T.C. - Stratejik Operasyon...“seçim psikolojisi” tüketici davranışının seçimlerdeki...
Transcript of T.C. - Stratejik Operasyon...“seçim psikolojisi” tüketici davranışının seçimlerdeki...
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ ANA BİLİM DALI
TÜRKİYE’DE OY VERME DAVRANIŞI
( CHP ÖRNEĞİ )
Yüksek Lisans Tezi
Hazırlayan
Semih Can Ateş
Tez Danışmanı
Dr. Burak Sönmezer
ANKARA-2013
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ ANA BİLİM DALI
TÜRKİYE’DE OY VERME DAVRANIŞI
( CHP ÖRNEĞİ )
Yüksek Lisans Tezi
Hazırlayan
Semih Can Ateş
Tez Danışmanı
Dr. Burak Sönmezer
ANKARA-2013
i
ÖNSÖZ
Bu tez çalışmasında demokrasilerin önemli araçlarından olan “oy verme
davranışı” incelenmiştir. Amaç, oy verme davranışını etkileyen sosyoekonomik
faktörlerin, siyasal ve kişisel değerlerin, medya takipçiliğinin ve Avrupa Birliği’ne
(AB) olan yaklaşımların Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) seçmenine oy verme
davranışındaki etkisinin tespitidir.
Günümüz Dünya’sında ve Türkiye’sinde çeşitli faktörlerin davranışlarımızın
ve kararlarımızın şekillenmesinde etkisi bulunmaktadır. Tez içinde belirlenen
faktörler tümünü kapsayamamaktadır. Her akademik çalışma gibi bu çalışma da
sınırlı bir bakışı içermektedir.
Çalışmalarım esnasında her türlü görüş, teşvik ve yardımlarını esirgemeyen
danışmanım Sayın Dr. Burak Sönmezer’e, hem tez konusundaki derin ve önemli
katkıları hem de SPSS hakkındaki bilgilendirmeleri için Sayın Doç. Dr. Emre
Toros’a teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca değerli fikirlerini benimle paylaşan Aydın
Zaim’e kıymetli dostluğu için teşekkürü bir borç bilirim.
Değerli eşim Esra’ya dağınıklığıma katlandığı için, bu çalışmaya ayırdığım
zamana gösterdiği hoşgörü için ve her şeyden önemlisi vermiş olduğu sonsuz manevi
destek için çok şey borçluyum. Hiçbir an eksilmeyen maddi ve manevi destekleri için
haklarını ödeyemeyeceğim Anneme, Babama ve Kardeşime de sonsuz teşekkürlerimi
sunarım.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ......................................................................................................................... İ
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... İİ
KISALTMALAR ..................................................................................................... İV
TABLOLAR ............................................................................................................. Vİ
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM ...................................................................................................... 4
TEORİK ARKA PLAN ............................................................................................. 4
1.1. BAĞIMLI DEĞİŞKEN ................................................................................. 4 1.1.1. Oy Verme Davranışı ................................................................................... 4
1.2. BAĞIMSIZ DEĞİŞKENLER ....................................................................... 7 1.2.1. İdeoloji ........................................................................................................ 7 1.2.2. Milliyetçilik ............................................................................................... 16 1.2.3. İslamcılık ................................................................................................... 27 1.2.4. Dindarlık ................................................................................................... 36 1.2.5. Muhafazakârlık ........................................................................................ 38 1.2.6 Avrupa Birliği Sorunu ................................................................................ 45 1.2.7 Medya ve Siyaset ........................................................................................ 52 1.2.8. Sosyo-Ekonomik Faktörler ....................................................................... 54
1.3. CUMHURİYET HALK PARTİSİ ................................................................... 61 1.3.1 Cumhuriyet Halk Partisi Tarihi ................................................................. 61 1.3.2.CHP ve Siyasi Kimliği ............................................................................... 72 1.3.3. CHP ve Genel Seçim Performansları ....................................................... 75
İKİNCİ BÖLÜM ...................................................................................................... 79
YÖNTEM, VERİ, BULGULAR ............................................................................. 79
2.1. VERİ VE YÖNTEM ........................................................................................ 79 2.1.1. Bağımlı Değişken “Oy” ............................................................................ 79 2.1.2. İdeolojik Yönelim ...................................................................................... 79 2.1.3. Kişisel Değerler ........................................................................................ 79 2.1.4. Politik Değerler ........................................................................................ 81 2.1.5. Medya........................................................................................................ 82 2.1.6. Avrupa Birliği ........................................................................................... 82 2.1.7. Sosyoekonomik Faktörler ......................................................................... 82
iii
2.1.8. Multinominal Lojistik Regresyon Modeli ................................................. 83 2.2. BULGULAR ................................................................................................... 87
2.2.1.Çoklu Regresyon Bulguları ........................................................................ 87 2.2.2. CHP-AKP Karşılaştırması ........................................................................ 89 2.2.3. CHP - MHP Karşılaştırması..................................................................... 90 2.2.4. CHP-BDP Karşılaştırması ....................................................................... 91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .................................................................................................. 79
TARTIŞMA .............................................................................................................. 93
SONUÇ ...................................................................................................................... 98
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 101
ÖZET ....................................................................................................................... 118
ABSTRACT ............................................................................................................ 119
iv
KISALTMALAR
AB Avrupa Birliği
ABD Amerika Birleşik Devletleri
AET Avrupa Ekonomik Topluluğu
AİHM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
AKP Adalet ve Kalkınma Partisi
ANAP Anavatan Partisi
AP Adalet Partisi
BDP Barış ve Demokrasi Partisi
BM Birleşmiş Milletler
CHF Cumhuriyet Halk Fırkası
CHP Cumhuriyet Halk Partisi
DEHAP Demokratik Halk Partisi
DİSK Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
DP Demokrat Parti
DSP Demokratik Sol Parti
EURATOM Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
EVS EuropeanValuesStudy
FP Fazilet Partisi
HP Halkçı Parti
MGK Milli Güvenlik Kurulu
MHP Milliyetçi Hareket Partisi
v
MİSK Milliyetçi İşçi SendikalarıKonfederasyonu
MNP Milli Nizam Partisi
MRA Multinominal Regresyon Analizi
MSP Milli Selamet Partisi
NATO Kuzey Atlantik Paktı
RP Refah Partisi
SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCF Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
TİP Türkiye İşçi Partisi
TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu
TÜSİAD Türkiye Sanayici İş Adamları Derneği
vi
TABLOLAR
TABLO-1: 1990, 1997, 1999 SEÇİMLERİ İDEOLOJİK KONUMLARA GÖRE OY
DAĞILIMLARI ....................................................................................................... 15
TABLO-2: GENEL SEÇİM SONUÇLARI .......................................................................... 78
TABLO-3: KİŞİSEL BİR DEĞER OLARAK DİNDARLIK ÜZERİNE FAKTÖR ANALİZİ ........ 80
TABLO-4:POLİTİK DEĞERLER OLARAK MİLLİYETÇİLİK VE İSLAMCILIK ÜZERİNE
FAKTÖR ANALİZİ; ................................................................................................ 81
TABLO-5: AB SORULARI ÜZERİNE FAKTÖR ANALİZİ .................................................. 82
TABLO 6: AÇIKLANMIŞ OY TERCİHİNİN YÜZDE DAĞILIMI .......................................... 84
TABLO-7: TBMM’ DE YER ALAN SİYASİ PARTİLERİN CİNSİYET, GELİR, EĞİTİM VE
YAŞ BAZINDA YÜZDE DAĞILIMLARI, 2009 ......................................................... 85
TABLO 8: SİYASİ PARTİLER BAZINDA BAĞIMSIZ DEĞİŞKENLERİN KONTROL
DEĞİŞKENLERİNE GÖRE ORTALAMALARI ............................................................ 86
TABLO 9: ÇOKLU REGRESYON TAHMİN SONUÇLARI: DURUM SÜREÇLENDİRME ÖZETİ
............................................................................................................................ 87
TABLO-10: KARŞILAŞTIRMALAR ................................................................................. 88
1
GİRİŞ
“Türkiye’de Oy Verme Davranışı: CHP Örneği” başlıklı bu araştırmanın
sorusu genel olarak, oy verme davranışının hangi değişkenlerden etkilendiğidir ve
özel olarak da CHP seçmeni için bu değişkenlerin ne derece anlamlı olduklarıdır. Bu
sorunun önemi toplumsal hayatımızı şekillendiren siyasal süreçlerin belirlenmesiyle
olan ilişkisinde gizlidir. Hukuk kuralları ile yönetilen bir devlette yasa yapıcıların
belirlenmesi süreci kuşkusuz ki incelemeye değer bir alandır. Zira oy verme ile
ortaya çıkan sonuçlar, yönetimi ele alacak olan grubun belirlenmesini sağlar.
Günümüz dünyasında oy verme davranışını etkileyen birçok neden
bulunmaktadır. Siyasal alan, toplumsal yaşamdan ayrı değildir ve onun etkilendiği
unsurlardan etkilenmektedir. Bu unsurlar seçimler yoluyla yönetime getirilen siyasi
partilerin siyasetlerini de belirlemektedir. Ancak çok sayıdaki değişkenin tamamının
çalışmamız kapsamında değerlendirilmesi mümkün olamadığından, belirlenen
değişkenlerin belli anlamlı elemelere tabi tutulması gerekmiştir.
Bu çerçevede bağımsız değişkenler üzerindeki belirleme kıstası, iki önemli
etmen tarafından yönlendirilmiştir. İlk ve en önemli kıstas, oy verme davranışına etki
eden etmenlerin bulunduğu literatürdeki zenginlik ve teorik bilimsel yöntemlerle
ilgili verilerin varlığıdır. İkinci kıstas, tercih edilen değişkenlerin istatistikî olarak
işlenebilecek bir yapıda bulunmasıdır. Seçilen değişkenlerin, European Values Study
(EVS) tarafından 2008 yılında bilimsel olarak ölçümleri yapılmıştır ki bu durum
analiz ve değerlendirmeler için veri dayanağı oluşturmaktadır.
Bu çerçevede oy verme davranışını etkileyen bağımsız değişkenler:
• Sosyo-ekonomik Faktörler: Yaş, Cinsiyet, Eğitim ve Gelir
• İdeolojik Konum: Sağ ve Sol
2
• Siyasal Değerler: Milliyetçilik, İslamcılık
• Kişisel Değerler: Muhafazakârlık, Dindarlık
• Medya Takipçiliği
• Güncel Sorun Alanı: Avrupa Birliği
olarak belirlenmiştir.
Demokrasilerde vatandaşlar hür iradeleriyle kullandıkları oy ile yöneticilerini
belirlerler. Seçmenler bu oy verme eylemini farklı sebeplere dayanarak
gerçekleştirirler. Bu bağlamda, belirlenen bağımsız değişkenlerin yön verdiği unsur,
seçmenlerce kullanılan oydur. Dolayısıyla bu çalışmada bağımlı değişken olarak “oy
verme davranışı” çalışmanın merkezinde yer alır.
Araştırma sorusunun üzerinde yoğunlaştığı siyasal parti ise CHP’dir. Siyasal
partiler, hükümet görevini seçimler yoluyla elde etmeye çalışan örgütlenmelerdir.
Toplumsal bölünmeleri simgelerler. Bölünmeye sebep olamayacak ya da siyasal alan
içinde yer alamayacak konuların oy verme davranışı bağlamında halk nezdinde
anlam bulması da güçtür. Dolayısıyla siyasal parti seçiminde hem bir bölünmenin
temsilindeki gücü, hem de temsil ettiği bölünmenin konusunun gücü dikkate
alınmıştır. Bu durum diğer siyasal partilerin ve özellikle daha dar seçmen kitlesine
sahip olanların, inceleme kapsamına alınamayacağı anlamına gelmez. Böyle
bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu siyasal partisi olan CHP, araştırmanın
gerçekleştirildiği tarih itibariyle mecliste yer alan ikinci büyük çoğunluğa sahip
siyasi partidir.
Bu çalışmada belirlemiş olduğumuz bağımsız değişkenler içinde, seçilen
siyasi partinin, hangi değişkenlerin etkisi ile tercih edildiği analiz edilmeye
çalışılacaktır. Çalışma, üç ana bölüm olarak düzenlenmiştir. Bu amaçla, birinci
bölümde teorik alt yapıyı oluşturan bağımlı değişkenin ve bağımsız değişkenlerin
tanımlarına yer verilmiştir. Yine birinci bölüm CHP’nin bir siyasal parti olarak
3
kuruluşu, ideolojisi, işleyişi ve çok partili hayatla birlikte almış olduğu oy oranları ile
detaylandırılarak teorik alt yapıyı oluşturmuştur.
İkinci bölüm, kullanılan yöntemin anlatıldığı ve bu yöntem ile ortaya
çıkarılan bulguların değerlendirildiği bölüm olmuştur. Bu kapsamda EVS 2008’de
elde edilen bulgular araştırma konusu kapsamında ayrıştırılarak multinominal
regresyon analizine (MRA) tabi tutulmuştur.
Üçüncü bölümde ise ortaya çıkan bulgular teorik arka plandaki tanımlarına
uygun olarak ve araştırma sorusu doğrultusunda tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK ARKA PLAN
1.1. BAĞIMLI DEĞİŞKEN
1.1.1. Oy Verme Davranışı
İnsanların birey olarak oy vermek için seçimlere katılmasının miladı
geçtiğimiz yüzyıla tekabül eder. Oy verme eylemine kadınların dâhil olabilmesi ise
daha yakın tarihte yer alan bir olgudur. Günümüzde ise oy vermek hem bir hak hem
de bir ödev hüviyetine sahiptir. Oy vermek bir haktır, böylece vatandaşlar
yöneticilerini kendi seçimleriyle belirlerler. Bir ödevdir ki bu ödevden kaçınmanın
bazı yasal yaptırımları söz konusudur.
Siyasal katılım yollarından biri olan oy verme eylemi seçmenin iki noktada
karar verdiği anlamına gelir. Bunlardan ilki oy verme veya vermeme kararının
alınmış olmasıdır. Eğer seçmen bağımsız bir şekilde sandık başına gidiyorsa ya da
gitmiyorsa ilk basamak olan oy verme veya vermeme kararını almış olmaktadır. Oy
verme kararını almış olan seçmen ise ikinci basamak karar olan hangi partiye, hangi
adaya oy vereceği kararını uygulamaya geçirir (Kalaycıoğlu, 1984: 257-258).
Oy verme sonucunda toplumsal yapıda oluşabilecek yapısal değişimler
(Türkiye 1950 seçimleri gibi) siyasi partilerin öneminin artmasını sağlamıştır.
Dolayısıyla siyasal partiler sürekli gelişim göstermek durumda kalmışlardır
(Kalaycıoğlu, 1984: 259). Seçmen kitlelerinin yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Bu
nedenlerle siyasi partiler oy verme davranışının incelendiği çalışmalarda merkezde
yer almaktadırlar (Kalaycıoğlu, 1984: 259).
Dünya’da oy verme davranışını inceleyen araştırmaların tarihini 1910’lu
(Nie&Verba, 1989: 145), 1920’li (Kalaycıoğlu, 1984), 1950’li (Esmer, 1999: 33-34,
5
Nie&Verba, 1989: 145) yıllara götüren çalışmalar mevcuttur. Ancak kapsamları
itibariyle bu alanda üç farklı yaklaşım öne çıkmaktadır.
Columbia Çalışmaları olarak adlandırılan araştırmalar bunlardan ilkidir.
Columbia Üniversitesi bünyesinde Paul Lazarsfeld öncülüğünde yapılan çalışmalar
1940’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın merkezinde Amerika Birleşik
Devletleri (A.B.D) Başkanlık seçimlerindeki seçmen davranışının incelenmesi
bulunur. Sonuçları ise “People Choice” adıyla yayınlanan raporla sunulmuştur.
Lazarsfeld öncülüğündeki bu ekibin çalışmaları başkanlık seçimi kampanyası
boyunca bireysel oy verme davranışını ölçmek için kurgulanmıştır. Bu odak tüketici
davranışları, propaganda etkileri, savaş analizleri, pazar araştırmasını içeren
temellere dayandırılmıştır (Bartels, 2008). Nitekim Lazarsfeld’in gerçek konusu olan
“seçim psikolojisi” tüketici davranışının seçimlerdeki yansımalarının incelenmesi
şeklini almıştır. Çalışma sonuçlarında medya etkisinin düşük seviyede ölçülmesi
Columbia araştırmacıları için sürpriz olarak değerlendirilebilir (Bartels, 2008: 3).
Çalışmada “enformasyonun aktarılması ve tutumların değişmesinde kişiler arası
ilişkilerden doğan etkinin geniş bir rol oynadığı birincil grupların önemli olduğu ve
kitle iletişim araçlarının doğrudan rolünün sınırlı olduğu saptanmıştır” (Erdoğan,
2010: 2).
Columbia Okulu çalışmalarındaki bir diğer bulgu oy vermenin temel olarak
bir grup deneyimi olmasıdır. Bu oy verme davranışına olan sosyolojik bir
yaklaşımdır. Lazarsfeld araştırmalarında, insanların tercihleri ve davranışlarında,
ideolojilerin veya rasyonel tercihlerin değil, birincil olarak grupların etkin olduğunu
sundu. 1954’deki çalışmalarında, oy vermeyi, “kavimsel mesele” olarak niteledi,
çünkü analizler insanların oylarını kendilerini bağlı hissettiği gruba göre verdiklerini
göstermiştir. Lazarsfeld, ideolojinin etkisini devre dışı bırakmıştır. İdeolojiyi bir
teoriye dayanan düşünce sistemi olarak değerlendirirsek ona göre böyle bir teorik
tercih söz konusu olmamaktadır (Erdoğan, 2010: 3).
6
Lazarsfeld ve Columbia Çalışmalarındaki meslektaşlarının çalışma anlayışı
seçim kampanyaları ve seçim anketlerinin çalışma alanının zenginliğini ortaya
koymuştur. Bu doğrultuda seçimlerle ilgili yapılan çalışmalar Michigan Modeli
olarak isimlendirilen araştırmalarla sürdürülmüştür. Converse ve arkadaşları
tarafından hazırlanan “Ulusal Seçim Çalışmaları” isimli çalışmalar süreci
seçmenlerin, hangi adayı veya partiyi seçeceklerine nasıl karar verdikleri, ne denli
bilgilendirilmiş oldukları ve tutarlılık düzeyleri kapsamında değerlendirmelerde
bulunmaktadır (Brooks, 2006:193).
Amerikan Seçmenleri için ilk veriler 1952 ve 1956 başkanlık seçimleriyle
bağlantılı olarak ortaya konmuştur. Michigan çalışmaları ulusal anket örnekleri ile
ulusal düzeydeki seçmenin oy verme kararlarını anlayabilme amacını taşımıştır
(Bartels, 2008: 7). 1952’deki araştırma “Seçmen Karar Veriyor” adıyla
hazırlanmıştır. Bu çalışma adaylar, sorunlar ve partiler öğelerinin oy vermedeki
etkisinin üzerinde yoğunlaşmıştır. 1956’daki gerçekleştirilen çalışma “Amerikan
Seçmeni” adıyla hazırlanmıştır. Bu çalışma ise bireysel oy tercihini etkileyen üç
öğenin (adaylar, sorunlar, partiler) görece ağırlıklarının kıyaslanması konusuna
odaklanmıştır (Nie&Verba, 1989: 150).
Seçmen davranışının ekonomik değişkenlerden etkilendiği fikri temelinde
şekillenen “Rasyonel Tercih Yaklaşımı” seçmenin kendi çıkarlarını bildiği ve bu
doğrultuda oy kullandığı varsayımına dayanmaktadır. Michigan Okulunun
çalışmalarından oy vermede aday, parti, sorun üçlemesinin dışında bir yaklaşıma
sahip olmasıyla ayrılır (Özer&Meder, 2008: 32-35). Sonuç olarak başlangıç noktaları
olarak ortaya çıkan bu çalışmalar farklı boyutlarda sürdürülmeye devam etmektedir.
Günümüzde de oy verme davranışının etkenlerinin incelenmesi hala önemli bir
araştırma alanıdır.
Oy vermenin belli anlamları bulunmaktadır. Bu anlamlar aynı zamanda oy
vermenin işlevlerini de içermektedir. Bu işlevler Kalaycıoğlu’nun (Kalaycıoğlu,
1984: 251-253) yapmış olduğu çalışmada detaylandırılmıştır. Buna göre oy vermenin
7
birinci ve merkezde bulunan işlevi, seçmenlerin yaşamlarını belirlemesidir. Bu,
yöneticilerin seçilmelerinin vatandaşlarca yapılmasını ifade eder. Oy vermenin
yüklendiği ikinci anlamı onun yöneticilerin uygulamalarına şekil vermesi noktasında
işlevselleşmesidir. Bu işlev bir sonraki seçimi düşünen yöneticilerin davranışlarında,
verdikleri kararlarda ve atacakları adımlarda seçmenin tepkisini dikkate almasını
içermektedir (Kalaycıoğlu, 1984: 251-253).
Oy verme bireyin siyasal rejime olan bağlılığının da ortaya çıktığı bir
davranıştır. Seçmen oy kullanmak suretiyle mevcut siyasal sistemin uygulamalarını
meşru saydığını ifade eder. Tersi şekilde oy verme, siyasal rejimin değişmesinde
görev yapmaktadır. Bu, oy kullananan seçmenlerin siyasal rejimi değiştireceğini
öneren/vaadeden siyasal partiye oy vermesiyle hayata geçmiş olur. Oy verme
bunlardan bağımsız olarak duygusal sebeplerle de gerçekleşebilir. Seçmenler bu
davranışı dini bir ayine katılmak gibi törensel bir anlam yükleyebilir. Benzer şekilde
sandık başına gitmekten ve seçimleri takip etmekten duyulan olumlu his de duygusal
sebeplere dâhil edilebilir. Son olarak oy vermenin hiç bir işlev yüklenmediği
durumlar da söz konusudur. Bu durum oy vermeye kayıtsız kalma halidir
(Kalaycıoğlu, 1984: 251-253).
1.2. BAĞIMSIZ DEĞİŞKENLER
1.2.1. İdeoloji
İdeoloji kavramı, ona olumlu veya olumsuz anlamlar yüklenerek
kullanılmaktadır. Kavram, diğer kavramlar gibi tarihsel süreçler içerisinde yeni roller
üstlenebilmekte, yeni ve farklı anlamlar kazanabilmektedir. İdeoloji kavramının
bilimsel algılanışının yanı sıra günlük yaşamda da hayat bulduğu söylenebilir. Her
iki durumda da olumlu veya olumsuz anlamların yüklenmesi durumu geçerlidir.
8
İdeoloji kavramı tarih boyunca kendisine rakip inanç ve doktrinleri suçlamak
veya eleştirmek için kullanılmıştır (Heywood, 2011: 70). Örneğin bir ideoloji olarak
Marksizm bazıları için gerçekleri çarpıtan yanlı bir öğreti iken bazıları için de
gerçekleri ortaya çıkarmaya yarayan bilimsel bir araçtır (Mardin, 2002: 16). Günlük
yaşam içinde de özellikle yöneticilerin aldığı kararlarda ideolojik davrandıkları, yani
objektif kıstaslara dayanmadan karar aldıkları anlamında da ideolojiye olumsuz
anlam yüklenebilmektedir.
İdeoloji kavramının, bilinçli düşünce ve fikirlerin kaynaklarını açığa
çıkarmayı amaçlayan yeni bir fikirler bilimi olarak kavramsallaştırılması 1796'da
Destutt de Tracy'e tekabül eder. Amaç ideolojiye, biyoloji, zooloji gibi bilimsel bir
algılayış kazandırmaktır. Sonrasında Karl Marx kavrama önemli katkılar yapacaktır.
Süreci Condillac ve Hellvetius, sırasıyla Duyumlar Üzerine İncelemeler (1754) ve
De'lEsprit (1758) gibi düşünürlerin teorileri ve eserleri ile başlangıç yaptıran
çalışmalar da mevcuttur (Mardin, 2002: 21-23).
İdeolojileri seçmen davranışını etkilemesi açısından belli bir nokta olarak
sabitlemek oldukça güçtür. Bireyler arasında kavramın algılanışı farklı olabileceği
gibi toplumsal durumdaki değişimlerin de kavrama yüklenen anlamda değişmelere
yol açabileceği düşünülebilir. Bu yapısı ile ideolojileri içerikler ve pozisyonlar
olmaktan öte onları değişiklik gösterebilen haller olarak anlamaya çalışmak daha
gerçekçi bir konumlandırma olacaktır (Bora, 2009: 11).
İdeolojileri, siyasal sistemler içinde ya da bu sistemler arasında mevcut olan
iktidar dağılımını savunmak ya da iktidarı ele geçirmek amacıyla kullanılan, eylem
bağlantılı bir yönü de olan düzgüsel (normatif) düşünce sistemleri olarak tanımlamak
mümkündür. Siyasal eyleme, diğer toplumsal davranış biçimlerine yön verirler. Bir
taraftan da birer dünya görüşü olarak konumlandırılabilirler (Ball&Peters, 2007:
224).
9
Benzer şekilde Şerif Mardin de, sert-yumuşak ideolojiler ve vaziyet alış
sistematiği ile ideoloji kavramını analiz eder. Sert ideoloji ile “sistematik bir şekilde
işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış,
muhtevası kuvvetli bir yapıyı”; yumuşak ideoloji ile de, “kitlelerin çok daha şekilsiz
inanç ve bilişsel düşünce sistemlerini” kasteder. Vaziyet alışı ise ”bir insanın,
dünyanın diğer görüşlerinden ayırt ettiği bir dünya görüşü karşısında
davranışlarından çıkarılmış psikolojik süreç örgütlenmesi” olarak kavramsallaştırır.
Bu noktada vaziyet alışlarla, yumuşak ideolojileri toplum olayları için bir anlam
ekseni sağlamaları noktasında ilişkilendirir (Mardin, 2007: 14-15).
Shils'in ideoloji araştırmaları için yaptığı yaklaşım ise kavramları içyapısal
yoğunluk derecelerine göre sınıflandırmaktır. Sınıflandırma, en yoğun biçiminden
başlayarak şöyledir: ideoloji, görüş açısı, inanç sistemi, fikir hareketi ve program
şeklindedir. Buna göre: a) anlatımının kesinliği b) bir fikir ekseni etrafında sistematik
olarak kümelenme derecesi c) geçmişin ya da çağın düşünce türleriyle yakınlığı d)
yeni unsurlara veya çeşitliliğe kapalılık derecesi e) davranışı etkilemeye çalışma
derecesi f) beraberinde getirdiği etki g) katılanlardan istenen fikir birliği h) fikrin
meşruluğunun ne oranda otoriteye bağlandığı i) inancı gerçekleştirmeyi üstüne almış
bir kurumla ilişkisi ilgili skala üzerindeki noktayı belirleyen farklılıklardır (Mardin,
2007: 14-16).
Shils, ideolojiyi ancak bu özelliklerin yoğun olarak belirlendiği oranda
bütünleşme gösteren düşünce yapıları olarak görür. Dolayısıyla görüş açısını tam bir
ideoloji olarak saymaz (Mardin, 2002: 13-14). Dikkat edilirse kavrama bakışlar
benzerdir. Bu kavrayışların hepsinde de ideoloji kavramı analitik bir düzlemde
incelenmiş gibidir. Tek bir noktada sabitlenmek yerine farklı değerler alabilen
yapılar olarak değerlendirilmişlerdir.
İdeolojilere farklı pozisyonlar noktasında bakıldığında, idare edenler için,
ideolojilerin toplumların ya da toplumların içindeki belirli kesimlerin
gereksinimlerine yanıt veren kendi içinde tutarlı inanç sistemleri olduğu söylenebilir
10
(Mardin, 2007: 16-17). Çünkü her toplum kesimi kendi ideolojisine yani kendi
inançlarına uyan bir siyasal iktidarı yasal sayar ve ona baş eğmeyi doğal kabul eder
(Kışlalı, 2003: 84). İdeoloji "vaziyet alış" anlamında da yine daha çok “idare
edilenlerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı belirsiz fikir kümelerinden meydana
gelir” (Mardin, 2007: 28). Aydınlar seviyesinde meydana getirilen ideolojiler ile
yönetilenler katındaki ideolojilerin kesiştiği alan ise ikisinin de esas itibariyle bir
anlama fonksiyonunu ifa etmesidir. Her ikisi de çapraşık ve anlaşılması zor bir
dünyayı düzenleyen entelektüel kalıplardır (Mardin, 2007: 28). İdeolojiler her ne
olursa olsun her zaman ortak sosyal fikirler ile ilişkilidirler (Dijk, 1998: 15).
İdeolojiler içinde bulundukları siyasal kültür ile karşılıklı etkileşim
halindedirler. Siyasal kültür, bir siyasal topluluğun, bir ulusun, bir grubun siyasetini
biçimlendiren önemli etmenlerden biri olarak, siyasal geleneklerin, eğilimlerin
duyguların ve temel düşünsel kategorilerin toplamı olarak tanımlanabilir (Parla,
1991). Bu noktada ideolojiyi geniş anlamda bir sistematik ve kapsamlı ama genel-
gevşek bir dünya görüşü ya da bakış açısı/zihniyet olarak düşünebiliriz. Öte yandan
dar anlamda ise daha sıkı ve ayrıntılı, iç tutarlılığı yüksek bir siyaset teorisi ve
uygulama programı olarak şekillenir. “Her durumda bunun bir toplumda uzun süre
hegemonik bir durumda bulunmasının, siyasal kültürü önemli ölçüde etkileyeceği,
çakışmasa da onunla hayli örtüşecek ölçüde etki alanını genişleteceği söylenebilir”
(Parla, 1991: 11).
Siyasal nitelikli meselelerde alınan tutumlar temelinde yapılan ayrıştırmalarda
etnik, dinsel veya ırk temelli kategorileşmelere nazaran esneklik taşıyan ideolojilerin
öne çıktığını gözlemliyoruz (Demirel, 2009). Bunun nedeni ayrışmaları ortak
paydalar ekseninde bir arada tutmaya çalışmaktır. Bu doğrultuda muhafazakârın
karşıtı olarak ilerlemeci fikirler, monarşi yönetiminin karşısında halk yönetimini
savunan fikirler, batıcı/doğucu, milliyetçi/enternasyonal, devrimci/reformcu,
devletçi/liberal gibi ayrışmalara nazaran solcu/sağcı ayrımı insana ve topluma ilişkin
tutum ve davranışların ne olacağına ilişkin ”nispeten” daha kapsamlı bilgi verme
11
potansiyeline sahiptir (Demirel, 2009: 413-414). Şunu da belirtmek gerekir ki,
yapılan bu ayrıştırmalarda tüm çatışma eksenlerini kapsamak mümkün değildir.
Sonuç olarak bu ayrışmalar oldukça karmaşık ve çok değişkenli bir yapıyı
anlayabilmek noktasında sınırlı olabilmektedir.
Sağ ve Sol terimlerinin kökeni ise 1789’da Genel Zümrelerin (Etats
Generaux1) ilk toplantısında benimsenen oturma düzenine dayanır. Radikaller solda
otururken, kralı destekleyen aristokratlar kralın sağında oturuyorlardı. Daha sonra
benzeri bir uygulama Fransız Meclislerinde de görülmüştür. Buna göre “sağ” terimi,
gericilik ve kraliyet yanlılığı olarak, “sol” terimi ise devrimcilik temelinde
anlaşılmaya başlanmıştır (Heywood, 2007: 21).
Toplumlarda oluşan çatışma eksenlerini yansıtmak, çoğulcu sistemlerde
siyasi partilerin başlıca fonksiyonlarından biridir (Özbudun, 2011: 3). Dolayısıyla
toplumsal çatışmaların temsili noktasında siyasi partilerin de ideoloji ile ilişkisi
bulunur. Seçimler siyasal sistemin meşruluk temelini oluştururken diğer taraftan da
seçmenin ideolojik tercihlerini yansıtmaktadır.
Türkiye’de oy kullanma sürecinde, parti tercihlerinin hangi nedenlere
dayandırılarak gerçekleştiğine baktığımızda partiye ideolojik olarak yakınlık
hissetmenin önemli bir kıstas olduğu anlaşılmaktadır (Görmez, 1999: 13-18).
Türkiye'de ideolojik ayrışma/çatışmanın mihenk noktası ise Cumhuriyet’in ilanı
olacaktır. Cumhuriyet’in kuruluşu ile doruk noktasına ulaşan
batılılaştırma/çağdaşlaştırma iddiasına dayalı amaç ve bu çabaya karşı gösterilen
tepki daha sonra sol ve sağın şekillendiği en önemli zeminlerden biri olacaktır. Bir
yanda ilerleme/aydınlanma değerlerini savunma iddiasını dile getiren eğitimli, şehirli
çoğu zaman bürokrat yaşam tarzı ve değerler sistemi açısından farklılaşan bir grup
söz konusu iken diğer yanda bu değişim dalgasına karşı korunma/savunma açmazı
1États généraux yani Genel Meclis Fransa'da Fransız Devrimi'nden önceki dönemde görev yapmış bir parlamentoydu.
12
içinde kendi yaşam tarzı ve değerlerini korumaya çalışan bir kitle vardır. İlki solu,
ikincisi sağı temsil edecektir.
Türkiye'de Demokrat Parti’nin (DP) kuruluşu ve çok partili hayata geçiş
dönemi Türkiye seçmeninin ideolojik yaklaşımında bir diğer dönüm noktası olarak
nitelenebilir. Nitekim Türkiye'de çok partili rejimin o dönemde nihayete ermesine
neden olan 27 Mayıs darbesi sol ve sağ kavramlarının yerleşik hale gelmesinde çok
önemli bir belirleyici olmuştur. Esasen “27 Mayısla birlikte daha önce gerek
hükümetin baskıcı tutumu ve gerekse de bu baskının yarattığı mevzileri savunmanın
getirdiği tek boyutluluk nedeniyle tartışılmayan konular da dikkat çekmeye başladı”
(Demirel, 2009: 420).
İlk oluşum dönemine baktığımızda 1960 döneminde sol skalanın
tanımlanmasının güç yapısı göze çarpar (Belge, 2007: 33). Öyle ki ilerici, hürriyetçi,
inkılâpçı, demokrat sıfatları ile hareket eden 27 Mayıs cephesi kısa bir süre içinde
birbiriyle eşanlamlı olarak kullanılabilen Atatürkçülük/Kemalizm ve solculuk
şeklinde ifade edilmeye başlanmıştır. Burada sol ile Kemalizm/Atatürkçülük
hareketin aydınlanmacı/ilerlemeci yönüyle ideolojik ortak nokta bulmaktaydı
(Somay, 2007: 647). Bu minvalde solculuk ilericiliğin, aydınlanmacılığın ve
dolayısıyla Kemalizm’in mantıksal ve doğal bir uzantısı gibi görülmüştür (Demirel,
2007: 415).
İç koşullar ve yanı sıra dünyadaki durum da bu dönemde solun yayılmasına
yatkın bir biçimlenme içindeydi. 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) bu
dönemin ürünlerinden olup dönemin belli bir düzeni olmayan yapısına yapılan atfı
güçlendirmektedir. Muhtevasına baktığımızda sendikalar, solcu aydınlar, sosyalizm
fikrini savunan üniversite gençleri ve Kürt aydınlardan oluştuğu görülür (Belge,
2007: 33). TİP’in kuruluşu solun parlamento içinde ve dışında ifade edilmesi
noktasında merkezi bir öneme haizdir (Özman ve Yıldırım: 235. 60).
13
Sağ şerit ise sol hareketteki yükselişe tepki niteliğinde oluşmuştur. Bu sağ
grup, 27 Mayıs ile birlikte iktidardan uzaklaştırılanların öncülük ettiği bir oluşumdur.
Anadolu merkezli milliyetçi, muhafazakâr, dindar bir kesimdir (Bora, 2009, Demirel:
2007). Sağ ideoloji “Dindar insanları bir kez daha kendi koyduğu oyunun kurallarını
kaybedeceğini düşündüğü anda zorla değiştiren kendi kültüründen uzaklaşmış,
yabancılaşmış, kendisine ilerici diyen elit tarafından mağdur edilmiştir”
fikriyatından beslenmekteydi (Demirel, 2007: 422).
Bir yönüyle ideolojik ayrışma Şerif Mardin'in merkez-çevre ayrıştırması ile
paralellik arz eder. Bu ayrışma ideolojik kutuplaşma olarak da nitelendirilebilir.
Aralarında derin ideolojik farklar olmadığı halde 1950-1960 dönemindeki CHP ve
DP’nin karşıtlığı bu durumun bir yansımasıdır. (Özbudun, 2011: 34). Yine bugün de
Türkiye parti sisteminin bir merkez çevre bölünmesinin birçok niteliğini yansıtmakta
olduğu iddia edilebilir. CHP’nin merkez değerlerinin en güçlü savunucusu olmasına
karşılık, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) çevre güçlerinin başlıca temsilcisi gibi
görünmektedir. AKP, yukarıda DP ve onun bağlamında sağ için bahsettiğimiz laikçi
merkez tarafından dışlanmış toplumun dini ve muhafazakâr sosyal değerlerine sahip
kesimini temsil eder (Özbudun, 2010: 78).
1970’li yıllarda yine siyasal kutuplaşma had safhada devam etmiştir. Ecevit'in
liderliği ile birlikte CHP’nin daha sol bir çizgiye çekilmesi ile bu dönem sağ-sol
ayrışmasının nispi önemini arttırmıştır (Özbudun, 2011: 76). Adalet Partisi (AP) ve
CHP’nin birbirlerini gerçekte olduğundan daha solda veya sağda göstermeleri kendi
kendisini besleyen bir dinamik yarattı ve sağ/sol veya solculuk/ milliyetçilik şeklinde
ifade edilen siyasal kutuplaşmanın belirginleşmesine yol açtı. Kutuplaşma çok kısa
sürede ülkeyi sardı ve siyasal şiddeti besleyen önemli dinamiklerden biri haline
geldi. Siyasal şiddet ise 12 Eylül'ün gerekçesi olacaktır (Demirel, 2007: 423).
Darbe sonrası dönem Anavatan Partisi’nin (ANAP) Türk siyasal hayatına
getirdiği faydacı üslup ve kısmen sol “ideolojilerin çekiciliğini yitirmesi nedeniyle”
(Özbudun, 2011) sağ – sol ayrışmasının geri plana düştüğü bir dönemdir. 1990'lı
14
yıllardan itibaren ise Milli Görüş partileri ve etnik Kürt milliyetçiliğini temsil eden
partilerin yükselişine sahne olmuştur. Hâkim çatışma boyutu sol-sağ ekseninden,
laiklik, dini muhafazakârlık ve Kürt Milliyetçiliği - Türk milliyetçiliği arasındaki
çatışma boyutlarına kaymıştır. Bu dönemde kutuplaşmanın temelinde ideolojik
sorunlardan çok psikolojik sorunların yattığını ifade eden Özbudun (2011: 77)
1990’lı yıllarda yapılan araştırmaların aslında hala sol-sağ eksenindeki çatışmanın
sürdüğünü gösterdiğini ifade eder. Ona göre yine de “1990’larda sol ve sağın
anlamlarını kaybettiği ve geleneksel içeriklerinden yoksun kaldıkları yolunda sık sık
ifade edilen iddiayı doğrulamak güçtür” (Özbudun& Hale, 2010: 80).
Turan (2004: 179) ise 1990’larda Türkiye’deki parti sisteminin çok
parçalanmışlığına vurgu yapar. Ancak bu çok parçalı durumun doğal sonucu olarak
oluşan kutuplaşmayı sağ-sol arasında değil, laikler ve İslamcılar arasında bir
kutuplaşma sayar (Turan, 2004: 179). 12 Eylül’ün getirdiği depolitizasyonun (Başer,
1990: 13) etkilerinin 1990’lı yılların sonuna doğru azaldığı görülür. Depolitizasyon,
“toplumda çeşitli nedenlerle kendiliğinden belirli bir eğilimi veya yönelişi değil,
fakat devlet otoritesince belli bir amaçla bilinçli olarak benimsenen bir tutumu ifade
için kullanılır” (Kapani, 2001: 137).
Siyasal tercihlerde tekrar ideolojik yaklaşımlar ön plana çıkmaya başlamıştır.
Aşağıdaki tablo seçmenlerin sağ-sol yelpazesindeki yerlerini gösteren Turan’ın
(2004: 173) çalışmasından alınmıştır. Görüldüğü üzere merkezde toplanan oyların
ağırlığı giderek azalıp daha fazla sağ-sol yönünde artış göstermiştir (Tablo-1). Ayrıca
kültürel değişimi önceleyen sol gelenek karşısında, ekonomik değişimi önceleyen
sağ geleneğin (Çınar, 2009: 516) gücünü artırdığını göstermektedir.
15
Tablo-1: 1990, 1997, 1999 Seçimleri İdeolojik Konumlara Göre Oy Dağılımları
Yıllar En Sol Merkez Sol Merkez Merkez Sağ En Sağ
1990 8 17 50 15 11
25 26
1997 8 11 35 19 24
19 43
1999 14 9 31 18 28
23 46
Kaynak:Turan, A.E., 2004: 173
Türkiye'de de sağ-sol bağlamında klasik siyasal saflaşma devam etmektedir.
Bu saflaşmanın içerik ve temsili bakımından değişikliklere uğradığı görülmektedir
(Görmez, 1999: 18-31). Alışılmış algılayışlar değişiklikler göstermiş olsa da sağ-sol
ayırımı mevcudiyetini korumaktadır (Bora, 2009: 11). Ancak Türkiye'de gelişmiş
ülkelerde olduğu gibi sınıf yapısına dayalı bir ayrışma çok belirgin bir biçimde
gözükmemektedir. Batı demokrasilerinde sol-sağ ekseni partilerin sosyoekonomik
tutumlarına dayandığı halde Türkiye'de bu kavramlar daha çok bir laikçi-
muhafazakârlık eksenini ifade etmektedir (Özbudun, 2011: 77). Farklı ekonomik
sınıflara mensup bireyler Türkiye örneğinde rahat biçimde aynı siyasal çatı altında
yer alabilmektedirler (Çaha, 2008: 5). Siyasetteki işte bu tercihler ayrışmaların
ideolojik ve siyasal temele dayanmasından kaynaklanmaktadır (Çaha, 2008: 5).
Dolayısıyla Türkiye'de sınıf, oy verme hareketini belirleyen bir etki yaratmaz.
İnsanlar kendilerini nerede görürlerse görsünler aynı partiye oy verebilmektedirler
(Çarkoğlu, 2007: 5).
Toplumsal ayrışma daha çok siyasal tercihlerle açığa çıkmaktadır (Bora,
2009, Çarkoğlu, 2007). 2000’li yıllar ve nihayet geldiğimiz noktada solun ve sağın
iki ucunda yer alan CHP ve AKP için ideolojilere yaklaştığımızda, bu ayrımın
16
anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, sağa eğiliminiz varsa AKP tercih
edilmektedir (Çarkoğlu, 2007: 5). Diğer taraftan da CHP birçok sol kıstasından
bağımsız olarak solun temsili noktasında rol oynamaktadır. Görüldüğü üzere
ideolojinin sistematik bir şekilde kavramsallaşmış, teorik eserlere dayanan sert
ideolojik yapıyı yansıtmadığı, -çünkü sınıf temelli bir bakış Türk Siyasal hayatında
mevcut değildir- daha çok değişebilir nitelikte, birçok noktada birbiriyle çakışabilen
fikirler bütünü olarak değerlendirilebileceği düşünülebilir.
1.2.2. Milliyetçilik
Kavramlara yaşadıkları toplumun ön kabulleri, kültürleri, geçmişleri ile
bağlantılı olarak farklı anlamlar yüklenebilmektedir (Heywood, 2011: 69).
Dolayısıyla onların ne olduklarına veya olmadıklarına dair mutabakatların
sağlanamadığı sıkça rastlanılan bir durumdur.
Milliyetçilik kavramından ne anlaşıldığı noktasında da benzer uzlaşının
sağlanabilmiş olduğunu söylemek güçtür. Tüm dünyada farklı tanımlanışlara ve
algılanışlara sahip olan milliyetçiliği araştıran bilim insanlarının uzlaştıkları tek
nokta belki de kavramın şekillendirilmesindeki güçlüklerdir (Oran, 1977: 2).
Milliyetçilik kavramında uzlaşının sağlanamamasındaki önemli nokta onun yaşam
bulduğu sosyoekonomik ortamların farklılığında gizlidir. Zaten milliyetçiliğin
muhtevasında mevcut olan özgücü yapının, başlı başına bir farklılaşma sebebi
olduğunu söyleyebiliriz. İlla üstünlük farkı taşımasa da milliyetçilik yatay
farklılıklara yaptığı vurgu ile özgücü ve farklılaşan bir yapı arz eder (Bora, 2002:
15). Bir diğer zorluk ise kavramın tek değişken çerçevesinde tanımlanmaya
çalışılmasında yatar. Yani kavramın, kullandığı belirli bir simgesine, tek bir öğesine,
yalnızca bir işlevine yapılan vurgu ile değerlendirilmesi taşıdığı anlamın tümünü
kuşatıcı olamamasına neden olur.
Milliyetçiliği bir duygu veya inanç olarak milletlerin oluşum sürecine, fikir
sistematiği ve siyasal program olarak değerlendirilmesini ise Orta Çağ sonrasına
17
dayandıran fikirler mevcuttur (Öz, 2002: 751). Bu fikrin temelinde tarihsel sürecin
vardığı üretim biçiminin milletler örgütlenmesini sağladığı tezi bulunur. Bu fikre
göre yeni örgütlenme biçimi, milliyetçilik adı verilen akımın ortaya çıkmasına yol
açmıştır (Oran, 1977: 3).
Tam tersi şekilde milliyetçiliklerin milletten önce geldiğini, milliyetçiliklerin
milletleri yarattığına dair görüşleri savunanlar da vardır (Hobsbawm, 1993: 24).
Gellner'in de belirttiği gibi milliyetçilik milletlerin öz benliklerinin farkına varmış
olması değildir. Milliyetçilik, milletleri icat eden bir yapıdır (Gellner, 1998). Tabi bu
oluşumun temelini teşkil edecek ve o milleti farklı kılan mevcut emarelere,
benzerliklere de ihtiyacı vardır. Millet olmak için belirlenecek kıstaslar ya da bazı
grupların millet olabilirken bazı grupların millet olamamasını açıklama çabaları,
genellikle dil veya etnik kökene ya da ortak topraklar, ortak tarih, ortak kültürel
özelliklerin varlığına dayandırılarak açıklanmaya çalışılmaktadır (Hobsbawm, 1993:
19). Dolayısıyla, milliyetçilik milletleri oluşturur ve fakat millet olacak grubun da
ortaklıklar zemininde kesişim noktalarının olması gerekmektedir.
Bu bilgiler ile milliyetçiliği “hali hazırda ya da potansiyel olarak 'bir millet’ i
kuracağı bazı mensuplarınca farz edilen bir halk adına özerklik, birlik ve kimlik
edinmek ve bunu sürdürmek için oluşturulan ideolojik bir hareket” olarak
tanımlamak anlamlı olmaktadır (Smith, 1999: 122). Yani milliyetçi ideoloji o grup
içinde bazı mensuplarca yeni bir aidiyet alanı oluşturulmasıyla ilişkilidir. Millet
“icat” etme hareketinin adıdır: Bir milletin özerklik, birlik, kimlik kazanmasına ve
bunları idame ettirmesine yönelik bir harekettir (Smith, 1999).
Milliyetçilik bu çerçevede 18. yüzyıl sonunda (19. yüzyılın başı) Batı
Avrupa'sında ortaya çıkmıştır. Çıkış noktası feodalitenin yıkılması olan işlevi dışında
milliyetçilik, bölge toplumlarının gereksinimlerine göre farklı şekiller almıştır. Bazı
toplumlarda bölünme, bazı toplumlarda bütünleşme işlevlerini ifa etmiştir. Kavramın
statükonun korunması, sömürgecilik ve iktisadi yayılma anlamlarında da işlevleri
farklı ülkeler nezdinde gerçekleşmiştir (Oran, 1977: 4). Farklı anlamları ve “kılıktan
18
kılığa giren yapısı nedeniyle” Anthony Smith (Smith, 1999) tarafından
“bukelemunvari” olarak tabir edilirken, benzer şekilde Baskın Oran (Oran, 1977) da
milliyetçiliğe bu nitelikleri dolayısıyla “bin bir surat” benzetmesini uygun bulmuştur.
Milliyetçilikleri sınıflandıran tipoloji türlerinden kısaca bahsedersek Hans
Kohn (Kohn, 2011) milliyetçilikleri batılı ve doğulu olarak tasnif etmiştir. Onun
ayrımına göre Batılı milliyetçilikler (İngiltere, Fransa) rasyonel ve kurumsal
özellikler taşır iken bir orta sınıf ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Doğulu tarzda
milliyetçilikler ise orta sınıfların oluşmamış olması neticesinde entelektüel bir grup
eliyle otoriter bir şekilde tezahür etmiştir (Smith, 2011). Carlton Hayes (Kılıç, 2007)
ise tipolojisinde hümanitaryen, geleneksel, tepeden inmeci ve liberal milliyetçilik
şeklindeki daha sonrasında ise ekonomik – bütüncül (entegral) milliyetçilikler olarak
sınıflandırmıştır (Kılıç, 2007).
Milliyetçilikler, teritoryal (ırk değil toprak temelli) milliyetçilikler ve etnik
milliyetçilikler olarak ise Anthony Smith (1999) tarafından sınıflandırılmıştır. Smith,
bağımsızlığını sağlamadan önce teritoryal milliyetçiliğin anti sömürgeci olduğunu
belirtir. Teritoryal milliyetçilikler bağımsızlıklarının sonrasında ise
entegrasyoncu/bütünleştirici hüviyet kazanırlar. Etnik milliyetçilikler ise bağımsızlık
öncesi döneminde bir hareket olarak ayrılıkçı ve diasporacı nitelikler taşır. Etnik
temelli milliyetçiliğin bağımsızlık sonrasında kazandığı tutum ise 'pan'cı oluşudur
(Smith, 1999).
Smith’e (1999) göre milliyetçilik, devletten önce milletle ilişkili bir
kavramdır. Smith bu çıkarsamayı çekirdek doktrin olarak tanımladığı milliyetçilik
ideolojisi kavramsallaştırmasından yapar. Buna göre:
i. Dünya milletlere bölünmüştür ve her birinin kendi bireyselliği, tarihi ve
kaderi mevcuttur.
ii. Millet tüm siyasal ve toplumsal gücün kaynağıdır ve bütün diğer bağlılık
unsurlarının üzerindedir.
19
iii. İnsanlar ancak milletle özdeşleşerek özgürleşebilirler.
iv. Dünyanın barışı ve adaleti milletlerin özgürlük ve güvenliğine bağlıdır.
Devlet, bu doktrine göre bir zorunluluk değildir (Smith, 1999). Milliyetçiliğin
nihai amacının ortaya çıktığı Batı Avrupa'da ulusal devleti yaratmaya yönelik olduğu
görülür (Kışlalı, 2003: 135).
Milliyetçi ideoloji, ulusal dayanışmanın yaratılması ve sürdürülebilir olması
için milleti oluşturan unsurlar ile devletin kurulması süreci arasında nesnel bir ilişki
kurmaktadır (Boztemur, 2006: 167). Bu değişimin kökeni toplumsal meşruiyetin
kaynaklarında yaşanan değişimlerde aranabilir. Üretim biçimlerinde yaşanan
farklılaşmaya paralel olarak bu kaynaklar da değişiklikler göstermiştir. Meşruiyetin
kaynağında tarihsel süreç içerisinde, ataların ruhu, din ve tanrı, kral ve prens gibi
odak noktaları mevcut olmuştur. Modern kapitalist toplumun sadakatinin odak
noktasında ise milliyetçilik olmuştur (Oran, 1977: 19). Millet - onu icat eden
milliyetçilik - , Hobsbawm'ın ifadesiyle “kolektif egemenlikleri kendilerinin politik
ifadesi olan bir devlette somutlaşan yurttaşlar topluluğudur” (Hobsbawm, 1993: 34-
35).
Tarihsel olarak önemli kopuşları olmakla beraber Osmanlı İmparatorluğu-
Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki süreklilikler dikkate alınmalıdır. Bir ulus-
devlet olarak Türkiye özelinde gelişmeler de Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) öncesi
dönemlerde filizlenmeye başlamıştır. Dolayısıyla Türk Milliyetçi Hareket ve
oluşumlarının izlerini Osmanlı (son dönemi) içinde aramak anlamlıdır.
Türk Milliyetçiliğinin oluşumunun farklı saikler ile şekillendiği söylenebilir.
Öyle ki Osmanlı tarihinde Türk olmanın taşımış olduğu olumsuz anlam bu
sebeplerden birisidir (Akçam, 2009). İslami kaynakların içinde dahi Türk’ün insanlık
dışı ve barbar olarak tanıtılması bu durumun yansımalarından yalnızca birisidir. Batı
nezdinde de bu olumsuz bakışın izleri görülür. Osmanlı - Türk yöneticilerinin
oluşturmaya çalıştıkları milliyetçilik işte bu durumun tersini kanıtlamaya yönelik
20
olarak gelişmiştir (Akçam, 2009: 55). Diğer bir farklı sebep, Hıristiyan düşmanlığı
olarak ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni Hıristiyan azınlıkların ayrılıkçı hareketleri ve
bağımsızlıklarını ilan etmeleridir. Bu hareketlere ters tepki olarak da milliyetçilik
fikri ortaya çıkmıştır. İmparatorluğun son döneminde kalmış olduğu kuşatılmışlık
hali de diğer bir özgün sebeptir. Bunun içeriğinde tehlikeli düşmanlarca çevrelenmiş
olma fikri bulunur (Akçam, 2009: 56).
Osmanlı’nın son dönemine tekabül eden bu arayışlar bütünleştirici/birleştirici
nitelikler taşımıştır. Bunun nedeni Osmanlı Devletinin çok uluslu yapısıdır (Akçam,
2009: 53). Zaten bu kozmopolit yapı milliyetçi hareketlerin etkisi ile İmparatorluk
için önemli ayrışma problemleri yaratmakta idi. Osmanlı İmparatorluğu içinde
yaşamış halklar devrimci etkinliklere girişmişlerdir. Sonrasında etnik oluşumlar
temelinde örgütlenerek milliyetçi ideoloji ile hareket kazanan ayrılıkçı bir yapıya
bürünmüşlerdir (Parla, 2005: 18). Böyle bir atmosferde çözüm arayışlarında
bütünleştirici yaklaşımların aranması normal karşılanabilir. Bu durum Dr. Rıza Nur
açıklamalarında anlamını bulur. Dönemin fikir ve siyaset adamı Dr. Rıza Nur
açıklamalarında yeni siyasal kimliklerin devletin sonunu hazırladığını belirtir
(Göçek, 2009: 63). Kendi Türkçü fikirlerini diğer ayrılıkçı hareketlere meşruiyet
sağlar, devletin parçalanmasına neden olur endişesi ile gizli tuttuğunu ifade eder
(Göçek, 2009: 63).
Türkiye’de milliyetçiliği bir kavramsal alan olarak düşünürsek, bu alanın bir
unsuru olan Türkçülükle ilgili dönemin önemli aktörlerinden İttihat ve Terakki'nin
ideoloğu Ziya Gökalp’e değinmek gerekir. Ziya Gökalp, Türkçülük akımının
oluşumunda etkili olmuştur (Ünüvar, 2002: 28). Gökalp’e bu alanı yaratan
etmenlerden biri Osmanlıcılık ve İslami Ümmetçilik arayışlarının etkisinin ortadan
kalkmasıdır (Parla, 2005). Anthony Smith'in (Smith, 1999) sınıflandırması içinde
değerlendirildiğinde Ziya Gökalp düşüncesi teritoryal milliyetçiliğin özelliklerini
taşımaktadır. Çünkü Ziya Gökalp'in milliyetçilik anlayışı ırk ve dünya hâkimiyetine
21
dayanmayan dil ve kültür esasına dayalı, ulusların eşitliğine inanan, kültürel tonları
olan özellikler taşır (Parla, 2005: 13).
Milliyetçilik bu dönemde Türklerin siyasi hayatında etnik milliyetçilik
anlamında bir ihtiyaca karşılık olarak gelişmemiştir (Copeaux, 2009). Savaşa kadarki
dönemde (Birinci Dünya Savaşı) Türkçülük, İslamlığı da barındıran bir sentez olarak
değerlendirilmiştir. Ziya Gökalp bir yandan İslam’ı kabul etmenin Türklerin kaderi
olduğunu ve İslam’ın yayılmasında Türklerin en önemli dinamik olduğunu diğer
yandan da Türk kimliğinin ancak İslam içinde gerçekleşebileceği fikirlerini
savunmuştur (Copeaux, 2009: 46).
Savaş sonrası dönemde ise artık imparatorluğun korunması değil Türklerin
kendi varlıklarını korumalarına yönelik bir siyasal yapı olarak milliyetçilik
şekillenmiştir (Karakaş 2006: 67-68). Savaş sonrasında Türkiye artık bir Anadolu
Devleti, ayrılma ve ayıklanmaların sonucunda etnik ve dinsel bakımdan türdeş bir
ulus haline gelmiştir. Bu yönüyle Türk Milliyetçiliği aslında bir siyasal tercihten
ziyade tarihsel bir zorunluluk haline dönüşmüştür (Parla, 2005: 18). Osmanlı
İmparatorluğu’nun dini cemaatler anlamındaki milletlerinin yerini yeni devlette artık
yurtlandırılmış Müslüman-Türk milleti doldurmuştur (Copeaux, 2009: 47).
Dönemin diğer bir açılımı olan Anadoluculuk fikri de esas itibariyle Misak-ı
Milli sınırları ile vatanın tanımlanması sonucunda Turancı fikrin bir reddiyesi
niteliğini taşır. Bu bakışın temelinde milliyetçiliğin gerçekleşebileceği alanın
belirlenmiş bir coğrafya içinde olabileceği fikri bulunur (Atabay, 2009: 518). Buna
göre Türk Milliyetçiliği’nin yaşayacağı yer Anadolu'dur.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlıcı, Turancı ve Panislâmcı
düşüncelere yöneltilen eleştiri Anadoluculuk fikrinin temelinde yer almıştır.
Dönemin fikir adamlarından Nüzhet Sabit, milliyetçiliğin ancak tanımlanmış bir
coğrafya ile gerçek yaşamda var olabileceğini savunmuştur (Atabay, 2009: 530). Bu
bağlamda bu belirlenmiş coğrafyanın adı Anadolu Coğrafyası’dır. Benzer şekilde
22
Hilmi Ziya, Anadoluculuğa kültürel bir pencereden bakarak Anadolu’yu Türk
kültürünün gerçek kaynağı olarak ele almıştır. 1919-1925 döneminde Anadolucular
millet olmanın koşulunu ortak kültür ve ortak vatan zemininde görmüşlerdir (Deren,
2009: 533).
Anadoluculuk hareketinin kültürel hareket olmaktan çıkarak siyasallaşma
eğilimi gösteren bir hareket olarak ortaya çıkışı Mükrimin Halil Yinanç düşüncesiyle
gerçekleşir. Bu farklı iki bakış Anadoluculuğun kültürel ve siyasal olarak iki farklı
kolda ilerlemesinde etken olmuştur. Anadoluculuk ile Atatürk Milliyetçiliğinin
Anadolu coğrafyasının milliyetçiliğin gerçekleştirileceği yer olarak belirlenmesinde
kesiştiği söylenebilir. Ancak ilerleyen dönemde bu iki fikrin
modernleşmeci/devrimci çerçevede Atatürk Milliyetçiliği, kültürün korunması
amacıyla gelenekçi muhafazakâr çerçevede Anadolucu Milliyetçi olarak ayrıldığı
görülür (Atabay, 2009: 532). Yine de Anadoluculuk, refah ve milletin yükselişini
Kuva-yi Milliye ruhunda gören anlayışı yadsımaz (Atabay, 2009: 532).
Birinci Dünya Savaşı sonrası olan Milli Mücadele döneminde, milliyetçilik
yalnızca Türk Ulusal egemenliğini değil, bütün Müslüman Osmanlıların
egemenliğini savunan bir yapı taşımıştır (Zürcher, 2002: 209). Bu yapı milliyetçiler
tarafından Zürcker'in (2002: 209) ifadesi ile Erzurum ve Sivas kongrelerinin
programlarında somut yansımalarını bulmuştur. Milliyetçilerin İslamcı söylemi ve
tutumu bu dönemde meşruiyet aracı olarak, - Türk toplumundaki etkisi bilindiğinden
- halkın desteğinin alınabilmesi amacıyla kullanılmıştır (Ahmad, 2009: 64). Bu
dönemin tüm etmenleri birleştirmesinin özelliği, onun vatanı yabancı işgalinden
kurtarılması hedefinde mevcuttur (Tol, 2009).
Ulusal kurtuluş mücadelesi hem dış güçler hem de Sultan karşısında
milliyetçilerce kazanılan yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu dönem milliyetçi söylemin
farklı tonlarının yaşam bulduğu dönemdir. Biri kültürel, bir diğeri etnik milliyetçilik
olan bu tonların karışımı Türk Milliyetçiliğinin muhtevasını oluşturmuştur (Koçak,
2009: 37). Mustafa Kemal önderliğinde ortaya çıkan bu Türk Milliyetçiliği çizgisinin
23
yeni koşullar ve toplu durumsal değişimlere paralel farklılaştığı söylenebilir (Tol,
2009). Bu farklılıkları içermekle beraber milliyetçilik Kemalizm'in bir öğesi
olmuştur (Copeaux, 2009: 44). Yurttaşlık hukukunun baskın olduğu Batılı yönü ve
etnik-kültürel bilincin ağır bastığı doğulu yön arasında yaşanan gerilimler Türk
Milliyetçiğine iki farklı yönüyle de yorumlanabilir bir yapı kazandırmıştır (Bora,
1995: 74).
Şerif Mardin de Cumhuriyet’in erken dönemiyle beraber iki farklı
milliyetçilik anlayışının oluştuğunu ifade eder. Bunlardan birini “modernist
milliyetçilik” olarak adlandırır. Modernist milliyetçilik olarak adlandırdığı bu
milliyetçilik türünün içeriğini iktisadi ve bilimsel gelişme ile muasır medeniyete
ulaşma amacı oluşturur. Dinden ayrı, seküler bir milliyetçiliktir. Diğeri ise geleneksel
milliyetçiliktir ki bu türde milliyetçilikte ruh ve kültürel bakış daha baskındır
(Mardin, 1969).
Uzun savaş dönemlerinin ardından Türkiye'de 1920'li yıllar cumhuriyetin
kurulması çalışmalarına sahne olmuştur. Buna paralel olarak bu yıllar Türkiye'nin
ideolojik konuları ana gündemde tutmadığı bir dönemdir. 1930'lu yıllar ise tek partili
dönemin daha otoriter ve milliyetçi olduğu bir yapıda geçmiştir (Çağaptay, 2009:
245). 1930'lu yıllar ile devlet eliyle milliyetçi çalışmaların devreye sokulduğu
görülür. Türk tarih tezi çalışmaları ve dil kongreleri Türk ırkının farklılığını
vurgulayan, üstünlüğünü kanıtlanmaya çalışılan sonuçları sebebiyle önemlidir. Bu
çalışmaların, Batı Uygarlığı karşısında Türk Uygarlığını eşitleme/üstünleme amacı
taşıdığını ifade eden görüşler mevcuttur (Copeaux, 2009; Ertekin, 2009).
Bununla beraber bu çalışmaların Türk Milleti ile Batı'nın tarihsel
bağlantılarını/akrabalıklarını saptayarak Batı karşıtı muhalefetin gerekçelerini
ortadan kaldırmaya yönelik bir yanının da olduğunu vurgulayan fikirler mevcuttur
(Aytürk, 2006: 108).
24
1940'lı yıllar Türk Milliyetçiliği için ırkçı ve yabancı düşmanlığı temelli
görüşlerin mevcut olduğu bir dönem olmuştur (Öğün, 2000: 135-136). Bu dönemde
resmi milliyetçilik ile onun dışında bir milliyetçilik anlayışının karşı karşıya geleceği
görülür. Resmi milliyetçilik ile “devlet ve düzen ideolojisi olarak işleyen, kurucu
kurtarıcı Atatürk mitosuna dayalı, otoriter bir sadakat yükümlülüğü ile sürekli
kendini üreten ulus devletin ideolojisi” kastedilmektedir (Bora, 1994).
Yabancı düşmanlığı temelinde şekillenen bu ayrışma -milliyetçiliği
ilkelerinden birisi haline getirmesine rağmen- CHP'ye karşı bir muhalif hareketini de
simgelemekteydi. Dönemin Türkçü fikirleri, CHP/Tek Parti döneminde yabancı
unsurların yönetimde söz sahibi oluşlarınına eleştiride bulunmuşlardır. Nihayetini
1944 yargılamalarında bulacak olan bu hareket çok sayıda Türkçü fikir adamının
tutuklanmaları ile sonuçlanmıştır (Ertekin, 2009: 374).
1944 tutuklamalarıyla, sonraki dönemde Türk Milliyetçilik hareketleri, ırkçı
temelli söyleme daha ihtiyatlı yaklaşacaklardır (Koçak: 2002). Öte yandan tek parti
dönemi boyunca (1923- 1945) Türk Milliyetçiliği seküler eksende pozisyon almıştır.
Bu dönem Milliyetçilik ile laikliğin paralel çizgide ilerlediği bir dönemdir (Koçak,
2009: 603). Bu iki doğal sınır ile yaşam bulan milliyetçilik 1940'lı yılların ikinci
yarısından sonra yeni bir eksen belirleyecektir. Bu yeni eksenin yörüngesinde artık
İslam da bulunacaktır (Koçak, 2009). Hamdullah Suphi Tanrıöver'in (Eski Türk
Ocağı Başkanı/Dönemin CHP milletvekili) açıklamalarında şekillenmektedir bu yeni
bakış. Buna göre milliyetçilik artık komünizm tehlikesine karşı din olgusundan
destek almalıydı. Bu dönüşüm tehdit olarak görülen komünizme karşı İslam’la
milliyetçiliğin bütünleşmesini sağlamıştır (Koçak, 2009: 603).
Tanıl Bora bu dönemde İslam’ın milli homojenliğin sağlanması ile milliyetin
başat unsuru olarak görülmesi arasında bir skalada yer aldığını ifade eder (Bora,
2009: 127).
25
Zürcher'in ifadesiyle ikinci Cumhuriyet dönemini başlatacak olan askeri
müdahale 1960 yılında gerçekleşmiştir (Zurcher, 2002). Milliyetçilik, dönemin
ürünü olan 1961 anayasasında yeni yerini alacaktır. Buna göre şoven ve saldırgan
olmayan bir yapı 1961 anayasasında yer alır. 1982 anayasasında olduğu gibi Türk
Milliyetçiliği, Kemalist Milliyetçilik olarak telaffuz edilmese de özü itibariyle bu
şekildedir (Parla, 2002: 35).
1960-1980 dönemi politik kutuplaşmaların yoğun yaşandığı bir dönemdir. Bu
dönem milliyetçiliğin ayrıksı bir siyasi bir kimliğe dönüştüğü dönemdir (Bora, 2002:
17). Oluşumun milliyetçi çizgisinde İslam önemli bir unsurdur. Sol skalanın içinde
kendini konumlandıran dönemin CHP'si de (Ecevit dönemi milliyetçi söylemlerle)
sol-milliyetçilik bütünleşmesinde rol oynamıştır. Öte yandan 1960-1980 olarak
sınırları belirlenen dönemin son noktası olan 12 Eylül müdahalesi milliyetçiliğin
artık bir taraftan dini söylemle birleştiği (Bora, 2009:127) bir taraftan da anayasal
düzeyde Atatürk Milliyetçiliğinin resmi olarak ideolojiye yön verdiği (Parla, 2002:
35) dönem olmuştur. Bu karışım, ortaya milliyetçilik, devlet ve İslam'ın kesiştiği bir
alanı ortaya çıkarmıştır.
Türk Milliyetçiliği tarihi boyunca beka sorunu ile bağlantılı olagelmiştir.
(Koçak, 2009). Milliyetçilik bu anlamda devlet ideolojisi ve toplumsal bilinçaltı
olarak Türk toplumunda sürekli var olmuştur. 1961 Anayasası tek parti ideolojisin
simgesi olan altı ok kapsamında Türk Milliyetçiliğini anayasanın başlangıç
bölümünde zikretmiştir. Bu bağlamda 1960 hareketi sonrası milliyetçi hareketler
meşruiyet zeminini Kemalist ilkelerle sağlamaya başlayacaktır (Koçak, 2009: 42).
1980'li yılların sonu ve 1990'lı yıllarda Türkiye’de yeni kimliklerin gündeme
geldiği görülmektedir. Bu oluşumlar “laiklik karşısında İslamcı, Sünniliğin devlet
katında kabul görmesi karşısında Alevi, Türk Kimliği anlayışını reddeden Kürt
kimlikleridir” (Çolak, 2006: 128). Bu bağlamda 1980 müdahalesinin altını çizdiği
önemli noktalardan biri milli birlik kavramıdır. Bu kapsamda ordu meşruiyet
anlamında da milli birliğin sağlanması için kendisini işlevselleştirmektedir.
26
Heper’in (2006) o dönem Evren’in açıklamaları ile temellendirdiği bu
düşünce; “Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde yatan şey… “Ne Mutlu Türküm
Diyene” özdeyişinin sahibi Atatürk’ ün ulvi felsefesidir. “ ifadeleri ile anlaşılabilir.
Bu bakış ırk, din, inanç farklılıklarını dikkate almaksızın kendisini Türk kabul eden
herkesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kabul eder (Heper, 2006: 225). Milliyetçiliğin
anayasal çerçevede Atatürk Milliyetçiliği ile bütünleşmesi her türlü Türk
Milliyetçiliği tezahürünün kendisini Atatürk Milliyetçiliği anlayışı ile
temellendirmeye, meşrulaştırmaya ve güçlendirmeye çalıştığı fikri ile örtüşen bir
yapı arz eder. 1990'lı yıllarda ayrılıkçı silahlı Kürt hareketi ve siyasal İslamcılığın ön
plana çıkması gibi sebepler sırasıyla üniter devlet ve laik devlet temalarını harekete
geçirmiştir. Üretilen siyasetin merkezinde milliyetçilik bulunmuştur (Yeğen, 2009:
889).
Resmi ideoloji olarak üretilen bu milliyetçilik temelde “devlet bekasının
korunması reaksiyonu” şeklindedir. Çünkü oluşan İslamcı ve Kürtçü muhalefetlere
karşı Kemalist Milliyetçilik üniter yapı ve laik devletin korunması amaçlarıyla
milliyetçi devlet ve ordu politikalarına yön ve destek vermiştir (Bora, 1995: 109).
1980-1990 döneminde milliyetçilikler iki farklı yöne dönmüştür. Bunlardan
biri, ideolojisini devlet bekasının belirlemediği, modern ve Batılı kimlikli, dünya
bütünleşmesinden kaçmayan bir milliyetçilik oluşmuştur. Yine bu dönemde beka
kaygısını taşıyan, etnik-kültürel yanları da mevcut farklı bir kanat belirmiştir. Bu ilk
kanadın önemi hem ortaya çıktıkları dönemdeki çatışmanın merkezini oluşturmaları
hem de 2000’li yıllarda ortaya çıkacak olan milliyetçilik anlayışlarının sınırlarını
belirleyecek olmalarıdır (Bora, 1995: 76-77).
Küresel sorunlar devletlerarası/milletler arası ilişkilerin güçlenmesi sonucunu
doğurmuştur. Bu, neticesinde milli devletin önemini arttırmaktadır (Öz, 2009: 755).
Diğer bir nokta ise küreselleşmenin homojen millet yapısını bozarak daha küçük
milliyetçilikleri doğurmasıdır. Bu durum bir yanda çok sayıda milliyetçiliği ortaya
çıkarırken diğer yandan bütünlüğün kaybından kaygı duyan milletin milliyetçi
27
hassasiyetlerini artırmaktadır (Yıldırım, 2006: 182). Türkiye'deki yeni milliyetçi
söylem de paralel şekilde yüzyılın değer yargılarını benimseyerek, kendini yeniden
üreterek küreselleşme içindeki direncini sürdürmeye çalışmaktadır. İnsan hakları,
demokrasi vurguları yeni milliyetçi söylemde karşılığını bulmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye'deki milliyetçi ideolojinin ilerleyişine bakıldığında
Türk Milliyetçiliklerinin her türünde Atatürk'ün milliyetçilik tanımlamasından
meşruiyet zemini arandığı gözlemlenmektedir (Koçak, 2009: 37). Bu bağlamda
Cumhuriyet’in kurucu unsuru olan Türk Milliyetçiliği her siyasal ölçekte kendisine
yeni anlamlar bulmayı başarmış, yaşamını farklı boyutlarda sürdürmüştür.
1.2.3. İslamcılık
İslam’ı olgusal mahiyette incelendiğimizde bir dinsel davranış olarak insan
tabiatüstü/Tanrı'ya iman ve itaati belirten, yedinci yüzyılda ortaya çıkmış tek tanrılı
inanç doğrultusunda oluşan, vahyin toplamını ifade eder. Vahyin
elçisi/aracısı/ileticisi konumundaki peygamber Muhammed, vahyin toplamı ise
Kuran'dır. İslam inancı sahiplerinin oluşturduğu cemaat ve uygarlığa da İslam adı
verilir (Sourdel, 2008: 6). Yukarıdaki kavramsallaştırma içinde dar ve geniş
anlamdaki İslam tanımlamalarının da ipuçları bulunur. Buna göre dar anlamıyla
İslam bir dindir ve dogmatik bilgiden beslenir. Geniş anlamıyla İslam, içinde dinin
de yer aldığı bir felsefenin, uygarlığın adıdır. İslam, hem bir medeniyeti hem de bu
medeniyetinin savunulmasını ifade eder (Çiğdem, 2001: 122).
İslam bir tarafta bireysel psikoloji, bireysel tecrübe ve bu manada özünde
bireysel kurtuluşu sağlayan, tanrı-kul arasında başka bir dış aktörün yer almadığı
bireysel bir amacı içerir. Bu haliyle manevi tatmin göreviyle araçsallaşır. Öte yandan
diğer dinlerde de mevcut olan sosyal din olma yapısına İslam da haizdir. Toplumsal
normların belirlenmesi ve uygulanması konularında devrededir. Bu yönüyle de
İslam’ın sosyal yaşam usulünün belirlenmesi göreviyle araçsallaştığı söylenebilir
(Türköne, 2011: 20-21).
28
İslam’ın Batı karşısında neden başarısız olduğu, Müslümanların maddi olarak
kalkınma yollarının neler olduğu, Batı değerleri içinden hangilerinin alınıp
alınmayacağı gibi konular ise İslamcı düşüncenin başlıca soruları olmuştur (Başak,
2004: 82). İslamcı söylem, medeniyeti temsil eden Batı’ya ulaşmak için, İşgalci
Batı’ya direnişi; gerçek İslam için geleneksel İslam’dan ayrılmak gerektiği
söylemlerine sahiptir (Kara, 2011: 36).
Türkiye’de İslam’ın bir din ve felsefe sistemi olan tanımını genişletip
İslamcılık olarak yeniden konumlandıran durumların anlaşılması için dönemin
koşullarına bakmakta fayda vardır. Dönem, bu çalışmada farklı görüşler (Türköne,
2011; Karpat, 2009; Tunaya, 1991; Kara, 2003; Çiğdem, 2001; Mardin 2011)
sebebiyle genişlemekle beraber, her halükarda yaklaşık olarak Osmanlı son dönemi
olan 19. yüzyılın ikinci yarısına tekabül eder.
Türköne'nin görüşüne göre 1867-1873 yılları arasında İstanbul'da bir grup
Osmanlı aydını arasında modern dünyanın yeni gerekleriyle mücadele edebilme
endişesi ile İslamiyet bir ideolojiye dönüştürülmüştür (Türköne, 2011: 17). Karpat,
İslamcılık ideolojisinin 1878'den sonra Abdülhamit tarafından siyasi birliğin
muhafazası amacıyla benimsendiğini belirtir (Karpat, 2009: 17). Tunaya, İslamcılığı
İkinci Meşrutiyet’e yön veren en tesirli akım olarak betimlerken, miladı 1908'e taşır
(Tunaya, 1991: 15).
İsmail Kara da fikirlerin ortaya çıkışı noktasında 19. yüzyılın son çeyreğini
işaret ederken, sistematik olarak İslamcılığın İkinci Meşrutiyet’te araç olarak
kullanımlarının daha kolay olacağını vurgulamıştır (Kara, 2003: 42). Çiğdem ise
demokrasi ile İslam arasında aranan sentezlerin bir sonucu olarak gördüğü
İslamcılığı, İkinci meşrutiyet dönemi ürünü sayar (Çiğdem, 2001: 122). Mardin ise
İslamcılık akımının özelliklerini daha çok 19. Yüzyıl ortalarında 1870’lerden itibaren
gittikçe güçlendiğini ifade eder (Mardin, 2011: 9).
29
İslamcılığın tarihsel başlangıcının tespitinde görüş farklılıkları mevcut
olmakla birlikte onun tarih sahnesine çıkış sebebinde uzlaşma sağlandığı
söylenebilir. Döneminde ortaya çıkan diğer akımlarla paralel olarak İslamcılık da en
temelde devletin bekasına dayanan Avrupa tehdidinin nasıl karşılanacağı, nasıl
algılanacağı soruları merkezinde şekillenmiştir (Kara, 2003: 43-44). Bu bağlamda
İslam’ı, İslamcılıkla buluşturan kavramın modernite olduğunu savunan görüşler
mevcuttur. Moderniteden bu noktada anlaşılan, toplumun geleneksel yapılarını terk
ederek, bilimsel ve rasyonel olarak yeniden örgütlenmesidir. Bu örgütlenmeye bağlı
olarak da dinin toplumsal rolünün gerilemesi ve dini inancın özel alanda daralması
olarak sekülerleşmesidir (Çınar, 2005: 19).
İslamcılık tam bu noktada devreye girmiştir. İslamcılık, İslamiyet’i dünyanın
gereklerine uygunluğu ve meşruluk kaynağını akılda somutlaştıran bir bakışla, çağın
paradigmalarına uygun tezlerle savunmaya çalışmıştır (Türköne, 2011: 30). Tez bu
içeriğiyle, İslam’ın modernite ile çatışmadığını kanıtlamaya çalışır. Başlangıç
dönemindeki İslamcılara göre, İslam gerilemenin, ahlaki çöküşün ve mağlubiyetin
sebebi olamaz. İslam, gerçek İslam değerlerinden kopmuştur. Dolayısıyla bu görüşe
göre sorun, İslam’ın yanlış anlaşılıp yanlış uygulanmasındadır (Kara, 2011: 34).
Neden İslam, İslamcılık şeklinde bir ideoloji olarak tezahür etmiştir?
Dönemin yeni yapısına uygun bir İslam yorumuna gereksinim duyulması
cevaplardan birisidir (Kara, 2003: 44). Öte yandan İslamcılığın manevi yönüne vurgu
yapan görüşler de mevcuttur. Bu görüşün detayında, toplumların hızlı değişim
sürecine girmesi, eski yapıların ortadan kalkmaya başlaması, bireyin yalnızlaşması
ve yabancılaşması sonucunda geleneksel dünya görüşünün yetersiz olduğu fikirleri
bulunur (Türköne, 2011: 27).
İslamcılık fikrinin oluştuğu dönemde “Osmanlıcılık”, “Batıcılık” ve
“Milliyetçilik” fikirleri de gündemde olmuştur. Birbirleriyle benzer, birbirlerinden
farklılaşan akımlar olmakla birlikte nihai amaç olarak devletin bekasında birleşirler
(Kara, 2003). Bu üç akım Avrupa karşısında alınacak pozisyonun belirlenmesi
30
konusunda fikir üretmişlerdir. Beka muhafazası amacıyla ilk yapılmaya çalışılan
müslüman/gayrımüslim tebaanın tümünü kuşatan bir yapının oluşturulmaya
çalışılmasıdır ki bu Osmanlıcılık fikridir. Balkanlardaki milliyetçi dalga sonrası
ayrılıkçı gayrımüslim yapıların oluşması fikri Türk-Gayrı Türk ama Müslüman
olanlar olarak güncellenmiştir; bu haliyle İslamcı akıma temel oluşmuştur. Son
kertede Arap Milliyetçiliklerinin ortaya çıkışı Türk Müslüman fikrini oluşturmuş
yani Milliyetçilik/Türkçülük akımını ortaya çıkarmıştır (Kara, 2003: 44).
Osmanlı son döneminde aktif olan bu düşünce akımları içinde birbirlerini
etkileme, birbirleriyle bütünleşme, birbirlerini kullanma gibi ilişkiler mevcut
olmuştur. Bu kapsamda, İslamcılıkla milliyetçiliğin ilişkisi önemlidir. Türk
kimliğinin önemi artmasına rağmen Türkler kendilerini öncelikli olarak Müslüman
olarak görmüşlerdir (Ahmad, 2009: 55). Bu durum milliyetçiliğin, İslamcılığın
toplumsal derinliğini fonksiyonel olarak kullanması sonucunu doğurmuştur. Milli
mücadele döneminde Batılılaşma yanlısı olan kurucular, kurtuluş mücadelesini
seferber edebilmek için dinsel kimliği vurgulama yoluna başvurmuşlardır. İslamcılık
akımının sözcüleri de kurtuluş mücadelesi içinde saf tutmuşlardır (Kurtoğlu,
2011:207). Hilafeti de içeren İstanbul Hükümeti’ne karşı Ankara Hükümeti’ni
desteklemişlerdir (Çetinsaya, 2011: 437).
İslamcılık için milliyetçiliğin kullanımı daha çok İslamcılığa bir temel veya
meşruiyet sağlanması noktasında olmuştur. İslamcılığın Osmanlı Devletini kurtarma
amacının başarısızlıkla sonuçlanması onun milliyetçiliğe eklenmesini gerekli
kılmıştır (Kurtoğlu, 2011: 204). Cumhuriyet döneminde laiklik ilkesinin baskınlığı
(Özbudun, 2010) karşısında İslamcılık, Milliyetçilikle yan yana saf tutmak
durumunda kalmıştır. Hatta bir siyasi hareket olarak 1970'li yıllarda ortaya çıkan
Milli Nizam Partisi’nden (MNP) Saadet Partisi’ne (SP) uzanan yolculuklarında,
İslamcı siyasi oluşumların laiklik karşıtı faaliyetler kapsamında değerlendirilmemek
için “İslami Görüş” temelli görüşlerini “Milli Görüş” isimlendirmesiyle sunmayı
tercih ettikleri görülür. Zira “siyasi partilerin laiklik karşıtı faaliyetleri üzerindeki
31
anayasal ve kanuni yasaklar bu partilerin İslami kavram ve sembolleri açıkça
kullanmalarına izin vermiyordu” (Özbudun, 2010: 34).
Cumhuriyet ve devamındaki tek parti dönemi, İslamcılığın yer altına
çekileceği dönem olmuştur. Bu dönemdeki uygulanan laiklik politikaları ile
Müslümanların (din temelli yapıların) yaşam alanlarında daralmalar yaşanmıştır.
Tarikatlar, kuran kursları yolları ile örgütlenen İslamcılık, devlet dışı mecrada
yaşamını devam ettirecektir (Çiğdem, 2011:118). Kurucu iktidar hilafet-saltanat
temelli devlet yapısını ortadan kaldırırken İslam inancının siyasal yönüne temel
oluşturan kaynakları tasfiye etmiştir (Duman, 1996: 16). Oluşturulan yeni seküler
kurum ve uygulamalar İslami cenahta, dinsel nitelikli endişelere neden olmuştur.
İslamcılığın tanımı da güncellenmiştir. İslamcılık, bu endişelerle cumhuriyete
yöneltilen eleştirilerin adı olmuştur (Subaşı, 2011: 220).
Dönemin sekülerleşme yoluyla akıl dışı/üstü tüm tasarımları ve bu kapsamda
din karşıtı bir yapıya büründüğü yönündeki görüşler (Kurtoğlu, 2011: 209)
bulunmakla beraber, aslında dönem içinde dinin iktidar tarafından yeniden
tanımlandığı girişimler mevcut olmuştur. Bu dönem oluşturulan Diyanet İşleri
Başkanlığını, dinin de akıl ve bilimsel metoda ya da Cumhuriyet'in ilkelerine uygun
olarak yeniden üretilmesi girişimlerinden biri olarak gören görüşler bulunur (Kara,
2011: 190-191).
1923'de başlayan cumhuriyet dönemi CHP'nin siyaset üreticisi ve
uygulayıcısı olduğu yıllar olmuştur. 1950'lere kadar İslami düşüncenin ve yaşam
biçiminin devlet denetiminde bulunması sebebiyle İslami fikir üretiminden bu
dönemde bahsetmek güçtür (Kurtoğlu, 2011:211). Bu dönemde halkın toplumda
meydana gelen değişikliklere aktif katılımını sağlayacak bir siyasal katılma bilinci
yerleşmemiştir (Bila, 1987:107).
Çok partili hayata geçiş, siyasi oy rekabetini ortaya çıkarmıştır. Seçmen
olarak toplum görüşleri önem kazanmıştır. CHP kurucu iktidarı, politika üretip
32
uygulayan yapısını güncelleme yoluna gitmiştir. Bu doğrultuda dine yönelik
politikaların da gözden geçirilmesi gündeme gelmiştir (Duman, 1996: 16). Dinin
muhalefetin siyasi söyleminde yerinin olması neticesinde kurucular dine karşı
bakışlarını yumuşatmışlardır (Kurtoğlu, 2011:211-212). DP'nin seçimlerde aldığı
başarılar, bu siyasal söylemin muhatap alınmaya başlamasının sebebi olarak
görülebilir. Bir diğer etken olarak da komünizm “tehlikesine” karşı milliyetçiliğin
artık din olgusundan destek almasının gerektiğini içeren görüşlerin varlığı
gösterilebilir (Koçak, 2009: 609).
Şerif Mardin (Mardin, 2007) 1940'ların sonunda yaşanan dine dönüş
hareketlerinin iki farklı şekilde olduğunu belirtir. Bunlardan ilki Sünni ulemanın
fikirlerinin devamı şeklindeki dönüştür. İkincisi geniş halk kitlelerinin volk İslam’a
dönüşü istemesidir (Mardin, 2007: 149-150). Volk İslam olarak nitelenen bu tür, halk
inançlarının kendi içinde anlamlı bütünlüğüyle oluşmuştur. Zaten dini
modernleştirme, hurafelerden ayıklama girişimlerinin hedefi bu anlayış olagelmiştir
(Mardin, 2007).
DP dönemi İslamcı fikirlerin ve geleneksel değerlerin meşrulaştığı dönem
olmuştur. Dönem içinde yaşanan ezanın Arapça’ya dönüşü, sayısı artış gösteren
kuran kursları, Yüksek İslam Enstitüleri bu minvalde gelişmeler olarak
değerlendirilebilir (Duman, 1996: 42). Zaten komünizm karşıtı düşünceler, bu
dönemde İslam’ı karşı tezin meşruiyet kaynağı olarak kullanmasına sahne olduğu
dönemdir. Demokrat Parti dönemi 1960 askeri müdahalesi ile son bulmuştur.
Darbenin gerekçeleri içinde DP’nin din alanındaki politikalarının etkisi
olduğunu savunan görüşler mevcuttur (Sarıbay, 2001). Bu görüşe göre ezanın tekrar
Arapça okutulması, radyoda dini yayınların artırılması, dinsel eğitimin
yaygınlaştırılması laiklik ilkesini tehdit edici mahiyette görülmüştür (Sarıbay, 2001:
55).
33
İslamcılık fikir akımı olarak İttihat Terakki'den bu yana Türk Siyasal Hayatı
içerisinde var olagelmiştir. Demokrasilerde ideolojilerin tercihe dönüştüğü yer
seçimler ile siyasi partilerdir. Bu bağlamda çok partili hayat ile oluşan DP İslamcı
fikirler ile anılırken, ideolojik olarak İslamcı bir hüviyette değildir (Çiğdem, 2010).
Kimlik edinmeye yönelik bir hareket olarak İslamcılık, 1970 sonrası dönemde
değerlendirilir. 1970'lerden sonra İslami hareketin örgütlenme teoriği ve pratiği ve
örgütlenme ilkeleri hem kitabi bir vurgu kazanmış hem de İslami hareketin o zamana
dek birlikte olduğu düşünce ve oluşumlarla olan farkı vurgulanmaya başlamıştır
(Çiğdem, 2001: 114).
İslamcıların siyasi tercihlerine karşılık gelecek bir siyasi örgütlenmenin
olmayışı onları sağcı-laik partiler etrafında toplamıştır. Bu bağlamda İslamcı
ideolojiye sahip ilk siyasi parti 26 Ocak 1969 yılında Necmettin Erbakan tarafından
kurulan MNP olmuştur. MNP bu noktada İslamcı seçmenin kendi zihinsel
tercihlerini doğrudan yansıtabileceği bir siyasi örgütlenme görevi üstlenmiştir
(Duman, 1996: 70). Partiyi DP ve AP 'den ayıran tarafı dinsel muhalefetin sözcüsü
niteliğinde kendini konumlandırmasıdır (Sarıbay, 2011: 579).
Osmanlı aydını taşıdığı kültür kalıplarını Türkiye'ye taşımıştır (Mardin,
2007:142). Dinsel kimlik de bunlardan biridir. Laik politikalarda bu kimliğin ortadan
kaldırılmasına yöneliktir ve sonucunda İslami kimliğin muhalif kimlik olarak kamu
alanına taşınmasıyla sonuçlanmıştır. Bu bağlamda Erbakan, dini sembol ve değerleri
muhalif söylem olarak siyaset alanında kullanmıştır (Yavuz, 2011: 594). Ancak
“kapatılıp-açılma” sürecinin başlangıç noktası olacak olan MNP 20 Mayıs 1971
tarihinde anayasa mahkemesince kapatılmıştır. MNP'nin devamı olarak Milli
Selamet Partisi (MSP) kurulmuştur. MNP ve MSP' nin Milli Görüş olarak nitelenen
bakışı maddi kalkınmanın yanında manevi kalkınmanın da sağlanmasıdır. Ahlak ve
fazilete dayanan bir cemiyet nizamını öngören bir anlayıştır (Sarıbay, 2001: 63).
12 Eylül askeri müdahalesi dönemin diğer partileri gibi MSP'yi de
kapatmıştır. Dönemin Türkiye'sinde diğer siyasal yapılar gibi İslamcılık da merkez
34
hegemonyasını haklılaştırmak için işlev görmeye başlamıştır (Çiğdem, 2001: 128).
Darbeyi gerçekleştirenler için İslam milletçe dayanışma ve bütünleşme fonksiyonu
ile resmi ideolojinin içine girebilmiştir. Bu yeni yapının altında yatan nedenin
yükselen Kürt fikir hareketleri ve İran İslam Devrimi olduğunu ifade eden görüşler
mevcuttur (Şengül, 2011: 527-528).
İslam’a bir ortak payda olarak etnik unsurların üzerinde bir çatı ve
Devriminin Türkiye'de oluşabilecek radikal etkilerine karşı özgücü anlamlar
yüklenerek kullanıldığı düşünülebilir. Bu doğrultuda 1982 anayasasında kutsal-
dinsel-İslami anlamların yer aldığı ifadeler mevcuttur. Bu durumun Kemalizm’le
İslamiyet’i devlete ideolojik dayanak sağlayacak şekilde bağdaştırma girişimlerinin
yansıması olduğu düşünülebilir (Parla, 2002: 36-37).
1983 yılında tekrar Refah Partisi (RP) olarak partileşecek olan milli görüş
izleyen 12 yıllık dönemde sürekli büyüyen bir yapı arz etmiştir (İlk seçim 1984
yüzde 4,4/son seçim 1995 yüzde 21,3). Bu başarı partinin İslamcı kimliğinden ziyade
RP'li belediyelerin başarılı yönetimleri ve iktidar partilerinin rüşvet ve yolsuzluğa
karışmasındaki tepkilerin rolü vardır (Yavuz, 2011: 598). 1980 ve 1990'lı yıllarda bu
denli güçlenmiş olan RP'nin siyasal yaşamı, 28 Şubat olayı (1997) olarak
adlandırılan süreçle son bulmuştur. Sürecin temelinde 28 Şubat tarihli Milli Güvenlik
Kurulu (MGK) toplantısında çıkan bildiri bulunur. Bu tarihli MGK toplantısı
hükümete bir kesin uyarı niteliğindeydi (Özbudun, 2010). İrtica temelinde
“meşrulaştırılan bildiri” sonrası hükümet düşmüştür. Daha sonra kurulan Fazilet
Partisi (FP) de aynı kadere mahkûm olmuştur. Aslında FP, RP’ye göre daha ılımlı ve
ihtiyatlı bir yapıdaydı (Özbudun, 2010: 34).
Milli Görüş hareketi içinde süren gelenekçi, yenilikçi tartışmaları 2001
yılında hareket içinde bir bölünmeye yol açmıştır. Gerçekleşen ayrışma neticesinde
gelenekçi kanat Saadet Partisi (SP) olarak, yenilikçi kanat ise AKP olarak siyasi
hayatlarına devam etmişlerdir. AKP ile ondan önceki İslamcı partiler arasında
ideolojik kopuşlar mevcuttur. Aslında bu kopuşlar RP/FP geçişinde de
35
hissedilmekteydi. Ekonomi politikasında “adil düzen” olarak sistemleştirilen, Batı
Kapitalizmi’ni reddeden, devlet merkezli bir ekonomi politiğe dayanan bakış terk
edilmiştir. FP’de ortaya çıkan yeni söylem liberaldir. Dış politika konusunda da Batı
karşıtlığı, AB karşıtlığı söyleminde değişim yaşanmıştır (Çaha, 2008: 240-241).
Batı karşıtlığı İslamcı söylemin içinde sürekli farklı dozlarda bulunmuştur.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) aracılığıyla İslamcı simgelerin
kısıtlılığının batı nezdinde değerlendirmeye sunulması ve dinsel simgelerin
kullanımının Avrupa ülkelerindeki serbestliği batı karşıtlığının İslamcı hareket içinde
çözülmesine neden olmuştur (Yılmaz, 2011: 610).
AKP Türkiye'de İslamcı çizgiyi yeniden yapılandırma iddiasıyla başladığı
siyasi hayatına giderek merkezileşen bir pozisyonda devam etmiştir. İslamcı
kadroları bünyesinde barındırmış ve fakat İslamcı olamayan bir parti kurmuştur
(Yılmaz, 2011: 617). Anti-batıcı bir söylemin uzantısı niteliğindeki bir parti iken
Türkiye'deki liberal açılım ile batı ile bütünleşmeci bir hüviyete bürünmüş gibi
gözükmektedir (Çaha, 2008:248). Özbudun'a göre laiklik konusunda da diğer İslamcı
partilere oranla destekleyici bir yapıdadır (Özbudun, 2011: 59).
Yalçın Akdoğan (Akdoğan, 2011) ise AKP'nin bugünkü pozisyonu ile siyasal
İslam kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtir. AKP'nin İslamcı bir hareketin
siyaset alanında devamlılığının olamayacağı düşüncesiyle merkez sağa kaymaya
çalıştığını vurgulamaktadır (Akdoğan, 2011: 630).
İslamcı düşünüş Türk siyasal hayatında izlenen süreçte kendine sürekli yer
bulmuştur. Bu düşünüş Osmanlı son döneminde imparatorluğun dağılmasına engel
olunması anlamında çarelerden biri olarak gündeme gelmiştir. Batı'daki gelişmelere
müteakip İslamcı düşünüşün kendini tekrar kanıtlamaya çalışması fikrin temelini
oluşturmuştur. Türk sağ düşüncesinde imge, değer ve ritüel kaynağı olarak yer alan
İslamcılık fikri koşullara göre yeni şekil alabilme özelliği ile Tanıl Bora tarafından
Türk sağının sıvı hali olarak mecazlandırılmıştır (Bora, 2009: 11). Gerçekten de
36
Milliyetçilikle olan ilişkisi, dünyadaki gelişmelere paralel yaşadığı değişimler, sol ile
olan diyalogu İslamcılığın farklılaşan hallerini göstermiştir.
İslamcılık aynı zamanda bir toplumsal ayrışma eksenin de bir tarafını
oluşturmaktadır. “İslamcı” kimliği ile ortaya çıkan bu grubun karşı kutbunda “Laik”
olarak adlandırılan Cumhuriyet devrimleri hassasiyeti yüksek grup bulunur
(Çarkoğlu&Toprak, 2000: 80). Toplumlardaki ayrışma eksenleri ile oy verme tercihi
arasında ise bağlantı bulunur. Bu bağlantının kaynağı ayrışma eksenlerinin farklı
kesimlerinde yer alan siyasi partilerdir (Özbudun, 2011). Siyasi partiler bu ayrışma
çizgisindeki pozisyonlarına göre seçmenlerce tercih edilir veya edilmezler.
Dolayısıyla 1920’lerde ve 1930’larda başlatılan reformların laiklik ilkesinin Türk
anayasal süreçlerinin merkezinde yer alması ile ve bu ilkenin korunması (Mardin,
2011: 35) ile İslamcı düşünüşün yeniden ortaya çıkması fikri (2011: 75) arasında
toplumda bir ayrışma oluştuğu ifade edilmektedir.
1.2.4. Dindarlık
Osmanlı İmparatorluğu’nda halk kültürü ile seçkinler kültürü arasında
ayrışmaya bakıldığında din temelli bir ayrılığın da oluştuğu görülür (Mardin, 2007:
156). Ayrışmanın bir tarafında “seçkinler dini”, diğer tarafında “halk dini”
bulunmuştur (Mardin, 2007: 156). Cumhuriyet döneminde bu ikiliğe önem
verilmemiştir. Ancak hukuksal yapıda gerçekleşen değişimler sonucunda din,
devletten ayrı bir teşkilatlanma sürecine girmiştir (Mardin, 2007: 156).
Türkiye’ de İslam genellikle ana olarak kamusal ve kişisel alanların farkları
bazında/çerçevesinde tartışılagelmiştir (Toros, 2010). Bu durum Türkiye’nin
demokrasi mekanizmalarını Müslüman ağırlığına sahip bir topluluğa yerleşmiş laik
düzende uygulayan ve yöneten nadir ülke örneklerinden olmasından dolayı çok da
şaşırtıcı gözükmemektedir. Yani konu politika olunca bu alanlarla ilgili hassas
dengenin varlığı ortaya çıkar. Bu bağlamda mevcut politik düzenin devamlılığı için
37
inancı kişisel sorun alanı içinde tutma eğilimi vardır. Kamusal alana taşırılmamaya
çalışılır (Toros, 2010).
Bu nedenler ile bu olgunun rehberliğinde din olgusu kamusal alan ve özel
alan arasında yer bulur. Mardin de, din sosyolojisi bakımından din-siyaset ilişkisini
incelerken “dinin gerek kişi katında gerek toplum yapısı katındaki” fonksiyonundan
söz etmektedir (Mardin, 2007: 155). Çiğdem, Türkiye’de dinin, bireylerin ideolojik
mücadeleleri, gündelik hayata ilişkin anlamları aralığında farklı pozisyonlarını işaret
eder. Buna göre dinin, dinle devlet özdeşliğini vurgulayan konumu, İslam’ın bir
kültür olarak algılandığı kültürel konumu ve İslam’ın devletten ve siyasetten
ayrıştırıldığı ahlakçı (moral temelli) konumlarından bahseder (Çiğdem, 2001: 150-
151).
Kalaycıoğlu&Ergüder&Esmer (1991) “Değerler Araştırması” çalışmasında
Türk seçmeninin parti tercihinde dindarlığın rolünün yüksekliğine işaret edilir. Bu
çalışmada Türk seçmeninin parti tercihlerinde dindarlığın ağırlıklı rolü
vurgulanmıştır (Çarkoğlu&Toprak, 2000: 114). Kalaycıoğlu, dindarlığın, etnik köken
ve toplumsal cinsiyetle beraber Türk siyasetinde giderek artış gösteren bir
kutuplaşmanın öncüleri olduğunu belirtmektedir (Çarkoğlu&Toprak, 2000: 114).
Mardin’in (2007: 160) Türkiye’deki alt tabakalardaki dinsel inaçlarla ilgili
yapmış olduğu çalışma, bir işçi grubunun dinsel inançları ile diğer inanç ve
davranışları arasındaki uyumun incelenmesini içermektedir. Çalışmanın bulguları
kendilerini Müslüman olarak konumlandıranların bir kişisel vasıf olarak ilk sırada
Müslümanlığı tuttuğunu gösterir (Mardin, 2007: 163). Politikacıların dindar olup
olmaması noktasında dindar olmalarını “çok mühim” buldukları ve içinde
bulundukları grubu “din kardeşi” olarak gördükleri ifade edilmiştir (Mardin, 2007:
163). Mardin, bu bulgular ile bir insanın kendini Müslüman olarak tanımlamasıyla
birlikte bazı tutarlı inanç sistemi oluştuğunu öne sürer. Bu inançların da diğer
toplumsal eylemleri doğrudan etkileyeceğini belirtir. Buna göre dindarlığın oy verme
noktasında da etkili olacağı düşünülmektedir.
38
1.2.5. Muhafazakârlık
Muhafazakârlık kavramı, anlamı dışında/anlamına uygun, yeni kazandığı
anlamlar çerçevesinde günlük hayatta da kullandığımız bir kavramdır. İhtiyatlılık,
gelenekçilik (traditionalist), değişime karşıtlık, devrim karşıtı, tutuculuk, dindarlık,
bir bireysel mizaç vb. gibi kavramların yerine kullanılabilmektedir. Dolayısıyla
muhafazakârlık ile ilgili yapılan çalışmalarda kelimeye hangi anlamın yükleneceği
sorusu gündeme gelmektedir.
Muhafazakârlık Fransız devriminin ürünü olan bir ideolojidir. Devrimin
getirmiş olduğu yeniliklere ve sürece yönelik tepkilerin oluşturduğu bir dünya
görüşüdür. Mevcudu muhafaza etmeyi amaçlayan bir siyaset anlayışı ve pratiğidir.
Değişime karşı tüm toplumlarda gerçekleşebilecek bir tavır, bireysel psikolojik veya
kolektif tasarımlara indirgenebilecek evrensel bir durumdur. Tüm bu tanımlamaların
toplumsal ve tarihsel veriler içinde karşılıklarını bulmak mümkündür (Çiğdem, 2009:
13).
Bu bölümde kavramın, dünyada doğuşu ve mahiyeti çerçevesinde
temellendirilerek teorik bir temel oluşturulmaya çalışılmıştır. Türkiye özelinde
taşıdığı anlamlar içinde değişimle olan ilişkisi irdelenmeye çalışılmıştır. Bu şekilde
incelenmesindeki sebep, Batı’da ortaya çıkan muhafazakâr düşünceyle Türkiye’de
oluşmuş olan muhafazakâr düşüncelerin bazı farklılıklarının varlığıdır.
Muhafazakâr fikirler ve doktrinler ilk olarak on sekizinci yüzyılın sonlarında
on dokuzuncu yüzyılın başlarında ortaya çıktı. Fransız devrimi ile oluşan iktisadi ve
siyasi değişime karşı bir tepki olarak ortaya çıkan muhafazakârlık Ancien Regime'e
(eski rejim) dönmeye ilişkin bir eğilimi ifade ediyordu (Heywood, 2011: 75).
Gerçekten de İngiltere'de Edmund Burke, Fransa’da Maistre, Almanya’da
Gentz örneklerinden bakılırsa muhafazakâr düşünce varlık nedenini Fransız
devrimine borçludur (Çiğdem, 2009: 16). Spesifik, somut ve çağdaşlarından belirgin
39
biçimde ayrılmış bir felsefi ve siyasi teori ve pratiği ifade eden bir siyasi ideoloji
anlamındaki muhafazakârlığın tarihini on sekizinci yüzyıldan başlatmanın açıklayıcı
ve yöntemsel bakımdan da kolaylaştırıcı olacağı söylenebilir (Özipek, 2011: 16).
Tarihsel süreçleri birbirinden ayırmak mümkün olmadığından Fransız
Devriminin tohumlarının atıldığı aydınlanma fikrine yer vermek yerinde olacaktır.
Aydınlanma on sekizinci yüzyılda gerçekleşmesi ve sonuçları itibariyle hem
Amerika'da hem Avrupa'nın her tarafında etkili olmuştur. Geleneksel olarak İngiliz
Devrimiyle başlatılıp Fransız Devrimi ile bitirilmektedir. Felsefi bir hareket ve daha
da önemlisi bu hareketin sonuçlarıyla belirginlik kazanan toplumsal ve siyasal bir
süreçtir (Akıncı, 2012: 54).
Rönesans ve reformun açtığı yolda ilerleyen felsefe, asıl ürününü bilim ve
teknikteki hızlı gelişimlerle, üretimde niteliksel bir dönüşüme neden olan tekniklerin
ve sosyoekonomik hareketliliğin birikimlerine sahne olan bu yüzyılda verecektir
(Özipek, 2011: 18). Aydınlanma “hâkim rengi geleneksel otorite sistemine,
ortodoksiye, özellikle de dine karşı derin bir şüphecilik ve insanoğlunu iyiliğe
götürecek bilimler ve tekniklerde sınırsız başarılar elde etmede insan aklının ve
zihninin gücüne güçlü bir inanç olan ortak ruh hali ve dünya karşısında alınan
tavır”(Akıncı, 2012: 55) olarak tanımlanır. Buna göre dönemin önemli düşüncesinin
din, gelenek gibi toplumsal değerlerin insan özgürlüğünü kısıtladığı, özgürlüğün ise
aklın egemenliği ile toplumun şekillendirilmesi ile sağlanabileceği fikrine dayanır
(Akıncı, 2012: 55).
Aydınlanmacılara göre insan doğasına uygun şeyleri akılla keşfedip insanın
eylemlerinin buna göre planlanması durumunda yine her yerde ve her zaman geçerli
olan bir uygarlık yaratılabilir. Muhafazakâr düşüncenin itirazı da tam bu noktada
ortaya çıkar. Onlar tarihsel farklılıkların tarihsel bağlamından ve dolayısıyla ahlaki
sorumluluklarından soyutlanmış tek bir aklın potasında eritilmek istemesine tepki
duyarlar (Öğün, 2009: 553). Yani muhafazakâr her şeyden önce mütevazı bir insan
tahayyülüne sahiptir. Ona göre insan yaradılışı veya doğası gereği sınırlı bir varlıktır.
40
Bu bağlamda bir muhafazakâr insana tarihten, gelenekten, dinden ve ona kimliği
veren diğer kurumlardan bağımsız bir biçimde bütün bir dünyayı anlayabilecek ve
dönüştürebilecek kurucu bir özne gözüyle bakmaz (Özipek, 2007).
Muhafazakârlığın bir ideoloji olarak kullanımı ise Michael Oakeshott gibi
düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bu görüş özel olarak, büyük ölçüde insan
zihninin dünyayı bütün boyutlarıyla kavrayabilme kapasitesine sahip olmadığı
inancından kaynaklanan rasyonalizmin değeri hakkındaki muhafazakâr şüpheciliği
yansıtmaktadır (Heywood, 2011: 77).
Kıta Avrupa’sında hâkim Joseph De Maistre ve benzeri düşünürlerin bakışı
ile muhafazakârlık her hangi bir reform düşüncesini reddeden yapısıyla bir kanadı
oluşturur. ABD ve İngiltere'de ise Edmund Burke’la “muhafaza etmek için değişim”
fikrinde ifadesini bulan iki kanada ayrılmış durumda idi. Burke, “Reflection On The
Revolution”da o zamandan bu zamana muhafazakâr düşüncenin vasıfları olarak
aynen kalmış altı tema geliştirmiştir (Zürcher, 2009). Bu temalar: Dinin önemi;
reform adına kişilere haksızlık yapılması tehlikesi; rütbe ve görev ayrımlarının
gerçekliği ve arzu edilirliği; özel mülkiyetin dokunulmazlığı; toplumun bir
mekanizmadan ziyade bir organizma olduğu görüşü ve nihayet geçmişle kurulan
sürekliliğin değeri ana temalar olarak şekillenir (Zürcher, 2009: 40).
Fransız Devrimini ideolojik bir sistematik anlamında muhafazakârlık için
başlangıç yaptığımız noktada, bu başlangıcın karşılığının modern Türkiye tarihinde
Cumhuriyet inkılâbı olduğunu tespit etmek gerekecektir. Cumhuriyet'in rejim
değişikliğinin yanı sıra Osmanlı'dan toplumsal, siyasal, kültürel ve ideolojik radikal
bir kopuş istemini de yansıttığı bilinmektedir. Dolayısıyla Türk muhafazakârlığının
kendisini anlamlandıracağı pozisyonunu belirleyebileceği tarihsel an, bu sistemin
boyutlarının genişliği ve derinliği nedeniyle de ancak Cumhuriyet’in ilanıdır
(Çiğdem, 2009: 16). Önceki dönemde yaşanan reform ve ıslahat çabalarından farklı
olarak Cumhuriyet dönemi devrimsel bir nitelik taşıyordu. Toplumun
dönüştürülmesini öngören bir politikaya sahip olması başta din olmak üzere
41
geleneksel kurumların tasfiyesi ve onların bireysel sosyal ve siyasi alanlardaki
etkisini ortadan kaldırılmaya çalışılması ise bir kopuşu ifade ediyordu (Özipek, 2009:
80).
Öte yandan siyasal ve felsefi muhafazakârlık Osmanlı imparatorluğu’nda ve
Türkiye Cumhuriyetinde en azından yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar güçlü bir
etkiye sahip olmadı (Zürcher, 2009: 41). Aslında toplumun dönüşümündeki hızlı
değişim ve dönüşüm hali toplumun neredeyse refleks olarak muhafazakârlaşmasına
yol açtı. Ama bu her türlü yeniliğin reddedildiği, ısrarla savunulan, bilinçle sahip
çıkılan geleneğin, bütüncül bir yaşam tarzı haline dönüştüğü bir muhafazakârlık
değildir. Toplumun muhafazakârlığı devletin onu dış görünüşüyle batı toplumlarına
benzeyen ancak içeriği itibariyle tam olarak netleşmemiş kurumlara karşı bir
direnişinin ifadesiydi (İnsel, 2003: 12-13). Bu anlamda Türkiye'de muhafazakârlığın
yaşam bulabildiği alan kültürel boyut olmuştur (Çiğdem, 2009). Zira
muhafazakârlığın siyasal yorumu, bu yorumu taşıyacak toplumsal bir sınıfa ihtiyaç
duyar, oysa kültürel muhafazakârlık seçkinler düzeyinde yürütülebilecek bir projedir.
Buna bağlı olarak muhafazakârlık modern Türkiye tarihinde “siyasal olarak
çekinik, kültürel olarak atak bir gelişim çizgisi yaşamıştır” (Çiğdem, 2009: 19).
Ayrıca Bora’ya (2009) göre muhafazakârlık, evrensel iddialar taşıyan diğer
ideolojilerden farklı olarak ulusal sınır ve kültürle bağlantılıdır. Dolayısıyla
modernleşmeye karşı bir tavır alış olarak gördüğü muhafazakârlığı bir ideoloji olarak
tanımlamaz (Bora, 2009). Bu tanımlama ile de muhafazakârlığın yine kültürel boyut
içinde kalacağı düşünülebilir.
Kemalist modernleşme içinde akla tanınan iyimser rol (Akıncı, 2012: 247)
muhafazakâr düşüncenin bu temelden oluşmasını anlamlı kılmaktadır. Yine
muhafazakâr düşüncenin eskiyi temsil eden tüm değerlerin tasfiyesine yönelik
eleştirilerinin karşılığı olabilecek devrimlerin Cumhuriyet dönemindeki varlığı da
dikkate değerdir. Özellikler Özipek’in (2011) işaret ettiği gibi “dil devrimi” bu
manada gerçekleştirilmiş radikal hareketlerden birisidir. Zira dildeki bu değişim
42
muhafazakâr düşünüşte karşı çıkılan, eskiyle olan bağların koparılması anlamını
taşımaktadır (Özipek, 2011).
Muhafazakâr düşünceyi siyasal olarak ortaya çıkarabilecek durumlar
mevcutken siyasal boyutta ortaya çıkmamasının sebebi hem Osmanlı hem de
Cumhuriyet döneminde izlenen politikalardır. Zira Osmanlı dönemi yenileşme
hareketlerine ve Cumhuriyet dönemi yaşanan değişimlere bir tepki olarak gelişen
muhafazakâr düşüncenin, siyasal bir alan bulduğunu söylemek güçtür (Çiğdem,
2009).
Çiğdem (2009) bu dönemde muhafazakâr tepkinin toplumsal meşruiyeti
sorununa dikkat çeker. Kemalizm, bu dönemde dinin fonksiyonel kullanımı yoluyla
dinsel kaynaklı oluşabilecek muhafazakâr etkileri ve diğer toplumsal bütünleşme
unsurlarının fonksiyonel kullanımları ile ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
Dönemin düşünce akımları olan “İslamcılık”ın, “Batıcılık”ın ve “Türkçülük”
ün hepsi farklı yollar ile kendilerini yeni olana adapte etme amaçlarını taşımışlardır.
Böylece bu düşünceler “milli bir tarih ve toplum yaratılması projesine” katkıda
bulunmuşlardır. Bu hal muhafazakârlığın, bu düşüncelerden her hangi birine
yönelmesine engel olmuştur. Dolayısıyla Türk Muhafazakârlığı korunacak şeylerini
kendisi yaratmak durumunda kalmıştır (Çiğdem, 2001: 57).
Bununla beraber muhafazakârlığın diğer bir yönü olan değişim karşısında
tedrici duruşun ve direnişin bu dönem içinde farklı bir boyut kazandığı
gözlemlenmektedir. Cumhuriyet döneminde hayata geçirilen ilke ve kurumların
1930’lu yıllarla beraber Kemalist İdeoloji olarak dondurulması da muhafazakâr
yapıları etkilemiştir. Sosyalizm ve liberalizm etkilerinin yaşandığı dönemde her
ikisinin de karşıtı olarak bir üçüncü yolu ifade eden cumhuriyetçi-muhafazakâr bir
düşünce ortaya çıkmıştır (İrem, 2009: 106).
Siyasal alanda muhafazakârlığın güçlü etkiler yaratmadığı bu dönemde,
Cumhuriyetçi muhafazakârlık, Kemalizm’in sosyalist veya liberal olarak
43
teorileştirilmeye çalışılmasına bir tepki olarak gelişmiştir. Sonraki dönem
cumhuriyetçi muhafazakârlık ise Kemalizm’in devrimci değişim felsefesine yönelik
bir eleştiri olarak şekillenen ilk siyasi-felsefi eleştiri alanı olmuştur. Bu oluşumun
Peyami Safa’nın 1939’da yayınlanan Türk İnkılâbına Bakışlar kitabı ile ilişkisinden
bahsetmek gerekir. Kitabın etkileri 1950’li yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştır (Mert,
2009: 315). Safa ve Safa’nın öncülüğünde çıkan Türk Düşüncesi Dergisi de bu
minvalde fikir üretiminde bulunmuşlardır. Eleştiri cumhuriyet devriminin fazla batıcı
ve seküler yönüneydi. Buna göre Batı Medeniyeti’nin karşısında yer almadan ve
fakat tarihsel kültürel değerlere sırt çevirmeden onunla ilişki kurulmalıydı (Mert,
2009: 316).
Safa’ya göre Avrupa Medeniyeti’nin bir takım zaafları bulunmaktaydı. Yani
O’na göre Avrupa, manevi özellikleri konusunda bozulmalar yaşamakta idi. Türkiye
ise henüz bu bozulmanın etkilerine maruz kalmaya başlamamıştı. Bu bilinçle hem
rasyonel düşünce (riyaziye) gelişimini sağlayabilir hem de Avrupa’nın düştüğü
hataya düşmeden manevi yönümüzün muhafazasını sağlayarak bir sentez elde
edebilirdik (Ayvazoğlu, 2009: 224).
Yahya Kemal’in düşünceleri de Osmanlı mirası ve İslam konusunda
Kemalizm’in milliyetçi ve batıcı yorumlarından ayrılmaktadır (Çiğdem, 2001: 60).
Yahya Kemal’in muhafazakâr düşüncesini simgeleyecek olan dizeleri ise şu
şekildedir: “Kökü mazide olan atiyim”. Bu fikir geçmişi reddetmeyen bir gelecek
kestirimidir. Onun, Milliyetçilik anlayışının muhtevasında Müslümanlık vurgusu
baskındır. Milli kimliğin asıl yapıcısı olarak Müslümanlığı görüyordu. Devrimler
konusunda ise muhalif bir tutuma sahipti. Ona göre yapılacak inkılâplar konusunda
aceleci davranılmamalı ve geçmiş kültür yok sayılmamalıydı (Ayvazoğlu, 2009:
420).
Aydınlanma düşüncesi de, Fransız İhtilali de toplumsal yaşamda önemli
değişimleri öngören yeni bir çağın başlatıcısıdırlar (Özipek, 2009: 66). Dolayısıyla
muhafazakâr düşüncenin bir yönü değişime karşı alınan tavırla ilgilidir.
44
Muhafazakârlık, değişime karşı bir tutumdur ya da en hafif haliyle değişimi hoş
karşılamayan bir düşünce sistemidir (Akıncı, 2012: 90).
Türkiye siyasi hayatı içerisinde muhafazakârlık kavramı bu anlamıyla farklı
özellikler gösterebilmektedir. Türkiye’de muhafazakâr olarak nitelendirilen
düşüncelerin içinde değişim karşısındaki tavır bir karşıtlığı işaret etmemektedir.
Akıncı çalışmasında, Özal ve AKP örneklerinden yola çıkarak kendini “muhafazakâr
demokrat”2 olarak tanımlayan bu düşüncenin değişim karşısında esnekliğini vurgu
yapar (Akıncı, 2012: 91). Yine aynı çalışma içinde Akıncı, Türkiye’deki
muhafazakâr düşüncenin teori içindeki değişim karşıtlığı ile uyuşmamasını batılı
toplumlar ile Türkiye’nin modernleşme süreci arasındaki farklarda arar (Akıncı,
2012: 92). Batı modernliğinin dışında kalan toplumlar, kendi tarihsel süreçlerinden
bir kopuş ile kültürel ve tarihsel yollarını şekillendirmişlerdir. Yani mevcut kültür ve
tarihlerinden vazgeçerek modernleşebileceklerine inanmışlardır. Bu durum
modernleşme süreci içinde ortaya çıkan düşünce akımlarının tümünde ilerleme
fikrinin bir ortak payda olması sonucunu doğurmuştur. İlerleme fikrinin bu yapısı da
değişim konusunda Batılı toplumlardaki bakışlardan farklı bir anlamı ortaya
çıkarmaktadır (Akıncı, 2012: 92). Ayrıca Çiğdem de (2001) “İslamcılık”, “Batıcılık”,
“Türkçülük” gibi fikir akımlarının ortak noktasının yenileşme olduğunu ve bu
sebeple muhafazakârlığın kendisi için “korunacak şeyler” yaratması gerektiğini ifade
eder (Çiğdem, 2001: 56).
Türkiye’de muhafazakâr düşüncenin oluşması beklenecek nokta ise yine
Cumhuriyetin kuruluş dönemi olarak tespit edilmiştir. Bu dönem toplumsal
dönüşüm, akla verilen önem gibi benzerlikleri içerir. Bununla beraber Avrupa’nın
yaşamış olduğu tarihsel süreçlerin farklılığı iki hareketin ayrılıklarını oluşturmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş döneminde ortaya çıkan fikir hareketleri belli dozlarda
değişimin gerekliliğine inanmaktaydı. Dolayısıyla değişim karşıtı bir muhafazakâr
2 AKP İzmir 4.Olağan Kongresi; Recep Tayyip Erdoğan’ ın konuşması için http://www.haberturk.com/gundem/haber/749469-muhafazakar-demokrat-bir-partiyiz-
45
düşünüş ortaya çıkmamıştır. Karşıtlık Batı değerlerinin alımı noktasındaki hız ve
geçmişle olan bağın kesilmesiyle ilgili olmuştur. Türkiye’de demokrasiye geçiş
noktası olarak ortaya çıkan İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 15 genel seçim
gerçekleştirilmiştir. Bu seçimlerin 11’inde geleneksel ve muhafazakâr değerleri
savunan partiler başarılı olmuşlardır (Kalaycıoğlu, 2007: 233). Özellikle Soğuk
Savaş dönemi sonrası, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşanan belirsizliklerin
yarattığı sosyal ve ekonomik tedirginlik, Türk seçmeninde din ve geleneksel
değerlerin güçlenmesi şeklindeki bir muhafazakâr yükselişi ortaya çıkarmıştır
(Kalaycıoğlu, 2007: 248). Bu koşullar ile kendini muhafazakâr olarak konumlandıran
siyasi partilerin seçim performanslarının olumlu yönde etkilenmesi sürpriz değildir.
1.2.6 Avrupa Birliği Sorunu
Türkiye Modernleşme tarihi olarak isimlendirilen süreç Osmanlı Devleti’nin
ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ile olan ilişkilerinin tarihidir
denilebilir. Tanzimat olarak adlandırılan batılı tarzda yeni örgütlenme biçimlerini
oluşturma programında Avrupa’nın bir model ve esin kaynağı olduğu görülür
(Ahmad, 2009: 37). Öte yandan dönemin Avrupa ilhamlı reform süreci
Avrupalılaşmaktan çok mevcut devleti Avrupa ile rekabet edebilecek bir güce
kavuşturabilmektir (Uğur, 2009: 999). Yani Avrupa etkileşimi devlet merkezli
gelişmeye başlamıştır. Cumhuriyet Döneminde de Avrupalılaşmanın devlet merkezli
bir proje olarak devam ettiği görülür (Uğur, 2009: 1000). Avrupa standardının
yakalanması hedefini içeren Avrupalılaşma fikri (Uğur, 2009: 1000) devlet
örgütlenmesi ve devlet-vatandaş ilişkilerinin kurulması noktasında bir toplumsal
talep hüviyetinde değil, devlet tarafından belirlenen bir süreç olarak şekillenmiştir
(Ahmad, 1993).
Avrupa’da ise ekonomik kaygıların neden olduğu birçok savaş yaşanmakta
idi. Dünya savaşları gerçekleşmiş, dünya ekonomik bunalımı, yeni ekonomilerin ve
ekonomik modellerin gündeme alınması fikrini doğurmuştur. Yani devletler
kendilerine yeni pozisyonlar belirlemekte idi. Birleşmiş bir Avrupa fikri de bu
46
gelişmelerin sonrasında ortaya çıkmıştır. Avrupa’da ulusal uzlaşmazlıkların
giderilmesine yönelik bir örgütün kurulması düşünülmekteydi. Öncelikli olarak
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) olarak 1951 yılında kurulan 6 ülkeli
topluluk (Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda) ile
dünya tarihinde ilk kez devletler egemenliklerini bir ulusüstü kuruma devretmiştir.
Daha sonra 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulmuştur. Amacı,
malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını öngören bir ortak
pazarın kurulmasıdır. 1958’de oluşturulan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
(EURATOM) da bu birlikteliğin basamaklarından birini oluşturmuştur.
Türkiye ise Osmanlı İmparatorluğu’nu bir Avrupa İmparatorluğu olarak kabul
etmesinin yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa’ya dönük yüzü ve seküler bir
yapıya sahip olması ve 1945 sonrası dönemde pozisyonunu Batı müttefiki olarak
belirlemesi gibi etkenler ile Avrupalı olduğunu düşünmekteydi. Bu sebepler ve
çağdaş medeniyete ulaşmayı içeren ulusal amacın verdiği yönle (Uğur, 2009: 1001)
Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye
31 Temmuz 1959 tarihinde topluluğa üyelik başvurusunda bulunmuştur. Türkiye’nin
AET öncesinde Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’ne (NATO) üyeliği de Batı’ya
katılmak için gerçekleştirilmiş bir adım olarak okunmuştur. Zira 1952 yılında
gerçekleşen NATO üyeliği sonrası Türkiye Batı yanlısı tutumunu uluslar arası
ilişkilerinde ön planda tutmuştur (Ahmad, 2009: 144).
Üyelik başvurusu 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile
değerlendirilmeye alınmıştır. Bu anlaşma üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar
geçerli olacak bir “ortaklık anlaşması”nı içermektedir. Anlaşmanın amacı madde-
2’de belirtildiği üzere “Türkiye ekonomisinin hızlandırılmış kalkınmasını ve Türk
Halkının çalıştırılma seviyesinin ve yaşama şartlarının yükseltilmesini sağlama
gereğini tümü ile göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik
ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektir“. Yine aynı
maddenin devam eden hükümleri içinde ortaklık sürecinin, a) Hazırlık dönemi, b)
47
Geçiş Dönemi ve c) Son dönem olarak üç aşamalı olarak yürütülmesi öngörülmüştür.
Aynı anlaşmanın 28. maddesinde de Türkiye’nin AET’ye katılımının nihai amaç
olarak inceleneceği ifade edilmiştir. “Topluluğu kuran anlaşmadan doğan
yükümlülüklerin tümünün Türkiye’ce üstlenilebileceğini gösterdiğinde Akdin
tarafları Türkiye’nin topluluğa katılması olanağını incelerler“.3
Yukarı da ifade ettiğimiz sürecin, adımlarından birisi olan hazırlık döneminin
tamamlanmış, 13 Kasım 1970 yılında imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren
Katma Protokol ile sürecin akıbeti belirlenmeye çalışılmıştır. Katma Protokol:
1.madde, Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık yaratan
anlaşmanın geçiş döneminin gerçekleşme şartları, usulleri, sıra ve süreleri bu
protokol ile belirlenmiştir.
Türkiye AET sürecini başlatıp sürdürürken topluluk da yeni yapılar
kazanmıştır. 1965 yılında imzalanan Füzyon Anlaşması ile topluluk tek bir çatı
altında toplanmıştır. AKÇT, AET ve EURATOM olarak mevcut üç topluluğu tek bir
konsey ve tek bir komisyon oluşturularak bu toplulukların “Avrupa Toplulukları”
olarak anılmaya başlandığı görülür. 1 Temmuz 1968’de mamul mallara uygulanan
gümrük vergilerinin üye ülkeler arasında kaldırılması yeni bir adım olmuştur. 1973
yılına geldiğimizde ise 6 üyeli bir topluluk olan AET’nin artık genişleme stratejisine
sahip olduğu görülür. Bu doğrultuda Birleşik Krallık, Danimarka ve İrlanda’nın
üyelik başvuruları kabul edilmiştir. Böylece toplam 9 ülke ile topluluk faaliyetlerine
devam etmiştir. Genişlemeyi ön gören yeni strateji, topluluğu güney ülkelerine doğru
ilerletmiştir. 1981 yılında Yunanistan, 1986’da ise İspanya ve Portekiz yeni üye
ülkeler olarak topluluğun yeni sınırlarını belirlemişlerdir.
3 Entegrasyon sürecinin devletin meşruiyet stratejisi üzerinde iki etkisi vardır. Birincisi, entegrasyonun devlet eliyle gerçekleştirilen ekonomik müdahaleciliği kısıtlamasıdır. Yani devletin ekonomik kaynaklar ile sağladığı meşruiyet alanı daralmaktadır. İkincisi ise üye ülkelerin egemenlik haklarında oluşabilecek kısıtlamalarla ilgilidir. Buna göre devletin “ulusal çıkar” kavramı ile sağlayabileceği meşruiyet alanı da sınırlanmış olmaktadır (Uğur, 2009: 1002).
48
Türkiye’nin ise ülkede 1970’li yıllarda yaşanan siyasal çalkantılar ve
müteakip süreçte gerçekleşen 12 Eylül askeri müdahalesi sebebiyle ilişkileri askıya
alınmıştır. Avrupa Topluluğu ile Türkiye’nin ilişkilerinde insan hakları noktasında
bir değerlendirme alanı oluşmuştur. Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin Avrupa
örgütlerinin de gündeminde yer alması Türkiye’nin coğrafi olarak Avrupa’ya yakın
oluşunun etkisi bulunur. Öte yandan bir başka önemli etken çok sayıda Türk’ün o
dönemde Avrupa’da yaşamasıydı (Zürcher, 2010: 463). Nihayetinde Mayıs 1981’de
Türkiye’nin Avrupa Konseyi Üyeliği askıya alınmıştır. Ayrıca Türkiye’ye insan
hakları ihlallerine ilişkin resmi bir soruşturma açılmıştır (Zürcher, 2010: 463).
İlerleyen ilişkilerin bir noktasında da her zaman insan hakları merkezli tartışmalar
yaşanmıştır.
Darbe yönetimi sonrası 1983 yılında kurulan yeni sivil hükümet ile Avrupa
Topluluğu ilişkileri tekrar gündeme alınmıştır. Dönemin siyasal iktidarı olan ANAP
iktisat politikası ithal ikameci korumacılıktan dışa açılmaya, devlet denetiminden
serbestliğe, devletçilikten özelleştirmeye geçişi öngörmekteydi (Turan, 2004: 134).
Bu strateji Türkiye’nin dışa açılma sürecini tekrar başlatan etkendir. Bu doğrultuda
Türkiye 14 Nisan 1987’de tekrar üyelik başvurusunda bulunmuştur. Komisyon
başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989 yılında açıklamıştır. Buna göre, kendi iç
bütünleşmesini tamamlamadan topluluğun yeni bir üye kabul edemeyeceği
belirtilmiştir. Tam üyelik yerine önerilen şey, Türkiye ile AB arasında bir gümrük
birliği idi (Zürcher, 2009: 463). Bu öneri Türkiye tarafından değerlendirmeye
alınmıştır. Gümrük Birliğinin Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında
tamamlanması için gereken hazırlıklara başlanmıştır.
Bu gelişmelerin yaşandığı dönemde dünyada çok önemli değişimler
yaşanmakta idi. Berlin Duvarı’nın yıkılması 3 Kasım 1990’da Almanya’nın
birleşmesi ile sonuçlanıyordu. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılma sürecini
yaşaması Avrupa’nın siyasi haritasını da değiştiriyordu. AB kendi geleceği ve
genişlemesiyle ilgili yeni stratejiler geliştirmek durumunda kalmıştır. Çünkü 1989-
49
1990’da Sovyetler Birliği’nden ayrılan Doğu Avrupa ülkeleri AB’ye üyelik için
müzakere sürecini başlatmak istiyorlardı (Zürcher, 2009: 464).
Bu gelişmeler ile 1991 yılında Maastricht’te toplanan Avrupa Birliği
Zirvesi’nde 1999 yılına kadar parasal birliğin tamamlanmasına, Avrupa
vatandaşlığının oluşturulmasına ve ortak dış güvenlik ile adalet ve içişlerinde
işbirliği politikalarının gerçekleştirilmesi kararları alınmıştır.
5 Mart 1995 yılında Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca
Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye, bu gelişme ile de üyelik için herhangi bir aşamanın kalmadığını
düşünmektedir. Çünkü Ankara Anlaşması’nda belirlenen süreçlerin sonu Gümrük
Birliği ile gerçekleşmekte idi. Ankara Anlaşması 5. Madde: Son dönem, gümrük
birliğinin dayanak ve akit taraflarının ekonomi politikaları arasındaki
koordinasyonun güçlendirilmesini gerektirir.
Türkiye-AB ilişkilerinin önemli noktalarından birisi 10-11 Aralık 1999
tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’dir. Bu
zirve Türkiye’yi aday ülke statüsüne resmen kabul etmiştir. Türkiye’ye ayrıca, Doğu
Avrupa ülkelerinin yararlandığı, katılım öncesi programlarına katılma hakkını
vermiştir (Zürcher, 2009: 465). Türkiye için hazırlanan ilk katılım ortaklığı belgesi 8
Mart 2001 tarihinde AB Konseyi’nce onaylanmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesi’nde
yer alan ve uygulamaları içeren ulusal program dönemin hükümeti tarafından 19
Mart 2001 tarihinde onaylanmıştır. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesinde AB-
Türkiye ilişkilerinde yeni bir adım atılarak siyasi kriterlerin yeteri ölçüde karşılandığı
belirtilerek 3 Ekim 2005‘de müzakerelere başlanma kararı alınmıştır.
Bu dönemden sonra hazırlanmakta olan ilerleme raporları hazırlanarak AB’ye
sunulmaya devam etmiştir. 13 Kasım 2006 yılında İstanbul’un 2010 yılında Avrupa
Kültür Başkenti olmasını onaylamıştır. Avrupa Birliği Konseyi 1999 yılı sonundaki
Helsinki Toplantısı’nda Türkiye’ye aday üye statüsü verdikten sonra Türkiye
50
Kopenhag Kriterlerini yerine getirebilmek için reformlar sürecini başlatmıştır. 2001
ve 2004 yılındaki anayasa değişikliklerine ek olarak 2002 Şubat ve 2004 Temmuz’u
arasında 9 uyum paketi kabul edilmiştir (Özbudun&Hale, 2010: 107).
AB ile 1959 yılında başlatılan resmi sürecin henüz nihayete ermemiş olması
ise Türkiye kamuoyunda güven/inandırıcılık problemini ortaya çıkarmıştır (Uğur,
2009: 999). Uğur (2009) yapmış olduğu çalışmada AB ilişkileri bağlamında gelişen
tutumun Türk Siyasal düzlemini yatay olarak böldüğünü ifade eder. Buna göre dikey
olarak ayrışmış olan siyasal alan, AB ile ilgili görüşler temelinde yatay olarak da
bölünmüştür. Bu çizgisinin bir tarafında AB yandaşlığı, diğer tarafında AB karşıtlığı
bulunmaktadır (Uğur, 2009: 999).
Avrupa ile olan ilişkiler Osmanlı son döneminden bu yana Türk siyasal
hayatı içinde yer almıştır. Bu süreçte iki tarafın da birbirine güvensizlik duyduğu
dönemler olmuştur. Türkiye Devleti için şüpheci yaklaşımların kökeninde “Tanzimat
ve Sevr temelli şüphecilik” bulunmaktadır (Yılmaz, 2009: 4-5). Tanzimat dönemi
oluşan şüphecilik esas itibariyle, Tanzimat dönemi azınlıklara devletten
ayrılmamaları için tanınan hakların, yine bu azınlıklar tarafından bağımsızlık için
kullanılması olarak özetlenebilir.
Avrupa’ya kuşku ile bakılmasına neden olan diğer olay ise Sevr
Anlaşması’dır. Bunun da detayında Avrupalıların Türkleri bulundukları coğrafyadan
çıkarıp, Anadolu’yu gerçek sahipleri olan Hıristiyanlara bırakılmasının sağlanmaya
çalışıldığı düşüncesi bulunur. Bu her iki tarihsel olay Türkiye Devleti’nin Avrupa’ya
bakışında bir ön yargı oluşturmuştur (Yılmaz, 2009: 4).
Aynı araştırmanın gündelik yaşamdaki yansımalarında ise AB’ye karşı
takınılan şüpheci tutumun, çifte standart, Avrupa’nın bizi oyaladığı, AB’nin bir
51
Hıristiyan kulübü olduğu, ulusal bağımsızlığı tehdit ettiği gibi sebeplerin varlığını
teyit etmiştir.4
AB ulusüstü haliyle devletlerin egemenlik haklarından esneklik sağlamaları
gereken yapıları içinde barındırır. Bu haliyle ulus-devleti oluşturan milli
hassasiyetlere dokunabilir niteliktedir. Bu bağlamda AB Karşıtlığı noktasında AB
üyeliğinin beraberinde getireceği egemenlik paylaşımının (Öz, 2009: 760) bulunduğu
düşünülebilir. Uğur, “Türkiye kamuoyunda AB’yi/Avrupa’yı hala kendi dışında bir
oluşum olarak algılayan, dikkatini ulusal kimliğe ve ulusal devlete yoğunlaştıran
kesimlerin oranının AB ülkelerine göre daha yüksek olduğunu” ifade etmektedir
(Uğur, 2002: 1013).
AB yanlısı olan kesimler eğitim, ekonomik gelişme, bilgi gibi faktörlere
duyarlı kesimlerden oluşmaktadır (Uğur, 2009: 1013). AB ilişkilerinde Türkiye
Sanayici İşadamları Derneği (TÜSİAD) yani büyük sermaye AB’nin Türkiyeli
işverenler için en uygun seçim olduğunu düşünmektedir.
Demokratik toplumlarda anlaşmanın kilit mekanizması olan oy verme
davranışında ve siyasi parti programlarında da AB konusu etkili bir unsur olmuştur.
AB ile yürütülen ilişkilerin gerektirdiği bir takım iktisadi, sosyal ve siyasi reformları
hayata geçirecek olan siyasi partilerin bu dönemde önemi artmıştır (Çaha, 2008:
205).
4 4-5 Nisan 2004 tarihlerinde Maastrischt’te gerçekleştirilen Türkiye ve AB konulu: Önyargının
Gerisinde adlı konferansında konuşmacı olarak bulunan Abdullah Gül ve Kemal Derviş’ in
konuşmaları, bu minvalde Türkiye-AB arasındaki ön yargının varlığına yönelik içeriklere sahip
olduğu düşünülebilir. Zira Keyman’ın ifadesiyle hem Abdullah Gül hem de Kemal Derviş Kopenhag
Kriterlerinin devreye sokulmasında hala Türkiye tarafında yapılacak olan ciddi ve inandırıcı bir çaba
ve çalışmanın olduğunu kabul ederken ve Türkiye’nin bu bağlamda ciddi bir siyasi iradeye sahip
olduğunu kabul ederken, Türkiye’ye karşı muğlâk ve ikircikli tutumu eleştirdiler…(Keyman, 2004,
Radikal 2 ).
52
AB Karşıtı olma ihtimali, olmama ihtimaline göre daha yüksek olan kesim:
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) seçmeni, Saadet Partisi seçmeni, Karadeniz
Bölgesinde yaşayan insanlar, 2002 seçimine göre ANAP seçmeni, Demokratik Sol
Parti (DSP) seçmeni ve Genç Parti seçmeni bulunur. Diğer tarafta AB konusunda az
kaygılı olan kesim ise, Demokratik Halk Partisi (DEHAP) seçmeni, dindar
olmadığını söyleyenler, üniversite ve daha yüksek seviyede eğitim almış olanlar,
Güneydoğu Anadolu’ da yaşayan insanlar ve 2002 seçimlerinde CHP’ye oy verenler
şeklindedir (Yılmaz, 2009: 10).
Bu sonuçlar AB’ye yaklaşım noktasında toplumda milliyetçi, mukaddesatçı
değerlerin AB karşıtlığı; eğitim seviyesindeki artışın, Kürt Hareketi desteğinin ise
AB yandaşlığını desteklediği görülmektedir.
1.2.7 Medya ve Siyaset
Medya, ortam, araç anlamına gelen “medium”un çoğuludur. Bilinen ortam ve
araçlardan, araç anlamındaki medyayı ayrı kılan unsur ise onun duygu ve fikirleri
başkalarına iletmede üstlendiği roldür. Gazete, dergi, radyo ve televizyon yani
medya, diğer adıyla kitle iletişim araçlarının (Göka, 2011: 22) yirminci yüzyılla
beraber toplum yaşamında giderek etkinliğini artırdığı gözlemlenmektedir. Gelişen
teknolojinin de bu etkinliğin artışında rolü vardır.
Kitle iletişim araçlarının toplumda belli bir fonksiyonu üstlendiği ve yerine
getirdiği gözlemlenir. McQuail’in (1994) tasnifi ile bu fonksiyonlar, enformasyon,
ilgileşim, devamlılık, eğlence ve seferberlik olarak sıralanır. Bu fonksiyonları ile
kitle iletişim araçları, bulunulan toplum içinde ve Dünya’da yaşanan olaylar
hakkında bilgi sağlamak, güç ilişkilerine işaret etmek, yenilik, uyum ve ilerlemeyi
kolaylaştırmak suretiyle enformasyon görevini gerçekleştirir. Olay ve bilgilerin
anlamını açıklayıp yorumlamak, kurulu otorite ve normlar için destek sağlamak,
sosyalleştirmek gibi yollarla ilgileşim fonksiyonunu yerine getirir. Devamlılık
fonksiyonu ile egemen kültür ifade etme, alt kültürleri ve yeni kültürel gelişimleri
53
tanıma ve değerlerin yaygınlaştırılmasını gerçekleştirir. Eğlence fonksiyonu, sosyal
tansiyonu azaltma amacını taşır. Kitle iletişim araçlarının, siyaset, savaş, ekonomik
gelişme gibi konular çerçevesinde toplumsal hedeflere yönlendirme amacı ise
seferberlik fonksiyonudur (McQuail, 1994, 76-77).
Kitle iletişim araçlarının bu fonksiyonları, bireylerin dünya hakkında bilgi
alma, problem ve karar aşamasında tavsiye arama, merak ve ilgiyi tatmin etme,
kendini eğitme, davranış modelleri bulma, bireysel değerleri pekiştirme, zaman
doldurma gibi amaçlarına karşılık gelmektedir (Kalender, 1998: 107).
Kitle iletişim araçları günümüzde, dış siyasal yaşamı görmemize,
algılamamıza yarayan bir alan olarak kabul edilir. Siyasal yaşamın bilgileri de bize
kitle iletişim araçları yoluyla “ikinci el gerçekler” olarak sunulmaktadır. Kişiler bu
araçlardan yaygınlığıyla paralel olarak ve kişisel alışkanlıkların göre
yararlanmaktadırlar (Tokgöz, 1981: 22). Bu bağlamda kitle iletişim araçlarının
siyasal davranışla da ilişkili olduğu söylenebilir. Zira kişinin siyasal sistem hakkında
bilgi sahibi olabilmesinde kitle iletişim araçlarının rolü bulunmaktadır. Ancak bu rol
siyasal tercihin belirlenmesinde bir unsur olarak düşünülmemelidir (Özer ve Meder,
2008: 29).
Bu araçların kullanımı değişen zaman, toplum ve dünya koşulları
çerçevesinde farklılık göstermektedir. Örneğin gazetelerin okunma oranları geçmiş
dönemlere göre düşüş eğilimindedir. Bu düşüşte yazının kitle iletişimdeki etkisini
yitirmesinin yanında televizyonun devreye girmiş olmasının da payı büyüktür.
Televizyonun yaygınlaşma ve uydular vasıtasıyla çok daha kolay ulaşılabilir bir hal
alması onu en etkili kitle iletişim aracı haline getirmiştir (Kalender, 1998: 105).
Siyasi seçimlerin yapılacağı dönemlerde kitle iletişim araçlarının etkisinin
değerlendirildiği araştırmalar mevcuttur. Bu ilişkinin araştırılması önem
kazanmaktadır. Çünkü seçmenlerin tercihlerini belirlerken siyasal konular, seçim
kampanyaları, partilerin almış oldukları pozisyonlar gibi konularda bilgi alması artış
54
göstermektedir (Damlapınar, 2000). Yapılan araştırmalar seçmenlerin kitle iletişim
araçlarından özellikle televizyonu bilgi kaynağı olarak kullandıklarını, kısa vadede
etkisinin zayıflığına karşın uzun vadede etkisinin önemli olduğunu ifade
etmektedirler (Doğan&Göker, 2010: 164). Türkiye’de de gazeteler ve televizyon
önemli kitle iletişim araçlarıdır. Etkilerinin varlığı kabul edilmekle beraber (Göka,
2011) etkisinin eğilimleri yaratmaktan çok, mevcut eğilimleri pekiştirme yönünden
etkili olduğu ifade edilmektedir (Kışlalı, 1995).
1.2.8. Sosyo-Ekonomik Faktörler
Bir siyasal katılım yöntemi olarak oy verme eylemi çok farklı sebepler ile
değişkenlik gösterebilmektedir. Bu bölümde sosyoekonomik faktörler olarak
belirlediğimiz “yaş”, “cinsiyet”, “gelir” ve “eğitim” faktörleri incelenmeye
çalışılmıştır. Bu incelemede hem siyasal katılım genelinde hem de oy verme
davranışı özelinde değerlendirmelerde bulunulmuştur.
1.2.8.1. Yaş
Toplumların, yöneticilerini kendilerinin seçtiği yönetim modellerinde politik
alanda daha fazla yer aldıkları görülür (Kapani, 2001: 130). Bu yer almanın farklı
boyutları bulunur. Genel olarak siyasal katılma olarak adlandırılan bu süreci siyasal
alana duyulan ilgiden başlatıp yoğun siyasal eyleme kadar uzandırmak mümkündür.
Siyasal katılımın, kitle iletişim araçları ile (radyo, televizyon, gazete) siyasal
olayları izleme, dinleyici olarak siyasal mitinglerde bulunma, özel alanda siyasal
konuları tartışma gibi seyirci faaliyetleri bulunur. Siyasal olanla ilgili kitle iletişim
araçları yoluyla fikir beyan etmek, oy vermek, mitinglerde konuşmacı olmak ve bir
siyasal partide görev almak gibi aktif rol üstlenme yolları da mevcuttur (Kapani,
2001: 132). Bu katılım, insanların hayatlarında farklı dönemlerde ve farklı şartlar
altında değişiklikler gösterebilir. Siyasal davranışların öğrenilmesi ve uygulanması
insanların hayatlarında belli dönemlerden başlayarak hayatlarının sonuna kadar
devam eden ve farklı yaş dönemlerinde farklı yansımaları olabilen bir süreçtir
55
(Negiz, 2007: 52). Bireyin çocukluğu ile başlayıp yaşlılığına kadar geçen süreçte
siyasal hayata ilişkin sahip olduğu bilgi, duygu ve düşünceler ve bunların değişik yaş
dönemlerinde gösterdiği farklılıklar mevcuttur (Sitembölükbaşı, 2001: 75).
Aile içinde başlayan siyasal alana ilişkin fikir edinme süreci sosyal hayata
dâhil olma, arkadaşlık grupları yoluyla da devam etmektedir. Siyasal katılım
yollarından biri olan oy vermenin ülkemizde yasal olarak uygulanabilme yaşı 18’dir.
Çalışmamız kapsamında siyasal katılımın bir yolu olarak oy vermeyi ele aldığımızda
çocukluk döneminin etkileri bir kenarda saklı kalmak kaydıyla asıl olarak 18 yaş
dönemi ve üzeri incelenecektir.
Kalaycıoğlu (1983: 20-23), yaş gruplarının ya da kuşakların farklı
sosyalleşme etkileri altında, farklı ulusal ve uluslar arası olayların yaşandığı
ülkelerde yetişen gruplar olarak siyasal katılma farklılıklarına neden olduğunu ifade
etmiştir. Bu noktada yaptığı tespitlerin ikisi şöyledir: a) Gençler oy verme eğilimine
daha az rağbet etmektedirler. b) İlerleyen yaşla beraber bireyin siyasal tercihleri
kararlılık kazanır ve siyasal yaşama katılımı belli bir düzene oturur.
Nüfusun yaşa göre dağılımı dikkate alındığında oy verme yaşının önemli
olduğundan da bahsetmek gerekir. Oy verme yaş sınırını bir iki yaş bile oynatmak
genç nüfusun yüksek olduğu ülkelerde önemli farklılıklara yol açacaktır (Eroğul,
1999: 115). Birleşmiş Milletler’in (BM) gerçekleştirmiş olduğu Youth Seminar
isimli seminerde genel oy hakkının, on sekiz yaşını doldurmuş herkese tanınması
tavsiye edilir. Ayrıca seçilme hakkı da on sekiz yaşını doldurmuş herkese
tanınmalıdır denilerek hem seçme yaşının 18 olarak belirlenmesi hem de seçilme
yaşının 18’e düşürülmesi önerilmektedir (Eroğul, 1999).
Yaş gruplarını, “gençlik”, “orta yaş” ve “yaşlılık” olarak ayıran çalışmasında
Güldiken (1997) “gençlerin fazla sorumluluk sahibi olmadıklarından dolayı gösteri
yürüyüşü, seçim kampanyası gibi faaliyetlere daha çok katıldıkları tespitinde
bulunur. Ancak toplumsal ortalama içinde gençlerin siyasal hayata katılım
56
oranlarının daha düşük olduğunu vurgulamaktadır. Orta yaş grubundakilerin
gençlere oranla çıkarlarını korumak, toplumsal statü elde etmek, kendisi ve ailesi
için taşıdığı gelecek kaygıları sebebiyle, siyasal yaşamda daha fazla görev almak
istediklerini belirtmektedir”. Aynı çalışmanın yaşlı kesim ile ilgili sonuçları ise
katılımda tekrar bir düşüşün olduğu yönündedir. Güldiken, bunun sebebini kişisel
beklentilerin azalmasıyla ilgili olduğunu ifade etmektedir (Güldiken, 1997: 47-48).
Baykal’ın (1970: 82) yaş ve seçmen davranışı arasındaki ilişkiyi incelediği
çalışmasındaki tespitleri ise, gençlikten itibaren başlayan siyasal ilginin 40-50
yaşlarına gelindiğinde en yüksek seviyeye ulaşıp sonra yavaş yavaş azaldığı
yönündedir. Yapmış olduğu diğer tespit, genç yaşlarda radikal siyasal hareketlere
desteğin artış gösterdiğidir. Buna göre orta yaş dönemi, siyasal ilginin zirveye
ulaştığı noktadır. Yaşlılık ise gelecekle ilgili beklentilerin düşüşe geçmesi sebebiyle
ilginin azaldığı dönemdir.
Tatar’ın yapmış olduğu çalışmanın sonuçları da yaş ve oy verme arasındaki
korelâsyonu anlatır niteliktedir. Çalışmanın bulgularına göre, 25 yaşa kadar olan
kesimde oy verme oranı yüzde 36,7 seviyesinde iken, 26-35 yaş aralığında bu oran
yüzde 39,6; 36-45 yaş aralığında ise yüzde 40,4 seviyesine yükselmektedir. Bu
noktada zirveye ulaşan oy verme oranı, 46-55 Aralığında yüzde 39,5’e; 56-65
Aralığında ise yüzde 34,1 seviyesine gerilemektedir. Bu çalışmanın farklı olan yanı
yaşlılıkla beraber siyasal katılma seviyesinde gerçekleşen düşüşün oy verme
noktasında gerçekleşmemesidir. Zira 66 üstü yaş grubunda oy verme rasyosu yüzde
39,4 olarak gerçekleşmiştir (Tatar, 1997: 126).
Bir sosyoekonomik faktör olarak “yaş”ın genel olarak siyasal katılma, özel
olarak da oy verme davranışıyla ilişkili süreklilikleri tespit edilmiştir. Araştırmaların
ortaklaşan noktaları, siyasal katılımı bir analitik düzlemde düşündüğümüz takdirde
gençlik ile başlayarak orta yaşlılığa kadar artış gösteren bir eğri görüntüsünde
olmasıdır. Diğer bir kesişim noktası ise bu artış eğrisinin orta yaştan yaşlılığa
geçişiyle aşağı yönlü seyrettiğidir.
57
1.2.8.2.Cinsiyet
Kadın ve erkekler arasında düşünce, davranış ve eğilim farklılıklarının
olduğunu ifade eden çalışmalar mevcuttur (Sitembölükbaşı, 2001: 59). Bu farkların
neler olduğu ve hangi sebepler ile farklılaşmanın oluştuğu araştırma konumuzun
içinde yer almamaktadır. Ancak toplumsal rollerdeki cinsiyete dayalı ayrılığın bu
noktada etkisinin olduğu düşünülebilir. Eğer böyle bir ayrılığın varlığını kabul
edersek bunun siyasal katılma ve oy verme gibi davranışlarda da etkili olduğunu
kabul etmek gerekecektir.
Daha öncede bahsettiğimiz gibi “oy verme” bir anayasal hak konumdadır. Bu
bağlamda öncelikle kadınlara seçme (ve seçilme) hakkının verilmesi konusundan
bahsedilmelidir. Zira Türkiye’de bu hak 1934 yılında anayasal zemine oturtulmuştur.
Yani bir başka ifadeyle cinsiyetin oy vermedeki rolü bu tarihle beraber söz konusu
olmuştur. Cinsiyetin oy verme davranışındaki etkisinin incelenmesi bununla
başlatılabilir. Siyasal katılım oranlarındaki kadın ağırlığının düşüklüğünün sebebi de
bu durum olabilir. Zira çok daha önce siyasal alanda yaşam alanı bulan erkeğe karşın
kadın ancak 1934 yılı itibariyle yaşam bulabilmiştir. Dolayısıyla katılımın
düşüklüğünün sebebi için bu durum anlamlıdır.
Siyasal katılmanın tüm yolları için kadın katılım oranının, erkek katılım
oranından daha düşük olduğu araştırmalarda ortaya konulmaktadır (Baykal, 1970:
63, Kışlalı, 1995: 186). Bunun sebebi yukarıda belirttiğimiz toplum tarafından
bireylere yüklenen rollerdir. Özellikle çocuk doğurma işlevinin kadında oluşu, onu
dış dünya ilişkisi noktasında kısıtlayabilmektedir. Bu kısıtlanma halinin doğal bir
yansıma olarak siyasal alana katılım düşmektedir (Kışlalı, 1995: 186).
Kadının siyasal davranışındaki anlamlı tek değişken, onun siyasal alana
katılımdaki oransal düşüklük değildir. Baykal’ın yaptığı çalışmaya göre kadınlar
erkeklere göre daha muhafazakâr eğilimlidir. Baykal burada muhafazakârlığı sol ve
sağ uçtaki partilerden uzaklaşma ve dinsel temelli partilere yönelimin artışı olarak
konumlandırmaktadır (Baykal, 1970: 65). Bunun nedenini bilgi düzeyine bağlayan
58
yaklaşımlar olmuştur. Buna göre kadınların siyasal olanla ilgili bilgi eksiklikleri
onları mevcudun muhafazasını öngören daha muhafazakâr tercihlere yöneltmektedir
(Sitembölükbaşı, 2001: 68-69).
Toplum tarafından belirlenmiş rol olarak kadın imajı onun siyasal olanla
ilişkisini kısıtlamaktadır. Kadın ve erkek toplumsal imaja göre iki uç noktaya
yerleştirilmiştir. Buna göre erkek hâkim ve kuvvetli, kadın ise zayıf ve bağımlıdır.
Toplumlarda bu tip bir anlayışın varlığı oy vermede kadının pasif rolünü anlamak
için önemlidir (Baykal, 1970: 64). Tersinden baktığımızda da erkeğin toplumdaki
kuvvetlilik kavramı ile karşılanması onun daha partizan ve güç temelli fikirlere
yaklaşacağını düşündürebilir.
Kadının siyasal alana katılımı her geçen gün artmaktadır. Nüfus oranları
incelendiğinde erkek/kadın oranının yaklaşık 1 seviyesinde olduğu
gözlemlenmektedir (TÜİK, 2011). Siyasal katılım oranında henüz bu eşitlik
yakalanmış değildir. Ancak milletvekili dağılımındaki kadın sayısının artışı,
kadınların sosyal yaşam içinde yer almaya başlaması, anne rolü dışında toplumsal
farklı rollerini üstlenmesindeki artışın siyasal katılıma olan ilginin de artacağını
düşündürebilir.
1.2.8.3. Gelir
Gelir ile oy verme davranışı arasındaki ilişkiyi incelerken belli ayrımlar
yapmak gerekecektir. Bu ayrımın bir tarafı ekonomik bir değer olarak gelirdeki artış
veya azalışın oy verme davranışını etkilemesidir. Diğer ayrım noktası gelir
artışındaki etkinin siyasal ilgi ile kıyaslanmasıdır. Son ayrım ise gelir düzeyi ile
tercih edilen siyasi partilerin ilişkisidir.
Toplam ekonomik düzey ve kişisel gelirdeki artış veya azalışın etkilerinin
seçimlerde gözlemlenmesi beklenir (Çinko, 2006). Buna göre gelirdeki artışın, o
dönemde görev yapmış iktidarın tekrar destek alması ile sonuçlanacağı beklenebilir.
Seçmen davranışı hakkında yapılan araştırmalar (Çinko, 2006, Sitembölükbaşı,
59
2001) ise bu durumun bu kadar berrak olmadığını göstermektedir. Yani ekonomik
göstergelerdeki olumlu seyir, oy verme kararında mevcut iktidarı mükâfatlandırma
yönünde olabilir. Öte yandan siyasal iktidarlar seçmenler tarafından zayıf ekonomik
performanstan dolayı cezalandırılırken, ekonomik refah artışından dolayı
ödüllendirilmezler. Çünkü makroekonomik göstergelerde bir bozulma söz konusu
olduğunda ekonomi konusu daha çok gündeme gelir (Çinko, 2006).
Tersi durumda ise yani ekonomi iyi giderse ona olan ilgi azalır ve başka
değişkenler ön plana çıkar (Çinko, 2006: 106). Burada dikkat edilmesi gereken bir
diğer husus, kişinin beklentileri ile gelir düzeyi arasındaki farktır. Umulan ya da hak
edildiği düşünülen ile sahip olunabilen arasındaki fark kişinin mevcut durumundan
memnun olup olmadığını belirler (Kışlalı, 2003: 228).
Gelir artışındaki etkinin siyasal katılmadaki etkisi ikinci inceleme
alanımızdır. Bu noktada Kışlalı (2003) gelir düzeyi ile siyasal katılma eğiliminin
doğru orantılı ilerlediğini işaret etmektedir. Yani gelirde sağlanacak belli miktardaki
artışla siyasal katılıma olan ilginin de belli bir oranda artacağını ifade etmektedir. Bu
tespite göre; gelir düzeyi yükseldikçe siyasal olaylara ilgi artar, en düşük gelir
gruplarına inildikçe bu ilgi tamamen ortadan kalkar (Kışlalı, 2003: 224).
Baykal’ın (1970) konuyla ilgili tespitleri de paralellik arz eder. Buna göre
gelir artışı siyasal katılımı artırmaktadır. Ancak artış hızı belli bir noktadan sonra
yavaşlayarak ilerlemektedir. Baykal, bunu bir çeşit ”azalan verim” ilkesine dayandığı
şeklinde nitelendirmiştir (Baykal, 1970: 38). Bir başka araştırma ise (Sitembölükbaşı,
2001) oy vermeye karşı en büyük ilginin üst ve alt gelir gruplarından geldiğini, orta
gelir gruplarının ise oy verme eğiliminde daha zayıf olduğunu ifade eder. Bu tespit
üst gelir düzeyinin ilgi ve bilgi düzeyindeki artış ile günlük olaylardan haberdar olma
ve kendi durumlarıyla ilişki kurmasını sağladığı fikrini içerir. Böylece siyasal katılım
eğilimi artış gösterir. Alt gelir grubu da mevcut durumundan hoşnutsuz olduğu için
siyasal katılım noktasında etkendir. Orta gelir düzeyi ise mevcut halin muhafazası ve
60
istikrarını talep ettiği için siyasal katılım noktasında temkinlidir (Sitembölükbaşı,
2001: 21).
Son nokta, gelir düzeyi ile parti seçimi arasındaki ilişkidir. Sanayileşmiş
ülkelerdeki araştırmalar çiftçi-işçi gibi alt gelir sınıflarının sol partilere, işveren veya
yönetici gibi görece üst gelir gruplarının ise sağ partilere oy verdiğini göstermektedir
(Sitembölükbaşı, 2001: 18). Türkiye’de ise farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bunun
sebebi ise gelişmekte olan yapısı ve Türkiye’de sağ ve sol kavramlarının
yüklendikleri anlamlardaki farklılıklarda ortaya çıkmaktadır.
1.2.8.4. Eğitim
Siyasal katılma eğilimine etki eden bir diğer sosyoekonomik faktör eğitimdir.
Eğitim, bir toplumun belirli amaçlar doğrultusunda kazandığı bilgi, tutum ve
davranışların bütünüdür. Eğitimin, planlı ve bilinçli yönlendirmenin bir aracı olarak
yönetimlerin ideolojik hedeflerine göre işlevselleştiği olmuştur (Sitembölükbaşı,
2001: 28).
Kışlalı’nın görüşleri, eğitimin, siyasal katılmaya olan etkisinin eğitimin artışı
ile doğru orantılı olduğu yönündedir. Yani eğitim seviyesi arttıkça, siyasal katılım
oranı da artış göstermektedir (Kışlalı, 2003: 224). Baykal (1970) ise Türkiye özelinde
siyasal katılmayı oy verme olarak aldığımızda eğitim seviyesindeki artışın siyasal
katılmaya yol açtığı fikrini reddeder. Bunu eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğu
bölgelerdeki katılımının yüksek olan bölgelere nazaran daha yüksek olabilmesiyle
temellendirir (Baykal, 1970: 60). Öte yandan Özbudun’a göre (1975) “eğitim, bireyin
toplum içindeki statüsünü yükseltmek, soyut düşünceye yaptığı katkı ile örgütsel ve
siyasal faaliyetlere katılmayı sağlatmak ve siyasal ilişkilerin karmaşık niteliğini
kavratmak gibi fonksiyonlara sahiptir”. Böylece eğitim, siyasal katılmaya olumlu
etki yapar (Özbudun, 1975: 106-107).
Eğitimin siyasi parti tercihinde aldığı rol ise farklı görüşlere dayanmaktadır.
Oluşan ayrımı merkez-çevre anahtarı ile değerlendiren Sitembölükbaşı’na göre
61
partilerin simgeledikleri seçmen kitlesinin merkez (eğitim düzeyi yüksek bürokratlar
ve aydınlar) ve çevre (eğitim düzeyi düşük köy ve kasabalılar) bağlamında
bölünmesinden dolayı eğitim farklı tercihlerde etkenmiş gibi gözükmektedir
(Sitembölükbaşı, 2001: 40).
1.3. CUMHURİYET HALK PARTİSİ
1.3.1 Cumhuriyet Halk Partisi Tarihi
“Saygıdeğer Efendiler, siyasal parti kurma konusunda da her yerde
halk ile uzun söyleşilerde bulundum. 7 Aralık 1922 tarihinde, Ankara Basını
aracılığıyla halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Fırkası adıyla siyasal bir parti
kurmak niyetinde olduğumu bildirerek, bu partinin nasıl bir program yapması
gerekeceği konusunda, bütün yurtseverlerin, bilim ve fen adamlarının
yardımını istemiştim.“ (Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk: 650).
Bir tarihsel olayın oluşumunu tahlil etmek, olayın gerçekleştiği yaşam
şartlarının da tahlilini gerektirir. Tarihsel akış, noktasal olarak değerlendirildiğinde
neden-sonuç bağlamında kopukluklara neden olacaktır. Bu bağlamda, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu sıfatıyla ortaya çıkmış olan CHP oluşumunu da dönemin
şartlarının incelenmesinin ardından değerlendirmeye çalışmak yerinde olacaktır.
Başlangıç noktası İttihat Terakki Partisi olarak belirlenebilir. Aşağıda da
belirtileceği gibi Milli Mücadele Döneminde kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri,
İttihatçılar tarafından kurulup örgütlenmişlerdir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ise
CHP'nin çekirdeğini oluşturmuştur. Dolayısıyla İttihat Terakki ve CHP arasında
tarihsel olarak bir bağlantıdan bahsetmek mümkündür. Bu iki oluşumun diğer bir
ortak noktası Ziya Gökalp’tır. Zira Gökalp, İttihat Terakki ideologluğunun yanı sıra
Atatürk'ün -CHP'nin kurucu liderinin- düşüncelerinin şekillenmesi noktasında önemli
62
bir yere sahiptir (Sarıbay, 2001: 42-43). Atatürk, Gökalp’i “fikir babası” olarak
nitelemiştir (Parla, 2005: 9).
Mondros Mütarekesi, 31 Ekim 1918’de İngiliz Karadeniz Filo Komutanı ile
Osmanlı Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey başkanlığındaki Osmanlı Heyeti arasında
akdedildiğinde Osmanlı Devleti’nin teslim oluşu gerçekleşmiştir (Zürcher, 2010).
Mütareke kavramının kullanımı ise oldukça manidardır. Zira mütareke maddeleri
incelendiğinde 7. madde gereği İtilaf Devletlerinin, kendi güvenliklerini tehdit
altında hissettiklerinde herhangi bir yerin işgalini gerçekleştirebilecekleri ve yine 24.
madde ile Ermeni Vilayetlerinde kamu düzeninin bozulması durumunda İtilaf
Devletlerinin burada da müdahale hakkını muhafaza edebildiği görülür (Zürcher,
2010: 201-202).
Mütarekenin sonuçlarına müteakip yerel eşrafta Türkiye'nin tebaaları arasında
bölüşüleceği fikri doğmuştur. Bu fikir Doğu Trakya'da ve Anadolu'da kendilerine
“hakların savunulması” dernekleri (Müdafaa-i Hukuk) diyen direniş gruplarının
oluşmasının sebebi olmuştur. Bu grupların amacı ülke bütünlüğünün korunmasıdır
(Ahmad, 2009: 65).
Müdafaa-i Hukuk örgütlenmelerinin mütareke sonrası doğmuş olmaları bu
direniş hareketlerinin kendiliğinden başladığını işaret etmektedir. Yani tepkisel
olarak doğmuştur. Sürecin devamında ise (CHP olarak nihayetlenecek) bu
örgütlenmelerin asker-sivil-aydın kadro tarafından birleştirilmesi, yaygınlaştırılması
ve sistemleştirilmesi söz konusu olmuştur (Bila, 1987: 13).
Vilayet-i Şarkıyye, Trabzon Müdafaa-i Hukuk, İzmir Müdafaa-i Hukuk,
Trakya Paşaeli, Harekât-i Milliye örgütleri, “hakların savunulması” görevini ifa
etmekteydiler. Görüldüğü üzere, örgütlenme tüm yurt genelini kapsayacak şekilde
yaygındır. Mustafa Kemal bu örgütlenmenin işgal güçlerine kullanımı için
birleştirilmesi fikrine sahip olduğunu “Nutuk”ta ifade etmiştir. “...Bu sebeple, 18
Haziran 1919 tarihinde Trakya'ya verdiğim yönergede işaret ettiğim bir noktanın
63
uygulanma zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki o nokta, Anadolu ve
Rumeli Milli Örgütlerini birleştirerek bir merkezden temsil etmek ve yönetmek üzere
Sivas'ta bir kurul toplamaktı.” (Nutuk, 2005: 63).
Bu karar neticesinde Erzurum ve Sivas kongrelerinde, Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Dernekleri birleştirilmiştir. Her iki kongrenin başkanlığı Mustafa
Kemal'e verilmiştir. Bu birleşim CHP’nin resmi olmayan (18.06.1919) kuruluşudur.
CHP tüzüğünün birinci maddesinde (26.02.2012 tarihli tüzükten alınmıştır) ifade
edildiği üzere CHP, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin devamı
olarak kurulmuştur. Birleşim çağrıları ve hareketin bu direniş örgütleri nezdinde
sürdürülme amacını Bila, hareketin meşruiyetini sağlayabilmek için halka mal
edilmeye çalışılması olarak değerlendirmiştir (Bila, 1987: 14-15). Müdafaa-i Hukuk
cemiyetlerinin partileşmesi ise hareketin, cemiyet, grup hüviyetinden arındırılarak
daha ilke ve kurallara dayanan bir yapı oluşturulması fikriyle gerçekleşmiştir.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi seçimlerini, ulusalcılar kazanmıştır. Bu sayede
ulusalcı güçler meclise hâkim konuma gelmişlerdir. Bu meclis Sultan'ın hükümetinin
saf dışı bırakılması çalışmalarını sürdürmüştür. Ulusalcılar, Ulusal Paktı
benimsemiştir (Ahmad, 2009: 65). İşgal güçleri bu durumdan memnun olmayınca 16
Mart 1920’de İstanbul’u işgal etmiş ve birçok ulusalcıyı tutuklayarak Malta Adası’na
sürgüne göndermiştir. Sonrasında ise parlamentonun kendini feshi gerçekleşmiştir.
Bu gelişmeler 23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan yeni parlamento ile
sonuçlanmıştır. Mustafa Kemal 8 Nisan 1920 tarihinde parlamento kurulmadan
hemen önce seçim bildirgesi niteliğinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti başkanı sıfatı ile yayınladığı bildiride kurulacak CHP’nin parti programının
ipuçlarını verecektir. Bu bildirge 9 Umde olarak adlandırılmaktadır. Dokuz
Umde’nin içeriği, egemenliğin millete ait olduğu, güvenlik sorunun çözüleceği,
adalet sisteminde reform yapılacağı, askerliğin kısaltılacağı, savaş sonrası ülkenin
yeniden inşa edileceği ve ekonomi politikalarında bir takım vaatleri içeren bir seçim
bildirgesi niteliğindedir.
64
“Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Cumhuriyetçilik” temel ilkeler olarak
benimsenirken, ulusal egemenlik, devrim ve hukukun üstünlüğü kavramlarına yer
verilmiştir (CHP Tarihi5). Parlamento, Mustafa Kemal başkanlığında kendi yürütme
komitesini atamıştır (Ahmad, 2009: 66). Mustafa Kemal, partiye yüklediği amaçları
şu ifadelerle aktarmıştır:
“Halk Fırkasının asıl ruhu tam bağımsızlık ve kayıtsız ve şartsız milli
egemenliktir... Bence bizim milletimizin birbirinden çok farklı menfaatleri
takip edecek ve bundan dolayı da mücadele halinde buluna gelen çeşitli
sınıflara malik değildir. Memleketteki sınıflar birbirlerine lazım olan ve
birbirlerini tamamlayıcı ve bütünleyici mahiyettedir. Onun için de Halk
Fırkası bütün sınıfların haklarını, yükselme sebeplerini ve saadetini sağlamak
yolunda çalışmalarda bulunacaktır” (Sarıbay, 2001: 44).
Mustafa Kemal’in siyasi konumu bu gelişmeler ile belirginleşmeye
başlamıştır. Yani Lozan Anlaşmasının imzalanması ve Bağımsızlık Savaşı’nın sona
ermesinden önce bu konum zaten pekişmeye başlamıştı (Zürcher, 2010: 247). Artık
yeni bir devlet kurulmakta idi. Resmi olarak 9 Eylül 1923 tarihinde kurulan
Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)/CHP bu haliyle kronolojik olarak devletin yönetim
şeklini Cumhuriyet olarak yasalaştıran parti olmuştur.
Cumhuriyet ilanı ile kurucu kadro içinde fikir ayrılığı ortaya çıkacaktır.
Hüseyin Rauf, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar, Refet Bele, Kazım Karabekir
ayrılıkçılar içinde önde gelen isimlerdir. Devlet şeklinin cumhuriyet olarak
belirlenmiş olmasını zamansız bulan bu grup, istibdat yönetimi-demokrasi temelinde
değerlendirmede bulunmuşlardır (Zürcher, 2010: 248). Onlara göre cumhuriyetin
devlet şeklinin pek bir ehemmiyeti yoktu; asıl oluşturulan bu yeni yapının özgürlük
temeline dayanıp dayanmadığıydı (Zürcher, 2010: 248). Partiyi kuranlar esasen,
saltanat ve hilafetin kaldırılmasına tepki duyan gruptur. Ekonomik alanda liberal bir
duruş sergilerler. Değişimin evrimci olması gerektiğinden yana muhafazakâr bir 5http://www.chp.org.tr/?page_id=67 24.12.2012
65
kimliğe sahiptirler. Dinin toplum içindeki yerine önem vermekteydiler. Farklı
fikirler, 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ile yeni
bir alanda yaşam bulmuştur. Bu muhalefet, Kemalistlerle aynı fikri temellerden
beslenen bir hareketti. Kadro yine aydın, bürokrat ve askerlerden oluşmakta idi. Bu
nitelikleri itibariyle Kemalistler için oldukça önemli bir tehditti. Zira başarılı olması,
Kemalistlerin gücünün yıkılması anlamına gelecekti (Özbudun, 2011: 22).
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) rejim muhaliflerinin sözcüsü haline
gelmiştir. Hilafet, saltanat taraftarları, Mustafa Kemal'in kişiliğine karşı çıkanlar ve
bir kısım eşraf ve burjuva bu partiyi destelemekteydi (Bila, 1987: 67). Ancak bu yeni
parti çok uzun soluklu olamayacaktır. 3 Haziran 1925 tarihinde Şeyh Sait İsyanı’yla
ilişkili olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır.
Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal mahkemelerinin kurulması, muhalefetin
topyekûn tasfiyesi ve laiklik kapsamında atılan adımların gerçekleştiği bir dönem
olmuştur. Bila’nın ifadesiyle artık “1919’da başlayan milli mücadele süreci, Mustafa
Kemal’in kadrosunun kesin egemenliği ile sonlanmıştır” (Bila, 1987: 69). Ayrıca
TCF’nin kapatılmasıyla CHP’nin tek parti yönetiminin birliği tamamen sağlanmıştır
(Özbudun, 2011: 22).
1927 yılında “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik”
CHP’nin dört temel ilkesi olarak belirlenmiştir. 1935 yılında Devletçilik ve
İnkılâpçılık da eklenerek parti ilkeleri altıya çıkarılmıştır. Bu altı ilke parti
ambleminin de kaynağıdır. Bu ilkeler 1931 yılında yapılan 3. Kurultay ile parti
program ve tüzüğüne dâhil olmuştur.
1931’de yapılan kongrede Kemalist ideolojinin kendisini altı ok ile ifade
etmesinin yanı sıra kitlelere yayılmasını sağlayacak mekanizmalar da örgütlenmiştir.
Bu noktada Kemalist ideoloji ile cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve
inkılâpçı bir ideoloji ve bunun uygulanma biçimi anlaşılmaktadır (Demirel, 2011:
128). Bu örgütlenmelerden en önemlisi Halkevleri’dir. Halkevlerinin kuruluşunda
66
Kemalist ideoloji ve bununla özdeş parti ideolojisinin halk nezdinde benimsetilmesi
ve yaygınlaştırılması amaçlanmıştır (Yeşilkaya, 2011: 114).
Zira 1922/1923 ile 1930 yılları arasında sırasıyla, saltanatın kaldırılması,
cumhuriyetin kurulması, hilafet makamının feshi, şapka kanunu, tekke ve zaviyelerin
kapatılması, medeni kanun, borçlar kanunu, harf inkılâbı gibi birçok yeni kurum ve
yapılar oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu yeni yapıların halka intikalinde araçlara
ihtiyaç vardı. Halkevlerinin bu devrimleri halka benimsetmesi işlevi, dergiler,
konferanslar, tiyatro, müzik gibi kültürel araçlarla gerçekleştirilmiştir (Yeşilkaya,
2011: 114). Halkevlerinin bu işlevine benzer işlevleri farklı boyutlarda Türk Dil
Kurumu, Türk Tarih Kurumu da yerine getirmiştir. 1924 Anayasası’nda 1937 yılında
yapılan değişiklikle, 2. maddeye “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı,
Devletçi, Laik ve İnkılâpçıdır.” şeklindeki ibare eklenmiştir. Bu ilkeler CHP
ilkelerinin devlet nezdinde uygulamaya konmasıdır. Parti ile devlet
özdeşleştirilmiştir (Parla, 2002: 24).
Devletin ideolojik konumlandırması süreci gerçekleştirilirken bir yandan
ekonomik tercihler ve kurumların oluşturulması süreci de devam etmektedir. Bu
kapsamda “İş Adamlığı” müessesi oluşturulmaya çalışılmıştır. Daha çok yatırım
yapmak, daha çok kazanmak ve doğal olarak memleketi daha çok kalkındırmak
şeklinde sistemleşen bu bakış CHP’nin de temel çizgisi haline gelmiştir (Bila, 1987:
77). Şirketleşme, özel teşebbüs ve bunlarla bağlantılı olarak gerçekleşen liberal
politikalar 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile sorgulanmaya başlamıştır.
Liberalizmin bu dönemde yaşadığı açmaz (Bila, 1987) devletçi düşünceleri ön plana
çıkarmıştır (Bila, 1987: 79). Türkiye ekonomisi buhranı takip eden dönemde
korumacı-devletçi-sanayileşmeci diye nitelenebilecek bir yönde şekillenmiştir (Akın,
2009: 334). Hem CHP hem de anayasa nezdinde devletin bir ilkesi/niteliği olarak
devletçiliğin bu dönemde benimsenmesinin nedeni, dünya ekonomik bunalımında
aranan bir çıkış yolu olarak düşünülmesi gibi gözükmektedir. Farklı ek bir görüş
Cemil Koçak (2009) tarafından dile getirilir. Buna göre, 1929 ekonomik bunalımının
67
olumsuz etkileri ile birlikte Serbest Cumhuriyet Fırkasının muhalefetinin güç
kazanmasını önlemek için girişimde bulunma çabaları diğer bir sebeptir (Koçak,
2009: 227).
1930 sonrası dönemde liberal iktisat politikalarının yerini alan devletçilik
uygulamaları, Bila’ya (1987) göre devlet kapitalizmine dönüşmüştür. Bu durumun
sonucu olarak Bila, devletin dolayısıyla CHP’nin halktan uzaklaştığını ifade eder
(Bila, 1987: 107). Özbudun’un tespitiyle CHP içindeki bu değişim, yani bürokratik
elit ağırlığının parti içindeki artışı TBMM üyeliklerindeki oranlardan
anlaşılmaktadır. Parti içinde tarım-ticaret meslek grubu mensupları ile resmi meslek
sahibi grupların kıyaslanması, ikinci grubu oluşturan asker ve bürokratlar lehine artış
göstermiştir (Özbudun, 2010: 23).
Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçilmiştir. CHP,
26 Aralık 1938 günü, 1. Olağanüstü Kurultayını gerçekleştirmiştir. Kurultay, İsmet
İnönü’nün değişmez genel başkan ve milli şef olarak tasdik edilmesi ile
sonuçlanmıştır. 1936 yılı devlet-parti özdeşleşmesi ile CHP’nin devlet organları
elinde eridiği görüşleri mevcuttur. İnönü’nün cumhurbaşkanı olmasından sonra
CHP’nin tekrar yönetimde söz sahibi olacak bir hüviyet kazanmasına çalışılmışsa da
yine devlet hükümet politikasına bağımlı yapı değişmemiştir.
İsmet İnönü ile başlayan yeni süreç uluslararası alanda yaşanan gelişmelerin
etkisiyle şekillenecektir. Bu dönemde CHP, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla
daha çok savunma ve dış ilişkiler konularına eğilmek durumunda kalmıştır (Sarıbay,
2001: 46).
Dış politikada 1930’lu yıllar içinde her ne kadar Rusya ile yakınlaşmalar
olmuş olsa da asıl yakınlaşma gayesi Batı ülkeleri iledir. Özellikle 1930’lu yılların
ikinci yarısı gerek siyasal gerekse de ekonomik ilişkiler noktasında Batı ile
yakınlaşılmaya çalışılmıştır (Koçak, 2009: 284). 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23
68
Haziran’da da Fransa ile ittifak anlaşmaları açıklanmış ve bu anlaşmalar mecliste oy
birliği ile onaylanmıştır (Bila, 1987: 120).
Bu gelişmeler, oluşan yeni düzen karşısında pozisyon almak olarak
okunabilir. Çünkü CHP’nin 29 Mayıs 1939 tarihli 5. Kurultayı uluslararası düzeyde
devletin yerini belirleme yönündeki değişikliklerin belgelenip kurumlaştırılacağı bir
gündemle şekillenmiştir (Bila, 1987: 123). Ana konu Batı’ya yaklaşmak amacıyla
demokrasi geçişinin sağlanmasıdır. 5. Kurultayın kararları içinde CHP il başkanları
ile o ilin valilerinin ve İçişleri Bakanı ile Parti Genel Sekreteri’nin aynı kişiler olması
ilkesinin terk edilmiş olması bu anlamda anlamlıdır. Ancak savaşın varlığı
demokratikleşme fikirlerinin ülke güvenliği sebebiyle, savaş sonuna ertelenmesine
yol açacaktır (Sarıbay, 2001).
Savaşın son döneminde CHP çok partili hayata geçişi ideal olarak
benimsediğini ifade etmiştir. Bu doğrultuda mecliste müstakil grup kurulmasını
öngörmüştür. Gerçek anlamdaki muhalefet ise 1945 yılında çok partili hayata geçişle
beraber başlamıştır (Sarıbay, 2001: 46). 7 Ocak 1946’da DP kurulmuştur. 1946’da
yapılan seçimlerde CHP iktidarını muhafaza ederken DP 61 milletvekili çıkarmayı
başarmıştır (Tuncer, 2003: 362). Yapının değişeceği seçimler 14 Mayıs 1950’de
yapılmıştır. Buna göre DP yüzde 52,7, CHP yüzde 39 oranında oy almıştır (Tuncer,
2003:363). DP lehinde iktidar el değiştirmiştir. Artık CHP’nin yeni görevi
muhalefettir. CHP’nin resmi yayını olan CHP Tarihi isimli çalışmada 1950 seçim
sonucuna istinaden, muhalefette olmak bir amaç olarak değerlendirilmiştir. Buna
göre; “1950'li yıllarda üstlendiği muhalefet göreviyle demokratik bir rejimde
muhalefetin kurumsallaşmasına da öncülük etmiştir. Bu kapsamda parlamenter
demokratik rejimin kurumsallaşmasına dönük değişimleri gerçekleştirme ve temel
hak ve özgürlükleri geliştirme mücadelesi vermiştir...” (CHP Tarihi: 1). CHP için
muhalefet yılları yeni durumlara uyum sağlamak ve parti programını
şekillendirmekle geçmiştir (Ayata,1992: 81).
69
27 Mayıs 1960’da gerçekleşen askeri müdahale ideolojik sağ ve sol
kavramlarının yerleşik hale gelmesinde önemli bir dönüm noktasıdır (Demirel, 2009:
419). CHP’nin güdümünde bir ihtilal olduğu fikirleri etrafta dolaşırken partinin
müteakip süreçte doğrudan iktidar olamadığı görülür (Sarıbay, 2001: 46).
1960’larla beraber başlayacak olan ideolojik pozisyonların yeniden
belirlenmesi sürecinde ise CHP geçmiş tek parti dönemindeki ideolojiler üstü yapısı
sebebiyle zorlanacaktır (Ağtaş, 2007: 196). Bu süreçte CHP için “ortanın solu”
pozisyonu ön plana çıkmıştır. Farklı yaklaşımları olan bu yeni söylemin daha önce
çeşitli şekillerde gündeme gelmesine karşın, İsmet İnönü tarafından kullanılınca
siyasi jargondaki yerini aldığı ifade edilir. İnönü'nün ifade ettiği ortanın solu, aşırı
sağ veya aşırı sol akımlara karşı bir barikat görevi görüyor, sosyal devlet
uygulamalarının gereklerinin de uygulanmasını savunuyordu. Daha sonra Ecevit
tarafından sistemleştirilecek olan ortanın solu kavramı, İnönü döneminde muğlâk bir
yapı sergilemiştir (Ağtaş, 2007: 198).
Ortanın solu 1965 seçimlerindeki başarısızlığın sebebi olarak görülmüştür.
Ayata'ya (1992) göre CHP ortanın solu ile yeni bir söyleme sahip değildir. Bu yeni
kavram aslında mevcut parti ideolojisini güncel terimlerle yeniden tanımlamıştır.
Buna göre, cumhuriyetçilik, demokrasi, planlı ekonomi, devletçi gelişme, sosyal
adalet ve inkılâpçılığa dayanan program İnönü tarafından ideolojiler yelpazesinde
ortanın solu olarak konumlandırılmıştır (Ayata, 1992: 82).
1965 seçimleri ile yinelenen başarısız sonuçlar, ortanın solu söylemine karşı
muhalif seslerin yükselmesine neden olmuştur. Bazı görüşler doğrudan ortanın solu
fikrini hedef alırken, bazı görüşler ise ortanın solu söyleminin içi doldurulamadığı
için başarısızlığa sebebiyet verdiği yönünde gelişmiştir (Ağtaş, 2007: 200)
Ecevit, ortanın solu fikrinin altının doldurulması yönündeki en önemli
isimdir. İnönü söylemindeki belirsiz analizler ve iyi formüle edilememiş program,
Ecevit tarafından daha derli toplu şekilde siyasal bir programa dönüştürülmüştür
70
(Ağtaş, 2007: 201). 1965 döneminden başlayıp 1972 yılındaki olağanüstü kurultaya
kadar uzanan süreçte, partinin ideolojik eksenini belirleme çatışmalarına ek “Atatürk
Devrimleri” çatışma konusu olmuştur. 1965 seçimleri sonrası çatışmanın bir tarafı,
CHP'yi Kemalizm'den uzaklaştırılması ve sosyalizme yaklaştırılması sonucu koruma
amacı güttüklerini belirtirken, tartışmanın diğer tarafında bulunan Bülent Ecevit ise
Atatürk devrimlerinin süreklilik arz eden bir yapıda olması gerektiği yönünden
savunmada bulunmaktadır (Erdem, 2007: 456).
İnönü ile Ecevit'in yollarının net bir şekilde ayrıldığı nokta 12 Mart 1971’de
gerçekleşen askeri müdahaledir. Bu olay ile İnönü, Ecevit’ten desteğini çekmiştir
(Ayata, 1992: 83). CHP’nin merkez-sol politikalara yönelişi 12 Mart olayı ile (ve
devam eden dönemde) daha da belirginleşmiştir. Muhtıra sonucu Demirel'in istifası
sonrası kurulan partiler-üstü Nihat Erim Hükümeti’ne destek veren İnönü’ye karşı
Ecevit parti genel sekreterliği görevinden istifa etmiştir. “CHP'nin halk iradesi
dışında bir yolla hükümete gelmesini veya gelmiş gibi görünmesini kabul
etmeyeceğini” söylemiştir (Özbudun, 2011: 21).
Tüm bu çatışma ve fikir ayrılıkları partiyi 14 Mayıs 1972’de genel başkanın
seçileceği kurultaya götürmüştür. Kurultay sonucu İnönü'nün 27 yıllık “ebedi”
başkanlığı sona ermiştir. Ecevit yeni genel başkan seçilmiştir. Ortanın solu hareketi
zaferini ilan etmiştir. Bila’nın ifadesi ile artık Şef Partisi’nden Halk Partisi'ne
geçilmiştir (Bila, 1987).
CHP 50. yılında yeni genel başkanı ve yeni ideolojik pozisyon ile 14 Ekim
1973 tarihli seçimlere girmiştir. Ak Günlere isimli dönemin seçim bildirgesi ile
“hakça düzen” söylemi ön plana çıkarılmıştır. Seçim sonucunda CHP yüzde 33,3 oy
oranı ile birinci parti olmuştur (Tuncer, 2003: 235). Kısa süre sonra yapılan 9 Aralık
1973 tarihli yerel seçimler oy oranını yüzde 37,4'ye çıkarmıştır. 1977 yılı CHP oy
oranını yüzde 41,4'e çıkarmayı başarmıştır. Bu CHP tarihinin seçimlerde aldığı en
yüksek oy oranıdır (CHP Tarihi: 23).
71
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi, demokratik akışı kesintiye uğratmıştı. Zira
parlamento dağıtılmış, bakanlar kurulunun görevine son verilmiş, Millet Meclisinin
üyelerinin dokunulmazlıkları kaldırılmıştır. Takip eden süreç bütün siyasi partilerin
ve iki köktenci sendikanın (Sosyalist İşçi Sendikası DİSK ve aşırı sağcı Milliyetçi
İşçi Sendikası MİSK) kapatılması ile devam etmiştir (Zürcher, 2010: 401). Bülent
Ecevit parti genel başkanlığı görevinden istifa etmiştir. 20 Eylül 1980 tarihinde yeni
hükümet emekli oramiral ve deniz kuvvetleri komutanı Bülend Ulusu’yu başbakan
olarak görevlendirilmiş ve yeni kabineyi kurmuştur. 1980 sonrası, CHP kendi içinde
üç parçaya bölünmüştür. Kapatılmanın ardından parti kadrolarının önemli bir kesimi
tarafından kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) bunlardan birisidir. İkinci
olarak 1992’de yeniden açılan CHP bulunur. Ecevit ise tamamen farklı bir yol
izleyerek DSP’yi kurmuştur.
9 Eylül 1992 tarihinde yeniden siyasi hayatına dönen CHP’nin yeni genel
başkanı Deniz Baykal seçilmiştir. Ortanın solu söyleminin devamı niteliğinde
görülebilecek yeni sol anlayışı yeni dönem CHP’sinde siyasal duruşun merkezi
olacaktır. Yeni Sol ile, sosyal devlet anlayışının ön plana çıkarılmıştır. 1994
Programının, eşitlikçi gelir dağılımı, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti, yoksullukla
mücadele politikalarının uygulanması gibi sosyoekonomik düzeydeki içeriğine ek
olarak Kürt Sorunu, AB Politikaları gibi güncel sorun alanlarını da içerdiği görülür
(CHP.gov.tr: 24-25).
Ecevit’li DSP’deki yükselişini 1990’lı yıllarda sürdürürken, CHP kanadında
işler iyi gitmiyordu. SHP ile gerçekleştirilen birleşmeye karşı CHP’deki erime
sürmekteydi. Nihayet 1999 seçimlerinde halk DSP’yi birinci parti yapar iken CHP’yi
meclis dışı bırakmıştır. Ecevit’in kişiliğinde bütünleşen DSP öncelikle 2002
seçimlerinde seçmen tarafından “silinmiş” (Bila, 2008: 458), onun ölümüyle de
tamamen sonlanmıştır. CHP ise 2002 seçimleri ile ana muhalefet partisi olarak
parlamentoya giriş yapmıştır.
72
2000’li yıllar Türkiye siyasetinin bölünme çizgisinin merkez-çevre çatışması
ekseninde şekillendiği görülür. Deniz Baykal yönetimindeki CHP’nin 2005 sonrası
laikçi ve vesayetçi merkezi temsil ettiğini belirten Özbudun (2011), bu durumun en
önemli karşılığının 2007 cumhurbaşkanlığı krizinde alınan pozisyon, yine 2007’deki
Genelkurmay bildirgesini desteklemek, AKP hakkındaki kapatma davasındaki zımni
destek ve Ergenekon sanıklarının avukatı olduğunu ifade eden söylemlerde
bulunduğunu ifade etmiştir (Özbudun, 2011: 49).
2010 yılında CHP içinde olaylı bir şekilde gerçekleşen liderlik değişimi
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasıyla sonuçlanmıştır. Bu değişim
partinin kemikleşmiş olan kadrolarında değişimin ve tasfiyelerin gerçekleşmesine
neden olmuştur. Bu durum CHP‘nin laikçi-ulusalcı-vesayetçi olarak nitelendirilen
yapısının hafif bir sapma girişi olarak kabul edilir (Özbudun, 2011: 51). Bu
değişimin izleri 2011 seçimlerine de yansımıştır. Ana tema olarak CHP’nin değişimi,
yenilenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bir anlamda CHP, Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle
halkın partisi olma yolunda bir politika izlemektedir. Girilen son seçimlerde yine ana
muhalefet görevini üstlenen CHP ideolojik konumlandırma içinde solun temsilcisi
konumundadır.
1.3.2.CHP ve Siyasi Kimliği
CHP’nin ideolojisinin özeti olan Altı Ok ilkeleri başlangıçta 1927 yılında
“Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” olarak belirlenmiştir.
1935 yılında “Devletçilik” ve “İnkılâpçılık” da eklenerek parti ilkeleri altıya
çıkarılmıştır. Bu altı ilke aynı zamanda parti amblemininde de kullanılmıştır.
CHP Programı’ndaki ifadesi ile “Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinin
birikimleri ve Atatürk Devrimleri ile bu eşsiz sürecin felsefi ve ahlaki
değerlerinin özünü oluşturan ALTI OK ilkeleri, bir bütün olarak siyasi
kimliğimiz ile ideolojimizin, Parti Programımızın tarihsel kaynağı ve en güçlü
dayanağıdır. “
73
Cumhuriyetçilik; Cumhuriyet bir yönetim biçimi olarak 1923 yılında
anayasadaki yerini bulmuştur. “Cumhuriyet, tarihimizdeki en köklü dönüşümdür.
Egemenliğin kaynağını ulusta bulan anlayıştır; saltanat kavramının yıkılması ve milli
iradeye dayalı devlet düzeninin gerçekleştirilmesidir. Milli irade, iktidarıyla,
muhalefetiyle tüm halkı kapsar: CHP Cumhuriyetçidir; Türkiye Cumhuriyeti tüm
yurttaşların ilke ve ideal beraberliği üzerinde kurulmuştur. Cumhuriyet, gücünü bu
beraberliği oluşturan tüm insanların, hakları, eşitliği ve bütünlüğü ilkesinden
almaktadır. Cumhuriyetçilik; tebaanın yerini yurttaşın almasıdır.” olarak CHP
Programı’nda ifade edilmiştir.
Milliyetçilik; CHP programında, Atatürk Milliyetçiliği’ni benimsediğini ifade
eder. Devamında ise bu milliyetçiliğin ne olduğunu anlatılmaktadır. Buna göre
Milliyetçilik, ırk, köken, din, mezhep, bölgecilik, kavimcilik gibi alt düzeylerin bir
üst çatı olan ulus ile kuşatılmasıdır. “Milliyetçilik, ırk, köken, din, mezhep, bölgecilik,
kavimcilik anlayışlarının, ulusal düzeyde aşılmasıdır.“ Bu milliyetçilik anlayışı,
köken, dil ve inanç farklılıklarını reddeden ve yurttaşlık temelinde eşitliğe inanan bir
anlayışa sahiptir. Etnik farklılıklar birer zenginlik olarak görülmüştür. “Devletin ırkı
olmaz, devlet tüm etnik kimliklere eşit mesafede durur, kültürel çoğulculuğun
güvencesini oluşturur görüşüne sahip çıkar”. Atatürk Milliyetçiliği diğer tüm
milliyetçi anlayışların meşruiyet zeminini oluşturmuştur. Bunun sebeplerinden biri
Atatürk Milliyetçiliği’nin anayasal metinlerin içinde de yer bulmuş olmasıdır.
Halkçılık; “CHP’nin halkçılık anlayışı; siyasal meşruiyetin temelinin halkın
iradesi olduğunu kabul etmektir. Bazı sınıf ve zümrelerin ekonomik ve siyasal
imtiyazlarının kaldırılmasıdır.” şeklinde ifadesini bulan halkçılık partinin ana ilkeleri
içinde yer almıştır. Bu özellikleriyle eşitlik vurgusu yapan halkçılık CHP’nin sol
kimliği için işaretler taşır.
Bu üç ilke kuruluşundan itibaren CHP programında yer almıştır. Zira CHF
Nizamnamesi’nde ilk kez partinin cumhuriyetçi, halkçı ve milliyetçi olduğu ifade
edilmiştir (Koçak, 2009: 38).
74
Devletçilik; “CHP’ nin devletçiliği, devletin halka hizmet için yapılanmasını,
katılımcı yönetimi, demokratik hukuk devletini öngörür.” Devletçilik anlayışı piyasa
ekonomisi ile ters düşmez. Hatta piyasa ekonomisinin devlete biçtiği düzenleme ve
denetleme rolüne vurgu yapar. Aynı zamanda piyasanın bir güç unsuru olarak
devlete yön vermesinin de karşısında yer alır. Bunu; “…Örgütlü sosyal piyasa
ekonomisine karşı değildir. Piyasaların hata yapabileceği gerçeğinden hareketle
devletin düzenleyici ve denetleyici rolünün önemini kabul eder. Piyasaların halkın
iradesinin üzerine çıkarak devlete yön verme çabalarına karşıdır.” şeklinde
programında ifade etmiştir.
Laiklik; Laiklik, 19. yüzyıl Fransa anayasalarında denenmiş, devletin
herhangi bir dini mezhep ya da sınıfa dayanmamasının gereğini vurgulayan bir
kavramdır. Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiş olan reformlar, laiklik ilkesini Türk
Anayasal Sistemi’nin ana unsuru haline getirmiştir. Bu ilke günümüze kadar etkisini
sürdürmüştür (Mardin, 2011: 35). Çiğdem (2001) tarafından laiklikleşme, artık dinsel
bir dünya görüşü ile bütünleşemeyecek alternatif hayat yorumlarının ortaya
çıkmasının sonucu olarak dini inançların öznel hale gelmesi olarak tanımlanmıştır
(Çiğdem, 2001: 148).
CHP Programı’nda ise “Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı
tutulması” olarak tanımlanmıştır. Toplumdaki farklı inançların yaşamlarını devam
ettirebilmelerinin ön koşulu olarak öngörülmüştür. Ayrıca laiklik ilkesinin temel
amacı aklın özgürleştirilmesi olarak belirlenmiştir. CHP Programı’nın “CHP için
laiklik” bölümünde, ulusal bütünlük ile iç barışın, çağdaşlık ile bilimselliğin temel
taşı laiklik olarak belirlenmiştir. Dinin siyasallaştırılmasına karşı çıkılmış, din bir
özel alan olgusu olarak konumlandırılmıştır.
Devrimcilik ya da İnkılâpçılık; CHP’nin devrimcilik anlayışı, “Çağdaş
düşüncelere açılarak yenilikleri kavrayıp benimsemek, bunu süreklilik içinde bir
yaşam ve yönetim biçimine dönüştürmektir”. Kendini devrimci olarak tanımlayan
CHP, devrimciliğini; “Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurarak başlattığı
75
çağdaş medeniyeti hedefleyen kökten değişim sürecinin devam ettirilmesi” olarak
görür.
1.3.3. CHP ve Genel Seçim Performansları
1946 seçimleri esasında 1947’de yapılması gereken bir seçim iken
muhalefetin güçlendiğini hisseden CHP tarafından muhalefetin daha fazla
güçlenmesine mahal vermemek amacıyla öne alınmıştır (Turan, 2004). 1946
seçiminde “gizli oy, açık sayım” ilkesi uygulanmamıştır. Bu uygulama 1950
seçimlerinde uygulamaya geçirilmiştir. CHP, 1946 seçimlerinde yüzde 85 oy oranı
ile iktidarın tek(rar) sahibi olmuştur. Bu seçimlere CHP ve DP’nin yanı sıra Liberal
Demokrat Parti, Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi, Yalnız Vatan İçin Partisi katılmıştır
(Tuncer, 2003: 362). CHP almış olduğu oy oranı karşılığında 465 sandalyenin
397’sine sahip olmuştur. Kalan 61 sandalye DP tarafından doldurulurken, 7 sandalye
de bağımsız adayların olmuştur (Tuncer, 2003: 362). Böylece DP muhalefet partisi
olarak mecliste yer almıştır.
14 Mayıs 1950’de yapılan seçime dört parti katılmıştır. Bunlar, CHP, DP,
Millet Partisi ve Milli Kalkınma Partisi’dir. DP, geçerli oyların yarısından fazlasını
alarak (yüzde 54) seçimi birinci parti olarak tamamlamıştır. CHP’de yüzde 40 oyla
ikinci parti olmuştur. Bu seçimler ortaya iktidarın değiştiği bir sonucu çıkarmıştır
(Turan, 2004: 27). CHP ana muhalefet partisi olmuştur. Bununla ilgili ana muhalefet
partisi misyonunu da değerli sayacağını ifade etmiştir (Bila, 1987). CHP, bu
seçimlerde batı oylarını alamamıştır. Kazandığı illerin tümü Ankara’nın
doğusundadır (Zürcher, 2002).
2 Mayıs 1954 ve 27 Ekim 1957 seçimleri de 1950 seçimlerine benzer şekilde
DP’nin iktidar partisi olduğu CHP’nin ise ana muhalefet partisi görevini sürdürdüğü
seçimler olmuştur. 1954 seçimlerinde Güneydoğu ve Doğu Anadolu illerindeki
oyların CHP’de toplanması süreci de devam etmiştir (Turan, 2004). 1954 seçimlerine
76
dört parti katılırken bunlar; CHP, DP, Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Köylü
Partisi’dir. 1957 seçimleri de dört parti ile yapılmıştır.
DP iktidarı üçüncü dönemini yaşarken DP, elindeki gücün kullanımında
“aşırılıklar” sergilemeye başlamıştır (Turan, 2004: 44). 1952’de CHP’nin mal
varlığına el konulmuştur. 1954 ve 1957 seçimlerinde muhalefetin seçim
kampanyalarına sınır getirilmiştir. 1960’da muhalefetin “yıkıcı” faaliyetlerini
soruşturmak üzere Tahkikat Komisyonu kurulmuştur. Tüm bu gelişmeler yaşanır
iken 27 Mayıs 1960 döneminde askeri yetkililer yönetime el koymuşlardır. DP
yetkilileri yargılanıp cezaları infaz edilirken, CHP’yi askeri müdahalenin bir ayağı
olarak değerlendiren görüşler olmuştur (Turan, 2004: 49).
27 Mayıs 1960 darbesi ile askıda kalan siyasi işleyiş 12 Ocak 1961 yılında
tekrar başlamıştır. 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan seçimler ile yitirmiş olduğu
iktidarı tekrar CHP ele almıştır. Ancak DP’nin mirası üzerine kurulmuş olan Adalet
Partisi (AP) (Turan, 2004: 55) ile arasındaki oy farkı çok küçüktür. Buna göre CHP
bu seçimlerde yüzde 36 oy alırken, AP’nin oy oranı yüzde 34’tür.
İsmet İnönü önderliğindeki CHP, 1960’lı yıllarla beraber “ortanın solu”
söylemiyle siyaset yapmaya başlamıştır (Bila, 1987). Ortanın solu söylemi ile
CHP’nin silahlı kuvvetler ve bürokrasi ile olan ilişkisi sekteye uğramıştır (Turan,
2004: 60).
CHP’nin ikinci iktidar dönemi 10 Ekim 1965 seçimleri ile tekrar sona
ermiştir. AP, bu seçimde yüzde 52,9’luk yüksek oy oranı ile iktidar partisi olmuştur.
1965 seçimlerinde seçim sisteminde yapılan değişiklikler ile nispi temsil sistemine
milli bakiyenin getirilmesi ve bir partinin bir ildeki milletvekili adaylarının o ildeki
parti üyelerinin tümünün katılacağı ön seçimle belirlenmesine geçilmiştir (Turan,
2004: 61). Bu seçimin bir diğer özelliği ise CHP’nin şimdiye kadarki en düşük oy
oranına düşmesidir. Bunu 12 Ekim 1969 tarihli seçimler izlemiştir. Bu seçimlerde
CHP’nin oy oranı yüzde 27’ye gerilerken, bir önceki seçimin de iki puan gerisinde
kalmıştır.
77
12 Mart 1971 yılında Türk Demokrasisine yine bir “es” verilmiştir. Gerekçe
toplumda gelişen siyasi terör olaylarındaki artış ve hükümetçe sürecin başarısız
yönetimidir. Muhtıradan kısa süre sonra Nihat Erim başbakanlığında meclis dışından
teknik insanların da bakan olduğu “partiler üstü” bir hükümet kurulmuştur (Turan,
2004: 84). Sürecin devamında yapılan 1973 seçimleri, yine bir askeri müdahale
sonrası CHP’nin birinci parti olma geleneğini sürdürmüştür. CHP, 14 Ekim 1973
tarihinde yapılan bu seçimlerde yüzde 33’lük oy oranı ile birinci parti olmayı
başarmıştır. Bu seçime 1972 yılında “ortanın solu” söylemiyle genel başkanlığa
getirilen Bülent Ecevit yönetiminde girilmiştir. CHP bu seçime “Ak Günlere” sloganı
ve bildirisiyle girmiştir. Ana temasını yenilik sloganından alan bu bildiriyle CHP
“halk” partisi olma yönünde ilerletmekteydi (Bila, 1987, Turan, 2004). 1973
seçimleri sonrası CHP-MSP koalisyonu kurulmuştur. Kurulan hükümette Ecevit
Başbakan, Necmettin Erbakan ise Başbakan yardımcılığı görevlerini yürütmüşlerdir.
Bu koalisyon 1974 yılının Ocak ayından, aynı yılın Kasım ayına kadar
sürdürülebilmiştir.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar 5 Haziran 1977’de gerçekleştirilen
seçimlerde CHP, oylarında artış sağlayarak birinci parti olmuştur. Bu seçim, çok
partili hayata geçişle beraber CHP’nin en çok oy aldığı iki seçimden biridir. 1977
seçiminden CHP azınlık hükümetini kurmuş ancak güvenoyu alamamıştır (Turan,
2004: 114). Bunun üzerine Demirel tarafından AP-MHP-MSP hükümeti
kurulmuştur. Ancak bu hükümet de altı ay sonra bir gensoru neticesinde
düşürülmüştür. Ecevit ile tekrar CHP, diğer partilerden ayrılan bağımsız
milletvekillerinin desteği ile hükümet kurabilmiştir. Ancak yaşanan anlaşmazlıklar
(bakanlık pazarlıkları) sonucu bu hükümet de 1979’da istifa etmiştir. Askeri
müdahaleye kadar geçecek süreçte yine Demirel AP azınlık hükümeti ile görev
almıştır.
12 Eylül sonrası eski siyasetçiler, siyasi arenadan uzaklaştırılmışlardır. İktidar
partisi ve ana muhalefet partisi konumunda olan partiler kapatılmış bunun yanı sıra
yönetici ve parlamento üyeleri 1992 yılına kadar herhangi bir siyasi faaliyetten men
78
edilmişlerdir (Turan, 2004: 126) 1992 yılında Deniz Baykal genel başkanlığındaki
dönemde CHP yapılan seçimlerde varlık gösterememiştir. Ancak CHP’nin eski genel
başkanı Bülent Ecevit kurmuş olduğu DSP ile daha başarılı seçim performansı
gerçekleştirmiştir. CHP’nin tekrar sahneye (parlamento) çıkışı ise 3 Kasım 2002 ile
gerçekleşmiştir. Bu seçimde yeni kurulmuş olan AKP yüzde 34 oy alırken CHP,
yüzde 19’luk oy oranı ile ana muhalefet partisi olmuştur. 2007 ve 2011 genel
seçimleri de paralel şekilde ilerlemiştir. Kutuplaşmanın bu iki parti üzerinde
gerçekleştiği bu dönemde CHP 2007 seçimlerinde oy oranını yüzde 21 seviyesine
çıkarmıştır. 2011 yılında ise yüzde 26 seviyelerinde oy oranına ulaşmayı başarmıştır.
Ana muhalefet partisi olarak siyasi faaliyetlerini Kemal Kılıçdaroğlu genel
başkanlığında sürdürmektedir.
Tablo-2: Genel Seçim Sonuçları
Seçim Yılı 1. Parti Oran (%) 2. Parti
Oran (%)
Diğer Partiler
21.07.1946 CHP 85 DP 13 2
14.05.1950 DP 54,8 CHP 40,9 4,2
02.05.1954 DP 57,3 CHP 35,3 7,5
27.10.1957 DP 47,9 CHP 41,1 11
15.10.1961 CHP 36,7 AP 34,8 28,5
10.10.1965 AP 52,9 CHP 28,7 18,4
12.10.1969 AP 47,9 CHP 27,4 26,1
14.10.1973 CHP 33,3 AP 29,8 36,9
05.06.1977 CHP 41,4 AP 36,8 21,7
06.11.1983 ANAP 45,1 HP 30,5 24,4
29.11.1987 ANAP 36,3 SHP 24,7 38,9
20.10.1991 DYP 26,6 ANAP 24 49,4
24.12.1995 RP 21,4 ANAP 19,7 59 18.04.1999 DSP 22,2 MHP 18 59,8
03.11.2002 AKP 34,4 CHP 19,4 46,3
22.07.2007 AKP 46,6 CHP 20,9 32,6
12.06.2011 AKP 49,9 CHP 25,9 24,2
Kaynak:Ağırdır(2010) KONDA
İKİNCİ BÖLÜM
YÖNTEM, VERİ, BULGULAR
2.1. VERİ VE YÖNTEM
Çalışmanın amacına uygun olarak anket tipi soru kağıdındaki sorular
aşağıdaki gibi düzenlenmiştir. 6
2.1.1. Bağımlı Değişken “Oy”
Çalışmanın bağımlı değişkeni “oy niyeti” Q75a (v264) sorusudur. Soru
kağıdında 2011 seçimleri için yarışan tarafların tümünü içeren cevaplar olsa da bu
çalışmada sadece TBMM’de temsil edilen partiler üzerinde durulmuştur.
2.1.2. İdeolojik Yönelim
Q57 (v193) nolu soruda on seviyede ölçülen ideolojik ölçek kolaylık olması
açısından üç gruba ayrılmıştır. Bu gruplar ölçekte “sol” (1 ile 3), “merkez” (4 ile 7)
ve “sağ” (8 ile 10) olarak belirlenmiştir.
2.1.3. Kişisel Değerler
Birinci bölümde bahsedilen dindarlık ve muhafazakârlık seviyeleri kişisel
değerler olarak seçilmiştir.
Başlangıç olarak, faktör analizi dindarlık seviyesini ortaya koyan sorular
üzerinden değerlendrilmiştir. Sonuçlar Tablo-3’te sunulmuştur. Dindarlık ile ilgili
tüm sorular faktör analizine dâhil edilmiştir. Ortaya çıkan analiz sekiz boyut
oluşturmuştur. Sorular; a) faktör yükü 0,5 seviyesinden az olanlar, b) tekil faktör
6 Soru tarzı ve öğe formatı için Ek’e bakınız
80
altında tek kalanlar ve c) iki boyut için benzer faktör yükü skorları oluşturanlar
analizden çıkarılmış, sonuç olarak bu iki boyut oluşturulmuştur.
Tablo-3: Kişisel Bir Değer Olarak Dindarlık Üzerine Faktör Analizi Faktör 1 Faktör 2
Çıkarım Metodu: Principal Component Matrix. Rotasyon Metodu: Varimax ve Kaiser Normalizasyonu. Faktör 1 ve 2 için Cronbach'ın Alfa Değerleri sırasıyla 0,798 ve 0,866'dır. Kaiser-Meyer-Olkin Measure of Sampling Adequacy 0,801'e eşittir. Bartlett's Test of Sphericity Sig. < 0,000.
Tablo-3’ün sonuçlarına göre faktör analizi ilgili sorularda iki bileşen
çıkarmıştır. Bu bileşenlerden ilki kamusal alandaki dindarlık (v115, v116, v 117 ve
v118) diğeri ise özel alandaki dindarlıktır (v119, v120, v121, v122, v123 ve v130).
Analiz sonucunda ortaya çıkan bileşenler, Türk siyasî yapısına uyum
sağlamaktadır. Türkiye'de İslam genellikle ana olarak kamusal ve kişisel alanların
farkları bazında tartışılagelmiştir (Toros, 2010: 260). Bu durum Türkiye'nin,
demokrasi mekanizmalarını Müslüman ağırlığında bulunan bir topluluğa ve
yerleşmiş laik düzende bir ülkeye uygulayan ve yöneten nadir ülke örneklerinden
olmasından dolayı sürpriz değildir. (Toros, 2010)
Yani soru politika olunca, kamusal ve özel alanlar ile ilgili çok hassas bir
denge vardır. Bu bağlamda, mevcut politik düzenin devamlılığı için, dindarlığı
kişisel sorun alanlarının içinde tutma eğilimi vardır ve kamusal alana taşırılmaz.
Cemaat Cevabı: Ahlaki Problemler (v115, Q29A) ,139 ,839 Cemaat Cevabı: Aile Hayatı Sorunları (v116, Q29B) ,098 ,878
Cemaat Cevabı: Ruhsal İhtiyaçlar (v117, Q29C) ,149 ,826
Cemaat Cevabı: Sosyal Problemler (v118, Q29D) ,042 ,809
Tanrı'ya inanır mısınız? (v119, Q30A) ,694 ,038
Ölümden sonra yaşama inanır mısınız? (v120, Q30B) ,592 ,113
Cehenneme inanır mısınız? (v121, Q30C) ,920 ,083
Cennete inanır mısınız? (v122, Q30D) ,923 ,088
Günaha inanır mısınız? (v123, Q30E) ,867 ,043
Dinden dolayı güçlü ve rahat oluyor musunuz? (Dinden manevi destek alıyor musunuz?) (v130, Q37)
,540 ,237
81
Yani, siyaset söz konusu olduğunda bu alanlar içinde hassas bir denge söz
konusudur. Tanımlanan siyasî sistemin devamlılığı için dindarlığın kamusal alana
yayılmadan, özel alan içerisinde bulunması eğilimi vardır. Yukarıda açıklananlar
eşliğinde, soruların yönlendirilmesi yapılarak organize edilmiştir.
Muhafazakârlık bağımsız değişkeni için çalışma, 59 numaralı soruyla
uygulanmıştır (v200).
2.1.4. Politik Değerler
Çalışmada politik değerler olarak “Milliyetçilik” ve “İslamcılık” seçilmiştir.
Bağımlı değişkenler üzerindeki faktör analizinin sonuçları Tablo-4'te sunulmuştur.
Tablo-4:Politik Değerler Olarak Milliyetçilik ve İslamcılık Üzerine Faktör Analizi
Çıkarım Metodu: Temel Faktör Analizi. Dönüşüm Metodu: Varimax ve Kaiser
Normalizasyonu. Bileşen 1 ve 2 için Cronbach'ın Alfa Değerleri 0,826 ve 0,562'dır. Kaiser-Meyer-
Olkin Basitleştirme Yeterlilik Ölçüsü 0,819'e eşittir. Bartlett’s Measure of Sampling Adequacy Sig. <
0,000.
Bu analiz temel alınarak Milliyetçilik (Faktör 1; v256, v278 ve v279) ve
İslamcılık (Bileşen 2; v134, v135) üzerine iki belirleyici oluşturulmuştur.
Faktör 1 Faktör 2
Doğduğun Yerin Önemi [Ülke] (v276, Q80A) ,777 -,019
Politik Kurumlara ve Hukuka Saygı ,665 ,092
Atalara Sahip Olmanın Önemi (Belirli Bir Soy) ,780 ,134
Ülkenin Dilini Konuşmanın Önemi ,834 ,118
Uzun Süredir Ülkede Yaşamanın Önemi ,839 -,002
Ülkenin Vatandaşı Olmanın Gururu ,552 ,331
Dini Liderler ve Hükümet Kararlarına Etkileri -,088 ,724
Politikacılar ve Tanrı ,067 ,756
82
2.1.5. Medya
Çalışma kapsamında medyanın oy verme üzerindeki etkisini görmek
amacıyla Q81 (v281) nolu soru kullanılmıştır.
2.1.6. Avrupa Birliği
Avrupa Birliği’ne üyelik sonucunda ortaya çıkabilecek sorunlara ilişkin
kaygıları sorgulayan Q73 (v257 v258 v260 ve v261) numaralı soru analize dahil
edilmiştir. Bu sorular üzerinde yapılan faktör analizi sonuçları Tablo-5’te
gösterilmiştir: Analiz sonucunda AB ile ilgili tek bir bileşen ortaya çıkmıştır (v257,
v258, v260 ve v261).
Tablo-5: AB Soruları Üzerine Faktör Analizi Bileşen
1
AB Korkuları: Güç Kaybı (v257, Q73D) ,920
AB Korkuları: İş Kaybı (v258, Q73E) ,901
AB Korkuları: Sosyal Güvenlik Kaybı (v260, Q73A) ,898
AB Korkuları: Milli Kimlik/Kültür Kaybı (v261, Q73B) ,891
Çıkarım Metodu: Principal Component Analys. Rotasyon kullanılmadı, tekil bileşen
çıkarıldı. Cronbach’ın Alfa Değeri Faktör İçin 0,924, Kaiser-Meyer-Olkin Measure of Sampling Adequacy
0,823'e eşittir. Test of Sphericity Sig. < 0,000.
2.1.7. Sosyoekonomik Faktörler
Çalışma, sosyoekonomik statünün karşılığını dört kategori olarak belirleyip
analiz etmiştir. Bunlar: Yaş (v303), Gelir (v353M_cs), Eğitim (v336_cs) ve
Cinsiyettir (v302). Gelir ve eğitim üzerine sorular tekrar düzenlenmiş ve 15 aşamalı
gelir değişkeni düşük, orta ve yüksek olarak üç kategoriye dönüştürülmüştür. Benzer
83
şekilde 12 aşamalı eğitim değişkeni “hiç”, “ilköğretim”, “ortaöğretim” ve
“üniversite” olmak üzere 4 kategoriye ayrılmıştır.
Gerekli olan yerlerde, sorular aynı yönde düzenlenerek, bağımlı değişken ile
uyumlu hale getirilmiştir. Dolayısıyla bağımsız değişkendeki artış belirli bir parti için
oy tercihi, yani oy verme eğiliminin de artması anlamına gelir. Bütün gösterge
değişkenlerinin standardizasyonu süreci sonrası ortalamalar çıkarılmış, standart
sapmaya göre ayrılmış, toplanmış ve ortalaması belirlenmiştir. Yorumlamanın
elverişliliği, uygunluğu ve güvenirliliği için, bunlar ayrıca sıfır ve bir aralığına
yerleştirilmiştir.
2.1.8. Multinominal Lojistik Regresyon Modeli
Yapılacak analizlerde verilerin dayandığı ölçme düzeyinin bilinmesi
yararlanılacak analiz tekniğinin belirlenmesi açısından oldukça önemlidir. Bu
bağlamda kategorik değişken adı verilen sınıflayıcı veya sıralayıcı ölçme düzeyinde
elde edilmiş değişkenler söz konusu olduğunda kullanılabilecek analiz tekniklerinden
biri de lojistik regresyon analizidir (Bayram, 1999: 61).
Multinominal lojistik regresyon, ikiden fazla değişkeni olan ve test edilmek
istenen bir değişkenin, hangi değişkenlere göre etkilendiğini ortaya koyan istatistik
analiz yöntemidir. Multinominal lojistik regresyon yöntemi, bilinen parametrik
regresyon yöntemleri ile aynı temel mantığa sahip olup, temelde bir değişkene etki
eden faktörlerin belirlenmesini amaçlar. Buna göre bir veya birden fazla bağımsız
değişken ile belirlenmiş bağımlı değişken arasındaki ilişkiyi modeller.
Analizde farklı siyasi partiler karşılaştırıldığı için, modelde ikiden çok seviye
içeren bağımlı değişkene izin veren bir metoda ihtiyaç duyulur. Bunun için bu
çalışma, multinominal regresyon modelini tahmin için kullanacaktır. Denklem
aşağıdaki gibidir:
84
Vi = α + Geli + cEgii + dYasi + eCinsi+ fIdei + gMili + hIsli + jDini + kMuhi + lMedi + mABi
+ ui
Açıklama: V oy niyeti, Gel gelir, Egi eğitim, Yas yaş, Cins cinsiyet, Ide
ideoloji, Mil Milliyetçilik ve Isl İslamcılığa yönelik politik değerler, Din ve Muh
dindarlık ve muhafazarkarlığı gösteren kişisel değerler, Med medya, AB Avrupa
Birliği olarak kısaltılmıştır.
Analizinin sonucunu ortaya koymadan önce verilerin tanımlayıcı özelliklerini
açıklamak faydalı olacaktır.
Tablo 6: Açıklanmış Oy Tercihinin Yüzde Dağılımı, 2007
N % Kümülâtif % AKP 508 53,3 53,3 CHP 230 24,1 77,4 MHP 157 16,5 94,0 BDP 57 6,0 100,0 Toplam 952 100
Tablo-6, ağırlıklandırılmış frekansları ve TBMM’de sunulan partilerin
yüzdelerini göstermektedir. Ağırlıklandırma, 2007 genel seçim sonuçlarına göre
gerçekleştirilmiştir. Bu figürlerin 2011 seçim sonuçlarına olan yakınlığı
yorumlamanın açıklayıcılık gücünün bir göstergesidir.
85
Tablo-7: TBMM’ de Yer Alan Siyasi Partilerin Cinsiyet, Gelir, Eğitim ve Yaş Bazında Yüzde Dağılımları, 2009
AKP CHP MHP BDP % N Gelir Düşük 66,8% 10,6% 3,7% 18,9% 100,0% 322
Orta 63,3% 23,7% 10,3% 2,7% 100,0% 439 Yüksek 54,2% 31,9% 11,0% 2,9% 100,0% 273
Eğitim Yok 79,7% 7,0% ,7% 12,6% 100,0% 143 İlkokul 66,9% 19,2% 6,7% 7,2% 100,0% 655 Ortaöğretim 46,7% 32,1% 15,6% 5,7% 100,0% 212 Üni. Ve Üstü 35,1% 45,7% 13,8% 5,3% 100,0% 94
Yaş 18-22 47,6% 22,6% 16,7% 13,1% 100,0% 84 23-34 61,3% 22,4% 5,8% 10,4% 100,0% 326 35-49 60,2% 21,6% 11,1% 7,1% 100,0% 352 50+ 68,8% 23,2% 4,8% 3,2% 100,0% 314
Cinsiyet Erkek 56,9% 23,9% 9,7% 9,5% 100,0% 503 Kadın 66,3% 21,1% 7,0% 5,6% 100,0% 603
Tablo-7'ye göre, AKP ve BDP seçmeni düşük gelir düzeyi ve düşük eğitim
seviyesi bulunan bir görüntü çizmektedir. CHP ve MHP için ise bu durum tersinedir.
AKP ve BDP seçmenlerinden farklı olarak CHP ve MHP seçmeninin yüksek gelir ve
eğitim düzeyi şeklinde profili bulunduğu görülmektedir. Yaş, BDP ve MHP seçmeni
için önemli olarak gözükmektedir. Her iki parti de genç seçmenlerden, yaşlı
seçmenlerle karşılaştırıldığında, daha yüksek oy almaktadır. AKP ve CHP seçmenleri
ise yaş grupları arasında yaklaşık olarak eşit bir dağılım sergilemektedir.
86
Tablo 8: Siyasi Partiler Bazında Bağımsız Değişkenlerin Kontrol Değişkenlerine Göre Ortalamaları
AKP CHP MHP DTP Min Maks Kişisel Değerler
Dindarlık Kamusal Yaşam 7,03 6,26 6,73 7,10 4 8 Özel Yaşam 11,94 11,63 11,68 11,83 6 12 Muhafazakârlık 2,02 2,06 2,21 1,51 1 3
Politik Değerler İslamcılık 6,21 5,70 6,38 5,90 2 10 Milliyetçilik 20,99 20,87 21,36 15,78 4 24
Medya (Haber Takibi) 3,39 3,77 3,52 3,81 1 5 İdeoloji (Sol-Sağ) 1,42 ,59 1,57 ,54 0 2 Gündem Konuları (AB) 14,31 13,20 13,79 17,08 4 40
Tablo 8’e göre daha yüksek ortalama değerleri, daha yüksek dindarlık,
muhafazakârlık, İslamcılık, milliyetçilik seviyelerini, daha sık haber takibi, sağ yanlı
ideolojik yönelim ve AB desteğini göstermektedir.
Bu bilgi ışığında dindarlık için iki boyut bulunduğu görülebilmektedir: AKP
ve DTP aralığın sonunun daha yüksek seviyelerinde yer buldukça, CHP ve MHP
hem özel hem de kamusal yaşamla ilgili değerlerin, alt kısımlarına yerleşmektedir.
DTP muhafazakârlık ve milliyetçilik değişkenlerinde diğer partilerden
farklılaşmaktadır. Bu ayrıca DTP için sorun alanları değişkenlerinde de geçerlidir.
Medya değişkeninde ise partiler arasında ufak farklılıkların bulunduğu
görülmektedir. İdeolojik olarak AKP ve MHP aralığın sağ tarafında yer almakta,
DTP ve CHP ise sol tarafta yer bulmaktadır.
87
2.2. BULGULAR
2.2.1.Çoklu Regresyon Bulguları
Tablo 9: Çoklu Regresyon Tahmin Sonuçları: Durum Süreçlendirme Özeti
N Marjinal Yüzde Partiler AKP 363 60,2
CHP 153 25,4 MHP 55 9,1 DTP 32 5,3
100,0 Değer 603 25 Kayıp 1781 75 Toplam 2384 100
Model Uyumlulaştırma Bilgisi
Model -2 LogLikelihood Chi-Square Df Sig.
InterceptOnly 1,239E3 Final 825,203 414,245 36 ,000
Tablo-9’a göre model, verilerle uyumludur. görüldüğü gibi mevcut
gözlemlerin sadece dörtte biri analiz için kullanılmıştır. Çünkü, her gözlem için
bağımsız değişkenlerin biri bile cevapsız kalsa o gözlem geçersiz sayılmaktadır.
Sonuç olarak, analiz için 603 gözlem kullanılmıştır. Multinominal oy verme
fonksiyonları Tablo-10’da sunulmuştur.
88
Tablo-10: Karşılaştırmalar
[p<0,05, p<0,1]
Referans Kategorisi CHP, Karşılaştırma Kategorisi AKP, MHP ve BDP
Karşılaştırmalarla, oy verme davranışında etkili olduğunu kabul ettiğimiz
anlamlı değişkenler çerçevesinde CHP’nin mecliste yer alan diğer üç parti AKP,
MHP ve BDP ile karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonuçlarına göre de bağımlı
değişkenlerin verdiği sonuçlar değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla Tablo-10
kullanılmıştır.
CHP
AKP MHP BDP
Exp(B) Sig. Exp(B) Sig. Exp(B) Sig.
Dindarlık-Kamu 1,457 0,257 0,987 0,979 6,491 0,025
Dindarlık-Özel 119,069 0,012 102,196 0,208 3,725 0,477
Muhafazakârlık 0,742 0,093 0,999 0,998 0,362 0,018
İslamcılık 1,514 0,593 3,508 0,248 8,932 0,204
Milliyetçilik 0,403 0,248 0,711 0,772 0,000 0,000
Medya 1,034 0,726 1,013 0,930 1,436 0,110
İdeoloji 15,375 0,000 28,505 0,000 0,687 0,507
AB 1,914 0,205 1,248 0,760 1,178 0,872
Yaş 0,989 0,200 0,973 0,050 0,966 0,158
Cinsiyet (Kadın) 0,707 0,194 0,354 0,009 1,177 0,791
Gelir 0,818 0,282 1,172 0,574 0,586 0,200
Eğitim 0,555 0,003 0,870 0,624 0,419 0,066
89
Sonuçların yorumlanmasına geçmeden önce, çoklu regresyon çıktıları
hakkında bazı basit açıklamalar yapmak gerekmektedir.
Tablo-8, dört parti arasındaki karşılaştırmalar ve tüm mümkün
karşılaştırmaları kapsamak için -Exp. (B)- oranları kullanılmıştır. Teknik olarak bu
oranların yorumlanması, referans kategorisine ters şekilde, bir kategorinin bağımlı
değişkeninin, bağımlı değişkenin üzerinden bir değer aldığı olasılık oranına dayanır
(Çarkoglu& Kalaycıoğlu, 2007: 181).
Daha da basite indirgenirse, Exp(B)’nin 1’den büyük olan bir değeri,
karşılaştırma kategorisinin gerçekleşme olasılığını referans kategorisinden daha da
büyük bir olasılığa taşır. Yani, eğer bir bağımsız değişken 1’den büyük bir Exp(B)
değerine sahipse, cevap (karşılık-sonuç), referans kategorisinden çok karşılaştırma
kategorisine aittir.
2.2.2. CHP-AKP Karşılaştırması
Bu karşılaştırma esas alındığında dört değişkenin anlamlı olduğu
görülmektedir. Bunlar, dindarlık-özel alan, muhafazakârlık, ideoloji ve eğitim
değişkenleridir.
Karşılaştırmaya özel alanda dindarlık değişkeninden başlarsak, Exp. (B),
1’den büyük olarak 119,069’dır. Yani özel hayatlarında daha dindar olanların CHP
yerine AKP’ye oy verme eğilimlerinin bulunduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunu
sayısal olarak değerlendirirsek, bütün diğer değişkenleri sabit tutarak özel yaşamda
dindarlık kategorisine eklenen her birimlik artış, AKP yerine CHP’ye oy verme
şansını 119 kat azaltmaktadır.
Muhafazakârlık değişkeni değerlendirildiğinde Exp.(B) değerinin CHP-AKP
değerlendirmesinde 1’den küçük olduğu görülür. Yani seçmenin referans kategorisi
90
olan CHP ile karşılaştırma kategorisi olan AKP kıyası bu noktada muhafazakârlık
değişkenindeki her birimlik artışın CHP tercihini %36 oranında artırdığını gösterir.
(1-0.742=0.36) Yani muhafazakâr olan seçmenler (çevrelerini değiştirmek istemeyen
cevap vericiler) AKP yerine CHP’yi seçmektedirler.
Bu iki siyasi parti arasındaki üçüncü anlamlı değişken ideolojidir. İdeolojiye
eklenen her birim ilgili aralık içinde sağdan sola doğru etki yapar. Buna göre
ideolojik olarak sola doğru yönelen her birimlik artış CHP’ye göre AKP’ye oy verme
şansını 15 kat azaltmaktadır. Kendini daha solda tanımlayan seçmenin CHP’yi tercih
etme ihtimali oldukça yüksektir.
Son anlamlı değişken eğitim değişkenidir. Eğitim değişkenindeki ilerleme
eğitim seviyesinin yüksekliğinden düşüklüğüne doğrudur. Eğitimin yüksekliği
yüksek öğretim yapmakla, düşüklüğü ise ilköğretim seviyesinde alınan öğretimi
ifade eder. Buna göre eğitim seviyesindeki her birimlik artış CHP’ye oy verme
ihtimalini AKP’ye göre %65 oranında artırmaktadır. Eğitim seviyesindeki artış CHP
oylarını olumlu yönde etkilemektedir.
2.2.3. CHP - MHP Karşılaştırması
Bu karşılaştırma çerçevesinde üç adet anlamlı değişken tanımlanmıştır.
Bunlar; ideoloji, yaş ve cinsiyettir.
Bu partilerin simgeleri ele alındığında zıt kutuplarda oldukları
gözükmektedir. CHP ile AKP arasında yapılan kıyasta ortaya çıkan ideolojik
farklılıktan daha yüksek bir seviyede farklılık bulunur. Öyle ki ideolojik aralıkta sağa
doğru yapılan her birimlik artış, MHP’nin oy şansını 28 kat artırmaktadır. CHP sol,
MHP sağ ideolojik konum içinde daha fazla tercih edilmektedir.
91
Cinsiyet değişkeni bu iki partinin arasındaki önemli ayrımlardan birisidir. Bu
değişkenin sonuçları MHP tercihinde erkek seçmenlerin ağırlıkta olduğudur. Ya da
tersi bir ifadeyle kadın seçmenler MHP yerine CHP’yi daha çok tercih etmektedir.
Exp.(B) değerinin CHP-MHP cinsiyet değerlendirmesinde 1’den küçük olduğu
görülür. Bunun sayısal yansıması ise kadın sayısındaki her bir birimlik artışın CHP
yerine MHP tercihini %65 oranında düşürmesidir ( 1- 0,35= 0,65).
Yaş değişkeni CHP-MHP kıyaslamasında anlamlı son değişkendir. Exp.(B)
değerinin CHP-MHP değerlendirmesinde 1’den küçük olduğu görülür. Buna göre,
yapılan her bir yaşlık artış MHP’ye oy verme şansını CHP’ye göre %3 oranında
azaltmaktadır. Yani seçmenin yaşı 35’ten 30’a indiğinde MHP yerine CHP seçmeni
olması ihtimali %15 daha olasıdır.
2.2.4. CHP-BDP Karşılaştırması
Bu karşılaştırmada dört değişken anlamlı olarak tanımlanmıştır. Bunlar,
dindarlık kamusal alan, muhafazakârlık, milliyetçilik ve eğitimdir.
Kamusal alanda dindarlık için Exp.(B), 1’den büyük olarak 6,491’dir. Yani
kamusal alanda dindarlık değişkeni için, diğer tüm değişkenler sabit tutulduğunda
ilgili aralığa yapılan her birimlik ilave CHP yerine BDP’ye oy verme ihtimalini 6,5
kat artırmaktadır. Kamusal alanda din referanslı yaklaşım BDP seçmeninde CHP
seçmenine nazaran çok daha fazla belirleyici olarak görülmektedir.
İkinci olarak muhafazakârlık değişkeni incelendiğinde, muhafazakârlık
endeksinde yapılan her birimlik artışın CHP’ye göre BDP’nin oy şansını %64
oranında düşürmektedir (1- 0,36= 0,64). Bu görüntü değişim karşısında BDP’nin
CHP’ye göre daha istekli olduğunu göstermektedir.
92
Üçüncü anlamlı değişken milliyetçiliktir. Bu değişken AKP, MHP ve CHP
için belirli bir paralellik arz etmektedir (Tablo-6’dan) Öte yandan BDP için ise
negatif yönlü başka bir yol izlemektedir. CHP ile BDP arasında da neredeyse
“mükemmel” bir negatif ilişki bulunmaktadır.
Son anlamlı değişken, eğitim değişkenidir. CHP-AKP kıyaslamasına benzer
bir ilişki bulunur. Yani eğitim seviyesindeki artış CHP lehine oy tercihini olumlu
yönde etkilemektedir ya da düşüş BDP aleyhinde olumsuz etki yapar. Bu durumu
sayısal olarak incelediğimizde göze çarpan oran eğitim aralığında yaptığımız bir
birimlik artışın CHP’ye göre BDP’nin oy şansını %58 oranında düşürmesidir
(1- 0,42= 0,58).
Bu bulgular bazı önemli noktaların altını çizmektedir. Başta gelen ilk nokta,
seçilen değişkenlerin Türkiye’de oy verme davranışı kapsamındaki ilgilerinin
kanıtlanmasıdır. Buna göre belirlediğimiz değişkenler hali hazırda oy verme
davranışında güçlü etkenlerdir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TARTIŞMA
Milliyetçilik ve ideoloji değişkenleri partiler arasında farklılaşmaya etki eden
önemli iki değişkendir. Milliyetçilik değişkeni için yukarıda da kısaca bahsettiğimiz
üzere BDP seçmenleri diğer üç parti seçmenlerinden ayrılmaktadır (Tablo-6). Bu
noktada ayrıca CHP, MHP ve AKP için belli oranlarda milliyetçi kabulün varlığı
göze çarpar. Milliyetçilik bu partiler için belirli dozlarda mevcuttur.
Bununla beraber milliyetçiliğin Türk Siyasal Hayatı’nda önemli bir faktör
olduğu söylenebilir. Türkiye’de milliyetçiliğin önemli bir faktör olması bu terimin
insanlar tarafından doğal bir erdem gibi algılanmasıyla (Copeaux, 2009: 45) ilişkisi
olabilir. Yani milliyetçi olmak zaten herkesçe kabul edilmiştir. Üzerinde tartışma çok
fazla söz konusu değildir. Milli Birliği kuran ve devamını sağlayan milliyetçilik, söz
konusu devamlılığı sürdürebilmek adına siyasal alan içinde sürekli yer
bulabilmektedir. CHP, birinci bölümde bahsedildiği üzere milliyetçiliği kurucu
partinin bir ilkesi olarak benimsemiştir. Bu milliyetçilik anlayışı Atatürk
Milliyetçiliği olarak kavramsallaştırılan ve din, dil ve ırk temelinde bir ayrımı
içermeyen, ulusal düzeyde alt kimliklerin aşılması ile kendisini gösterir. Her ne kadar
bu şekilde tanımlanmış olsa da Atatürk’ün kendi söylemlerinde farklı milliyetçilik
tutumları mevcut olmuştur. Bunun içinde ırka vurgu yapan söylemler de bulunur,
etnik ayrımdan uzak söylemler de (Koçak, 2009: 38-39).
CHP, milliyetçiliği, esas olarak kurulan devletin temel prensibi olarak
belirlemiştir. Bu hem bir tercihin hem de bir zorunluluğunun gereği olmuştur.
Kuruluş döneminin şartlarında Osmanlıcılık, İslamcılık gibi alternatif fikir akımları
uygulanabilirliklerini yitirmiş durumda olduklarından, kurulacak yeni devlet de bu
şartlarda ulus temelli olabilmiştir. Bu ulus, Türk Ulusu’dur.
94
Milliyetçilik gibi seçmenlerin sağ-sol ayrımındaki pozisyonları da oy
tercihlerinde önemli bir kıstas olarak ortaya çıkmaktadır. Sağ-sol ayrımının ortadan
kalktığını savunan görüşler olmakla beraber bu ayrımın sürdüğünü savunan
görüşlerden de birinci bölümde bahsedilmiştir. Türkiye’de sağ-sol ayrımı batı
demokrasilerindeki gibi partilerin sosyoekonomik politikadaki konumlarıyla ilişkili
değildir. Türkiye siyasi hayatında sağ-sol kavramları daha çok kültürel ve dini
sorunlar üzerinden ayrışma gösterir (Özbudun&Hale, 2010: 80).
Tablo-8’deki bulgular da sağ-sol ayrımının varlığını işaret etmektedir.
Bulgular AKP ve MHP seçmenlerinin sağ, BDP ve CHP seçmenlerinin ise siyasi
sistemin sol tayfında yer aldıklarını gösterir. CHP, tüzüğünde, “emek mücadelesi” ,
“evrensel dayanışma”, “sosyal demokrasi”, “eşitlik” kavramlarını siyasi değerleri ve
ilkeleri içinde değerlendirmiştir. Yine bahsi geçen bölümün içinde bu ilkelerin
kabullerine referansla kendisini “çağdaş demokratik sol bir siyasal parti” olarak
tanımlamıştır (CHP Tüzük 2012). Bu referans noktaları sol düşüncenin içinde yer
alan bazı parçalardır. CHP soldaki pozisyonunu bu kavramlara dayandırmaktadır.
Sosyalist Enternasyonel’in bir üyesi olarak CHP’nin uluslararası alanda da kendisini
sol parti olarak konumlandırmış olduğu düşünülebilir.
“Oy”un hangi partiye verileceği konusunda sosyoekonomik faktörlerin de
etkisi olmaktadır. Tarafımızca belirlenmiş olan bu faktörler yaş, cinsiyet, eğitim ve
gelirdir.
Eğitimdeki artışın modelimize paralel şekilde CHP’ye oy verme olasılığını
artırdığını belirten görüşler mevcuttur (Sitembölükbaşı, 2001). Sitembölükbaşı, 1969
seçimleri üzerine yaptığı değerlendirmede, CHP seçmenin eğitim düzeyinin
AP’lilerden daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun nedeni olarak ise,
CHP’nin tek parti dönemindeki propagandasını, eğitim kanallarıyla topluma
ulaştırma çabasına dayandırmıştır. Dolayısıyla eğitim seviyesi yüksek kesimlerde
CHP daha etkili olmuştur. Öte yandan CHP’nin politikalarını anlayamamış kesim ise
Adalet Partisi seçmenliği yönünde oy kullanmıştır (Sitembölükbaşı, 2001: 39). Bu
95
ayrımın temelinde de merkez-çevre arasındaki ayrım bulunur. Günümüz
Türkiye’sinde ise merkezi temsil eden CHP ve seçmeni eğitimli bir kesimi temsil
etmektedir. Çevre unsurlarını simgeleyen AKP ise daha düşük eğitim seviyesindeki
kitlelerin temsilcisi konumunda gözükmektedir.
Yaştaki değişim de oy verme davranışında farklı kararlara neden
olabilmektedir. Bunun temelinde farklı yaşların insan hayatında farklı rolleri taşıması
yer alabilir. Örneğin 18 yaşında bir insanın hayattaki rolü ve beklentileri ile 55
yaşındaki bir insanın beklentilerinin farklı olması normal karşılanabilir. Biri
hayattaki konumu hakkında bir kararı belirleme noktasında yer alırken diğeri büyük
olasılıkla iş yaşamı sonrası yaşamını kurgulamaktadır. Bu pozisyonların siyasi karar
alım aşamasında da belirleyici olması doğal karşılanabilir.
Cinsiyet, özellikle CHP–MHP karşılaştırmasındaki belirleyici değişkendir.
Kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı kurucu CHP döneminin bir dönüşümüdür.
Erkek egemen bir toplum yapısı içinde bu tip bir dönüşümün gerçekleştirilmiş olması
kadınların CHP’ye yönelmelerine etkisi olabilir.
Gelir, oy verme kararında doğrudan etkili bir değişken değildir. En azından
bu çalışma için belirleyiciliği saptanamamıştır. İdeolojik ayrımlar dahi
sosyoekonomik faktörlerden doğrudan etkilenmez. Buna bağlı olarak farklı gelir
gruplarının, toplumdaki diğer ayrışma eksenleri doğrultusunda benzer tercihler içinde
olduğu görülmüştür.
Siyasi partileri kimliklendirmede muhafazakârlığın bir diğer kritik faktör
olduğu görülmektedir. Hatırlanacağı üzere, bu çalışma muhafazakârlığı topluluk
içerisinde değişime karşı direnme olarak tanımlamıştı. Bu noktadan hareketle AKP
ve BDP seçmenleri CHP ve MHP seçmenlerinden farklılaşmaktadır. İlk iki parti
seçmeni için değişim talebinde bulunurken, diğer iki parti değişim karşısında daha
dirençli gözükmektedir. Bunun nedeni kurucu parti olan CHP’nin ve kuruluş
ilkelerinde yer alan milliyetçiliği siyasetinin merkezine koyan MHP‘nin mevcut
96
sistemle sağlamış oldukları uyumda aranabilir. AKP bir çevre unsuru olarak hali
hazırdaki yapının dışında kalmıştır. BDP ise Kürt Milliyetçiliği söylemi sebebiyle
benzer şekilde sistemin dışında kalmıştır veya kalmayı tercih etmiştir. Dolayısıyla
değişim talebi bu iki cenahtan gelmektedir. CHP kurduğu düzenin değişmesi
konusunda tüm partilere göre daha muhafazakâr bir noktada durur.
CHP ve MHP arasında muhafazakâr olma açısından istatistiksel olarak kesin
bir farklılık bulunmamaktadır. BDP seçmeni ile karşılaştırıldığında ise AKP
seçmeninin daha güçlü değişim talebi mevcuttur. Bu bulgu AKP’nin Kürt Sorunu
üzerindeki ısrarlı manevrasının da açıklayıcısı olabilir. Oy tabanının paralelliği
düşünüldüğünde, Türk Siyaseti içindeki bu kronik problemin çözümünde iktidar
partisi olmasından ötürü AKP için yararlı sonuçlar doğuracağı düşünülebilir.
Dindarlık seviyesi özel alanda değerlendirildiğinde CHP ve AKP için bir
farklılaşma unsuru olmaktadır. Özel alandaki dindarlığın artışı AKP’ye yarar
sağlamaktadır. Bu durumun temelinde de laik-dindar merkezli ayrışmanın bulunduğu
düşünülebilir. CHP kurulduğu günden bu yana dini, yönetim mekanizmaları dışında
tutmaya özen göstermiştir. Bu durum dinin özel alana çekilmesiyle sonuçlanmıştır.
BDP ve AKP seçmenlerinde karşılaşılan iki ortak noktaya ek olarak (eğitim
seviyesindeki düşüş ve muhafazakârlıktaki düşüş) dindarlık değişkenindeki etkinin
de benzer olduğu görülmektedir.
CHP–BDP tercihinde belirleyici olarak kamusal alandaki dindarlık değişkeni
göze çarpar. Buna göre karar alma sürecinde, kamusal alanda dini referansa dayalılık
BDP seçmeninde daha belirleyicidir. Bunun sebebinin, CHP’nin seküler felsefesi ve
BDP’nin sivil örgütlenmesi içinde din ve dini kanaat önderlerinin gücünü
kullanabileceği ve/veya varlığıyla ilişkili olabileceği düşünülebilir.
Medya takipçiliği, araştırmamız dâhilinde, oy verme davranışında doğrudan
etkili olmamaktadır. Oy tercihini anlamamızda istatistiksel olarak bu değişken
anlamlı bir sonuç vermemiştir. Yani belirleyici bir unsur değildir. AB değişkeni de
97
çalışma içinde ayırt edici bir istatistikî sonuç vermemektedir. Konunun gündemde
olması bu değişkenin belirleyiciliğini etkilemektedir. Kamuoyundaki genel ayrışma
çizgisi birinci bölümde bahsedildiği üzere AB’ye duyulan güven sorunu üzerine
oturmuştur. Çalışmanın yapıldığı dönemde Türk seçmenince AB belirgin bir sorun
alanı olarak görülmemiştir.
98
SONUÇ
Bu çalışma, sosyo-ekonomik faktörler olarak, “Gelir”, “Cinsiyet”, “Eğitim”
ve “Yaş” değişkenlerini belirlemiştir. Siyasal değerler ise “Milliyetçilik” ve
“İslamcılık” olarak belirlenmiştir. Birer kişisel değer olarak “Muhafazakârlık” ve
“Dindarlık” çalışmada yer alırken; “Medya Takipçiliği” ve güncel sorun alanı olarak
“Avrupa Birliği” ilişkileri bağımsız değişkenleri oluşturmuştur. Çalışma, bu
değişkenlerin CHP seçmeninin oy verme davranışındaki etkilerinin tespiti amacıyla
yapılmıştır. Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki, çalışma için seçilen değişkenlerin
Türkiye’deki oy verme davranışındaki yüksek ya da düşük seviyedeki etkilerinin
varlığı tespit edilmiştir.
CHP seçmeni için milliyetçilik bir siyasal değer olarak yüksek seviyede bir
belirleyicidir. Bu durumun milliyetçiliğin CHP seçmenince Atatürk Milliyetçiliği
olarak algılanmasıyla ilgili olduğu düşünülebilir. Irk temelli olmayan, kültür ve amaç
birliğini esas alan bu milliyetçilik, CHP’nin parti programı ve tüzüğünde de
kendisine yer bulan ilkelerdendir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan CHP,
dönemdeki başat ilkelerinden olan milliyetçilik ilkesini korumayı sürdürmektedir.
Türkiye'deki milliyetçiliğe bakıldığında Türk Milliyetçilikleri’nin her türünde
Atatürk'ün milliyetçilik tanımlamasından meşruiyet zemini arandığı görülür. Bu
bağlamda Cumhuriyet’in kurucu unsuru olan Türk Milliyetçiliği her siyasal ölçekte
kendisine yeni anlamlar bulmayı başarmış, yaşamını farklı boyutlarda sürdürmüştür.
Muhafazakârlık ise çalışmanın birinci bölümünde ve EVS-2008 soru
kâğıdında değişime karşıtlık veya değişime karşı oluş olarak tanımlanmıştır. Bu
tanımlama ile CHP seçmeninin muhafazakâr bir yapı sergilediği gözlemlenmiştir.
CHP, bu devletin kurucu unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin ilk ve “daimi”
genel başkanı olarak yeni devleti (Türkiye Cumhuriyeti) simgelemektedir. Bir
değişim ve dönüşümü de simgeleyen cumhuriyetin kurucu unsurları, oluşabilecek
yeni değişimler karşısında direnç göstermektedir. Yani kendi kurduğu devleti ve
99
değerleri, değişim karşısında korumayı amaç edinmiştir. CHP kurduğu düzenin
değişmesi konusunda tüm partilere göre daha muhafazakâr bir noktada durmaktadır.
CHP’nin seçim bildirgeleri içinde de yer bulan bu muhafazakârlık, Cumhuriyet
kazanımlarının savunulması şeklinde tezahür etmektedir.
İdeolojik yelpaze içinde CHP, tayfın sol tarafında yer bulmaktadır. CHP’nin
seçmeni kendisini sol siyasi görüş içinde konumlandırırken parti de kendisini sol
parti olarak tanımlamaktadır. Bu konumlandırma sınıfsal bir ayrışmadan çok Türkiye
özelinde dini ve kültürel bir içerik taşır. Sağ-sol ayrımı laiklik ilkesi etrafında
şekillenmektedir. Bu bağlamda, Türkiye siyasetinde sol ile sağı ayıran en önemli
nokta, laiklik kavramına olan uzaklık veya yakınlıkla ilgili gibi gözükmektedir.
Sosyo-ekonomik faktörlerden özellikle cinsiyet, oy verme davranışı
bağlamında, önemli bir ayrım noktasıdır. Bu çerçevede kadın seçmenlerin CHP
tercihi dikkat çekicidir. Bu durumun temelinde kadınlara, cumhuriyetin kuruluşu
sonrasında bir birey olarak haklar tanınmasının etkisinin olduğu düşünülebilir.
CHP’nin benimsediği en önemli ilkelerden biri, dini bilginin devlet
yönetiminde bilgi kaynağı olmamasıdır. Dolayısıyla CHP seçmeninde dini referansa
dayalı idare seçenekleri reddedilmektedir. Zaten bu, cumhuriyetin kuruluş
felsefesiyle çatışmaktadır. CHP seçmeni de bu noktada dini referansların varlığının
bulunduğu noktada oyunu seyreltmektedir.
Avrupa Birliği ise çalışmanın yapıldığı dönem itibariyle bir tercih sebebi
olarak görülmemiştir. Avrupa Birliği gibi güncel sorun alanı olarak belirlenen
unsurların ön plana çıkması dönemdeki popülerliğiyle ilgilidir. AB konusunda bir
tartışma içine sürüklenilmiş veya dönemin iktidarınca konu hakkında girişimlerde
bulunmuşsa konu gündeme gelebilmekte ve oy vermede bir tercih sebebi
olabilmektedir. Toplumda milliyetçi, mukaddesatçı değerlerin AB karşıtlığı; eğitim
seviyesindeki artışın ve Kürt Hareketi desteğinin ise AB yandaşlığını desteklediği
görülmektedir.
100
Medya takibi de oy verme davranışına doğrudan etkide bulunmamaktadır. Bu
durum medya (gazeteler) üzerinden yapılan reklam ve tanıtım faaliyetlerinin
etkisinin zayıflığını ortaya çıkarır. Bu çalışmalara ayrılacak bütçelerin diğer tanıtım
kanallarına yönlendirilmesi daha etkili olabileceği düşünülebilir. CHP lideri
Kılıçdaroğlu, 2011 seçimleri için anket yaptırmak yerine gazete ve televizyon
reklamlarını kullanmayı tercih ettiğini açıklamıştır.7 Medya takipçiliğinin etkisindeki
zayıflık düşünüldüğünde bu tercihin isabetli olmadığı kanısına varılabilir.
Bu çalışma da diğer benzer çalışmalar gibi belli noktalarda kısıtlı
kalabilmektedir. Seçilen değişkenlerin kısıtlılığı araştırma sorusuna verilen cevabın
bu çerçeve içinde kalmasına neden olmuştur. Ancak bu çalışmanın yapılacak başka
çalışmalara bir fikir verebileceği düşünülebilir. Örneğin Kürt veya Güneydoğu
Sorunu olarak adlandırılan toplumsal bölünmenin bir yönü olan güncel sorun alanı
çalışma içine dâhil edilememiştir. Yapılacak yeni çalışmaların bu unsuru da göz
önüne alması anlamlı olacaktır.
7http://www.haber365.com/Haber/Kemal_Kilicdaroglu_Paramiz_Yok/ ve http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1131184 (24-12-2012)
101
KAYNAKÇA
Kitaplar
Ağırdır, B. (2010) “Değişmek ya da Değişmemek” ( Konda bulgu ve seçim verileri ile CHP): Konda Araştırma ve Danışmanlık Yayınları
Ağtaş, Ö.(2007) “Ortanın Solu: İsmet İnönü’den Bülent Ecevit’e” Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce cilt 8 İletişim Yayınları
Ahmad, F. (2009) Modern Türkiye’nin Oluşumu: Kaynak Yayınları
Akçam, T. (2009) “Türk Ulusal Kimliği Üzerine Bazı Tezler”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Akdoğan, Y. (2011) “Adalet ve Kalkınma Partisi”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim Yayınları
Akın, Y. (2009) “Umutlar, Korkular, Kaygılar: Dünya İktisadi Buhranının Siyasal Düşünce Ortamına Etkileri”: Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 9 İletişim Yayınları
Akıncı, M. (2012) Türk Muhafazakârlığı; Çok Partili Siyasal Hayattan 12 Eylül’e: Ötüken
Atabay, M.(2009) “Anadoluculuk”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Atatürk, M.K. (2005) Nutuk 1919-1927: Bordo Siyah Türk Klasikler, Hazırlayan: Kemal Bek
Ayata, A.G. (1992) CHP, Örgüt ve İdeoloji: Gündoğan
Ayvazoğlu, B. (2009) “Peyami Safa”; Türkiye’ de Siyasi Düşünce Cilt 5 Muhafazakârlık: İletişim
Ball, A. &Peters, G. (2007) Çağdaş Siyaset Ve Yönetim: Yayın Odası
102
Bartels, L.M. (2008) “The Study Of Electoral Behavior”: Forthcoming (in much-abbreviated form) in Jan E. Leighley, ed. The Oxford Handbook of American Elections and Political Behavior
Başak, S. (2004) Kültür Olgusu Analizleri ve Üç Tarz-ı Siyaset: Odak Yayınları
Başer, E. (1990) Sosyalist Tasavvur Dünyası ve Öğrenci Hareketi Üzerine (I) Sayı: 13
Baykal, D. (1970) Siyasal Katılma: Bir Davranış İncelemesi: A.Ü. S.B.F Yayınları No:302
Bayram, N. (1999) “Multinominal Lojistik Regresyon Analizinin İstihdamdaki İşgücüneUygulanması”:İ.Ü.Dergisi http://www.iudergi.com/tr/index.php/iktisatmecmua/article/viewFile/7216/6730
Belge, M. ( 2007) “Türkiye’de Sosyalizm Tarihinin Ana Çizgileri”; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 8 Sol: İletişim Yayınları
Bila, H. (1987) Sosyal Demokrat Süreç İçerisinde CHP ve Sonrası: Milliyet Yayınları
Bora, T. (2009) Türk Sağının Üç Hali: Birikim Yayınları
Bora, T. (1995) Milliyetçiliğin Kara Baharı: Birikim Yayınları
Bora, T. (2009) “Sunuş”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Brooks, C. (2006) Voters, Satisficing and Policymaking: Recent Directions in the Study of Electoral Politics: Annual Review Social, www.annualreviews.org
Copeaux, E. (2009) “Türk Milliyetçiliği: Sözcükler, Tarih, İşaretler”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Çağaptay, S. (2009) “Otuzlarda Türk Milliyetçiliğinde Irk, Dil ve Etnisite”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Çaha, Ö. (2008) Türkiye’de Seçmen Davranışı ve Siyasi Partiler: Orion Kitabevi
Çarkoglu, A. (2007) Süregelen Eğilimler ve Yeni Başlangıçlar: Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi
Çarkoğlu, A. ve Toprak, B. (2000) Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset: TESEV
103
Çetinsaya, G. (2011) “İslamcılıktaki Milliyetçilik”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Çınar, M. (2005) Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık: Dergâh Yayınları
Çınar, M. (2009) “Merkezsiz Siyaset, Siyasetsiz Merkez”; Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce Cilt 9 Dönemler ve Zihniyetler: İletişim
Çiğdem, A. (2001) Taşra Epiği: Birikim Yayınları
Çiğdem, A. (2009) “Sunuş”; Modern Türkiye’ de Siyasi Düşünce Cilt 5; Muhafazakârlık: İletişim
Çinko, L. (2006) Seçmen Davranışları ile Ekonomik Performans Arasındaki İlişkilerin Teorik Temelleri ve Türkiye Üzerine Genel Bir Değerlendirme: A.Ü. S.B.F Dergisi 61(1)
Demirel, A.(2011) “İsmet İnönü”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 2 İletişim Yayınları
Demirel, T. (2009) “1946- 1980 Döneminde “Sol” ve “Sağ” “ ; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 9 Dönemler ve Zihniyetler: İletişim
Deren, S. (2002) “Türk Siyasal Düşüncesinde Anadolu İmgesi”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Dijk, T.A. (1998) Ideology, A MultidisciplinaryApproch: Sage Publications
Doğan, A. ve Göker, G. (2010) Yerel Seçimlerde Aday Merkezli Siyasal Reklamlar (Elazığ Örneği): NEWSA Humanities
Duman, D.(1996) Çok Partili Dönemde Türkiye'de İslamcılık; Doktora Tezi: Dokuz Eylül Üniversitesi AİİTE
Erdoğan, İ. (2007) Pozitivist Metodoloji: Erk Yayınları Eroğul, C. (1999) Devlet Yönetimine Katılma Hakkı: İmge Kitabevi
Ertekin, O.(2009) “Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğün Çatallanan Yolları”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Gellner, E.(1998) Milliyetçiliğe Bakmak: İletişim Yayınları
104
Göçek, F.M.(2009) “Osmanlı Devletinde Milliyetçiliğin Oluşumu: Sosyolojik Bir Yaklaşım”; Modern Türkiye'de Siyasal Düşünce Cilt 4 İletişim
Göka, Şenol (2011) Siyaset, Medya ve Zihnime Yansımalar: Birleşik Yayınları
Güldiken, N. (1996) Toplum Bilimi Boyutuyla Siyasal Katılım: Dilek Ofset
Heywood, A. (2007) Siyasi İdeolojiler, Bir Giriş: Liberte
Heywood, A.(2011) Siyaset: Liberte Yayın Grubu
Hobsbawm, E.J.(1993) 1870'den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik Program, Mit ve Gerçeklik: Ayrıntı Yayınları
İnan Özer& Mehmet Meder (2008) Siyasal Katılma ve Seçmen Davranışı: Ege Yayınları
İnsel, A. (2003) Türkiye Toplumunun Bunalımı: Birikim Yayınları
İrem, N. (2009) “Bir Değişim Siyaseti Olarak Türkiye’de Cumhuriyetçi Muhafazakârlık”; Türkiye’ de Siyasi Düşünce Cilt 5; Muhafazakârlık: İletişim
Kalaycıoğlu, E. (1983) Karşılaştırmalı Siyasal Katılma; Siyasal Eylemin Kökenleri Üzerine Bir İnceleme İstanbul: İÜSBF ( aktaran Negiz)
Kalaycıoğlu, E. ve Ergüder, Ü. ve Esmer, Y. (1991) Türk Toplumunun Değerleri: TUSİAD
Kalaycıoğlu, E. ( 2007) “Politics of Conservatism in Turkey” Turkish Studies Vol. 8, No. 2
Kalender, Ahmet (1998) Seçmen Tercihini Etkileyen Propaganda ve İletişim Faktörleri; Türk Seçmen Davranışı Üzerine Bir Araştırma (Konya Örneği) Doktora Tezi
Kapani, M. (2001) Politika Bilimine Giriş: Bilgi Yayınevi
Kara, İ. (2003) Din ile Modernleşme Arasında: Dergâh
Kara, İ. (2011) “Diyanet İşleri Başkanlığı; Devletle Müslümanlar Arasında Bir Kurum”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Kara, İ. (2011) “İslamcı Söylemin Kaynakları ve Gerçeklik Değeri”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
105
Karpat, H.K. (2009) İslam’ın Siyasallaşması, Osmanlı Devletinin Son Döneminde Kimlik, Devlet, İnanç ve Cemaat'in Yeniden Yapılandırılması: Bilgi Yayınları
Kışlalı, A.T. (1995) Siyasal Çatışma ve Uzlaşma: İmge Kitabevi
Kışlalı, A.T. (2003) Siyasal Sistemler: İmge Kitabevi
Koçak, C. (2009) “Türk Milliyetçiliğinin İslam’ la Buluşması: Büyük Doğu”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 Milliyetçilik: İletişim
Koçak, C.(2009) “Kemalist Milliyetçiliğin Bulanık Suları “; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Kohn, H. (2011) The Idea Of Nationalism ( A Study in its origins and background)
Transaction Publishers New Brunswick (U.S.A.) and London (U.K.)
Kurtoğlu, Z. ( 2011) “Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi ve Siyaset”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık İletişim Yayınları
Mardin, Ş. (2002) İdeoloji, Bütün Eserleri 3: İletişim
Mardin, Ş. (2011) Türkiye’ de Din ve Siyaset, Bütün Eserleri 8: İletişim
Mardin, Ş. (2007) Din ve İdeoloji: İletişim
Mardin, Ş. (1969) Siyasi Fikir Tarihi Çalışmalarında Muhteva Analizi: A.Ü S.B.F Yayınları
McQuail, Denis (1994) İletişim Modelleri: İmge
Mert, N. (2009) “Muhafazakârlık ve Laiklik”; Türkiye’ de Siyasi Düşünce Cilt 5; Muhafazakârlık: İletişim
Oran, B. (1977) Az gelişmiş ülke milliyetçiliği; Kara Afrika Modeli, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi
Öğün, S.S. (2009) “Türk Muhafazakârlığının Kültürel Politik Kökleri”; Türkiye’ de Siyasi Düşünce Cilt 5; Muhafazakârlık: İletişim
Öğün, S.S.(2000) Mukayeseli Sosyal Teori ve Tarih Bağlamında Milliyetçilik: Alfa Basım
106
Öz, E. (2009) “21.Yüzyılda Milli Devlet, Küreselleşme ve Türk Milliyetçiliği”; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 4 Milliyetçilik: İletişim Yayınları
Özbudun, E. & Hale, W. (2010) Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm; AKP Olayı: Doğan Kitap
Özbudun, E. (1975) Türkiye’ de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, Ankara: Hukuk Fakültesi Yayınları aktaran Sitembölükbaşı.
Özbudun, E. (2011) Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Özbudun, E. ve Hale, W. (2010) Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm AKP Olayı: Doğan Kitap
Özdoğan, G.G. (2009) “Dünya'da ve Türkiye'de Turancılık”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Özipek, B.B. ( 2011) Muhafazakârlık; Akıl, Toplum, Siyaset: Timaş Yayınları
Özman, A. & Yıldırım, Y. (2008) “1968 Öğrenci Hareketleri ve TİP”: Birikim Dergisi Sayı:235
Parla, T. (2002) Türkiye'de Anayasalar: İletişim
Parla, T. (2005) Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm: İletişim Yayınları
Parla, T. Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 1 Atatürk’ün Nutku: İletişim
Sarıbay, A.Y. (2001) Türkiye'de Demokrasi ve Politik Partiler: Alfa
Sarıbay, A.Y. (2011) “Milli Nizam Partisi'nin Kuruluşu ve Programının İçeriği”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Sitembölükbaşı, Ş. (2001) Parti Seçmenlerinin Siyasal Yönelimlerine Etki Eden Sosyoekonomik Faktörler: Nobel Yayın Dağıtım
Smith, A.D.(1999) Milli Kimlik: İletişim Yayınları
Somay, B. “Türkiye Solunun Kemalizm’le İmtihanı”; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 8 Sol: İletişim
107
Sourdel, D. (2008) İslam: Dost
Subaşı, N. 1960 “Öncesi İslami Neşriyat: Sindirilim, Tahayyül ve Tefekkür”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Şengül, S. (2011) “İslamcılık, Kürtler ve Kürt Sorunu”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Tatar, T. (1997) Siyasal Sosyoloji: Turan Yayıncılık’ tan aktaran Negiz.
Tokgöz, O. (1981) Temel Gazetecilik: AÜSBF Yayınları
Tol, E.D.G. (2009) “1919-1923 Dönemi Türk Milliyetçilikleri”: Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce cilt 4 İletişim Yayınları
Tunaya, T.Z. (1991) İslamcılık Akımı: Bilgi
Tuncer, E. (2003) Osmanlıdan Günümüze Seçimler (1877-2002): TESAV
Turan, A.E. (2004) Türkiye’de Seçmen Davranışı Önceki Kırılmalar ve 2002 Seçimi: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Türköne, M. (2011) Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu: Etkileşim Yayınları
Uğur, M. (2009) “Türkiye’de Avrupa Birliği Sorunu”; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt. 9 Dönem ve Zihniyetler: İletişim Yayınları
Ünüvar, K.(2009) “Ziya Gökalp”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 İletişim Yayınları
Yavuz, M.H. (2011) “Milli Görüş Hareketi: Muhalif ve Modernist Gelenek”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Yeğen, M.(2009) Türk Milliyetçiliği ve Kürt Sorunu; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce cilt 4 İletişim Yayınları
Yeşilkaya, N.G. (2011) “Halkevleri”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce cilt 2 İletişim Yayınları
108
Yılmaz, H. (2009) Türkiye’de Avrupa Şüpheciliği: Siyasi Seçkinler ve Kamuoyundaki Eğilimler. In Küreselleşme, AB ve Türkiye, ed. Oğuz Esen and Filiz Başkan
Yılmaz, N. (2011) “İslamcılık, AKP, Siyaset”; Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık: İletişim
Zürcher, E.J. (2009) “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Siyasal Muhafazakârlık”; Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 5; Muhafazakârlık: İletişim
Zürcher, E.J. (2010) Modernleşen Türkiye’nin Tarihi: İletişim Yayınları
İnternet Siteleri
“Avrupa Birliğinin Tarihçesi 1”: http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1 (20.10.2012)
Özipek, B.B. (2007) Köprü Dergisi Kış 2007 97.sayı http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=822 (20-12-2012)
“Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma”: https://www.abgs.gov.tr/files/ardb/ankaraanlasmasi.pdf
Türkiye-AB İlişkileri Kronolojisi: http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1 (24.12.2012)
“Türkiye - AB İlişkileri”:http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-iliskilerine-genel-bakis.tr.mfa (15.10.2012)
“CHP Tarihi, İdeolojisi” www.chp.org.tr (10.08.2012)
Alvarez&Nagler:
http://www.jstor.org/discover/10.2307/2991747?uid=3739192&uid=2129&uid=2&uid=70&uid=4&sid=21101420336177 (10.11.2012)
Tüik, 2011
www.tuik.gov.tr/IcerikGetir.do?istab_id=238 (24.12.2012)
109
Dergi ve Gazete
Bora, T. (1994) “Türkiye'de Milliyetçilik Söylemleri”: Birikim Sayı 67
Boztemur, R. (2006) “Tarihsel Açıdan Millet ve Milliyetçilik”: Milliyetçilik I. Doğu-Batı Dergisi Sayı:38
Çolak, Y. (2006) “1990'lı Yıllar Türkiye'sinde Yeni-Osmanlıcılık ve Kültürel Çoğulculuk Tartışmaları”: Milliyetçilik I. Doğu-Batı
Görmez, K. (1999) “Türkiye’de Siyasal Yapı ve Siyasal Kültür”, G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, 1/99 13-18
Karakaş, M. (2006) “Türkçülük Ve Türk Milliyetçiliği”: Milliyetçilik I. Doğu-Batı Dergisi Sayı:38
Keyman, F. (2004) “Türk Dış Politikası ve AB”: Radikal 2 içinde 18.04.2004 tarihli yazı
Kılıç, M.(2007) “Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Tipolojisi”; S.D.Ü Fen Edebiyat Fak. Sos. Bil. Dergisi Sayı:16
Negiz, N. (2007) “Seçmen Davranışında Sosyoekonomik Bir Faktör: Yaş”: Yerel Siyaset Yıl:2 Sayı:23
Özipek, B.B. (2007) Köprü Dergisi Kış 2007 97.sayı http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=822 (20.12.2012)
Yıldırım, E. (2006) “Küreselleşen Dünyada Milliyetçilik”: Milliyetçilik I. Doğu-Batı Dergisi
110
EK
Oy verme modeli oluşturulurken EVS-2008 araştırmasında kullanılan anket
tipi soru kâğıdı içerisinden analizler için kullanılan sorular bu bölümde verilmiştir.
Tüm sorulara ve veri tabanına ulaşmak için; http://zacat.gesis.org/webview/
index.jsp?object=http://zacat.gesis.org/obj/fStudy/ZA4791 linki kullanılabilir.
Bağımlı Değişken: Oy
Q75a Eğer evet ise; Hangi partiye oy verirdiniz? (v264)
1 – AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) .................................................................... [A]
2 – ANAP(Anavatan Partisi) ................................................................................... [B]
3 – BBP(Büyük Birlik Partisi) ................................................................................. [C]
4 – CHP(Cumhuriyet Halk Partisi) ......................................................................... [D]
5 – DP (Demokrat Parti)
6 – DSP (Demokratik Sol Parti) .............................................................................. [E]
7 – DTP (Demokratik Toplum Partisi) .................................................................... [F]
8 – MHP( Milliyetçi Hareket Partisi) ...................................................................... [G]
9 – SP (Saadet Partisi) ............................................................................................. [H]
10 – SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) ................................................................ [I]
26 – Diğer, Lütfen belirtiniz: .......................................................................................
88 – Fikri yok/bilmiyor (denek kendiliğinden söylerse)
99 – Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
77 – SS
111
Bağımsız Değişken: Yaş
Q87 Lütfen doğum yılınızı söyler misiniz?
19 ........... (v303)
98 – Fikri yok (denek kendiliğinden söylerse)
99-– Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
ANKETÖRE: SADECE DOĞUM YILINI BİLMEYENLERE SORUNUZ:
Q87a. Peki, kaç yaşındasınız?
Bağımsız Değişken: Gelir
Q125 Bütün maaşlar, emekli maaşları, yardımlar ve diğer gelirleri de sayarsak,
hanenizin toplam aylık gelirinin şu sayacağım gruplardan hangisine girdiğini söyler
misiniz? Yani hanenizin net geliri hangi dilime giriyor? Bana sadece harf olarak
söyleyebilirsiniz. (v353M_cs)
Yaklaşık Aylık
1 A 300 YTL ve 300 YTL’den az 2 B 301-500 3 C 501-750 4 D 751-1000 5 E 1001-1500 6 F 1501-2000 7 G 2001-2500 8 H 2501-3000 9 I 3001-4000 10 J 40001-5000 11 K 5001-6000 12 L 6001-7000 13 M 7001-8000 14 N 8001-10000 15 O 10000 YTL'DEN FAZLA
112
88 – Fikri yok/bilmiyor (denek kendiliğinden söylerse)
99 – Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
Bağımsız Değişken: Eğitim
Q110 Eğitim durumunuz nedir? En son hangi okulu bitirdiniz veya yarım bıraktınız?
(v336_cs)
ANKETÖRE: ‘OKUL BİTİRMEK’ DİPLOMA ALMAK ANLAMINA GELMEKTEDİR
1 – Hiç okula gitmedim ........................................................................................... [A]
2 – İlkokuldan ayrıldım ........................................................................................... [B]
3 – İlkokul mezunuyum ........................................................................................... [C]
4 – Ortaokuldan ayrıldım ........................................................................................ [D]
5 – Ortaokul (ilköğretim) mezunuyum .................................................................... [E]
6 – Liseden ayrıldım ................................................................................................ [F]
7 – Lise mezunuyum ............................................................................................... [G]
8 – Üniversiteden ayrıldım .................................................................................. [H]
9 –Üniversite mezunuyum ........................................................................................ [I]
10 – Lisansüstü-Master derecem var ....................................................................... [ J]
11– Lisansüstü-Doktora derecem var ..................................................................... [K]
12 – Lise öğrencisiyim ............................................................................................. [L]
13 – Üniversite öğrencisiyim .................................................................................. [M]
88 – Fikri yok (denek kendiliğinden söylerse)
99 – Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
113
Bağımsız Değişken: Cinsiyet
Q86 Deneğin cinsiyeti (v302)
1 – Erkek
2 – Kadın
Bağımsız Değişken: İdeoloji (sağ-sol)
Q57 Siyasi konularda “sol”dan ve “sağ”dan bahsedildiğini sık sık duyuyoruz.
Aşağıda 10 puanlık bir sol-sağ cetveli var.
Burada “1” en solu, “10” ise en sağı gösteriyor. Sizin kendi görüşleriniz bu cetvelin
neresinde yer alır? (v193)
Sol Sağ FY CY
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 88 99
Bağımsız Değişken: Dindarlık Kamusal Alan
Q29 Genel olarak düşündüğünüzde, SİZİN DİNİNİZ VEYA DİNİ CEMAATİNİZ
ülkede şu sorunlara yeterli cevap verebiliyor mu?
Genel olarak, DİN KURUMU ülkede şu sorunlara yeterli cevap verebiliyor mu?
ANKETÖRE: SORUYU OKUYUNUZ VE HER BİR SATIR İÇİN TEK BİR CEVAP
KODLAYINIZ
114
Evet Hayır FY CY
v115 Kişinin ahlaki sorun ve ihtiyaçları 1 2 8 9
v116 Aile hayatının sorunları 1 2 8 9
v117 İnsanların manevi, ruhsal ihtiyaçları 1 2 8 9
v118 Ülkemizin karşı karşıya olduğu sosyal problemler 1 2 8 9
Bağımsız Değişken: Dindarlık Özel Alan
Q30 Şimdi sayacaklarımın hangilerine inanırsanız ya da inanmazsınız?
İnanır İnanmaz FY CY
v119 Tanrı 1 2 8 9 v120 Ölümden sonraki hayat 1 2 8 9 v121 Cehennem 1 2 8 9 v122 Cennet 1 2 8 9 v123 Günah 1 2 8 9
Q37 Dinin size bir kuvvet ve rahatlık verdiğini söyleyebilir misiniz? (v130)
1 – Evet
2 – Hayır
8 – Fikri yok (denek kendiliğinden söylerse)
9 – Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
Bağımsız Değişken: Milliyetçilik
Q72 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan ne kadar gurur duyuyorsunuz? Şu
şıklardan birini seçiniz. (v256)
115
(ANKETÖRE: ŞIKLARI OKUYUNUZ)
1 – Son derece gurur duyuyorum
2 – Oldukça gurur duyuyorum
3 – Pek gurur duymuyorum
4 – Hiç gurur duymuyorum
8 – Fikri yok (denek kendiliğinden söylerse)
9 – Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
7 – SS (denek TC vatandaşı değil)
Q80 Bazılarına göre aşağıdaki kriterler bir kişinin gerçekten Türk olması için
önemlidir. Bazılarına göre ise bunlar önemli değildir. Sizin görüşünüze göre bu
kriterler ne kadar önemlidir?
Çok Önemli
Biraz Önemli Önemli değil
Hiçbir Önemi Yok FY CY
v278 Atalarının da Türk olması 1 2 3 4 8 9
v279 Türkçe konuşuyor olmak 1 2 3 4 8 9
Bağımsız Değişken: İslamcılık
Q41 Şimdi size okuyacağım ifadelere ne kadar katılırsınız veya katılmazsınız?
“Kesin katılırım”, “katılırım”, “ne katılırım, ne katılmam”, “katılmam” veya “kesin
katılmam” şeklinde belirtiniz.
116
Kesin Katılırım Katılırım
Ne katılırım, ne Katılmam Katılmam
Kesin Katılmam FY CY
v134
Tanrıya inanmayan politikacılar, bu göreve uygun değildir. 1 2 3 4 5 8 9
v135
Din adamları ve dini liderler, hükümetin kararları üzerinde etkili olmamalıdır 1 2 3 4 5 8 9
Bağımsız Değişken: Medya
Q81 Radyoda, televizyonda veya gazetelerde, siyaset haberlerini ne kadar sık
izlersiniz? (v281)
1 – Hergün (v281)
2 – Haftada birkaç kez
3 – Haftada bir veya iki kez
4 – Daha seyrek
5 – Hiç izlemem
8 – Fikri yok (denek kendiliğinden söylerse)
9 – Cevap yok (denek kendiliğinden söylerse)
117
Bağımsız Değişken: Sorunlar (AB)
Q73 Bazı insanların Avrupa Birliği ile bütünleşme konusunda birtakım korkuları var.
Size, insanların dile getirdikleri bazı korkuları sayacağım. Bunların her biri için bir
endişenizin bulunup bulunmadığını belirtiniz. Cetvelde “1” puan çok
endişelendiğinizi, “10” puan ise hiç endişe duymadığınızı ifade etmektedir.
Çok korkuyor
Hiç korkmuyor FY CY
v257
Sosyal güvenlik haklarında meydana gelebilecek kayıplar 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 88 99
v258 Ulusal kimlik ve kültür kaybı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 88 99
v260 Türkiye'nin dünya sistemi içinde gücünü yitirmesi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 88 99
v261 Türkiye'de işsizliğin artması 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 88 99
Ankara, 2013
118
ÖZET
Ateş, Semih Can, Türkiye’de Oy Verme Davranışı (CHP Örneği), Yüksek Lisans
Tezi,
Demokrasilerde yöneticiler seçimlerle belirlenir. Yöneticiler, karar alma ve
uygulama sürecinin en önemli aktörleridir. Yöneticilerin belirlenmesi ise
demokrasilerde seçimlerde oy vererek gerçekleştirilir. Bu bağlamda oy verme
davranışına etki eden faktörlerin incelenmesi önemlidir.
Bu çalışma, Türkiye’de oy verme davranışında CHP seçmenini etkileyen
faktörleri tahlil etmeyi amaçlamıştır. Bu amaçla, iki bölümden oluşan çalışmanın
birinci bölümünde, Sosyo-ekonomik faktörler ( Yaş, Cinsiyet, Gelir, Eğitim), Kişisel
değerler (Muhafazakârlık, Dindarlık), Siyasal değerler (İslamcılık, Milliyetçilik),
güncel sorun alanı Avrupa Birliği ve Medya Takipçiliği birer değişken olarak
belirlenerek teorik olarak tanımlanmıştır.
Diğer bölümlerde ise belirlenen teorik çerçevenin kullanılar veri tabanı ile
değerlendirilmesine yer verilmiştir. Oy verme davranışını etki eden ilgili
değişkenlerin CHP seçmeni nezdindeki anlamlılığı analiz edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler:
1- Cumhuriyet Halk Partisi 2- Oy Verme Davranışı 3- Siyasi Partiler 4- Seçimler 5- Oy
Ankara, 2013
119
ABSTRACT
Ateş, Semih Can, Voting Behavior in Turkey (Example of CHP), Master’s Thesis,
In democracies, goverments, the most important actors in the decision-
making and implementation processes, are appointed by elections. Determination is
carried out by the administrators of the vote in the elections in democracies. In this
context, it is important to examine the factors affecting electoral behavior.
This study aims to analyze the factors that influence the voting behavior of
the CHP (Republican People's Party) constituency in two parts. For this purpose, in
the first part, Socio-economic factors (age, sex, income, education), personal values
(Conservatism, Pietism), Political Values (Islamism, Nationalism), the European
Union as a problem area and Media Followership are determined as variables and
defined theoretically.
The other parts are the assessment of the database used within the previously
determined theoretical framework. In this part, the significance of the variables
affecting electoral behavior in the case of the CHP constituency is analyzed.
Key Words:
1- Cumhuriyet Halk Party,
2- Voting Behavior,
3- Political Parties,
4- Elections,
5- Vote