T.C. - · PDF fileiii TEġEKKÜR ... antidepresanlarla farmakoterapi ya da tek baĢına...
Transcript of T.C. - · PDF fileiii TEġEKKÜR ... antidepresanlarla farmakoterapi ya da tek baĢına...
1
T.C.
ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
ECZACILIK FAKÜLTESĠ
PANĠK ATAK HASTALIĞI (PANĠK BOZUKLUK) VE
FARMAKOLOJĠK TEDAVĠSĠ
Hazırlayan
Emel YAVUZ ÖZTÜRK
DanıĢman
Doç. Dr. Nalan ĠMAMOĞLU ġĠRVANLI
Bitirme Ödevi
Haziran 2014
KAYSERĠ
2
T.C.
ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
ECZACILIK FAKÜLTESĠ
PANĠK ATAK HASTALIĞI (PANĠK BOZUKLUK) VE
FARMAKOLOJĠK TEDAVĠSĠ
Hazırlayan
Emel YAVUZ ÖZTÜRK
DanıĢman
Doç. Dr. Nalan ĠMAMOĞLU ġĠRVANLI
Bitirme Ödevi
Haziran 2014
KAYSERĠ
i
BĠLĠMSEL ETĠĞE UYGUNLUK
Bu çalıĢmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir Ģekilde elde edildiğini
beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranıĢların gerektirdiği gibi, bu çalıĢmanın
özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve referans gösterdiğimi
belirtirim.
Emel YAVUZ ÖZTÜRK
ii
Panik Atak Hastalığı (Panik Bozukluk) Ve Farmakolojik Tedavisi’’ adlı Bitirme Ödevi
Erciyes Üniversitesi Lisansüstü Tez Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi’ne uygun olarak
hazırlanmıĢ ve Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalında Bitirme Ödevi olarak kabul
edilmiĢtir.
Tezi Hazırlayan DanıĢman
Emel YAVUZ ÖZTÜRK Doç. Dr. Nalan ĠMAMOĞLU
Eczacılık Temel Bilimleri ABD BaĢkanı
Doç. Dr. Nalan ĠMAMOĞLU
ONAY:
Bu bitirme ödevinin kabulü Eczacılık Fakültesi Dekanlığı’nın ……..…………… tarih ve
………………… sayılı kararı ile onaylanmıĢtır.
…../…../…….
Prof. Dr. Müberra KOġAR
Dekan
iii
TEġEKKÜR
Eczacılık Temel Bilimleri Anabilim Dalı’nda yaptığım bitirme ödevi çalıĢmalarım sırasında
beni yönlendiren, bilgi ve birikimlerinden sıkça faydalandığım, hocam Doç. Dr. Nalan
ĠMAMOĞLU’na ve ArĢ. Gör. Pınar Atalay Dündar’a,
Ayrıca bugünlere gelmemde en büyük emeğin sahibi olan, hayatım boyunca benden maddi
ve manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili aileme sonsuz teĢekkürler…
Emel YAVUZ ÖZTÜRK,
Haziran 2014, KAYSERĠ
iv
PANĠK ATAK HASTALIĞI (PANĠK BOZUKLUK) VE FARMAKOLOJĠK
TEDAVĠSĠ
Emel YAVUZ ÖZTÜRK
Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi
Bitirme Ödevi, Haziran 2014
DanıĢmanı: Doç. Dr. Nalan ĠMAMOĞLU
ÖZET
Panik bozukluk (PB), yaygın, kalıcı ve zihni devre dıĢı bırakan bir hastalıktır. Panik atak
(PA), bedensel ve biliĢsel belirtilerle ani ve kısa süreli oluĢan anksiyete krizleri olarak
tanımlanır.
PB, yaygın olarak antidepresanlar ve psikolojik tedaviler ile tedavi edilir. Bu bozukluklar
için Ģu anda kullanılan birincil farmakolojik tedaviler GABAerjik reseptör sistemi üzerine
etkili benzodiazepinler ve monoamin sistemlerini modüle eden antidepresanlardır. Etkili
farmakolojik tedaviler trisiklik antidepresanlar, manoamin oksidaz inhibitörleri, selektif
serotonin reuptake inhibitörleri ve çeĢitli benzodiazepinlerdir.
BiliĢsel davranıĢçı terapi (BDT) ve farmakoterapi ile elde edilen tedavi sonuçları
karĢılaĢtırıldığında, biliĢsel davranıĢçı terapinin en az farmakoterapi gibi etkili olduğu
kanıtlanır. BDT ile farmakoterapinin kombine edildiği tedavinin etkinliği, tek baĢına
antidepresanlarla farmakoterapi ya da tek baĢına BDT’nin etkinliğinden üstün olduğu
bulunmuĢtur, ancak yalnız akut faz tedavisinde böyledir.
Bu tedavi yöntemleri dıĢında alternatif ve tamamlayıcı tedavi amaçlı kullanılan bazı bitkiler
ve bitkisel ürünler de mevcuttur. Bu bitkilerden bazılarının etkinliği kanıtlanmıĢ ve
standardizasyonu yapılmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Panik bozukluk, Panik atak, Panik bozukluk farmakolojik tedavisi
v
PANIC ATTACK (PANIC DISOLDER) AND PHARMACOLOGICAL
TREATMENT
Emel YAVUZ ÖZTÜRK
Erciyes Univercity Pharmacy Faculty
Final Project, June 2014
Advisor: Doç. Dr. Nalan ĠMAMOĞLU ġĠRVANLI
ABSTRACT
Panic disorder (PD) is a common, persistent and disabling mental disorder. Panic attacks
(PA) are defined as sudden and shortlived anxiety spells with various somatic and cognitive
symptoms.
PD is commonly treated with antidepressants and psychological treatments. The primary
pharmacological treatments currently utilized for these disorders include benzodiazepines,
which act on the GABAergic receptor system, and antidepressants, which modulate the
monamine systems. Effective pharmacological treatments include tricyclic antidepressants,
monoamine oxidase inhibitors, selective serotonin reuptake inhibitors, and various
benzodiazepines.
Treatment results obtained with cognitive behavior therapy (CBT) compare well with
pharmacotherapy, with evidence that CBT is at least as effective as pharmacotherapy.
Combining pharmacotherapy with CBT has been found to be superior to antidepressant
pharmacotherapy or CBT alone, but only in the acute-phaze treatment.
Except that alternative and complementary methods of treatment of certain plants or plant
products when used for therapeutic purposes are available. Proven effectiveness of some of
these plants were made and standardization.
Key Words: Panic disolder, Panic attacts, Panic disolder pharmacological theatment
vi
ĠÇĠNDEKĠLER
PANĠK ATAK HASTALIĞI (PANĠK BOZUKLUK) VE FARMAKOLOJĠK
TEDAVĠSĠ
BĠLĠMSEL ETĠĞE UYGUNLUK ....................................................................................... i
KABUL ONAY ..................................................................................................................... ii
TEġEKKÜR ........................................................................................................................ iii
ÖZET .................................................................................................................................... iv
ABSTRACT .......................................................................................................................... v
ĠÇĠNDEKĠLER ................................................................................................................... vi
KISALTMALAR .............................................................................................................. viii
ġEKĠLLER LĠSTESĠ..........................................................................................................ix
1. GĠRĠġ VE AMAÇ ............................................................................................................ 1
2. GENEL BĠLGĠLER ......................................................................................................... 2
2.1. PANĠK ATAK HASTALIĞI’NIN TANIMI VE TARĠHÇESĠ .................................. 2
2.2. PANĠK ATAK HASTALIĞININ SEMPTOMLARI VE TANISI ............................. 3
2.3. PANĠK ATAK HASTALIĞI’NIN ELEKTROFĠZYOLOJĠSĠ ................................... 6
2.4. PANĠK ATAK HASTALIĞI’NIN EPĠDEMĠYOLOJĠSĠ ........................................... 6
2.5. PANĠK ATAK HASTALIĞI’NIN DĠĞER HASTALIKLARLA ĠLĠġKĠSĠ .............. 7
2.5.1. Agorafobi– Panik Atak ĠliĢkisi ............................................................................. 7
2.5.2. Diğer Psikolojik Hastalıklar ile Panik Atak ĠliĢkisi .............................................. 8
2.6. PANĠK ATAK HASTALIĞI’NIN TEDAVĠSĠ........................................................... 9
2.6.1. Panik Atak Hastalığı’nın Farmakolojik Tedavisi ................................................. 9
2.6.1.1. Trisiklik Antidepresanlar (TCA) .................................................................... 9
2.6.1.1.1. Ġmipramin ................................................................................................ 9
vii
2.6.1.1.2.Diğer Trisiklik Antidepresanlar .............................................................. 11
2.6.1.1.3. TCA’nın Doz AĢımı, Toksisitesi, Yan Etkileri, Kontrendikasyonları .. 11
2.6.1.2. Monoamin Oksidaz Ġnhibitörleri (MAOI) ................................................... 12
2.6.1.2.1. Fenelzin ................................................................................................. 13
2.6.1.2.2. Diğer MAOI Ġlaçlar ............................................................................... 14
2.6.1.3. Selektif Serotonin Reuptake Ġnhibitörleri (SSRI) ........................................ 14
2.6.1.3.1.Paroksetin ............................................................................................... 15
2.6.1.3.2. Diğer SSRI ilaçlar ................................................................................. 17
2.6.1.4. Benzodiazepinler (BZD) .............................................................................. 18
2.6.1.4.1. Benzodiazepinlerin Yan Etki ve Komplikasyonları .............................. 20
2.6.1.5. Psikiyatride Farmakolojik Tedavi Ġlkeleri ................................................... 22
2.6.1.6. Psikiyatride Akılcı Ġlaç Kullanımı ............................................................... 23
2.6.1.7. Psikiyatrik Ġlaçlara Bağlı Kesilme Sendromu .............................................. 24
2.6.1.8. Psikiyatrik Ġlaçlarda Ġlaç EtkileĢimleri ......................................................... 26
2.6.1.8.1.Farmakokinetik Ġlaç EtkileĢimleri .......................................................... 26
2.6.1.8.2. Farmakodinamik Ġlaç EtkileĢimleri ....................................................... 27
2.6.1.9. Psikiyatrik Ġlaçların Reçete Edilme Durumları ............................................ 28
2.6.2. Psikolojik Tedavi (BiliĢsel- DavranıĢçı Terapiler) ............................................. 29
2.6.3. Alternatif ve Tamamlayıcı Tedavi Yöntemleri ................................................... 32
3. SONUÇ ............................................................................................................................ 34
KAYNAKLAR ................................................................................................................... 38
ÖZGEÇMĠġ ........................................................................................................................ 38
viii
KISALTMALAR
BDT : BiliĢsel DavranıĢçı Terapi
BZD : Benzodiazepinler
DSM-IV : Mental Bozuklukların Tanısal Ve Sayımsal El Kitabı 4. Baskı
EEG : Elektroensefalografi
GABA : Gama Amino Bütirik Asit
MAO : Monoamin Oksidaz
MAOĠ : Monoamin Oksidaz Ġnhibitörleri
OKB : Obsesif Kompulsif Bozukluk
PA : Panik Atak
PB : Panik Bozukluk
SSRI : Selektif Serotonin Reuptake Ġnhibitörleri
TCA : Trisiklik Antidepresanlar
ix
ġEKĠL LĠSTESĠ
ġekil 2.1: Benzodiazepinlerin genel yapısı ..................................................................... 19
1
1. GĠRĠġ VE AMAÇ
Panik atak (PA), endiĢe ve korku (ölüm korkusu gibi) gibi sıkıntı duygularını içeren ve
nöbetler Ģeklinde ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Psikolojik sorunlarla ya da bazı
hastalıklarla birlikte görülebilir. Hasta ani bir nöbette tamamen korku içindedir. Öleceğini,
kalbinde bir sorun olduğunu ya da kalp krizi geçireceğini düĢünür. Çoğunlukla nedensiz bir
Ģekilde ortaya çıkar. PA’nın beyindeki kimyasal sinirsel aracıların düzensizliği ya da
beynin yan kısmının fonksiyonunu yitirmesi sonucu ortaya çıktığı düĢünülmektedir. Tek
baĢına ya da çeĢitli hastalıklarla birlikte ortaya çıkabilir.
PA tipik olarak; yoğun bir korku, endiĢe ve kötü Ģeyler olacak korkusu ile ani olarak baĢlar
ve kısa sürede en yüksek düzeyine ulaĢır. PA sırasında soluk alma güçlüğü, boğulma hissi,
baĢ dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı, kalp atım sayısında artma, titreme, bulantı, uyuĢma,
karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme, göğüs ağrısı gibi bedensel belirtiler ortaya
çıkar. Bedensel belirtilerin yanı sıra ölüm korkusu, delirme ya da kontrolünü kaybetme
korkusu gibi biliĢsel belirtiler de görülebilir. Ayrıca kiĢi kendini ya da çevresini gerçek dıĢı
olarak algılayabilir. PA geçiren kiĢiler, bir felaket ile karĢı karĢıya olduğu duygusu
içindedirler. Kalp atıĢ sayısında artma, çarpıntı, göğüs ağrısı gibi belirtiler nedeniyle
sıklıkla kalp krizi geçirdiklerini, öleceklerini düĢünürler. PA’nın genellikle on-on beĢ
dakika içerisinde yatıĢtığı, bununla birlikte bu sürenin uzayabileceği de belirtilmektedir.
Hastalık sürecinde atakların sayısı ve sıklığını da değiĢebileceği ifade edilmektedir.
Bu bitirme ödevinde, PA nöbetleri ve panik bozukluk hastalığı ve bu hastalığın
farmakolojik tedavisi ile ilgili güncel literatür bilgisi araĢtırılarak, bu alanda yapılmıĢ olan
güncel çalıĢmalar hakkında bilgi sahibi olunması amaçlanmıĢtır.
2
2. GENEL BĠLGĠLER
2.1. PANĠK ATAK HASTALIĞININ TANIMI VE TARĠHÇESĠ
“Panik” terimini tanımlarken üzerinde durulması gereken en önemli nokta, panik, korku ve
kaygı arasındaki farklılıkları tanımlayabilmektir. Bu terimler, genellikle birbirine
karıĢtırılmaktadır. Bunlar arasında çok fazla ortak nokta olduğu için, bu terimlerin hangi
yönlerden birbirine benzer veya birbirinden farklı olduğunu belirlemek önemlidir. Kaygı
hafızada tutulan, yaygın bir olumsuz etkilenim olarak tanımlanmaktadır. Kaygı, negatif
duyguların yoğun hissedildiği ve gelecekteki olayların kontrol edilemez ve tahmin edilemez
olarak algılandığı geleceğe yönelik bir duygusal durum olarak nitelendirilmektedir. Korku
ise bilinen potansiyel bir tehlikeden kaçmak için verilen bir alarm tepkisi olarak
görülmektedir ve bu durumda organizma harekete geçmek için fiziksel ve biliĢsel olarak
seferber hale gelir. Gerçek bir korku unsuru olmadığı halde yoğun bir korku yaĢandığında
verilen korku tepkisine “yanlıĢ alarm” veya “panik atak (PA)” denmektedir (1). Psikolojik
faktörlerin, özellikle de biliĢsel faktörlerin, PA’ların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı
konusunda birçok araĢtırma bulunmaktadır. Panik hastalarının tehlikeye iliĢkin aĢırı
derecede aktif biliĢsel kalıplara sahip oldukları ve bu kalıpların, içsel ve dıĢsal deneyimleri
bir tehlike iĢareti olarak algılanmasına neden olduğu düĢünülmektedir (2).
Anksiyete bozuklukları ilk olarak M.Ö. 4.yy’da Hipokrat’ın yazılarında tanımlanmıĢtır. On
dokuzuncu yy’ın ilk yıllarında çarpıntı, göğüs ağrısı belirtileri yüzünden kardiyolojik bir
hastalık olduğu düĢünülmüĢ, modern tanı yöntemlerinin olmaması nedeniyle ayırıcı tanı
yapmakta zorlanılmıĢtır. Da Costa (1871), irritabl kalp hastalığı adını verdiği, savaĢan
askerlerde, çarpıntı, taĢikardi, baĢ dönmesi, nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi panik bozukluk
(PB) belirtilerinin çoğunun tanı ölçütü olduğu PA hastalığını tanımlamıĢtır. Sigmund Freud
(1894), akut ve kronik, psiĢik ve somatik belirtilerle iliĢkili olan “Anksiyete Nevrozu“
3
kavramını ortaya atmıĢtır (3).
PB’yi, anksiyete nevrozundan ayırarak ilk kez farklı bir tanı olarak tanımlayan kiĢi Klein
(1964) olmuĢtur. Klein, daha sonra “farmakolojik diseksiyon“ adını verdiği bir yaklaĢımla,
imipramine yanıt veren panik ataklarını, yanıt vermede baĢarısız kalan yaygın anksiyeteden
ayırmıĢ ve bu ayrımdan sonra PB’yi farklı bir anksiyete bozukluğu kategorisi olarak
tanımlamıĢtır (4).
2.2. PANĠK ATAK HASTALIĞININ SEMPTOMLARI VE TANISI
PA tanı ölçütleri, DSM-IV’e göre belirlenmektedir. Buna göre PA hastalığı, aĢağıdaki
belirtilerden dördünün ya da daha fazlasının birlikte ve aniden baĢladığı, 10 dakika içinde
en yüksek düzeyine ulaĢtığı ve ayrı bir yoğun korku ya da rahatsızlık duyma döneminin
gerçekleĢmesi Ģeklinde tanımlanmaktadır. Bu belirtiler (5);
1. Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması,
2. Terleme,
3. Titreme ya da sarsılma,
4. Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma hissi,
5. Soluğun kesilmesi,
6. Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi,
7. Bulantı ya da karın ağrısı,
8. BaĢ dönmesi, sersemlik hissi, düĢecekmiĢ ya da bayılacakmıĢ gibi olma,
9. Derealizasyon (gerçekdıĢı duygular) ya da depersonalizasyon (benliğinden sıyrılmıĢ
olma),
10. Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı kokusu,
4
11. Ölüm korkusu,
12. Parezteziler (uyuĢma ya da karıncalanma hissi),
13. ÜĢüme, ürperme ya da ateĢ basmaları Ģeklinde sıralanabilir.
DSM-IV’e göre PA tanısı için, atak sırasında toplam 13 bedensel ya da biliĢsel belirtiden en
az dördünün korku duygusuna eĢlik etmesi gerekmektedir. Eğer PA sırasında dörtten daha
az sayıda belirti ortaya çıkarsa bu durum “sınırlı belirtili panik atak“ olarak
tanımlanmaktadır. Genellikle hafif seyirli panik bozuklukta bu tür ataklarla karĢılaĢıldığı
belirtilmektedir.
PA’ın gece uykuda da gerçekleĢebileceği bildirilmektedir (nokturnal panik atak). Bazı
hastaların uykudan büyük bir korkuyla uyanabildikleri ve tekrar uykuya dalmaktan
korktukları için uyuma güçlüğü çekebildikleri belirtilmektedir (6).
Atağın baĢlangıcı ile durumsal tetikleyiciler arasındaki iliĢkiye göre PA iki biçimde kendini
gösterebilir (7);
1. Beklenmedik PA: PA, baĢlangıcı durumsal bir tetkleyiciyle iliĢkili değildir. Ataklar
nedensiz ve spontan olduğu için hastalar atağın ne zaman ve nerede geleceğini bilemezler.
2. Durumsal PA: PA, durumsal bir tetikleyici ile karĢılaĢıldığında ya da karĢılaĢılacağı
düĢünüldüğünde ortaya çıkmaktadır. BaĢka bir ifade ile, bu atakların ne zaman ve nerede
olacağı önceden kestirilebilir. Durumsal ataklar daha çok sosyal ve basit fobilerde
görülebilmektedir.
Agorafobi; PB’nin bir komplikasyonu olarak ya da PB öyküsü olmadan da ortaya
çıkabilen; PA ya da panik benzeri belirtilerin ortaya çıkması halinde kiĢinin yalnız
kalmaktan ve bu kriz durumunda yardımın gelemeyeceğinden korkarak topluma açık
yerlerde bulunmaktan kaçınması Ģeklinde tanımlanmaktadır. KiĢi bu durumda topluma
açık ve kalabalık yerlerden mümkün olduğunca kaçınmakta ve bu tür ortamlarla
karĢılaĢtığında yoğun bir anksiyete ve kaçma isteği duymaktadır (7).
5
DSM-IV'e göre, agorafobinin (sosyal fobi) mevcut olup olmamasına göre PB’nin iki farklı
tanısı bulunmaktadır.
1. Agorafobi Olmadan PB
2. Agorafobi ile Birlikte PB
Agorafobi olmadan panik bozukluğu için DSM-IV tanı ölçütleri (5):
A. AĢağıdakilerden hem (1), hem de (2)’nin görüldüğü durumlar:
1. Yineleyen beklenmedik panik atakları
2. Ataklardan en az birini, 1 ay süreyle ya da daha uzun bir süre ile aĢağıdakilerden biri ya
da daha fazlası izler:
a) BaĢka atakların da olacağına iliĢkin sürekli kaygı,
b) Atağın yol açabilecekleri ya da sonuçlarıyla ilgili olarak üzüntü duyma (örn. kontrol
kaybetme, kalp krizi geçirme, çıldırma)
c) Ataklarla iliĢkili olarak belirgin bir davranıĢ değiĢikliği gösterme.
B. Agorafobinin olmaması
C. PA’nın bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç)
ya da genel tıbbi durumun (örn. hipertiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı
olmaması.
D. PA’nın sosyal fobi, özgül fobi, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), travma sonrası stres
bozukluğu ya da ayrılma anksiyetesi bozukluğu gibi baĢka bir mental bozuklukla iliĢkili
olmaması (5).
6
2.3. PANĠK ATAK HASTALIĞININ ELEKTROFĠZYOLOJĠSĠ
Pozitron emisyon tomografisi kullanılarak yapılan bir çalıĢmada PA’ya yatkın hastaların bir
limbik lob yapısı olan parahipokampal girus’larında kan akımında asimetri olduğu
gösterilmiĢtir. Bu anormalliklerin parahipokampal bölgeyi innerve eden terminal nöronal
alanların muhtemel aktivitesini yansıttığı ve bunlardan hipokampus ve lokus seruleusun
anksiyetenin nörobiyolojisinde rol oynadığı bildirilmiĢtir. Nöroanatomik hipoteze göre PA,
serotonerjik ve noradrenerjik transmisyonda rol alan beyinsapı yapılarından; beklenti
anksiyetesi ise limbik bölge yapılarının uyarılmasındankaynaklanmaktadır (8).
PB’de elektroansefalografi (EEG), beyinsapı uyarılma potansiyeli ve olaya bağlı geç
uyarılma potansiyeli çalıĢmaları yapılmıĢtır. ġimdiye kadar yapılan elektrofizyolojik
çalıĢmalar da PB’nin oluĢumunda beyinsapı ve limbik bölge yapılarının katkılarının
bulunduğunu desteklemektedir. PB’de topografik yaygın EEG bozukluklarının olduğu, ve
bu bozuklukların tek bir özel bölgeye odaklanmadığı görülmüĢtür. Bu nöroelektriksel
bulguların kortikolimbik yapılardan kaynaklanmadığı ancak daha derin subkortikal
bölgelerden, muhtemelen de beyin sapından kaynaklandığı ileri sürülmüĢtür. Ancak PB’de
EEG çalıĢmaları muhtemel beyin anormalliklerini göstermiĢ olmasına rağmen PB
oluĢumuna tam olarak katılan beyin yapıları tespit edilememiĢtir (8).
PB’nin patofizyolojisinde limbik bölge patolojisi önemli role sahiptir. PB’un nöroanatomik
modelleri, paniğin altında yatan nöropatolojik sürecin doğasının heterojenöz olabileceği ve
bu sürece iki ya da daha fazla bağımsız ya da interaktif odağın katılabileceği ileri
sürülmektedir (8).
2.4. PANĠK ATAK HASTALIĞININ EPĠDEMĠYOLOJĠSĠ
ÇeĢitli ülkelerde yapılan epidemiyolojik çalıĢmalar, PB prevalansının % 1.4 - 3.8 arasında
olduğunu göstermektedir (9-13). PB, birinci basamak sağlık kuruluĢlarına baĢvuran hastalar
arasında daha sık görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan ve ICD-10
(uluslararası hastalık sınıflaması)’a göre tanı konulan bir çalıĢmada, PB’nin birinci
basamak sağlık kurumlarına baĢvuran hastalardaki prevalansı % 3.5 olarak bulunmuĢtur.
7
PB hastaları çoğunlukla farklı uzmanlık alanı kliniklere de baĢvurabilmektedir. Vestibüler
bozukluk nedeniyle baĢvuran hastaların % 15’inin, kardiyoloji polikliniğine baĢvuran
hastaların % 16’sının, hiperventilasyon belirtisi ile baĢvuran hastaların ise % 35’inin PB
hastası olduğu bildirilmiĢtir.
PB ile ilgili yapılan çeĢitli epidemiyolojik çalıĢmalar, genel populasyonda kadınlarda PB
görülme oranının erkeklere göre 2.5 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. BaĢlangıç
yaĢının özellikle kadınlarda, erken baĢlangıçlı (15-34 yaĢ) ve geç baĢlangıçlı (45-54 yaĢ)
olarak bimodal yaĢ dağılımı gösterdiği saptanmıĢtır. Ayrıca cinsiyetler arasındaki oranlar
yaĢla artmaktadır: 15-24 yaş arasında; kadınlarda % 2.5, erkeklerde % 1.3; 35-44 yaş
arasında; kadınlarda % 2.1 erkeklerde % 0.6 sıklığında görülmektedir. Evli olanlarda
görülme sıklığı düĢmektedir. Evlilere göre evli olmayanlarda PB görülme riski iki kat
artmaktadır. PB Ģehirde yaĢayanlarda, kırsal kesimde yaĢayanlara göre 1.5-2 kat daha fazla
görülmektedir. Sıralanan epidemiyolojik veriler değiĢik kültürlerde çok az farklılık
göstermektedir (13).
PB’nin kadınlarda erkeklere göre daha fazla oranda görülmesi, kadınların erkeklere göre
daha hassas olmaları, daha az aktif ve bağımsız olmalarıyla iliĢkilendirilmiĢtir. Otonomik
ve biliĢsel belirtiler, kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülmektedir ( 14).
2.5. PANĠK ATAK HASTALIĞININ DĠĞER HASTALIKLARLA ĠLĠġKĠSĠ
PA hastalığının agorafobi ve diğer psikolojik hastalıklarla iliĢkili olduğu belirtilmektedir.
Bu nedenle PA hastalarının tanı, tedavi ve takibinde diğer hastalıkların da göz önünde
bulundurulması gerektiği belirtilmektedir.
2.5.1. Agorafobi–Panik Atak ĠliĢkisi
PA’nın agorafobinin tanımlanmasında önemli olduğunu ileri süren araĢtırmacılar
agorafobiyi "korkudan korku" kavramı üzerine temellendirmiĢlerdir. Korkudan korku
kavramı ile, agorafobiklerin çeĢitli ortamlarda kendi fizyolojik yanıtlarından korkmaları
olarak ifade edilmiĢ ve böylece agorafobinin yalnızca dıĢ uyaranlardan kaynaklanan fobik
bir korku olarak nitelendirilendirilmesi kavramından vazgeçilmiĢtir (15).
8
DSM-IV'te PB öyküsü olmadan Agorafobi ayrı bir tanı olarak yer almaktadır (5).
2.5.2. Diğer Psikolojik Hastalıklar Ġle Panik Atak ĠliĢkisi
PA hastalarının % 91’inde ve agorafobi eĢlik eden PA hastaların ise % 84’ünde en az bir
tane ek psikiyatri tanısı bulunduğu belirtilmektedir. Depresyon, agorafobi, sosyal fobi,
genelleĢmiĢ anksiyete bozukluğu, OKB, hipokondriazis, alkol ve madde kullanımı gibi
tanıların da PA tanısına eĢlik edebildiği bildirilmektedir (16-17).
PA hastalarının % 35-91'inde major depresyon görülmektedir. Bu grup hastalarda,
depresyonun hastaların üçte birinde PA’dan önce, üçte ikisinde ise PA ile birlikte ya da
PA’dan sonra baĢladığı saptanmıĢtır (18).
PA ile birlikte görülebilen ve eĢlik ettiğinde bu hastalarda depresyon riskini arttıran bir
diğer hastalık da OKB’dir. ÇeĢitli çalıĢmalarda, PA hastalarının yaklaĢık beĢte birine OKB
eĢtanısı konulduğu belirtilmiĢtir (7).
PB hastaları için önemli bir risk etkeni de Alkol kullanımı’ dır. PB hastaları baĢlangıçta
beklenti anksiyetelerini azaltmak için alkol içmeye baĢlamakta, ancak zamanla alkolizm bir
komplikasyon olarak ortaya çıkabilmektedir. Ġki çalıĢmada, PB hastalarında alkolizm
görülme oranı % 17 bulunmuĢtur. PB’ nin alkolikler arasındaki görülme sıklığı, toplum
içindeki görülme sıklığı ile karĢılaĢtırıldığında, daha yüksek olduğu görülmüĢtür. Alkol
kullanımı ve tekrarlayan yoksunluk sendromları, sempatik sinir sisteminin merkezi
kontrolü üzerine etki ederek PA’nın baĢlamasına yol açabilmektedir (18,19).
PB hastalarında önemli bir diğer risk etkeni de intihar düşünceleri ve girişimleri’dir. Bir
çalıĢmada, PA hastalarının % 42'sinin yaĢamlarının bir döneminde intihar giriĢiminde
bulunduğu bildirilmiĢtir. PA hastalarında intihar giriĢimlerinin çoğunlukla; eĢlik eden
psikopatoloji ve madde kullanımı ile iliĢkili olduğu saptanmıĢtır (20).
PB hastalarında, bedensel duyumlarına yönelik bir dikkat artıĢı ve bedensel değiĢikliklere
aĢırı duyarlılık hali gözlenmektedir ve bu durum atakların olduğu dönemde daha sık
gözlenmektedir. Ayrıca, PA hastalarının % 20’sinde, hastaların ciddi bir hastalığı olduğu
inancı yani hipokondriyazis (hastalık hastalığı) görülebilmektedir (21).
9
2.6. PANĠK ATAK HASTALIĞI’NIN TEDAVĠSĠ
PA hastalığının tedavisi, esas olarak “Psikolojik Tedavi” ve “Farmakolojik Tedavi” olmak
üzere iki ana tedavi yöntemiyle yapılmaktadır. Ancak bu tedavi Ģekillerine yardımcı olarak
alternatif tedavi yöntemleri de önerilmektedir.
2.6.1. Panik Atak Hastalığı’nın Farmakolojik Tedavisi
PA hastalığının tedavisinde etkinliği kanıtlanmıĢ baĢlıca ilaç grupları:
Trisiklik Antidepresanlar (TCA),
Monoamin Oksidaz Ġnhibitörleri (MAOI),
Selektif Serotonin Gerialım Ġnhibitörler (SSRI) ve
Benzodiazepinler(BZD)’dir.
2.6.1.1. Trisiklik Antidepresanlar (TCA)
TCA’lar yaklaĢık 70 yılı aĢkın bir süredir kullanımda olan, etkinlikleri kanıtlanmıĢ
ilaçlardır. Ġsimlerini üç halkalı yapılarından almakla birlikte, günümüzde bu grubun içinde
“monosiklik”, “bisiklik” ve “tetrasiklik” yapıda olanların da bulunması nedeniyle “trisiklik”
ifadesinin çok uygun olmadığı bildirilmektedir (22).
TCA’lar ağır depresyon tedavisinde kullanılan bileĢiklerdir. TCA’lar sadece antidepresan
özellikte olmayıp, aynı zamanda anti-OKB veya antipanik amaçlı olarak da
kullanılmaktadırlar (23).
TCA’lar hem serotonin (5-HT), hem de noradrenalinin geri alımını engellerler. Ġlk dozla
baĢlarken etkilerinin görülmesi için iki-üç hafta gerekir (24).
2.6.1.1.1. Ġmipramin
Ġmipramin PB tedavisinde üzerinde en çok durulan TCA’dır. Ġmipraminin PA’ları önlediği
fakat beklenti anksiyetesine ve fobik kaçınma davranıĢına etkisinin çok az olduğu bir dizi
10
çalıĢmada gösterilmiĢtir (25).
Fobik anksiyeteli hastalar üzerinde imipraminin davranıĢsal etkilerinin araĢtırıldığı bir
çalıĢmada, ilk kez bu ilacın antipanik yararlığından bahsedilmiĢtir (4).
Ġmipraminin plasebo ile karĢılaĢtırıldığı ve imipramin, fenelzin ve plasebo karĢılaĢtırmalı
çalıĢmalarda imipraminin antipanik etkinliği desteklenmiĢtir. Bu çalıĢmalarda Ġmipramine
yanıtın, tedavinin birinci ya da ikinci haftasında ortaya çıkabileceği, fakat maksimum
etkinin ancak 6-10. haftalar arasında görülebileceği belirtilmektedir (26).
Yapılan bir çalıĢmada imipraminin tek baĢına kullanıldığında, etkili bir antipanik ve
antifobik etken olduğu gösterilmiĢtir. Aynı çalıĢmada doz-yanıt iliĢkisi araĢtırılmıĢ ve üç
ayrı doz Ģeklinde uygulanarak, yüksek doz alan ( 3 mg kg/gün, ortalama 200 mg/gün)
grupla, orta miktarda doz alan (1.5mg /kg/gün, ortalama 100 mg/ gün) grup arasında, PA
tedavisinde sağlanan iyileĢme açısından önemli bir fark bulunamadığı belirtilmiĢtir. Yüksek
doz imipraminin yan etkileri dikkate alındığında, yüksek doz kullanımının PA tedavisinde
gereksiz bir risk olduğu, 200 mg/gün gibi daha yüksek dozların ise PB’nin agorafobik
boyutunun tedavisi için gerekli olabileceği ileri sürülmüĢtür (27).
Bir baĢka çalıĢmada, tedaviye imipraminin 10-25 mg/gün dozu ile baĢlanmıĢ, her 2-4 gün
içerisinde imipramin dozu 25 mg artırılarak 200 mg/gün dozuna kadar çıkılmıĢtır. Yanıt
alınamadığı durumlarda imipramin ve desipraminin (desmetilimipramin) kandaki seviyeleri
kontrol edilerek, kandaki seviyesi 120 ila 200 ng/ml’ ye ulaĢıncaya kadar doz artırılmıĢtır.
Bu çalıĢmanın sonucunda tedaviye 25 mg/gün imipramin ile baĢlanması 2-4 haftada 150-
200 mg/gün dozuna çıkılması, yanıt alınamadığı hallerde dozun 400 mg/gün seviyesine
kadar yükseltilmesi önerilmektedir (27). Bir baĢka çalıĢmada da yine Ġmipraminle tedaviye
25 mg/gün gibi düĢük dozlarda baĢlanması önerilmektedir. Genellikle 75-150 mg/gün
dozun etkili olduğu belirtilmektedir (28).
Ġmipraminin PB ve multipl fobileri olan hastaların tedavisinde baĢarılı bir Ģekilde uzun
süredir kullanılıyor olmasına rağmen, hala net olarak yanıtlanamamıĢ bazı sorular
mevcuttur. Bunlardan en önemlileri, tedavide kaydedilen olumlu sonuçların, ikincil fobileri
olmayan ve tekrarlayıcı PA’ları olan hastalarda da gözlenip gözlenmeyeceği ve
11
imipraminle ortaya çıkan iyileĢmenin hangi mekanizma üzerinden gerçekleĢtiğidir (29).
2.6.1.1.2.Diğer Trisiklik Antidepresanlar
Bir trisiklik antedepresan olan klomipraminin, PA ve fobik belirtileri bastırmada oldukça
etkili olduğu gösterilmiĢtir. Bununla birlikte roxepin, amitriptilin, nortriptilin ve
despraminin de PA tedavisinde kullanılabileceği belirtilmektedir. Ġmipraminin dıĢındaki
antidepresan dozlarının depresyonda kullanılan benzer doz sınırları içinde tutulması
önerilmektedir (27).
2.6.1.1.3. TCA’nın Doz AĢımı, Toksisitesi, Yan Etkileri, Kontrendikasyonları
TCA’lar için terapötik kan düzeyleri 50-170 ng/ml arasında değiĢmektedir. YetiĢkinlerde
ölümcül doz oldukça değiĢken olup, bu dozun 10-30 mg/kg arasında olduğu
bildirilmektedir. 1.000 ng/ml ve üzeri serum düzeylerinde ise, belirgin kardiyotoksisite ve
mortalitenin gözlendiği rapor edilmiĢtir (30).
TCA’ların en belirgin yan etkileri, kardiyotoksisite, muskarinik reseptör blokajına bağlı
antikolinerjik etkiler, α1-adrenerjik reseptör ve olası α2-adrenerjik reseptör blokajına bağlı
ortostatik hipotansiyon, histamin reseptör blokajına bağlı sedasyon, sersemlik, kilo alma ve
diğer etkiler olarak sıralanmaktadır (31,32).
TCA’ların en önemli yan etkileri mortaliteye neden olabilen kardiyak toksisitedir. Söz
konusu kardiyotoksik etki; antikolinerjik etkilerin adrenerjik nöronlarda noradrenalin geri
alımını önlemeleri nedeniyle sempatomimetik etkileri, membran stabilize edici etkileri
ve/veya kinidin benzeri etkileri nedeniyle miyokardiyal kontraksiyonu/iletiyi azaltma,
koroner kan akımını baskılama, kardiyak aritmiler ve pulmoner ödeme neden olmalarıyla
açıklanmaktadır. Ayrıca, TCA’ların oksidatif strese neden oldukları ve bu etkinin de
kardiyak toksisiteye katkıda bulunduğu bildirilmiĢtir (32).
TCA’lar hem impuls oluĢumunu hem de iletimini bozar. Karakteristik intraventriküler ileti
anomalisine neden oldukları ilk olarak 1966 yılında Frejavile tarafından gösterilmiĢtir.
Amitriptilin, doksepin, desipramin, imipramin ve klomipraminin QT aralığını uzattığı,
dotiyepinin ise QT aralığını etkilemediği bilinmektedir. Elektrokardiyografi’de QT zamanı
12
uzamasıyla beraber taĢikardi, aritmi ve baĢ dönmesi gözlenmekte ve bunlarla birlikte,
hipotansiyon ve pulmoner ödem de geliĢebilmektedir. Bunun nedeni ise, aĢırı santral sinir
sistemi uyarımına bağlı olarak kalpte noradrenalin miktarının artmasıdır (31).
TCA’lar, iskemik kalp hastalığı olan deprese hastalarda tüm kalp atım parametrelerini
azaltır, bunların arasında parasempatik tonusun bir yansıması olan yüksek frekans değiĢimi
de vardır. Ġskemik kalp hastalığı olan deprese hastalarda nortriptilin ve paroksetinin
etkisinin karĢılaĢtırıldığı bir çalıĢmada, nortriptilinin kalp atım değiĢimini ve yüksek
frekans değiĢimini belirgin bir Ģekilde azalttığı gösterilmiĢtir. Buna karĢın paroksetinin ise
bu parametreleri etkilemediği belirlenmiĢtir. Ayrıca, PA hastalarında nortriptilinin QT
değiĢimlerini belirgin bir Ģekilde artırdığı, paroksetinin ise herhangi bir değiĢime neden
olmadığı gösterilmiĢtir. Bu nedenle bu hasta gruplarında TCA’lar yerine SSRI’nın
kullanılması önerilmektedir (33).
TCA’lar geri dönüĢümlü olarak karaciğer enzimlerinde yükselmeye ve allerjik tip kolestatik
sarılığa neden olabilmektedirler (34). TCA’lar, seksüel disfonksiyona, libido azalmasına,
erektil disfonksiyona, anormal ejekülasyona ve anorgazma neden olabilmektedirler (35).
TCA kullanımına bağlı olarak nadiren de olsa agranülositoz geliĢebilmektedir. Bu nedenle
kemik iliği depresyonu hikâyesi olan hastalarda TCA’lar çok dikkatli kullanılmalıdır (36).
TCA’lar gastrointestinal yan etkilere de neden olabilmektedir. Ġmipraminin yüksek
dozlarda toksik megakolona neden olabileceği bildirilmiĢtir (33). Çocuklarda ve
adölesanlarda TCA’ların normal dozda etkin olmamaları, yüksek dozda ise toksisitelerinin
fazla olması nedeniyle SSRI tedavisi önerilmektedir (37).
2.6.1.2. Monoamin Oksidaz Ġnhibitörleri (MAOI)
Monoamin oksidaz (MAO) enzimi MAO-A ve MAO-B adı verilen iki formda
bulunmaktadır. A formu ana olarak norepinefrin ve serotoninin yıkımından sorumlu iken, B
formu tercihen β-feniletilamin ve metilhistidin gibi substratları deamine etmektedir.
Tiramin ise her iki form tarafından metabolize edilmektedir. Tiramin, bazı gıdalarda
bulunan hipertansif etkileri olan tehlikeli bir vazopressör amindir. Beden savunma olarak
oral alımı takiben barsaklarda tiramini MAO-A ile parçalar. Eğer bu yetersiz olursa B
13
formu devreye girerek yıkıma yardım eder. Yani B formu bir çeĢit emniyet subabı olarak
görülmektedir. Bu enzimleri seçici olmayan veya geri dönüĢümsüz inhibe eden
antidepresanların ölümcül olabilecek yan etkileri bu nedenlerle oluĢabilmektedir (38).
Fenelzin ve tranilsipromin tedavisi ile karĢılaĢılan çoğu problemlerin nedeni bu
moleküllerin seçici olmaması ve geri dönüĢümsüz farmakolojik özelliklerine bağlıdır. "Geri
dönüĢümsüz" terimi, ilacın MAO enzimine yapıĢmasını ve güçlü bağlanmasını ifade eder.
Bu bağlanma MAO molekülünün yaĢam süresi (14-28 gün) kadardır. Substratın çok yüksek
konsantrasyonları bile ilaç ve enzimi ayıramamaktadır. Bu nedenle normalde etkisi
olamayan tiramin ve psödoefedrin gibi bazı vazopressörler, geri dönüĢümsüz MAOI
kullanıldığında ölümcül etkili olabilmektedirler. Bu vazopressörler çok yüksek
konsantrasyonlara ulaĢsa bile MAO enzimi ilaçtan ayrılamamakta ve vazopressörleri
parçalayamamaktadır (38).
Genel olarak MAOI tedavisi sonrası, reseptör sayısı ve duyarlılığı üzerinde gözlenen
etkileri TCA’ların etkilerine çok benzerdir. Seçici MAO-A inhibitörleri, seçici olmayan
tüm MAOI ve TCA’lar; α2 ve β1 adrenoreseptörlerde ve 5-HT2 reseptörlerinde down
regulasyon oluĢtururlar. MAOI ve TCA etkilerindeki benzerliklerin karĢılaĢtırmasında
elektrofizyolojik alanda çeliĢkili veriler olsa da net etki her iki tedavi biçiminde de
serotonerjik transmisyonun artmasıdır (38). Seçici MAO-B inhibitörlerinde ise, seçici
oldukları dozlarda uygulandığında, bu etki profili görülmemektedir. TCA ve MAOI,
noradrenerjik sistemde de benzer etkiye sahiptirler. Norepinefrin çıktısında azalmaya ve
noradrenerjik iĢlevsellikte artmaya neden olurlar. Trisiklikler, dopamin dönüĢümünde
değiĢmeye neden olmazken MAO-A inhibitörleri dopamin dönüĢümünü azaltır, seçici
olmayan MAOI ve seçici MAO-B inhibitörleri dopamin turnover'ını arttırırlar (38).
2.6.1.2.1. Fenelzin
Önemli ilaç etkileĢimleri ve ağır yan etkileri nedeniyle, geri dönüĢümsüz bir MAOI olan
fenelzin’in, ancak diğer ilaçlar yetersiz kaldığında denenebileceği belirtilmektedir. MAOI
etkisinden dolayı bu gruptaki ilaçların dopamin, serotonin ve norepinefrin artıĢına neden
olduğu bilinmektedir ancak fenelzinin özellikle kaudat-putamen ve nucleus accumbens’te
14
gama amino bütirik asit (GABA) artıĢına da neden olduğu gösterilmiĢtir. Anksiyolitik
özelliğinde GABAerjik etkilerin de önemli olduğu düĢünülmektedir (29).
Fenelzin, akut ya da kronik uygulamada beyin GABA konsantrasyonlarını arttırmaktadır.
GABA yıkımında rol alan GABA transaminaz kofaktör olarak pridoksal fosfata ihtiyaç
göstermektedir. Fenelzinin hidrazin grubuna bağlanan pridoksal fosfat nedeni ile GABA
yıkımında rol alan enzim aktive olamamakta ve GABA beyinde artmaktadır. GABA
sisteminin ve özellikle GABA-A reseptörü aracılığı ile olan iletiĢimin anksiyete
bozukluklarında ve duygu-durum bozukluklarında önemli olduğu düĢünülmektedir.
Fenelzinin anksiyete giderici etkisi bu Ģekilde açıklanabilmekle beraber, nonhidrazin MAOI
uygulanması ile beyin GABA miktarında artıĢ saptanmadığı belirtilmektedir (38).
2.6.1.2.2. Diğer MAOI Ġlaçlar
Geri dönüĢlü bir MAO inhibitörü olan ancak ülkemizde bulunmayan braforamin ile yapılan
çalıĢmalarda hastalardaki panik belirtilerinin ve agorafobik kaçınmanın azaldığı
gözlenmiĢtir (39).
2.6.1.3. Selektif Serotonin Reuptake Ġnhibitörleri (SSRI)
Seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSGĠ) ilk olarak 1987 yılında fluoksetinin keĢfiyle
kullanılmaya baĢlanmıĢ ve halen hekimler tarafından sıkça önerilen antidepresan sınıfı
ilaçlardır. Ortak farmakolojik özellikleri, serotonin gerialımını selektif ve güçlü bir Ģekilde
inhibe etmeleridir. Bu özellik antidepresan etkinlik için önemlidir. SSGĠ etkileri,
noradrenalin gerialımı, alfa 1 ve histamin reseptörleri ile muskarinik kolinerjik reseptörler
üzerindeki etkilerinden çok daha güçlüdür (40).
SSGĠ, klinik pratikte oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. SSGĠ’lerin yan etkilerinin
sıklığı ve ciddiyeti diğer antidepresan gruplarına nazaran daha azdır. Bu nedenle de
depresyon baĢta olmak üzere, anksiyete bozuklukları, yeme bozuklukları, dürtü kontrol
bozuklukları gibi çeĢitli ruhsal bozuklukların tedavisinde genellikle ilk tercih edilen
ilaçlardır (41).
15
Yapısal olarak heterojen bir grup olmakla birlikte farmakolojik olarak birbirlerine
benzemektedirler. Antikolinerjik etkileri ve kadiyotoksisiteleri yoktur. Bu nedenle
hastaların tedaviye uyumları daha kolay olmaktadır. Ayrıca, farmakolojik olarak serotonin
reseptörlerine spesifik olmaları nedeniyle de yan etki riskleri azalmaktadır (40).
Etkinlik açısından TCA’lardan çok farklı olmamakla birlikte daha güvenilir yan etki
profiline sahip olmaları PB tedavisinde SSRI’ları ilk tercih edilen ilaç konumuna
getirmiĢtir. Tedavinin baĢında anksiyete belirtilerinde artıĢa neden olabilmeleri,
kullanımlarının düĢük dozlarla baĢlanmasını gerektirmektedir. Anksiyete belirtilerinin
artmasında postsinaptik 5-HT reseptörlerindeki duyarlılık artıĢının sorumlu olabileceği
düĢünülmektedir (42).
2.6.1.3.1.Paroksetin
Paroksetin PB’de üzerinde en çok çalıĢma yapılmıĢ SSRI’lardan biridir. Plasebo kontrollü
çalıĢmalardan birinde PB hastalarına 10 hafta boyunca 10, 20, 30 ve 40 mg/gün dozlarında
paroksetin ve plasebo verilmiĢ ve çalıĢma sonunda 40 mg/gün paroksetin kullanımının
plaseboya göre üstün olduğu belirtilmiĢtir. Bir diğer plasebo kontrollü çalıĢmada 3 hafta
plasebo kullanımının ardından 12 hafta boyunca plasebo ya da paroksetin (20, 40, 60
mg/gün dozlarda) ile çalıĢmaya devam edilmiĢ, sonuçta paroksetinle PA sayısında azalma
izlendiği ve tüm dozlarda iyi tolere edildiği belirtilmiĢtir (43).
Watanabe ve ark. (2006) tedavinin baĢlangıç evresinde paroksetin plazma düzeyleri ile
anksiyete belirtilerindeki iyileĢme düzeyi arasındaki iliĢkiyi araĢtırmıĢlardır. 10 mg/gün
paroksetin ile 2 haftalık tedavinin sonunda serum paroksetin konsantrasyonu 20 ng/ml’nin
üzerinde olan hastaların hiç birinde PB semptom skorlarında azalma izlenmediği, plazma
düzeyi 20 ng/ml’nin altında olan hastalarda ise skorlarda anlamlı ölçüde azalma olduğu
belirtilmiĢtir. ÇalıĢmada, paroksetin tedavisinin baĢlangıcında kan düzeyi için üst sınırın 25
ng/ml’yi aĢmaması ve tedaviye düĢük dozlarda baĢlanması gerektiği vurgulanmıĢtır (44).
Etkinlik açısından bakıldığında diğer antidepresanlarla yapılan karĢılaĢtırma çalıĢmaları
dikkat çekmektedir. Klomipramin ve plasebo grubuyla paroksetin kullanan hastaların
karĢılaĢtırıldığı bir çalıĢmada, panik atakların kontrolünde paroksetinin plaseboya göre
16
üstün olduğu, etki süresinin klomipramine göre daha hızlı baĢladığı ancak genel etkinlik
düzeyi anlamında klomipraminle benzedikleri belirtilmiĢtir. Yan etkiler nedeniyle yaĢanan
tolerans sorunlarına klomipramin grubunda paroksetin grubuna göre daha fazla
rastlanmaktadır (45).
PB hastalarında kardiyak hastalıklar da sık görülmekte olup, iki hastalık arasında doğrudan
bir iliĢki bulunup bulunmadığı bilinmemektedir. TCA’ların PB’de etkili oldukları
bilinmekle birlikte yan etkileri nedeniyle yaygın kullanımlarından kaçınılmaktadır.
Nortriptilin ve paroksetinin kardiyak etkilerinin karĢılaĢtırıldığı bir çalıĢmada mevcut
kardiyak sorunları olan hastalarda paroksetinin daha iyi bir seçim olduğu belirtilmiĢtir (46).
Bununla birlikte 3 aylık paroksetin tedavisinden (40 ve 60 mg/gün dozlarda) önce ve sonra
hastaların serum kolesterol, LDL-C (düĢük dansiteli lipoprotein kolesterol) ve HDL-C
(yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol) düzeylerinin ölçüldüğü bir çalıĢmada, çalıĢmayı
tamamlayan hastaların tümünde her üç düzeyde de yükselme tespit edildiği belirtilmiĢtir.
Hastaların beden kitle indekslerinde ve kilolarında belirgin bir değiĢiklik olmamakla
birlikte kolesterol düzeylerinde izlenen yükselmenin nasıl bir mekanizma üzerinden
gerçekleĢtiği tam olarak bilinmemektedir. HDL-C yüksekliği aterojeneze karĢı koruyucu bir
etken olarak görülse de LDL-C’nin de yükselmesi ve PB’nin kendisinin de kardiyak
hastalıklar açısından artmıĢ risk taĢıması, mevcut kardiyak sorunları olan hastalarda
paroksetin kullanılırken dikkatli olunması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bununla
birlikte bu değiĢimlerin tedaviyle nasıl seyrettiğinin ve PB dıĢındaki hastalıklarda da geliĢip
geliĢmediğinin belirlenmesi için daha uzun süreli farklı izlem çalıĢmalarına gereksinim
duyulmaktadır (47).
SSRI kullanımının ardından tedavinin sonlandırılmasıyla bazı kesilme sendromu
belirtilerinin ortaya çıktığı gözlenmiĢtir. Serotonin 5-HT2 reseptör yoğunluğunda azalma
ile 5-HT1A ve 5-HT2 reseptör inaktivasyonunun bu durumun altında yatan mekanizmalar
olduğu öne sürülmüĢtür. Paroksetin vücutta sitokrom (CYP) 2D6 enzimini inhibe eder. Bu
nedenle paroksetin kesildiğinde enzim üzerindeki inhibisyon ortadan kalkmakta ve
dolaĢımdaki ilaç hızla yıkılarak idrarla atılmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı paroksetin ve
fluvoksamin vücuttan en hızlı atılan SSRI’lardır ve kesilme sendromu görülme oranları
17
diğerlerine göre yüksektir (48).
2.6.1.3.2. Diğer SSRI ilaçlar
SSRI’ların karĢılaĢtırmalı çalıĢmalarında, bu ilaçların birbirlerine üstünlükleri
bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bu ilaçlardan birine yanıt vermeyen bir olgu diğerine
yanıt verebilmektedir. Diğer ilaçlarla etkileĢimleri aynı Ģekilde değiĢkenlik göstermektedir
(40). Bu gruptaki ilaçların her birinin genel olarak birbirine yakın etkinlikte olduğu
belirtilmektedir (49).
Literatürde, paroksetinin PB’deki kullanımının kendi grubundaki diğer ilaçlarla
karĢılaĢtırıldığı çalıĢmalar bulunmaktadır. Bu çalıĢmalardan birinde, 12 haftalık sertralin
(50-150 mg/gün) ve paroksetin (40-60 mg/gün) kullanan hastalar karĢılaĢtırılmıĢ ve
çalıĢmada etkinlik açısından iki ilaç arasında bir fark bulunmadığı bildirilmiĢtir (50). Ancak
sertralinin paroksetine göre daha iyi tolere edildiği, kilo artıĢı yan etkisinin daha az olduğu
ve ilaç dozunun azaltılması evresinde klinik kötüleĢmenin sertralinle daha az izlendiği
bildirilmiĢtir (50). Sitalopramla paroksetinin karĢılaĢtırıldığı bir baĢka çalıĢmada ise, her iki
ilacın etkinlik ve tolerabilite açısından benzer nitelikte olduğu belirtilmiĢtir (51).
Pollack ve ark. (2007) yaptıkları randomize, çift kör plasebo çalıĢmasında PB hastalarında
uzamıĢ salınımlı venlafaksin ve paroksetinin etkinliğini karĢılaĢtırmıĢlardır. Venlafaksinin
75 ya da 150 mg/gün, paroksetinin ise 40 mg/gün kullanıldığı bir çalıĢmada PB’de her iki
ilacın da plaseboya göre üstün olduğu, birbirlerine göre etkinlik açısından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık göstermedikleri bulunmuĢtur (52).
SSRI’lar yan etkiler açısından iyi tolere edilen ilaçlar olarak bilinmekle birlikte, bu ilaçlarla
tedavinin baĢlangıç döneminde anksiyete belirtilerine benzer etkiler görülebilmekte ve bu
durum da özellikle PB hastalarında tedavi uyumunu bozabilmektedir (44).
Sık görülen yan etkiler; anksiyete, diyare, sinirlilik, titreme, uyku hali, terleme ve baĢ
ağrısıdır. Fluvoksamin ile sedasyon, fluoksetin ile huzursuzluk, anoreksi ve uyku sorunları
olabilmektedir. SSGĠ’lere bağlı akatizi ve ekstrapiramidal sistem belirtileri bildirilmiĢtir.
Bu yan etki sıklıkla fluoksetin ve fluvoksamin’de gözlenmiĢtir. Fluoksetinle distoni,
18
Parkinson rigiditesi, beyin omurilik sıvısında HVA azalması, serum prolaktininde artma
olmuĢtur. Kadınlarda orgazmın gecikmesi ya da olmaması, erkelerde retarde ejekülasyon ve
ereksiyon problemleri gibi cinsel iĢlev bozuklukları SSGĠ’lerin beklenen potansiyel yan
etkilerindendir. Dozun azaltılması yan etkinin hafiflemesine ya da yok olmasına sebep
olabilmektedir (40).
SSGĠ’ler de çeĢitli dermatolojik yan etkiler gözlenebilmektedir. Paroksetinin preklinik
çalıĢmalarda vazodilatasyona bağlı deride kızarıklık yaptığı gösterilmiĢtir. Fluoksetinde
döküntü % 4 oranında gözlenirken sertralinde bu oran % 3 olarak bulunmuĢ, fluvoksamin
alan hastaların küçük bir kısmında terleme artıĢı gözlenirken, sertralinde plaseboya oranla 3
kat daha fazla terleme artıĢı saptanmıĢtır. SSGĠ’ lerinde bu dermatolojik yan etkilerinin
yanında alopesiye kadar gidebilen saç kaybı gözlenmiĢtir (40).
SSRI' lara bağlı kesilme belirtileri, ilk olarak Cooper (1988) tarafından fluoksetine bağlı
olarak bildirilmiĢtir. Tüm SSRI'lara bağlı olarak kesilme sendromları görülebilmektedir.
Paroksetine bağlı ortaya çıkan kesilme sendromu sıklığı diğerlerine oranla belirgin Ģekilde
fazladır. 1997 yılına kadar literatürde yayınlanmıĢ olgular üzerinde yapılan bir meta
analizde; SSRI kesilme sendromu bulunan 46 hastadan 30'unun paroksetine, 8'inin
sertraline, 5'inin fluoksetine, 3'ünün fluvoksamine bağlı olarak bu sendromu geliĢtirdikleri
saptanmıĢtır. Yine baĢka bir çalıĢmada paroksetin ve fluvoksamin gibi yarı ömrü kısa olan
SSRI'larda kesilme sendromu görülme sıklığını % 17.2 olarak, sertralin ve fluoksetin gibi
yarı ömrü daha uzun olan SSRI'larda % 2.2 olarak bildirilmiĢtir. Yapılan bir çalıĢmada,
SSRI'lara bağlı kesilme belirtisinin görülme sıklığı, paroksetinde, sertralin ve fluvoksamine
göre 10 kat, fluoksetine göre 100 kat daha sık olduğunu bildirilmiĢtir. BaĢka bir çalıĢmada,
fluoksetine bağlı kesilme sendromu geliĢme insidansının (% 14), sertralin (% 60) ve
paroksetinle (% 66) tedavi edilmiĢ hastalara göre anlamlı ölçüde düĢük olduğu görülmüĢtür.
Aynı çalıĢmada paroksetin ve sertralin arasında anlamlı bir farklılık olmadığı gözlenmiĢtir
(41).
2.6.1.4. Benzodiazepinler (BZD)
1960’lı yıllarda kullanılmaya baĢlanmaları ile benzodiazepinler (BZD) anksiyete
19
bozukluklarının tedavisinde anksiyolitik etkiyi barbituratlara göre daha az yan etki
sağlayarak gerçekleĢtirir. Anksiyete bozuklukları ve depresyonda sık kullanılmalarına
rağmen, BZD tedavisinin baĢlıca düzenleme endikasyonları; alkol çekilme sendromu, kas
spazmı, epilepsi ve cerrahi veya invaziv giriĢim öncesinde ön tedavi, akut ajitasyon ve akut
mani’dir (53).
BZD, karbon ve hidrojen atomlarından oluĢan yedi üyeli diazepin halkasının altı yerinde
yapılan birtakım yerine kayma (substitüsyon) Ģeklinde değiĢikliklerle türetilmiĢlerdir.
Moleküllerinde heterosiklik halka içinde azot atomları 1 ve 4 numaralı yerde bulunur
(Ģekil:2.1) (54).
ġekil 2.1: Benzodiazepinlerin genel yapısı
BZD’lerin anksiyete giderici etkileri, uyku verici etkilerinden daha yüksektir. Ayrıca
BZD’ler merkezi sinir sisteminin limbik lob gibi yalnız belirli bir kısmını etkiledikleri
halde özellikle barbituratlar olmak üzere öteki anskiyete giderici ilaçlar bütün beyni
etkilerler (54).
BZD’lere özel reseptörler beyinde en çok cerebral ve cerebellar kortekste, limbik alanlarda
bulunur. Bu reseptörlerin yoğun olarak bulundukları yerler ile ilacın bazı klinik etkileri
arasında bir beraberlik olabileceği düĢünülmektedir. BZD reseptörleri ile anksiyolitik etki
veya serebellar kortekste yer alan BZD reseptörleri ile ataksi ve incordination etkisi ya da
serebral korteks ile limbik alandaki reseptörler ile antikonvülzif etki arasındaki iliĢki
olduğu varsayılmaktadır (54).
BZD reseptörleri iĢlev bakımından GABA reseptörlerine ve bir klorür iyon kanalına
bağlıdırlar. GABA çok geniĢ dağılımı olan bastırıcı bir sinir ileticisidir (inhibitör
nörotransmitter). GABA klorür iyon kanalını açarak, hücre içine daha fazla klorür
20
iyonunun girmesine sebep olur, hücrenin hiperpolarize olmasını sağlayarak ve dolayısıyla
nöron ateĢleme oranını azaltarak inhibisyon iĢlevini yerine getirmektedir. BZD’ler
GABA'nın bu iĢlevlerini daha ileri götürmektedir (54).
BZD’ler son derece önemli bağımlılık yaratma potansiyelleri; sersemlik, denge bozukluğu
gibi yan etkileri ve oldukça rahatsız edici boyutlara varabilen kesilme belirtileri nedeniyle
dikkatli kullanılması gereken ilaçlardır. Bununla birlikte uygun süre ve dozlarda, hekimin
önerdiği Ģekilde kullanıldıklarında güçlü anksiyolitik etkileri, bu ilaçları PB tedavisinde
önemli bir seçenek haline getirmektedir. Alprazolam, klonazepam, lorazepam ve diazepam
bu grupta yer almaktadır. Alprazolam kısa etkili bir BZD olup PB tedavisinde tek baĢına
kullanıldığında 5-6 mg/gün dozda önerilmektedir, bölünmüĢ dozlarla verilmesi daha
uygundur. Ġdame tedavide ise önerilmemektedir. Klonazepam bir diğer yüksek potensli
BZD olup PB tedavisinde 1-2 mg/gün kullanılması önerilmektedir (55).
BZD’lerin yarı ömürleri normalde yaĢa bağlı olarak değiĢir. Prematürede ilk 8-81 günlerde
40-100 saat, 3-7 yaĢlarındaki çocuklarda 20-45 saat, erginlerde 21-46 saat, 80 yaĢlarında ise
90 saattir. YaĢlılarda yarı ömür uzamasının nedeni karaciğer fonksiyon bozukluğu veya
proteine bağlanma mekanizması değil, ilacın daha geniĢ alana yayılması ve kas kitlesinin
azalmasıdır. Wilkinson'un 1978'de yaptığı bir araĢtırmaya göre diazepam ve
klordiazopoksid'in yarı ömrü 60 yaĢından yukarı olanlarda 30 yaĢından aĢağı olanlara göre
3-6 kez daha uzundur. Bu nedenle yaĢlılarda doz 1/2 veya 1/3 oranında kullanılmalıdır.
Sirozlu hastalarda yarı ömür 2-3 kat uzar, akut viral hepatitlerde daha az bir uzama görülür.
Bir BZD bileĢiğinin veya metabolitinin uzun yarı ömürlü olmasının klinikteki önemi, bu
ilacın veya metabolitinin vücuttan yavaĢ yavaĢ azalarak atılması ve dolayısıyla yoksunluk
sendromuna engel olması veya azaltılması ve geri tepme uykusuzluğunun (rebound
insomnia) görülmemesidir (54).
2.6.1.4.1. Benzodiazepinlerin Yan Etki ve Komplikasyonları
Artık etki: Uzun etki süreli hipnotik BZD’leri gece tek doz halinde alan hastalarda ertesi
sabah uyandıklarında saatlerce devam eden sedasyon ve uyuĢukluk hali görülür. Bu durum
kiĢinin belleğini ve günlük iĢindeki performansını azaltır. Artık etki ve buna bağlı ertesi
21
günkü psikomotor performans bozukluğunun nitrazepamın tek dozundan sonra bile ve geç
vakalarda da oluĢabileceği bildirilmiĢtir. AĢırı bir uykulu sakinleĢme hali en sık görülen
yan etkidir. Dikkat, muhakeme, zihinden hesap yapma, gibi entelektüel yeteneklerde ve
psikomotor aktivitede yavaĢlama, kendinden geçme, baĢ ağrısı, hipotansiyon, öfori ve
kendine gereğinden fazla güvenme duygusu oluĢturabilirler. Bu ilaçları özellikle yüksek
dozda alan kimselerin motorlu taĢıt ve tehlike yaratabilen diğer makineleri kullanmamaları
önerilir. Yapılan bir araĢtırmada günde 10-100 mg Klordiazepoksid alan taksi Ģoförleri 90
gün süre ile izlenmiĢ ve bu süre içinde ortalama kaza oranının 10 kat arttığı saptanmıĢtır
(54).
Geritepme uykusuzluğu (rebound insomnia): Bir süre kullandıktan sonra ilacın
kesilmesi sonucu ortaya çıkan ve hafif bir yoksunluk sendromu olarak kabul edilebilen bir
durumdur. Rebound fenomenine bağlı olarak, uykusuzluk belirmesi ve uykunun niteliğinin
kötüleĢmesi, orta ve kısa etki süreli hipnotik BZD’leri kullananlarda gözlemlenebilir.
Flurazepam ve diazepam gibi uzun etkili ilaçlar kullanıldığında bu durum görülmez.
Rebound uykusuzluk hem hastayı rahatsız etmesi nedeniyle hem de ilacın devamlı
kullanımı sonucu bağımlılığa yol açması nedeniyle sorun oluĢturur (54).
Beklenmeyen saldırganlık (paradoksik eksitasyon): BZD tedavisi sırasında görülen bir
yan etki de saldırganlık, düĢmanlık ataklarının görülmesidir. Bu ataklar aynen alkol etkisi
altında olduğu gibi bir kiĢilik özelliğinin baskı altından kurtulup serbest hale geçmiĢ Ģekli
olarak düĢünülebilir (54).
Depresyon görülmesi: BZD’lerin farmakolojik olarak depresyon oluĢturucu bir özellikleri
yoktur. Ancak altta yatan depresyon eğilimini ortaya çıkarma Ģeklinde etki edebilir. (54).
Teratojenik etki: Gebeliğin ilk 3 ayında diazepam, klordiazepoksid veya okzazepam
kullanan kadınlardan doğan bebeklerde yarık dudak ve yarık damak oluĢtuğu görülmüĢtür.
Bunun ilaçla iliĢkisi kanıtlanamamıĢtır. Ancak deney hayvanlarında BZD’lerin insandaki
dozların 50-100 katı dozlarda kaburga anomalisi yaptığı görülmüĢtür. Bu nedenle gebeliğin
ilk 3 ayında BZD alınması tavsiye edilmez. Doğumdan önceki 15 saat içinde 30 mg veya
daha fazla IV. diazepam verilmesi yenidoğanda depresyon, apne ve hipotermi oluĢturabilir,
22
emme refleksini inhibe edebilir. BZD’ler süte geçerler, bu yüzden günde 10 mg’ın üstünde
diazepam alan annelerin emzirdiği bebeklerde depresyon belirtileri oluĢabilir (54).
Bağımlılık sorunu: 1978 öncesi literatür incelendiğinde özellikle diazem ve librium'un
mutad dozlarının çok üstündeki dozlarda (60-100 mg/gün) ve belirli bir süre alınması ile
bağımlılık oluĢtuğu görülmüĢtür. BZD’lerin uyku verici etkisine karĢı direnç çabuk geliĢtiği
halde anksiete giderici etkisine karĢı çok yavaĢ ve az geliĢir. 1983'te yapılan bir araĢtırmaya
göre 22 haftalık süreçte, günde 15-40 mg diazem ağızdan verilerek, hastalarda anksiolitik
etkiye karĢı direnç geliĢmediği bulunmuĢtur. 8 ay diazem alanların % 5' inde, 8 aydan fazla
diazem alanların ise % 91.43 oranında bağımlılık oluĢtığu görülmüĢtür. Yine 1981'de
yapılan baĢka bir araĢtırmaya göre ABD, Ġngiltere ve Batı Almanya'da BZD bağımlılığı
insidensi 5.6-10.7 milyon hasta/ay olarak bulunmuĢtur. BZD’lerin uzun yıllardan beri geliĢi
güzel denebilecek bir Ģekilde kullanılmalarına karĢın, literatürde bildirilen bağımlılık
vakalarının azlığı ve yoksunluk sendromu tablolarının pek Ģiddetli olmaması bir çeliĢki gibi
görülmekte ise de Ģu noktalara dikkati çekmek gerekmektedir; yoksunluk belirtileri ilacı
bıraktıktan genellikle 3-4 gün sonra ortaya çıkar. Bu belirtiler mevcut psikiyatrik bozukluk
iĢaretleriyle karıĢtırıldığı için birey ya yeniden ilacı almakta veya baĢka bir sakinleĢtirici ya
da alkol kullanmaktadır. Özellikle diazem gibi 30 saatten fazla etki süresi olanların
yokluklarında ilaç vücuttan yavaĢ yavaĢ atıldığı için klinik tablo fazla Ģiddetli
olmamaktadır. Esasen hiçbir tedavi yapılmasa bir hafta içinde yoksunluk belirtileri
kaybolduğundan bir dereceye kadar maskelenebilmektedir. Oxazepam, lorazepamda ise ilaç
plazmadan 6-24 saat içinde kaybolduğundan yoksunluk sendromu Ģiddetli Ģekilde
görülmektedir (54).
Diğer yan etkiler: Karaciğer, böbrek, üzerine toksik bir etkisi görülmemiĢtir. Kemikiliği
depresyonu yapabilirler. Diazepam bazı hastalarda iĢtah arttırır ve kilo aldırabilir.
Klordiazepoksid kadın ve erkekte libidoyu azaltabilir. Erkeklerde impotans, kadınlarda
menstrüel bozukluklar yapabilir (54).
2.6.1.5. Psikiyatride Farmakolojik Tedavi Ġlkeleri
Psikiyatride farmakolojik tedavi ilkeleri baĢlıca aĢağıdaki gibi sıralanabilir;
23
1. Tanının doğru konulması esastır.
2. Tek baĢına psikofarmakoterapi tam iyileĢmeyi genellikle sağlamaz.
3. Hastalığın evreleri (söz gelimi akut evre, relaps, nüks) tedavinin baĢlangıcı ve
tedavi süresince önemli evrelerdir.
4. Tedavi stratejileri geliĢtirilirken risk/fayda oranı kesinlikle dikkate alınmalıdır.
5. KiĢisel veya ailesel öykü veya bir ilaca iyi veya kötü cevap vermede ve sonraki
epizodlarda ilaç seçiminde genellikle yol gösterir.
6. Tedavinin seyri boyunca izlemelerde psikopatolojinin altında yatan hedef
belirtilerin izlenmesi önemlidir.
7. Belirli ilaçların tedavi süresince takibi, laboratuar yöntemleri ile yan etkilerin takibi
(kan sayımı, renal fonksiyon vb.) ve ilaç kan düzeyi bakılması gerekebilir (56).
2.6.1.6. Psikiyatride Akılcı Ġlaç Kullanımı
Akılcı farmakoterapi, ilacın ne zaman verilip verilmemesi yönünde kararlar gerektirir.
Günlük yaĢam olaylarına karĢı oluĢan emosyonel cevaplar genellikle tedavi edilmemelidir.
Depresyon ve psikoz gibi psikiyatrik hastalıklar farmakoterapi gerektirir (57).
Uygun tedavinin olmaması hastanın hastalığını ve ıstırabını uzatabilir. Ġlaçların akılcı
kullanılmaması aynı anda yan etkilerin görülmesine yol açabilir. Ayrıntılı tıbbi ve
psikiyatrik anamnez ile birlikte hastanın ilaç tedavisine karĢı tutumunu da öğrenmek
gerekir (57).
Uygun ilaç tedavisi ayrıntılı bir Ģekilde seçilmelidir. Doz hastanın vereceği cevaba ve yan
etkilere göre ayarlanmalıdır. ġayet açıklanamayan yan etkiler ortaya çıkarsa bütün ilaçlar
geçici olarak kesilmelidir (57).
Genellikle bir defada sadece bir ilaçla baĢlamak önerilir, diğer ilaçlar ilave edilmeden önce
hastayı gözlemek gerekir. Arzu edilen cevap alınamazsa hastanın ilacı söylendiği gibi
almadığı düĢünülür (57).
BZD gibi sedatiflerin vücutta birikeceği akılda tutulmalıdır. ÇeĢitli psikotropik ilaçlar
verildiğinde psikotropik ve nonpsikotropik ilaçlar arasında oluĢabilecek interaksiyonlara,
24
aynı zamanda alkollü içeceklerle çeĢitli ilaçlar arasında oluĢabilecek karĢılıklı etkileĢime
dikkat etmelidir (57).
YaĢlı hastalarda çeĢitli ilaçların duyarlılığının fazla ve süreğen olabileceği unutulmamalıdır.
Bu hastalarda çeĢitli tıbbi hastalıklar psikiyatrik morbidite ile birlikte bulunabilir. Tedaviye
baĢlanılmadan önce, olası riskler ve yararlar konusunda hastaya bilgi vermelidir (57).
2.6.1.7. Psikiyatrik Ġlaçlara Bağlı Kesilme Sendromu
Kesilme belirtileri, düzenli olarak alınmakta olan ilacın kesilmesi ya da alınan dozun
azaltılması sonrasında gözlenen karakteristik belirtilerdir. Genel olarak bu belirtilerin
birarada görülmesine ise kesilme sendromu denmektedir. Bu belirtiler genellikle kendi
kendini sınırlayan, ilacın tekrar baĢlanması sonrası hızla düzelen ve ilacın tedavi etmek
amacıyla kullanıldığı, hastalığın tekrar ortaya çıkması ya da rekürrensi ile açıklanamayan
belirtilerdir. Bu belirtiler tek baĢına ilaç bağımlılığının bir göstergesi olarak
değerlendirilmemektedir. Çünkü madde bağımlılığı tanı ölçütlerinden olan geri çekilme
belirtileri tek baĢına bağımlılık tanısı koymaya yeterli değildir (41).
Psikiyatride ve genel tıpta kullanılan ve bağımlılığa neden olmayan ilaçların önemli bir
kısmında (lityum, nöroleptikler, dopaminerjik ilaçlar, kortikosteroidler, beta blokerler,
diüretikler, nitratlar, sempatomimetik ilaçlar vb) kesilme belirtileri gözlenebilmektedir (41).
Antidepresanlara bağlı kesilme belirtileri ilk olarak 1959 yılında imipramine bağlı olarak
gerçekleĢtiği görülmüĢtür. Daha sonra kesilme belirtilerinin diğer TCA’lar, heterosiklik
antidepresanlarda ve MAOI’de de görüldüğü saptanmıĢtır. SSRI'lara bağlı kesilme
belirtileri ise, ilk olarak Cooper (1988) tarafından fluoksetine bağlı olarak gerçekleĢtiği
bildirilmiĢtir (41).
MAOI’ne bağlı kesilme belirtileri genellikle ağır seyreder ve belirtiler arasında en
karakteristik olan biliĢsel bozukluklardır. Bunun dıĢında psikoz, biliĢsel bozukluklarla
iliĢkili depresyon, düĢünce bozuklukları, mani, hipomani, ajitasyon, uykusuzluk,
saldırganlık, myoklonik sıçramalar da bu ilaçlara bağlı diğer kesilme belirtileridir.
Depresyon nedeniyle MAOI kullanan ve aniden bu ilacı bırakan Ģizofrenik hastalarda
25
paranoid sanrılar, görsel, dokunsal ve iĢitsel varsanılar sıkça gözlenir (41).
TCA'ların aniden ya da yavaĢ yavaĢ kesilmeleri durumunda ortaya çıkan belirtiler ise, beĢ
ana grupta toplanmıĢtır. Bunlar:
1. Yaygın gastrointestinal sistem, somatik sıkıntı ve stres belirtileri (letarji, bulantı,
kusma, asteni, baĢağrısı, anksiyete, ajitasyon vb),
2. Uyku bozuklukları (uykusuzluk, aĢırı ve canlı rüyalar görme vb),
3. Hareket bozuklukları (akatizi, parkinsonizm vb),
4. DavranıĢsal canlanma (panik ataklar, deliryum, mani ya da hipomani),
5. Diğer belirtilerdir (kardiyak aritmi) (41).
SSRI'lara bağlı kesilme belirtileri ise kısaca şunlardır:
1. Denge ile ilgili sorunlar; Bunlar arasında baĢ dönmesi, ataksi, vertigo yer alır. Özellikle
baĢ dönmesi en sık görülen belirtiler arasında yer almaktadır. TCA kesilme belirtileri
arasında baĢ dönmesi daha az sıklıkla gözlenir ve Ģiddeti SSRI'lara bağlı olarak ortaya
çıkandan çok daha hafif Ģiddettedir. (41)
2. Duyusal anormallikler; Ġkinci belirti grubunu kapsar. Bu belirtiler arasında, Ģok benzeri
duygular, parestezi ve uyuĢukluk yer alır. ġok benzeri duygular genellikle, parestezinin ağır
bir formu olarak değerlendirilmiĢ ve bu hislerin hastalar tarafından daha önce benzeri hiç
yaĢanmamıĢ olgular olduğu vurgulanmıĢtır. Bunun yanısıra Ģok benzeri duyguların elektrik
Ģokuna ya da elektriksel dalgalara benzediği, bazen ufak bir hareketle ya da boyun
fleksiyonu ile alevlenip kiĢileri etkilediği, bu haliyle spinal kord bozukluklarını gösteren
Lhermitte arazına benzediği bazı yayınlarda bildirilmiĢtir (41).
3. Agresif ve impulsif davranışlar; BaĢta paroksetin ve klomipramin olmak üzere bazı
SSRI'ların kesilme dönemlerinde mağaza hırsızlığı, intihar giriĢimleri, öfke patlamaları,
yoğun saldırganlık düĢüncelerine bağlı intihar düĢünce ve davranıĢları gözlendiği çeĢitli
olgu sunumlarında aktarılmıĢtır (41).
26
2.6.1.8. Psikiyatrik Ġlaçlarda Ġlaç EtkileĢimleri
Psikiyatrik ilaçlarda ilaç etkileĢimleri esas olarak farmakokinetik etkileĢimler ve
farmakodinamik etkileĢimler olarak iki ana baĢlıkta incelenebilir.
2.6.1.8.1.Farmakokinetik Ġlaç EtkileĢimleri
Farmakokinetik etkileĢmeler ilacın eĢ zamanlı olarak verilen baĢka bir ilaç tarafından
emilim, dağılım, metabolizması ve atılımı esnasında ortaya çıkmaktadır (56).
a.Absorbsiyon
Absorbsiyon, gastrointestinal traktusun (GĠT) pH’ı, motilitesi gibi birçok faktörle ilgilidir.
Bazı ilaçlar mide pH’sını etkileyerek (omeprazol, H2 reseptör blokörlerinden simetidin,
ranitidin veya antiasitler gibi) emilimi bozarlar. GĠT motilitesini bozan antikolinerjik
ilaçlarda emilimi etkilerler (56).
b. Dağılım
Bilindiği gibi beyinle kan arasında bulunan kan beyin bariyerini her madde
geçememektedir. Ġlaçlar kanda proteine (genellikle albümin) bağlı dolaĢtıklarından, siroz
gibi karaciğer yetmezliklerinde serum albümini düĢtüğünden kandaki dağılımları da değiĢir.
Fluoksetin, sertralin, klomipramin, diazepam ve haloperidol proteine bağlanma oranı
yüksek ilaçlardandır. Ġlaçların proteine bağlanma yatkınlıkları, proteine bağlanma
etkileĢimini ortaya çıkarmaktadır (56).
c. Metabolizma ve Atılım
Ġlaçlar temel olarak faz I ve faz II reaksiyonları olmak üzere iki ana metabolik yoldan
metabolize olurlar. Faz I reaksiyonları; oksidasyon, redüksiyon, hidroliz, Faz II
reaksiyonları; konjugasyon ve sentezdir. Faz I reaksiyonları ile ana ilaç polar
metabolitlerine çevrilerek, aktif veya inaktif metabolitleri ortaya çıkar. Faz II
reaksiyonlarda ise ilacın endojen maddelerle birleĢmesi sonucu inaktif metabolitlere
dönüĢür. Örneğin çoğu BZD’lerin son ortak ürünü ve aynı zamanda kendisi de aktif bir ilaç
27
olan lorazepam, glukuronik asitle birleĢtirilerek inaktif hale getirilir (56).
Lityum dıĢındaki psikotrop ilaçlar karaciğerdeki mikrozomal enzimler tarafından
metabolize edilirler. Metabolizmada en önemli enzim oksidatif ilaç metabolizmasında ana
rolü oynayan sitokrom CYP450 enzimidir. Temel metabolizma yeri karaciğerdir. Psikoaktif
ilaçlar temelde safra, feçes ve idrar yolu ile ve daha az olarak da ter, tükrük ve sütle atılır.
Bu nedenle emzirme döneminde annelere ilaç verilirken dikkat edilmelidir (56).
2.6.1.8.2. Farmakodinamik Ġlaç EtkileĢimleri
Temel farmakodinamik reseptör mekanizmaları, doz-cevap eğrisi, terapötik indeksler,
tolerans geliĢimi, bağımlılık ve çekilme fenomenlerini içerir (56).
Ġlaçlar genellikle spesifik reseptörler üzerinden etkili olurlar. Reseptörlere agonist ve
antagonist etki söz konusu olur. Bazen kompetetif antagonizma olmaktadır. Bu durum
farmakolojik etkide artmaya (additif ya da sinerjik) ya da azalmaya neden olabilir.
Doğrudan reseptör etkileĢmelerine örnek tiyoridazin gibi zayıf potensli bir antipsikotikle
antiparkinson bir ilaç benztropin birlikte verilmesi durumunda ortaya çıkan additif
antikolinerjik etkilerdir. Reseptörün aracılık ettiği fizyolojik iĢlevlerdeki değiĢikliklere
örnek ise lityum ile antidepresanların birlikte verilmesi sonucu ortaya çıkan sinerjik
antidepresif etkidir (56).
Doz-cevap eğrisine, ilaç kan düzeyleri yanında ilaçların potensi de etki eder. KiĢisel
farklılıklar da vardır. Örneğin; bir hasta için 200 mg sertralin dozu yeterli olurken,
hiperreaktif baĢka bir hasta için 50 mg doz yeterli olmaktadır. Bazı hastalarda ise
paradoksal etkiler görülür. Örneğin; diazepam bazı hastaları ajite hale getirir (56).
Farmakodinamik ilaç-ilaç etkileĢimleri toksik yan etkilere yol açabilir. Örneğin MAO
inhibitörleri ile TSA’lar birlikte kullanımla “sempatik fırtına”ya yol açabilir. SSRI ile
TSA’lar ise serotonin sendromuna yol açabilir. Disulfiram ile etil alkol toksik durumlara
yol açabilir (56).
Barbitüratlar, BZD’ler ve benzeri birçok ilaç bağımlılık oluĢturabilir ve/veya çekilme
sendromuna bağlı rebound anksiyete geliĢebilir (56).
28
2.6.1.9. Psikiyatrik Ġlaçların Reçete Edilme Durumları
Bugüne kadar yapılan çalıĢmalarda psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedavi ve
takiplerinde psikiyatrist olmayan hekimlerin rolü sıklıkla vurgulanmıĢtır. Genellikle
pratisyen hekimlerin ve aile hekimlerinin ulaĢtıkları hasta popülasyonunun geniĢliği göz
önünde tutularak, bu hekimlerin psikiyatrik tedavideki yeri yaygın olarak belirtilmiĢtir. Bu
iki hekim grubu dıĢında diğer uzmanlık alanlarındaki (nöroloji, dahiliye, fizik tedavi ve
rehabilitasyon gibi) hekimlere de psikiyatri hastalarının yüksek oranlarda ve çoğu zaman
bedensel yakınmalarla veya doğrudan baĢvurmaları söz konusudur (58).
Psikiyatri dıĢı hekimlerin en sık kullandıkları ilaç grupları SSRI ve SNRI/NASSA grubu
antidepresanlar olarak saptanmıĢtır. Bu sonuç psikiyatri dıĢı hekimlerde SSRI kullanımının
sık olduğunu bildiren diğer çalıĢmalarla uyumlu bulunmuĢtur (58).
Günümüzde toplumda, bakımevlerinde ve hastalarla yapılan çalıĢmalarda hekimlerin
BZD’leri reçete etme örüntüleri ve sıklığı, BZD’lerin yeni formlarının etkinliği önemli
araĢtırma konuları olmaya devam etmektedir. ÇalıĢmalarda, hekimlerin, depresif bozukluğu
olan hastaların %10-100’ünde antidepresan tedaviye BZD grubu ilacları ekledikleri ya da
%44’ünde antidepresan yerine BZD’leri tercih ettikleri saptanmıĢtır (53).
Tedavide BZD’lerin tercih edilmeme sebepleri arasında; hekimlerden %64.5’i bağımlılık
riskini, %10’u yeĢil recete yazmanın uygulama zorluğu getirdiğini, %8.3’ü solunum
depresyonu riskini, %6.5’i biliĢsel bozulmayı, %4’ü esas tedavinin etkinliğini
maskelediğini, %1.8’i ilaç etkileĢimi riskini, %3’ü ise paradoksik etkileri gerekçe
göstermiĢtir (53).
Minimum etkin doz ilaç kullanımı psikiyatri dıĢı grupta daha yoğun gözlenmiĢtir. Birinci
basamakta hastaların düĢük dozlarda farmakoterapi aldığı ve kontrollere gelmekte
tutarsızlığın söz konusu olduğu belirlenmiĢtir. Bu nedenler arasında; bu grup hekimlerin
daha yüksek dozlar konusunda yeterli deneyime sahip olmamaları, yan etki oluĢturma
endiĢesi ya da bu hekimlerin hastalarını ölçekle izlemeyip, kendi kanaatleri ya da hasta
özbildirimlerine dayanan bilgiler ile tedavi dozunu ayarlamaları sayılabilir (58).
29
Özel psikiyatristlere baĢvuran grubun daha önceki psikiyatrik baĢvurularının diğer
gruplardan yüksek olması, bu grubun daha karmaĢık (tedaviye çeĢitli nedenlerle dirençli,
diğer dal hekimlerinden psikiyatristlere daha önceden sevk edilmiĢ vb.) bir psikiyatrik
bozukluk grubunu oluĢturuyor olması ile açıklanabilir. Psikiyatri dıĢı hekimlerin hastalarını
tekrar görüĢmeye çağırmaması diğer gruplarla karĢılaĢtırıldığında istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde yüksek gözlenmiĢtir (58).
Türkiye'de ruhsal hastalıklar sık olarak görülmesine rağmen, bu bireylerin bir sağlık
kuruluĢuna baĢvurma oranı düĢüktür. Bunların da pek azına tanı konmakta ve etkili tedavi
sağlanabilmektedir. Bunun nedenlerinden biri birinci basamak sağlık hizmetlerinde görev
yapan pratisyen hekimlerin ruhsal hastalıkların önemi, tanı ve tedavisi konusunda yeterli
eğitim almamıĢ olmalarıdır (58).
Psikiyatrik bozukluklar konusunda diğer sağlık çalıĢanlarının (pratisyen hekimler, aile
hekimleri ve psikiyatri dıĢı hekimler) bilgilendirilmesi bir gereklilik olup, temel psikiyatrik
bozuklukların tanı ve tedavilerinin bilinmesi (tanının doğruluğu, uygun ilaç seçimi, ilaç
baĢlangıç ve sürdürüm dozu, ilaç kombinasyonları, ilaç yan etkileri, hastalık Ģiddeti,
görüĢmeye çağırılma sıklığı, vb) yanında tıbbi ve psikiyatrik bozuklukların yüksek düzeyde
eĢtanılılığı göz önünde bulundurulmalıdır. Hastalarda yeti kaybı olmaması veya bazı
bulguların kalıcılık göstermemesi için uygun doz ve sürede tedavi oldukça önemlidir (58).
2.6.2. Psikolojik Tedavi (BiliĢsel- DavranıĢçı Terapiler)
BiliĢsel-davranıĢçı terapiler (BDT)’den önce fobik bozuklukların tedavisinde önceleri
Freudian psikanaliz ve dinamik oryantasyonlu psikoterapiler kullanılmaktaydı. Bu
yaklaĢımlarda; fobilerin bilinçaltında saklı sorunların ve iç çatıĢmaların birer sembolik
ifadesi olduğu ileri sürmekte ve bilinç dıĢını inceleme yöntemleri ile (serbest çağrıĢım,
hipnoz, rüya yorumları, narkoanaliz gibi), bu sorunların bilince getirilmesi ve üzerinde
çalıĢılması ile anksiyetenin ortadan kaldırılacağı düĢünülmekteydi. Böyle bir tedavi çok
değerli olabilmekle birlikte, fazla zaman almakta (bazen yıllar) ve elde edilen sonuçlar da
istenilen ölçüde olmamaktaydı. Günümüzde ise davranıĢçı yaklaĢımlar özellikle özgül
fobilerin tedavisinde birkaç gün veya birkaç hafta içerisinde etkili olabilmektedir (59).
30
DavranıĢ tedavileri, oldukça genel bir ifadeyle, öğrenme ilkelerinin davranıĢ
bozukluklarının analiz ve tedavilerine sistematik bir biçimde uygulanıĢı olarak
tanımlanabilir. BaĢka bir deyiĢle davranıĢ tedavileri, öğrenme ilkeleri kullanarak insan
davranıĢlarında ölçülebilen ve gözlemlenebilen değiĢiklikler oluĢturan tedavi yaklaĢımıdır.
Bu yaklaĢım çerçevesinde uyumsuz davranıĢlar, örneğin fobik kaçınma davranıĢları, yanlıĢ
öğrenmeler aracılığıyla sonradan kazanılmıĢ davranıĢlar olarak kabul edilir. Bu nedenle
tedavi bir yandan bu uyumsuz davranıĢ biçimleri ortadan kaldırılırken, bir yandan da yeni
ve daha uyumlu davranıĢ biçimleri öğretilmeye çalıĢılır. DavranıĢçı yaklaĢımlar,
psikanalizden farklı olarak, mevcut sorunun kökeninde var olduğu ileri sürülen iç
çatıĢmaların analizi yerine, doğrudan “hedef uyumsuz davranıĢ” üzerinde odaklanır.
Böylelikle tedavide ele alınan da nesnel olarak ölçümü mümkün olmayan bilinçdıĢı süreçler
yerine ölçülebilen ve gözlemlenebilen uyumsuz davranıĢlar olmaktadır. DavranıĢçı
yaklaĢımlar baĢlangıçta birer semptom gibi görülen “hedef uyumsuz davranıĢları” doğrudan
değiĢtirmeye yönelik olmalarından dolayı oldukça yüzeysel bulunmuĢtur. Böyle bir
tedavinin kalıcı etkisinin olamayacağı ve bir süre sonra belirtilerin yineleyeceği ya da
semptom değiĢimi olacağı ileri sürülmüĢtür. Analitik kuramlarla, öğrenme kuramlarının
semptom anlayıĢındaki uzlaĢmazlıktan kaynaklanan bu tür kaygılar uzunlamasına kontrollü
izleme çalıĢmaları, tedavi sonunda elde edilen olumlu sonuçların izleme döneminde de
devam ettiğini göstermiĢtir. Çünkü hedef uyumsuz davranıĢlar birer semptom değil, bireyin
temel yaĢam alanları olan iĢ sosyal ve özel yaĢamlarını kısıtlayan davranıĢlardır. Fobinin
bireyin iĢ-sosyal ve özel yaĢamını ne kadar kısıtladığı düĢünüldüğünde, yaĢam kalitesini
giderek düĢüren ve bireyin özgürce iĢlev görmesine engel olan kaçınma davranıĢlarını
ortadan kaldırmaya yönelik bu davranıĢ tedavilerinin önemi kendiliğinden ortaya
çıkmaktdır (59).
DavranıĢ tedavilerinde amaç, semptomatik tedavilerde olduğu gibi sorunu bastırmak değil,
sorunla baĢa çıkma becerilerini kazandırmaktır. BaĢka bir deyiĢle amaç fobi oluĢturan
uyaranlarla karĢı karĢıya kalınca ortaya çıkan anksiyeteyle baĢa çıkmak becerileri
kazandırmaktır. Bu nedenle davranıĢ tedavilerinde nüksler oldukça düĢük oranlarda
görülmektedir. Örneğin panik atakları ile giden agorafobinin tedavisinde ortaya çıkan
bedensel belirtilerin katastrofik bir biçimde ölümle bağlantılı olarak yorumlanması hastanın
31
korkularını azaltacaktır. Yine sosyal fobik olgunun reddedilme gibi biliĢsel düzeydeki
endiĢelerinin öncelikle ele alınması ve düzeltilmesi, davranıĢçı uygulamaların sonuçlarını
daha da iyileĢtirecektir. (59).
BDT günümüzde psikoterapi alanında en önde gelen yaklaĢımlardan birisi haline gelmiĢtir.
Kaygı bozukluklarının tedavisinde sıklıkla BDT’lerden yararlanılmaktadır ve bu tedavinin
etkinliğini değerlendiren çok sayıda araĢtırma yapılmıĢtır. Bu araĢtırmaları değerlendiren
gözden geçirme ve metaanaliz makalelerinde BDT’nin hem kaygı belirtilerinin
azaltılmasında hem de kaygı bozukluklarının tedavisinde etkili olduğu ve bu etkilerin kalıcı
olduğu belirtilmektedir (60).
Çocuk ve Ergenlerde BDT
BDT’nin çocuk ve ergenler için etkili bir psikoterapi yöntemi olduğunun anlaĢılması
1990’lı yıllardan sonlarına doğru olmuĢtur. BiliĢsel terapinin çocuk ve ergen psikoterapisi
alanında yaklaĢık yirmi yıllık bir gecikme ile yerini almasında, biliĢsel terapinin temel
kavramlarının ve düĢünceyi sorgulayan rasyonel analiz tekniklerinin çocuklar için ne kadar
uygun olduğu sorusunun cevabının bilinmemesi önemli rol oynamıĢtır. Yıllar içinde
çocukların, pek çok soyut kavramı, somut bir dil, metaforlar ve günlük yaĢamdan pratik
örnekler verilerek açıklandığında anlayabildikleri ve terapide kendilerinden beklenen
“biliĢsel” görevleri yerine getirebildikleri görülmüĢtür (60).
Randomize kontrollü çalıĢmalardan elde edilen etki derecesi genellikle yüksektir ve tedavi
sonrası değerlendirmelerde BDT ile tedavi edilen çocukların yaklaĢık üçte ikisinin tedavi
olduğu saptanmıĢtır. Tedavisi tamamlanmıĢ çocukların izlendiği çalıĢmalarda tedavi
kazanımlarının genel olarak sürdüğü ortaya çıkmıĢtır. Ancak çocuk ve ergenlerde BDT
uygulaması 1990’lı yıllardan sonra yaygınlaĢmaya baĢladığı için henüz yeterli miktarda
takip çalıĢması bulunmamaktadır (60).
BiliĢsel modele göre kaygı bozukluğu olan çocuklarda fiziksel, duygusal, davranıĢsal,
biliĢsel ve kiĢilerarası iliĢkiler olmak üzere beĢ alanda değiĢiklikler olur. Tedavi, baĢ etme
becerilerini arttırmak yoluyla stres yaratan belirtileri susturmaya odaklanır (60).
32
BDT’de Temel İlkeler;
1. Kaygı bozukluğu olan çocuk ve ergenlerde BDT’nin öncelikli hedefi uygun
olmayan öğrenme ve düĢünme örüntülerini değiĢtirmektir.
2. Ġlk olarak “Ģimdi ve burada” yaklaĢımıyla Ģu anki problemlerin kökenleri
anlaĢılmaya çalıĢılır. Tedavide ağırlıklı olarak çocuğun belirtilerini sürdüren
etmenler üzerinde durulur.
3. BDT, beceri inĢa eden bir yaklaĢımdır. Terapistler yönlendirici ve seanslar çok
öğretici olarak düĢünülebilir; ancak seanslar sadece öğrenme sürecinin baĢlangıcı
olarak görülmektedir.
4. Oturumlarda çocuk ve aileye bazı beceriler öğretilir ve seans içerisinde pratik
yapması sağlanır. Ayrıca seans dıĢında uygulaması için verilen ev ödevleriyle de
çocuğun beceri kazanması ve bu becerileri geliĢtirmesi amaçlanır.
5. Tedavi, zaman sınırlıdır. Hedefler, çocuk ve ailesi tarafından terapistle iĢbirliği
içinde belirlenir. Yeterli beceri geliĢtiğinde ve tedavi hedeflerine ulaĢıldığında
tedavi sonlandırılır (60).
Kaygı bozukluğu olan pek çok çocuk ve ergende tedavi genellikle on iki veya on altı hafta
sürdüğü; nadiren altı aya kadar uzadığı belirtilmektedir (60).
2.6.3. Alternatif ve Tamamlayıcı Tedavi Yöntemleri
Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde yıllardır kullanılmakta olan etkisi araĢtırılmıĢ bazı
bitkiler PA hastalığında da alteratif tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bu bitkilerin
etkileri ve ilaçlarla etkileĢimleri aĢağıda kısaca açıklanmıĢtır.
Valeriana officinalis L.
Valeriana officinalis (kediotu)’ in sedatif ve anksiyolitik etkisi iyi bilinmektedir. Valerian
etki de denilen sakinleĢtirici etkiden içerisindeki 150 yi aĢkın uçucu yağlar sorumludur,
fakat bu yağların hiç biri tek baĢına bu etkiyi göstermezler, etkileri sinerjistiktir (61)
Valeriana officinaliis nörotransmitterlerde GABA benzeri etki oluĢturur, ayrıca
reseptörlerle etkileĢerek GABA salınımını artırdığı ve GABA inhibisyonunu engellediği
33
belirtilmektedir. Böylece sedatif etki oluĢturur (62).
BZD’ler ile ortak reseptörlerle etkileĢtikleri için benzodiazepinlerin etkisini artırırlar ve
böylece yan etki riskini de artırırlar. Ancan BZD’lerdeki bağımlılık yapma sorunu
Valeriana officinalis’te görülmez (61,63)
Passiflora incarnata L.
Passiflora incarnata L.(çarkıfelek) GABA/benzodiazepin reseptörleriyle etkileĢerek
anksiyolitik ve sedatif etki gösterir ve bu Ģekilde etki eden BZD’lerin etkisini artırır. Ayrıca
sedatif etkili diğer ilaç gruplarıylada benzer sedasyonu artırıcı etkisinden dolayı dikkatli
kullanılmalıdır (64)
Humulus lupulus L.
Humulus lupulus L.(Ģerbetçi otu) genellikle hafif sedasyon yapıcı ve yatıĢtırıcı olarak
kullanıldığı bildirilmektedir. Uykusuzluk tedavisinde Passiflora incarnata ve Melissa
officinalis gibi droglarla kombine preparatları mevcuttur. Non-psikiyatrik uyku bozukluğu
tedavisinde tercih edilebilir (65)
Matricaria chamomilla L.
Matrica chamomilla L.(alman papatyası) ile yapılan bir çalıĢmada farelere intraperitoneal
verilen alman papatyası ekstresinin BZD reseptörlerinin bağlanma bölgelerinde apigenin
ligantı gibi iĢlev gördüğü ve sonuçta kas gevĢetici etkinin yanında hafif sedatif ve
antikonvülsan etkilerinin olduğu tespit edilmiĢtir. Bu etkileriyle sedatif ilaçlara ek olarak
sedasyon sağladığı belirtilmektedir (66).
Melissa officinalis L.
Yapılan in vitro bir çalıĢmada diğer bitkilere oranla Melisa officinalis L.’in GABA-
transaminaz enzim inhibisyonu etkisinin yüksek olduğu bildirilmektedir. Böylece sedatif
etki gösterir (67).
34
3. SONUÇ
PA; endiĢe, korku (ölüm korkusu gibi) sıkıntı duygularını içinde bulunduran, nöbetler
Ģeklinde ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Psikolojik sorunlarla ya da bazı hastalıklarla birlikte
görülebilir. Hasta ani bir nöbette tamamen korku içindedir. Öleceğini, kalbinde bir sorun
olduğunu, kalp krizi geçireceğini düĢünür. Çoğunlukla nedensiz bir Ģekilde ortaya çıkar.
Beyindeki kimyasal maddelerden ya da beynin yan kısmının fonksiyonunu yitirmesi
sonucu ortaya çıktığı düĢünülmektedir. Tek baĢına ya da çeĢitli hastalıklarla birlikte ortaya
çıkabilir.
PA tanı ölçütleri, DSM-IV’e göre belirlenmektedir. Buna göre PA hastalığı, aĢağıdaki
belirtilerden dördünün ya da daha fazlasının birlikte ve aniden baĢladığı ve 10 dakika içinde
en yüksek düzeyine ulaĢtığı, ayrı bir yoğun korku ya da rahatsızlık duyma döneminin
olması Ģeklinde tanımlanmaktadır. Bu belirtiler (5);
1. Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması,
2. Terleme,
3. Titreme ya da sarsılma,
4. Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma hissi,
5. Soluğun kesilmesi,
6. Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi,
7. Bulantı ya da karın ağrısı,
8. BaĢ dönmesi, sersemlik hissi, düĢecekmiĢ ya da bayılacakmıĢ gibi olma,
9. Derealizasyon (gerçekdıĢı duygular) ya da depersonalizasyon (benliğinden sıyrılmıĢ
olma),
10. Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı kokusu,
11. Ölüm korkusu,
35
12. Parezteziler (uyuĢma ya da karıncalanma hissi),
13. ÜĢüme, ürperme ya da ateĢ basmaları Ģeklinde olabilir (5).
ÇeĢitli ülkelerde yapılan epidemiyolojik çalıĢmaların sonuçları, panik bozukluğun yaĢam
boyu prevalansının % 1.4-3.8 arasındaki değerlerde olduğunu ortaya koymuĢtur (9-13).
PB ile ilgili yapılan çeĢitli epidemiyolojik çalıĢmalar, genel populasyonda kadınlarda PB
görülme oranının erkeklere göre 2.5 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. BaĢlangıç
yaĢının özellikle kadınlarda, erken baĢlangıçlı (15-34 yaĢ) ve geç baĢlangıçlı (45-54 yaĢ)
olarak bimodal yaĢ dağılımı gösterdiği saptanmıĢtır. Ayrıca cinsiyetler arasındaki oranlar
yaĢla artmaktadır: 15-24 yaĢ arasındaki kadınlarda % 2.5 erkeklerde % 1.3; 35-44 yaĢ
arasındaki kadınlarda % 2.1 erkeklerde % 0.6 sıklığında görülmektedir. Evli olanlarda
görülme sıklığı düĢmektedir. Evli olmayanlarda, evlilere göre PB’nin görülme riski iki kat
artmaktadır. PB Ģehirde yaĢayanlarda, kırsal kesimde yaĢayanlara göre 1.5-2 kat daha fazla
görülmektedir. Sıralanan epidemiyolojik veriler değiĢik kültürlerde çok az farklılık
göstermektedir (13)
PB olan hastaların % 91’i ve agorafobi eĢlik edenlerin % 84’ünde en az bir psikiyatrik ek
tanısı vardır. PB’ da depresyon, agorafobi, sosyal fobi, genelleĢmiĢ anksiyete bozukluğu,
OKB, hipokondriazis, alkol ve madde kullanımının gibi eĢ tanılı durumlar bulunmuĢtur
(16,17).
Agorafobi, PB’nin bir komplikasyonu olarak ya da nadiren PB öyküsü olmadan da ortaya
çıkabilen; PA’nın ya da panik benzeri belirtilerin çıkması halinde kiĢinin yalnız kalmaktan,
kaçınmanın zor olacağı ya da bir yeti yitimi durumunda yardımın gelemeyeceği topluma
açık yerlerde bulunmaktan belirgin bir korku duyması Ģeklinde tanımlanmaktadır. KiĢi bu
durum ve yerlerden mümkün olduğunca kaçınmaktadır. Bu durumlarla karĢılaĢtığında
yoğun bir anksiyete ve kaçma isteği duymaktadır (7).
PA hastalığının tedavisi, esas olarak psikolojik tedavi ve farmakolojik tedavi olmak üzere
iki ana tedavi yöntemiyle olmaktadır. Ancak bunlara ek ve yardımcı alternatif tedavi
yöntemleri de geliĢtirilmektedir.
36
PA hastalığının tedavisinde etkinliği kanıtlanmıĢ ilaç grupları:
Trisiklik Antidepresanlar (TCA),
Monoamin Oksidaz Ġnhibitörleri (MAOI),
Selektif Serotonin Gerialım Ġnhibitörler (SSRI) ve
Benzodiazepinler (BZD)’dir.
Akılcı farmakoterapi ne zaman ilaç verilmesi, ne zaman verilmemesi yönünden kararlar
gerektirir. Günlük yaĢam olaylarına karĢı oluĢan emosyonel cevaplar genellikle tedavi
edilmemelidir. Depresyon ve psikoz gibi psikiyatrik hastalıklar farmakoterapi gerektirir
(57).
Uygun tedavinin olmaması hastanın hastalığını ve ıstırabını uzatabilir. Ġlaçların akılcı
kullanılmaması aynı anda yan etkilerin görülmesine yol açabilir. Ayrıntılı tıbbi ve
psikiyatrik anamnez ile birlikte hastanın ilaç tedavisine karĢı tutumunu da öğrenmek
gerekir (57).
Uygun ilaç tedavisi ayrıntılı bir Ģekilde seçilmelidir. Doz hastanın vereceği cevaba ve yan
etkilere göre ayarlanmalıdır. ġayet açıklanamayan yan etkiler ortaya çıkarsa bütün ilaçlar
geçici olarak kesilmelidir (57).
Bir defada sadece bir ilaçla baĢlamak genellikle önerilir, diğer ilaçlar ilave edilmeden önce
hastayı gözlemek gerekir. Arzu edilen cevap alınamazsa hastanın ilacı söylendiği gibi
almadığı düĢünülür.
BZD gibi sedatiflerin vücutta birikeceği akılda tutulmalıdır. ÇeĢitli psikotropik ilaçlar
verildiğinde psikotropik ve nonpsikotropik ilaçlar arasında oluĢabilecek interaksiyonlara,
aynı zamanda alkollü içeceklerle çeĢitli ilaçlar arasında oluĢabilecek karĢılıklı etkileĢime
dikkat etmelidir.
YaĢlı hastalarda çeĢitli ilaçların duyarlılığının fazla ve süreğen olabileceği unutulmamalıdır.
Bu hastalarda çeĢitli tıbbi hastalıklar psikiyatrik morbidite ile birlikte bulunabilir. Tedaviye
37
baĢlanılmadan önce, olası riskler ve yararlar konusunda hastaya bilgi vermelidir (57).
BDT günümüzde psikoterapi alanında en önde gelen yaklaĢımlardan birisi haline gelmiĢtir.
Kaygı bozukluklarının tedavisinde sıklıkla BDT’lerden yararlanılmaktadır ve bu tedavinin
etkinliğini değerlendiren çok sayıda araĢtırma yapılmıĢtır. Bu araĢtırmaları değerlendiren
gözden geçirme ve metaanaliz makalelerinde BDT’nin hem kaygı belirtilerinin
azaltılmasında hem de kaygı bozukluklarının tedavisinde etkili olduğu ve bu etkilerin kalıcı
olduğu belirtilmektedir (60).
Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde yıllardır kullanılagelmiĢ ve etkisi araĢtırılmıĢ bazı
bitkiler panik atak hastalığında da alteratif tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Valeriana officinalis, Melissa officinalis, Passiflora incarnata, Humulus lupulus,
Matricaria chamomilla gibi bitkiler bunlara örnektir.
PA hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, terapiler ve diğer destek tedavi yöntemleri
hastalığı iyileĢtirme ve hastaların yaĢam kalitesini yükseltmede etkili olmaktadır. Bununla
birlikte yeni geliĢtirilen ilaçlar ve tedavi yöntemleri de etkinlik göstermektedir.
38
KAYNAKLAR
1. Gallagher MW, Payne LA and White KS et. al. Mechanisms of change in cognitive
behavioral therapy for panic disorder: The unique effects of self-efficacy and anxiety
sensitivity. Behaviour Research and Therapy 2013;51: 767-777
2. Hofmann SG, Suvak MK and Barlow DH et al. Preliminary Evidence for Cognitive
Mediation During Cognitive–Behavioral Therapy of Panic Disorder. J Consult Clin
Psychol. 2007; 75(3): 374–379.
3. Tükel R.; Panik Bozukluğu. Klinik Psikiyatri 2002; 3: 5-13
4. Tyrer P. Treating panic: Psychological treatments are preferable to drug treatments.
1989;283:147-168
5. Amerikan Psikiyatri Birliği (1994) Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı,
4. Baskı (DSM-IV), (Çev. E.Köroğlu) Ankara, Hekimler Yayın Birliği.
6. Angst J. Panic Disorder: History and epidemiology. Eur.Psychiatry, 1998; 13(2): 51-
55
7. Breier A, Charney DS, Heninger GR (1986) Agoraphobia with panic attacks:
development, diagnostic stability, and course of illness. Arch Gen Psychiatry, 1986;
43: 1029-1036.
8. Turan M.T ve EĢel E. Panik Bozukluğun Elektrofizyolojisi. Klinik Psikofarmakoloji
Bülteni, 2002;12(2)
9. Katerndahl DA and Realini JP. Lifetime prevalance of panic states. Am. J. Psychiatry,
1993; 150:246-249.
10. Eaton WW, Kessler RC, Wittchen HU and Magee WJ. Panic and panic disorder in the
United States. Am J Psychiatry, 1994; 151(3): 413-420
11. Katerndahl DA and Realini JP. Quality of life and panic-related work disability in
subjects with infrequent panic and panic disorder. J Clin Psychiatry, 1997; 58(4) : 153-
158.
12. Regier CA, Farmer MA and Rae DS et al. Comorbidity of mental disorders with
alcohol and other drug abuse. JAMA, 1990; 264:2511-2518
39
13. Weissman MM, Bland RC and Canino GJ et al. The Cross-national Epidemiology of
Panic Disorder. Arch Gen Psychiatry, 1997; 54: 305-309.
14. Fyer AJ, Mannuzzza S and Copland JD et al. Panic Disorders and agoraphobia, In
Comprehensive Textbook of Psychiatry/VI Vol 1(Eds: Kaplan HI, Sadock BJ.)
Williams and Wilkins, Baltimore,1995; 1191-1204
15. Noyes R, Crowe RR, Harris EL et al. Relationship between panic disorder and
agoraphobia: A family study. Arch Gen Psychiatry, 1986;43: 227-232.
16. Stein MB, Tancer ME and Uhde TW at al. Major depression in patients with panic
disorder: Factors associated with course and recurrence. J Affect Disord, 1990;19: 287-
296.
17. Lesser IM, Rubin RT and Rifkin RP et al. Secondary depression in panic disorder and
agoraphobia. II. Dimensions of depression symptomatology and their response to
treatment.J Affect Dis, 1989; 16: 49-58.
18. Leckman JF, Weissman MM, Merikangas KR et al.. Panic disorder and major
depression: Increased risk of depression,alcoholism, panic, and phobic disorders in
families of depressed probands with panic disorder. Arch Gen Psychiatry, 1983;40:
1055-1060.
19. Stockwell T, Smail P, Hodgson R Alcohol dependence and phobic anxiety states: II. a
retrospective study. Br J Psychiatry,1984; 144: 58-63.
20. Lepine JP, Chignon JM, Teherani M Suicide attempts in patients with panic disorder.
Arch Gen Psychiatry,1993; 50: 144-149.
21. Faravelli C and Paionni A Panic disorder: Clinical course,etiology and prognosis.
Panic Disorder: Clinical Diagnosis,Management and Mechanisms, DJ Nutt, JC
Ballenger, JP Lepine(Ed), London, Martin Dunitz.1999; 117-120
22. Gareri P, Falconi U, De Fazio P, De Sarro G. Conventional and new antidepressant
drugs in elderly. Prog Neorobiol 2000; 61:353-96.
23. Flint AJ. Pharmacological treatment of depression in late life. Can Med Assoc 1997;
157:1061-7.
24. Baldessarini RJ. Drugs and the treatment of psychiatric disorders. In: Hardman JG,
40
Limbird LE, Molinoff PB, eds. Goodman and gilman’s the pharmacological basis of
therapeutics. 9th ed. New York: McGraw-Hill Press, 1996; 431-59.
25. Rickels K and Schweizer EE: Curretn pharmacotherapy anxiety and panic. In Meltzer
HY (ed), Psychopharcoloji, Raven Press, New York, 1987; 1193-1203
26. Mavissakalian MR, Perel JM: Ġmipramine doseresponse relationship in panic disorder
with agoraphobia. Arch Gen Psychiatry 1989;46: 127-131
27. Uhde TW, Nemiah JC: Panic and generalized anxiety order. In Kaplan HI, Sadock BJ
(ed), volume I, fifth edition Williams and Wilkins, Baltimore, 1989; 952-972
28. Cerra D, Trimipramine for refractory panic attacks. Am J Psychiatry,2006; 163:3.
29. Parent MB, Master S, Kashlub S et al. Effects of the antidepressant/antipanic drug
phenelzine and its putative metabolite phenylethylidenehydrazine on extracellular
gammaaminobutyric acid levels in the striatum. Biochem Pharmacol,2002;63(1): 57-64
30. Haddad LM. Tricyclic antidepressants. In: Haddad LM, Shannon MW, Winchester JF,
eds. Clinical management of poisoning and drug overdose. 3rd ed. Toronto: W.B.
Saunders Company, 1998; 437-66.
31. Yap YG, Camm AJ. Drug induced QT prolongation and torsades de pointes. Heart
2003; 89:1363-72.
32. Roose SP, Miyazaki M. Pharmacologic treatment of depression in patients with heart
disease. Psychosom Med 2005; 67:54-7.
33. Gelenberg AL. Antidepressants in the general hospital. CMAJ 1979; 120:1377-85.
34. Ladino M, Guardiola VD and Paniagua M. Mirtazapine-induced hyponatremia in an
elderly hospice patient. J Palliat Med 2006; 9:258-60.
35. Montgomery SA, Baldwin DS, Riley A. Antidepressant medications: a review of the
evidence for drug-induced sexual dysfunction. J Affect Disord 2002; 69:119-1140.
36. Albertini RS, Penders TM. Agranulocytosis associated with tricyclics. J Clin
Psychiatry 1978; 39:483-5.
37. Ryan ND and Varma D. Child and adolescent mood disorders -experience with
serotonin-based therapies. Biol Psychiatry 1998; 44:336-40.
38. Glue P, Coupland N and Nutt DJ Pharmacological basis for the therapeutic activity of
41
MAOI's, Clinical Advances in Monoamine Oxidase Inhibitor Therapies. SH Kennedy
(Ed), Washington, American Psychiatric Press,1994; s.1-33.
39. Van Vliet IM, Westenberg HG and Den Boer JA MAO inhibitors in panic disorder:
clinical effects of treatment with brofaromine. A double blind placebo controlled
study.Psychopharmacology,1992; 12(4):483-489
40. Ünal E, Mete L, Gülseren L, Eliküçük B Fluvoksamin kullanımı sonucunda geliĢen saç
kaybı(olgu sunumu) 2008; 2:1-2
41. Tamam L Özgül Serotonin Geri Alım Engelleyicilerine Bağlı Kesilme Sendromları.
Klinik Psikiyatri,2001; 4:102-111
42. Maron E and Shlik J Serotonin function in panic disorder: Important, but why?
Neuropsychopharmacology 2006;31, 1-11.
43. Ballenger JC, Wheadon DE, Steiner M et al. Doubleblind, fixed-dose, placebo-
controlled study of paroxetine in the treatment of panic disorder. Am J Psychiatry,
1998;155(1):36-42.
44. Watanabe T, Ueda M, Saeki Y et al. High plasma concentrations of paroxetine ımpede
clinical response in patients with panic disorder. Ther Drug Monit,2006; 29:40-44.
45. Lecrubier Y, Bakker A, Dunbar G et al. A comparison of paroxetine, clomipramine
and placebo in the treatment of panic disorder. Collaborative paroxetine panic study
investigators. Acta Psychiatr Scand,1997; 95(2):145-152.
46. Yeragani VK, Pohl R, Jampala VC et al. Effects of nortriptyline and paroxetine on QT
variability in patients with panic disorder. Depress Anxiety,2000; 11:126-130.
47. Kim EJ and Yu BH Increased cholesterol levels after paroxetine treatment in patients
with panic disorder. J Clin Psychopharmacol,2005; 25: 597-599
48. Hariri AG, Ceylan ME Depresyonda ilaç tedavisi: özgül serotonin geri alım
engelleyicileri. Duygudurum Dizisi,2003; 7: 339- 345.
49. Alkın T, Birinci basamakta panik bozukluğu tedavisi. Klinik Psikiyatri,2002; 5(Ek 3):
22-31.
42
50. Bandelow B, Behnke K, Lenoir S et al. Sertraline versus paroxetine in the treatment of
panic disorder: an acute, double- blind noninferiority comparison. J Clin
Psychiatry,2004; 65(3):405-413.
51. Perna G, Bertani A, Caldirola D et al. A comparison of citalopram and paroxetine in
the treatment of panic disorder: a randomized, single-blind study.
Pharmacopsychiatry,2001;34(3): 85- 90.
52. Pollack MH, Lepola U, Koponen H et al. A doubleblind study of the efficacy of
venlafaxine extended-release, paroxetine, and placebo in the treatment of panic
disorder. Depress Anxiety,2007; 24:1-14
53. O. Karamustafalıoğlu, M. Yılmaz, B. Özcelik, B. Bakım, M. Guveli, Psikiyatri ve
PsikiyatridıĢı Hekimlerin Benzodiazepin Reçetesi Yazma Örüntülerinin incelenmesi.
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2005;15:5-13
54. Eradamlar N, Arkonaç O, Psikiyatri Kliniğinde Benzodiazepinler.
Onlinemakale.dusunenadamdergisi.org
55. Susman J, Klee B The role of high-potency benzodiazepines in the treatment of panic
disorder. Prim Care Companion J Clin Psychiatry,2005; 7(1): 5-11.
56. Çetin M, Psikiyatrik Uygulamada Ġlaç EtkileĢimleri. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni
1999;9(2) :78-92
57. Eker E, Psikiyatride Akılcı Ġlaç Kullanımı. Ġ.Ü. CerrahpaĢa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp
Eğitimi Etkinlikleri Akılcı Ġlaç Kullanımı Sempozyumu 1999; 151-158
58. Karamustafalıoğlu O, Özçelik B, Bakım B ve ark. Psikiyatri ve Psikiyatri DıĢı
Hekimlerin Psikiyatrik Ġlaç Reçeteleme Örüntülerinin Ġncelenmesi ve Tedavinin
Değerlendirilmesi. DüĢünen Adam; 2007, 20(3):132-140
59. Sungur M,Fobik Bozukluklar.Psikiyatri Dünyası. 1997;11:1-5
60. Karakaya E, Öztop DB, Kaygı Bozukluğu Olan Çocuk ve Ergenlerde BiliĢsel
DavranıĢçı Terapi. BiliĢsel DavranıĢçı Psikoterapi ve AraĢtırmalar Dergisi ;2013;2:10-
24
61. Houghton PJ. The scientific basis for the reputed activity of valerian. J Pharm
Pharmacol 1999;51:505-512
43
62. Riedel E, Hansel R, Ehrke G. Inhibition of gammaaminobutyric acid catabolism by
valerenic acid derivatives. Planta Med 1982;46:219-220.
63. Andreatini R, Sartori VA, Seabra ML, Leite JR. Effect of valepotriates (valerian
extract) in generalized anxiety disorder: a randomized placebo-controlled pilot study.
Phytother Res 2002;16:650-654.
64. Grundmann O, Wang J, McGregor GP, Butterweck V. Anxiolytic activity of a
phytochemically characterized Passiflora incarnata extract is mediated via the
GABAergic system. Planta Med 2008;74:1769-1773.
65. Blumenthal M. The Complete German Commission E Monograph: Therapeutic Guide
to Herbal Medicines. Austin, TX: American Botanical Council; 1998:147-150.
66. Viola H, Wasowski C, Levi de Stein M, et al. Apigenin, a component of Matricaria
recutita flowers, is a central benzodiazepine receptors-ligand with anxiolytic effects.
Planta Med 1995;61:213-216.
67. Awad R, Levac D, Cybulska P, et al. Effects of traditionally used anxiolytic botanicals
on enzymes of the gamma-aminobutyric acid (GABA) system. Can J Physiol
Pharmacol 2007;85:933-942.
44
ÖZ GEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı Soyadı: Emel YAVUZ ÖZTÜRK
Uyruğu: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
Doğum Tarihi ve Yeri: 22.04.1990 - Kozaklı/NEVŞEHİR
EĞİTİM BİLGİLERİ
İlk Öğretim: M. Cemile Oğulcuklu İlköğretim Okulu - Mezuniyet Yılı: 2004
Orta Öğretim: Nuh Mehmet Baldöktü Anadolu Lisesi - Mezuniyet Yılı: 2008
Lisans: Erciyes Üniv. Eczacılık Fakültesi - Halen 5. sınıf öğrencisi olarak öğrenim
görmekte
İLETİŞİM BİLGİLERİ
e-mail: [email protected]