla,

Türkler, Kürtler, Kafkasya‟daki Müslüman gruplar, Arnavutlar, Pomak denilen Bulgarca ve

Rumca konuşan Müslümanlar, Bosnalılar ve 16. yüzyıldan sonra da Araplar idi.5

Bu

Müslüman tebaa içindeki çeşitli etnik gruplar aynı „ümmet-i Muhammed‟in üyeleri olarak

kabul edilmişlerdir. Bu nedenle halk katında kim Türk, kim Kürt, kim Çerkez sorulmamıştır.

Öte yandan Müslüman olmayan milletler ise, Rum-Ortodokslar, Ermeniler ve Yahudiler idi.

Osmanlı yönetici sınıfının gözünde bu milletler arasında bir ayrım yapılmamıştır. Zamanla bu

milletlerin her biri ayrı bir ticari ve iktisadi faaliyet alanında toplumda öncelikli bir yere sahip

olmuşlardır. Ancak bu noktada Ermenilerin Amerika‟da 1810 da kurulmuş misyonerlik

örgütlenişinin, Anadolu‟da yayılmasına katkıda bulundukları din ve kültür alanındaki

faaliyetlerin siyasi amaçla temellendirip Osmanlı İmparatorluğu dertlerine yeni boyutlar

kazandırdığına değinmek gerekir. Esasen 1960‟larda ülkemizde yaşanan dış işleri

mensuplarına yönelik Ermeni kökenli şiddet olaylarının Ermenilerin ulusal bilincinin

yaygınlaşmasından kaynaklandığı çeşitli çalışmalarda da ifade edilmiştir.6

Tanzimat ve Cumhuriyet‟in ilk yıllarında ümmet sistemi ulusçuluk akımlarının ortaya çıkışı

ile birlikte uygulanabilirliğini yitirmeye başladı. Gayrimüslim milletler, Osmanlı

İmparatorluğu‟na komşu olan devletlerin de kışkırtmalarıyla imparatorluğa karşı ulusal

bağımsızlık savaşı vermeye başladılar. Çok daha sonraları çeşitli defalar gündeme gelen

komşu devletlerce etnik kışkırtma politikaları da bu devirde ortaya çıkmıştır.

Yeni kurulan Cumhuriyette etnik yapıya ilişkin olarak bütün Müslüman unsurlara -Türk, Laz,

Kürt, Çerkez, Boşnak, Pomak, Kafkas vb - „Türk‟ denilmesini öngören bir yaklaşım

benimsenmiştir. Diğer bir deyişle Osmanlı döneminde Müslüman tebaa olarak görülen gruba

artık Türk denilmeye başlanmıştır. Ancak burada amaç Kürtleri, Çerkezleri, Lazları ayrı bir

Türk kimliği potası içinde eritmek olmayıp, Türk kimliğini Cumhuriyeti kuran Anadolu

halkına ait bir üst kimlik olarak ortaya koymaktır. Nitekim Çerkez ve Lazlar siyasi ve sosyal

iç ve dış sorunlara yol açmadan ve fakat kuvvetli bir alt kimlik olarak yaşamlarını sürdüre

gelmişlerdir. Atatürk Nutuk‟ta “Türkler, Kürtler ve diğer Müslüman anasır”dan söz etmiştir.

Türk kelimesinin bir üst kimlik olarak kullanılması iki nedene dayandırılmaktadır.

İlk neden etnik kökenli olduğu düşünülen Şeyh Sait isyanı ve bunun genç Cumhuriyetin

bekasına büyük bir tehdit oluşturacağı düşüncesidir.Bu düşünce Cumhuriyet kurucularını

etnik gruplara karşı mesafeli davranmaya zorlamıştır. Oysa gerçekte, Şeyh Sait isyanında

etnik özelliklerden çok, bazı aşiret reislerinin devletin merkezileştirici ve eşitlikçi politikasına

başkaldırılarının yattığı, ikinci olarak, cumhuriyeti kuranların etnik çeşitliliği, içinde dinsel

gericiliği de barındıran, modern devlet idealiyle zorlukla bağdaşabilen bir olgu olarak

görmelerinin de etkili olduğu gerçeği söz konusudur.

5 ORTAYLI, İbid. 6 ERHAN, Çağrı , Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri. İmge kitabevi, 2001 Ankara.

6

Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuranlara göre „Türk‟ kelimesi ırk anlamında bir

etnik grubu ifade etmeyip daha ziyade Türkiye Cumhuriyeti‟ne vatandaşlık bağı ile bağlı

olma anlamında kullanılmıştır. Aslında Türk ırkı diye bir ırk yoktur. Hiçbir millet ırk

bakımından türdeş değildir. Bir milletin bütünlüğünü sağlayan onu diğer milletlerden ayıran

unsurun milli duygular olduğu tartışmasız kabul edilmesi gereken bir gerçekliktir. Lozan

Antlaşmasında da Türkiye‟de Hıristiyan ve Musevi azınlıklar dışında azınlık olmadığı kabul

edilmiştir. Bununla amaçlanan, Müslüman azınlıkları yok sayarak onları „asimile‟etmek

olmayıp, Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin ve diğer Müslüman azınlığın da ülkenin sahibi

olduklarının bir kez daha doğrulanmasıdır.

Bu çizgide, Büyük Atatürk “Ne Mutlu Türk olana” değil “Ne Mutlu Türküm Diyene” deyip,

birçok yazı ve konuşmalarında ırkçı özellikler taşıyan Turancılığı ve Türkçülüğü açık bir

şekilde reddetmiştir. Devrim ideolojisi: Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti

vatandaşlarının ne mutlu Türk olana! Değil, “Ne mutlu Türküm diyene” ya da “diyebilene”

mesajı veriyordu.7 Yani, Türk olduğunu bilmeyenle Türk asıllı olmayan vatandaşların „Türk

kimliğinde‟ anlaşıp birleşmeleri beklentisi Başbakan Recep Peker‟in 1947‟de söylemiş olduğu

şu sözlerle de ifade ediliyordu.

“Dil birliği, ülkü birliği ve kader birliğiyle bölünmez bir bütün teşkil eden bu yığının her

ferdi, hak, vazife ve şeref bakımlarından tamamen eşittir. … Dinleri, vicdani kanaatleri ve

ırkları ne olursa olsun, hukuki şartlarıyla Türk olan bütün yurttaşları yalnız kanun diliyle ve

resmi muamelelerimizle Türk saymak da yeterli değildir. Özel yaşayışımızda da daha sıcak

duygularla birbirimize karışıp kaynaşmamız lazımdır.”8

Bu örnekler Cumhuriyetin etnik bir temel üzerinde kurulmadığının önemli

göstergelerindendir.

Bu temel felsefeye uygun olarak Cumhuriyet idaresi etnik kökeninden ötürü vatandaşlar

arasında ayrım yapmamaya özen göstermiştir. Her türlü etnik kökenden insanlar önemli

devlet görevleri almıĢlar, yasalar önünde eĢit olarak iĢlem görmüĢlerdir. Kültürel

kökenleri değiĢik diye insanlar arasından gerek okullara giriĢte gerekse devlet ve

hükümette görev alıĢta bir fark gözetilmemiĢtir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, Osmanlı Devletinde Müslümanlar arasında da bir ayrım

yapılmamıştır. Kurtuluş Savaşı da yine sadece bir etnik grup tarafından değil Osmanlı‟daki

Müslüman tebaayı oluşturan çeşitli gruplar tarafından kazanılmıştır. Cumhuriyetle birlikte

Osmanlı‟daki Müslüman tebaayı oluşturanlara “Türk” denilmiş,bütün etnik gruplara eşit

davranılmaya çalışılmış, vatandaşlık statüsü etnik kriterlere göre değil bir arada yaşama

arzusu üzerine inşa edilmiştir. Ancak etnik gruplar sosyolojik olarak, ülkenin kültür

zenginliğini, çeşitliliğini oluşturmaya devam etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin

vatandaşlık kriterlerini etnik temele dayandırmadığı ve bölünme yerine bütünleşme üzerine

vurgu yapmayı tercih ettiği altı çizilerek belirtilmesi gereken bir husustur. Büyük ölçüde bu

politikaların bir sonucu olarak etnik gruplar birbirleriyle evlilik, göç vb. yoluyla

7 GÜVENÇ, Bozkurt. Türk Kimliği Kültür Bakanlığı ,Ankara 1993 s.240. 8 KARPAT, Kemal. Demokrasi Tarihi İstanbul Matbaası 1967 s.221.

7

karışmışlardır. Bu nedenlerle kimin hangi etnik kökene ait olduğu ve grupların kaç kişiden

oluştuğunu saptamak da oldukça güçtür

GÜNEYDOĞU’nun TOPLUMSAL YAPISI ve DĠL KONUSU

Etnik farklılıklar, soysa-kültürel birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Özellikle farklı

dillerin konuşulması, toplumsal bütünlüğü engellemektedir. Çünkü dil, milli birliği sağlayan

en önemli unsurdur. Öte yandan farklı dünya görüşü, aile yapısı ve dini inançlardaki çeşitlilik

de söz konusudur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde aşiret ve geleneksel aile yapısı,

tarıma dayalı ekonomi, içe dönük ve de kaderci bir dünya görüşü hakimdir. Toplumsal

birtakım sorunların sebebi ise bölgelerarası gelişmişlik farkından kaynaklanmaktadır. Yörenin

gerek doğa gerekse ekonomik koşulları planlı dönemde gelişen ve ülke çapında yaygınlaşan

kalkınma hamlelerin bölgeye ulaşmasını engellemiştir. Özellikle coğrafi koşullar (iklim,arazi

yapısı vb.),ulaşım ve haberleşme hizmetlerinin maliyetinin yüksek oluşu ve de bölgede feodal

iliĢki ve kurumlaĢmanın devam ediyor olması , toprak dağılımındaki adaletsizlik ve

dengesizliğin giderilemeyişi bölgenin diğer bölgelere kıyasla gözardı edilme nedenlerini

oluşturmuştur. Öte yandan Doğu için verilen teşviklerin Batıda kullanılması ciddi toplumsal

sorunlar yaratmıştır. Bu sorunlar kuşkusuz feodal iliĢkilerin otoriter yapısından

kaynaklanmaktadır. Güneydoğu da herşeyin bir ağası vardır. Toplumu yöneten; toprağın /

aşiretin / kaçakçılığın / siyasetin ve de terörün ağalarıdır. Böylece bölgeler arası farklılık

kaçınılmaz olmuştur. Özellikle 1980 sonrası terör olayları içinde uygun bir ortam yaratmıştır .

Bu koşullar Doğu ve Güneydoğu sorununa dışarıdan kan verilmesine ve sorunun dış

dinamiklerle ayakta tutulmasına yol açmıştır.

Toprağın küçük parçalara bölünmesi, tarıma dayalı ekonominin nüfusu besleyememesi gibi

nedenler, yatay nüfus hareketliliğini de beraberinde getirmektedir. Etnik bölünmeler feodal

düzenin özentileridir. Geriliği ve çağdışılığı yansıtan özelliklerdir. Çağımızda çok az istisnalar

dışında tek etnik gruplu devlet yok gibidir. Önemli olan bu grupların baskı görmeden, azınlık

psikolojisi içine düşmeden, eşit haklara sahip olarak yaşamalarıdır.9 Kili‟nin de belirttiği

üzere, etnik bölünmeler, etnik düşünceler feodal düzenin özellikleridir. Geriye götüren,

saptıran özelliklerdir. Tüm bunları aşan, tasada ve kıvançta bir olan, demokrasinin sağladığı

hoşgörü ortamında karşılıklı saygı içinde yaşayan bir ülke gelişir, ilerler. Etnik kökenli

görüşler ise ülkeyi böler, güçten düşürür ve çağdaşlığı yadsır.10

Günümüzde etnik farklılıklar, birçok ülke gibi Türkiye açısından da uluslararası birtakım

sorunlara yol açmaktadır. Etnik kökenli farklı grupların, azınlık oldukları öne sürülerek dış

güçlerce ülke bütünlükleri istismar edilmektedir. Özellikle insan hakları kapsamında Kürtçe

üzerinden son yıllarda yaşanan polemikler ikinci bir etnik tuzak niteliğindedir. Türkiye‟de

etnik grup denilince akla hemen Kürtçe konuşanlar gelmektedir. Aslında Kürtçe üç farklı

lehçeden oluşmaktadır. Bu lehçeleri konuşanlar da birbirlerini anlamamaktadır. Ayrıca

Kürtçe‟nin bir kolu olarak bilinen Kırmanço Farsça kökenli ayrı bir dildir. Kürtler arasındaki

bu dil farklılaşması önemli bir ayrım oluşturmaktadır. Her aşiret kapalı bir grup olarak

yaşamakta ve soy birliği nedeniyle de kendilerine has bir kimliğe sahip oldukları

9 GÖKÇE, Birsen “Açılış Konferansı Sosyal Bilimler KAVġAĞINDA “DOĞU VE GÜNEYDOĞU

ANADOLU” Van Valiliği Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van 1997.s.27-40. 10 KİLİ, Suna “Amerika Birliğinin Çözülmesi, “ Cumhuriyet Gazetesi 26 ekim 1994.

8

gözlenmektedir. Ancak göçebelikten yerleşik düzene geçiş ve kırdan kente göç gibi etkenler

kapalı toplum yapısının açılmasına, ilişkilerin gevşemesine, soy birliğinin bozulmasına ve

değişik kültürlerden etkilenmesine yol açmıştır.

Bu durum Kürt nüfusunun etnik yapı bakımından dil, din ve soy birliği olmak üzere üç ayrı

bileşenden oluştuğunu göstermektedir. Ve böylesine çok değişkenli ve farklılıklar içeren bir

etnik grubun sayısının sağlıklı olarak belirlenmesi olası değildir.1965 DİE verilerine göre

(Tablo1) Kürtçe konuşanlar %7.5 tir. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde nüfus artış hızının

yüksek olması Kürt nüfusunda yıllar içinde artış olacağını göstermektedir.

Tablo-1 KonuĢulan Anadil Ġtibariyle Nüfusun Dağılımı (1965 Yılı DĠE)

KonuĢulan dil Sayı % *

1. Türkçe 28.289.680 90.10

2. Etnik Gruplar 2.983.270 9.40

Abazaca, Acemce, Arapça

Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce

Gürcüce, Lazca, Pomakça

Kürtçe 2.219.502 7.1

Zazaca 150.644 0.04

3. Azınlıklar 91.171 0.25

Ermenice, Rumca, Yahudice

4. Anglosakson ve Latin dilleri 41.761 0.10

Almanca, Fransızca, İngilizce,vb

5. Slav Dilleri 13.199 0.05

Bulgarca, Rusça, Sırpça vb.

6. Diğer Diller 42.340 0.10

TOPLAM 31.391.421 100.00

Bu tarihten sonraki nüfus sayımlarında anadil sorulmadığından günümüzde farklı dil

konuşanların sayısını bilmek olası değildir. Bu konuda Mutlu‟tarafından çeşitli illerde Kürtçe

konuşan nüfusun artış hızı ve göçlerle meydana gelen değişiklikler de dikkate alınarak

yapılmış bilimsel araştırmada Kürtçe konuşanların sayısının, 1990 rakamlarına göre yaklaşık

7 milyon civarında olduğu belirtilmektedir. Bu rakama göre Türkiye nüfusunun %12‟sini

anadili Kürtçe olanlar oluşturmaktadır.11

(11)

Bu süreçte etnik grupların nüfusları da önem arz etmekte olduğundan genellikle konuşulan dil

açısından nüfus tespitine gidilmektedir. Ancak bu konuda çok değişik söylemlerle

karşılaşılmaktadır. Aşağıda üç ayrı kaynaktan alınan nüfusa oranlı yüzdelerin yer aldığı bir

tablo hazırlanmıştır.(Tablo2) 11 MUTLU, Servet “Population of Turkey by Etnic Groups and Provinces” New Perspectives an Turkey, 1995

vol . 12, pp 33-60.

* Unıted States Center for World Mission (USCWM)

9

Tablo-2 Türkiye’de KonuĢulan Diller

KonuĢulan dil 1965 DĠE

2001

Language

of World

2000 MGK*

Yapılan Alan

AraĢtırmaları

Sonucu

Türkçe % 90.1 % 86.2 % 76.00

Kürtçe % 7.1 % 8.3 % 8.8

Zazaca % 0.4 % 0.5 % 4.2

Çerkezce % 0.2 % 2.1 % 3.8

Arapça % 0.1 % 1.6 % 1.2

Diğer Diller % 2.1 % 1.3 % 6.0

% 100 % 100 % 100

* Milli güvenlik kurulu tarafından 68 ili kapsayan ve Erciyas,Elazığ,Fırat,Malatya ve İnönü

üniversitelerine yaptırılan Türkiye deki etnik gurupların dağılım raporundan alınmıştır.

Not : Türkiye nüfusu 1965 de 28.289.680, 2000 yılında ise 67.803.97, 27 dir.

Dünya genelinde etnik köken, din ve dil konularında araştırma yapan Amerika merkezli bir

vakfın * 2008 yılı verilerine göre de Türkiye‟de 52.8 milyon Türk ve Zazalarla birlikte 15.4

milyon Kürt nüfus yaşamaktadır. Aynı kaynağın 2008 yılı Türkiye nüfusu 74.398 olarak ifade

edilmektedir. Ancak TUİK‟in verilerine göre aynı yıl için Türkiye nüfusu 71.517.100 dür. Bu

durumda sözü edilen Amerikan Vakfının sonuçlarıyla TUİK‟in sonuçları arasında

„2.881.600‟lük fark görülmektedir. Bu noktada sorgulanması ya da cevaplanması gereken bir

durum var. Hata nerede ya da Kürt nüfusunun fazla gösterilmesi terör olaylarının çözümünde

kullanılacak yeni bir sosyal tuzak mı?

Son yılların gündeminde yer alan sorunların özellikle Güneydoğudaki terör olaylarının

kökeninde etnik yapı sorunları bir etiket olarak kullanılmakta ve Kürt sorunu olarak

somutlaştırılmaktadır. Yaklaşık son otuz yıldır gündemi yoğun bir biçimde işgal eden terör

sorununun Kürt sorunu mu, Kürtçülük sorunu mu, yoksa Doğu ve Güneydoğu Anadolu‟nun

sorunu mu olduğu tartışılması gereken bir konudur. Kışlalı‟nın da belirttiği üzere; Güneydoğu

Anadolu bölgemizdeki Kürt kökenli yurttaşlardan daha fazlası İstanbul‟da, Ankara‟da,

İzmir‟de, Adana‟da yaşıyor. Ama onlar devlet açısından bir sorun yaratmıyorlar. Toplumun

diğer kesimleriyle de aralarında bir sorun yok. “Sorun Güneydoğu Anadolu‟da yönetimin yarı

feodal yapısından yaşam düzeyinin geriliğine kadar uzanan koşullarda kalkınma hamlelerinin

ülkenin o yöresine ulaşamamış olmasından kaynaklanmaktadır”12

Kürt sorunu ile bağlantısı

ise sadece dil konusunda ortaya çıkmaktadır ve doğrudan toplumsal yapıyı olumsuz

etkilemekte, birlikte yaşayanlar arasında olumlu ilişkilerin kurulmasını engellemekte ve

çatışmaya sebep olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu dışında yaşayanlar hangi

kökenden, hangi etnik gruptan olursa olsun aynı koşulları paylaşıyorlarsa ülkenin o yöresinde

yaşayanlar da Türk, Kürt, Arap, Zaza, Süryani farkı olmaksızın, benzer koşulları

paylaşıyorlar. Ancak diğer bölgelerde yaşayan değişik kökenlilerin ortak paydası Türkçe

12 KIŞLALI, Ahmet. Atatürk‟e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği 2. Baskı. Ankara İmge Yayınevi, 1993.

10

olduğu halde bu durum Doğu ve güneydoğu Anadolu için söz konusu değildir. Bölgede

giderek daha fazla Kürtçe konuşulması Türkçe ortak paydasının azalması, sorunun Kürt

sorunu gibi algılanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle yaşanan sorunlar çığ gibi büyümekte

ve giderek karmaşıklaşmaktadır. Sorun ve nedenlerin doğru saptanması gerçekçi çözümleri

beraberinde getirecektir.

NEDEN RESMĠ DĠL

Özünde dil, toplumları ayıran değil, birleştiren bir öğedir. İletişimi sağladığı gibi anlaşma ve

uzlaşmaya uygun bir ortam da oluşturur. Konuşulan dilin geliştirilmesi bireyin düşünce ve

iletişim yeteneğini de geliştirmektedir. Dil yeteneği gelişmemiş bir insanın düşünme,

öğrenme, yaratma ve iletişim kurma yetenekleri de sınırlı kalır. 13

Dil düşüncenin

iletilmesinin, ilişki kurmanın ve paylaşmanın anlamlı tek yoludur. Dil günlük iletişimin

ötesinde insanları birbirine yaklaştıran, ilişkilerini sağlamlaştıran ve toplumsal yapının sağlam

temellere dayanmasına olanak sağlayan bir araçtır. Türk Dil Kurumu‟nun kuruluş

amaçlarından bir tanesi de bu aracın geliştirilmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti siyasi bir birlikteliktir. Bu birliğin korunmasında ortak payda Türkçe

dilidir. Her ülkenin toplumsal yapısı sosyal, ekonomik, kültürel ve yönetimsel koşullar

çerçevesinde oluşan insan ilişkileriyle şekillenir. Bu çerçevede konuşulan dil ulusal kimliğin

koruyucusudur. Terör olaylarının bitirilmesi beklenen çözüm sürecini olumsuz etkileyecek

eylemlerden kaçınmak gerekir.

TC Anayasası’nın değiĢtirilemeyecek 3. Maddesi

Madde : Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı Ģekli kanunda belirtilen , beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Milli marĢı “istiklal marĢı”dır.

BaĢkenti Ankara’dır.

Toplumsal yapıyı güçlendirecek tavır ve eylemler etnik köken ne olursa olsun TC

vatandaşlığına zarar vermemelidir. Bu kapsamda „resmi Dil‟ Türkçe üzerinde hassasiyetle

durmak gerekir. Esasen Türkü Kürdü yıllardır birleştiren Türk dili olmuştur. Kuşkusuz 10‟u

aşkın değişik anadilin var olduğu ve toplam nüfusun %15‟ inin bu ana dillere sahip olduğu

gerçeğinden hareketle farklı kökenden gelenlerin ana dillerini öğrenmeleri, kullanmaları

doğaldır. Ancak bu durum Türkiye‟nin bekasına zarar vermeyecek nitelikte olmalıdır. Türkiye

sınırları içinde yaşayan TC kimliğine sahip vatandaşların resmi dilinin Türkçe olması başka

bir deyişle zorunlu öğretimin de Türkçe yapılması toplumun bütünlüğü ve kültürün

devamlılığı ve de sağlıklı toplumsal yapı açısından kaçınılmazdır. Anadili öğrenme ve

konuşma ne derece doğalsa Türkiye‟de yaşayan sosyolojik açıdan halk olarak tanımlanan ve

farklı etnik kökenden gelen insan topluluğunun da aynı dili kullanmaları yani resmi dilin

Türkçe olması da aynı ölçüde doğaldır.

13 DEMİRSOY, Ali. Son İmparotora Öğütler “Bilim Toplumu Ankara METEKSAN‟A.Ş 4. Basım 1998.

11

Etnik köken, dil, din ve benzeri farklılıkların aynı coğrafyada yaşayan insanları “halk tanımı”

ile birleştirdiğini vurgulamak gerekir. Türkiye‟de yaşayan farklı gruplar sosyolojik olarak

halktır. Millet ise tarihi bir süreç olup vatan, ülkü, dil, soy ve kültür birliğiyle özgünlük

kazanır. Ve de millet siyasi bakımdan devlet kurma yeteneğine sahip, örgütlü insan

topluluğudur. Atatürk, “Türk milletini; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Halkına

Türk Milleti” denir sözüyle tanımlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok sayıda

halklardan oluşan Türk Milleti‟nin devletidir.

Çözüm sürecine ilişkin yorumlar çerçevesinde kaleme alınan bu yazı Amerikan toplumundaki

tek dil / resmi dil uygulamasındaki gelişmeler örneklenelek sonuçlandırılacaktır.

ABD‟de her on yılda bir nüfus sayımı yapılmaktadır.1990 yılında “soyunuz , etnik kökeniniz

nedir?” sorusuna alınan cevaplar Amerikan ulusunun 500 ayrı etnik topluluktan oluştuğu

gerçeğini ortaya çıkarmıştır toplam nüfusun;

%23 ALMAN , %16 İRLANDALI ,%13 İNGİLİZ , %10 AFRİKALI ,%5 MEKSİKA %4

FRANSIZ %4 POLONYA %4 KIZILDERİLİ %3 HOLLANDA %2 İSKOÇ %2 İSVEÇ %2

NORVEÇ „Lİ VE DE %6.2 ÇİN , HİNT ,TÜRK ,JAPON vb kökenlerin bulunduğu (bu

grubun toplam nüfusa oranla %2 altında oldukları)saptanmıştır.

Etnik kökenini %5 „Amerikan‟ olarak tanımlamıştır. Daha sonraki sayımlarda yüzde itibariyle

artış ve eksilmeler görülse de sonuç itibariyle Amerikan nüfusunun ana dilleri, geliş yerleri

(soyları), dinleri birbirinden farklı beşyüz ayrı etnik topluluktan meydana gelmiş olduğu

gerçeği değişmemiştir.14

Öte yandan Amerikan yurttaşlığına giriş arttığı halde Meksika ve

Küba dan Amerika ya göç edenlerin İspanyolca konuştukları ve ülkenin ortak dili olan

İngilizceyi öğrenemedikleri ve toplumla bütünleşemedikleri gerçeği de yaşanmaktadır.

ABD „de 2010 nüfus sayımı sonuçlarına göre dünyanın değişik ülkelerinden göç eden 51

eyalette İngilizcenin dışında konuşulan dillerin dağılımı tablo 3‟de verilmiştir.

Tablo-3 ABD’deki 50 Eyalette Ġngilizce dıĢında kullanılan dil sayıları

California 213 New Jersey 136 Tennesse 117 Hawai 104

New York 173 North Carolane 136 Alabama 114 Louisiana 99

Texas 170 Oregon 136 İndiana 114 Distirict of colb. 94

Washington 166 Virgina 135 Nevada 114 Arkansas 89

Florida 162 Missouri 133 New Mexica 114 Maine 86

Arizona 152 Oklahamo 131 Iowa 113 Missisippi 85

14 ÖZAKINCI, Cengiz. ABD Laik Demokratik Cumhuriyetin Temeli: TEK RESMİ DİL, TEK BAYRAK, TEK

ULUS. Bütün Dünya , sayı 2013/12Başkent Üniversitesi yayını s.43-48

12

Kansas 111 West virgina 84

Pensilvanya 152 Ohio 128 Alaska 109 New hampshine 83

Maryland 145 Colarado 128 Kentucky 109 Delaware 81

Massachusetts 142 Winconsin 124 Connexcticat 107 Rhode ısland 81

Georgia 141 Utah 123 İdaho 107 Montana 80

Michigan 141 Minnesoto 123 Nebraska 106 South dakato 79

İllinois 140 Sauth Caroline 105 Vermonth 78

North dakota 77

Wyoming 61

Anadilleri bu kadar çeşitli olan beş yüz değişik kökenden gelmiş birbirlerinin konuştuğunu

anlayamayan toplulukların bir bütün oluşturmasının yani bir ulus haline gelmelerinin

mümkün olamayacağını yaşayarak öğrenen Amerikan yetkilileri çözümü ortak dilde

bulmuşlardır.15

Demokrasi uygulamasının doruğunda olan Amerika‟da, Mart 2013‟te İngilizce Dil Birliği

Yasa Tasarısı ABD Senatosuna ve Temsilciler Meclisine sunulmuş ve yasa kabul edilmiştir.

Böylece beş yüz etnik kökenli bir ülke de uluslaşmasını tamamlayabilmek için tek ve ortak

resmi dilin İngilizce olması hedeflenmiştir. İngilizce bilmeyen göçmenler ABD yurttaşlığına

alınmayarak Devlet Dairelerindeki bütün işlemlerde İngilizce kullanılacak, özel

yaşamlarında ise yurttaşlar istedikleri dili kullanabileceklerdir.

Ayni biçimde çok sayıda etnik grubun yaşadığı Fransa‟da da resmi dil Fransızcadır.*

Sonuç olarak ABD‟de „demokratik Cumhuriyet‟in temel ilkesi “tek resmi dil, tek bayrak, tek

ulus” tur. Bu ilke Amerikan parası üzerine –çokluktan birlik- Bölünmez Tek Ulus olarak

işlenmiştir.

15 ÖZAKINCI, Cengiz ABD tek ve ortak resmi dil: İNGİLİZCE Bütün Dünya sayı 2014/01 Başkent

Üniversitesi yayını s.13-18

*Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümü 2010 (U.N.S.D)