TÜRKİYE’NİN EKONOMİK - Saadet€¦ · 2013’de, 2014’de, 2015’de ve 2016’da Türkiye...
Transcript of TÜRKİYE’NİN EKONOMİK - Saadet€¦ · 2013’de, 2014’de, 2015’de ve 2016’da Türkiye...
TÜRKİYE’NİN EKONOMİK DURUMU
Mayıs 2017
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
2
Rapor Sorumlusu
Prof. Dr. Latif ÖZTEK
Danışman
Atik AĞDAĞ
Editör
Yusuf YALANIZ
Kapak Tasarımı
Harun ARSLAN
Saadet Partisi
Ziyabey Caddesi 1421. Sokak No:15
Balgat/Çankaya - Ankara/Türkiye
www.saadet.org.tr
Mayıs 2017
Önsöz
3
İçindekiler
Önsöz 4
Giriş 7
İşsizlik 15
Enflasyon (TÜFE) 25
Büyüme 53
Borçlar 71
Faiz 87
Bankalar 97
Borsa 99
Dış Ticaret 103
Döviz Kurları 113
Özelleştirme 121
Bütçe Uygulamaları 127
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
4
Önsöz
Ekonominin toplum hayatındaki öneminden do-
layı Saadet Partisi Ekonomik İşler Başkanlığı olarak
Türkiye ekonomisinde meydana gelen gelişmeler ta-
rafımızdan yakından takip edilmekte ve makro eko-
nomik büyüklükler esas alınarak her ay bir rapor ha-
zırlanıp il başkanlarının istifadesine sunulmaktadır.
Yıl sonunda ise ekonomideki gelişmeler daha kap-
samlı bir rapor haline getirilmektedir. 2016 yılı sonu
itibariyle Türk ekonomisindeki gelişmeler de bir ra-
por haline getirildi. Bu rapor hazırlanırken makro
ekonomik büyüklüklerde son 10-15 yılda meydana
gelen gelişmelere geniş yer verildi ve hazırlanan tab-
lolardaki rakamların yılara göre değişimi şekillerle
gösterildi. Eski yıllara ait ekonomik büyüklükler ve-
rilip, değişim de şekillerle gösterilince Türk ekono-
misinde yıllar itibariyle meydana gelen gelişmeleri
daha yakından inceleme ve mukayese etme imkânı
ortaya çıkmış oldu.
Sayın Genel Başkanımız hazırlanan raporun
konferans olarak sunulmasını istedi. Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) de bu konferan-
sın her yıl düzenlemekte oldukları “ESAM Çarşamba
Konferansları” kapsamında verilmesini istedi. Bu ta-
lep üzerine konferans, 28 Aralık 2016’da ESAM’da
geniş bir dinleyici kitlesine sunuldu. Bu arada dinle-
yiciler tarafından metnin yazılı hale getirilmesi, kitap
haline getirilmesi istendi. İl başkanlarımız tarafından
da aynı yönde talepler geldi. Gelen talepler üzerine
Önsöz
5
konferans metnine 2016 yılının son ekonomik bü-
yüklükleri de ilave edilerek elinizdeki bu eser ortaya
çıkmış oldu.
Devletin resmi kurumlarının hazırlamış olduk-
ları veriler esas alınarak hazırlanan küçük hacimli bu
kitabın Türk ekonomisinde son 10-15 yılda meydana
gelen gelişmelere ışık tutacağı kanaatindeyiz ve eko-
nomiyi yakından takip eden tüm insanlarımıza fay-
dalı olacağını umuyoruz.
Bu eserin yayına hazırlanmasında ve basılma-
sında emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyor,
Yüce Rabbimden hayırlı çalışmalarımızda bizlere
muvaffakiyetler vermesini niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Latif ÖZTEK
Ekonomik İşler Başkanı Genel Başkan Yardımcısı
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
6
Giriş
7
Giriş
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
8
Ekonomi fertler için olduğu gibi devletler için de
çok önemlidir. Bu öneminden dolayı bir ülkenin eko-
nomi politikalarını ne dış politika ve iç politikasından
ve ne de siyasi ve sosyal politika konularından ayrı dü-
şünmek ya da tek başına ele almak mümkün değildir.
Ülke içindeki terör olayları, boşanmalar, kap-kaç
olayları, hırsızlık ve diğer sosyal olayları da ekonomi-
den bağımsız ele alıp değerlendiremeyiz. Bütün bu
olaylar ülke ekonomisini etkilediği gibi, ülke ekono-
misinin iyi veya kötü olması da bu olayları etkiler. Yani
hiçbir olay tek başına ele alınıp değerlendirilemez ve
unutulmamalıdır ki, bu olayların hepsi ekonomi ile
doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Bu durumu dik-
kate alan Ekonomik İşler Başkanlığımız her ay yapılan
il başkanları ve il müfettişleri toplantısı için bir rapor
hazırlamaktadır. Raporlarımızda o ay gündeme en çok
gelen ekonomik konulara yer verilmektedir. Ekono-
mik İşler Komisyonu olarak bu raporumuzu Tür-
kiye’nin 2016 yılı genel ekonomik durumu ile 2016 yı-
lının bütçe uygulamaları ve yeni hazırlanan 2017 yılı
bütçesinin değerlendirilmesine tahsis etmeyi uygun
bulduk. Türk ekonomisindeki gelişmeleri değerlendi-
rirken daha önceki raporlarımızda belirttiğimiz gibi,
konu ile ilgili bakanlıkların yayınlamış olduğu resmi
rakamları verip bu rakamlar üzerinden açıklamaları-
mızı yapacağız. Bu arada konu ile ilgili olarak zaman
zaman hükümet üyelerinin ve AK Parti yetkililerinin
açıklamalarına yer vereceğimiz gibi, medyada yer alan
görüş ve değerlendirmeleri de dikkate alacağız. Tabii
bu arada Türkiye’nin ekonomik sorunlarının Saadet
Partisi’nin iktidarında nasıl çözüleceğine de yer vere-
ceğiz. Böylece Saadet Partisi olarak teşkilatlarımızı ve
Giriş
9
milletimizi hükümetin ekonomik uygulamaları hak-
kında bilgilendireceğimiz gibi Türkiye’nin önemli eko-
nomik sorunlarına yönelik Saadet Partisi’nin görüşle-
rini de açıklayacağız.
Bu toplantıyı yurt içinde ve yurt dışında ve özel-
likle Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu coğraf-
yasında çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönemde
yapıyoruz. Bilindiği üzere Türk ekonomisi çok hassas
dengeler üzerinde ilerleyen kırılgan bir yapıya sahiptir.
Bu kırılgan yapısı nedeniyle hem dış dünyadaki eko-
nomik, politik ve siyasi gelişmelerden ve hem de yurt
içindeki sosyal ve siyasal gelişmelerden fazlasıyla etki-
lenmektedir. Bu yüzden Türk ekonomisini incelerken
yurt içindeki ve yurt dışındaki gelişmelerin Türk eko-
nomisi üzerindeki etkileri göz ardı edilmemelidir.
İktidar Temmuz 2015’den beri yoğunlaşan PKK
terör olayları ile uğraşırken ülkemiz 15 Temmuz
2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki paralel
devlet yapılanması (PDY)’na mensup bir grup çılgının
başlattığı bir başarısız darbe girişimine hedef oldu. Al-
lah (c.c.)’a hamd olsun darbe girişimi bastırıldı. Darbe
girişimi bastırıldıktan sonra ülkemizde üç ay süreyle
“olağanüstü hal” ilan edildi. Üç aylık olağanüstü hal
bitince süre yeniden üç aylığına uzatıldı. Olağanüstü
hal uygulamaları çerçevesinde hazırlanan Kanun Hük-
münde Kararname (KHK)’lerle kamuda çalışan bin-
lerce insanın işine son verildi, soruşturmalar oldu, tu-
tuklamalar yapıldı ve halen de bu durum devam et-
mektedir. Kamudaki bu uygulama özel sektörde de
sürdürüldü. İnsanlar tutuklandı, iş yerleri kapatıldı.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
10
Bu arada ülkemizde AK Parti’nin ve Sayın Cum-
hurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine
Başkanlık Sistemi veya cumhurbaşkanlığı sistemine
geçilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği gündeme geldi.
2017 yılının ilk aylarında bu konudaki çalışmalar ta-
mamlandı ve 16 Nisan 2017’de Anayasa değişikliği
metni halk oylamasına sunuldu ve kabul edildi. Bu sis-
temle ilgili çalışmalar halen sürdürülüyor. İnşallah ül-
kemizin ve milletimizin hayrına olur.
15 Temmuz 2016’dan beri hükümet, asıl olarak
PDY ile uğraştığı için dış dünyada olup bitenlerle ve
ekonomi ile fazla ilgilenemedi. Yurt içinde ve Kuzey
Irak’ta PKK eylemleri arttı. Güney komşumuz Su-
riye’de PYD/YPG güçleri Türkiye’nin daha önce kır-
mızı çizgimiz dediği “Fırat’ın Batısı”na geçti. PYD/
YPG’nin bu faaliyetini önlemek üzere TSK tarafından
“Fırat Kalkanı Harekâtı” düzenlendi. Bu harekât 7-8
ay devam ettikten sonra ara verildi.
Suriye’deki çatışmalar sürerken koalisyon güçleri
tarafından Musul’u IŞİD militanlarının elinden kurtar-
mak üzere Irak’ta da bir sıcak çatışma alanı oluştu-
ruldu. Türkiye de Irak’taki bu harekâta katılma kararı
aldı ve TSK Irak’taki koalisyon güçleri ile beraber Mu-
sul’u IŞİD militanlarından kurtarma operasyonuna fii-
len katıldı. Halen Musul’daki operasyonlar da devam
ediyor. Irak ve Suriye’de iç savaş sürmekte. Irak fiili
olarak 3’e bölünmüş durumda. Suriye’de de durum
Irak’tan fazla farklı değil. Öte yandan diğer İslam ülke-
lerinin durumu da içler acısı. Gazze’de İsrail’in zulmü
devam ediyor. Mısır, Libya, Pakistan, Afganistan,
Bangladeş, Sudan, Somali, Arakan, Mali, Keşmir ve
Doğu Türkistan sıkıntılı.
Giriş
11
Bütün bu sıkıntılar yaşanırken 20.07.2016’da
kredi derecelendirme kuruluşlarından Standart end
Poors, 23.09.2016’da da Moodys Türkiye’nin kredi no-
tunu düşürdüler. Kredi derecelendirme kuruluşlarının
Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi Kabine’nin bir-
çok üyesi tarafından “Bu karar siyasidir.” diye nite-
lendirildi. Biz Sayın Bakanlarımızın bu nitelendirmele-
rine katılmakla beraber Türk ekonomisinin iyi olma-
dığının da bir realite olduğunu belirtmek istiyoruz.
Zira işsizlik artıyor, enflasyon yüksek seyrediyor, bü-
yüme hızı azalıyor, döviz yükseliyor, ihracat azalıyor,
dış ticaret açığı ve cari açık artıyor. Kısaca bütün bu
olup bitenler ekonomimizi çok olumsuz etkilemiştir
ve bu olumsuz etki halen de devam etmektedir.
Diğer taraftan dış dünyadaki gelişmeler; önce İn-
giltere’nin AB’den ayrılma konusundaki kararı daha
sonra da ABD’deki Başkanlık seçimini Trump’un ka-
zanması ve buna bağlı olarak ABD ekonomisindeki ge-
lişmeler önce ABD’de faiz oranının artacağı yönündeki
söylentiler daha sonra da (15.12.2016)’da FED’in faiz
oranını 25 baz puan artırması tüm dünya ülkelerinin
ekonomilerini ve bu arada Türk ekonomisini çok etki-
lemiş; döviz, Dolar ve Avro yükselişe geçmiştir. 15
Temmuz 2016’dan önce 2.88 TL olan ABD Doları ka-
sım sonu aralık ayı başında hızlı bir yükseliş göstermiş
1 ABD Doları 3.60 TL’yi görmüş sonra bir miktar düş-
müştü. 15 Aralık 2016’da FED’in faiz oranını artırma-
sıyla tekrar 3.50 TL’nin üzerine çıktı. Halen 3.50 TL
düzeyinde seyretmektedir. Yani ABD Doları 4-5 ayda
yaklaşık 60 kuruş artmıştır. 2016 yılı sonu itibariyle
Türkiye’nin 404.2 milyar dolar dış borcu olduğu dik-
kate alınırsa bunun Türk ekonomisine getirdiği yükün
yaklaşık 250 milyar TL olduğu hesaplanabilir. Bu ağır
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
12
yükün özel sektöre maliyeti ise yaklaşık 170 milyar
TL’dir. Dolar’daki aşırı yükselme ve bozulan ekonomik
şartlar nedeniyle 6-7 aydan beri faiz oranlarını dü-
şürme sürecine giren T.C. Merkez Bankası da
24.11.2016’da yaptığı PPK Toplantısında haftalık repo
ihale faiz oranını %7.50’den %8.00’a çıkarmıştı. Yani
50 baz puan artırmıştı. 20 Aralık 2016’daki toplantı-
sında ise repo ihale faiz oranını değiştirmedi. Do-
lar’daki artıştan ve faiz oranlarındaki yükselişten en
fazla şikâyetçi olan kesim sanayicilerdir. Tabii Do-
lar’daki artış sadece sanayiciyi değil tüm toplum ke-
simlerini etkilemekte ve ithal malların fiyatlarında
özellikle de petrol ürünlerinde aşırı yükselmeye sebep
olmaktadır. Mesela 23 Kasım 2016’da benzinin litre-
sine 16 kuruş, motorinin litresine de 11 kuruş zam
geldi. Akaryakıta gelen zam tüm mallara anında yansı-
makta ve enflasyonun yükselmesine sebep olmaktadır.
Faizdeki ve döviz fiyatlarındaki artış ekonomide başka
olumsuzluklara da sebep olmakta, sanayici bu şart-
larda yatırım yapamamaktadır. Yeni yatırımlar olma-
yınca işsizlik artmakta, üretim düşmektedir. Üretim
düşünce de ihracat azalmakta, dış ticaret açığı ve dola-
yısı ile cari açık artmaktadır. Cari açık artınca ülkemiz-
deki ekonomik sıkıntı dayanılmaz bir hal almaktadır.
Saadet Partisi olarak ekonomik sıkıntılar daha fazla
artmadan hükümeti tedbir alması gerektiği konusunda
uyarmak istiyoruz.
Evet, kısaca özetlersek; ABD ekonomisi iyileşme
sürecine girdi. Rus ekonomisi sıkıntılı, Almanya’da
büyük bir ekonomik durgunluk yaşanıyor, AB’nin
önde gelen ülkelerinden Fransa’da, İtalya’da ve İs-
panya’da ekonomik durum pek iç açıcı değil. Geri ka-
Giriş
13
lan AB ülkeleri 2008’deki ABD krizinden sonra hâlâ sı-
kıntıda. Komşularımız olan ülkelerdeki ve diğer dünya
ülkelerindeki (Suriye, Irak, Mısır, Pakistan, Bangladeş,
Libya, Tunus gibi) kaotik durum malum. Bu durum
2013’de, 2014’de, 2015’de ve 2016’da Türkiye ekono-
misini etkilemiştir. 2017’de de etkileyecektir. Bütün
bu gelişmeler göz önünde bulundurularak gerekli ted-
birler alınmalı, ihracatta da komşu ülkelere, AB ülke-
lerine ve ABD’ye bağımlı kalınmamalı, yeni pazarlar
aranmalı ve bulunmalıdır.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
14
İşsizlik
15
İşsizlik
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
16
Ekonomik manada işsizlik, çalışabilecek durumda
olan insanların cari ücret seviyesinde bir ücretle çalış-
maya razı olması ve iş aradığı halde iş bulamaması du-
rumudur. İşsizlik oranı da bu durumda olan işsizlerin
sayısının toplam iş gücüne oranı olarak tanımlanabilir.
İnsan emek harcayarak eşyayı faydalı hale getirir.
Ya da enerjisini harcayarak, emeğini harcayarak mal ve
hizmet üretir. Eğer bir insan çalışabilir durumda ise o
insana iş imkânı sağlanması gerekir ki çalışıp üretsin.
Üretimi karşılığında bir gelir elde etsin ve bu geliri ile
de geçimini temin etsin, hayatını sürdürebilsin. Bütün
iktisadi sorunlar yaşama ile çalışma arasındaki
dengesizliklerden kaynaklanır. Üretim olmadan
yaşamaya süreklilik kazandırmak mümkün olma-
dığı gibi, çalışmadan üretime süreklilik kazandır-
mak da mümkün değildir.
İşgücü depolanamayan bir üretim faktörüdür.
Eğer bir ülkede 3.500.000 işsiz insan varsa o ül-
kede günde 3.500.000 insanın enerjisi atıl durum-
dadır, değerlendirilemiyor demektir.
Bir ülkede uygulanan ekonomik politikalar
eğer çalışma özelliğine sahip olan iş gücüne iş sağ-
layabiliyor ise başarılıdır, eğer iş imkânı sağlaya-
mıyorsa başarısızdır. Bu açıdan işsizlik oranı eko-
nomideki başarının en önemli göstergesidir. 21.
yüzyıldayız. Türkiye’deki işsiz insanlarımızın kesin sa-
yısını bilemiyoruz. Bugün hâlâ Türkiye’de işsiz insan-
larımızın sayısı TÜİK’in yaptığı “Hane Halkı İşgücü
Araştırması “sonuçlarına göre belirleniyor. Bu be-
lirlemelere göre 2015 ve 2016 yıllarındaki işgücü du-
rumu Tablo 1’deki gibidir.
İşsizlik
17
Tablodan görüldüğü gibi, Türkiye’de 2015’de
%10.3 olan işsizlik oranı 2016 yılında %10.9 ol-
muştur. İş bulmadan umudunu kesenler ile gizli işsiz-
ler de buna ilave edilirse bu oranın çok daha yüksek
olacağı; %16-17 hatta %18-20 olacağı açıktır. Bu
yüksek işsizlik oranı iktidarı başarılı göstermek için bir
kısım medya tarafından “2016’da işsizlik oranı
2009’dan düşük çıktı” diye verilebilir. Ama kim ne
derse desin biz bu işsizlik oranı çok yüksektir diyoruz.
Burada basınımızda yer alan bir hususu sizlerle
paylaşmak istiyorum. Eğer halkımızın çalışmak iste-
yenleri Türkiye’nin üyesi olduğu OECD ülkelerindeki
ortalama kadar olsa (%71) ve iş gücü verileri de OECD
ülkeleri ile aynı değerler (15-64 yaş) esas alınarak bir
hesap yapılsa, Türkiye’de işsizlik oranı çok yüksek
yaklaşık %30, hatta daha fazla olurdu. Bu bakımdan
yöneticilerimizin AB üyesi İspanya’da işsizlik oranının
%18-20 olduğunu söylemeleri gerçeği fazla ifade etme-
mektedir. Zira İspanya’da işgücüne katılma oranı %75,
Türkiye’de ise %51’dir.
Tablo 1 incelendiğinde, 2016 yılında genç nüfus-
taki işsizlik oranının %19.6 olduğu, yani
%10.9’luk işsizlik oranının da çok üstünde olduğu
görülmektedir. Yine Tablo 1’den ne eğitimde ve ne de
istihdamda olanların oranının %24 olduğu görülmek-
tedir.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
18
Tablo 1: 2015-2016 İşgücü Durumu (Yıllık)
Kaynak: TÜİK
2016 yılı aralık ayına ait işsizlik rakamları TÜİK
tarafından yayınlandı (Tablo 2). İşsizlik Aralık 2016’da
da %12.7 olmuştur. İşsizlik oranının düşmesini ister-
dik ama maalesef Aralık 2016’da işsizlik oranı Aralık
2015’deki %10.8’lik işsizlik oranından daha yüksek ol-
muştur. İşsiz insanlarımızın sayısı bir yıl öncesine göre
668.000 kişi artarak 3.872.000’e ulaşmıştır.
TÜİK verilerine göre mevsim etkilerinden arındı-
rılmış işsizlik oranı da Aralık 2015’e göre %1.8 artarak
Aralık 2016’da %12’ye yükselmiştir.
İşsizlik
19
Tablo 2: Mevsim Etkilerinden Arındırılmamış Temel İşgücü Göstergeleri (Aralık 2015- Aralık 2016)
Kaynak: TÜİK
Genç nüfustaki işsizlik oranı tüm nüfusa ait işsiz-
lik oranından daha yüksektir. TÜİK 2015 yılı aralık
ayında %19.2 olan genç nüfustaki işsizlik oranını 2016
yılı aralık ayında %24 olarak vermektedir (Tablo 2).
Genç nüfustaki işsizlik durumunu mevsim et-
kilerinden arındırılmış temel iş gücü göstergeleri
açısından da inceleyen TÜİK, Aralık 2016’da genç
nüfustaki mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik
oranının bir yıl öncesine göre %4.5 artarak %22.5
olduğunu bildirmektedir.
Son 4-5 yıl içinde yeni üniversiteler açılarak genç-
lerimize yükseköğrenim imkânı sağlanmıştır. Yükse-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
20
köğrenimine devam eden gençlerimiz, öğrenci olduk-
ları için, İŞKUR’a müracaat ederek iş istememişlerdir.
Bu yüzden işsiz sayısı 4-5 yıldan beri fazla artmamış
görünmektedir. Öğrenci oldukları için iş aramayan
gençlerimiz de inşallah 2017 yılından itibaren eğitim-
lerini tamamlayarak iş aramaya başlayacaklardır. Bu
gençlerimiz iş bulamazlarsa işsiz üniversite mezunu
gençlerimizin sayısı bugünkünden çok daha fazla ola-
caktır.
Eğitimde olmayan ve istihdam edilmeyen (ça-
lışmayan) insanlarımızın oranı ise 2016 yılı aralık
ayında %24.8’dir (Tablo 2). Yani her 4 gencimiz-
den birisi işsizdir. Bu tehlikeli bir durumdur.
Burada şu hususu özellikle belirtmek istiyoruz.
Saadet Partisi olarak daha önce değişik vesilelerle yap-
tığımız açıklamalarda lise mezunlarımızın üniversiteye
gitmelerini arzu ettiğimizi ve bunun gerçekleşmesi
için yeni üniversitelerin açılmasını istediğimizi ifade
etmiştik. Şimdi yine söylüyoruz. Yeni üniversitelerin
açılmasını ve gençlerimizin yükseköğrenime devam
etmelerini istiyoruz. Ama üniversite mezunlarına iş
imkânı hazırlanmasını da istiyoruz.
TOBB Başkanı’nın 5 yıl kadar önce (27.03.2012)
basında yer alan açıklamaları çok dikkat çekiciydi.
1996’dan 2011’e kadar olan 15 yılda 35-54 yaş gru-
bunda işsizliğin %19’dan %35’e çıktığını ifade eden Sa-
yın Hisarcıklıoğlu, çok önemli bir noktaya dikkat çe-
kerek, “Türkiye’de işsizlik yapı değiştiriyor… 35-
54 yaş arasındaki çocuk sahibi kişilerde işsizlik iki
katına çıktı.” diyor. TOBB Başkanı çocuk sahibi bir
İşsizlik
21
insanın işsiz kalmasının, evine ekmek götürememesi-
nin ne büyük felaketlerin habercisi olduğunu da ifade
ediyor. Evet, biz bunu söylemek değil hatırımızdan
bile geçirmek istemiyoruz.
İşsizlik birey için ve ailesi için büyük sorun ol-
duğu gibi, ülke için de en büyük sosyal sorundur. Bu
sorunun bir an önce çözülmesi gerekir. Şu andaki
Cumhurbaşkanımız ve eski Başbakanımız Sayın
Recep Tayyip Erdoğan da işsizlik konusunu çöze-
mediklerini zaman zaman ifade etmekteydi. Sonra-
dan gelen AK Parti yetkilileri de aynı konuda başarılı
olamadıklarını söylüyorlar. Evet, lütfen dikkat ediniz!
AK Parti iktidarının başbakanları işsizlik sorununun
varlığını kabul ediyor ve çözümü için çaba harcadıkla-
rını söylüyor ancak sorunun çözümünde başarılı ola-
madıklarını ifade ediyorlar.
Bu arada şu hususu da belirtmek istiyoruz. Yurt
dışından gelen insanların özellikle Suriye’den ve Afga-
nistan’dan gelen sığınmacıların bir kısmı çalışmaya
başladı. Geri kalanları da önümüzdeki yıllarda çalış-
mak isteyeceklerdir. Bu konu ile ilgili olarak muhte-
lif tarihlerde gerekli yasal düzenlemeler yapıldı.
Halen yurt dışından gelen insanlar düşük ücretle çalış-
maya razı oldukları için işverenler bu ucuz iş gücünü
tercih etmekte ve onları işe alıp çalıştırmaktadırlar. Bu
durum da vatandaşlarımızın iş bulmasını zorlaştır-
maktadır. Bütün bu gelişmeler dikkate alınarak önü-
müzdeki yıllarda işsizlik sorununun artarak devam
edeceği göz önünde bulundurulmalı ve sorunun çö-
zümü için acilen önlemler alınmalıdır, diyoruz. Ülke-
mizdeki İşsizlik durumunu ortaya koymak üzere
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
22
TÜİK’çe yapılan çalışmaların daha önceki yıllara ait so-
nuçlarını ayrı ayrı tablolar halinde vermenin bu rapo-
run hacmini çok artıracağı açıktır. Bu yüzden TÜİK ve-
rilerinden istifade edilerek 1990 yılından beri Tür-
kiye’deki işsizlik oranları Tablo 3’de bir araya getiril-
miştir. Yıllar itibariyle işsizlik oranlarının değişimi de
Şekil 1’de gösterilmiştir.
Tablo 3: Yıllar İtibariyle Türkiye’de İşsizlik Durumu
Kaynak: TÜİK
Şekil 1: Yıllar İtibariyle İşsizlik Oranı (%)
İşsizlik
23
Tablo 3’ün ve Şekil 1’in incelenmesinden de anla-
şılacağı gibi, 1990 yılından beri en düşük işsizlik oranı
%6.5 ile 2000 yılına aittir. Bunu %6.6 ile 1996 yılı daha
sonra da %6.8 ile 1997 yılları izlemektedir. Tablodan
görüldüğü gibi, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında üç yıl
üst üste işsizlik %6.6-6.9 düzeyinde seyretmiştir. Bilin-
diği üzere ülkemiz 1991’den 2002 yılı kasım ayı orta-
larına kadar yani 12 yıl süreyle koalisyon hükümetleri
tarafından yönetilmiştir. Bu 12 yıllık (1991-2002 yıl-
ları) Koalisyon hükümetleri döneminde ülkemizde
işsizlik oranı ortalaması %7.9’dur. Kasım 2002’den
beri de ülkemiz tek parti hükümetleri, AK Parti hü-
kümetleri tarafından yönetilmektedir. Tek parti hü-
kümetlerinin yönetimde bulunduğu 14 yıllık sürede
(2003-2016 yılları arası) ise işsizlik oranı ortala-
ması %10.6’dır. Yani yıllık işsizlik oranı ortalaması
Tek Parti (AK Parti) hükümetleri döneminde koalis-
yon hükümetleri döneminden %2.7 (10.6 - 7.9 = 2.7)
daha yüksektir.
Tablo 3’de görüldüğü gibi, 2008’de ABD’de başla-
yan ve dünyayı sarsan krizden sonra Türkiye’de işsiz-
lik oranı çok artmış ve 2009’da %14 olmuştur.
2009’dan sonraki, 2010,2011 ve 2012 yıllarında işsiz-
lik oranı düşme göstermiştir. 2012’de %9.2’ye düşen
işsizlik oranı 2013, 2014, 2015 ve 2016 yıllarında artış
göstermiştir. Her krizde işsizlik artar, kriz geçince bir
azalma olur. ABD’de kriz geçti. 2008-2009’da
%8’leri bulan ABD’deki işsizlik oranı 2015’de
%5’lere düştü. Halen %4.9 olduğu ifade ediliyor.
Ama Türkiye’de kriz hâlâ geçmemiş olacak ki işsiz-
lik tekrar yükselişe geçti ve son iki yıldır (2015 ve
2016) çift haneli rakamlarda seyrediyor. Bu durum
bize Türkiye’de işsizliğin kronik bir hal aldığını
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
24
göstermektedir. AK Parti hükümetleri bu konuda
ciddi hiçbir önlem almamıştır. İşsizlik sorunu yıllar-
dan beri ülkemizde bir numaralı sorun olmaya devam
etmektedir. Ekonomide yapısal değişim gerçekleştiril-
meden bu sorunun çözümü mümkün görülmemekte-
dir. İşsizlik deprem gibi, sel veya kuraklık gibi do-
ğal bir afet değildir. Uygulanan hatalı politikaların
yol açtığı insanların sebep olduğu bir sorundur.
Çözümü ise hatalı politikalardan vazgeçilmesidir.
Saadet Partisi iktidarında kapitalist ekonominin
kazanmak için her yolu mübah gören yanlış anlayışı
terk edileceği gibi, hatalı IMF politikaları da terk edi-
lerek üretim ekonomisine geçilecek, üretimin önün-
deki bütün engeller kaldırılarak üretim teşvik edile-
cek, paradan para kazanma dönemi sona erecek, çalı-
şıp üreterek para kazanma dönemi başlayacaktır. Üre-
tim için,( mal ve hizmet üretimi) istihdam gerekir. Bu
da işsizliği azaltır. Ayrıca üretilen malın satılması ge-
rekir. Malın satışı ise ticareti artırır. Malın yurt içinde
satılması iç ticareti, yurt dışına satılması ise dış ticareti
geliştirir, yurda döviz girişini artırır. Sonuçta bir yan-
dan vergi gelirleri artacağından bütçe açığı ortadan
kalkar, öte taraftan yurda döviz girdisi artacağından
dış ticaret açığı ve cari açık ortadan kalkar.
Enflasyon (TÜFE)
25
Enflasyon (TÜFE)
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
26
Enflasyon rakamları TÜİK tarafından hesaplanır
ve her ayın 3’ünde TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ve
ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) olarak açıklanır. Vatan-
daşı yakından ilgilendirdiği için basında ve günlük ha-
yatta daha çok TÜFE üzerinde durulmaktadır. Hükü-
metler de enflasyonu düşürmek için çaba sarf etmek-
tedirler. Genellikle son yıllarda memur maaşlarındaki
yıllık veya 6 aylık artışın ve emekli maaşlarındaki yıllık
veya 6 aylık artış ile asgari ücretteki artışların belirlen-
mesinde hep TÜFE esas alınır. Hatta tarım ürünlerinin
taban fiyatlarındaki artışlar belirlenirken bile TÜFE
göz önünde bulundurulur. Eğer enflasyon (TÜFE)
mali yıl sonunda belirlenenden yüksek olursa, enflas-
yon farkı memurun veya emeklinin maaşına ilave edi-
lir. Tabii asgari ücret için bu uygulama söz konusu de-
ğildir. Tarım ürünlerinin alımında da enflasyon farkı
ödemesi yapılmaz. Bütün hükümetler enflasyonu dü-
şürmek istiyorlar. Bilindiği gibi, enflasyon hedefinin
kontrolünü Merkez Bankası takip etmektedir. Hükü-
metler enflasyon hedefini Orta Vadeli Program’da
(OVP) belirlerler ve bu hedefi gerçekleştirme gayreti
içinde olurlar. Memur ve emekli maaşları ile işçi ücret-
lerini ve tarım ürünlerinin taban fiyatlarını düşük tu-
tabilmek için hükümetler yıllık bütçelerini yaparken
temel ekonomik büyüklükler arasında yer alan enflas-
yon oranı hedefini mümkün olan en düşük seviyede
tutarlar. Tabii ki yıllık TÜFE’nin düşük olmasının pi-
yasalar üzerinde olumlu psikolojik etkisini de dikkate
almak gerekir. Zira 1970’li yıllardan beri Türk halkı
yüksek enflasyonla yaşamaktadır ve bu tarihten beri
enflasyon konusunda “enflasyon canavarı” sözcüğü
siyasi lügatimize girmiş bulunmaktadır.
Enflasyon (TÜFE)
27
Yıllar itibariyle enflasyon rakamlarını vermeden
önce şu hususu belirtmekte yarar var. TÜİK tarafın-
dan, gerek ÜFE ve gerekse TÜFE’ye ait enflasyon ra-
kamları hesaplanırken tüketilen pek çok mal esas alı-
nır. 2003 = 100 Temel Yıllı Tüketici veya Üretici Fiyat-
ları Endeksi olarak açıklanır. TÜFE’ye ait listede baş-
langıçta 453 mal vardı. Ancak daha sonraki yıl-
larda bu sayı önce 432’ye ve son bir yıldan beri de
414’e indirildi. ÜFE’ye ait listede ise 493 kalem mal
vardır. Bu malların fiyatlarındaki değişime göre
hesap yapılır. Eğer günlük hayatta çok kullanılan
mallar veya mesela mutfak masrafları esas alınırsa
TÜFE’nin TÜİK tarafından verilen rakamlardan
çok daha yüksek olduğu görülür. Bu konu polemik
yapmaya çok müsait olduğu için biz değerlendirmele-
rimizi devletin kendi resmi rakamları üzerinden yap-
mayı uygun bulduk. Yıllar itibariyle Türkiye’deki Enf-
lasyon (TÜFE) oranları Tablo 4’de verilmiştir. Bu tab-
lodaki enflasyon oranlarının değişimi de Şekil 2’de
gösterilmiştir.
Tablo 4’den ve Şekil 2’den de görüldüğü gibi, Tür-
kiye’de enflasyon yıllardan beri sürekli yüksek seyret-
miştir. DSP, MHP ve ANAP’tan oluşan koalisyon hü-
kümeti döneminde yaşanan 2001 krizinden sonra tabii
bir seyir olarak enflasyon düşmüştür. Nitekim 2001’de
%68.53 olan enflasyon 2002’de %29.75’e; 2003’de
%18.36’ya ve 2004’de %9.32’ye düşmüştür. 2005’de
%10.53’e yükselen TÜFE 2006’da %9.65 olmuştur. Bu
durum daha sonraki yıllarda da devam etmiş ve 2008
krizinde %10.06’ya yükselen enflasyon, 2009’da
%6.53’e, 2010’da %6.40’a kadar gerilemiş, 2011’de tek-
rar çift haneli rakamlara yükselmiş ve %10.45 olmuş-
tur. 2012’de %6.16’ya düşen enflasyon 2013’de %7.4’e
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
28
ve 2016 yılında ise %8.53’e yükselmiştir. Yani enflas-
yon sürekli inişli, çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bu durum
iktidarın her konuda olduğu gibi, bu konuda da başa-
rılı olamadığını göstermektedir. İktidarlar enflasyonu
düşürmeyi arzu etmişler ama bir türlü muvaffak ola-
mamışlardır. Mesela 2010 yılında açıklanan OVP’de
2011 yılında enflasyonun %5.3 olması hedeflenmiş
ama yıl sonunda %10.45 olarak gerçekleşmişti. Yani
hedefte %97 sapma olmuştu. Diğer yıllar için de aynı
oranda olmasa bile benzer durum söz konusudur. Me-
sela 2015 yılı mali bütçesi yapılırken %6.1 olması plan-
lanan TÜFE 2015 yılı sonunda %8.81 olarak gerçek-
leşmiştir. Yani hedefte %44 sapma olmuştur. Aynı du-
rum 2016 yılı için de geçerlidir.
Son yılların en yüksek enflasyon oranı 2011 yılın-
daki %10.45’lik enflasyon oranıdır. Ancak Türkiye’nin
son 10 yıldaki enflasyon oranları da yüksektir. Zira bu
oranlar ABD ve AB ülkelerindeki enflasyon oranların-
dan çok yüksektir. 2008 krizini yaşayan ABD’de 2011
yılındaki enflasyon %3, AB ülkelerinde ise %2.2
(Fransa %2.5, Almanya %2.0, İspanya %2.0) kadardır.
Bu ülkelerdeki enflasyon oranlarının daha sonraki yıl-
larda da %2-3 düzeyinde olduğu dikkate alınırsa Tür-
kiye’de enflasyonun çok yüksek olduğu kendiliğinden
ortaya çıkar.
Enflasyon (TÜFE)
29
Tablo 4: Yıllar itibariyle Türkiye’de Enflasyon (TÜFE)
Kaynak: TÜİK
Şekil 2: Yıllar İtibariyle Enflasyon (TÜFE) (%)
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
30
Devlet, akaryakıt (benzin, motorin), doğalgaz,
elektrik gibi temel mallara ve vergilere (ÖTV) zam
yaptığı sürece enflasyon yükselir, düşmez. AK Parti
iktidarının da yaptığı sadece zam. Bu arada uygula-
nan hatalı politikalar da gıda maddelerinin fiyatında
artışa sebep oluyor. 2015 yılının yaz ve sonbahar ay-
larından itibaren mercimek, kuru fasulye, patates,
pirinç gibi temel gıda maddelerine zam geldiği gibi,
et ve et mamulleri ile süt ve süt ürünleri dâhil tüm
gıda maddelerine de zam geldi. Bu arada aslında
yaz aylarında ucuz olması gereken meyve ve seb-
zeye de zam geldi. Bu zamlar dolayısı ile TÜFE bek-
lentilerden yüksek oldu. 1 Kasım 2015’deki Genel
Milletvekili Seçimi sonrasında temel tüketim mallarına
yapılan zamlarda enflasyonun yükselişini sürdürme-
sine sebep oldu. Demek oluyor ki, AK Parti’nin hatalı
politikaları yüzünden bir yandan temel malların fiyat-
ları yükseliyor, diğer taraftan üretim yetersizliği yü-
zünden gıda maddelerinin fiyatları yükseliyor. Vatan-
daş da AK Parti hükümetlerinin hatalarının fatura-
sını ödüyor. Ancak gerek hükümet ve gerekse AK
Parti yetkilileri kendi yaptıkları zamları ve temel mal-
lardaki fiyat artışlarını hiç gündeme getirmemektedir-
ler. Onlar suni gündemler oluşturarak toplumu meş-
gul etmektedirler.
AK Parti iktidarı bu konuda sadece DSP-MHP-
ANAP koalisyon hükümeti dönemindeki enflasyonun
çok daha yüksek olduğunu söyleyebilmektedir. Biz de
diyoruz ki, kötü örnek emsal teşkil etmez. O dö-
nemde de enflasyon yüksekti, ekonomi yönetimi
kötüydü. Siz yüksek enflasyonu düşürmek, ekono-
miyi düzelterek vatandaşımızı refaha kavuşturmak
için geldiniz. Siz ne yaptınız? 2010 yılında %6.40
Enflasyon (TÜFE)
31
olan enflasyonu 2011’de tekrar %10.45’e, çift haneli ra-
kamlara yükselttiniz. 2016 yılında da enflasyon %8.53
oldu.
2006 yılından beri “Orta Vadeli Program” yapıl-
maktadır. OVP’de Temel Ekonomik Büyüklükler ara-
sında yer alan TÜFE maalesef sürekli revize edilmek-
tedir. Mesela 2014 yılı ekim ayında yapılan OVP’de
2015 yılı enflasyonu %5.0 olarak belirlenmişti.
2015’de hazırlanan OVP’de 2015 yılı enflasyonu
%6.1’e revize edildi. Merkez Bankası Başkanı Sayın
Başçı tarafından sene içinde %6.1 de revize edildi ve
%7.9 olarak açıklandı. Yıl sonunda TÜFE %8.81 olarak
gerçekleşti. Aynı yıl dünya piyasalarındaki ham petro-
lün varil fiyatında büyük bir ucuzlama oldu. Bu ucuz-
lamanın da etkisi ile yıllık enflasyon %8.81 olarak ger-
çekleşti. Petroldeki ucuzlama olmasa idi enflasyon
%8.81’den daha yüksek olabilirdi. Hükümet ekono-
miyi kontrol altına almak için OVP’de hedef açıklıyor
ama açıkladığı hedefi gerçekleştiremiyor. Niçin ger-
çekleştiremiyor? Gerçekleştiremeyişinin nedeni; he-
defler belirlenirken ülke gerçekleri dikkate alınmıyor,
bir takım temenniler esas alınarak hedefler belirleni-
yor. Temenniler gerçekleşmeyince revizyona gidiliyor.
Enflasyonu etkileyen iki önemli faktör vardır.
Bunlardan birincisi maliyetler ikincisi ise arz-talep
dengesizliğidir. Her iki faktör de halk tarafından
değil, hükümetler tarafından kontrol ve idare edi-
lir. Hükümetler beceriksiz olunca enflasyon yükse-
lir.
Bu ekonomik uygulamalarla enflasyon düşürüle-
mez. Faiz oranlarını düşürmeden, üretim maliyetlerini
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
32
azaltmadan, mal ve hizmet üretimini artırmadan enf-
lasyon düşürülemez. Saadet Partisi iktidarında ekono-
mide reel ekonomiye, üretim ekonomisine geçilecek,
finans ekonomisi terk edilecek, paradan para kazanma
dönemi sona erecek, üretim yaparak para kazanma dö-
nemi başlayacak, böylece üretim arttırılarak enflasyon
düşürülecektir.
Enflasyonu (TÜFE) en fazla etkileyen faktör te-
mel mallara ve vergilere yapılan zamlardır.
Eylül 2016’da (6 Eylül 2016) motorine ve ben-
zine yapılan ÖTV zamları;
Petrol ürünlerinden motorine ve benzine yıllardan
beri küçük oranlarda ama sürekli zam gelmiştir. Bu
zamlar 2015 yılından önce uluslararası piyasalarda
petrolün varilindeki artıştan ve Dolar’daki artıştan
kaynaklanmaktaydı. Ocak 2015’de dünyada petrolün
varil fiyatı 115 dolardan 50 doların altına gerilemiştir.
Hatta 2016 yılı başında 40 doların altına düşmüştür.
Halen (2016 yılı sonu) ham petrolün varil fiyatı 50 do-
lar civarında seyretmektedir. Kısaca petrolün varil fi-
yatında %50’den fazla düşme olmuştur. Ham petrol fi-
yatındaki bu ucuzlama Türkiye’de tüketiciye aynı
oranda olmasa da yansımış ve zaman zaman benzin ve
motorin fiyatlarında düşmeler olmuştur. 6 Eylül
2016’da akaryakıt ürünlerinden motorin ve benzin
ile otogaz ve solventlerin ÖTV’sine zam geldi. Yeni
zam miktarı 95 oktan benzin ile motorinin litresinde
20 kuruş, LPG’nin de kilogramında 20 kuruş oldu. Bu
zamlarla 95 oktan benzinin litresindeki ÖTV 218 ku-
ruştan 238 kuruşa, motorinin litresindeki ÖTV 159
Enflasyon (TÜFE)
33
kuruştan 179 kuruşa, LPG’nin kilogramındaki ÖTV de
158 kuruştan 178 kuruşa yükseltildi.
Bilindiği üzere, petrol ürünlerine yapılan zam oto-
matiğe bağlanmıştır. Dünya piyasalarında ham pet-
rol fiyatları yükseldi, hemen benzine, motorine ve
LPG’ye aynı oranda zam. Dolar kuru yükseldi,
haydi benzine, motorine, LPG’ye aynı oranda zam.
AK Parti hükümetlerinin en iyi yaptığı iş bu. Ama
petrolde ucuzlama olunca benzin, motorin ve LPG fi-
yatlarında aynı oranda ucuzlama olmuyor. Benzine ve
motorine zam gelince şehirlerarası ve şehir içi ulaşım
ücretleri dâhil tüm taşımacılık ücretlerinde ve petro-
lün girdi olarak kullanıldığı tarım ürünleri ile diğer tü-
ketim mallarının fiyatlarında artış meydana geliyor.
Evet, Türkiye kendi ihtiyacını karşılayacak kadar
petrol üreten bir ülke değildir. Tüketilen petrolün bü-
yük bir kısmını yurt dışından satın alıyoruz. Ham pet-
role zam gelmesi benzin ve motorin fiyatlarını etkiler.
Ama hiç unutulmamalıdır ki, vatandaşın satın aldığı
benzinin de, motorinin de %60 kadarı vergidir. Bu ver-
gilerin oranı düşürülerek benzin ve motorin zamları
yapılmayabilir. Ama hali vakti yerinde olanlardan, ka-
zanan kesimden alınması gereken gelir vergisini alarak
bütçe gelirlerini oluşturamayan iktidar, tüm toplum
kesimlerinin ödediği dolaylı vergilerle bütçe gelirlerini
oluşturmaya çalışıyor. Türkiye’de toplam vergi gelir-
leri içerisinde dolaylı vergilerin payı %68-70, doğru-
dan vergilerin payı ise %30-32 kadardır. Bu oran ABD,
Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde tam tersi du-
rumdadır. Yani endüstrileşmiş dediğimiz, gelişmiş de-
diğimiz ülkelerde dolaylı vergilerin oranı düşük, doğ-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
34
rudan vergilerin oranı yüksektir. Bunun anlamı Tür-
kiye’deki vergi sistemi yapısal bir hata içermektedir.
Bu hatalı yapı sabit ve dar gelirli vatandaşlarımızın
ekonomik yönden sıkıntı çekmesine sebep olmaktadır.
Diğer Vergi (ÖTV) Zamları;
2011 yılı ekim ayı içerisinde, ÖTV motorlu araç-
larda motor hacmi;
1.600-2.000 litre arası olanlarda %60’dan %80’e,
2.000 litrenin üzerinde olanlarda %84’den %130’a
ve Ticari araçlarda da %10’dan %15’e yükseltilmişti.
2016 yılı kasım ayında (24 Kasım 2016) motorlu
taşıtların ÖTV’sine yeni zamlar geldi.
Bu arada 30 Kasım 2016 tarihli Resmi Gazete’de
yayınlanan 9561 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile siga-
radaki ve alkollü içkilerdeki ÖTV oranları yükseltildi,
sigaradaki maktu vergi miktarı ile alkollü içkilerdeki
maktu vergi miktarları da artırıldı.
Benzine, motorine ve LPG’ye zam yaparken bu
malların yurt dışından ithal edildiğini, uluslararası pi-
yasalarda ham petrol fiyatlarında meydana gelen artış-
ların tüketiciye yansıtıldığını ifade eden yetkililer 2011
yılı ekim ayında ÖTV ‘ye yapılan zamları açıklamakta
sıkıntı çektiler ve Sayın Maliye Bakanı bu yolla cari
açığın sınırlanmasının hedef alındığını beyan etti-
ler. 2016 yılının eylül ve kasım aylarında yapılan
zamlarda ise bütçe açığının azaltılması gözetilmiş
olsa gerek. Hatırlanacağı gibi 2011 yılında yapılan
ÖTV zamları için dönemin Başbakanı da “Zam yap-
mayalım da Yunanistan gibi mi olalım.” demişlerdi.
Enflasyon (TÜFE)
35
Sanıyoruz bu ifadeler Türk ekonomisinin içinde bu-
lunduğu durumu çok iyi açıklamaktadır.
Yunanistan gibi olmak, yani iflas etmek. Evet, Sa-
adet Partisi olarak biz iktidarları eleştirirken bu eko-
nomik politikalarla, bu borçlanma ile Türk ekonomi-
sinin bir çıkmaza sürüklendiğini hep ifade ettik ve ha-
len de ediyoruz. Son zamanlarda AK Parti iktidarının
Başbakanı da, Maliye Bakanı da diğer bakanları da
Türk ekonomisinin sıkıntıda olduğunu söylüyorlar.
Demek ki uyguladıkları ekonomi politikalarının hatalı
olduğunu görmeye başladılar. Saadet Partisi olarak ik-
tidara sesleniyoruz. Satılan mallara zam yapmakla,
yeni vergiler koymakla veya vergi oranlarını artır-
makla, işçiye, memura, emekliye, çiftçiye, dul-yetime
verirken cimri, faizciye verirken bonkör davranarak
ekonomi düzeltilemez.
Bakınız 54. Erbakan Hükümeti iktidar olduğu
1 yıllık sürede ek vergi koymadan, emtia fiyatla-
rına zam yapmadan memur maaşlarına ortalama
%130, işçi ücretlerine %100, emekli aylıklarına
%100, Bağ-Kurluların aylıklarına %350 gibi bü-
yük zamlar yaptı. Taban fiyatlarını yüksek tutarak
çiftçiye yüksek gelir artışı sağladı. Bu artışlar sonu-
cunda ticari hayat canlandı, esnaf kâr etti, yüzü güldü.
Anadolu insanı rahat bir nefes aldı. Bütün bu ödeme-
leri nasıl yaptı? Havuz sistemini kurdu ve denk bütçe
yaptı. Bu yolla faizleri düşürdü, kaynak paketleri ha-
zırlayarak bütçeye ek kaynak sağladı. Reel ekonomiye
geçti, üretimi artırdı. Yani rantiyeciye giden paraları
çalışarak üreten Anadolu insanına aktardı. Sonuçta
ekonomik hayat canlandı, üretim arttı, istihdam arttı.
İnsanımızın yüzü güldü.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
36
Enflasyon ve Toplum Kesimlerinin Durumu
Ülkemizde yoksulluk kol geziyor.
Bu ülkede akşam saatlerinde hafta pazarı kapa-
nınca pazar yerine gidip sebze-meyve artığı toplayan
insanlarımız var. Vatandaşlarımız arasında yüce dini-
mizin emri olan zekât, fitre ve sadaka verme gibi güzel
bir uygulama var. Hali vakti yerinde olan insanlarımı-
zın yoksullara verdiği zekât, fitre ve sadaka fakir insan-
larımızın ihtiyaçlarını karşılamalarına katkıda bulunu-
yor. Bu arada son yıllarda Suriye’deki savaştan kaçarak
yurdumuza sığınan insanların da ihtiyaçlarının karşı-
lanmasında yüce milletimizin asil evlatları oldukça fe-
dakâr davranmaktadırlar. Evet, sayıları 3 milyonu bu-
lan bu sığınmacıları da sayar isek yurdumuzdaki yok-
sulların sayısı çok daha fazla olur. Sosyal Hizmetler
Fonu’nun ve belediyelerin yaptığı yardımlarla hayatını
idame ettiren insanlarımızın varlığını hepimiz biliyo-
ruz. Bu ülkede iş bulup çalışan kesimlerin de ekono-
mik durumu iyi değildir.
Enflasyon insanlarımızın günlük hayatını etkili-
yor. Sadece işsiz insanlarımız değil, iş bulup çalışan in-
sanlarımız da “Enflasyon Canavarı” ile mücadele edi-
yor. Bu bir gerçek. Ancak, vatandaşın durumu ne?
Toplum kesimleri Enflasyondan nasıl etkileniyor? Ko-
nunun burasında toplum kesimlerinin durumunu ayrı
ayrı ele alıp irdelemekte yarar vardır sanırız.
ÇİFTÇİ sıkıntılıdır. Bu konuda her bölgemizin
veya ilimizin özel durumu dikkate alınarak örnekler
verilip açıklamalar yapılabilir. Evet, biz biliyoruz ki
daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2016’da da buğday,
pamuk, ayçiçeği, şekerpancarı, çay, kayısı, fındık vb.
Enflasyon (TÜFE)
37
bitkisel ürünleri üreten çiftçilerimizin ve hayvancılık
yapan yetiştiricilerimizin durumu maalesef iyi değil-
dir. Her bir ürünü ayrı ayrı ele alıp incelemek bu rapo-
run hacmini çok artıracaktır. Bu yüzden burada hemen
her bölgemizi ve her vatandaşımızı yakından ilgilendi-
ren bir bitkisel ürünümüz olan buğday ile hayvancılı-
ğın durumunu ele alıp incelemek istiyoruz.
Buğday insanımızın temel besin kaynağıdır. Üre-
tici ve tüketici olarak hemen her insanımızı ilgilendi-
ren bir üründür. İktidarlar da bu durumu bildikleri
için buğday üretiminin yeterli olması için önlemler
alırlar ve buğday üretiminin artması için çiftçiye des-
tek verirler. AK Parti iktidarı da kendince bu politikayı
uygulamaktadır. Hükümetler çiftçinin buğdayını de-
ğer fiyatına satması için müdahale fiyatı açıklarlar.
2012’de Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından
66.5 kuruş/kg olan Anadolu Kırmızı Sert Buğday’ın
müdahale alım fiyatı 2013’de 72.0 kuruş/kg’a yük-
seltilmişti. Yani fiyat 2012 yılına göre kg başına 5.5
kuruş artırılmıştı. Bir diğer ifade ile 2012 yılına
göre fiyat artışı %8 idi. 2014 yılında rekolte düşük
olduğu için serbest piyasada buğday fiyatları yüksek
teşekkül etti. Bu yüzden Toprak Mahsulleri Ofisi
(TMO) piyasaya girmedi. 2015 yılında TMO Anadolu
Kırmızı Sert Buğday fiyatını 86.2 kuruş/kg olarak
açıkladı. TMO 2013 yılında Anadolu Kırmızı Sert
Buğday alım fiyatını 72 kuruş/kg olarak açıkla-
mıştı. Yani 2013 yılına göre 2015 yılında (iki yılda)
buğday fiyatında 14.2 kuruş veya %19.7 artış yapılmış-
tır. Eğer yıllık olarak düşünülürse, buğday fiyatında
%9.9’luk bir artış yapılmıştır. Aynı yıllarda çiftçinin
üretimde kullandığı gübre, mazot, tohumluk ve zi-
rai mücadele ilacı gibi temel girdilerdeki yıllık fiyat
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
38
artışının %12-20 arasında olduğu dikkate alınırsa
buğday fiyatındaki artışın düşük olduğu kendili-
ğinden ortaya çıkmaktadır. 2015 hasat yılında iklim
şartları elverişli geçtiği için dekara verim yüksek oldu
ve buğday üreticisi çiftçimiz sevindi. Buğday rekoltesi
yüksek olduğu için milletçe hepimiz sevindik. Rekol-
tenin 22.5 milyon tonu bulduğu yetkililerce ifade
edildi. Verim yüksek olduğu için çiftçimiz sevindi ama
sevinci tam olmadı. Eğer hükümetin taban fiyat politi-
kası da müsait olsa idi o zaman çiftçimizin sevinci tam
olacaktı, yüzü gülecekti, bu olmadı. Yani yine buğday
üreticisi umduğunu bulamadı.
2016’da Anadolu Kırmızı Sert Buğday fiyatları
91 kuruş/kg olarak açıklandı. Bu demektir ki buğ-
dayın kilogramına 4.8 kuruş (91 - 86.2 = 4.8) zam
yapıldı. Bir diğer ifade ile buğdayın kilogramı %5.5
artırıldı. Bu artış çok düşüktür. Nitekim 8 Aralık
2016’da serbest piyasada (borsa) aynı buğdayın fi-
yatı bu değerin üzerindedir.
2016 yılı hasadı başlamadan önce Anadolu Kır-
mızı Sert Buğday fiyatı serbest piyasada 96-97 ku-
ruş/kg’dan işlem görüyordu. Hasat başlayınca buğ-
day fiyatı 90-92 kuruş/kg geriledi. Daha sonra Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı fiyat açıkladı. Bu açık-
lama serbest piyasada buğday fiyatlarının 90 ku-
ruş/kg’dan daha da aşağı, 85-86 kuruş/kg’a düşmesine
sebep oldu. Bu fiyat ile buğday üreticisi çiftçi kâr ede-
medi ve mağdur oldu. Zira 2015 yılına göre buğday
alım fiyatındaki artış %5.5 kadardır. Bir diğer ifa-
deyle buğday fiyatına enflasyon oranının altında
artış yapılmıştır. Çiftçinin üretimde kullandığı
gübre ve mazot fiyatlarında son bir yılda önemli bir
Enflasyon (TÜFE)
39
değişiklik olmasa da tohumluk ve zirai mücadele
ilacı gibi temel girdilerin fiyatlarındaki artış %12-
20 düzeyindedir. Daha önceki yıllarda buğday taban
fiyatına yapılan %8-10’luk artışlar da girdi fiyatların-
daki artışın çok gerisindeydi. O tarihlerde hazırladığı-
mız Raporlardaki tespitlerimiz aynen gerçekleşti ve
girdi fiyatlarındaki %20’lik artışlara rağmen ürün fiya-
tında %8-10 artış yapıldı. Düşünün bazı yıllar “çiftçi-
nin kara gün dostu” olarak bilinen, TMO piyasaya
bile girmiyor. Buğday üreticisi sahipsiz bırakılıyor.
Yukarıda 2014 yılında buğday rekoltesinin düşük
olduğunu söyledik. Rekoltenin düşük olmasını Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanı basına “Hava şartlarının,
kuraklığın etkisiyle bu sene buğday rekoltesi 2-2.5
milyon ton düşük olmuştur.” diye açıkladı. 2014 yı-
lında buğday rekoltesinin düşük olmasında hava şart-
larının, kuraklığın etkisi vardır. Ancak asıl sebep ku-
raklık değil, Tarım Bakanlığı’nın hatalı uygulamaları-
dır. Bakanlığın düşük taban fiyatı vermesi, çiftçinin
yaptığı harcamaların karşılığını alamamasına sebep ol-
maktadır. Yetiştirdiği ürünün karşılığını alamayan
üretici de buğday ekiminden vazgeçmiş ve bunun so-
nucu olarak milli üretim düşmüştür. Üretim azalınca
2014 yılında Türkiye 2-2.5 milyon ton buğday ithal et-
mek mecburiyetinde kalmıştır. 2016 yılında da Tür-
kiye’nin buğday rekoltesi 20.6 milyon ton kadardır ve
bu miktar Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamayacağı
için Türkiye 2016-2017 sezonunda 2-2.5 milyon ton
buğday ithal etmek mecburiyetinde kalacaktır. Zaten
Rusya dâhil birçok ülke ile ithalat bağlantıları yapıl-
mıştır. Evet, hatalı tarım politikaları sonucu emeğinin
karşılığını alamayan çiftçi buğday ekiminden vazgeç-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
40
miş ve buğday ekim alanları azalmıştır. Nitekim BÜ-
GEM’in verilerine göre 2006’da 8.490.000 hektar
olan buğday ekim alanı 2016 yılında 7.672.000
hektara düşmüştür. Yani buğday ekim alanı
818.000 hektar azalmıştır. Buğday üreticisi kâr
edemeyince buğday ekiminden vazgeçiyor. Sonuçta
milli üretim düşüyor ve buğday ithalatı gündeme
geliyor. Buğday ithalatının yapılması demek Türk
çiftçisine verilmeyen paranın yabancı ülke çiftçi-
sine verilmesi demektir, dış ticaret açığının artması
demektir, cari açığın artması demektir.
Uygulanan politikaların hatalı olduğu T.C. Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarımsal Araştırmalar
ve Politikalar Genel Müdürlüğü Tarımsal Ekonomi
ve Politika Geliştirme Enstitüsünce yayınlanan “Ta-
rımsal Veriler” isimli yayınlar incelendiğinde anlaşıl-
maktadır. Mesela 2014 ile 2015 yıllarında 1 kg buğday
ile satın alınabilecek buğday üretiminde kullanılan
girdi miktarları yani parite karşılaştırıldığında, parite-
nin buğdayın aleyhine olduğu görülmektedir. 2014 yılı
ortalama değeri olarak her türlü destek dâhil 1 kg buğ-
day ile alınabilecek gübre (%26 CAN) miktarı 1.27 kg
iken 2015 yılı ocak ayında her türlü destek dâhil 1 kg
buğday ile alınabilecek gübre miktarı 1.16 kg’a düş-
müştür. Yani çiftçi 2015 yılı ocak ayında 1 kg buğday
satınca 2014 yılındaki kadar gübre (girdi) alamamıştır.
Aynı zaman diliminde mazot için bir mukayese
yapılırsa dünya piyasalarında ham petrolün varil fiya-
tındaki aşırı ucuzlamadan dolayı paritenin buğday le-
hine olduğu görülmektedir. Yani çiftçi 2015 yılı ocak
ayında her türlü destek dâhil 1 kg buğday sattığında
Enflasyon (TÜFE)
41
2014 yılındakinden (ortalama değer) biraz daha fazla
mazot alabilmektedir.
Burada bir hususu hatırlatmak istiyoruz. Çiftçi-
mize mazot desteği verilmektedir. Ama bilindiği gibi
bu destek yeterli değildir. Çiftçiye verilen mazot des-
teğini sağa sola çekmeye, abartarak allayıp pulla-
yarak topluma sunmaya gerek yok. Biz diyoruz ki,
gemi sahiplerine mazot kaç liraya veriliyorsa çift-
çimize de o fiyattan verilsin yeter.
Aynı yayında traktör üzerinden de benzer şekilde
bir mukayese yapılmıştır. Traktör üzerinden yapılan
mukayesede durum çok daha belirgin bir biçimde gö-
rülmektedir. Çiftçi bir traktör (New Holland TT 50)
almak için 2014 yılında (ortalama) her türlü destek
dâhil 41.050 kg buğday satması gerekirken, 2015 yılı
ocak ayında aynı traktörü alması için satması gereken
buğday miktarı 42.786 kg’a yükselmiştir. Yani aynı
traktörü almak için çiftçimizin 1.736 kg daha fazla
buğday satması gerekmiştir. Bu karşılaştırma 2013 yılı
için yapıldığında da, 2014 yılı için yapıldığında da çift-
çinin zararına olduğu görülmektedir. Aslında Tarım
Bakanlığının yayınındaki rakamlar her şeyi en güzel
şekilde açıklıyor. Biz bu konuda AK Parti iktidarının
Tarım Bakanlığının bir kuruluşu olan Tarımsal Eko-
nomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü Müdürlüğünün
yayınlarını dikkate almasını ve çiftçinin yıldan yıla za-
rar etmesi değil, kar etmesini sağlayacak uygulamaları
tatbik etmesini kendilerine tavsiye ediyoruz.
Bilindiği üzere 54. Erbakan Hükümeti döne-
minde, 1997 yılında TMO 2. Sınıf Anadolu Kırmızı
Sert Ekmeklik Buğday fiyatlarını 18.000 TL/kg’dan
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
42
33.000 TL/kg’a yükseltti. Yani buğday alım fiyatını,
AK Parti iktidarının yaptığı gibi %7-8 değil, %83 art-
tırdı. Bu uygulama çiftçimizin yüzünü güldürdü, kar
etmesine sebep oldu. Çiftçi kar edince üretimini ar-
tırdı. Bu da Türkiye’nin buğday üretiminin artmasına
sebep oldu. Biz AK Parti iktidarından buğday alım fi-
yatını Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Başbakan ol-
duğu 54. Hükümetin artırdığı oranda artırmasını
beklemiyoruz. Ama buğday alım fiyatındaki artışın
girdi fiyatlarındaki artışın çok gerisinde kalmasının da
hatalı bir uygulama olduğunu hatırlatmadan geçmek
istemiyoruz. Kısaca son yıllarda, 2011 ve 2012 yılla-
rında buğday üreticisi çiftçi mağdur edildiği gibi,
2013, 2015 ve 2016’da da mağdur edilmiştir. 2014 yı-
lında ise çiftçiyi mağdur etmemek düşüncesiyle Bakan-
lık veya TMO piyasaya hiç girmemiş ve buğday üreti-
cisi yalnız bırakılmıştır. Saadet Partisi olarak buğday
üreticisine yapılan diğer desteklerin devam etmesini,
çiftçimizin ürününü pazarlarken makul ölçüler içinde
desteklenmesini istiyoruz. İktidarın “Dünya buğday
fiyatlarını da dikkate alarak ülkemizde buğday fi-
yatlarını belirliyoruz.” şeklindeki açıklamalarını ger-
çekçi bulmuyoruz. 2015 yılında hazırladığımız ra-
porda 2015 yılında hasat başlamadan önce serbest pi-
yasada 90-93 kuruş olan 1 kg Anadolu Kırmızı Sert Ek-
meklik Buğday’ın fiyatı bakanlıkça (TMO) 86.2 ku-
ruş/kg olarak açıklandı. Saadet Partisi olarak, müda-
hale alım fiyatının 120 kuruş olması gerektiğini
ifade etmiştik. 2016 yılında ise 1 kg Anadolu Kır-
mızı Sert Ekmeklik Buğday’ın müdahale alım fiya-
tının 140 kuruş olması gerektiğini ifade etmiştik.
Tabii ki bu fiyat ilerleyen zaman içinde yükseltile-
cektir. Saadet Partisi iktidarında her türlü tarım
Enflasyon (TÜFE)
43
ürünlerini üreten çiftçilerimiz alın terlerinin karşı-
lığını alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi
olmasın. Bu konuyu bitirmeden bir sual sormak isti-
yoruz.
Kâr edemeyince çiftçi bu işi niçin yapsın?
Bu sualin cevabını yetkililerin vermesi gerekir.
Çiftçi üretim yapmazsa veya yapamazsa ortaya çıkacak
durumu düşünmek bile istemiyoruz. İnsanımız ekmek
bulamaz, aç kalır, Allah (c.c.) korusun.
Tabii bu arada tarımsal üretimin tabiat şartlarına
bağlı olduğunun ve sürekli büyük bir risk taşıdığının
da dikkate alınması gerekir. Mesela, 2014’de yaşanan
don hadisesinden dolayı meyve üreticilerinin, özellikle
kayısı ve fındık üreticilerinin durumunun da dikkate
alınması gerekirdi. Tarımsal üretimde risk fazladır. Bu
yüzden her türlü meyve ve sebze üretimini gerçekleş-
tiren üreticilerimize yapılan devlet desteği artırılmalı-
dır.
Hayvancılıkta da aynı hatalı politikalar uygulan-
mıştır. Öyle ki daha önce canlı hayvan ve et ihraç eden
Türkiye 2010 yılında et ve canlı hayvan ithal etmek
mecburiyetinde kalmıştır. 2010 yılında idrak ettiğimiz
kurban bayramında kurbanlık hayvan ithal eden Tür-
kiye 2011 yılında da kurban bayramı için kurbanlık
hayvan ithal etmekten kurtulamamıştır. 2012 yılında
ise canlı hayvan ve et ithalatı devam etti. 2014’de de
besi materyali dana ithalatına izin verildi. 2016 yılında
ise 08.04.2016’da yayınlanan 1. Kararname ile (8595
Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı) 15.000 ton büyükbaş
hayvan eti ve 03.05.2016’da yayınlanan 2. Kararname
ile (8794 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı) de 400.000
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
44
baş kasaplık ve 150.000 baş da damızlık büyükbaş hay-
van ithalatına izin verilmiştir. Ayrıca 8794 Sayılı 2. Ka-
rarname ile 20.000 baş da canlı koyun ve keçi ithaline
izin verilmiştir. Yani AK Parti hükümetlerinin “Hay-
vancılığı geliştirdik.” diye tüm övünmelerine rağmen
canlı hayvan ithalatı da et ithalatı da devam ediyor.
2017 yılında da ithalat devam ediyor. 27.12.2016 ta-
rihli 9664 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 31.12.2017
tarihine kadar Et ve Süt Kurumu Genel Müdürlüğünce
0 (sıfır) gümrükle 500.000 baş hayvan ithalatına izin
verilmiştir.
Saadet Partisi olarak canlı hayvan ve et ithalatının
yapılmasının hayvancılığımıza zarar vereceğini ifade
ediyor ve ithalata karşı olduğumuzu açıklıyoruz. Biz
daha önceki raporumuzda da bu konu ile ilgili olarak
görüşlerimizi açıklamıştık. Aslında Türkiye’nin kır-
mızı et üretiminde bu duruma düşeceği Devlet Plan-
lama Teşkilatı Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı
Hayvancılık Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda
açıkça kaydedilmiştir. Ama AK Parti yöneticileri
kendi bürokratlarının hazırladıkları raporları bile
inceleyip önlem almamakta, ülkeyi el yordamı ile
idare etme cihetine gitmektedirler. İktidara bir kez
daha hatırlatıyoruz. Politikalarınız hatalı! Bu yanlış-
tan vazgeçiniz!
Türkiye gibi tarımsal üretime müsait bir ülkede
gerek bitkisel üretim ve gerekse hayvansal üretim ni-
çin arzu edilen düzeyde değil diye bir soru akla gelebi-
lir. Bu sualin cevabı iktidarların uyguladığı tarım poli-
tikaları ile ilgilidir. Eğer uygulanan tarım politikaları
çiftçinin gelir düzeyini arttıran milli politikalar ise ta-
rımsal üretim artmaktadır. Yok, eğer uygulanan tarım
Enflasyon (TÜFE)
45
politikaları çiftçinin gelir düzeyini arttırmayan IMF
politikaları ise tarımsal üretim düşmektedir. Türkiye
IMF politikalarını terk edip Milli Görüş politikalarını
uygularsa üretim artar. AK Parti iktidarları tarımsal
üretimi artırmak üzere çiftçiye destek verildiğini her
vesile ile ifade etmektedirler. Evet, yıllardan beri çift-
çiye tarımsal destek veriliyor. Sadece AK Parti hükü-
metleri döneminde değil daha önceki hükümetler dö-
neminde de çiftçiye tarımsal destek veriliyordu ve bu
destek miktarları yıllık bütçelerde de merkezi yönetim
bütçe giderleri arasında tarımsal destekleme ödemeleri
başlığı altında yer alıyordu. Biz çiftçiye destek yapılmı-
yor demiyoruz. Biz bu desteklerin yetersiz olduğunu
söylüyoruz. Geliniz son yıllarda bütçeden yapılan ta-
rımsal destek miktarlarına bir göz atalım;
Dikkat edilirse bütçeden çiftçimize verilen destek
yıllar itibariyle artmaktadır. Sadece 2009 yılında 2008
yılındakinden daha az tarımsal destek verilmiştir.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
46
2010 yılındaki destek de 2008 yılındaki destek kadar-
dır. Daha sonraki yıllarda da bütçeden yapılan tarımsal
destekler artırılmıştır. Bütçeden tarıma yapılan bu des-
tek miktarları azdır. AK Parti hükümetleri tarımsal
üretimi teşvik amacıyla 2006 yılında kendi iktidarları-
nın çıkardığı 5488 Sayılı Tarım Kanunu’nun 21. Mad-
desi’nde belirtilen destek miktarı kadar ödeneği büt-
çeye koymamaktadırlar. Kanunda, Tarımsal Destek-
lemelerin Finansmanı başlığı altındaki 21.
Madde’de, “…Bütçeden ayrılacak kaynak, Gayri
Safi Milli Hasıla’nın yüzde birinden az olamaz.“
hükmü yer almaktadır. Ama AK Parti iktidarları bu
hükme hiç uymamaktadırlar. Mesela 2015 yılında büt-
çeden tarıma ödenen destek miktarı 10.0 milyar
TL’dir. Bu miktarı başta Gıda Tarım ve Hayvancılık Ba-
kanı olmak üzere hükümet başkanı ve diğer hükü-
met üyeleri, “Çiftçimize 2015 yılında 10.0 milyar
TL destek verdik.” diyerek övünçle söylemektedir-
ler. Ama şu bilinmelidir ki; kanun gereği 2015’de
verilmesi gereken destek miktarı en az 19.5 milyar
TL olmalıydı. Zira 2015 yılında Türkiye’nin milli ge-
lirinin 1 trilyon 945 milyar TL (1.944.594 milyon TL)
olması öngörülmüştür. Bunun %1’i 19.45 milyar veya
yaklaşık 19.5 milyar TL eder.
2016 yılında da bütçeye kanunda öngörülen mik-
tar kadar tarımsal destek konulmamıştır. 2016 yılı büt-
çesinde tarımsal destek olarak 11.6 milyar TL ayrıl-
mıştı. Yıl içerisinde bunun 11.5 milyar TL’si harcandı.
Aynı yıl Gayri Safi Milli Hasıla’nın 2 trilyon 206 milyar
828 milyon TL olması ön görülmüştü. Buna göre 2016
yılındaki tarımsal destek miktarının kanun gereğince
22.1 milyar TL olması gerekirdi. Ama görüldüğü gibi
Enflasyon (TÜFE)
47
2016’da da tarıma bütçeden ayrılan tarımsal destek ka-
nunda ön görülen miktardan çok düşüktür. Bu du-
rumu AK Partili bakanlar ve AK Partili yöneticiler
söylemezler. Hadi, onlar açıklarını niçin söylesin-
ler? AK Partililerin hükümetin hata ve eksiklikle-
rini açıklamamaları siyaseten mazur görülebilir
belki diyelim! Peki, ana muhalefet partisi CHP’ye
ve MHP’ye ne diyelim? Onlar niçin söylemiyorlar?
Başta Türkiye Ziraat Odaları Birliği olmak üzere,
tarımla ilgili sivil toplum kuruluşları ve basınımız
niçin konuyu gündeme getirmiyorlar? Bu durumu
anlamak gerçekten çok zor sanırım!
Maliye Bakanlığınca yayınlanan bütçe giderleri in-
celendiğinde; 2016 yılında bütçeden tarıma ayrılan
10.6 milyar TL’lik ödeneğin 3 milyar 013 milyon
TL’lik kısmının hayvancılık desteği olduğu görül-
mektedir. Bize göre 2016 yılında hayvancılık için
bütçeden ayrılan tarımsal destek miktarı da azdır.
Bu hatalı uygulama daha önceki yıllarda da yaşan-
mıştı. Sonuç 2010’da et ve kurbanlık hayvan itha-
latı olarak ortaya çıkmış idi. Bu sene de yani
2016’da da aynı durum yaşanmaktadır. Şurası bi-
linmelidir ki, eğer hayvancılık gerektiği şekilde destek-
lenmez ise besici zarar eder ve bu işi yapmaz. İşte o
zaman et üretimi azalır ve ithalat gündeme gelir. Hepi-
niz hatırlarsınız biz Saadet Partisi olarak iktidarları
hep uyarıyoruz, “Tarımsal destekleri arttırınız, özel-
likle pazarlama aşamasında çiftçimizi yalnız bırak-
mayınız, çiftçimizin yanında olunuz, gelişmiş ülke-
lerin tarıma verdiği desteği dikkate alınız ve hükü-
met olarak çiftçimizi üretimin her aşamasında des-
tekleyiniz.” diyoruz.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
48
İŞÇİ sıkıntılı. Çalışanların büyük kısmı devletin
belirlediği asgari ücretten aylıklarını almaktadırlar. Bi-
lindiği gibi, 2015 yılında senenin 1. altı ayında asgari
ücretli bir işçinin eline aylık net 949 TL, 2. altı ayı için
de 1.000 TL para geçmekte idi. 2015 yılı seçim senesi
idi. AK Parti hükümeti 7 Haziran seçimlerinde oy kay-
bına uğrayınca 1 Kasım 2015 Genel Milletvekili Seçim-
leri’nde asgari ücrete 300 TL zam yapacağını açıkladı
ve 2016 yılı başında bu zammı yaptı. Böylece asgari üc-
rete 300 TL zam gelmiş oldu. Bir diğer ifade ile daha
önceki yıllardaki gibi asgari ücrete bir yılda %10 değil
%30 zam yapılmış oldu ve asgari ücret 1.300 TL oldu.
Açlık sınırının 4 kişilik bir aile için Aralık 2016’da
(Memur-Sen) 1.546 TL olduğu dikkate alınırsa bu
1.300 TL’lik asgari ücretin de yetersiz olduğu kendili-
ğinden ortaya çıkar. Üstelik açlık sınırının altında olan
asgari ücretten vergi de alınmaktadır.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2017 yılında uy-
gulanacak asgari ücreti 1.400 TL olarak belirledi. Saa-
det Partisi olarak biz, bu 1.400 TL’lik asgari ücretin
düşük olduğunu ifade ediyoruz ve açlık sınırının 1.500
TL’nin üzerinde olduğu ülkemizde asgari ücretin çok
daha yüksek olması gerektiğini söylüyoruz. Temenni-
miz asgari ücretin çalışanların alın terini karşılayacak
düzeyde olmasıdır. Milli Görüş iktidarında, Saadet
Partisi iktidarında asgari ücret açlık sınırının üze-
rinde belirlenecek ve asgari ücretten vergi alınma-
yacaktır. Kısaca asgari ücret insanımızın rahat bir
hayat sürmesini temin edecek düzeye yükseltile-
cektir. Bunu gerçekleştirebilmek için iktidara geldiği-
mizde asgari ücrete %10-12 düzeyinde değil, en az
%50 düzeyinde zam yapılacaktır ve asgari ücretten
vergi alınmayacaktır.
Enflasyon (TÜFE)
49
MEMUR sıkıntılı. Bilindiği üzere birkaç yıldan
beri Memurların yıllık maaş artışları toplu sözleşme ile
belirlenmektedir. Toplu sözleşmelerde belirlenen
maaş artışı oranı eğer enflasyon (TÜFE) oranının al-
tında kalırsa 1. altı ayın sonunda veya 2. altı ayın so-
nunda enflasyon farkı memura ödenmektedir. Burada
bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Enflasyon
farkı verilince memurun hayat standardındaki düşme
bir ölçüde telafi edilmiş oluyor. Ama GSYH’daki büyü-
meden memurlara pay verilmesi hiç kimsenin aklına
gelmiyor. Bize göre milli gelirdeki artan pastadan da
memura bir pay verilmesi gerekir.
2015 yılında hükümet ile memur sendikaları ara-
sında 2016 ve 2017 yıllarında memur maaşlarına yapı-
lacak zamlar görüşüldü ve 2016 yılı için %6 + %5 =
%11, 2017 yılı için de %3 + %4 = %7 olarak kararlaştı-
rıldı. Biz bu toplu görüşmedeki artışların da yeterli ol-
madığını o zaman ifade etmiştik. Şimdi de ifade ediyo-
ruz. Zira Memur-Sen’in tespitlerine göre Aralık
2016’da 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4.369
TL’dir. Bu değer esas alındığında memurlarımızın çok
büyük bir kısmının yoksulluk sınırının altında maaş
aldıkları anlaşılmaktadır. Biz devletin hiçbir memuru-
nun yoksulluk sınırının altında maaş almamasını isti-
yoruz. 54. Erbakan Hükümetinin enflasyonun %83
olduğu 1996-1997 yıllarında memurlara 1 yılda
yaptığı ortalama maaş artışının %130 düzeyinde
olduğu dikkate alınırsa AK Parti iktidarının yıllık
enflasyonun %6.5 olarak öngörüldüğü 2017 yı-
lında memur maaşlarına yapacağı yıllık toplam
%7’lik artışın çok yetersiz olduğu kendiliğinden or-
taya çıkmaktadır.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
50
EMEKLİ sıkıntılı. Emeklilerin maaş artışları
TÜFE’ye endekslidir. TÜFE oranında maaş artışı al-
maktadırlar. Eğer TÜFE hedef alınan enflasyon ora-
nından yüksek olursa enflasyon farkı kendilerine
ödenmektedir. Emeklilerimize de milli gelirdeki artış-
tan pay verilmemektedir. Maaşları düşük olduğu için
enflasyon oranında yapılan artışlar emeklilerimizin ih-
tiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır. Emeklilerin ma-
aşları düşük olduğu için pek çok vatandaşımız emekli
olduktan sonra düşük ücretle de olsa bir iş bulup ça-
lışmak zorunda kalıyor. 01 Kasım 2015’de yapılan Ge-
nel Milletvekili seçimlerinde AK Parti’nin emeklileri-
mize verdiği seçim vaadi çerçevesinde 2016 yılında
emeklilerimizin maaşlarına enflasyon oranına ilaveten
100 TL zam yapıldı. Milli Görüş iktidarında, 54. Erba-
kan Hükümeti’nde enflasyon %83 iken emekli maaşla-
rına yapılan artışlar %100’ün üzerindeydi. Hatta BAĞ-
KUR emeklilerinde %350’ler düzeyindeydi. Enflasyon
oranının üzerindeki bu artış onların yüzünü güldürdü.
AK Parti iktidarında emekliler yokluğa, sefalete
mahkûm edildi.
ESNAF sıkıntılı. Bu kesimlerde yani çiftçide, iş-
çide, memurda ve emeklide para olmayınca esnaftan
kim mal alacak? Bir avuç tuzu kuru rantiyeci mi? Ha-
yır. Onlar ABD ve AB’nin lüks mallarını kullanırlar.
Evet, çiftçide, işçide, memurda, emeklide para olma-
yınca esnaf malını satamıyor, kepenk kapatıyor. Öte
yandan ülkemizde büyük şehirlerden başlayan
AVM’ler ve büyük marketler diğer şehirlerimizde de
yaygınlaşıyor. Bu durum küçük esnafın işini daha da
zorlaştırıyor.
Enflasyon (TÜFE)
51
Döviz fiyatları son bir yılda yaklaşık %30 arttı. Sa-
nayici sıkıntılı.
Otel rezervasyonları iptal ediliyor. Turizmci
dertli.
Peki, “Bu ülkede kim hayatından memnun?”
diye birisi bize sorarsa sizi bilmem ama bizim cevabı-
mız, “Rantiyeciler, paradan para kazananlar.” olur.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
52
Büyüme
53
Büyüme
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
54
Büyüme, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) Artışı ve
Kişi Başına Milli Gelir
Büyüme konusunda tartışmalar aldı başını gidi-
yor. AK Partili ekonomiden sorumlu bakanların ve
bürokratların tartışmaları arasında galiba eko-
nomi yönetimi kontrolü kaybetti ve arabanın hız
ayarını iyi yapamadı, takla attırdı. Zira 2011 yılında
%8.8 olan büyüme oranı 2012’de %2.2’ye düştü ve he-
defin de altında kaldı. Daha sonraki yıllarda da bir
türlü arzu edilen büyüme hedefine ulaşılamadı. Sayın
Başbakan da, AK Partili birçok bakan ve parti yöneti-
cisi de konu ile ilgili açıklamalar yapmaktadırlar. Biz
bu konuyu raporumuzda etraflıca ele alarak hem teş-
kilatlarımızı hem de halkımızı bilgilendirmek istiyo-
ruz.
Hükümet yetkilileri yıllardan beri Türkiye’nin
Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) büyüklüğü açısından
30 OECD üyesi ülke arasında 16. veya 17. büyük eko-
nomi haline geldiğini açıklamaktadırlar. Ama ne hik-
metse Türkiye daha üst sıralara mesela, 10. sıraya bir
türlü gelememektedir. Türk ekonomisindeki büyüme
oranları da devletin resmi kurumları tarafından açık-
lanmaktadır. Hükümet üyeleri de TV kameraları karşı-
sına geçip “Biz iktidara geldiğimizde kişi başına
milli gelir 3.500 dolar idi. Bunu 10.000 doların
üzerine çıkardık.” şeklinde biraz da övünerek açıkla-
malar yapmaktadırlar.
Ekonomide büyüme konusu çok önemlidir. Öne-
minden dolayı hükümetçe hazırlanan OVP’de üze-
rinde durulan temel ekonomik büyüklüklerden birisi
büyümedir. “Orta Vadeli Program”ın yapılmasının
Büyüme
55
temel esprisi nedir? Sanıyoruz OVP’nin yapılmasının
temel esprisi, hükümetin geçmiş yıllardaki bütçe uy-
gulamaları ile dünyada ve Türkiye’deki ekonomide ya-
şanan gelişmeleri de dikkate alarak önümüzdeki üç yıl
için temel ekonomik büyüklükleri belirleyip bu eko-
nomik büyüklükler çerçevesinde önümüzdeki yılın
ekonomi kararlarını vermek ve bütçesini yapmaktır.
Eğer 14 yıldan beri bu ülkeyi yöneten bir hükümet
geçen sene yaptığını bu sene bitmeden değiştiriyorsa,
hükümetin ekonomik konulardaki öngörüleri de tut-
muyorsa bunun anlamı “Hükümet ekonomiyi
planla-programla idare etmiyor, deneme-yanılma
yöntemiyle, el yordamıyla idare ediyordur.” “Biz
böyle olacağını öngörmüştük ama olmadı. Ne ya-
palım?” demekle konu geçiştirilemez. Zira ABD ve AB
ülkelerinde yaşanan kriz de biliniyordu. Türkiye’de ya-
şanan terör olayları da biliniyordu. Suriye ve Irak’taki
çatışmalar da biliniyordu. Hükümetin bu şartları ve
dünyada yaşanan diğer olayları dikkate almadan prog-
ram yapması kelimenin tam anlamıyla işi ciddiye al-
mamaktır. Program yapılırken çok dikkatli olunmalı,
tabir-i caizse “kılı kırk yararcasına” bir itinayla prog-
ram hazırlanmalı ve devlet ciddiyetine yakışır bir bi-
çimde uygulanmalı, “Olmadı, değiştir (revize et).”
denilmemelidir.
Büyüme konusuna çeyrek dilimler (3 aylık) ha-
linde açıklanan 2015 ve 2016 (ilk 2 çeyrek) yıllarına
ait GSYH verilerinin kısa bir değerlendirmesini yapa-
rak girmek istiyoruz (Tablo 5).
Değerlendirmelerimize geçmeden önce şu hu-
susu altını çizerek açıklamak istiyorum. TÜİK 2016
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
56
yılına ait ilk iki çeyreği daha önce açıkladığı yöntemi
esas alarak açıklamıştı. 2016 yılının 3. çeyreğinden
itibaren Avrupa Birliği Yönetmeliklerine (ESA
2010) uygun olarak yapılan revizyonu tamamladı-
ğını belirterek 2015 yılının 4 çeyreği ile 2016 yılının
tüm verilerini açıkladı. Yani sene ortasında reviz-
yona gitti. Tabi revizyon yapınca daha önce açıklanan
2015 yılına ait 4 çeyrek ile 2016 yılının ilk 2 çeyreğine
ait rakamların hepsi yükseltildi. Hesaplama yapılırken
zincirlenmiş hacim endeksi olarak “2009 = 100” alın-
mış. Lütfen dikkat ediniz! Senenin ortasında reviz-
yon yapılıyor ve Türk ekonomisinin %-4.8 küçül-
düğü 2009 yılı başlangıç alınıyor. Diğer yıllara ait
revizyonlar yapılmadığı için biz tablolardaki karşılaş-
tırmaları daha önce verilen değerler üzerinden yapaca-
ğız. Ancak yöntemler arasındaki farklılığı ortaya koya-
bilmek için de çeyrek dilimler halinde 2015 ve 2016
yıllarındaki GSYH sonuçlarının yeni yönteme ait ra-
kamlarını da Tablo 6’da veriyoruz. Tablo 5 ile Tablo
6’da verilen değerler karşılaştırıldığında hem TL ba-
zında hem de Dolar bazındaki cari fiyatlarla GSYH
miktarlarının Tablo 6’da verilen değerlerinin daha
yüksek olduğu görülmektedir.
Büyüme
57
Tablo 5: Çeyrek Dilimler Halinde 2015 ve 2016 Yıllarındaki GSYH Sonuçları (Eski Yönteme Göre)
Kaynak: TÜİK
Tablo 6: Çeyrek Dilimler Halinde 2015 ve 2016 Yıllarındaki GSYH sonuçları (Yeni Yönteme Göre)
Kaynak: TÜİK
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
58
Tablo 5’in incelenmesinden de anlaşılacağı üzere,
2015 yılındaki GSYH verileri ile büyüme hızları 3’er
aylık dilimler halinde ve eski hesaplama yöntemine
göre 2015 yılının tamamını kapsayacak şekilde veril-
miştir. TL bazında cari fiyatlarla GSYH 2015 yılında 1
trilyon 952 milyar 638 milyon TL‘dir. Dolar bazında
cari fiyatlarla GSYH’da 2015 yılında 719 milyar 620
milyon dolar olmuştur. TL bazında sabit fiyatlarla
GSYH ise 2015 yılında 131 milyar 273 milyon TL ol-
muştur. Tablo 6 incelendiğinde 2015 yılında TL ba-
zında cari fiyatlarla GSYH ile Dolar bazında cari fiyat-
larla GSYH ve GSYH’nın zincirlenmiş hacim endeksi-
nin yeni yönteme göre hesaplanan değerlerinin yüksel-
miş olduğu görülmektedir. Tablo 5’de 2016 yılı verileri
de 3’er aylık dilimler halinde ve 2016 yılının ilk 6 ayını
kapsayacak şekilde verilmiştir. 2016 yılında 6 aylık
GSYH TL bazında cari fiyatlarla 1 trilyon 023 milyar
776 milyon TL, Dolar bazında ise 350 milyar 387 mil-
yon dolar olmuştur. Sabit fiyatlarla GSYH ise ilk 6 ay-
lık sürede 64 milyar 710 milyon TL’dir. 2016 yılının
ilk iki çeyreğine ait değerlerde de yükselmenin olduğu
Tablo 6 incelendiğinde görülmektedir.
Tablo 5’deki cari fiyatlarla büyüme hızları incelen-
diğinde TL bazında büyüme hızlarının %10’lar düze-
yinde olduğu görülmektedir. Ama Dolar bazında bü-
yüme hızları incelendiğinde 2015 yılının tamamında
ve 2016 yılının ilk çeyreğinde büyüme hızının negatif
olduğu görülmektedir. Bunun anlamı Dolar bazında
Türk ekonomisinde üst üste 5 çeyrek büyüme değil
küçülme olmuştur. 2016 yılının 2. çeyreğinde ise %0.4
gibi çok cüzi bir büyümenin olduğu Tablo 5’den gö-
rülmektedir. Tablo 6’da bu büyüme oranları verilme-
miştir.
Büyüme
59
Tablo 5’in son sütunundan görülebileceği üzere,
“Büyüme” olarak isimlendirilen sabit fiyatlarla
GSYH’daki % değişim veya büyüme hızı ise 2015 yı-
lında %4.0 olmuştur. OVP’de yapılan son revizyon ile
2016 yılında büyüme hızının %3.2 olması hedef alın-
mıştı. İlk 6 aylık süredeki büyüme hızı %3.9’dur. 15
Temmuz 2016’da yaşanan başarısız darbe teşebbüsü-
nün, PKK terör olaylarının ve Suriye ile Irak’taki ope-
rasyonların da etkisi ile 2016’da büyüme hızı %3.2’nin
de altında kalmıştır. Zira Büyüme rakamları çeyrek di-
limler (üçer aylık dilimler) halinde incelenirse bü-
yüme rakamlarının peş peşe küçüldüğü görülmekte-
dir. Yetkililere soruyoruz, “Bu küçülme nereye kadar
devam edecek?”
Tablo 6 incelendiğinde eski yönteme göre 2015 yı-
lında %4 olan GSYH’daki değişim oranı yani büyüme
hızının yeni yönteme göre yapılan hesaplamada %6.1
olarak verildiği görülmektedir. Yani büyüme hızı da
yeni yönteme göre verilen hesaplamada yükselmiş ola-
rak görülmektedir.
Saadet Partisi olarak iktidarı uyarıyoruz. Gerekli
önlemleri alarak Türkiye’nin büyümesini temin ediniz.
Aksi halde Türk ekonomisi çok büyük sıkıntılara girer.
2015 ve 2016 yıllarındaki büyümeyi çeyrek dilim-
ler halinde inceledikten sonra Türkiye’nin ve vatanda-
şımızın durumunu objektif bir şekilde ortaya koymak
amacıyla, TÜİK tarafından yayınlanan ekonomik veri-
ler kullanılarak 1998’den günümüze kadar olan sü-
reçte GSYH miktarları ile kişi başına düşen milli gelir
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
60
ve büyüme (reel) oranları Tablo 7’de verilmiştir. Tab-
lodaki verilerin daha kolay anlaşılması için de Şekil 3,
4, 5, 6 ve 7 çizilmiştir.
Tablo 7’nin ve Şekil 3’ün incelenmesinden anlaşı-
lacağı üzere, cari fiyatlarla hesaplandığında TL bazında
GSYH yıllar itibariyle artmıştır. Türkiye’de 1998’den
2002 yılına kadar olan sürede cari fiyatlarla GSYH 70
milyar 203 milyon TL’den 350 milyar 476 milyon
TL’ye yükselmiştir. Yani bu süredeki artış 5 kat olmuş-
tur. Ama Türkiye’de 5 kat büyüme olmamıştır. Nite-
kim Dolar bazında aynı zaman diliminde GSYH mik-
tarı 270 milyar 947 milyondan 230 milyar 494 milyon
dolara düştüğü gibi (Tablo 7 ve Şekil 4), sabit fiyatlarla
GSYH çok az artmıştır. Tablo 7’nin 5. sütunundan ve
Şekil 6’dan görülebileceği gibi, 1998’de sabit fiyatlarla
GSYH 70 milyar 203 milyon TL’den 2002’de 72 milyar
520 milyon TL’ye yükselmiştir ki, bu da %3 - 3.5 gibi
cüzi bir artıştır. Aradaki yıllarda mesela 1999 ve kriz
yılı olan 2001’de sabit fiyatlarla GSYH 1998’deki 70
milyar 203 milyon TL’nin de altına düşmüştür.
Öte yandan AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılı
sonrasına bakılırsa 14 yılda yani 2002 ile 2016 yılları
arasında cari fiyatlarla GSYH’nın 350 milyar 476 mil-
yondan 2 trilyon 590 milyar 517 milyon TL’ye (yeni
yönteme göre hesaplanmış) yükselmiş olduğu görülür.
Bunun anlamı TL bazında GSYH’da 14 yılda 7.39 kat
artış olmuştur. Bu artış izafi bir artıştır. Milli gelir he-
saplama yöntemi değiştirilerek, malların fiyatı yüksel-
tilerek elde edilmiştir. Böyle bir reel büyüme yoktur.
Büyüme
61
Tablo 7: Yıllar İtibariyle GSYH ve Kişi Başına Düşen Milli Gelir Miktarları ile Büyüme (Reel) Oranları
Kaynaklar: TÜİK, *Merkez Bankası verileri, **Tarafımızdan hesaplanmıştır, *** Yeni yönteme göre verilen değerler
Şekil 3: Yıllar İtibariyle Cari Fiyatlarla GSYH (Milyar TL)
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
62
Nitekim Tablo 7’nin 5. sütununda TL cinsinden veri-
len sabit fiyatlarla GSYH miktarlarına ve Şekil 6’ya ba-
kılırsa 2002 yılında 72 milyar 520 milyon TL olan
GSYH miktarının 2016 yılında 157 milyar 300 milyon
TL’ye yükseldiği görülür. Yani 14 yıldaki artış 2.17
kattır. Reel büyüme dediğimiz asıl büyüme de sabit fi-
yatlarla GSYH’deki değişimdir.
Şekil 4: Yıllar İtibariyle Cari Fiyatlarla GSYH (Milyar Dolar)
Tablo 7’deki büyüme oranı olarak aldığımız son
sütun ve Şekil 7 incelenirse Türkiye’de büyüme oran-
larının yıllar itibariyle çok değiştiği, istikrarlı bir bü-
yümenin olmadığı görülür. Nitekim bazı yıllar %8-9
büyüyen Türk ekonomisi bazı yıllar %4-5 küçülmüş-
tür. Bu değişim Şekil 7’den çok net, çok açık bir bi-
çimde görülmektedir. Tablo 7’nin son sütununda ve-
rilen büyüme oranlarından 2003 ile 2016 yılları
arasındaki 14 yılda büyümenin yıllık ortalaması-
nın %4.61 olduğu hesaplanır. Türkiye’nin cumhu-
riyet tarihi boyunca ortalama yıllık büyüme oranı
da %5’tir. Burada bir hususa daha dikkatlerinizi çek-
mek istiyoruz. 2001 yılı Türkiye’de kriz yılı idi. Türk
Büyüme
63
ekonomisi 2001 yılında %5.7 küçüldü. 2008’de
ABD’de kriz oldu, Türkiye’de olmadı. Hatta o yıllar-
daki Sayın Başbakanımız bu krizin Türkiye’yi etkile-
meyeceğini, “teğet geçeceğini” söylemişlerdi. Ama
2009’da da Türk ekonomisi %4.8 küçüldü. Görülü-
yor ki, Türk ekonomisi dış etkilere karşı çok hassas.
ABD’deki kriz veya AB’deki kriz Türk ekonomisini et-
kiliyor. ABD’deki 2008 krizinin Türkiye’ye olan etkisi
daha sonraki yıllarda da devam etmiş olacak ki, Tür-
kiye 2012 yılından sonraki yıllarda da bir önceki yıla
göre revize edilerek düşürülen hedeflerin de altında,
bir büyüme gerçekleştirmiştir. 2015’de %4’lük bü-
yüme hızını gerçekleştiren Türkiye, 2016 yılında eski
yönteme göre %4 olarak verilen ve daha sonra %3.2’ye
revize edilen büyüme hedefini bile tutturamamış ve
yeni yönteme göre verilen %2.9’luk büyüme hedefini
ancak gerçekleştirebilmiştir. Eğer 2016’da eski yön-
teme göre hesaplanmış olsa idi bu %2.9’luk büyüme
oranı %2’nin de altında kalabilirdi.
Saadet Partisi olarak biz diyoruz ki, bu %4’lük
veya %5’lik büyüme oranları Türkiye gibi gelişmekte
olan bir ülke için çok düşüktür. Türkiye’nin genç ve
dinamik bir nüfusu vardır. Tabii kaynakları da boldur.
İktidarın iyi bir planlama ile tüm kaynakları harekete
geçirerek büyüme hızını hiç değilse %7’nin üzerine çı-
karması gerekir. Aksi halde Türkiye’nin ulaşmaya ça-
lıştığı gelişmiş ülkeler seviyesine gelmesi mümkün ol-
maz, insanımızın da ekonomik sorunları ve sıkıntıları
artar, azalmaz.
Dolar bazında hesaplanan GSYH miktarları da cari
fiyatlar esas alınarak belirlenmiştir. Tablo 7’nin 3. sü-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
64
tunundaki değerler incelendiğinde Dolar bazında he-
saplanan GSYH miktarlarının da kriz yılı olan 2001’de
ve 2008 ABD krizi sonrasında, 2009’da ve 2014 ile
2015 yıllarında bir önceki yıllara göre azaldığı görül-
mektedir. 2016 yılında ise hesaplama yöntemi değişti-
rildiği için GSYH yüksek olmuştur. Döviz fiyatları son
yıllarda baskı altında tutulduğu için bu rakamlar da
yüksek çıkmıştır.
Dolar bazında hesaplanan GSYH’nın o yılki nüfusa
bölünmesiyle bulunan Kişi Başına GSYH miktarları da
yıllar itibariyle çok yükselmiş görülmektedir (Tablo 7
Sütun 4 ve Şekil 5). Tablo 7’nin 4. sütunu ile Şekil 5’in
incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 1998 yılında
4.338 dolar olan kişi başına düşen GSYH miktarı 1999
ve 2001 yıllarında belirgin şekilde azalmıştır. Kriz yılı
olan 2001 yılında 3.021 dolara düşmüştür. 2002 yı-
lında ise artarak 3.492 dolar olmuştur. 2002 yılında
3.492 dolar olan kişi başına GSYH, yıllar itibariyle ar-
tarak 2008’de 10.440 dolara yükselmiş, 2009’da azala-
rak 8.574 dolar olmuş ve 2010’da yine 10.000 doların
üzerine çıkmıştır. Kişi başına GSYH’daki artış 2011,
2012 ve 2013 yıllarında da devam etmiş ve 2013’de
10.822 dolar olmuştur. 2013’de 10.822 dolar olan kişi
başına düşen GSYH 2014 yılında 10.395 dolara, 2015
yılında da 9.261 dolara düşmüştür. 2016 yılında 9.000
doların altına düşmesi beklenen kişi başı GSYH mik-
tarı hesaplama yöntemi değiştirilince 10.807 dolar ol-
muştur. Bir yükselme var gibi görülmektedir. Oysaki
bu durum, hesaplama yönteminin değiştirilmesinden
kaynaklanmıştır.
Büyüme
65
Yıllardan beri bu millete 2023’de 25.000 dolarlık
kişi başına milli geliri hedef gösteren iktidarlar maale-
sef arzu edilen artışı gerçekleştirememişlerdir ve 2014
ve 2015 yıllarında Dolar bazında kişi başına düşen
milli gelir miktarı azalmıştır. 2016’da ise hesaplama
yönteminden kaynaklanan bir yükseltme söz konusu
olmuştur. Kişi başına düşen GSYH biraz da zenginlik
ölçüsü olarak algılandığı için iktidar yanlıları tarafın-
dan sürekli gündeme getirilmektedir. Aynı tablonun
son sütununda TÜİK tarafından açıklanan reel bü-
yüme oranları verilmiştir. Bu oranlar esas alınarak
2002 ile 2016 yılları arasında bir hesaplama yapılırsa
2002’de 3.492 dolar olan kişi başına GSYH miktarının
2016 yılında 6.950 dolar civarında olduğu hesaplana-
bilir ki, bu da iktidar mensuplarının açıkladığından
çok düşük bir gelir düzeyi demektir.
Şekil 5: Yıllar İtibariyle Kişi Başına GSYH (Dolar)
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
66
Şekil 6: Yıllar İtibariyle Sabit Fiyatlarla GSYH (Milyar TL)
Şekil 7: Yıllar İtibariyle Büyüme Oranları (Reel) (%)
Burada bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyo-
rum. Kişi başına düşen GSYH miktarı 2016 yılının 3.
çeyreğinde uygulamaya konulan Avrupa Birliği yönet-
meliklerine (ESA 2010’a) göre hesaplandığından daha
önce 2016 yılı için verilen değerden daha yüksek ol-
Büyüme
67
muştur. Son yıllarda hazırlanan OVP’lerde yer alan sa-
tın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başına
gelir 2015 yılı için 19.917 dolar, 2016 yılı için de
20.396 dolar olarak verilmiştir. Bu rakamların gerçeği
ne kadar yansıttığını sizlerin değerlendirmesine bıra-
kıyorum.
Kişi Başına düşen GSYH miktarının hesaplama
yöntemi de ülkemiz gerçeğini hiçbir şekilde yansıtma-
maktadır. Zira hesaplama yöntemi gerçekçi değildir.
Asgari ücretle çalışan insanların yıllık gelirleri ile dev
şirketlerin, holdinglerin, bankaların yıllık gelirlerini
toplayıp o yılki nüfusa böleceksiniz ve dönüp asgari
ücretle çalışan insana “Senin kişi başına yıllık gelirin
10.500 dolar.” diyeceksiniz. Hiç kimse kusura bak-
masın ama bu ifade gerçekçi bir ifade değildir. Mesela,
asgari ücret 2016 yılında 1.300 TL idi. Bunun anlamı
asgari ücretle çalışan bir işçinin eline 2016 yılında top-
lam 15.600 TL para geçmiştir. Aynı yıl ortalama Dolar
kurunun 3.00 TL (şu günlerde çok yüksek ama) oldu-
ğunu dikkate alırsak bu 15.600 TL yaklaşık 5.200 do-
lar eder. Daha önceki yılları esas alsak da bu rakamlar
çok fazla değişmez. AK Parti iktidarı 2016 yılında eline
5.200 dolar geçen bir aile reisine diyor ki, senin kişi
başına yıllık gelirin 10.800 dolar. Eğer 3 çocuklu bir
aile ise anne ve baba ile birlikte aile 5 kişiden oluşu-
yordur. Bu durumda Asgari ücretle geçinen bu ailenin
eline yıllık 5 * 10.800 = 54.000 dolar para geçiyor de-
mektir. Bu 54.000 doların 2016 yılındaki ortalama Do-
lar kuru (3.00 TL kabul edilerek) üzerinden karşılığı
yaklaşık 162.000 TL’dir. 162.000 TL’lik yıllık gelir ay-
lık 13.500 TL’ye denk gelir ki, aylık geliri 13.500 TL
olan bu ülkede çok az çalışan var.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
68
Kişi Başına düşen gelir miktarını ele almışken sa-
nırım Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizlikten de
bahsetmek gerekir. TÜİK’in yaptığı 2015 yılı Gelir ve
Yaşam Koşulları Araştırması Tablo 8’de verilmiştir.
Tablo 8: Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Gelire Göre Sıralı %20’lik gruplar, 2014-2015
Kaynak: TÜİK
Tablo 8’den Türkiye’deki gelir dağılımındaki ada-
letsizlik çok açık, çok net bir şekilde görülmektedir.
Tablo yapılırken %20’lik 5 grup oluşturulmuş ve her
bir %20’lik grubun milli gelirden aldığı pay hesaplan-
mıştır. 2015 yılında bu gruplardan milli gelirden en
düşük payı %6.1 ile 1. grup, en yüksek payı ise %46.5
ile 5. grup almıştır. Yani aynı tablonun alt satırında ve-
rildiği gibi, ilk grup ile 5. grup arasında tam 7.6 kat
fark vardır. Bu durum bir yıl öncesinde yani 2014 yı-
lında da aşağı yukarı aynıdır. Yani ülkemizde bölü-
şümde de bir dengesizlik, bir adaletsizlik vardır. Bu
konuda fazla bir şey söylemeden durumu Üstad’ın (N.
F. Kısakürek) Destan şiirindeki şu mısraları ile ifade
etmek istiyoruz.
Büyüme
69
“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul.
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın kefenimin kefili karaborsa!”
Saadet Partisi iktidarında gelir dağılımındaki bu
adaletsizlik giderilecektir. Mesela vergiler az kazanan-
dan az, çok kazanandan çok alınacak ve asgari ücretten
hiç vergi alınmayacaktır.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
70
Borçlar
71
Borçlar
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
72
Türkiye’nin toplam borcu (iç borç + dış borç) dev-
letin yayınlamış olduğu resmi rakamlara göre sürekli
artmaktadır. Ülkemizin yıllar itibariyle borç durumu
Tablo 9’da verilmiştir. Tablodaki rakamlardan yararla-
nılarak Şekil 8, 9 ve 10 çizilmiştir.
Biliyoruz, hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri
bu rakamları açıklamıyorlar. Onlar sadece IMF’ye olan
borcu söylüyorlar. Vatandaşa eksik bilgi veriyorlar.
Evet, Türkiye’nin IMF’ye olan borçlarının son taksiti
de Mayıs 2013’de ödendi ve böylece Türkiye’nin
IMF’ye borcu kalmadı. Yetkililer Türkiye’nin IMF’ye 5
milyar dolar borç verebileceğini de söylüyorlardı ama
Tablo 9’dan da görülebileceği gibi, ülkemizin gerek dış
borcu ve gerekse iç borcu sürekli artıyor. Ama Tür-
kiye’nin iç borçları ile dış borçlarından dolayısı ile top-
lam borçlarından iktidar olsun muhalefet olsun hiç
kimse bahsetmiyor. Madem Türkiye’nin hiç borcu
yoktu niçin 2016 yılı bütçesinden 50.2 milyar TL faiz
ödemesi yapıldı? Ya da madem Türkiye’nin hiç borcu
yok, o halde bu senenin, 2017 yılının bütçesine 57.5
milyar TL faiz ödemesi niçin koyuldu? Son birkaç ay-
dan beri yapılan bu faiz tartışması niye? Bu sualleri her
vatandaşımız kendi kendine sormalı ve cevabını ara-
malıdır. İktidar partisi ve parlamentoda grubu bulu-
nan muhalefet partileri Türkiye’nin bu önemli soru-
nunu dile getirmeyince Saadet Partisi olarak bizler
Türkiye’nin dış borcunu, iç borcunu ve toplam bor-
cunu milletimize açıklıyoruz.
Borçlar
73
Tablo 9: Yıllar İtibariyle Türkiye’nin Dış Borç, İç Borç ve Toplam Borcu ile Kişi Başına Borç Durumu
Kaynak: www.hazine.gov.tr,
*İç Borç miktarı Merkez Bankası tarafından verilen Dolar satış ku-runa bölünerek iç borcun Dolar karşılığı tarafımızdan hesaplanmıştır.
** Toplam Borç (Milyar Dolar) miktarı o yılki nüfusa bölünerek tara-fımızdan bulunmuştur.
***Dolar bazında iç borcun azalma sebebi Dolar’daki yükselmedir.
Tablo 9’un ve Şekil 8 ile 9’un incelenmesinden an-
laşılacağı üzere, 2009 yılı istisna tutulursa 2001’den
itibaren yıllar itibariyle Türkiye’nin Dolar bazında dış
borcu sürekli artmıştır. TL bazında iç borcu ise sürekli
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
74
artmıştır. Dolar bazında iç borçtaki azalma 2006, 2009,
2011 2012, 2013, 2014, 2015 ve 2016 yılları için de
söz konusudur. Bu azalmanın sebebi bu yıllarda Dolar
kurunda meydana gelen hızlı yükselmelerdir. Yoksa
Türkiye borçlarını ödediği için bir azalma değildir.
Aynı tablodan ve Şekil 8’den 2009 yılı ile 2014 ve 2015
yılındaki toplam borç da azalmış görünmektedir. Bu
azalmalar da Dolar’daki aşırı yükselmelerden ileri
gelmiştir.
Şekil 8: Yıllar İtibariyle Dış Borç, İç Borç ve Toplam Borç (Milyar Dolar)
2002 yılı sonunda 129.6 milyar dolar olan dış bor-
cun 2016’da 404.2 milyar dolara, Dolar bazında
2002’de 102.6 milyar dolar olan iç borcun 2016 yılında
170.4 milyar dolara ve 2002’de 232.2 milyar dolar olan
toplam borcun da 2016 yılında 574.6 milyar dolara
yükseldiği Tablo 9’dan ve Şekil 8’den görülmektedir.
Toplam borcumuzu esas alarak bir değerlendirme ya-
parsak Türkiye, 2002’den 2016 yılı sonuna kadar ge-
çen 14 sene zarfında 342.4 (574.6-232.2=342.4) mil-
yar dolar daha borçlanmıştır diyebiliriz.
Borçlar
75
Şekil 9: Yıllar İtibariyle İç Borç (Milyar TL)
Yıllar itibariyle Türkiye’nin toplam borç miktarı-
nın o yılki nüfusuna bölünmesiyle bulunan kişi başına
borç miktarı Tablo 9’dan ve Şekil 10’dan görülmekte-
dir. Tablo 9 ve Şekil 10 incelendiğinde, kişi başına borç
miktarının da kriz yılı olan 2009’da bir miktar düşüş
gösterdiği, daha sonra 2013 yılına kadar da arttığı gö-
rülmektedir. 2013 yılından sonra ise Dolar’daki hızlı
yükselmeye bağlı olarak nispeten azaldığı görülmekte-
dir. 2002’de 3.510 dolar olan kişi başına borç miktarı
2016 yılında 7.200 dolara yükselmiştir. Türkiye’nin
zenginleştiğini ve 2002’de kişi başına düşen GSYH’nın
3.500 dolar olduğunu, kendi iktidarlarında 2013 yı-
lında bunun 10.500 doların üzerine çıkarıldığını söy-
leyen AK Parti iktidarı kendileri iktidara geldiği
2002’de kişi başına düşen borç miktarının 3.510 do-
lar olduğunu ve bu borcun 2013’de 8.010 dolara yük-
seldiğinden hiç bahsetmemektedir. 2014, 2015 ve
2016 yıllarında döviz kurundaki artıştan dolayı kişi
başına düşen borç miktarında düşme olmuştur. Tür-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
76
kiye’de fert başına düşen milli gelirin 10.500 dolar ol-
duğu tartışılabilir ama fert başına düşen borç mikta-
rının 7.200 doların üzerinde olduğu, sanıyoruz tartı-
şılmaz bir realitedir.
Şekil 10: Yıllar İtibariyle Kişi Başına Borç (Dolar)
Tablo 9’da verilen iç borçların tamamı kamu sek-
törünün borcudur. Ancak dış borçların bir kısmı kamu
sektörüne, bir kısmı da özel sektöre aittir. Bazı AK Par-
tili yöneticiler ile fanatik AK Partili taraftarlar bu ko-
nuyu savunma amaçlı kullanıyorlar ve “Dış Borçların
hepsi kamunun değil, özel sektörün de dış borcu var.
Özel sektörün dış borçlarını niçin kamunun dış borcu
gibi söylüyorsunuz?” diyorlar. Bize karşı da borçları
yüksek göstererek hükümeti başarısız göstermek isti-
yorsunuz” gibi bir tavır içine giriyorlar. Biz, “Borçlar
Türkiye’nin borcudur, ha kamu sektörünün, ha özel
sektörün ne fark eder.” diyoruz. Bu ifademiz doğru-
dur. Ama buna rağmen bu suali soranlara cevap ver-
mek ve teşkilat mensuplarımızdan gelen talepleri kar-
şılamak üzere kamu sektörü (T.C. Merkez Bankası
Borçlar
77
dâhil) ile özel sektörün dış borçlarını ayrı ayrı ele alıp
bir değerlendirme yaptık. Kamu sektörü ile özel sektö-
rün dış borçlarının yıllar itibariyle durumu Tablo
10’da, bu borçların yıllar itibari ile değişimi de Şekil
11’de verilmiştir.
Tablo 10: Yıllar itibariyle Türkiye’nin Kamu Sektörüne (T.C. Merkez Bankası Dâhil) ve Özel Sektöre Ait Dış Borçları ile Toplam Dış Borç Durumu (Milyar Dolar)
Kaynak: www.hazine.gov.tr İstatistikler-Kamu Finansmanı İstatistikleri-Türkiye Dış Borç İstatistikleri-Türkiye Dış Borç Stoku İstatistikleri
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
78
Tablo 10’dan ve Şekil 11’den de görüldüğü gibi,
yıllar itibariyle kamuya ve özel sektöre ait dış borçlar
artmıştır. Kamuya ait dış borçlar 2002 yılı sonunda
86.5 milyar dolar iken yıllar itibariyle artarak 2016 yılı
sonunda 120.0 milyar dolara yükselmiştir. AK Partili
hükümet üyeleri ve AK Partili yetkililer TV kanalla-
rında ve meydan mitinglerinde ya da salon toplantıla-
rında “IMF’ye olan 23.5 milyar dolarlık borcu ödedik.”
diye övünüyorlar. Evet, IMF’ye olan 23.5 milyar dolar-
lık borç ödendi ama IMF’ye olan borcun ödenmesine
rağmen 14 yıllık AK Parti yönetiminde Türkiye’nin
kamu sektörüne ait dış borcu 33.5 milyar dolar arttı.
Bu süre zarfında özel sektörün de dış borcu artmıştır.
Dolayısı ile Türkiye’nin toplam dış borcu artmıştır.
Öyle ki, AK Parti’nin iktidara geldiği (Kasım 2002),
2002 yılının sonunda 129.6 milyar dolar olan Tür-
kiye’nin toplam dış borcu 2016 yılı sonunda 404.2
milyar dolara yükselmiştir. Yani Türkiye’nin dış
borcu 14 yıllık AK Parti iktidarında 274.6 (404.2 -
129.6 = 274.6) milyar dolar artmıştır. 2016 yılındaki
404.2 milyar dolarlık toplam dış borcun 120.0 milyar
doları yani %30’u kamu sektörüne, 284.2 milyar doları
veya %70’i özel sektöre aittir.
Tablo 10 ve Şekil 11 incelendiğinde özel sektöre
ait dış borçların artışının çok hızlı olduğu dikkati çek-
mektedir. Öyle ki 2002’de 43.1 milyar dolar olan özel
sektöre ait dış borç 2016 yılı sonunda 284.2 milyar do-
lara yükselmiştir.
Borçları incelerken kamu sektörüne ait iç borç, dış
borç ve toplam borç miktarlarını da vermek istiyoruz.
Sanırız bunun da bilinmesinde yarar vardır. Yıllar iti-
bariyle kamu sektörüne ait iç borç, dış borç ve toplam
Borçlar
79
borç miktarları Tablo 11’de verilmiştir. Kamu sektö-
rüne ait dış borç ile toplam borçların yıllar itibariyle
değişimi de Şekil 12’de verilmiştir.
Şekil 11: Yıllar İtibariyle Kamu Sektörüne ve Özel Sektöre Ait Dış Borç (Milyar Dolar)
Tablo 9 ile Tablo 11’den görülebileceği ve Şekil
9’dan izlenebileceği gibi, Türkiye’nin iç borcu 2002’de
155.2 milyar TL iken yıllar itibariyle artarak 2016 yılı
sonunda 514.7 milyar TL olmuştur. Yani 14 yılda
359.5 milyar TL artmıştır. Aynı zaman diliminde kamu
dış borç stokunda bazı yıllar azalma olmasına rağmen
genelde trend artış yönündedir. 2002’de 101.6 milyar
TL olan dış borç stoku 2016 yılı sonunda 304.8 milyar
TL’ye yükselmiştir (Tablo 11 ve Şekil 12). Dış borçlar-
daki artış iç borçlardaki artış kadar fazla olmamıştır.
Kamuya ait iç borç stoku ile dış borç stoku artınca top-
lam borç stoku da artmıştır ve 2002’de 256.8 milyar TL
olan kamunun toplam borcu 2016 yılı sonunda 819.5
milyar TL’ye yükselmiştir, bir diğer ifade ile 3.2 kat ol-
muştur ( Tablo 11 ve Şekil 12).
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
80
Tablo 11: Yıllar İtibariyle Türkiye’nin Kamu Sektörüne Ait Dış Borç ve İç Borcu ile Toplam Borç Durumu (Milyar TL)
Kaynak: www.hazine.gov.tr
Şekil 12: Yıllar İtibariyle Kamu Sektörüne Ait Dış Borç ile Toplam Borç (Milyar TL)
Borçlar
81
Türkiye bu borçları nasıl çeviriyor?
Türkiye bu borçları, yeni borçlar alarak çeviriyor.
Evet, devletimiz vadesi gelen borçları yeni borçlar
alarak ödemektedir. Yani borcu borçla ödemektedir.
Borcu borç alarak ödediği için devletimizin borcu her
yıl, hatta her ay artmaktadır. Mesela, Başbakanlık Ha-
zine Müsteşarlığı tarafından 30 Kasım 2016’da yayın-
lanan “İç Borçlanma Stratejisi” başlıklı yazıda 2016
yılı aralık ayı ile 2017 yılı Ocak ve Şubat aylarına ait
“İç Borç Ödemeleri” ile “Hazine Finansman Prog-
ramı” ve bu aylara ait “İç Borç İhraç Takvimi” veril-
miştir. Bu veriler 3’er aylık olarak her ayın sonunda
Hazine Müsteşarlığı tarafından yayınlanmaktadır. Bu
yayından alınan Ocak 2017’ye ait veriler aşağıdaki gi-
bidir:
İç borç ödemeleri incelendiğinde, Ocak 2017’de
toplam 11 milyar 389 milyon TL iç borç ödemesi
yapılacağı görülmektedir. Hazine Finansman Programı
incelendiğinde de Ocak 2017’de 11.4 milyar TL’si iç
borç, 1.5 milyar TL’si de dış borç olmak üzere toplam
12.9 milyar TL ödeme yapılacağı görülmektedir. 12.9
milyar TL’lik borç ödemesi için 11.3 milyar TL yeni-
den borç alınacağı programlanmıştır. Geri kalan 1.6
milyar TL’lik kısım ise özelleştirme gelirleri, 2-B satış-
ları vb. gibi borçlanma dışı kaynaklardan karşılanacak-
tır. Yoksa devletin vergi gelirleri arttı da borçların 1.6
milyar TL’lik kısmı vergi gelirleri ile ödeniyor değil.
Borçların ödenmesi için Ocak 2017’de hangi tarihlerde
ihaleye çıkılacağı da “Ocak Ayı İhraç Takvimi” başlığı
altında verilmiştir.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
82
Ocak 2017 İç Borç Ödemeleri (Milyon TL)
Ocak 2017 Hazine Finansman Programı (Milyar TL)
2017 Yılı Ocak Ayı İhraç Takvimi
Borçlar
83
Biz, Saadet Partisi olarak diyoruz ki, “borcu
borçla ödeme” günü kurtarma politikasıdır. Bu yüce
milletin borçla yaşamaktan kurtarılması gerekir.
Ülkeleri çökertmenin en önemli yollarından biri-
nin borçlar olduğu asla unutulmamalıdır. Şurası bilin-
melidir ki, İrlanda’da Yunanistan’da, İtalya’da ve İs-
panya’da yaşanan ekonomik krizlerin temelinde borç-
lar vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde
borçlar önemli bir faktördür. Borçların ille de kamu
borcu olması da şart değildir. Bankaların borçları, hol-
dinglerin borçları veya şirketlerin borçları hatta şahıs-
ların borçları da ülke ekonomisini krize sokar. Zira
ekonomik olaylar bir bütündür. Bir zincirin halkaları
gibi birbirine bağlıdır. Zincirin bir halkası koparsa o
zincir işlev görmez.
Bu ülkede, Türkiye’de;
Devlet borçludur.
Özel sektör (şirketler, holdingler), borçludur.
Fertler borçludur.
Türkiye’de devlet borçlarının olduğu gibi, özel
sektörün dış borçlarının da sürekli arttığını rakamları
ile açıklamaya çalıştık (Tablo 10). Şu hususun da bi-
linmesi gerekir ki, özel sektör kuruluşları yurt içinde
çeşitli bankalara borçlu oldukları gibi, kendi arala-
rında da bir birlerine borçludur. Özel sektörün pro-
testo edilen senetlerinin sayısı ve senetlerin TL ola-
rak tutarı da oldukça yüksektir.
Vatandaş borçlu. Vatandaş borçla yaşıyor. Tür-
kiye Bankalar Birliği verilerine göre Eylül 2015’de 283
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
84
milyar 562 milyon TL olan tüketici kredileri ve konut
kredileri miktarı 1 yıl sonra Eylül 2016’da 302 mil-
yar 256 milyon TL’ye yükselmiştir.
Kredi kartlarının kullanımı da hızla artmaktadır.
2015’de halkımızın kullandığı kredi kartı sayısı
58.215.318 iken bu sayı 1 yıl sonra yani 2016’da
58.795.476’ya yükselmiştir.
Benzer şekilde konut kredilerinin kullanımı da
çok hızlı artmaktadır. 2013 yılında alınan konut kre-
dileri stoku 101 milyar 322 milyon iken 2014 yılında
bu değer 115 milyar 015 milyona, 2015’de 135 milyar
136 milyon TL’ye ve Eylül 2016’da da 147 milyar 318
milyon TL’ye yükselmiştir. Vatandaş aldığı konut kre-
disini veya taşıt kredisini ya da kredi kartı borcunu
ödeyemezse sadece kendisi krize girmiyor, krediyi al-
dığı bankalar da krize giriyor. Bankalar krize girince
ülke ekonomisi krize giriyor. Hatırlanacağı gibi,
2008’de ABD’de yaşanan kriz bu şekilde olmuştu.
Bu borçlandırma politikası bilinçli bir şekilde
oluşturuluyor. Emperyalist ülkeler gelişmekte olan ül-
keleri ve geri kalmış ülkeleri kendi emirlerine itiraz et-
memeleri için borçlandırırlar. Ülkeleri yöneten idare-
ciler de halkın demokratik tepkisini ortadan kaldır-
mak, o ülkede yaşayan insanların hükümetin hatalı ic-
raatlarına karşı koymalarını, diğer bir ifade ile sandıkta
diğer partilere oy vermelerini önlemek için halkı borç-
landırırlar. Borçlanan halk da “Aman istikrar bozul-
masın, eğer istikrar bozulursa ekonomik durumum
bu günkünden çok daha kötü olur, borçlarımı öde-
yemem.” düşüncesiyle mevcut iktidara oy verir. Ama
Borçlar
85
unutulmamalıdır ki, bu politikalar 1 veya 2, belki 3 se-
çim dönemi için geçerli olabilir ama ilanihaye olmaz.
Gün gelir bu ekonomik çark tıkanır, dönmez. Borçlar
taşınamaz hale gelir. Tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi.
İktidarı uyarıyoruz. IMF politikalarını terk ediniz, üre-
tim ekonomisine geçiniz ve milletimizi ekonomik sı-
kıntılara sokmayınız!
Türkiye’de devlet ve özel sektör kuruluşları (şir-
ketler, holdingler) borçlu olduğu gibi, fertler de borç-
ludur dedik. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezinin
verilerine göre, 2016 yılı sonunda bireysel kredi
kartı ve bireysel kredi borcunu ödeyemeyen gerçek
kişiler içerisinden borcu devam eden kişilerin sa-
yısı 1.321.053’tür. Bireysel kredi kartı borcunu öde-
yemeyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden
kişilerin sayısı 975.015, bireysel kredi borcunu ödeye-
meyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden ki-
şilerin sayısı ise 727.268’dir. 2010 yılında 824.235
olan bireysel kredi kartı borcunu ödemeyen veya
ödeyemeyenlerin sayısının 2016 yılı sonunda
975.015’e yükselmesi hiç de hayra yorulacak bir
durum değildir, diyoruz.
Bu durumdan, özellikle kredi kartı kullanımının
çok hızlı artmasından herkes şikâyet etmektedir. Kredi
kartı kullanımında bazı yasal düzenlemeler yapıldı.
Ancak biz yeterli olduğu kanaatinde değiliz. Zira va-
tandaşın geliri düşüktür ve asgari ücretle geçinen bir
işçinin aldığı para açlık sınırının altındadır. Yani gıda
harcamalarını karşılamaya dahi yetmiyor. Bu işçi hangi
harcamalarını kısacak? Asgari ücretli eline geçen
para ile zorunlu masraflarını karşılayamıyor ve
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
86
mecburen borçlanma yoluna gidiyor. Tıpkı hükü-
metin bütçe gelirleri ile kamu harcamalarını karşı-
layamayıp borçlanmaya gittiği gibi. Zaten konuştu-
ğumuz vatandaş da bu durumu ifade ediyor ve “Devlet
borçla yaşıyor, ben yaşasam ne olur.” diye kendince
savunma yapıyor.
Biz devletin de, özel sektörün de, fertlerin de so-
rumsuzca borçlanmasının doğru olmadığını düşünü-
yoruz ve borçlardan bir an önce kurtulmamız gerekti-
ğine inanıyoruz. AK Parti hükümetinin faiz lobisin-
den şikâyet etme yerine faize ve borçlanmalara çö-
züm bulması gerektiğini ifade ediyoruz. Zira ikti-
dar şikâyet makamı değil çözüm makamıdır.
Faiz
87
Faiz
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
88
Faiz ülkemiz ekonomisini perişan etti. Her yıl büt-
çenin önemli bir bölümü faize ayrılmaktadır. Yıllar iti-
bariyle bütçeden faiz ödemeleri için ayrılan para mik-
tarları Tablo 12’de verilmiştir. Aynı tabloda yıllar iti-
bariyle kamu brüt toplam borç stokunun durumu ile
tarımsal destek miktarları da verilerek faiz ödemeleri-
nin büyüklüğü ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tablo-
daki rakamlardan yararlanılarak da Şekil 13 çizilmiştir.
Memur maaşlarına veya emekli aylıklarına ya da
işçi ücretlerine yapılacak artışta %3’mü olsun yoksa
%3.5’mu olsun hesabını yapan iktidar faizcilere 2016
yılında 50.2 milyar TL faiz ödemesi yapmıştır.
Saadet Partisi olarak bizler faizden hep
şikâyetçi olduk. Son zamanlarda iktidar yetkilileri
de konuşurken faiz lobisinden şikâyet ediyorlar.
Biz iktidarın bu tavrını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Zira AK Parti’nin iktidarda olduğu 14 yıl içinde fa-
ize 701.3 milyar TL ödenmiştir. Yani yılda orta-
lama 50.1 milyar TL faizcilere ödeme yapılmıştır.
Bizler faiz lobisinden şikâyet ederken son yıllarda
devlet iç borçlanma senetlerindeki (DİBS) artış ülke-
mizin DİBS yolu ile de sömürüldüğü gerçeğini gün-
deme getirdi (23 Haziran 2014, Dünya Gazetesi). Şu-
nun hiç unutulmaması gerekir. Ülkemizde çok fazla
miktarda sıcak para var. Mesela 2016 yılı sonunda ül-
kemizdeki sıcak para miktarının 120 milyar dolar ol-
duğu ifade edilmektedir. Bu para faiz yüksek ise faize,
DİBS’nin getirisi yüksek ise DİBS’ne yatırılıyor. Borsa-
nın getirisi fazla ise borsaya gidiyor. Onlar hep kazanı-
yor. Kaybeden ise milletimiz oluyor. Yöneticiler de
sade vatandaş gibi sadece şikâyet ediyor.
Faiz
89
AK Parti iktidarı faizleri düşürdük dese de dünya-
nın pek çok ülkesinde faiz oranları Türkiye’deki faiz
oranları ile kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Mesela,
Avrupa Merkez Bankasının faiz oranı negatiftir
(%-0.4). Aralık 2016’da yaptığı toplantıda FED Poli-
tika faiz oranını 25 baz puan artırdı ve %0,50-0,75 ola-
rak belirledi. Şubat 2015’den beri Japonya Merkez Ban-
kasının uyguladığı politika faiz oranı negatif idi. Aynı
tarihlerde İsviçre, İsveç ve Danimarka Merkez Banka-
ları da negatif faize geçtiler. Türkiye’de bozulan eko-
nomik şartlar nedeniyle Mayıs 2016’dan beri faiz oran-
larını düşürme sürecine giren T.C. Merkez Bankası
24.11.2016’da yaptığı PPK Toplantısında haftalık repo
ihale faiz oranını 50 baz puan artırmış ve %7.50 olan
haftalık repo ihale faiz oranını %8.00 yapmıştı. 20 Ara-
lık 2016’da yaptığı toplantıda repo ihale faiz oranını
değiştirmedi. Halen (Aralık 2016) TCMB’nin 1 hafta
vadeli repo ihale faiz oranı Avrupa Merkez Bankasının
faiz oranından da FED’in Aralık 2016’da belirlediği faiz
oranından da çok yüksektir. Yine negatif faiz uygula-
yan Japonya Merkez Bankası ile İsveç, İsviçre ve Dani-
marka Merkez Bankalarının uyguladıkları faiz oranla-
rının da çok üstündedir.
Tahvil piyasasında da faiz oranı yüksektir. 15
Temmuz 2016’da 8.5-9.0 düzeyinde olan tahvil fa-
izi bu tarihten sonra yükselişe geçti ve 2016 yılı
aralık ayı sonunda %10.5-11.0 oldu. Yani yaklaşık
%2,0 yükseldi. Şu hususun bilinmesi gerekir. Eğer
dolardaki bu seyir devam ederse faiz oranlarının
yüksek seyretmesi ekonominin gereğidir. İktidar
bütün şikâyetine rağmen eğer faizleri düşüremi-
yorsa, bizce bunun anlamı hükümet ekonomiye
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
90
hâkim değildir veya faizler iktidarın kontrolünün
dışında yüksek seyrini sürdürüyor demektir.
Tablo 12’nin ve Şekil 13’ün incelenmesinden, yıl-
lar itibariyle Türkiye bütçesinin büyüdüğü, faiz öde-
melerinin ise bazı yıllar az da olsa azaldığı görülmek-
tedir. Bir mukayese yapmak üzere ilave ettiğimiz ta-
rımsal destek miktarlarının da 2009 yılı istisna tutu-
lursa yıllar itibariyle artmakta olduğu Tablo 12’den ve
Şekil 13’den görülmektedir. AK Parti’nin iktidarda bu-
lunduğu 14 yıllık sürede bütçeden faizcilere toplam
701.3 milyar TL ödeme yapılırken aynı sürede çiftçile-
rimizin tamamına yapılan tarımsal destek miktarı top-
lamı sadece 89.5 milyar TL’dir. Türkiye’nin faiz öde-
melerinin ne kadar büyük olduğunu ortaya koymak
amacıyla yıllar itibariyle devlet bütçesinden faize öde-
nen para ile tarımsal destek için ödenen para miktarını
verdik. Sanıyoruz daha fazla bir açıklama yapmaya ge-
rek yok. Zira Tablo 12’deki rakamlar ile Şekil 13 her
şeyi en iyi şekilde açıklamaktadır.
Biliyoruz, faiz ödemeleri bireysel olarak kimsenin
cebinden çıkmıyor. Bu yüzden konuyu dile getirince
vatandaşlarımız bu konuda fazla tepki göstermiyor.
“Bana ne, Ben mi ödüyorum? Devlet ödüyor” gibi
bir yaklaşım içerisine giriyor. Evet, şunu bilelim. Bu
faizleri bu millet ödüyor. Her bir vatandaşımız ödüyor.
Vatandaşımıza verilmesi gereken yıllık 50 milyar TL
faizcilere veriliyor veya faiz ödemeleri yüzünden va-
tandaşımıza yapılacak hizmetler yapılamıyor. Faize
ödenen yıllık 50 milyar TL ile neler yapılabilirdi? Buna
birkaç örnek verelim.
Faiz
91
Tablo 12: Yıllar itibariyle Türkiye Bütçesi ve Bu Bütçeden Yapılan Faiz Ödemeleri ile Tarımsal Destek Ödemeleri ve Kamu Brüt Toplam Borç Stoku
Kaynak: Maliye Bakanlığı, www.hazine.gov.tr
Konut. Faize bir yılda ödenen 50 milyar TL ile ta-
nesi 100.000 TL’ye mal olan apartman dairelerinden
her yıl 500.000 adet daire yapılabilirdi. Eğer her dai-
rede 4-5 kişilik bir aile oturduğunu var sayarsak faize
her yıl ödenen 50 milyar TL ile 2-2.5 milyonluk bir şe-
hirdeki tüm daireler yapılabilirdi. 28.11.2016 tari-
hinde yayınlanan TOKİ Konut Üretim Raporu’nda 58.
59. 60. 61. 62. 63., 64. ve 65’ci hükümetler döneminde,
yani AK Parti’nin 14 yıllık iktidarında, (Kasım 2002 -
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
92
Kasım 2016) vatandaşlarımıza teslim edilen konut sa-
yısı 591.343 adettir. Aynı yayında 53.7 milyar TL
hak ediş ödemesi yapıldığı da belirtilmektedir. Bu
demektir ki, AK Parti’nin 14 yılda yaptığı ve para ile
vatandaşa sattığı konut sayısı kadar konut bir yıllık
faiz ödemesi ile yapılabilirdi.
Şekil 13: Yıllar İtibariyle Bütçe, Faiz Ödemeleri ve Tarımsal Destekler (Milyar TL)
Marmaray. Faize bir yılda ödenen 50 milyar TL
ile “Asrın Projesi” olarak adlandırılan ve 440 tane tren
dâhil her şeyi ile 5.5 milyar TL’ye mal olan Marmaray
Projesi gibi 9 tane proje gerçekleştirilebilirdi. Bilinme-
lidir ki, bir yılda İktidarın “İstanbul’un çehresini de-
ğiştirdi.” dediği Marmaray projesi gibi 9 tane projenin
gerçekleştirilmesi Türkiye’nin çehresini değiştirirdi.
Otomobil fabrikası. Yıllardan beri her Türk va-
tandaşı yerli otomobil fabrikasına sahip olmanın özle-
mini duymaktadır. Bir otomobil fabrikasının maliyeti
2-3 milyar, ortalama 2.5 milyar dolardır. TL olarak ise
artan Dolar fiyatı ile (1 ABD Doları = 3.5 TL) yaklaşık
Faiz
93
8.5 milyar TL’dir. Bu demektir ki, bütçeden yapılan 50
milyar TL’lik yıllık faiz harcaması ile 6 adet yerli oto-
mobil fabrikası kurulabilirdi.
İş imkânı hazırlama. İşsizlik ülkemizin en büyük
sorunlarından biridir. TÜİK verilerine göre 1 kişiye iş
yeri hazırlayabilmek için gerekli olan yatırım miktarı,
yıllar ve sektörler itibariyle değişmekle beraber 2001
ile 2015 yılları ortalaması yaklaşık 250.000 TL’dir.
Buna göre bir hesaplama yapılırsa bir yılda bütçeden
faize verilen 50 milyar TL ile yılda 200.000 işsiz insa-
nımıza iş imkânı oluşturulabilirdi. Her yıl mevcuda
ilaveten 200.000 insanımıza iş bulunması demek, 14
yılda 2.800.000 insanımıza iş imkânı oluşturulması
demektir. Bunun anlamı eğer faiz harcamaları olmasa
idi 14 yılda Türkiye’nin işsizlik sorunu çözülürdü.
AK Parti iktidarı faizleri düşürdük dese de dünya-
nın pek çok ülkesinde faiz oranı %1-2 maksimum
%2.5-3 iken Türkiye’de yıllık tahvil faizi oranları %10-
11 düzeyindedir. Eski Başbakanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan faiz lobisinden şikâyet ediyor ama
faizleri bir türlü düşüremiyordu. Veya faizler yük-
sek seyrini sürdürüyordu. Şu anda da faizler yük-
sek seyrini sürüyor. Biz Saadet Partisi olarak faize
ve faiz ekonomisine karşıyız. Çünkü faiz ekono-
miye yüktür, fakiri daha fakir, zengini daha zengin
yapan bir sömürü aracıdır. Bu durumu bilen geliş-
miş ülkeler faiz oranlarını düşük tutmaktadırlar. Tür-
kiye’de hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri faiz
oranı için, “Biz geldiğimizde %35-40’lardaydı.
Şimdi biz tek haneli rakamlara indirdik.” diyorlar.
Ama bugün gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının %1-2
maksimum %3 olduğunu, hatta AB Merkez Bankası ile
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
94
İsveç, İsviçre, Danimarka ve Japonya Merkez Bankala-
rının faiz oranları negatif iken (%-0.1-%-0.75) Tür-
kiye’de Merkez Bankasının faiz oranının %8 olduğunu
söylemiyorlar. KOBİ’lere verilen kredi faizleri çok
yüksektir ve %15-16 düzeyindedir. Bu faiz ekono-
misi ile ülke yönetilemez. Bu gidiş tehlikeli bir gidiştir.
Faizle ilgili açıklamalarımızı bitirmeden önce
bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyoruz.
Tablo 12’nin 3. sütunundan görülebileceği gibi,
2002 yılı ile 2016 yılı arasındaki 14 yıllık sürede büt-
çeden faize ödenen toplam para miktarı 701.3 milyar
TL’dir. Bu sürede “Kamu Brüt Toplam Borç Stoku”
256.8 milyar TL’den 819.5 milyar TL’ye (Tablo 11 Sü-
tun 4 ve Tablo 12 Sütun 5) yükselmiştir. Yani 14 yıllık
sürede borçların faizi için bütçeden 701.3 milyar TL
ödeme yapılmış ama kamunun toplam borcu 256.8
milyar TL’den 819.5 milyar TL’ye yükselmiştir. Bir di-
ğer ifadeyle 14 yılda kamu borçları 562.7 milyar TL
(819.5 - 256.8 = 562.7) artmıştır. 1985’lerde başlayan
ve halen devam eden devlet mallarının özelleştirilme-
sinden 2016 yılı temmuz ayı sonuna kadar elde edi-
len toplam gelir 68.0 milyar dolardır. Bu 68.0 mil-
yar dolarlık özelleştirme gelirinin de 59.8 milyar
doları 2002 yılından sonra elde edilmiştir ve bu ge-
lirlerde bütçe giderlerinde, borçların faizlerinin öden-
mesinde kullanılmıştır, yatırıma gitmemiştir. Özelleş-
tirme gelirlerini katmasak dahi 14 yıllık AK Parti ikti-
darında bütçeden faiz ödemeleri için harcanan para
701.3 milyar TL’dir. Bu para faize ödendi. Ama 2002
yılında 256.8 milyar TL olan kamunun toplam borcu
2016 yılı sonunda 819.5 milyar TL’ye yükseldi. Yani
562.7 milyar TL daha arttı. Bu açıklamaları AK
Faiz
95
Parti hükümetlerini tenkit etmek için değil, faizin
ne büyük bir bela olduğunu ortaya koymak için
yaptık. Evet, Saadet Partisi olarak çağrımızı tek-
rarlıyoruz. Faizden uzak durunuz!
Dikkatlerinizi bir noktaya daha çekmek istiyo-
rum. Yıllardan beri 54. Erbakan Hükümeti dışındaki
bütün hükümetler bütçeyi “Denk Bütçe” esasına göre
yapmıyorlar. Bütçe daha baştan yapılırken açık vere-
cek şekilde yapılıyor. Bütçe açığını kapatmak için
borçlanma yoluna gidiliyor. Borç alınınca faiz ödeni-
yor. Kısaca “Borç-Faiz-Borç Sarmalı”na düşülüyor.
Saadet Partisi olarak hükümete sesleniyoruz.
Denk bütçe yaparak faiz harcamalarını ortadan kaldı-
rınız. Türk ekonomisini borç alarak idare etmek yerine
54. Prof. Dr. Necmettin Erbakan hükümetinin yaptığı
gibi, milli kaynaklarımızı harekete geçirerek, bütçeye
ek kaynaklar oluşturarak idare etme cihetine gidiniz.
Aksi halde Türkiye de, vatandaş da, milletimiz de bu
faiz belasından kurtulamaz.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
96
Bankalar
97
Bankalar
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
98
Yatırım bankaları dışında kalan bankalar para tica-
reti yapan kuruluşlardır. Faizle çalışırlar. Türkiye’deki
bankacılık sektörünün önemli bir bölümü yabancıların
eline geçmiştir. Türkiye’de 2016 yılında toplam 50 banka
faaliyet göstermektedir. Bunların 28 tanesi yabancı, 9 ta-
nesi kamu ve 13 tanesi de yerli özel bankalardır.
BDDK’nın Aralık 2016 verilerine göre bankalardaki he-
sap sayısı 76.443.979’dur. Yurt içi ve yurt dışı toplam
mevduat miktarı ise 1.453.191.950.000 TL’dir. Tür-
kiye’de bankalarda 1 milyon TL’nin üzerinde hesabı bu-
lunan mudilerin sayısı ise 115.896’dır. 1 milyonun üze-
rinde hesabı bulunan 115.896 mudiye ait mevduatların
toplamı ise 775.141.610.000 TL’dir. Bunun anlamı ban-
kalardaki toplam mevduatın yarıdan fazlası (%53.34’ü)
tüm mudilerin %0.15’ine denk gelen 115.896 kişiye ait-
tir. Bu durum sermayenin belli ellerde toplanmış oldu-
ğunu göstermektedir.
Son yıllarda birçok bankanın yetkilisi açıklama ya-
parak yıllık karlarını kamuoyuna duyurmaktadır. Üretim
yapan pek çok iş yeri ayakta durma çabası içinde olurken
bankaların aşırı kar elde etmelerinin tek bir açıklaması
vardır. Gerek şirket olarak ve gerekse birey olarak halkı-
mız borçlandırılıyor ve halkımızın geliri bankalar tarafın-
dan faiz yolu ile elinden alınıyor. Borca batan şirketler
kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor. Şirketler bankalardan
borç aldığı gibi, kişiler de bireysel kredi ve kredi kartı ile
bankalara borçlandırılıyor. İnsanlar hayatını borçla sür-
dürmek zorunda kalıyor. Aşırı borçlanma insanları dep-
resyona sürüklüyor. İnsanlar bunalıma giriyor. Bu durum
aileleri huzursuz ediyor, aileler dağılıyor, boşanmalar ar-
tıyor, çocuklar ortada kalıyor. Saadet Partisi iktidarında
bankacılık sistemi ıslah edilerek insanlarımızın elinde-
kini avucundakini kaybetmesi önlenecektir.
Borsa
99
Borsa
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
100
Türkiye’de borsanın %65-70’lik kısmı yabancıla-
rın eline geçmiştir. Bu oran yıldan yıla değişmektedir.
Mesela borsanın 2004 yılında %50’si, 2008’de %72’si,
2014’de ise %64’ü yabancıların eline geçmiştir.
Bazı TV kanallarından ve internetten BİST 100 en-
deksi gün boyunca verilmektedir. Bu rakamlar ince-
lendiğinde çok inişli çıkışlı bir seyir takip ettiği görü-
lür. Çok eski yıllara gitmeye gerek yok. 15 Temmuz
2016 öncesi 82.000-83.000’ne yükselen BİST 100 en-
deksi başarısız darbe girişimi sonrasında 72.000’lere
düştü. Daha sonraki günlerde de bir türlü arzu edilen
yükselmeyi sağlayamadı. 2016 yılı sonunda da 15
Temmuz öncesindeki seviyenin 5.000-6.000 puan al-
tında seyretmekteydi. 2017 yılının başında toparlanan
borsa daha sonraki aylarda yükselişini sürdürmekte-
dir. Yani borsa sürekli inişli çıkışlı bir seyir takip et-
mektedir. Bu durum konunun inceliklerini fazla bil-
meyen Anadolu insanının zararına, borsayı yakından
takip eden para babalarının da servetlerine servet kat-
masına sebep olmaktadır.
Borsadaki gelişmeleri yakından takip edenler tara-
fından yurt dışından getirilen dövizler Türkiye’de
TL’ye çevrilmekte borsa düşmüş ise borsaya yatırıl-
makta, daha sonra borsada fiyatlar yükselince hisse se-
netleri satılmaktadır. Bu arada devlet borçlanmaları
nedeniyle bono-tahvil faizi yükselmiş ise bono-tahvil
alınarak paralar faize yönlendirilmektedir. Faizler dü-
şünce bono ve tahviller satılarak paralar dövize çevril-
mektedir. Yani para, “Faiz-Döviz-Borsa” üçgeninde
dolaşmaktadır. Sayın Prof. Dr. Osman Altuğ Bey’in ifa-
desi ile üçkâğıt ekonomisi. Üretim yok. Sadece finans
Borsa
101
oyunları ile ekonomik hayat çevrilmektedir. Yurt dı-
şında birçok ülkede faiz oranlarının %1-2’den düşük
olduğu, Türkiye’de ise faizlerin %10-11’ler düzeyinde
(Aralık 2016) olduğu dikkate alınırsa uluslararası ser-
maye sahiplerinin Türkiye’de ne büyük karlar elde et-
tikleri daha iyi anlaşılır.
Saadet Partisi iktidarında üretim ekonomisine ge-
çilecek paradan para kazanma dönemi bitecektir. Dev-
let bütçesi denk yapılarak borçlanma gereği ortadan
kaldırılacaktır. Devletin borçlanma gereği ortadan kal-
kınca faizler kendiliğinden önce azalacak ve sonra or-
tadan kalkacaktır. Bunun yerine kâr ortaklığı sistemi
geliştirilecektir.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
102
Dış Ticaret
103
Dış Ticaret
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
104
Dış Ticaret (İhracat-İthalat), Dış Ticaret Açığı ve
Cari Denge (Açık)
Son yıllarda basınımızda Türkiye’nin dış ticaret
açığı ve cari açık konusu çok konuşulup yazılmaya
başlandı. Hatta kredi derecelendirme kuruluşları Tür-
kiye’nin kredi notunu yükseltmemelerinin en önemli
sebeplerinden biri olarak Türkiye’nin cari açığının
fazla olmasını göstermektedirler. Mesela 20 Temmuz
2016’da Standart ent Poors Türkiye’nin BB+ olan kredi
notunu BB’ye düşürdüğünü açıkladı. 23 Eylül 2016’da
da Moods Türkiye’nin Baa3 olan yatırım yapılabilir se-
viyedeki notunu Ba1’e yani spekülatif olarak adlandı-
rılan yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürdü. Bu
not düşürmenin siyasi nedenlerinin olduğu bir realite-
dir. Ama dış ticaret açığının ve özellikle de cari açık-
taki artışın kredi notunun düşürülmesinde en önemli
etkenler olduğu da bir vakıadır.
Türkiye’nin dış ticareti sürekli açık vermektedir.
Son yıllarda artan dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak
oluşan cari açık tehlike sinyalleri veriyor. 2000 yılın-
dan itibaren 2016 yılı dâhil yıllar itibariyle dış ticaret
rakamları ve cari denge rakamları Tablo 13’de veril-
miştir. Tablo’daki verilerden yararlanılarak da Şekil
14, 15 ve 16 çizilmiştir.
Tablo 13’den ve Şekil 14’den de izlenebileceği
gibi, 2009 yılı hariç tutulursa 2000’den 2014’e kadar
ihracatımız artmıştır. 2009’da bir önceki yıla göre ih-
racatımız azalmış, 132 milyar dolardan 102.1 milyar
dolara düşmüştür. Ama genel olarak yıllar itibariyle ih-
racatımız artmıştır. 2009 yılında 102.1 milyar dolar
Dış Ticaret
105
olan ihracatımız 2010 yılında 113.9 milyar dolara yük-
selmiş ve bu yükselme 2011 ve 2012 yıllarında da de-
vam etmiştir. 2013’de cüzi bir düşme olmuş ve 2014
yılında 157.6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2014
yılındaki 157.6 milyar dolarlık ihracat miktarı hükü-
met yetkililerinin ve AK Parti yöneticilerinin belirttik-
leri gibi, Türkiye için bir rekordur. Evet doğrudur.
157.6 milyar dolarlık ihracat Türkiye için bir rekordur.
Bu ihracatı yapanlara teşekkür ediyoruz. Ancak 2014
yılındaki 157.6 milyar dolarlık ihracat 2015 yılında
143.8 milyar dolara, 2016 yılında da 142.5 milyar do-
lara düşmüştür.
Tablo 13: Yıllar itibariyle İthalat-İhracat, Dış Ticaret Açığı ve Cari Denge
Kaynaklar: 1- İhracat, İthalat ve Dış Ticaret Açığı Değerleri - TÜİK 2- Cari Açık Rakamları - T.C. Merkez Bankası
Eski Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan
da ihracatı söyler, diğer hükümet üyeleri de ihracatı
söyler, AK Parti’nin yöneticileri de ihracatı söyler ve
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
106
adeta ihracatı kendileri yapmışlar gibi övünürlerdi.
Ama hiç birisi ithalatı söylemezlerdi. Halen de bu du-
rum devam ediyor. Yetkililerin bu açıklamalarını du-
yan vatandaşımız da sevinir, mutlu olur. Biz aynı tab-
loda yıllar itibariyle Türkiye’nin ithalat rakamlarını da
verdik. Vatandaşımız ihracatımızla birlikte ithalatımızı
da bilsin ve dış ticaret açığımızı kendisi bizzat hesap-
layıp ülke ekonomisinin ne durumda olduğuna ken-
disi karar versin. Tablo 13’den ve Şekil 14’den görül-
düğü gibi, 2002’de 51.6 milyar dolar olan ithalat genel
olarak yıllar itibariyle artmıştır. 2008 krizinin etkisi ile
2009’da bir önceki yıla göre ithalatımız da azalmış ve
202.0 milyar dolardan 140.9 milyar dolara düşmüştür
(Tablo 13 ve Şekil 14). Ancak ithalat da yıllar itibariyle
artmış, 2009’da 140.9 milyar dolar olan ithalat, 2010
yılında 185.5 milyar dolara, 2011 yılında da 240.8 mil-
yar dolara yükselmiştir. 2012’de 236.5 milyar dolara
düşen ithalat 2013’de artarak 251.7 milyar dolara yük-
selmiştir. 2014 yılında 242.2 milyar dolara gerileyen
ithalat 2015 yılında 207.2 milyar dolara, 2016 yılında
da 198.6 milyar dolara düşmüştür. Değerli hükümet
üyeleri ve AK Parti yetkilileri söylemiyorlar ama biz
söyleyelim. 251.7 milyar dolarlık ithalat da Türkiye
için bir rekordur ve Şekil 14’den de görüldüğü üzere,
ithalatın artış hızı ihracatın artış hızından fazladır. Daha
önceleri ithalatı gündeme getirmeyen pek çok medya
mensubu ve ekonomistler ithalattaki bu artışın çok teh-
likeli boyutlara ulaştığını ifade etmeye ve tedbir alın-
ması gerektiğini söylemeye, yazıp-çizmeye başladılar.
Konunun önemini değerli hükümet üyeleri de an-
lamaya başlamış olacaklar ki, OVP’de değişiklik yapa-
rak ithalatı düşürmek için önlemler almaya başladılar
ve bu önlemlerin etkisiyle 2011’de 240.8 milyar dolar
Dış Ticaret
107
olan ithalat 2012’de azaldı ve 236.5 milyar dolar olarak
gerçekleşti. Demek ki yetkililer konunun üzerine eği-
lince ihracat artırılırken ithalat azaltılabiliyormuş.14
Şubat 2012’de Ekonomi Bakanlarından Sayın Zafer
Çağlayan bir basın açıklaması yaparak Türkiye’nin it-
halatının değerlendirmesini yaptı. Uzun bir basın açık-
laması yapan Sayın Çağlayan’ın ve hatta diğer hükü-
met üyelerinin benzer açıklamaları yıllar önce yapma-
larını ve gerçekleri söyleyerek vatandaşımızı uyarma-
larını dilerdik. Sayın Çağlayan konuşmasının bir ye-
rinde “… Geçen yıl Türkiye’ye 14.3 milyon cep tele-
fonu geldi. Bunlara 1 milyar 744 milyon dolar para
ödendi. Ben bunu söylerken insanlara gidip cep te-
lefonu almayın demiyorum, zaten diyemem de.
Ama sesli düşünüyorum. Biz 11 ayda bir cep tele-
fonu değiştirecek kadar zengin bir ülke miyiz?” di-
yordu. Saadet Partisi olarak bizler, Sayın Bakan’a bu
gerçeği dile getirdiği için teşekkürlerimizi sunuyoruz
ve şunu diyoruz. “Sayın Bakan iktidar şikâyet yeri
değildir, icraat yeridir. Lütfen gerekli tedbirleri
alarak ülkemizi ithalat cenneti olmaktan çıkarınız.
Türkiye’de üretilebilecek malların üretimini teşvik
ediniz. Böylece hem döviz kaybını önleyiniz hem de
işsizlere iş bulunmasına yardımcı olunuz.”
Tablo 13’den ve Şekil 15’den görüldüğü gibi, itha-
latla ihracat arasındaki farktan oluşan dış ticaret açığı
da 2000 yılında 26.7 milyar dolar iken 2001 yılında
10.1 milyar dolara düşmüş, 2001’den itibaren kriz yılı
olan 2008 yılına kadar yıllar itibariyle artmış, 2009’da
2008 yılına göre azalmış ancak genelde yıllar itibariyle
artmıştır. 2009 yılında - 38.8 milyar dolar olan dış ti-
caret açığı 2010 yılında -71.7 milyar dolara, 2011 yı-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
108
lında da -105.9 milyar dolara yükselmiştir. 2012 yı-
lında 84.1 milyar dolara düşen dış ticaret açığı 2013
yılında tekrar 99.9 milyar dolara yükselmiştir. Bir yıl
sonra, 2014’de 84.6 milyar dolara düşen dış ticaret
açığı 2015 yılında 63.4 milyar dolara, 2016 yılında
da 56.1 milyar dolara düşmüştür. Bu dış ticaret açığı
Türkiye için çok yüksektir. Evet, son üç yılda önceki
yıllara göre bir azalma vardır. Azalma olması mem-
nuniyet vericidir. Ama istenen dış ticaret açığının
olmaması hatta dış ticaret fazlasının olmasıdır.
Şekil 14: Yıllar İtibariyle İhracat ve İthalat (Milyar Dolar)
Tablo 13’den ve Şekil 16’dan görüldüğü gibi, kriz
yılı sayılan 2001 yılında cari denge pozitiftir. Yani Tür-
kiye’nin cari fazlası vardır. Bu denge 2002’den itibaren
negatife dönmüş ve cari açık oluşmuştur. Bu artış yıllar
itibariyle artarak devam etmiş 2009 yılında bir önceki
yıla göre azalmış, -40.2 milyar dolardan -12.0 milyar do-
lara düşmüştür ama genelde yıllar itibariyle artmıştır.
Dış Ticaret
109
Şekil 15: Yıllar İtibariyle Dış Ticaret Açığı (Milyar Dolar)
Şekil 16: Yıllar İtibariyle Cari Denge (Milyar Dolar)
2009’da -12.0 milyar dolar olan cari açık 2010 yılında
- 45.3 milyar dolara, 2011 yılında da - 75.1 milyar do-
lara yükselmiştir. - 75.1 milyar dolarlık Cari Açık da
Türkiye için bir rekordur. - 75.1 milyar dolarlık
Cari Açık GSYH’nın yaklaşık %10’u kadardır. 2011
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
110
yılındaki 75.1 milyar dolarlık cari açık alınan önlem-
lerin etkisi ile 2012 yılında 48.5 milyar dolara düşmüş
ama 2013’de tekrar 65 milyar dolara yükselmiştir.
2014’de 45.8 milyar dolara, 2015’de 32.2 milyar dolara
düşen cari açık, 2016 yılında az da olsa artmış ve 32.6
milyar dolar olmuştur. Cari açıktaki düşme memnuni-
yet vericidir. Ama unutulmamalıdır ki, 32.6 milyar do-
larlık cari açıkta çok yüksektir ve aynı yıl yeni hesap-
lama yöntemine göre 856.8 milyar dolar olarak gerçek-
leşen GSYH’nın %3.8’i kadardır. Biz daha önceki hü-
kümetleri olduğu gibi 65. Hükümeti de bu konuda
daha dikkatli olmaya davet ediyoruz. Cari açığın fazla
olması ekonomik dengelerin bir anda bozulmasına se-
bep olabilir. Bir kısım medya ve yandaş yazarlar eko-
nomide her şeyi tozpembe göstermeye çalışsa da dış ti-
caret açığındaki ve cari açıktaki fazlalıktan dolayı Türk
ekonomisinin her an bir krize düşmesi söz konusu ola-
bilir. Ekonomi bakanlarının feveran etmesinin sebebi
sanıyorum bu olsa gerek.
Cari açık konusu çok önemli olduğu için hükümet
üyeleri yaptıkları açıklamalarda konuyu gündeme ge-
tirmektedirler. Mesela 4 yıl kadar önce ÖTV zamları
konusunda açıklama yapan Sayın Maliye Bakanı 2012
yılında bu vergilerden 5.5 Milyar TL gelir artışı
beklendiğini ve bu yolla cari açığın sınırlanmasının
hedef alındığını belirtiyordu. 2012’de Sayın Başbakan
da ÖTV zamları konusunda cari açığın tehlikeli bir bo-
yuta ulaştığını, bunu azaltmanın yolu olarak zam ya-
pıldığını şöyle ifade ediyordu; “Zam yapmayalım da
Yunanistan gibi mi olalım.” Evet, Yunanistan gibi ol-
mak. Yani iflas etmek. Allah (c.c.) milletimizi o du-
ruma düşmekten korusun! Âmin.
Dış Ticaret
111
Cari açığın fazla olması dış ticaret açığının fazla
olmasından kaynaklanıyor. Dış ticaret açığının fazla-
lığı da ihracatın büyük ölçüde ithalata dayalı olmasın-
dan ileri geliyor. Bir TV kanalındaki açık oturumda ko-
nunun uzmanları tartışıyorlar. Bir konuşmacı arkadaş-
larına “Böyle bir ihracat düşünebiliyor musunuz?
İhraç edilen her 100 TL’lik malın 85 liralık kısmı
ithalata dayanıyor. Yani Katma Değerimiz 15 TL”
diyordu. Diğerleri de “Maalesef doğru. Zaten dış ti-
caret açığının da, cari açığın da temelinde bu var.”
diyorlardı. Saadet Partisi iktidarında ithalata dayanan
ihracat rejimine son verilerek Türk müteşebbisler teş-
vik edilecek ve ara mallarının yurt içinde üretilmesi
sağlanacaktır. Böylece hem işsizlere istihdam sahası
oluşturulacak ve hem de yurt dışına giden dövizlerin
yurtta kalması temin edilmiş olacaktır.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
112
Döviz Kurları
113
Döviz Kurları
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
114
Döviz Kurları (Dolar ve Avro)
Türk ekonomisinde dış ticaret işlemleri Dolar
ağırlıklı olduğu için Dolar kuru üzerinde daha çok du-
rulmaktadır. Ancak Avro da ticaretimizde büyük bir
yer almaktadır. Bu yüzden bu iki döviz kurunun yıllar
itibariyle değişimi Tablo 14’de verilmiştir. Tablodaki
verilerden yararlanılarak da Şekil 17 ve 18 çizilmiştir.
Tablo 14: Yıllar itibariyle Döviz Kurları
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, www.ekonomi.gov.tr
Bilgi Merkezi, Dış Ticaret ve Ekonomik Göstergeler
Döviz Kurları
115
Tablo 14’den ve Şekil 17’den görüldüğü gibi, döviz
fiyatları bazı yıllarda düşmüş bazı yıllarda yükselmiş-
tir. Ama genelde her iki döviz fiyatı da yıllar itibariyle
artmıştır. 2000’den itibaren Avro’daki yükseliş daha
fazla olmuştur. Avro / Dolar paritesi de bunu göster-
mektedir. Nitekim 2000’de 0.92 olan Avro / Dolar pa-
ritesi 2008’de zirve yapmış ve 1.47’ye yükselmiştir.
2009, 2013 yılları arasında nispeten yatay bir seyir ta-
kip eden parite 2014’den sonra ABD ekonomisindeki
iyileşmenin de etkisi ile Dolar lehine gelişmiştir (Tablo
14 ve Şekil 18). 2016 yılının son günlerinde yine Do-
lar, Avro’ya karşı değer kazanmıştır. ABD ekonomisi
iyileştikçe Doların değer kazanması devam edecektir.
Bir ülkenin parasının değeri o ülkenin ekono-
misi ile doğrudan ilgilidir. Ülkenin ekonomisi
güçlü olursa parası değerli olur. Ülkenin ekono-
misi bozulursa parasının değeri düşer. Ekonominin
kendi kuralları vardır. Bu kurallar işler. Devlet plan-
program yapar, tedbirler alır ve ekonomiyi düzenler.
Türkiye’de olduğu gibi, eğer hiçbir önlem alınmadan
devlet desteği ile TL kıymetli tutulursa sanayici Tür-
kiye’de ürettiği malları pahalıya mal edeceğinden yurt
içinde satması güçleşir, döviz fiyatları düşük olacağı
için yabancı malları Türkiye’de ucuza satılır. Ülke bir
ithal cenneti haline gelir. İthalat artar. Yerli sanayi ge-
lişemez.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
116
Şekil 17: Yıllar İtibariyle Döviz Kurları (TL)
Şekil 18: Yıllar İtibariyle Avro/ Dolar Paritesi
TL kıymetli olduğunda sanayici Türkiye’de üret-
tiği malları pahalıya mal edeceğinden yurt dışına sat-
makta da güçlükle karşılaşır, satamaz. Bunun sonu-
Döviz Kurları
117
cunda ihracat düşer. İthalatın artması ihracatın azal-
ması dış ticaret açığını artırır. Bu da cari açığın artma-
sına sebep olur. Kısaca Türkiye’nin içinde bulunduğu
çıkmaz durum söz konusu olur.
Öte yandan döviz fiyatlarındaki artış da emtia fi-
yatlarının aşırı artışına, pahalılığa sebep olur. Enflas-
yon yükselir. Bu yüzden her iki durumda istenmez.
Orta Vadeli Programda 2011 yılı için hedeflenen
Dolar kuru revize edilerek 1.55 TL’den 1.67 TL’ye yük-
seltildi. 2011 Yılının ilk yarısında 1.50 TL’ler düze-
yinde seyreden Dolar 2011’in son aylarında birden bire
yükselişe geçti ve 1.90 TL’yi buldu. Yani bir yılda Do-
lar yaklaşık 36 kuruş arttı. Bunun anlamı Dolar 1 yılda
yaklaşık %23 değer kazandı. Diğer bir ifadeyle devalü-
asyon yapılmış oldu. Dolar 1.90 TL’yi görünce Merkez
Bankası (MB) devreye girdi ve Dolar’ın aşırı yükselişini
önlemek için daha önce günlük 350.000.000 olan Do-
lar satışını 5 Ekim 2011’de 1.350.000.000 dolara çı-
kardı. İhale açtı, 750.000.000 dolarlık satış gerçekleşti.
Bu satışlar 5 Ekim 2011’den sonra da devam etti ve dö-
viz fiyatlarında bir gerileme oldu. Dolar, Ocak 2012’de
1.7819 TL’ye düştü. Bu arada 2011’in son aylarında
2.55 TL’ye yükselen Avro da Ocak 2012’de 2.3396
TL’ye geriledi. Bu düşüşler MB’nin müdahalesi ile
oldu. 2013 yılında da benzer bir durum yaşandı ve Do-
lar 2.40 TL’yi, Avro’da 3.10 TL’yi gördü. 2014’de de
aynı sorun vardı.
2016 yılı bitti. 2017 yılının başındayız. Temmuz
2015’de Suruç’ta başlayan ve dozunu her geçen gün ar-
tıran PKK Terör olaylarının, Suriye’de ve Irak’ta yaşa-
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
118
nan kargaşanın ve 15 Temmuz 2016’da yaşanan başa-
rısız darbe girişiminin de etkisi ile Türk ekonomisinin
sıkıntıları 2016 yılında arttı. Döviz (Dolar ve Avro)
yükseldi. Dolar’ın ve Avro’nun değer kazanması 2017
yılının başında da devam ediyor. Dövizdeki bu yük-
selme sanayicilerimiz başta olmak üzere tüm toplum
kesimlerini sıkıntıya sokuyor.
Ülkedeki Dolar kıtlığını gidermek için Sayın Cum-
hurbaşkanımız vatandaşlarımızı ve kurumları Dolarla-
rını bozdurmaya ve tasarruflarını Türk Lirası olarak
yapmaya davet ediyor. Döviz açığının kapatılmasında
bir nebze de olsa katkısı olur diyoruz. Ama kesin çö-
züm olmayacağını da belirtmek istiyoruz. Zira Tür-
kiye’nin dış borcu çok fazla. Türkiye’nin dış borcu
2016 yılı sonunda 404.2 milyar dolardır. Do-
lar’daki 1 kuruşluk artış Türk ekonomisine 4.04
milyar TL yük getirmektedir.
MB “Döviz rezervimiz var.” deyip Dolar satmakla
Dolar kurunun yükselişini frenleyemez. Bunun bilin-
mesi gerekir. Türkiye’nin cari açığı 2014 yılında -45.8
milyar dolar, 2015 yılında ise -32.2 milyar dolar, 2016
yılında da 32.6 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Bu ne demektir?
Bu şu demektir: Türkiye’den her ay fazladan 2.7
milyar dolar döviz yurt dışına çıkmaktadır. Yurt dışına
çıkan döviz miktarı fazla olunca yurt içindeki döviz
miktarı azalıyor. Döviz miktarı azalınca döviz fiyatı ar-
tıyor. Yani ekonominin kuralı işliyor. Arz-talep den-
gesi. Piyasadaki döviz az, dövize olan talep de fazla
olunca döviz kurları yükseliyor. Olay bu kadar basit.
Döviz Kurları
119
Peki, bu yükselme nereye kadar veya ne zamana
kadar sürecek?
Saadet Partisi olarak diyoruz ki, bu hatalı ekonomi
politikaları devam ettiği sürece bu yükselme devam
edecektir.
Cari açığın fazlalığı dış ticaret açığının fazla olma-
sından kaynaklanmaktadır. Dış ticaret açığının fazla
olması da, ihracatın büyük ölçüde ithalata dayalı mon-
taj sanayiden ibaret olmasından ileri gelmektedir. Bu
meselenin çözümü ise Milli Görüş’ün, Saadet Par-
tisi’nin politikalarının uygulamaya geçirilmesi ile
mümkündür. Sıcak para girişini teşvik eden faiz poli-
tikaları terk edilmeli, vakit geçirilmeden ithalata dayalı
değil, yerli üretime dayalı milli, güçlü sanayi tesisleri
hayata geçirilmelidir. Yani finans ekonomisi değil, üre-
tim ekonomisi uygulanmalıdır. Aksi halde cari açıkta
önlenemez, Dolar’ın yükselişi de önlenemez.
Dolar’ın yükselmesi enflasyonu artırır. Hatta
iktidarın tek haneli rakamlara düşürdük diye övün-
düğü enflasyon tekrar çift haneli rakamlara yükselir.
Toplum ekonomik yönden çok büyük sıkıntılara dü-
şer.
Saadet Partisi olarak buradan iktidara bir kez daha
sesleniyoruz. Yurt dışından para girişini artırmak için
faiz oranlarını yükseltmek de çözüm değildir. Bu uy-
gulama milletimizin başına, var olan, faiz belasını kat-
merlendirerek sarmak olur.
2016 yılında 6-7 ay süreyle düşüşünü sürdüren
MB politika faiz oranı Kasım’da tekrar yükseldi. 24 Ka-
sım 2016’da MB PPK’nın yaptığı toplantıda haftalık
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
120
repo faiz oranı 50 baz puan artırıldı. Bu yükselme diğer
bankalar tarafından da vakit geçirilmeden uygulamaya
konuldu. MB Aralık 2016’da faiz oranlarında değişik-
lik yapmadı. Daha sonraki aylarda da Merkez Bankası
faiz oranlarını ayarlamaya devam edecektir. İnşallah
ekonomi düzelir ve faiz oranları düşer. Saadet Partisi
olarak iktidara sesleniyoruz. Faiz oranlarının yüksek
olması borçla yaşamaya mecbur edilen insanımızı bu
günkünden daha büyük sıkıntılara sokar. Bu yüzden
faizleri ortadan kaldırınız, bunu yapamıyorsanız hiç
olmazsa faiz oranlarını düşürünüz.
Özelleştirme
121
Özelleştirme
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
122
Özelleştirme genel manada Kamu İktisadi Teşeb-
büsleri (KİT)’nin özel sektöre devredilmesi veya satıl-
ması diye tanımlanabilir.
1980’li yılların başında az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde KİT’lerin verimli çalıştırılamadıkları,
bundan dolayı devletin bütçesine yük oldukları tezi
ileri sürülmüş ve bu tesislerin özel sektöre satılarak
devletin bu yükten kurtarılması gündeme getirilmiştir.
Türkiye’de 1984-1985’lerde başlayan özelleştirme fur-
yası günümüze kadar (2016 yılı sonu) devam etmiştir
ve önümüzdeki yıllarda da özelleştirmelerin devam
edeceği yetkililer tarafından ifade edilmektedir. Bu-
güne kadar yapılan özelleştirmelerle cumhuriyet tari-
hinin birikimi olan tesisler “sat kurtul” mantığı ile
yok pahasına satılmıştır. Bu satışlarda ihalelere yaban-
cılar da girmiş ve devletimizin birçok stratejik tesisi
yabancıların eline geçmiştir. Konuyu örnekler vererek
özele indirgemek istemiyoruz. Ama stratejik tesisleri-
mizin satılmasını da doğru bulmadığımızı ifade ediyo-
ruz.
Saadet Partisi olarak özelleştirmeye karşı değiliz.
Özel sektörün girdiği ve başarı ile yürüttüğü sektör-
lerde stratejik yönden önemi olmayan tesislerin ben-
zeri tesisler kamunun elinde varsa bunların değer fiya-
tına satılmasına, özelleştirilmesine taraftarız. Ama özel
sektörün girmediği sahalarda devletin işlettiği tesisleri
yönetim hatasından kaynaklanan zararları bahane edi-
lerek özelleştirme adı altında eşe dosta verilmesine
karşıyız. Bazı tesisler bulunduğu yöreye bağlı olarak da
stratejik öneme sahip olabilir. Mesela Ege Bölgesi’nde,
Marmara Bölgesi’nde veya İç Anadolu Bölgesi’nde özel
sektöre ait aynı işi yapan çok sayıda süt işletmesi varsa,
Özelleştirme
123
SEK’e bağlı bir süt işleme tesisinin bu bölgelerde stra-
tejik önemi olmayabilir. Ama özel sektöre ait süt işlet-
melerinin bulunmadığı veya çok az bulunduğu Doğu
Anadolu Bölgesi’nde SEK’e bağlı bir süt işleme tesisi-
nin o bölgede stratejik önemi vardır. Çünkü süt işleme
tesisi süt üreticisinin ürettiği sütü günlük olarak değer
fiyatına satın alıp onu süt ürünlerine işleyen tesistir.
Dolayısı ile süt üreticisinin ürettiği süte emin bir pazar
yeridir.
Ürettiği sütü değer fiyatına satan üretici kâr eder
ve süt hayvanı besleyip süt üretimi yapar. Ürettiği sütü
değer fiyatına satamayan üretici ise zarar eder. Sonuçta
elindeki hayvanları kasaba satar ve süt üretiminden de
hayvancılık yapmaktan da vazgeçer. Üretici hayvancı-
lık yapmazsa ülkenin süt üretimi de, et üretimi de aza-
lır ve son yıllarda Türkiye’de yaşanan durum ortaya çı-
kar. Kısaca ülke özellikle canlı hayvan ve et ithalatı
yapmak zorunda kalır. Bu ithalat için de milyonlarca
hatta milyarlarca döviz ödenir. Yani Türk çiftçisine ve-
rilmeyen paralar yabancı ülkelerin çiftçisine ödenir.
Süt üreticisi için SEK’e bağlı süt işletmeleri nasıl stra-
tejik öneme sahipse, besicilerimiz için de et kombina-
ları aynı şekilde stratejik öneme sahiptir.
Konunun istihdam yönünü ve sosyal yönünü de
dikkate almak gerekir. Hayvancılık (süt üreticiliği ve
besicilik) yapmaktan vazgeçen çiftçi işsiz kalıyor. İşsiz
kalan Anadolu insanı büyük şehirlere göç ediyor. Bü-
yük şehirlerin varoşlarında çok güç şartlarda hayatını
sürdürmeye çalışıyor. Bu arada yoksulluğun sebep ol-
duğu pek çok sosyal olaylar yaşanıyor.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
124
Bütün bu olumsuzlukların yaşanmaması için Saa-
det Partisi olarak bölgesel olarak stratejik önemi bulu-
nan tesislerin özelleştirilmesine karşıyız.
2011’in son aylarında ve 2012 yılının ilk aylarında
şeker fabrikalarının özelleştirilmesi gündeme geldi ve
B Portföyündeki Elazığ, Malatya, Erzincan ve Elbistan
şeker fabrikaları ile C Portföyündeki Kastamonu, Kır-
şehir, Turhal (Tokat), Çorum ve Çarşamba (Samsun)
şeker fabrikaları özelleştirildi. Saadet Partisi olarak biz
bu özelleştirmeye karşı olduğumuzu o tarihlerde ifade
ettik.
Bu arada Şeker-İş Sendikasının bu fabrikaların
özelleştirilmemesi için verdiği mücadele etkili oldu ve
özelleştirme işlemi dönemin Başbakanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğan’ın da içine sinmemiş olacak ki özelleş-
tirme işlemini onaylamadı ve satış gerçekleşmedi.
Hükümet 2016 yılının son aylarında bu konuyu
tekrar gündemine aldı. Biz Saadet Partisi olarak yine
Türk çiftçisinin zararına olacağına inandığımız bu
özelleştirme işlemine karşı olduğumuzu ifade ediyo-
ruz. Eğer Şeker Fabrikaları zarar ediyorsa bunun so-
rumlusu ne pancar üreticisi çiftçilerdir ve ne de o fab-
rikada çalışan işçilerdir. Bunun sorumlusu yöneticiler-
dir. Yöneticilerin ehil olmayışıdır. Nitekim Konya’da
faaliyet gösteren Konya Şeker (TORKU) ve büyük bir
borçla devredilen Kayseri Şeker Fabrikası şu anda
pekâlâ karlı bir biçimde çalışıyorlar. Diğer fabrikaların
kar etmemesi için hiçbir sebep yok. Birkaç yıl önce TE-
KEL işletmeleri özelleştirildi. TEKEL’in özelleştirilme-
siyle TEKEL’de çalışanların ve tütün üreticisinin mağ-
dur olduğu gibi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
Özelleştirme
125
ile de hem şeker fabrikalarında çalışan insanlarımız
mağdur olacak, hem de şeker pancarı üretimi yapan
çiftçi bu günkünden daha zor duruma düşecektir.
Gerek bu fabrikalarda çalışanların ve gerekse fab-
rikaların bulunduğu illerdeki çiftçilerimizin genel ka-
naati şudur. Bu fabrikaları alan firmalar, özelleştirilen
pek çok tesislerde olduğu gibi, fabrikayı çalıştırmak
için değil arsası için alacaklardır. Birkaç yıl içinde fab-
rikaları kapatıp arsasını imara açma cihetine gidecek-
lerdir. Fabrikalar kapanınca çiftçilerimiz münavebe
bitkisi olarak ektikleri şeker pancarını da ekemeyecek-
lerdir. Türkiye nasıl süt işleme tesisleri ile et kombina-
ları kapanınca canlı hayvan ve et ithal eder duruma
düştü ise şeker fabrikaları kapanınca da şeker ithal
eder duruma düşecektir. Nitekim 2015-2016 üretim
döneminde Türkiye şeker ithal eder duruma düşmüş-
tür. Tabii bu uygulamadan en kârlı çıkacaklar da tat-
landırıcı üreticisi fabrikalardır. Son aylarda (2016 yılı
eylülünden itibaren) tatlandırıcı üreticileri de kotala-
rını artırmak için büyük çaba sarf etmektedirler. Ko-
nuyu çok fazla dağıtmadan milletçe bu olumsuzlukları
yaşamamak için şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
konusu yetkililerce bir kez daha düşünülmelidir diyo-
ruz.
Özelleştirme idaresinin verilerine göre, 1985’den
2016 yılının temmuz ayı sonuna kadar yapılan özelleş-
tirmelerden elde edilen toplam gelir 68.0 milyar dolar-
dır. Bunun 8.2 milyar dolarlık kısmı 1985-2002 yılları
arasında, geri kalan 59.8 milyar dolarlık kısmı da
2003-2016 yılları arasında yapılmıştır. Elde edilen bu
özelleştirme gelirleri bütçe harcamaları dâhil her türlü
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
126
devlet harcamasında kullanılmıştır. Bu paralar ile hiç-
bir yeni tesis yapılmamıştır. Bir yandan satılan fabrika-
larda çalışan insanlarımız işini kaybetmiş, diğer yan-
dan yeni fabrikalar veya tesisler açılmadığı için çalışma
yaşına gelen insanlarımız iş bulamamıştır. Bu durum
işsiz insanlarımızın sayısının her geçen gün artmasına
sebep olmuştur.
Bütçe Uygulamaları
127
Bütçe Uygulamaları
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
128
2016 Yılı Bütçesi
Diğer TBMM çalışmalarında olduğu gibi, bütçe
görüşmeleri de Meclis TV tarafından verilmektedir.
2017 bütçe görüşmeleri de Meclis TV tarafından ve-
rildi. Halkımızın da TV ekranlarından izlediği gibi,
bütçe görüşmelerinde terör, paralel devlet yapılan-
ması, Suriye olayları, Irak’taki operasyonlar, yeni
Anayasa hazırlama ve başkanlık sistemi dâhil her şey
konuşuldu. Bu arada bütçe de konuşuldu. Muhalefet
partilerine mensup milletvekilleri bütçe dışında her
şeyi tenkit ederek, iktidar partisine mensup milletve-
killeri de her tenkide cevap yetiştirerek konuşmalarını
sürdürdüler ve Bütçe görüşmeleri böylece tamam-
landı. Muhalefet partilerinin iktidara yol gösterme, ik-
tidar partisinin de söylenenden istifade etme gibi bir
düşüncesi, bir gayreti olmadı. Oysaki bütçeler bir hü-
kümetin bir yıl içinde yapacağı icraatları gösteren
belgelerdir. Bu belgelerin en mükemmel şekilde hazır-
lanması için tüm milletvekillerinin gayret etmeleri ge-
rekir.
Maliye Bakanlığınca hazırlanarak TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonuna sunulan “Bütçe Sunuş Konuş-
ması” metni ile TBMM Genel Kuruluna sunulan
“Bütçe Sunuş Konuşması” metni incelendiğinde her
iki metnin birbirleri ile hemen hemen aynı oldukları
görülür.
Her iki metinde de, her iki kitapçıkta da 2016 yı-
lına ait makro ekonomik göstergelerin 2016 yılı büt-
çesi yapılırken esas alınan değerleri ile Ekim 2016’da
açıklanan OVP’de revize edilen büyüklüklerin 2016
yılı değerleri ve 2017 yılı merkezi yönetim bütçesin-
Bütçe Uygulamaları
129
deki değerleri Tablo 15’de verilmiştir. Tablodaki de-
ğerler incelendiğinde, 2016 yılında TÜFE hariç bütün
temel ekonomik büyüklüklerde revizyona gidildiği gö-
rülmektedir. 2016 yılına ait TÜFE’nin de %8.53 olarak
gerçekleştiği 3 Ocak 2017’de açıklandı. Buna göre bü-
tün temel ekonomik büyüklükler revize edilmiştir. Bir
diğer ifadeyle ekonomik büyüklükler hükümetin
kontrolü dışında ilerlemekte, kendi kendine artmakta
veya azalmaktadır. GSYH’daki revizyon hem TL ba-
zında hem de Dolar bazında çok az da olsa azalma yö-
nündedir. İhracat ile ithalattaki revizyonlar da azalma
yönündedir. Yani ekonomide artması istenen temel
ekonomik büyüklüklerden ihracatta artma değil
azalma olmuştur. Azalması istenen işsizlik oranı ile
enflasyon (TÜFE) oranında ise artma olmuştur. Bü-
yüme oranındaki revizyon da azalma yönündedir. Bu
durumu kısaca; 2016 yılında temel ekonomik büyük-
lükler olumsuz yönde bir seyir izlemiştir diye özetle-
yebiliriz.
Tablo 15: 2016 Yılı Bütçesine Ait Bazı Ekonomik Büyüklükler ve Bu Büyüklüklerin Ekim 2016’da Revize Edilen Değerleri ile 2017 Yılı Bütçesine Ait Bazı Ekonomik Büyüklükler
Kaynak: Maliye Bakanlığı ve OVP verileri
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
130
2016 yılı aralık ayına ait merkezi yönetim bütçe
gerçekleşmeleri Maliye Bakanlığının sitesinde yayın-
landı. Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan rakamlar
Tablo 16’da verilmiştir.
Tablo 16’daki her bir rakam şüphesiz önemlidir ve
üzerinde durularak incelenmesi gerekir. Biz bütçe uy-
gulamalarının bir özeti mahiyetinde olan bütçe den-
gesini ele alarak konuya girmek istiyoruz. Daha ön-
ceki yıllarda olduğu gibi, 2016 yılında da bütçe den-
gesi sağlanamamıştır. Merkezi yönetim bütçesi açık
vermiştir. 2016 yılında -29.7 milyar TL olarak öngö-
rülmüş olan bütçe açığı -29.3 milyar TL olmuştur. Di-
leğimiz bütçe açığının olmamasıdır, bütçenin denk ol-
masıdır. Hatta bütçe fazlasının olmasıdır. Ancak tak-
litçi zihniyetler bunu gerçekleştiremiyorlar. Ama
bütçe dengesini açıklarken “Bütçe açığı öngörülenden
daha düşük olmuştur.” diyorlar.
Hükümete bütçeyi hazırlarken denk bütçe esasına
göre bütçe yapmalarını ve bütçeye ek kaynaklar bula-
rak bütçe dengesini sağlama cihetine gitmelerini öne-
riyoruz. Milli Görüş’ün Lideri Prof. Dr. Necmettin Er-
bakan 54. Hükümet döneminde bunu uyguladı ve ba-
şarılı oldu. Bütçe uygulamalarında önemli olan öz kay-
nakların harekete geçirilerek gelirlerin artırılması, faiz
giderlerinin ve israfın ortadan kaldırılmasıdır.
Borç alarak günlük işlemlerin yapılmasını sağla-
mak veya günü kurtarıcı ekonomi politikaları izlemek
ülkemizin geleceğini sıkıntıya sokar. Hatırlanacağı
gibi, Milli Görüş’ün Lideri rahmetli Prof. Dr. Necmet-
tin Erbakan AK Parti iktidara geldiğinde (2002 yılı so-
nunda) Uğur Dündar’la yaptığı bir TV programında
“AK Parti iktidarının borç alarak ülke ekonomisini
Bütçe Uygulamaları
131
düzeltemeyeceğini, öz kaynakları harekete geçirerek
her yıl 100 milyar dolar ek kaynak bulması gerekti-
ğini; eğer bu kaynağı oluşturamazsa Türkiye’nin
borçlarının hızla artacağını ve bir süre sonra Allah
korusun borçların ödenemez duruma gelebileceğini”
ifade ediyordu ki, sanıyoruz şimdi Prof. Dr. Necmettin
Erbakan Hocamızın dedikleri gerçekleşiyor ve Türkiye
bu duruma doğru sürükleniyor.
Bütçe açığını ortadan kaldırmanın yolu, en sade
mantıkla, gelirleri artırmak, giderleri azaltmaktır. AK
Partili değerli bakanlar her sene yaptıkları basın top-
lantısında konuşurken bütçe performansını başarılı
göstermeye çalışırlar, hatta faiz harcamaları olmasa
bütçe açığının olmayacağını ifade ederler. Evet doğru-
dur. Faiz harcamaları olmasa bütçe fazlası bile olacak-
tır. 14 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti hükümetinin Ma-
liye Bakanları faiz harcamalarını azaltmak ve ortadan
kaldırmak için nasıl bir önlem aldıklarından hiç bah-
setmezler. Faiz ödemeleri için 2016 yılında bütçeden
50.3 milyar TL harcanmıştır (Tablo 16). Faiz ödeme-
lerinin fazlalığından iktidar partisi yöneticileri de ra-
hatsız olmakta ve şöyle bir savunma yoluna gitmekte-
dirler, “Eğer biz iktidara gelmeseydik Türkiye faize
şimdi ödenenden daha fazla ödeme yapacaktı veya
biz iktidara gelmeden önce faizin GSYH’ya oranı daha
yüksekti, biz geldik ve faizin GSYH oranını düşür-
dük”. Kanaatimizce bu ifade mevcut iktidarın sa-
vunma refleksinden başka bir şey değildir. Zira “su-i
misal, misal olmaz” veya “kötü örnek, emsal teşkil et-
mez” diye güzel bir söz vardır Türkçemizde. Önemli
olan kendinden önceki yönetimlerin başarısızlıklarını
ileri sürerek kendini başarılı göstermek değil, başarılı
icraatlar yaparak başarılı olmaktır.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
132
Tablo 16: Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Bütçe Uygulamaları
133
Bir hususun daha bilinmesinde yarar vardır. Özel-
leştirmelerin yapılmasının da temel amacı bütçeye ge-
lir temin etmektir, 2B yasasının çıkarılmasının da, çı-
karılan torba yasa ile kamu alacaklarının yapılandırıl-
masının da, bedelli askerlik yasasının çıkarılmasının
da asıl amacı bütçeye gelir temin etmektir. Kanunlar
çıkarılırken ileri sürülen gerekçeler çok farklı olabilir.
Ama asıl amacın bütçe açıklarını azaltmak olduğunun
kamuoyu tarafından bilinmesinde yarar vardır. Cari
açık konusu açıklanırken ÖTV zamları konusunda Sa-
yın Maliye Bakanı’nın ve Sayın Başbakan’ın ifadelerine
yer verilmişti. Fazla zamanınızı almamak için o ifade-
leri burada tekrar etmek istemiyoruz. Ama vergi zam-
larının amacının da bütçe açığının ve cari açığın azal-
tılması olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var-
dır, diyoruz.
Bütçe harcamaları içinde sermaye giderlerinin (ya-
tırım harcamalarının) arttırılmasını istiyoruz. 2016
yılı bütçesinde hedeflenen yatırım harcamaları
miktarı 51.8 milyar TL’dir. 2016 yılında yapılan
yatırım harcamaları toplamı 59.4 milyar TL olmuş-
tur. Sanıyoruz iktidar da yatırıma ayrılan paranın ye-
tersiz olduğunu anladı ve az da olsa hedeflenenden
daha fazla harcama yaptı.
Daha önceki hükümetlere yaptığımız tavsiyeyi bu
hükümete de yapıyoruz ve diyoruz ki, bütçeyi yapar-
ken yatırımlara fazla para ayırınız. Zira Türkiye gibi
genç nüfusu fazla olan ülkelerde yatırımların artırıl-
ması gerekir. Eğer Türkiye var olan işsizlik sorununu
çözmek istiyorsa, yatırımları azaltma değil, artırma ci-
hetine gitmelidir. Unutulmamalıdır ki, bugün yapılan
yatırım yarınki işsiz insanımıza iş demektir.
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
134
Bu konuya son verirken AK Parti iktidarından
bütçe açığını azaltmak veya hedeflenen düzeye indir-
mek için;
- Bütçe harcamalarını kısarken kısa vadede
faiz harcamalarını kısma, azaltma cihetine gitme-
lerini, uzun vadede (ki kendileri 14 yıldır iktidar-
dalar ve bu süre çok uzun vade sayılır) ise faiz har-
camalarını ortadan kaldırmalarını, yatırım harca-
malarında kesinlikle hiçbir kısıntıya gitmemele-
rini,
- Bütçe gelirlerini arttırayım derken vatandaşın
belini bükecek yeni vergiler koymamalarını ve vergi
oranlarını artırmamalarını tavsiye ediyoruz.
Ana muhalefet partisi CHP’ye ve parlamentoda
grubu bulunan diğer muhalefet partilerine de tav-
siyemiz, iktidar partisi ile gereksiz meseleler üze-
rinde polemiğe girip zaman kaybetmemeleri, va-
tandaşın ve ülkenin ciddi sorunları ile ilgilenmele-
ridir.
2016 yılına ait temel ekonomik büyüklükleri ve
bütçe gerçekleşmelerini rakamlarla açıklamaya çalış-
tık. Buraya kadar yapılan açıklamaların ortaya koy-
duğu gerçek şudur: 14 yıldan beri Türkiye’yi yöneten
AK Parti hükümetinden 2016 yılında 2015 yılın-
daki başarısından daha fazla bir başarı beklene-
mezdi. Nitekim öyle de oldu. 2017 yılına dair bek-
lentimiz sorulursa da deriz ki, 2016’da olduğu gibi,
bu iktidarın ekonomi yönetiminden 2017 yılına
dair de fazla umutlu değiliz.
Bütçe Uygulamaları
135
Bu iktidarın ekonomi yönetiminde çok yetersiz ol-
duğunu, ülke ekonomisini bilgiyle değil, el yordamıyla
“dene-yanıl” yöntemiyle yürüttüklerini daha önceki
raporlarımızda ifade etmiştik. Şimdi bu görüşümüzü
bir kez daha yineliyoruz. Bu iktidar ülke ekonomi-
sini iyi yönetemiyor!
Saadet Partisi olarak 2016 yılına ait temel ekono-
mik büyüklüklerin ve bütçe uygulamalarının kısa bir
değerlendirmesini yaptık. Görüldüğü gibi, 2016 yılı
bütçe performansı pek başarılı değildir. 2016 yılı kay-
bedildi, İnşallah 2017 yılı ve daha sonraki yıllarda eko-
nomi düzeltilir ve vatandaşımız daha fazla sıkıntıya so-
kulmaz diyoruz.
2017 Yılı Bütçesi
2017 yılı bütçesi yurt içinde Temmuz 2015’de baş-
layan ve dozunu gittikçe arttıran PKK terör olaylarının
ve 2016 yılı temmuz ayında paralel devlet yapılanması
(PDY)’na mensup bir grup çılgının giriştiği başarısız
darbe teşebbüsü ile yurt dışında; Suriye’de ve Irak’ta
yaşanan çatışmaların veya iç savaşın sürdüğü günlerde
hazırlandı. Türk ekonomisi sıkıntılı idi. Yaşanan bu
olaylar sıkıntıyı daha da arttırdı. Türk ekonomisi sı-
kıntıda olduğu gibi, dünya ekonomisi de sıkıntılıydı.
Bütçeyi sunarken Sayın Maliye Bakanı ne kadar sakin
görünmeye çalışsa da ekonomide yaşanan sıkıntıları
gizleyemedi.
2017 yılı bütçesine ait temel ekonomik büyüklük-
lerin değerlerini incelerken öncelikle şu hususu belirt-
mek istiyoruz. Bütçe yapılırken esas alınan temel eko-
nomik büyüklüklerin bir yıl önce hazırlanan OVP’deki
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
136
rakamları revize edilmiştir. Aynı durum 2016 yılı büt-
çesi hazırlanırken de yapılmıştı. 2016 yılında yurt
içinde ve yurt dışında yaşanan olayların etkisiyle nasıl
2016 yılı rakamları revize edildi ise 2017 yılında da
ekonomik dengeler bozulunca hükümet yine aynı şeyi
söyleyecek ve “Temel ekonomik büyüklükler revize
edilmiştir.” deyip işin içinden çıkacaktır. Bu böyle
gitmez! Milletimizin sandıkta bu hatalı gidişe dur
demesi gerekir.
Sayın Maliye Bakanı tarafından açıklanan 2017 yılı
merkezi yönetim bütçe büyüklükleri konuşma meti-
ninde verilmiştir.
Bu konuşma metninden alınan önemli bazı bü-
yüklüklerin değerleri ile konuşma metninden alınan
gelir vergisine ait değer şöyledir:
Bütçe Giderleri 645.1 Milyar TL
Faiz Harcamaları 57.5 Milyar TL
Sermaye Giderleri (Yatırım) 66.2 Milyar TL
Bütçe Gelirleri 598.3 Milyar TL
Vergi Gelirleri 511.1 Milyar TL
Bütçe Dengesi (Açığı) - 46.9 Milyar TL
Faiz Dışı Denge 10.6 Milyar TL
Gelir Vergisi 108.9 Milyar
TL
Milyar TL
Görüldüğü gibi, bütçe yine “Denk Bütçe” esasına
göre hazırlanmamıştır. 2017 yılında merkezi yönetim
bütçe giderleri 645.1 milyar TL, bütçe gelirleri ise
598.3 milyar TL’dir. Yani bütçe gelirleri bütçe giderle-
rini karşılamıyor. Bütçe açığı 46.9 milyar TL’dir. Bu
Bütçe Uygulamaları
137
açığı kapatmak için borç alınacaktır. Borç alınınca faiz
ödenecektir. Faiz ödemeleri için 2017 yılı bütçesinde
57.5 milyar TL ayrılmıştır. Bu haliyle bütçe bir borç
ve faiz ödeme bütçesidir. Borçlara, kamu borçlarına
bütçede yer verilmiyor. Ama faize yer veriliyor. Büt-
çede 57.5 milyar TL faiz ödemesi olduğuna göre, de-
mek ki kamunun borcu çok. Bu borcu iktidar partisi
milletimize açıklamıyor. Muhalefet partileri de iktida-
rın suni gündemleri ile oyalandıkları için milletimize
söylemiyorlar. O zaman iş yine Milli Görüş’e, bize dü-
şüyor. Evet, devletin resmi kurumlarının açıklamala-
rına göre, 2016 yılı sonunda kamu borç stoku 819.5
milyar TL’dir. Bu yüksek borç yükünden dolayı 2017
bütçesine 57.5 milyar TL faiz ödemesi konulmuştur.
Bütçede “Faiz Dışı Denge” diye bir kalem bulun-
maktadır ve bu kalemde de 10.6 milyar TL yazılıdır.
Bunun anlamı 2017 yılında faiz ödemeleri olmasa idi
bütçenin 10.6 milyar TL fazlası olacaktı. Biz bütçede
faiz harcamalarının hiç olmamasını, dolayısı ile faize
giden paraların milletimize kalmasını canı gönülden
isterdik. Ama faiz harcamaları var ve miktarı da 57.5
milyar TL’dir. Dolayısı ile faiz dışı fazla diye bir kalemi
bütçeye yazmanın bizce hiçbir anlamı yoktur.
2017 yılında yatırıma ayrılan para 66.2 milyar
TL’dir. İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde bütçeden
yatırıma ayrılan paranın çok daha yüksek olması gere-
kirdi. Yatırıma ayrılan paranın az olması demek önü-
müzdeki yıllarda istihdamın az olması demektir. Bu
yüzden 2017 yılı bütçesinde yatırıma ayrılacak para-
nın, mevcut miktarın hiç değilse 2 katı veya 120-130
milyar TL’nin üzerinde olması gerekirdi. Yatırım için
ayrılan 66.2 milyar TL ile yapılacak yatırımların neler
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
138
olduğunu da çok merak ediyoruz. Zira daha önceki yıl-
larda da AK Parti iktidarı yatırım yaptığını açıklıyordu.
Ama bu yatırımlar maalesef üretime yönelik değildir.
Devletin fabrika yapımına yönelik bir icraatı maalesef
yok. Yatırımlar üretime yönelik olmadığı için işsizlik
çift haneli rakamlarda seyrediyor. İşsizliği düşürmenin
yolu fabrika yapmaktan, hatta fabrika yapan fabrikaları
yapmaktan geçer. AK Parti iktidarının böyle bir düşün-
cesi yok.
Sayın Maliye Bakanı’nın bütçe sunuş konuşması
metninde 2017 yılı vergi gelirleri açıklanırken vergile-
rin çeşitleri yazılmış ve 511.1 milyarlık vergi gelirleri-
nin 108.9 milyar TL’sinin, bir diğer ifadeyle vergi ge-
lirlerinin %21.3’ünün gelir vergisinden oluştuğu kay-
dedilmiştir. Bunun anlamı, ülkemizde zengin kesim-
den alınan gelir vergisinin az, bütün tüketicilerden
yani en zengin insanımızdan da en fakir insanımızdan
da aynı oranda alınan dolaylı vergilerin ise fazla olma-
sıdır. Oysaki Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarının
örnek aldığı gelişmiş ülkelerde dolaylı vergilerin top-
lam vergi geliri içindeki payı düşük, dolaysız vergilerin
payı ise yüksektir. Toplam vergi gelirleri içindeki
dolaylı vergilerin payının düşürülmesi, gelir vergisi
payının ise arttırılması gerekir. Zamlardan ve ha-
yat pahalılığından ezilen insanlarımızın vergi yükü
altında da ezilmemesi gerekir.
Sayın Maliye Bakanı’nın gerek TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonunda sunduğu 2017 Yılı Bütçe Ka-
nunu Tasarısı metninde ve gerekse TBMM Genel Ku-
rulunda sunduğu 2017yılı Bütçe Kanunu Tasarısı met-
ninde eski yıllarda hazırlanan Bütçe Kanunu Tasarısı
metninde verilen örnekler kadar olmasa da memura,
Bütçe Uygulamaları
139
emekliye, muhtar aylıklarına, hatta 65 yaş aylığına AK
Parti’nin iktidara geldiği 2002’den 2016 yılına ka-
dar olan 14 yılı aşkın sürede yapılan toplam artış-
lar verilmiştir. Bu artışların aile yardımı ödeneği
dâhil en düşük memur maaşında %531, en düşük
SSK emekli aylığında %421, en düşük memur
emekli aylığında %351 vb. düzeylerde olduğu kay-
dedilmektedir.
Bu artışları duyanlar sanırlar ki Türkiye’de her şey
güllük gülistanlık. 14 yılda %833 artış yaptıklarını söy-
ledikleri 65 yaş aylığı son artışla 228 TL olmuştur. İk-
tidar, 228 TL’si bir insana bir ay boyunca yeterli di-
yorsa biz bir şey demiyoruz. Evet, 14 yıllık AK Parti
iktidarında memura, asgari ücretliye, emekliye, BAĞ-
KUR emeklisine yapılan artışlar bu kadardır. Oysaki
54. Erbakan Hükümeti’nde 1 yılda en düşük memur
maaşlarında %120, işçi aylıklarında %101, emekli ma-
aşlarında %100, BAĞ-KUR emekli maaşlarında %350
artış yapılmıştı. Bu durum dikkate alınırsa 14 yıllık AK
Parti iktidarında yapılan artışların fazla olmadığı ken-
diliğinden ortaya çıkar.
Saadet Partisi olarak 2016 yılı bütçesi ile 2017 yılı
bütçesi hakkındaki değerlendirmelerimizi de yaptık.
Bundan sonra da bütçe uygulamaları hakkında ve hü-
kümetin ekonomi yönetimi hakkındaki görüşlerimizi
açıklamaya devam edeceğiz. Parlamentoda grubu bu-
lunan partilerin hükümet icraatlarını tenkitte sessiz-
liğe büründüğü bu dönemde görev Saadet Partisi’ne
düşmektedir. Ülkemizin ve Milletimizin büyük ekono-
mik sıkıntılara düştüğü şu günlerde bizlerin halkımıza
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
140
gidip bu gerçekleri anlatarak onların güvenini kazan-
mamız ve sandığa gittiklerinde Saadet Partisi’ne oy
vermelerini temin etmemiz lazımdır.
Önümüzdeki genel milletvekili seçimlerine 3 yıl-
dan az bir zaman var. Ama unutmayalım. “Belirlenmiş
olan istikbal çok yakındır.” Bu yıllar ve aylar çok ça-
buk geçer. Saadet Partisi olarak bizler şimdiden seçim
çalışmalarımızı büyük bir gayretle sürdürelim. Sürdü-
relim ki önce Yaşanabilir Bir Türkiye’nin, sonra Ye-
niden Büyük Türkiye’nin ve daha sonra da Yeni Bir
Dünya’nın Kuruluşunu gerçekleştirelim de hem mille-
timizin, hem İslam âleminin ve hem de tüm insanlığın
refah, huzur ve barışını sağlayalım. Bu temennilerle
sizleri ve yüce milletimizi saygı ile selamlıyor, yapaca-
ğımız hayırlı çalışmalarda Yüce Rabbim yar ve yardım-
cımız olsun diyorum.