T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının...

209
T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI, YOKSULLUK VE SOSYAL POLİTİKALARIN EVRİMİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Gülhan AKTAŞ (KAYA) Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. İbrahim TOKATLIOĞLU Ankara-2007

Transcript of T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının...

Page 1: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

T.C.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI, YOKSULLUK VE SOSYAL POLİTİKALARIN

EVRİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

Gülhan AKTAŞ (KAYA)

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. İbrahim TOKATLIOĞLU

Ankara-2007

Page 2: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,
Page 3: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

ÖNSÖZ

Bu çalışma, 1980’lerin başlarından itibaren hız kazanan küreselleşme

sürecinde, Türkiye’de gelir dağılımı ve yoksulluğun analizini, söz konusu

dönemde gelir dağılımı ve yoksulluk üzerine etkisinin bilindiği sosyal

politikaların evrimini ve küreselleşmeyle ilişkisini incelemeyi amaçlıyor.

Öncelikle belirtmek istiyorum ki danışman hocam Yrd. Doç. Dr. İbrahim

TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil

olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış, yaptığımız

çalışmalarda konuyu sade ve yalın biçimde kavramama yardımcı olmuş, bana

yol göstermiş ve sonuca ulaşabilmem için yaptığımız analizlerde yardımlarını

benden esirgememiş, tezin içeriğine çok değerli katkıları bulunmuştur. Bu

nedenle, kendilerine en içten teşekkürlerimi sunarım.

Diğer bir teşekkürüm, tez konumla ilgili kaynaklara ulaşmamda ve

tezimin analiz kısmında ekonometri bilgisini bana aktaran değerli arkadaşım

Ayhan TOSUNER’e teşekkür ediyorum.

Yine, araştırmalarımda yardımcı olan tüm çalışma arkadaşlarıma ve

tez çalışmam süresince benden manevi desteğini esirgemeyen aileme en

içten teşekkürlerimi sunarım.

Page 4: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

ii

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ………………………………………………………………………….….i İÇİNDEKİLER……………………………………………….…………….………ii TABLOLAR ……………………………………………………………………..viii

GRAFİKLER………………………………………………………………………xi KISALTMALAR………………………………………………………………..…xii GİRİŞ.............................................................................................................1

BİRİNCİ BÖLÜM

KÜRESELLEŞME VE SOSYAL POLİTİKALAR

1.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMININ TANIMI................................................9

1.2. KÜRESELEŞMENİN GELİŞİM AŞAMALARI (EVRELERİ)....................13

1.3.KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE ULUS DEVLET VE

ULUSAL POLİTİKALAR.................................................................................18

1.4. ULUSLAR ARASI KURULUŞLARIN KÜRESELLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ......................................................................................................20

1.4.1. Çokuluslu İşletmelerin Küreselleşme Sürecine Etkileri................20

1.4.2.Uluslararası Ekonomik Örgütlerin Küreselleşme

Sürecine Etkileri..................................................................................23

1.5. KÜRESELLEŞMEYİ ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER........................26

1.6.KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE SOSYAL

POLİTİKALARIN DEĞİŞİMİ...........................................................................28

1.6.1. 1945-1975 Dönemi....................................................................29

1.6.2. 1975 Sonrası ............................................................................31

Page 5: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

iii

iKİNCİ BÖLÜM

KÜRESELLEŞME, GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK

2.1. GELİR DAĞILIMI KAVRAMI...................................................................39

2.1.1. Fonksiyonel Gelir Dağılımı………………………….……...…..…39

2.1.1. Kişisel Gelir Dağılımı……………………………..……..…………40

2.1.3. Sektörel Gelir Dağılımı………………………….…….…..……….41

2.1.4. Bölgesel Gelir Dağılımı……………………………………………41

2.2. GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİK ÖLÇÜTLERİ…….……………..….………42

2.2.1. Lorenz Eğrisi…………………………………..……………………42

2.2.2.Gini Katsayısı.............................................................................45

2.2.3. Yüzde Paylar Analizi.................................................................45

2.2.4.Ters U Hipotez...........................................................................46

2.2.5.Atkinson Eşitsizlik Ölçüsü...........................................................46

2.3. GELİR DAĞILIMINI BELİRLEYEN YAPISAL FAKTÖRLER…...............47

2.4. KÜRESEL GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİ.............................................49

2.5. GELİR DAĞILIMININ BOZULMASI

VE YOKSULLUĞUN YAYGINLAŞMASI........................................................51

2.6. YOKSULLUK KAVRAMI, ÖLÇÜMÜ

ve YOKSULLUK ÖLÇÜTLERİ…...................................................................55

2.6.1.Yoksulluk tanımları.....................................................................56

2.6.1.1.Mutlak Yoksulluk..................................................................57

2.6.1.2.Göreli yoksulluk ...................................................................57

2.6.1.3. İnsanî yoksulluk...................................................................58

2.6.1.4. Öznel Yoksulluk...................................................................58

2.6.1.5. Kırsal yoksulluk-Kentsel Yoksulluk......................................59

Page 6: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

iv

2.6.1.6. Tüketim Harcamasına Göre Yoksulluk................................59

2.6.1.7. Sosyal İmkanlar Yoksulluğu................................................60

2.6.2. Yoksulluğun Ölçülmesi..............................................................61

2.6.2.1. Alınması Gerekli Asgari Kalori Miktarı Yaklaşımı................61

2.6.2.2. Temel Gereksinimler Yaklaşımı..........................................62

2.6.2.3. Ortalama Gelirin Yarısı Yaklaşımı.......................................62

2.6.2.4. Harcamaların Besin Gruplarına Ayrıştırılması Yöntemi.......63

2.6.2.5. İnsani Gelişmişlik Endeksi...................................................64

2.6.3. Yoksulluk Ölçütleri....................................................................65

2.6.3.1. Kafa Sayısı Endeksi(Head cound)……............................65

2.6.3.2. Yoksulluk açığı oranı(Poverty Gap)..................................66

2.6.3.3. Gini katsayısı....................................................................66

2.6.3.4. Sen Endeksi....................................................................67

2.7. DÜNYA’DA YOKSULLUK.......................................................................67

2.7.1. Bölgeler ve Ülkeler İtibariyle Dünya’ da

Yoksulluğun Boyutu...............................................................................69

2.7.2. OECD Ülkeleri’nde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk..........................77

2.8. KÜRESELLEŞME, GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİ VE YOKSULLUK..79

Page 7: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

v

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI, YOKSULLUK VE SOSYAL POLİTİKALARIN EVRİMİ

3.1. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE

EKONOMİSİNDE DÖNÜŞÜM......................................................................88

3.1.1. Ekonomi Politikasında 1980 Dönüşümü..................................88

3.1.2. Ekonomi Politikasında 1989 Dönüşümü..................................90

3.2. TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI........................................... .................92

3.2.1. Kişisel gelir Dağılımı...................................................................93

3.2.2. Sektörel Gelir Dağılımı ..............................................................97

3.2.3. Fonksiyonel Gelir Dağılımı.........................................................99

3.3. GELİR DAĞILIMINI BOZAN FAKTÖRLER..........................................101

3.4.TÜRKİYE’DE YOKSULLUK..................................................................103

3.4.1. Türkiye’de Yoksulluk Profili.................................... ..................104

3.4.2. Küreselleşmenin Yoksulluk Üzerine Etkisi…………….……..…114

3.5.TÜRKİYE’DE SOSYAL HARCAMALARIN GELİŞİMİ,

GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK ÜZERİNE ETKİSİ...............................118

3.5.1.Konsolide Bütçeden Yapılan Sosyal Harcamalar......................120

3.5.2.Eğitim Harcamaları....................................................................123

3.5.3.Sağlık Harcamaları....................................................................127

3.5.4.Sosyal Güvenlik.........................................................................131

Page 8: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

vi

3.5.4.1.Sosyal Sigorta......................................................................132

3.5.4.2.Sosyal Yardımlar ve Sosyal Hizmetler.................................133

3.6. GELİR, HARCAMA VE İSTİKRAR POLİTİKALARI..............................137

3.6.1. Vergi Gelirleri……………..………………………………………138

3.6.2. Transfer Harcamaları………………………………..………….141

3.6.3. Faiz Dışı Fazla……………………………………..……………147

3.7.SOSYAL HARCAMALAR VE YOKSULLUK……………………..……..149

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE GELİR DAĞILIMI,

YOKSULLUK VE TRANSFER HARCAMALARININ ETKİLEŞİMİ

4.1.TÜRKİYE’DE KÜRESELLEŞME VE TRANSFER HARCAMALARININ

GELİŞİMİ: VAR ANALİZİ…………………………………… …….…………152

4.1.1. Yapılmış Çalışmalar…………………………….……………..155

4.1.2. Uygulama ve Bulgular……………………...…….….…….…..157

4.1.2.1.Regresyon Analizi……………………….…………….157

4.1.2.2.VAR Analizi………………………………………….…160

i) Etki-Tepki Analizi………………………………….…164

ii) Varyans Ayrıştırması………………………………..166

4.2. TÜRKİYE’DE TRANSFER HARCAMALARI VE GELİR DAĞILIMI….167

SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER…......................................................173

Page 9: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

vii

KAYNAKÇA................................................................................................185

ÖZET………………………………………………………………..….………..192

ABSTRACT………………………………………………………………………193

Page 10: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

viii

TABLOLAR

Tablo-1.1 Küresel Ekonomiyle Bütünleşme (1990-2002)…………..………..27

Tablo-1.2 .OECD Ülkelerinde Kamu Harcamalarının GSYİH

İçerisindeki Payı(1960-1980)……………………….……………..….……..…30

Tablo-1.3. Bazı Ülkelerde İşgücü Vergi Yükü, 1960-1985………..………...31

Tablo-1.4. OECD Ülkelerinde Kamu Harcamalarının

GSYİH İçerisindeki payı(%)(1985-2004)…………………………………...….34

Tablo-1.5. Bazı OECD Ülkelerinde Sosyal Harcamaların

GSYİH’ya Oranı(1980-2001) (%)…………………………………………...….35

Tablo-1.6. Bazı OECD Ülkelerinde Emekli Ödemelerinin

GSYİH’ya Oranı(1913-2004) (%)……………………………………………….37

Tablo-2.1. Uluslararası Yoksulluk Çizgisine Göre

Seçilmiş Ülkelerde Yoksulluk Oranı ve Gelir Dağılımı- Gini Katsayısı……..50

Tablo-2.2 Bölgeler Arası Artan Gelir Eşitsizliği

( Kişi Başına Düşen Ortalama Gelir) (ABD Doları * )(1820-2001)………..…52

Tablo-2.3 Küresel Gelir Eşitsizliği (2003)………………….………………..…53

Tablo-2.4. Küresel Gelir Eşitsizliğinde Değişim (Zengin-Yoksul Farkı)..…..54

Tablo-2.5. Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve

Yoksulluk Oranları, (1987- 2002)……………………………..……………….70

Tablo 2.6 Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve

Yoksulluk Oranları, 1987- 2002………………………..………………….……71

Tablo-2.7 Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Göreli Yoksul Sayısı ….…..……72

Tablo 2.8. Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Göreli Yoksulluk Oranları

%, 1990 ve 2001…………………………….…………………………..………..73

Tablo 2.9. Seçilmiş Ülkelerde Değişik Refah Göstergeleri ve

İnsani Gelişme Endeksi, 1999………………………………………..…..……..75

Tablo- 2.10. Seçilmiş Ülkelerde Gelir Dışı Refah Göstergeleri(2001)….……76

Tablo- 2.11 Dünyada ve Seçilmiş Ülkelerde Üretim Yapısı(90-99)….…......81

Tablo-2.12 OECD Ülkelerinde Standartlaştırılmış İşsizlik Oranları

(%)(1969-2003)………………………..…………………………………….….83

Page 11: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

ix

Tablo-2.13. Sosyal transfer ve vergilerin

gelir eşitsizliğinin azaltılmasında rolü- Gini Katsayısı (1998)…………..….86

Tablo-3.1. Dış Ticaretin GSMH'ya Oranı (Dış Açıklık oranı) (1970-2005).…89

Tablo-3.2. Türkiye’de Kişisel Gelir Dağılımı (1963-2005)…………………...93

Tablo-3.3. Gelir Dağılımı (Kent- Kır Ayrımı)(94-2005)…………… ….…..…96

Tablo-3.4 Sabit Fiyatlarla GSYİH Faaliyet kolları Payları ve

1987 Yılı Faktörü Fiyatlarına Göre( 1990-2006)…………………….………97

Tablo-3.5- İstihdam İçindeki Ücretli-Yevmiyeli İşgücünün Durumu ve

GSYİH İçinde Ücretlilerin durumu(1990-2004)………………….…..……...100

Tablo-3.6. Yoksulluk Sınırı Yöntemlerine Göre

Yoksulluk Oranları (Yüzde) (2002-2005)……………………..……..……….105

Tablo 3.7. Minimum Gıda Harcaması Maliyetine Göre

Yoksul Fertlerin Öğrenim Durumu ve Cinsiyet Dağılımı (1999)……………109

Tablo-3.8. Yoksulluğun Dağılımı%..............................................................111

Tablo-3.9. Yoksulların Yaş Kompozisyonu…………………..….……..…….112

Tablo 3.10. Yoksul Hanehalkı Reisinin Eğitim Durumu(%)…….…...……..113

Tablo 3.11. Yoksul fertlerin Sosyal Güvenlik Kurumu Dağılımı(%)….…..113

Tablo 3.12. Yerleşim Yerlerine Göre Gini Oranları (2005)…………..….....117

Tablo-3.13. Türkiye'de Sosyal Harcamalara Konsolide Bütçeden

Ayrılan Pay ve GSMH ve GSYİH'ya Oranı(1930-2005)…………………….119

Tablo-3.14. Türkiye'de Eğitim Sağlık Sosyal Güvenlik ve

Diğer Sos. Hiz. Harcamalarının GSMH İçindeki Payı:(1930-2004) %......123

Tablo-3.15. Seçilmiş Bazı Ülkelerdeki Eğitim Harcamalarının

GSMH’ya Oranı (2000)………………….…………………………………….125

Tablo- 3.16. Bazı OECD Ülkeleri Kişi Başına Sağlık Harcaması

($) (1960-2004)…………………………………………………………………129

Tablo -3.17. Kamu ve Özel Sağlık Harcaması(1980-2004)………….……130

Tablo-3.18. Sosyal Sigorta Programlarının Kapsadığı Nüfus

(1000 kişi)(2001-2004)………………………….……………………………..131

Tablo-3.19. Sosyal Güvenlik Kurumları Sağlık Harcamaları

(Milyon YTL)(2004-2005)……………………………….…………….……….132

Tablo–3.20. Vergi Gelirleri(%) (1990-2004)………….……..….……….….138

Page 12: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

x

Tablo-3.21.Transfer Türlerine Göre Harcamaların

Toplam Transfer içindeki Payları (%) (1983-2004)…………………..…..…142

Tablo- 3.22. Transfer Harcamalarının GSMH’ya Oranı (%)(1975-2005)...143

Tablo-3.23.1990 başı ve 1995 ortaları Kişi Başına GSMH,

Gelir Dağılımı ve Yoksulluk……………………………………..…..…..……..144

Tablo-3.24. Faiz Dışı Fazlanın Milli Gelire Oranı(%)(1998-2006)….…..….146

Tablo-3.25. Eğitim Düzeyi ve Yoksulluk (2004-2005)………….…….……..148

Tablo -3.26 Türkiye’de Sosyal Harcamalar(1993-2005)………..….…..…..149

Tablo-3.27. Türkiye’de göreli yoksulluk (1994-2005)…………...…..……...149

Tablo 4.1: ADF Test İstatistikleri…………………………………..….……….155

Tablo-4.2. EKK Yöntemi ile Toplam Transfer Harcamaları/GSMH

f(Dışa açıklık oranı)…………………………..……….……………..…………157

Tablo- 4.3 Dışa Açıklık Oranı ile Transfer Harcamaları Arasındaki

Varyans Analizi Sonuçları…………………………………………..…………161

Tablo- 4.4: Transfer Harcamalarının Varyans Ayrıştırması Sonuçları.……163

Tablo-4.5: Dışa Açıklık Oranının Varyans Ayrıştırması……………………..164

Tablo-4.6.Transfer Harcamalarının Gelirin Yüzdelik Dilimlerine Dağılımı

(2002-2005)……………………………………………..……………………….165

Tablo-4.7. Toplam Gelirin Dağılımı(%)(2002-2005)…………………………168

Page 13: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

xi

GRAFİKLER

Grafik-1. Lorenz Eğrisi……………………………………….…………..……....44

Grafik-2. OECD Ülkelerinde Gelir dağılımı……………………………...…..…78

Grafik-3. Farklı Gelir Eşiklerine Göre Göreli Yoksulluk……………………....78

Grafik-4.1 Etki-Tepki Analizi Sonuçları………………………………………..162

Page 14: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

xii

KISALTMALAR CETVELİ

IMF : Uluslararası Para Fonu

AGÜ : Az Gelişmiş Ülke

GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

OPEC : Petrol İhraç Eden Ülkeler

DTÖ : Dünya Ticaret Örgütü

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

AB : Avrupa Birliği

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

GSYİH : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla

OECD : Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü

UNDP : Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

UNICEF : Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu

ILO : Uluslar arası Çalışma Örgütü

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu

DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü

SSK : Sosyal Sigortalar Kurumu

SHÇEK : Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme

Kurumu

STK : Sivil Toplum Kuruluşları

SYDF : Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik

Fonu

SNT : Şartlı Nakit Transferi

DAO : Dışa Açıklık Oranı

Page 15: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

GİRİŞ

İkinci Dünya savaşı sonrası (1945-1975) döneminde özellikle gelişmiş

Batı ülkelerinde, yaşanan yasal ve kurumsal gelişmelerin paralelinde, fordist

kitlesel üretim sistemiyle birlikte sermayede büyüme süreci ve sosyal devlet

politikalarının uygulandığı Keynesyen ekonomi politikaları etkin olmuştur. Bu

dönemde, piyasa ekonomisinde devlete duyulan gereksinim geniş kesimler

tarafından benimsenerek, Müdahaleci Devlet anlayışı benimsenmiş ve sosyal

devletin işlevleri genişlemiştir.

Sosyal devlet anlayışı sonucu, sosyal politikalar, devletin eğitim ve

sağlıktan, konut, sosyal güvenlik, çevre, istihdam, gelir dağılımı ve çalışma

koşullarının düzenlenmesine kadar bir çok konuda geniş bir uygulama alanı

bulup, hızla gelişmiştir. 1945-1975 yılları arası, sosyal devletin altın çağı

olarak nitelendirilmiş, bu dönemde pek çok ülkede gelir eşitsizliğini önemli

ölçüde azaltacak politikalar benimsenip, bu politikaların uygulanabilmesi için

giderek artan ölçekte kamu harcamaları gerçekleşmiştir. Bu süreçte sendikal

haklar gelişip güçlenmiş, ücretler yükselmiş, sosyal refah göstergeleri pozitif

yönde ve artan oranda gelişmiştir. Keynesyen iktisada göre; kitlesel işsizlik,

bir işgücü arzı problemi değildir. İşsizlik aksine bir talep sorunudur.

Ancak, Keynesçi ekonomi politikaları, 1970’li yıllarla beraber önemli bir

dönüşüm yaşamıştır. Bu dönüşümün en önemli nedenleri olarak, 1970’li

yıllarda yükselen enflasyonla birlikte yatırımlarda ortaya çıkan durgunluk,

düşük verimlilik oranları, işsizlik oranının artışı ve sermayenin karlılık

oranlarındaki düşüşlerin yaşanmasıyla kendini gösteren büyük ekonomik

krizdir. Bu krizin uzun dönemli ve yapısal olacağına yönelik inanç, sorunun

aşılması konusunda, sosyal devlete karşı çıkan, devletin küçültülmesi

gerektiğinin ileri süren yeni politika anlayışları hakim hale gelmiştir. Bu

politikalar neo liberal iktisat politikalarıdır. Piyasa mekanizmasını

güçlendirmek üzere uygulamaya konan neo liberal iktisat politikaları

Page 16: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

2

toplumsal kaynakların özel sermaye lehine yeniden dağıtımını

gerçekleştirmeye dönük politika önerilerini içermektedir. Bu çerçevede neo

liberal politikalar, piyasa mekanizmasının toplumsal kaynakları ve gelirin

dağıtımını en iyi şekilde gerçekleştiren mekanizma olduğunu ve piyasa

mekanizmasına herhangi bir müdahalenin ekonomik etkinliği yok edeceğini

temel yaklaşım olarak kabul etmektedir.

Bu gelişmelerle birlikte, 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde; Dünya’da

devrim niteliğinde gelişmeler, hızını sürekli artırarak devam etmiştir.

Küreselleşme olarak tanımlanan bu süreçte, teknolojik atılımın ve ekonomik

büyümenin şimdiye kadar görülmediği kadar hızlandığı, iletişim ve ulaşımda

yüksek teknolojilerin hakim olduğu görülmektedir. Bilgi toplumunun oluşması

ile günümüzde hizmetler, bilgi ağı ile dünya çapında istenilen her yere

gönderilmekte, sanayi ülkeleri arasındaki ürün ticaretinde yüksek artış

yaşanmakta, sermayenin mobilitesinde şimdiye kadar görülmeyen bir hız

yaşanmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler siyasal, ekonomik, toplumsal ve

kültürel açılardan, büyük bir değişimi de beraberinde getirmiştir.

Diğer yandan, 1970 ‘li yıllarda yaşanan krizler Azgelişmiş Ülkeleri da

etkisine alarak, dış ticaret açıkları, yüksek enflasyon, dış borç sorunu gibi

sorunları ağırlaştırmıştır. Bu süreçte önce azgelişmiş ülkeler ve daha sonra

da geçiş ekonomileri olarak adlandırılan eski sosyalist ülkeler, çoğu kez IMF

ve Dünya Bankası güdümünde Yapısal Uyum Politikaları ve İstikrar

Politikalarını uygulayarak dışa açık piyasa ekonomisine dayalı neo liberal

politikaları uygulama süreci yaşamışlardır. Böylece bütün dünyada yapısal

uyum ve istikrar politikalarının uygulanmasıyla, neo liberal politikalar hemen

hemen bütün dünyada egemen olmuştur.

Türkiye küresel ekonomiye eklemlenme doğrultusunda, istikrar ve

yapısal uyum politikalarını uygulayan bir ülke olarak, IMF ile yakın ilişkilerde

olduğu da dikkate alınarak, söz konusu politikaların içeriği önemlidir. Temel

hedeflerin artık istikrar ve yapısal uyum olarak belirlendiği bir ekonomide, her

Page 17: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

3

şey piyasa tarafından belirlenmektedir. Bu politikalarda, her tür devlet

müdahalesi reddedilerek, kamu sektörünün ciddi biçimde daraltılması, mal ve

faktör piyasalarının etkinliğinin arttırılması, finansal sektörün ve dış ticaretin

serbestleştirilmesi, ekonominin yabancı sermayeye açılımı anlayışı hakimdir.

Neo liberal çözümde, fiyat mekanizması aracılığı ile yapısal dönüşüm

sağlanmaktadır. Bir başka ifade ile, ekonominin maksimum derecede dışa

açılımının sağlanmasına çalışılarak en uygun göreli fiyat sistemine ulaşmak

hedeflenmektedir.

Bu çerçevede, neo liberal görüşe dayalı iktisat ve kamu politikaları

çeşitli araçlar kullanmaktadır. Bunlar, kısa vadede reel ücretlerin

düşürülmesi, orta ve uzun vadede ise artışın düşük tutularak, toplam talebin

kısılmasının sağlanmasıdır. Bunun yanı sıra işletmelerin rantabilitesinin

arttırılmasının sağlanması, yüksek faiz politikası ile tasarrufların arttırılması,

tüketimin kısılması ve sermaye kaçışının önlenmesi, sıkı maliye politikası

yoluyla bütçe açığının kapatılması, kamu harcamalarının kısılması ve

vergilerin arttırılması, bunun yanında fiyatların serbest bırakılması, özellikle

tarım sektöründeki sübvansiyonların azaltılması ve fiyatların piyasa

koşullarına göre belirlenmesi, kamu sektörünün alanının daraltılması, bu

bağlamda KİT’lerin özelleştirilmesi, kur ayarlaması veya başka bir ifadeyle

sürekli devalüasyon ile ihracatı arttırıp ödemeler bilançosunun düzeltilmesi ve

emek piyasasının düzenlenmesinde esnek düzenlemelere gidilmesi, istihdam

edilme koşullarına esneklik kazandırılması şeklinde özetlenebilir.

IMF ve Dünya Bankasının 1970 yılları AGÜ’lerin borç problemlerinin

çözümüne katkıda bulunmak üzere, koşulluluk çerçevesinde kredi tahsisinde

bulunmuşlardır. 1980-84 döneminde altmıştan fazla ülke IMF ile stand-by

anlaşmasına uygun politikalar benimsemiş olup, bu bağlamda IMF kendisine

başvuran ülkelerin ekonomi politikalarını yönlendiren bir kurum olmuştur.

Dünya bir taraftan neo liberal politikalarla hızla küreselleşirken, diğer

yandan; gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksulluğun, özellikle AGÜ olmak üzere,

Page 18: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

4

bir çok ülkede sosyal ve siyasal açıdan kaygı verici boyutlara ulaştı yapılan

araştırmalarca saptanmıştır.

Bütünleşen dünya anlamında küreselleşme sürecinde yoksulluğun

boyutunu vurgulamak üzere Dünya Bankası’nın bu konuya önem verdiği

yoksulluğun boyutlarının araştırıldığı raporlardan anlaşılmaktadır. 20. yüzyılın

sonu ve 21. yüzyılın başındaki en önemli araştırma konularından biri de

yoksulluktur. Dünya bankası raporlarında ifade edildiği gibi (2000/2001 Dünya

kalkınma Raporu) , günlük bir doların altında gelir elde eden yoksulların

toplam dünya nüfusu içerisindeki payı 2001 yılı itibariyle %21,1 olup, günlük

iki doların altında yaşayan insan sayısının toplam dünya nüfusu içerisindeki

payı ise % 52,9 dur. Dolayısıyla uluslar arası yoksulluk çizgisi günlük iki

dolara yükseldiğinde, yoksulluğun çok daha yüksek oranları gösteriyor olması

bir dolarlık yoksulluk çizgisi civarında önemli bir yığılma olduğunun

göstergesidir. Bunun yanında , dünyada yoksulluğun en yoğun yaşandığı

bölgeler Sahra altı Afrika ve Güney Asya bölgeleridir.

Söz konusu raporda dikkati çeken diğer bir husus ise, yoksulluk

oranının bölgeler arasındaki farklılığıdır. Bu ise küreselleşen dünya

ekonomisi için en önemli problem olarak ifade edilmektedir.

Günümüzde devletlerinin sosyal devlet olması gereği, gelir

dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesi , yoksulluğun azaltılması hayat

standardının yükseltilmesi, toplumu oluşturan bireylerin yeterli ve istikrarlı bir

gelir seviyesine ulaştırılması, öncelikli hedefleri arasındadır. Türkiye’nin

gündemine ise yoksulluk sorunu 1990 yıllarından itibaren yerleşmiştir.

Yoksulluk, temelde AGÜ’lerin sorunu olarak ele alınsa bile, gelişmiş

ülkelerde de gündemi işgal etmektedir. Avrupa Topluluğu’na üye ülkelerde,

işsizliğin 1970’li yıllarda, ekonomik büyümeye karşın, çok büyük bir hızla

artması, nüfusun yaklaşık üçte biri yoksulluk sınırına yakın gelir düzeyine

Page 19: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

5

gerilemesine yol açtığı ve bu gerileme ise sosyal birlikteliği tehdit eder

boyutlara ulaştığı gözlemlenmektedir.

Dünyada yoksulluğun belli başlı bütün ölçütlere göre artış eğilimine

girdiği ve önlem alınamaz ise daha da artacağı konusunda görüş birliği

bulunmaktadır. Dünya Bankası, bu sayının 1990 yılında, 1980 yılına oranla

200 milyon artarak bir milyara, 2000 yılında ile bu artış eğilimini sürdürerek

1.2 milyara ulaştığını belirtmiştir.

Yoksulluk tahminlere göre, dünya nüfusunun önümüzdeki yıllarda

önemli ölçüde artacağı, bununda tamamına yakın bir kısmının (%97)

AGÜ’den kaynaklanacak olması, yoksulluğa ilişkin kaygıları daha da

arttırmaktadır. II. Dünya Savaşının ardından 1980’lere kadar bütün dünyada

yaygın olan görüş, yoksullukla doğrudan mücadele amacını güden ve esas

olarak bir sosyal güvenlik ağını öngören sosyal politikalar niteliğinde iken,

“küreselleşme” döneminin bir ürünü olarak görülebilecek neo liberal

politikalar, doğrudan yoksulluğu azaltmak şeklinde olmayıp, dolaylı olarak

yoksulluğu azalttığı ileri sürülen, yoksulluğun önemli bir kaynağı olan işsizlik

sorununu azaltmak ile iktisadi büyümeyi sağlayacak türden politikalardır.

Küreselleşme ile birlikte işgücü piyasaları, finansal piyasalar, mal ve

hizmet piyasalarında meydana gelen değişmeleri ve bu değişmeleri gelir

dağılımı ve yoksulluk üzerine etkilerin incelenmesi, ayrıca küreselleşme

sürecinde sosyal politikaların evriminin yoksulluk ve gelir dağılımına etkisini

incelemek tezin amacıdır.

Bilindiği gibi kamu harcamaları, devletin toplumsal kaynaklarının

dağılımını ve kullanımını etkilediği önemli bir maliye politikası aracıdır. Bunun

yanında, kamu harcamalarının miktar ve bileşimindeki değişimler devletin

işlevlerindeki değişimi yansıtma özelliğine sahiptir. Bu nedenle kamu

harcamalarının gelir dağılımındaki etkisi incelenirken, devletin işlevlerindeki

meydana gelen değişimlerde incelenmesi gerekmektedir.

Page 20: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

6

Devletin elinde gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek üzere, iki

mali araç vardır. Bunlar kamu harcamaları ve vergilerdir. Adil gelir dağılımını

gerçekleştirmek için, kamu transfer harcamaları yoluyla düşük gelir

gruplarına gelir aktarımı yoluna gidebilmektedir. Türkiye’de cari harcamaların

ve yatırım harcamalarının bütçe içindeki payının azalması, bunun yanında

transfer harcamalarının da payının artması dikkat çekicidir. Ancak bunun

yanında transfer harcama kalemlerindeki bazı kalemlerin oransal olarak

artması, sosyal politikalarının belirlenmesi, gelir eşitsizliği ve yoksullukla

mücadele politikalarının belirlenmesi açısından önemlidir.

Tez çalışması dört bölümden oluşmaktadır. Bu çalışmanın birinci

bölümünde küreselleşmenin tanımı, oluşumu ve sosyal politikalar üzerindeki

etkileri dikkate alınmış olup, ikinci bölümde dünyadaki ve Türkiye’deki gelir

dağılımı ve yoksulluk politikalarının belirlenmesinde etkili olan, yoksulluk

düzeyinin belirlenmesi, yöntemleri yoksulluk kavramının tanımları, ölçüm

yöntemleri incelenmiştir. Ayrıca gelir dağılımı çeşitlerine yer verilerek,

dünyadaki yoksulluğun ve gelir dağılımının profili ortaya çıkartılacak ve

küreselleşme ile yoksulluk arasındaki ilişki araştırılacaktır.

Üçüncü bölümde ise, Türkiye’de 1980 sonrası süreç ele alınacaktır.

1980 yılı ve sonrasında Türkiye’de kalkınma planları çerçevesinde ithal

ikameci sanayileşme politikası terkedilmiş ve serbest piyasa ekonomisi

kurallarının geçerli olduğu ihracata dayalı sanayileşme politikası devreye

girmiştir.1980 yılından itibaren ülkedeki tüm sektörlerde bir deregülasyon

sürecine girilmiş ve bu yönde kurumsal düzenlemeler yapılmıştır.

Ekonominin dışa açılması mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin

önündeki engellerin kaldırılması, serbestleşme ve deregülasyon yoluyla olur.

Türkiye’de dış ticaret esas olarak 1980’lerde ve özellikle 1996’daki Avrupa

Birliği ile kurulan gümrük birliği ile serbestleşmiştir. Mali serbestleşme ise

1981’de faiz hadleri üzerindeki kontrollerin kalkması, 1984’de döviz ticaretinin

serbestleşmesi, 1986’da İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının kurulması,

Page 21: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

7

1987’de Merkez Bankasının açık piyasa işlemleri yapmaya başlaması ve

1989 yılında 32 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile finans piyasaları

tamamen serbestleştirilmiştir.

Diğer yandan, 1980 sonrası dönemde ekonomik ayrıma göre

konsolide bütçe kalemlerinde oluşan değişim incelendiğinde, transfer

harcamalarının bütçe içindeki payının reel harcamalara oranla giderek artış

eğilimi içerisine girmiştir. Transfer harcamalarında gözlenen artış eğiliminin

en önemli nedeni, transfer harcamaları içinde yer alan faiz ödemelerinin

sürekli artmasıdır. 1980 yılında transfer harcamalarının GSMH’ya oranı %7.5

iken 2005 yılına gelindiğinde bu oran %19,3 olmuştur. Bunun yanısıra,

transfer harcamaları içerisindeki faiz harcamalarının payı 1980 yılında %2,7

iken, 2004 yılında %57,0’ a ulaşmıştır. Bilindiği gibi konsolide bütçe kalemleri

içinde yer alan faiz ödemeleri, devlete borç verebilecek gelir düzeyine sahip,

yüksek gelirli sermaye sahibine yapılan ödemelerdir.

Kamu gelirlerinin en büyük kaynağı olan vergi gelirlerinin, 1980

sonrası gelişimi incelendiğinde ise, önemli bir değişim görülmektedir. Toplam

vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı artarken, doğrudan vergilerin

payı azalmaktadır.

Vergiler konusundaki en önemli yeniliklerden birisi de 1 Ocak 1985

yılında yürürlüğe giren (KDV) Katma Değer Vergisidir. KDV ile amaçlanan

yaratılan ek gelirin vergilenmesidir.

Bununla yanında, 29 Temmuz 1998 tarih ve 4369 sayılı vergi yasası

çıkmıştır. Bu yasa ile ekonomi kayıt içerisine alınması hedeflenmektedir.

Yasa, mali milat adıyla saptanan bir günde kayıt dışında kalmış para ve

değerli varlıkların nereden buldun sorusuyla karşılamadan kayıt içerisine

almayı hedeflemiş, ancak bu yasa 1999 yılı ortalarında yaşanmakta olan

ekonomik bunalım da gerekçe gösterilerek ertelenmiştir.

Page 22: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

8

Bu gelişmelerin de ışığında, bu bölümde Türkiye’nin küreselleşen

dünyaya eklemlenmesin ve 1980’den bu yana uygulanan neo liberal

politikaların sosyal politikalar üzerinde oluşturduğu dönüşüm ve bu

dönüşümün gelir dağılımı ve yoksulluk üzerindeki etkileri araştırılacaktır.

Çalışmanın dördüncü bölümünde, küreselleşme ile transfer

harcamaları arasındaki ilişkinin, nasıl geliştiğine dair uygulama yapılacaktır.

Page 23: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

9

BİRİNCİ BÖLÜM

KÜRESELLEŞME VE SOSYAL POLİTİKALAR

Hızla gelişen ve yaygınlaşan bilgi ve iletişim teknolojilerin de katkısıyla,

küreselleşme ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmelerini önemli ölçüde

etkilemektedir (DPT, 2006: 5).

Küreselleşme, ortaya çıkmasındaki nedenler ve etkileri açısından da

çok farklı görüşler içeren tartışmalı bir konudur. Ayrıca, küreselleşme

tartışmaları, son çeyrek yüzyılda bütün dünyada giderek yaygınlaşan

neoliberal iktisat politikalarıyla ilişkilendirilmektedir (Şenses, 2004: 1).

1980 sonrası uygulanan ekonomik serbestleşme, ihracata dönük

büyüme biçiminde sunulan yeni liberal ekonomik akım, esasen son üç yüz

yılda ulus devletin meydana getirdiği tüm kurum, kural ve yapılanmaları

etkileyerek, sosyal devlet uygulamalarında da değişikliler meydana getirmiştir

(Temiz, 2004: 76).

1.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMININ TANIMI

Yaygın olarak kullanılan küreselleşme kavramı, son yıllarda üzerinde

çok tartışılan, üzerine çok farklı anlam ve değerler yüklenen, çok farklı

tanımlamalara ve nitelemelere konu olan bir kavramdır.

Küreselleşme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre,

hemen hemen yeryüzünün her alanındaki değişimi ifade etmek için

kullanılan “sihirli” bir sözcük haline gelmiş, Alman kömür endüstrisindeki

Page 24: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

10

gerilemeden, Japon gençlerinin alışkanlıklarını açıklamaya kadar, geniş bir

alanda kullanılan “klişe”ye dönüşmüştür (Berger, 1997: 23).

Küreselleşmenin en yaygın kullanımda, mal ve hizmetlerin, üretim

faktörlerinin, teknolojik birikimin ve finansal kaynakların ülkeler arasında

serbestçe dolaşabildiği, faktör, mal, hizmet ve finans piyasalarının giderek

bütünleştiği bir süreçtir. Ulus devletlerin etkisinin azalarak, çok uluslu

şirketlerin giderek baskın bir rol üstlenmeleri, küreselleşme sürecinin en

belirgin özelliklerindendir. İktisat dışında sosyal bilimcilerde küreselleşmeyi

“sosyal ilişkilerde ve karşılıklı bağımlılıkta dünya çapında artış” şeklinde

tanımlamaktadırlar (Şenses, 2004: 1).

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, üretim ve emek süreçlerinden çok

ulaşım maliyetlerinin düşüşü ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler

beraberinde yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreç kapitalizmin

küreselleşmesi şeklinde ifade edilmektedir (Akkaya, 2003: 1).

Teknoloji ve iletişimdeki gelişmelerin etkileyip, yönlendirdiği süreçler

küreselleşme kavramı ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Bilginin,

hammaddenin, mal ve hizmetlerin artan bir şekilde uluslararası dolaşım ve

paylaşıma girmesi 20.yüzyılda meydana gelen bir gelişmedir. Özellikle 1980’li

yıllardan sonra ekonomik ilişkiler yaygınlaşmış, ideolojik farklılıkları temel alan

kutuplaşmalar çözülmüş, dünya ekonomisi hızla liberalleşme sürecine girmiş,

kültürler, inançlar ve idealler sınırları aşarak daha benzer bir hale dönüşmeye

başlamıştır (Erbay, 1996: 3).

Küreselleşme konusunda sosyal bilimlerin farklı dallarında, farklı

tanımlamalar yapılmasına karşın, tanımların birçoğunda ekonomik ve siyasi

boyut öne çıkmaktadır. Öncelikle küreselleşme birçok yazar tarafından

küresel bir ekonominin varolmasıyla eşanlamlı kullanılmaktadır (Erdoğan,

2003: 8).

Page 25: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

11

Ekonomik boyut öne çıkarılarak yapılan tanımlarda küreselleşme,

ekonomik faaliyetlerin dünya çapında birbirine bağlanması, bağımlı hale

gelmesi olarak algılanmaktadır. Buna göre küreselleşme, sermaye, yönetim,

istihdam, bilgi, doğal kaynakların ve organizasyonun uluslararasılaştığı ve

tam anlamıyla karşılıklı bağımlılaştığı bir ekonomik ve siyasi yapılanmadır. Bu

yeni yapılanma içinde ekonomik rekabetin zemini milli ekonomiler olmaktan

çıkarak dünya gezegeninin (globus) tamamı haline gelmektedir (Koçdemir,

2000: 154).

Küreselleşme, küreselleşmenin baş aktörleri olarak görülen kurumlar

tarafından ise şu şekilde tanımlanmaktadır. Küreselleşme ticaret ve finansın

entegrasyonu’dur (IMF, 2002: 108). Benzer bir tanımla küreselleşme süreci;

dünyadaki ekonomilerin ve toplumların süregiden bütünleşmesidir (Dünya

Bankası, 2002: iii).

Amerikan Ulusal Savunma Enstitüsü küreselleşmeyi “malların,

hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve

halkların hızlı ve sürekli bir biçimde sınır ötesine akışı” biçiminde

tanımlamaktadır. Bu enstitünün yaptığı bir çalışmaya göre küreselleşme

sayesinde ülkelerin ekonomileri arasında daha önce örneği görülmemiş bir

bütünleşme sağlanmakta, bir enformasyon devrimi yaşanmakta ve pazarlar,

şirketler, örgütler ve yönetim uluslararası hale gelmektedir

Kuşkusuz bu tanımlamanın geçerliliği tartışmalıdır. Öncelikle

küreselleşme, konuya bakış açısına, coğrafi, siyasal ve ekonomik duruma

göre farklılıklar göstermektedir. Malların serbest dolaşımı güçlü ekonomiye

sahip devletlerin veya uluslararası işletmelerin bütün ürünlerini veya hemen

hemen bütün ürünlerini serbestçe bütün ülkelere satma olanağına sahip olsa

da bazı ülkelerin ürünlerini gelişmiş ülkelerin pazarlarına sokabilmek için

karşılaştıkları güçlükler söz konusudur. Pek çok ülke ekonomisini hala yüksek

gümrük vergileri ile korumaktadır. Tarife dışı engeller devam etmekte hatta

artmaktadır (Tağraf, 2002: 35).

Page 26: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

12

Bunun yanında “yeni bir dünya düzeninin değil, fakat yeni dünya

düzensizliğinin, hatta üst üste geçen ve rekabet halindeki otoritelerin, çoklu

bağlılıkların ve kimliklerin, prizmatik uzay ve inanç nosyonlarının oluşturduğu

“yeni bir ortaçağ işaretçisi olarak görülebileceği” ni ileri süren yaklaşımlar da

bulunmaktadır (Bağce, 1997: 75).

Diğer bir yaklaşımla küreselleşme, soğuk savaş döneminden sonra

Batı’nın zaferini yeni bir açılımla dünya geneline yayması olarak

nitelendirilmektedir. Bu bağlamda “yaşanan süreç, dağılma, sömürgeleşme ve

demokratikleşme sürecinde daha geriye savrulma anlamına gelmektedir. Bu

yaklaşıma göre küreselleşme, emperyalizmin yeni bir yüzüdür. Hatta

küreselleşme, “bu yüzyılın başında terminolojiye girmiş olan emperyalizmin

kendisidir. Emperyalizm denen olguya saygınlık kazandırma, emperyalizm

karşısında çaresizlik yaratma çabasıdır.” (Boratav, 1995: 21).

Günümüzde küreselleşme konusunda çok geniş bir literatür ve

küreselleşmeye ilişkin birbirinden tümüyle farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.

Küreselleşme olgusunu toplumsal hayatın yeniden düzenlenmesini

içeren siyasi/ iktisadi önlemler reçetesi olarak gören neoliberal felsefenin

yaklaşımı ise; küreselleşme kendi nesnel yasalarına sahip sanki karşı

konulamaz bir süreçtir. Dolayısıyla tüm ülkelerin bu sihirli akımdan

yararlanabilmesi için gerekli toplumsal, iktisadi, siyasi düzenlemeleri (yapısal

düzenlemeler) başarması gerekmektedir. Neoliberal küreselleşmenin

nimetlerinden yararlanmanın koşulu bu yapısal düzenlemeleri yürürlüğe

sokabilmektir (Yeldan, 2004: 429).

Küreselleşmede iki süreç vardır. Sermayenin serbest dolaşımı,

hacminin artması, hızlanması ve yaygınlaşması ile teknolojik gelişmelerdir.

Ekonomik ve finansal boyutu ön plana çıkartılarak küreselleşmenin tanımı

yapıldığında; Küreselleşme, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişme ile

üretim teknolojilerinde meydana gelen hızlı değişiminde etkisi ile dünya

Page 27: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

13

ekonomilerinin birbirlerine eklemlenmesi, üretim ilişkilerinin yeniden

belirlenmesi, ve neticesinde dışa açık ekonomi modelinin hemem hemen tüm

ülkelerde uygulanmasıdır. Başka bir ifadeyle dünya ekonomilerinin

birbirleriyle bütünleşmesidir.

1.2. KÜRESELEŞMENİN GELİŞİM AŞAMALARI (EVRELERİ)

Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişimi, taşıma ve ulaşım

maliyetlerindeki azalma, ve bunların üretim teknikleri ve piyasalar ile

bütünleşmesi sonucu hızlanan ve küreselleşme olarak nitelenen sürecin

ortaya çıkmasının kökenleri neoliberal politikaların 1970’li yılların sonlarından

itibaren uygulanmasının yaygınlaşmasıyla ilişkilendirilebilir (Şenses, 2004: 2).

Dünya tarihinin son iki yüzyıllık tarihi, iki ayrı uzun salınım altında, iki

adet küreselleşme evresinin gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Bu

evrelerden birincisi 18. yüzyıl sanayi devrimini takiben, 1870-1913 yılları

arasıdır. Bu yıllara damgasını vuran ilk küreselleşme dalgasının temel özelliği,

para piyasalarında ve ticarette altın standartının norm kabul edilmiş olmasıdır.

Birinci ve İkinci Dünya savaşları ve ulusal devletlerin görece bağımsız

kalkınma ve ticaret politikalarıyla şekillenen 1914-1980 yılları arasından sonra

dünya ölçeğinde yeni bir küreselleşme dönemine girildiği görülmektedir

(Yeldan, 2004: 431-432).

Gerçek anlamda bütünleşmiş bir dünya ticaret sistemi ondokuzuncu

yüzyılın ikinci yarısında oluşturulduğu için, uluslararası ekonominin karmaşık

bir göreli açıklık- kapalılık hikayesi vardır. Denizaltı telgraf kabloları

1860’lardan itibaren kıtalararası piyasaları birbirine bağlanması, günümüz

elektronik ticaretinden çok büyük bir yeniliktir. Binlerce mil uzaklıktaki yerlerle

günlük ticareti ve fiyat belirlemeyi olanaklı hale getiren bu yenilik, kıtalararası

iletişimi olanaklı kılarak, hem portfolyo, hem de doğrudan yatırım biçiminde,

Page 28: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

14

büyük çaplı uluslararası para akışının hızını arttırmıştır. 1870-1913 arası Belle

Epoque ekonomisi büyük ölçüde uluslararasılaşmış bir ekonomiydi. 1913’te

İngiltere’de ticaretin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı %44.7’dir. Bu oran iki

savaş arası dönemdeki çarpıcı düşüşten sonra, 1973’te % 39.3’e yükselmiş,

1993 itibariyle bu oran %40.5’tir. Fransa ve Almanya’da benzer bir görünüm

sergilemektedir (Hirst ve Thompson, 2003: 10).

Kapitalizmin, ülkelerin içe kapandıkları dönemleri ile hızla dışa

açıldıkları dönemlerini birbirinden ayırmak gerekir. 1870-1913 dönemi, dış

ticaretin serbestleşmenin hız kazandığı, sermayenin küresel anlamda hızla

yer değiştirdiği, büyük göçlerle işgücünün de serbest dolaşımına olanak

tanındığı küresel kapitalizm olarak ifade edilmektedir. Diğer taraftan iki Dünya

Savaşı ve Büyük Dünya Bunalımı’nın belirleyici olduğu 1913-1945 dönemi

ise, öncekinin aksine, hemen hemen her alanda içe kapalı politikaların

uygulandığı ve dünya ticaretinin önemli ölçüde daraldığı bir dönem olarak

tanımlanmaktadır. Bu iki dönem azgelişmiş ülkeler açısından farklı anlamlar

taşımaktadır. İlkinde sömürgeci yönetimler aracılığı ile bu ülkelerin dünya

ekonomisi ile bütünleşmeye zorlanırken, ikincisinde kimi Latin Amerika

ülkeleri ve Türkiye gibi siyasal açıdan bağımsız ülkelerde sanayileşmeye

dayalı kalkınma stratejilerinin uygulamaya koyabilmiştir. Bazı gözlemciler,

uluslararası ekonominin bugün ulaştığı konum itibariyle, birinci küreselleşme

döneminin yaşandığı 1870-1913 dönemiyle kıyaslandığında, daha az açık ve

daha az bütünleşmiş bir görünüm içinde olduğuna işaret etmektedirler. Diğer

bazı gözlemciler ise, bu sürecin küreselleşmeden çok uluslararasılaşma

olarak değerlendirilebileceğini savunmaktadır (Şenses, 2004: 12).

Bunalımlı 1920’lerin ardından serbest piyasa modeline karşılık

şüpheler artarken, bu bunalıma karşı öne sürülen alternatiflere karşı liberal

yanıt “Keynesyenizm” oldu (Ölmezoğulları, 1995: 15).

Keynesyen ekonomik anlayış, devlet müdahalesinin ön planda

tutulduğu, talep yanlı politikalarıyla satın alma gücü yaratılmasına

Page 29: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

15

dayanıyordu. Bu tip ekonomik politikaların sonucu olarak “Fordist” üretim

organizasyonları doğdu. Fordist yapılanmalar, geniş ölçekli üretim

birimlerinde yine çok sayıda iş görenin istihdam edilmesinden oluşmaktaydı.

Standartlaştırılmış ve küçük parçalara ayrılmış işlerde çalışanlar yine standart

ve eskiye oranla daha yüksek ücretler alıyorlardı. Bu yapı aynı zamanda

Keynesyen ekonomik politikaların hedefleriyle örtüşmekteydi. Buradan

hareketle fordizmin yapısı genel olarak, seri ve kitlesel üretimdir. Korunmuş

bir ulusal Pazar sistemiyle bağlantılıdır. Bu sistem seri üretim yapanların sabit

giderlerini karşılamada da yardımcı olmaktadır. Ayrıca seri üretim modeli

talepteki ani düşüşler karşısında duyarlıdır. Özellikle bunalım dönemlerinde

ücretler yükseltilmiş, kredi olanakları arttırılmış, ücretsiz kesime yapılan maddi

yardımlar da arttırılmıştır. Böylelikle talepteki ani düşüşler önlenmek

istenmiştir (Bozkurt, 1996: 48).

Ancak 1970’lerin başından itibaren bu yapı işlerliğini yitirmeye

başlamıştır. İç pazarların doyması ve tüketicilerin seri üretim ürünleri yerine

kendi kişisel ihtiyaçlarına cevap veren esnek tarzdaki ürünleri tercih etmesi,

diğer bir deyişle “tüketicinin nazlanır hale gelmesi” hammadde fiyatlarının

aşırı yükselmesi, Bretton Woods’la birlikte kurulan döviz sisteminin çözülmesi

Keynesyen modelin sorgulanması sonucunu doğurmuştur. Çünkü teorinin en

önemli tezlerinden yüksek enflasyonun beraberinde istihdam hacmini

genişleteceği öngörüsü başarısız olmuş ve istihdamın korunması için getirilen

sosyal önlemler artık üretim yapabilmek için önemli bir külfet olmuştur. Ayrıca

sosyal dengeyi sağlamak için kamu harcamalarının boyutları oldukça

büyümüş ve bu durum devletin müdahalesini etkisizleştirmiştir (Bozkurt, 1996:

50).

Böyle bir ortamda üretim sürecinde, çıkış noktasını yüksek teknolojiler

oluşturmuştur. Ayrıca söz konusu dönemde nispeten daha liberal politikaların

uygulandığı Japonya ve diğer bazı Güneydoğu Asya ülkelerinin bunalımı

rahatlıkla atlattıkları izlenmektedir. Japon modeli ürün elastikiyetine

dayanıyordu ve ileri teknoloji kullanımına elverişliydi. Bununla birlikte

Page 30: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

16

Amerikalı iktisatçı Freidman’nın yeni monetarist görüşleri hükümetler için ilgi

çekici alternatifler oluşturuyordu.

Artık ekonominin organizasyonu neo liberal politikaların getirdiği ilkeler

uyarınca yapılıyordu. Ulusal ekonomileri koruyan gümrük duvarları kaldırılmış,

istihdam üzerindeki sosyal amaçlı korumalar zayıflatılmıştı. 1980’lerde anılan

politikaları uygulan hükümetler dünya çapında iktidara gelmeye başladılar

(ABD’de Reagan, İngiltere’de Theatcher, Almanya’da Kohl, Türkiye’de Özal

hükümetleri örnek olarak gösterilebilir). Ayrıca 1980’lerin sonunda liberal batı

toplumlarının karşısındaki en önemli alternatif olan sosyalist modelde

çözülünce “küreselleşmenin” kavram olarak da “küreselleşmesi” önünde hiçbir

engel kalmadı. Bretton Woods anlaşması dünya ekonomisinin işlerliğinin

birçok yönden etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Bretton Woods

sistemi devletlere refah ve kalkınma masraflarını karşılamaları için düşük riskli

belirli bir finans akımını garanti etmekteydi. İkinci olarak bu sistem,

uluslararası finansal işlemlerin, artan dış finansman ihtiyaçlarını karşılama

konusundaki güvenirliliğine olan inancı besleyerek çöküşünü takip eden

süreçte uluslararası finansal etkinliklerin serbestleşmesi için uygun bir ortam

sağlamaktaydı. Ayrıca 1973 petrol krizinin sonucu olarak OPEC ülkelerinin

anormal döviz fazlalarından kaynaklanan yeni ve daha karlı finansal araçlar

arayışının, finansal karteller üzerinde yarattığı rekabet baskısının varolan

finansal sistemin oluşmasına önemli katkısı bulunmaktadır (Helleiner, 1994:

165).

Bretton Woods sisteminin çöküşü değişen dünya ekonomik sistemin

tek belirleyicisi değildir. Birinci ve ikinci petrol krizleri sonucu petrol

fiyatlarındaki yükselme sonucu, petrol tüketen ülkelerin artan ekonomik yükü

de diğer bir belirleyicidir. Bazı ülkeler, özellikle gelişmiş ülkeler bu artışı

ihracat fiyatlarına yansıtarak karşılamada başarılı olmuşlardır. Ancak

gelişmekte olan ülkeler için durum farklıdır. Üçüncü dünya ülkelerinin dış

borca dayalı büyüme stratejileri, OPEC ülkelerinin ellerindeki riskli ve yüksek

getirili yatırım alanları arayan fonların toplanması sonucu, gelişmiş ülkelerin

Page 31: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

17

bu fonları dış borç kullanarak büyüme stratejisi izleyen üçüncü dünya

ülkelerine kanalize etmeleri sonucunda, bu ülkelerde bir borç krizine yol

açmıştır (Erdoğan, 2003: 14).

Finansal krizin derinleşmesiyle, bankalar borç geri ödemelerini

düzenlemek, uluslararası bankalardan yeni fonlar sağlamak, uluslararası

kurumları devreye sokmak ve borçlu ülkelerin ekonomilerini dış ticaret ve

bütçe açıklarını kısarak, kaynakları ekonomik büyümeden borç geri

ödemesine kanalize etme görevini, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlara

vermiştir (Erdoğan, 2003: 14).

1970’li yılların sonunda, aynı amaçlar doğrultusunda birlikte hareket

etmeye başlayan IMF ve Dünya Bankası’nın katkılarıyla neo liberal ekonomi

politikaları azgelişmiş ülkelerin büyük bir kısmına hızla yayılmıştır. Bu

politikalar, mal ve faktör piyasalarında fiyat müdahalelerinin kaldırılması, dış

ticaretin ve finans piyasalarının serbestleştirilmesi, kamu iktisadi

kuruluşlarının özelleştirilmesi, doğrudan yabancı yatırımların ve dış finansal

akımların serbestleştirilmesi, eğitim ve sağlık alanı başta olmak üzere sosyal

hizmet alanlarında özelleştirmelerin yaygınlaştırılması, işgücü piyasalarının

esnekleştirilmesi gibi amaçları ön planda tutarak bu ülkeleri dışa açık serbest

piyasa ekonomisi doğrultusunda dönüştürme yolunda etkili olmuştur (Şenses,

2004: 3).

İki küreselleşme sürecinin yaşandığı son 250 yıllık iktisat tarihine

bakıldığında, en belirgin özellik büyüme oranlarındaki sıçramalardır. Dokuma

tezgahlarındaki hızlı teknolojik gelişmeler 1730’larda başlamış bunları

demiryolları ve buhar gücüne dayalı okyanus ötesi gemi taşımacılığındaki

gelişmeler izlemiştir. Aynı dönemlerde işgücünün kompozisyonu süratle nitelik

değiştirmiş ve örneğin İngiltere’de sanayi sektöründe çalışan işgücünün oranı

1800’lerin başında %30’a, 1840 %47’ye, 1870’de de %49’a ulaşmıştır

(Yeldan, 2004: 431-432).

Page 32: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

18

Bu gelişmelerin iktisadi büyüme üzerine etkileri ise açıkça

görülmektedir. Örneğin, 1800’lerin başına kadar neredeyse sabit olan ve

ancak geçimlik düzeyde bir gelir sağlayan büyüme oranları, 19. yüzyıl

boyunca ivme kazanmış ve yıllık ortalama %2’lik hadlerden, 20. yüzyılın ikinci

yarısında yılda %3’ün üzerine taşmıştır. Örneğin dünya kapitalizmin 1580-

1820 arasında önderi konumundaki Hollanda’nın büyüme hızı %0.2 iken,

1820-1890 arasında önder İngiltere’nin yaşadığı büyüme hızı %1.2’dir.

1890’dan başlayarak dünya kapitalizminin hegemonik gücü haline dönüşen

ABD, 1890-1990 arasında yıllık ortalama %2.2 oranında büyüme göstermiştir

(Yeldan, 2004: 432).

1.3 KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE ULUS DEVLET VE ULUSAL POLİTİKALAR

Küreselleşme süreci, ulus devletler açısından çelişkiler ve sorunlar

yaratmakta, bu sorunların çözümünde ulusal politikalar yetersiz kalmaktadır.

Bu anlamda, ulus devletlerin ekonomik, sosyal ve siyasal rollerinin değişip

değişmediği konusunda farklı yaklaşımlar söz konusudur. Ancak,

küreselleşmeyle birlikte, ulus devlet dışındaki (dışşal) değişkenlerin iç politika

üzerindeki etkisinin arttığı ve bu bağlamda ulusal tercih alanlarının daraldığı

da bilinmektedir. Dolayısıyla dışsal rekabetin gerekleri devletlerin kurumsal ve

düzenleyici yapısında önemli değişimleri de beraberinde getirmektedir. Bu

gerekler farklılaşan işgücü ve makro ekonomik politikalar bakımından ulusal

uygulamaların hareket alanını daraltmaktadır (Temiz, 2002: 59).

1960’lı yıllarda, devlet en baskın sosyal varlıktır. Soğuk savaş

döneminde askeri bakımdan başarı sağlanabilmesi için ulusal düzeyde

ekonomik ve sosyal düzenlemelere ihtiyaç duyulması ulus devletin önemini

artırmıştır. Ancak, özellikle 1989 yılında Doğu Blok’unun çözülmesiyle birlikte

Page 33: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

19

ulusal düzeyde önceliklerin yerini, küresel düzeyde önceliklerin aldığı ve ulus

devletin yönetişim kapasitesinde değişimlerin gerçekleştiği görülmektedir.

Bu yeni süreçte ulus devletler, küresel sistemin yerel yetkilileri haline

gelmektedir. Artık, kendi ulusal sınırları dahilinde bağımsız olarak ekonomik

faaliyetlerin ya da istihdamın düzeyini etkileme imkanları sınırlanmaktadır. Bu

durum esasen, uluslararası sermaye hareketleri tarafından

şekillendirilmektedir. Ulus devletler artık uluslararası sermayenin yatırımlarını

kolayca gerçekleştirebilmesi için gereken alt yapı hizmetlerini sunma ve

kamusal malları mümkün olan en düşük maliyetlerle sağlama görevini

üstlenme durumuyla karşı karşıya kalmışlardır. (Temiz, 2002: 63-64).

Ulus devletlerin küreselleşme öncesi uygulamaları incelendiğinde,

1929 dünya bunalımı ve savaşın ortaya çıkardığı gereksinimler, piyasa

sistemine güveni kaybetmiştir. Bu durum ise, devlet planlamasına ve

kaynakların sağlanmasında hükümete daha büyük roller verilmesine yol

açmıştır. İkinci dünya savaşını takip eden dönemde kapitalist dünya

planlamayı benimsemiş, bu dönemde devlet, ulusal düzeyde ekonomi

politikalarını, sanayi politikalarını ve işgücü piyasasındaki düzenlemelerde

eşgüdüm sağlayarak sosyal düzeni güvence altına almıştır. Özellikle

Avrupa’da ulus devlet sistemi, mevcut durumun temel niteliğini korumakla

kalmamış, 1970’li yılların ortalarına değin sosyal sorumlulukları da

geliştirmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem kapitalist sistemin yeniden

yapılandığı bir dönemdir. Bu dönemin en önemli özelliği devletin ekonomik ve

sosyal yaşamda düzenleyici rol üstlenmesidir. Devlet bir yandan üretim ve

fiyat politikaları yoluyla, diğer yandan da vergi politikalarıyla sermaye

birikimini ve gelir dağılımını düzenleme yoluna gitmiş, sosyal devlet anlayışını

benimsemiştir. Sosyal devletin gereği olarak da, Avrupa’da ve bir ölçüde de

ABD’de savaşı izleyen yıllarda devlet, ekonomide gelir dağılımını sağlama,

yoksulluğu azaltma ve sosyal güvenlik harcamalarını düzenleme işlevini

yüklenmiştir. Bu süreçte yaşanan hızlı ekonomik büyümeyle beraber,

sendikalaşmanın güç kazanmasıyla, güçlenen örgütlü çalışan kesim ve reel

Page 34: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

20

ücretlerde artış gerçekleşmiştir. Sosyal devlet toplumsal kaynakların

bölüşümünü piyasa mekanizmasına bırakmazken, adil gelir dağılımı için mal,

hizmet ve işgücü piyasalarında aktif rol oynamıştır (Temiz, 2002: 68-70).

Küreselleşme süreciyle beraber, ulus devletler ekonomik gelişmeler

üzerinde artık daha az yetkiye sahiptirler. 1980 sonrası ekonomik

serbestleşme, ulus devlette sosyal devlet uygulamaları kesintiye uğramıştır.

Sermayenin uluslararası hareketliliği ulus devletin ekonomi politikalarındaki

etkisel genişliğini azaltmaktadır. Özellikle finansal piyasalardaki

küreselleşmenin işsizliği azaltma, gelir dağılımında adaleti sağlama gibi

sosyal devlet uygulamalarını etkisiz hale getireceği ifade edilmektedir (Temiz,

2002: 94).

1.4. ULUSLARARASI KURULUŞLARIN KÜRESELLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ

Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletler gibi

uluslar arası örgütler, OECD gibi bölgesel işbirliği örgütleri ve AB gibi ulusüstü

örgütler küreselleşmenin hızla yaygınlaşması ve derinleşmesinde etkin

kuruluşlardır. Küreselleşme olgusuyla beraber, çok uluslu şirketler de ön

plana çıkmaktadırlar.

1.4.1. Çokuluslu İşletmelerin Küreselleşme Sürecine Etkileri

Son çeyrek yüzyılda yaşananların küreselleşme sayılabilmesi için

yepyeni bir yapının oluşması gerekir. Önceki dönemin ekonomi alanındaki

önemli müdahale araçlarının ulus devletlerin denetiminden büyük ölçüde

çıkmış olması, denetimin Dünya Bankası, IMF, DTÖ gibi kurumlara

devredilmiş olması, çokuluslu işletmeleri etkisinin artışı, uluslararası mal ve

Page 35: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

21

sermaye akımlarındaki hızlı artışla birlikte eskiye kıyasla farklı bir yapının

ortaya çıkmaya başladığının işaretlerini vermektedir.

Pek çok alanda kendini hissettiren küreselleşme olgusu, işletmeleri de

farklı boyutlarda etkilemektedir. İşletmelerin yönetim anlayışları, yapıları, ve

üretim biçimleri gibi pek çok değişik konu ya hızlı bir gelişim süreci içine

girmekte veya tamamen yenilenmektedir. Küreselleşme sürecinin oluşturduğu

yeni durumun temelinde, işletmelerin dünyanın bütün bölgelerinde hiçbir

kısıtlamaya maruz kalmadan tek bir pazar gibi faaliyet gösterebilme çabası

yatmaktadır (Tağraf, 2002: 34).

Çokuluslu işletmeler, küreselleşme sürecinin hızlanması ile daha fazla

ön plana çıkmaktadırlar. Güçlü sermaye yapıları, gelişmiş teknolojiye sahip alt

yapıları ve faaliyet gösterdikleri alanın genişliği sebebiyle, küresel alanda

faaliyetlerini ve rekabet güçlerini kolaylıkla yürütebilmektedirler. Mevcut

rekabet ortamında güçlü bir rekabetçi yapı sergileyen çokuluslu işletmeler,

küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla da yakından ilgilidirler. Böyle bir

ortamda yerel pazarlarlarda yerel müşteriye hizmet veren işletmelerin küresel

anlamda faaliyet gösteren çokuluslu işletmelerin rekabeti ile karşı

karşıyadırlar. Bu işletmelerin küresel düzeyde rekabet etmeleri de çok zordur

(Tağraf, 2002: 34).

Çokuluslu işletmeler bakışa göre bazen dinamo bazen de adeta günah

keçileridir. Çokuluslu işletmeler için yazarlar, küreselleşmeyi onların

baskılarının eseri olarak görür, bazı yazarlar ise bunun abartılı olduğunu ve

bu bakışın değiştiğini ileri sürer. Bu şirketlerin her türlü kötülüğün kaynağı

olup olamayacağı tartışma götürebilir ancak dünya ekonomisi üzerindeki

ayrıcalıklı konumları önemli olduğu görülmektedir (Giddens, 2002: 92-93).

Küreselleşme süreciyle ortaya çıkan, teknolojik gelişmeler, bilgi

ekonomisini öne çıkması, dünyada yaşanan neo liberal politikaların yükselişi,

çok uluslu sermayenin küresel bir pazarda gelişmesinde etkili olmuştur.

Page 36: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

22

Çokuluslu işletmeler ve doğrudan yabancı sermaye yatırımları, ulusal

ekonomilerin yapısında giderek daha etkili olmaktadırlar. Küreselleşme ile

birlikte işletmelerin hızlı değişim yaşaması çalışma hayatını da önemli ölçüde

etkilemiştir. Çokuluslu şirketlerin ortak özellikleri, birden fazla ülkede faaliyet

göstermeleri, merkezi denetimin olması, bütün şirket bölümleri için birbirine

uygun bir politika izlenmesi, şeklinde belirtilebilir.

Çok uluslu şirketler XIX. Yüzyılın ortalarında doğmuşlardır. II. Dünya

savaşına kadar kurumsallaştıkları bilinmektedir. Çokuluslu şirketlerin

gelişiminde, önceleri hammaddelerin dağılımı etkili iken, son yıllarda küresel

rekabetin artması, ve pazar payı önem kazanmıştır. 20. yüzyılın ortalarına

doğru çalışma ilişkilerini belirleyen pek çok faktör 1990’lı yıllarla birlikte,

küreselleşme sürecinden günümüze kadar önemli değişimlere

uğramıştır.1980’li yılların ortaları ve 1990’lı yılların sonlarına doğru işsizlik

gittikçe artış göstermiş, bir çok ülkede sosyal güvenlik ve sendikal örgütlenme

gerilemiş, sendikal hareketlerle işverenler arasındaki güç dengesi önemli

oranda işveren lehine gelişmiştir. Bu değişimin en önemli nedenlerinde biri

üretim olanakları ve ürünün kalite özellikleri üzerinde evrensel normların

hakim olması rekabet baskılarının artmasıdır. Bu süreç, uluslar arası düzeyde

çokuluslu şirketleşmeye yol açmıştır. Çoğu şirket işgücünü minimum seviyeye

indirerek geçici işçi ve alt işveren(taşeron) kullanarak esnekliği arttırma

yoluna gitmiş, bu durum ise sendikal örgütlerin zayıflamasına neden olmuştur.

1980’li yıllara kadar örgütlenme eğilimini, genellikle olumsuz etkilemeyen

çokuluslu şirketler, ucuz emek, yeni yönetim teknikleri ve yüksek teknolojiye

dayalı üretim ve artan rekabetle üstünlük sağlama çabaları sonucu

sendikalara karşı tavır değiştirmeye başlamışlardır. Günümüzde çokuluslu

şirketler mümkün olduğu kadar sendikasız işletmeyi tercih etmekte, tamamen

dışlayamadıkları durumlarda ise daha uzlaşıcı sendikaları tercih

etmektedirler. Özellikle teknolojik alanda gelişmiş birçok sanayi ülkesinde işçi

sendikaları önemli ölçüde güç kaybına uğramışlardır (Gerşil, 2004; 148-149).

Page 37: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

23

Tarihsel süreç içerisinde, hem reel ücretlerin artmasında hem de

sosyal hakların geliştirilmesinde önemli rol oynayan sendikaların

etkisizleştirilmesi hem gelir dağılımının bozulmasında, hem de

yoksullaştırılmada önemli bir etkendir (Akkaya, 2003: 109).

1.4.2. Uluslararası Ekonomik Örgütlerin Küreselleşme Sürecine Etkileri

Küreselleşmenin hızla yaygınlaşması ve derinleşmesinde etkin

kuruluşlardan, IMF’nın kuruluş amacı, uluslararası sistemde parasal istikrarı

korumak ve sistemde ortaya çıkacak istikrarsızlıkların düzeltilmesini sağlamak

olarak belirlenmişti. Dünya Bankası’nın görevi ise kalkınma politikalarını

oluşturmak ve az gelişmiş ülkelerin kalkınma politikalarını finanse etmekti.

Yeni dönemle birlikte her iki kurumun görevleri değişti ve politika araçları yeni

amaçlar doğrultusunda yeniden oluşturuldu. IMF yeni görevi istikrar

politikaları oluşturmak ve bu politikaların uygulanmasını sağlamak olarak

belirlendi. Dünya Bankası ise piyasa koşullarını oluşturacak yapısal uyum

politikaları oluşturmak ve bunların finansmanını sağlamakla görevlendirildi.

Kuramsal çerçeve de bu değişim, planlama ve devlet müdahalesinin yerini

piyasaya, kalkınma ve sanayileşme söyleminin yerini, istikrar ve yapısal uyum

söylemine terk edilmesi ile sonuçlanmıştır. Üstelik uluslararası sistemde bu

dönüşümün şiddetini artıran bir başka olguda ortaya çıkmıştı. Bu olgu Sovyet

tehdidinin ortadan kalkması olgusuydu. Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla

birlikte, gelişmiş kapitalist ülkelerin, artık azgelişmiş ülkeleri finanse

etmelerine gerek kalmıyordu. Temel hedeflerin artık istikrar ve yapısal uyum

olarak belirlendiği bir ekonomide, her şey piyasa tarafından belirlenmekte,

küreselleşme sürecinin yaşama geçirilmesi IMF ve Dünya Bankası

gözetiminde 1980’li yıllardan itibaren uygulamaya konan Yapısal Uyum

Politikaları ile mümkün olmuştur. Neo liberal ekonomi temelli bu politikaları

uygulamaya koyan gelişmekte olan ülkeler, yapısal uyum adı altında hızla

Page 38: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

24

küresel ekonomiye entegre olma-küreselleşme- sürecine girmişlerdir (Şahin,

2006: 9).

IMF’nin gelişim süreci incelendiğinde, ödemeler dengesi sorunları olan

ülkeler IMF’den bu dengesizliğini gidermek amacıyla kredi talebinde

bulunduklarında, kredi ile beraber IMF’nin önerdiği istikrar programları

uygulama zorunluluğu koşulu ile karşılaşmışlardır. Bu programları uygulayan

ülkelerin büyük bir bölümünde ise hedeflerin gerisinde bir performans

sergilenmiştir. Bu durumun sebebi olarak ta uluslararası ekonomik konjonktür

gösterilmiş, yada uygulanan programın, uygulamadaki yetersizliği ileri

sürülmüştür (Alagöz, 1998: 75-76).

IMF kaynaklı istikrar programları genellikle ortodoks yaklaşıma göre

hazırlanmaktadır. Ödemeler bilançosu açıklarının iyileştirilmesi amacıyla,

krize giren ülkeler IMF’den kredi sağlayabilmek amacıyla anlaşma

yapmışlardır. Bu anlaşmalar sonucu para, maliye ve kur politikaları yoluyla

kamu açıklarının büyük oranda azaltılması ve ödemeler bilançosunun

iyileştirilmesi hedeflenir. IMF’in önerdiği politikaların başlıca özellikleri, sıkı

maliye politikaları yoluyla bütçe açıklarının kapatılması, kamu harcamalarının

kısılması, vergilerin artırılmasıdır. Döviz kuru politikası yoluyla da genel

olarak, develüasyon yoluyla ihracatı arttırıp ödemeler bilançosunu düzeltmek

amacı taşır (Başkaya 1997: 129).

IMF’in oynadığı bu önemli rolün sonucunda, IMF hem ticari bankalar

hem de G-7 hükümetleri tarafından desteklenen önemli bir uluslararası kurum

olarak ortaya çıktı. 1980’lerde kazandığı itibar sonucunda IMF, uluslararası

ekonomide önemli bir role sahip olmayı sürdürmektedir.

1980’li yılların başından itibaren IMF’nin kuruluş amacından uzaklaştığı

yolunda tartışmalar başlamıştır. IMF’nin amacı artık sadece ödemeler dengesi

tıkanıklıklarını gidermek için kredi açmakla sınırlı değildi, IMF kaynakları

uluslararası ticaretle orantılı olarak artmamıştır. Kotalar 1948 yılında ithalatın

Page 39: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

25

%16’sı iken bu oran 1980’de %3’ün altına düşmüştür. Ancak fonun

kredilerinin azgelişmiş ülkeler için önemi devam ediyordu ve fondan

yararlanma marjları da genişletilmişti (Başkaya,1997: 128).

Latin Amerika’dan Doğu Asya’ya kadar dünyanın birçok bölgesinde

uygulanan IMF istikrar ve yapısal uyum programlarının özünde, yatırım ve

ticaretin serbestleşmesi, korumacı politikaların kaldırılması, devletin

küçülmesi ve piyasa ekonomisine dayalı bir büyüme stratejisinin uygulanması

vardır.

Neo liberal politikalar, özellikle 1980 sonrası dönemde IMF ve Dünya

Bankası güdümünde uygulanan yapısal uyum programları aracılıyla, AGÜ

içinde giderek yaygınlaşmış ve bu ülkelerin temel kurumlarında ve ekonomi

politikalarını serbest piyasa ağırlıklı dışa açık yörüngeye oturtma yolunda

köklü değişiklikler içermiştir. Uygulandıkları ülkelerde ekonomik yaşamı, hatta

bununda ötesinde sosyal ve siyasal yaşamı birçok açıdan önemli ölçüde

etkilemektedir (Şenses, 2003: 189).

1980-84 döneminde altmıştan fazla ülke IMF’nin stand-by anlaşmasına

uygun politikalar benimsemiştir. Bu dönemde sonra IMF, artık zor durumda

olan ülkelere kolaylıklar sağlayan bir kuruluş olmaktan çok kendisine

başvuran ülkelerin ekonomi politikalarını da yönlendirmeye başlayan bir

kurum haline gelmeye başlamıştır. Öne sürülen sebepler ne olursa olsun

borçlu ülkelere krizin ağır faturası ödetilerek, borçlarını daha düzenli

ödemelerine çalışılmaktaydı (Başkaya,1997: 129).

Bununla beraber, IMF pek çok ülkede uygulanan istikrar programları

üzerinde etkiye sahip olan bir kuruluştur. İstikrar programlarının içeriği özetle,

kısa vadede reel ücretin düşürülmesi, ekonominin maksimum derecede dışa

açılması, fiyatların serbest bırakılması, kamu sektörünün alanının

daraltılması, KİT’lerin özelleştirilmesi, özel sektörün etkinlik alanının

genişletilmesi, faizlerin serbest bırakılması, işgücü piyasasının

Page 40: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

26

düzenlenmesinde daha “liberal” daha esnek hukuksal düzenlemelere

gidilmesi, istihdam ve işe son verme koşullarının esnekleştirilmesi kur

ayarlamaları bir başka ifadeyle sürekli develüasyona gidilmesi yönündedir.

İstikrar programlarında toplam talebin daralması hedeflendiği için kamu

harcamalarının azaltılması veya vergilerin arttırılması saptanan hedefe

ulaşmayı olanaklı kılmaktadır. Ancak IMF’in tercihi vergi gelirlerinin arttırılması

değil kamu harcamalarının ciddi oranda azaltılmasına yöneliktir (Sönmez,

2005: 335-357).

Söz konusu programların, gelir bölüşümünü düzeltecek vergi reformu,

yoksul kesimler için sosyal yardım, Çokuluslu şirketlerin aşırı kar ve mal

edinmelerinde sınırlama,sermaye kaçışını önleyecek düzenlemelere,

yoksullara karşı etkin önlem gibi sorunsalları hiçbir zaman olmamıştır

(Sönmez, 2005: 405).

1.5. KÜRESELLEŞMEYİ ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER

Küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında çok sayıda faktörün etkisi

olmuştur. Bu faktörleri ana başlıklarıyla üç grupta toplamak mümkündür.

Bunlardan birincisini teknolojinin etkisi, ikincisini ideolojik faktörler,

üçüncüsünü ise ekonomik faktörler oluşturmaktadır. Teknolojik faktörler,

Özellikle 1980’li yıllardan itibaren enformasyon teknolojilerinin yaygınlık

kazanması, dünyada mesafe kavramının eski anlamını ortadan kaldırmış ve

küreselleşme bağlamında belki de ilk etkisini finans piyasalında hissettirmekle

birlikte, bu etki günümüzde çok daha geniş bir alana yayılmıştır.

İdeolojik faktörler, özellikle Doğu bloğunun yıkılması sonrasında liberal

piyasa ekonomisine yönelik güven duygusu artırmıştır. Nitekim kısa bir

sürede tüm maliyetine rağmen, eski planlı ekonomiler, piyasa mekanizması

süreci içinde, serbest ticaretin ve yabancı sermayenin imkanlarından

Page 41: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

27

yararlanma çabası içine girmişlerdir. Bir diğer ifade ile duvarların yıkılmasının

ardından, küreselleşmenin önündeki en büyük engellerden birisi aşılmıştır.

Ekonomik faktörler ise, gelişmiş ülkelerde iç piyasaların doyması,

özellikle 1970’lerdeki petrol krizi sonrasında dış piyasalara açılma arayışı ile

iktisadi faaliyetlerin hacimlerinin artmış olması küreselleşme sürecini ortaya

çıkartan ekonomik faktörlerden bazılarını oluşturmaktadır. Çok uluslu firmalar

“yeni uluslararası iş bölümü” çerçevesinde, üretimi bütün yerküreye

yaymışlardır. Her gün finans piyasalarında büyük miktarlarda para, bir

ülkeden başka ülkeye akmaktadır. (Bozkurt, t.y.: 10).

Tablo- 1.1 Küresel Ekonomiyle Bütünleşme Mal Ticareti(%) Ticari hiz.

ihracat mal

ihracatına

oranı (%)

Brüt Özel

Sermaye

Akımları

Brüt Yabancı

Doğrudan

Yatırımlar GSYİH’nın

Yüzdesi

Hiz.dış.kalan

GSYİH’nın

Yüzdesi

1990 2002 1990 2002 1990 2002 1990 2002 1990 2002

Düşük Gelir 26.9 37.3 - - 14.6 19.4 3.0 4.4 0.5 1.7

Orta Gelir 35.2 54.9 74.6 116.8 16.5 15.6 6.8 12.4 1.0 3.7

Doğu Asya ve

Pasifik

47.0 63.4 78.5 104.6 14.1 13.6 5.0 10.2 1.7 4.1

Avrupa ve

Merk.Asya

28.8 64.3 53.3 132.1 29.6 21.7 - 13.9 - 3.7

Latin Amerika ve

Karayipler

23.1 41.2 66.4 132.0 17.5 13.4 7.9 13.7 0.9 4.0

Orta Doğu ve

Kuzey Afrika

46.6 50.5 84.0 90.9 11.6 12.2 6.0 10.3 0.8 0.9

Güney Asya 16.5 24.2 - - 24.6 39.5 1.4 3.2 0.1 0.7

Sahra-altı Afrika 40.8 55.3 77.1 119.7 13.9 10.1 4.9 9.6 1.0 2.2

Avrupa(EMU) 44.9 56.3 112.6 141.9 24.4 23.7 10.9 22.9 3.0 14.8

Türkiye 23.4 45.9 44.5 105.5 60.8 42.6 4.3 7.7 0.5 0.7

Kaynak: Hüseyin Mualla YÜCEOL Küreselleşme, Yoksulluk ve Emek Piyasaları, Ç.Ü.Sosyal

Bilimler Dergisi, Cilt 14 Sayı 2, 2005, s.496

Tablo-1.1, 1990’dan 2002’ye dünyada küreselleşmenin ekonomik

bütünleşme boyutunu ve geldiği noktayı göstermektedir. Tablo

incelendiğinde, tüm bölgelerde mal ticaretinin arttığı, ve özellikle hizmetler

Page 42: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

28

dışında kalan mal ticaretinde bütün bölgelerde çok büyük artışlar yaşandığı

görülmektedir. Ayrıca brüt özel sermaye akımları tüm bölgelerde ciddi bir

şekilde artarken, brüt doğrudan yabancı yatırımlarında yükseldiği

gözlenmekte ancak bunun dünyada genel olarak özel sermaye yatırımlarında

ortaya çıkan artışın gerisinde kaldığı ortaya çıkmaktadır. Buna göre, genel

olarak tüm dünyada küreselleşme mal ticareti açısından ve özel sermaye

akımları açısından büyük bir ivme kazanmış ve bütünleşme anlamında

dünyada göz ardı edilemeyecek bir gelişme dinamiği söz konusu olmuş, fakat

gelişme hızı açısından doğrudan yabancı yatırımlar bunların gerisinde

kalmıştır (Yüceol, 2005: 497).

1.6. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE SOSYAL POLİTİKALARIN DEĞİŞİMİ

1945-1975 dönemi genel olarak sosyal devlet uygulamalarının yayılma

dönemi olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde Keynesyen ekonomi

politikaları ekonomiye hakimdir. Pek çok ülkede kurumsal altyapı aracılığıyla,

eşit paylaşımı sağlayacak sosyal devlet uygulamaları yaşanmıştır. Bu

dönemde çeşitli ülkelerde değişik türden sosyal politikalar geliştirilmiş ve bu

politikaları uygulayabilme için giderek artan ölçüde kamu harcamaları

gerçekleşmiştir.

Ancak, 1973 krizi sonrası, 1970’li yılların ortalarından itibaren yaşanan

düşük verimlilik oranları, işsizlik oranındaki artış, enflasyon oranındaki artış ve

karlılık oranlarındaki düşüşlerin yarattığı kriz ortamında etkisiyle 1970’lerin

ikinci yarısından itibaren neo liberal politikalar hakim konuma gelmiştir

(Yılmaz, 2006: 16-17).

Page 43: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

29

1.6.1. 1945-1975 Dönemi

II. Dünya savaşı sonrası ekonomileri, kapalı özelliğe sahip, ulus

devletlerin kendi ekonomik sınırlarını kontrol altında tutabildiği bir dönem

olmuştur. Söz konusu dönem incelendiğinde, vergilerin artan oranlı hale

geldiği ve bu yolla kamu hizmetleri ve transferlerin (gelirin yeniden dağılımı)

mümkün olduğu bir süreç yaşanmıştır. Yine bu dönemde ulusal sağlık

sistemleri, herkese sağlık hizmetlerinde ücretsiz erişim olanağı sağlar hale

getirilmiştir. Sosyal güvenlik sistemlerindeki gelişmeler önemli boyutlardadır

(Özdemir, 2004: 157-158).

II.Dünya savaşı sonrası Avrupa’da SSCB odaklı sosyalist bloğun

oluşması ve Çin’de devrimle sosyalist rejimin kurulması; başta ABD olmak

üzere önde gelen diğer sanayileşmiş ülkelerdeki siyasal yönetimlerde ve

büyük sermaye çevrelerinde kaygı ve telaş yaratmış, kapitalist sistemde,

sosyal piyasa kavramı geliştirilerek kapitalizm dizginlenmiştir (Sönmez, 2005:

86).

Savaş sonrası dönemde sol kökenli partilerin dünya genelinde ve

özellikle Avrupa’da etkinliklerinin artması ve iktidar olması etkisiyle de işçi

sınıfının toplumsal yaşamda etkinliğini arttırmıştır. Bununla beraber sosyalist

ülkelerdeki devletçi yaklaşımların sanayileşmeye hız kazandırması süreci

yaşanmıştır. Diğer taraftan piyasaların görünmez el tarafından düzenleneceği

yaklaşımının 1929 bunalımı ile sonuçlanması, kapitalizme müdahale

olmaması durumunda sonunun geleceği görüşü sermaye çevrelerince de

endişe yaratmıştır. Böylece sosyal devlet anlayışın özünde büyük krizin

ortaya çıkardığı sorunlara tepki ve serbest piyasa ekonomisine olan inancın

ortadan kalkması yatmaktadır (Temiz, 2004: 69-708).

Page 44: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

30

Tablo-1.2 .OECD Ülkelerinde Kamu Harcamalarının GSYİH İçerisindeki Payı

%(1960-1980) Ülkeler 1960 1970 1980

ABD 27,8 31,6 31,8

Almanya 32,0 38,6 47,9

Danimarka 24,8 40,2 56,2

Fransa 34,6 38,5 46,1

Hollanda 33,7 45,5 54,9

İngiltere 32,6 38,8 43,0

İspanya 13,7 22,2 32,2

İsveç 31,1 43,3 60,1

İtalya 30,1 34,2 41,9

Yunanistan 17,4 22,4 33,1

Toplam OECD 28,8 32,3 37,1

Kaynak:Dr. Süleyman Özdemir, “Küreselleşme Sürecinde Refah devleti”: İstanbul Ticaret

Yayın No:2004-69 s. 161

Tablo-1.2’de OECD ülkelerinin 1960–1980 yılı arası kamu

harcamalarının seyri görülmektedir. Söz konusu ülkelerin kamu harcamaları

1980 yıllına kadar arttığı görülmektedir. İsveç gibi bazı ülkelerde kamu

harcamalarının GSMH’ya oranı her zaman yüksek olmuştur.

Refah devletin finansman aracı olan vergi oranlarının seyri

incelendiğinde, 1945’lerden 1980’lere kadar ki dönemde gelişen sosyal refah

önlemleri dolayısıyla vergilendirmelerde yüksek noktalara ulaşıldığı

görülmektedir. Bu dönemde hem vergi gelirleri çeşitlenmiş, hem de artan

oranlı hale getirilmiştir.

Page 45: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

31

Tablo -1.3. Bazı Ülkelerde İşgücü Vergi Yükü, 1960-1985

Ülkeler 1960 1970 1978 1985

ABD 26,6 29,2 29,0 29,2

Almanya 31,3 32,9 37,9 37,8

Belçika 26,5 35,2 44,0 46,9

İngiltere 28,5 37,1 33,1 38,1

İsveç 27,2 40,2 50,9 50,5

Japonya 18,2 19,7 24,0 28,0

Kanada 24,2 31,3 30,8 33,1

Yunanistan - 24,3 27,9 35,1

Türkiye 11,1 17,7 21,3 16,1

İtalya 34,0 24,2 27,1 34,7

Ortalama 25,4 30,0 34,4 37,2

Kaynak: Coşkun Can Aktan, Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, İzmir: Takav Matbaası, 1994, s.77)

Tablo-1.3’de görüldüğü gibi işgücü vergi oranları, Belçika ve İsveç’de

% 40’ın üzerinde, ABD ve Japonya’da %30’un altında, Türkiye’de ise vergi

oranı 1985 yılında %16 dır. Vergiler açısından ülkeler çok farklılıklar

göstermektedir.

1.6.2. 1975 Sonrası

Küreselleşme sonrası dönem, refah devletinin gelişimi açısından

önemlidir. Bir toplumu oluşturan bireylerin tümünü, doğumdan ölüme kadar

ilgilendiren sosyal güvenlik, dünyanın tüm ülkelerinde, yeterli yada yetersiz,

ancak mutlaka var olan kurumsal bir yapıdır. Sosyal güvenlik, sosyal

politikaların ve gelişmiş ülkelerdeki sosyal devlet anlayışının ulaştığı en üst

noktayı ifade eder. Bu anlamda, sosyal güvenlik, ulusal gelirin yeniden

Page 46: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

32

dağıtım sürecinde toplumu oluşturan kesimler arasında dayanışmayı

sağlayan ve sosyal adaletin sağlanmasına katkıda bulunan bir toplumsal

bütünleşme aracıdır (Temiz, 2004: 147-148).

Ancak bu dönemde sosyal güvenlik sisteminin yaygınlaştırılması ve

iyileştirilmesi konusunda sağlanan başarılar, önemli maliyet artışlarını da

beraberinde getirmiş ve sosyal güvenlik yeniden sorgulanır hale

gelmiştir.1970’li yıllarda başlayan ekonomik kriz ve bunu takiben gündeme

gelen yeni liberal politikalarda, genel olarak devlet harcamalarının ve devletin

ekonomiye müdahalesinin yarardan çok zarar getirdiği, bu nedenle devletin

ekonomiden çekilmesi tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Yaşanan

ekonomik krizden çıkış, sermayenin küresel ölçekte dolaşımına engel teşkil

eden unsurların ortadan kaldırılması, devlet girişimciliğinin önlenmesi,

dolayısıyla özelleştirilmenin sağlanması, kamu harcamalarının kısılması ve

kamu hizmetlerinin piyasaya terk edilmesi gerekliliği üzerine odaklanmıştır.

Bu girişimler sosyal harcamaların asgari düzeye indirilmesi ile sonuçlanmıştır.

Bu anlamda, sosyal güvenlik, diğer kamu hizmetleri gibi satın alınabilir bir

hizmet olarak değerlendirilirken, sermayeye bu alanda faaliyet ve gelir elde

etme olanağı sağlanmıştır (Temiz, 2004: 148).

Batılı ülkelerde, Altın Çağ1 boyunca yaşama standartları durmadan

artarken ve yoksulluk düşerken, 1970’lerin sonlarında itibaren bu trend

durmaya başlamıştır. Bu trend İngiltere, Amerika ve Yeni Zelanda ön safta

olmak üzere, Anglo-Sakson ülkelerde daha da hızlı bir şekilde

gerçekleşmiştir. Bu ülkelerde, küreselleşme ve güçlü neo liberal yönelişler,

beraberinde sosyal vatandaşlığın ve standart hale gelmiş bulunan sosyal

hakların zayıflamasını getirmiştir. İş piyasasının yeniden yapılanması,

deregülasyon ve vergileme politikaları, büyük oranda adil gelir ve refah

dağılımı olumsuz etkilemiştir (Özdemir, 2004: 206).

1“ Altın Çağ” 1945-1970’li yıllar arası kapitalist sistemde yoğun sermaye birikiminin yaşandığı, birikimin ve gelir bölüşümünün etkileştiği ,sosyal piyasa kavramının gelişdiği dönemdir.

Page 47: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

33

1980 sonrası dönemde kamu harcamalarının GSYİH’ya oranı 1996

yılına kadar artmaya devam etmişse de, artış oranında gerilemeler olmuştur.

Kamu harcamaları ile ilgili tablo-1.4, harcamaların genel düzeyinin kimi

ülkelerde çok kimi ülkelerde ise az oranda düşme eğilimi içerisinde olduğunu

göstermektedir. Özellikle, 1993 yılında itibaren dünya ekonomisinde ortaya

çıkan durgunluğun ardından, bütün ülkelerde kamu harcamalarının belirgin bir

şekilde bir düşüşün başladığı gözlenmektedir. Bu yıla kadar ki artış yerini

düşüşe bırakmıştır.

1993 yılında kamu harcamalarının GSYİH’ya oranının, %40,4 OECD

ortalaması, düşerek 2000 yılında %36,6’ya inmiştir. En gelişmiş refah devleti

olan İsveç’te bu oranın %67,5’ten %52,7’ye indiği gözlenmekte, kamu

harcamalarının yüksek olduğu diğer bazı ülkelerde de aynı süreç

yaşanmaktadır.

1980 sonrası dönemde her ne kadar kamu harcamalarının bazı

ülkelerde artmaya devam etse de artış oranlarında gerilemeler olduğu

gözlenmektedir.

Page 48: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

34

Tablo-1.4. OECD Ülkelerinde Kamu Harcamalarının GSYİH İçerisindeki

payı(%)

Kaynak:Dr. Süleyman Özdemir, “Küreselleşme Sürecinde Refah devleti”: İstanbul Ticaret

Yayın No:2004-69 s. 161

* OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve Sosyal Harcamalar, Yrd. Doc. Dr. Gülay

Akgül YILMAZ,2006

Ülkeler 1985-90 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2004*

ABD 33,5 34,2 34,8 34,1 33,1 32,9 32,4 31,4 30,5 30,2 39,9 36,5

Almanya 44,7 44,2 45,0 46,2 45,9 46,3 47,3 46,5 46,0 46,2 43,3 46,8

Avustralya 35,2 34,7 36,4 36,5 35,6 35,7 34,9 33,7 33,3 32,9 32,6 36,2

Fransa 50,3 50,2 51,7 53,9 53,8 53,5 53,8 52,8 52,1 51,8 51,0 53,4

Hollanda 51,1 49,5 50,0 49,9 47,6 47,7 45,6 44,4 43,4 43,3 41,6 48,6

İngiltere 38,8 41,1 43,0 43,2 42,6 42,2 40,7 38,9 37,7 37,1 37,0 43,9

İrlanda 45,7 41,3 41,7 41,3 41,1 38,0 36,4 34,2 32,2 31,9 29,3 34,2

İspanya 40,2 42,7 43,9 47,2 45,1 44,0 42,8 41,2 40,6 39,6 38,8 38,6

İsveç 56,7 58,9 64,3 67,5 64,8 61,9 59,9 58,0 55,5 55,1 52,7 57,3

İtalya 50,2 54,0 53,2 55,4 52,7 51,1 51,3 48,5 47,3 46,7 44,4 48,5

Kanada 44,0 48,9 49,9 48,7 46,3 45,0 43,1 40,5 40,2 38,7 37,7 49,3

Norveç 47,2 50,6 52,0 51,0 49,9 47,6 45,4 43,8 46,3 45,8 40,8 46,3

Yeni

Zelanda 48,9 45,3 44,8 41,4 39,3 38,6 37,6 38,4 39,5 39,0 38,6 37,0

Türkiye* 16,6 15,9 18,8 19,9 21,0 16,9 23,4 21,2 27,6 34,9 37,1 35,0

OECD 37,5 38,7 39,5 40,4 39,5 39,3 39,0 37,8 37,4 37,2 36,6 44.1

Page 49: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

35

Tablo-1.5. Bazı OECD Ülkelerinde Sosyal Harcamaların GSYİH’ya

Oranı(1980-2001) (%)

Yıllar/Ülkeler 1980 1985 1990 1995 2000 2001

Avustralya 11,3 13,5 14,2 17,8 18,6 18,0

Avusturya 22,5 24,1 24,1 26,6 26,0 26,0

Belçika 24,1 26,9 26,9 28,1 26,7 27,2

Kanada 14,3 17,4 18,6 19,6 17,3 17,8

Danimarka 29,1 27,9 29,3 32,4 28,9 29,2

Finlandiya 18,5 23,0 24,8 31,1 24,5 24,8

Fransa 21,1 26,6 26,6 29,2 28,3 28,5

Almanya 23,0 23,6 22,8 27,5 27,2 27,4

Yunanistan 11,5 17,9 20,9 21,4 23,6 24,3

İrlanda 17,0 22,1 18,6 19,4 13,6 13,8

İtalya 18,4 21,3 23,3 23,0 24,1 24,4

Japonya 10,2 11,0 11,2 13,5 16,1 16,9

Kore - - 3,1 3,6 5,6 6,1

Lüksemburg 23,7 23,0 21,9 23,8 20,0 20,8

Hollanda 26,9 27,3 27,6 25,6 21,8 21,8

Yeni Zelanda 17,2 19,1 24,7 26,0 23,0 23,9

Portekiz 10,9 11,1 13,9 18,0 20,5 21,1

İspanya 15,9 18,2 19,5 21,4 19,9 19,6

İsveç 28,8 30,0 30,8 33,0 28,6 28,9

İsviçre 14,2 15,1 17,9 23,9 25,4 26,4

İngiltere 17,9 21,1 19,5 23,0 21,7 21,8

A.B.D. 13,3 13,0 13,4 15,5 14,2 14,8

Ortalama 17,7 19,6 20,5 22,5 21,6 21,9

Kaynak:Dr. Süleyman Özdemir, “Küreselleşme Sürecinde Refah devleti”: İstanbul

Ticaret Yayın No:2004-69 s. 163

*OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve Sosyal Harcamalar, Yrd. Doc. Dr. Gülay Akgül

YILMAZ, 2006

Küreselleşme sürecinin hız kazandığı 1980 sonrası dönemden 1995

yılına kadar, sosyal harcamaların GSYİH’ya oranı artmaktadır. 1995 yılından

sonra,bu yılda ulaştığı düzeyin altına inmekle beraber, 1980 yılına göre daha

yüksek düzeylerde gerçekleşmiştir.

Page 50: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

36

Sosyal hizmetlere yönelik gerçekleştirilen harcamaların gösterdiği

gelişim seyrinin tespitinin yanı sıra, çeşitli sosyal hizmet türlerine yönelik

yapılan harcamaların gösterdiği gelişim seyrinin tespiti de önemlidir.

OECD ülkelerinde genel olarak 1980 yılından 2002 yılına kadar olan

dönemde eğitim harcamalarının GSYİH’ya oranında ortalama olarak düşüş

gerçekleşmiştir. 1980 yılında eğitim harcamalarının GSYİH’laya oranı OECD

ortalaması %5.8 iken, 2002 yılında %5.1 olarak gerçekleşmiştir (Yılmaz,

2006: 40).

OECD ülkelerinde sağlık harcamalarının GSYİH’ya oranı ise; OECD

ortalaması 1970 yılında %5.3 iken, %32’lik artışla 1980’de ortalama %7’ye,

1980 yılına göre %8.5’lik artışla 1990 yılında %7.6’ya ve 1990 yılına göre

%13’lük artışla 2001 yılında %8.6’ya ve %6.1’lik artışla 2004 yılında %9.1’re

yükselmiştir (Yılmaz, 2006: 43).

Diğer yandan söz konusu ülkelerde, emekli ödemelerinin GSYİH’ya

oranının, OECD ortalaması sürekli artış göstermiştir. Özellikle 1980 yılından

1989 yılına kadar önemli sıçramalar görülmüştür. 1993 yılına kadar çok

önemli boyutta olmasa da artış trendi devam etmiştir. Bu artış 1993 yılında

%9.6’ya 2004 yılı itibarıyla %10’a ulaşmıştır. Emekli ödemelerine ayrılan

kaynakların artışı nüfusun yaşlanması ile yakından ilgilidir (Tablo-1.6).

Page 51: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

37

Tablo-1.6. Bazı OECD Ülkelerinde Emekli Ödemelerinin GSYİH’ya

Oranı(1913-2004) (%)

Yıllar/Ülkeler 1913 1920 1937 1960 1980 1990 1993 2004

Avustralya - 0,7 0,7 3,3 4,5 4,2 4,5 -

Avusturya - 2,4 2,4 9,6 11,4 12,3 12,7 13,4

Belçika - 0,3 3,7 4,3 11,2 11,2 10,9 10,4

Kanada - - - 2,8 3,4 4,8 5,5 -

Fransa - 1,6 - 6,0 10,5 11,3 12,3 12,8

Almanya - 2,1 - 9,7 12,8 11,3 12,4 11,4

İrlanda - - - 2,5 5,8 5,8 5,9 4,7

İtalya - - - 5,5 11,7 12,4 14,5 14,2

Japonya 0,6 0,3 0,8 1,3 4,5 5,9 6,0 -

Hollanda - - - 4,0 12,6 13,3 13,4 7,7

Yeni Zelanda - - 2,9 4,3 7,7 8,1 8,1 -

Norveç - 0,1 - 3,1 6,9 8,9 9,0 -

İspanya 0,5 0,9 2,0 - 7,7 9,2 10,4 8,6

İsveç - 0,5 - 4,4 9,9 10,8 12,8 10,6

İsviçre - - - 2,3 8,6 8,9 10,2 -

İngiltere - 2,2 1,0 4,0 5,9 6,3 7,3 6,6

A.B.D. - 0,7 - 4,1 7,0 7,0 7,5 -

Ortalama 0,4 1,2 1,9 4,5 8,4 8,9 9,6 10,0

Kaynak: OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve Sosyal Harcamalar, Yrd. Doc. Dr.

Gülay Akgül YILMAZ, 2006

Page 52: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

38

İKİNCİ BÖLÜM

KÜRESELLEŞME, GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK

Gelir eşitsizliği ve yoksulluk sorunu, bugün gerek ülkemizde gerekse

de dünyada en önemli konulardandır. Yoksulluk düzeyinin, tanımının ve

profilinin ve bunların zaman içinde değişiminin belirlenmesi, yoksullukla

mücadele programlarının tasarlanıp uygulamaya geçilerek bu programların

başarıya ulaşması yönünden önemlidir. Gelişmekte olan ülkelerin ve geçiş

ekonomilerinin bugün karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi büyümeyi

hızlandırıp yoksulluğu azaltan çözümleri belirleyip uygulamaktır.

Uluslar arası bütünleşme süreciyle ilişkili olarak küreselleşme, özellikle

gelişmekte olan ülkelerde yoksulluk ve eşitsizliği artıran çok belirgin riskler

taşımaktadır. Yeni teknolojilerin, istihdamı imalat sanayiinden hizmet

sektörüne kaydırması, sektörler arası vasıfsız emekten vasıflı emeğe kayış

işgücü piyasalarında, işsizliğin artan bir şekilde alt gelir gruplarında birikmesi,

gelir dağılımının bozulmasındaki en temel faktördür. Dolayısıyla yoksulluk

sorununun çözümü olanaksız bir duruma dönüşmesindeki en temel faktördür.

Diğer yandan 1980 sonrası uygulanan neo liberal politikalar, kamu

harcamalarının kısılarak devletin ekonomiye müdahalesinin en aza

indirilmesinin öngörmektedir. Bu durum ise gelir eşitsizliği ve yoksulluk

üzerine etkisi olduğu bilinen gelirin yeniden dağıtım sürecini etkilemektedir.

Page 53: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

39

2.1. GELİR DAĞILIMI KAVRAMI

Gelir dağılımı, bir ülkede, belirli bir dönemde yaratılan gelirin fertler,

bölgeler, toplumsal gruplar ve üretim faktörleri arasında bölüşülmesini ifade

etmektedir.

Bunun yanında, gelir dağılımı, gelir eşitsizlikleri ile sosyal ve ekonomik

kurumlar arasında nasıl bir ilişki olduğunu, zengin ve yoksul arasındaki gelir

farklılığının zaman içinde nasıl değiştiğini, gelir eşitsizliğindeki değişikliklerin

servet, sermaye birikimi ve büyüme üzerindeki etkilerini ve kaynak dağılımını

ortaya koymaktadır. Gelir dağılımı politikasının asıl amacı ise; gelirin

araştırılması değil, aynı zamanda milli geliri meydana getiren üretim faaliyeti

içindeki sosyal ilişkilerin ve bölüşüm ilişkilerinin bilinmesidir (DPT, 2001: 3).

Bir başka bakış açısına göre gelir dağılımı, yalnız üretim araçlarının

mülkiyeti değil, kamu hizmetlerinin düzeyi, toplumsal geleneksel ilişkiler,

işgücünün örgütlenme düzeyi ve tüm bunların evrimini de belirler. Buna

tanımlamada gelir dağılımı, bunların bir sonucu ve göstergesidir.

Gelir dağılımı, Birincil gelir dağılımı olan fonksiyonel gelir dağılımı,

ikincil gelir dağılımı olan kişisel gelir dağılımı, sektörel gelir dağılımı ve

bölgesel gelir dağılımı şeklinde ele alınmaktadır.

2.1.1. Fonksiyonel Gelir Dağılımı

Fonksiyonel gelir dağılımı, makro ekonomik literatürde genel olarak

milli gelirden emek ve emek dışı gelirlerin aldığı payları yada milli gelirin

paylaşımını ifade eder. Böylece, ülke içinde yaratılan hasılanın üç temel

üretim faktörü olan; işgücü, sermaye ve toprak sahipleri arasında

bölüşümüdür. Bu bölüşümde, üretimin ne kadarının emek sahiplerine ücret,

Page 54: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

40

sermayedarlara faiz, toprak sahiplerine rant olarak dağıtıldığı ve ne kadarının

müteşebbislere kar olarak kaldığı incelenmektedir.

Fonksiyonel gelir dağılımını, gelirin emek gelirleri ile emek dışı gelirler

arasındaki bölüşümü olarak nitelendiren başka bir tanımlamada; üretim süreci

sonucunda ortaya çıkan gelirin üretim faktörleri ve sosyo-ekonomik gruplar

arasındaki bölüşümün önem taşıdığı belirtilmektedir. Gelirin emek ve mülk

sahipleri arasındaki bölüşümün yanı sıra; emek geliri, ücret, maaş, yüksek

yönetici geliri gibi alt bileşenlerine, mülk gelirleri ise kar, rant gelirleri gibi

kendi alt bileşenlerine ayrılarak, faktör payları konusunda daha ayrıntılı

inceleme yapılabilir. Fonksiyonel gelir dağılımı ile, sosyal tabakaların kendi

içlerinde büyük farklılıkların olması nedeniyle, çeşitli sosyal tabakaların milli

gelirden aldıkları paylar konusunda ancak kaba hatlarıyla bir bilgi sağlayabilir.

Gelirin fonksiyonel dağılımı, bir ülkenin gelişmişlik seviyesi hakkında

da bilgi vermesi bakımından önemlidir. Gelişmiş ülke ekonomileri

incelendiğinde, kalkınmalarının başlangıç dönemlerinde tarım kesimi milli

gelirden en yüksek payı alırken, gelişme düzeyi yükseldikçe, ücretlilerin

payının arttığı görülmektedir (Yumuşak ve Bilen, 2000: 79).

2.1.2. Kişisel Gelir Dağılımı

Kişisel gelir dağılımı, toplam gelirin toplumu meydana getiren bireyler,

aileler ve çeşitli tüketici birimleri arasındaki dağılımını ifade eder. Kişisel gelir

dağılımında, gelirin fertler yada haneler arasındaki dağılımı ön plandadır.

Ekonomik eşitsizliklerin oldukça iyi bir göstergesi olan kişisel gelir

dağılımından beklenen ilk hedef; hane halkları arasındaki gelir eşitsizliklerinin

belirlenmesidir. Kişisel gelir dağılımı bireysel ve statiktir. Kişisel gelir

dağılımında yöntem, nüfusun yüzde dilimlerine gelirin hangi nispette

dağıldığını göstermek şeklindedir.

Page 55: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

41

Kişisel gelir dağılımında gelir eşitsizlikleri, fertlerin yada hanelerin

gelirlerinin büyüklüğüne göre belirlenir. Kişisel gelirin dağılımı, gelir büyüklüğü

dışında gelirin türüne, soysa-ekonomik gruplara, mesleklere, sektörlere,

bölgelere, yaş ve cinsiyete, eğitim durumlarına göre sınıflandırılmaktadır.

Kişisel gelir dağılımı araştırmaları, bir ülkede belirli bir sürede yaratılan tüm

gelirin haneler veya kişiler arasında nasıl bölüşüldüğünün ortaya konulması,

hanelerin sosyal ve ekonomik yapılarında zaman içinde meydana gelen

değişikliklerin belirlenmesi bakımından önemlidir.

Kişisel gelir dağılımında bireylerin veya tüketici birimlerin belirli bir süre

boyunca elde ettikleri gelir miktarları göz önünde tutulduğunda, kişisel gelir

dağılımı bireyler arası gelir eşitsizlikleri araştırmalarında kullanılan bir

kavramdır (Aktan, 2002: 2).

2.1.3. Sektörel Gelir Dağılımı

Gelirin sektörel dağılımı, bir ekonomide yaratılan toplam hasılanın,

iktisadi faaliyet kollarına göre dağılımını ifade eder. Diğer bir deyişle; çeşitli

üretim sektörlerinin sosyal hasıladan aldıkları payları gösterir. Başka bir

ifadeyle, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin ulusal gelirden aldıkları payları,

bunların uzun vadedeki seyirlerini, ulusal gelir dağılımındaki değişikliklerin

hangi sektörlerin lehine ya da aleyhine geliştiğini ortaya koyar (Aktan, 2002:

2).

2.1.4. Bölgesel Gelir Dağılımı

Bir ülkenin farklı bölgelerinde yaşayan kişilerin ulusal gelirden ne

oranda pay aldıklarını gösterir. Bu tür gelir dağılımı bir ülkenin gelişmiş ve az

gelişmiş bölgeleri arasındaki farklılıkları tespit etmeye yarar.

Page 56: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

42

Yukarıda belirtilen dört farklı gelir dağılımı türünün her biri açısından

“birincil dağılımı” ve “ikincil dağılım” ayrımının yapılması da mümkündür.

Birincil dağılımda, belirli bir dönem süresince piyasa sürecinin meydana

getirdiği gelir dağılımı, ikincil dağılımda ise, devletin piyasa mekanizmasının

işleyişine çeşitli araçlarla yaptığı müdahaleler sonucunda oluşan gelir dağılımı

söz konusudur (Aktan, 2002: 2).

.

2.2. GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİK ÖLÇÜTLERİ

Çeşitli sosyal sınıfların yaşam koşulları ve hayat standartları arasındaki

fark eşitsizlik olarak tanımlanabilir. Gelir eşitsizliği ise belirli bir orandaki nüfus

diliminin milli gelirden aldığı pay ile aynı orandaki bir başka nüfus diliminin

milli gelirden aldığı pay arasındaki farklılığı göstermektedir.

Literatürde gelir dağılımını ölçmek için kullanılan çok sayıda ölçü

bulunmaktadır. Bunlardan yaygın olarak kullanılanları; Lorenz Eğrisi, Gini

Katsayısı ve Yüzde Paylar Analizi, Değişim Aralığı, Aralık Ölçüsü, Göreli

Ortalama Sapma, Standart Sapma, Varyans, Logaritmik Varyans, Değişim

Katsayısı ve Atkinson eşitsizlik ölçüsüdür.

2.2.1. Lorenz Eğrisi

Lorenz eğrisi, yüzde olarak ülkedeki toplam gelirin ne kadarını kaç

kişinin aldığını, diğer bir deyişle; gelirin paylaşım şeklini göstermektedir. Gelir

dağılımındaki eşitsizliği, yatay ekseninde nüfusun kümülatif oranlarıyla, dikey

ekseninde de bu nüfusun elde ettiği gelirin kümülatif oranlarıyla gösteren

diyagramdır. Bunun tersi de yapılabilir.

Lorenz eğrisi, eğer gelirin dağılımında bir eşitlik söz konusu ise;

herkesin gelirden eşit ölçüde pay aldığını ifade etmek için 'tam eşitlik doğrusu'

Page 57: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

43

adını alır. Başka bir deyişle; gelirler bireyler arasında eşit olarak dağılmışsa,

Lorenz eğrisi mutlak eşitlik doğrusu ile çakışarak 45 derecelik bir doğru

biçimini alacaktır. Lorenz eğrisinin tam eşitlik doğrusundan uzaklaşmaya

başlayarak daha çukur hale gelmesi, gelir paylaşımında eşitsizlik olduğu

anlamına gelmektedir ve gerçek hayatta kişisel gelir dağılımı mutlak eşitlikten

oldukça uzakta yer almaktadır.

Çizimde görülen (OB) doğrusu üzerinde yer alan her noktada nüfus

yüzdesi ile bu nüfusa karşılık gelen gelir yüzdesi birbirine eşittir. Milli gelirin

bütün kişilere eşit bir şekilde dağıtıldığı, yani kişi veya hane halklarının nüfus

içindeki yüzde paylarının gelirden aldıkları yüzde paylara eşit olduğu bu

noktalardan oluşan ve her bir eksenle 45°’lik açı yapan OB doğrusu “mutlak

eşitlik eğrisi” olarak adlandırılır. OAB eğrisi ise milli gelirin en yüksek düzeyde

eşitsiz bir şekilde dağıldığını ifade eder. OB arasında bu iki eğri arasında yer

alan diğer tüm eğriler Lorenz eğrisi olarak isimlendirilir ve milli gelirin dağılımı

bakımından söz konusu olabilecek diğer gelir bölüşüm olasılıklarını

gösterirler. Bu eğriler mutlak eşitlik eğrisine yaklaştıkça milli gelirin

dağılımındaki eşitsizlik azalırken bu eğriden OAB eğrisine doğru uzaklaştıkça

eşitsizlik artar.

Page 58: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

44

LORENZ EĞRİSİ

0

20

40

60

80

100

0 yüzde 20 yüzde 20 yüzde 20 yüzde 20 yüzde 20

HANE HALKI YÜZDESİ

GEL

İRİN

ZDES

İ

Grafik 1. Lorenz Eğrisi

Gelir dağılımında eşitsizliğin olması durumunda, fiili gelir bölüşümünü

gösteren Lorenz eğrisi daima mutlak eşitlik eğrisinin altında yer alır.

Lorenz eğrisinden aynı ülke içinde farklı zamanlardaki gelir

dağılımlarındaki eşitsizliği ya da farklı ülkelerin gelir dağılımlarındaki

eşitsizliği karşılaştırmak için yararlanılabilir. Lorenz eğrisi, OB doğrusuna ne

kadar yakınlaşırsa eşitsizlik o oranda azalır.. Lorenz eğrisi Gini Katsayısının

hesaplanmasında da kullanılabilir. Buna göre Gini katsayısı, OB doğrusu ile

Lorenz eğrisi arasında kalan alanın (S) OAB üçgeni içinde kalan alana

oranlanması ile ölçülür (G=S/(S+D) (Aktan, 2002: 15).

S

D

B

A

Page 59: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

45

2.2.2. Gini Katsayısı

Gelir eşitsizliğini tek bir değerde özetleyen Gini katsayısı, kişisel gelir

dağılımını ölçmede en çok kullanılan ölçülerden biridir. Gini katsayısı '0' ile '1'

arasında değişen bir katsayı olma özelliğine sahiptir. Bir toplumda gelir

adaletli olarak paylaşılmışsa (herkes eşit gelir elde ediyorsa) Gini katsayısı '0'

değerini almakta, toplumdaki gelirler yalnız bir kişi tarafından alınmışsa Gini

katsayısı '1'e eşit olmaktadır. Gini katsayısının değeri gelir düzeyinin

büyüklüğüne değil, farklı gelir düzeyleri arasında kalan kişilerin sayısına

bağlıdır.

Gini oranı, Lorenz eğrisine bağlı olup Lorenz ile köşegen arasında

kalan alanın, köşegenin altında kalan toplam alana oranına eşittir. Gini

oranının artması eşitsizliğin arttığını, azalması ise eşitsizliğin azaldığını

gösterir(Kepenek, 2005 s.468)

( ) ( )21 1

1 / 2n n

i j i ji j

G Y Y f Y f Yn

μ= =

⎡ ⎤= −⎢ ⎥⎣ ⎦∑∑

Yi = i. hanenin geliri,

Yj = j. Hanenin geliri,

f(Yi) = i. hanenin gelir çokluğu,

f(Yj) = j. hanenin gelir çokluğu.

2.2.3. Yüzde Paylar Analizi

Kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılan yüzde paylar analizinde,

haneler %1'lik 100, %5'lik 20, %10'luk 10, %20'lik 5 gruba ayrılarak her

grubun toplam gelirden aldığı paylar karşılaştırılabilmektedir.

Page 60: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

46

Hane gelirlerine ilişkin yüzde payların hesaplanabilmesi için haneler

toplam kullanılabilir gelirlerine göre küçükten büyüğe doğru sıralanır ve hangi

yüzde paylar analizi yapılacaksa haneler o sayıda gruba ayrılır. Her yüzde

gruba düşen kullanılabilir gelir, toplam kullanılabilir gelire oranlanarak

hanelerin gelirine ilişkin yüzde paylarına ulaşılır. Yüzde paylar analizinde,

gelirin eşit dağılması için her grubun gelirden aldığı pay ile toplam nüfustan

aldığı pay eşit olmalıdır. Özellikle uluslararası karşılaştırmalarda gelir

sahiplerini gelir düzeylerine göre 5 eşit (%20'lik) gruba bölerek her bir grubun

toplam gelir içindeki payını karşılaştırmalı olarak irdelemek mümkündür.

2.2.4 Ters U Hipotez

Kuznets’in 1955 yılında geliştirdiği hipoteze göre, gelir düzeyi arttıkça

eşitsizlik önce artmakta sonra ise azalmaktadır. Bu ilişki ters U hipotezi olarak

ifade edilmekte ve gelir dağılımını ve gelir düzeyini gösteren eğri, Kuznets

eğrisi olarak ifade edilmektedir. Kuznets, adı geçen ilişkiyi tarımda tarım dışı

sektörlere olan istihdam akışıyla izah etmektedir. Bilindiği gibi tarım dışı

sektörlerdeki verimlilik tarım sektöründen daha yüksektir. Meydana gelen göç

nedeniyle ilk etapta üretim artacak ve gelir dağılımı bozulacaktır. Fakat elde

edilen üretim artışının ilerleyen aşamaları, gelir dağılımının düzelmesini veya

iyileşmesini beraberinde getirecektir.

2.2.5. Atkinson Eşitsizlik Ölçüsü

Atkinson’un sosyal refah fonksiyonunda, toplumun eşitsizliğe verdiği

değer sıfır ile sonsuz arasında yer almaktadır. Bu ağırlığın sıfır olması

toplumun gelir dağılımı konusuna duyarsız olduğu, ağırlığın sonsuz olması

ise, toplumun sadece en düşük gelir grubuna sahip olan kişilerle ilgilendiğini

Page 61: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

47

göstermektedir. Sosyal refah fonksiyonu, her bir bireyin refah fonksiyonunun

toplamından oluşan toplanabilir, simetrik ve içbükey bir fonksiyondur. Bu

varsayım kişisel faydanın karşılaştırılabilir olduğunu varsayar.

2.3. GELİR DAĞILIMINI BELİRLEYEN YAPISAL FAKTÖRLER

Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin birçok nedeni bulunmaktadır. Ülkenin

içinde bulunduğu yapısal oluşumlar (nüfus yapısı, işsizlik, kayıtdışı ekonomi,

enflasyon vb.) ve üretilen politikalar (vergi, sosyal güvenlik, tarım, fiyat

politikaları vb.) gelir dağılımında bozulmalara neden olabilmektedir.

Gelir dağılımı ile demokrasi arasında aynı yönde ve güçlü bir ilişki

olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Başka bir deyişle, gelir dağılımı

eşitsizlikten uzaklaştığında ( adil duruma gelindiğinde) demokrasinin varlığı

göze çarpmakta veya demokrasi yerleştiği ülkelerde gelir dağılımının

eşitsizlikten uzaklaştığı görülmektedir.

Nüfus artış hızının yüksek seviyelerde olması, gelir dağılımını bozucu

nedenlerdendir. Türkiye’de nüfusun bölgelere göre dağılımının son beş yılda

gösterdiği eğilim incelendiğinde, Marmara ve Güneydoğu Anadolu

Bölgelerinin toplam nüfus içindeki paylarının arttığı, Ege ve Akdeniz

Bölgelerinde önemli bir değişme olmadığı, İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu

Anadolu Bölgelerinin ise toplam nüfus içindeki paylarının azaldığı

görülmektedir.

Yaratılan gelirden pay alınabilmesi, her şeyden önce bir işte çalışır

olmakla mümkündür. Bu bakımdan, istihdam artırıcı ve işsizliği önleyici

politikalar, yatırım politikaları öncelikli olmak üzere siyasal iktidarların

amaçlaması gereken temel hedeflerin başında gelmelidir.

Page 62: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

48

VIII. Plan döneminde, Türkiye’de yaratılan istihdam, çalışma çağı

nüfusunun ve işgücünün gerisinde kalmıştır. Söz konusu dönemde, çalışma

çağı nüfusu %1,9, işgücü %1,3 artarken GSYİH yıllık ortalama %4,4

büyümesine rağmen, istihdam %0,4 oranında artmıştır. 2001 krizin ardından

daralan istihdam, 2004 ve 2005 yıllarında artış göstermiştir (DPT, 2006: 37).

Kayıt dışı ekonomi, genellikle ekonomik verimliliğin düşmesine,

yarattığı sosyal sorunların yanında vergilendirilmeyen bir alan olması

sebebiyle de kamu gelirleri üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Kayıt

dışı ekonomi alanının büyümesi, bireyler ve işletmeler arasında haksız

rekabetin doğmasına, gelir dağılımının bozulmasına, mükelleflerin vergi

ödeme yönündeki isteklerinin azalmasına, ayrıca, kamu finansman ihtiyacının

vergi oranlarının yükseltilerek karşılanması, vergiye karşı direnci artırarak bir

kısır döngüye girilmesine neden olmaktadır (DPT, 2006: 22).

Kendi hesabına ekonomik faaliyet gösteren, temel amacı bu faaliyete

katılan mensuplarına gelir ve istihdam yaratmaya dönük, belirgin özelliği

düşük teknoloji olan, çoğunlukla ilgili kamu otoritesinden herhangi bir izin

almadan faaliyet gösteren enformal sektör de gelir dağılımının bozulmasında

etkilidir.

İstikrarsız bir ekonominin göstergesi olan enflasyon gelir dağılımında

eşitsizliğe yol açan temel unsurlardandır. Yüksek enflasyon gelir

dağılımındaki eşitsizliği önemli ölçüde artırır; ancak, enflasyon oranının aşağı

çekilmesi gelir dağılımında doğrudan doğruya bir iyileşmeye yol açmaz. Öte

yandan, enflasyon gelir dağılımı üzerinde tersine artan oranlı bir vergi ile

benzer etkilere sahiptir. Yüksek gelire sahip kesimler enflasyon karşısında

genellikle kendilerini iyi koruyacak imkanlara sahiplerken enflasyon sabit

gelirli kişiler üzerinde son derece kötü etkilere sahiptir.

Kişisel gelir bölüşümünde ortaya çıkan dengesizliklerin önemli

nedenlerinden biri, servet dağılımının dengesiz olmasıdır. Bu nedenle, gelir

Page 63: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

49

bölüşümünde servete bağlı olarak ortaya çıkan dengesizliğin giderilmesinde

arazi, bina gibi belirli bir servet üzerinden alınan ve dolaysız olan servet

vergileri önem kazanmaktadır. Bilindiği gibi, servetin yeniden oluşumu,

tasarruflar tarafından belirlenir. Gelir bölüşümünün çok bozuk olması

durumunda, tasarruflar, geliri yüksek küçük bir grup tarafından yapılır ve bu

durum söz konusu grubun serveti daha da arttırır. Böylece kişisel gelir

bölüşümü daha da bozulacaktır. Yeniden dağıtıcı bir gelir vergilendirmesi

gelişmeyi frenleyebilmekle birlikte, durdurmak ya da tümüyle tersine çevirmek

olanağına sahip değildir. Fakat, bu durumda, küçük gelir sahiplerine, tasarruf

ettikleri taktirde, vergi kolaylıkları sağlamak suretiyle, servet oluşumu için

olanak tanınabilir.

Servet dağılımı konusunun literatürde pek yer almamasının nedeni bu

konuda veri yetersizliğidir. Bu yetersizlik sanki böylesi bir eşitsizliğin

yokmuşcasına algılanmasına yol açmaktadır. Servet eşitsizliğini analiz

edecek araçların olmaması aynı zamanda bu sorunu göz ardı etmek ile

ilişkilidir.

Gelir dağılımı konusunun en önemli faktörlerinden biri, toplumda

bireyin küresel planda geçerli bilgi, beceri ile donatılmış olup olmadığıdır.

İşletmelerde çalışanların eğitim yapısında son yıllarda çok hızlı bir gelişme

görülmekle birlikte rakip ekonomiler dikkate alındığında, eğitime yönelik

faaliyetlerin hayati özelliği kendisini göstermektedir.

2.4. KÜRESEL GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİ

Dünya’da Gelir dağılımı ile ilgili olarak Gini katsayılarına bakıldığında,

gelir dağılımının en bozuk olduğu ülke 0.59 Gini katsayısı ile Brezilyadır. Bu

ülkeyi 0.53 Gini katsayısı ile Zambiya, 0.51 ile Şili ve 0.45 ile Çin takip

etmektedir. Türkiye ve Kenya’da ise Gini katsayısı 0.44’dür. Gelir dağılımında

Page 64: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

50

en iyi ülkeler ise Gini katsayısı 0.25 olan Çek Cumhuriyeti ve 0.27 olan

Pakistan’dır. Bu ülkeleri sırası ile Polonya, Bangladeş, Güney Kore ve Rusya

Federasyonu takip etmektedir. 2004 yılında Satın Alma Gücü Paritesine göre

Çek Cumhuriyeti’nde kişi başına gelir 18.400 dolar iken Pakistan’da kişi

başına gelir 2.160 dolardır. Bu yaklaşıma göre Polonya, Bangladeş, Güney

Kore, Rusya Federasyonu ve Türkiye’de kişi başına gelir ise sırası ile 12.640,

1.980, 20.400, 9.620 ve 7.680 dolardır (Dünya Bankası, 2006: 292-293).

Tablo-2.1. Uluslararası Yoksulluk Çizgisine Göre Seçilmiş Ülkelerde Yoksulluk Oranı ve Gelir Dağılımı

Gini Katsayısı

Yoksulluk Oranı Gelir Dağılımı

Ülke Anket Yılı Günde 1$ (%) Günde 2 $ (%) Anket Yılı Gini Katsayısı

Çek Cumhuriyetia 2001 <2 <2 1996 0.25 Bangladeşa 2000 36,0 82,8 2000 0.31 Brezilyaa 2001 8,2 22,4 2001 0.59 Şilia 2000 <2 9,6 2000 0.51 Çina 2001 16,6 46,7 2001 0.45 Mısıra 2000 3,1 43,9 2000 0.34 Hindistana 2000 35,3 80,6 2000 0.33 Endonezyaa 2002 35,3 80,6 2000 0.34 Kenyaa 1997 22,8 58,3 1997 0.44 G.Kore 1998 <2 <2 1998 0.32 Pakistana 2001 17,0 73,6 2001 0.27 Polonyaa 2002 <2 <2 2002 0.31 Rusya Fed. a 2002 <2 7,5 2002 0.32 Sri Lankaa 2002 5,6 41,6 2002 0.38 Taylanda 2000 <2 32,5 2002 0.40 Türkiyeb 2002 <2 9,2 2002 0,44 Zambiyaa 1998 63,7 87,4 1998 0,53

a. World Bank, World Development Report 2006: Equity and Development, The World Bank and the Oxford University Press, 2005, s. 294-295. b.World Bank, State Institute of Statistics Turkey, Turkey Joint Poverty Assessment Report,

2005, s. 8.

Tablo–2.1 yoksulluk çizgisi iki dolara yükseldiğinde, yoksulluğun

yüksek oranlara sıçraması, bir dolarlık yoksulluk çizgisinin civarında önemli

bir yığılma olduğunu göstermektedir. Bu yaklaşıma göre Zambiya’da %87,4

oranındadır. Zambiya’dan sonra yoksulluğun en şiddetli yaşandığı ülkeler

Page 65: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

51

Bangladeş, Hindistan ve Endonezya dır. Bu ülkelerde yaklaşık her on kişiden

sekizi yoksuldur.

Ancak Hindistan ve Endonezya’da yoksulluk oranları yüksek olduğu

halde, gini katsayıları, yoksulluk oranının yüksek olduğu Latin Amerika

ülkeleri ile kıyaslandığında düşüktür. Bunun sebebi ise Hindistan ve

Endonezya’nın gelir düzeyleri düşüktür.

2.5. GELİR DAĞILIMININ BOZULMASI VE YOKSULLUĞUN YAYGINLAŞMASI

Küreselleşme süreciyle birlikte yaşanan gelir dağılımı eşitsizliğinin

artışı, ülke içindeki gelir eşitsizliğinden çok, ülkeler arası gelir eşitsizliğinden

kaynaklanmaktadır. Ülkeler arası gelir dağılımındaki değişim ekonomik

büyüme oranlarına ve ülkelerin kendi aralarında gerçekleştirdikleri ticaretin

niteliğine bağlı olarak değişmektedir. Bu anlamda, ekonomik büyüme oranı

salt liberalizasyon süreci ile değil, aynı zamanda tasarruf oranı, yatırım oranı

ve eğitim politikaları gibi etkenler tarafından da etkilenmektedir. Küresel

ekonominin temel özelliklerinden birini oluşturan gelir dağımı eşitsizliği

incelendiğinde, 19.yüzyılın başlarında gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen

gelirin gelişmekte olan ülkelerin 3 katı olduğu ve “Altın Çağ” (1945-1975)

dönemi dışında istikrarlı bir biçimde artarak, 2000’li yıllarda gelir

dağılımındaki eşitsizliğin 20 katına yükseldiği görülmektedir. Tablo-2.2

incelendiğinde gelir dağılımındaki eşitsizlik, İkinci Dünya Savaşı dönemine

kadar sürekli artarken savaş sonrası dönemde, özellikle gelişmekte olan

ülkelerde yaşanan ekonomik büyümeye bağlı olarak durağanlaşmış ve belirli

ölçüde de düzelmiştir. Bu süreç ise 1980 li yıllarda artan ticaret ve açıklık

politikalarıyla birlikte değişim göstermektedir (Temiz, 2004; 126).

Page 66: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

52

Tablo-2.2 Bölgeler Arası Artan Gelir Eşitsizliği ( Kişi Başına Düşen Ortalama Gelir) (ABD Doları * )

Kaynak: Hasan Ejder TEMİZ, Küreselleşmenin Sosyal Boyutlar ve Türkiye Açısından

Etkileri(2004)

*Satın Alma Gücü Paritesine Göre; ⁿ World Development Report 2003 yılı verileridir.

Tablo-2.2’de On Dokuzuncu yüzyıl başı ile yirminci yüzyıl sonu

arasında bölgeler ve ülkeler arasındaki artan gelir eşitsizliğini göstermektedir.

Batı Avrupa, ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya ülkelerde

kişi başına düşen ortalama gelirin 25 bin Dolar aştığı, buna karşın gelişmekte

olan ülkelerin bir kısmında kişi başına düşen ortalama gelirin ya çok sınırlı

artığı yada sabit kaldığı gözlenmektedir.

1960-2000 yılları arasında gelir dağılımında en varsıl yirmi ülke ile en

yoksul yirmi ülke arasındaki fark, 1960 yılında 18 kata, son 40 yıl içinde ise

ikiye katlanarak 37 kata ulaşmıştır (Dünya Bankası, 2003; 51).

1820 1870 1913 1950 1973 1990 1998 2001

Batı Avrupa 1,232 1,974 3,473 4,594 11,534 15,988 17,921 24,281

ABD, Kanada,

Avustralya,Ye

ni Zelanda

1,201 2,431 5,257 9,288 16,172 22,356 26,146 27,126

Japonya 699 737 1,387 1,926 11,439 18,789 20,413 27,430

Asya 575 543 640 635 1,231 2,117 2,936 4,040

Latin Amerika

ve Karayipler 665 698 1,511 2,554 4,531 5,055 5,795 7,070

Doğu Avrupa

ve Sovyet

Rusya

667 917 1,501 2,601 5,729 6,445 4,354 6,990

Afrika 418 444 585 852 1,365 1385 1,368 1,620

Dünya 667 867 1,510 2,114 4,104 5,154 5,709 7,570

Page 67: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

53

Bu yüksek artışın temel nedeni, en yoksul yirmi ülkenin salt yeterli

ekonomik büyümeyi gerçekleştirememesinden değil, aynı zamanda

küreselleşme süreci ile birlikte finansal piyasalarda meydana gelen

gelişmelerden kaynaklanmaktadır. 1980’li yıllarda gelişmekte olan ülkeleri

olumsuz etkileyen borç krizleri, özellikle Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde

yoğunlaşmış ve bu bölgelerdeki gelir dağılımını oldukça bozmuştur. Bu

anlamda, finansal piyasalarda meydana gelen gelişmeler, küreselleşme

sürecinin sağladığı yararların belirli bölgelerde ve belirli kesimlerde

toplanmasını sağlarken, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün bundan

yararlanmasına olanak tanımamaktadır (Temiz, 2004: 128).

Küresel gelir eşitsizliği, gelirin dünyanın zengin ve yoksul ülkeleri ile

bölgeler arasındaki dağılımının çarpıklığını ortaya koyan bir ölçüttür. BM

Kalkınma Programı (UNDP) İnsani Gelişme Raporu (Human Development

Report) ve Dünya Bankası raporları küresel gelir eşitsizliğine dair etraflı

veriler içermektedir. Dünya Bankası 2003 verilerine küresel gelir eşitsizliği

tablo- 2.3 de izlenmektedir. Yüksek gelir grubunda yer alan ülkelerin nüfus

payı % 15.6, gelirden aldıkları pay ise %80.7’dir. Dünya nüfusunun yüzde 85’i

ise dünya gelirinin yüzde 19’unu elde etmektedir.

Tablo-2.3 Küresel Gelir Eşitsizliği (2003)

Ülkenin Gelir Grubu

Toplam Nüfus Nüfus % Toplam GSMH ($)

Gelir Payı

Kişi Başına GSHM ($)

Düşük Gelir 2.500.000.000 40,6% 1.075.000.000.000 3,4% 430

Orta Gelir 2.700.000.000 43,8% 5.022.000.000.000 15,9% 1860

Yüksek Gelir 960.000.000 15,6% 25.449.600.000.000 80,7% 26510

Toplam 6.160.000.000 100 31.546.600.000.000 100 5121

Kaynak: Aziz Çelik, Çalışma ve Toplum, 2004/3, s.62

Page 68: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

54

Küresel gelir eşitsizliği, Gini katsayısı yanında en alt ve en üst gelir

dilimleri arasındaki eşitsizlik açısından ele alındığında, Gini katsayısı nüfusun

tümü için bir gelir eşitsizliği ortalaması verirken, dilimler arası karşılaştırma

yöntemi, alt ve üst dilimler arasındaki farkı ve gelir uçurumun boyutunu

göstermektedir (Tablo-2.4 ).

Tablo-2.4. Küresel Gelir Eşitsizliğinde Değişim (Zengin-Yoksul Farkı)

Araştırma Yılı

En Yoksul %20’nin Payı (%)

En Zengin %20’nin Payı (%)

Zengin %20’nin Yoksul % 20’ye Oranı

Macaristan 1999 7,7 37,5 4,9 1982 6,9 35,8 5,2 Danimarka 1997 8,3 35,8 4,3 1981 5,4 38,6 7,1 Japonya 1993 10,6 35,7 3,4 1979 8,7 37,5 4,3 İsveç 2000 9,1 36,6 4 Norveç 2000 9,6 37,2 3,9 1982 6 3 8,2 6,4 Finlandiya 2000 9,6 36,7 3,8 1981 6,3 37,6 6 Güney Kore 1998 7,9 37,5 4,7 1976 5,7 45,3 7,9 İspanya 1990 7,5 40,3 5,4 1980-81 6,9 40 5,8 İsviçre 1992 6,9 40,3 5,8 1978 6,6 38 5,8 Kanada 1998 7 40,4 5,8 1981 5,3 40 7,5 Avustralya 1994 5,9 41,3 7 1975-76 5,4 47,1 8,7 İngiltere 1999 6,1 44 7,2 1979 7 39,7 5,7 Yeni Zelanda 1997 6,4 43,8 6,8 1981-82 5,1 44,7 8,8 Türkiye 2000 6,1 46,7 7,7 1973 3,5 56,5 16,1 ABD 2000 5,4 45,8 8,5 1979 5,3 39,9 7,5 Arjantin 2001 3,1 56,4 18,2 1970 4,4 50,3 11,4 Meksika 2000 3,1 59,1 19,1 1977 2,9 57,7 19,9 Brezilya 1998 2 64,4 32,2 1972 2 66,6 33,3 Kaynak: Aziz Çelik, Çalışma ve Toplum, 2004/3, s.62

Page 69: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

55

Sosyal devlet uygulamalarının güçlü olduğu Kıta Avrupası ülkelerinde

zengin-yoksul makası daralırken, neo liberal iktisat politikalarının etkili olduğu

Anglo-Saxson ülkelerinde bu fark artmaktadır. Neo libaral politikaların yaygın

uygulama alanı bulduğu Latin Amerika ülkelerinden, Arjantin’de 18.2 kat ve

Brezilya’da 32 kata ulaşmaktadır (Çelik, 2004: 65-66).

2.6. YOKSULLUK KAVRAMI, ÖLÇÜMÜ ve YOKSULLUK ÖLÇÜTLERİ

Yoksulluk Birleşmiş Milletler Örgütünce dünyadaki en önemli

sorunlardan biri olarak kabul edilmiştir.(United Nations general Assembly

Report (6 September 1995) Bu çerçevede Birleşmiş Milletler 1996 yılını

“Uluslararası Yoksulluğun Yok Edilmesi Yılı” (International Year for the

Eradication of poverty) olarak ilan etmiştir. Başta Birleşmiş Milletler örgütü

olmak üzere birçok uluslararası örgütünde bu yönde çalışmalarda

bulunmaktadır.

Yoksulluk 1990’lı yıllarda çeşitli uluslararası toplantıların da ana

gündem maddesini oluşturmuştur.2 Ayrıca, Dünya Bankası Küresel Kalkınma

Raporunda, (Singapur, 2006 toplantısı) eğitim sektörüne yatırımın, istihdamı

arttırırken, sürdürülebilir kalkınmaya da katkıda bulunacağı ifade edilerek,

eğitim stratejisinin, uzun dönemli ve kalıcı bir istihdam politikasının

vazgeçilmez unsuru olduğu belirtilmiştir.

Yoksulluk, temelde azgelişmiş ülkelerin sorunu olmakla birlikte,

gelişmiş ülkeler için de önemli bir konudur. Batı Avrupa ülkeleri, İkinci Dünya

2 2001 yılında Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nda olmak üzere, 1994 yılında Kahire’de toplanan Nüfus ve Gelişme Konferansı’nda nüfus sorununun çözümü ve 1995 yılında Pekin’de toplanan Birleşmiş Milletler 4. Kadın Konferansı’nda kadınların karşı karşıya kaldığı önemli sorunlar açısından ele alındı. Mart 1995’te Kopenhag’da Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi yapılmıştır. Birleşmiş Milletler, 1996 yılını Yoksullukla Mücadele Yılı, 1997-2006 dönemini de Yoksullukla Mücadele On Yılı ilan etmiştir. 2000 yılında yapılan ve 147 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı Binyıl (Milenyum) Zirvesi’nde mutlak yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının 2015 yılına kadar yarıya indirilmesi yönünde ilke kararı alınmıştır (Şenses,2003:s.24-25).

Page 70: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

56

Savaşı sonrasında uzun süren bir refah dönemi yaşadı ve mutlak anlamda

yoksulluk bu ülkeler için önemli bir sorun oluşturmadı. Bunda, hızlı büyüme

yanında, refah devleti uygulamaları düşük gelirli kesimler için devletin

sağladığı destek, sağlık ve eğitim hizmetleri için ayrılan payın etkileri ve

işsizlik sigortası gibi uygulamalarda etkili olmuştur. Ancak yoksulluk, 1970’li

yılların sonlarına doğru, yeniden gündemin üst sıralarında yer almaya

başlamıştır. Avrupa Topluluğu’na üye ülkelerde, 1970’li yıllarda, büyümeye

karşın nüfusun yaklaşık üçte birinin yoksulluk sınırı veya ona yakın bir gelir

düzeyine gerileyerek, yoksulluk, 1980’li ve 1990’lı yıllarda önemli bir artış

göstererek Avrupa’nın “sosyal birlikteliğini” tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.

Yoksulluk ABD’de de, 1960’lı yılların ortalarında kapsamlı biçimde ele

alınmaya başlandı. Gelir eşitsizliklerinin ve yoksulluğun ekonominin sadece

resesyon dönemlerinde değil, canlanma dönemlerinde de önemli ölçüde

arttığı, gelir bazında ölçülen yoksulluğun kimi temel refah göstergeleri

arasında yakın bir ilişki bulunduğu gözlemlendi (Şenses, 2003: 18-21 ).

2.6.1.Yoksulluk tanımları

Yoksulluk tanım ve ölçümünde en baştan üzerinde durulması gereken

bir nokta, yoksulluk göstergesi olarak salt ekonomik kıstasların mı yoksa

bunların ötesinde ve bunlara ek olarak sosyal ve hatta siyasal kıstasların mı

dikkate alınacağı sorusuyla ilgilidir. Yoksulluk araştırmalarının yakın bir

geçmişe kadar iktisat ağırlıklı bir gelişme göstermiş olmasının bir yansıması

olarak ekonomik göstergelerin ön plana çıktığı görülmektedir. Ancak

yoksulluğu salt ekonomik açıda tanımlandığında dahi, başta gelir ve tüketim

harcamaları olmak üzere birçok farklı kıstası kapsayan bir göstergeler

yelpazesiyle karşılaşılmaktadır. Yoksulluğun yalnızca ekonomik bir sorun

olmaması, sosyal ve ahlaki boyutları da olan karmaşık bir sorun olarak ortaya

çıkması, zaman içerisinde yoksulluğu ortadan kaldırmak ya da en azından

azaltmak için oluşturulan mücadelelerin de çok yönlü oluşmasını

Page 71: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

57

doğurmaktadır. Sonuç olarak, yoksulluğun nasıl tanımlanacağı, bu konuda

hangi politikaların uygulanabileceğini ya da uygulanması gerektiğini de büyük

ölçüde belirlemektedir (Şenses, 2003: 62-63 ).

2.6.1.1.Mutlak Yoksulluk

Dünya Bankası’nın temel aldığı günlük 1 dolarlık gelirden yoksun

olmak biçiminde anlaşılan tanımında olduğu gibi, “mutlak yoksulluk”, temel

yiyecek gereksinimlerini, genellikle minimum kalori gereksinimi olarak

tanımlanmaktadır. karşılamak için gerekli gelirden yoksun olmak biçiminde

tanımlanabilmektedir.

Hane halkı veya bireyin yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyine

ulaşamaması durumudur. Bir insanın günlük asgari kalori gereksinimine göre

hesaplanır. Bu miktar ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları ve coğrafi koşullarına

göre değişmektedir. Bu miktar gelişmiş ülkelerde 3390 kalori, gelişmekte olan

ülkelerde 2480 kalori ve az gelişmiş ülkelerde 2070 kaloridir. Mutlak yoksulluk

oranı, bu asgari refah düzeyine ulaşamayanların sayısının toplam nüfusa

oranıdır. Bu yaklaşım, zaman zaman açlık boyutlarına da varabilen ağır

beslenme sorunlarının gündemde olduğu ülkelerde yaygın olarak

kullanılmaktadır (Şenses, 2003: 63).

2.6.1.2.Göreli yoksulluk

Yiyecek dışında, sağlık, eğitim, giyim, barınma ve enerji gibi ihtiyaçları

karşılayacak gelirden yoksun olma durumudur. Göreli yoksulluk, bir kişinin

veya gurubun yaşam düzeyini, kendisinden daha yüksek gelire sahip bir

Page 72: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

58

referans grubun geliriyle karşılaştırması sonucunda ortaya çıkan bir olgu

olarak tanımlanmaktadır.

Göreli yoksulluk, daha yaygın olarak “maddi kaynakların, toplumda

âdet haline gelmiş veya en azından özendirilen ve onaylanan normal

etkinliklere katılımın gerçekleşmemesi durumunun, konfora ve yaşam

koşullarına sahip olmanın olanaksız veya son derece kısıtlı hale gelecek

kadar yetersiz kalması”olarak da tanımlanmaktadır (Şenses: 2003, 91).

2.6.1.3. İnsanî yoksulluk

Gelir yoksulluğunda, yoksulluk sınırı olarak bir asgarî gelir ve tüketim

düzeyi söz konusu iken; insanî yoksullukta, yaşam süresinin kısalığı, eğitim

ve sağlık hizmetlerinden yoksunluk, iş olanaklarından yoksunluk, temiz içme

suyuna erişim, bebek ölüm oranları gibi kıstaslar dikkate alınarak inceleme

yapılmaktadır. İnsani yoksulluk kavramı, okur-yazarlık, yetersiz beslenme,

kısa yaşam süresi, ana-çocuk sağlığının yetersizliği, önlenebilir hastalıklara

yakalanmak gibi temel insani yeteneklerden yoksun olmak biçiminde

tanımlanabilir. Buna göre temel insan yeteneklerini sürdürebilecek olan mal,

hizmet ve altyapıya erişimin yokluğu ya da kısıtlanması, yoksulluğun “insani”

boyutu olarak nitelendirilmektedir. Bu yaklaşımda, niteliği ve tanımı nasıl

olursa olsun, kişinin “kaliteli” bir yaşam sürmesini sağlayabilecek araç ve

olanaklardan yoksun olmak, yoksulluk tanımlarında dikkate alınması gereken

bir başlangıç noktasıdır (O’Boyle,1990: 5).

2.6.1.4. Öznel Yoksulluk

Bu yaklaşım, yoksulluğun tanımlamasını kişilerin ve hane halkının

değerlendirmesine bırakır. Büyük ölçekli anketler yapılarak toplumun kabul

Page 73: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

59

edeceği minimum bir yaşam standardının belirlenmesi sonucu belirlenen bir

durumdur.

2.6.1.5. Kırsal yoksulluk-Kentsel Yoksulluk

Kırsal yoksulluk daha çok, bağımsızlık, güvenlik, öz-saygı, sosyal

kimlik, sosyal ilişkilerin sıklığı ve sağlamlığı, karar alma özgürlüğü, hukukî ve

siyasî haklar gibi niteliksel beklentiler ve yoksunluklar üzerine odaklanırken;

kentsel yoksulluk, gelir ve tüketim şeklinde niceliksel beklentiler ve

yoksunluklar konusuna eğilmektedir.

2.6.1.6. Tüketim Harcamasına Göre Yoksulluk

Mutlak yoksulluk kavramında sadece gıda unsuru, göreceli yoksullukta

ise kişi başına ortalama gelir veya alt nüfus grubunun gelir payı göz önüne

alınmaktadır. Tüketime göre belirlenecek yoksulluk sınırı ise kişinin bütün

tüketim unsurlarına yaptığı harcamaları kapsadığından, daha gerçekçi bir

durum ortaya çıkacaktır.

Tüketim harcamasına göre belirlenecek yoksulluk sınırında, mutlak

yoksulluk ve göreli yoksulluk yaklaşımda bulunmayan öğe, kişinin bütün

giderleridir.

Mutlak yoksulluğu yoksulluk oranı olarak kullanmanın eksikliği bu

oranın sadece gıdayı dikkate almasıdır. Göreceli yoksulluğu kullanmanın

eksiği ise salt kişi başına ortalama geliri esas alması, dolayısıyla kişilerin

yaşam standardı hakkında yeterli bilgi vermemesidir. Mutlak yoksulluğu

kullanmanın yararı, toplumdaki gıda harcamalarına göre en düşük yaşam

Page 74: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

60

standardını ortaya çıkarmasıdır. Göreceli yoksulluğu kullanmanın yararı ise,

gelir dağılımı eşitsizliğini en açık şekilde vermesidir. Tüketim harcamaları baz

alınarak yapılan hesaplamada ise diğer yaklaşımlardan daha gerçekçi olarak

tüm tüketim kalıbı hesaba katılarak hem mutlak hem de göreceli yoksulluğun

boyutları belirlenebilmektedir. Çünkü toplumun ortalama tüketim seviyesi

altında kalanlar, toplumda en avantajsız kesimlerdir. Tüketim harcamasına

göre yoksulluk sınırının belirlenmesinde ülke içindeki bölgesel eşitsizlikler göz

önünde tutulmaktadır.

2.6.1.7. Sosyal İmkanlar Yoksulluğu

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 1996 yılında yayınlanan

raporunda ilk kez “gelir yoksulluğu” kavramı dışında “sosyal imkanlar

yoksulluğu” adını verdiği yeni bir kavramı gündeme getirdi. Henüz çok yeni

olan, dolayısıyla akademik çevrelerde dahi yeterince bilinmeyen bu kavram,

yoksulluğu parasal gelir yönü ile değil, bireylerin insani gelişme için gerekli

temel ihtiyaçlara ne ölçüde sahip oldukları yönünden ele alır ve ölçmeye

çalışır.

UNDP, geliştirdiği sosyal imkanlar yoksulluğu indeksini başlıca üç

kriterden hareketle ölçer. İlk kriter “sağlıklı üreme imkanı.” Uzman sağlık

personeli olmaksızın gerçekleştirilen doğum yüzdesi, sağlıklı üreme imkanına

bireylerin ne ölçüde sahip olduklarını ortaya koyar. İkinci kriter “sağlıklı

büyüme ve yeterli beslenme kriteri.” Bu kriter ise 5 yaşın altında olan ve

uluslararası standartlarda gerekli kiloya sahip olmayan, dolayısıyla yeterli

beslenemeyen çocukların yüzdesi esas alınarak ölçülür. Üçüncü kriter ise

“okuma yazma kriteri.” Araştırmada genel okuma yazma oranı yerine sadece

15 yaş ve üstünde olan kadınların okuma yazma oranları dikkate alınır. Bu üç

kriter için hesaplanan yüzdeler tek bir yüzdeye dönüştürülür ve “sosyal

imkanlar yoksulluğu indeksi” olarak adlandırılıyor.

Page 75: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

61

UNDP, 1996 yılında yayınladığı raporda dünyada 101 ülkede sosyal

imkanlar yoksulluğunu ölçmüş bulunur. Gelişmiş ülkelerin pek çoğunun

araştırma dışında bırakılmasının nedeni bu ülkelerde sosyal imkanlar

düzeyinin yeterince yüksek düzeyde olmasından kaynaklanır. Araştırmaya

göre 101 ülke arasında sosyal imkanlar yoksulluğu yönünden dünyada en alt

sırada Nepal yer alıyor. Bu ülkeyi sırasıyla Bangladeş, Afganistan, Nijerya ve

Etyopya izliyor.

101 ülke içerisinde sosyal imkanlar indeks sıralamasında en iyi

durumda olan ülke Şili’dir. Ülkemiz sosyal imkanlar yoksulluğu indeks

sıralamasında 31. sırada yer almaktadır.

2.6.2. Yoksulluğun Ölçülmesi

Yoksulluk sınırı (bir diğer deyişle yoksulluk çizgisi), bir toplumda yoksul

olanlarla olmayanları birbirinden ayırmak için kullanılan bir kavramdır.

Yoksulluk sınırının belirlenmesi, yoksulluk çalışmaları için önemlidir.

Yoksulluk sınırının altında kalan yoksullar arasında bir gelir eşitsizliği

mevcuttur ve bunun da dikkate alınması gerekmektedir. Yoksulluk çizgisi

altında yer alan gruplardan bir kısmı yoksulluk sınırına yakın bir yerde

yoğunlaşma gösterirken, bir başka grup ise çok daha aşağılarda yoğunlaşma

gösterebilir.

Yoksulların yoksulluk sınırı gelirine göre konumlarını ve kendi

içlerindeki eşitsizlik düzeyini ölçmek için çeşitli ölçüler geliştirilmiştir. Bu

ölçüler ile, çeşitli ülkelerin yoksulluk düzeylerini karşılaştırmak ve bir ülke

içinde yoksulluğun zaman içindeki gelişimini izlemek mümkündür. Yoksulluk

sınırının belirlenmesi amacıyla kullanılan birkaç yaklaşım mevcuttur.

Page 76: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

62

2.6.2.1. Alınması Gerekli Asgari Kalori Miktarı Yaklaşımı

Besin gereksinimine dayalı yoksulluk sınırında, tüm nüfus için önerilen

kişi başına ortalama kalori alımının altında olan hanehalkları fakir olarak

adlandırılmaktadır. Bu yöntemin sakıncası, tüm nüfus için aynı kalori

normlarının kullanılmasıdır. Oysa aynı hanehalkı içerisinde bile kişiden kişiye

kalori normları farklılaşabilmektedir. Ayrıca yaş, cinsiyet ve meslek

değişkenleri de, alınması gereken kalori miktarını doğrudan etkilemektedir.

Farklı yaş ve cinsiyet gruplarındaki kalori ihtiyacının ulusal ağırlıklı ortalaması

alınarak kişi başına kalori ihtiyacı belirlenir. Burada ağırlıklar, farklı yaş ve

cinsiyet gruplarındaki nüfus oranlarıdır. Bireyin dengeli beslenmesinin günlük

maliyeti çıkarılır. Ayrıca buna minimum gıda dışı harcamalar ilave edilir. Gıda

dışı bileşenlerin kestirimi fakirlerin harcama kalıbına dayandırılır (Paul, 1989).

2.6.2.2. Temel Gereksinimler Yaklaşımı

İnsanların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için asgari düzeyde

gıdaya, giyime, barınmaya, eğitim ve sağlık hizmetlerine yapmaları gereken

harcama dikkate alınmaktadır. Bu temel maddelerin hane halkı başına düşen

minimum harcama değerinin yoksulluk sınırı olarak tanımlandığı

çalışmalarda, aynı mal ve hizmet yerleşim yerinden dolayı farklı fiyata sahip

olduğu, dolayısı ile satın alıcının ekonomik statüsünde yerleşim yerinden

yerleşim yerine farklılık gösterebileceği de vurgulanmaktadır (Aktan, 2002:

20-30).

2.6.2.3. Ortalama Gelirin Yarısı Yaklaşımı

Scott (1981) ve Anand (1983) çalışmalarında, göreli yoksulluk tanımını

kullanarak, toplumda yaratılan ortalama gelirin yarısını yoksulluk sınırı olarak

Page 77: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

63

kabul etmektedirler. Elde ettikleri gelirleri yoksulluk sınırının altında kalan

fertleri ise yoksul olarak adlandırmaktadırlar. Bu yöntem günümüz yaşam

koşullarına bağlıdır. Eğer toplumda genel gelir düzeyi yüksekse, yoksulluk

sınırı da yüksek bulunacaktır.

Toplumda bir kesimden diğerine eşitsizliğin boyutu az ise, yani

yaşayanların gelirleri genel ortalama civarında ise, ortalama gelirin yarısına

sahip hiç kimse çıkmayabilecektir. Dolayısı ile toplumda yoksul

bulunmayacaktır. Oysa eşitsizliğin boyutu fazla ise ortalama gelirin yarısına

sahip yoksul hanehalkı sayısı toplumdan ayırt edilebilecektir.

2.6.2.4. Harcamaların Besin Gruplarına Ayrıştırılması Yöntemi

Paul (1989) çalışmasında yoksulluk sınırını hanelerin harcama

düzeyine göre veren bir modeli dikkate almaktadır. Her hanenin yaş, cinsiyet

ve meslek ölçütleri dikkate alınarak, bu ölçütlere göre hanenin tükettiği gıda

miktarları, kalori ve besin değerlerine ayrıştırılarak bir model

oluşturulmaktadır. Sonuçlar günlük alınması gerekli kalori ve besin miktarları

ile karşılaştırılmakta, sınırın altında besin tüketiminde bulunan haneler yoksul

olarak adlandırılmaktadır. Bu yöntem yaş, cinsiyet ve mesleklere göre

alınması gerekli besin miktarlarını ayrı ayrı irdelediği için oldukça ayrıntılı bir

çalışma yapmayı gerektirmektedir.

UNICEF’in belirlediği ölçüte göre; hane halklarının karşılanmayan

temel gereksinimleri varsa, bu hane halkları yoksul olarak nitelendirilmektedir.

Karşılanmayan temel gereksinimler, iyi kalitede olmayan evde yaşamak, hane

halkının kalabalık olması, evde içme suyunun olmaması ve uygun bir

kanalizasyon sisteminin yokluğu, hanehalkında okul çağındaki çocuğun okula

gidememesi, hanehalkı reisinin eğitim düzeyinin düşük olmasıdır.

Page 78: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

64

Yoksulluğun boyutunun bilinmesi politik karar alıcılar için önemlidir.

Yoksul hanehalkları, sağlık ve eğitim gibi devletin sağlayacağı olanaklardan

en az yararlanan kesimlerdir. Bu açıdan bakıldığında gelişmişliği yakalamak

için eşitsizliğin boyutunun bilinerek önlemler alınması kaçınılmazdır.

2.6.2.5. İnsani Gelişmişlik Endeksi

İnsanların sağlıklı bir yaşam, eğitim ve gelir imkanlarının olup-

olmamasının ölçümü yöntemiyle geliştirilen İnsani Gelişmişlik Endeksi,

küresel anlamda ülkeler arası farklılıkları ortaya koyarken, ulusal düzeyde de

bölgeler arası farklılıkları görünür kılmaktadır.

İnsani Gelişmişlik Endeksi, doğumda yaşam beklentisi, yetişkin okur

yazar oranı, ilk, orta ve yüksek okullaşma oranı ve kişi başına gayri safi yurtiçi

hasıla verilerine dayalı olarak oluşturulan yaşam beklentisi endeksi, eğitim

endeksi ve gelir endeksinin basit aritmetik ortalamasından elde edilen bir

endeks değeri olarak oluşturulmaktadır.

İnsani Gelişme Endeksi'nin (İGE) hesaplanmasında, kişi başına düşen

milli gelir, eğitim ve sağlık (ömür beklentisi) olarak üç temel gösterge esas

alınır. Sağlık göstergesinin bileşimi, bebek ve anne ölümleri,düşük kilolu

doğum oranı içme suyuna ulaşım, kişi başına düşen doktor sayısı, sıtma,

kızamık, AIDS gibi hastalıklarla mücadelede etkinlik gibi veriler yer alır. Eğitim

başlığının altında ise kişi başına düşen eğitim yılı, okullaşma oranı, 5. sınıfa

erişme oranı, eğitime ayrılan pay, kadınların eğitimi gibi konular bulunur. Kişi

başına milli gelir de, ülkelerdeki fiyat farkından hareketle yerel paralarla satın

alınabilen mal ve hizmetlerin dolar karşılığı hesaplanarak bulunur. Bu

değerlerin toplamı '1' kabul edilir ve eksikliklere göre puan düşülür. 1'e

yaklaştıkça, insani gelişmede durum iyileşmektedir.

Page 79: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

65

Cinsiyete Bağlı Gelişme Endeksi (CGE) ise, cinsiyete dayalı kadınlar

aleyhine ayrımcılığın bir göstergesi olarak ortaya konmaktadır. Bu endeks

İGE temel verilerinin kadın ve erkek nüfus açısından karşılaştırılmasına

dayanmaktadır; doğumda yaşam beklentisi, yetişkin okur yazar oranı, ilk, orta

ve yüksek okullaşma oranı ve kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla verileri kadın

ve erkek nüfus için ayrı ayrı değerlendirilmekte ve aradaki farktan yola çıkarak

CGE oluşturulmaktadır.

İnsani Yoksulluk Endeksi (İYE) ise her ülkedeki insani yoksulluk

oranının ölçülmesine bağlı bir göstergedir. İYE değeri 40 yaşına kadar yaşam

beklentisi olmayan nüfus oranı, okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin oranı,

sağlık hizmetlerine, sağlıklı içme suyuna ulaşma olanağı olmayan nüfus, beş

yaş altı düşük ağırlıklı çocuk sayısı, GSYİH’dan en yoksul %20 ve en zengin

%20’nin aldığı pay oranı ve günlük 1$ ve ulusal yoksulluk sınırına bağlı olarak

hesaplanmış yoksulluk sınırının altında yaşayan nüfus temel verilerine

dayanarak hesaplanmaktadır.

2.6.3. Yoksulluk Ölçütleri

En basit yoksulluk ölçütü, yoksulluk sınırı altında bulunan yoksul birey

veya hane halkı sayısıdır ve bir ülke veya bir bölgedeki yoksul sayısını

gösterir. Yoksulluğun belirlenmesinde kullanılan 3 ölçüt vardır. Bunlar; yoksul

kişi oranı, yoksulluk açığı oranı, yoksullar arası gelir eşitsizliği ölçütleridir.

2.6.3.1. Kafa Sayısı Endeksi (Head Count)

En yaygın biçimde kullanılan yoksulluk ölçütü, yoksulluk sınırı altında

bulunan nüfusun toplam nüfus içindeki yüzdesini ifade eden en temel

Page 80: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

66

yoksulluk ölçütüdür. Q, yoksulluk sınırı altındaki toplam nüfusu, N, toplam

nüfusu gösterdiğinde Kafa Sayısı Yoksulluk Endeksi, Q/N’e eşittir. Bu oran,

yoksulluğun derecesi hakkında bilgi vermez ve yoksullar arası gelir

hareketlerini yansıtmaz. Ancak yoksulluk sınırı altında buluna kişilerin

oranında meydana gelen değişiklikler hakkında bilgi verir. Bu yetersizliğin

yerini doldurmak üzere; yoksulluk açığı oranı ve yoksullar arası gelir eşitsizliği

katsayısı (Gini Katsayısı) ölçütleri geliştirilmiştir.

2.6.3.2. Yoksulluk açığı oranı (Poverty Gap)

Yoksulluk açığı oranı, yoksulların yoksulluk sınırının üzerine

çıkabilmeleri için gerekli ortalama gelir düzeyini gösteren bir derinlik ölçütü

olarak tanımlanmaktadır. Yoksulluğun derinliği yoksulluk sınırı(x) ile kişinin

gelir (y) arasındaki açığın (x-y) büyüklüğü ile ölçülebilir. Yoksulluk açığının

artması, yoksulluğun daha da derinleştiğini, şiddetlendiğini gösterir.

2.6.3.3. Gini katsayısı

Gini katsayısı ise; yoksullar arası gelir eşitsizliğindeki değişmeleri ifade

eder. Yoksullar arası gelir eşitsizliğinin artması, yeterince

beslenemeyenlerden, iyi durumdaki yoksullara, yoksullararası gelir

dengesizliğini artıran bir gelir transferine işaret ederken, yoksulluğun

şiddetinin de artmış olduğunu gösterir.

Page 81: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

67

2.6.3.4. Sen Endeksi

Sen Endeksi, Kafa Sayısı Oranı, Gelir Açığı Oranı ve Gini Katsayısının

birleştirilmesi suretiyle oluşturulan ve yoksulların sayısını, yoksulluğun

boyutunu ve yoksullar arasındaki gelir dağılımı farklılıklarını dikkate alan bir

ölçüdür(Sen 1976). H, Kafa Sayısı Oranı; I, Gelir Açığı Oranı ve g ise Gini

Katsayısını göstermek koşuluyla;

S= H. I+ H(1-I)g şeklindedir.

Herhangi bir yoksulun gelirinde bir azalma meydana geldiğinde

yoksulluk ölçütünde bir artış meydana gelir. Diğer bir ifadeyle, yoksulların

durumunda meydana gelen bir kötüleşme yoksulluk oranının yükselmesine

yol açar. Bunun yanında, zengin bir kişiden yoksul bir kişiye gelir transferi

olursa, yoksulluk ölçütünde bir azalma meydana gelir. Yoksulluk ölçütü

zenginlerin gelirleri karşısında hiçbir değişiklik göstermez, sadece yoksulların

durumu ile ilgilidir. Yoksullar arasında tam eşitsizlik durumunda yani gini

katsayısının bire eşit olduğu durumda, endeks Kafa Sayısı Yoksulluk

Endeksine, yoksullar arası tam eşitlik varsa, Endeks Gelir Açığı Endeksine

eşit olur.

2.7. DÜNYA’DA YOKSULLUK

Dünya nüfusunun yüzde onu, toplam mal ve hizmetlerin %70’ini üretip

dünya gelirinin %70’ini elde etmektedir ki, bu yaklaşık kişi başına yıllık

ortalama 30,000$’a denk gelmektedir (Collier ve Dolar, 2001: 1). Öte yandan

6 milyarlık dünya nüfusunun 2.8 milyarı -yaklaşık yarısı- günlük 2$’lık

yoksulluk sınırın altında yaşamaktadır. Zengin ülkelerde 100 çocuk içinde

1’den de az oranda çocuk beş yaşına ulaşamamakta, fakir ülkelerde ise 100

Page 82: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

68

çocuk içinde 5’den de fazla oranda çocuk beş yaşına ulaşamamaktadır.

Zengin ülkelerde beş yaş altı çocuk nüfusunun yüzde beşi yetersiz beslenme

ile karşı karşıyadır, fakir ülkelerde ise bu oran yüzde ellinin üstündedir (Dünya

Bankası, 2000/2001: 3).

Global bolluk (servet), global iletişim ve teknolojik kabiliyetler gibi insani

koşullar son yüz yılda tarihin geri kalanına kıyasla karşılaştırılmayacak ölçüde

ilerleme göstermesine karşın, yoksulluk olanca şiddetiyle devam ettiği

izlenmekte, ayrıca bunlara benzer global kazanımların dağılımının eşitlikten

uzak olduğu görülmektedir. En zengin 20 ülkenin ortalama geliri, en fakir 20

ülkenin gelirinin 37 katıdır ve bu fark son kırk yılda ikiye katlanmıştır (Dünya

Bankası, 2000/2001: 3).

Tarihsel olarak, özellikle 20. yüzyıl içerisindeki yoksullukla mücadele

stratejilerine bakıldığında, iki temel politika grubunun uygulandığı

görülmektedir. II. Dünya Savaşının ardından 1980’lere kadar bütün dünyada

yaygın olan, yoksullukla doğrudan mücadeleye dayalı, sosyal güvenlik ağını

öngören, sosyal politikalar iken, küreselleşme sürecinin hız kazandığı 1980

sonrası ise doğrudan yoksulluğu azaltmak için tasarlanmamış olsalar

da,dolaylı olarak yoksulluğu azalttığı ileri sürülen, yoksulluğun önemli bir

kaynağı olan işsizlik sorununu azaltmak ile iktisadi büyümeyi sağlayacak

türden politikalardır. 1980’lerden itibaren geliştirilen ve 1990’lardan

başlayarak giderek kendini daha fazla duyuran, bu politikaların bütün

dünyada benimsenmeye başlandığı ve uluslararası kuruluşlar tarafından

gelişmekte olan ülkelere daha fazla önerildiği görülmektedir. Bu politikalar

piyasanın işleyişinde etkinlik sağlayarak, ekonomik büyümeyle beraber artan

gelirin yoksulluğu azaltacağını öngörmektedirler. Böyle bir yaklaşımda, ilk

akla gelecek politikalardan birisi, ticarette liberalizasyonun benimsenerek

büyümenin sağlanmasına çalışmaktır. Dolayısıyla devlete de önemli görevler

yüklemektedir. Devlet, piyasaların oluşturulması ve etkin bir biçimde

işleyebilmesi için gerekli yasal ve kurumsal düzenlemeleri yapmalı, ancak

piyasanın işleyişine karışmamalıdır. Yoksulluk açısından bakıldığında,

Page 83: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

69

devletin yoksullukla mücadele için kullanılacak yeniden dağıtım politikalarının

tasarlanması ve yürütülmesi yerine, artık yalnızca piyasa alanı içerisinde,

daha çok Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi

uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının etkinlikleri, yoksullukla

mücadele önem kazanmaktadır.

Özellikle 1970’li yıllardan itibaren AGÜ’deki yoksulluğa karşı ilgisini

aralıklarla da olsa sürdüren Dünya Bankası gelmektedir. Yapısal uyum

programlarının yoksulluk üzerine etkileri UNICEF, OECD ve ILO gibi

kuruluşlarca da değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

(UNDP), 1990 yılından itibaren İnsani Gelişme Raporunu yayımlamaktadır

(Şenses, 2003: 23-24).

Yoksulluğun çeşitli ülkelerde ulaştığı bu yüksek düzey, Dünya Bankası

ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) başta olmak üzere

uluslararası kuruluşların yayımladığı toplulaştırılmış verilerin ötesinde, bazıları

uluslararası kuruluşların desteğinde olmak üzere, yerel düzeyde yapılmış

çalışmaların bulgularından da izlenebilmektedir (Şenses, 2003: 114).

2.7.1. Bölgeler ve Ülkeler İtibariyle Dünya’ da Yoksulluğun Boyutu

Dünya Bankası ve UNDP kaynaklarından derlenen veriler ışığında,

bölgeler ve seçilmiş ülkeler itibariyle yoksulluğun ve insani gelişimin boyutları

incelendiğinde,dünyanın farklı bölgelerinde yoksulluk düzeyleri ve

yoksulluğun yıllar itibariyle seyrine ilişkin gelişmeler farklılık göstermektedir.

Dünyadaki yoksulluğun boyutları ve dünyanın belli başlı bölgeleri arasındaki

dağılımı, 1987 ve 2001 yılları için Tablo-2.5’de verilmiştir. Tablo-2.5’de

görüldüğü gibi, günlük bir doların altında gelir elde eden yoksulların toplam

Page 84: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

70

dünya nüfusu içerisindeki oranı 1987 yılında %28,3 iken 2001 yılında %

21,1’e düşmüştür.

Nüfus artışından dolayı, yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı oldukça

zor değişim göstermektedir. Doğu Asya ve Pasifik, Güney Amerika ve

Karayipler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ve Güney Asya bölgelerinde 1987

yılından 2002 yılına yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı düşmüştür. Bu

düşüş D. Asya ve Pasifik bölgesinde oldukça şiddetlidir. Avrupa ve Orta

Asya’da 1987 yılında 1,1 milyon olan yoksul insan sayısı 2002 yılında 10

milyona çıkmıştır. Bu artışa paralel olarak, yoksulların toplam nüfusa oranı

söz konusu yıllarda % 0,2’den % 2.1’ya çıkmıştır. 1987 yılında Güney

Sahra’da 217,2 milyon kişi yoksulluk sınırı altında yaşamakta iken 2002

yılında bu rakam 303 milyon kişiye çıkmıştır. Bunun aksine Güney Amerika

ve Karayipler’de yoksul insan sayısı yaklaşık olarak % 30 oranında azalarak

63,7 milyondan 47 milyona düşmüş ve yoksulların toplam nüfusa oranı %

15.3’den %8.9’e gerilemiştir. 1987 yılında 1,183 milyon insan yoksulluk sınırı

altında yaşamakta iken 2002 yılında bu rakam 1,015 milyondur. Bu rakamın

1987 yılında toplam dünya nüfusuna oranı %28,3 iken 2002 yılında %21,1’e

gerilemiştir.

1987 yılında toplam dünya nüfusunda en fazla yoksul sayısına sahip

bölge Güney Asya’dır. 2002 yılına gelindiğinde ise, yoksul nüfusunun en

kalabalık olduğu bölge Güney Asya ve Güney Sahra’dır. Buna karşın

yaşanan ekonomik krizlere rağmen, Çin hariç Doğu Asya ve Pasifik

bölgesindeki yoksul nüfusunda önemli bir düşüş sağlanmış ve yoksul nüfus

sıralamasında 1987’e göre bu bölge üçüncü sıraya gerilemiştir.

Page 85: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

71

Tablo- 2.5. Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk

Oranları, 1987- 2002 Bölgeler Yoksul İnsan Sayısı (Milyon Kişi)a

1987c 1990 d 2000 d 2001 d 2002 e

Doğu Asya ve Pasifik

(DAP) 417,5 470 261 271 214

Çin Hariç DAP 114,1 110 57 60 180

Avrupa/Orta Asya 1,1 6 20 17 17

Güney Amerika/Karayipler 63,7 48 56 50 50

Orta Doğu/Kuzey Afrika 9,3 5 8 7 5

Güney Asya 474,4 467 432 431 437

Güney Sahra 217,2 241 323 313 303

Toplam 1.183,2 1.237 1.100 1.089 1,015

Çin Hariç 879,8 877 896 877 835

a. Günde bir dolardan az gelirle geçinen insan sayısı (milyon)

Kaynak: c. Dünya Bankası, 2000: s. 23. d. Dünya Bankası, 2005, s. 21.

e.Dünya Bankası, 2006

Tablo- 2.6 Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Yoksul Nüfus ve Yoksulluk Oranları, 1987- 2002

Bölgeler Yoksulluk Oranıb

1987c 1990d 2000 d 2001 d 2002 e

Doğu Asya ve Pasifik 26,6 29,4 14,5 14,9 11.6

Çin Hariç 23,9 24,1 10,6 10,8 14.0

Avrupa/Orta Asya 0,2 1,4 4,2 3,6 2.1

Güney Amerika/Karayipler 15,3 11,0 10,8 9,5 8.9

Orta Doğu /Kuzey Afrika 4,3 2,1 2,8 2,4 1.6

Güney Asya 44,9 41,5 31,9 31,3 31.2

Güney Sahra 46,6 47,4 49,0 46,4 44.0

Toplam 28,3 28,3 21,6 21,1 19.4

Çin Hariç 28,5 27,2 23,3 22,5 21.1

b. Günde bir dolardan az gelirle geçinenlerin toplam nüfusa oranı (yüzde)

Kaynak: c. Dünya Bankası, 2000: s. 23. d. Dünya Bankası, 2005, s. 21.

e.Dünya Bankası, 2006

Page 86: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

72

Söz konusu yıllarda yoksulluk oranlarına bakıldığında Güney Sahra’nın

en kötü durumdaki bölge olduğu görülmektedir. Bu bölgede yaşayanların

yarısından fazlası yoksuldur ve yoksulların toplam bölge nüfusu içindeki oranı

%49 ile 2000 yılında en yüksek düzeye ulaşmıştır. Bu bölgeyi Güney Asya

takip etmektedir. Güney Asya’da toplam nüfus içerisindeki yoksul nüfusun

oranı, 2002 yılında %31,2 olarak gerçekleşmiştir. Doğu Asya ve Pasifik

bölgesinde yoksul nüfusundaki azaltılma, yoksul nüfusun toplam nüfusa

oranında da görülmüştür. 1987 yılında bölgede yaklaşık her yüz kişiden yirmi

altısı yoksulken, 2002 yılında yaklaşık her yüz kişiden on ikisi yoksuldur.

Genel eğilimler olarak, kırsal yoksulluk Asya’da, kentsel yoksulluk ise

kentleşme düzeyinin yüksek olduğu, Latin Amerika’da en yüksek boyutlara

ulaşmaktadır. Öte yandan, hızlı kentleşme sonucunda kentsel yoksulluk

oranlarının yakın bir gelecekte Asya ve Afrika’da da önemli ölçüde artması

beklenebilir ( Şenses, 2001: 114).

Dünyada yoksulluğun boyutunu bölgeler itibariyle göreli gelir

yoksulluğu yaklaşımı çerçevesinde inceleyecek olursak, bölgeler arası farklı

perspektifler karşımıza çıkmaktadır. Günlük 2 $’lık göreli yoksulluk çizgisi

yaklaşımı ile bölgeler itibariyle yoksulluğun boyutu tablo-2.7 ve tablo-2.8’da

verilmiştir. Tablo-2.5 ve tablo-2.6 ile tablo-2.7 ve tablo-2.8 karşılaştırıldığında

dünyadaki yoksulluğun profilinin oldukça değiştiği gözlenmektedir. Göreli

olarak dünya nüfusu içerisindeki yoksulların oranına bakıldığında, bölgeler

itibarıyla 1990 yılında yoksulluğun en yoğun olduğu bölgeler sırasıyla Güney

Sahra, Çin hariç Doğu Asya ve Pasifik’tir. Dünya ortalaması 1990 yılında, Çin

Hariç, % 60,8 iken, 2002 yılında % 50’ye düşmüştür.

Page 87: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

73

Tablo- 2.7 Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Göreli Yoksul Sayısı, 1990 ve 2002

Bölgeler Yoksul İnsan Sayısı (Milyon Kişi)a

1990c 2000 c 2001c 2002e

Doğu Asya ve Pasifik 1.094 873 864 748

Çin 800 600 594 533

Avrupa/Orta Asya 31 101 93 76

Güney.Amerika/Karayipler 121 136 128 123

Orta Doğu/Kuzey Afrika 50 72 70 61

Güney Asya 971 1.052 1.064 1.091

Güney Sahra 386 504 516 516

Toplam 2.653 2.737 2.735 2.614

Çin Hariç 1.854 2.138 2.142 2.082

a. Günde iki dolardan az gelirle geçinen insan sayısı (milyon)

Kaynak: c. World Bank, “Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development”,

World Bank: Washington, DC, 2005, s. 22. d. Dünya Bankası 2006

Tablo- 2.8. Dünya’nın Değişik Bölgelerinde Göreli Yoksulluk Oranları %, 1990 ve 2001

Bölgeler Yoksulluk Oranıb

1990 2000 2001 2002

Doğu Asya ve Pasifik 68,5 48,3 47,4 40.7

Çin 69,9 47,3 46,7 41.6

Avrupa/Orta Asya 6,8 21,3 19,7 16.1

Güney

Amerika/Karayipler 27,6 26,3 24,5 23.4

Orta Doğu /Kuzey

Afrika 21,0 24,4 23,2 19.8

Güney Asya 86,3 77,7 77,2 77.8

Güney Sahra 76,0 76,5 76,2 74.9

Toplam 60,8 53,6 52,9 50.0

Çin Hariç 57,5 55,7 54,9 52.7

b. Günde iki dolardan az gelirle geçinenlerin toplam nüfusa oranı (yüzde)

Kaynak: c. World Bank, “Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and Development”,

World Bank: Washington, DC, 2005, s. 22.

Page 88: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

74

2002 yılında Güney Asya’da 1.091 milyon kişi, Doğu Asya ve Pasifik’te

748 milyon kişi ve Güney Sahra’da 516 milyon kişi göreli olarak yoksuldur. Bu

bölgelerden sadece Doğu Asya ve Pasifik Bölgesi’nde yoksul insan sayısında

1990 yılından 2002 yılına düşüş, diğer iki bölgede arttığı görülmektedir.

Bölgelere arası bu farklılık hiç şüphe yok ki, küreselleşen dünya ekonomisi

için en önemli problem olarak gözükmektedir. Uluslararası yoksulluk çizgisi

günde iki dolara yükseltildiğinde, yoksulluğun çok daha yüksek oranlara

sıçraması, bu oranın yoksulluk çizgisinin civarında önemli bir yığılma

olduğunu göstermektedir (Şenses, 2001: 118).

Dünya’da yoksulluğun boyutunu gelir dışı bazı refah göstergelerini

dikkate alarak incelediğimizde ise tablo-2.7 ve tablo-2.8 teki sonuçlara

ulaşmaktayız. Tablo-2.9’te beş yaşından küçük çocuklarda kötü beslenme,

ölüm ve kaliteli suya erişim oranı gibi bazı refah göstergeleri incelendiğinde,

gelişmiş ülkelerde sorun görülmemektedir. G.Kore, Malezya ve Şili gibi

ülkelerin bu göstergeler çerçevesinde gelişmiş ülke düzeyine çok

yaklaştıkları, çocuk ölüm oranlarının, özellikle Zambiya, Tanzanya, Kenya ve

Gana’da çok yüksek boyutlara ulaştığı, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerin

ise her iki gösterge açısından da çok yüksek oranlarla karşı karşıya kaldığı

gözlenmektedir. Öte yandan, Zambiya, Sri Lanka ve Tanzanya gibi ülkelerde

toplam nüfusun yarısından fazla bir kısmının kaliteli sudan yoksun olduğu

gözlenmekte, tablo-2.10’de ise seçilmiş ülkelerde UNDP’nin İnsani Gelişme

Endeksi’nin (İGE) hesaplanmasında kullanılan yaşam kalitesi göstergelerine

ve İGE’ye bakıldığında; gelişmiş ülkelerin bu göstergeler açısından oldukça iyi

durumda oldukları görülmektedir. Örneğin, İGE Fransa’da 0.924, İsveç ve

Avustralya’da 0.936’dır. Ayrıca, gelişmiş ülkeler de dahil, yaşam beklentisinin

(yıl olarak) ABD’de 76.8’den Japonya’da 80.8’e, okullaşma oranının

Japonya’da %82’den Avustralya’da % 116’ya, satın alma gücü paritesine göre

hesaplanan kişi başına milli gelirin İsveç’te 22.636 dolardan ABD’de 31.872

dolara uzanan önemli farklılıklar gösterdiği ve diğer bileşik endeksler gibi,

İGE’nin de bu farklılıkları yansıtma konusunda yetersiz kaldığı görülmektedir.

(Şenses, 2001: 120).

Page 89: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

75

Tablo- 2.9. Seçilmiş Ülkelerde Değişik Refah Göstergeleri ve İnsani Gelişme Endeksi, 1999

Ülkeler Düşük Ağırlıklı

Çocuk Oranı3

Çocuk

Ölüm Oranı4

Toplumsal Cinsiyet

Bazında Gelişim

Endeksi Sıralaması5

Kaliteli Suya

Erişim Oranı6

Avustralya 0 6 2 99

Cezayir 13 40 91 ...

Bangladeş 56 96 121 84

Şili 1 12 39 85

Çin 16 36 76 90

Çek Cum. 1 6 32 ...

Mısır 12 59 97 64

Gana 27 96 108 56

Yunanistan ... 8 24 ...

Hindistan ... 83 105 81

Endonezya 34 52 92 62

Japonya ... 5 11 96

Kenya 23 124 112 53

G:Kore ... 11 29 83

Malezya 20 12 55 89

Pakistan 38 120 117 60

Portekiz ... 8 28 82

Rusya Federasyonu 3 20 52 ...

Sri Lanka 38 18 70 46

İsveç ... 5 5 ...

Tanzanya 31 136 124 49

Türkiye 10 42 71 ...

Fransa ... 5 71 ...

ABD 1 ... 4 ...

Zambiya 24 192 127 43

Kaynak: 1. ve 2. Kolonlar: World Bank (2000: Tablo.2: 276-77),3. Kolon UNDP (2001:

Tablo.21: 210-213), 4. Kolon: World Bank (2000: Tablo.7: 286-287)

3 Beş yaşından küçük çocuklar içinde yüzde pay. 4 Beş yaşından küçük çocuklar için, 1000 kişi içinde. 5 162 ülke içinde ülkenin sırası. 6 Bu olanaktan yararlananların toplam nüfusa yüzde oranı.

Page 90: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

76

Gelişmiş ülkelerde çok olmamasına karşın, bu göstergeler açısından

gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklılıklar büyük boyutlarda olduğu

görülmektedir.

Tablo- 2.10. Seçilmiş Ülkelerde Gelir Dışı Refah Göstergeleri

Ülkeler

Doğumda Yaşam

Beklentisi

Okur Yazarlık Oranı (%)7 Okullaşma

Oranı (%)8

Kişi Başına

Gelir ($)9

İnsani Gelişme

Endeksi

Avustralya 78.8 ... 116 24.574 0.936

Cezayir 69.3 66.6 72 5.063 0.693

Bangladeş 58.9 40.8 37 1.483 0.470

Şili 75.2 95.6 78 8.652 0.825

Çin 70.2 83.5 73 3.617 0.718

Çek Cum. 74.7 ... 70 13.018 0.844

Mısır 66.9 54.6 76 3.420 0.635

Gana 56.6 70.3 42 1.881 0.542

Yunanistan 78.1 97.1 81 15.414 0.881

Hindistan 62.9 56.5 56 2.248 0.571

Endonezya 65.8 86.3 65 2.587 0.667

Japonya 80.8 ... 82 24.898 0.928

Kenya 51.3 81.5 51 1.022 0.514

G:Kore 74.7 97.6 90 15.712 0.875

Malezya 72.2 87.0 66 8.209 0.774

Pakistan 59.6 45.0 40 1.834 0.498

Portekiz 75.5 91.9 96 16.064 0.874

Rusya Federasyonu 66.1 99.5 78 7.473 0.775

Sri Lanka 71.9 91.4 70 3.279 0.735

İsveç 79.6 ... 101 22.636 0.936

Tanzanya 51.1 74.7 32 501 0.436

Türkiye 69.5 84.6 62 6.380 0.735

Fransa 78.4 ... 94 22.897 0.924

ABD 76,8 ... 95 31.872 0.934

Zambiya 41 77.2 49 756 0.427

Kaynak: UNDP(2001:141-144)

7 Yetişkinler (15 ve daha yukarı yaşlar için). 8 İlk, orta ve yüksek öğretim için bileşik oran. 9 Satın alma gücü paritesine göre.

Page 91: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

77

Satın alma gücü paritesine göre kişi başına milli gelir dikkate

alındığında, gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum net bir şekilde

görülmektedir. Bu pariteye göre kişi başına milli gelir; Tanzanya’da 501 ve

Zambiya’da 756 dolar iken, Malezya’da 8.209, Türkiye’de 6.380, Cezayir’de

5.063, Mısır’da 3.420 ve Bangladeş’de 1.483 dolara uzanan çok büyük

farklılıklar göstermektedir. Bu görünüme paralel olarak İGE’de, gelişmiş

ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark oldukça büyük ve derindir.

2.7.2. OECD Ülkeleri’nde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk

OECD’nin 2005 yılında hazırlamış olduğu “1990’ların İkinci Yarısında

OECD Ülkelerinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk” raporunda, OECD ülkelerinde

gelir dağılımına bakıldığında, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya,

Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Lüksemburg ve Hollanda’da Gini katsayısı

yaklaşık 26 düzeyindedir. Bu ülkeler OECD ortalamasının % 15 altındadır.

Macaristan, Kanada, İspanya, İrlanda ve Avustralya bu ilk gruptan daha

yüksek bir katsayıya (27 ile 30 arası) sahip olmalarına karşın bu grupta

OECD ortalamasının altındadır. Yeni Zelanda, İngiltere, Amerika Birleşik

Devletleri, Yunanistan, Portekiz, İtalya, Japonya ve Polonya’da Gini katsayısı

OECD ortalamasının üstünde 31 ile 36 arasında değişmektedir. Türkiye 43.9

ile ortalamanın oldukça üstündedir. Nitekim 30.7 olan OECD ortalaması

Türkiye ve Meksika dışarıda tutulduğunda 29.5’dir.

2000 yılında, medyan gelirin yarısı yaklaşımına göre OECD ülkelerinin

ortalama yoksulluk oranı % 10,6’dır. 1980’lerde bu oran % 9,4 iken, 1990’ların

ortasında % 10’dur. Avustralya, Avusturya, Finlandiya, İrlanda, Japonya, Yeni

Zelanda ve İsveç’te bu yaklaşıma göre 1990’ların ikinci yarısında yüzde

birden fazla artış gözlenmesine karşın Norveç, İtalya ve Meksika’da yüzde bir

düşüş gözlenmiştir.

Page 92: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

78

Grafik 2: OECD Ülkelerinde Gelir Dağılımı

OECD Gini

0,0

10,0

20,0

30,0

40,0

50,0

60,0

DAN İSV

HO

L

AVL

ÇEK

LÜK

FİN

NO

R

İSÇ

BEL

FRN

ALM

MAC

KAN İRL

AVS

JPN

İNG

İSP

YZE

YUN

İTA

POR

ABD

PLN TR

MSK

OR

T

TR v

e M

SK H

ariç

OECD Gini

Kaynak: Förster, M., d’Ercole, M., M., Income Distribution and Poverty in OECD Countries in

the Second Half of the 1990s, OECD, 2005, s. 10.

Araştırmada, Avustralya, Avusturya ve Yunanistan için 1999, Almanya,

Lüksemburg, Yeni Zelanda ve İsviçre için 2001, Çek Cumhuriyeti, Meksika ve

Türkiye için 2002, Belçika ve İspanya için 1995 Hanehalkı Harcanabilir Geliri

Kullanılmıştır. Diğer ülkeler için ise 2000 yılı verileri kullanılmıştır.

Grafik 3: Farklı Gelir Eşiklerine Göre Göreli Yoksulluk

0%

5%

10%

15%

20%

25%

30%

AVL

AVS

BEL

KAN

ÇEK

DAN

FIN

FRN

ALM

YUN

MAC IR

LIT

A

JPN

LÜK

MSK HO

L

YZE

NOR

PLN

POR TR ABD

OEC

D (2

5)

Eşik % 50'den % 60'a Çıktığında YoksullukOranında ArtışMedyan Gelirin Yarısına Göre YoksullukOranı

1990'ların ortası 2000

Kaynak: Förster, M., d’Ercole, M., M., Income Distribution and Poverty in OECD Countries in

the Second Half of the 1990s, OECD, 2005, s. 22.

Yoksulluk eşiği medyan gelirin % 60’ına çıkarıldığında yoksulluk

oranlarında ciddi artışlar göze çarpmaktadır. İrlanda, Avustralya ve Yeni

Page 93: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

79

Zelanda’da bu iki eşik arasında toplumun %8’i yer almaktadır. Almanya,

Macaristan ve Amerika Birleşik Devletleri’nde medyan gelirin %50’si ile %60’ı

arasında kalan insan sayısındaki düşüş 1990’ların ikinci yarısı boyunca

yoksulluk oranında (medyan gelirin %50’si yaklaşımına göre) artışa sebep

olmuştur. Aksine, Avustralya, Danimarka ve diğer ülkelerde aynı dönemde

%50 ve %60 eşiğine göre yoksulluk oranlarında artış gözlenmiştir.

2.8. KÜRESELLEŞME, GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİ VE YOKSULLUK

İşsizlik gelir dağılımı eşitsizliğinin ve yoksulluğun temel

sebeplerindendir. İnsanların yoksullaşması, yani belirli bir gelirden yoksun

olması herşeyden önce herhangi bir işte çalışmamasından

kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme süreciyle beraber emek

piyasalarındaki yaşanan dönüşümün niteliği, gelir dağılımı ve yoksulluk

üzerinde etkilidir.

Küreselleşme ile birlikte işgücü piyasalarında dönüşüm yaşandığı

görülmektedir. Bu süreçte niteliksiz işgücüne olan talep sadece gelişmiş

ülkelerde değil, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerde de düşmektedir.

İkinci dünya savaşı sonrası dönemde özellikle gelişmiş batı ülkelerinde,

Fordist kitlesel üretim sistemiyle birlikte sermayede yaşanan büyüme süreci

ve sosyal devlet politikalarının uygulandığı Keynesçi ekonomi politikalarında,

1970’li yıllarla birlikte yaşanan krizin de etkisiyle önemli bir dönüşüm

yaşanmış, ve yeni arayışları gündeme getirmiştir. Üretim yapısında ve emek

piyasalarında çok belirgin değişimler yaratan bu arayışlar, işsizlik ve

yoksulluk ilişkisinin temellerinin saptanmasıyla ilişkili olarak bazı ipuçları

ortaya koymaktadır. Ticaret, finans, yoksulluk, özel yatırımlar, bilgi ve iletişim

teknolojileri, sağlık , çevre ve güvenlik gibi ekonomik ve toplumsal bir çok

konuda dönüşüm yaşanmıştır (Yüceol, 2005: 494).

Page 94: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

80

Küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla beraber, hem sanayileşmiş

ülkeler hem de sanayileşmekte olan ülkelerde, imalat sanayisinde istihdam

kapasitesi düşmekte, ve rekabetin az olduğu üretim merkezlerinde

sanayisizleşme süreci ortaya çıkmaktadır. Hizmet sektörünün istihdam

yaratmadaki payı artmakta ve işgücüne olan talep mavi gömleklilerde beyaz

gömleklilere kaymaktadır. Diğer taraftan esnek üretim koşulları, geçici ya da

yarı zamanlı işçilere olan ihtiyacı arttırmakta, bu durum ise işgücünün

marjinalleşmesi ve kaçak hale gelmesi gibi sonuç doğurabilmektedir. Ayrıca

İmalat sektöründe istihdam kapasitesinin düşerek rekabetin az olduğu üretim

merkezlerinde sanayisizleşme süreci yaşandığı izlenmektedir. Çoğu

sanayileşmiş ülkede işsizlik oranlarının yükselmesi ve artan ücret işsizliğinin

imalat sanayideki istihdam kayıplarından kaynaklandığı belirtilmektedir

(Yüceol, 2005: 494).

İmalat sanayi istihdamındaki düşüş ve düşük nitelikli işgücüne olan

talebin azalması genelde tüm OECD ülkelerinde görülmekle birlikte, ücret

eşitsizliğindeki artış yoğun olarak ABD ve nispeten İngiltere’de

yaşanmaktadır. Bununla birlikte, gerek ücret eşitsizliğinde, gerekse işsizlikte

bir artışın yaşanmadığı Danimarka, Hollanda ve Norveç gibi birkaç istisna söz

konusudur (Temiz, 2004: 99).

Page 95: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

81

Tablo- 2.11 Dünyada ve Seçilmiş Ülkelerde Üretim Yapısı GSYİH Milyar

($) GSYİH’nın Yüzdesi Olarak Katma Değer

Tarım Sanayi İmalat Hizmetler

1990 1999 1990 1999 1990 1999 1990 1999 1990 1999

Düşük

Gelir

890 1,067 29 27 31 30 18 18 41 43

Orta Gelir 3,525 5,488 13 10 39 36 25 23 47 55

Yüksek

Gelir

16,967 23,967 3 2 33 30 22 21 64 64

Batı Asya

ve Pasifik

925 1,889 20 13 40 46 29 28 40 41

Avrupa ve

Merk.Asya

1,240 1,093 17 10 43 32 - - 40 58

Latin

Amerika

ve

Karayipler

1,147 2,055 9 8 36 29 23 21 56 63

Orta Asya

ve Kuzey

Afrika

402 590 15 - 38 - 13 - 47

-

-

Güney

Asya

410 595 30 28 26 25 17 16 44 47

Sahra-altı

Afrika

297 332 18 18 34 32 17 17 48 50

Almanya 1,719 20,81 1 1 - - 29 24 34 36

Amerika 5,554 8,709 2 2 28 26 19 18 57 62

Çin 355 991 27 17 42 50 33 24 31 33

Fransa 1,195 1,410 3 2 29 26 21 19 19 67

İngiltere 975 1,374 2 - 35 - 23 - 63 -

İtalya 1,093 1,150 3 3 33 31 22 20 63 67

Japonya 2,970 4,395 3 2 41 37 28 24 56 61

Malezya 43 75 19 14 40 44 26 35 41 49

Tayland 85 124 12 13 37 40 27 32 50 49

Türkiye 150 188 18 18 30 26 20 16 52 56

Kaynak: Hüseyin Mualla YÜCEOL Küreselleşme, Yoksulluk ve Emek Piyasaları Ç.Ü.Sosyal Bilimler

Dergisi, Cilt 14 Sayı 2, 2005, s.496

Tablo-2.11’de ,1990 yılından 1999 yılına gelindiğinde bir çok ülkede

imalat sanayisinin katma değer cinsinden yurt içi üretim içindeki payının

Page 96: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

82

giderek azaldığını, buna karşılık hizmetler sektörünün payının da giderek

arttığını ifade etmektedir. Bu durum yüksek gelir grubu içinde yer alan

ülkelerde daha net bir şekilde gözlenmekte ve hizmetler sektörünün üretim

içindeki payı %60’ların üzerine çıkmaktadır. Türkiye’de bu oran 1990’da %20

iken 1999’da %16’ya düşmekte, hizmetler sektörünün payı ise %52’den

%56’ya çıkmaktadır. Yaşanan bu süreçle birlikte ortaya çıkan yapısal değişim

ve bunun hizmet ekonomisi açısından etkisi emek piyasası açısından önem

taşımaktadır. Çünkü küreselleşme bir yandan imalat faaliyetlerini

etkinsizleştirirken, diğer taraftan hizmet sektörünün de doğasını ve konumunu

değiştirmekte, bu esnekliğin bir sonucu olarak da uluslararası işbölümü

farklılaşmaktadır. İstihdam yapısındaki değişim, imalat sanayi gibi yüksek

ücret ödeyen kesimlerden hizmetler gibi genellikle düşük ücret yapısına sahip

sektörlere doğru bir değişim göstermektedir. Sanayisizleşen bölgelerin işçileri

ile kalifiye olmayan ve yeniden eğitilme şansı olmayan işçiler artan rekabet

baskısı ve küreselleşen sanayilerinin gücüne karşı zayıf duruma

düşmektedirler. Teknolojik gelişimlerin de etkisiyle bedeniyle çalışanlara olan

talebin azalması sonucu bu kesimdeki işsizliğin artışı gelişmiş ülkelerde

olduğu gibi gelişmekte olan ülkeleri de etkilemektedir. Gelişmekte olan

ülkelerin uluslar arası ekonomik baskılara artan biçimde maruz kalması,

değişimin hızı ve doğası bakımından, dengesiz gelişmeyi daha da çarpıcı

hale getirmektedir. Sosyal güvenliği gelişmediği yada olmadığı ve çalışma

hayatının kuralsızlaştığı ülkelerde bu etki daha fazla hissedilmekte ve

kutuplaşmalar oluşmaktadır (Yüceol, 2005: 503).

Küreselleşme süreciyle, emek piyasasındaki nitelikli işgücüne talebin

artması, niteliksiz işgücüne olan talebin düşmesi şeklindeki bölünmeler artan

uluslararası ticaretin etkisi yanında teknolojik değişimin etkisi de söz

konusudur. Yeni teknolojiler ve özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri nitelikli

işgücüne olan talebi arttırırken, niteliksiz işgücüne olan talebi

düşürmektedirler. Buna göre, artan uluslar arası rekabete uyum

sağlayabilmek yeni teknolojilerin kullanımını gerekli kılarken, bu teknolojileri

kullanabilecek nitelikli işgücüne karşı talebi arttırmaktadır. Sonuç olarak

Page 97: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

83

nitelikli işgücü ücretleri ile niteliksiz işgücü ücretleri arasındaki makas

açılmaktadır. Bunun yanında niteliksiz işgücünün işsizlik oranları

yükselmektedir. Bilindiği gibi işsizlik yoksulluğun en büyük nedenlerinden

biridir. Dolayısıyla niteliksiz işgücüne olan talebin düşmesi yoksulluğu

etkilemektedir.

Ülke analizlerinde, sermaye hareketlerinin Çin ve Doğu Avrupa ülkeleri

gibi ucuz emek piyasalarının olduğu ülkeleri tercih ettiğini görülmektedir.

İşgücü arzının arttırılması veya serbest dolaşımı daha çok ekonomik

bütünleşmenin ileri boyutta olduğu bölge ekonomileri arasında

gerçekleşebilmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ise işgücü

fazlasını yurtdışına ihraç etmek bir yana, bunu yurtiçi piyasalarda ve kentsel

mekanlarda absorbe etme konusunda dahi önemli sıkıntılar yaşamaktadır.

İşgücü talebini arttıracak üretim çabalarının ve sanayileşme sürecinin

iyileştirilememesi ise işsizliğin büyümesini ve ardından geri kalmışlık ve

yoksulluğu beraberinde getirmektedir. Çünkü, bu koşullarda işgücü

piyasasında “geçimlik ücret” dışında hiçbir ücret düzeyinin, uzun dönem

piyasa temizleyici yani denge fiyatı olamayacağı ortaya çıkmaktadır (Yüceol,

2005: 500). Tablo-2.12 OECD Ülkelerinde Standartlaştırılmış İşsizlik Oranları (%)(1969-2003)

1969-73 1974-79 1980-85 1990 1995 2000 2003

2005*

Belçika 2.4 5.6 11.2 7.3 9.4 6.8 8.1 8.4 Danimarka 1.0 6.1 10.0 8.5 7.0 4.4 5.6 5.0 Fransa 2.5 4.5 8.3 9.2 11.7 9.3 9.4 10.0 Almanya 0.8 3.5 6.5 6.3 8.2 7.8 9.3 11.2 Hollanda 2.1 4.9 11.2 7.7 7.2 2.9 3.8 5.2 İspanya 2.7 5.3 17.4 16.4 23.1 11.3 11.3 9.2 İngiltere 3.4 4.2 9.8 6.8 8.7 5.4 5.0 5.1 İrlanda 5.6 7.6 12.6 13.2 12.4 4.3 4.6 4.3 ABD 4.5 6.7 8.0 5.7 5.6 4.0 6.0 5.1 Japonya 1.2 1.9 2.4 2.2 3.3 4.7 5.3 4.4 Yunanistan 3.7 1.9 6.1 7.2 9.3 11.0 9.1 9.6 Türkiye 11.6 12.5 15.3 8.2 7.1 6.8 10.8 10.3 OECD Avrupa 2.7 4.7 9.4 8.2 10.3 8.5 8.8 8.3 Toplam OECD 3.1 4.9 7.8 6.0 7.5 6.3 7.1 6.7

Kaynak: Hüseyin Mualla YÜCEOL Küreselleşme, Yoksulluk ve Emek Piyasaları Ç.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt

14 Sayı 2, 2005, s.500

*Kaynak: http://oecd .p4. siteinternet.com/ publicactions/doifiles/

Tablo-2.12 bazı OECD ülkelerinde ve Türkiye’de 1960’ların

sonlarından 2000’li yıllara işsizlik oranındaki gelişmeleri sergilemektedir.

Page 98: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

84

Buna göre gerek OECD Avrupa ortalaması gerekse toplam OECD ortalaması

zaman içerisinde yükselmiştir. İşsizlik oranları ülkeler açısından da, bazı

dönemlerdeki düşüşlere karşın genel olarak yükselmiştir

Küreselleşme süreci ile birlikte esnek üretim tarzının hayata geçmesi

sonucu emek piyasalarında bölünmeler yaşanmıştır. Bu bölünmeler birincil

sektör, ikincil sektör yada başka bir ifadeyle formel sektör, ınformel sektör

olarak adlandırılmaktadır. Birincil sektörde yüksek ücretli ve iş güvencesinin

olduğu iyi eğitim almış işgücü istihdam edilirken, ikincil sektörde, düşük

ücretli, eğitim düzeyi düşük, iş güvencesi olmayan işgücü istihdam

edilmektedir. Yoksulluk tanımı içerisine giren kitleye bakıldığında, bu kişilerin

genellikle işgücü piyasalarında düzenli bir işi olmadığı işsiz yada eksik

istihdam sorunuyla karşı karşıya oldukları izlenmektedir (Yüceol, 2005: 505)

Küreselleşme süreciyle birlikte esnek üretim koşulları içerisinde

gözlemlenen bir olguda sendikasızlaşmadır. 1980 sonrası dönemde, ülkelerin

dünya ekonomisiyle bütünleşmesi ve ihracatta rekabet üstünlüğü elde etmek

için ücretlerin düşürülmesi neo liberal politikaların hedeflerinden biridir.

Bunun sağlanması için de işçi örgütü olan sendikaların etkisizleştirilmesi

süreci yaşanmıştır (Akkaya, 2003: 104).

Klasik sendikaların geçmişte örgütlendikleri ve kontrol ettikleri büyük

ölçekli dikey örgütlenmiş imalat sanayii firmalarının, esnek üretim, taşeron

sistemi ve üretimin dünya ölçeğine yayılması gibi nedenlerden dolayı dikey

örgütlenmeleri parçalanmakta, bu süreç ise sendikaların kontrol

edebilecekleri üretim birimini oldukça küçültmektedir. Sendikacılıkta

zayıflama eğilimini, teknolojik gelişme sonucunda zaten artmakta olan

eşitsizliği, düşük gelirli çalışanların gelirlerinde düşmeye neden olarak daha

da artırma eğilimi sergilemektedir (Kelleci, 2003: 51).

Küreselleşme sürecinde, sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve

mali kontrollerin azalması süreci yaşanmaktadır. Sermayenin bu küresel

Page 99: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

85

seyahati karşısında ise emek ulusal sınırlara hapsedilmekte ve birbirine rakip

olmakta; “ulusal” ve giderek artan bir biçimde ulusçulaşan işçi sınıfları

“sermaye enternasyonali” ile karşı karşıya kalmaktadır. Böylece günümüzde,

19. yüzyılın ve 20. yüzyıl başlarının sınıf haritası tersine dönmektedir. Bu

durum, küresel eşitsizliğin mağdurlarının, küresel adalet için ortak çaba

harcamasını zayıflatmaktadır. Diğer taraftan ise artan küreselleşmenin daha

fazla kamusal müdahale ve harcama gerektirmesidir. Ekonomilerin dışa

açılmasının –dış şoklara ve etkilere daha fazla maruz kalmasının- bunların

yaratacağı olumsuzlukları gidermek için kamu harcamalarının artırılmasına

yol açacağı; ekonomide açıklık ile kamu harcamalarının artması arasında

açık bir bağ olduğu dile getirilmektedir. Küreselleşme koşullarında devletin

yeniden dağıtıcı ve sosyal rolünü daha da artırmaktadır. Küreselleşmenin

tehdidi altındaki ulus-devlet, bir yandan sosyal müdahalesine daha fazla

ihtiyaç duyulan bir yapı, bir yandan da zayıflayan bir yapı olarak ciddi bir

gerilim alanı haline gelmektedir (Çelik, 2005: 66-67).

Piyasada oluşan gelir eşitsizliğinin giderilmesinde kamusal müdahale,

sosyal refah devleti harcamaları önemli bir rol oynamaktadır. Kamu otoritesi

bir yandan vergilendirme yoluyla yeniden paylaşımı sağlarken, öte yandan

sosyal nitelikli kamu harcamaları yoluyla çeşitli gelir grupları ve sınıfların

piyasa dağılımı ile elde ettikleri payı değiştirebilmektedir. Devletin gelir

eşitsizliğine ve piyasa dağılımına birinci müdahalesi esas olarak gelir vergisi

yoluyla olur. İkinci müdahale ise devletin toplamış olduğu vergileri bireyler

arasında karşılıksız olarak dağıtması ile (sosyal güvenlik ödemeleri, vergi

iadeleri vb.) gerçekleşir. Gelir eşitsizliğine, piyasa dağılımına müdahale

edilmemesi, yüksek gelir gruplarının daha fazla tasarruf etmesine, bunları

yatırıma dönüştürmesine ve böylece büyüme ile birlikte daha fazla gelir elde

etmesine ve gelir eşitsizliğinin daha da büyümesine yol açmaktadır. Tüm bu

yeniden dağıtım mekanizması sonuç olarak karşımıza “sosyal devlet”

sorunsalını getirmektedir. Modern anlamda sosyal refah devleti İkinci Dünya

Savaşının ardından oluştu ve yaygınlaştı. 1929 Büyük Bunalımının ardından,

1930’lu yıllarda ABD’de başlayan sosyal korumayı ve devletin ekonomiye

Page 100: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

86

müdahalesini öngören yaklaşımlar savaş sonrası dönemde Batı Avrupa’da

Sosyal Refah Devleti adı altında geniş uygulama alanı buldu. Keynesyen

iktisat politikalarının uygulanması, genel olarak kamu harcamaları ve özel

olarak ise kamu harcamaları içinde sosyal koruma harcamalarının oranında

ciddi artışlar sağlanarak ve gelirin yeniden dağılımı iyileştirmiştir (Çelik, 2004:

81).

. Tablo-2.13. Sosyal transfer ve vergilerin gelir eşitsizliğinin azaltılmasında rolü-

Gini Katsayısı (1998) Vergi ve Transfer

Öncesi (Piyasa dağılımı)

Vergi ve Transfer sonrası (Yeniden

Dağılım)

Eşitsizlikte Değişim

İsveç 1995 0,49 0,23 -52,8% Belçika 1995 0,53 0,27 -48,4%

Danimarka 1994 0,42 0,22 -48,3% Finlandiya 1995 0,39 0,23 -41,1% Hollanda 1994 0,42 0,25 -39,9% Almanya 1994 0,44 0,28 -35,3%

Avustralya 1993-94 0,46 0,31 -33,9% İtalya 1993 0,51 0,35 -32,4% ABD 1995 0,46 0,34 -24,4%

Kaynak: Hüseyin Mualla YÜCEOL Küreselleşme, Yoksulluk ve Emek Piyasaları Ç.Ü.Sosyal Bilimler

Dergisi, Cilt 14 Sayı 2, 2005, s.500

Tablo-2.13 piyasa dağılımı aşamasında ve kamu müdahalesi

sonrasında gelir eşitsizliğinin boyutlarını göstermektedir. Gini katsayısı

üzerinden yapılan bu karşılaştırma devletin gelir dağılımındaki düzenleyici ve

belirleyici rolünü ortaya koymaktadır. AB ülkelerinde kamu müdahalesi

sonucu gelir eşitsizliğinde yaşanan iyileşme ortalama yüzde 42’ye yakındır.

AB ülkeleri içinde vergi ve transferlerin yeniden dağıtıcı etkisi öylesine

önemlidir ki, gelirin yeniden dağıtımı olmadığında yüzde 39 olarak

hesaplanan yoksulluk riski sosyal transfer ve vergi politikaları ile yüzde 15’e

düşmektedir. Vergi ve transfer politikalarının piyasada oluşan gelir

eşitsizliğine karşı dengeleyici rolü İngiltere örneğinde açık bir biçimde

gözükmektedir. İngiltere’de 1961-1984 yılları arasında piyasa gelir eşitsizliği

Page 101: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

87

düzenli bir biçimde artarak Gini katsayısı bazında yüzde on yükselmiştir.

Buna karşılık vergi ve transferler aracılığı ile kullanılabilir gelir aynı kalmış ve

yeniden dağılım sonrası eşitsizlikte bir artış yaşanmamıştır. Ancak

Thatcher’in vergi ve transfer politikasını değiştirmesiyle birlikte piyasa

eşitsizliği artmaya devam etmiş, yeniden dağılım sonrası eşitsizlik ise daha

keskin bir artış göstermiştir

Öte yanda vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin oransal olarak artışı

gelir eşitsizliği ve yoksulluk üzerine etkindir. AB ülkeleri içinde dolaylı

vergilerin oranı yüzde 31 civarındadır (Çelik, 2004: 81).

Page 102: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

88

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI, YOKSULLUK VE SOSYAL POLİTİKALARIN EVRİMİ

3.1. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE DÖNÜŞÜM

Bütünleşen dünya anlamında küreselleşme sürecinde, Türkiye’de 24

Ocak 1980’den başlayarak bir dizi yeni ekonomi politikası kararları alınmıştır.

Başlangıçta ekonomik istikrar önlemleri olarak nitelendirilen bu kararlar 1989

yılında geçilen konvertibilite ile birlikte daha geniş boyut kazanmıştır

(Kepenek, 2005: 193).

Türkiye, 1980’lerin başından itibaren, önceki dönemlere göre daha

dışa açık bir ekonomi modeli çerçevesinde yoğun bir reform süreci yaşamış,

dünyadaki gelişmelerin paralelinde rekabete dayalı piyasa kurallarının

geçerlilik kazandığı açık makro ekonomik modelin uygulanmasına yönelik

hukuki ve kurumsal reformlar serisi başlatmıştır (DPT, 2005: 63).

3.1.1. Ekonomi Politikasında 1980 Dönüşümü

Türkiye’de Ekonomik Bunalımın yoğunlaşması sonucu 24 Ocak

1980’den başlayarak yeni ekonomi politikaları uygulamaya konuldu. 24 Ocak

1980 kararlarıyla açıklanan istikrar paketi serbestleşme odaklıdır. Önceleri

geçici bir kararlılık önlemleri dizisi olan bu tedbirler giderek kalıcı bir nitelik

kazanmıştır. Yeni modelin nihai amacı Türkiye ekonomisinin dünya

Page 103: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

89

ekonomisine uyarlanması ve eklemlenmesi ve dışa açılmasıdır. Bu amaca

ulaşmak için ise; dış ticaretin serbestleştirilmesi, dış açığın kabul edilebilir bir

düzeye çekilmesi,ülkenin kredi değerliliğinin sağlanması, piyasa

mekanizmalarının çalıştırılması ve devletin ekonomideki ağırlılığının

azaltılması öngörülmüştür (Köse, Şenses, Yeldan, 2003: 319-320).

Kararlılık politikasının temel amaçlarından biri, dış ticaret açığını

gidermektir. Bunu gerçekleştirmek için dışsatımının artırılmasına önem

verilmelidir. Türkiye’de 1980 sonrası ithal ikameci politikalar terkedilerek

ihracat önderliğinde büyüme modeli uygulamaya geçmiştir. Bu modelde

amaç para ve maliye politikaları yoluyla iç talebi kısmak ve dış satımı

arttırmaktır.

1980 sonrasında dışsatımımı özendirme önlemleri geliştirilmiştir.

Dışsatım için üretimde kullanılacak girdiler, dışsatım vergisinden muaf

tutulması, dışsatımcılara kredi sübvansiyonlarının sağlanması ve dış satımı

arttırmak üzere vergi iadesi adı altında parasal destekler sağlanması gibi

yöntemler geliştirilmiştir. Tabi ki programda serbest piyasa koşullarının

egemen kılınması anlayışı, zorunlu olarak dışalımı da serbest bırakmasını

gerektirmektedir. Ancak dışalımın serbest bırakılması durumunda yerli üretim

olanakları azalabilir ve buna bağlı olarak işsizlik artabilir (Kepenek, 2005:

204).

Page 104: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

90

Tablo-3.1. Dış Ticaretin GSMH'ya Oranı (Dış Açıklık oranı)(1970-2005)

Yıllar İhracat/GSMH* İthalat/GSMH 1970 4,25 7,5 1975 4,23 13,9 1980 5,16 14,6 1985 15,86 23,3 1990 13,29 23,7 1992 14,39 14,3 1993 13,67 16,2 1994 21,36 17,8 1995 19,89 20,8 1996 21,52 23,1 1997 24,58 25,2 1998 24,34 22,4 1999 23,22 22 2002 29,23 28,5 2003 27,38 29 2004 28,88 32,6 2005 27.42 32,4 http:www.dtm.gov.tr./ead/ekolar1/eko01.xls * Dünya Bankası verileri

Kaynak: http://www.ceterisparibus.net/veritabanı/1923_1990/dis_ticaret.htm

Tablo-3.1 de Türkiye’nin dış açıklık oranlarının 1980 sonrası izlenilen

politikalar doğrultusunda artış gösterdiği izlenmektedir.

3.1.2. Ekonomi Politikasında 1989 Dönüşümü

Türkiye’de finansal serbestleşme, Finansal piyasaların düzenlenmesi

ve geliştirilmesi, mevduat faiz oranlarının belirlenmesinde serbestleşme,

kambiyo ve sermaye hareketlerinde serbestleşme olarak üç eksen üzerinden

gerçekleşmiştir.

Finansal piyasalara ilişkin ilk adımlar 1981 yılında Sermaye Piyasası

Kanununun çıkarılması, ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun oluşturulmasıyla

atılmıştır. Mevduat faiz oranlarını belirleme Ekim 1988 tarihinde serbest

bırakılmıştır. Ağustos 1988’de piyasaca belirlenen döviz kuru modeline

Page 105: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

91

geçilmiştir. Temmuz 1984’te yürürlüğe giren 30 sayılı kararname ile sermaye

hareketlerinin büyük ölçüde serbestleşmesi sağlanmıştır.

Ağustos 1989’da 32 sayılı kararnameyle finansal serbestleşmenin

sağlanması dış finansman ve iktisat politikaları için önemli bir dönemeç

olmuştur. Finansal sermaye odaklı bu birikim rejimine geçişte iç ve dış

etmenlerde belirleyici olmuştur. Seksenli yılların sonuna doğru dışa açık

büyüme modelinde beliren tıkanıklık, enflasyonist baskının kırılamaması

nedeniyle geleceğe dönük beklentilerdeki belirsizlik, vergi gelirlerindeki

yetersizlik ve yüksek kamu açıkları ve iç tasarrufların sermaye birikimi ve

ekonomik büyümeyi finanse etmedeki yetersizliği dış finansman eksenli yeni

modele geçişteki ana etmenlerdir. Dış etmen ise finansal küreselleşme

sürecinin Türkiye ekonomisini kapsamına almasıdır. Seksenli yıllarda

sermayenin uluslar arasılaşması reel sektörün yanında finansal sektörde de

hızlanarak devam etmektedir.1980’li yılların sonunda Avrupa’da sosyalist

bloğun, özellikle SSCB’nin çözülmesi ve piyasa ekonomisi’ne geçiş sürecinin

başlaması ile genelde küreselleşmeye, bu bağlamda finansal küreselleşmeye

hız kazandırıcı etmenler arasında görülmektedir. Türkiye’nin finansal

serbestleşme ile küresel ekonomiye eklemlenme sürecinde, yüksek

enflasyonist baskının yaşandığı ortamda kamu maliyesindeki dengesizlikler

giderek artarken, Merkez Bankasının genişleme ve daralma politikalarının

aracı olarak faiz haddini kullanma olanağını yitirmiştir. Diğer taraftan dış

ticarette, ulusal üretim, dengenin sağlanması ve korunması gibi amaçlar

doğrultusunda kur politikasının belirlenmesi olanaksızlaşmaktadır. Ayrıca

faiz ve kurların belirlenmesi özellikle sıcak para girişlerine bağımlı olmaya

başlamıştır (Köse-Şenses-Yeldan, 2003: 337-339).

Sermaye girişi sonucu ödemeler dengesi üzerinde ortaya çıkan

gelişmelerin başında cari açıkların artması gelmektedir. Sermaye girişlerinin

yükselmesi sonucu bir yandan döviz bulunabilirliği bir kısıt olmaktan

çıkmakta, diğer yandan ise yerli paranın değerlenmesi sonucu ihraç mallarını

fiyatları uluslar arası fiyatlara göre yükselmekte, ithal mallar ise

Page 106: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

92

ucuzlamaktadır. Yerli paranın değerlenmesinin dış ticaret dengesi üzerindeki

etkileri önemlidir. Özellikle ihracatçı sektörlerin rekabet gücü ve dış ticaret

üzerinde olumsuz etkileri olmakta, ithalat hacmi ve ekonominin dışa

bağımlılığı artmaktadır. Türkiye’de dahil olmak üzere birçok gelişmekte olan

ülke uluslar arası rekabet gücünün teknolojik gelişme ve verimlilik gibi yapısal

faktörlere dayandıramamıştır. Özellikle bu gruba giren ülkelerde yerli paranın

değerlenmeye başlaması uluslar arası rekabet gücünü olumsuz

etkilemektedir (Kepenek, 2003: 216).

1989 yılında başlanılan finansal serbestleşmenin, makroekonomik

dengeler etkisinin yanı sıra, gelirin çeşitli kesimler üzerine dağılımını

etkileyen sonuçları da ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de 1994 yılına

gelindiğinde, bütçe harcamaları içinde finans kesimine yapılan faiz ödemeleri

yüksek orana sahip olmaya başlamış, bu nedenle personel harcamalarında

önemli bir azaltılmaya gidilmiştir. Bir başka değişle , sabit gelirlilerden

rantiyelere doğru ciddi bir transfer yaşanmıştır. Bütçe harcamaları içinde, faiz

ödemeleri 2001 yılında en yüksek değere ulaşarak %73,3 olarak

gerçekleşmiştir.Transfer ödemeleri 1980’li yılların ortalarına kadar borçların

anapara ödemesi ağırlıklı bir yapıdayken, Özellikle 1986‘dan başlayarak, faiz

ödemelerinin toplama oranının hızla arttığı görülmektedir. Bu artışın nedeni,

kamu giderlerinin giderek artan bir oranda, iç ve dış borçlarla karşılanması ve

yine aynı dönemde izlenen yüksek faiz politikasıdır (Kepenek, 2003: 219).

3.2. TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI

İktisat biliminin en önem verdiği konulardan birisi de gelir dağılımı ve

gelir dağılımı eşitsizliklerinin araştırılmasıdır. Ülkemizde ilk çalışma Devlet

Planlama Teşkilatı tarafından 1963 yılında başlamak üzere, ağırlıkla kişisel

gelir dağılımının gelişiminin gözlenmesi için çeşitli kurumlarca araştırmalar

yapılmıştır. Bu araştırmaların farklı kurum ve kuruluşlarca yapılması, bunun

Page 107: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

93

yanında araştırmalarda farklı yaklaşımlar kullanılması sonuçlarında farklılıklar

taşımasına neden olabilmektedir.

Bireysel gelir dağılımını belirlemek üzere yapılan çalışmaların

çoğunluğu veri kaynağı olarak gelir dağılımı anketlerini kullanmaktadır. Hane

halkı gelirini temel alan gelir dağılımı anketlerine dayanılarak Türkiye’de

bireysel gelir dağılımını elde eden çalışmalardan bir diğeri, 1968 yılında

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün yürüttüğü çalışma ile

bunu izleyen Tuncer Bulutay ve arkadaşlarının yaptığı Ankara Üniversitesi

SBF araştırmasıdır. 1973’te DTP, 1986 TÜSİAD, 1987, 1994, 2002, 2003,

2004 ve 2005 yılları için DİE tarafından Kişisel Gelir Dağılımı Çalışmaları

yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar gerek kapsam gerek yöntem açısından

farklılıklar içermektedirler. 1963 yılında yapılan çalışma gelir vergisi

beyanlarına dayanır. Bu çalışmalarda DİE tarafından yapılan Hanehalkı Gelir

ve Tüketim Harcamaları anketleri uygulanmıştır.

3.2.1. Kişisel gelir Dağılımı

Kişisel gelir dağılımında kullanılan yöntem nüfusun yüzdelik dilimlere

ayrılması ve bu dilimlerin gelirden aldıkları payın belirlenmesine yönelik

araştırmalardır. Kişisel gelir dağılımı araştırmaları, bir ülkede belirli bir

dönemde yaratılan gelirlerin nasıl bölüşüldüğünü ortaya konması ve

hanelerin sosyal ve ekonomik yapılarında süreç içerisinde meydana gelen

değişikliklerin belirlenmesi bakımından önemlidir.

Türkiye’de gerek 1961 gerek 1982 Anayasaları ile “sosyal adalet” ve

“sosyal devlet” ilkeleri benimsenmiş, adil bir gelir dağılımının sağlanması

yönünde, devlete bu politikaları düzenleme görevi yüklenmiştir.

Page 108: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

94

Tablo-3.2. Türkiye’de Kişisel Gelir Dağılımı

Hanehalkı

Yüzdeleri

1963

(a)

1968

(b)

1973

(c)

1978

(d)

1983

(e)

1986

(f)

1987

(g)

1994

(h)

2002 (i)

2003

(j)

2004

(k)

2005

(l) En düşük %20

4.5 3.0 3.5 2.9 2.7 3.9 5.2 4.9 5.3 6.0 6.0 6

İkinci %20

8.5 7.0 8.0 7.4 7.0 8.4 9.6 8.6 9.8 10.3 10.7 10.8

Üçüncü %20

11.5 10.0 12.5 13.0 12.6 12.6 14.1 12.6 14.0 14.5 15.2 15.4

Dördüncü %20

18.5 20.0 19.5 22.1 21.9 19.2 21.2 19.0 20.8 20.9 21.9 22

En yüksek %20

57.0 60.0 56.5 54.7 55.8 55.9 49.9 54.9 50.1 48.3 46.2 45.8

Gini Katsayısı

0.55 0.56 0.51 0.51 0.52 0.50 0.43 0.49 0.44 0.42 0.40 0.38

Kaynaklar : (a) 1963, Çavuşoğlu ve Hamurdan, 1966, (b) 1968, Bulutay, Timur ve Ersel, 1971, (c) 1973, DPT, 1976, (d) 1978, Celasun M., 1986, (e) 1983, Celasun M., 1989, (f) 1986, Esmer, Fişek ve Kalaycıoğlu, 1986, (g) 1987, DİE, 1990, (h) 1994, DİE, 1996, (i) 2002, DİE, 2003, (j) 2003, DİE, 2004.(k) 2004, DİE,2006, (ı)2005, TÜİK 2007

İlk kez 1963 yılında yapılan gelir dağılımı araştırmasında, nüfusun en

düşük gelirli % 20 ‘lik kısmı toplam gelirin %4,5’ini alırken, nüfusun en yüksek

%20 lik kısmı ise, gelirin %57’sini almaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik

1980 yılı öncesi ve sonrasında izlendiğinde, özellikle 1980 li yıllarda

eşitsizliğin arttığı gözlenmektedir. 1987 yılına gelindiğinde DİE tarafından

yapılan gelir dağılımı araştırmaları sonucunda Türkiye’de üst gelir

gruplarından alt gelir gruplarına doğru sınırlı bir gelir aktarımı olduğu

görülmektedir. Ancak 1994 yılında yapılan gelir dağılımı araştırmasıyla

nüfusun en yüksek gelirli %20’lik kısmı gelirin %50’sini alırken, en alt %20’lik

kısmı %4.9’unu almıştır.

2005 Hanehalkı Bütçe Anketi'nden elde edilen gelir dağılımı

sonuçlarına göre Türkiye geneli için hanehalkı kullanılabilir gelirlerine göre en

Page 109: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

95

alt % 20'lik dilimin, toplam gelirden aldığı pay % 6, gelirden en fazla pay alan

beşinci dilimdeki hanehalklarının aldığı pay ise % 45,8 olarak gerçekleştiği

izlenmektedir. 2004 yılı, 2003 yılı sonuçları ile karşılaştırıldığında; ilk yüzde

20'lik dilimdeki hane halklarının gelirden aldığı payda bir değişim gözlenmez

iken, ikinci, üçüncü ve dördüncü dilimdeki hane halklarının aldığı payda bir

artış, beşinci yüzde 20'lik dilimdeki hane halklarının payında ise bir düşüş

söz konusudur. 2002 yılında en zengin %20’lik grubun gelirden aldığı pay,

en yoksul %20’lik grubun gelirden aldığı payın yaklaşık 9,5 katı iken, 2003

yılında bu oran 8,1, 2004 yılında ise 7,7 seviyesine inmiştir. AB-25

ortalamasında bu oran 4,6’dır (DPT, 2006: 42).

Gini katsayıları ise 1963’ten (0.55) 1968’e (0.56) kısmi bir kötüleşme

olmuştur. Daha sonraki yıllarda ise sürekli bir iyileşme göstererek Gini

katsayısı 1987’de 0.43’e kadar düşmüştür. Ancak 1994 yılına gelindiğinde

gelir dağılımında ciddi bir bozulma meydana gelmiştir. 1987'de 0.43 olarak

hesaplanan Gini katsayısı 1994'de 0.49 değerini almaktadır. 2002 yılı için

hesaplanan Gini katsayısında ise tekrar 1987 yılı seviyesine bir geri dönüş

yaşanmıştır. 2003 yılında ise Gini Katsayısı 0.42’ye, 2004 yılında da 0.40’a

2005 ‘te 0.38’ e düşmüştür.

Türkiye’de kişisel gelir dağılımının 1980’li yılların sonuna doğru

gözlenen sınırlı düzelmede, personel kanunundaki değişikliğin, ücretler ve

dar gelirliler yararına gelir vergisi oranının azaltılması, vergi iadesi

sağlanmasının ve toplu iş sözleşmeleri ile sağlanan ücret artışlarının etkisi

olmuştur. Özellikle 1970’lerin sonlarına doğru ve 1980 yılında üç haneli

rakamlara ulaşan enflasyon belli dönemlerde bir ölçüde indirilmekle beraber,

yüksek seviyesini korumuş, bu durumun ise gelir dağılımını bozucu etkide

bulunması ve hane halkı satın alma gücünü olumsuz yönde etkilemesi

kaçınılmazdır. Hızlı fiyat artışları dönemleri, sabit gelirlilerin, özellikle maaş ve

ücretlerin artışı aynı oranda olmadığı ölçüde gelir farklılaşmasını daha da

arttırmaktadır.

Page 110: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

96

Türkiye’de 1980’den sonra uygulanan ekonomi politikaları gelir

dağılımını üç yönüyle etkilemektedir. Bunlardan ilki “fiyatlama sürecidir” 1980

sonrası uygulandığı gibi ücret ve faiz serbest piyasa koşullarında saptanması

ile ücretlerin azalması faizlerin artması sonucunu doğurmuş, bu durum ise

sermaye gelirlerinin göreli olarak artması ile sonuçlanmıştır. İkinci olarak ise

“kamu hizmetleri”ile ilgilidir. 1980 sonrası uygulanan politikalar devletin rolünü

olabildiğince azaltmayı amaçlıyor, böyle olunca da devlet eğitim, sağlık ,

konut başta olmak üzere sosyal harcamalarında kısıntıya giderek veya bu

alanlardan tamamen çekilerek bireylerin bu hizmetlerden yararlanmaları

kısıtlanmış olmaktadır. Üçüncüsü ise devletin iç pazarı yabancı ürünlere

açması ile ilkel teknoloji ile çalışan kesimlerin rekabet etmesini engellemesi

ve bu kesimlerin gelirini düşürmesi sonucunun doğurmaktadır (Kepenek,

2005: 454).

Kişisel gelir dağılımını kent ve kır olarak dağılımı incelendiğinde,ilk

%20’lik grubun gelirden aldıkları pay Türkiye geneli ve kentlerde artarken, en

üst gelir grubunun aldıklar payda gerileme olmuştur. Kırsal kesimde ise;

birinci %20’lik grubun gelirden aldığı pay azalmış, en üst gelir grubunun payı

artmıştır. Gelir eşitsizliğinde bir düzelmenin göstergesi olarak; Gini katsayısı

Türkiye genelinde 0,49’dan 0,40’e kentlerde ise 0,51’den 0,39’e gerilemiştir.

Kırsal kesimde ise Gini katsayısı 0,41’den 0,37’ye gerilemiştir. Tablo-3.3. Gelir Dağılımı (Kent- Kır Ayrımı)

Toplam/Yıl %20 %20 %20 %20 %20 Top Gini

Türkiye 94 yılı 4,9 8,6 12,6 19,0 54,9 100 0,49

2002 5,3 9,8 14,0 20,8 50,1 100 0,44

2003 6,0 10,3 14,5 20,9 48,3 100 0,42

2004 6,0 10,7 15,2 21,9 46 100 0,40

2005 6,1 11,1 15,8 22,6 44,4 100 0,38

Kent

94 yılı 4,8 8,2 11,9 17,9 57,2 100 0,51

2002 5,5 9,7 13,9 20,5 50,4 100 0,44

2003 6,1 10,3 14,5 20,8 48,3 100 0,42

2004 6,4 10,8 15,2 21,4 46,4 100 0,39

2005 6,4 11,5 16,0 22,6 43,5 100 0,37

Kır 94 yılı 5,6 10,1 14,8 21,8 47,7 100 0,41

Page 111: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

97

2002 5,2 10,3 14,7 21,7 48,0 100 0,42

2003 6,4 11,0 15,0 21,2 46,3 100 0,39

2004 6,3 11,2 15,8 22,7 43,9 100 0,37

2005 6,1 11,3 15,9 22,6 44,2 100 0,38

Kaynak : DİE Hanehalkı Bütçe Anketleri 3.2.2. Sektörel Gelir Dağılımı

Gelirin sektörel dağılımı, bir ekonomide yaratılan toplam hasılanın

iktisadi faaliyet kollarına göre ne oranda dağıldığı ile ilgilidir. Gelir elde eden

hanehalkı fertlerinin, gelir türlerine göre yıllık kullanabilir gelirlerinin dağılımı

ile ilgili, Türkiye’de Devlet istatistik Enstitüsü tarafından 1987 yılından sonra

1994 yılında hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları anketleri

düzenlenmiştir. Sürekli gelişen ve değişen bir yapı içerisinde olan Türkiye’de

hanehalkı gelir ve tüketim harcamaları anketlerinin belirli bir periyotta 2002

yılından itibaren yapılmaktadır.

Tablo-3.4 incelendiğinde;1987 yılı fiyatlarıyla GSYİH (faktör fiyatlarına

göre), 1996-2006 tarım sektörünün GSYİH içindeki payının azaldığı

görülmektedir. Hizmetler sektörlerinin payları ise artmaktadır. VI. Plan

döneminde tarım sektörünün payı ortalama % 16.6 iken, 1995-1998

döneminde yıllık ortalama % 14.6, 1999-2001 döneminde %13,4 olmuştur.

Bu durum istihdam edilen nüfus başına katma değerin göreli olarak

azaldığı, gelir dağılımının tarım sektöründe çalışanlar aleyhine değiştiğini ve

tarım sektörünün halen fert başına gelirin en düşük olduğu sektör olduğunu

gösterir.

Page 112: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

98

Tablo-3.4 Sabit Fiyatlarla GSYİH Faaliyet kolları Payları ve 1987 Yılı Faktörü

Fiyatlarına Göre

Kaynak: TÜİK, DPT Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ( *) Geçici

Tarım sektörünün toplam gelirden aldığı payın gittikçe azalmasının

nedeni, tarım politikaları kadar tarım dışı politikalarda tarım sektörünün

gelirden aldığı payı etkilemektedir. Tarım politikaları genel olarak ürünün

fiyatını destekleme politikaları, girdi sübvansiyonları ve dolaylı destekler

şeklinde sıralanabilir.

Tarım kesimi açısından gelir dağılımının aleyhe dönmesinin en önemli

nedenlerinden biri, iç ve dış ticaret hadlerinin sürekli tarım aleyhine

Tarım Sanayi Hizmetler

1990 17,3 25,2 56,1

1991 17,2 26,0 56,1

1992 16,8 26,1 56,0

1993 15,6 27,0 56,2

1994 16,2 26,8 56,6

1995 15,4 27,6 55,7

1996 15,1 27,5 56,1

1997 13,7 28,3 55,8

1998 14,4 27,7 55,0

1999 13,4 27,9 58,7 2000 13,1 27,8 59,0 2001 13,7 28,5 57,8 2002 13,0 19,7 67,3 2003 13,4 18,5 68,2 2004 12,9 18,9 68,2 2005 11,9 19,2 69,0 2006* 5,2 22,7 72,1

Page 113: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

99

gelişmesidir. Dünyada yaşanan bu gelişmenin iç piyasaya intikaline olduğu

gibi izin veren Türk tarım politikasıyla iç ticaret hadleri bunu izlemiştir. Tarım

kesiminin reel olarak alım gücü önemli ölçüde düşmüştür. Halen nüfusun

önemli bir bölümünün tarım kesiminde yaşayan ülkemizde, bu kesimin önemli

bir kısmının yoksulluk sınırı altında yaşadığı da dikkate alındığında tarım

politikalarının önemi açıktır (Dumanlı, 1995: 224).

1990 yılından 1999 yılına gelindiğinde birçok ülkede olduğu gibi

Türkiye’de de tarım ve sanayi sektörünün payının giderek azaldığı, buna

karşılık hizmetler sektörünün payının arttığı görülmektedir. Gelirin sektörel

dağılımının bu şekilde gelişimi, imalat sanayi gibi yüksek ortalama ücret

ödeyen kesimlerden, hizmetler gibi genellikle düşük ücret yapısına sahip

sektörlere doğru bir gelişim göstermektedir. Sanayi kesimindeki bu daralma,

vasıfsı olarak nitelendirilen işgücünün işsiz kalması sonucunu doğurarak gelir

eşitsizliğine neden olmaktadır (Yüceol, 2005: 503).

3.2.3. Fonksiyonel Gelir Dağılımı

Fonksiyonel gelir dağılımı, genellikle milli gelirden emek ve emek dışı

gelirlerin aldığı paylar şeklinde ifade edilir. Bunun yanında ülke içinde

yaratılan gelirin üç temel üretim faktörü olan işgücü, sermaye ve toprak

sahipleri arasında bölüşümüdür. Gelirin fonksiyonel dağılımı, bir ülkenin

gelişmişlik düzeyi konusunda da bilgi vermesi bakımından önemlidir. Yapılan

araştırmalarda gelişmiş ülkelerde iktisadi kalkınmanın ilk dönemlerinde, tarım

kesimi, milli gelirden en büyük payı alırken, gelişmişlik düzeyi arttıkça,

ücretlilerin payının arttığı gözlenmektedir (Yumuşak, 2000: 79).

Türkiye'de gelirin fonksiyonel dağılımına ilişkin başlıca göstergeler

Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) Gelir Yöntemiyle GSYİH serisinden, 1987

ve 1994 yılı Hanehalkı Gelir Dağılımı ve Tüketim Harcamaları Anketleri’nden

elde edilebilmektedir. Türkiye’de ücret ve ücret dışı gelirlerin GSYİH içindeki

Page 114: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

100

payları incelendiğinde, VI. Plan döneminde ücret gelirin payının göreli olarak

daha yüksek olduğu görülmektedir. 1990-1995 döneminde ücretlerin payı %

29.4 iken 1995-1998 döneminde % 24.4 olmuştur. İstihdam içinde ücretli

işgücünün payına bakıldığında ise 1995-1998 döneminde önceki döneme

göre artış görülmektedir. Ücretli çalışanların toplam istihdam içindeki payı %

39’dan % 41.8’e yükseldiği görülmüştür. Buna göre 1995-1998 döneminde

daha fazla işgücü istihdama katıldığı halde, GSYİH’dan daha az oranda pay

aldığı görülmektedir. 1994-1998 döneminde gerek 5 Nisan 1994 krizi,

gerekse 1997-98’de yaşanan uluslararası krizlerin etkisi Türkiye’de gelirler

üzerinde bir basınç oluşturmuş ve işgücü ödemelerinin payı yüzde 24.6’ya

gerilemiştir. 2001 krizi ile gerileme eğilimi gösteren işgücü ödemelerinin

dönem boyunca ortalama ağırlığı yüzde 28.2 olarak gerçekleşmiştir. Ancak

Ücretlilerin toplam istihdam içindeki payı sürekli olarak yükselmiş 2003

yılında yüzde 50,6’ya yükselmiştir (Çelik, 2004: 73). 2004 yılında ise yüzde

48,7 olarak gerçekleşmiştir. Tablo 3.5- İstihdam İçindeki Ücretli-Yevmiyeli İşgücünün Durumu ve GSYİH İçinde

Ücretlilerin durumu (1990-2004)

Page 115: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

101

Kaynak: DİE Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları, Die Gelir Yöntemiyle GSYİH

1980 öncesi dönemde gelir dağılımında meydana gelen değişmelerin

sebebi, öncelikle 1963 yılından itibaren toplu iş sözleşmeleri uygulamaları ve

sendikaların ücret artış taleplerinin yüksekliğidir. 1973 yılından itibaren ise

petrol fiyatlarının yükselmesi ve dünya konjonktürünün ekonomik yapılar

üzerine etkisi, imalat sanayiinde kişi başına düşen katma değerde düşüş

yaşanması sonucunu doğurmuş, ancak bu durum toplu pazarlık sisteminin

etkisiyle 1977’ye kadar ücretlere yansımamıştır. Ancak 1980’den sonra

sendikal faaliyetlerin askıya alınması, izlenen düşük ücret politikaları ücretli

kesimin fonksiyonel dağılımındaki payının düşmesi sonucunu doğurmuştur.

Tarım kesimi açısından ise, iç ve dış ticaret hadlerinin sürekli tarım aleyhine

gelişmesi gelir dağılımının aleyhe dönme sebebidir. 1980’den sonra kar- faiz-

rant geliri elde eden kesimin fonksiyonel gelir dağılımındaki paylarını

Yıllar İşgücü Ödemelerinin GSYİH'daki Payı (%)

Ücretli Çalışanların Topl.İstihdamdaki Payı (%)

1990 27.2 38.5

1991 31.9 37.2

1992 31.7 39.7

1993 30.9 39.9

1994 25.5 39.7

(1990-1994) 29.4 39.0

1995 22.2 39.0

1996 23.9 41.2

1997 25.8 43.9

1998 25.5 43.3

(1995-1998) 24.4 41.8

1999 30,7 45,0

2000 29,2 48,6

2001 28,3 47,2

2002 26,7 49,8

2003 26,1 50,6

1999-2003 28,2 48,2

1990-2003 27,7 43,6

2004 26,0 48,7

Page 116: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

102

arttırmalarında en önemli faktörlerden birisi yüksek faiz politikası olmuştur.

(Yumuşak, 2000: 81).

3.3. GELİR DAĞILIMINI BOZAN FAKTÖRLER

Gelir dağılımı ve yoksullukla ilişkin göstergeler, sayısal verileri

yayınlayan kuruluşlara göre de farklılık göstermekle birlikte, neoliberal

küreselleşme dönemde gerek ülkelerarası, gerekse ülke içinde gelir dağılımı

ve yoksulluğun arttığı izlenmektedir. Türkiye’de küreselleşme sürecinde gelir

dağılımını bozan faktörler genel olarak şöyle özetlenebilir:

İzlenen vergi politikalarında dolaylı vergi oranlarının artması, finansal

serbestleşme sürecinde yüksek reel faiz uygulamaları, kredi politikası

uygulamalarında gelir dağılımına yönelik hedeflerin yeterince dikkate

alınmaması, küreselleşme sürecinde yaşanan teknolojik gelişmelerin de

etkisiyle işgücü piyasasındaki bölünmeler sıralanabilir. Bu bölünmeler birincil

sektör, ikincil sektör veya formel sektör, informel sektör olarak

tanımlanmaktadır. Birincil sektör çalışanların özellikleri, istihdamı istikrarlı,

yüksek ücretli, nitelikli işgücü gibi özellikler taşırken ikincil sektör çalışanların

özellikleri, istihdamı istikrarsız ,düşük ücretli, niteliksiz işgücü istihdamı

özelliklerine sahiptir, Küreselleşme sürecindeki emek piyasasındaki bu

bölünmeler gelir eşitsizliğini artırmaktadır.

Bir ülkenin gelir dağılımını etkileyen faktörlerden biriside eğitim, sağlık

hizmetleri ve barınma imkanları gibi kamu mal ve hizmetleridir.

Eğitim hizmetleri öncelikle kişisel gelişmişlik sonrasında da toplumsal

gelişmişlik açısından önemli aktörlerden biridir. Toplumda eğitim düzeyinin

yükselmesi üretimde etkinliği sağlayabilecek, dolayısıyla uzun dönemde milli

gelir artışını sağlayarak, özellikle gelir dağılımı bakımından toplumun daha alt

Page 117: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

103

seviyelerinde yaşayan bireyler için yoksulluktan kurtulmalarını sağlayıcı bir

etmendir.

Küreselleşme süreciyle beraber, post- fordizm, yani üretim sisteminde

esneklik anlayışı hayata geçirilmiştir. Post fordizm, mikro-elektronik ve

bilgisayar teknolojilerinde yaşanan ilerlemelere paralel olarak esnek üretim

sistemine geçiştir. Esnek üretim sistemine geçişle beraber emek piyasasında

bölünmeler yaşanmıştır. Bu bölünmelere göre bir tarafta yüksek eğitimli

kişiler yüksek ücretlerle birincil sektörde istihdam edilirken, diğer tarafta ise

düşük eğitim düzeyine sahip niteliksiz işgücü düşük ücretlerle ikincil

sektörlerde istihdam edilmektedir. Eğitim düzeyleri istihdam koşullarını da

belirlemektedir.

Eğitim düzeyi, çalışanların gelir eşitsizliklerini açıklamaya çalışan

birçok faktörden daha fazla bu eşitsizliği açıklamada etkilidir. Yapılan bir çok

araştırmada, düşük eğitim düzeyindeki bireylerin, nüfusun en düşük gelirli ilk

%20’si içerisinde yer aldığı izlenmektedir. Bunun yanında, beşeri sermayenin

kişiler arası dağılımı çok eşitsiz ise eğitimin gelir dağılımını olumlu yönde

etkileme gücü azalır. Eğitim kademelerini gösteren piramit ne kadar düzgün

olursa eğitimin gelir dağılımı ve milli geliri etkilemesi o derece yüksek olduğu

görülmektedir (Yumuşak, 2000: 84).

3.4.TÜRKİYE’DE YOKSULLUK

Yoksulluk, sosyal bir sorun olarak, 1990’ların sonunda Türkiye’nin

gündemine yerleşti. 1990’larda, teknolojik, ekonomik ve demografik

gelişmenin yol açtığı ciddi bir yapısal dönüşüm yaşanmıştır. Türkiye’de

eskisinden farklı kurumlar ve politikaların uygulanması, ekonomik gelişme ve

modernleşme süreci içinde, küçük köylülüğün korunmuş olmasından ötürü

önemli bir istihdam güvencesi oluşturan tarım sektörünün çözülmeye

başlamasıyla, sanayide post-Fordist uygulamaların gündeme gelişinin ve

sanayileşme sorunlarıyla sanayi sonrası topluma geçiş sorunlarının eşanlı

Page 118: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

104

olarak ortaya çıktığı Türkiye’de, yoksulluğun boyutu üzerinde etkili olmuştur

(Buğra ve Sınmazdemir, 2003: 1).

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ‘nın 2002 yılı İnsanî

Gelişme Raporu'na göre, Türkiye 173 ülke arasında 0,724 endeks değeri ile

85. sıradadır. Bu endeks değerinin oluşmasında etkili olan ekonomik ve

sosyal göstergeler vardır. Bunlar arasında, demografik yapıyı açıklayan

göstergeler önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin; Türkiye'de doğuşta yaşam

ümidi ortalama olarak 69,8 yıl iken, bu değer kadınlarda 72,4 ve erkeklerde

ise 67,3'tür. 40 yaşına kadar yaşayamama olasılığı %9,6 iken, bu değer

gelişmiş ülkelerde 60 yaş üzerinden incelenmektedir. 15 yaş üstündeki

nüfusun okur-yazarlık oranı Türkiye'de %85,4'tür. Bu oran kadınlarda %76,5

ve erkeklerde ise %92,9 ile göstermektedir ki; Türkiye'de eğitimsizlik, dinî

değerler gibi nedenlerle kadınların öğrenim süreleri yetersiz kalmaktadır

Avrupa'da kadınına seçme ve seçilme hakkını yasal olarak ilk tanıyan ülke

Türkiye olmasına rağmen kadınların mecliste katılım payı oldukça düşüktür.

Bunun yanında kadın nüfusunun %49.9'u herhangi bir ekonomik faaliyette

bulunmamaktadır. Ayrıca, tarım çalışanlarında kadın oranı %72 (ücretsizler

dahil) iken, sanayi çalışanlarında kadın oranı %10 ve hizmet sektöründe

kadın çalışan oranı %18'dir. Söz konusu raporda; Türkiye'de 5 yaşın altında

yeterli düzeyde beslenemeyen çocukların oranı %8, sağlıklı içme suyuna

erişemeyen nüfusun oranı %17'dir.

Gelir düzeyi bakımından da Türkiye'de yoksulluğu ya da genel

ifadesiyle gelişmişlik düzeyini incelemek şarttır. Birleşmiş Milletler'in küresel

ölçekte bir kriteri olan; günde en fazla 1 $ ile geçinen nüfusun oranı

Türkiye'de %2,4 ve 2 $ ve altındaki bir gelirle geçinenlerin oranı ise %18'dir.

Satın Alma Gücü Paritesi'ne göre; Türkiye'de 2000 yılı itibariyle kişi başına

millî gelir 6.974 $ dır. Bu rakam, kadınlar için 4.703 $, erkekler için ise 8.104

$ dır

Page 119: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

105

Eğitim ve sağlık harcamaları ise; Gayri Safi Yurtiçi Hasıladan eğitim

harcamalarına ayrılan pay, %2.2, sağlık harcamalarına ayrılan pay, %3.3,

askeri harcamalara ayrılan pay, %4.9 ve borç ödemelerine ayrılan pay

%10.6’dır (Özsoy, 2005: 3).

3.4.1.Türkiye’de Yoksulluk Profili

Türkiye’de yoksulluğun boyutu ile ilgili önemli çalışma DİE tarafından

yapılan ve sonuçları 2004 yılında açıklanan, 2002 Hanehalkı Bütçe Anketi ile

birlikte yapılan 2002 yoksulluk çalışmasıdır. Bu çalışma ile, Türkiye’de ilk kez

yoksulluk sınırı ve oranı resmi olarak açıklanmıştır. Yoksullukla ilgili en son

açıklanan istatistik ise 2005 Hanehalkı Bütçe Anketi kapsamında yapılan

Yoksulluk Çalışmasıdır. 2002, 2003, 2004 ve 2005 yıllarında yapılan

Yoksulluk Çalışmalarında; gıda yoksulluğu, gıda ve gıda-dışı yoksulluk, göreli

yoksulluk ve günlük geliri 1, 2,15 ve 4,3 dolar sınırlarına göre yoksulluk

oranları verilmiştir.

2002 yılı Yoksulluk Çalışmasında dört kişilik bir hanenin aylık

yoksulluk sınırı gıda için 133 YTL, gıda ve gıda dışı harcamalar için ise 310

YTL olarak belirlenmiş, 2003 yılında bu rakamlar sırasıyla 168 YTL ve 417

YTL , 2004 yılında ise sırasıyla 182 YTL ve 429 YTL’ye yükselmiştir.

2002, 2003 ,2004 ve 2005 yılı Yoksulluk Çalışmaları sonuçlarına göre,

gıda yoksulluğu açısından ülkemizde ciddi bir sorunun olmadığı

görülmektedir. 2002 rakamlarına göre Türkiye’de fertlerin %1,35’i; 2003 ve

2004 rakamlarına göre ise %1,29’u gıda harcamalarını içeren yoksulluk

sınırının altındadır. Gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırı

altındaki nüfusun oranı ise 2002 yılında %26,96 iken, 2004 yılında %25,60

olarak tespit edilmiştir. Medyan değerinin % 50'sinin yoksulluk sınırı olarak

belirlendiği durumda (göreli yoksulluk), 2002 için yoksulluk oranı %14,74 ,

Page 120: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

106

2004 yılı için bu oran %14,18 iken; 2005 yılı için bu oran %16,16 olarak

gerçekleşmiştir.

Tablo-3.6. Yoksulluk Sınırı Yöntemlerine Göre Yoksulluk Oranları (Yüzde)

Türkiye Kent Kır

2002 2003 2004 2005 2002 2003 2004 2005 2002 2003 2004 2005

Gıda yoksulluğu

1,35 1,29 1,29 0,87 0,92 0,74 0,62 0,64 2,01 2,15 2,36 1,24

Yoksulluk (gıda+gıda dışı)

26,96 28,12 25,6 20,50 21,95 22,30 16,57 12,83 34,48 37,13 39,97 32,95

Kişi başı günlük 1 $'ın altı (1)

0,20 0,01 0,02 0,01 0,03 0,01 0,01 0,00 0,46 0,01 0,02 0,04

Kişi başı günlük 2,15 $'ın altı (1)

3,04 2,39 2,49 1,55 2,37 1,54 1,23 0,97 4,06 3,71 4,51 2,49

Kişi başı günlük 4,3 $'ın altı (1)

30,30 23,75 20,89 16,36 24,62 18,31 13,51 10,5 38,82 32,18 32,62 26,59

Göreli yoksulluk

14,74 15,51 14,18 16,16 11,33 11,26 8,34 9,89 19,86 22,08 23,48 26,35

Kaynak: DİE, 2002-2003-2004, Hanehalkı Bütçe Anketi. (1) 2002 yılı için 1 $’ın satınalma gücü paritesine (SGP) göre karşılığı olarak 618.281

TL, 2003 yılı için, 732.480 TL, 2004 yılı için ise 780.121 TL , 2005 yılı için 0,830400 ytl

kullanılmıştır.

Yoksulluk, özellikle çok çocuklu haneler, eğitim seviyesi düşükler,

yevmiyeliler, işsizler, kendi hesabına çalışanlar, ücretsiz aile işçileri ile tarım

ve inşaat sektörlerinde çalışanlar arasında yaygındır.

Kır, kent ve bölgesel yoksulluk oranları oldukça farklıdır. 2005 yılı

rakamlarına göre, kentte yoksulluk oranı (gıda ve gıda-dışı harcamaları

içeren) %12,83 iken; kırda bu rakam %32,95’ye ulaşmaktadır. Kırsal alanda

istihdam faaliyetlerinin kısıtlı olması ve ailelerin çok çocuklu olması bu

durumun en önemli sebebidir.. Nitekim iktisadi faaliyet açısından yoksulluğun

en yaygın olduğu kesim tarımda çalışanlardır. Tarımın kırsal alanda yaygın

olduğu düşünüldüğünde bu durum şaşırtıcı değildir. Bunun yanı sıra işteki

Page 121: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

107

durum itibariyle en yoksul kesimler, yevmiyeli çalışanlardır. Söz konusu

çalışma biçimi ülkemizde en fazla tarım ve inşaat sektörlerinde yaygındır.

İşteki durum itibariyle en düşük yoksulluk oranı %6,94 oranıyla işverenlere

aittir.

Yoksulluk büyük hanehalklarında küçük hanehalklarına göre daha

yüksektir. Hiç çocuğu olmayan ya da sadece bir tane çocuğu olan

hanehalklarının yoksulluk oranı ortalamanın çok altındadır. Eğitim seviyesi

arttıkça yoksulluğun azaldığı görülmektedir. 2004 yılı rakamlarına göre okur-

yazar olmayan fertlerde %45,11 olan yoksulluk oranı, yüksekokul

mezunlarında %1,33’e düşmektedir (TÜİK, 2004).

Bununla beraber,Türkiye’deki yoksulluğun boyutu ve profiliyle ilgili

yapılan bir çok çalışmalar da vardır.

Dünya Bankası tarafından 2003 yılında yayınlanan, “Türkiye:

Krizlerden Sonra Yoksulluk ve Yoksullukla Başetme”, başlıklı raporda Dünya

Bankası’nca 2001 yazında gerçekleştirilen ve toplam 4200 haneyi kapsayan

Hanehalkı Tüketim ve Gelir Anketi verileri kullanılmış. Raporda, kişi başına

SAGP’ye göre günlük 1 doların altında bir tüketimle yaşayan kesim nüfusun

yüzde 1,8’ini oluşturmaktadır. Bunun yanında raporda kent gıda yoksulluğu

ile kentte gıda ve gıda-dışı yoksulluk oranlarına da yer verilmiştir. Kent gıda

yoksulluğu için aylık ortalama sınır değeri 51.069.463 TL (SAGP’ye göre 119

dolar) olarak belirlenmiş ve bu değerin altında tüketim harcaması olan kişiler

gıda yoksulu olarak nitelenmiştir. Gıda yoksulluğu sınırı değerinin ikiye

katlanmasıyla da kentte gıda ve gıda-dışı yoksulluk sınırına ulaşılmış. Bu

sınırlara göre Türkiye’de kent nüfusunun yüzde 17,2’si gıda yoksulu

durumunda. Kentte gıda ve gıda-dışı yoksulluk oranı ise yüzde 56,1’dır.

Raporun içinde yer almamakla birlikte çalışma sırasında hesaplanan kişi

başına günlük 2,15 dolar ve 4,30 doların altında gelire sahip nüfusun oranı

ise, sırasıyla yüzde 14 ve yüzde 38’dir (Buğra ve Sınmazdemir, 2003: 13-14).

Page 122: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

108

Yusuf Yardımcı, Sema Alıcı, Sevil Uygur, ve Sühendan Ekni

tarafından hazırlanan “Türkiye’de Kentsel ve Kırsal Kesimde Hanehalklarının

Yoksulluk Profili” adlı makalede DİE’nin 2001 yılında 1 Ocak-31 Mart tarihleri

arasında gerçekleştirilen Hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi

verileri kullanılmıştır. Ancak anket çalışması, 31 Mart’tan itibaren anketin

iktisadi olarak durağan koşullarda uygulanması gerektiği ve 2001 krizinin

bunu imkansız kıldığı gerekçesiyle durdurulmuştur. Çalışmada kişi başına

gıda yoksulluk sınırı aylık 43 dolar (SAGP’ye göre 18.495.848 TL) olarak

belirlenmiştir ve Türkiye’de nüfusun yüzde 7,76’sı bu yoksulluk sınırının

altında bir tüketim düzeyiyle yaşamını sürdürmektedir. Çalışmada gıda ve

gıda-dışı yoksulluk eşiği ise aylık 109 dolar (SAGP’ ye göre 46.884.824 TL)

olarak belirlenmiştir ve Türkiye’de nüfusun yüzde 41,31’i bu sınırın altında bir

tüketimle yaşamını sürdürmektedir. Göreli yoksulluk eşiği olan aylık 104

doların (SAGP’ye göre 44.734.144 TL) altında aylık toplam kullanılabilir gelir

sahibi kesim ise, nüfusun yüzde 17,25’idir.

Dağdemir (1994) çalışmasında; 1994 yılı için gıda yoksulluğu sınırı

4.099.000 TL, gıda ve gıda-dışı yoksulluk sınırı ise 5.881.000 TL olarak

belirlenmiş ve nüfusun yüzde 11,5’inin (kentte yüzde 8.7, kırda yüzde 20.2)

gıda yoksulu, yüzde 29,5’inin (kentte yüzde 20, kırda yüzde 42.5) ise gıda ve

gıda-dışı yoksul olduğu sonucuna ortay çıkmıştır.

Dağdemir (1993) çalışmasında, yoksulluk sorunu incelenerek, gelir

dağılımının iyileştirilebilmesi için yoksulluk çeken grupların yaşam

düzeylerinin yükseltilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Erdoğan (1998) çalışması ise yine 1994 DİE Hanehalkı Gelir ve

Tüketim Harcamaları Anketi verileri çerçevesinde Türkiye genelinde gıda

yoksulluğu ile gıda ve gıda-dışı yoksulluğun niceliksel görünümünü

sunmaktadır. Bu çalışmada hanelerin tüketim harcamaları yerine gelir

düzeyleri dikkate alınmıştır. Gıda yoksulluğu dikkate alındığında, Türkiye’de

hanelerin yüzde 5,66’sı, nüfusun ise yüzde 8,37’si (kentte yüzde 4,60, kırda

Page 123: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

109

yüzde 11,82) yoksuldur. Gıda-dışı yoksulluğa göre ise Türkiye’de hanelerin

yüzde 19,31’i, nüfusun ise yüzde 24,38’i (kentte yüzde 21,73, kırda yüzde

25,40) yoksuldur (Buğra ve Sınmazdemir, 2003: 13-14).

TÜRK-İŞ (1987), gıda harcaması çalışmasında, Ankara’da yaşayan 4

kişilik bir işçi ailesinin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması

gereken asgari gıda tutarını veren bir çalışmadır. Gıda harcaması ile ilgili

hesaplamada, farklı yaş gruplarına göre bilimsel veriler çerçevesinde

oluşturulan beslenme kalıbı esas alınmaktadır. Çalışma Aralık 1987’den bu

yana düzenli olarak her ay yapılmaktadır

Erdoğan (1999)’ 1994 DİE verileri esas alınarak yapılan araştırmada,

minimum gıda harcaması maliyetine göre yapılmış olan hesaplamaya göre,

ülke yoksullarının %51.49’unu kadınlar oluşturmaktadır. Kırsal alanda bu

oran %72.16 iken kentsel alanda % 27,84 olarak gerçekleşmektedir.

İktisaden faal grup olan, 15-64 yaş grubunda yoksulluk oranı %48.50’dir.

Kırsal kentsel yoksulluğun toplam yoksullar açısından dağılımına

bakıldığında yoksullar arasında kırsal yoksulların payı minimum gıda

hesaplaması ile %72.67 iken, kentsel yoksulların toplam yoksullar arasındaki

payı %27.33 olmaktadır.

Temel gereksinimler maliyetine göre; yoksulluk cinsiyet ve yaş grubu

dikkate alınarak incelendiğinde, yoksulluk sınırı yükseltilse de kadınların

yoksulluk oranlarında önemli bir değişiklik gözlenmemektedir (Erdoğan,

1999).

Diğer taraftan Yoksulluğun düşük eğitim düzeyi ile doğru orantılı bir

artış içinde olduğu gerçeğidir. Toplam 4.199.600 olan okul çağındaki

yoksulun 3.991.172’si (%95.27’sinin) eğitimi hiç olmayanlar ile İlkokulu

bitirecek kadar eğitim alanlar oluşturmaktadır. Aynı durum temel gereksinim

maliyetine göre yapılan hesaplamalar için de geçerlidir.

Page 124: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

110

Ayrıca, okur-yazar olmayan yoksullar içinde kadınların sayısının

erkeklerin iki katını aştığı görülmektedir. Okur-yazar olup da bir okulu

bitirmeyenlere bakıldığında ise ters bir ilişki görülür. Tablonun genel

yorumundan ise kentsel alanda eğitim düzeyindeki yükselmenin yoksulluğun

aşılması açısından kırsal alana kıyasla çok daha gerekli olduğunu söylemek

yanlış olmayacaktır (Erdoğan, 1999).

Tablo 3.7. Minimum Gıda Harcaması Maliyetine Göre Yoksul Fertlerin Öğrenim Durumu ve Cinsiyet Dağılımı (1999)

Yerleşim Yeri

Öğrenim Durumu

Toplam Yoksul Sayısı

ToplamYoksul

%

Kadın Yoksul Sayısı

Kadın Yoksul

%

Erkek Yoksul Sayısı

Yoksul Erkek

% Türkiye Toplam 4189 600 100.00 2166 153 51.70 2023 447 48.30

Okuryazar değil 1337 853 31.94 913 784 42.18 424 069 20.96

Okuryazar olup, birokul Bitirmeyen 1023 134 24.42 451 032 20.82 572 102 28.27

İlkokul 1630 185 38.91 754 597 34.84 875 588 43.27

Ortaokul ve dengi 136 981 3.27 29 060 1.34 107 921 5.33

Lise ve dengi 57 147 1.36 17 538 0.81 39 609 1.96

Page 125: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

111

Yüksekokul, 0.08 3 325 142 0.01 3 183 0.16

üniversite Master, doktora 975 0.02 0 0.00 975 0.05

Kır Toplam 3 042707 72.63 1562 222 72.12 1480 485 73.17

Okuryazar değil 1021 683 33.58 694 294 44.43 327 389 22.11

Okuryazarolup,bir okul Bitirmeyen 725 683 23.85 307 722 19.70 417 961 28.23

İlkokul 1190 776 39.13 546 088 34.96 644 688 43.55

Ortaokul ve dengi 74 494 2.45 9 661 0.62 64 833 4.38

Lise ve dengi 27 470 0.90 4 457 0.29 23 013 1.55

Yüksekokul, 2 601 0.09 0 0.00 601 0.18

üniversite Master, doktora 0 0.00 0 0.00 0 0.00

Kent Toplam 1146 893 27.37 603931 27.88 542 962 26.83

Okuryazar değil 316 170 27.57 219 490 36.34 96 680 17.81

Okuryazar olup, birokul Bitirmeyen 297 451 25.94 143 310 23.73 154 141 28.38

İlkokul 439 409 38.30 208 509 34.53 230 900 42.52

Ortaokul ve dengi 62 487 5.45 19 399 3.21 43 088 7.94

Lise ve dengi 29 677 2.59 13 081 2.17 16 596 3.06

Yüksekokul, 724 0.06 142 0.02 582 0.11

üniversite Master, doktora 975 0.09 0 0.00 975

0.18

Kaynak : Erdoğan, 1999, DİE

Yine aynı çalışmada, Minimum gıda harcaması maliyetine göre

yapılan değerlendirmede 12 yaş üstü yoksulların Türkiye’de aynı yaş grubu

içindeki yoksullar arasında kadınlar %53.38, erkekler %46.62’lik kesimi

oluşturmaktadır. 12 yaş üstü kırsal yoksulların toplam yoksullar içindeki payı

%73.10 iken, kadın ve erkekler açısından kırsal yoksulluk hemen hemen eşit

biçimde kadılarda %73.05, erkeklerde %73.17 olarak görülmektedir.

12 ve daha yukarı yaşta olup, temel gereksininler yöntemine göre,

yoksulluk sınırının altında kalan fertlerin yarısından fazlası evlidir (Erdoğan,

1999).

Page 126: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

112

Tokatlıoğlu, Başaran (2001) çalışmasında bir ülkede, gelir eşitsizliği

ne kadar yüksekse, tehlike de o kadar büyüktür. Bununla beraber sadece

gelirin nasıl dağıldığı değil, yoksulluğun dağılımı da önemlidir. Genel

anlamda yoksulluk gelir dağılımının bozulmasıdır. Yoksulluğun derinleşmesi

ve yapışkan hale gelmesi de, yoksul gelir dağılımının bozulmasıdır. Bu

anlamda yoksulluğun profili, hanehalkı büyüklüğü, öğrenim durumu gibi

değişkenlerle 2001 yılı için %20’lik dilimlerde analizi yapılmıştır (Tokatlıoğlu

ve Başaran, 2001: 115-117).

Tablo-3.8. Yoksulluğun Dağılımı%

Yoksul Haneler %20’lik dilimler Türkiye Geneli %20’lik Dilimleri

1 2 3 4 5 Toplam1 24,45 22,14 18,74 19,94 6,11 91,38 2 0,00 0,00 0,00 0,00 8,42 8,42 3 0,00 0,00 0,00 0,00 0,20 0,20 4 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 5 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00

Kaynak: Tokatlıoğlu, DİE 1994 ve 2001 Hane halkı İşgücü Anketleri

Tablo’da medyan gelirin yarısı yaklaşımına göre yoksulların %91’i

Türkiye genelinde ilk %20’lik dilimde yer almakta, %8’i ise Türkiye geneli 2.ci

%20’lik dilimde yer almaktadır.

Tablo-3.9. Yoksulların Yaş Kompozisyonu İlk %20 %20 %20 %20 %20 Yoksul

Toplamı

0-14 Yaş Arası 41,37 43,96 44,84 38,64 25,61 38,91

15-35 Yaş Arası 33,97 32,19 31,15 35,22 33,38 33,19

36-64 Yaş Arası 21,78 21,35 20,32 22,61 32,10 23,62

65+ 2,88 2,50 3,69 3,52 8,92 4,29

Toplam 100,00 100,00 100,00 100,00 100,00 100,00

0-14 Yaş/ Toplam Yoksul 21,3 22,7 23,0 20,0 13,1 100,00

Page 127: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

113

15-35 Yaş/ Toplam Yoksul 20,5 19,5 18,7 21,4 20,0 100,00

36-64 Yaş/ Toplam Yoksul 18,5 18,1 17,2 19,3 27,0 100,00

65+/ Toplam Yoksul 13,4 11,7 17,2 16,5 41,2 100,00

Kaynak: Tokatlıoğlu, DİE 1994 ve 2001 Hane halkı İşgücü Anketleri

Yine aynı çalışmada, Yoksul nüfus içinde 0-14 yaş arası grup yüzde

olarak oldukça ağırlıklıdır. En fakir grup içinde çocuk nüfusun fazlalığı

gelecekte yoksulluğun yapışkanlığı açısından önemlidir.Bu grup için eğitim

gerekli sağlık hizmetleri gibi beşeri sermaye hizmetlerinin sunumu önemlidir.

Bu açıdan da devlete önemli görevler düşmektedir. 65 yaş üstü yaş

grubunda, toplam yoksul nüfusu içindeki dağılımında 5.inci yüzdelik dilimde

yoğunluk görülmektedir. Bu ise transfer ödemesindeki emeklilik maaşlarının

4’üncü ve 5’inci dilimlerde yoğunlaştığı anlamına gelmektedir (Tokatlıoğlu ve

Başaran, 2001: 118).

Yoksulların hanehalkı büyüklüklerinin incelendiğinde ise; hanehalkı

büyüklüğü arttıkça, gelirden alınan pay artmakta ve yoksulluğun şiddetinin

azaldığı gözlenmektedir (Tokatlıoğlu ve Başaran, 2001: 118).

Tablo 3.10. Yoksul Hanehalkı Reisinin Eğitim Durumu(%) %20’lik Dilimler

1 2 3 4 5 Toplam

Okur Yazar Değil 27,78 20,81 17,14 17,14 17,14 100,00

Okur Yazar/ Okul Bitirmedi 17,68 23,57 19,59 19,59 19,59 100,00

İlkokul 18,00 20,06 20,65 20,65 20,65 100,00

İlköğretim 40,10 0,00 19,97 19,97 19,97 100,00

Ortaokul 16,47 13,20 23,44 23,44 23,44 100,00

Orta Dengi Meslek 0,00 0,00 33,33 33,33 33,33 100,00

Lise 25,24 0,01 24,91 24,91 24,91 100,00

Page 128: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

114

Lise Dengi Meslek 0,00 0,00 33,33 33,33 33,33 100,00

2 Yıllık Yüksek Okul 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00

4 Yıllık Yüksek Okul 18,09 18,06 21,28 21,28 21,28 100,00

Yük.Lis., Doktora 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 Kaynak: Tokatlıoğlu, DİE 1994 ve 2001 Hane halkı İşgücü Anketleri

Yoksul hanehalkı reisinin öğrenim durumu, %20’lik yoksul gelir

dağılımı dilimleri açısından incelendiğinde, beşeri sermaye ile yoksulluğun

şiddeti arasındaki ilişki belirgin hale gelmektedir.

Tablodaki rakamlar göstermektedir ki eğitim gibi bireyin yapabilirlik

veya muktedir olma kabiliyeti arttıkça, yoksulluk riski azalmaktadır. Bu durum

hane halkı harcama dağılımından görülebilmektedir.

Tablo 3.11. Yoksul fertlerin Sosyal Güvenlik Kurumu Dağılımı(%)

%20(ilk) %20 %20 %20 %20(son) Toplam

SSK 2,17 4,96 7,75 16,10 16,31 9,58

EMEKLİ SANDIĞI 0,00 0,41 0,39 1,50 1,77 0,83

BAĞ-KUR 2,53 3,72 4,26 6,37 9,22 5,28

ÖZEL SANDIK 0,00 0,00 0,39 0,00 0,71 0,23

KAYITLI DEĞİL 95,31 90,91 87,21 76,03 71,99 84,09

TOPLAM 100 100 100 100 100 100

Kaynak: Tokatlıoğlu, DİE 1994 ve 2001 Hane halkı İşgücü Anketleri

Yoksul fertlerin sosyal güvenceleri incelendiğinde, yoksulların büyük

bir oranının herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmadığı

görülmektedir.

Page 129: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

115

3.4.2. Küreselleşmenin Yoksulluk Üzerine Etkisi

Türkiye’de 1980 sonrası serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu

neo liberal ekonomi politikalar uygulanmaya başlamıştır.

Tarihsel olarak, özellikle 20. yüzyıl içerisindeki değişik dönemlerde

benimsenen yoksullukla mücadele stratejilerine bakıldığında iki temel politika

uygulandığını söyleyebiliriz. II. Dünya Savaşının ardından 1980’lere kadar

yoksullukla mücadelede yaygın görüş, yoksullukla doğrudan mücadelede

sosyal politikaların uygulanması iken, “küreselleşme” döneminin bir ürünü

olarak görülebilecek iktisat politikası anlayışında ise yoksulluğun önemli bir

kaynağı olan işsizlik sorununu azaltmak ve iktisadi büyümeyi sağlayacak

politikaların dolaylı olarak yoksulluğu azalttığı yönündeki politikalardır.

1980 sonrası dünyanın büyük bir kısmında ve Türkiye’de uygulama

alanı bulan bu politikalar da, yoksullukla mücadele için kullanılacak yeniden

dağıtım politikalarının tasarlanması ve yürütülmesi yerine, artık yalnızca

piyasa alanı içerisinde ekonomik olarak değil, sosyal, ahlaki ve kültürel bir

sorun olarak görülmeye ve tanımlanmaya başlayan yoksulluğun, daha çok

uluslar arası kuruluşlarla sivil toplum kuruluşlarının etkileri yoluyla, piyasanın

işleyişine herhangi bir müdahale olmadan koordine edilmesi öngörülmektedir.

Bu anlayış sonucunda ise yoksulluk ve gelir eşitsizliğini düzeltmede etkin

olan sosyal harcamalarda önemli kısıntılara gidilmiştir.

Diğer yandan,Türkiye’de şehirleşme oranı, 1965’le 1985 arasıda

sadece %35’ten %46 ya yükselirken 1985 sonrası gelişmelerle %74’e

çıkmıştır (Köse,Şenses,Yeldan, 2004: 210). Özellikle 1985 sonrası göç

nedenlerinin ve göç edenlerin niteliğinin değişmesi ve buna paralel olarak

kente yeni göçenleri her anlamda 1960-1980 döneminde göçenlerden farklı

koşullar beklemektedir. Örneğin kamu sektöründe “işe girmenin” zorlaştığı,

özel sektörde büyük ve güvenceli iş yerlerinde iş bulma olanağının azaldığı,

buna karşılık enformel ve kayıtdışı sektördeki işlerin hanehalkı gelirlerinde

Page 130: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

116

egemen olduğu bir döneme girilmiştir. Metropol kentlerde gerçek ücretlerin

düşmesi ve gelir dağılımında ortaya çıkan büyük kayıplara dayalı olarak, eski

orta sınıfın giderek sosyo-ekonomik konumunu kaybetmesi ve 1990

sonrasında kentlere göç etmiş, ancak önceden göç edenler kadar kentteki

olanakları kullanamayan, yeni kent yoksullarının ortaya çıkması sonucunu

doğurmuştur.

Küreselleşme ile bütünleşerek gelişen finans, iletişim, reklamcılık gibi

sektörlerin ortaya çıkardığı yeni orta-üst gelir grubu ve yönetici kesimi ile kent

yoksulları kıyaslandığında toplumun gittikçe arası açılan ve kutuplaşan bir

sınıf yapısına doğru kayması, Sanayi sektöründe üretimin esnekleşmesi,

örneğin, işgücü piyasasında ve ücretlerde esneklik ve düzensizlik,

taşeronlaşma, emek yoğundan makina yoğun sisteme geçmenin yarattığı

işsizlik (1980 sonralarında ithal edilen makina yoğun teknolojiler ki bu

durumda üretim artsa da istihdam artmamaktadır), Son yirmi yılda yaşanan

yüksek enflasyon, kamu finansman ihtiyacının karşılanmasına yönelik sürekli

büyüyen borç yapısı ve vergi sisteminde var olan sorunlar, Eve iş verme,

parça başı iş ve özellikle kadın ve çocuk emeğinin enformel üretim ve

kayıtdışı işlerde ağırlıklı olarak kullanımının artmasını Türkiye’de yaşanan

yoksulluk ve gelir dağılımı sebepleri olarak sıralayabiliriz.

Türkiye’de son 20 yılda yoksullaşmaya verilen tepki, daha çok “telafi

edici mekanizmalar” aracılığıyla olmuştur. Bu telafi edici mekanizmalar

yöresine ve somut durumlara göre büyük çeşitlilik gösterirken toplumun

sosyal-siyasal ve kültürel dokusunda da ciddi değişimlere yol açmış ve yeni

yoksullaşma biçimleri ve olgularına cevap verememesi gibi bir durumla

karşılaşılmıştır (Altay, 2005: 179). Öte yandan, Cumhuriyet Türkiye’sinde

yurttaşların sosyal güvence, sağlık güvencesi, iş güvencesi, sosyal yardım ve

hizmetler gibi kavramlarla tanışması yeni değildir. 1980’lerde bu kavram ve

hizmetlerde bazı değişiklikler ve iyileştirmeler ve bazı kurumsal dönüşümler

yapılmıştır. 1980’lerden bu yana yapılan değişikliklerden en önemlileri sosyal

güvence kapsamı dışında kalarak sağlık hizmetlerine de erişemeyen kesim

Page 131: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

117

için getirilen Yeşil Kart uygulamasıdır. Ayrıca, 2001 yılından bu yana sosyal

yardımlarda yapılan iyileştirmeler ile özürlüler, yaşlılar, dul ve yetim

aylıklarında artışlar sağlanmıştır. Yukarıda Türkiye’den başarılı örnekler

arasında sayılan SRAP(Sosyal Riski azaltma projesi) projesi kapsamında

yoksul ailelere yapılan şartlı nakit transferleri yoksul ailelerin çocuklarının

sağlık kontrollerini yaptırmaları şartı ile verilmektedir. Aynı projeden yapılan

eğitim destekleri ve taşımalı eğitime verilen desteklerde yapılan artışlar

yoksul ailelerin çocuklarının eğitime katılmasına önemli bir katkı

sağlamaktadır.

Yoksulluğun en önemli nedenlerinden biride işsizlik oranıdır.

Türkiye’de işsizlik oranı %10,3’dır. Yurtiçi işgücü piyasaları incelendiğinde,

işsizlik oranı giderek artan bir seyir izlemektedir. Diğer yandan işsizlik ile yaş

arasındaki ilişki incelendiğinde, genç işsizlik oranının yaygınlaştığı , genç

işsizliğin oranı 2004 yılı itibariyle yüzde 20’lere ulaştığı görülmektedir. Bu

durum ise gelecek dönemlerde yoksul insan sayısının artacağı anlamına

gelmektedir.

Son yirmi yılda yaşanan yüksek enflasyon, kamu finansman ihtiyacının

karşılanmasına yönelik sürekli büyüyen borç yapısı ve vergi sisteminde var

olan sorunlarda yoksulluğun nedenleridir.

Yerleşim yerlerine göre Gini oranlarını değerlendirildiğinde, oranın 1’e

yaklaşması eşitsizliklerin artışını, 0’a yaklaşması hali ise eşitsizliklerin

azalması olarak kabul edilir. Türkiye’de 2005 yılında gini oranı 0.38 (TÜİK) ile

eşitsizliklerin yaşandığı bir ülke olarak değerlendirilmelidir.

Eşitsizlikler kentlerde, kırsal bölgelere kıyasla daha yüksek

gerçekleşirken, eşitsizliklerin en fazla yaşandığı bölge Marmara Bölgesi

olurken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi eşitsizliklerin en az yaşandığı,

bir anlamda yoksullukta eşitliğin sağlandığı bölgeler olarak görülmektedir.

Page 132: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

118

Tablo 3.12. Yerleşim Yerlerine Göre Gini Oranları (2005)

Yerleşim Yerleri Gini Oranları Türkiye 0.38 Kır 0.38 Kent 0.37 Marmara 0.38 Ege 0.39 Akdeniz 0.47 İç Anadolu 0.38 Karadeniz 0.39 Doğu Anadolu 0.36 Güneydoğu Anadolu 0.36 Kaynak : TÜİK

3.5.TÜRKİYE’DE SOSYAL HARCAMALARIN GELİŞİMİ, GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK ÜZERİNE ETKİSİ

Türkiye’de son dönemlerde üzerinde ciddi tartışmalar ve çalışmalar

yapılan gelir dağılımı ve yoksulluk ile sosyal harcamalarda meydana gelen

değişiklikler arasında bir ilişki olduğu bilinmektedir. Bu harcamalarda

meydana gelen artışın, toplum içinde yaşayan bireylerin büyük bir kısmını

olumlu yönde etkileyecektir. Burada önemli olan bir diğer hususta sosyal

harcamaların, toplumun içindeki gruplar arasındaki dağılımdaki adalettir.

Bütçe harcamaları içinde zaten yeterli görülmeyen sosyal harcamaların

finansmanından devletin çekilmesi, bu tür harcamaları kendisinin finanse

etmesi gerektirdiği hane halkları içinde yoksul olan kesimin, bu tür

hizmetlerden mahrum kalmasına ve bu kesimlerde yoksulluğun

derinleşmesine neden olmaktadır.

Page 133: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

119

1980 sonrasında Türkiye ekonomisi her alanda ciddi dönüşümler

yaşamıştır. Bu dönüşümün etkileri, bir çok alanda olduğu gibi sosyal harcama

kalemlerinde de görülmektedir.

1980 yılından sonra ülke ekonomisinin, küreselleşme olgusuyla

beraber, dünya ekonomisine eklemlenmeye başlaması sonucunda neo

liberal politikalara dayalı bir süreç başlamıştır. Değişen bu makro ekonomik

politikaların uygulanmaya başladığı dönem ile 1970’li yıllar

karşılaştırıldığında, gelir dağılımı ve yoksulluk üzerine adaletsiz sonuçların

ortaya çıktığı görülmektedir.

Türkiye’de, sosyal devlet niteliğinin ne ölçüde gerçekleştirilebilmiş

olduğu konusunda değerlendirme yapabilmek için kamusal kaynakların ne

kadarının sosyal harcamalara yönlendirildiğinin tespit edilmesi gerekir.

OECD ülkelerinde sosyal hizmetleri gerçekleştirmek üzere yapılan

harcamalar ile karşılaştırılabilir özellikte, Türkiye’de yapılan sosyal

harcamaların karşılaştırılmasına yönelik veri elde edebilmek için, konsolide

bütçeden eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlere ayrılan kaynakların boyutu

ile yerel yönetimlerin, sosyal güvenlik kuruluşlarının sosyal harcamalarının

GSMH’ya oranlarının tespiti önemlidir (Yılmaz, 2006: 66-61).

Page 134: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

120

3.5.1. Konsolide Bütçeden Yapılan Sosyal Harcamalar

Tablo-3.13. Türkiye'de Sosyal Harcamalara Konsolide Bütçeden Ayrılan Pay ve GSMH ve GSYİH'ya Oranı(1930-2005)

Yıllar konsolide Bütçe GSMH İçindeki

içindeki pay Payı(%) 1930 7,76 1,26 1940 8,72 1,28 1945 9,41 1,3 1950 14,4 2,82 1960 21,1 3,45 1965 21,8 4,33 1966 27,4 4,06 1967 21,2 4,14 1968 21,5 2,96 1969 18,7 2,72 1970 17 2,45 1971 9,6 0,99 1972 22,4 3,71 1973 24 3,75 1974 24,7 3,82 1975 22,2 3,49

Page 135: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

121

1980 21,7 3,15 1984 21,6 3,2 1985 13,8 2,17 1986 17,9 2,53 1987 16,2 2,39 1988 16,3 2,65 1989 17,1 2,44 1990 24,4 3,96 1991 26,1 4,16 1992 27,7 5,22 1993 26,2 5,22 1994 21,9 4,62 1995 19,8 3,36 1996 14,6 3,42 1997 19,9 4,23 1998 15,5 4,29 1999 14,2 4,94 2000 13,2 4,93 2001 15,5 4,25 2002 13,8 4,95 2003 13,1 5,41 2004 16 7,21 2005 18,4 5,9

Kaynak:Yrd.Doç.Dr. Gülay Akgül YILMAZ, OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal

Devlet ve Sosyal Harcamalar. S.65-66

Tablo-3.13 incelendiğinde Türkiye’de sosyal harcamaların GSMH’ya

oranı 1930-1940 yılları arası önemli bir değişiklik göstermediği, ortalama

%1,31 civarında gerçekleştiği görülmektedir. Bunun yanında sosyal

harcamaların konsolide bütçeden aldığı pay genel olarak artmıştır. Bu artış

1930 yılında %7.76 iken, 1935 yılında %7,99’ çıkmış, 1940 yılında ise

%8,72’i olmuştur. Bu artışın nedeni, 1930 sonrası koruyucu devlet

anlayışından müdahaleci devlet anlayışına geçişin Türkiye’yi etkilemiş olması

düşünülmektedir (Yılmaz, 2006: 67).

Avrupa refah devleti bakımından “ Altın Çağ “ olarak nitelendirilen

1950-1975 döneminde, Türkiye’de sosyal harcamaların konsolide bütçe

içerisindeki payının sürekli artmış olduğu gözlenmektedir. Özellikle , 1945

yılından 1960 yılına kadar görülen artışlar oldukça yüksektir. 1945 ile 1960

yılları arası artış oranı %124’tür. Konsolide bütçeden sosyal harcamalara

ayrılan pay, 1967 yılından 1970 yılına kadar nispi olarak düşerek

gerçekleşmiştir. 1971 yılında ise ara rejim 12 Mart muhtırası döneminde

Page 136: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

122

yaşanan siyasi istikrarsızlık sürecinde, sosyal harcamalara ayrılan pay

%6.7’ya düşmüştür. Muhtıra sonrası yıllarda ise konsolide bütçeden ayrılan

sosyal harcamaların payı tekrar toparlanarak, 1963 yılı düzeyine ulamıştır.

1973 yılında yaşanan ekonomik krizin Türkiye ekonomisinde de yarattığı

olumsuz etki sonucu bu dönemden itibaren sosyal harcamaların payı giderek

düşme trendine girmiştir (Yılmaz, 2006: 68).

Ekonomik ve siyasi istikrarsızlık 1980 Eylül’ünde askeri darbe ile

sonuçlanmış ve 1983 yılına kadar askeri yönetim devam etmiştir. 24 ocak

kararları ekonomik anlayışı tümden değiştirmiştir. 24 ocak kararları, 1970’li

yıllarda IMF’in dış kaynak yolarının tıkanması sorunu yaşayan birçok

azgelişmiş ülkeye empoze ettiği standart istikrar politikası paketi ile Dünya

Bankası tarafından geliştirilen yapısal uyum programıdır. İhracatın ulusal

öncelik haline getirilmesi, fiyat kontrollerinin ve temel malların çoğunda

sübvansiyonların kaldırılması ve iç talebin daraltılmasına dönük makro

ekonomi politikaları 24 ocak kararlarının temel unsurlarıdır (Kara, 2004: 231).

Dünya’da 1973 ekonomik krizi sonrası hakim hale gelmiş olan

Moneterist İktisat anlayışı Türkiye’yi de etkisi altına almış ve liberal felsefeye

dayalı ekonomi politikaları bir takım tedbirler ile uygulamaya

konulmuştur.1970-80 dönemi, 1971 yılı hariç sosyal harcamaların konsolide

bütçeden aldığı pay %21,2 iken, 1980-90 döneminde % 17,6 civarındadır.

1980 sonrası dönemde, sadece 1984 yılında oran yükselmiş, bunun dışında

1990 yılına kadar düşük oranda gerçekleşmiştir. 1992 yılı, 1970’li yıllardan

günümüze kadar olan süreçte konsolide bütçeden sosyal harcamalara

ayrılan payın en yüksek olduğu yıl olmuştur. Bu artışın sebebi, 1980’li

yıllardan itibaren izlenen talep kısıcı politikalar, uluslar arası piyasalardaki

rekabet olanaklarını arttırmak için reel ücretlerin düşük tutulması ve bunun

gerçekleşmesi için sendikal haklara getirilen sınırlamalar sonucu oluşan

sosyal tepki beraberinde bu politikaların sürdürülmesinde sınıra gelinmiş

olmasıdır. Bunun yanında özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren hız

kazanan bu sosyal hareketliliğin başlamış olması, seçim öncesi yıl olan 1990

Page 137: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

123

yılında popülist politikalar doğrultusunda sosyal harcamaları arttırdığı izlenimi

vermektedir. Türkiye’de sosyal harcamalar,1994 yılından itibaren düşme

eğilimine girmiştir. Bu düşüşün nedeni, sebebi kamu kesim açıkları olarak

görülen yaşanan ekonomik krizdir. Yaşanan ekonomik krizden çıkmak için

uygulamaya konulan 5 Nisan Ekonomik İstikrar Programında yer alan kamu

kesiminde tasarrufa yönelik tedbirler ve faiz dışı fazla hedefinin

gerçekleştirilmesine yönelik mali disiplinin sağlanması anlayışı görülmektedir

(Yılmaz, 2006: 68).

Tablo incelendiğinde, 1992 yılında %27,7 ile tepe noktaya gelen

.sosyal harcamalar, 1992 yılından itibaren tekrar gerileme trendine girip,

2000 yılında %13,2 ile dibe vurup, 2000 yılından sonra yükseliş trendine

girerek 2005 yılı itibariyle yükselmiştir.

3.5.2. Eğitim Harcamaları

Toplumdaki eğitim düzeyinin yüksekliği, üretim ve yönetimde etkinliği

artıracağından, iktisadi gelişme sağlayacağından, özellikle gelişmekte olan

ülkeler açısından, kamusal mal niteliğindedir. Asgari düzeyde de olsa

eğitimden toplumun yarar sağlayacağı gerekçesiyle, ilk ve orta eğitim devlet

eliyle gerçekleştirilir. Gelişmiş ülkelerde eğitim hizmetleri, bütün öğrencilere

aynı kalitede verilerek, fırsat eşitliği sağlanıp, gelir dağılımını önemli ölçüde

iyileştirilmektedir. Eğitim hizmetlerinin birey üzerine yapılan önemli bir yatırım

şekli olması, uzun dönemde etkilerinin mutlaka milli gelir artışı olarak

belirlenmesi, gelir dağılımını iyileştirici etkisi nedeniyle toplumun alt gelir

düzeyinde yaşayan bireylerin içinde bulundukları yoksulluktan

kurtulabilmeleri yönünde önemli bir kriterdir. Eğitime yapılan harcamalar gelir

dağılımını iyileştirici, dolayısıyla yoksulluğu kırıcı yönde etkileri bulunan

harcamalardır. Eğitimin, bireyin bütün niteliklerini uyumlu bir biçimde

geliştirmek, bilinçli bir toplumsal varlık yaratmak, gibi amaçları vardır.

Page 138: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

124

Tablo-3.14. Türkiye'de Eğitim Sağlık Sosyal Güvenlik ve Diğer Sos. Hiz. Harcamalarının GSMH İçindeki Payı:(1930-2004) %

Yıllar Eğitim Sağlık Sosyal Güvenlik Diğer Sos.

Hizmetler 1930 0,6 0,3 0,34 1940 0,7 0,3 0,08 1950 2 0,5 0,01 0,14 1955 2,2 0,7 0,01 0,34 1960 2,3 0,7 0,01 0,26 1965 3,2 0,7 0,02 0,33 1970 1,7 0,4 0,01 0,13 1971 0,6 0,1 0,01 0,3 1972 2,7 0,6 0,02 0,4 1976 2,9 0,6 0,02 0,51 1977 2,7 0,5 0,02 0,36 1978 2 0,4 0,02 0,38 1979 2,1 0,5 0,02 0,37 1980 2,1 0,5 0,02 0,38 1981 2,4 0,6 0,02 0,41 1982 2,2 0,4 0,02 0,45 1983 2,5 0,5 0,03 0,69 1984 2 0,4 0,02 0,6 1985 1,7 0,4 0,02 0,5 1986 1,6 0,3 0,01 0,3 1987 1,6 0,4 0,01 0,32

Page 139: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

125

1988 1,8 0,4 0,01 0,29 1989 1,7 0,3 0,01 0,5 1990 2,7 0,6 0,02 0,63 1991 2,8 0,6 0,02 0,75 1992 3,5 0,8 0,02 0,67 1993 3,6 0,9 0,02 0,68 1994 3,1 0,7 0,02 0,45 1995 2,2 0,6 0,02 0,45 1996 2,3 0,6 0,02 0,48 1997 3 0,6 0,02 0,48 1998 3 0,7 0,02 0,53 1999 3,5 0,8 0,02 0,56 2000 3,4 0,8 0,02 0,46 2001 3 0,7 0,01 0,61 2002 3,6 0,8 0,02 0,61 2003 3,7 1 2,4 0,03 2004 3,8 1,1 1,8 2005 3,8 1,2 2006* 3,9 1,2

Kaynak:Yrd.Doç.Dr. Gülay Akgül YILMAZ, OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal

Devlet ve Sosyal Harcamalar. S.73-74

* Maliye Bakanlığı 2006 Yılı Ekonomik Gelişmeler Konsolide bütçeden eğitime ayrılan pay 1930 yılından 1965 yılına

kadar sürekli artış trendi göstermiştir. 1950-1965 döneminde, önceki döneme

göre gerileme görülmektedir. 1971 yılında ise en düşük oran olan %4,6 ile

dibe vurmuştur.1979-80 döneminde nispeten toparlanmış, 1981’de %9,4,

1983’te 13,4, 1988’de 11,5, 1992’de 18,8, 1998’de 11,0, 2000’de 9,3 ve

2004’te 11,1 düzeylerinde gerçekleşmiştir. Özellikle 1989’dan itibaren zamam

zaman gözle görülür artışlar yaşansa da, yirmi 1980 sonrası dönem genel

eğilimi azalış yönündedir (Kara, 2004: 238).

Eğitimin konsolide bütçe payının azalması, eğitimin maliyetlerinin

giderek ailelere yüklendiği ve bu durumda ise düşük gelir düzeyine sahip

aileler için zaten kıt olan gelirlerinin büyük bir bölümünü eğitim harcamalarına

ayırmak zorunda kalmaları söz konusudur. Daralma dönemlerinde eğitim

harcamalarının payının düşmesi eğitim sektörünün “ilk önce fedakarlık

edilen” sektörlerden olduğu yargısını güçlendirmektedir .. Artan nüfusa ve

teknolojik ilerlemelere rağmen eğitim harcamalarının payının istenilen

düzeylere getirilememesi, uzun vadede, üstesinden gelinmesinde güçlükler

Page 140: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

126

doğabilecek problemleri de beraberinde getirebilecektir (Özbaran, 2005:

130).

Eğitim harcamalarının GSMH’ya ortalama oranı 1930-1960 arası

dönemde, %1, sosyal devlet anlayışı ve ithal ikameci politikaların hakim

olduğu 1960-1980 arası %2.5, dışa açık büyüme anlayışının hakim olduğu

1980-2004 arası %2.6 olmuştur. Birinci dönem ortalaması %1 iken %150’lik

artışla ikinci dönem ortalaması %2.5 olarak gerçekleşmiş, ikinci dönem

ortalaması olan %2.5’e göre %4’lük artışla üçüncü dönemde %2.6’lık

ortalama oranlar gerçekleşmiştir.

Diğer yandan, Türkiye ekonomisi 1980 yılı dönüşümünün eğitim

üzerinde de yaşandığı görülmektedir. Söz konusu dönemde kamu ve özel

harcamalar karşılaştırıldığında özel kesim eğitim harcamalarının arttığı

izlenmektedir. 1990’lı yıllar itibariyle özel üniversiteler bütçeden de pay

almaya başlamışlardır. Bu konuda ki gerekçe ise, özel üniversitelerinde bir

kamu hizmeti gerçekleştiriyor olmasıdır. Kamu ve özel kesim eğitim

harcamaları karşılaştırıldığında özel kesim harcamalarının payının yüksek

olduğu görülmektedir. Eğitimde özel kesim harcamalarının artıp, kamu kesimi

harcamalarının düşüyor olması ise, gelir dağılımı bakımından alta bulunan

yoksul kesimin eğitim hizmetlerinden yararlanamamaları neticesinde, eğitimin

gelir dağılımını iyileştirici dışsallığını ortadan kaldırmakta ve yoksullukları

daha da arttırmaktadır.

Türkiye’de 1980’li yıllardan sonra uygulanan liberal politikaların doğası

gereği, özel kesimi ön plana çıkaran anlayış, eğitim hizmetini de kamu malı

olmaktan çıkarıp, piyasa koşullarına göre belirlenen bir faaliyet şekline

sokmaktadır.

Tablo-3.15. Seçilmiş Bazı Ülkelerdeki Eğitim Harcamalarının

GSMH’ya Oranı (2000) Toplam Kamu Özel

OECD Ülkeleri 5,9 4,6 1,3

Page 141: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

127

ABD 7,0 4,6 2,2

Almanya 5,3 4,3 1,0

Avustralya 6,0 4,6 1,4

Norveç 5,9 5,8 0,1

Kanada 6,4 5,2 1,2

Kore 7,1 4,3 2,8

Yunanistan 3,9 3,7 0,2

Diğer Ülkeler

Arjantin 5,9 4,5 1,4

Filipinler 6,4 3,9 2,5

Hindistan 4,3 4,1 0,2

Türkiye 2000 3,4 3,4

Türkiye 2002 7,3 4,8 2,5

Kaynak: DİE (2005), Türkiye İstatistik Yıllığı 2004, Türk Tabibler Birliği Yayınları 2006

Tabloda görüleceği gibi kamu eğitim harcamalarının GSMH içindeki

payı OECD ülkelerindeki toplam eğitim harcamalarının altında kalmakta iken,

özel harcamaların OECD değerlerinin üzerinde seyrettiği görülmektedir.

Eğitim ve sağlık harcamaları son yıllarda artmıştır. Ancak yapılan bu

harcamalar hane halklarının genelde ceplerinden yaptıkları harcamalardan

oluşmaktadır. Kamunun eğitim ve sağlık harcamalarındaki düşüşü, hane

halklarının bu tür zorunlu ihtiyaçları karşılamada kendi imkanlarını kullanma

şeklinde gelişmiştir. Hane halklarının gelirlerinin bir bölümünü bu tür

harcamalara ayırmak zorunda olmaları, oldukça pahalı olan bu hizmetten

yararlanmak için bir kısım zaruri ihtiyaçlarını karşılamaktan vazgeçmeleri

anlamına gelmektedir. Bu durum ise harcanabilir gelirlerindeki görülen düşme

sebebiyle, gıda ve gıda dışı yoksulluk oranını yukarı çekmekte ve bu tür

yoksul sayısı artma eğilimine girmektedir.

Gelir dağılımında adaletin sağlanması amacına yönelik en etkin bir

araç olarak kullanılabilen eğitim ve sağlık harcamaların konsolide bütçe

içindeki payları düşük bir seyir izlemektedir. Türkiye’de, iç borç faiz

ödemelerinin bütçe harcamaları içinde payının giderek büyük boyutlara

ulaşması, devletin genelde sosyal refahı, özelde ise gelir dağılımını düzeltici

ve yoksulluğu azaltıcı politikalar uygulama imkânını daraltmıştır. Dolayısıyla,

Page 142: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

128

kamu açıkları böyle sürdüğü sürece, Türkiye’de gelir dağılımında adaleti

gerçekleştirmeye yönelik bir harcama politikasının uygulanması beklemek

pek olası görülmemektedir (Palamut ve Yüce, 2001: 17).

3.5.3. Sağlık Harcamaları

Sağlık hizmetlerinin 1930 yılından günümüze GSMH’ya oranı

incelendiğinde, kimi yıllar itibariyle dalgalanmalar olsa da genel olarak artış

trendi izlenmiştir. Konsolide bütçeden aldığı pay ise yıllar itibariyle 1930

yılında %1,9 iken 1950 yılında %3,0’a ulaşmıştır. Bu dönemde %53,3’lük

artış göstermiştir. 1980 yılından 2004 yılına kadarki dönemde ise %32,6’lık

azalma göstermiştir (Yılmaz, 2006: 92).

Türkiye’de sağlık harcamaları ve finansman sisteminin, 24 Ocak 1980

kararları ile serbest piyasa ekonomisine geçişle, kamunun faaliyet

alanlarında sınırlandırılmaya gidilmesi neticesinde, özel sektör de kamunun

yanında sağlık hizmeti sunmaya başlamıştır. 1980 sonrasında kamu sağlık

yatırımları ve özel kesim sağlık yatırımları kıyaslandığında , özel kesim sağlık

yatırımlarının daha hızlı bir biçimde gelişme göstermiştir. Ancak kamu ve özel

kesim sağlık hizmeti sunumu ülkenin bölgesel dağılımında bile bir

dengesizliğe sahiptir. Ülkenin doğu kesimleriyle batı kesimleri

kıyaslandığında sağlık kurumlarına sahip olma oranı batı kesiminde daha

yüksektir.

Gelir dağılımı adaletini sağlama yönünden önemli bir harcama kalemi

olan sağlık harcamalarının Türkiye içindeki genel seyrine baktığımızda , AB

ülkeleri, AB’ye aday olan ülkeler ve OECD ülkeleri arasında en az pay ayıran

ülke konumunda, ayrıca eğitime göre de çok daha kötü bir tablo olarak ortaya

çıkmaktadır. Bunun yanında dünya genelinde kendisiyle ortalama olarak aynı

kişi başına gelir seviyesine sahip olan ülkelerle kıyaslandığında da aşağı

Page 143: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

129

sıralarda yer almaktadır. Sağlık Bakanlığı bütçesinin genel bütçe içindeki

payı da 1980’den itibaren giderek azalma eğilimi göstermiştir. Benzer gelir

grubundaki bazı ülkelerde ise bu oran Türkiye’nin çok üzerindedir.

Faiz dışı fazla hedefini tutturabilmek için daha az sağlık harcaması

yapılması üzerine sağlık bakanlığı bütçesinin de kısılmasıyla birlikte döner

sermaye gelirleri önem kazanmaya başlamıştır.

Sağlığa ayrılan payın azalması neticesinde döner sermaye

uygulamaları yaygınlaştırılmış, bu amaçla sağlık ocaklarında dahi döner

sermaye uygulaması başlatılmıştır. Döner sermaye, sağlık hizmeti alan

vatandaşın bu hizmeti alırken doğrudan para ödemesi anlamına gelmektedir.

Sık sık ortaya çıkan krizler kamu sağlık kurumlarını “tasarruf önlemleri” adı

altında kamusal hizmeti kısıtlamaya ve kamu sağlık kurumlarının işletme

haline dönüşme sürecini hızlandırmaya ve meşrulaştırmaya yönlendirmiştir

(Özbaran, 2005: 132).

Kar güdüsünün ön plana çıkarıldığı özel kesimin bu alanda hizmet

vermeye başlaması, sağlık hizmetinin kamusal tarafı ile çatışmaktadır.

Dolayısıyla sağlık hizmetlerinin pahalılaşması yoksul kesim bu hizmetten

yararlanma imkanını ortadan kaldırmakta ve yoksulluklarına olumsuz bir etki

olmaktadır. Çünkü sağlık hizmetlerinde devletin eşitsizlikleri yaratmadaki

etkisi , artan eşitsizlikle de yoksul insanların yaşam standardı etkilenmektedir.

Bunun içinde son zamanlarda yapılmış olan ve yapılacak olan Sağlıkta

Dönüşüm Programı(2005) ve Genel Sağlık Sigortası, özelleştirmeleri daha da

artırmıştır.

Kamunun yarattığı boşluğu özel sektörün doldurmasıyla , gelir

aktarımının üst gelir grubundan alt gelir grubuna doğru olması gereken

mekanizma tersine dönmektedir. (TÜİK, 2006: 163).

Page 144: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

130

Tablo- 3.16. Bazı OECD Ülkeleri Kişi Başına Sağlık Harcaması($) (1960-2004) Ülkeler/yıllar 1960 1970 1980 1990 2000 2004

Avusturya 77 193 770 1328 2667 3124

Belçika - 148 639 1341 2277 -

Fransa 70 205 697 1532 2450 3159

Yunanistan - 159 486 844 1616 2162

İtalya - - - 1387 2039 2392

Japonya 30 149 580 1116 1967 -

Hollanda - 329 755 1435 2257 3041

Yeni Zelanda

- 211 506 1393 3080 3966

Norveç 49 141 665 1393 1520 2094

İspanya 16 95 363 873 1520 2094

İsviçre 166 351 1031 2029 3179 4077

İngiltere 84 163 480 987 1858 2546

ABD 147 352 1072 2752 4588 6102

Portekiz - - - 674 1624 1813

Meksika - - - 306 506 662

Polonya - - - 300 590 805

Kore - - 167 361 778 1149

Page 145: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

131

Türkiye - - 76 168 451 580

Kaynak:Yrd.Doç.Dr. Gülay Akgül YILMAZ, OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal

Devlet ve Sosyal Harcamalar. S.118-119

2004 yılında, Tabloda yer alan ülkelerin kişi başına düşen sağlık

harcamaları incelendiğinde, 6000 ABD Dolarının üstünde gerçekleşen

harcama tutarı ile ABD en üst sıradadır. Bu tutar İsviçre’de 4000 ABD

Dolarının üstünde, Avusturya, Fransa, Hollanda ve Norveç’te 3000 ile 4000

ABD Doları arasında, Kore, Meksika ve Türkiye’de ise 1000 Doların altında

gerçekleşmiştir.

1980-2000 yılları arasındaki kamu ve özel sağlık harcamalarının genel

seyri ise aşağıdaki tablo da yer almaktadır. 2000 yılı itibariyle Türkiye OECD

ülkeleri kişi başına sağlık harcamasının çok altında bir harcama yapmıştır.

Tablo -3.17. Kamu ve Özel Sağlık Harcaması

GSMH Kamu

sağlık

harcaması

Özel sağlık

harcaması

Toplam

sağlık

harcaması

Toplam

sağ.har.

/GSMH

Kamu sağ.har.

/Top.Sağ.Harcaması

Yıllar Trilyon TL (%) (%)

1980 5,3 0,1 0,1 0,2 3,5 51,4

1985 35,4 0,46 0,57 1,03 2,9 44,6

1990 397,2 8,6 5,3 13,9 3,5 61,9

1995 7857,9 193,0 107,0 300,0 3,8 64,3

2000 124982,0 5190,0 1089,0 5448,0 4,3 62,9

2001 175483,0 7607,0 1229,0 8837,0 5,0 86,1

2002 275032,0 13114,0 2189,0 153034,0 5,6 85,7

2003 356680,0 17099,0 3045,0 20145,0 5,6 84,9

2004 428932,0 22637,0 4264,0 26901,0 6,3 86,1

Kaynak: Türkiye Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2006, Türk Tabipleri Birliği

Yayınları 2006

Page 146: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

132

3.5.4. Sosyal Güvenlik

Sosyal güvenlik sistemleri toplumda yoksulluğu ve gelir dağılımındaki

eşitsizlikleri önlemede ve toplumsal huzuru sağlamada önemli bir rol

oynamaktadır. Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi büyük oranda sosyal

sigortaya dayalı olup, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler bu sistemin küçük

bir bölümünü oluşturmaktadır.

Yoksul kesim çoğunlukla çalışmadığı veya kayıt dışı sektörlerde

düşük ücretlerle çalıştığı ve prim ödeme gücüne sahip olamadığı için sosyal

sigorta sistemi içinde yer alamamakta, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler

sistemi aracılığıyla desteklenmektedir.

3.5.4.1. Sosyal Sigorta

Tablo-3.18 da görüleceği gibi yıllar itibariyle sosyal sigorta

programlarının kapsadığı nüfus artmaktadır. 2001 yılında sosyal sigorta

programları tarafından kapsanan nüfusun oranı %80,2 iken, bu oran 2004

yılında %89,1’e yükselmiştir.

Tablo-3.18. Sosyal Sigorta Programlarının Kapsadığı Nüfus (Bin Kişi)(2001-2004)

Kurum 2001 2002 2003 2004

Sosyal Sigortalar Kurumu

Başkanlığı (SSK) 31.089 33.089 35.065 37.626

Esnaf ve Sanatkarlar ve

Diğer Bağımsız Çalışanlar

Sosyal Sigortalar Kurumu

(Bağ-Kur) 15.282 15.548 15.882 16.234

Emekli Sandığı Genel 8.572 9.038 9.238 9.270

Page 147: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

133

Müdürlüğü

Özel Sandıklar 323 324 296 301

Toplam 55.266 57.999 60.481 63.432

Sigortalı nüfus oranı (%)80,2 83,0 85,4 89,1

Kaynak: Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur, DPT.

İşçi, işveren ve devlet katkılarıyla oluşan işsizlik sigortası fonu, 2000

yılı Haziran ayından itibaren faaliyet göstermektedir. İşverenin ödeme

güçlüğüne düştüğü hallerde geçerli olmak üzere, işçilerin son üç aylık ücret

alacaklarını karşılamak amacıyla, İşsizlik Sigortası Fonu kapsamında Ücret

Garanti Fonu oluşturulmuştur.

Yeşil Kart uygulaması, herhangi bir sosyal güvencesi olmayan düşük

gelirliler, yaşlılar ve özürlülerin tedavi uygulamaları ve ilaç masrafları devlet

tarafından karşılanmasına yöneliktir.

Sağlık harcamaları; SSK, Bağ-Kur kapsamındakiler ile Emekli

Sandığı’ndan gelir ve aylık alanlar ile bunların hak sahipleri için adı geçen

kuruluşlar, devlet memurları ve “Yeşil Kart” sahipleri için ise devlet

bütçesinden karşılanmaktadır.

Tablo-3.19 Sosyal Güvenlik Kurumları Sağlık Harcamaları

(Milyon YTL)(2004-2005)

Kurum

Miktar

2004 2005Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (SSK) 6.206 6.780

Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız

Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (Bağ-

Kur)

3.660

3.920

Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü 2.795 2.810

Page 148: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

134

Konsolide Bütçeden Yapılan Sağlık

Harcaması 2.462

5.499

Yeşil Kart

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel

Müdürlüğü

1.062

448

1.467

1.126

Toplam 16.633 21.602Kaynak: DPT

3.5.4.2. Sosyal Yardımlar ve Sosyal Hizmetler

Yoksulluğun birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de önlenmesi ve

etkilerinin en aza indirilmesi için geliştirilen uygulamaların başında sosyal

yardım uygulamaları gelmektedir. Sosyal yardımlar; yoksullara ücretsiz sağlık

yardımı ve bakımı, aile ödenekleri, yaşlılara ve özürlülere aylık bağlanması,

işsizlik yardımı gibi programları kapsamaktadır.

Ülkemizde başlıca sosyal yardım programları aşağıda sıralanan

kuruluşlar tarafından uygulanmaktadır:

a- T.C. Emekli Sandığı (2022 sayılı Kanun uyarınca yapılan ödemeler)

b- Sağlık Bakanlığı (Yeşil Kart uygulaması)

c- Vakıflar Genel Müdürlüğü (İmaret ve muhtaç aylıkları)

d- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (Ayni ve nakdi

yardımlar)

e- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü

Ayrıca belediyeler ve il özel idareleri tarafından da sosyal yardım

uygulamaları gerçekleştirilmektedir.

Toplam sosyal yardımların GSYİH’ya oranı, 2001 yılındaki yüzde

0,45 düzeyinden 2004 yılında yüzde 0,66 seviyesine yükselmiştir. 2004

yılında özürlülük, yaşlılık ve dul-yetim aylığı şeklinde yapılan emekli aylığı

Page 149: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

135

ödemeleri SSK için 18, Bağ-Kur için 4,6 ve Emekli Sandığı için 9,4 milyon

YTL olmak üzere yaklaşık toplam 32 milyon YTL olarak gerçekleşmiştir. Bu

tutar, GSYİH’nin % 7.4’üne karşılık gelmektedir.

Emekli Sandığı, 2022 sayılı Kanun gereğince aynı kanunla

belirlenenden daha düşük gelire sahip olan ve sosyal güvenlik kurumlarından

geliri bulunmayan 65 yaşın üzerinde ve özürlü vatandaşlarımıza kanunda

belirlenen miktarda aylık ödemesi yapmaktadır.

SHÇEK yoluyla yapılan sosyal yardımlar, SHÇEK Ayni ve Nakdi

Yardım Yönetmeliğine dayalı olarak yapılmaktadır. 2004 yılında ayni-nakdi

yardımlardan 21.817 kişi yararlanmıştır. 2005 yılında 16.967 kişiye toplam

15.980.800 YTL tutarında ayni-nakdi yardım ödemesi yapılmıştır. 2004

yılında kişi başına aylık olarak yapılan yardım miktarı 76,19 YTL iken yapılan

yönetmelik değişikliği ile bu miktar 2005 yılında 158,08 YTL olmuştur.

1986 yılında 3294 sayılı Kanunla kurulan “Sosyal Yardımlaşma ve

Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF) ”nun kuruluş amacı; yoksulluk içinde ve

muhtaç durumda bulunan vatandaşlara yardım etmek, sosyal adaleti

pekiştirici önlemler alarak, gelir dağılımının iyileştirilmesine katkı sağlamak,

sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmektir. Fon’un yürütme organı

niteliğinde olan SYDTF Genel Sekreterliği 9 Aralık 2004 tarih ve 25665 sayılı

Resmi Gazetede yayımlanan 5263 sayılı Kanun ile Sosyal Yardımlaşma ve

Dayanışma Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür. SYDGM’nin başlıca

faaliyetleri; periyodik yardımlar, sağlık yardımları, eğitim yardımları, proje

yardımları ve çeşitli sosyal yardımlar (yakacak, gıda vb. yardımlar) olarak

sıralanabilir.

Periyodik yardımlar, il ve ilçe vakıfları tarafından, gereksinimi olanlara,

gıda, yakacak, ilaç gibi acil ve gündelik ihtiyaçların karşılanması amacıyla

yapılan yardımlardır. Bu yardımlar için Fon tarafından vakıflara her ay kaynak

aktarımı yapılmakta, bu aktarımda payların belirlenmesinde, il ve ilçe

Page 150: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

136

nüfusları ile DPT tarafından belirlenen sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi

dikkate alınmaktadır. Bu amaçla, 2004 yılı itibarıyla, vakıflara 159 milyon YTL

aktarılmıştır.

Sağlık yardımları, yoksul ve sosyal güvenceden yoksun olanların

ayakta tedavi giderleri için Sağlık Bakanlığı’na aktarılan kaynaklar ve

Vakıflara gönderilen yardımlardan oluşmaktadır.

Ayrıca Sosyal Riski Azaltma Projesi(SRAP) kapsamında yürütülen

şartlı nakit transferi uygulaması çerçevesinde, sağlık muayenelerinin

yaptırılması şartıyla yoksul ailelere düzenli para transferi yapılmaktadır. Bu

uygulama kapsamında, maddi imkânsızlıklar nedeniyle 0-6 yaş grubu

çocuklarının düzenli sağlık kontrollerini yaptıramayan ailelere çocuk başına

aylık 17 YTL sağlık yardımı yapılmaktadır. 2004 yılı itibariyle şartlı nakit

transferi sağlık yardımları için aktarılan kaynak 2003-Temmuz 2005 tarihleri

arasında toplam 53,6 milyon YTL olup, yararlanıcı sayısı 644.681’dir.

Eğitim yardımları kapsamında, her eğitim ve öğretim yılının

başlangıcında ilköğretim ve ortaöğretimde okuyan dar gelirli aile çocuklarının

kırtasiye, önlük gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması için SYDGM’den kaynak

gönderilmektedir.

Ayrıca SRAP kapsamında Şartlı Nakit Transferi (ŞNT) Eğitim

yardımları yapılmaktadır. Bu yardımların yapılması okul çağındaki çocukların

okula devam etmeleri şartına bağlıdır.

SYDGM tarafından gelir getirici ve istihdam yaratıcı projelere destek

verilmektedir. Şu anda kırsal alanda sosyal destek projesi, yoksullar için gelir

getirici küçük ölçekli projeler, istihdama yönelik beceri kazandırma eğitimleri,

toplum yararına çalışmalar için geçici istihdam, sosyal altyapı ve hizmet

merkezlerinin kuruluş ve geliştirilmesi ve toplum kalkınması çalışmaları olmak

üzere farklı alanlarda proje çalışmaları desteklenmektedir.

Page 151: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

137

Bütün bu harcamaların henüz ihtiyacın altında kaldığı ve tüm ihtiyaç

sahiplerine ulaşılamadığı görülmekle beraber, sosyal harcamaların

farklılaştırılması ve yoksul ve mağdur kesimlere yönelik olarak artırılması

çabaları dikkat çekmektedir. Sosyal dışlanmanın önlenmesi için bu

yardımların kapasite ve erişebilirlik analizi yapılarak geliştirilmesi

gerekmektedir.

Korunmaya muhtaç kişiler, engelliler (özürlüler), yaşlılar, yurt dışındaki

Türk işçileri ile sağlık, işsizlik, cehalet gibi sosyal risklerden ayrıntılı olarak

söz eden Anayasamız, özellikle korunmaya ihtiyacı olan kesimlere yönelik

hizmetler için devlete önemli görevler yüklemiştir. Anayasamızın 61.

maddesine göre Devlet, zor durumda olan, kendi kendine yetemeyen ve

başkasından yardım almak zorunda kalan kişileri, sosyal hizmetler ve

yardımlarla desteklemekle yükümlü kılınmıştır. Türkiye’de sosyal hizmetler,

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel

Müdürlüğü’nün yanı sıra çeşitli kurum ve kuruluşlar eliyle yürütülmektedir.

3.6. GELİR, HARCAMA ve İSTİKRAR POLİTİKALARI

Bir ülkede sosyal barışın sağlanması ve korunması toplumsal amaçlar

içinde önemli bir konudur. Gelir dağılımı çok yönlü bir kavramdır. Kişi başına

gelir düzeyinin düşük olduğu bir durumda gelir dağılımı da eşitsiz ise, sınai

gelişme sınırlı olacaktır. Bununla beraber, insan gücünün çağın üretim

gereklerini karşılayacak düzeyde eğitim ve sağlık hizmetlerinden

yararlanamaması beşeri sermayenin oluşumuna olumsuz etki yapmaktadır.

Bu ise niteliksiz işgücünün milli gelirden alacağı payı daha da

düşüreceğinden, bu durum gelir dağılımı adaletini daha da bozacaktır

(Palamut ve Yüce, 2001: 6). Bununla beraber, sosyal barışın sağlanması,

adil gelir dağılımını gerektirirken, gelir dağılımının kendiliğinden adil olarak

gerçekleşmesi mümkün olamamaktadır. Bu nedenle, devlet tarafından gelir

Page 152: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

138

dağılımına müdahale edilmesi gerekmektedir. Bu müdahalenin şekli ve dozu

ülkelere göre farklılaşmaktadır.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, düşük gelirli grupların elinde

bulunan servet, özellikle de toprak, hızlı nüfus artışı ve miras hukukunun

etkisiyle parçalanmakta, bunun sonucunda marjinal bir ölçeğe düşen araziler

yüksek gelirli grupların eline geçmekte ve bu mülksüzleşme sürecini

hızlandırmaktadır. Bölüşüm sürecinin kendi akışına bırakılması sadece

ekonomik açıdan değil, aynı zamanda sosyal ve politik boyutlarıyla da önemli

sorunlar ortaya çıkarabilmektedir .

Dolayısıyla bu süreçte, devletin temel fonksiyonu, gelir dağılımına

yönelik politikaların belirlenmesini sağlamaktır.

Devletin temel görevi, düşük gelirlilere daha az yük getirmek, gelir

dağılımındaki uçurumları törpüleyerek yatay ve dikey adaleti sağlayacak bir

gelir politikasını uygulamak, düşük gelirli grupların eğitim ve sağlık

hizmetlerini sağlayacak bir harcama politikası izlemektir.

Diğer bir ifadeyle, gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek üzere,

devletin elinde, iki mali araç vardır. Bunlar kamu harcamaları ve vergiler.

Adil gelir dağılımını gerçekleştirmek için, Transfer harcamaları yoluyla düşük

gelir gruplarına gelir aktarımı yoluna gitmelidir.

Türkiye’de piyasa gelir eşitsizliği AB ülkeleri ile eşdeğer düzeyde

olmasına karşın, AB ülkelerinde bu eşitsizlik kamu müdahalesi ile yarı yarıya

azaltılırken Türkiye'de böyle güçlü bir yeniden dağıtım etkisi

görülmemektedir.

3.6.1. Vergi Gelirleri

Bilindiği üzere, gelirin yeniden dağılımını sağlayan en önemli araçları

sosyal nitelikli harcamalar (transfer ödemeleri) ve vergi politikalarıdır.

Page 153: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

139

Uygulanan vergi politikaları ile düşük gelir gruplarından daha az vergi alarak

harcanabilir gelirlerinin yükseltmek, diğer taraftan, yüksek gelir gruplarından

daha yüksek vergi alarak harcanabilir gelirlerini azaltmak gelirin yeniden

dağıtılmasını sağlanabilmektedir. Bir diğer yeniden bölüşüm yöntemi ise

toplanan vergileri ve kamu gelirlerinin düşük gelir gruplarına transferi yoluyla

bu grupların harcanabilir gelirleri artırmaktır (Çelik, 2004: 74).

Türkiye’de, ödeme gücü kriterine göre yatay ve dikey adaleti sağlayıcı

bir vergi sisteminin uygulanmasına engel teşkil eden unsurlar, enflasyon ve

vergi sisteminin yapısıdır. Fiyatlar genel seviyesinin sürekli ve önemli bir

ölçüde yükselmesi şeklinde kendini gösteren enflasyonun vergi gelirlerini

artırma yanında, gelir dağılımındaki bozucu etkisinin varlığı da kuşkusuzdur.

Türkiye’de yıllardır yaşanan enflasyonun yarattığı olumsuzluk nedeniyle,

vergi yükünün düşük gelir grupları üzerindeki etkisi önemlidir. Bu itibarla,

gelir dağılımı açısından incelenmesi gereken durum, vergi yükünden ziyade,

vergi yükü dağılımındaki dengesizliktir.

Özel kesime kaynak aktararak ve iç talebi kısarak ihracata dönük bir

yapısal değişimi öngören 1980 sonrası uygulanan iktisadi ve mali

programlarda, dolaylı vergilere ağırlık verilmiş ve bu uygulama sonraki

yıllarda da sürdürerek, adeta vergi yükünü alt ve hatta yoksul gelir gruplarına

mal eder hale dönüştürülmüş ve bu durum süreklilik kazanmıştır (Palamut ve

Yüce, 2001:7-10).

Tablo–3.20. Vergi Gelirleri (1990-2004) 1990 1999 2000 2001 2002 2003 2004(1)

Vergi Gel/ Toplam Harc

67,6 52,7 56,4 49,0 50,9 60,0 66,6

Dolaysız Vergi/GSMH

6,0 8,6 8,6 9,1 7,3 7,8 7,3

Dolaylı Vergi/GSMH

5,5 10,3 12,5 13,4 14,4 15,8 16,3

Page 154: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

140

Dolaysız Vergi/Ver Gel

52,1 45,4 40,9 40,5 33,7 33,0 30,8

Dolaylı Vergi/Vergi

Gel

47,9 54,6 59,1 59,5 66,3 67,0 69,2

Kaynak: Maliye Bakanlığı ,DPT

(1) Geçmiş yıllarla mukayese edilebilmesi, için Analitik Bütçe

Sınıflandırmasına göre düzenlenmiştir.

Tablo-3.20’deki verilerde görüldüğü gibi, Türkiye’deki toplam vergi

gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı giderek artmakta ve bu suretle

mevcut kişisel gelir dağılımındaki bozukluk uygulanan vergi politikasıyla daha

çarpık bir hale getirilmiş olmaktadır.

Vergi gelirlerinin bileşimi gelir eşitsizliğin iyileştirilmesinin önünde bir

diğer engeldir. Gerek dolaylı/dolaysız vergi oranları gerekse, gelirden alınan

vergilerin bileşimi vergi yoluyla gelir eşitsizliğinin iyileştirilmesine olanak

vermemekte, vergilerin bileşimi gelir eşitsizliğini daha da bozucu sonuçlar

doğurmaktadır Ülkemizde toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin

(tüketim üzerinden alınan vergiler) payı hızla artmaktadır. Dolaylı vergiler,

gelir düzeyi ne olursa olsun tüm bireylerden aynı oranda alındığı için, bu

vergilerin artışı vergi yükünün, düşük gelirli kesimlere kaymasına yol

açacaktır. Vergi politikalarının bir gelir dağılım aracı olarak kullanılabilmesinin

koşulu, dolaylı vergilerin azaltılarak dolaysız vergilerin (gelir, kazanç ve

servetten alınan) artırılmasıdır. Türkiye’de dolaylı vergilerin bütçe içindeki

payları sürekli yükselen bir seyir izlemiştir. Böylece vergi ödemeleri tüketim

harcamaları üzerine yüklenmiş ve gelirinin önemli bir kısmını harcayan,

marjinal tüketim eğilimi yüksek olan düşük gelir grupları daha çok vergi

ödemek zorunda kalmıştır (Çelik, 2004: 74).

Diğer taraftan, Gelirin yeniden dağılımı açısından önemli bir araç olan

ücret gelirlerine ilişkin vergi muafiyeti yöntemi ise son derece sınırlı

uygulanmıştır. 1981 yılında asgari ücret üzerinden vergi muafiyeti yüzde 69

Page 155: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

141

idi. Ancak daha sonraki yıllarda vergi muafiyeti sistematik olarak azaltıldı;

2003 yılında vergiden muaf ücret, asgari ücretin yüzde 15’i düzeyine düştü ve

2004 yılında ise tümüyle kaldırılmıştır. Böylece düşük ücretliler daha fazla

vergi ödemek durumunda kaldılar. Vergi politikalarının gelir eşitsizliğini artırıcı

bir diğer etkisi de vergi dilimlerine ilişkindir. Bilindiği gibi gelir vergisi artan

oranlı bir vergidir ve bu nedenle vergi dilimleri çok büyük önem taşır.

Ülkemizde ücretliler için vergi oranları yüzde 15’ten başlamakta ve yüzde 40’

kadar yükselmektedir. Her yıl bu oranların uygulanacağı vergi dilimleri

hükümet tarafından kararlaştırılmaktadır. Çalışanlardan alınan verginin reel

olarak aynı kalması için vergi dilimlerinin enflasyon oranında artırılması

gerekir. Aksi halde ücretliler daha üst oranlardan vergi ödemek zorunda kalır

ve vergi yükleri artar. Ülkemizde vergi dilimi artışları, ücretlilerin vergi yükünü

artırmanın dolaylı bir aracı olarak kullanmakta, vergi dilimlerindeki artış

enflasyonun çok altında saptanarak düşük gelirlilerden alınan reel vergi

miktarı artırılmaktadır. 2000 ve 2003 yılı ücretliler gelir vergisi (dilimlerinin)

tarifesinin karşılaştırması bu çarpıcı gerçeği gözler önüne seriyor. 2000-2003

yılları arasında gelir vergisi dilimlerinde yüzde 90 ile yüzde 100 arasında bir

artış yapılırken, aynı dönemde (1 Ocak 2000-31 Aralık 2002 arası) TÜFE

yüzde 190 oranında artmıştır . Böylece özellikle düşük ve orta gelirli ücretliler

üzerindeki vergi yükü enflasyonun çok üzerinde artış göstermiştir. Bir diğer

ifadeyle enflasyon-vergi dilimleri ilişkisi hükümetler tarafından gelir

eşitsizliğini daha da artıran ve ücretlilerin kullanılabilir gelirlerini azaltan gizli

bir vergi artış mekanizması olarak kullanılmaktadır (Çelik, 2004: 75).

3.6.2.Transferler Harcamaları

1980 öncesinde uygulanan ithal ikameci birikim modelinde iç pazara

dönük üretim yapısı, talebinde buna uyumlu olmasını gerektirmiştir.

Dolayısıyla devletin bu noktada üstlendiği rol, gelirin birikim koşullarına uygun

biçimde bölüşümünü sağlamak olmuştur. Bu dönemde ücretler, maaşlar ve

Page 156: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

142

tarımsal fiyatlar yükselmiştir. Bu süreçte konsolide bütçe harcamaları içinde

yer alan ve cari harcamaların içerinde en büyük payı oluşturan personel

harcamaları artış eğilimi göstermiştir. Personel harcamalarının 1975-1980

içerisinde konsolide bütçe içerisindeki payı %35,4 düzeyinde gerçekleşmiştir.

Aynı biçimde sosyal sermaye harcaması kategorisinde yer alan yatırım

harcamalarının 1975-1980 döneminde %20 ‘dır.

Ancak, devlet harcamaları açısından bakıldığında ve personel

harcamalarının 1980 sonrası konsolide bütçe içerisindeki gelişim

incelendiğinde, uygulamaya konulan serbest piyasa ekonomisine dayalı,

ihracat önderliğinde büyüme modelinin izlerini taşıdığı gözlenmektedir.

Personel harcamalarının seyrine bakıldığında, konsolide bütçe içindeki

payının giderek düştüğü gözlenmektedir. Yatırım harcamaları 1980 sonrası

konsolide bütçe içerisindeki seyrine bakıldığında da benzer gelişim

izlenmektedir. 1980 sonrası dönemin başında bu oran %19 iken 2000’li

yıllarda %5’e düşmüştür. Toplumsal üretimin alt yapısını oluşturan ve

üretkenlik artışları yoluyla sermaye birikimine doğrudan katkıda bulunan

sosyal sermaye kategorisindeki yatırım harcamalarında dönem boyunca

gözlenen düşüş eğilimi, serbest piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırmak

amacıyla devletin üretim sürecinden büyük oranla çekildiğini ifade etmektedir.

Yatırım harcamalarındaki düşüş eğiliminin bölüşüm ilişkileri açısından önemi

ise, devletin üretim sürecinden çekilmesiyle istihdam yaratma işlevinden

vazgeçmiş olması anlamına gelmektedir. Yatırım harcamalarındaki düşüş

eğiliminin istihdam üzerindeki etkisi ve personel harcamalarındaki düşüş

eğilimi birlikte değerlendirildiğinde, devlet bütçesi yoluyla işgücü piyasalarının

sermaye lehine geliştiği söylenebilir (Özuğurlu, 2005: 83). 1980 sonrası

dönemde konsolide bütçe kalemlerinde, bölüşüm göstergeleri açısından

değişimi önemli olan diğer kalem ise transfer harcamalarıdır. Dönem

boyunca transfer harcamalarının bütçe içerisindeki payı reel harcamalara

oranla giderek artma eğilimine girmiştir. Transfer harcamaları, kişi ve

kurumlara karşılıksız olarak yapılan harcamalardır. Bu harcamaların, hedefi

gelir dağılımında adalet sağlamaktır. Ancak, transfer harcaması türlerinin

Page 157: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

143

hepsi gelir dağılımını eşitleyici etkide bulunmazlar. Bazı transfer harcamaları

gelir dağılımında bozucu etki yaratırlar. Örneğin, kişilere doğrudan doğruya

yapılan parasal ve ayni yardımlar genellikle düşük gelirlilere ve emeklilere

yapıldığından, gelir dağılımını eşitleyici etkide bulunacaktır. Piyasa

fiyatlarının altındaki fiyatlarla mal ve hizmet sunulması, bu mal ve

hizmetlerden herkesin eşit şekilde yararlanması söz konusu ise, gelir

dağılımını değiştirici bir etki doğmamakta, ancak, bu mal ve hizmetlerden

sadece düşük gelirlilerin yararlanması durumunda gelir dağılımını eşitleyici

etki yaratılmaktadır. Borç faizi ödemeleri ise,devlete borç verenlerin,

genellikle, yüksek gelir grubunda oldukları düşünüldüğünde, gelir dağılımı

yine eşitsizlik yönünde etkilenmektedir.

Gelir dağılımıyla doğrudan bağlantılı olan transfer harcamaları, gelir

dağılımındaki adaleti sağlamada devletin elinde bulunan en önemli

araçlardan biri iken, maalesef Türkiye’de uygulanan transfer sistemi,

yoksullar ve yoksullaşma riskiyle karşı karşıya bulanan gruplar lehine gelirin

yeniden dağılımını sağlayacak bir yapı yerine, yoksulu daha da yoksullaştıran

ve gelir dağılımını varlıklı gruplar yararına, tersine yeniden dağılımı sağlayan

bir niteliğe bürünmüştür (Palamut ve Yüce, 2001: 18).

Transfer harcamalarının bileşimine bakıldığında, bu harcamaların

büyük bölümünün borç faizlerinden oluştuğu görülmektedir. Böylece, 1980

sonrası izlenen vergilerin borçlarla- her ne kadar sonradan vazgeçilmiş olsa

dahi- ikame politikasının bir sonucu, borç faizleri büyük boyutlara ulaşarak

konsolide bütçeden aldığı pay, diğer cari ve yatırım harcamalarının toplamını

aşmıştır. Örneğin, 1999 yılında transfer harcamaları konsolide bütçedeki

payı % 57olarak gerçekleşmiştir.

Page 158: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

144

Tablo-3.21.Transfer Türlerine Göre Harcamaların Toplam Transfer

içindeki Payları (%) Türler Yıllar

Serm. Teşk.

İkt. Mali Sosyal Borç faizleri

Diğer borç ödeme

Fon Ödeme

Kamu-laştırma

Diğerleri

Toplam

1983 32,0 4,9 6,9 12,0 16,9 22,9 - 3,8 0,7 100

1984 18,4 3,7 8,0 9,0 23,3 33,0 - 4,0 0,7 100

1985 6,9 4,1 4,0 11,4 27,2 41,9 - 3,6 0,8 100

1986 2,8 4,3 4,6 9,7 38,1 37,3 - 2,4 0,8 100

1987 7,2 5,0 3,9 8,8 38,6 32,8 - 2,6 1,1 100

1988 8,8 5,0 3,5 8,5 47,8 23,9 - 1,5 1,0 100

1989 8,0 3,0 3,6 9,8 50,4 22,9 - 1,0 1,1,3 100

1990 6,7 4,0 3,9 6,9 55,8 18,9 - 2,1 1,7 100

1991 21,8 5,5 4,4 4,9 45,6 15,1 - 1,2 1 1,5 100

1992 12.0 2.7 2.7 7.5 51.5 18.8 - 1.3 3.5 100

1993 10.2 3.9 1.6 6.2 51.2 10.3 13.3 0.8 2.5 100

1994 4.8 3.2 1.4 8.3 62.4 7.2 10.2 0.4 2.1 100

1995 5.2 3.3 2.7 12.8 59.1 7.9 6.7 0.3 2.2 100

1996 2.8 4.5 1.9 14.8 61.9 5.2 7.0 0.3 1.6 100

1997 6.5 7.4 2.0 17.7 49.3 6.3 8.4 0.5 1.9 100

1998 1.9 2.7 0.9 16.1 65.5 6.2 4.5 0.4 1.7 100

1999 3.0 2.5 0.9 17.0 61.7 7.3 5.7 0.3 1.6 100

2000 3,5 2,6 1,2 11,9 66,8 6,0 6,5 0,4 1,2 100

2001 2,7 3,4 0,6 10,0 73,3 5,9 2,6 0,2 1,1 100

2002 1,8 4,4 1,0 15,7 66,8 8,2 0,3 0,3 1,4 100

2003 1,0 4,8 1,4 18,5 61,8 10,3 0,3 0,3 1,6 100

2004 0,90 6,0 2,4 18,9 57,0 11,6 0,1 0,1 3,0 100

Kaynak: T.C.Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Çeşitli Yıl

Bütçe Gerekçeleri Serm. Teşk: Kurumlara Katılma ve Sermaye teşkilleri İkt: İktisadi Transfer ve

yardımlar

Page 159: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

145

Tablo 3.22. Transfer Harcamalarının GSMH’ya Oranı (%) Yıllar Toplam transferler

harcamaları Faiz ödemeleri

1975 4,65 0,49

1976 5,47 0,45

1977 6,99 0,48

1978 6,96 0,46

1979 8,19 0,62

1980 7,50 0,59

1981 7,12 0,94

1982 5,17 0,82

1983 7,69 1,52

1984 7,23 1,99

1985 6,19 1,91

1986 6,82 2,60

1987 7,82 3,02

1988 8,07 3,85

1989 7,11 3,59

1990 6,27 3,52

1991 8,31 3,79

1992 7,09 3,65

1993 11,38 5,83

1994 12,30 7,67

1995 12,41 7,33

1996 16,15 10,00

1997 15,72 7,75

1998 17,61 11,54

1999 22,18 13,69

2000 24,37 16,27

2001 31,72 23,27

2002 28,44 18,86

2003 26,57 16,43

2004 23,13 13,19

2005** 19,3 9,4

Kaynak : DPT,2005

** Maliye Bakanlığı

Page 160: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

146

Tablo’dan da görüleceği gibi transfer harcamaları 1975’den 2004’e

kadarki dönemde yaklaşık 5 kat artış göstermiş, ancak transfer harcamaları

içinde faiz ödemelerinin payı da yaklaşık 13 kat artmış, sosyal transfer

harcamalarının payı diğer transfer harcamaları içinde geride kalarak gelir

dağılımını dolayısıyla yoksulluğu azaltmaya yetmemiştir.

TÜSİAD tarafından yapılan bir araştırmaya göre transferlerin yoksulluk

üzerine etkisi,1987 yılında %16,5 olan yoksulluk oranı , %15,5 a düşmüştür.

1994’te ise %17,2’den %14,5’a düşürücü etkisi olmuştur. Ancak etki burada

sınırlı kalmıştır.

Tablo- 3.23.1990 başı ve 1995 ortaları Kişi Başına GSMH, Gelir Dağılımı ve Yoksulluk

(Parantez içindeki sayılar ülkelerin sıralamadaki yeri)

Ülke Reel GSMH/Kişi

Başına $ ppp

(milyon $)

Gini katsayısı

En düşük %10

En yüksek

%10

Yoksulluk Yoksulluk azaltılmasında etkinlik

Sosyal transferlerden

önce yoksulluk

Sosyal transferl

erden sonra

yoksulluk

Avusturya 21.322(3) 23.1(8) 4.4(1) 26.8(3) Veri yok Veri yok Veri yok Danimarka 21.983(2) 24.7(7) 3.6(3) 20.5(7) 7.5(4) 36.6(6) 5.5(7) İrlanda 17.590(8) 35.9(2) 2.5(5) 27.4(2) 11.1(3) 44.7(3) 19.6(2) Hollanda 19.876(6) 31.5(5) 2.9(4) 24.7(5) 6.7(5) 43.6(4) 9.9(2) Almanya 20.370(5) 28.1(6) 3.7(2) 22.6(6) 5.9(6) 40.5(5) 10.3(5) Fransa 21.176(4) 32.7(3) 2.5(5) 24.9(4) 7.5(4) 44.9(2) 12.6(3) İngiltere 19.302(7) 32.6(4) 2.4(6) 24.7(5) 13.5(2) 45.1(1) 12.4(4) ABD 26.977(1) 40.1(1) 1.5(7) 28.5(1) 19.1(1) 35.8(7) 23.2(1)

Kaynak : Dünya Bankası Raporları

Ppp: satınalma gücü paritesi

Görüldüğü gibi sosyal transferlerin yoksulluk üzerine etkisi gelişmiş

olan ülkelerde çok olumlu sonuçlar doğurmuştur.

Page 161: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

147

3.6.3. Faiz Dışı Fazla

Türkiye ekonomisinde son zamanlarda maliye politikalarının ana

noktasını faiz dışı fazla ile ilgili konular oluşturmaktadır. Faiz dışı fazla

ekonominin borç stoğuyla ilgili olduğu kadar sosyal harcamalarla da ilişkili

halde bulunmaktadır. Borç ve borcun faiz giderleri ekonomiye büyük bir yük

oluşturmaktadır. Ekonominin bu yükten kurtulabilmesi için gerekli olan koşul

faiz dışı fazla vermektir. Faiz dışı fazla vermenin iki temel yolu

bulunmaktadır. Bunlardan biri giderleri azaltmak, diğeri ise gelirleri

artırmaktır. Giderleri kısmanın yollarından biri ve en kolay uygulanabilir olanı

sosyal harcamaları azaltmaktır. Bu yöntem ciddi olarak düşünülmesi gereken

bir karardır. Çünkü etkileri tüm ekonomi üzerinde önemli boyutlarda

gerçekleşebilir ve uzun dönemli olarak da kalkınmayı engelleyici bir

olumsuzluk yaratabilir. Diğer çözüm yolu olan gelirleri artırmak ise vergi

gelirlerini yükseltmekle ya da özelleştirme gelirleriyle sağlanabilir. Ancak

özelleştirme gelirleri , özelleştirilecek kurum/kuruluş kalmadığı zaman bir

çözüm olamayacaktır. Benzer bir biçimde vergi gelirlerini artırmak için yapılan

artan vergi oranları da olumsuz etkileri meydana çıkarabilir. Bu durumda

yapılması tercih edilen giderleri kısıcı maliye politikalarıyla faiz dışı fazlayı

çoğaltmak olmaktadır.

Türkiye ekonomisi ilk istikrar programıyla 1946 yılında tanışmıştır. IMF

destekli bu programlar uygulanacak olan sıkı para ve sıkı maliye

politikalarıyla içinde bulunulan kriz durumundan kurtulabilmeyi

öngörmektedir. Kamu sübvansiyonlarının kısılması, serbest piyasa ekonomisi

koşularının sağlanması için gerekli düzenlemelerin yapılması , kamunun

faaliyet alanlarının sınırlandırılması, destekleme alımlarının yapılmasını

önlemek, özel sektör girişimciliğini özendirmek olmaktadır. Burada amaç

daha çok harcamaları kısıp, faiz dışı fazlayı artırmak olmaktadır. 24 Ocak

1980 sonrası uygulanan istikrar politikaların ortak noktası kamunun payını

düşürücü eğilimlerin bulunmasıdır. İstikrar politikalarında temel amaç gelir

dağılımı adaletini sağlamak olduğu söylenmektedir ancak talep kısıcı ve

Page 162: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

148

harcamaları azaltıcı IMF destekli istikrar politikalarında faiz dışı fazlayı

artırmak ancak sosyal harcama kalemlerinde bir düşmeyle yapılmaya

çalışılmaktadır. Bu durumda da gelir dağılımı adaletsizliği bulunan Türkiye’de

adaletsizliği bozucu değil, perçinleştirici etkisi olmaktadır. Çünkü zaten bu

tarz harcamaları daha çok kendi cebinden yapan hane halkları içinde yoksul

olanlara daha çok yük binmektedir. Ayrıca 1980 sonrasında uygulanmaya

başlanan istikrar politikalarında sermaye kesimi ve ücretli kesimin milli

gelirden aldıkları paydaki değişime bakacak olursak, kısmen daha az bir

kesimi oluşturan sermaye geliri elde edenler daha kazançlı olmuştur ve gelir

dağılımı adaletsizliği bu aşamadan itibaren daha bariz olarak karşımıza

çıkmaktadır.

Tablo-3.24. Faiz Dışı Fazlanın Milli Gelire Oranı(%)

Yıllar Faiz dışı fazla/GSMH

1998 4,4

1999 2,0

2000 5,7

2001 7,1

2002 4,3

2003 5,3

2004 5,7

2005 7,7

2006* 6,7

Kaynak : Maliye Bakanlığı

* gerçekleşme tahmini

Page 163: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

149

1998-2006 yılları arasında faiz dışı fazla yaratmak için sosyal

harcama kalemlerinde devlet bir tasarrufa gitmiştir. Ancak bu tür

harcamaların finansmanını sağlamak büyük ölçüde hane halklarına kalmıştır

.

Daha çok neo liberal iktisadi düşüncenin ana önermesi olan ve

özellikle gelişmekte olan ülkelerde kamunun yüksek kamu harcamaları

yapması, ekonomik büyüme önünde ciddi bir engeldir şeklindeki bir yaklaşım

neticesinde, sosyal harcama programlarında, örneğin, işsizlik sigortası

(sosyal transfer)gibi bir destekleme etkin bir politika aracı olarak

görülmemektedir. Ancak sosyal harcamalarda meydana gelen kısıtlamalar

yaşam standardının düşmesinde etkili bir faktördür ve ekonomik faaliyetleri

de tehlikeye sokmaktadır.

Özellikle IMF ile olan ilişkiler sonucunda , sosyal harcama

kalemlerinde yapılması gereken azaltmalar, finansal krizler sonrası

uygulanmaya çalışılan yapısal uyum programlarının bir uzantısı olarak

Türkiye’ye dayatılmaktadır. Öyle ki ekonomik hayatta ciddi durgunluğa yol

açabilecek bu tarz kısıtlamalar çoğunlukla gelir bakımından güçsüz olan

zümrelerin etkilenmesiyle sonuçlanmaktadır. Chang’a göre ise sosyal

program harcamalarına en çok finansal kriz zamanlarında ihtiyaç duyulur

(Chang-Grabel ,2005; 245). IMF , Asya ülkelerinin etkilendiği 1990’ların

sonundaki kriz sonrası yapılan sosyal harcama kısıntılarının aşırı bir

uygulama olduğunu kabul etmiştir (Chang-Grabel, 2005: 245).

3.7. SOSYAL HARCAMALAR VE YOKSULLUK

Eğitim ve sağlık harcamalarının bütçe içindeki payı ile yoksulluk

arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bu harcama kalemlerinin düşük

gerçekleştiği ülkelerde yoksulluğun daha yüksek olduğu, nüfusun daha büyük

bir kısmını etkilediği görülmektedir. Eğitim ve sağlık harcamaların yalnızca

Page 164: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

150

bireysel etkileri bulunmamakta, beraberinde ise işgücü verimliliğinde

düşüklüğe neden olduğu için, bütün aile fertleri üzerine de doğrudan etkileri

bulunmaktadır. Özellikle eğitim düzeyi ile yoksulluk arasındaki ilişki negatif

yönlü olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe yoksulluğun azaldığı

bilinmektedir

Tablo-3.25. Eğitim Düzeyi ve Yoksulluk Yıllar Eğitim düzeyi

2004 2005

Okuryazar olmayan %45,11 % 37,81

İlkokul mezunu %25,49 %22,47

Lise ve dengi lise mezunu

%8,28 %6,79

Yüksekokul-fakülte mezunu

%1,33 %0,79

Kaynak: TÜİK 2004 ve 2005 Yoksulluk Çalışması

Eğitim harcamalarının sosyal harcama kalemleri içinde, daha ön plana

çıkan bir harcama kalemi olmasının nedeni, eğitim harcamaları ile ekonomik

büyüme arasında da önemli bir bağın olmasıdır. Bu nedenle devletin özellikle

eğitim harcamaları finansmanından çekilmeye başlaması, büyümeyi beşeri

sermaye yönüyle geri plana atması anlamına gelmektedir

Ancak sosyal harcamalar yalnızca eğitim ve sağlık harcamalarından

ibaret değildir. Bunların yanı sıra sosyal güvenlik harcamaları, sosyal hizmet

harcamaları, ve yukarda değinilen diğer harcamalarda bu kapsamda yer

almaktadır. Sosyal harcamalarda devletin yapacağı harcamalar çok büyük

önem taşımaktadır. Çünkü bu harcamalarda meydana gelen artışlar , toplum

içinde yaşayan bireylerin çok büyük bir kısmını olumlu yönde etkileyecektir.

Özellikle Türkiye’de yoksulluk oranının 2005 verilerine göre göreli yoksulluk

Türkiye genelinde %16,16, kent’te %9,89 kırda ise %26,35 düzeyinde

olduğu ve yoksul sayısının 14.081 milyon kişi olduğu ülkemizde taşıdığı

Page 165: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

151

önem daha açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Burada diğer önemli bir husus

ise, yapılan bu sosyal harcamaların büyüklüğünden ziyade, sosyal

harcamaların toplumun içindeki gruplar arasında dağılımındaki adalettir.

Sosyal harcama kalemlerinde yapılan düşüşler özellikle gelişmekte

olan ülkeler tarafından IMF destekli bir yapısal uyum programı uygulanıyorsa,

bu yönlü destek gören bir mekanizma olarak düşünülmektedir. Bu yaklaşımla

birlikte gelişmekte olan ülkelere denk bütçe uygulaması ön görülmektedir.

Ancak gelişmiş ülkelerin geçmiş zamanlarına bakıldığında, kısılması

öngörülen harcamaların ekonomik büyüme için yüksek oranlarda

gerçekleştiği görülmektedir.

Tablo-3.26 Türkiye’de Sosyal Harcamalar

Yıllar 1993 1994 1999 2000 2001 2002 2003 2004 200

5

Sos.Harcamalar/

GSMH

5,22 4,62 4,94 4,93 4,25 4,95 5,41 7,21 5,9

Sosyal Harcamalar/Kon.B

26,2 21,9 14,2 13,2 15,5 13,8 13,1 16,0 18,

4

Kaynak: Yrd.Doç.Dr.Gülay Akgül YILMAZ, OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal

Devlet ve Sosyal Harcamalari

Tablo-3.26’te görüldüğü gibi sosyal harcamaların konsolide bütçe

içindeki payı azalma eğiliminde iken, GSMH içindeki payı artma eğilimindedir.

Yani kamu tarafından yapılan sosyal harcamalar düşmüş, hane halkları

tarafından yapılan sosyal harcamalar ise yükselmiştir. Özellikle kriz

dönemlerinin dikkate alınarak verilmiş olan bu sosyal harcama oranlarında

1994 krizinde görülen azalma 2001 krizine kıyasla daha kötüdür.

Page 166: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

152

Diğer taraftan Türkiye’de medyan gelirin yarısı yaklaşımına göre

yoksulluk oranları incelendiğinde, yoksulluk oranının arttığı görülmektedir.

Tablo-3.27. Türkiye’de göreli yoksulluk

Yıllar 1994 2001 2002 2003 2004 2005

Oran (%) 15,7 21,5 14,74 15,51 14,18 16,16

Sayı (bin kişi)

* * 10080 10730 9967 11574

Kaynak : TÜİK

Görüldüğü gibi göreli yoksulluk oranı 1994-2005 arası dalgalı bir seyir

izlemiş ancak 1994’ten 2005’e %0,46’lik artış olmuştur.

Yoksulluk oranlarının artmaya başladığı, ancak buna karşılık devletin

harcamalarını kısmaya yönelmesi ve bu tür harcamaları arttırmayı bir yük

olarak görmeye başlamasıyla birlikte yoksulluk daha da artmıştır. Sosyal

devlet anlayışından uzaklaşılmasıyla birlikte, bütçe harcamaları payının

düşmesi, zaten yeterli görülmeyen eğitim ve sağlık gibi sosyal harcamaların

finansmanından çekilen devlet, bu tür harcamaları hanehalklarına bırakması,

hanehalkı içinde yoksul olan kesimin bu tür hizmetlerden mahrum kalarak,

yoksulluğun bu kesimlerde daha da artmasına neden olduğu görülmektedir.

Page 167: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

153

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE GELİR DAĞILIMI, YOKSULLUK VE TRANSFER HARCAMALARININ ETKİLEŞİMİ

Türkiye 1980 öncesinde uygulanan ithal ikameci birikim modelinin iç

pazara dönük üretim yapısı, 1973-1974 petrol krizlerinin de etkisiyle ağır bir

ekonomik bunalıma girmiş ve uygulanan bu politikalar yerini yeni ekonomik

politikalara bırakmıştır. 24 Ocak 1980 tarihinde “24 Ocak Kararları” olarak

anılan ve yapısal dönüşümleri içeren bu politikalar bir dizi programlar

içermektedir. Açıklanan bu programda, devletin ekonomideki payının

azaltılması, dış ticaretin serbestleşmesi, yabancı sermayenin teşvik edilmesi

gibi uygulamalarla Türkiye’nin dünya ekonomisine eklemlenmesi

hedeflenmiştir.

Bu amaçları gerçekleştirmek üzere uygulamaya konulan istikrar

politikalarının temel yönelimleri, ücretlerin kısılması, ve dondurulması yoluyla

iç talebin kısılması, sosyal amaçlı sübvansiyonların kaldırılması, yapısal

dönüşümü gerçekleştirmek üzere ekonomik ve sosyal alandaki devlet

müdahalelerinin azaltılması ve sanayi, ticaret ve finans kesimlerinin dışa

açıklamasını sağlamaktır.

1980’lerden itibaren uygulamaya konan istikrar ve yapısal uyum

politikaları, mal ve hizmet hareketlerinin serbestleştirilmesiyle birlikte dışa

açılımının gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. İhracat önderliğinde büyüme

modelinin benimsenmesi sonucu iç talebin kısılması temel politika aracı

olmuştur. Bu dönemde milli gelirden aldıkları pay açısından maaş ve

ücretliler ile tarım kesiminde sürekli bir düşüş yaşanmış, buna karşılık

sermaye gelirleri sürekli bir artış göstermiştir. Sonuç olarak bu dönemin

Page 168: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

154

belirgin politikası, düşük ücret politikası,düşük tarımsal fiyatlar, serbest faiz

politikası, düşük vergi yükü olarak belirlenmektedir.

İzlenen politikaların yansıması olarak devlet bütçesi incelendiğinde,

cari harcamaların ve yatırım harcamalarının oransal olarak düştüğü

izlenmektedir.

Gelirin yeniden dağıtımında etkin olan transfer harcamalarının 1980

sonrası dönemde gelişimi incelendiğinde ise, transfer harcamalarının bütçe

içindeki payının reel harcamalara oranla arttığı gözlenmektedir. Transfer

harcamalarındaki gözlenen artışın en önemli nedeni ise transfer harcamaları

içerisinde bulunan faiz ödemelerinin kamu finansman açıklarına bağlı olarak

artmasıdır. Türkiye’nin dünya ekonomisiyle bütünleşmesi anlamında dışa

açıklık oranlarının seyri 1980 sonrası artmış 1987 yılından itibaren de hız

kazanarak devam etmiştir. Küreselleşmeyi dışa açıklık olarak

tanımladığımızda, küreselleşme sürecinin gelir dağılımı ve yoksulluk üzerine

etkilerin saptanmasında dışa açıklık oranlarının transfer harcamaları üzerine

etkilerinin analizi önem kazanmaktadır.

Bu bölümde, Türkiye’de küreselleşme ve transfer harcamalarının

etkileşimi incelenecektir. Küreselleşme Dünya Bankasının tanımında da

belirttiği gibi dışa açıklık oranı ile ifade edilecektir. Dışa açıklık oranı (DAO)

olarak ihracat/GSMH değerleri alınacaktır.

Diğer taraftan gelir dağılımı verilerine dayanarak transfer

harcamalarının hangi gelir gruplarına aktarıldığı analiz edilecektir.

Page 169: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

155

4.1. TÜRKİYE’DE KÜRESELLEŞME VE TRANSFER

HARCAMALARININ GELİŞİMİ: VAR ANALİZİ

Türkiye 1980 sonrası ithal ikameci ve müdahaleci devlet anlayışına

dayanan politikaları uygulamadan kaldırarak, serbest piyasa ekonomisinin

geçerli olduğu neo klasik politikaları uygulamaya başlamıştır. İzlenen bu

politikalar ile Türkiye’nin ekonomisi hızla dışa açılarak dünya ekonomisi ile

bütünleme sürecine girmiştir. Türkiye’nin küreselleşmesi 1987 yılında hız

kazanarak, 2000 yılında artmıştır. Küreselleşme, Dünya Bankasının yapmış

olduğu tanım dikkate alınarak dışa açıklık oranı ile ifade edilecektir. Bu

uygulamada dışa açıklık ile transfer harcamaları arasındaki ilişki incelenirken

iki yöntem kullanılmıştır. Bunlar regresyon analizi ve vektör otoregresif

(vector autoregressive, VAR) analiz yöntemidir.

4.1.1. Yapılmış Çalışmalar

Buğra ve Sınmazdemir (2004) yaptıkları çalışmada, yoksullukla

mücadelede nakit gelir desteğinin, hem gerekliliği hem de olabilirliği

tartışılmıştır. Çalışmada yoksul hane ve yoksulluk sınırı tespitlerine dayanan

birkaç senaryo oluşturularak bir maliyet hesaplaması yapılmıştır. Yoksullukla

ilgili istatistiksel verilere dayanan bu hesaplamanın, yoksul ailelere verilecek

düzenli bir nakit gelir desteğinin maliyetinin karşılanabilir olup olmadığı

araştırılmıştır. Çalışmada, yoksullara yapılacak nakit gelir desteği miktarına

bağlı olarak maliyet senaryoları yapılarak GSMH’ya ve Konsolide Bütçe

Giderlerine oranları çıkartılmıştır. Sonuç olarak uygulamaya konulabilecek,

DİE 2004 raporuna göre göreli yoksulluk oranını, hem de Dünya Bankasının

2003 tarihli raporuna göre günde 2,15 doların altında bir gelirle yaşayan

kimselerin nüfusa oranını oluşturan %14’lük kesimine tekabül eden hane

Page 170: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

156

sayısına ve ayda 65 dolarlık bir gelir desteğine dayanan senaryonun en

anlamlı olacağı sonucuna ulaşılmıştır.

Nicita (2004) çalışmasında, Meksika ekonomisindeki bölgesel

farklılıklar dikkate alınarak,1989 ve 2000 yılları arasında Meksika’daki

ticaretin liberalleşmesinin, gelir dağılımı üzerindeki etkileri analiz

edilmektedir. Ticaretin liberalleşmesinin hanehane halkı üzerindeki etkisini

hesaplamak için, kırsal hanehalkı modeliyle ilişkilendirmiştir. Elde edilen

sonuçlara göre küreselleşme hayvansal olmayan tarım ürünlerinin nispi

fiyatlarını indirdiği, tüketim maliyetini düşüren, kentsel ve kırsal alanda aralığı

açarak, bölgesel eşitsizliği arttırmaktadır. Ticaretin liberalleşmesinin işçi

ücretlerine etkisi ise vasıflı işçiler lehine gelişme göstermiştir. Vasıfsız

işçilerin ücretleri ticaretin liberalleşmesinin bir sonucu olarak düşmektedir.

Coğrafi dağılım bakımından eşitsizlik görülmektedir. ABD sınırlarına yakın

eyaletler, güneydeki az gelişen eyaletlere göre üç kat fazla kazanmaktadır.

Yoksulluk açısından bakacak olursak, 1989-2002 yılları arasında,

ticaretin liberalleşmesiyle yoksulluk oranı %3 azalmıştır.

Dollar ve Kraay (2001) çalışmalarında, küreselleşmenin eşitsizlik ve

yoksulluk üzerindeki etkilerinin araştırılması günümüzün en önemli

konularından biri olarak görüp, önce gelişmekte olan ülkelerden

bazılarının(Arjantin, Çin, Hindistan, Meksika, Taylant ) küreselleşme yolunda

daha ileri olduklarını belirtirler. Çin, Hindistan ve diğer büyük ülkelerin birkaçı

bu grubun bir parçası olduğu için, büyüyen dünya nüfusunun yarısından

fazlası bu küreselleşen ülkelerde yaşadıklarını ifade etmektedirler. 1980

sonrası dönemde, ticarette büyük artışlar ve gümrük tarifelerinde önemli

düşüşlerin, zengin ülkeleri ve diğer gelişmekte olan ülkelerin büyüme

oranlarındaki düşüşe rağmen, söz konusu ülkelerde artış olduğu bu

durumda ise yoksul kesimin gelirinin orantılı bir şekilde arttığını, buna karşın

gelir dağılımı ile büyüme oranının birebir gitmediğini, varyans ve regresyon

analizleri kullanarak bulmuşlardır.

Page 171: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

157

Manovic ve Squire (2005) çalışmasında, küreselleşme ve gelir

eşitsizliği arasında yeni bir ilişki aranmıştır. 1980-2000 dönemi incelenmiştir.

Küreselleşmenin gelir dağılımını üzerine etkisini, ücret gelirleri veri setini

kullanarak analitik olarak araştırmışlardır.

Borraz ve Lopez- Cordere (2005) yaptıkları çalışmada, 1990 sonrası

küreselleşmeye hızlı entegre olan Meksika’ da, gelir dağılımının gelişimini

incelemişlerdir. Analizlerinde hane halkı anket verilerinden yararlanarak,

örnekleme teknikleri kullanmışlardır. Uygulama dönemi olarak 1992-2002

yılları arası seçilmiştir. Sonuç olarak ise Meksika’da küreselleşmeye daha

yakın bağlantılı olan eyaletlerde gelir dağılımının daha adil olduğunu olduğu

sonucuna ulaşmışlardır.

4.1.2. Uygulama ve Bulgular

4.1.2.1. Regresyon Analizi

1975-2002 yılları arasında yıllık veriler kullanılarak küreselleşmenin

transfer harcamalarına etkisini ölçmek için basit tek değişkenli ekonometrik

bir model kurulmuştur. Öncelikle sahte regresyon sorunundan sakınmak için

kurulan modeli tahmin edebilmek için verilerin durağan olup olmadıkları

incelenmiştir. Bulunan sonuçlar Tablo 4.1’da özetlenmiştir. Çalışmada

değişkenlerin durağan olup olmadığı önce serilerin korelogramları

incelenerek daha sonra da Augmented Dickey Fuller (ADF) birim kök testi

(unit root) uygulanarak araştırılmıştır.

Page 172: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

158

Tablo 4.1: ADF Test İstatistikleri

Değişkenler Düzey DURAĞAN MI?

DAO -0.693292 DURAĞAN

TOPGS -0.663933 DURAĞAN

* Parantez içindeki rakamlar AIC kriterine göre belirlenmiş optimal geçikme değerleridir.

** Birinci farklar trend içermemektedir

*** McKinnon kritik değerlerine göre %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki istatistik tablo değerleri sırası ile –3.699871, -2.976263 ve –2.627420 dır.

Buna göre modelde kullanılan iki değişken de birim kök

taşımamaktadır yani durağan bir yapı göstermişlerdir. İki değişken de oran

olarak analize girmiştir. Modelde D2 ile gösterilen kukla değişken

kullanılmıştır. D2, 1975-1987yılları arası için “0”, 1988-2002 yılları arası

içi”1”’dir.

Tahmin edilen denklemde değişkenlerin işaretleri beklentilerimiz

doğrultusunda çıkmıştır. Buna göre dışa açıklık oranı transfer harcamalarını

ters yönde etkilemiştir. Düzeltilmiş R2 0.71 olarak bulunmuştur. Denklemde

kullanılan dışa açıklık oranı ve kukla değişkenlerin transfer harcamalarındaki

değişimi açıklama gücü yüksektir. Denklemin bütün halinde istatistiksel

olarak anlamlı olup olmadığını ölçen F istatistiği ise 23 olarak bulunmuştur.

Denklemde otokorelasyon olup olmadığını gösteren Durbin-Watson istatistiği

1.82 olarak bulunmuştur. Dolayısıyla denklemde bir otokorelasyon problemi

bulunmamaktadır. Denklemde kullanılan bağımsız değişkenlerin istatistiksel

olarak anlamlı olup olmadığını gösteren t-istatistiklerini incelediğimizde,

hepsinin de %1 önem derecesinde anlamlı olduğu görülmektedir. Sonuçları

gösteren tablo aşağıdadır.

Page 173: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

159

Tahmin edilecek model,

TOPGS=α0 +β1 DAO+ β2 D2+ β3 ( D 2+ DAO)+ε1

TOPGS0 Toplam Transfer Harcamaları/GSMH

DAO= İhracat/ GSMH

D2= Kukla Değişken

1975-1987 yılları arası “0”

1988-2002 yılları arası”1” dir.

Tablo-4.2 EKK Yöntemi ile Toplam Transfer Harcamaları/GSMH f(Dışa açıklık oranı)

Dependent Variable: TOPGS Method: Least Squares Date: 03/31/07 Time: 03:44 Sample: 1975 2002 Included observations: 28

Variable Coefficient Std. Error t-Statistic Prob. DAO -0.145589 0.052440 -2.776289 0.0105D2 -6.245248 1.047631 -5.961306 0.0000C 4.168659 0.541284 7.701426 0.0000

D2*DAO 0.439809 0.066902 6.573925 0.0000R-squared 0.742576 Mean dependent var 3.488145Adjusted R-squared 0.710397 S.D. dependent var 1.735133S.E. of regression 0.933757 Akaike info criterion 2.832363Sum squared resid 20.92566 Schwarz criterion 3.022678Log likelihood -35.65308 F-statistic 23.07708Durbin-Watson stat 1.823720 Prob(F-statistic) 0.000000

Modelde dışa açıklık oranı β1 , -0.14 olarak tahmin edilmiştir. Yani

DAO 1 brim arttığında transfer harcamaları 0,14 birim azalmaktadır. Ayrıca

1988 yılından itibaren konulan kesişim kukla değişkeni (D2) ve dışa açıklık

oranına konulan eğim kukla değişkeni de istatistik olarak anlamlı olmaktadır.

Bu iki değişkenden bahsedilen yılda politika değişikliklerinin olduğu tespiti

yapılabilmektedir.

Page 174: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

160

Sonuç olarak beklentilerimiz doğrultusunda, Türkiye’nin dışa açıklığı

arttıkça transfer harcamaları azalmaktadır. Bunun en önemli nedeni transfer

harcamaları içinde faiz ödemelerinin azalmasıdır.

Diğer taraftan, ülkemizde son dönemlerde IMF’le yapılan anlaşmalar

çerçevesinde, maliye politikasının temel önceliği, mali disiplini sağlayarak faiz

dışı fazla vermek ve faiz dışı fazlayı arttırmaktır. Faiz dışı fazlayı arttırmak,

sosyal harcamaların kısılması ile yapılmaktadır.

4.1.2.2. VAR Analizi

VAR analizinde değişkenlerin eşanlı olarak birbirini etkilediği varsayılır.

Analiz aynı zamanda hem model içinde (endojen) hem de model dışında

(exojen) tanımlanabilen değişkenlerin otoregresif yapıda analizini

içermektedir. VAR modelinde her değişken, hem kendi hem de diğer

değişkenlerin bir fonksiyonu olarak yazılmaktadır.

Değişkenler arasındaki karşılıklı ilişkileri ortaya çıkarılması amaçlanan

VAR modelleri son yıllarda ekonometrik çalışmalarda sıkça başvurulan bir

analiz yöntemi olmuştur.

Pagan (1987), VAR modelini dört adımda özetlemektedir:

i. Veriler VAR’a uygun bir forma dönüştürülür (durağanlaştırılır),

ii. Nedensellik testi yardımıyla gecikme değerleri ve değişkenler

seçilir,

iii. Gecikme değerleri azaltılarak ve katsayılar düzleştirilerek VAR

basitleştirilmeye çalışılır,

iv. Ortogonalizasyon işlemiyle şoklar elde edilir.

VAR analizinde, öngörü hatasının varyans ayrıştırması vasıtasıyla, bir

değişken üzerinde en çok etki eden değişkenin hangisi olduğu

Page 175: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

161

belirlenebilmektedir. Etki-tepki fonksiyonu, ilgili değişken üzerinde en çok etki

eden değişkenin politika aracı olarak kullanılıp kullanılamayacağını ortaya

koyar.

VAR analizinde ilk aşama değişkenlerin durağanlığının

araştırılmasıdır. Bunun nedeni, zaman serisi analizleri için geliştirilmiş olan

olasılık teorilerinin sadece durağan zaman serileri için geçerli olmasıdır.

Çünkü durağan olmayan zaman serileri için t, F, χ2 testlerine dayalı

geleneksel hipotez testi sonuçları kuşkulu hale gelmektedir (Gujarati, 1995:

707). Zaman serilerinde durağan olmama durumu genelde, “zamanla

değişen ortalama” ve “zamanla değişen varyans” olmak üzere iki şekilde

ortaya çıkmaktadır. Eğer bir zaman serisi durağansa, onun değerleri sabit

ortalama (μ) etrafında değişir. Seri durağan değilse sabit bir ortalama yoktur

(Bowermann and O’Connel, 1979: 340).

VAR denklemleri ekonomik yorum açısından fazla bir şey ifade

etmediğinden değişkenler arasındaki dinamik ilişkiler varyans ayrıştırması ve

etki-tepki fonksiyonu aracılığıyla incelenmektedir. Etki-tepki fonksiyonu ile her

bir değişkenin hata terimlerindeki şoklara nasıl tepkiler verebilecekleri

izlenmiş olur. VAR modelinden hareketle varyans ayrıştırması

hesaplanmadan önce, değişkenlerin en dışsaldan içsele doğru sıralanması

gerekmektedir. Bu çalışma iki değişken içerdiğinden Granger nedensellik

yapılmasına gerek görülmemiştir. Optimal gecikme sayısı AIC katsayısını

minimize edecek şekilde alınmıştır.

Çalışmada tahmin edilecek ve VAR analizinde kullanılacak model

aşağıdaki gibidir:

111

t

q

iiti

m

iitit uDAOTOPGSTOPGS ++= ∑∑

=−

=− βα

211

t

s

iiti

r

iitit uTOPGSDAODAO ++= ∑∑

=−

=− θγ

Page 176: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

162

Çalışmanın amacı dışa açıklık oranının transfer harcamaları

üzerindeki etkilerini belirlemektir. Burada TOPGS transfer harcamalarını,

DAO dışa açıklık oranını temsil etmektedir. Bu değişkenler aralarındaki

ilişkinin analiz edileceği karar değişkenleri, u1 ve u2 ise hata terimleridir. Hata

terimlerine VAR tekniğinde etkiler (impulses) veya yenilik (innovations)

denilmektedir.

Modelde 1975-2002 dönemine ait yıllık veriler kullanılmıştır.

VAR analizinde kullanılan değişkenlerden küreselleşmeyi temsilen

1975-2002 yılları dışa açıklık oranları(DAO) alınmıştır. Dışa açıklık oranı,

ihracat/GSMH’dır. DAO veriler Dünya Bankası elektronik veri dağıtım

sisteminden elde edilmiştir. Transfer harcamaları verilerinde ise Yrd. Doç.

Dr. Gülay Akgül YILMAZ, OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve

Sosyal Harcamalar (2006) çalışması ile Maliye Bakanlığı verileri kaynak

olarak kullanılmıştır. En küçük kareler yöntemi ve VAR analizinde E-VIEWS

3.1 bilgisayar paket programı kullanılarak denklemler tahmin edilmiştir.

Bölümde dışa açıklık oranındaki artışın transfer harcamalarını ne

ölçüde etkilediği incelenmiştir. Bu zaman serisi analizinde yine dışa açıklık

oranı ile transfer harcamalarının GSMH’ye oranı kullanılmıştır.

Page 177: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

163

VAR modeli iki değişken içermektedir. VAR incelemesine 12 gecikme

ile başlanmış ve birer birer denenerek Akaike kriterini minimum yapan

optimal gecikme uzunluğu iki değişken için 2 olarak belirlenmiştir.Tahmin

edilen VAR denklemleri aşağıdadır.

Tablo- 4.3 Dışa Açıklık Oranı ile Transfer Harcamaları Arasındaki Varyans Analizi Sonuçları

TOPGS DAO TOPGS(-1) 0.748863 0.699871

(0.21069) (0.73916) (3.55433) (0.94685)

TOPGS(-2) 0.169369 -0.243012 (0.22292) (0.78207) (0.75977) (-0.31073)

DAO(-1) -0.010043 0.657986 (0.06477) (0.22723) (-0.15506) (2.89575)

DAO(-2) 0.045763 0.279156 (0.06874) (0.24115) (0.66577) (1.15760)

C -0.046200 0.626122 (0.48338) (1.69583) (-0.09558) (0.36921)

R-squared 0.788020 0.863835 Adj. R-squared 0.747643 0.837898 Sum sq. resids 16.87005 207.6363 S.E. equation 0.896290 3.144430 F-statistic 19.51650 33.30606 Log likelihood -31.26917 -63.90239 Akaike AIC 2.789936 5.300184 Schwarz SC 3.031878 5.542125 Mean dependent 3.550335 16.18731 S.D. dependent 1.784189 7.809951

Determinant Residual Covariance 5.173029

Log Likelihood -95.14976 Akaike Information Criteria 8.088443 Schwarz Criteria 8.572327

Not: İlk parantezler standart hatayı, ikinci parentezler t-istatistiklerini göstermektedir.

Page 178: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

164

VAR modelinde hesaplanan katsayıları kendi başlarına yorumlamak

genellikle zor olduğundan etki-tepki analizi (impulse-response function) ve

varyans ayrıştırması (variance decomposition) yöntemleri ile yorum yapılır.

i) Etki-Tepki Analizi

Etki-tepki analizi ile değişkenlerin hata terimlerinde meydana gelen

şoklara karşı ne yönde ve ne ölçüde tepki gösterdikleri ortaya konmaktadır.

Dışa açıklık oranına bir standart sapmalık şoklara, transfer harcamalarının

tepkisi incelendiğinde; dışa açıklık oranında meydana gelen bir standart

sapmalık şokun transfer harcamalarını önce negatif yönde etkilediği sonra da

pozitife döndüğü görülmektedir. Transfer harcamaları da dışa açıklık oranını

aynı şekilde etkilemektedir.

Page 179: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

165

Etki-tepki analizleri ile ilgili sonuç grafikleri Grafik -4.1’de

gösterilmektedir.

Grafik –4.1. Etki-Tepki Analizi Sonuçları

-0 .5

0 .0

0.5

1.0

1.5

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

Toplam Transfer/GSMH'ninToplam Transferler/GSMH'daki Degisimlere Tepkisi

-0 .5

0 .0

0.5

1.0

1.5

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

Toplam Transfer/GSMH'ninDisa Aciklik Oranindaki Degisimlere Tepkisi

-2

0

2

4

6

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

Disa Aciklik OranininToplam Transfer/GSMH Degisimlere Tepkisi

-2

0

2

4

6

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

Disa Aciklik OranininDisa Aciklik Oranindaki Degisimlere Tepkisi

Response to One S.D. Innovations ± 2 S.E.

Page 180: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

166

ii) Varyans Ayrıştırması

Varyans ayrıştırması bir değişkende meydana gelen değişmelerin

kaynaklarının araştırılmasında kullanılır.

Tablo- 4.4: Transfer Harcamalarının Varyans Ayrıştırması Sonuçları

Variance Decomposition of

TOPGS:

Period S.E. TOPGS DAO 1 0.805511 100.0000 0.000000 2 1.007435 99.92077 0.079228 3 1.165313 99.35324 0.646758 4 1.296104 98.51529 1.484708 5 1.411495 97.07881 2.921189 6 1.519147 95.26189 4.738111 7 1.622815 93.13588 6.864119 8 1.725141 90.80430 9.195695 9 1.827779 88.35224 11.64776

10 1.931885 85.85086 14.14914 11 2.038274 83.35672 16.64328 12 2.147558 80.91269 19.08731

Tablo-4.4’ye göre bir yıllık gecikme düzeyinde, transfer

harcamalarında meydana gelen bir değişmenin tamamı kendisi tarafından

açıklanmaktadır. Dışa açıklık oranının transfer harcamaları üzerindeki etkisi

2. dönemden itibaren görülmektedir. 6. dönemde transfer harcamalarındaki

değişikliğin %4.7’si, 12. dönemde ise transfer harcamalarındaki değişikliğin

% 19.1’i dışa açıklık oranındaki değişmeler ile açıklanmaktadır. Bu

çalışmanın sonuçlarına göre transfer harcamalarının en önemli belirleyicisinin

kendisi olduğu ortaya çıkmakta, transfer harcamalarında atalet olduğu

(inertia) tespit edilebilmektedir. Bu bulgu dışa açıklık oranındaki

değişikliklerin transfer harcamalarına yansımasının çok uzun süre aldığı (12

periyot sonunda yüzde 19.1) bulgusuyla uyumludur. Ancak dışa açıklık oranı

artıkça Transfer harcamalarının azaldığı yorumu da yapılabilmektedir.

Page 181: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

167

Tablo-4.5’da dışa açıklık oranının varyans ayrıştırmasına bakıldığında

yine dışa açıklık oranının büyük oranda kendisi tarafından açıklandığı

görülmektedir. Bununla beraber 1. dönemden itibaren transfer

harcamalarının dışa açıklık üzerinde etkisi tespit edilebilmektedir. Transfer

harcamaları 6. dönem sonunda dışa açıklık oranındaki değişimlerin yüzde

9.9’unu, 12. dönem sonunda ise yüzde 24’lük kısmını açıklamaktadır.

Transfer harcamalarının dışa açıklık oranı üzerindeki etkisi dönemler arttıkça

düzenli olarak artış göstermektedir.

Tablo-4.5: Dışa Açıklık Oranının Varyans Ayrıştırması

Variance Decomposition of DAO:

Period S.E. TOPGS DAO 1 2.825953 0.167518 99.83248 2 3.416948 2.151335 97.84867 3 3.988110 3.252096 96.74790 4 4.477252 5.266260 94.73374 5 4.930722 7.477967 92.52203 6 5.366079 9.889960 90.11004 7 5.792892 12.37862 87.62138 8 6.218187 14.87050 85.12950 9 6.646442 17.31079 82.68921

10 7.080948 19.66106 80.33894 11 7.524170 21.89667 78.10333 12 7.978069 24.00304 75.99696

Ordering: TOPGS

DAO

4.2. TÜRKİYE’DE TRANSFER HARCAMALARI VE GELİR DAĞILIMI

Gelir dağılımıyla doğrudan bağlantılı olan transfer harcamaları, kişi ve

kurumlara karşılıksız olarak yapılan harcamalarıdır. Transfer harcamalarının

asıl hedefi gelir dağılımında adaleti sağlamak ve yoksulluğu önlemektir.

Ancak transfer harcamalarının hepsi gelir dağılımı eşitsizliğini gidermez. Borç

Page 182: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

168

faizi ödemeleri devlete borç verenlerin bulundukları gelir gruplarına ve faiz

oranlarına bağlı olarak gelir dağılımını değiştirebilir.

Türkiye’de transfer harcamalarının gelirin yüzdelik dilimlere dağılımının

gelişimi tablo –4.6 de incelenmiştir.

Tablo-4.6.Transfer Harcamalarının Gelirin Yüzdelik Dilimlerine Dağılımı

Gelirin Yüzdelik Dağılımı

1.%20 2.%20 3.%20 4.%20 5.%20

2002

Gelirin Transfer Öncesi Dağılımı %6 %9 %13 %20 %52

Gelirin Transfer Sonrası Dağılımı %6,8 %10,5 %14 %20 %48,7

Transfer Harcamalarını Yüzdelik

Dilimlere Dağılımı

%11,5 %17,5 %17 %24 %30

2003

Gelirin Transfer Öncesi Dağılımı %5,8 %9,2 %13 %20 %52

Gelirin Transfer Sonrası Dağılımı %6 %10,3 %14,5 %20.9 %48,3

Transfer Harcamalarını Yüzdelik

Dilimlere Dağılımı

%6,5 %16,8 %20,4 %23 %33,3

2004

Gelirin Transfer Öncesi Dağılımı %5,7 %10 %13,6 %21 %49,7

Gelirin Transfer Sonrası Dağılımı %6 %10,7 %15,2 %21,9 %46,2

Transfer Harcamalarını Yüzdelik

Dilimlere Dağılımı

%6 %16 %22 %24 %32

2005

Gelirin Transfer Öncesi Dağılımı %6 %9,2 %14,3 %22 %49

Gelirin Transfer Sonrası Dağılımı %6 %10,8 %15,4 %22 %45,8

Transfer Harcamalarını Yüzdelik

Dilimlere Dağılımı

%6,8 %17 %20,6 %23,6 %32

Kaynak: TÜİK Hanehalkı Bütçe Araştırması, 2002,2003,2004,2005

Türkiye’de yoksulluğun dağılımı incelendiğinde, yoksulların %90’lık

kısmı birimci dilimde %10’luk kısmı ise ikinci dilimde yer almaktadır

(Tokatlıoğlu, 2001: 117). Birinci gelir grubunun gelirden aldığı pay 2002

yılında transfer öncesi yüzde 6 iken, transfer sonrası aldığı pay %6,8 dir.

Buna karşın ikinci ve üçüncü dilimin gelirden aldığı pay transfer sonrası

artmaktadır. Transfer harcamalarının dağılımı incelendiğinde ise en fazla

payı dördüncü ve beşinci dilimdekiler almaktadırlar. Birinci gelir grubundakiler

transfer harcamalarından aldığı pay yüzde 11,5 iken beşinci dilimdekinin

Page 183: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

169

aldığı pay yüzde otuz olarak gerçekleşmiştir. 2002 yılında transfer türlerine

göre harcamaların toplam transfer içindeki paylarına bakıldığında borç faizi

ödemelerinin %66.8 gibi yüksek bir oranda gerçekleştiği, transfer harcamaları

içindeki borç faizlerinin, devlete borç veren yüksek gelir grubuna gittiği göz

önünde bulundurulduğunda, söz konusu yıl için transfer harcamalarının gelir

eşitsizliğini düzelmekte çok yetersiz kaldığı görülmektedir. 2003, 2004,

yıllarına baktığımızda transfer sonrası gelirleri en fazla artan üçüncü ve

dördüncü dilimde olanlardır. Transfer harcamaları sonucu, gelirin yeniden

dağılımında en büyük pay orta gelirli gruplara gitmektedir. Yoksul kesimin

%90 nı birinci kesimde olduğu göz önünde bulundurulduğunda, özellikle

yoksul kesimin transfer harcamaları sonucunda gelirlerinde bir iyileşme

görülmemektedir.

2005 yılında transfer harcamalarının gelir dilimlerine dağılımında en

fazla payı beşinci gelir grubundakiler almış ve devlet 2005 yılına gelindiğinde

de yoksullukla mücadelede yetersiz kalmıştır.

Kamu politikalarında yaşanan değişimler ve kamu açıklarında yaşanan

artışlar transfer gelirlerinde söz konusu dönem içerisinde dördüncü ve beşinci

dilimde kişilerin gelirlerinde artış yaratmaktadır. Transfer harcamaları

içerisindeki en büyük pay faiz ödemeleridir. İç borç faiz ödemeleri toplam

transferler içerisindeki payı 1983 yılında %16,9 iken 2004 yılında %57 dir.

Faiz harcamalarının etkisi düşünüldüğünde, transfer harcamalarının gelir

dağılımını bozucu etkisi daha da belirginleşmiş ve sermaye geliri elde

edenler lehine bir gelişim gerçekleşmiştir. Bununla beraber transfer

harcamalarının önemli bir kısmı da emekli maaşlarından oluşmaktadır. Birinci

dilimde yer alan yoksulların büyük bir kısmının sosyal güvencesinin olmadığı

düşünüldüğünde, transfer harcamalarının önemli bir kısmını dördüncü ve

beşinci dilimlere gittiği görülmektedir. Bu durumun ise yoksul kesimim

aleyhine geliştiği söylenebilir. Yoksullarımızın yaklaşık yüzde 90’ı birinci

dilimde, yüzde 10 ise ikinci dilimde olduğu gerçeği göz önünde

bulundurularak; Tablo-4.7 incelendiğinde, 2002 yılında fakirlerimizin

Page 184: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

170

gelirlerinin % 23,3’ü transfer harcamaları ile karşılanırken, bu oran yüzde

19,5’e düşmüş 2004’te yüzde 21,8 ,2005 de yüzde 22,6 ya çıkmıştır. Gayri

menkul ve mülk gelirleri 2002’de % 1,7 iken 2005’te %0,5 ‘e düşmüştür.

Fakirlerin gayri menkul ve menkul gelirlerindeki bu önemli düşüş, servet

birikiminin spekülatif kazançları arttırdığı ve yoksullar ile zenginlerin gelir

farkının açıldığını göstermektedir. Bunu karşısında yoksulların toplam gelir

içerisindeki maaş ve ücretleri 2002 ‘de yüzde 25, 3 iken 2003’te yüzde 27.8’e

çıkmış, 2004 yılında ise yüzde 22,5 ‘e düşmüştür . Bu dilimin maaş ve

ücretlerden aldığı pay 2005 yılında yüzde 26.1 olarak yükselmiştir. Maaş ve

ücretlerin aldığı payın yükselmesi, sürekli gelir ve belirli bir iş anlamına

geldiğinden yoksullukla mücadele açısından olumludur.

Ancak birinci gelir grubunda devletin transfer harcamaları düşmüştür.

Buna karşın 4. ve 5 dilimlerin payı artmaktadır. 4. grubun devletten transfer

harcamaları 2002 yılında % 17,5 iken 2005 yılında %21,3’e çıkmış, 5.grubun

payı ise 2002 yılında %8,2 den 2005’te %14,3’e yükselmiştir. Diğer taraftan

faiz ödemeleri GSMH içindeki payı 2002 de %18,9 dan 2004 yılında %13,9

gerilemiştir. Konsolide Bütçe Harcamalarının İdari/ Fonksiyonel dağılımında

ise 2002 yılında %0,3 olan sosyal hizmetlerin payı 2003’te% 5,2’e çıkmıştır.

Bu artışın nedeni ise konsolide bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına

aktarılan transferlerdir. Faiz harcamaları düşerken en yoksul dilime aktarılan

transfer harcamaları payının düşmesinin nedeni bu kesimin sosyal güvenlik

sistemine dahil olmamasıdır. Çünkü transfer harcamalarındaki önemli bir pay

da emekli maaş ödemeleridir. Emekli maaş ödemelerinden yararlanan kesim

ise üçüncü, dördüncü ve beşinci dilimdir.

Maaş ve ücretlerin payı gelirin ikinci diliminde 2002 yılında %34,9 iken

2005 yılında %26,1’e düşmüştür, buna karşın üçüncü, dördüncü ve beşinci

dilimlerde artmıştır.

Page 185: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

171

Tablo-4.7. Toplam Gelirin Dağılımı(%)(2002-2005)

2002

Gelir Türleri %20 520 %20 %20 %20

Toplam 100 100 100 100 100 100

Maaş,Ücret 35,8 25,3 34,9 40,3 40,6 34,3

Yevmiye 2,9 12,5 7,5 4,2 2,1 0,6

Müteşebbis 34,5 26,1 25,5 27,1 31,3 41,0

Gayrimenkul 4,1 1,7 1,7 2,5 2,7 6,0

Mülk Geliri 5,1 2,3 1,2 2,2 2,8 8,2

Transfer geliri 14,3 23,3 23,8 19,3 17,5 8,2

Yurt dışından 0,9 0,6 0,4 0,9 1,0 1,0

Diğer 2,4 8,1 4,9 3,4 2,1 0,9

2003

Toplam 100 100 100 100 100 100

Maaş,Ücret 38,7 27,8 34,4 40,0 45,7 37,4

Yevmiye 3,1 16,3 7,5 4,3 2,2 0,7

Müteşebbis 32,0 26,8 23,3 24,1 25,9 39,3

Gayrimenkul 3,6 0,7 1,1 2,0 2,5 5,4

Mülk Geliri 2,6 1,2 0,8 1,3 1,5 4,0

Transfer geliri 17,4 19,5 29,2 25,1 19,6 11,7

Yurt dışından 0,6 0,6 0,7 0,7 0,8 0,5

Diğer 1,9 7,1 3,0 2,6 1,8 1,0

2004

Toplam 100 100 100 100 100 100

Maaş,Ücret 38,7 22,5 34,1 40,7 45,7 37,8

Yevmiye 3,5 19,0 8,4 4,3 1,8 1,0

Müteşebbis 31,8 26,9 22,5 23,8 24,8 40,2

Gayrimenkul 2,7 0,8 1,1 2,1 2,6 3,4

Mülk Geliri 2,2 0,9 1,2 1,1 1,9 3,1

Transfer geliri 18,3 21,8 28,6 25,5 20,5 12,3

Yurt dışından 0,8 0,3 0,6 0,6 1,0 1,0

Diğer 2,0 7,8 3,4 1,9 1,7 1,2

2005

Toplam 100 100 100 100 100 100

Maaş,Ücret 39,2 26,1 32,3 41,2 45,9 38,6

Yevmiye 3,3 17,4 6,3 4,0 2,8 0,8

Müteşebbis 28,8 25,7 22,7 22,0 22,5 36,1

Gayrimenkul 2,9 0,5 1,2 2,2 2,5 4,1

Mülk Geliri 2,7 0,6 0,9 1,7 2,6 3,8

Transfer geliri 20,0 22,6 32,0 25,52 21,3 14,3

Yurt dışından 0,8 0,7 0,7 1,1 0,7 0,9

Diğer 2,2 6,3 3,8 2,2 1,8 1,5

Kaynak: TÜİK Hanehalkı Bütçe Araştırması, 2002,2003,2004,2005

Page 186: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

172

Sonuç olarak, yapılan analizlerle de desteklendiği gibi, küreselleşme

ile transfer harcamaları arasında ters bir ilişki vardır. Küreselleşme (dışa

açıklık) artıkça transfer harcamaları azalmaktadır.

Diğer yandan gelirin yeniden dağılımında etkin olan transfer

harcamalarının 1980 sonrası dönemdeki gelişimine bakıldığında, dönem

boyunca reel harcamalara oranla giderek artış eğilimine girmiş olmasıdır.

Transfer harcamalarındaki artış eğiliminin en önemli nedeni ise, transfer

harcamaları içerisindeki faiz ödemelerinin kamu finansman açıklarına bağlı

olarak giderek yüksek pay almasıdır. Bilindiği gibi, konsolide bütçe kalemleri

içerisinde yer alan faiz ödemeleri, devlete borç verebilecek gelir düzeyine

sahip, tasarruf eğilimi yüksek gelir gruplarına gitmektedir. Nitekim 2005 yılı

itibariyle gelirin dağılımındaki ilk yüzde 20’lik dilimin transfer

harcamalarındaki aldığı pay %6,8 iken son yüzde 20’nin aldığı pay yüzde 32

olarak gerçekleşmiştir. Transfer harcamaları içerisindeki faiz ödemelerindeki

artış, sermaye kesimine kamu bütçesi yoluyla kaynak aktarım şeklinde de

ifade edilmektedir. Bu durum ise, gelir dağılımının devlet bütçesi yoluyla

sermaye gelirleri lehine yeniden düzenlendiğinin önemli bir göstergesidir.

Sonuç olarak devlet, gelirin yeniden dağılımını belirleyen transfer

harcamaları yoluyla, eşitsizliği düzeltmede başarı gösterememiş, yoksul

kesimi yoksul olma durumundan kurtaramamıştır.

Page 187: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

173

SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER

Dünya ekonomisi konjonktüründeki değişim ve 1929 yılında yaşanan

bunalımın ardından serbest piyasa ekonomisi anlayışı ciddi eleştirilere maruz

kalmıştır. Devlete, piyasa ekonomisi içerisinde oldukça sınırlı yetkiler veren

geleneksel ekonomi anlayışı, 1929 bunalımını çözecek politikaları üretmede

yetersiz kalınca, alternatif yanıt keynezyen ekonomi politikaları olmuştur.

Keynes’e göre tamamen liberal ekonomiden, müdahaleci kapitalizme

geçilmesi gerekiyordu.

Keynesyen ekonomik anlayış, devlet müdahalesini ön planda tutup,

talep yanlı politikalarıyla satın alma gücü yaratılmasına dayanmaktadır.

Devlet ekonomik bir birim olarak piyasalara girmeli ve özel sektörün

yapamayacağı yatırımları üstlenip, ekonomik hayata canlılık kazandırmalıdır.

Keynesyen yaklaşım, ekonomik büyüme ve istikrarı sağlayıcı ve tam

istihdamı gerçekleştirecek biçimde piyasa mekanizmasına müdahale etmesi

gerektiğini savunmaktadır.

Bu tip ekonomi politikaların sonucu olarak “Fordist” üretim

organizasyonları doğmuştur. Fordist yapılanmalar, geniş ölçekli üretim

birimlerinde yine çok sayıda iş görenin istihdam edilmesinden oluşmaktadır.

Diğer yandan, savaş sonrası dönemde sol kökenli partilerin dünya

genelinde ve özellikle Avrupa’da etkinliklerinin artmasıyla, işçi sınıfının

toplumsal yaşamda etkinliğini arttırmıştır. Bununla beraber sosyalist

ülkelerdeki devletçi yaklaşımların sanayileşmeye hız kazandırması süreci

yaşanmış, giderek daha fazla ülkenin doğu bloğuna katılması kapitalist

sistemde endişe yaratmış, bunun sonucunda ise kapitalizmin dizginlenme

süreci yaşanmıştır. Bu süreçte, kapitalist dünyada genel görüş, piyasaların

görülmez el tarafından düzenlenemeyeceği ve müdahalenin kaçınılmaz

olduğudur.

Page 188: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

174

Keynesyen ekonomi politikalarının uygulanmasıyla, müdahaleci devlet

anlayışı sonucu sosyal devletin işlevi genişlemiş ve sosyal politikalar, devletin

eğitim ve sağlıktan, konut, sosyal güvenlik, çevre, istihdam, gelir dağılımı ve

çalışma koşullarının düzenlenmesine kadar bir çok konuda geniş bir

uygulama alanı bulmuştur. Bu süreçte sendikal haklar gelişip güçlenmiş,

ücretler yükselmiş, sosyal refah göstergeleri artan oranda gelişmiştir. 1945-

1975 yılları arası sosyal devletin altın çağı olarak nitelendirilmiş, pek çok

ülkede gelir eşitsizliğini önemli ölçülerde düşmüştür.

İkinci dünya savaşı dönemi sonrası kapitalist sistemin yeniden

yapılandığı dönemdir. Sosyal devletin gereği olarak Avrupa’da ve bir ölçüde

de ABD’de savaşı izleyen yıllarda devlet, ekonomide gelir dağılımını

sağlama, yoksulluğu azaltma ve sosyal güvenlik harcamalarını düzenleme

işlevini yüklenmiştir.

Ancak, Keynesçi ekonomi politikaları, 1970’li yıllarla beraber önemli

bir dönüşüm yaşamıştır. Bu dönüşümün en önemli nedenleri olarak, 1970’li

yıllarda yükselen enflasyonla birlikte yatırımlarda ortaya çıkan durgunluk,

düşük verimlilik oranları, işsizlik oranının artışı ve sermayenin karlılık

oranlarındaki düşüşlerin yaşanmasıyla kendini gösteren büyük ekonomik

krizdir. Bu krizin uzun dönemli ve yapısal olacağına yönelik inanç, sorunun

aşılması konusunda, sosyal devlete karşı çıkan, devletin küçültülmesi

gerektiğinin ileri süren yeni politika anlayışları hakim hale gelmiştir. 1970’li

yıllarda başlayan ekonomik kriz ve bunu takiben gündeme gelen yeni liberal

politikalarda, genel olarak devlet harcamalarının ve devletin ekonomiye

müdahalesinin yarardan çok zarar getirdiği düşüncesi oluşmuştur.

20. yüzyılın sonuna gelindiğinde dünyada geniş uygulama alanı bulan

neo liberal politikalar, serbest piyasa ekonomisine dayanmakta ve

sermayenin küresel ölçekte dolaşımına engel teşkil eden unsurların ortadan

kaldırılmasını öngörmektedir. 1970’li yıllarda başlayan ekonomik kriz ve bunu

takiben gündeme gelen yeni liberal politikalarda, devletin ekonomiye

Page 189: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

175

müdahalesinin en aza indirilmesi hedeflenmektedir. Kamu harcamalarının

kısılması ve kamu hizmetlerinin piyasaya terk edilmesi anlayışı sosyal

harcamaların düşürülmesi sonucunu doğurmuştur. Neo liberal politikaların en

katı uygulamaları İngiltere ve ABD’de gerçekleşmiş, Kıta Avrupası da belirli

ölçülerde etkilenmiştir. Sanayileşmiş ülkelerde verimlilik artışlarının önemli

ölçüde yavaşlaması ve hızla artan dünya petrol fiyatlarının da etkisiyle

şiddetlenen stagflasyonist eğilimler bu ülkeleri de sermaye birikim sürecinin

sürdürülmesi konusunda yeni arayışlara itmiştir. İlk akla gelen azgelişmiş

ülkeler olmuştur. Böylece 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizden etkilenen

azgelişmiş ülkeler ve daha sonrada geçiş ekonomileri olarak adlandırılan eski

sosyalist ülkeleri de , çoğu kez IMF ve Dünya Bankası güdümünde Yapısal

Uyum Politikaları ve İstikrar Politikalarını uygulamaya başlayarak bu sürece

dahil olmuşlardır.

Bu politikalar, mal ve faktör piyasalarında fiyat müdahalesinin

kaldırılması, dış ticaretin ve finans piyasaların serbestleştirilmesi, kamu

iktisadi kurumların özelleştirilmesi. Doğrudan yatırımlarının ve dış finansal

akımlarının serbestleştirilmesi, işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi eğitim

ve sağlık başta olmak üzere sosyal hizmetlerde özelleştirme eğilimlerinin

yaygınlaşmasını önermektedir.

1980’li yılların başlarında neo liberal politikaların da katkısıyla

küreselleşme süreci hız kazanmıştır.

Bu gelişmelerle birlikte 20. yüzyılın sonu ve küreselleşme olarak

tanımlanan süreçte teknolojik devrim yaşanmıştır. İletişim ve bilişim

teknolojileri ileri düzeylere gelmiştir. Bilgi toplumunun oluşması ile

günümüzde hizmetler, bilgi ağı ile dünya çapında istenilen her yere

gönderilmekte, sermayenin mobilitesinde şimdiye kadar görülmeyen bir hız

yaşanmaktadır. Yaşanan bu gelişmelerin paralelinde siyasal, ekonomik,

toplumsal ve kültürel açılardan, büyük bir değişimi de beraberinde getirmiştir.

Ticaret, finans, yoksulluk , özel yatırımlar, bilgi ve iletişim teknolojileri, sağlık,

Page 190: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

176

çevre ve güvenlik gibi ekonomik ve toplumsal bir çok konuda küreselleşme

kavramı çerçevesinde şekillenmektedir.

Neo liberal politikaların, gelişmiş ülkelerle beraber bir çok AGÜ’de ve

eski Doğu Bloğu Ülkeleri’nde geniş uygulama alanı bulduğu bu süreçte,

dünya ekonomisinde dönüşüm yaşanmış ve dünya ekonomisi hızla

küreselleşmiştir. Bu süreçte, dünya ekonomisindeki büyüme, global iletişim

ve teknolojik ilerlemeler gibi koşullar, tarihin geri kalanı ile kıyaslanamayacak

ölçüde ilerleme göstermiştir.

Ancak bu gelişmelerin yanında, dünya zenginleşirken, küresel

düzeyde gelir eşitsizliği ve yoksulluk verileri kaygı verici boyutlara ulaşmıştır.

Global gelirin yılda 31 trilyon dolardan fazla olduğu zengin bir

dünyada, bazı ülkelerde ortalama kişi başına gelir 40,000 dolardan fazladır.

Fakat yine aynı dünyada 2.8 milyar kişi, gelişmekte olan ülkelerdeki

insanların yarısından fazlası, yılda 700 dolardan az bir gelirle yaşamaktadır.

Bunlardan 1.2 milyar kişi günde 1 dolardan az gelir kazanmaktadır. Dünya

Bankası (2000/2001) verilerine göre en zengin 20 ülkenin geliri, en fakir 20

ülkenin gelirinin 37 katıdır.

Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde her gün 33 bin çocuk ölmektedir. Bu

ülkelerde, her dakika içinde birden fazla kadın doğum yaparken hayatını

kaybetmektedir. Yoksulluk yüzünden, çoğu kız olmak üzere 100 milyondan

fazla çocuk okula gidememektedir. Bu yoksulluk düzeylerini azaltma

konusunda üstesinden gelinmesi gereken sorun, nüfusun artmaya devam

ettiği ve gelecek 50 yılda tahminen 3 milyar daha artacağı göz önüne

alındığında, küresel düzeyde çok büyük boyuttadır.

Page 191: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

177

Uluslararası bütünleşme süreciyle ilgili olarak küreselleşme sürecinde,

emek, finans, mal ve hizmet piyasalarındaki yaşanan gelişmelerin ve

dönüşümlerin, küresel gelir eşitsizliği ve yoksulluk üzerine etkileri

bakımından, izlenmesi önemlidir. Küreselleşme ile birlikte işgücü

piyasalarında dönüşüm yaşanmıştır. Keynesyen ekonomi politikaları modeli,

1960’lı yıllara gelindiğinde bir çok açıdan çok maliyetli olmaya başlamış ve

tekelci ortamda ortaya çıkan firmalar, sendikalarla güçlenen işçi baskısı,

monoton üretim sürecinde düşen kalite, kitlesel talebin azalması gibi faktörler

verimliliğin, diğer bir ifadeyle karlılığın düşmesine neden olmuş ve ücret

artışları ile verimlilik artışları arasındaki paralellik bozulmaya başlamıştır.

Sonuç olarak enflasyon ve işsizlik oranları artmaya başlamış, bu sürece

1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi de eklenince, sermaye için karlılığı devam

ettirmenin yolu yeni bir üretim sistemini olmuştur. Böylece küreselleşmeye

giden yolda Post-Fordizm, yani üretim sisteminde esneklik anlayışı

benimsenmiştir.

Post- Fordizm, mikro-elektronik ve bilgisayar teknolojilerinde yaşanan

ilerlemeye paralel olarak geliştirilen ve aynı ürün bandında olan ancak farklı

nitelikte üretime imkan tanıyan bir üretim sistemine dayanmaktadır. Bu üretim

sisteminde nitelikli ama daha az sayıda işgücü gereklidir.

İşgücü piyasalarının esnekleşmesi, piyasada bölünmeleri de

beraberinde getirmiştir. Birincil sektör, ikinci sektör veya formel sektör,

enformel sektör olarak yaşanan bu bölünmelerde, birincil yada formel

sektörde istihdam edilen emek, istihdamı istikrarlı, yüksek ücretli, nitelikli,

işletme destekli emeklilik ve diğer yardımların olduğu, mesleki eğitimin

sağlandığı sektörken, ikincil yada enformel sektör ise istihdam edilenler

düşük ücretli, istihdamı istikrarsız niteliksiz işgücünün istihdam edildiği

sektörlerdir. Esnek üretim ve esnek çalışma koşulları doğrultusunda enformel

sektör sürekli genişleyen bir yapıya sahiptir. Bunun yanında esnek üretim

teknikleri taşeronlaşmayı arttırmaktadır. Bu gelişmelerin yoksulluk ile

ilişkilendirilmesi durumunda, yoksulluk tanımı içerisindeki kitlelerin genellikle

Page 192: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

178

işgücü piyasalarında düzenli bir ilişki içinde olmadıkları, işsiz yada eksik

istihdam sorunuyla karşı karşıya oldukları gözlemlenmektedir.

1980’lerde teknolojik gelişmeyle hızlanan ve Çok Uluslu Şirketlerin

güdümünde yaygınlaşan küreselleşme süreci, sermayenin serbest

dolaşımına olanak tanıyan, içe dönük sanayileşme politikalarına izin

vermeyen bir ortam yaratmıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, giderek

genişleyen hizmetler sektörü ekonomik büyümeye rağmen yeterince iş

olanakları yaratamamaktadır. Diğer yandan emek piyasasındaki bölünmeler

özellikle kentlerde işsizlerin marjinal işlerde çalışmasına neden olacağından

kayıt dışı artmaktadır. Böylece işsizlik veya gizli işsizlik yoksulluğun temel

nedenlerinden birisi olmaya başlayacaktır.

Tarihsel olarak, özellikle 20. yüzyıl içerisindeki yoksullukla mücadele

stratejilerine bakıldığında, iki temel politika grubunun uygulandığı

görülmektedir. II. Dünya Savaşının ardından 1980’lere kadar bütün dünyada

yaygın olan, yoksullukla doğrudan mücadeleye dayalı, sosyal güvenlik ağını

öngören, sosyal politikalar iken, küreselleşme sürecinin hız kazandığı 1980

sonrası ise doğrudan yoksulluğu azaltmak için tasarlanmamış olsalar da,

dolaylı olarak yoksulluğu azalttığı ileri sürülen, yoksulluğun önemli bir

kaynağı olan işsizlik sorununu azaltmak ile iktisadi büyümeyi sağlayacak

türden politikalardır. 1980’lerden itibaren geliştirilen ve 1990’lardan

başlayarak giderek kendini daha fazla duyuran, bu politikaların bütün

dünyada benimsenmeye başlandığı ve uluslararası kuruluşlar tarafından

gelişmekte olan ülkelere daha fazla önerildiği görülmektedir. Bu politikalar

piyasanın işleyişinde etkinlik sağlayarak, ekonomik büyümeyle beraber artan

gelirin yoksulluğu azaltacağını öngörmektedirler. Böyle bir yaklaşımda, ilk

akla gelecek politikalardan birisi, ticarette liberalizasyonun benimsenerek

büyümenin sağlanmasına çalışmaktır. Dolayısıyla devlete önemli görevler

yüklemektedir. Devlet, piyasaların oluşturulması ve etkin bir biçimde

işleyebilmesi için gerekli yasal ve kurumsal düzenlemeleri yapmalı, ancak

piyasanın işleyişine karışmamalıdır. Yoksulluk açısından bakıldığında,

Page 193: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

179

devletin yoksullukla mücadele için kullanılacak yeniden dağıtım politikalarının

tasarlanması ve yürütülmesi yerine, artık yalnızca piyasa alanı içerisinde,

daha çok Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi

uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının etkinlikleri, yoksullukla

mücadele önem kazanmaktadır.

Özellikle 1970’li yıllardan itibaren AGÜ’deki yoksulluğa karşı ilgisini

aralıklarla da olsa sürdüren Dünya Bankası gelmektedir. Yapısal uyum

programlarının yoksulluk üzerine etkileri UNICEF, OECD ve ILO gibi

kuruluşlarca da değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

(UNDP), 1990 yılından itibaren İnsani Gelişme Raporunu yayımlamaktadır.

Yoksulluğun çeşitli ülkelerde ulaştığı bu yüksek düzey, Dünya Bankası

ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) başta olmak üzere

uluslararası kuruluşların yayımladığı toplulaştırılmış verilerin ötesinde,

bazıları uluslararası kuruluşların desteğinde olmak üzere, yerel düzeyde

yapılmış çalışmaların bulgularından da izlenebilmektedir.

Günümüzde ciddi bir sorun haline gelen küresel yoksulluğun

azaltılabilmesi için Dünya Bankasının daha geniş bir sorumluluk üstlenmesi

gerektiği söylenebilir. Gerçekten de son yıllarda Bankanın bu konuda daha

aktif bir strateji izlemeye başladığı da görülmektedir. 2001 yılı Ağustos

başlarında IMF ve Dünya Bankası 1999’da benimsenen yaklaşım üzerine

yoksulluğun azaltılması stratejileriyle ilgili kapsamlı bir bildiri yayınlamıştır.

Genel olarak bu bildirilerde ülkelerin makro ekonomik, yapısal ve sosyal

politikalarını ve programlarını belirli bir zaman dilimi içerisinde büyümeyi

teşvik edip, yoksulluğu azaltacak şekilde dizayn etmek hedefi öne

çıkmaktadır.

Page 194: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

180

Bu çalışmada, küreselleşme sürecinde, dünyadaki yoksulluğun ve

gelir dağılımının profili ortaya çıkartılarak küreselleşme ile yoksulluk ve gelir

dağılımı eşitsizliği arasındaki ilişki araştırılmıştır. Ayrıca Türkiye’de, temelde

gelir dağılımı adaletinin sağlanmasında bir politika aracı olarak kullanılan

transfer harcamalarının küreselleşme ile ilişkisi analiz edilmiştir. Diğer

yandan 24 ocak 1980 tarihinde “24 Ocak Kararları” olarak ifade edilen ve

yapısal dönüşüm içeren politikaların uygulanmaya konması ile serbest piyasa

ekonomisine geçiş süreci dikkate alınmıştır.

1980 yılı ve sonrasında Türkiye’de kalkınma planları çerçevesinde

ithal ikameci sanayileşme politikası terkedilmiş ve serbest piyasa ekonomisi

kurallarının geçerli olduğu ihracata dayalı sanayileşme politikası devreye

girmiştir. 1980 yılından itibaren ülkedeki tüm sektörlerde bir deregülasyon

sürecine girilmiş ve bu yönde kurumsal düzenlemeler yapılmıştır.

Türkiye’de dış ticaret esas olarak 1980’lerde ve özellikle 1996’daki

Avrupa Birliği ile kurulan gümrük birliği ile serbestleşmiştir. Mali serbestleşme

ise 1981’de faiz hadleri üzerindeki kontrollerin kalkması, 1984’ de döviz

ticaretinin serbestleşmesi, 1986’ da İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının

kurulması, 1987’de Merkez Bankasının açık piyasa işlemleri yapmaya

başlaması ve 1989 yılında 32 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile finans

piyasaları tamamen serbestleştirilmiştir.

Türkiye’de ekonomi politikasında yaşanan bu dönüşümler sürecinde

gelir dağılımı ve yoksulluk oranlarının gelişimi incelendiğinde, gelir dağılımı

bozuk bir ülke olduğu görülmektedir. 2005 yılı için TÜİK tarafından yapılan

Türkiye’de gelir dağılımı anketleri sonucunda, hane halkı kullanılabilir gelire

göre en alt diliminin aldığı pat %6 iken en üst dilimdeki %20 ‘nin aldığı pay

%45,8 dir. Türkiye’deki yoksulluğun boyutu ile ilgili çalışmalar da vardır.

TÜİK’in ilk kapsamlı çalışması sonuçları 2004 yılında yapılan 2002 yılı

Hanehalkı Bütçe Anketi ile birlikte yapılan 2002 yoksulluk çalışmasıdır. 2005

yılında yapılan yoksulluk çalışmasında Medyan gelirin yarısı yaklaşımına

Page 195: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

181

göre Türkiye’de yoksulluk oranı %16,16 dır. Kırda ise bu oran %26,35’e

çıkmaktadır.

Yoksulluk ve gelir dağılımı üzerinde etkisi bilinen sosyal harcamaların

gelişimi incelendiğinde ise;

1980 sonrasında Türkiye ekonomisi her alanda ciddi dönüşümler

yaşamıştır. Bu dönüşümler etkilerini bir çok alanda gösterdiği gibi sosyal

harcama kalemlerinde de göstermiştir.

.

Sosyal harcama kalemlerinde meydana gelen değişmeler yoksullukla

doğrudan ilişkili olduğu bilinmektedir. 1980 yılından sonra ülke ekonomisinin

globalleşme olgusuyla birlikte dünya ekonomisine eklemlenmeye başlaması

neticesinde, izlenen makro ekonomik politikalar da değişime maruz kalmıştır.

Bu değişim gelir dağılımı ve dolayısıyla yoksulluk üzerinde adaletsiz

sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1970’li yıllar ile 1980’li yıllar

karşılaştırıldığında gelir dağılımı adaletsizliğinin arttığını, bu adaletsizliğin

1990’li ve 2000’li yıllarda ise giderek derinleştiği aşikardır. Elde edilen kamu

gelirlerinin yoksulluğu ve gelir dağılımını iyileştirici yönde kullanılmasından

ziyade borç ve borç faizi ödemesine gitmesi neticesinde sosyal harcama

kalemlerinde bir daralma meydana gelmiştir. Türkiye ekonomisi 1980

yıllarında itibaren yoksulluğu giderici uygulamalarda başarılı olamamıştır.

Türkiye’de sağlık harcamaları ve finansman sisteminin ikili bir yapıya

sahip olması 24 Ocak 1980 kararları sonrasında serbest piyasa ekonomisine

geçişle, kamunun faaliyet alanlarında sınırlandırılmaya gidilmesi neticesinde

özel sektör de kamunun yanında sağlık hizmeti sunmaya başlamıştır. 1980

sonrasında kamu sağlık yatırımları ve özel kesim sağlık yatırımları

kıyaslandığında , özel kesim sağlık yatırımlarının daha hızlı bir biçimde

gelişme göstermiştir. Ancak kamu ve özel kesim sağlık hizmeti sunumu

ülkenin bölgesel dağılımında bile bir dengesizliğe sahiptir. Ülkenin doğu

Page 196: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

182

kesimleriyle batı kesimleri kıyaslandığında sağlık kurumlarına sahip olma

oranı batı kesiminde daha yüksektir.

Gelir dağılımı adaletini sağlama yönünden önemli bir harcama kalemi

olan sağlık harcamalarının Türkiye içindeki genel seyrine baktığımızda , AB

ülkeleri, AB’ye aday olan ülkeler ve OECD ülkeleri arasında en az pay ayıran

ülke konumunda olduğu görülmektedir. Sağlık Bakanlığı bütçesinin genel

bütçe içindeki payı da 1980’den itibaren giderek azalma eğilimi göstermiştir.

Faiz dışı fazla hedefini tutturabilmek için daha az sağlık harcaması

yapılması üzerine sağlık bakanlığı bütçesinin de kısılmasıyla birlikte döner

sermaye gelirleri önem kazanmaya başlamıştır.

Türkiye ekonomisi 1980 yılı dönüşümünü eğitim üzerinde de

yaşamıştır. Özel eğitim kurumları hızla eğitim hizmetlerinde yaygınlaşmaya

başlamış, anaokulundan üniversiteye kadar bir çok eğitim kademesinde

varlığını ortaya koymuştur. Kamu ve özel kesim eğitim harcamaları

kıyaslandığında özel kesim harcamalarının daha yüksek olduğu

görülmektedir. Eğitimde kamu harcamalarının payı düşükken, özel

harcamaların yükselmesi sunulan eğitim hizmetinden gelir dağılımı

bakımından altta bulunan kesimler açısından daha düşük bir standart

yakalamalarına yol açmaktadır ve zaten ciddi anlamda yoksul olan bu

kesimdeki insanların bu hizmetten yararlanamamaları neticesinde, eğitimin

gelir dağılımını iyileştirici dışsallığının kaybolmasıyla, yoksullukları daha da

perçinleşecektir.

Diğer yandan, 1980 sonrası dönemde ekonomik ayrıma göre

konsolide bütçe kalemlerinde oluşan değişim incelendiğinde, transfer

harcamalarının bütçe içindeki payının reel harcamalara oranla giderek artış

eğilimi içerisine girmiştir. Transfer harcamalarında gözlenen artış eğiliminin

en önemli nedeni, transfer harcamaları içinde yer alan faiz ödemelerinin

sürekli artmasıdır. 1980 yılında transfer harcamalarının GSMH’ya oranı %7.5

Page 197: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

183

iken 2001 ‘de 31,72 ‘ye yükselmiş 2005 yılına gelindiğinde bu oran %19,3’e

düşmüştür. Bunun yanısıra, transfer harcamaları içerisindeki faiz

harcamalarının payı 1983 yılında %16,9 iken, 2001 yılında %73’e ulaşmış

2004 yılında ise %57’ye düşmüştür.. Bilindiği gibi konsolide bütçe kalemleri

içinde yer alan faiz ödemeleri, devlete borç verebilecek gelir düzeyine sahip,

yüksek gelirli sermaye sahibine yapılan ödemelerdir. Bütçe içinde sosyal

transfer harcamalarının büyük bir kısmını da sosyal güvenlik kurumlarına

yapılan transferler oluşturmaktadır. Özellikle sosyal transferler mantığı içinde

düşünülmesi gereken aile yardımı, işsizlik yardımı gibi temel transferler

Türkiye’de uygulama alanı bulamamış yada yeterince uygulanamamıştır.

Tarıma yapılan sübvansiyonlar sadece belli bir grup üreticilere ve belirli

girdileri kullanan kesimi desteklemiştir.

Nitekim 2005 yılı itibariyle gelirin dağılımındaki ilk yüzde 20’lik dilimin

transfer harcamalarındaki aldığı pay %6,8 iken son yüzde 20’nin aldığı pay

yüzde 32 olarak gerçekleşmiştir. Transfer harcamaları içerisindeki faiz

ödemelerindeki artış, sermaye kesimine kamu bütçesi yoluyla kaynak aktarım

şeklinde de ifade edilmektedir. Bu durum ise, gelir dağılımının devlet bütçesi

yoluyla sermaye gelirleri lehine yeniden düzenlendiğinin önemli bir

göstergesidir. Türkiye genelinde nispeten daha zengin kişilerin daha fazla

transfer geliri elde ettiği görülmektedir. İlk birinci dilimdeki nüfusun transfer

harcamalarından aldıkları pay 2002 yılında %11,5 iken 2005 yılında %6,8’e

düşmüştür. Yoksulların %90’ı ilk birinci dilimde olduğu göz önünde

bulundurulduğunda, gelirin yeniden dağılımı belirleyen transfer harcamaları

eşitsizliği düzeltmede başarı gösterememiş, yoksullukla mücadele

konusunda etkin bir politika olarak kullanılmamıştır.

Diğer taraftan, ülkemizde son dönemlerde IMF’le yapılan anlaşmalar

çerçevesinde, maliye politikasının temel önceliği, mali disiplini sağlayarak faiz

dışı fazla vermek ve faiz dışı fazlayı arttırmaktır. Faiz dışı fazla ekonominin

borç stoğuyla ilgili olduğu kadar sosyal harcamalarla da ilgilidir. Faiz dışı

fazlanın amacı, bir sonraki yıl için borçlanma ihtiyacının ve toplam borç

Page 198: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

184

stoğunun GSMH içindeki payının azaltılmasıdır. 1998-2006 yılları arasında

faiz dışı fazla yaratmak için sosyal harcama kalemlerinde kısıntıya gitmiştir.

Finansal piyasalardaki serbestleşme sonucu faiz oranlarının aşağıya doğru

çekilmesi ve hedeflenen faiz dışı fazla ile birlikte transfer harcamalarının

GSMH içerisindeki payı düşmüştür. Transfer ödemelerinin payının

azalmasının en önemli nedeni faiz ödemelerinin azalmasıdır. Ancak faiz dışı

fazla hedefleri nedeniyle sosyal harcamalarda azalmaktadır. Dolayısıyla,

küreselleşme süreci hızlanırken, sosyal politikalar ihmal edilmiş, devlet

yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliğini sorununu çözmede etkin politikalar

izleyememiştir.

Sonuç olarak, küreselleşme beklentilerimiz doğrultusunda, Türkiye’nin

dışa açıklığı arttıkça transfer harcamaları azalmaktadır. Yapmış olduğumuz

analiz de bu sonucu destekler niteliktedir.

Page 199: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

185

KAYNAKÇA AKTAN, Çoşkun Can, Gerçek Liberalizm Nedir?, T Yayınları, İzmir 1994, AKTAN,Coşkun Can(ed); “Yoksullukla Mücadele Stratejileri”, ANKARA, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları.2002 AKKAYA, Yüksel; “Küreselleşme, Sendikasızlaşma ve Yoksullaştırma” Gazi Üniversitesi Ekonomik Yaklaşım Dergisi 14.Cilt 49.Sayı, Ankara 2003 AKIN, Fetullah; “Küreselleşme, Kuzey-Güney ve Yoksulluk” Gazi üniversitesi iktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 6/2 Ankara 2004

ALTAY, A; “Yoksulluk Sadece Devletin Sorunumu? Kamu Harcamaları

Açısından Bir Değerlendirme”, Sosyo-Ekonomi.- 2005

ALAGÖZ, Mehmet; “IMF İstikrar Programlarının Ekonomik Etkiler”, Selçuk Üniversitesi Karaman İİBF Dergisi Cilt:1, Sayı;1 1998 BAĞCE, H.Emre;“ Küreselleşme, Devlet ve Demokrasi”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:6, Sayı:4 (Temmuz) 1997, BAŞKAYA, Fikret; Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, (Ankara: İmge Kitapevi) 1997 BORRAZ, Fernando ve Lopez Ernesto “ Has Glabalization deepened Income Inequality in Mexico”, 2005 BERGER, Peter, L. Four faces of global culture.National Interest, Fall97, Issue 49. 1997 BİRGÜL, A. Güler; “Küreselleşme ve Yerelleşme”, Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt: 6, Sayı: 4 (Temmuz), 1997 Boratav Korkut, “Küreselleşme, IMF ve Türkiye” [Söyleşi], Bilim ve Ütopya1995

Page 200: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

186

BOZKURT, Veysel; Enformasyon toplumu ve Türkiye, İstanbul, Sistem Yayıncılık, 1996 BOZKURT, Veysel; Kürselleşmenin İnsani Yüzü, İstanbul Alfa Yayınları, 2000 BUĞRA, Ayşe- KEYDER Çağlar; Sosyal Politika Yazıları, . İstanbul, Baskı İletişim Yayınları,.1. Baskı, 2006 Buğra, Ayşe- Sınmazdemir, N.Tolga; “Yoksullukla Mücadelede İnsani ve Etkin Bir Yöntem: Nakit Gelir Desteği” Boğaziçi Üniversitesi Araştırma Fonu, Proje kodu: 04C101 CLİFTON, J. Williams, ANDREW J.Dubrin and HENR L. Sisk , Management and organization, Sounh- Western Publishing Co., Cincinati1985 ÇELİK, Aziz; “AB Ülkeleri ve Türkiye’de Gelir Eşitsizliği: Piyasa Dağılımı- Yeniden Dağılım”, Çalışma ve Toplum, 2004/3 DİE., 2002-2003-2004-2005 Hanehalkı Bütçe Anketi DPT, 8. Beş yıllık kalkınma planı, Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara. 2001 DPT, Özel İhtisas Komisyon Raporu,2006

Dünya Bankası, “World Development Report 2006: Equity and

Development,” The World Bank and the Oxford University Press, 2005

DUMANLI, Recep. “Yoksulluk Kavramı, Ölçülmesi ve Gelir Dağılımı İlişkileri”, Yeni Türkiye 1995 DOĞANOĞLU, Fatih ve GÜLCÜ, Aslan “Gelir Eşitsizliği Ölçümünde Kullanılan Yöntemler” C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Dolar David ve Kraay Aart “ Trade, Growty and Povert” Development research group, The World Bank June 2001

Page 201: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

187

ERDOĞAN, Emre. “Küreselleşen Dünyada Türkiye’nin Rolü: Kırılgan Demokrasiyi Korumak” ),Ocak-2003 ERBAY, Yusuf; “ Küresel İşletmelerin Yönetimi ve Türk İşletmelerin Yeni Türk Cumhuriyetlerine Yönelik Faaliyetleri”, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Yayın No:11 Ankara, 1996 Förster, M., d’Ercole, M., M., Income Distribution and Poverty in OECD Countries in the Second Half of the 1990s, OECD 2005 GERŞİL, Gülşen Sarı; “Küreselleşme ve Çok Uluslu İşletmelerin Çalışma İlişkilerine Etkileri” Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 6 sayı 1, 2004 GUJARİATI, Damodar N. “ Basic Econometrics”, Third Edition, McGraw- Hill Inc., USA 1955 HELLEİNER, Eric.:”From Bretton Woods to Global Finance” R.Stubbs ve G.R.D. 1994 HİST,P.; THOMPSON, G; Küreselleşme Sorgulanıyor, Dost Kitapevi, Ankara. 2003 KARA, Uğur; Sosyal Devletin Yükselişi ve Düşüşü, 1.Baskı Özgür Üniversite Kitaplığı:52.2004 KEPENEK, Yakup ve YENTÜRK, Nurhan; Türkiye Ekonomisi, 14. Basım, remzi Kitapevi, İstanbul, 2003 KOÇDEMİR, Kadir; “Atatürk Dönemi Kültür Politikası ve Küreselleşme”, Türk İdare Dergisi. Yıl 72, Sayı 429 (Aralık), 2000 KÖSE, A.H. – ŞENSES, F. - YELDAN, E., İktisat Üzerine Yazılar II Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları,3.Baskı. 2004 KÖSE, A.H. – ŞENSES, F. - YELDAN, E; İktisat Üzerine Yazılar I “İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, İletişim Yayınları, 2003

Page 202: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

188

LUBBER, Ruud; The Dynamic of Globalization http://www.itcilo.it/english/actrav/telearn/global/ilo/globe/new_page.htm MURRAY, Robin, Fordizm ve Post – Fordizm, – Yeni Zamanlar, Edit;S. Hall, M. Jacques, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,1998 NICITA, Alessandro. “Measuring the effects on Hausehold Welfare, Word Bank research Working Paper 3265 PALAMUT, Mehmet.E ve YÜCE Mehmet; “Türkiye’de 1980 Sonrası Mali Politikaları” 16.Maliye Sempozyumu, 2001

O’BOYLE, E. “Poverty: A Concept That Is Both Absolute And Relative

Because Human Beings Are At Once Individual and Social,” Review of Social

Economy, Spring .1990

ÖLMEZOĞULLARI, Nalan; “Refah Devletinin Ekonomik Temelleri ve Krizi” – Yayınlanmamış Çalışma, Bursa, 1995 ÖZDEMİR, Süleyman; “Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti”, İstanbul Ticaret Odası Yayınları Yayın no:2004-6,92004 ÖZEN,Ahmet; “Türkiye’de Transfer harcamalarının Gelişimi ve Ekonomik Etkilerinin Değerlendirilmesi” Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 5, Sayı 1, 2003 ÖZUĞURLU, “Kamu Harcamalarının Bölüşüm Üzerine Etkisi: Türkiye Açısından Bir Değerlendirme” 2005

SAWHİLL, I. V. “Poverty in the U.S.: Why Is It so Persistent?” Journal of

Economic Literature, vol. 26, no. 3, September, 1988

. ŞENSES, Fikret. “Neoliberal Küreselleşme Kalkınma için Bir Fırsat mı, Engel mi?”, erc Working Paper in Economic 04/09, 2004 ŞENSES, Fikret; Kalkınma İktisadı (İstanbul: İletişim Yayınları) , 1996

Page 203: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

189

www.sosyal hizmetuzmani.org/İnsanciluymsosyaladalet.doc. :Erişim tarih 23.8.2006 ŞENSES, Fikret; Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk İletişim Yayınları İstanbul,2001 ŞENSES, Fikret; Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk 3. Baskı İletişim Yayınları İstanbul,2003 Sönmez, Sinan; Dünya Ekonomisinde Dönüşüm İmge Kitapevi ANKARA,2005 TAĞRAF, Hasan; “Küreselleşme Süreci ve çokuluslu İşletmelerin Küreselleşme Sürecine Etkisi”, C.Ü.İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2. 2002 TEMİZ, Hasan Ejder; “Küreselleşmenin Sosyal Boyutları ve Türkiye Açısından Etkileri”, DİSK Birleşik Metal İşçileri Sendikası, Ankara, 2004 TEMELLİ, Sezai; “Türkiye’de Borçlanma- Yoksulluk Dinamikleri:1990-2002, Kamusal Yoksulluk Endeksi denemesi”2002 Türk Tabibler Birliği Yayınları. 2006 TOKATLIOĞLU, İbrahim- Başaran, Alparslan; “Türkiye’de Yoksulluğun Dağılımı, Yapışkanlığı ve Transfer Politikaları”, Ekonomik Yaklaşım, Gazi Üniversitesi,2003 UZUN.Ayşe Meral; “Yoksulluk Olgusu ve Dünya Bankası” C.Ü.İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 2003

UNDP, Human Development Report 2001: Making New Technologies Work

for Human Development, Oxford University Press, 2001.

UNDP, Human Development Report 2004: Cultural Diversity in Today’s

Diverse World, New York: UNDP, 2004.

YILMAZ, Gülay Akgül; OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve

Sosyal Harcamalar, Arıkan Yayıncılık, 2006

Page 204: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

190

YUMUŞAK, Ibrahim ve Bilen Mahmut; “Gelir Dağılımı- Beşeri Sermaye İlişkisi

ve Türkiye Üzerine bir Değerlendirme”, Kocaeli üniversitesi, Sosyal Bilgiler Dergisi Sayı.1, 2002

YÜCE, Mehmet; “ Türkiye’de Gelir Dağılımındaki Adaletsizliğin İzlenen Vergi

ve Harcama Politikaları ile Bağlantısı” http//www,işguç.org7myuce3.htm.

Erişim 23.12.2005

YÜCEOL, Hüseyin Mualla; “Küreselleşme, Yoksulluk ve Emek Piyasası

Politikaları” Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 14, Sayı 2, 2005

World Bank, Global Economic Prospects, Trade, Regionalism and

Development, World Bank: Washington, DC, 2005.-2006

World Bank, Globalization, Growth and Poverty: A World Bank Policy Report,

Oxford University Press, 2002.

World Bank, State Institute of Statistics Turkey, Turkey Joint Poverty

Assessment Report, 2005.

World Bank, World Development Report 2002: Building Institutions for

Markets, The World Bank and the Oxford University Press, 2001.

World Bank, World Development Report: 2000/2001 Attacking Poverty,

World Bank Washington, DC, 2000.

World Bank, World Development Report 2006:Equity and Development, The

World Bank and the Oxford university press, 2005

World Bank, World Develoment Report 2003

www.dtm.gov.tr.7ekolar1/eko 01. xls

www.dtp.com

www.ceterusparibus.net/1923-1990/dis_ticaret.htm.

http:77ekutup.dtp.gov.tr.72007/0101.xls

www.ssk.gov.tr/sgk/istatistik htlm

www.çalışma.gov.gov.tr./basinbulteni72006-bülten

www.bağkur.gov.tr/finansman/index

Page 205: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

191

www.emekli gov.tr/istatistik/index.htlm

Türkiye Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2006, Türk Tabipleri Birliği Yayınları 2006

www.tusiad.org.tr./bulten. html

www.bumko.gov.tr

Page 206: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

192

ÖZET

[AKTAŞ, Gülhan]. [Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Gelir Dağılımı,

Yoksulluk ve Sosyal Politikaların Evrimi], [Yüksek Lisans Tezi], Ankara,

[2007].

1980’lerin başlarından itibaren yaşanan ekonomik, teknolojik ve

ideolojik gelişmelerin paralelinde dünya ekonomisi hızla küreselleşmiştir.

Önce Az Gelişmiş Ülkeler sonra eski Sosyalist Bloğu ülkeleri IMF ve Dünya

Bankası güdümünde Yapısal Uyum Politikaları ve İstikrar politikalarını

uygulayarak dışa açık piyasa ekonomisine dayalı neo liberal politikaları

uygulama süreci yaşamışlardır. Diğer taraftan, Dünya bir taraftan hızla

küreselleşirken, gelir dağılımı ve yoksulluğun, özellikle AGÜ olmak üzere, bir

çok ülkede sosyal açıdan kaygı verici boyutlara ulaştığı gözlenmektedir.

Türkiye’de dış ticaret 1980’lerde ve özellikle 1996’daki Avrupa Birliği ile

kurulan gümrük birliği ile serbestleşmiştir. 1989 yılında ise yapılan yasal ve

kurumsal gelişmelerin paralelinde finansal serbestleşme gerçekleşmiş ve

Türkiye hızla dışa açılmıştır.

Türkiye’de gelir dağılımı ve yoksulluk üzerine doğrudan etkileri olduğu

bilinen eğitim, sağlık, güvenlik gibi kamu tarafından gerçekleştirilen sosyal

harcamaların seyri, ekonomi politikalarında yaşanan değişim sürecinde

incelendiğinde, söz konusu sosyal harcamaların artış hızının düştüğü

izlenmektedir. Devletin gelir dağılımı ve yoksulluğu azaltmada elinde iki

politika aracı bulunmaktadır. Bunlar vergiler ve transfer harcamalarıdır. 1980

sonrası transfer harcamalarının seyri incelendiğinde, transfer harcamalarının

arttığı, ancak bu artışın transfer harcamaları içerisinde yer alan faiz

ödemelerinden kaynaklandığı izlenmektedir. Sosyal transfer harcamalarının

payı diğer transfer harcamaları içinde geride kalmıştır. Türkiye’de göreli

yoksulluk oranı 2005 yılı itibariyle %16,16, yoksulluğun en önemli

nedenlerinden biri olan işsizlik oranı ise % 10,3 tür. Dolayısıyla küreselleşme

Page 207: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

193

süreci hızlanırken, sosyal politikalar ihmal edilmiş, devlet yoksulluk ve gelir

dağılımı eşitsizliğini çözmede etkin politikalar izleyememiştir.

ANAHTAR KELİMELER: 1-Yoksulluk 2- Gelir Dağılımı 3- Sosyal Politikalar 4- Küreselleşme 5- İşsizlik

Page 208: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

194

ABSTRACT

[AKTAŞ, Gülhan]. [The Evolution of Distribution of İncome, Poverty and

Social Policies in Process of Globalization in Turkey], [Master Thesis],

Ankara, [2007].

World economy has been rapidly globalisationed in parallel with

economical, technological and ideological developments from the beginning

of 1980's. Firstly developing countries later former countries of communist

obedience have lasted neo liberal policies execution process leaning against

open market economy by carrying out structural adjustment policies directed

by IMF and World Bank and stabilization policies. On the other hand it has

been stated that income distribution and poverty have been a matter of

concern socially in several countries especially developing countries. Foreign

trade in Turkey had been liberalisationed in 1980's and notably in 1996 by

Customs Union established with the European Union. Also in 1989 financial

liberalisations had been come true in parallel with legal and institutional

process.

It has been declared that social expenditure such as education, health

and security performed by public have effects on income distribution and

poverty in Turkey and their acceleration decreases in changing process of

economic policies. The Government has two political instruments to lower

inequality of income and poverty. These are taxes and transfer expenditure.

Transfer expenditure had been increased because of interest payments after

1980. However rate of social transfer expenditure had been behind other

transfer expenditure. Relative poverty ratio was %16,16 and unemployment

rate being the most important reason of poverty was %10,3 by 2005.

Consequently, while globalization process is accelerated the Government

has failed to solve poverty and inequality of income by neglecting social

policies.

Page 209: T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ · TOKATLIOĞLU, tez konumun belirlenmesi, çatısının oluşturulması da dahil olmak üzere, konu ile ilgili bilgi ve birikimini benimle paylaşmış,

195

KEY WORDS

1-Poverty

2-İncome distribution

3- Social Policies

4- Globalization

5- Unemployment