T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ...
Transcript of T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ...
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
DERMATOLOJİ ANABİLİM DALI
HENOCH-SCHÖNLEİN PURPURASI TANISINDA DİREKT
İMMUNFLORESAN İNCELEMENİN YERİ
(Uzmanlık tezi)
Dr. Emre TAMBAY
Tez Danışmanı:
Prof. Dr. Afet AKDAĞ KÖSE
İSTANBUL-2009
I
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim süresince deneyimlerinden yararlandığım Sayın Hocalarım,
Prof. Dr. Gülsevim AZİZLERLİ, Prof. Dr. Güzin ÖZARMAĞAN, Ana Bilim
Dalı Başkanı Prof. Dr Rıfkiye KÜÇÜKOĞLU, Prof. Dr. Can BAYKAL, Prof.
Dr. Esen ÖZKAYA, merhum Prof. Dr. Dilek KOCABALKAN SELÇUKİ ve
birlikte çalıştığım Uzm. Dr. Didem YAZGANOĞLU ile asistan arkadaşlarıma,
sevgi ve emekleri ile beni güçlü kılan aileme teşekkürü borç bilirim.
Tezimin hazırlanmasında yapıcı öneri ve eleştirileri ile katkıda bulunan, yakın
ilgi ve yardımlarını esirgemeyen tez danışmanım, Sayın Hocam, Prof. Dr.Afet
AKDAĞ KÖSE’ye ve tezimin istatistiksel analizinde bana yardımcı olan ve yol
gösteren İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
öğretim üyesi Sayın Doç. Dr. Halim İŞSEVER’E sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Emre Tambay
II
İÇİNDEKİLER
TABLO LİSTESİ..………………………………………………….. : III
ŞEKİL LİSTESİ....………………………………………………….. : IV
RESİM LİSTESİ................................................................................. : V
KISALTMA LİSTESİ..…………..…………………………………. : VI
ÖZET..…………..…………………..........................………………. : VII, VIII
ABSTRACT..…………..………………………................................ : IX, X
1. GİRİŞ……………………………………………………………... : 1
2. AMAÇ...…………………………………....……………………... : 1
3. GENEL BİLGİLER………………………………………………. : 2-19
4. DİREKT İMMUNFLORESAN İNCELEME………….................. : 20-21
5. GEREÇ VE YÖNTEM...………………………………………...... : 22-23
6. BULGULAR…………………………………………………….... : 24-35
7.DİREKT İMMUNFLORESAN İNCELEME ÖRNEKLERİ.......... : 36-37
8. TARTIŞMA ……………………………………………...….......... : 38-48
9. SONUÇLAR...........…………..…………………………...…….... : 49-50
10. KAYNAKLAR.............................................................................. : 51-71
III
TABLO LİSTESİ
Tablo 1. Henoch-Schönlein Purpurası tanılı 40 olgunun demografik özellikleri
Tablo 2. Henoch-Schönlein Purpuralı çocuklarda (≤ 20 yaş) ve erişkinlerde (> 20 yaş)
etyolojik faktörlerin dağılımı
Tablo 3. Henoch-Schönlein Purpuralı olguların hemogram ve akut faz reaktan bulguları
Tablo 4. Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda immunreaktanların birikim yerleri
Tablo 5. Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda immunreaktanların birikim paternleri
Tablo 6. Henoch-Schönlein Purpuralı olgular ile sağlıklı kontrol grubunun direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 7. Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda histopatolojik bulgulara göre vaskülitik/non-
vaskülitik olguların direkt imunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 8. Henoch-Schönlein Purpuralı renal tutulumu olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 9. Henoch-Schönlein Purpuralı GİS tutulumu olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 10. Henoch-Schönlein Purpuralı eklem tutulumu olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 11. Henoch-Schönlein Purpuralı üst solunum yolu infeksiyonu geçirmiş olgular ile
etyolojik neden saptanamayan olguların direkt immunfloresan inceleme bulgularının
karşılaştırılması
Tablo 12. Henoch-Schönlein Purpuralı lökositoz olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 13. Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda ESH yüksek/normal olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
Tablo 14. Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda CRP yüksek/normal olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
IV
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil 1. Çocuk ve erişkin Henoch-Schönlein olgularındaki klinik bulgular
Şekil 2. Olguların kliniğe başvuru şikayetlerine göre değerlendirilmesi
V
RESİM LİSTESİ
Resim 1. (10x40 büyütme) DİF incelemede IgA ile papiller dermiste perivasküler birikim
Resim 2. (10x40 büyütme) DİF incelemede IgA ile dermiste perivasküler birikim
Resim 3. (10x40 büyütme) DİF incelemede IgC3 ile dermiste perivasküler birikim
Resim 4. (10x63 büyütme) DİF incelemede IgM ile dermiste perivasküler birikim
VI
KISALTMA LİSTESİ
Alfabetik sıraya göre dizilmiştir.
AECA: Anti-endotelial sitoplazmik antikor
ANCA: Anti-nötrofilik sitoplazmik antikor
ARD: Amerikan Romatoloji Derneği
ASO: Anti-streptolizin O
BCG: Calmette Guerin basili
C-ANCA: Sitoplazmik ANCA
DİF: Direkt immunfloresan
FITC: Floresan isotiosiyonat
GABS: A grubu beta hemolitik streptokok
GİS: Gastrointestinal sistem
HSP: Henoch-Schönlein Purpurası
ISKDC: Böbrek Hastalıkları Uluslararası Çalışma Grubu
LV: Lökositoklastik vaskülit
NSAİİ: Non-steroid antiinflamatuvar ilaç
P-ANCA: Perinükleer ANCA
SSS: Santral sinir sistemi
USG: Ultrasonografi
VII
ÖZET
2002-2009 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji
Anabilim Dalı Polikliniğine başvurmuş, ayrıca Çocuk Hastalıkları ve İç Hastalıkları
polikliniklerinde değerlendirilerek tarafımıza yönlendirilmiş Henoch-Schönlein Purpurası
(HSP) ön tanısı alan hastalar içinden, 2006 yılında çocukluk çağı vaskülitleri
sınıflandırmasındaki HSP için belirlenmiş tanı kriterlerine uygun 40 olgu çalışmaya alındı.
24’ü erkek 16’sı kadın olan olguların demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar
bulgularının yanısıra lezyonlu deriden alınan örneklere ait direkt immunfloresan (DİF)
bulguları retrospektif olarak değerlendirilerek HSP tanısında DİF incelemenin özgüllüğü ve
duyarlılığı ,40 sağlıklı olgunun DİF verileri ile kıyaslanarak ortaya konmaya çalışıldı.
29 çocuk, 11 erişkin olguda ortalama tanı yaşları sırasıyla; (10,28±4,613),
(33,82±13,913) olarak tespit edildi. Tüm olgular içinde erkeklerin oranı %60, kadınların oranı
%40 olup, erkek/kadın oranı 1.5/1 idi.
Olguların %62.5’inde sendroma yol açabilecek herhangi bir faktör belirlenemezken,
çocuklarda daha sık olmak üzere, geçirilmiş üst solunum yolu infeksiyonu ana tetikleyici
faktör olarak belirlendi.
Deri tutulumu her iki grupta da temel klinik bulgu olurken, renal tutulum
erişkinlerde, gastrointestinal sistem (GİS) ve eklem tutulumu ise çocuklarda daha sıktı.
Sistemik tutulumu olan olgularda renal, GİS ve eklem tutulumu gibi HSP’nin sistemik
tutulum tipleri ile olguların lezyonlu derisindeki IgM, IgA, C3 ve fibrinojen birikimleri
arasında anlamlı düzeyde ilişki saptanmadı. Fakat burada önemli olan HSP ‘de GİS ve eklem
tutulumu ile DİF inceleme arasındaki ilişkinin literatürde ilk kez incelenmiş olması idi.
Lökositoz, trombositoz ve eritrosit sedimantasyon hızında (ESH) artış çocuklarda
daha fazla oranda tespit edildi. Laboratuvar olarak artmış değerler saptanan olguların DİF
verileri normal sonuç alınan olguların DİF verileri kıyaslandığında istatistiksel olarak
anlamlılık saptanmasada literatürde bu ilişki ilk kez incelenmişti.
Direkt immunfloresan incelemede HSP’li olgularda sağlıklı olgulara göre çoğunlukla
perivasküler alanda birikim gösteren IgM, IgA, C3 ve fibrinojen birikimlerinin tümü anlamlı
(p<0.001) bulunurken, lökositoklastik vaskülit (LV) histopatolojisine sahip HSP’li olgularda
sadece IgA birikimi anlamlı bulundu (p<0.008). HSP tanısında IgA birikiminin duyarlılığı
%77.5, özgüllüğü ise %97.5 olarak tespit edildi.
Sonuç olarak deride IgM, C3 ve Fibrinojenin birikiminin anlamlı oranda olmasının,
DİF incelemenin HSP tanısındaki önemini artırdığı görüşündeyiz. HSP tanısı koyarken klinik
VIII
bulgular haricinde DİF incelemede lezyonlu deride özellikle IgA’nın baskın birikiminin yanı
sıra IgM, C3 ve Fibrinojen birikiminde istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlılık tesbit
edilmesinin ortaya konmuş olması, HSP tanısında DİF incelemenin çok duyarlı olduğu tezini
ortaya çıkarmıştır. Hastalığın başlangıcında kesin tanının konması, takip planı ve tedavi
açısından oldukça önemlidir. Dolayısıyla tanı koyarken klinik bulgular, histolojik bulgulardan
önce DİF bulguları ile mutlaka desteklenmelidir. Bu konuda HSP’de literatürde sağlıklı
kişilerle kıyaslanan DİF araştırmasına rastlanmamış olması nedeniyle, verilerin başka
çalışmalarla desteklenmesi durumunda, ileri sürdüğümüz; ‘‘HSP’ de tanı koyarken klinik
bulgular histolojik tetkikten önce DİF bulguları ile desteklenmelidir” tezini daha da
kuvvetlendirecektir.
.
IX
ABSTRACT
Role of direct immunofluorescence test in the diagnosis of Henoch-Schönlein Purpura
Among the patients who visited the Polyclinic of Dermatology in Istanbul University
Faculty of Medicine between 2002 and 2009 and the patients, who after being examined in
the policlinics of Pediatric Diseases and Internal Diseases, were consulted to our party with
the early diagnosis of Henoch-Schönlein Purpura (HSP), 40 cases which were elected for a
study according to the criteria that defined HSP within the classification of vasculitides in the
childhood period. In this study, apart from the fact that the cases which are composed of 24
males and 16 females were evaluated and studied through the demographic specifications and
clinical or laboratory findings, we also intended to point out the specificity and sensitivity of
direct immunofluorescence (DIF) in the diagnosis of HSP through the DIF findings that were
obtained in the retrospective study of the samples taken from lesional skins and were
compared to the DIF findings of the 40 healthy cases .
It was detected that for the cases who are 29 children and 11 adults the average
diagnosis ages are respectively (10.28±4.613) and (33.82±13.913). Among all the cases, the
ratio of males is 60%, and the females is 40%; the ratio of males to females is 1.5/1.
While in the 62.5% of the cases, there was no factor detected that could initiate the
syndrome, upper respiratory tract infection that was contracted before, specifically by
children, came out to be main triggering factor.
While the skin involvement found to be the main clinical symptom in both groups,
renal involvement in adults, GIS and joint involvement in children were the most common
ones observed. In the systemic cases, a significant relationship between renal, GIS and joint
involvement of HSP and the presence of IgM, IgA, C3 and fibrinogen in the lesional skin, was
not detected. However, what is important in this study, is the fact that it is the first time in
literature that, in HSP, the between GIS and joint involvement and DIF study was scrutinized.
Leukocytosis, thrombocytosis and increased erytrocyte sedimantaion rate (ESR) was
detected to be more in children. Even though there was no significant relationship statistically
when the comparison made between the DIF data obtained from the laboratory search that
indicate increase and the DIF data that are regular and normal, it is important to note that,
such comparison has been made for the first time ever in the literature.
In the study of DIF, while more deposits of IgM, IgA, C3 and fibrinogen in the
perivascular area were observed and found to be significant (p<0.001) in the cases with HSP,
X
in comparison to the one in healthy cases, in the cases with HSP that has leukocytoclastic
vasculitis (LV) histopatology, only the deposit of IgA was found to be significant (p<0.008).
In the diagnosis of HSP, the sensitivity of IgA deposit was detected to be 77.5% and the
specificity is 97.5%.
As a conclusion, we think that there is significant amount of presence of IgM, C3 and
fibrinogen in the skin, increases the importance of the DIF study in the diagnosis of HSP.
During the diagnosis of HSP, besides the clinical findings, through the DIF study, it was seen
that, apart from the fact that the dominant deposit of IgA observed in the lesional skin, the fact
that there was significant increase in a statistical sense detected in the deposit of IgM, C3 and
Fibrinogen pointed out the thesis that the DIF study is very sensitive for the diagnosis of HSP.
In the initial period of the disorder, the certain diagnosis is crucial for the follow-up plan and
the treatment. For that reason, while diagnosing, the clinical findings should be supported by
DIF findings before they are supported by histological findings. We also point out that in
certain cases, the findings should be supported by other studies since the literature does not
include a comparative study of DIF including healthy cases. We believe that such situations
will contribute to the reinforcement of our thesis that during a diagnosis of HSP is being
made, the clinical findings should be supported by DIF findings before they are supported
by histological findings.
1. GİRİŞ
Henoch-Schönlein Purpurası trombositopeni olmaksızın purpurik döküntü, artrit, nefrit
ve gastrointestinal semptomlar ile karakterize, sistemik bir damar vaskülitidir. Her yaşta
ortaya çıkabilmekle beraber sıklıkla çocuklarda 2-8 yaşları arasında ortaya çıkar. Erkeklerde
kızlara göre yaklaşık 2 kat daha sıktır. Çocuklarda toplumda görülme oranı yıllık 10-
22/100.000 olarak tahmin edilmektedir. Hastalık tüm yıl boyunca görülebilir. Kış ve ilkbahar
aylarında artan mevsimsel dağılıma dikkat çekilmiştir. Bu durumun artan enfeksiyon
sıklığıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir. HSP’nin patogenezinde değişik antijenik
uyaranlarla oluşan immun kompleksler damar duvarına yerleşerek inflamasyonu başlatırlar.
Sonunda vasküler hasar ortaya çıkar. HSP’de deride IgA birikimi pek çok vakada
bildirilmiştir ve hastalığın patogenezinde önemli rol oynadığı ileri sürülmüştür (1).
Hastalık başlıca deri, eklem, GİS ve böbrek tutulumu ile karakterize olup, genellikle 4-
6 haftada kendiliğinden geriler. Ancak nadiren de olsa ciddi abdominal, renal ve santral sinir
sistemi (SSS) komplikasyonları yaşamı tehdit edebilir (2).
Henoch-Schönlein Purpurası’nın kesin tanısının erken konması tedavi planının
belirlenmesi ve muhtemel komplikasyonların önlemesi açısından oldukça önemlidir. Henoch-
Schönlein Purpura tanısında mecvut klinik bulguların immunohistopatolojik bulgularla
desteklenmesi hastalığın diğer karışabileceği klinik tablolardan ayrılması açısından önem
arzetmektedir.
2. AMAÇ
Henoch-Schönlein Purpurası sistemik nekrotizan tipte bir vaskülit olup direkt
immunfloresan (DİF) incelemede deri, damar duvarı ve glomerüler mezengiumda IgA
birikimi tespit edilmiş ve Henoch-Schönlein Purpura tanısında direkt immunfloresan
incelemenin anlamlı olup olmadığı konusunda araştırmacılar farklı görüşler bildirmişlerdir.
Çalışmamızda, klinik, histopatolojik ve laboratuvar bulguları zemininde HSP tanısı
almış 40 olgunun deri lezyonlarından yapılmış olan direkt immunfloresan inceleme verileri
retrospektif olarak değerlendirilip bu veriler 40 sağlıklı kişinin immunfloresan inceleme
sonuçları ile karşılaştırılarak HSP tanısında DİF incelemenin özgüllüğü ve duyarlılığı
araştırıldı. Ayrıca bu 40 olgunun demografik, klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif
olarak incelendi.
2
3. GENEL BİLGİLER
3.1. Tarihçe
Bu sendrom ilk olarak Schönlein tarafından akut purpura ve artrit kliniğiyle
çocuklarda tanımlanmıştır (3). Kolik tarzında karın ağrısı ve nefrit bulguları ise Henoch
tarafından 1874 ve 1899’da eklenmiştir (4,5). Tarihsel olarak ‘’Schönlein-Henoch purpurası’’
daha uygun bir terim olsada, bildirilere ‘’Henoch-Schönlein purpurası’’ olarak geçmiştir.
3.2. Epidemiyoloji
Henoch-Schönlein Purpurası küçük damarları tutan, buna bağlı başta deri olmak üzere
GİS ve renal tutuluma yol açabilen IgA tipinde bir vaskülittir. Her yaşta ortaya çıkabilmekle
birlikte en sık çocukluk döneminde görülür. En sık 5 ile 15 yaş arasında ortaya çıkarken
ortalama görülme yaşı 5-6’dır (6,7,8). Erkeklerde görülme sıklığı kadınlara göre yaklaşık 2
kat fazladır (9). Literatüre göre hastaların %58’i 3-6 yaş arasındayken, %91’i 10 yaşından
küçüktür. 2 yaşından küçük bildirilen hasta sayısı sadece 8’dir. Henoch-Schönlein Purpurası
2 yaş altı infantlarda hafif seyrederken, erişkin yaş grubunda kötü bir seyir gösterir (10).
Çocuklarda yıllık görülme insidansı farklı ülke sıklıkları dikkate alındığında 10-22/100.000
arasındadır (11,12,13,14,15,16). Hastalık özellikle sonbahar ve kış döneminde ortaya çıkar
(4,8). Siyah ırkta nadir görülür ve aile hikayesi genellikle yoktur (17). 131 olguluk bir seride
etkilenmiş tek bir kardeş saptanırken (18) başka bir çalışmada aynı aileden 3 kardeşin
etkilendiği bildirilmiştir (19).
3.3. Etyoloji
Henoch-Schönlein Purpurasının etyolojisi halen belirsizdir. Hastaların yaklaşık %35-
52’sinde üst solunum yolu infeksiyonu öyküsü varken, patojenler arasında en çok A grubu
beta hemolitik streptokok (GABS) üzerinde durulmuştur (10,20,21). Hastaların % 30’unda
boğaz kültüründe pozitiflik, %20-50’sinde anti-streptolizin O (ASO) yüksekliği bildirilmiştir
(6,8,10). Ayrıca HSP nefritli bazı çocukların glomerular mezengiumunda GABS antijeni
birikimine rastlanmıştır (22). Henoch-Schönlein Purpurası ile birliktelik gösteren GABS
dışında pek çok bakteri ve virus bildirilmiştir; bunların arasında bartonella hanselea, shigella
dysanteria, kampilobakter, salmonella tifi ve non-tifi, stafilokokus aureus, helikobakter pylori,
3
toksokara kanis, parvovirus B19, hemofilus parainfluenza, koksakivirus, adenovirus, hepatit
A ve B virusları , kızamık, kızamıkçık, suçiçeği virusları bunların arasında yer alır
(23,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33,34).
Henoch-Schönlein Purpurası etyolojisinde aşılama ve ilaç kullanımı tetikleyici
nedenler arasında sayılmaktadır. Özellikle başta influenza olmak üzere, hepatit B, menenjit ve
kızamık aşıları sonrası HSP gelişen vaka bildirimleri mevcuttur (35,36,37,38). İlaçlar arasında
salisilatlar, penisilin, tetrasiklin, sulfonamid, allopurinol, kolşisin, kinidin, indometasin,
fenasetin, difenilhidrazin sayılabilir (39). Ayrıca mesane kanseri tedavisinde kullanılan
Calmette Guerin basili (BCG) tedavisi birlikteliğinden söz edilmiştir (40).
Bağışıklık sisteminde bozuklukla seyreden gerek infeksiyöz gerekse de non-infeksiyöz
birçok klinik tablo HSP gelişimine sebep olabilir. Bunlardan başlıcaları atopi, lupus
eritematozus, romatoid artrit, Wegener granülomatozisi, otoimmün tiroid hastalığı ve insüline
bağımlı diyabetes mellitus...vb (41). Ayrıca FMF hastalarının %5’inde artmış mutasyon
sıklığına bağlı HSP gelişimi bildirilirken (42), aktif HSP hastalarında anormal lenfosit
fonksiyonları da tanımlanmıştır (43).
Malinitelerle HSP birlikteliği özellikle 60 yaş ve üstü erkeklerde söz konusu olabilir.
Solid tümörlerden akciğer ve prostat tümörleri, hematolojik malinitelerden ise Hodgkin ve
Non-Hodgkin lenfomlar sayılabilir (44).
Henoch-Schönlein Purpurası soğuğa maruz kalma, travma, böcek ısırması sonrasında
da ortaya çıkabilir (45).
3.4. Patogenez
Henoch-Schönlein Purpurası’nda IgA içerikli immünkompleksler küçük ve orta
büyüklükteki damarların duvarında birikir (46). Bununla beraber eritrosit ekstravazasyonu,
dokuya nötrofil göçü, lökositlerde hasarlanma ve buna bağlı çekirdek kırıntıları meydana
gelir. Bu tablo LV olarak adlandırılır. İskemi varlığında damar dışına kan hücreleri sızar ve bu
durum kliniğe purpura olarak yansır. Serum sızmasına bağlı gelişen ödem ve nötrofil yanıtına
bağlı gelişen inflamasyon sonucu oluşan döküntüler palpabıldır (47).
Gastrointestinal kanal yoğun damar ağına sahip olmasına rağmen küçük ve orta boy
damarlar hasarlanmadan genellikle etkilenmez. Ancak ince bağırsak viluslarında, içerdikleri
damar kıvrımlarındaki kapiller sonlanma bölgelerinde tıkanmaya bağlı nekroz gelişebilir.
Aynı şekilde dermoepidermal bileşke ve epifizyal tabaka benzer kapiller sistemle beslendiği
için ince barsaklar gibi deri ve eklemler de en sık etkilenen organlardır (47).
4
Hastalığa neden olan temel mekanizma üst yolunum yoluyla alınan antijenlerin antijen
sunan hücreler tarafından CD4+ T lenfositlere sunumuyla başlar. Bununla birlikte TGF-β
salınımından sorumlu TH3 hücreleri gelişir ve B lenfositler aktive olur. Aynı antijenleri
tanıyan B hücreleri IgA yapımından sorumlu plazma hücrelerine dönüşür ve IgA
antikorlarının serum düzeyi artar. Bu antikorlardan bazıları endotel hücreleriyle çapraz
reaksiyona girer ve kompleman sistemini alternatif yoldan aktive ederek hücre hasarına neden
olur. Ayrıca direkt olarak endotel hücrelerinden IL-8 salınımını tetikleyerek polimorfnüveli
lökositlerin aktivasyonunu sağlar. Böylece serbest oksijen radikalleri ile granül proteaz
üzerinden daha fazla endotel hücre hasarı meydana gelir. Sonuçta bu mekanizmalar
damarlarda vaskülit gelişimine neden olur (48).
Hastalık patogenezinde ana rolü IgA’nın oynadığı düşünülmektedir. İmmunglobulin
A; IgA1 ve IgA2 olmak üzere 2 tiptedir ve HSP'de IgA1’in serum seviyesi yüksek
bulunmuştur. Serum IgA konsantrasyon artışının yanısıra IgA sınıfı antikorların da arttığı
gösterilmiştir; örneğin IgA RF: Romatoid faktor, IgA ANCA: Antinotrofilik sitoplazmik
antikor, IgA AECA: Antiendotelial sitoplazmik antikor gibi (49,50). İmmunglobulin A1,
IgA2’nin aksine glikolizasyon alanları içerir, bu durum çalışmalarla ortaya konmuştur.
Glikolizasyondaki anormalliğe bağlı olarak oluşan IgA1 kümeleri ve makromoleküler
kompleksler böbrek mezengiumunda birikerek kompleman sistemini alternatif yoldan aktive
eder (51).
Henoch-Schönlein Purpurası’nın patogenezinde proinflamatuvar sitokinlerin de rol
oynadığı bir çok çalışma ile ortaya konmuştur. Çocuklarda hastalığın akut döneminde TNF-α
ve IL-6 düzeylerinde iyileşmekte olan hastalara ve sağlıklı kontrollere göre artış tespit
edilmiştir (49,52). Aynı zamanda TNF-α düzeyi renal tutulumu olanlarda olmayanlara göre
daha yüksektir (52). Akut dönemde artan diğer bir proinflamatuvar sitokin IL-8’dir (52).
Ayrıca IgA üretiminde kilit rol oynayan dönüştürücü büyüme faktörü-β ve anjiogenezden
sorumlu vasküler endotelyal büyüme faktörü de akut dönemde artış gösterir (53,54).
5
3.5. Klinik Bulgular
3.5.1. Deri bulguları
Henoch-Schönlein Purpurası’nda deri döküntüsü çeşitlilik gösterebilir. Başlangıç
lezyonu pembe kırmızı makülopapüler erüpsiyon şeklindedir. Daha sonra 2-10 mm çapında
tipik palpabıl purpura görünümü ortaya çıkar. Purpura nadiren kaşıntılıdır. Solan lezyonlar
kahverengimsi görünüm alırken birkaç hafta yeni lezyon çıkışı devam edebilir (55). Purpura
HSP vakalarının%57-69’unda başlangıç bulgusudur (6,8). Purpuraya ilave olarak bül veya
hemorajik bül, çocuklarda birkaç vaka bildirimi şeklinde iken erişkinlerde daha sıktır (10,56).
Döküntü tipik olarak alt ekstremitler ve kalçalarda görülürken ilave olarak üst ekstremite,
gövde ve yüz tutulabilir. Oral mukoza, skrotum ve pubis tutulumu çok nadiren de olsa
görülebilir. Döküntülerin anatomik yerleşiminde özellikle yerçekimi ve kan akımı dağılımının
etkileri üzerinde durulmaktadır. Bu sebeple bebeklerde baş ve yüz, çocuklarda kalça ve alt
ekstremiteler sık tutulan bölgelerdir (55).
Henoch-Schönlein Purpurası’nda göz kapakları, dudak, kulak, el ve ayak sırtı gibi
bölgelerde anjioödem gelişebilir. Fasiyal ödeme özellikle 1 yaşından küçük bebeklerde
rastlanır. Böyle bir tabloda ilk planda akut hemorajik ödem kliniği düşünülmelidir. Bazı
otörlere göre iyi prognozlu olan bu tablo HSP’nin bir varyantı olarak değerlendirilmektedir
(57,58).
Tipik döküntü varlığında HSP tanısı kolaydır, ancak atipik görünümün de nadir
olmadığı akılda tutulmalıdır (55).
3.5.2. Eklem bulguları
Henoch-Schönlein Purpurası’nda özellikle ayak bileği ve dizlerde olmak üzere büyük
eklemlerde tutulum gözlenir. El, el bileği ve dirsek tutulumu nadirdir. Artrit genellikle
oligoartikülerdir. Poliartiküler tutulum nadir olup simetrik bir dağılım gösterir. Eklem
tutulumu geçiçidir ve deformiteye neden olmaz. Isı artışı, gerginlik, şişlikle karakterize artrit
tablosu olguların yaklaşık 61-%75 inde ortaya çıkar ve deri tutulumundan sonra en sık
görülen ikinci bulgudur. Eklem tutulumu tipik olarak ağrılı ve hareket kısıtlılığı ile
karakterizedir. Tek başına artraljinin görülme sıklığı yaklaşık %13 olarak bildirilmiştir
(7,8,10,51).
6
Eklem tutulumu hastaların %15-25’inde deri döküntüsünden, %54-90’ında ise üriner
sistem tutulumundan önce ortaya çıkabilir (51,59).
3.5.3. GİS bulguları
Karın ağrısı ile birlikte bulantı, kusma veya kanama hastaların yaklaşık %51-74’ünde
meydana gelir (8,20). Olguların %12-19’unda ise karın ağrısı purpuradan önce hastalığın ilk
belirtisi olmuştur (60). Karın ağrısı kolik tarzda olup periumblikal ve epigastrik bölgede
belirgin olarak hissedilir. Barsak anjinası veya iskemisine benzer şekilde yemekten sonra ağrı
artar (20). Karında gerginlik bulgusuyla beraber akut batın benzeri bir tablo ortaya çıkabilir.
Özellikle döküntü belirmeden böyle bir tablo ile hastalık ortaya çıktığında tanı gecikebilr ve
hastalara gereksiz laparotomi yapılabilir.
Gizli veya daha az sıklıkla belirgin kanama hastaların %18-52’sinde görülür (10,60).
Belirgin kanamada melena tablosu hematokezyaya göre daha sıktır (6,10). Endoskopik veya
cerrahi tedavi gerektirecek derecede ciddi kanama nadirdir (61,62).
İnce bağırsak iskemiye eğilimli olduğundan gastrointestinal yolda en sık tutulan
kısımdır (63).
Kolon tutulumunda aftoid ülser veya kırmızı döküntü benzeri peteşi, hiperemi ve
ekimotik lezyonlar ortaya çıkabilir (64,65).
Özefagus tutulumu nadir olup bir vakada striktür gelişimi bildirilmiştir (66).
İnvajinasyon çocukluk döneminin en sık görülen ciddi komplikasyonudur ve cerrahi
tedavi gerektirir. Bu durum hastaların %0.7-13.6’sında ortaya çıkarken, erişkinlerde ve 3 yaş
altındaki çocuklarda nadirdir (20,67,68). İnvajinasyonda en sık ileo-ileal bölge etkilenir (%51)
ve barsak obstrüksiyonu benzeri bir klinik tablo gözlenir (69). İnvajinasyon tablosu idiyopatik
de olabilir ancak bu tablo genellikle 2 yaş altı çocuklarda lenfoid doku hiperplazisine bağlı
ortaya çıkar. Dolayısıyla büyük çocuklarda ortaya çıkan invajinasyon tablosunda HSP akla
getirilmelidir (70). İnvajinasyon 24 saat içinde kendiliğinden gerilemezse cerrahi tedavi
gerekir (71).
Perforasyon, korkulan diğer bir komplikasyon olup sıklıkla invajinasyona eşlik eder ve
genellikle ileumda gelişir. Özellikle steroid tedavisi altındaki hastalarda tedavinin ikinci
haftasında ortaya çıkabilir (72). Tedavi ile beraber inflamasyon bulgularının maskelenmesi bu
klinik tablo öncesi geçici bir iyilik haline sebep olur (73). Geç dönemde duodenum veya
ileumda iskemiye bağlı darlık ve tıkanıklık gelişebilir (74,75).
7
Henoch-Shönlein Purpurası’nda nadir görülen bir komplikasyon da gastrointestinal
sistemden protein kaybı ile seyreden “protein kaybettiren enteropati”dir (76).
Safra kesesinde vaskülit tablosu ve buna bağlı akut taşsız kolesistit ve hidrops
gelişebilir. Hidrops tablosu tedavisiz spontan geriler (77,78,79).
Hastaların %9’unda sağ üst kadran ağrısı, hepatomegali, bulantı ve beraberinde artmış
SGPT, γGT ile karakterize klinik tablo bildirilmiştir (21). Bu durum yaklaşık 3-7 günlük
steroid tedavisiyle geriler.
Henoch-Schönlein Purpurası’nda görülen diğer GİS komplikasyonları arasında
hemorajik pankreatit (72), steatore (80), mezenterik vaskülit (81) hemorajik veya şilöz ile
karakterize serözit asit (82,83,84), psödomembranöz kolit (85), ileit ve enteroenteral fistül
gelişimi (86) tanımlanmıştır.
3.5.4. Renal bulgular
Henoch-Schönlein Purpurası hastalarında renal tutulum, en ciddi morbidite ve
mortalite riskine sahip klinik bulgudur. Hastaların %20-100’ünde renal tutulum gözlenirken
bu oran çocuklarda %20-50 erişkinlerde ortalama %49-83 arasındadır. Bu farkın renal
tutulumun farklı kriterlerle tanımlanmasından ve mikroskopik hematüriyi saptamak için farklı
yöntemlerin kullanılmasından kaynaklandığı düşünülmektedir (6,87,88,89,90,91). Klinik
yelpaze izole mikroskopik hematüri, proteinüri, hipertansiyon ile daha nadir görülen
nefrotik/nefritik sendrom, akut ve kronik böbrek yetmezliği arasında çeşitlilik gösterir (2,92).
Glomerulonefrit tablosu 20 yaş ve üstü olarak tanımlanan erişkin hastalarda daha sık görülür
ve çocuk hastalara göre seyri daha kötüdür (91,93,94). Ayrıca böbrek tutulum riskini artıran
faktörler; ciddi GİS tutulumu, eklem tutulumu, 1 aydan uzun süren inatçı purpura, faktör
XIII düzeyinde %80 üzerinde azalması olarak sıralanmıştır (7,88).
Meadow yaptığı sınıflamada böbrek tutulumunu 5 derecede değerlendirmişir (95).
Grade 1- Mikroskopik hematüri
Grade 2- Hematüri + Proteinüri (<1gr/gün)
Grade 3- Proteinüri (<1gr/gün) + Akut nefritik sendrom)
Grade 4- Makroskopik hematüri + Nefrotik sendrom
Grade 5- Nefrotik sendrom + Akut nefritik sendrom
8
Henoch-Schönlein Purpurası sık görülen bir hastalık olmakla birlikte 10 yıl ve üzeri
uzun dönem takip süreli çalışma sayısı azdır. Yapılan uzun dönemli takipler sonucunda ileri
dönem böbrek yetmezliği oldukça nadir olarak bildirilmiştir. Böbrek tutulumunun en sık
belirtisi hematüri ve/veya proteinüridir ve olguların yaklaşık %42-50 sinde görülür (89,91).
Mir ve arkadaşları 141 HSP hastasında böbrek tutulumunu incelemiş 6 aylık kısa
dönem ve uzun dönem takipleri sonucunda grade 1-2 tutulumda %94.5 oranında iyileşme
tespit etmişlerdir. İzole hematüri ve/veya hafif proteinüri genellikle spontan olarak geriler ve
prognoz oldukça iyidir (92,96,97). Ancak nadir de olsa hafif derecede böbrek tutulumunda
iyileşmeyi takiben uzun dönem takipte hastalıkta ilerleme görülmüştür. Bu durum, hastalığın
akut döneminden sonra hastaların glomerüler mezengiumunda IgA birikiminin devam
etmesiyle açıklanmıştır (89,98). Bu nedenle hastalar böbrek tutulumu açısından en az 10 yıl
süreyle düzenli olarak takip edilmelidir (96). Yirmi yıllık izlem süresini içeren bir çalışmada
başlangıçta yalnızca mikroskopik hematürisi olan olguların %5’inde, nefrotik düzeye
varmayan proteinüri veya nefritik sendromlu olguların %15’inde, nefrotik sendromluların
%40’ında, nefritik ve nefrotik sendromun birlikte olduğu olguların %50’sinde son dönem
böbrek yetmezliği saptanmıştır (99).
Prognozu belirlemede renal histoloji önemli bir parametredir ancak ileri sekel gelişimi
veya tekrarlayan atakları belirlemede önceden fikir vermemektedir. Bunun yanında renal
biyopsi, proteinürinin nefrotik düzeye ulaşacak biçimde süreklilik göstermesi ve renal
fonksiyonlarda bozulma durumlarında önerilmektedir (100,101,102,103). Mezengiumda
kresent birikimi ve yoğunluğu, interstisyel fibrozis varlığı kronik böbrek yetmezliği riskini
artıran faktörlerdir. Glomerüllerin yarısı ve üzerinde kresent birikimi saptanan olgular en
yüksek risk grubundadır (102,103,104). Kronik böbrek yetmezliği gelişme riski çocuklarda
%18 iken bu oran erişkinlerde %28’e kadar çıkmaktadır (102). Yapılan bir çalışmada erişkin
hastaların %36’sında renal sekel, %7’sinde böbrek yetmezliği geliştiği bildirilmiştir (105).
Bunun yanında çocuklarda bildirilen kronik böbrek yetmezliği oranı ortalama %1-7’dir ve
erişkin hastalarla arasında belirgin bir fark yoktur (88,91,104). Diyaliz programına alınan
çocukların %3-15’inde neden HSP nefritine bağlı böbrek yetersizliğidir (106). Ayrıca
Avrupa’da renal replasman programında izlenen tüm çocukların %1,7’sini HSP nefritinin
oluşturduğu bildirilmiştir (107). Henoch-Schönlein nefritinde prognoz iyi olmakla birlikte,
uzun dönem neticesinde morbidite geliştirme riski başlangıçtaki renal tutulum düzeyiyle
ilişkilidir (96).
9
3.5.5. Diğer klinik bulgular
Henoch-Schönlein Purpurası’nda böbrek dışında genitoüriner sistem tutulumu ortaya
çıkabilir. Başlıca görülen klinik tablolar akut skrotum, hidronefrozun eşlik ettiği üretrit,
mesanede hematom gelişimi, sprematik kord kanamasıdır. Bunlardan en sık görüleni skrotum
tutulumu olup %2-38 oranında bildirilmiştir (108,109). Temel belirtileri skrotumda şişkinlik,
ağrı ve gerginlik hissidir ve HSP kliniği ilk bu belirtilerle ortaya çıkabilir. Skrotum tutulumu
ayrıca başta nörolojik tutulum ve lokalize ödem gibi HSP’de görülebilecek klinik tablolarla
belirgin birliktelik gösterir (110).
Hastaların %2-8’inde santral sinir sistemi tutulumu meydana gelmektedir. Santral sinir
sisteminin (SSS) nekrotizan vasküliti sonucu baş ağrısı, konvülsiyon bozuklukları, fokal
nörolojik defisit en sık görülen klinik bulgulardır. Damar tutulumunun yaygınlığına göre
diffüz ensefalopati, fokal iskemi ve intrakraniyal kanama gelişebilir. Guillain Barre Sendromu
ve mononöropatiler periferik sinir lezyonları olarak ortaya çıkabilir (111,112,113,114).
Henoch-Schönlein Purpurası’nda akciğer tutulumu nadirdir, en sık pulmoner hemoraji
ve interstisyel pnömoni tablolarına neden olur (115). Pulmoner hemoraji hemoptiziyle kendini
gösterir. Ortalama görülme yaşı 12.8’iken, özellikle erişkin hastalarda daha ağır bir seyir
gösterir. İnterstisyel akciğer tutulumu ise çoğu kez asemptomatiktir. Kan gazı değerleri ve
akciğer volüm normaldir. Fakat diffüzyon kapasitesi, alveoler kapiller membranın vasküler
tarafındaki lezyonlara bağlı olarak azalmaktadır. Hastalığın klinik bulguları gerileyince
diffüzyon kapasitesi de normale dönmektedir (116,117,118).
Henoch-Schönlein Purpurası’nın özellikle yaşlı erkeklerde malignitelerle
birlikteliğinden söz edilmiştir. Bugüne kadar sadece 34 olgu kaydedilmiştir. En sık solid
organ tümörleri ve hematolojik malignitelerle birliktelik saptanmıştır. Malignitelerin bu
sendromu tetiklediği düşünülmektedir (44).
Henoch-Schönlein Purpurası’nda kas tutulumu ve intramüsküler hematom oluşumu ise
nadir olarak rapor edilmiştir (17).
3.6. Histopatoloji
Henoch-Schönlein Purpurası küçük damarları tutan özel tip LV’dir. Karakteristik
histopatolojik bulgu; dermisteki damarlar çevresinde polimorfonüveli lökositlerin birikimidir.
Bunun dışında mononükleer hücre, eozinofil ve eritrosit birikimi görülürken, özellikle geç
dönemde mononükleer hücre hakimiyetine rastlanabilir (99).
10
Tutulan damar ve çevresinde ödem, iltihabi hücre infiltrasyonu, nükleer artıklar,
şişmiş kollajen fibriller, fibrinoid nekroz gözlenir. Temel patognomik bulgu ise
lökositoklazinin varlığıdır (106). Henoch-Schönlein Purpurası’nda genellikle klasik LV
histopatolojisine göre daha az yoğunlukta birikim olmakla birlikte, sadece histopatoloji
bulgularıyla diğer LV tiplerinden ayırt etmek mümkün değildir (46).
Amerikan Romatoloji Derneğinin (ARD) 1990 yılında belirlediği HSP tanı
kritelerinden birisi de arteriol ve venül duvarlarında granülosit birikimidir. Bu veriyi
destekleyen bir çalışmadaki biyopsi bulguları; granülositlerin damar duvarında birikimi,
damar çevresi ve damar dışı dağılım şeklinde çeşitlilik göstermiştir. Her durumda da venül
tutulumu (35-50%) arteriol (27-41%) tutulumundan fazla saptanmıştır (119).
Magro ve arkadaşlarının yaptığı çalışma başta HSP olmak üzere IgA aracılıklı
vaskülitlerde infeksiyonların en belirgin tetikleyici faktör olduğunu ortaya koyarak
histopatolojik yapının özellikle püstüler tipte bir lökositoklastik vaskülit gösterdiğini tespit
etmişlerdir (41).
3.7. Serum ve deride immunreaktan birikimleri
İlk kez Baart de la Faille-Kuyper ve arkadaşları 1973 yılında 4 HSP’li hastada
yaptıkları bir çalışmada lezyonlu ve lezyonsuz deriden yaptıkları immünopatolojik
incelemede damarlarda IgA birikimine rastlamışlardır (120). Damarlarda immunreaktanların
saptanmasıyla birlikte hastalığın immunkompleks aracılıklı olduğu ortaya konmuştur.
Van Hale ve arkadaşları 1986 yılında 20 hastada yaptıkları çalışmada lezyonlu deride
%75, lezyonsuz deride ise %67 oranında IgA birikimi tespti etmişlerdir. HSP’da deri ve
böbreklerde başlıca IgA, fibrinojen ve C3 birikimi görülür. Hastalığı IgG, IgM ve erken
kompleman madde birikiminin gözlendiği diğer kutanöz nekrotizan vaskülitlerden ayıran
temel özellik budur (121). Lökositoklastik vaskülitlerde IgA başta olmak üzere C3, IgM, IgG,
ve fibrinojen birikimi gözlenir (121,122,123). Lökositoklastik vaskülitlerde immün
depolanma yüzeyel dermisteki post-kapiller venüllerde ortaya çıkar ve bu depolanma
nötrofilik infiltrasyonla aynı dağılım bölgesini işaret eder. Depolanma genellikle granüler ve
fibriler karakterde olup damar duvarından damar dışı ve damar içi boşluğa doğru yayılım
gösterir. Lezyonlu deriden alınan örneklerde lezyonsuz deriden alınan örneklere oranla daha
fazla birikim saptanabilir (121,122,124). Bununla beraber lezyonel ve perilezyonel immün
birikim arasında belirgin bir farkın olmaması ve 48 saati geçen lezyonlarda antikorların
hasarlanarak kaybolması nedeniyle lezyon kenarındaki sağlam deriden örnek almanın daha
11
uygun olduğu yönünde görüşler vardır (121,123).
Yapılan çalışmalarda HSP’de direkt immunfloresan incelemede IgA baskınlığı %90-
100 oranında duyarlı bulunmuştur (1,121,125). Özellikle izole IgA veya başta C3 olmak üzere
fibrinojen, IgM, IgG gibi immunreaktanların birlikteliğinde IgA birikiminin baskın olması
tanıda yardımcıdır (121,123,126).
Hastalığın patogeneziyle paralel olarak kanda değişik oranlarda IgA seviyesinde
yükseklik bildirilmiştir (7,8,10). Serum IgG, IgM ve IgD seviyeleri başlıca ANA,
antideoksiribonükleaz olmak üzere immun belirteçler normaldir (9,45). Genellikle
kompleman düzeyleri normal olmakla birlikte C3 ve C4 düzeyinde azalma saptanabilir
(10,127).
3.8. Laboratuvar Bulguları
Henoch-Schönlein Purpurası’nda tanı koydurucu spesifik bir laboratuvar testi yoktur.
Henoch-Schönlein Purpura’lı çocukların ⅓’ünde ASO, antideoksiribonükleaz B titreleri yüsek
bulunmuştur. Boğaz kültüründe beta hemolitik streptokokların görülme oranı %5-30 olarak
bildirilmiştir (17).
Anemi özellikle gastrointestinal sistem kanaması olan hastalarda, nadiren de ciddi akut
nefritte ortaya çıkabilir. Trombosit sayısı hastalığın şiddetiyle orantılı olarak artarken, kanama
ve pıhtılaşma zamanı, trombin, protrombin zamanı normaldir. Bunun dışında lökositoz ve
eritrosit sedimantasyon hızında artış görülebilir.
Böbrek tutulumuna bağlı olarak hematüri ve proteinüri değişik derecelerde mevcuttur.
Ayrıca ciddi tutulumla beraber üre ve kreatinin seviyeleri artabilir (9,45).
Fibrin stabilize edici faktör (F-XIII) düzeyinde azalma sık rastlanan bir durumdur.
Hastalığın aktivasyonu ile F-XIII düzeyinde azalma olması nedeniyle tedavi takibinde
F-XIII düzeyine bakılabilir. Bu azalmanın vasküler hasarlanmaya bağlı olarak endotel
hücrelerden salınan başta plazmin olmak üzere proteolitik enzimlerin etkisiyle ortaya çıktığı
düşünülmektedir (128,129,130,131). Hastalık aktivasyonunu belirlemede kullanabilecek diğer
bir belirteç Von willebrand faktördür. Von willebrand faktör endotel hücrelerinde bulunur ve
burada sentezlenir. Akut dönemde damar hasarına bağlı olarak kandaki düzeyi artar (132).
Henoch-Schönlein Purpura’lı hastaların çoğunda prostasiklin aktivitesinin azaldığı ve
bir kısım hastada inhibitör aktivite geliştiği görülmüştür. Pek çok hastada plazma prostasiklin
metabolitleri azalmış ancak serum tromboksan A2 metabolitlerlerinde anlamlı değişiklik
görülmemiştir (133).
12
3.9. Tanısal Yaklaşım
İlk olarak 1990 yılında ARD tarafından yapılan çok merkezli bir çalışma sonucunda
HSP’yi diğer vaskülitlerden ayırmak amacıyla tanı kriterleri belirlenmiştir. Geleneksel
sınıflamaya göre mevcut kriterler;
1. Trombositopeni olmaksızın gelişen deriden hafifçe kabarık dokunmakla hissedilen purpura
2. Hastalığın ilk bulguları ortaya çıktığında hastanın 20 yaş ve altında olması
3. Yemeklerle şiddetlenen yaygın karın ağrısı veya genellikle kanlı ishalle karakterize barsak
iskemisi
4. Biyopside venül veya arteriol duvarında granülosit birikimi olarak belirlenmiştir.
Henoch-Schönlein Purpura tanısında; palpabl purpura varlığı ve 20 yaş altı başlangıç
hastalık için en duyarlı ve özgül iki bulgu olarak tanımlanmıştır. Biopside damar duvarında
granülosit görülmesi %36.4 duyarlı, %85.4 özgül; ekstravasküler granülosit görülmesi %27.3
duyarlı, %92.5 özgül bulunmuştur. Henoch-Schönlein Purpurası olmayan 20 yaş üstü ve
palpabl purpura kliniği olan hastaların %50’den fazlası biyopsi bulgularıyla
dışlanabilmektedir. Bununla beraber hastalığın 20 yaş üstü erişkinlerde görülebilmesi, purpura
olmaksızın gastrointestinal kanama bulgularıyla ortaya çıkabilmesi ve damar dışı ile damar
çevresinde granülosit birikiminin görülebilmesi nedeniyle aynı çalışmada benzer ama
detaylandırılmış bir sınıflandırma daha geliştirilmiştir. Bu sınıflandırmada ilk 2 kriter
1990’da ARD kriterleri ile aynı olmakla birlikte,
3. kriter; Melena veya belirgin kanlı dışkılama ve dışkıda gizli kan varlığı
4. kriter; Ekstravasküler veya perivasküler granülosit birikimi olarak belirlenmiştir.
Tanı; 4 kriterden en az 2’sinin bulunmasıyla konur. Geleneksel sınıflamanın duyarlılığı
%87.1, özgüllüğü %87.7 iken detaylandırılmış sınıflamada duyarlılık %89.4, özgüllük
%88.1’dir (119).
Henoch-Schönlein Purpurası’nın birçok klinik bulgusunun hipersensitive vaskülitiyle
ortak özellikler içermesi yanlış tanı riskini de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle ARD’nin
belirlediği kriterler 1992’de Michel ve arkadaşları tarafından aynı verilere dayanılarak
yeniden düzenlenmiştir (134).
1.Trombositopeni olmaksızın gelişen deriden hafifçe kabarık dokunmakla hissedilen purpura
2.Yemeklerle şiddetlenen yaygın karın ağrısı veya genellikle kanlı ishalle karakterize barsak
iskemisi
3.Melena ve hematokezya gibi belirgin kanlı dışkılama veya dışkıda gizli kan varlığı,
4.Belirgin yada mikrohematüri
13
5.Hastalığın ilk bulguları ortaya çıktığında hastanın 20 yaş ve altında olması
6.Hastalığın ortaya çıkışını tetikleyebilecek ilaç alımının olmaması
Bu klinik bulgulardan üç veya daha fazlasının varlığı HSP tanısını %87.1 oranında
doğruladığı bildirilmiştir (134). ARD’ nin 1990 yılında belirlediği sınıflama zaman içinde
düzenlenerek, pekçok çalışmada tanı kriteri olarak da kullanılmış fakat bu sınıflamalarda
immunopatolojik bulgular tanı kriterleri içinde yer almamıştır.
Henoch-Schönlein Purpurası tanı kriterlerinde son düzenleme mevcut
sınıflamalardaki birtakım eksiklikler göz önüne alınarak uluslarası konsensus zemininde
yeniden değerlendirilmiş ve 2006’da yayınlanmıştır. Yaş kriteri tamamen kaldırılırken, IgA
birikiminin hastalık için karakteristik bulgu olması, ayrıca artritin çocuklarda sık görülmesi
nedeniyle bu iki bulgu tanı kriterlerine dahil edilmişdir (135). Bu sınıflamaya göre; Palpabl
purpura ile beraber aşağıdaki kriterlerden en az birinin bulunması tanı koydurucudur; Palpabl
purpura + aşağıdakilerden bir bulgu
1. Yaygın karın ağrısı
2. Biyopside deride veya böbrek dokusunda IgA’nın baskın birikiminin görülmesi
3. Artrit veya artralji
4. Hematüri ve/veya proteinüri ile karakterize böbrek tutulumudur.
Dolayısıyla hastalarda anamnez ve klinik bulguların değerlendirilmesi oldukça önemlidir.
Kesin tanıda; deri biyopsisiyle IgA birikimini saptamak ve klinik bulgularla birlikte
yorumlamak belirleyicidir. Tanıda spesifik laboratuvar bulgusu olmamakla birlikte, tam kan
sayımı, kanama testleri, idrar tahlili, eritrosit sedimantasyon hızı, romatizmal belirtecler
yardımcıdır. Böbrek tutulumunda biyopsi rutin olarak değil, belirgin hematüri ve proteinüri
varlığında önerilir. En temel bulgu ise fokal segmental nefrittir (37). Renal biyopsi bulguları
‘’Çocuklarda Böbrek Hastalıkları Uluslararası Çalışma Grubu” (ISKDC) tarafından
morfolojik olarak 6 derecede sınıflandırılmıştır (136).
Grade 1: Minimal glomeruler değişiklikler
Grade 2: Mezengioproliferatif glomerulonefrit
a) Fokal mezengial proliferasyon
b) Diffuz mezengial proliferasyon
Grade 3: Glomerullerde kresent oluşumu <%50
a) Fokal mezengial proliferasyon
b) Diffuz mezengial proliferasyon
14
Grade 4: Glomerullerde kresent oluşumu %50-75
a) Fokal mezengial proliferasyon
b) Diffuz mezengial proliferasyon
Grade 5: Glomerullerde kresent oluşumu >%75
a) Fokal mezengial proliferasyon
b) Diffuz mezengial proliferasyon
Grade 6: Membranoproliferatif glomerulonefrit
GİS tulumu düşünüldüğünde ilk yapılması gereken tetkik ultrasonografidir (USG).
Tanı koydurucu özelliği ve çocuklarda güvenilir bir yöntem olması nedeniyle avantajlıdır.
Barsak duvarında asimetrik kalınlaşma, hipomobilite, dilatasyon, periton içi sıvı koleksiyonu,
invajinasyon gibi patolojiler USG ile tespit edilebilir (137,138,139). Renkli doppler inceleme
ise ilave olarak kan akımı hakkında bilgi verebilir (140). Ultrasonografi ile cerrahi gerektiren
tüm komplikasyonların tespit edildiği bildirilmiştir. Böylelikle HSP’li hastalarda USG, pahalı
ve invazif diğer prosedürlerin kullanımından önce önemli tanısal rol oynar (20,141).
Endoskopik inceleme mukoza yüzeyini değerlendirme imkanı sağlayan diğer önemli
tanı yöntemidir ve bu yolla hiperemi, ödem, submukozal kanama, peteşi, erozyon ve
ülserasyon saptanan bulgular arasındadır (63,72).
Deri tutulumu henüz ortaya cıkmamış ancak GİS tutulumu olan olgularda doppler
ultrasonografi ile barsak duvarında kalınlaşma gözlenmesi ve endoskopide özellikle
duodenumun ikinci kısmında mukozal lezyon görülmesi HSP tanısı koydurmaktadır
(63,142,143). Bunların dışında baryumlu kontrast radyografi ile mukozal kıvrımlarda
kalınlaşma, barsak anslarının birbirinden ayrılması ve dolum defektleri gösterilebilir. Ancak
bu bulguları Crohn hastalığı, lenfoma ve diğer submukozal kanama ile giden durumlardan
ayırt etmek mümkün değildir (144). Bilgisayarlı tomografi sık tercih edilmemekle birlikte,
karakteristik olarak barsak duvarında multifokal aralıklı segmental duvar kalınlaşmasını
göstermede faydalıdır (145).
15
3.10. Ayırıcı Tanı
Henoch-Schönlein Purpurası küçük damarları tutan LV’dir. 2005’deki uluslararası
konsensusa göre çocukluk çağı vaskülitleri aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır (135).
I) Büyük damar vaskülitleri
Takayasu arteriti
II) Orta çaplı damar vaskülitleri
Çocukluk dönemi poliarteritis nodoza
Kutanöz poliarterit
Kawazaki Hastalığı
III) Küçük damar vaskülitleri
A-Granülomatöz
Wegener’s granülomatozis
Churg-Strauss sendromu
B-Non-granülomatöz
Mikroskopik polianjitis
Henoch-Schönlein purpurası
Izole kutanöz lökositoklastik vaskülit
Hipokomplementemik ürtikeryal vaskülit
IV) Diğer vaskülitler
Behçet Hastalığı
İnfeksiyon (Hepatit B-aracılıklı PAN), malignensi ve ilaç alımına bağlı hipersensitivite
vasküliti
Bağ dokusu hastalıklarına eşlik eden vaskülit
Santral sinir sisteminin izole vasküliti
Cogan’s sendromu
Sınıflandırılmamış
Ayırıcı tanıdaki başlıca vaskülitler; kriyoglobulinemik vaskülit, hipersensitivite
vasküliti, hipokomplementemik ürtikeryal vaskülit, Wegener granülomatozu ve mikroskopik
poliarterittir. Palpabl purpura, abdominal semptomlar, artrit, glomerülonefrit tüm bu sistemik
vaskülit tiplerinde görülebilir (135,146).
Kriyoglobulinemik vaskülitte başlıca; purpurik deri döküntüsü, artralji, hafif
proteinüri, hematüri ile karakterize nefrit bulguları görülür. Serum kriyoglobulin seviyesinde
belirgin artış, Hepatit-C pozitifliği ve düşük kompleman seviyesi ile HSP’den ayrılır (146).
16
Ürtikeryal vaskülit, tipik olarak özellikle ekstremitlerin proksimalinde ve gövdede
yerleşim gösteren eritematöz makül ve plaklarla kendini gösterir. Bu lezyonlar iyileşmeyle
beraber purpura ve post-inflamatuvar pigmentasyon karakterini alır ve 24 saatten uzun seyir
gösterir. Ürtikeryal vaskülitin hipokomplementemik tipinde anjioödem, artrit, üveit, episklerit,
obstrüktif akciğer hastalığı önemli bulgulardır ve multi-organ tutulum riski yüksektir. Bu
tabloda C1q düzeyindeki düşüklük belirleyici rol oynar (146).
Wegener granülomatozu ve mikroskopik poliarteritte IgG ANCA pozitiftir.
Sitoplazmik ANCA (C-ANCA) pozitifliği Wegener granülomatozunda görülürken,
perinükleer ANCA (P-ANCA) pozitifliği mikroskopik poliarteritte daha sıktır (9).
Hipersensitivite vaskuliti bir ilaca veya infeksiyona maruz kalma sonrası ya da
idiopatik olarak ortaya çıkan postkapiller venülleri tutan küçük damar vaskülitidir.
Lökositoklastik vaskülit histopatolojisi gösterir. Klinik olarak ateş, ürtiker, artralji,
lenfadenopati, yüksek sedimentasyon ve düşük kompleman düzeyi görülür. Düşük C3, C4
seviyesi ve damar duvarında IgA saptanmaması ile HSP’den ayrılır (147). Sistemik Lupus
Eritematozus’da C3 düzeyi düşük, damar duvarında ve mesengiumda IgG ve C1q
depolanması vardır. Henoch-Schönlein purpurası’nda serum C3 düzeyi genellikle normal,
damar duvarında ve mezengiumda ise IgA depolanması vardır (45,114).
Henoch-Schönlein purpurası dışında normal deride IgA birikimi tanımlanan durumlar
başlıca IgA nefropatisi, kronik alkol alımı, dermatitis herpetiformis, inflamatuvar barsak
hastalığı, ankilozan spondilit, prostat ve bronkojenik maliniteler ve ilaçlara bağlı gelişen
vaskülitlerdir (41).
Henoch-Schönlein purpurası pediatrik inflamatuar barsak hastalıkları arasında yer
almaktadır. Gastrointestinal sistem bulgularının apandisit, pankreatit gibi akut batın tablosuna
neden olabilecek durumlardan, yersinia, klebsiella gibi bakteriyel enterokolitlerden,
inflamatuar barsak hastalıklarından ve malignitelerden ayırıcı tanısı yapılmalıdır (114). Renal
bulguların ve bunlara eşlik eden diğer sistem bulgularının akut glomerülonefrit
(postenfeksiyoz glomerulonefrit), nefrotoksisite veya diğer kronik renal hastalıklara neden
olan diğer tablolardan ayırt edilmesi gerekmektedir. C3 düzeyi ayırıcı tanıda yardımcı olabilir.
IgA nefropatisinde döküntünün belirgin olmadığı durumlarda HSP’den ayırımı önemlidir
(17).
Okul öncesi dönemde HSP akut skrotal ödemle ortaya çıkabilir. Bu tabloda testis
torsiyonu ve epididimiorşit gibi önemli iki bulgu ayırıcı tanıda değerlendirilmelidir (110).
17
İki yaş altı bebeklerde ani başlangıçlı ateş ve yaygın purpura varlığında HSP dışında
Kawasaki hastalığı, meningokoksemi ve infantil hemorajik ödem ayırıcı tanıda
düşünülmelidir (148).
Yukarda tanımlanan klinik tabloların dışında sepsis ve başta idiyopatik
trombositopenik purpura olmak üzere kanama diyatezinin bozulduğu hastalıklar öncelikle
purpuraya neden olan durumlardır. Bu amaçla öykü, trombosit sayısı, kanama ve pıhtılaşma
testleri, akut faz reaktanları ve kültür çalışmaları tanıda yardımcıdır. Henoch-Schönlein
Purpurası’nda bu testler normaldir. Sepsiste ise hastanın genel durumu bozuktur, yüksek ateş
ve daha yaygın yerleşimli purpurik döküntü mevcuttur (9,45).
3.11. Tedavi
Henoch-Schönlein Purpurası yüksek oranda kendiliğinden iyileşen bir hastalıktır.
Çoğunlukla yatak istirahati, hidrasyon şeklinde destek tedavisi ve hastaların böbrek ve
gastrointestinal sistem komplikasyonu yönünden monitörizasyonu yeterlidir. Başlıca
asetaminofen olmak üzere analjezikler ateş, eklem ve kas ağrısı varlığında yararlıdır. Non-
steroid antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ) belirgin artrit varlığında önerilmektedir. Eğer GİS
ve/veya renal tutulum mevcutsa NSAİİ kullanımından kaçınmak gerekir (10,46). Ayrıca H2
blokörler GİS tutulumunda verilebilir (149).
Şiddetli HSP nefritinde, trombotik olayların varlığında ve antikardiolipin ve
antiposfolipid antikor pozitifliğinde antikoagulanlar ve antitrombotikler (aspirin 80 mg/gun)
kullanılabilir (114).
Steroidlerin HSP’da kullanımı tartışmalıdır. Özellikle ciddi komplikasyonları ve
relapsları önlemedeki etkisi net değildir (150). Steroidler genellikle karın ağrısı, subkutan
ödem ve nefrit durumlarında kullanılır. Bir yılllık erken dönem kullanımında dönemde renal
tutulum ve akut gastrointestinal sistem komplikasyonu gelişimini önlemediği bildirilmiştir
(151). Dolayısıyla erken dönemde rutin kullanımı önerilmemektedir (151). Ancak belirgin
proteinüri gibi ciddi renal tutulum riski olan hastalarda verilmesi önerilmektedir (5). Nefritin
steroidlerle tedavisinde standart bir rejim bulunmamaktadır. Ciddi nefritin tedavisi ve
progresyonunun önlenmesinde başlangıçta metilprednizolon 30 mg/kg/gün ardışık 3 gün
bolus uygulama takibinde uygun oral tedavi iyi bir seçimdir (152). Yine Kawasaki ve
arkadaşları ciddi HSP nefritinde intravenöz metilprednizolon ve ürokinaz pals tedavisiyle 10
yıllık takip sonucunda %100 iyileşme tespit etmişlerdir (153). Tedavinin süresi klinik yanıta
göre değişir. Karın ve eklem ağrısı kliniği varlığında prednizon 1mg/kg/gün dozunda
18
ortalama iki hafta kullanımı şikayetlerin yoğunluğunu ve süresini azaltmada etkili
bulunmuştur (154). Ayrıca etkisi net olmamakla birlikte steroid tedavisinin barsaklarda
invajinasyon gelişimini önlemede kullanılabileceği bildirilmiştir (155).
Siklofosfamid, siklosporin, azatiyoprin, dipirimadol, yüksek doz immunglobulin,
plazmaferez özellikle ciddi nefritlerde kullanılan diğer tedavi ajanlarıdır. Sıklıkla bu ajanlarlar
steriodlerle kombine kullanılır (156,157,158). Özellikle steroid tedavisine dirençli olgularda
kombine tedaviler ilk seçenektir. Hızlı ilerleyen glomerulonefritte intravenöz steroid,
siklofosfamid, diprimadol ve oral steroid 3’lü kombinasyonu etkili bulunmuştur (159).
Bunlara plazmaferez, warfarin tedavileri eklenebilir. Steroid ve siklofosfamid tedavilerine
dirençli olgularda siklosporin-A tek başına faydalı alternatif bir tedavi olabilir (160,161).
Plazmaferez steroid ve siklofosfamid gibi başlıca tedavilere dirençli kresentik nefrit
olgularında denenmiştir; ortalama 5-9 seans şeklinde izole ve immunsüpresiflerle kombine
olarak kullanılmış ve iyileşme kaydedilmiştir (162,163).
Dapson tedavide kullanılan bir diğer ajandır. Ancak küçük serili çalışmalarda sadece
deri tutulumunda faydalı olduğu bildirilmiştir (164).
3.12. Prognoz
Henoch-Schönlein Purpurası’nda komplikasyon oranı düşüktür ve hastalık
kendiliğinden gerileyebilir. Hastaların çoğunda seyir çok iyidir ve kalıcı sekel bırakmadan
iyileşir. Henoch-Schönlein Purpurası’nda prognozu belirleyen esas faktörler; başlangıçta olan
böbrek tutulumunun derecesi, GİS ve SSS’de oluşan komplikasyonlardır. Hastalığın bulguları
çoğunlukla ilk on gün icinde geçsede klasik süre ortalama 4-6 haftadır. Hastalığın bir özelliği
de olguların % 50’sinde birkaç yıl sonraya kadar tekrarlamalar gösterebilmesidir (2).
Özellikle deri döküntüleri ilk 6 hafta icinde tekrarlayabilir. Döküntünün tekrarlaması
prognozu olumsuz yönde etkilemez. Ancak ağır döküntülerle giden ve ağır gastrointestinal
tutulumu olan hastalarda nefritin eşlik etme ihtimali artar (88).
Morbidite ve mortalitenin en sık nedeni ise böbrek tutulumudur. Erişkinlerde
glomerülonefrit sıklığı daha fazla olup 20 yaş ve üzerinde prognoz kötüdür (165). Yaş,
makroskopik hematürinin varlığı, erken dönem renal yetmezlik, 24 saatlik idrarda 1 g’ın
üzerinde proteinüri ileride gelişebilecek ciddi renal yetmezlik için risk faktörleri olarak
belirlenmiştir (166).
Son dönem böbrek yetersizliği olan hastaların %5-15’inden HSP nefriti sorumludur
(167). Nefritli hastaların uzun dönem takibinde gelişebilecek komplikasyonları tahmin etmek
19
güçtür. Henoch-Schönlein Purpurasında renal sebeplere bağlı mortalite %1-3’tur. Nefritik
sınırlarda proteinüri ve proteinüri olmadan hematüri saptanan vakaların coğu 3-6 ay içerisinde
düzelir. Bu hastalarda böbrek biopsisi ve tedavi gerekmez. Ancak bu hastaların %15’inde
başlangıc bulgularından bağımsız olarak ciddi böbrek yetersizliği gelişebileceğinden serum
üre ve kreatinin düzeyleri yönünden uzun dönem yakından takip edilmelidirler. Nefritik ve
nefrotik sendrom bulguları olan hastalarda iki yıl sonra %40 oranında normal renal
fonksiyonlar sağlanırken, %20 hastada mikroskopik hematüri ve/veya proteinüri gibi minör
bulgular ve kalan hastalarda ciddi renal yetersizlik saptanır (45). Nefrotik sendrom düzeyinde
proteinüri, makroskopik hematüri saptanması ve kreatinin klirensinin 70 ml/dk/1.73m2’den
düşük olması son dönem böbrek yetersizliği gelişmesi yönünde risk faktörleridir (9,17,113).
Hastalık başlangıcında böbrek yetersizliği, hipertansiyon ve nefrotik sendrom bulguları olan
vakalara böbrek biyopsisi yapılmalı ve tedavi ona göre planlanmalıdır. Renal histolojik
incelemede minimal değişiklikler ve hafif fokal segmental glomerulonefrit saptanan hastaların
önemli bir kısmı iki yıl icinde tamamen normale dönerken, geri kalan hastalarda minör idrar
bulguları tespit edilir. Kresent görülen vakaların önemli bir kısmının uygun tedavi ile yıllar
içinde normal idrar bulgularına ve renal fonksiyonlara sahip olabildiği görülmüştür.
Tekrarlanan biopsilerde yalnızca %10 hastada bulgular ilerlemiş olarak saptanır (45,167).
Renal tutulum dışında hastalığın gidişi invajinasyon ve perforasyon gibi akut karın
tablosuyla komplike hale gelebilir. İnvajinasyon gelişen olgularda postoperatif mortalite %20
iken, operasyona alınmayan olgularda mortalitenin %50 olduğu saptanmıştır (168).
20
4. DİREKT İMMUNFLORESAN İNCELEME
1960’lı yıllardan beri kullanıma giren immunfloresan teknikler geniş dermatolojik
hastalık grubunda hastalığın daha iyi tanınması ve özgün, doğru tanı koymayı sağlarken,
hastalıkları sınıflandırmayı da kolaylaştırır.
İmmunfloresan teknikler büllöz hastalıklar, liken planus, lupus eritematozus ve
vaskülitlerin tanısında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu testler otoimmün hastalıkların
tanısında en sık kullanılan antikor testleridir (169). Otoantikorlar direkt veya indirekt
immunfloresan yöntemle gösterilebilir (170).
Direkt immunfloresan inceleme birçok inflamatuar ve otoimmün mukokutane
hastalıkta tanı değeri taşır, hücre ve dokularda antijen, depolanmış antikor ve diğer hücre
sekresyonlarının varlığını inceler. Floresin konjügat ile inkübe edilen frozen kesitlerden
yapılmış doku örneklerinde; flokrom boyaların UV radyasyon ışık yayması prensibi ile
mikroskopta immunreaktan birikimleri araştırılır (170).
Büllöz hastalıklar haricinde biyopsi örneği lezyonlu bölgeden alınır ve kuru plastik bir
tüp içinde, likid nitrojenle dondurulur veya Michel sıvı transport medium ile muhafaza
edilebilir. Dondurulmuş kesitler kriyostat ile kesilerek lam üzerinde kurutulur. Ph 7.2 de
fosfat salin (PBS) ile yapılan işlemden sonra, kesitler anti human IgM, IgG, IgA, C3,
Fibrinojen gibi floresan isotiosiyonat (FITC) işaretli konjugatlarla inkübe edilir. Dokuda
depolanmış immunglobulin veya antikor mevcut ise tanımlanan antiseruma bağlanır. FITC ye
spesifik olarak bağlanan anithuman antikorlar floresan verir (171). Genellikle 2 florokrom
kullanılır. Floresan en sık kullanılandır. Proteine en iyi konjuge olanı elma yeşili floresan
yayan floresan isotiosiyanattır. İkinci boya ise proteine rodamin isotiosiyanat veya sülfonil
klorid formunda konjuge olan ve portakal rengi veren rodamin RB 200 dür (172,173).
Florokrom boyaların doku kesitlerine veya hayvan dokularına eklenen proteinlere
konjuge olarak uygun filtrelerde UV ışık ilimünasyonu altında yaydıkları floresanın
lokalizasyonu, reaktif antijenin dokudaki yerleşim bölgesine işaret eder (172,173). Bu sonuç,
spesifik bir reaksiyon anlamına gelmez (171). Sonuçlar, derideki reaksiyonun tipi, patern,
lokalizasyonuna göre yorumlanır. Ana depolanma bölgeleri keratinositlerin interselüler
yüzeyi, bazal membran, kan damarları ve çevresi ile keratinosit nukleusudur. Daha az spesifik
depolanmalar, keratinosit sitoplazmasında, stratum korneumda, dermisteki sitoid cisimlerde
oluşabilir. Antikor ve kompleman birikimleri granuler, fibriler, lineer, homojen, ipliksi, kaba,
küme halinde, benekli (nokta) tarzında gözlenebilir (174). Birkaç depolanma paterni birlikte
21
gözlenebilir (171). Sağlıklı bireylerde uzun süre güneşe maruz kalan deri bölgesinde yapılan
DIF incelemede, devamlılık göstermeyen zayıf birikim gözlenebilir (174).
22
5. GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı
Polikliniğine 2002-2009 tarihleri arasında başvurmuş, ayrıca Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilimdalı Polikliniği ile İçhastalıkları Anabilimdalı polikliniklerinde değerlendirilerek
tarafımıza yönlendirilmiş klinik, histopatolojik, direkt immunfloresan inceleme ve
laboratuvar bulguları ile HSP tanısı almış olguların klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif
olarak incelendi.
Poliklinik takip kartlarında; anamnez, genel fizik muayene, dermatolojik muayene,
histopatoloji ve DİF bulguları, hastaların tedavi ve takip bilgileri ile gerekli durumlarda
yapılan serolojik testlerin ve ek incelemelerin sonuçları yer almaktaydı. Hastalara ait veriler
bu kartlar taranarak elde edildi. Hastaların eksik bilgileri, Çocuk Kliniği, İç Hastalıkları
Nefroloji Bilimdalı ve Patoloji Anabilimdalının geriye dönük arşivleri incelenerek
tamamlandı. 2006 yılında yayınlanan çocukluk çağı vaskülitlerinin yeni sınıflaması dikkate
alınarak HSP tanı kriterine uygun 40 hasta seçildi.
Çalışma amacına yönelik, bu hastaların tümünün kart verileri retrospektif olarak detaylı
şekilde değerlendirilerek analiz edildi. Analiz edilen veriler; “hastanın cinsiyeti, tanı yaşı, yaş
grubu (çocuk-erişkin), deri, eklem, gastrointestinal sistem ve renal tutulumunun olup
olmadığı, etyolojik faktörlerin eşlik edip etmediği, tam idrar, gaitada gizli kan, biyokimya,
sedimantasyon, CRP, hemogram, histopatolojik ve DİF inceleme sonucu” ana başlıklarını
kapsıyordu.
Analiz edilen semptom veya klinik bulgular; deri tutulumu, ekstremiteler ve/veya
gövdede palpabıl purpura, eklem tutulumu, eklem şişliği ve/veya eklem ağrısından en az
birinin olmasına göre belirlendi. Gastrointestinal sistem tutulumunda karın ağrısı ve/veya
kanlı dışkılamadan en az birinin varlığı esas alındı. Renal tutulum belirlenirken tam idrar
tetkikinde izole hematüri, izole proteinüri, hematüri ve proteinüri birlikteliğinin varlığı göz
önünde tutuldu.
Histopatolojik incelemede, hematoksilen-eosin boyama kullanılmıştı ve histopatolojik
inceleme sonuçları; lökositoklatik vaskülit ve non-spesifik bulgular şeklinde 2 grupta
değerlendirildi.
Direkt immunfloresan inceleme için, olguların güneşe kapalı vücut bölgelerindeki
purpurik döküntülerin kenarından alınan 4mm büyüklüğündeki deri örneklerinden Thermo
Shandon® Cryomatrix Frozen Specimen Embedding Medium içinde dondurularak 4 µ doku
kesitleri (Leica CM ® 1900, Deutz) elde edilmişti. İmmunreaktanların derideki birikimi,
23
floreseinli antihuman IgM, IgG, IgA, kompleman C3 ve fibrinojen konjugatları (The Binding
Site®, Birmingham, UK) kullanılarak DİF teknikle immunfloresan mikroskopta (Zeiss-
Axioskop® MC 63-M35 W) incelenmişti. Direkt immunfloresan inceleme yapılmış olan
hastaların bulguları, DİF boyanma paternleri açısından değerlendirilerek gruplandırıldı. Direkt
immunfloresan incelemede saptanan IgM, IgG, IgA, C3 ve fibrinojen birikimleri boyanma
şekline göre altı başlık altında gruplandırıldı:
• Perivasküler birikim
• Dermoepidermal alanda birikim (lineer, granüler, fibriler, fibrogranüler)
• Sitoid cisim
• Perivasküler + bazal membranda birikim
• Perivasküler + sitoid cisim
• Hiç birikim saptanmadı
Literatürdeki genel görüş dikkate alındığında hastalar, 20 yaş ve 20 yaş altı olanlar
çocuk, 20 yaş üzeri olanlar erişkin olarak kabul edildi (93,94). Yaş gruplarına göre bulgular;
genel demografik özellikler, etyolojik faktörler, hastaların başvuru şikayetleri, klinik tutulum
tipi, biyokimya, hemogram ve akut faz reaktanlarının değerlendirilmesinin dışında tüm hasta
grubunda histopatolojik ve DIF bulguları incelendi. Histopatolojik inceleme sonucu
lökositoklastik vaskülit olan ve olmayan hastalarda DİF bulgularının farklılıları araştırıldı.
Dosya taraması ile toplanan tüm veriler Statistical Packages for the Social Sciences (SPSS)
for Windows XP Release 11,5 version istatistik programından yararlanılarak değerlendirildi.
Henoch-Schönlein Purpurası tanılı 40 hastanın DİF verileri, 2002-2009 yılları arasında
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniğine
başvurmuş, lokalize deri lezyonları nedeniyle DİF inceleme yapılmış, spesifik bir tanı
konmamış ve otoimmun hastalığı olmayan, sağlıklı kabul edilen 40 olgunun DİF verileriyle
karşılaştırıldı.
Ayrıca; sistemik tutulum açısından renal, GİS ve eklem tutulumu olan/olmayan,
laboratuvar bulguları açısından lökositoz, ESH ve CRP değeri artışı gösteren/göstermeyen,
etyolojik faktör olarak ÜSYE öyküsü olan ve herhangi bir etyolojik neden saptanamayan
HSP’li olguların DİF bulguları birbirleriyle karşılaştırıldı.
İstatistik yöntemler; Karşılaştırmalarda kappa uyum katsayısı, Ki-kare (χ2) testi veya
Fisher’in kesin Ki-kare testi kullanılırken altın standart teste göre 2x2 tablolarda ise sensitivite
ve spesifite hesaplandı. p <0.05 anlamlı kabul edildi.
Araştırma sonucunda elde edilen veriler literatür verileri ışığında tartışıldı.
24
6. BULGULAR
6.1. Genel demografik özellikler
2002-2009 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji
Anabilim Dalı polikliniğine başvuran, ayrıca Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilimdalı,
İçhastalıkları Anabilimdalı polikliniklerinde değerlendirilerek tarafımıza yönlendirilmiş,
sistematik bir şekilde takip edilen veya takipsiz olmakla beraber HSP tanısı almış 40 olgunun
29’u (%72.5) çocuk, 11’i (%27.5) yetişkindi. Yaş ve cinsiyete göre demografik özellikler
Tablo 1’de gösterilmiştir.
Henoch-Schönlein Purpurası tanısı almış olan çocuk olguların %66’sında (n=19)
erişkin olguların ise %54’ünde (n=6), hastalığı tetikleyebilecek herhangi bir nedene
rastlanmadı. Araştırmamızda olgularda HSP’ye yol açan etyolojik faktörler Tablo 2’de
gösterilmiştir. 40 olgunun yaklaşık 1/3 ünde etyolojik faktör saptanabilmiştir (%37.5, n=15).
hastalığa sebep olan bir faktör saptandı. Etyolojik faktörler içinde en sık görülen üst solunum
yolu infeksiyonu her iki grupta aynı oranda yer alıyordu (Erişkin %27, çocuk %27). Erişkin
olguların birinde (%9.1) Ailesel Akdeniz Ateşi, diğerinde ise primeri belli olmayan metastatik
malignite saptanmıştı (%9.1)
Tablo 1. Henoch-Schönlein Purpurası tanılı 40 olgunun demografik özellikleri
Olguların
yaşa göre
dağılımı
Demografik özellikler
Ortalama tanı yaşı
En sık yaş aralığı
Erkek/
Kadın
oranı
Çocuk n=29
(%72.5)
10.28±4.61 5-15
17/12
(1.4/1)
Erişkin n=11
(%27.5)
33.82±13.91 20-30
7/4
(1.75/1)
Toplam n=40
Erkek n=24 16.54±14.18
16.75±13.35
2-56
2-57
24/16
(1.5/1)
Kadın n=16 17.06±12.44 6-57
25
Tablo 2. Henoch-Schönlein Purpura’lı çocuklarda (≤ 20 yaş) ve erişkinlerde (> 20 yaş)
etyolojik faktörlerin dağılımı
6.2. Klinik bulgular
Araştırmadaki olguların klinik bulgularının şematik dağılımı Şekil 1’de verilmiştir.
Olguların tamanında (n=40) palpabıl purpurayla karakterize deri tutulumu saptanmıştı.
Palpabıl purpura en sık alt ekstremitede saptandı. Üst ekstremite tutulumu; çocuk olguların
12/29’unda (%41.4) erişkin olguların 4/11’inde (%36.4) görüldü. Gövde tutulumu; çocuk
olguların 3/29’unda (%10.3) erişkin olguların 1/11’inde (%9.1) saptandı.
Eklem tutulumu incelendiğinde çocuk olguların 17/29’unda(%58.6) erişkin olguların
4/11’inde ( %36.4) saptandı.Grupların eklem tutulumu istatistiksel olarak anlamlı değildi,
(p=0.293). Artrit bulgusu çocuk olguların 8/29’unda(%27.6) erişkin olguların 2/11’inde
( %18.2) saptandı.
Gastrointestinal sistem tutulumu çocuk olguların 17/29’unda(%58.6) erişkin olguların
5/11’inde (%45.5) tespit edildi ve GIS tutulumu gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi
(p=0.498). Gastrointestinal sistem tutulumu olan olguların tamamında temel semptom karın
ağrısı idi. Kanlı dışkılama çocuk olguların 2/29’unda (%6.9) mevcutken, erişkin hastalarda bu
bulguya rastlanmadı. Gaitada gizli kan testi 20/40 olguda bakılmıştı. (Bunların 15/29’u çocuk,
5/11’i erişkin idi) Buna göre gaitada gizli kan çocuk olguların 3/15’inde (%20) pozitiflik
saptanırken, erişkin olgularda pozitiflik saptanmadı.
Yaşa göre dağilım
Etyolojik faktörler
Çocuk(n=29)
Erişkin(n=11)
p
χ2
Üst solunum yolu inf. 8 (%27.5) 3 (%27.2) 1.000 0.000
Aşılanma 2 (%6.9) - 1.000 0.799
Ailevi Akdeniz ateşi - 1 (%9.1) 0.275 2.704
Primeri bilinmeyen metastatik
tümör
- 1 (%9.1) 0.275 2.704
26
Renal tutulum çocuk olguların 15/29’unda(%51.7), erişkin olguların 6/11’inde(
%54.5) belirlendi ve istatistiksel olarak gruplar arasında anlamlı ilişki yoktu(p=1.000).
Hematüri çocuk olguların 9/29’unda erişkin olguların 5/11’inde (%31’e karşılık %45.5),
proteinüri çocuk olguların 14/29’unda erişkin olguların ise 6/11’inde (%48.3’e karşılık
%54.5) mevcuttu.
Çalışmamızda olguların polikliniklere başvurduğu dönemdeki şikayetleri
değerlendirildiğinde; döküntü %100, karın ağrısı %55, artralji %50, artrit %25, kanlı
dışkılama %5 olguda saptanırken, kanlı idrar yapma öyküsü alınmadı. 40 olgunun
polikliniklere ilk başvuru şikayetine göre dağılımı Şekil 2’de gösterilmiştir.
29/11 17/4 17/5 15/6
0
20
40
60
80
100
Deri Eklem GİS Renal
100
58.6 58.651.7
100
36.445.5
54.5
Şekil 1. Çocuk ve erişkin Henoch-Schönlein olgularındaki klinik bulgular
Çocuk n=29
Erişkin n=11
27
6.3. Laboratuvar bulguları
Henoch-Schönlein Purpurası tanısı almış olan olgular biokimyasal parametreler
açısından üre, kreatinin, AST, ALT, GGT, ALP bakılarak değerlendirilmişti. Tamamı
laboratuvar referanslarına göre normal sınırlarda saptandı.
Olguların hemogramları incelendiğinde; 8/40’ında (%20) anemi (hemoglobin ≤ 11
g/dL) çocuk olguların 5/29’unda erişkin olguların 3/11’inde (%17.2’ye karşılık %27.3),
16/40’ında (%40) lökositoz (lokosit sayısı 10.0x1000/μl’in uzeri ) çocuk olguların 12/29’unda
erişkin olguların 4/11’inde (%41.4’e karşılık %36.4), 4/40’ında (%10) trombositoz (trombosit
sayısı 450x1000/μl üzeri) çocuk olguların 4/29’unda saptanırken erişkin olguların hiçbirinde
(%13.8’e karşılık %0) saptanmadı.
Akut faz reaktanları değerlendirildiğinde; Eritrosit sedimentasyon hızı olguların
13/40’ında (%32.5) çocuk olguların 10/29’unda erişkin olguların 3/11’inde (%34.5’e karşılık
%27.3) 20 mm/saat’in üzerinde saptandı. CRP olguların 33/40’ında incelenmişti. 14/33
olguda (%42.4) çocuk olguların 9/23’ünde, erişkin olguların 5/10’unda (%39.1’e karşılık
%50) 5 mg/L’nin üzerinde bulundu (Tablo 3).
0
20
40
60
80
100100
55 50
25
5 0
Şekil 2. Olguların kliniğe başvuru şikayetlerine göre değerlendirilmesi
DöküntüKarınağrısıEklemağrısıEklemşişliğiKanlıdışkıKanlıidrar
28
Tablo 3. Henoch-Schönlein Purpuralı olguların hemogram ve akut faz reaktan bulguları
*Lökositoz; lökosit sayısı 10.0x1000/μl’in üzeri, anemi; hemoglobin değeri ≤ 11 g/dL,
trombositoz; trombosit sayısı 450x1000/μl üzeri, artmış ESH ≥ 20 mm/saat, artmış CRP
> 5 mg/L olmasına göre belirlendi.
6.4. Histopatolojik inceleme bulguları
Çalışmaya alınan 40 olgunun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji
Anabilim Dalı polikliniğine başvurduğu dönemde histopatolojik değerlendirme için palpabıl
purpura karakterindeki bir lezyondan alınan ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji
Anabilimdalı tarafından değerlendirilen örneklere ait histopatoloji raporları incelendi.
Buna göre olguların 32/40’ında (%80) lökositoklastik vaskülit ile uyumlu;
lökositoklazi, perivasükler ve/veya damar duvarında nötrofilik birikim saptanırken, 8/40’ında
(%20) değişik derecelerde perivasküler lenfositik infiltrasyon ve eritrosit ekstravazasyonu ile
karakterize non-spesifik bulgular tespit edildi.
6.5. Direkt immunfloresan inceleme bulguları
40 olgunun, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı
polikliniğine başvurduğu dönemde immunolojik değerlendirme için palpabıl purpura
karakterindeki bir lezyondan alınan ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilimdalı İmmunoloji Laboratuvarında değerlendirilen örneklere ait protokol
defter kayıtları incelendi. Buna göre immunreaktanların derideki birikiminin dağılımı; birikim
yeri ve birikim paterni Tablo 4 ve 5’de belirtilmiştir.
Yaşa göre dağılım
Laboratuvar
bulguları
Çocuk
(n=29)
Erişkin
(n=11)
Toplam
(n=40)
Lökositoz 12 (%44.1) 4 (%36.4) 16 (%40)
Anemi 5 (%17.2) 3 (%27.3) 8 (%20)
Trombositoz 4 (%13.8) 0 (%0) 4 (%10)
Artmış ESH 10 (%34.5) 3 (%27.3) 13 (%32.5)
Artmış CRP değeri 9/23 (%39.1) 5/10 (%50) 14/33 (%42.4)
29
Direkt immunfloresan incelemede deride en sık C3’de birikim saptandı. (n=36, %90)
Fibrinojen birikimi ikinci sıklıkta saptanırken (n=32, %80) IgA birikimi hastaların 31/40’ında
(%77.5), IgM birikimi hastaların 30/40’ında (%75), IgG birikimi hastaların 1/40’ında (%2.5)
saptandı (Tablo 4).
Direkt immunfloresanda immunreaktanların derideki birikim yerleri dikkate
alındığında en sık perivasküler yerleşim olduğu (102/130, %78.5) gözlendi (Resim 1-4).
İkinci sıklıkta dermoepidermal ve perivasküler birikimin birlikte bulunduğu olgulardı ve
19/130 (%14.6) oranındaydı. Tek başına DEB birikimi %2,3 iken tek başına sitoid birikim
%4.6 sıklığında bulundu.
Direkt immunfloresan incelemede birikim paterni dikkate alındığında en sık granüler
(41/130, %31.5), daha az sıklıkta DEB’de lineer (6/130, %4.6), fibriler (4/130, %3.1) ve
fibrogranüler birikim (1/130, %0.8) mevcuttu (Tablo 5).
Kontrol grubunu oluşturan 40 olgunun DİF sonuçlarında; C3 de 11/40 (%27.5),
IgM’de 9/40 (%22.5), Fibrinojende 4/40 (%10), IgA’da 1/40 (%2.5) oranında birikim
saptanırken IgG hiçbir olguda görülmedi.
Henoch-Schönlein Purpurası tanılı 40 olgunun DİF sonuçları ile sağlıklı 40 olgunun
DİF sonuçları Fisher kesin Ki-kare testi ile istatistiki olarak karşılaştırıldı. IgA, IgM, C3 ve
fibrinojen birikimi, sağlıklı kontrollere göre ileri derecede anlamlı oranda yüksek bulundu
(p<0.001) (Tablo 6).
Henoch-Schönlein Purpuralı olgulardan vaskülit histopatolojisi gösteren olgular ile
non-spesifik histopatoloji gösteren olguların DIF incelemede immunreaktanların dağılımı
dikkate alınarak istatistiki karşılaştırılma yapıldığında vaskülit histopatolojisine sahip
hastalarda IgA birikiminin ileri düzeyde anlamlı olduğunu tespit ettik (p=0.008). Kompleman
3 (%90) ve Fibrinojen (%81) birikimi yüksek oranda görülmesine rağmen non-spesifik
histopatoloji gösteren olgularla karşılaştırılması istatistiki olarak anlamlı sonuç vermedi
(p=1.000, p=0.650) (Tablo 7).
Direkt immunfloresan incelemede immunreaktan birikimleri sistem tutulumları
açısından incelendiğinde deride IgM, IgG, IgA, C3 ve Fibrinojen birikimi ile renal, GİS ve
eklem tutulumları arasında istatiksel olarak anlamlı bir birliktelik saptanmadı (p>0.05) (Tablo
8,9,10).
Henoch-Schönlein Purpuralı, geçirilmis ÜSYE öyküsü veren 11 olgu ile etyolojik
neden saptanamayan 25 olgunun DİF sonuçlarının istatiki karşılaştırılmasında deride IgM,
IgG, IgA, C3 ve Fibrinojen birikimi ile ÜSYE birlikteliği arasında anlamlı bir ilişki
bulunmadı (p>0.05) (Tablo 11).
30
Laboratuvar bulgularına göre; Henoch-Schönlein Purpura tanısı almış ve lökositoz,
ESH , CRP değerinde artışı saptanan olgular ile lökositoz, ESH ve CRP değeri artışı
saptanmayan olguların DİF inceleme sonuçlarının ayrı ayrı istatistiki karşılaştırılmasında
deride IgM, IgG, IgA, C3 ve Fibrinojen birikimi ile lökositoz, ESH ve CRP değeri artışı
arasında anlamlı bir istatiksel birliktelik tespit edilmedi (p>0.05) (Tablo 12,13,14).
Tablo 4: Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda immunreaktanların birikim yerleri *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
Tablo 5: Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda immunreaktanların birikim paternleri
*Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı.
İmmunreaktanlar Deride birikim yeri
IgM
IgG
IgA
C3
F
Toplam
PV 15 - 28 24 27 94 (%72.3) CB 4 1 - - 1 6 (%4.6) DEB 1 - - - 2 3 (%2.3)
PV+CB 6 - 2 - - 8 (%6.2) DEB+PV 4 - 1 12 2 19 (%14.6)
Toplam 30 1 31 36 32 130
İmmunreaktanlar
Deride
birikim tipi
IgM
IgG
IgA
C3
F
Toplam
Granüler 6 - 5 13 1 25 (%19.2)
Fibriler 2 - - - 2 4 (%3.1)
Lineer - - - 1 5 6 (%4.6)
Fibrogranüler 1 - - - - 1 (%0.8)
Özellik yok 21 1 26 22 24 94 (%72.3)
Toplam 30 1 31 36 32 130
31
Tablo 6: Henoch-Schönlein Purpuralı olgular ile sağlıklı kontrol grubunun direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
*Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı.
Tablo 7: Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda histopatolojik bulgulara göre
vaskülitik/non-vaskülitik olguların direkt imunfloresan inceleme bulgularının
karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
ÇALIŞMA
GRUPLARI
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
HSP
(n=40)
30 1 31 36 32
Sağlıklı kontrol
(n=40)
9 0 1 11 4
P <0.001* 1.000 <0.001* <0.001* <0.001*
χ2 22.06 1.01 46.88 32.24 39.60
HİSTOPATOLOJİK
BULGU TİPİ
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
Lökositoklastik
vaskülit var (n=32)
24 1 28 29 26
Non-spesifik
bulgu var(n=8)
6 0 3 7 6
P 1.000 1.000 0.008* 1.000 0.650
χ2 0.000 0.256 9.176 0.069 0.156
32
Tablo 8: Henoch-Schönlein Purpuralı renal tutulumu olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
Tablo 9: Henoch-Schönlein Purpuralı GİS tutulumu olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
SİSTEMİK TUTULUM
TİPİ
İMMUNREAKTANLAR IgM IgG IgA C3 F
Renal tutulum var (n=21)
16 1 14 19 17
Renal tutulum yok (n=19)
14 - 17 17 15
P 1.000 1.000 0.133 1.000 1.000 χ2 0.033 0.928 2.976 0.011 0.025
SİSTEMİK
TUTULUM TİPİ
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
GİS tutulumu
var (n=22)
15 1 18 21 18
GİS tutulumu
yok (n=18)
15 - 13 15 14
P 0.464 1.000 0.705 0.155 1.000
χ2 1.212 0.839 0.523 2.828 0.101
33
Tablo 10: Henoch-Schönlein Purpuralı eklem tutulumu olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
Tablo 11: Henoch-Schönlein Purpuralı üst solunum yolu infeksiyonu geçirmiş olgular ile
etyolojik neden saptanamayan olguların direkt immunfloresan inceleme bulgularının
karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
SİSTEMİK
TUTULUM TİPİ
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
Eklem tutulumu
var (n=21)
15 - 15 19 18
Eklem tutulumu
yok (n=19)
15 1 16 17 14
P 0.721 0.475 0.457 1.000 0.442
χ2 0.301 1.134 0.935 0.011 0.902
ETYOLOJİK
FAKTÖR
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
Üst solunum yolu
infeksiyonu öyküsü
saptanmış (n=11)
8 - 10 10 8
Etyolojik faktör
saptanmamış
(n=25)
19 1 19 23 21
P 1.000 1.000 0.400 1.000 0.650
χ2 0.044 0.453 1.084 0.012 0.620
34
Tablo 12: Henoch-Schönlein Purpuralı lökositoz olan/olmayan olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması
*Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
Tablo 13: Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda ESH yüksek/normal olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
ESH:Eritrosit sedimentasyon hızı
LABORATUVAR
BULGUSU
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
Lökositoz var
(n=16)
11 1 14 15 15
Lökositoz yok
(n=24)
19 - 17 21 17
P 0.482 0.400 0.272 0.638 0.114
χ2 0.556 1.538 1.529 0.417 3.151
LABORATUVAR
BULGUSU
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
ESH artmış
(n=13)
11 - 10 12 11
ESH normal
(n=27)
19 1 21 24 21
P 0.451 0.341 1.000 1.000 1.000
χ2 0.950 1.977 0.004 0.114 0.256
35
Tablo 14: Henoch-Schönlein Purpuralı olgularda CRP yüksek/normal olguların direkt
immunfloresan inceleme bulgularının karşılaştırılması *Fisher kesin Ki-kare testi ile hesaplandı
LABORATUVAR
BULGUSU
İMMUNREAKTANLAR
IgM IgG IgA C3 F
CRP yüksek
(n=14)
10 1 10 12 10
CRP normal
(n=19)
14 - 16 18 16
P 1.000 0.424 0.422 0.561 0.422
χ2 0.021 1.400 0.788 0.794 0.788
36
7. HENOCH-SCHÖNLEİN PURPURALI OLGULARIMIZA AİT DİREKT
İMMUNFLORESAN İNCELEME ÖRNEKLERİ (RESİMLER)
Resim 1.
(10x40 büyütme)
DİF incelemede IgA ile
papiller dermiste
perivasküler birikim.
Resim 2.
(10x40 büyütme)
DİF incelemede IgA ile
dermiste perivasküler
birikim.
37
Resim 3.
(10x40 büyütme)
DİF incelemede C3 ile
dermiste perivasküler
birikim.
Resim 4.
(10x63 büyütme)
DİF incelemede IgM
ile dermiste
perivasküler birikim.
38
8. TARTIŞMA
Birçok otoimmun hastalıkta özellikle hastalık patogenezini açıklamak ve hastalık
tanısına destek olmak amacı ile deride immunreaktan birikimleri araştırılmaktadır.
Lökositoklastik vaskülitler başta olmak üzere özellikle küçük damar vaskülitlerinde çok
sayıda immunojik çalışma bildirilmiştir.
Grundwall 1997 yılında bildirdiği 40 hastalık çalışmada LV’te farklı histolojik
evrelerle DİF bulguları arasındaki ilişkiyi değerlendirmiştir. Hastaların %92’sinde DİF
pozitifken, erken ve geç her iki evrede de başlıca fibrinojen ve C3 birikimi tespit eden
çalışmacılar, DİF incelemenin vaskülit tanısında her evrede duyarlı olabildiğine dikkat
çekmiştir (175).
Kultahanan ve arkadaşları ise 2004 yılında yaptıkları retrospektif çalışmada 100 LV
hastasında DİF sonuçlarını değerlendirmişler, hastaların %76’sında immunreaktan birikimi
saptamışlardır. Örnekler alındığında örnek yaşı 1-7 gün arasında olup, en sık C3 (%73)
birikimi, takiben sırasıyla IgM 35%, IgA 12% ve IgG 8% birikimleri gözlenmiştir. 1 günlük
lezyonlarda immunreaktan birikimi hastaların %82 sinde pozitif iken, bu oran 2-7 günlük
lezyonlarda %74 olarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla çalışmacılar DİF incelemede 1 günden
uzun lezyonlarda immunreaktan birikim sıklığının azaldığı görüşünü savunmuşlardır (176).
Wegener granülomatozis’inde hastalığın aktif döneminde IgG ve/veya IgA içeren
immunkompleks birikimi tespit edilmiştir (177).
Hipokomplementemik ürtikeryal vaskülitte ise dermiste interstisyel nötrofilik
infiltrasyonla birlikte damarlarda ve bazal tabaka boyunca immunglobulin veya C3
birikimiyle karakterize immunolojik paterne rastlanmıştır (178).
Ayrıca diğer vaskülit tiplerinden Behçet hastalığında da hastalığın tanısını ve
patogenezini belirlemede DİF incelemelere yer verilmiştir.
Akdağ Köse ve arkadaşları 1994 de 58 Behçet hastasında yaptığı lezyon çevresi
normal deri, lezyonlu deri, pozitif ve negatif paterji bölgelerinden yaptıkları DİF
incelemelerinde %70 IgM, %65.5 C3, %81 fibrinojen, %22.4 IgA ile birikim gözlemişlerdir
(179).
Akdağ Köse başka bir çalışmasında 108 Behçet hastasında lezyon çevresi normal deri,
lezyonlu deri, pozitif ve negatif paterji test bölgelerinden yaptıkları DİF inceleme sonuçlarını
36 sistemik lupus eritematozus (SLE) hastası ve 20 sağlıklı bireyin DİF sonuçları ile
karşılaştırmış; IgG haricinde, kontrol grubu ile kıyaslandığında Behçet hastalarında yüksek
oranda C3,Fibrinojen ve IgM birikimi saptanmıştır. Sistemik lupus eritematozus olguları ile
39
karşılaştırdıklarında ise Behçet Hastalarında SLE ye benzer oranda IgM, IgA, C3 birikimi
gözlerken, fibrinojen birikimi Behçet hastaları grubunda daha yüksek oranda bulunmuştur. Bu
sonuçların Behçet hastalığı patogenezinde otoimmünitenin rolünü kuvvetle desteklediği
sonucuna varılmıştır (180).
Özel bir tip LV olan HSP’de genellikle majör klinik bulguların tamamı bir arada
görülmemekte; deri, eklem, GİS ve renal tutulum olmak üzere 4 majör klinik bulgudan biri
diğerinden önce ortaya çıkarken, renal tutulumun ilk bulgu olarak ortaya çıkması oldukça
nadirdir. Akut hemorajik ödem, hipersensitivite vasküliti, lupus eritematozus, Wegener
hastalığı ve mikroskopik polianjitis gibi vaskülitlerde HSP’de olduğu gibi benzer klinik
bulgular ortaya çıkabilmektedir. Bazı serolojik parametreler, lupus nefriti ve Wegener
hastalığını ayırt etmede yardımcı olabilir ancak hipersensitive vasküliti ve akut hemorajik
ödem gibi diğer vaskülit formlarında bu mümkün değildir. Henoch-Schönlein Purpurası’nın
tersine hipersensitive vasküliti ve akut hemorajik purpuranın kronik böbrek yetmezliğine
öncülük etmemesi HSP’nin benzer klinik tablolardan ayırımını önemli kılmaktadır. Henoch-
Schönlein Purpurası’nda üriner bulgular tamamen düzelse dahi yıllar içinde kronik böbrek
yetmezliği gelişebileceği bildirilmiştir. Henoch-Schönlein Purpurası’nda sadece klinik
bulgular eşliğinde tanı koymak, yanlış tanıyı ve beraberinde gelişebilecek önemli
komplikasyon riskini de beraberinde getirmektedir. Henoch-Schönlein Purpura tanısında
kliniğin yanı sıra laboratuvar yöntemlerin de yetersiz kalması nedeniyle IgA aracılıklı bir
vaskülit olan HSP tanısında immunolojik incelemeler önemli hale gelmiştir.
Henoch-Schönlein Purpurası’nda DİF incelemeyle ilgili ilk çalışma 1965 yılında
Miescher ve arkadaşları tarafından 2 HSP hastasında yapılmıştır. Fibrinojen dışında
immunglobulin ve kompleman birikiminin saptanmaması, vasküler hasarlanmada immün
kompleks birikiminin olmadığı fikrine yöneltmiştir (181).
1973 yılında Baart de la Faille-Kuyper ve arkadaşları 4 hastada hem lezyonlu hem de
lezyonsuz deride perivasküler IgA ve fibrin, daha az miktarda IgG, IgM ve kompleman
birikimini göstermişlerdir. Bu bulgu HSP vaskülitinin immunkompleks aracılıklı bir hastalık
olduğunu ortaya koymuş ve diğer laboratuvar bulgularıyla desteklenerek HSP tanısında
belirleyici kriterlerden biri olabiliceği bildirilmiştir (120).
Ayrıca HSP’de deri ve böbrekte izole veya baskın immunreaktan birikimini gösteren
pekçok çalışma mevcuttur (121,126,182,183).
Henoch-Schönlein Purpurası tanısında günümüze kadar yapılan çalışmalarda en sık
başvurulan sınıflamalar, 1990 yılında ARD’nin bildirdiği klasik sınıflama ve burada yer
40
verilen kriterlerin yeniden düzenlenmesi ile oluşturulan sınıflamalardır (119,134,184). Ancak
araştırmacıların aksine bu sınıflamalarda immunfloresan bulgularına yer verilmemiştir.
Rao ve arkadaşları 1998 yılında, ARD’nin Wegener granülomatozis, poliarteritis
nodoza, dev hücreli arterit ve hipersensitivite vasküliti gibi çeşitli vaskülit tiplerinde
belirlediği tanı kriterlerini değerlendirmek için prospektif çalışma yapmışlardır. Çalışma
sonucunda vaskülit tanısına giderken biyopsiyle desteklenmiş bulgulara yer verilmesi
gerekliliğini savunmuşlar ve bu yönden ARD’nin belirlediği kriterleri eksik bulmuşlardır
(185).
Murali ve arkadaşları 2002 de bildirdikleri prospektif çalışmada Hindistanlı 71 primer
kutanöz vaskülit hastasını ARD kriterlerine göre sınıflandırmış, hastaların %64.8’ine HSP
tanısı koymuşlardır. DİF inceleme bulgularıyla kombine ettiklerinde tanıdaki duyarlılığın
%78.9’a çıktığını kaydeden çalışmacılar; ARD klasik tanı kriterlerinin duyarlılığını
bildirilenden daha düşük tespit etmişler, özellikle erişkin HSP hastalarının tanısında yetersiz
olduğunu savunmuşlardır (186).
Bununla birlikte diğer vaskülitik sendromlar göz önüne alındığında kutanöz
damarlarda IgA birikiminin HSP ile sınırlı olmaması ve bazı eski çalışmalarda LV’de IgA
birikiminin az oranda tespiti yada tespit edilmemesi, özel tip bir lökositoklastik vaskülit olan
HSP için direkt immunfloresan incelemede IgA birikiminin anlamlı olup olmadığı
tartışmasını beraberinde getirmiştir (123,124).
Yukarıda anlatılan gerekçeler doğrultusunda IgA birikimi zemininde DİF
incelemenin Henoch-Schönlein vasküliti tanısındaki özgüllüğü ve duyarlılığını
belirlemeye yönelik araştırmamızı yapma gereği duyduk. Çalışmamızda hasta grubundaki
DİF inceleme bulgularını ayrıntılı olarak belirledik ve sağlıklı kontrollere ait DİF inceleme
bulgularıyla istatiksel olarak karşılaştırdık.
Araştırmamızda 40 olguya ait immunfloresan verilerini sağlıklı kontrol
grubunun DİF bulgularıyla karşılaştırdığımızda IgA, IgM, C3 ve fibrinojen birikiminde
ileri düzeyde anlamlı istatiksel veriler elde ettik (p<0.001). Literatürleri incelediğimizde
HSP’de immunfloresan incelemeye yönelik sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırmalı
yapılmış çalışmaya rastlamadık.
Çalışmamıza en yakın araştırma, Barnadas ve arkadaşlarının 2004 yılında yaptıkları
klinik ve histopatolojik olarak lökositoklastik vaskülit tanısı alan 50 hastayla, vaskülit kliniği
olan ancak histopatolojik bulguları non-spesifik olan 15 kontrol hastasının immunfloresan
bulgularının karşılaştırıldığı prospektif çalışmadır. Bu çalışmada vaskülit hastalarında kontrol
41
grubuna kıyasla hem lezyonlu hem lezyon çevresi deride, sadece IgA birikiminde istatiksel
olarak anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0.005 ve p=0.033) (122).
Barnadas’ın çalışmasına paralel olarak kendi olgu grubumuzda histopatolojik olarak
lökositoklastik vaskülit bulguları olan 32 olgu ile non-spesifik bulguları olan 8 HSP
olgusunun DİF sonuçlarını karşılaştırdığımızda sadece IgA birikiminde anlamlılık tespit
ettik (p=0.008). Bununla beraber non-spesifik histopatoloji bulguları olan 8 olgunun aynı
bölgeden alınan örneklerinde DİF incelemede tüm immunreaktanlarda yüksek oranda
pozitiflik bulundu (Tablo VII). Çalışmamızda hem vaskülit olan hemde non vaskülit
bulguları olan olgularda yüksek oranda immunreaktan saptanması HSP hastalarında
aynı bölgeden alınan biyopsilerde non-spesifik histopatolojik bulgular olmasına rağmen
DİF incelemede pozitiflik saptandığına dikkat çeken Helander’ in çalışmasını destekler
niteliktedir (126). Bu nedenle klinik olarak HSP veya LV ön tanısı düşünülen hastalarda
negatif histopatolojik sonuç yanıltıcı olabilir. Dolayısıyla histopatolojik inceleme
bulgularının DİF inceleme bulgularıyla mutlaka desteklenmesi gerektiği görüşündeyiz.
Çalışmamızda lezyondan alınan örneklere ait DİF bulguları değerlendirildiğinde;
immunreaktanların en sık birikim yeri perivasküler (PV) yerleşimdi (%78.5) (Resim 1-4).
Henoch-Schönlein Purpurası’nda DİF incelemeye yönelik çalışmalarda araştırmacılar
özellikle IgA’nın yüzeyel dermisteki damar duvarı ve çevresinde granüler karakterde
birikimini vurgulamışlardır (120,121,126,182,183). Çalışmamızda ikinci sıklıkta
dermoepidermal bileşkede (DEB) granüler (%19.2) birikim saptadık. Daha az sıklıkta
DEB de lineer (%4.6), fibriler (%3.1) ve fibrogranüler (%0.8) birikim tespit ettik. Bizim
çalışmamızda saptadığımız şekilde HSP olgularında DEB’deki birikim bulgusunu
tartışacağımız literatüre rastlamadık. Dolayısıyla HSP’de DEB’deki birikim ilk kez ortaya
konmuştur.
Araştırmamızda DİF incelemede immunreaktanların birikim sıklığını
değerlendirdiğimizde en sık saptadığımız konjugat %90 oranında C3 ikinci sıklıkta ise
%80 oranında Fibrinojen birikimi idi. Sıklık sırasına göre IgA birikimi %77.5, IgM
%75, IgG ise enaz sıklıkta %2.5 oranındaydı. Bu verileri sağlıklı kontrollerle
kıyasladığımızda istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı sonuçlar elde edildi (p<0.001).
Hene ve arkadaşları 1986’da yaptıkları çalışmada 25 HSP hastasında IgA ile birlikte
%52 oranında IgM, %44 oranında C3 ve %36 oranında IgG birikimi tespit etmişlerdir (183).
Van Hale ve arkadaşları 20 HSP hastasında yaptıkları çalışmada en sık IgA
pozitifliğini lezyonlu deride %75, perilezyonal deride %67 olarak bildirmişlerdir. Fibrinojen,
C3, IgM sıklıklarına göre tespit edilen diğer immunreaktanlar olurken, IgG birikimi ise hiçbir
42
hastada belirlememişlerdir (121). Çalışmamızda elde ettiğimiz %77.5 IgA birikim oranı
Van Hale ile uyumlu olmakla beraber araştırmamızda en sık saptanan konjugat % 90
oranı ile C3 , %80 ile Fibrinojen birikimi idi.
Yine Barnadas ve arkadaşları LV hastalarında DİF incelemede hem lezyonlu (%82)
hem de lezyon çevresi normal deride (%68) IgA ‘yı en sık biriken immunglobulin olarak
belirlemişlerdir. Takiben IgM (%56’ya karşılık %34) ve IgG’de (%20’ye karşılık %8)
oranında birikim gözlemişlerdir (122).
Ayrıca Sais ve arkadaşları çoğunluğu yetişkin olan histopatolojik olarak
lökositoklastik vaskülit tanısı koydukları 160 hastanın 102’sinde DİF inceleme yapmışlar,
bizim araştırma bulgularımıza benzer şekilde en sık C3 birikimini %80.4 oranında, ikinci
sıklıkta IgA birikimini %64.7 oranında tespit etmişlerdir (123).
Araştırmamızdan elde ettiğimiz DİF bulguları doğrultusunda HSP’de başlıca C3
(p<0.001), fibrinojen (p<0.001), IgA (p<0.001) ve IgM (p<0.001) birlikteliğiyle
karakterize çoklu immun birikim saptadık. Çalışma grubumuzdaki hastaların
histopatolojik inceleme ile ortaya konan LV bulguları dikkate alındığında ise DİF de
IgA birikiminin spesifikliği (p=0.008) HSP tanısında önemli bir veri olarak ortaya
kondu.
Bulgularımızı destekler nitelikte Barnadas başta olmak üzere pekçok araştırmacı
HSP’de izole IgA birikiminden ziyade, özellikle IgA baskınlığında bir birikimin olduğu
görüşüne varmışlardır (120,121,122,124,126).
Bazı araştırmacılar ise bu görüşün aksine HSP tanısında karakteristik immunpatern
olarak izole IgA, IgA ile C3 veya fibrinojen birlikteliğini öne sürmüşlerdir (187,188).
Henoch-Schönlein Purpurası’nda IgA baskınlığında çoklu immunbirikim paterni
araştırmacıların genel görüşünü yansıtmakla birlikte IgA haricindeki diğer immunreaktanların
HSP’yi diğer küçük damar vaskülitlerinden ayırmadaki rolü net değildir.
Sais ve arkadaşları DİF inceleme yaptıkları 102 hastadan sadece %5.2’sine HSP tanısı
koymuşlardır. İzole IgA birikimini özellikle HSP hastalarında saptayan araştırmacılar IgA ve
beraberinde diğer immünreaktanların birlikteliğinden çok özellikle IgA’nın tek başına veya
C3 ile birlikteliğinde HSP’yi diğer küçük damar vaskülitlerinden ayırmada değerli
olabileceğini öne sürmüşlerdir (123).
Barnadas ve arkadaşları ise izole IgA birikimi saptadıkları LV hastalarında HSP
tanısına varamamışlardır (122).
Helander ve arkadaşları yaptıkları çalışmada HSP tanısında IgA harici diğer
konjugatların tanıyı kesinleştirmede etkili olmadıklarını vurgulamışlardır (126).
43
Araştırmamızda DİF incelemede sağlıklı kontrollere göre IgA dışında IgM, C3 ve
fibrinojen birikiminde de anlamlılık tespit etmekle beraber, HSP tanısı almış LV
histopatolojisi gösteren olgularda sadece IgA birikiminin anlamlı olması, HSP tanısı koyarken
DİF incelemede en anlamlı bulgunun IgA birikimi olduğu görüşünü destekler niteliktedir.
Bununla birlikte sağlıklı kontrollerle karşılaştırmada istatiksel olarak ileri düzeyde anlamlı
bulunan IgM, C3 ve Fibrinojenin birikiminin DİF incelemenin HSP tanısındaki önemini
artırdığı görüşündeyiz. Ayrıca HSP olgularının ve sağlıklı kontrol grubunun DİF inceleme
bulgularını özgüllük ve duyarlılık açısından değerlendirdiğimizde IgA birikiminin
duyarlılığının %77.5, özgüllüğün %97.5 olması nedeniyle; HSP tanısında IgA
birikiminin varlığı HSP’ye özgü spesifik bir bulgudur diyebiliriz.
Henoch-Schönlein Purpurası’nda DİF incelemenin etkinliğini değerlendiren en önemli
çalışmalardan birisi Mayo klinikten Helander ve arkadaşlarına aittir. 1995 yılında yaptıkları
çalışmada özellikle erişkin hastalara ait son 7 yılda değerlendirilen 5000 adet DİF örneğinin
kayıtlarını incelemişlerdir. Henoch-Schönlein Purpurası tanısında DİF incelemenin yüksek
duyarlılığa sahip olduğunu belirten araştırmacılar, DİF inceleme klinik ve histopatolojik
bulguları biraraya getirerek HSP tanısında duyarlılığı ve özgüllüğü %90’ın üzerinde olan bir
sınıflandırma ortaya çıkarmışlardır (126).
Barnadas ve arkadaşları lökositoklastik vaskülit tanısında sadece IgA birikimini
anlamlı bulurken, lezyonlu deride IgA birikiminin duyarlılığını %82 gibi yüksek oranda
saptamışlardır (122).
Van Hale ve arkadaşları HSP’de immunglobulin ve kompleman birikimlerinin tümünü
ele aldıklarında DİF incelemenin tanıdaki duyarlılığını %90, lezyonlu deride IgA birikiminin
duyarlılığını %75 olarak tespit etmişlerdir (121). Bu çalışmalarla bizim araştırmamız
kıyaslandığında benzer şekilde DİF incelemede deride IgA birikiminin tanıda yüksek
duyarlılığa sahip olduğunu tespit ettik.
Barnadas ve arkadaşları ise lezyonlu deride IgA birikiminin özgüllüğünü %73 olarak
bildirmekle birlikte LV tanısındaki duyarlılığına göre daha düşük bulmuşlardır (122).
Helander ve arkadaşları vasküler IgA birikiminin vaskülitik veya non-vaskülitik
pekçok hastalıkta görülebilmesi nedeniyle, HSP tanısında duyarlılığı yüksek olan bu bulgunun
klinik bulgular olmaksızın özgüllüğünün düşük olduğunu savunmuşlardır (126).
Çalışmamızda Helander ve Barnadas’ın aksine lezyonlu deride IgA birikiminin özgüllüğünü,
duyarlılığına oranla daha yüksek oranda saptadık.
Elde ettiğimiz veriye paralel olarak, Hene ve arkadaşları granüler IgA birikiminin
HSP, primer IgA nefropatisi veya alkolik karaciğer hastalığı tanısında %94 oranındaki
44
özgüllüğüyle patognomik olmamakla birlikte tanı belirteci olabileceği görüşüne varmışlardır
(183).
Çalışmamızın sağlıklı kontrol grubu içeren tek çalışma olmasının ve kontrol grubu
içeren diğer çalışmaların değişik klinik özellikler içermesinin, DİF incelemede IgA duyarlılığı
ve özgüllüğünde farklı değerlerin ortaya çıkmasında etkili en temel faktör olduğunu
düşünmekteyiz. Ayrıca çeşitli çalışmalarda HSP tanısında değişik tanı kriterlerinin
kullanılmış olması, hasta gruplarının sayı ve yaş kriteri açısından farklı özellikler içermesi
bunda rol oynayan diğer faktörler arasında sayılabilir.
Araştırmamızda HSP’nin sistemik tutulum tipleriyle DİF bulguları arasındaki ilişkiyi
değerlendirdik. Renal tutulumu olan hastalarda deride en sık C3 birikimi (%90)
saptanırken renal tutulumu olmayan hastaların DİF sonuçlarıyla istatiksel olarak
karşılaştırdığımızda IgA (p=0.133), IgM (p=1.000), IgG (p=1.000), C3 (p=1.000) ve
fibrinojen (p=1.000) birikimlerinin istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermediğini
saptadık.
Henoch-Schönlein Purpurası ve benzer fizyopatolojilik özelliğiyle HSP’nin bir
varyantı olarak kabul edilen IgA nefropatisinde yapılan çalışmalar, her iki hastalıkta da deri
ve mezengiumda IgA, C3 ve fibrinojenin baskın şekilde birikimini ortaya koymuştur (124).
Baart de la Faille-Kuyper ve arkadaşları 12’si HSP hastası olan farklı nefropati
kliniğine sahip 262 hastanın deri ve böbrek biyopsi örneklerinden yaptıkları DİF incelemede
45 hastada deride ve bunların 35’inde aynı zamanda mezengiumda baskın olarak IgA birikimi
tespit etmişlerdir. Çalışmacılar derideki damarlarda IgA birikimiyle, fokal segmental
intrakapiller proliferasyonla birliktelik gösteren mezengial IgA birikim arasında yakın ilişki
olduğunu bu nedenle de deride immunfloresan incelemenin renal tutulumu göstermede ve tanı
koymada değerli olduğunu öne sürmüşlerdir (189).
Van Hale ve arkadaşları ise HSP hastalarında renal tutulum ile normal deride IgA
birikimi arasında ilişki saptamamışlardır (121). Araştırmamızda klinik ve laboratuar
olarak renal tutulumu olan ve olmayan olgular arasında IgA, IgM, C3 ve Fibrinojen
birikimiyle renal tutulum arasında istatiksel bir birliktelik belirlemedik. Bunun yanında
olgularımızın renal dokuya ait immunfloresan inceleme bulguları olmadığından derideki
immunreaktan birikimleri ile renal tutulum arasındaki ilişki arasında daha ayrıntılı sonuç elde
edemedik.
Bulgularımızın aksine Barnadas ve arkadaşları ise yaptıkları çalışmada proteinüri
kliniği olan hastaların lezyonlu derisindeki IgA birikimini renal hasarlanmayla istatiksel
45
olarak ilişkilendirmiştir. Ancak tutulumun şiddetiyle herhangi bir ilişki kuramamışlardır
(122).
Çalışmamızda GİS tutulum olan hastalarda en sık C3 ve Fibrinojen birikimi
mevcutken, GİS tutulumu olmayan hastaların DİF sonuçları ile yapılan istatistiki
karşılaştırmada IgM (p=0.464), IgG (p=1.000), IgA (p=0.705), C3 (p=0.155) ve fibrinojen
(p=1.000) birikiminde anlamlı ilişki bulunamadı.
Helander ve arkadaşları deride IgA birikimini pozitif/negatif saptadıkları vaskülit
hastalarını klinik olarak karşılaştırmışlar IgA pozitif grupta GİS tutulumunu belirgin olarak
fazla saptamışlardır (126).
Eklem tutulum olan olgularımızda ise en sık C3 ve fibrinojen birikimi görüldü.
Bununla birlikte eklem tutulumu olmayan hastaların DİF sonuçları ile yapılan
istatistiki karşılaştırmada IgM (p=0.721), IgG (p=0.475), IgA (p=0.457), C3 (p=1.000) ve
fibrinojen (p=0.442) birikimi ile anlamlı bir ilişki saptanmadı. Literatürde HSP
hastalarında deride immunreaktanların birikimi ile GİS veya eklem tutulumu arasındaki
ilişkiyi ortaya koyan bir çalışma tespit etmedik. Araştırmamızda deride IgA, C3, IgM ve
Fibrinojen birikimi ile GİS ve eklem tutulumu arasında anlamı ilişki bulunmamış
olmasına rağmen literatürde bu yönde veri ortaya koyan ilk çalışma olması nedeniyle
önem arzetmektedir.
Henöch-Schönlein Purpurası çocukluk çağının en sık görülen vasküliti olup, bebek ve
erişkinlerde nadiren ortaya çıkar. Genel olarak bildirilen yaş aralığı 6 ay ile 86 yaş
arasındadır. Çocuklarda en sık 5-15 yaş arasında ortaya çıkarken ortalama görülme yaşı 5-
6’dır (6,7,8). Trapani ve arkadaşları İtalyan çocuklarda ortalama görülme yaşını 6.1 (10),
Dalezolova ve arkadaşları Çek Cumhuriyetinde 7.2 (16), Nong ve arkadaşları Taiwanda 6.2
olarak bildirmişlerdir (190). Ülkemizde çocuklarda yapılan çalışmalarda ortalama görülme
yaşını Mir ve arkadaşları (96) 171 hastada 8.9 olarak, Peru ve arkadaşları (191) 254 hastada
8.65 şeklinde bildirmişlerdir.
Erişkinlerde yapılmış belirgin bir epidemiyolojik çalışma yoktur. Pillebout ve
arkadaşları 15 yıl veya üzeri süredir HSP nefriti olan takipli 250 erişkin hastada yaptıkları
retrospektif çalışmada hastalığın ortalama başlangıç yaşını 50 bulmuştur (166). Blanco ve
arkadaşları 162 hastalık bir çalışmada 46 erişkin hastada ortalama görülme yaşını 53.2 olarak
tespit etmişlerdir (93). Çalışmamızda tanı yaşı 2 ile 57 yaş arasında değişirken ortalama
tanı yaşı (16,75±13,351) olarak bulundu. Çocuklarda ortalama tanı yaşı literatüre göre
yüksek olmakla birlikte (10,28±4,613) hastaların %58,6’sı literatürle uyumlu olarak 5 ile
46
15 yaş aralığındaydı. Erişkin olgulardaki ortalama tanı yaşı ise bildirilen ortalamanın
altındaydı (33,82±13,913).
Henoch-Schönlein Purpurası’nın erkeklerde daha sık görüldüğüne dair görüşler
ağırlıkta olup bu oran yaklaşık 2:1 olarak bildirilmiştir (9,12,192). Bunun aksine bazı
araştırmacılar kadın cinsiyette daha sık görüldüğünü bildirmişlerdir (8,193). Çalışmamızda
erkek olguların oranı %60 (n=24), kadın olguların oranı %40 (n=16) bulunurken
erkek/kadın oranı 1.5/1 idi. Ayrıca araştırmacıların genelini destekler nitelikte,
erkek/kadın oranı çocuklarda 17/12, erişkinlerde 7/4 oranında erkekler lehine tespit
edildi.
Etyolojiye yönelik değerlendirmede çocuk olguların %27.5’inde (n=8) üst solunum
yolu infeksiyonu öyküsü saptanırken erişkin olgulara (n=3) göre anlamlı bir fark
saptanmadı (p=1.000). Henoch-Schönlein Purpurası özellikle çocuklarda en sık kış aylarında
ortaya çıkar, buna paralel olarak üst solunum yolu infeksiyonu hastaların %35-52’sinde ortaya
çıkan önemli bir tetikleyici faktördür (10,20,21). Bununla birlikte üst solunum yolu
infeksiyonu öyküsü veren 11 olgunun DİF bulguları değerlendirildiğinde en sık C3 ve
IgA (n=10) birikimi %91 oranında tespit edildi. Bu olguların DİF bulguları etyolojik neden
saptanamayan 25 olgunun DİF bulguları ile istatiksel olarak karşılaştırıldığında IgM
(p=1.000), IgG (p=1.000), IgA (p=0.400), C3 (p=1.000) ve fibrinojen (p=0.650) birikimi
ile üst solunum yolu infeksiyonu arasında anlamı bir ilişki bulunmadı. Diğer etyolojik
nedenlere baktığımızda 2 çocuk olguda (%5) hepatit-B ve influeanza olmak üzere aşılanma
öyküsü mevcuttu. Ayrıca 1 erişkin olguda (%2,5) FMF’le birliktelik ve 1 erişkin olguda
(%2,5) primeri belli olmayan metastatik malignite saptandı FMF’li hastalar ve gen taşıyan
kişilerde HSP gelişimi %5-10 olarak bildirilirken (42,194) ülkemizden Özdoğan ve
arkadaşları FMF’li hastalarda HSP gelişimini %7.2 oranında saptamışlardır (195). Neoplazi
bilinen önemli vaskülit nedenlerinden birisi olup maligniteli hastalarda vaskülit görülme oranı
yaklaşık %2.5-5’tir (196,197,198,199). Erişkin hastalarda malignite HSP’ye eşlik edebilir.
Bugüne kadar bildirilen olgu sayısı sadece 34 olup bunlardan 2’si olgumuza benzer şekilde
metastatik malignitesi olan hastalardır (44). Çocuk olguların %65.6’sında (n=19), erişkin
olguların ise %54.5’inde (n=6) herhangi bir etyolojik faktör saptanmadı.
Çalışmamızda olguların polikliniğimize başvurduğu dönemdeki şikayet, fizik muayene
ve laboratuvar bulgularına yönelik değerlendirmede; döküntü %100, artralji %50, artrit
%25, karın ağrısı %55, renal tutulum %52.5 olguda saptandı. Elde ettiğimiz verilerle
benzerlik gösteren çalışmalarda; ülkemizden Mir ve arkadaşlarının bildirdiği 141 hastalık
seride %100 döküntü, %50 eklem tutulumu, %31 GİS tutulumu ve %58.1 renal tutulum tespit
47
edilmiştir (96). Trapani ve arkadaşları 1998-2002 yılları arasında izlediği 150 hastada %100
döküntü, % 61 artrit, %51 karın ağrısı, %54 renal tutulum, %13 orşit, %5 pnömoni saptamıştır
(10). Chang ve arkadaşlarının 1991-2001 yılları arasında izlediği 261 hastada %100 döküntü,
%58 karın ağrısı, %43 artrit, %17 gastrointestinal kanama, %20 nefrit ve %1 SSS tutulumu
saptanmıştır (20). Literatürdeki diğer geniş serili çalışmalarda; Balmelli 1974-1993 yılları
arasında izlediği 139 hastada %60 ateş, %49 dokuntu, %79 eklem tutulumu, %66 karın ağrısı,
%43 renal tutulum, %7.9 skrotal şişme, %2.1 norolojik tutulum saptamıştır (200). Fischer 119
vakalı serisinde %76 eklem tutulumu, %76 GİS tutulumu, %54 renal tutulum, %17 orşit, %2
kas içi kanama olduğunu bildirmektedir (201). Çalışmamızda çocuk ve erişkin olgulardaki
klinik bulgular karşılaştırıldığında ise renal tutulumu erişkin hastalarda çocuklara göre
biraz daha fazla oranda saptadık (%54.5’e karşılık %51.7). Fakat bu fark istatistiksel
olarak anlamlı değildi (p=1.000). Henoch-Schönlein Purpurası’nda renal tutulum oranı
dikkate alındığında yapılan çalışmalar erişkinlerde görülme sıklığının daha fazla ve
prognozun daha kötü seyrettiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır (93,165,202). Bunun
yanında çocuk olgularda erişkinlere göre istatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte,
GİS (%58.6’ye karşılık %45.5, p=0.498) ve eklem tutulumları (%58,6’ya karşılık %36,4,
p=0.293) daha yüksek oranda bulundu. Erişkinlerde çocuk hastalara göre GİS ve eklem
tutulumunun daha nadir olduğu bildirilmiştir (93,165).
Olgular biokimyasal parametreler açısından üre, kreatinin, AST, ALT, GGT, ALP
bakılarak değerlendirildi. Tamamı laboratuvar referanslarına göre normal sınırlarda saptandı.
Hastaların hemogramları incelendiğinde; Peru ve arkadaşlarının yaptığı çalışmayla (191)
uyumlu olarak olguların %20’sinde anemi, %40’ında lökositoz saptandı. %10 olguda
trombositoz tespit edilirken, trombositopeniye hiçbir olguda rastlanmadı. Trombositopenin
olmaması purpuranın vaskülite bağlı olarak vasküler kaynaklı olduğunu göstermektedir.
Araştırmamızda ESH, olguların %32,5’inde, CRP, bakılan olguların %42,4’ünde
normal değerin üzerinde bulundu. Çalışmamızda artmış ESH değeri bazı
araştırmacıların aksine daha az, lökositoz ise daha fazla oranda tespit edildi (6,203). Bu
farklı oranların çıkmasında normal referans aralığının farklı belirlenmesinin ve hasta sayısının
etkisi olabilir. Araştırmacıların ortak görüşü ise HSP’de lökositoz, trombositoz, ESH ve CRP
yüksekliği gibi parametrelerin akut faz yanıtı göstermede anlamlı olduğudur (9,45). Bununla
birlikte HSP’li olgulardan laboratuvar bulgularına göre lökositoz, ESH ve CRP değeri artışı
saptanan olgular ile lökositoz, ESH ve CRP değeri artışı saptanmayan olguların DİF inceleme
sonuçlarının ayrı ayrı istatistiki karşılaştırılmasında; lezyonlu deride IgM, IgG, IgA, C3 ve
fibrinojen birikimi ile lökositoz, ESH ve CRP değeri artışı arasında anlamlı bir istatiksel
48
birliktelik saptanmadı (p>0.05). Elde ettiğimiz bu veri de literatürde ilk kez
araştırılmıştır.
Araştırmamızdan elde ettiğimiz DİF bulguları doğrultusunda HSP’de başlıca C3
(p<0.001), fibrinojen (p<0.001), IgA (p<0.001) ve IgM (p<0.001) birlikteliğiyle
karakterize çoklu immun birikim saptadık. Çalışma grubumuzdaki hastaların
histopatolojik inceleme ile ortaya konan lökositoklastik vaskülit bulguları dikkate
alındığında ise DİF de IgA birikiminin spesifikliği (p=0.008) HSP tanısında önemli bir
veri olarak ortaya kondu.
Sonuç olarak deride IgM, C3 ve Fibrinojenin birikiminin anlamlı oranda
olmasının DİF incelemenin HSP tanısındaki önemini artırdığı görüşündeyiz. HSP tanısı
koyarken klinik bulgular haricinde DİF incelemede lezyonlu deride özellikle IgA’nın
baskın birikiminin yanı sıra IgM, C3 ve Fibrinojen birikiminde istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlılık tesbit edilmesinin ortaya konmuş olması, HSP tanısında DİF
incelemenin çok duyarlı olduğu tezini ortaya çıkarmıştır. Hastalığın kesin tanısının
erken konması, takip planı ve tedavi açısından oldukça önemlidir. Dolayısıyla tanı
koyarken klinik bulgular, histolojik bulgulardan önce DİF bulgular ile mutlaka
desteklenmelidir.
Araştırma sonuçlarının sağlıklı kontrollerle kıyaslanarak anlamlı istatistiki
veriler elde edilmiş olması, araştırma sonuçlarımızı daha da anlamlı kılmaktadır. Bu
konuda HSP’de literatürde sağlıklı kişilerle kıyaslanan DİF araştırmasına
rastlanmaması, verilerin başka çalışmalarla desteklenmesi halinde, ileri sürdüğümüz;
‘‘HSP de tanı koyarken klinik bulgular histolojik tetkikden önce DİF bulguları ile
desteklenmelidir” tezini daha da kuvvetlendirecektir.
49
9. SONUÇLAR
1. Henoch-Schönlein Purpurası en sık çocuklarda 5-15 yaş arasında tespit edilirken,
erişkinlerde ortalama görülme yaşı 33.8 yıl olarak bulundu.
2. Olguların 16’sı (%40) kız, 24’ü (%60) erkek olup erkek/kadın oranı 1.5/1 olarak tespit
edildi. Bu oran çocuklarda 17/12, erişkinlerde 7/4 olmak üzere her iki grupta da erkekler
lehineydi.
3. Olgular muhtemel risk faktörleri açısından değerlendirildiğinde en sık üst solunum yolu
infeksiyonu geçirme öyküsü tespit edildi. Üst solunum yolu infeksiyonu öyküsü çocuklarda
erişkinlere göre daha sık olmakla beraber istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=1.000).
4. Etyolojik olarak üst solunum yolu infeksiyonu saptanan olgularda saptanmayanlara göre
deride IgM, IgG, IgA, C3 ve fibrinojen birikimleri arasında istatiksel bir farklılık saptanmadı
(p>0.05).
5. Çocuk olguların %65.6’sında (n=19), erişkin olguların ise %54.5’inde (n=6) herhangi bir
etyolojik faktör saptanmadı.
6. Olguların kliniğe başvurduğu dönemdeki şikayetleri sıklık sırasına göre; purpurik deri
döküntüsü (%100), karın ağrısı (%55), renal tutulum (%52.5) eklem ağrısı (%50) ve eklem
şişliği (%25) idi.
7. Renal tutulum erişkinlerde, GİS ve eklem tutulumu ise çocuklarda daha sık bulunurken,
sistemik tutulum açısından çocuk ve erişkin olgular arasında istatiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı (p>0.05).
8. Olgularda biokimyasal parametreler açısından bakılan üre, kreatinin, AST, ALT, GGT,
ALP değerlerinde herhangi bir patolojik bulgu tespit edilmedi. Hastalığın aktivitesiyle ilişkili
olarak lökositoz, trombositoz ve ESH’da artış, çocuklarda erişkinlere göre daha fazla oranda
belirlendi.
9. Laboratuvar bulgularına göre; lökositoz, ESH ve CRP değerlerinde artış DİF ile deride
IgM, IgG, IgA, C3 ve fibrinojen birikimleri arasında istatistiksel birliktelik saptanmadı
(p>0.05).
10. Direkt immunfloresan incelemede olguların tamamında lezyonlu deride en az bir
immunreaktan ile birikim saptandı Bu birikim oranları sağlıklı olguların DİF bulguları ile
istatiksel olarak karşılaştırıldığında C3, IgA, IgM ve fibrinojen birikimleri ile ileri düzeyde
anlamlılık saptandı (p<0.001). Derideki birikim yerleri açısından en sık PV, ikinci sıklıkta ise
DEB+PV birikim gözlendi. Perivasküler birikim gösteren immunreaktanlar sıklık sırasına
göre C3, IgA ve Fibrinojen idi.
50
11. İmmunreaktanların birikim tipine göre DEB’de en sık granüler, daha az sıklıkta lineer,
fibriler ve fibrogranüler birikim saptandı.
12. Henoch-Schönlein Purpura’lı olgulardan LV histopatolojisine sahip olgular ile non-
spesifik histopatolojik bulgularına olan olguların DİF bulgularının istatiksel
karşılaştırılmasında sadece IgA birikiminde spesifik olarak anlamlılık saptandı (p<0.008).
13. Henoch-Schönlein Purpurası’nda renal, GİS ve eklem tutulumu olmak üzere sistemik
tutulum tiplerinde DİF ile deride IgM, IgG, IgA, C3 ve fibrinojen birikimleri arasında
istatiksel bir birliktelik saptanmadı (p>0.05).
14. Çalışmamızdaki hasta ve sağlıklı kontrol grubuna ait DİF bulguları değerlendirildiğinde
HSP tanısında lezyonlu deride IgA birikiminin duyarlılığı %77.5, özgüllüğü %97.5 olarak
bulundu.
51
10. KAYNAKLAR
1. Egan CA., Taylor TB., Meyer LJ. (1999): Ig A1 is the major IgA subclass in cutaneous
blood vessels in Henoch-Schönlein purpura, Br J Dermatol Nov, 141(5), 859–62
2. Onat T. (1996): Henoch-Schönlein Vaskuliti. Cocuk Sağlığı ve Hastalıkları cilt II, Eksen
Yayınları s. 987-9
3. Schönlein JL. (1832): Allgemeine und Specielle Patologie und Therapie (3rd edition)
Wurzburg, Etlinger, p.41
4. Henoch EH. (1974): About a peculiar form of purpura. Am J Dis Child Jul, 128(1), 78-9
5. Henoch E. (1895): Neunter Abschnitt III. Die Hamorrhagische Diathese-Purpura,
Vorlesungen uber Kinderkrankheiten. Berlin, Hirschwald, p. 847
6. Saulsbury FT. (1999): Henoch-Schönlein purpura in children: report of 100 patients and
review of the literature, Medicine Nov, 78(6), 395-409
7. Sano H., Izumida M., Shimizu H., Ogawa Y. (2002): Risk factors on renal involvement and
significant proteinuria in Henoch-Schönlein purpura, Eur J Pediatr Apr, 161(4), 193-201
8. Calvino MC., Llorca J., Garcia-Porrua C., Fernandez Iglesias JL., Rodriguez Ledo P.,
Gonzalez-Gay MA. (2001): Henoch-Schönlein purpura in children from Northwestern Spain,
Medicine (Baltimor ) Sep, 80(5), 279-90
9. Tizard EJ., Hamilton-Ayres MJ. (2008): Henoch-Schönlein purpura, Arch Dis Child Educ
Pract Ed Feb, 93(1), 1-8
10. Trapani S., Micheli A., Grisolia F., Resti M., Chiappini E., Falcini F., De Martino M.
(2005): Henoch Schönlein purpura in childhood: epidemiological and clinical analysis of 150
cases over a 5-year period and review of literature, Semin Arthritis Rheum Dec, 35(3), 143-
53
52
11. Stewart M., Savage JM., Bell M., Mc Cort B. (1988): Long term renal prognosis of
Henoch-Schönlein purpura in unselected childhood population, Eur J Pediatr Feb, 147(2),
113-5
12. Abdel-Al., Hejazi Z., Majeed HA. (1990): Henoch-Schönlein purpura in Arab children.
Analysis of 52 cases, Trop Georg Med Jan, 42(1), 52-7
13. Farley TA., Gillespie S., Rasoulpour M., Tolentino N., Hadler JL., Hurwitz E. (1989):
Epidemiology of a cluster of Henoch-Schönlein purpura, Am J Dis Child Jul, 143(7), 798-803
14. Nielsen HE. Epidemiology of Schönlein-Henoch purpura, (1988): Acta Pediatr Scand
Jan, 77(1), 125-31
15. Gardner-Medwin JMM., Dolezalova P., Cummins C., Southwood TR. (2002): Incidence
of Henoch-Schönlein purpura, Kawasaki disease and rare vasculitides in children of different
ethnic origins, Lancet Oct 19, 360(9341), 1197-1202
16. Dolezalova P., Telekesova P., Nemkova D., Hoza J. (2004): Incidence of vasculitis in
children in the Czech republic: 2-year prospective epidemiology survey, J Rheumatol Nov,
31(11), 2295-99
17. Arslan Ş., Saatci U. (1995): Henoch-Schönlein Purpurası, Katkı Pediatri Dergisi, 16(2),
165-74
18. Allen DM., Diamond LK., Howell DA. (1960): Anaphylactoid purpura in children
(Schönlein-Henoch Syndrome), Am J Dis Child Jun, 99, 853
19. Maggiore G., Martini A., Grifeo S. (1984): Hepatitis B virus infection and Henoch-
Schönlein Purpura, Am J Dis Child Jul, 138(7): 681
20. Chang WL., Yang YH., Lin YT., Chiang BL. (2004): Gastrointestinal manifestations in
Henoch-Schönlein purpura: a review of 261 patients, Acta Pediatr Nov, 93(11), 1427–31
53
21. Chao HC., Kong MS., Lin SJ. (2000): Hepatobiliary involvement of Henoch-Schönlein
purpura in children, Acta Paediatr Taiwan Mar-Apr, 41(2), 63–8
22. Masuda M., Nakanishi K., Yoshizawa N. (2003): Group A streptococcal antigen in the
glomeruli of children with Henoch-Schönlein nephritis, Am J Kidney Dis Feb, 41(2), 366-70
23. Roza M., Galbe M., Gonzalez Baschwitz C., Fernandez M., Miguell MA. (1983): Henoch-
Schönlein purpura after shigellosis, Clin Nephrol Nov, 20(5), 269
24. Ayoub EM., McBride J., Schmiederer M., Anderson B. (2002): Role of Bartonella
henselae in the etiology of Henoch-Schönlein purpura, Pediatr Infect Dis J Jan, 21(1), 28-31
25. Hamidou MA., Gueglio B., Cassagneau E., Trewick D., Grolleau JY. (1999): Henoch-
Schönlein purpura associated with toxocara canis infection, J Rheumatol Feb, 26(2), 443-5
26. Novak J., Szekanecz Z., Sebesi J., Takats A., Demeter P., Bene L. (2003): Elevated levels
of anti-Helicobacter pylori in Henoch-Schönlein Purpura, Autoimmunity Aug, 36(5), 307-11
27. Hall TN., Brennam B., Leahy MF., Woodrogge AJ. (1998): Henoch-Schönlein purpura
associated with human immunodeficiency virus infection, Nephrol Dial Transplant Apr,
13(4), 988-90
28. Finkel TH., Torok TJ., Ferguson PJ., During EL., Zaki SR., Leung DY. (1994): Chronic
parvovirus B19 infection and systemic necrotizing vasculitis: opportunistic infection or
etiological agent?, Lancet, 343, 1255-8
29. Veraldi S., Rizzitelli G. (1994): Henoch-Schönlein purpura and human parvovirus B19,
Dermatology, 189(2), 213-4
30. Ferguson PJ., Saulsbury FT., Dowell SF., Torok TJ., Erdmann DD., Anderson LJ. (1996):
Prevalence of human parvovirus B19 infection in children with Henoch-Schönlein purpura,
Arthritis Rheum May, 39(5), 880-1
54
31. Islek I., Kalayci AG., Gok F., Muslu A. (2003): Henoch-Schönlein purpura associated
with hepatitis A infection, Pediatr Int Feb, 45(1), 114–6
32. Apostolopoulos P., Vafiadis-Zouboulis E., Delladetsima I., Charalambopoulos D.,
Archimandritis A., Katsilambros N. (1999): Henoch-Schönlein purpura associated with
Campylobacter enterocolitis, J Clin Gastroenterol Dec, 29(4), 346–7
33. Youmbissi TJ., Malik TQ., Ajit Kumar S., Rafi A., Al Khursanny AI., Karkar A. (2001):
Henoch-Schönlein nephritis and salmonella typhi septicaemia, Nephrol Dialysis Transplant
May, 16(5), 1081–2
34. Fiocchi O., Stabellini G., Squerzanti R., Stabellini N., Bedani PL., Tataranni G., Storari
A., Farinelli R., Cavazzini PL., Farinelli A. (1990): Henoch-Schönlein purpura after
Salmonella hirschfeldii infection, Nephron, 55(3), 316–20
35. Mormile R., D'Alterio V., Treccagnoli G., Sorrentino P. (2004): Henoch-Schönlein
purpura with antiphospholipid antibodies after influenza vaccination: how fearful is it in
children?, Vaccine Dec 16, 23(5), 567-8
36. Chave T., Neal C., Camp R. (2003): Henoch-Schönlein purpura following hepatitis B
vaccination, J Dermatol Treatment Sep, 14(3), 179–81
37. Courtney PA., Patterson RN., Lee RJE. (2001): Henoch–Schönlein purpura following
meningitis C vaccination, Rheumatology Mar, 40(3), 345–6
38. Mastroiacovo P. (1976): Measles vaccination and Schönlein-Henoch purpura, Minerva
Pediatr Aug 4, 28(25), 1591
39. Neyzi O, Ertuğrul T. (1990). İlac Alerjileri. Pediatri cilt II, Nobel Tıp Kitapevi, s. 592
40. Nan DN., Fernández-Ayala M., García-Ibarbia C, Gutiérrez-Santiago M., Hernández JL.
(2005): Henoch-Schönlein purpura after intravesical administration of bacillus Calmette-
Guérin, Scand J Infect Dis, 37(8), 613-5
55
41. Magro CM., Crowson AN. (1999): A clinical and histologic study of 37 cases of
immunoglobulin A-associated vasculitis, Am J Dermatopathol Jun, 21(3), 234-40
42. Gershoni-Baruch R., Broza Y., Brik R. (2003): Prevalence and significance of mutations
in the familial Mediterranean fevergene in Henoch-Schonlein purpura, J Pediatr Nov, 143(5),
658-61
43. Casanueva B., Rodriguez-Valverde V., Fariñas MC., Vallo A., Rodriguez-Soriano J.
(1990): Autologous mixed lymphocyte reaction and T-cell suppressor activity in patients with
Henoch-Schönlein purpura and IgA nephropathy, Nephron, 54(3), 224-8
44. Zurada JM., Ward KM., Grossman ME. (2006): Henoch-Schönlein purpura associated
with malignancy in adults, J Am Acad Dermatol Nov, 55(5), 65-70
45. Edekmann CM Jr., Bernstein J., Meadow SR., Spitter A., Travis LB. (1992): Schönlein-
Henoch Syndrome. In: Pediatric Kidney Disease, (2nd edition), Little, Brown and Company,
pp.1525-1533
46. Barnhill RL., Nousari CH., Xu X., Barksdale SK (2007): Vascular Diseases. In: Elenitsas
R., Johnson BL., Murphy GF., Elder DE. (eds): Lever’s histopathology of the skin, 10 th
edition, Lippincott Williams & Wilkins Publishing Philadelphia, pp.164
47. Ebert EC. (2008): Gastrointestinal manifestations of Henoch-Schönlein Purpura, Dig Dis
Sci Aug, 53(8), 2011-9.
48. Yang YH., Chuang YH., Wang LC., Huang HY., Gershwin ME., Chiang BL. (2008): The
immunobiology of Henoch-Schönlein purpura, Autoimmun Rev Jan, 7(3), 179-84
49. Yang YH., Wang SJ., Chuang YH., Lin YT., Chiang BL. (2002): The level of IgA
antibodies to human umbilical vein endothelial cells can be enhanced by TNF-alpha treatment
in children with Henoch-Schönlein purpura, Clin Exp Immunol Nov, 130(2), 352–7
56
50. Ozaltin F., Bakkaloglu A., Ozen S., Topaloglu R., Kavak U., Kalyoncu M., Besbas N.
(2004): The significance of IgA class of antineutrophil cytoplasmic antibodies (ANCA) in
childhood Henoch-Schönlein purpura, Clin Rheumatol Oct, 23(5), 426–9
51. Saulsbury FT. (2001): Henoch-Schönlein purpura, Curr Opin Rheumatol Jan, 13(1), 35–
40
52. Besbas N., Saatci U., Ruacan S., Ozen S., Sungur A., Bakkaloglu A., Elnahas AM.
(1997): The role of cytokines in Henoch-Schönlein purpura, Scand J Rheumatol, 26(6), 456–
60
53. Yang YH., Lai HJ., Huang CM., Wang LC., Lin YT., Chiang BL. (2004): Sera from
children with active Henoch-Schönlein purpura can enhance the production of interleukin 8
by human umbilical venous endothelial cells, Ann Rheum Dis Nov, 63(11), 1511–3
54. Topaloglu R., Sungur A., Baskin E., Besbas N., Saatci U., Bakkaloglu A. (2001):
Vascular endothelial growth factor in Henoch-Schönlein purpura, J Rheumatol Oct, 28(10),
2269–73
55. Nussinovitch M., Prais D., Finkelstein Y., Varsano I. (1998): Cutaneous manifestations of
Henoch-Schönlein purpura in young children, Pediatr Dermatol Nov-Dec, 15(6), 426-8
56. Liu PM., Bong CN., Chen HH., Huang YC., Huang CC., Yang KD., Wang CL. (2004):
Henoch-Schönlein purpura with hemorrhagic bullae in children: report of two cases, J
Microbiol Immunol Infect Dec, 37(6), 375-8
57. Legrain V., Lejean S., Taïeb A., Guillard JM., Battin J., Maleville J. (1991): Infantile
acute hemorrhagic edema of the skin: study of ten cases, J Am Acad Dermatol Jan, 24(1), 17-
22
58. Saraclar Y., Tinaztepe K., Adalioglu G., Tuncer A. (1990): Acute hemorrhagic edema of
infancy (AHEI) a variant of Henoch-Schönlein purpura or a distinct clinical entity?, J Allergy
Clin Immunol Oct, 86(4), 473-3
57
59. Wang YJ., Chi CS., Shian WJ. (1993): Clinical studies of Henoch-Schönlein purpura in
Chinese children, Zhonghua Yi Xue ZaZhi May, 51(5), 345-9
60. Cull DL., Rosario V., Lally KP., Ratner I., Mahour GH. (1990): Surgical implications of
Henoch-Schönlein purpura, J Pediatr Surg Jul, 25(7), 741–3
61. Ebina K., Kato S., Abukawa D., Nakagawa H. (1997): Endoscopic hemostasis of bleeding
duodenal ulcer in a child with Henoch-Schönlein purpura, J Pediatr Dec, 131(6), 934–6
62. Lippl F., Huber W., Werner M., Nekarda H., Berger H., Weigert N. (2001): Life-
threatening gastrointestinal bleeding due to a jejunal lesion of Henoch-Schönlein purpura,
Endoscopy Sep, 33(9), 811–3
63. Esaki M., Matsumoto T., Nakamura S., Kawasaki M., Iwai K., Hirakawa K. (2002): GI
involvement in Henoch-Schönlein purpura, Gastrointest Endosc Dec, 56(6), 920–3
64. Di Febo G., Gizzi G., Biasco G., Miglioli M. (1984): Colonic involvement in adult
patients with Henoch-Schönlein purpura, Endoscopy Jan, 16(1), 36–9
65. Cappell MS., Gupta AM. (1990): Colonic lesions associated with Henoch-Schönlein
purpura, Am J Gastroenterol Sep, 85(9), 1186–8
66. Van Wieringen PM., van der Zee CL., Hoevenaars F., Joosten HJ., Rieu PN. (1992):
Esophageal stricture as a complication in Henoch-Schönlein purpura, Eur J Pediatr Surg
Aug, 2(4), 236–8
67. Nielsen HE (1988): Epidemiology of Schönlein-Henoch purpura, Acta Paediatr Scand
Jan, 77(1), 125–31
68. Schwab J., Benya E., Lin R., Majd K. (2005): Contrast enema in children with Henoch-
Schönlein purpura, J Pediatr Surg Aug, 40(8), 1221–3
69. Choong CK., Kimble RM., Pease P., Beasley SW. (1998): Colo colic intussusception in
Henoch-Schönlein purpura, Pediatr Surg Int Dec, 14(3), 173–4
58
70. Gardner-Medwin JMM., Dolezalova P., Cummins C., Southwood TR. (2002): Incidence
of Henoch-Schönlein purpura, Kawasaki disease, and rare vasculitides in children of different
ethnic origins, Lancet Oct 19, 360(9341), 1197–202
71. Sonmez K., Turkyilmaz Z., Demirogullari B., Karabulut R., Aral YZ., Konu O., Baaklar
AC, Kale N. (2002): Conservative treatment for small intestinal intussusception associated
with Henoch-Schonlein’s purpura, Surg Today, 32(12), 1031–4
72. Wu CS., Tung SY. (1994): Henoch-Schönlein purpura complicated by upper
gastrointestinal bleeding with an unusual endoscopic picture, J Clin Gastroenterol Sep, 19(2),
128–31
73. Smith HJ., Krupski WC. (1980): Spontaneous intestinal perforation in Schönlein-Henoch
purpura, South Med J May, 73(5), 603–6
74. Chung DJ., Park YS., Huh KC., Kim JH. (2006): Radiologic findings of gastrointestinal
complications in an adult patient with Henoch-Schönlein purpura, Am J Roentgenol Oct,
187(4), 396–8
75. Kawasaki M., Suekane H., Imagawa E., Iida M., Hizawa K., Aoyagi K., Fujishima M
(1997): Duodenal obstruction due to Henoch-Schönlein purpura, Am J Roentgenol Apr,
168(4), 969–70
76. Reif S., Jain A., Santiago J., Rossi T. (1991): Protein losing enteropathy as a
manifestation of Henoch-Schönlein purpura, Acta Pediatr Scand Apr, 80(4), 482–5
77. McCrindle BW., Wood RA., Nussbaum AR. (1988): Henoch-Schönlein syndrome.
Unusual manifestations with hydrops of the gallbladder, Clin Pediatr May, 27(5), 254–6
78. Kumon Y., Hisatake K., Chikamori M., Hara H., Numata Y., Yamano T., Ohno F. (1988):
A case of vasculitic cholecystitis associated with Schönlein-Henoch purpura in an adult,
Gastroenterol Jap Feb, 23(1), 68–72
59
79. Hoffmann JC., Cremer P., Preiss JC., Ebhardt H., Kruschewski M., Buhr HJ., Zeitz M.
(2004): Gallbladder involvement of Henoch-Schönlein purpura mimicking acute acalculous
cholecystitis, Digestion Aug 3, 70(1), 45–8
80. Roy S (1972): Steatorrhea in Henoch’s syndrome, Br Med J Sep 16, 3(5828), 5
81. Wang L., Huang FC., Ko SF., Cheng MT. (2003): Successful treatment of mesenteric
vasculitis caused by Henoch-Schönlein purpura with methylprednisolone pulse therapy, Clin
Rheumatol May, 22(2), 140–2
82. Archimandritis A., Kalos A., Pantzos A., Sakellariou D., Malamas N., Fertakis A. (1994):
Hemorrhagic ascites in a patient with anaphylactoid purpura, J Clin Gastroenterol Apr, 18(3),
257-8
83. Santiago J., Blanco R., Gonzalez-Gay MA., Mateos A., Roses L., Andrade AS., Gonzalez-
Vela C. (1996): Henoch-Schönlein purpura with hemorrhagic ascites and intestinal serositis,
Gastrointest Endosc Nov, 44(5), 624–5
84. Lee TH., Lee EY., Cho YS., Yoo B., Moon HB., Lee CK .(2003): Concurrent occurrence
of chylothorax and chylous ascites in a patient with Henoch-Schönlein purpura, Scand J
Rheumatol, 32(6), 378–9
85. Katz S., Borst M., Seekri I., Grosfeld JL. (1991): Surgical evaluation of Henoch-
Schönlein purpura. Experience with 110 children, Arch Surg Jul, 126(7), 849–53
86. Gow KW., Murphy JJ., Blair GK., Magee JF., Hailey J. (1996): Multiple entero-entero
fistulae: an unusual complication of Henoch-Schonlein purpura, J Pediatr Surg Jun, 31(6),
809–11
87. Galla JH., Kohaut EC., Alexander R., Mestecky J. (1984): Racial difference in the
prevalence of IgA-associated nephropathies [Letter], Lancet Sep 1, 2(8401), 522
88. Kaku Y., Nohara K., Honda S. (1998): Renal involvement in Henoch-Schönlein purpura:
a multivariate analysis of prognostic factors, Kidney Int Jun, 53(6), 1755–9
60
89. Goldstein AR., White RH., Akuse R., Chantler C. (1992): Long-term follow-up of
childhood Henoch-Schönlein nephritis, Lancet Feb 1, 339(8788), 280–2
90. Stewart M., Savage JM., Bell B., McCord B. (1988): Long-term renal prognosis of
Henoch-Schönlein purpura in an unselected childhood population, Eur J Pediatr Feb, 147(2),
113–5
91. Coppo R., Mazzucco G., Cagnoli L., Lupo A., Schena FP. (1997): Long-term prognosis
of Henoch-Schönlein nephritis in adults and children. Italian Group of Renal
Immunopathology collaborative study on Henoch-Schnlein purpura, Nephrol Dial
Transplant Nov, 12(11), 2277-83
92. Haycock GB. (1998): The nephritis of Henoch–Schönlein purpura. In: Cameron JS et al
(eds): Oxford textbook of nephrology, 2nd ed, pp.585–612
93. Blanco R., Martinez-Taboada VM., Rodriguez-Valverde V. (1997): Henoch-Schonlein
Purpura in adulthood and childhood; two different expressions of the same syndrome,
Arthritis Rheum May, 40(5), 859–64
94. Uppal SS., Hussain MAS., Al-Raqum HA. (2006): Henoch-Schönlein’s Purpura in adults
versus children/adolescents: A comparative study, Clin Exp Rheumato Mar-Apr, 24(2), 26–
30
95. Cameron JS., Ogy CS. (1972): Schönlein-Henoch nephritis, Q J Med Jul, 41(163), 241-8
96. Mir S., Yavascan O., Mutlubas F., Yeniay B., Sonmez F. (2007): Clinical outcome in
children with Henoch-Schönlein nephritis, Pediatr Nephrol Jan, 22(1), 64-70
97. Habib R., Niaudet R., Levy M. (1994): Schönlein–Henoch purpura nephritis and IgA
nephropathy. In: Tisher CC, Brenner BM (eds): Renal pathology with clinical and functional
correlations, 2nd ed, pp.427–523
61
98. Algoet C., Proesmans W. (2003): Renal biopsy 2–9 years after Henoch Schönlein
purpura, Pediatr Nephrol May, 18(5), 471–3
99. Davin JC., Weening JJ. (2003): Diagnosis of Henoch-Schönlein purpura: renal or skin
biopsy?, Pediatr Nephrol Dec, 18(12), 1201–3
100. Ronkainen J., Ala-Houhala M., Huttunen NP., Jahnukainen T., Koskimies O., Ormala T.,
Nuutinen M. (2003): Outcome of Henoch-Schönlein nephritis with nephrotic-range
proteinuria, Clin Nephrol Aug, 60(2), 80–4
101. White HRR., Yoshikawa N., Feehally J. (1999): IgA nephropathy and Henoch-Schönlein
nephritis, In: Barratt TM, Avner ED, Harmon WE (eds): Pediatric Nephrology. 4th. Ed,
Baltimore, Lippincott Williams&Wilkins, pp.691-706
102. Rieu P., Noel LH. (1999): Henoch-Schönlein nephritis in children and adults.
Morphological features and clinicopathological correlations, Ann Med Interne Feb, 150(2),
151–9
103. Rai A., Nast C., Adler S. (1999): Henoch-Schönlein Purpura nephritis, J Am Soc
Nephrol Dec, 10(12), 2637–44
104. Kawasaki Y., Suzuki J, Sakai N., Nemoto K, Nozawa R., Suzuki S., Suzuki H. (2003):
Clinical and pathological features of children with Henoch-Schönlein purpura nephritis: risk
factors associated with poor prognosis, Clin Nephrol Sep, 60(3), 153-60
105. Garcia-Porrua C., Gonzalez-Louzao C., Llorca J., Gonzalez-Gay MA. (2001): Predictive
factors for renal sequelae in adults with Henoch-Schönlein purpura, J Rheumatol May, 28(5),
1019-24
106. Athreya BH. (1995): Vasculitis in Children, Pediatr Clin North Am Oct, 42(5), 1239-61
107. Scharer K., Krmar R., Qerfeld U. (1999): Clinical outcome of Schönlein-Henoch
purpura nephritis in children, Pediatr Nephrol Nov, 13(9), 816-23
62
108. Romero PP., Amat CM., Rafie MW. (1997) : Acute scrotal hematoma in Henoch-
Schönlein purpura. Infrequent urolojic manifestations, Acta Urol Esp May, 21(5), 489-93
109. Ben CJ., Korat E., Shenfeld O. (1995): Acute scrotum caused by Henoch-Schönlein
purpura with immediate response to short-term steroid therapy, J Pediatr Surg Oct, 30(10),
1509-10
110. Ha TS., Lee JS. (2007): Scrotal involvement in childhood Henoch-Schönlein purpura,
Acta Pediatr Apr, 96(4), 552-5
111. Belman AL., Leicher CR., Moshe` SL., Mezey AP. (1985): Neurologic manifestations
of Schönlein-Henoch purpura: report of three cases and review of the literature, Pediatrics
Apr, 75(4), 687–92
112. Lewis IC., Philpott MG. (1956): Neurological complications in the Schönlein-Henoch
syndrome, Arch Dis Child Oct, 31(159), 396–7
113. Kraft DM., McKee D., Scott C. (1998): Henoch-Schönlein purpura: a review, Am Fam
Physician, 58: 405-408
114. Behrmann RE., Kliegman RM., Jenson HB. (2000): Henoch-Schönlein Purpura. In:
Nelson Textbook of Pediatrics, 16th. ed, W.B. Saunders Company, Philadelphia, pp.728-729
115. Nadrous HF., Yu AC., Specks U., Ryu JH. (2004): Pulmonary involvement in HSP,
Mayo Clin Proc Sep, 79(9), 1151-7
116. Olson JC., Kelly KJ., Pan CG. (1992): Pulmonary disease with hemorrage in Henoch-
Schönlein purpura, Pediatrics Jun, 89(6), 1177-81
117. Chaussain M., de Boissieu D., Kalifa G. (1992): Impairment of long diffusion capasity
in Schönlein purpura, Arch Dermatol Jul, 121(1), 12-6
63
118. Vats KR., Vats A., Kim Y., Dassenko D., Sinaiko AR. (1999): Henoch-Schönlein
purpura and pulmonary hemorrhage: a report and literature review, Pediatr Nephrol Aug,
13(6), 530-4
119. Mills JA., Michel BA., Bloch DA. (1990): The American College of Rheumatology
1990 criteria for the classification of Henoch-Schönlein purpura, Arthritis Rheum Aug, 33(8),
1114-21
120. Baart de la Faille-Kuyper EH., Kater L., Kooiker CJ., Dorhout Mees EJ. (1973): IgA
deposits in cutaneous blood-vessel walls and mesangium in Henoch–Schönlein syndrome,
Lancet Apr 21, 1(7808), 892–3
121. Van Hale HM., Gibson LE., Schroeter AL. (1986): Henoch-Schönlein vasculitis: direct
immunofluorescence study of uninvolved skin, J Am Acad Dermatol Oct, 15(4), 665–70
122. Barnadas MA., Perez E., Gich I. (2004): Diagnostic, prognostic and pathogenic value of
the direct immunofluorescence testin cutaneous leukocytoclastic vasculitis, IntJ Dermatol
Jan, 43(1), 19–26
123. Sais G., Vidaller A., Jucglà A. (1998): Prognostic factors in leukocytoclastic vasculitis.
A clinicopathologic study of 160 patients, Arch Dermatol Mar, 134(3), 309–15
124. Tsai CC., Giangiacomo J., Zuckner J. (1975): Dermal IgA depositis in Henoch-
Schönlein purpura and Berger’s nephritis, Lancet Feb 8, 1(7902): 342–3
125. Grunwald MH., Avinoach I., Amichai B., Halevy S. (1997): Leukocytoclastic vasculitis
correlation between different histologic stages and direct immunofluorescence results, Int J
Dermatol May, 36(5), 349–52
126. Helander SD., de Castro FR., Gibson LE. (1995): Henoch-Schönlein purpura:
clinicopathologic correlation of cutaneousvascular IgA deposits and the relationship to
leukocytoclastic vasculitis, Acta Derm Venereol (Stock) Mar, 75(2), 125–9
64
127. Krause I., Garty BZ., Davidovits M., Cleper R., Tamary H., Rosenmann E. (1999): Low
serum C3, leukopenia, and thrombocytopenia: unusual features of Henoch-Schönlein purpura,
Eur J Pediatr Nov, 158(11), 906-9
128. Brendel-Müller K., Hahn A., Schneppenheim R., Santer R. (2001): Laboratory signs of
activated coagulation are common in Henoch-Schönlein purpura, Pediatr Nephrol Dec,
16(12), 1084-8
129. Yoshioka K. (1984): Fibrin stabiling factor in Schönlein-Henoch syndrome, Arch Dis
Child Mar, 59(3), 290
130. Boros G., Gofman L., Samsik J., Nagy J., Hamori A., Deak G. (1979): Blood
coagulation abnormalities in the Schönlein-Henoch syndrome in adults, Acta Medica
Academia Scientarum Hungaricae, 36(2), 151–66
131. Hergesell O., Andrassy K., Nawroth P. (1996): Elevated levels of markers of endothelial
cell damage and markers of activated coagulation in patients with systemic necrotizing
vasculitis, Thromb Haemost Jun, 75(6), 892–8
132. Ates E., Bakkaloglu A., Saatci U., Soylemezoglu O. (1994): Von Willebrand factor
antigen compared with other factors in vasculitic syndromes, Arch Dis Child Jan, 70(1), 40–3
133. Turi S., Nagy J., Haszon I. (1989): Plasma factors influencing PGI2-like activity in
patients with IgA nephropathy and Henoch-Schonlein purpura, Pediatr Nephrol Jan, 3(1), 61
134. Michel BA., Hunder GG., Bloch DA., Calabrese LH. (1992): Hypersensitivity vasculitis
and Henoch-Schönlein purpura: a comparison between the 2 disorders, J Rheumatol May,
19(5), 721-8
135. Ozen S., Ruperto N., Dillon MJ., Bagga A., Barron K., Davin JC., Kawasaki T., Lindsley
C., Petty RE., Prieur AM., Ravelli A., Woo P. (2006): EULAR/PReS Endorsed consensus
criteria for the classification of childhood vasculitides, Ann Rheum Dis Jul, 65(7), 936–41
65
136. Levy M., Broyer M., Arsan A. (1976): Anaphylactoid purpura nefritis in childhood:
natural history and immunopathology, Adv Nephrol, 6: 183-224
137. Pery M., Alon U., Lachter JH., Kaftori JK., Gaitini D., Rosenberger A. (1990): The
value of ultrasound in Schönlein-Henoch purpura, Eur J Pediatr Dec, 150(2), 92–4.
138. Connolly B., O’Halpin D. (1994): Sonographic evaluation of the abdomen in Henoch-
Schönlein purpura, ClinRadiol May, 49(5), 320–3
139. Ozdemir H., Buyan N., Hasanolu E. (1995): Sonographic demonstration of intestinal
involvement in Henoch-Schönlein syndrome, Eur J Radiol May, 20(1), 32–4
140. Shirahama M., Umeno Y., Tomimasu R., Dohmen K., Miyamoto Y., Shimoda Y., Irie
K., Ishibashi H. (1998) : The value of colour Doppler ultrasonography for small bowel
involvement of adult Henoch-Schönlein purpura, Br J Radiol Jul, 71(847), 788–91
141. Couture A., Veyrac C., Baud C., Galifer RB., Armelin I. (1992): Evaluation of
abdominal pain in Henoch-Schönlein syndrome by high frequency ultrasound, Pediatr
Radiol, 22(1), 12–7
142. Mrusek S., Kruger M., Greiner P., Kleinschmidt M., Brandis M., Ehl S. (2004):
Henoch- Schönlein purpura, Lancet Apr 3, 363(9415), 1116
143. Gunasekaran TS., Berman J., Gonzalez M. (2000): Duodenojejunitis: is it idiopathic or
is it Henoch-Schonlein purpura without the purpura?, J Pediatr Gastroenterol Nutr Jan,
30(1), 22–8
144. Trujillo H., Gunasekaran TS., Eisenberg GM. (1996): Henoch-Schönlein Purpura: A
Diagnosis Not To Be Forgotten, J Fam Pract Nov, 43(5), 495-8
145. Jeong YK., Ha HK., Yoon CH., Gong G., Kim PN., Lee MG., Min YI., Auh YH.
(1997): Gastrointestinal involvement in Henoch-Schönlein syndrome: CT findings, Am J
Roentgenol Apr, 168(4), 965–8
66
146. Xu LY., Esparza EM., Anadkat MJ., Crone KG., Brasington RD. (2009): Cutaneous
manifestations of vasculitis, Semin Arthritis Rheum Apr, 38(5), 348-60
147. Dedeoğlu F., Sundel RP. (2005): Vasculitis in children, Pediatr Clin North Am Apr,
52(2), 547-75
148. Kurugöl Z., Ozdemir R., Türkoğlu E. (2007): Infantile Henoch-Schönlein purpura,
Pediatr Int Oct, 49(5), 680-2
149. Narin N., Akcoral A., Aslin MI., Elmastas H. (1995): Ranitidine administration in
Henoch-Schönlein vasculitis, Acta Pediatr Jap Feb, 37(1), 37–9
150. Gonzalez-Gay MA., Llorca J. (2005) : Controversies on the use of corticosteroid therapy
in children with Henoch-Schönlein purpura, Semin Arthr Rheum Dec, 35(3), 135–7
151. Huber AM., King J., McLaine P., Klassen T., Pothos M. (2004): A randomized, placebo-
controlled trial of prednisone in early Henoch-Schönlein Purpura BMC, Medicine Apr 2, 2, 7
152. Niaudet P., Habib R. (1998): Methylprednisolone pulse therapy in the treatment of
severe forms of Schönlein-Henoch purpura nephritis. Pediatr Nephrol Apr, 12(3), 238–43
153. Kawasaki Y., Suzuki J., Nozawa R., Suzuki S., Suzuki H. (2003): Efficacy of
metilprednisolone and urokinase pulse therapy for severe Henoch-Schönlein Nephritis,
Pediatrics Apr, 111(4), 785-9
154. Ronkainen J., Koskimies O., Ala-Houhala M., Antikainen M., Merenmies J., Rajantie J.,
Ormala T., Turtinen J., Nuutinen M. (2006): Early prednisone therapy in Henoch-Schönlein
purpura: a randomized, double-blind, placebo-controlled trial, J Pediatr Aug, 149(2), 241–7
155. Glasier CM., Siegel MJ., McAlister WH., Shackelford GD. (1981): Henoch-Schönlein
syndrome in children: gastrointestinal manifestations, Am J Roentgenol Jun, 136(6), 1081–5
67
156. Iijima K., Ito-Karima S., Nakamura H., Yoshikawa N. (1998): Multiple combined
therapy for severe Henoch-Schönlein nephritis in children, Pediatr Nephrol Apr, 12(3), 244-
8.
157. Foster BJ., Bernard C., Drummond KN, Sharma AK. (2000): Effective therapy for
severe Henoch–Schönlein purpura nephritis with prednisone and azathioprine. A clinical and
histopathological study, J Pediatr Mar, 136(3), 370–5
158. Tanaka H., Suzuki K., Nakahata T., Ito E., Waga S. (2003): Early treatment with oral
immunosuppressant in severe proteinuric Henoch-Schönlein Purpura nephritis, Pediatric
Nephrol Apr, 18(4), 1197-8
159. Oner A., Tinaztepe K., Erdogan O. (1995): The effect of triple therapy on rapidly
progressive type of Henoch–Schönlein nephritis, Pediatr Nephrol Feb, 9(1), 6–10
160. Someya T., Kaneko K., Fujinaga S. (2004): Cyclosporine A for heavy proteinuria in a
child with Henoch–Schönlein purpura nephritis, Pediatr Feb, 46(1), 111–3
161. Shin JI., Park JM., Shin YH., Kim JH., Kim PK., Lee JS., Jeong HJ. (2005): Cyclosporin
A therapy for severe Henoch-Schönlein nephritis with nephrotic syndrome, Pediatr Nephrol
Aug, 20(8), 1093–7
162. Chen TC., Chung FR., Lee CH. (2004): Successful treatment of crescentic
glomerulonephritis associated with adult-onset Henoch-Schönlein purpura by double-filtration
plasmapheresis, Clin Nephrol Mar, 61(3), 213–6
163. Kawasaki Y., Suzuki J., Suzuki H. (2004): Efficacy of methylprednisolone and urokinase
pulse therapy combined with or without cyclophosphamide in severe Henoch-Schoenlein
nephritis: a clinical and histopathological study, Nephrol Dial Transplant Apr, 19(4), 858-64
164. Iqbal H., Evans A. (2005): Dapsone therapy for Henoch-Schönlein purpura: a case
series, Arch Dis Childhood Sep, 90(9), 985–6
68
165. Diehl MP., Harrington T., Olenginski T. (2008): Elderly-onset Henoch-Schönlein
purpura: a case series and review of the literature, J Am Geriatr Soc Nov, 56(11), 2157-9
166. Pillebout E., Thervet E., Hill G. (2002): Henoch-Schönlein Purpura in Adults: Outcome
and prognostic factors, J Am Soc Nephrol May, 13(5), 1271–8
167. Meadow SR. (1978): The prognosis of Henoch-Schönlein nephritis, Clin Nephrol, 9: 87-
90
168. Toledo LH., Von Ruiden T., Cich JA. (1976): Management of intra-abdominal Henoch-
Schönlein purpura, Minn Med Jun, 59(6), 376-9
169. Uzun S., Akman A., Durdu M. (2002): Dermatolojide modern tanı yöntemleri,
immunopatolojik teknikler, Türkiye Klinikleri J Dermatol, 12, 199-202
170. Didierjan L., Borradori L. (1993): Immunofluorescence in dermatology, Turk J
Dermatopathol, 3-4, 181-92
171. Akyol A. (2002): Ürtikerde patogenez ve sınıflandırma, Kapadokya XIX. Ulusal
Dermatoloji Kongresi, Kapadokya, 3-7 Eylül 2002, Kongre Kitabı, s: 91-5
172. Czarnetzki BM. (1989): The history of urticaria, Int J Dermatol Jan-Feb, 28(1), 52-7
173. Bakos N., Hillander M. (2003): Comparison of chronic autoimmune urticaria, Int J
Dermatol Aug, 42(8), 613-5
174. Wai YC., Sussman G. (2002): Evaluating chronic urticaria patients for allergies,
infections, or autoimmune disorders, Clin Rev Allergy Immunol Oct, 23(2), 185-93
175. Grunwald MH., Avinoach I., Amichai B., Halevy S. (1997): Leukocytoclastic vasculitis:
correlation between different histologic stages and direct immunofluorescence results, Int J
Dermatol May, 36(5), 349–52
69
176. Kulthanan K., Pinkaew S., Jiamton S., Mahaisavariya P., Suthipinittharm P.J. (2004) :
Cutaneous leukocytoclastic vasculitis: the yield of direct immunofluorescence study, Med
Assoc Thai May, 87(5), 531-5
177. Brons RH., de Jong MC., de Boer NK., Stegeman CA., Kallenberg CG., Tervaert JW.
(2001): Detection of immune deposits in skin lesions of patients with Wegener's
granulomatosis, Ann Rheum Dis Dec, 60(12), 1097-102
178. Mehregan DR., Hall MJ., Gibson LE. (1992): Urticarial vasculitis: a histopathologic and
clinical review of 72 cases, J Am Acad Dermatol Mar, 26(3), 441-8
179. Kose AA., Sarıca R., Azizlerli G., Ovul C. (1996): Behçet hastalarında paterji pozitif,
negatif, lezyonlu ve lezyonsuz deride histopatolojik ve immunfloresan bulguların
karşılaştırılması, XV. National Dermatology Congress- III. International TURKOD Kurultayı,
31 Ekim-4 Kasım 1994, Information Book, s: 190-3
180. Kose AA. (2009): Direct immunofluorescence in Behçet's disease: a controlled study
with 108 cases, Yonsei Med J Aug 31, 50(4), 505-11
181. Miescher PA., Paronetto F., Koffler D. (1965): Immunoflouescent studies in hunam
vasculitis, in Grabar P, Miescher PA, editors, Immunopathology: IVth International
Symphosium, pp: 446-56
182. Wohlfarth B., Asamer H. (1976): Symptoms and immunology of the Henoch-Schönlein
syndrome, Arch Dermatol Res Jun 21; 255(3): 251-8
183. Hené RJ., Velthuis P., van de Wiel A., Klepper D., Dorhout Mees EJ., Kater L. (1986):
The relevance of IgA deposits in vessel walls of clinically normal skin. A prospective study,
Arch Intern Med Apr, 146(4), 745-9
184. Calabrese LH., Michel BA., Bloch DA., Arend WP., Edworthy SM., Fauci AS., Fries
JF., Hunder GG., Leavitt RY., Lie JT. (1990): The American College of Rheumatology 1990
criteria for the classification of hypersensitivity vasculitis, Arthritis Rheum Aug, 33(8),
1108–13
70
185. Rao JK., Allen NB., Pincus T. (1998): Limitations of the 1990 American College of
Rheumatology classification criteria in the diagnosis of vasculitis, Ann Intern Med Sep 1,
129(5), 345–2
186. Murali NS., George R., John GT., Chandi SM., Jacob M., Jeyaseelan L., Thomas PP.,
Jacob CK. (2002): Problems of classification of Henoch-Schönlein purpura: an Indian
perspective, Clin Exp Dermatol Jun, 27(4), 260-3
187. Golitz LE. (1986): The vasculitides and their significance in the pediatric age group,
Dermatol Clin Jan, 4(1), 117-25
188. Hall RP. (1991): Henoch-Schönlein purpura. In: Jordon RE (ed): Immunologie diseases
of the skin, Norwalk, Connecticut: Appleton & Lange, pp. 451-460
189. Baart de la Faille-Kuyper EH., Kater L., Kuijten RH. (1976): Occurence of vascular IgA
deposits in clinically normal skin of patients with renal disease, Kidney Int 9, 424-9
190. Nong BR., Huang YF., Chuang CM., Liu CC., Hsieh KS. (2007): Fifteen-year
experience of children with Henoch-Schönlein purpura in southern Taiwan, 1991-2005. J
Microbiol Immunol Infect Aug, 40(4), 371-6
191. Peru H., Soylemezoglu O., Bakkaloglu SA., Elmas S., Bozkaya D., Elmaci AM., Kara
F., Buyan N., Hasanoglu E. (2008): Henoch-Schönlein purpura in childhood: clinical analysis
of 254 cases over a 3-year period, Clin Rheumatol Sep, 27(9), 1087-92
192. Blanco R., Martinez-Taboada VM., Rodriguez-Valverde V., Garcia-Fuentes M.,
Gonzales-Gay MA. (1998): Cutaneous vasculitis in children and adults: associated diseases
and etiologic factors in 303 patients, Medicine Nov, 77(6), 403-18
193. Garcia-Porrua C., Calvino MC., Llorca J., Couselo JM., Gonzalez Gay MA. (2002):
Henoch-Schönlein purpura in children and adults: clinical differences in a defined population,
Semin Arthritis Rheum Dec, 32(3), 149-56
71
194. Flatau E., Kohn D., Schiller D. (1982): Schönlein-Henoch syndrome in patients with
familial Mediterrean fever, Arthritis Rheum Jan, 25(1), 42-7.
195. Ozdoğan H., Arisoy N., Kasapcapur O. (1997): Vasculitis in Familial Mediteranian
fever, J Rheumatol Feb, 24(2), 323-7
196. Pertuiset E., Liote F., Launay-Russ E., Kemiche F., Cerf-Payrastre I., Chesneau AM.
(2000): Adult Henoch-Schönlein purpura associated with malignancy, Semin Arthritis
Rheum Jun, 29(6), 360-7.
197. Greer JM., Longley S., Edwards NL., Elfenbein GJ., Panush RS. (1988): Vasculitis
associated with malignancy: experience with 13 patients and literature review, Medicine
(Baltimore) Jul, 67(4), 220-30
198. Kurzrock R., Cohen PR., Markowitz A. (1994): Clinical manifestations of vasculitis in
patients with solid tumors: a case report and review of the literature, Arch Intern Med Feb 14,
154(3), 334-40
199. Sanchez-Guerrero J., Gutierrez-Urena S., Vidaller A., Reyes E., Iglesias A., Alarcon-
Segovia D. (1990): Vasculitis as a paraneoplastic syndrome: report of 11 cases and review of
the literature, J Rheumatol Nov, 17(11), 1458-62
200. Balmelli C., Laux-End R., Di Rocco D. (1996): Schönlein-Henoch purpura: course in
139 children, Schweiz Med Wochensschr Feb, 126(24), 293-8
201. Fisher PJ., Hagge W., Hecker W. (1990): Schönlein-Henoch purpura. A clinical study of
119 patients with special reference to unusual complications, Medicine Mar, 138(3), 395-409.
202. Ilan Y. Naparstek Y. (1991): Schönlein-Henoch syndrome in adults and children,
Seminars in Arthritis and Rheumatis Oct, 21(2), 103-9
203. Bagga A., Dillon MJ. (2001): Leukocytoclastic vasculitis. In: Cassidy JT, Petty RE
(eds): Textbook of Pediatric Rheumatology WB Saunders Company, Philadelphia, pp.569-
579
72
ÖZGEÇMİŞ
Adı ve Soyadı : Emre TAMBAY
Doğum Yeri: Afşin/KAHRAMANMARAŞ
Doğum Tarihi: 11/05/1979
Medeni Hali: Evli
Görevi : İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilimdalı
Tıpta Uzmanlık öğrencisi
Ev Adresi : Muhtar Şevki sok. Mehtap apt. 8/4, Mecidiyeköy/ Şişli
e-mail : [email protected]
Telefon iş : 0212 6352939
0212 4142000/ 31728
Ev : 0212 2721900
Gsm : +90 532 3940722
EĞİTİM, MESLEK ve AKADEMİK SÜREÇ
1985-1987 Cumhuriyet İlkokulu, Beşiktaş /İSTANBUL
1987-1989 Atatürk İlkokulu, Merkez/ ERZURUM
1989-1990 Fatih İlkokulu, Merkez/ KAHRAMANMARAŞ
1990-1997 Çukurova Elektrik Anadolu Lisesi/KAHRAMANMARAŞ
1997-2003 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinde eğitim /ADANA
30 HAZİRAN 2003 ÇUKUROVA ÜNV.TIP FAKÜLTESİ’nden mezuniyet
2004- İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi,Dermatoloji
Uzmanlık İhtisası
ÜYE OLDUĞU DERNEK VE KURULUŞLAR
Türk Tabipler Birliği İstanbul Meslek Odası
Türk Dermatoloji Derneği(Ankara)
Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği (İstanbul)