tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü çalışma ekonomisi ve ...
Transcript of tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü çalışma ekonomisi ve ...
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ
ANABİLİM DALI
İMALAT SANAYİİNDEKİ KOBİ’LERDE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ VE SOSYAL POLİTİKA SORUNLARI
Yüksek Lisans Tezi
Fatma Arzu Karakoç
Ankara-2003
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI
İMALAT SANAYİİNDEKİ KOBİ’LERDE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ VE SOSYAL POLİTİKA SORUNLARI
Yüksek Lisans Tezi
Fatma Arzu Karakoç
Tez Danışmanı
Doç.Dr.Gülay Toksöz
Ankara-2003
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ
ANABİLİM DALI
İMALAT SANAYİİNDEKİ KOBİ’LERDE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ VE SOSYAL POLİTİKA SORUNLARI
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı : Doç.Dr.Gülay Toksöz
Tez Jurisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası ___________ _______________
........................................................ ...................................
......................................................... ..................................
.......................................................... .................................
.......................................................... .................................
........................................................... ................................ ........................................................... ..................................
Tez Sınavı Tarihi: ...............................
GİRİŞ.............................................................................................…........….1
1.KÜÇÜK İŞLETMELERE SOSYO-EKONOMİK AÇIDAN GENEL
BİR BAKIŞ.................................................................................….........…..5
1.1. KÜÇÜK İŞLETMELERİN TANIMI VE KÜÇÜK İŞLETMELERİ
TANIMLAMADAKİ ZORLUKLAR…………..................................................….............5
1.2. KÜÇÜK İŞLETME KAVRAMINI TANIMLAMADA
KULLANILAn ölçütler..............................…......................................….6 1.2.1. Tanımlamada Esas Alınan Nicel (Teknik) Ölçütler ve
Özellikleri............................................…….……......................…7
1.2.2. Küçük İşletme Kavramını Tanımlamada Esas Alınan
Nitel (Sosyolojik) Ölçütler ve Özellikleri.…................................12
1.3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE'DE KÜÇÜK
İŞLETMELERİN EKONOMİ İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ ..........................…....23
1.4. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KÜÇÜK İŞLETMELERİN
YAPISAL SORUNLARI............................................…........................…...24 1.4.1. Üretimle İlgili
Sorunlar.....…....…….............…...........................25
1.4.2. Finansmanla İlgili Sorunlar.............……......…..........................27
1.4.3. Pazarlamayla İlgili Sorunlar.. .......................…........................28
1.4.4. Tedarikle İlgili Sorunlar ..................................…......................29
1.4.5. Rekabetle İlgili Sorunlar..…...............................…....................29
1.4.6. Teknolojiyle İlgili Sorunlar..…..............................…..................30
1.4.7. Yönetimle İlgili Sorunlar......…...............................…................32
1.4.8. Çalışma İlişkilerinden Kaynaklanan Sorunlar.........…...............32
2. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE KÜÇÜK İŞLETMELERİN GELİŞİM SEYRİ VE YAPISININ
DEĞERLENDİRİLMESİ……………………………………….……………….35
2.1. KÜÇÜK İŞLETMELERİN GELİŞİMİNDE FORDİZM, POST-FORDİZM VE
ESNEK UZMANLAŞMA SÜREÇLERİNİN ETKİLERİ...............….......….….....35 2.1.1. Neo-Liberal Yaklaşım; Esneklik Teorileri–
Esnek Uzmanlaşma
……..................….......................…..........37
2.1.2. Gelişmiş Ülkelerde Esnek Uzmanlaşma ve Uygulama
Alanları………………………………………………………...…...39
2.1.3. .................... Gelişmekte Olan Ülkelerde Esnek Uzmanlaşma ve
Uygulama
Alanları…………...……………………………….…...42
2.1.4. .........................................................Kollektif Verimlilik ve Esnek
Uzmanlaşma…....................….….45
2.1.5. .......................................................Esnek Uzmanlaşmaya İlişkin
Eleştiriler….........................…….47
2.1.6. ...............Türkiye’de Esnek Uzmanlaşma ve Kollektif Verimliliğin
Uygulanabilirliği.………………........................................…..…..50
2.2. ENFORMEL SEKTÖRÜN SOSYO-EKONOMİK TEMELLERİ…………….…....53 2.2.1. Enformel Sektör ve Küçük İşletme
İlişkisi…...........….......…...53
2.2.2. Enformel Sektör Kavramının Ortaya Çıkışı ve Farklı
Yaklaşımlar...................................................................……....53
2.2.2.1.Dualizm Yaklaşımları ve Enformel
Sektör.……..........54
2.2.2.2. ILO ve Enformel Sektör.......................……........…...62
2.2.2.3. Neo-Liberal Politikalar ve Enformel
Sektör...........….66
2.2.3. Günümüzde Enformel Sektöre Etki Eden Faktörler….....…...69
2.2.4. Enformel Sektörün Tanımı ve Özellikleri.........................…...74
2.2.5. Enformel İstihdamın
Boyutları…................................….........79
2.2.6. Türkiye’ de Enformel İstihdam ve
Boyutları…................….....83
3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE KÜÇÜK İŞLETMELERİN İSTİHDAM POTANSİYELİ VE SOSYAL POLİTİKA
SORUNLARI...........................................…….............................................87
3.1. KÜÇÜK İŞLETMELERİN İSTİHDAM YARATMADAKİ KATKILARI.………...........87
3.2. TÜRKİYE'DE KÜÇÜK İŞLETMELERİN İSTİHDAM POLİTİKASI
OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ.…………………………………………………….....90
3.3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE'DE KÜÇÜK İŞLETMELERİN İSTİHDAM YAPISININ YARATTIĞI SOSYAL POLİTİKA SORUNLARI VE
ÖNERİLER………………….………………………………………………....92 3.3.1. .......Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Küçük İşletmelerin
İstihdam Yapısının Yarattığı Sosyal Politika Sorunları...............92
3.3.1.1.Sosyal Güvenlikle İlgili Sorunlar …................................93
3.3.1.2. İşçi Sağlığı Ve Güvenliğiyle İlgili Sorunlar …................97
3.3.1.3. Sendikalaşmayla İlgili Sorunlar …….............................99
3.3.1.4. Eğitim ve Mesleki Eğitimle İlgili Sorunlar….................103
3.3.1.5. Ücretle İlgili Sorunlar …..............................................105
3.3.2. .............. Gelişmekte Olan Ülkelerde Küçük İşletmelerin İstihdam
Yapısının Yarattığı Sosyal Politika Sorunlarıyla İlgili
Öneriler…………………………………………………………….107
3.3.2.1. Sosyal Güvenlikle İlgili Öneriler............…...................107
3.3.2.2. İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliğiyle İlgili Öneriler
...............109
3.3.2.3. Sendikalaşmayla İlgili Öneriler....................................110
3.3.2.4. Eğitimle İlgili Öneriler
..............…................................110
3.3.2.5. Ücretle İlgili
Öneriler....................................................111
3.3.3. ....... Türkiye’deki Küçük işletmelerin İstihdam Yapısının Yarattığı
Sosyal Politika Sorunlarına İlişkin Alan Araştırması ....….......111
4. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE KÜÇÜK
İŞLETMELERDE SOSYAL KORUMACI POLİTİKALARIN
UYGULANMASI , ARAÇLARI VE ILO ÖRNEKLERİ.…………................113
4.1. KÜÇÜK İŞLETMELERDE ÇALIŞMA YAŞAMIYLA İLGİLİ YASAL VE
DÜZENLEYİCİ ÇERÇEVENİN OLUŞTURULMASI….....................................114 4.1.1. ................................ İşletmelerin Kurulması ve İşlemesine İlişkin
Düzenlemeler….116
4.1.2. İşgücü Maliyetleri ve İşçilerin Haklarının Korunmasına
İlişkin
Düzenlemeler............................................................….117
4.1.3. ..................... Türkiye’de Küçük İşletmelerde İstihdam Edilenlere
Uygulanan Yasa ve Düzenlemelerin Enformel İstihdama
Etkisi……………………………………………………...........…...118
4.2. ENFORMEL SEKTÖRDE KENDİ KENDİNE YARDIM
ÖRGÜTLERİ-BİRLİKLERİ..……...…………....................................…...…121
SONUÇ............................……..................................................................….125
KAYNAKÇA....................................................................................……......127
ÖZET................................................................................……....................143
SUMMARY....................................................…….......................................144
EKLER .......................................................................……..........................145
EK-1 Küçük İşletmelerde Çalışma İlişkilileri ve Sosyal Politika Sorunlarını
İnceleyen Alan Araştırmasına İlişkin Görüşme Soruları.......……….............145
EK-2 Küçük İşletmelerde Çalışma İlişkilileri ve Sosyal Politika Sorunlarını
İnceleyen Alan Araştırmasına İlişkin Görüşmelerin Değerlendirilmesi........150
GİRİŞ
1970’lerde ve 1980’lerde hız kazanan krizler ve yapısal uyum
politikalarıyla birlikte sanayileşmede yeni arayışlar sonucu, küçük ölçekli
işletmeler önem kazanmıştır. “İmalat Sanayiindeki Küçük ve Orta Ölçekli
İşletmelerde Çalışma İlişkileri ve Sosyal Politika Sorunları” adlı tez
çalışmasının başlıca amacı; küçük ve orta ölçekli işletmeler başlığı altında
küçük ve çok küçük işletmelerde, çalışma ilişkilerini formel ve enformel
faaliyetler bağlamında incelemektir.
Her ne kadar tez başlığı küçük ve orta ölçekli işletmeler olsa da sosyal
politika sorunları ağırlıkla küçük ve çok küçük işletmelerde gözlemlendiği için
araştırma konusu küçük ve çok küçük işletmeler olmuştur. Literatürde yaygın
olarak kullanılan KOBİ kavramı olduğu için, kimi yerlerde yapılan alıntılarda
KOBİ’lerden söz edilse bile kastedilen çok küçük ve küçük işletmelerdir.
Bu tezde, sadece imalat sanayindeki küçük işletmeler incelenmekte
olup, hizmet ve tarım sektöründeki küçük işletmeler kapsam dışında
bırakılmıştır. Tezin konusuyla ilgili belirtilecek son nokta ise; gelişmekte olan
ülkelerdeki küçük işletmelerin araştırılmış olduğudur. Bunun başlıca sebebi,
Türkiye’nin de gelişmekte olan bir ülke olmasıdır.
Tezde küçük işletmelerde değişen işveren ve işgücü yapısının
istihdamda ve çalışma ilişkilerinde meydana getirdiği dönüşümler
açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede istihdamda önemli payı olan küçük
işletmelerde sosyal korumacı politikaların ne ölçüde uygulandığı
incelenmiştir.
Küreselleşme ortamıyla beraber işletmeler için, rekabet edebilme
gücünün önemi de artmıştır. Bu ortamda gelişmekte olan ülkelerdeki küçük
işletmeler rekabet edebilmek için emek yoğun teknoloji kullanırlar. Burada
karşılarına çıkan başlıca yapısal sorun ise, düşük sermayeyle finanse
olmalarıdır. Küçük işletmelerin finansmanla ilgili sorunları işletme bilimi
tarafından sıkça ve önemle ele alınmıştır.
Çalışma ilişkileri alanında ise, şimdiye kadar küçük işletmelerle ilgili
yapılan araştırmalarda bu işletmelerin istihdam yaratma boyutları incelemiştir.
Enformel sektör çerçevesinde çalışma ilişkilerini inceleyen araştırmalar ise,
bu konuyu küçük işletmelerle bağlantılandırmamış, istihdam boyutunu da
katarak bir bütün içinde incelememişlerdir. Bu tezde ise, küçük işletmelerin
hem istihdam yaratma boyutları, hem de yaratılan bu istihdamla şekillenmiş
çalışma ilişkilerinin oluşturduğu sosyal politika sorunları, aynı düzlemde ele
alınmaya çalışılmıştır. Dünya literatüründe enformel istihdamla birlikte anılan
küçük işletmeler aynı zamanda enformel istihdamın taşıdığı bütün
olumsuzlukları da içermektedir. Çalışma ilişkileri incelenirken sadece
çalışanlar boyutu değil aynı zamanda işveren boyutu da araştırılmış ve
işverenin üretim sürecindeki konumu, sosyal politika önlemlerinin işveren
açısından anlamı ele alınmıştır. Tek boyutlu olmayan, sorunları iki taraf
açısından inceleyen ve küçük işletmelerin istihdam yaratmadaki önemlerinin
yanı sıra bu istihdamın yarattığı çalışma ilişkilerinin, sosyal politika açısından
incelendiği bir araştırmanın çalışma ilişkileri alanına katkı sağlayacağı
düşünülmektedir.
Küçük işletmelerin faaliyetleri hukuki anlamda yasaldan, yasadışına
kadar geniş bir yelpazede yer almaktadır. Küçük işletmeler ekonomik
pozisyonları açısından formel sektör içinde varsayılsalar da, istihdam
açısından enformel ilişkilerden beslenmektedirler. Enformel istihdamda
işgücü her türlü yasal düzenleme dışında çalıştırılmakta ve bu da sosyal
politika açısından çeşitli sorunlar doğurmaktadır. Bu durumda işçiler çağdaş
çalışma koşullarının, yani ILO’nun da ifade ettiği gibi “insana yakışır işler”
dışında çalışmaya zorlanmakta, iş ve sosyal güvenlik hukuku alanında
sağlanmış bütün haklardan mahrum kalmaktadırlar. Tüm bu olumsuzluklar,
sosyal refah devleti anlayışının önemli yaralar almasına neden olmaktadır.
Küçük işletmelerde görülen bu enformel faaliyetlerin kalıcılığı ülkelerin
kalkınma düzeylerine göre değişmektedir. Bu faaliyetlerin altında yatan
dinamikler ise çeşitlilik arz etmektedir. Bu da enformel faaliyetlerin
şekillenmesinde sadece yerel koşulların değil, küresel değişim sürecinin de
büyük rol oynadığı anlamına gelmektedir. 1980’li yılların başında ortaya çıkan
yeniden yapılanma sürecinin emek piyasalarına en büyük etkisinin esnek
uzmanlaşma ve yalın üretim temeline dayalı üretim politikaları aracılığıyla
oluşan esnek çalışma ilişkileri olduğu görülmektedir. Esnek çalışma,
gelişmekte olan ülkelerde enformelliğin büyümesine yol açan kavramlardan
biri olarak kabul edilmektedir. İşgücünün ve işletmelerin bu denli esnek hale
gelmesi enformelleşmeyi zorunlu olarak artırmakta, bu da çalışma ilişkileri
aleyhinde bir durum ortaya çıkartmaktadır.
Tezi oluşturan başlıca temel kavramlar; küçük işletme, çalışma
ilişkileri, esnek üretim, enformel sektör ve sosyal korumacı politikalardır. Bu
doğrultuda tezde cevap aranan sorular; küçük işletmelerin yapısal
sorunlarının neler olduğu, bunlar içerisinde çalışma ilişkilerinden kaynaklanan
sorunların yeri ve öneminin ne şekilde belirlendiği, küçük işletmelerin gelişim
seyri ile bu işletmelerin istihdam yapısı ve istihdam yaratma potansiyeli
arasındaki ilişki kapsamında enformel istihdam ve esnek istihdamın küçük
işletmelerdeki çalışma ilişkilerine etkisinin neler olduğudur. Bu bağlamda
küçük işletmelerin istihdam yapısının yarattığı sosyal politika sorunları ve bu
sorunlara ne tür öneriler getirilebileceği, sosyal korumacı önlemlerin bu
birimlerde uygulanmasıyla çalışma ilişkilerinde olumlu gelişmeler sağlanıp
sağlanamadığı sorularına da cevap aranmıştır.
Bu sorulara cevap bulabilmek için oluşturulan bölümlerde faydalanılan
araçlar da farklılık göstermektedir. Küçük işletmelerin tanımlanması ve
gelişimi hakkında öncellikle literatür taramasına yer verilmiştir. Küçük
işletmelerin istihdam yaratma boyutları, formel ve enformel faaliyetlerin
çalışma ilişkilerine etkisi incelenirken ise; Türkiye’yle karşılaştırma yapmaya
olanak sağlanması açısından Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bu
konudaki raporları değerlendirilmiş ve bu raporların Türkiye’ye
uygulanabilirliği tartışılmıştır. Uluslararası örgütler içinde sadece ILO’nun
rapor ve araştırmalarına yer verilmesinin başlıca nedeni; bu kurumun direkt
olarak çalışma ilişkilerini inceleyen ve sosyal koruma politikaları öneren tek
kurum olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca küçük işletmelere ilişkin iç
hukukumuzdaki mevzuat düzenlemeleri incelenmiş ve bununla ilgili eksiklikler
tartışılmıştır. Son olarak, uygulamadaki durumla teorik olarak incelenenler
arasındaki farklılıklar ve benzerliklerin gözlemlenebilmesi için, küçük
işletmelerdeki uygulamayı yansıtacak bir alan araştırması yapılmıştır.
KÜÇÜK İŞLETMELERE SOSYO-EKONOMİK AÇIDAN GENEL BİR BAKIŞ
Küçük İşletmelerin Tanımı ve Küçük İşletmeleri
Tanımlamadaki Zorluklar
Hem ekonomik, hem de sosyal açıdan önem taşıyan küçük işletmeler
incelenirken, ilk olarak, küçük işletme kavramının tanımı yapılacak, ardından
küçük işletmelerin yapısal özelliklerinin saptanmasına çalışılacaktır. Bu iki
aşamadan geçildikten sonra, küçük işletme olgusunun hangi boşlukları
doldurduğunun ve çıkar çatışmaları açısından yerlerinin belirlenmesinin
kolaylaşacağı düşünülmektedir.
KOBİ kavramı anlaşılır açıklıkta olmasına rağmen dünya literatüründe
üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanımı bulunmamaktadır (Sarıaslan,
1994:12). Ülkelerin ekonomik yapıları değiştikçe küçük işletmeleri belirleyen
ölçütler de değişmekte ve ülkelerin ekonomik yapılarıyla bağlantılı olarak
farklı ölçütler kullanılabilmektedir (Ekin, 1993:20).
Müftüoğlu; çeşitli ülkelerdeki KOBİ tanımlarında dikkati çeken önemli
bir özelliğin genellikle resmi bir tanımlamanın yapılmaması olduğunu ifade
etmiştir. Bunun sebebinin de KOBİ tanımının bilimsel değil pragmatik bir
içeriğe sahip olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Bu nedenle KOBİ’lere
ilişkin olarak standart bir tanım geliştirmenin her ülke ve sektörün farklı
koşullara sahip olması yüzünden, zorunlu olmayacağı gibi mümkün ve geçerli
olmadığını da eklemiştir (Müftüoğlu, 1998:123).
Karataş ise; yapıları gereği KOBİ için kesin bir tanımlama yapmanın
olanaksız olduğunu belirtmiştir. Sanayileşme düzeyine, işletmelerin bağlı
oldukları işkollarına ve üretim tekniklerine ilişkin olarak ülkeler arasında hatta
aynı ülkenin farklı bölge ve işkolları arasında KOBİ tanımlamalarının
değişebileceğini ifade etmiştir (Karataş, 1991: 25).
Bu belirtilenler dışında; küçük işletmeleri tanımlamada ve
sınıflandırmada çeşitli zorluklarla karşılaşılmasının en önemli sebebi; bu
işletmelerin heterojen yapılarıdır.
Küçük İşletme Kavramını Tanımlamada Kullanılan Ölçütler
Literatür genel olarak, küçük işletme kavramını tanımlarken işletme
büyüklüğünü bir başka ifade ile bir işletmenin iktisadi faaliyet hacmi ve
kapasitesini ele almaktadır. İşletme büyüklüğünün ve özellikle de küçük
işletmelerin tanımlanmasında nitel ve nicel olmak üzere iki grup ölçütten
hareket edilir. Bu ölçütler aynı zamanda “Sosyolojik Ölçütler” ve “Teknik
Ölçütler” olarak da ifade edilebilir (Alpugan, v.d., 1987:47). Özellikle işletme
literatüründe daha sık kullanılan nicel (teknik) ölçütlerin yanısıra, nitel
(sosyolojik) ölçütlerin de kullanılması gerekliliği yönünde bir yaklaşım
mevcuttur. Bu yaklaşımın temel dayanağı ise; küçük işletmelerin salt, işletme
iktisadının dar kalıpları içinde ele alınamayacağı, konunun ekonomik, sosyal
ve politik yönlerinin de dikkate alınması gerektiğidir (Müftüoğlu, 1998:41).
Özetle bu çalışmanın inceleme konusu, küçük işletmelerdeki çalışma
ilişkileri olduğundan, küçük işletmelerin tanımlanması veya sınıflandırılması
da çalışma ilişkileriyle bağlantılandırılmıştır. Konuya bu açıdan bakarsak;
Türkiye’deki İş Kanunlar’ında küçük işletmeleri tanımlamada kullanılan
başlıca kriter, niceliksel bir karakter taşıyan işçi sayısıdır. Burada karşımıza,
temel bir sorun çıkmaktadır. Bu sorun da, farklı işçi gruplarıyla olan iş
akitlerinin niteliğidir. Örneğin, çıraklar ve geçici işçilerin işyeri büyüklüğü
tespitinde işçi sayısı hesaplamasına dahil edilip edilmemelerine göre değişik
sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak da, daha çok sayıda işyerinin özel
istisnalardan yararlanması sonucu, daha fazla işçi genel koruyucu
standartların dışında kalmaktadır (Ekin, 1994:19).
1.1.1 Tanımlamada Esas Alınan Nicel Ölçütler (Teknik) ve Özellikleri
Küçük işletmelerin tanımlanmasında en çok başvurulan ölçütler nicel
ölçütlerdir. Özellikle konuyu işletme büyüklüğü sorunu olarak gören işletme
iktisadının genel yaklaşımı da bu yöndedir. Küçük işletmelerin
belirlenmesinde, işletme iktisadında başvurulan nicel ölçütler oldukça
çeşitlidir.
Bu nicel ölçütler; işletmede istihdam edilen personel sayısı, işgücünün
toplam iş zamanı fonu, üretim toplamı veya işgücü maliyeti toplamı, sabit
varlıkların değeri, makine sayısı, makine park değeri, makinaların iş zamanı
fonu toplamı, yıllık amortisman tutarı, kullanılan alan, kullanılan hacim,
kullanılan malzeme miktarı, enerji maliyeti, toplam çevirici güç, toplam
sermaye, öz sermaye, çalışma sermayesi, sabit sermayesi, iş istasyonu
sayısı, sipariş tutarı, işletme kapasitesi, kapasite kullanım derecesi, vardiya
sayısı, üretim derinliği, satış tutarı, kar hacmi, katma değer, ödenen vergi
tutarı, net servet, piyasa payı, ihracat/ satış tutarı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Yukarıda belirtilen nicel ölçütleri daha da artırmak mümkündür. Fakat
bu nicel ölçütler mümkün olduğunca asgari düzeye indirilmeli ve bunlar
içinden küçük işletme olgusunu en iyi ifade edenler ayrılmalıdır. Bu ayırma
işleminde ise, içinde bulunulan şartlar ve nicel ölçütler arasındaki ilişkiler göz
önüne alınmalıdır.
Nicel tanımın pragmatikliğinin gereği olarak, tanım bir amaca yönelik
yapılmalıdır. Nicel tanım yapılırken esas alınacak ölçütler; ölçülebilirlik,
ölçmeye esas alınacak bilginin kolayca sağlanabilmesi, nicel ölçütün
işletmenin potansiyel üretkenlik gücünü temsil edebilmesi, nicel ölçütün
parasal değil, fiziki birimlerle ölçülmesi ve fiyat dalgalanmalarından
etkilenmemesi olmalıdır (Müftüoğlu, 1998:142-143).
Küçük işletmelerin nicel tanımı özellikle, devlet tarafından bu
işletmelere yönelik çeşitli teşvik politikalarının uygulanmasında idari bir
zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Devlet bürokrasisi söz konusu
teşviklerin uygulanmasında objektif kalma zorunluluğunun bir sonucu olarak
nicel ölçütlere ihtiyaç duymuştur. Ancak bu şekilde teşvik kapsamına
alınacak işletmelerin belirlenmesinde kesin bir sınır koymak mümkün
olabilmektedir.
Nicel ölçütlerden en sık kullanılanı işçi sayısı ve sabit sermaye
tutarıdır. Her iki ölçüt de nicel tanımda aranan şartları büyük ölçüde yerine
getirmektedir. İşçi sayısı ölçütü, kolay ölçülebilir olması, bilginin kolay temin
edilmesi, işgücünün potansiyel bir üretim faktörü olması, fiziki birimle ifade
edilmesi ve fiyat hareketlerinden etkilenmemesi sebebiyle diğer ölçütlere
tercih edilmektedir. Ancak bu ölçütü kullanmanın başlıca sakıncası,
işletmenin üretkenlik potansiyelini tam olarak ifade edememesidir. Bu
konuda, sabit sermaye ve yatırım tutarı ölçütü, işçi sayısı ölçütüne göre daha
üstündür (Müftüoğlu, 1998:142-143; Sarıaslan, 1994:19).
Türkel’in Meier’den aktardığına göre; (1991:108) “Makine parkı,
bilanço veya işçi sayısı gibi sık kullanılan ölçütler sanayileşmiş ülkeler için
geliştirilen ölçütlerdir.” Bu yüzden de Türkel, bu kavramların Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerin koşullarına uymayacağını düşünmüş ve kavramları
Türkiye bağlamında yeniden tanımlamıştır. Bu tanımlamasında, işçi sayısına
ek olarak yönetsel bir boyut ilave etmiştir (Türkel, 1999:18).
Çeşitli ülkelerde nicel ölçütler kullanılarak yapılan tanımlar genel
olarak incelendiğinde, hemen hemen tüm ülkelerdeki küçük işletme
tanımlarının işletmede istihdam edilen işçi sayısı dikkate alınarak yapıldığı
gözlemlenmektedir. Tanımlarda göz önüne alınan diğer nicel ölçütler ise;
yatırılan sabit sermaye, toplam sermaye, ödenmiş sermaye ve yıllık satış
tutarıdır. Bunlardan, yatırılan sabit sermaye, sanayi işletmelerinde en sık
kullanılan ikinci nicel ölçüttür.
Küçük işletmelerin nicel ölçütler yardımıyla tanımlanmasında ülkeler
üç gruba ayrılabilir. İlk grup, sadece sermayeyi bir ölçü olarak kabul edip ona
göre küçük işletmeleri tanımlayan ülkelerdir. Bu ülkeler, Bangladeş,
Endonezya, Gana, Hindistan, Kenya, Nepal, Nijerya, Sri Lanka’dır. İkinci
grup, işçi sayısını ölçü olarak kabul edip küçük işletmeleri ona göre
tanımlayan ülkelerdir. Bu ülkeler de, Brezilya, Malezya, Tayland ve OECD
ülkeleridir. Üçüncü ve son grup ise, sermaye ve işçi sayısını kriter olarak
kabul edenlerdir. Filipinler, Japonya, Peru, Sudan, Venezuella ile birlikte
Türkiye’de bu grupta yer almaktadır (DPT, 2001:17).
Çeşitli ülkelerin küçük işletme tanımları genel olarak incelendikten
sonra, Türkiye’deki ve AB, OECD, ILO gibi uluslararası kuruluşlardaki küçük
işletme tanımları incelenecektir.
a) Türkiye’de Küçük İşletme Tanımı: Küçük işletmelerle ilgili
uygulamaya konulacak politikaların hedef kitlesinin belirlenebilmesi amacıyla,
her ülke kendi ekonomisinin gereklerine göre bir veya birden fazla küçük
işletme tanımı ortaya koymaktadır. Bu saptama Türkiye için de geçerlidir.
Türkiye’de nitel ölçütlerden ziyade genellikle, DİE’nin kullandığı çalışan
sayısına göre sınıflandırma benimsenmekte olup, DPT Küçük Sanayi Özel
İhtisas Komisyonu, Milli Eğitim Bakanlığı Çıraklık ve Yaygın Eğitim
Müdürlüğü, KOSGEB, İTO, TESK, gibi kuruluşlar da söz konusu
sınıflandırmayı benimsemektedirler.
DİE, işletmelere ilişkin dörtlü bir sınıflandırma yapmaktadır. Buna göre,
1-9 personel çalıştıran işletmeleri çok küçük, 10-49 personel çalıştıran
işletmeleri küçük, 50-99 personel çalıştıran işletmeleri orta ve 100’den fazla
personel çalıştıran işletmeleri de büyük işletme olarak tanımlamaktadır (DİE,
2002). Çalışmanın devam eden bölümlerinde DİE verilerine dayanılarak
küçük işletmelerin Türkiye ekonomisindeki yeri ve önemi
değerlendirileceğinden, adı geçen kurumun küçük işletme tanımlamasına
özellikle yer verilmiştir.
Bu durumda, Türkiye’deki küçük işletmelerin sınıflandırılması DİE
verileri baz alınarak, işçi sayısının yanısıra, çeşitli nitel ölçütler yardımıyla üç
temel grupta toplanabilir;
- İşyerleri: Sadece işletme sahibi ile aile fertlerinin çalıştığı işletmeler
olarak tanımlanmaktadır. Bu işletmelerde ücretli işçi çalıştırılmazken, ücretli
işçi kapsamında düşünülen çıraklar istihdam edilebilmektedir. Bu grup
ülkemizde iki ana başlıkta incelenmektedir;
Ev-El Sanatları, geleneksel ev ve el sanatlarımızı yaşatmak ve
geliştirmek için girişimcinin kendisinin veya aile bireylerinin çalıştığı
işyerleridir.
Sanatkarlar, bir ticari işletmeyi kısmen dahi olsa kendi adına işleten,
yıllık gayrisafi geliri her yıl Bakanlar Kurulu kararnamesi ile belirlenen
miktarın altında bulunan ve bu nitelikleri nedeniyle esnaf ve sanatkar siciline
tescilleri gereken gerçek kişiler esnaf ve sanatkar olarak kabul edilmektedir.
Ev-el sanatları ve sanatkarların oluşturduğu işyerleri genellikle çok
küçük üretim üniteleri olarak çalışan bir sanayi geleneği olarak karşımıza
çıkmaktadır (Karataş, 1991:19-20).
- Cüce işletmeler (1-4 işçi)- Çok Küçük İşletmeler (1-9 işçi) : 1-9 işçi
çalışan işletmeler çok küçük işletmeler olarak; 1-4 işçi çalışan işletmeler ise,
cüce işletmeler olarak ifade edilmektedir. 1-4 işçi çalıştıran işletmeler diğer
gelişmekte olan ülkelerde ise, “Cottage Shop” olarak ifade edilmektedir
(Little; v.d, 1987:5).
Müftüoğlu; dikkat çekici bir husus olarak, 1-9 işçi çalıştıran işletme
grubu içerisinde, 1-4 işçi çalıştıran işletmelerin çok büyük ağırlığa sahip
olduğunu ifade etmektedir. 1980 yılı için 1-4 işçi çalıştıran işletmelerin, 1-9
işçi çalıştıran işletme sayısının %88.74’ünü oluşturduğunu belirterek, aynı
zamanda sektörel farklıklar göz önünde bulundurulduğunda üst sınırın dört
işçiye kadar indirilebileceğini de belirtmektedir. DİE sayımlarında genellikle
işletmede çalışan aile bireyleri ve çıraklar dikkate alınmaktadır. Müftüoğlu,
bütün bunlar göz önünde tutulduğunda üst sınırın en çok dört işçi olması
gerektiğini ifade etmektedir. Sermaye yoğunluğu arttıkça, çalıştırılan işçi
sayısına ilişkin üst sınırın dörde indirilmesini önermektedir. Toplam işletmeler
içerisinde, 1-4 işçi çalıştıran işletme sayısının bu şekilde büyük ağırlığa sahip
olmasının, Türkiye’deki işletme büyüklüğü sınıflandırmalarında bir revizyona
gitmenin gereği olarak yorumlanabileceğini de eklemektedir (Müftüoğlu,
1998:159). Gerçekten, bu istatistiki sonuçlar, 1-4 işçi çalıştıran işletmelerin
ayrı bir grupta toplanmasının daha anlamlı olacağını göstermektedir.
- Küçük İşletmeler: Yıl içinde ortalama toplam 10-49 işçi çalıştıran
işletmelerdir. Çalışan sayısına aile fertleri ile çıraklar dahil edilmemektedir
(Savaşır, 1999:33; Müftüoğlu, 1998:159; Gürol, 2000:173; Karataş, 1991:19)
b) Uluslararası Kuruluşların Küçük İşletme Tanımları
Avrupa Birliği genelinde küçük işletmelerle ilgili özel bir tanım
bulunmamaktadır. Tanımlama nitel, nicel ya da her ikisini birlikte içerecek
şekildedir. 7/2/1996 tarihli konsey kararı çerçevesinde belirgin bir şekilde
ortaya konulan küçük işletme tanımı işçi sayısı, bilanço büyüklüğü ve
bağımsızlık derecesinden oluşan ölçütleri kapsar şekilde oluşturulmuştur. Bu
tanıma göre, küçük işletmeye ilişkin ölçütler; 50 den az işçi, 7 milyon ECU’yu
aşmayan yıllık ciro veya 5 milyon ECU’nun altında bir yıllık bilanço değerine
sahip olmak olarak kabul edilmektedir. 10’dan az işçi çalıştıran işletmeler çok
küçük işletme grubuna dahil edilmektedir. Küçük işletmeler için bir başka
ölçüt de bağımsızlık düzeyiyle ilgilidir. Büyük ölçekli bir işletmenin veya
ortaklaşa hareket eden birkaç büyük işletmenin bir küçük işletmede sahip
olduğu hissenin %25’in altında olması koşulu aranır (Sayın; Fazlıoğlu,
1997:4).
OECD, küçük işletmeleri faaliyet gösterdikleri ülkede belirlenmiş
sayılardan daha az rakamlarda işçi istihdam eden, bağlı şirket niteliğinde
olmayan, bağımsız ekonomik teşebbüsler olarak tanımlamaktadır (OECD,
2000). OECD’nin tanımlamaları çalışan sayısına göre yapılmıştır. Çok küçük
işletmeler, 20’den az; küçük işletmeler 20-49 arası işçi çalıştıran işletmeler
olarak tanımlanmaktadır (Gökdere, 1997:57).
ILO tarafından 75 değişik ülkede yapılan araştırmalarda 50’den fazla
tarifle karşılaşılmakta, bu tanımlarda farklı anlamlara gelecek çok değişik
terminolojilere rastlanmaktadır. Özellikle çalışan işçi ve kullanılan sermaye
açısından, dikkat çekici kriter farklılıklarıyla karşılaşılmaktadır. Ayrıca yönetim
biçimi veya işyerinin mülkiyeti, üretim teknikleri, satışların hacmi, müşteri
sayıları, enerji tüketim seviyesi gibi değişik kriterlere de rastlanmaktadır.
ILO’nun kullandığı kriterlere göre; geniş anlamda KOBİ tanımı “50 ‘ye kadar
işçi kullanan modern işletmeleri kapsamasının yanısıra, 3-4 aile üyesi
çalıştıran işletmeleri” de kapsamaktadır. Aynı zamanda bu gruba
kooperatifler, bireysel girişimler, mikro işletmeler, bağımsız çalışan işçiler gibi
enformel sektör girişimleri de dahil edilmektedir (Ekin, 1994:18).
1.1.2 Küçük İşletme Kavramını Tanımlamada Esas Alınan Nitel (Sosyolojik) Ölçütler ve Özelikleri
Müftüoğlu, KOBİ tanımında nicel ölçütler kadar bu işletmelerin sahip
oldukları nitel özelliklerin de önemli olduğunu vurgulamıştır. KOBİ’lerin çok
boyutlu bir olgu olduğunu fakat bu boyutlardan bazılarının nicel ifadesi
mümkünken büyük kısmının ancak nitel ifadesinin mümkün olduğunu
belirtmiştir. Bundan dolayı da, KOBİ’lerin nitel özelliklerini kapsayan tanımı
yapılmalı ve rakamlardan oluşan nicel sınırlamaların arkasında duran nitel
olgu hiçbir zaman unutulmamalıdır (Müftüoğlu,1998:141).
Bu tezin amacına ulaşabilmesi için, küçük işletmelerde çalışan
işgücüne yani istihdam yapısına ilişkin nitel özelliklerin iyi anlaşılması
gerekmektedir. Bunun için de ilk önce, küçük işletmelerin bütün nitel
özellikleri toplu olarak incelenecek, sonra ise bu nitel özelliklerden biri olan
küçük işletmelerde çalışan işgücüne ait özelliklere ayrıntılı olarak
değinilecektir.
a) Küçük İşletmelerin Nitel Özelliklerine Toplu Bir Bakış
Küçük işletmelerin başlıca nitel özellikleri; işletme sahibine,
yönetimine, finansmanına, pazarlamasına, tedariğine, üretimine, çalışan
personeline ilişkin özellikler olarak sınıflandırılmaktadır. Bu nitel özeliklere
kısaca değinmek gerekirse;
Küçük işletmelerde işletme sahibi, girişimci ve yönetici kimliklerinin
aynı kişide bütünleşmesi, işletme ve işletme sahibi arasında bir
tamamlayıcılık ilişkisinin mevcut olması, işletme sahibiyle işletmesi
arasındaki ilişkinin subjektif-irrasyonel olması, işletme sahibinin ve aile
bireylerinin işletmede şahsen çalışması, bağımsız mülkiyet ve yönetim
ilişkisinin bulunması, yönetim biçiminin bireysel nitelikte olması, gerek alım
gerekse satımda işletmenin pazarlık gücünün zayıflığı, pazar payının küçük
olması, pazardaki etkinliğinin düşük olması, pazarlamada müşteriyle
doğrudan ilişki kurma yöntemine gidilmesi, finansmanın bireysel veya küçük
sermaye grupları tarafından sağlanması, sermaye gücünün ve finansman
varlığının yetersizliği, emek yoğun üretim tekniklerinin yaygın olarak
kullanılması, atölye tipi üretim tarzının yaygınlığı, sipariş tipi üretim tarzının
kullanılması, işçinin yaptığı işe karşı bir yabancılaşmasının olmaması,
işveren ve işçi arasında dolaysız ve kişisel ilişkilerin bulunması, aile, arkadaş
ve sosyal ilişkilerden kaynaklanan desteklerin oldukça önem taşıması, nitel
özeliklerden bazılarıdır (Müftüoğlu, 1998:45-71; Özcan, 1995:5).
Baumback, küçük işletmeleri nitel (sosyolojik) ölçütler yardımıyla şöyle
tanımlamıştır: “Sahipleri tarafından yönetilen yüksek derecede kişileştirilmiş,
geniş ölçüde yerel faaliyetlerde bulunan ve büyümesini çoğunlukla iç
kaynaklarla finanse eden işletmeler” (Baumback, 1988:1).
Küçük işletmelerin çalışanlarına ait özellikleri de nitel özelliklerinin
önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu tezde, küçük işletmeler çalışan
işgücüne ait nitel özellikler kullanılarak; formel ve enformel ilişki ağlarının açık
biçimde gözlemlenebildiği mikro üretim alanları olarak tanımlanmaktadır.
b) Küçük İşletmelerde İstihdam Edilen İşgücüne İlişkin Nitel Özellikler
İşgücünü işletmede bulunan bireyler olarak algıladığımızda, işletme
sahibi ve çalışanlardan oluşan bir bütünle karşılaşılır. İşletme sahibinin ve
diğer çalışanların nitel özelliklerinin ayrı ayrı incelemesiyle gelişmekte olan
ülkelerde yer alan küçük işletmelerdeki çalışma ilişkilerinin daha iyi
anlaşılacağı düşünülmektedir.
ba) Küçük İşletme Sahibine (Girişimciye) İlişkin Nitel Özellikler
Küçük işletme sahibi işverenler, yanlarında ücretli işçi çalıştırsalar dahi
büyük işletme sahibi işverenlere kıyasla farklı özelliklere sahiptirler. Kıray
1968 yılında İzmir’de yaptığı çalışmasında bu görüşü doğrulamış ve şöyle
ifade etmiştir; “Küçük imalatçıların ekonomik çıkarları ile sanayi üretiminde
uzmanlaşmış fabrika sahibi işverenlerin çıkarları ve özellikleri birbirlerinden
farklılık göstermektedir” (Kıray, 1968; aktaran; Aktar, 1990:63).
Küçük işletme sahibine ilişkin ayırt edici nitel özellikler şöyle
belirtilebilir;
- Küçük işletme sahipliğiyle girişimcilik aynı kişide bütünleşmiştir.
- Küçük işletme sahibiyle işletmesi arasındaki ilişki, subjektif-irrasyonel
bir ilişkidir. İşletme sahibi için işletmesi sadece bir gelir kaynağı değil, aynı
zamanda yaşamının da bir parçasıdır.
- Küçük işletmelerde işletme sahibi işletmede fiilen çalışan kişi konumundadır. İşletmenin belirli bir kademesinde işletme faaliyetlerine doğrudan katkıda bulunur. İşletme çok küçük ölçekten, küçük ve orta ölçeğe geçtikçe, işletme sahibinin işletmesinde fiilen çalışması değişmezken, değişen çalışma yeri ve katkı biçimidir.
- Küçük işletme sahipleri son derece farklı öğrenim düzeyine sahip
kişilerden oluşur. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki küçük
işletmeler eğitim düzeyi düşük işletme sahipleri tarafından yönetilen
işletmelerdir. Küçük işletmelerin uğraşı ve işletme sahibinin öğrenim alanı
arasında çoğunlukla uyum bulunmamaktadır. Bu da işverenler açısından, ek
bir eğitim ihtiyacı anlamına gelir (Atalay; vd, 1998).
Küçük işletme sahiplerine ilişkin nitel özellikler toplu olarak
incelendikten sonra bu özelliklerle ve teknolojik gelişmelerle şekillenen küçük
işletme sahibine ilişkin sınıflandırmalar araştırılmıştır. Ayata (1987), küçük
işletme sahiplerini yani küçük üreticileri iki ana kategoriye ayırmaktadır.
Bunlardan birincisi, özerk küçük üreticiler; ikincisi ise, bağımlı küçük
üreticilerdir.
Bağımlı küçük üretici kategorisinde yer alan küçük üreticiler kendi
işyerleri dışındaki bir işletmeye bağımlı olarak çalışırlar. Bağımlılık kavramını
incelerken karşımıza bir kavram kargaşası çıkmaktadır. Bunu açıklığa
kavuşturabilmek için, DİE’nin taşeron üretim ve fason üretim tanımları
incelenmiştir. Taşeron üretim, “iş yapan firmanın işveren firmanın belirlediği
özelliklere göre, işveren firmanın ürünlerinde kullanılacak parçaları imal
etmesidir”. Fason üretim ise, “işyerinin malzemesini kullanarak, işveren
firmanın belirlediği özelliklere uygun üretim“ olarak tanımlanmaktadır. Bu
anlamda fason üretim, taşeron üretimin özel bir biçimi olarak da
değerlendirilmektedir (DİE; aktaran; Taymaz, 1997:713).
Taşeron veya fason üretim yapan küçük işletmelerde üretim süreci
parçalanmakta ve küçük üretici sadece bu parçalardan birinde
uzmanlaşmaktadır. Bu durumda, üretimi çekip çeviren ve örgütleyici niteliği
ağır basan bir başka girişimci ortaya çıktığından, küçük üreticinin
bağımsızlığını koruması son derece güç olmaktadır.
Ayata Denizli-Buldan’da fason işletmeler üzerine yaptığı
araştırmasında işyeri sahibinin konumunu şöyle özetlemiştir: “Bu tür
işletmelerde işverenin kendisi, bir başkası için ücret karşılığı çalışan işçi
konumundadır. Yanında çalıştırdığı aile fertleri, çırak ve kalfalar ile ücretli
işçiler yönünden ise, bir işveren durumundadır. Başka bir deyişle kendi
hesabına çalışma ve ücretli işçilik aynı kimsenin yani zanaat ustasının
konumunda birleşmektedir.” (Ayata, 1987:16; aktaran; Aktar, 1990:86).
Gerçekten kendi hesabına çalışan ya da özerk küçük üreticiler için,
doğrudan bağımlılık veya tabi olma ilişkisinin tam tersi bir durum geçerlidir.
Ayata, Scott’un sınıflandırmasından yararlanarak, küçük üreticinin tam
anlamıyla özerk olabilmesi için, şu özelliklere sahip olması gerektiğini
belirtmiştir;
- Küçük üretici hukuken işyeri sahibi olmalı
- İşletmenin kazancı küçük üreticide toplanmalı
- Üretim sürecine ilişkin kararları alma gücü ve yetkisi küçük üreticinin
kendisine ait olmalıdır (Scott, 1979:120; aktaran; Ayata, 1987:36).
Küçük işletme sahibinin nitel özellikleri ve kendi içinde sınıflandırması yapıldıktan sonra, gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletme sahiplerinin sınıfsal konumlarından kaynaklanan özgül davranışları incelenmiştir. Akşit 1970’li yılların sonunda sonuçlanan araştırmasına göre küçük işletmelerdeki iş sahiplerinin davranışsal durumlarını açıklayıcı olabilecek, şu saptamaları yapmıştır;
- Kopukluk ve Yalnızlık: İşverenler arasındaki iletişim iğretidir; hatta
işverenler birbirleriyle rekabet içindedirler. Bu durum da, işverenlerin
birbirlerinden kopuk olmalarına yol açar.
- Örgütlenemeyişlik: Kopukluk, iletişim eksikliği, rekabet, kapitalist
üretim tarzı ve pazar kargaşası; ekonomik, demokratik ve siyasal
örgütlenmeyi engeller. Esnaf ve sanatkar dernekleri ise, küçük sermayenin
örgütlenme durumlarının son sınırı gibi görünmektedir.
- İktidarsızlık Duygusu: Kopukluk, yalnızlık ve örgütlenemeyişlik bu
grubun kendilerini etkileyen yapıları, güçleri ve ilişkileri denetleyememelerine
ve yönlendirememelerine yol açar.
- Devletçilik: Kendi kendisine örgütlenemeyen bu grup devlete sahip
çıkmak ister ve dolayısıyla devletin kendisine sahip çıkmasını ister.
- Yetkecilik (Otoriterlik): İşverenler, içinde bulundukları
örgütlenemeyişliğe, kargaşaya ve iktidarsızlık duygusuna karşın hiyerarşik bir
yetkenin düzeni sağlamasını isterler. İktidar fetişizmi ise, küçük üreticiliğin
içinde bulunduğu kopukluk durumunun yol açtığı bir olgudur.
- Düzenleyicilik: Küçük sermaye, bir toplumdaki tüm sınıfların küçük
sermaye sahipliğinde düzenlenmesini arzular.
- Kapitalizme Karşıtlık: Sermayenin yoğunlaşmasına,
merkezileşmesine ve tekelleşmeye karşıdırlar. Bu anlamda kapitalizme de
karşıdırlar. Kapitalizmin gelişmesinin getirdiği haksızlıkları, sömürüyü yok
etmek, ancak bunu kapitalist düzeni değiştirmeden yapmak isterler.
- İdeolojicilik: Kopukluk, yalnızlık ve örgütlenemeyişlik onları bazı
marjinal ideolojilere sarılmaya iter (Akşit, 1978: 101).
Küçük işletme sahiplerine ilişkin son olarak ise, bu kesim hakkında
yapılan bir araştırma incelenerek mevcut durum gözlenmek istenmiştir. Kendi
hesabına çalışan küçük üreticiler üzerine odaklanan Güldiken ve
Çağlayandereli’nin Sivas Ortakent esnafı üzerine yaptığı araştırmanın bu
ihtiyacı karşılayabileceği düşünülmüştür. Bu araştırma sonuçlarına göre
ortaya şöyle bir esnaf ya da küçük üretici portresi çıkmıştır: araştırma
kapsamına giren esnafın çoğu kentsel kökenlidir ve yaş değişkenliğine göre
esnaflıkta orta yaş kategorisi hakim durumdadır. Eğitim düzeyleri oldukça
düşüktür. Çoğunluğun işi baba mesleği veya tanıdığının mesleğidir ve
genelde bu mesleği seçmelerinin başlıca sebebi ise, tahsil yapamamış
olmalarıdır. Esnafların çoğunluğu günde ortalama 10 saatin üzerinde, haftada
ise 7 gün çalışmaktadırlar. Gelir durumuna göre çoğunluğu alt gelir
kategorisinde yer almakta ve herhangi bir ek bir iş yapmamaktadırlar.
Esnafların %36.6’sı yanında ikinci bir çalışanın olmadığını belirtmiştir
(Güldiken; Çağlayandereli, 1997:207-208).
Güldiken ve Çağlayandereli’nin araştırmasında, küçük üreticilerin
genellikle sosyal güvenlik kurumlarına üye oldukları gözlemlenmiştir. Örgüt
bilincinden yoksun olan Türk toplumunun önemli bir halkası olan bu
üreticilerin, sosyal güvenlik kurumlarına üye olmalarının ilk nedeni yasal
zorunluluk iken ikinci neden olarak, sosyal güvenlik şemsiyesine muhtaçlık
gösterilmektedir. Bütün bu sebeplerden dolayı, sosyal güvenlik kurumlarına
üye olmayan esnaf oranı ise, %18.9’dur. Küçük üreticilerin mesleki bir örgüte
üye olup olmadığına bakıldığında; TESK’e üyelik oranının %35.7 oranında
olduğu gözlemlenmiştir. Yasal açıdan meslek örgütüne üyelik zorunlu olsa da
esnaflar mesleki bir örgütlere üye olmamaktadırlar. Bu kesimin derneklere
katılım oranı ise oldukça azdır (Güldiken; Çağlayandereli, 1997:210-211).
bb) İşçilere İlişkin Nitel Özellikler
Küçük işletmelerde çalışan işçiler bu tezde, üçe ayrılarak incelenmiştir.
Bunlar, formel ve enformel olarak çalışan ücretli işçiler, formel ve enformel
olarak çalışan çıraklar ve aile işçileridir.
Formel ve Enformel Ücretli İşçiler: Küçük işletmelerde formel ve
enformel ücretli işçi olarak çalışanların ön plana çıkan başlıca özellikleri
şunlardır;
- Küçük işletmeler emek yoğun teknoloji kullanan işletmeler
olduklarından insan faktörü bu işletmelerde büyük önem taşımaktadır ve
başlıca avantajları ise, ucuz işgücüdür (Little; v.d, 1987:6).
- Küçük işletmelerde çalışanlarla yönetim arasında doğrudan ve kişisel
bir ilişki vardır. Hatta işletme sahibi ile personel sıklıkla yan yana çalışırlar.
Bu özellik yönetimle çalışanlar arasındaki ilişkileri de kişiselleştirmiştir.
Çalışanlar yönetimle doğrudan ilişkiler kurduğundan yönetim ile ilişkiye
geçmek için başka bir aracıya da ihtiyaç duymamaktadırlar. Dolayısıyla
sendikalaşma oranları düşüktür.
- Küçük işletmelerde çalışanların ücretleri düşük olup, sigorta, konut
kooperatifi gibi sosyal koruma mekanizmaları sınırlıdır.
- İmalat sanayiindeki küçük işletmelerde çalışanlar cinsiyet yönünden
değerlendirildiğinde erkek çalışanların kadınlara oranla daha yoğun olarak
yer aldığı gözlemlenmektedir.
- Çalışanların işyerinin gündemindeki sorunlarla ilgili karar alma
süreçlerine katılmaları kurumsallaşmamıştır.
- Küçük işletmelerde çalışanların konumlarına göre insan kaynakları
devir hızı değişiklik gösterir. Bu, işverenle işçi arasında genellikle hiçbir yazılı
sözleşme olmamasından ya da ücret politikasından kaynaklanmaktadır.
- İşçinin işine yabancılaşma seviyesi asgari düzeydedir.
- Küçük işletmelerdeki yüz yüze ilişkiler sonucu, ekonomideki
dalgalanmalara ve gelişmekte olan ülkelerde oldukça sık rastlanan ekonomik
krizlere karşı, kimi zaman işletme sahibi çalışanı için kimi zaman da
çalışanlar işletme sahibi için, işletmeyi ayakta tutmak çabasıyla büyük
fedakarlıklara katlanır. Örneğin gelişmekte olan ülkelerde kriz dönemlerinde
KOBİ’lerde çalışanların daha düşük ücret düzeyine razı oldukları
gözlemlenebilir (Özgen; Doğan,1997:25, Müftüoğlu,1998:71;
Sarıaslan,1994:1).
Tüm bunlar değerlendirildiğinde, küçük işletmelerde ücretli çalışanların en belirgin özelliği olarak, ekonomik ve sosyal açılardan yoksunluk içinde olmaları ortaya çıkmaktadır (Schmitz, 1989:32). Küçük işletmelerde ücretli işçi istihdamı içinde büyük payı olan ve bu işletmelerde çalışanların ekonomik ve sosyal açıdan yoksun olmalarının başlıca nedeni olarak kabul edilen enformel istihdamın incelenmesiyle bu sınıfın daha iyi anlaşılacağı düşünülmektedir.
Bu tezde enformel istihdam kavramı, sadece formel işletmelerde
ücretli olarak kayıtdışı çalışanları kapsamaktadır yani enformel işletmelerde
ücretli olarak çalışanlar kapsam dışı tutulmuştur. Bunun başlıca sebebi ise,
tezin gelişmekte olan ülkelerde imalat sanayiinde faaliyet gösteren küçük
işletmeleri incelemesidir. Bu işletmelerin dikkat çeken başlıca özelliği,
genellikle formel yani kayıtlı olmaları fakat çalışanlarını maliyetler yüzünden
kaçak çalıştırmalarıdır.
Vergi, sigorta gibi yasal düzenleme ve kısıtlamalardan kaçmak
amacıyla formel işletmelerde ücretli olarak çalışılmasına rağmen kayıtlara
yansımayan dolayısıyla da yasal olmayan çalışma biçimleri enformel olarak
adlandırılmaktadır (Şişman, 1999:55). Formel bir işletmede kaçak işçi
çalıştırmanın işveren açısından vergi ve sosyal güvenlik primlerini ödemekten
kurtulma gibi bir çok avantajı vardır. Buna karşın işçi açısından, kaçak olarak
çalışma ise, sosyal korumadan yoksun kalma gibi bir çok dezavantajlı
duruma yol açar. Sosyal korumadan yoksun bu bireyler, tam süreli olarak
işsiz kalma lüksüne sahip olmadıklarından hiç işsiz kalmaktansa küçük,
üretken olmayan işleri tercih etme eğilimi içine girmektedirler. Bu durum
enformel faaliyetlerin çalışanlar için doğal bir işsizlik sigortası işlevi gördüğü
şeklinde de yorumlanmaktadır (Aktar, 1990:106). Bir de esasen bağımlı bir
işte çalışan fakat reel gelirinde meydana gelen düşüşü telafi etmek amacıyla
enformel faaliyetlerde çalışan bir grup vardır ki bunların yaptığına “ek işte
çalışma” (moonlighting) denir (Şişman, 1999:55).
Küçük işletmeler bazen de aniden artan iş yükünü karşılayabilmek için
geçici ücretli işçi istihdam etme yoluna başvurmaktadırlar. Burada işçilerin
geçici olarak istihdam edilmelerinden kaynaklanan iki sorun karşımıza
çıkmaktadır. Bu sorunlardan ilki, sosyal güvenlik çerçevesinden yoksun
kalma; ikincisi ise işletmeye bağlılık gösterememedir (Türkel, 1999:39).
Formel ve Enformel Çıraklar: Mesleğin ya da sanatın öğrenilmesi
sürecinin ilk basamağı olarak adlandırılan ve genelde 12-15 yaşlarında
çocukların çalıştırılma biçimi olarak da nitelendirilen çıraklık, bir çok ülkede
belirli yasalarla düzenlenmiş ve bazı sınırlamalar getirilmiştir. Bu yasalar
aracılığıyla çocuklar korunmuş ve hatta sosyal güvenlik kapsamına alınmıştır.
Formel çıraklığın tam tersi olarak da ifade edilebilecek enformel çıraklığın
kapsamına ise; bu getirilen yasal sınırlamaların dışında çalıştırılan kişiler
girmektedir. Enformel çıraklığın gelişmesinde formel çıraklık sürecinin kısıtlı
ve formalitelerle dolu olmasının büyük rolü vardır.
Ülkemizde yaygın olan enformel çıraklık, Afrika, Asya ve Uzak
Doğu’da da yaygındır. Enformel çıraklık, genelde belirli bir mesleğin
öğretilmesinde çok uzun süreli çalışmaya dayalı, basit vasıfların edinildiği,
sınırlı bir çıraklık eğitimi verilen bir üretim işçiliği şeklini almıştır (Şişman,
1999:53-52). Latin Amerika ve Asya’da küçük işletmelerde bir çok genç, çırak
olarak çalışmakta ve herhangi bir formel eğitimi olmayan bu kişilere düşük
ücretler ödenmektedir (Schmitz, 1989:26; Charmes, 1990: 17).
Aile İşçileri: ILO, aile işçisi kavramını ”işverenin istihdam ettiği aile
üyeleri veya işyerinde babanın gözetiminde çalışan çocuklar” şeklinde
tanımlamıştır (Potobsky, 1992:601-628; aktaran, Ekin, 1994:36). Enformel
sektör literatüründe küçük firmaların krizde yaşama kabiliyetlerine atıf yapan
bir çok çalışma bulunmaktadır. Bunlara göre, küçük üreticilerin yaşamalarının
ve ayakta kalmalarının başlıca nedenleri, aile işçilerinin ekstra saatler
çalışmaları, çalıştıkları saatler için ücret almamaları ve ailenin ve işletmenin
gelirlerinin ortak olmasıdır (Scott, 1979:122; Aktaran; Schmitz, 1989:26-33) .
Ulusal mevzuatlar genelde, aile üyeleri arasında bir hizmet akdi
olmadığı varsayımıyla, mali nedenlerle veya aileyi korumak nedeniyle, aile
kavramını iş yasası hükümlerinin dışında tutmaktadır. Örneğin, Arjantin’de
hizmet akdini dikkate alarak küçük işletme niteliğini taşıyan, ebeveynler ve
çocuklardan oluşan “Aile Şirketleri” istihdam ilişkileri açısından kapsam dışı
bırakılmıştır (Ekin, 1994:35). Türkiye’de ise 1475 sayılı İş Kanununu
tamamen yürürlükten kaldıran 4857 sayılı yeni İş Kanunun 4. Maddesine
göre; aile işçileri kapsam dışında tutulmuştur (İş Kanunu; 2003:1).
Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Küçük İşletmelerin
Ekonomi İçindeki Yeri ve Önemi
Küçük işletmelerin ekonomi içindeki ağırlığı, yarattıkları katma değer,
istihdam ettikleri işgücü, gerçekleştirdikleri ihracat gibi makro göstergeler
açısından, her ülkede önemli rakamlarla ifade edilmektedir (Sarıaslan,
1994:20). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu işletmelere ilişkin genel
bir değerlendirme yapıldığında; toplam işletmelere oranının %95, istihdama
oranının %50, yatırımdaki paylarının %40, üretimdeki paylarının %50
düzeyinde ve ihracattaki paylarının ise %30-40 civarında olduğu
görülmektedir (DPT, 2001:13).
Türkiye imalat sanayinde küçük işletmeler, toplam işletmelerin %
99.8’nı, ücretli çalışanların %45.9’unu, toplam çalışan kesimin %58.5’ini,
ödenen maaş ve ücretlerin %24.5’ini, toplam yatırımların %26.5’ini, toplam
üretimin% 37.7’sini, toplam ihracatın %8’ini, yaratılan toplam katma değerin
%30.2’sini oluştururken; toplam kredilerden aldıkları pay ise sadece %4’tür
(DPT, 2001:19).
Bütün bu veriler, Türkiye genelinde imalat sanayinde küçük
işletmelerin önemli bir paya sahip olduğunu göstermektedir. Ülkemiz gibi
gelişmekte olan ülkelerde küçük işletmelerin toplam işletmeler içindeki
payının yüksek oluşuna etki yapan bir çok faktör bulunmaktadır. Bu
faktörlerden biri, iş kanunlarında yer alan bazı düzenlemelerdir. Bu tür
düzenlemeler küçük işyerlerinin yaygınlaşmasında etkili olmaktadır. Örneğin
4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. Maddesinin I bendinde, 507 sayılı Esnaf ve
Sanatkarlar Kanunun 2’nci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı
işyerlerinde bu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı ifade edilmektedir (İş
Kanunu; 2003:1). Ülkemizde 1991-1998 yılları arasında, 1-9 kişi çalıştıran
işletmelerin sayısında %52 oranında bir artış olurken, 100 kişinin üzerinde
işçi çalıştıran işyerlerinin sayısında ise sadece %16 oranında bir artış
olmuştur (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma İstatistikleri,
1997;Aktaran; Lordoğlu, 1999:879; Savaşır, 1999:11).
Küçük işletmelerde görülen bu yapay artış, bu işletmelerin toplam
üretime yaptıkları katkının payının istihdama katkılarından daha küçük
olmasıyla kendini ortaya koymaktadır (Ekin, 1996:89; Aktaran; Savaşır,
1999:12). Bu durum aşağıdaki tabloda da açıkça gözlemlenebilmektedir.
Tablo 1
Türkiye’de İmalat Sanayii İşletmelerine İlişkin Bazı Veriler Büyüklük grupları İşyeri sayısı % Çalışanlar ortalaması % Katma değer %
1-9 94.4 32.4 6.5 1-49 97.9 42.8 12.9 1-150 99.2 55.9 24.2 1-200 99.4 60.2 28.7 1-250 99.5 63.5 32.3 Kaynak: DİE, Genel İşyeri Sayımı 1997; Aktaran DPT, 2000:85.
Gelişmekte Olan Ülkelerde Küçük İşletmelerin Yapısal
Sorunları
Storey, 1990‘da küçük işletmelerin sadece, büyük işletmelerin ölçek
olarak küçültülmüş versiyonu şeklinde basit bir ifadeyle
nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir (Storey,1990). Çünkü, bu işletmeler
oldukça heterojen bir yapıya sahiptirler. Farklı yapılarından kaynaklanan
özellikleriyle de hem güçlü, hem de zayıf bir görüntü çizerler. Küçük işletme
literatüründe de belirtildiği gibi, küçük işletmeler analiz edilirken ilk önce,
bulundukları ülkenin, sektörlerin ve yerel-kültürel özelliklerin göz önünde
bulundurulması gerekir. İkinci olarak ise, ölçeklerinin, sahiplik yapılarının
sosyal ve ailesel ilişkilerden kaynaklanan yönetimsel ve finansal yapılarının
ve toprak, işgücü, sermaye ve diğer üretim faktörlerinin organizasyonel
yapılarının anlaşılması önem taşır (Bannock, 1981; aktaran; Özcan,
1995:22). Böylece küçük işletmelerin yapısı daha net anlaşılabilir. Küçük
işletmelerin yapısı ve yapısından kaynaklanan sorunların anlaşılmadığı
durumlarda, bu işletmelere ilişkin üretilen politikaların etkisi de az olmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde, küçük işletmeler karmaşık yapılarından
kaynaklanan bir çok geleneksel sorunla karşı karşıyadırlar. Bu bağlamda,
sorunlara yönelik çözümler üretebilmek için bunlar başlıklar altında
toplanarak sistematize edilmelidir. Bu aşamadan geçmek, çözümleri
netleştirmek açısından da önem taşır. Küçük işletmelerin karşılaştığı, yapısal
sorunlardan en önemlileri, üretim, finansman, yönetim, tedarik, pazarlama,
rekabet ve çalışma ilişkilerinden kaynaklanan sorunlardır. Yapısal sorunlar,
küçük işletmelerin düşük verimle çalışmasına sebep olduğundan, yenilerinin
kurulmasını, büyümelerini ve rekabet etmelerini engellemektedir. Elde edilen
veriler bize, bu sorunların birbirleriyle etkileşim içerisinde olduğunu ve
çoğunlukla birinin nedenini diğerinin oluşturduğunu göstermiştir. Bu sebepten
dolayı, küçük işletmelerdeki çalışma ilişkilerinden kaynaklanan sorunları daha
iyi anlayabilmek için, diğer yapısal sorunlar da ayrıntılı bir biçimde
incelenmiştir.
1.1.3 Üretimle İlgili Sorunlar
Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerde üretimin başlıca
özelliği, emek yoğun olmasıdır. Bu özelliğe bağlı olarak da bu işletmelerde
daha çok atölye tipi, sipariş üzerine ve fason üretim tipleri yaygındır.
İşletmelerin çok azı seri üretim yapmaktadır ve işbölümü dereceleri oldukça
düşüktür. Buralarda üretim, kaliteli, tam-zamanında ve tam kapasite
kullanarak yapılamamaktadır. Bunun başlıca nedenleri ise, modern makine
parklarına sahip olmamaları, kalifiye elman eksikliği, alt yapı, iç-dış talep,
sermaye yetersizliği ve yüksek enflasyondur (Türkel, 1999:7).
Gelişmekte olan ülkelerde, küçük sanayinin yaşadığı en büyük
sorunlardan biri de, hammadde dar boğazı ve hammaddenin kalitesiyle ilgili
problemlerdir. Üretimin önemli bir kısmında kalite standardı yoktur.
Türkiye’den örnek vermek gerekirse, ham ve yarı mamul üretimi kamu
sektörü tarafından gerçekleştirilmektedir. Küçük sanayinin ise, ham-yarı
mamül alımına ilişkin sipariş miktarları düşüktür. Dolayısıyla da kamu
sektöründen direkt alımlara gidememekte ve yurt içi piyasasına hakim olan
aracı ticari unsurlara başvurmak zorunda kalmaktadırlar. Bu ticari unsurların
kalite denetimi olmadığından, karmaşık ve kalitesiz malzeme küçük sanayi
işletmelerine oldukça yüksek fiyatlarla satılmaktadır. Sonuçta bu durum,
üretilen ürünlerin düşük kalitede ve bazen de kullanılmaz düzeyde olmasıyla
sonuçlanmaktadır. Bu da üretimden başlayarak, pazarlamaya kadar bir çok
konuyu olumsuz etkilemektedir.
Küçük işletmelerin yeterli araştırma yapmadan yer seçmesi, kapasite
altı çalışma sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Küçük işletmeler sanayi
merkezlerine uzak yerlerde kurulmakta, bu nedenle de gereksinim duydukları
malzeme veya makinayı alamamakta, stok politikalarını
oluşturamamaktadırlar (TUGİAD, 1995:65).
Küçük işletmeler üretim artışına paralel olarak maliyet düşürücü
kazanımlar elde etmede sorunlar yaşamaktadırlar. Üretim ve satış risklerini
dağıtmaları ve/veya telafi edici fiyatlama (compensatory pricing) politikaları
uygulamaları, genelde tek bir ilgili ürün pazarında faaliyet göstermeleri
nedeniyle sınırlı olmaktadır (OECD, 1997a:8).
Küçük işletmeler ve esnek üretim ilişkisi günümüzde oldukça önemli
bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Küçük işletmelerde üretim esnekliği,
işletmenin farklı işler yapabilme, değişik siparişler alabilme, sipariş sahibinin
özel isteklerine cevap verebilme ve özel şartlara uyum sağlayabilme yeteneği
olarak tanımlanabilir. Bu durum karşısında gelişmekte olan ülkelerdeki
KOBİ’lerin ne kadarının böyle davranabildikleri, tartışmaya açık bir durumdur
(Karataş, 1991:40; Müftüoğlu, 1998.69; TÜGİAD, 1995:63-64).
1.1.4 Finansmanla İlgili Sorunlar
Küçük işletmeler genellikle yetersiz sermayeyle çalışmakta ve
sermaye yapıları yönünden desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Bundan dolayı en
sık karşılaştıkları sorun, kredi ve finansman sorunudur. Küçük işletmeler
finansman sorunlarını çözmek için ilk olarak, kendi öz kaynaklarına
başvururlar. Eğer öz kaynakları yetersiz gelirse, ikinci bir yol olarak, yabancı
kaynaklardan finansman kullanırlar. Küçük işletmelerin özelikle yabancı
kaynak bulmada sorunları vardır. Yabancı kaynaklar kullanıldığı zaman öz
kaynaklar gibi maliyetsiz olmamakta, işletmeyi faiz ve borç gibi çeşitli
yükümlükler altına sokmaktadır.
Bu işletmelerin kendi öz kaynakları yabancı kaynak elde etmek için
teminat vermede yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla da kaynak verenlere
gerekli güvenceyi sağlayamadıklarından, küçük işletmeler yabancı kaynak
bulmakta oldukça zorlanmaktadırlar. Küçük işletmeler, bankalardan,
satıcılardan, tanıdık ve arkadaşlardan çeşitli yabancı kaynaklar elde
etmektedirler. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletme
sahipleri sermaye yetersizliğinden dolayı, tefeci gibi illegal kuruluşlardan
faizle borç alma yoluna gitmektedirler (Türkel, 1999:6).
Küçük işletmeler çoğu ülkede, sadece kısa vadeli banka kredileri
kullanabilmelerine rağmen, orta ve uzun vadeli banka kredisi alamazlar (Little
vd., 1987:3; OECD, 1997b:284). Ayrıca; küçük işletmeler sermaye piyasası
araçlarından da yeterince yararlanamazlar (Müftüğlu, 1998:278; Gücelioğlu,
1994:13-14; Sarıaslan, 1994;41-46; Karataş, 1991:40).
Sermayeleri yetersiz olan küçük işletmeler, sermaye sıkıntısından
dolayı, üretimlerine zaman zaman ara vermek zorunda kalırlar. Yeterli
sermayeye sahip olan küçük işletmeler ise, işletme sermayesi açısından bir
sorunla karşılaşmamalarına rağmen bu kez de, işletme ölçeğinin
büyütülmesi, faaliyetlerin çeşitlendirilmesi, araştırma faaliyetleri ve teknolojik
gelişmelerden yararlanabilmek için gerekli kaynağın nasıl sağlanacağı gibi
sorunlarla karşılaşabilmektedirler (TÜGİAD, 1995:6).
Gelişmekte olan ülkelerde küçük aile işletmelerine yönelik finansal
destekleme ve teşvik programları mevcuttur, küçük işletmelere kredi veren
kredi kurumları kurulmuştur. Bu tip örgütlenmeler “mikro finansman” olarak
da adlandırılmaktadır. Mikro finansmanın özellikle, istihdamı artırıcı,
yoksulluk ve sosyal dışlanmayı azaltıcı etkileri mevcuttur. Finansal kooperatif,
biriktirme, kredi birlikleri ve kasaba bankaları gibi kendi kendine yardım eden
aracılar geliştirilmiştir. İşsizlere iş yaratmak amacıyla uzun dönemde, sosyal
bankacılığa doğru bir yönelim mevcuttur. Fakat mikro finansman örgütleri
oldukça sınırlı kalmaktadır. Bundan dolayı da bu kesimin devlet tarafından
desteklenmesi gerekmektedir (Aryee, 1996:8).
Türkiye’deki küçük işletmelerin toplam kredi hacmi içindeki yeri %3-5
iken, toplam yatırım tutarı içindeki payının %27 olduğu göz önüne alınırsa; bu
kesimdeki yatırımların %89 oranında özsermaye ile finanse edildiği; sadece
yatırımın %11’inin finansmanın krediyle karşılandığı sonucu ortaya
çıkmaktadır (DPT, 2000). Sonuç itibariyle küçük işletmelerin yaşamları
finansal desteğe bağlıdır. Türkiye’de ise, küçük işletmelerin bu sorununa
kalıcı çözümler üretilememektedir. 1.1.5 Pazarlamayla İlgili Sorunlar
Küçük işletmeler sadece üretimle ilgilendiklerinden, pazardaki
oluşumları yeterince izleyememektedirler. Bundan dolayı da, küçük
işletmelerde az gelişmiş pazarlama anlayışı hakimdir. Genellikle maliyetlerini
kısmak için pazarlamaya ya hiç bütçe ayırmazlar ya da çok küçük bir meblağ
ayırırlar. Pazarlamada müşteriyle doğrudan ilişki kurma yöntemi kullanırlar.
Sipariş üzerine üretim yaptıklarından dolayı da, daha yakın yerel piyasalara
hitap ederler. Bu işletmeler, küçük pazarlara yönelirler ve diğer işletmelerle
beraber hareket edemediklerinden dolayı yeterli pazar payına da sahip
değillerdir.
Üretilecek mallar için gerekli hedef pazar veya pazar bölümlerinin
belirlenmesi, müşteri ya da tüketici tercihlerinin bu bölümlerde tespiti,
numune ve dizayn çalışmalarının yapılması, kalite kontrol, ambalaj,
zamanında yükleme gibi pazarlama çalışmalarına verilen önem oldukça
yetersizdir. Küçük işletmeler reklam, satış sonrası hizmetler, kredili satışlar
v.b. pazarlama araçlarından ise yeterince yararlanamazlar. Bu durum
özellikle, ihracat pazarlamasında belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır
(Müftüoğlu, 1998:62). Finansal sorunlar sebebiyle küçük işletmeler
ürünlerinin dağıtım kanallarını belirleyemediklerinden satış işlemlerini
başkalarına bırakmak zorunda kalmaktadırlar (Karataş, 1991:40; TUGİAD,
1995:6).
1.1.6 Tedarikle İlgili Sorunlar
Bu işletmeler sipariş tarzı üretim yaptıklarından, ihtiyaç duydukları
malzemeler de alacakları siparişe göre değişmektedir. Bu işletmelerin, sipariş
hacimleri büyük işletmelere oranla daha düşüktür, bundan dolayı da
malzeme alımında fiyat indirimden yararlanamamakta, bu da ürün
maliyetlerini artırmaktadır. Aldıkları siparişler yüksek oranlarda tutulursa bu
kez de stok maliyetlerinin artması sorunuyla karşılaşmaktadırlar (Müftüoğlu,
1989; Atalay, vd, 1998).
1.1.7 Rekabetle İlgili Sorunlar
Küçük işletmelerin rekabetten kaynaklanan sorunlarını işletme
bünyesinden ve işletme dışından kaynaklanan sorunlar olarak gruplandırmak
mümkündür. İşletme bünyesinden kaynaklanan sorunlar,”idari sorunlar” ve
“finansman sorunları” olarak kendi içinde ikiye ayrılabilir. İşletme dışından
kaynaklanan sorunlar ise, mali kurumlardan özellikle uzun vadeli sermaye
elde etmede güçlüklerle karşılaşma, kullanılan hammadde ve yarı mamul-
maddelerin ürünün fiyat ve kalitesini etkilemesi, çalışanların ve özellikle de
çıraklıktan yükselenlerin mesleki eğitiminin yetersizliği, iç pazarda
tekelleşmenin olmasıdır. Küçük işletmelerin işletme bünyesinden
kaynaklanan sorunları, işletme dışında yaşanan rekabet sorunlarının daha
yoğun yaşanmasına neden olmaktadır (Yalçın, 1988:13; Erez, 1994:5).
Kısaca gelişmekte olan ülkelerde küçük işletmeler ürün fiyatlarını
maliyeti baz alarak belirlemektedirler. Ürettikleri ürünlerin yüksek fiyatlı
olması, pazarda rekabet şanslarını azaltmakta olup, ayrıca mallarının tanıtım
faaliyetlerine yeterli bütçe ayıramadıklarından dolayı rekabet ortamında son
derece başarısız oldukları gözlemlenmektedir.
1.1.8 Teknolojiyle İlgili Sorunlar
Günümüzde, tüketici talebi giderek daha kaliteli, üstün tasarım
özelikleri taşıyan ve genelde farklılaşmış ürünlere yönelmiştir. Bundan dolayı
da, teknolojiyi kullanabilen ülkelerin rekabet gücü artmıştır. Küçük
işletmelerin yeni esnek sanayi teknolojilerini ve mikro elektronik teknolojilerini
kullanabilmeleri için öncelikli şart örgütsel yapılarının güçlü olmasıdır.
Örgütsel yapıları kuvvetli olan gelişmiş ülkelerdeki küçük işletmeler, esneklik
ve ekonomik ölçek avantajları sayesinde büyük firmalara göre rekabet
avantajı elde etmişlerdir (Özcan, 1995:17).
Ekonomi literatüründe teknolojik gelişme (inovasyon) ve işletme ölçeği arasındaki bağlantı geniş kapsamlı bir tartışma konusudur. Bu konudaki genel kanı, gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerin, daha kuruluş aşamasında sınırlı sermayeyle başladıkları ve bundan dolayı pahalı teknolojileri kullanamadıklarına ilişkindir. Kaynak ve bilgi yetersizliğinden ötürü, piyasadaki teknolojik gelişmeleri istenen ölçüde izleyemezler. Sonuçta da, uyum önlemleri zamanında alınmadığından, teknolojik ilerlemelere ayak uyduramazlar. Bu işletmelerin artan rekabet ortamındaki tek avantajları ise, sadece düşük emek maliyetidir (TÜGİAD, 1995:6).
Symeonidis’in işletme ölçeği ve teknoloji arasındaki bağlantıya ilişkin
elde ettiği sonuçlar şöyle özetlenebilir: “Büyük ölçekli işletmelerin veya
yoğunlaşmış pazar yapısının teknolojik gelişmeyi arttıran faktörler olduğu
görüşü, konuya ilişkin literatürde yapılmış olan ampirik çalışmaların sonuçları
ile ancak sınırlı bir biçimde desteklenmektedir. Genel olarak işletmelerin
gerçekleştirdiği AR/GE faaliyetlerinin miktarı ile pazardaki yoğunlaşma
arasında pozitif bir ilişki bulunmamakta, ancak bazı durumlarda bu yönde bir
bağlantı kurulabilmektedir. Buna göre rekabet politikalarının etkileri ve
teknolojik gelişme arasında genel olarak negatif ilişki bulunmamakla birlikte,
teknoloji yoğun sektörlerde büyük ölçekli firma yapısı ve yoğunlaşma
kaçınılmaz olabilir. Son olarak teknolojik gelişme hızı ve işletmelerin AR/GE
faaliyetlerini arttırma çabaları, genellikle pazarın yapısı ve işletme büyüklüğü
ile değil, firmaların faaliyet gösterdiği endüstrilerde kullanılan teknolojinin
özellikleri çerçevesinde şekillenmektedir” (Symeonidis, 1996:33-34).
Bazı yazarlara göre ise; değişen rekabet ortamında başarılı olmak için
ileri imalat teknolojilerinin kullanımı, büyük işletmeler kadar küçük işletmeler
için de hayati önem taşımaktadır. Brennan, Finnan ve O’Kelley (1990), küçük
ölçekli işletmelerin rekabet güçlerini artırmak veya en azından korumak için
ileri imalat teknolojilerinin kullanımını artırmaları gerektiğini ifade etmişlerdir.
Dodgson ve Rothwell (1994), Meredith (1998) göre ise, küçük işletmeler
esnek yapıları, değişime uyum sağlayabilme yetenekleri ve pazarda rekabet
ederken ileri imalat teknolojileri kullanımının sağlayacağı avantajları (müşteri
taleplerini hızlı karşılayabilme, müşteri siparişlerine uygun ve çeşitli üretim
gibi) kullanmaları, onlara büyük işletmelerle karşılaştırılınca büyük faydalar
sağlamaktadır (Brennan; Finnan; O’Kelley,1990; Dodgson; Rothwell, 1994;
Meredith, 1998; aktaran; Güleş, 2001:63).
Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerin teknoloji kullanımlarını
engelleyen başlıca faktörler olarak; teknik eleman, organizasyon yetersizliği
ve teknolojik yenilikler için yapılan yatırımların geri dönüşünün uzun bir süreci
gerektirmesi ifade edilebilir. Özetle, gelişmekte olan ülkeler sanayi
sektöründe orta dereceli teknolojiler kullanmakta ve kendi bünyelerinde AR-
GE faaliyetlerine yer verememektedirler. Bu ülkeler, yeni teknoloji
üretememelerine karşın sadece var olan teknolojileri düşük maliyetle
kopyalayabilme kabiliyetine sahiptirler (Türkel, 1999:7).
1.1.9 Yönetimle İlgili Sorunlar
Küçük işletmelerde işletme sahibi, yönetim işlevini kendi hesabına ve
riski kendisi üstlenerek yürütür. İşletme yönetimde işletme sahibi tam bir
egemenliğe sahiptir. Bu özellik aynı zamanda, çalışanların yönetime
katılmasını engelleyen bir faktördür. Küçük işletmelerde merkezi bir yönetim
mevcuttur ve işletme sahibinin bu güçlü pozisyonu, ona subjektif- irrasyonel
kararlar alabilme imkanı sağlar. Bu özelliklerden dolayı, küçük işletmelerde
yöneticiler karar almada daha hızlı ve esnek davranabilirler. Fakat burada,
işletme sahiplerinin yönetim üzerindeki kişisel hedefleri ve amaçları genellikle
belirsiz ve kısıtlayıcıdır. Ayrıca, bu işletmelerde ataerkil bir yönetim tarzının
hakim olduğunu belirtmekte yarar vardır (Özgen; Doğan, 1997:44).
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde küçük işletmelerin kurucusu,
genellikle mühendis, teknisyen veya usta kökenli, işin üretimi yönünden
deneyimli ve tecrübeli kişilerdir. Bu kişiler üretici olmalarına karşın, yönetim
konusunda aynı başarıyı gösteremezler (Müftüoğlu, 1988:17). Üst yönetimde,
gerekli uzmanlaşma ve iş bölümü söz konusu değildir. Küçük ölçekli
işletmelerde yapılan planlar ise daha çok kısa vadelidir. Nadiren orta vadeli
planlar yapılmaktayken, uzun vadeli planların uygulanması ise söz konusu
bile değildir. Küçük işletmelerin yönetiminden kaynaklanan sorunların
çözümünde kullanılan başlıca yöntem ise, doğaçlamadır (Atalay, vd, 1998).
1.1.10 Çalışma İlişkilerinden Kaynaklanan Sorunlar
Küçük işletmelerdeki çalışma ilişkilerinin sorunlu bir hal almasının
başlıca sebebi, bu işletmelerdeki enformel istihdamın varlığıdır. Burada
işgücünün bir kısmı veya tamamı sosyal koruma kapsamı dışında
çalışmaktadır. Sosyal devlet anlayışıyla ortaya çıkan sosyal koruma kavramı,
sosyal güvenliğin başka sosyal politikalarla birlikte uygulanması olarak da
tanımlanabilir. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere sosyal koruma, sosyal
risklerin etkisini azaltmayı amaçlayan sosyal güvenliğe göre bir üst kavramdır
(Fişek; Özsuca, 1998:3; Güzel; Okur, 1996,4-5). Sosyal korumanın
yaygınlaştırılmasını amaç edinen ILO, bu kavramın gelir güvencesini,
işyerinde sağlık ve güvenliği, aileye ve çalışmaya ilişkin koşulları, emeklilik
maaşını kapsadığını ifade etmektedir
(http://www.ilo.org/public/english/protection/index.htm).
Küçük işletmelerdeki çalışma ilişkilerinden kaynaklanan sorunlar;
genelde işgücü piyasalarında sağlanmış olan temel güvencelerin
eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunlar şöyle özetlenebilir:
a) İstihdam güvencesi; keyfi işten çıkarmalara karşı korunma, işe alma
ve çıkarmalarda düzenlemelerin olması ve işverenlere bu açıdan bazı
maliyetler yüklenmesidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, küçük işletmelerde
genellikle istihdam güvencesi olmadığı ve istihdamın geçici, esnek bir yapı
arz ettiği ifade edilebilir. Bunun en iyi göstergesi ise, küçük işletmelerdeki işçi
devir hızının yüksekliğidir.
b) İş güvenliği; sağlık ve güvenlik önlemleriyle çalışma sırasında
karşılaşılan hastalık ve ölümlere, kazalara karşı korunma ve çalışma
süresinin sınırlanmasıdır. Küçük işletmelerde işçi sağlığı ve iş güvenliğine
ilişkin alınmış önlem ve uygulamalar büyük işletmelere göre oldukça
yetersizdir. Çalışma süreleri ise kanuni sürelere göre oldukça yüksektir.
c) Beceriyi yeniden üretme güvencesi; çıraklık veya işbaşında eğitimle
beceri kazanmadır. Küçük işletmelerde eğitim olgusu genellikle usta-kalfa-
çırak ilişkisi içinde ele alınmaktadır. Burada işçiler, geleneksel yöntemlerle
ustalarından meslek öğrenmektedirler. Bu şekilde meslek öğrenenler teorik
bilgilerinin eksik olması nedeniyle, teknolojik yeniliklere ayak uyduramamakta
ve yeni iş usullerini benimsemekte zorluk çekmektedirler.
d) Gelir güvencesi; asgari ücret mekanizmalarıyla gelirin korunması ve
kapsayıcı sosyal güvenlik sistemidir. Bu birimlerde enformel istihdamın
yaygınlığı sebebiyle, sosyal güvence eksikliği ve kanunlarla belirlenmiş
asgari ücretten daha düşük bir ücretle çalışma mevcuttur.
e) Temsil edilme güvencesi; grev hakkına sahip bağımsız işçi
sendikaları ve işveren örgütleri aracılığıyla ekonomik ve politik olarak devletle
işbirliğidir. Bu güvenceye küçük işletmelerde rastlamak güçtür. Bunun birçok
sebebi olmasına rağmen, bunlardan en çok ön plana çıkanlar; işletme
sahibiyle işçinin yan yana çalışması, işverenlerin sendikalara karşı önyargılı
tutumlarıdır. Aynı zamanda işverenlerin de kendi aralarında işveren sendikası
tipi örgütlenmelere karşı oldukça mesafeli oldukları da belirtilebilir (ILO,
2002:4; Standing, 1997; Aktaran; Toksöz, 1999:6).
Sonuç itibariyle, çalışanlarına bu güvencelerin yeterli olmadığı bir
çalışma ortamı sağlayan küçük işletmelerde sosyal koruma eksikliği
mevcuttur.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE KÜÇÜK İŞLETMELERİN GELİŞİM SEYRİ VE YAPISININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Küçük işletmelerin gelişim seyrini açıklayan iki temel yaklaşım vardır.
Bunlar esneklik ve dualizmdir. İlk yaklaşım; küçük işletmelerin yerel
ekonomiler içinde yeni üretim, işletme teknikleri ve ürünlere adapte
olabileceklerine ilişkinken; ikinci yaklaşım ise, küçük işletmelerin yerel
kaynakları harekete geçirerek, geleneksel üretim birimleri olarak yarı vasıflı
işgücünü emmelerine yöneliktir (Özcan, 1995:5). Bu iki yaklaşım yardımıyla
küçük işletmelerin gelişim seyirleri ve yapıları incelenmeye çalışılmıştır. Bu
yaklaşımlardan ilki, küçük işletmelerin gelişiminde Fordizm, Post-fordizm ve
esnek uzmanlaşma süreçlerinin etkileri bağlamında, ikincisi ise, küçük
işletmeler ve enformel sektör bağlamında değerlendirilmektedir.
Küçük İşletmelerin Gelişiminde Fordizm, Post-Fordizm ve
Esnek Uzmanlaşma Süreçlerinin Etkileri
19. yüzyıl sonlarından itibaren, sanayileşmiş ülkelerde büyük ölçekli
işletmeler artan bir hızla büyürken, küçük işletmelerin üretimdeki payı ve
toplam katkısı da artan bir hızla düşmüştür. Bu dönemde, büyük işletmeler
gelişmiş kapitalist ülkelerde, ekonomik büyümenin temelini oluşturmuşlardır.
Büyük işletmelere hakim olan Fordizm, üretimde yeni bir iş organizasyonu ve
makinalaşmaya doğru bir kayış olarak nitelendirilmiştir. Bu üretim biçiminin
başlıca özellikleri, büyük ölçekli sermaye yatırımı, kitle üretimi, kitle tüketimi
ve katı işgücü piyasası kurallarıdır. Taylorizm ise, bu dönemde işgücünün
aşırı derecede bölündüğü bir yönetim stratejisi olarak işletme yönetiminde
görülmüştür.
Fordist yaklaşım, büyük işletmelerin rekabet üstünlükleri sonucu,
küçük işletmelerin piyasalarda tutunamayacaklarını ve geleceğe büyük
işletmelerin hakim olacağını öngörmekteydi. Başka bir deyişle, Fordist üretim
döneminde “Büyük Güzeldir” sloganı hakimken; “Küçük Güzeldir” ideolojisi
daha henüz kendini göstermemiştir (Pınarcıoğlu, 2000:303; Özcan, 1995:14;
Taymaz, 1997:11).
1960’ların sonlarına gelindiğinde, sanayileşmiş ülkeler kriz ve
durgunluk dönemi içine girmişlerdir. Bunun başlıca sebebi; kitlesel üretim
yoluyla üretilen dayanıklı mallara olan talebin doyma noktasına ulaşması ve
bunun da üretimde bir sınırlamaya yol açmasıdır. Talepte meydana gelen
aşırı farklılaşma sonucu , 1950’ler ve 1960’larda “kitlesel tüketime eğilimli
talep”, 1970’lerden itibaren “kişiye özel talep şeklini” almaya başlamıştır
(Suğur, 1994:123).
Bu ortamda Kurt Schumacher’in “Küçük Güzeldir” adıyla çıkan kitabı,
sadece küçük işletmelere karşı değişen bakış açısını değil, hayatın her
kesiminde büyüklük tutkusuna ve ideolojisine karşı günümüzde gelişen bir
tepkiyi de dile getirmiştir. Schumacher küçük işletmeleri neden güzel olarak
açıkladığını şöyle ifade etmiştir: “Hiç şüphem yok ki; küçük işletmeler
teknolojik kalkınmaya yeni bir yön vermişlerdir ve sadece bu yön
insanoğlunun gerçek ihtiyaçlarını karşılayabilir” (Schumacher,
1973/1993:131; aktaran; Taymaz, 1997:11).
Küçük boy işletmeler bu dönemde, teknolojiyi kullanma açısından
daha elverişli bir konuma gelmişlerdir. Bu durum büyük firmaları da kendi
içlerinde daha küçük üretim üniteleri oluşturarak esnek üretim yapmaya yani,
adem-i merkezileşmeye yöneltmiştir. Bir başka deyişle, büyük işletmeler,
küçük işletme ağ örgülerine dönüşmekte ve işi uzmanına bırakma, alt
sözleşmeler dünyada giderek yaygınlık kazanmaktadır (Bulutay, 2000;
Suğur, 1994:123).
Fordist dönemin yönetim stratejisi olan Taylorizmin iflası ile çalışma
ilişkilerinde de bozulma görülmüştür. Kitlesel üretimin piyasadaki ani talep
değişikliklerine yanıt verebilecek esnek bir yapıda olmaması, ciddi pazar
kaybına uğrayan büyük işletmeleri derin bir krizle karşı karşıya bırakmıştır.
Bunun sonucunda da, büyük işletmeler istihdam ettikleri ve sendikal güce
sahip olan işçilerin ücret ve iyi çalışma koşullarıyla ilgili taleplerini finansal
krizden dolayı karşılayamamışlardır. Bu da çalışma ilişkilerinin daha da
bozulmasına sebep olmuştur (Suğur, 1994:123).
Sonuç olarak da, 1960’lı ve 1970‘li yıllardan itibaren gerek
uygulamada, gerekse teoride küçük işletmelerin aleyhine olan durum lehine
dönmüştür. Daha düne kadar, çarpık bir ekonomik yapının göstergesi olarak
kabul edilen bu işletmeler, günümüzde, ülke ekonomisinin dinamikliğinin ve
esnekliğinin bir garantisi olarak değerlendirilmektedir (Taymaz, 1997:2).
Küçük işletmelerin sayılarında artışın gündeme gelmesi, kalkınma
iktisadının ekonomistler tarafından yeniden değerlendirilmesine de yol
açmıştır. Bu yaklaşımlar içinde en ön plana çıkanı Neo-Liberal yaklaşım olup;
esneklik teorileri–esnek uzmanlaşma bu bağlamda incelenmiştir. Ayrıca bu
yaklaşıma ilişkin eleştiriler kısmında ise, Neo-Marksist-Düzenlenme
Okulu’nun görüşlerine yer verilmiştir.
1.1.11 Neo-Liberal Yaklaşım; Esneklik Teorileri–Esnek Uzmanlaşma
Neo-Liberal yaklaşım içinde özellikle, Piore ve Sabel’in 1984’te çıkan “İkinci Endüstriyel Bölünme” adlı çalışmaları literatürdeki tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu kitap bir çok gelişmiş ülkenin kalkınma tarihi hakkında bilgi vermesinin yanısıra; gelişmiş ve gelişmekte olan kapitalist ekonomilerdeki yapılanmaları da bir bütün olarak incelemektedir.
Piore ve Sabel’in kitaplarında ikinci endüstriyel bölünmeyle ne
kastettiklerini anlayabilmek için önce birinci endüstriyel bölünmeyi incelemek
gerekmektedir. Birinci endüstriyel bölünme yazarlar tarafından, esnaf
üretiminden kitle üretimine geçiş dönemi; ikinci endüstriyel bölünme ise, kitle
üretiminden esnek üretime geçiş dönemi olarak ifade edilmiştir. Kısaca; Piore
ve Sabel, fırsatlara vurgu yaparak; gelişmiş ülkeler için kitle üretiminin nasıl
durduğunu ve nasıl daha rekabetçi bir yapıya dönüştüğünü anlatmışlardır
(Piore; Sabel, 1984:6).
Esnek uzmanlaşma kavramının daha iyi anlaşılması için modelin neleri
içerdiği incelenmelidir. Model çok basit bir ifadeyle, esneklik ve uzmanlaşma
kavramlarını içermektedir. “Esneklik”, kavramıyla; yüksek düzeyde teknoloji
kullanımına, vasıflı işçi kullanımına, bireysel firmalara, firma gruplarına,
üretim düzeyinin yaygınlığına atıf yapılmıştır. “Uzmanlaşma” kavramıyla ise; merkeziyetçilikten uzaklaşmak (desentralizasyon) ve taşeronlaşma
(subcontracting) ifade edilmiştir. Bu iki araç sayesinde piyasalarda
uzmanlaşma sağlanmaktadır. Uzmanlaşmayla, kitlesel piyasalar pek çok
uzmanlaşmış piyasaya bölünmüştür. Böylelikle de tüketicinin farklılaşmış
tercihlerine en uygun ürünleri piyasalara sunmak mümkün olabilmiştir. Bu
durum, zincirde yer alan şirketlerin müşteri odaklı yönetim ve organizasyon
modellerini uygulamasını gerektirmiştir (Piore; Sabel, 1984:27).
Nitekim Piore ve Sabel, kapitalist ekonomilerdeki kötüye gidişin asıl
nedenini, kitle üretimine dayalı endüstriyel gelişme modelinin sınırlılığına
bağlamışlardır. Bu üretimde, krizin ortaya çıkış nedeninin ise; Fordist
sistemin dayandığı ve o zamana kadar çok düzenli, istikrarlı işleyen arz-talep
piyasasındaki dengelerin alt üst olmasından kaynaklandığını ifade
etmişlerdir. Özellikle kitle üretimin yaygın olduğu kapitalist ülkelerde bu kriz
çok daha derin bir şekilde hissedilmiştir (Piore; Sabel, 1984:27-28).
İkinci endüstriyel bölünme, krize adapte olma kapasitesi 1970’lerde
kapitalist ülkelerin ekonomik krize girmesiyle temellenmiştir. Esnek
uzmanlaşmanın başlangıcı da krizin başlangıç tarihlerine rastlamaktadır.
Yazarlar krizin bir felaket olmadığını hatta, yeni fırsatlara yol açabileceğini
ifade etmişlerdir. Kitle üretimiyle anılan büyük işletmelere göre esnek
uzmanlaşmayla bütünleşen küçük işletmelerin krizde daha iyi performans
gösterdiklerini iddia etmişlerdir. Yaşanan ekonomik kriz sonucu yapılan
değerlendirmelerde, kaybolan istihdamın küçük işletmelerce yaratıldığı, kriz
dönemlerinde ihracatı kısmen sırtladıkları ve piyasa şartlarına göre mal
üretebildikleri ifade edilmiştir (Piore; Sabel, 1984:4, Köse; Öncü, 1998:138;
Suğur, 1994:123; Esin, 1991:6-7; Savaşır, 1999:2).
Fordizmin global krize girmesi, organize olmuş kapitalizmin sonu ve de
yeni teknolojiyle özdeşleşen Post-fordizmin başlangıcı olmuştur. Bu anlamda
Post-fordist evrede, sanayi organizasyonlarında Fordist model ve esnek
uzmanlaşma modeli arasında bir seçim yapma sorunu gündeme gelmiştir.
Yazarlar büyük işletmelerin bölünerek küçük üretim birimlerine ayrılmasını, iş
süreçlerinin yeniden tasarlanarak katılımcı üretim ve yönetim ilkelerinin
benimsenmesini ve esnek otomasyon sistemleri aracılığıyla ürün
farklılaştırma stratejilerine yönelmeyi, “esnek uzmanlaşma modelinin Fordist
modele tercih edilmeye başlandığı” şeklinde yorumlamışlardır (Piore; Sabel,
1984:27-28).
1.1.12 Gelişmiş Ülkelerde Esnek Uzmanlaşma ve Uygulama Alanları
Gelişmiş ülkelerde uygulanan esnekliği belirleyen iki etken mevcuttur.
Bunlardan birisi, teknoloji kullanımı diğeri ise işgücünün kullanımıdır. Bu
etkenlerle biçimlenen esnekliğin ve bunların birbirleriyle bağlantılarının
incelenmesiyle gelişmiş ülkelerdeki esnek üretim uygulanması daha iyi
anlaşılacaktır.
Taymaz’ın 1995’de aktif olarak adlandırdığı esneklik stratejisi gelişmiş
ülkelerde doğan ve uygulanan bir stratejidir. Bu strateji; esnek teknolojilere,
vasıflı olduğu için değişen teknolojileri kullanabilen esnek işgücünü istihdam
etmeye ve diğer firmaların yaptığı yeniliklere kolayca uyum sağlayarak
rekabet gücü kazanmaya yöneliktir. Bu strateji aktif esneklik olarak kabul
edilmiştir, çünkü teknolojik yenilikler yoluyla mevcut koşulları değiştirmeyi
hedeflemektedir (Taymaz, 1995:712). Taymaz tarafından “aktif esneklik”
olarak adlandırılan esnek uzmanlaşma gelişmiş ülkelerde uygulama alanı
bulmuştur.
Küçük ölçekli sanayi, esnek uzmanlaşmayla ekonomik ve teknolojik
zorlukları aşabilmiştir. Bu bir ikincil-çevresel faaliyet içinde olmamıştır. Büyük
ölçekli işletmelere göre daha fazla işgücü istihdam eden küçük ve aşırı
uzmanlaşmış ve yenilikçi firmalar üretimde parçalanmaya yol açmışlardır. Bu
işletmeler, zamanla özellikle de gelişmiş ülkelerde teknoloji kullanma
düzeyinin artmasına yardımcı olmuşlardır. Lyberaki 1988’deki
araştırmasında, küçük ölçekli sanayinin yüksek düzeyde teknoloji kullanarak
ve yüksek kalite rotasını izleyerek başarılı olduğunu ifade etmiştir (Lyberaki,
1988, aktaran, Schmitz, 1989:33-34).
Hem birbirleriyle rekabet edebilen, hem de uzmanlık ve üretim bilgisi
alışverişinde işbirliğine giden küçük işletmelerin oluşturduğu, esnek
uzmanlaşma örneklerine, 1970’lerde Kuzey İtalya’da ve Güney Almanya’da
yaygın olarak rastlanmıştır. Daha sonra benzer örneklerin, giderek diğer Batı
Avrupa ülkelerine de yayıldığı görülmüştür (Ansal, 1995:650). İtalya’da
bölgesel kalkınma temelli olarak küçük ölçekli sanayileşmeye destek
verildiğinde, kişi başına düşen gelirin arttığı, işsizliğin düştüğü ve ücret
düzeylerinin ise yükseldiği gözlemlenmiştir (Schmitz, 1989:7).
Ancak karşıt eğilimler de söz konusudur. Gelişmiş ülkelerde, 1970’lerin
sonlarından itibaren, ampirik bulgular bize; rekabet edebilmek için yüksek
teknoloji üzerinde yoğunlaşıldığını ve işgücü maliyetlerinin minimize edilmeye
çalışıldığını göstermektedir. İşgücüne yapılan ödemelerin, teknolojik
ilerlemelere zorluk çıkardığı düşünüldüğünden bu durum işgücünün aldığı
ödüllere ve ek ödemelere zarar vermiştir. Böylece de, ulusal sigorta ve sosyal
güvenlik yardımlarından kaçınılmıştır (Schmitz, 1989:33-34).
Gelişmiş ülkelerde uygulama alanı bulan ikinci esneklik türü olan
işgücünün kullanım biçimlerinden kaynaklanan esneklik, Atkinson ve Meager
(1986) tarafından üçe ayrılmıştır. Bunlar; sayısal, işlevsel ve ücret
esnekliğidir (Atkinson; Meager, 1986; aktaran, Ansal, 1995:652-653).
Sayısal esneklik, ekonomik, teknolojik şartlar ve piyasalardaki talep
değişmelerine göre kullanılan işgücü miktarının kolayca ve hızla
ayarlanabilmesi yeteneğidir. Sayısal esneklik bir yandan firma tarafından
standart dışı istihdam biçimleri uygulanmasıyla, bir yandan da üretimin bazı
bölümlerinin taşeron şirketlere yaptırılmasıyla sağlanmaktadır .
Işlevsel esneklik, pazar talebindeki, teknolojideki ve şirket
politikasındaki değişiklikleri karşılayabilecek şekilde işçilerin farklı işleri
yapabilme yeteneği ve kolaylığıdır. Bu esneklik türü ”çekirdek işçiler” e çeşitli
beceriler kazandırılarak, belli bir derecede iş güvencesi sağlanarak ve görece
yüksek ücret verilerek, yaptırılan işlerin sayısının genişletilmesi ve
zenginleştirilmesi ile ortaya çıkmaktadır .
Ücret esnekliği ise, ücret yapısının sayısal ve işlevsel esnekliği
destekler biçimde, emek piyasasına göre ayarlanabilmesidir. Bu tür esneklik
ile işçilerin liyakat, beceri ve fedakarca çalışmaları ödüllendirilmekte, teşvik
edilmektedir. Böylece emek verimliliği ile ücret arasında ilişki kurulmaktadır
(Atkinson; Meager, 1986; aktaran, Ansal, 1995:652-653).
Özetle; gelişmiş ülkelerde teknoloji kullanımından kaynaklanan
esneklikle üretimde artış ve kalite sağlanmıştır. Fakat bunun için, iş
yasalarında, sendikalarda, işgücü kullanımında esnek uygulamalara gidilmesi
gerekmiştir. İşgücünün kullanım biçimlerinden kaynaklanan esneklik,
teknolojik esnekliğin işgücüne yansıması olarak da ifade edilebilir. Bu
esneklik çeşidi, işgücünü parçalamış, a-tipik işgücü kullanımına neden olmuş
ve işgücünün kazanılmış haklarını zayıflatmıştır. Sonuç olarak da bu
uygulamalarla gelişmiş ülkelerde enformel istihdam ilişkilerine doğru bir kayış
olmuştur (Schmitz, 1989:33-34).
1.1.13 Gelişmekte Olan Ülkelerde Esnek Uzmanlaşma ve Uygulama Alanları
Esnek uzmanlaşmanın gelişmiş kapitalist ülkelerde ortaya çıkan ve
orada gelişen bir olgu olduğu, belirtilmesi gereken önemli bir noktadır.
Bundan dolayı da bu kavramın gelişmekte olan ülkelerde uygulanabilirliği
sorgulanmalıdır. Gelişmekte olan ülkelerin sanayi sektörü farklılaşmayı ve
çeşitliliği barındıran heterojen bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla da, bu ülkelerin
dinamikleri, ileri kapitalist sanayiler için geliştirilmiş modeller bağlamında
anlaşılamaz. Burada ısrarla vurgulanması gereken husus, merkez kapitalist
ülkeler için geliştirilen modellerin gelişmekte olan ülkelere uygulanması ve
sınanmasının ancak, az gelişmişliğe özgü toplumsal dinamiklerin bir bütün
içinde analizinin yapılmasıyla mümkün olabileceğidir (Müftüoğlu, 2000:119).
Bu düşünceden yola çıkarak Taymaz, gelişmekte olan ülkeler için
geçerli olan esnekliği “pasif” olarak nitelendirmiştir. Bunun başlıca sebebi ise,
bu ülkelerin sadece ücret ve istihdamı değiştirerek koşullara uyum
sağlamaya çalışmalarıdır. Pasif esneklik, özellikle iş güvenliği ve ücretlerin
esnekleşmesine yani iş güvenliğinin tamamen bertaraf edilmesine ve
ücretlerin azaltılması yoluyla maliyetlerin düşürülmesine dayanır. Pasif
esneklik, sadece gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir strateji değil, aynı
zamanda gelişmiş ülkelerde de gözlemlenebilen bir olgudur (Taymaz,
1995:712).
Yeni endüstriyel yapılanmanın gelişmekte olan ülkeler üzerindeki
etkileri analiz edilirken literatürde, bu konu ile ilgili farklı yaklaşımlar
mevcuttur:
a) Esnek uzmanlaşma modelini gelişmekte olan ülkeler açısından ele
alan çalışmalar arasında, modelin gelişmekte olan ülkelerin dünya
ekonomisine entegre olmasında yeni bir fırsat ve daha fazla istihdam
yaratacağını savunanlar vardır. Bunlardan, Hirst ve Zeitlin 1991’de esnek
uzmanlaşmanın gelişmekte olan ülkeler için de bir ekonomik kalkınma aracı
olabileceğini iddia etmişlerdir. Bu ülkelerde de küçük ölçekli işletmelerin,
küçükten ortaya ortadan da büyük ölçeğe geçmesinin yani evrimleşerek
büyümesinin mümkün olabileceğini, bunun gerçekleşmesinin ise ancak, bu
işletmelerin karşılaştığı içsel sınırlamaların hükümetler tarafından
kaldırılmasıyla mümkün olabileceğini eklemişlerdir (Hirst; Zeitlin, 1991;
aktaran; Özcan, 1995:14).
Hoffman ve Kaplinsky ise, belirli bir teknolojik birikime sahip
gelişmekte olan ülkelerin esnek üretim sistemlerini başarı ile
uygulayabileceklerini ve esnek üretim tekniklerini nispeten düşük emek
maliyeti ile birleştirerek rekabet güçlerini arttırabileceklerini savunmuşlardır
(Hoffman; Kaplinsky, 1989; aktaran; Atalay;vd, 1998:14). Ayrıca, esnek
uzmanlaşma modelinin gelişmekte olan ülkelerce bir sanayileşme politikası
olarak benimsenmesini öneren ekonomik kalkınma stratejisi raporları da
bulunmaktadır (IDS/UNDP, 1987,1991; IDS/UNIDO, 1986,1990, aktaran,
Ansal, 1995:650).
b) Esnek uzmanlaşma modelini gelişmiş ülkeler için ortaya atan Piore
ve Sabel ise; gelişmekte olan ülkeler için, geleneksel kitle üretimi ile esnek
üretimin bir arada yürüyebileceği bir melez endüstri sistemi görüşünü
savunmuşlardır (Piore; Sabel; 1984:277-280). Piore ve Sabel’e göre,
küreselleşmiş uluslararası ekonomide esnek uzmanlaşma ve kitlesel üretim
endüstrileri, dünyanın geri kalmış bölgelerine göç ederek gelişmiş ülkelerdeki
yerlerini ileri teknoloji endüstrilerine bırakmışlardır. Bu yazarlara göre,
gelişmekte olan ülkelerin yeni uzmanlık alanları, ürünleri fazla karmaşık
olmayan imalat sanayileri ile taşıma giderleri açısından tüketim merkezlerine
yakın olmaları gerekmeyen endüstriler olacaktır. Sabel bir sonraki
makalesinde ise (1986), esnek uzmanlaşmanın az gelişmiş ülkelerdeki küçük
ya da büyük firma çeşitlerine, adapte edilebileceğini öngörmüştür. Küçük
işletmelerin teknolojik yenileşme içinde önemli rolleri olduğunu, fakat
gelişmekte olan ülkelerde bu durumun sınırlılık arz ettiğini de eklemiştir
(Sabel, 1986:49).
Kriz bir çok az gelişmiş ülkede ve gelişmekte olan ülkede 1970
ve1980’li yıllarda daha çok hissedilmiştir. Bu ülkelerin ekonomileri bir çok
içsel problemle karşılaşmasının yanısıra; (bütçe açığı, düşük ihracat oranları
gibi) krizin dış etkileriyle de iyice yıpranmıştır. Gelişmekte olan ülkeler kitle
üretimine rağmen, talebi yeterince karşılayamamışlar, arz yönünden ise,
özellikle hammaddelere ve ithal mallara ulaşmada sınırlılıklarla
karşılaşmışlardır. Piore ve Sabel’in görüşlerine göre, bu durum hala
değişmemiştir. Çünkü, uluslararası Keynesci ekonomiye geri dönüşe ilişkin
herhangi bir belirti yoktur ve az gelişmiş ülkelerin dünyayla bütünleşmeleri
oldukça düşük düzeylerdedir. Bunun başlıca nedeni ise, bu ülkelerin,
sermaye ve vasıf açısından oldukça yetersiz olmalarıdır (Piore; Sabel;
1984:279).
c) Schmitz esnek uzmanlaşma modelinin gelişmekte olan ülkeler için
ne ölçüde geçerli olduğunu tartışmıştır. Buna göre; gelişmiş ülkelerdeki
esnek uzmanlaşma modelinin, az gelişmiş ülkelere ne kadar uygun olduğu
bu ülkelerdeki artı işgücünün boyutlarıyla ilişkilendirilmelidir. Doğrudan ve
dolaysız yollarla, artı işgücünün, teknolojiyi ikame edici çalıştırılmasına
değinilmiştir, çünkü; Piore ve Sabel modellerinde; rekabetin başlıca aracı
olarak teknolojiyi göstermişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerdeki bu işletmelerde
ise; başlıca rekabet aracı, teknoloji ve icatlardan daha çok, işgücüdür. Bu tür
işletmeler, ya tamamen kayıtsız ya da büyük miktarda dışardan işçi
çalıştırmaya eğilimlidir. İçsel yapılarında işçilerin ücretleri asgari ücretin yarısı
ve tamamı arasında bir rakamdır. Asgari ücret ise; bireysel olarak ailesini
geçindiren birinin yaşam maliyetlerini karşılamakta oldukça yetersiz
kalmaktadır (Schmitz, 1989:31).
Bu koşullar altında küçük işletmelerin marjinalleşmektedir. Buna göre,
bu işletmelerde sömürü, tıkanıklık mevcuttur ve sadece irade dışı büyüme
söz konusudur. Üreticilerin sayısı arttığı zaman ekonomik ölçek de kısılarak
sıkışmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde zaten bir çok üretici resmi olarak
kayıt altına alınamamıştır ve bu ülkelerde küçük işletmeler sanayi
merkezlerinden, istatiksel araştırmalardan kaçmaktadırlar. Buna rağmen
gelişmekte olan ülkelerde ve az gelişmiş ülkelerde, küçük ölçekli sanayi,
işgücünün düşündürücü bir şekilde büyük kısmını istihdam etmektedir. Bu
doğrultuda, gelişmekte olan ülkelerde, ana sorunun sanayi politikalarında ve
istihdam politikalarında olduğu söylenebilir (Schmitz, 1989:23) .
Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerde esnek uzmanlaşmanın
uygulanamamasının bir çok nedeni vardır. Bu nedenler içerisinde ilk sırayı
yukarıda da ifade edildiği üzere bu birimlerin teknoloji açısından yetersizliği
alırken, ikinci sırayı ise, bu küçük işletmelerin yapısal sorunları yüzünden
elverişiz olmaları almaktadır.1
Kimi gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmede bir sıçrama yapması ve
ihracat düzeylerinin yükselmesi, küçük işletmelerin kollektif verimlilik olarak
tanımlanabilecek bir işbirliğine gitmelerine bağlanmıştır. Bundan ötürü de,
gelişmekte olan ülkelerde uygulanan esnek uzmanlaşmayla kollektif verimlilik
arasındaki ilişki incelenmiştir.
1.1.14 Kollektif Verimlilik ve Esnek Uzmanlaşma
Neo-Liberal yaklaşımın öne çıkardığı önemli ve belirtilmesi gereken bir
nokta; işletmeler arası rekabetin yapısında gözlemlenen değişimlerdir
(Taymaz, 1993). Fordist üretim düzeyinden esnek uzmanlaşma modeline
geçişte, işletmeler arası ilişkilerde yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır. Üretim
süreçlerinin yeniden tasarlanması ve bazılarının işletme dışına taşınarak,
fason üretim ilişkileriyle esnekleştirilmesi sonucunda, işletmeler arasında
işbirliği ve ortaklıklar yaygınlaşmıştır.
Bu durum, küçük ama becerikli, ucuzcu ama belirli bir kaliteyi
yakalayabilen, esnek ama zamanında iş yapabilen işletmelere fırsatlar
sunmuştur. Özellikle imalat sanayinde, bir çok küçük firma büyük işletmelerin
boş bıraktığı alanlarda önemli bir hareket alanına kavuşmuştur. Büyük
işletmeler ve küçük işletmeler arasında fason ilişkiler oluşmuştur. Fason
ilişkinin bir tarafında büyük firmalar, toptancılar varken diğer yanında da
küçük firmalar bulunmaktadır. Bu fason üretim ilişkisi, aslında fabrikada
yapılacak bir üretimin çok aktörlü, parçalanmış olarak ve farklı mekanlarda
yapılmasıdır. Bu durumda her faktörün verimliliği oldukça önemlidir. Fakat bu
döngünün işlemesi için gerekli olan, kollektif tarzda oluşmuş bir verimliliktir
(Pınarcıoğlu, 2000:305). Schmitz’e göre ise; küçük işletmeler kümesi ve onlar
1 Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelere ilişkin yapısal sorunlar tezin ilk
bölümünde (s:24-34) ayrıntılı olarak incelenmiştir.
arasındaki işbirliğini ve dayanışmayı ifade eden kollektif verimlilik esnek
uzmanlaşma için gerçek zemini oluşturmaktadır (Schmitz; 1989,1990;
aktaran; Suğur, 1994:127).
Kollektif verimlilik, küçük işletmelerin kendi çıkarlarını güçlendirmek
için zorunda oldukları bir ilişki tarzını ifade etmektedir. Aynı sektörde olan
diğer küçük firmalarla işbirliğinin gereği olarak da belirtilebilir. Böylece, bir çok
farklı ölçekteki işletmenin kooperatif bir yaklaşımla yatay ve dikey
birleşmelerinden oluşan ağ türü örgütlenmeler arasında rekabet ortaya
çıkmaktadır (Köse; Öncü, 1998:140; Pınarcıoğlu, 2000:304).
Pınarcıoğlu’na göre; burada, fason ilişkilerin bir tarafı olan küçük
firmalar, hem dikey olarak yani kendinden büyük firmalarla hem de yatay
olarak diğer küçük firmalarla bu verimliliği sağlamaktadırlar. Bu kollektivitenin
en önemli göstergesi küçük işletmelerin adının sürekli olarak endüstriyel
bölgelerle anılmasıdır. Bu bölgelerin en önemli özelliği hızlı gelişme gösteren
ve sektörel olarak uzmanlaşmış küçük ve orta ölçekli firmalardan oluşmaları
ve az gelişmiş bölgelerde ortaya çıkmalarıdır. Firmalar bu bölgelerde, tek
başlarına başarıdan çok, kendi aralarında ağ ve ağ benzeri ilişkiler kurarak
bir başarı yakalarlar. Bu bölgeleri iki kısımda değerlendirmek gerekir. Birinci
grupta, zanaatsal bilgiye dayalı ve geleneksel olarak uzmanlaşmış sektörlerin
oluşturduğu bölgeler bulunmaktadır. Ikinci grupta ise, daha çok, teknoloji
yoğun sektörlere dayalı bölgeler karşımıza çıkmaktadır (Pınarcıoğlu,
2000:304).
İkinci gruptaki sanayi bölgeleri üç ana öğeye bağlıdır. Bunlardan ilki,
yüksek derecede ihtiyaca uygun olan üretimlerin yapılması ve piyasa
değişimi, ikincisi esnek teknolojileri kullanabilme ve teknolojiye adapte
olabilme, üçüncüsü ise firmaların yenileşme potansiyellerini teşvik edebilmek
için bütünleşme ve rekabet arasında bir denge ortamı yaratacak bir kurumsal
yapının oluşturulmasıdır (Schmitz, 1989:6; Pınarcıoğlu, 2000:304). Bu öğeler,
ilk gruptaki sanayi bölgelerinde mevcut değildir. Ikinci gruptaki sanayi
bölgelerini kurmayı başaran gelişmekte olan ülkeler ise başarılı bir kollektif
verimlilik örneği sergilemişlerdir.
1.1.15 Esnek Uzmanlaşmaya İlişkin Eleştiriler
Esnek uzmanlaşmaya ilişkin yapılan eleştirilerden en bilineni Neo-
Marksist olarak da nitelendirilen Fransız Düzenleme Okulu’nun görüşleridir.
Fransız Düzenleme Okulu, küçük işletme temelli esnek uzmanlaşma
yaklaşımını, kapitalizmin sistematik doğası ve birikim süreci içinde ele
almıştır (Özcan, 1995:15). Buna göre esnek uzmanlık tezi, Fordizmin özgün
birikim rejimini kurumsal düzenleme tarzından soyutlamakta olup, Post-
fordizm yeni bir birikim rejimine geçiş evresi ve buna uygun kurumsal
düzenlemeler şeklinde değerlendirilmelidir (Köse; Öncü, 1998:136; Taymaz,
1997:13).
Düzenleme Okulu’na göre Fordizm çalışanların örgütlü mücadelesini
bastırmak yerine yasal kurallarla düzenlenmiş, kurumsallaşmış bir çerçevede
sendikal mücadelenin bir toplu pazarlık biçimini almasına imkan tanımıştır.
Buna ek olarak, çalışanlar sosyal güvenlik kurumları aracılığıyla işsizlik,
hastalık, sakatlık, emeklilik gibi çalışamayacakları durumlarda da gelir
sağlayabilmekte ve tüketim normlarını kısmen de olsa
sürdürülebilmektedirler. Devlet, bu dönemde Fordist birikim rejiminin
çelişkilerini hafifletmeye yönelik refah ve sosyal güvenlik devletidir (Jessop,
1991; aktaran; Ansal, 1995:648-649). Fakat, ekonominin krize girmesiyle
beraber, emek sürecinde Fordizmin sınırlarına gelindiğinden, verimlilik artışı
ile ücret artışı arasındaki üretken döngü artık işlemez olmuştur (Ansal,
1995:648-649).
Düzenleme Okulu’nun önemli temsilcilerinden olan Lipietz, bu
bağlamda, Fordizmin krizine çözüm arayışlarında ortaya çıkan ve ülkeden
ülkeye farklılık sergileyen politik tercihlerin, krize yönelik teşhislerini ve sanayi
örgütlenmesinin yeniden yapılanması üzerinde geliştirilen stratejileri
değerlendirmiştir. Bir başka deyişle, en genel anlamda, işgücü piyasalarının
kriz sonrasında geçirdiği kurumsal dönüşümlerin arkasında yatan politik
süreçleri ülkeler düzeyinde incelemiştir (Lipietz, 1997:1-141; aktaran; Köse;
Öncü, 2000:77).
Buna göre, gelişmiş ülkelerde iki farklı ücret ilişkisi uygulanmıştır. 1980
sonrasında uygulanan birinci ücret tipi, maliyetleri azaltmak amacıyla
ücretlerin ve sosyal hakların budandığı ve Taylorist hiyerarşik yönetim
sisteminin sürdürülmesinden dolayı Neo-Taylorist (yeni bilimsel yönetim
modeli) olarak nitelendirilebilecek bir eğilimdir. Lipietz’e göre, bu tip ücret
ilişkisinde iş kanunlarınca tanınan işletme dışı kurallar önemini yitirmiştir ve
bu durum, “dışsal esneklik” olarak nitelendirilmektedir. Bu tür esneklik daha
önce de belirtildiği gibi pasif esneklik olarakda adlandırılmakta, özellikle ABD,
Fransa, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde görülmektedir.
İkinci tür ücret ilişkisi ise, çalışanların üretim ve yönetimde karar alma
süreçlerine katılımlarının öngörüldüğü, yetkilerin ve sorumlulukların adem-i
merkeziyetçilik yapısıyla, yukardan aşağıya dağıtıldığı ve böylelikle hiyerarşik
kontrolün terkedilip çalışanların özerkleştirildiği bir emek-sermaye ilişkisini
içermektedir. Lipitez’e göre bu ücret ilişkisinde, işletme içi nitelikli işgücünün
yetkilendirilmesi ve icra süreçlerinde özerkleştirmeyle ” içsel esnekleşme” nin
sağlanması söz konusudur. Aktif esneklik olarak da adlandırılan bu tür
esneklik ise; Japonya, Almanya, İsveç gibi gelişmiş ülkelerde
gözlemlenmektedir (Lipietz, 1997; aktaran, Köse; Öncü, 1998:141). İlkinde
işgücü maliyetlerinin azaltılmasıyla birikim süreci güvence altına alınmaya
çalışılırken, ikincisinde bu amaca yönelik olarak üretkenliğin artırılması
hedeflenmektedir.
Esnek uzmanlaşma teorisi küçük işletmelerle olan ilişkiyi, üretim
düzeyinde kurarken; Neo- Marksistler ise küçük işletmelerle olan ilişkiyi
birikim süreci bazında almış ve incelemiştir. Bu iki yaklaşımdaki ortak
düşünce; “Gelişmiş ülkelerde kitle üretim sisteminden dolayı, sürekli
büyümenin gerçekleşememesidir.” Böylece yeni üretim sistemleri kitle
üretimine alternatif olarak çıkmıştır (Taymaz,1997:13). Bu iki yaklaşımı
birbirinden ayıran en belirgin fark ise, krizin oluşumu ve krize uyum süreçleri
hakkında öne sürdükleri kuramsal çıkarımlardır. Bu anlamda, söz konusu
yaklaşımlar krizi açıklamada farklı varsayım ve kavramlardan hareket
ettiklerinden, Post-fordist evre hakkında değişik gözlemlerde bulunmaya
imkan sağlarlar.
Esnek uzmanlaşmaya ilişkin yapılan ve önemli olduğu düşünülen diğer
eleştiriler ise şöyledir;
Taymaz; Neo-Liberal çerçevenin Fordist ve esnek uzmanlaşma
modellerini, ya birisi ya da ötekisi şeklinde birbirlerini dışlayan tercihler olarak
görmesini, gerçekçi olmayan bir görüş olarak nitelendirmiştir. Bir çok Fordist
sanayi bölgesinde ve üretim alanlarında, hem Fordist kitle üretiminin hem de
esnek uzmanlaşma modellerinin eş-anlı var oldukları gözlemlendiğini de
eklemiştir (Taymaz, 1993; aktaran; Köse; Öncü, 1998:139).
Köse ve Öncü ise, esnek uzmanlaşma yaklaşımının, esnekleşmenin
işyerlerinde demokratik yapıların oluşmasına ve işgücünün nitelik yönünden
gelişmesine olanak sağlayacağına ilişkin görüşünün kuramsal ve ampirik
olarak kuşkuyla karşılanması gerektiğini belirtmişlerdir. ABD, Fransa ve
Kanada gibi ülkelerde böyle bir gelişme olmadığını, tam tersi esnekleşme
sonucu, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarında kayıplar görüldüğünü
buna dayanak olarak göstermişlerdir. Bu durumu, Fordizm öncesi var olan
yapıya bir dönüş olarak yorumlamışlardır (Köse; Öncü, 1998:139).
Esnek uzmanlaşma modelini eleştiren görüşlerden çıkarılacak sonuç,
esnekliğin gelişmiş ülkelerdekine göre gelişmekte olan ülkelerde farklı
biçimler alabilirken düşük işgücü maliyetleri ve vasıfsız işgücünün yoğun
kullanımı üzerinden sağlanmasıdır. Esas olarak, dışsal esneklik biçiminde bir
esneklik süreci yaşanmakta, bu da kendini istihdamın enformelleşmesi olarak
ortaya koymaktadır.
1.1.16 Türkiye’de Esnek Uzmanlaşma ve Kollektif Verimliliğin Uygulanabilirliği
Türkiye’de 1980’lerden sonra küçük ölçekli işletmeler özel bir yere
sahip olmuştur. Bu dönemde bir çok sektörün küçük ölçekli örgütlenmesi
gereği doğarken, büyük ölçek gerektiren bazı sektörlerde ise eskiye göre bir
küçülme yaşanmıştır. Burada, ölçek sorunu sektörel ayrıma girilmeden ele
alınabilecek bir konu değildir (Kepenek; Yentürk, 1999:336). Örneğin, tekstil-
konfeksiyon sektöründe uluslararası rekabet küçük atölyeler bazında
örgütlenmeleri verimli kılmaktadır. Ancak tekstil-konfeksiyon sektöründe
küçük işletmelere yönelik yapılan bir çok anket çalışması sonucunda ortaya
çıkan ciddi tespitlere göre; küçük işletmelerin yaptıkları üretimin kalite boyutu
oldukça zayıftır ve işgücünün ucuzluğuna dayanan bir rekabet
motivasyonuna sahiptirler (Konukman; Oyan, 1997:234).
Rekabet gücü kazanmak için esnek uzmanlaşan küçük ölçekli
işletmeler kalite, nitelikli işgücü ve yeni bir üretim teknolojisinin geliştirilmesini
çağrıştırır. Türkiye’de teknoloji boyutu açısından baktığımızda küçük
işletmelerde esnek uzmanlaşma faaliyetleri hemen hemen hiç
yapılmamaktadır. Son yıllarda özellikle küçük işletmeler düşük ücrete dayalı
tedbirlere öncelik vermekte ve sosyal güvenlik sistemi ve iş hukuku kapsamı
dışında kalma eğilimi göstermektedirler. Yani, küçük işletmeler Türkiye’de
formel ilişkiler içinde yer alsalar da enformel ilişkilerden beslenmektedir.
Özellikle gelişmelerinin ilk aşamalarında enformel nitelikleri fazlasıyla ön
plana çıkmaktadır. Çoğunlukla eğitimsiz olan ve pazarlarla nasıl ilişkiye
geçeceklerini pek bilmeyen bu kesim enformelliğin pozitif ve yaratıcı gücünü
sonuna kadar kullanabilmektedir (Pınarcıoğlu, 2000:308;Taymaz, 1994:69;
Kepenek; Yentürk, 1999:336; Konukman, 1997:233).
Köse, Öncü, Kişoğlu ve Çakar’ın TMMOB için yaptıkları “Anadolu
Sanayisi” araştırma raporunun (Denizli, Gaziantep, Konya ve Edirne illerinde)
sonuçlarına göre Anadolu’daki küçük işletmelerinin başlıca özellikleri
şunlardır: aile işletmeciliğinin egemenliği, kredi kullanımında zorluklar, fason
üretim özellikleri, işgücünün niteliksizliği, ücretin piyasa koşullarına göre
düşüklüğü, sendikalaşma oranlarının çok düşük seviyelerde oluşu, erkek
işverenlerin hakimiyeti, rekabet gücünün düşüklüğü, ithal makine kullanılması
ve zanaat tipi teknolojik yapıların varlığı (Köse; Öncü, 1998:106).
Bunun sonucunda şu değerlendirmeye gidilmektedir; KOBİ’ler esnek
uzmanlaşarak Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi ülkelerde gösterdikleri
dinamikler açısından “Asya Kaplanları” olarak tanımlanmışlardır. Türkiye’deki
KOBİ’ler de benzer biçimde “Anadolu Kaplanları” olarak sunulmaktadır.
Fakat Anodolu’da, Anadolu sanayinin temellendiği ekonomik gücün ardında,
esnek uzmanlaşmanın gereği olan nitelikli işgücü, ileri teknoloji kullanımı ve
işletmeler arası işbirliği değil, büyük ölçüde düşük ücretli, örgütsüz, kayıtdışı
işgücü kullanımı mevcuttur. Zenginleşmeye ev sahipliği yapan “Asya
Kaplanları”na kıyasla, Türkiye’deki “Anadolu Kaplanları”nın, daha çok
yoksullaşma eğiliminde oldukları gözlemlenebilir (Köse; Öncü, 1998:156).
“Anadolu Kaplanları”nın, dünyadaki başarılı küme örneklerine ne kadar
benzediği, hangi konularda farklılık gösterdikleri ve Anadolu’da ortaya çıkan
sınai yoğunlaşmalarda kollektif bir verimlilik yaratılıp yaratılmadığı sorusuna
Pınarcığlu şöyle cevap vermektedir; “Anadolu Kaplanlığı olarak nitelendirilen
gelişmelerin çoğunluğu belirli illerde kollektif temelde ortaya çıkmasına
rağmen, zaman içerisinde rekabetçi anlayışa doğru yönelmektedir. Küçük
işletmeler kendilerinin gelişmesini sağlayacak ağları ve kollektif verimliliği
oluşturabilmekte, fakat içsel ve dışsal dinamikler süreç içerisinde ağların
bozulmasına sebep olmaktadır” (Pınarcıoğlu, 2000:316; Ansal, 1997:231).
Suğur, 1992 yılında OSTİM’de 10 ve daha az işçi çalıştıran 100 kadar
işletmede esnek uzmanlaşma yaklaşımının teorik kavramlarından yola
çıkarak bir alan araştırması yapmıştır. Bu araştırma sonucunda, OSTİM’in
esnek uzmanlaşma için gerekli zemini oluşturmada yetersiz kaldığını
saptamıştır. Bu nedenle OSTİM’deki işletmeler arasında esnek uzmanlaşma
karşıtı türden yapıların daha yaygın olduğunu gözlemlemiştir. Yani fiyat
kırmaya dayalı aşırı rekabetin egemen olduğu, işletmeler arası yenilik
yaratmak için teknik bilgi akışının çok az görüldüğü, işgücünün düşük ücretle
istihdam edilmesinin yaygın olduğu, kar marjının artırılmasında teknolojik
yenilikten daha çok emek yoğun teknoloji kullanımının ön plana çıktığı,
üretimde esnek olabilmenin daha çok, işletmenin piyasadaki güçlüklere karşı
direnebilme potansiyeli olarak kullanıldığı ve beklenen işlevleri yerine
getiremeyen mesleki kurum ve kuruluşların bulunmasından dolayı OSTİM’de
esnek uzmanlaşmadan söz edilemeyeceği sonucuna varmaktadır (Suğur,
1994:136).
Bütün bu esnek uzmanlaşma ve kollektif verimlilik tartışmalarının
gösterdiği, Türkiye’de bu sürecin esas olarak dışsal esneklik biçiminde
yaşandığıdır. Yani, küçük işletmeler nitelikli işgücü ve ileri teknoloji kullanımı
yoluyla verimlilik artışı sağlayamamışlar, bunun yerine düşük işgücü
maliyetleri ve emek yoğun teknoloji kullanımıyla pazar paylarını artırmışlardır.
İşgücü maliyetlerinin düşürülmesi, yasaların tanıdığı haklardan ve sosyal
güvenlikten yoksun işçi istihdamıyla mümkün olmuştur. Bu da istihdamın
enformelleşmesi anlamına gelmektedir. Bu noktada enformel sektör ve
enformel istihdam üzerindeki tartışmalara daha yakından bakmak yararlı
olacaktır.
Enformel Sektörün Sosyo-Ekonomik Temelleri 1.1.17 Enformel Sektör ve Küçük İşletme İlişkisi
Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerin yapılarına bakıldığında,
büyük işletmelere olan bağımlılıkları ve iç yapılarındaki yetersizlikler
rahatlıkla gözlemlenebilir. Bu işletmelerin gelişmekte olan ülkelerde
geleneksel bir geçmişleri ve yapıları mevcuttur. Küçük ve büyük işletmeler
arasındaki farklılıklar ve aralarındaki ilişki; formel ve enformel sektör
arasındaki farklılığa ve ilişkinin çeşidine benzer düşen bir durum arz
etmektedir.
Günümüzde, gelişmekte olan ülkelerde bu dualistik yapı hala
geçerliliğini sürdürmektedir. Bu tezde, enformel sektörün küçük işletmeler ile
olan ilişkisini ve formel sektörün de modern işlemeler ile olan bağını yeterince
anlayabilmek için; her bir sektör araştırılmış ve birbirleriyle olan bağları ve
dinamikler analiz edilmiştir. Küçük işletmelerdeki çalışma ilişkilerinin sosyal
politikacılar tarafından incelenmesinin en önemli nedeni, bu işletmelerde
bulunan enformel istihdam ilişkilerinin yarattığı olumsuz koşullar ve sosyal
koruma eksikliğidir.
1.1.18 Enformel Sektör Kavramının Ortaya Çıkışı ve Farklı Yaklaşımlar
Enformellik kavramının kökenleri ve gelişimi yani bu konu üzerindeki
çalışmalar aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir.
1 .Dualizm Yaklaşımları ve Enformel Sektör
2. ILO ve Enformel Sektör
3. Neo-Liberal Politikalar ve Enformel Sektör
1.1.18.1 Dualizm Yaklaşımları ve Enformel Sektör 2
Dualizm tartışmalarında toplum, formel-enformel, geleneksel–modern,
fabrika-atölye ve kapitalist-kapitalist olmayan ikilemleri içinde ele alınır. Bu
çalışma gibi küçük üretimle ilgili bir araştırmada, dualistik görüşlerin özellikle
tarihsel perspektif çerçevesinde incelenmesi, konunun anlaşılması açısından
önem taşımaktadır.
Tarihsel perspektif çerçevesinde bakıldığında dualizm tartışmaları
içinde, Modernleşme Okulu ilk sırada yer almaktadır. Bu yaklaşım, toplumu
“geleneksel” ve “modern” olarak iki geniş kategoriye ayırmıştır. Modernleşme
sürecinin temel varsayımı, geleneksel toplumların eninde sonunda modern 2 Bu bölüm Ayhan Aktar’ın “Kapitalizm Azgelişmişlik ve Türkiye’de Küçük Sanayi” adlı
kitabından yararlanarak yazılmıştır. (1990:27-108)
toplumlara benzeyeceklerine ilişkindir. Modernleşme okulunun en önemli
temsilcileri olan Stanley ve Morse’un eserlerinde, üç kavramın birbiriyle
bağlantılı olarak yan yana geldiği gözlemlenebilir. Bunlar; üçüncü dünya
ülkelerinde hızlı ekonomik büyüme, girişimcilik ve modernleşme kavramlarıdır
(Aktar, 1990:28-32).
Bu kavramlar bağlamında küçük sanayi işletmeleri, ekonomik
büyümeye ve modernleşmeye katkıları açısından ele alınıp ikiye ayrılmıştır.
Bunlardan ilki, “fabrika tipi üretim yapan” işletmeler, ikincisi de “fabrika
olmayan“ işletmelerdir (age:32).
Üçüncü dünya ülkelerinde, fabrika olmayan işletmeler kavramına geleneksel zanaat atölyeleri denk düşmektedir. Kırsal alanda veya şehirlerde bulunan bu atölyelerde işbölümü gelişmemiştir ve işverenler bilfiil çalışırlar. Burada kullanılan üretim teknolojisi ise son derece ilkel ve sınırlıdır. Fabrika tipi üretim yapan işletmelerde ise çok sayıda ücretli işçi kullanılmaktadır. İşyeri sahibi aynı zamanda kapitalist yönetici konumundadır. Bu işletmelerde, üretim, yönetim açısından farklılaşma ve işbölümü gelişmiştir. Yeni teknoloji kullanımı ve rekabet edebilme kapasitesi yaygınlaşmıştır. Stanley ve Morse bu iki tip işletmenin özelliklerini ve durumlarını belirttikten sonra bu konuda bir tercih yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu tercih, üçüncü dünya ülkelerinde ki zanaat tipi atölyelerin ya fabrika tipi üretime geçmeleri, böylece üretken birimler haline gelerek ekonomik gelişmeye katkıda bulunmaları ya da yok olmalarına ilişkindir (age:34).
Yazarlar, “modern küçük sanayi“ kavramıyla, küçük işletmelerin
çağdaş yöneticilik, pazarlama ve üretim tekniklerini kullanarak “çağdaş
kapitalist” işletmeler haline gelmelerine atıfta bulunmuşlardır. Modernleşme
kuramında bahsedilen geleneksellikten, modernliğe geçiş bu şekilde
gerçekleşecektir. Burada, geleneksel zanaatkarın amacı çağdaş pazarlama
ve yöneticilik tekniklerini öğrenerek, tam anlamıyla modern girişimci haline
gelmek olmalıdır.
Modernleşme kuramında, “üçüncü dünya ülkelerinde girişimcilerin
yokluğu modernleşmeyi engelliyor” gibi, teorik saptamalar yapılmış ve bu
saptama sonucu, “önce girişimci yetişsin gerisi nasıl olsa gelir” sonucuna
ulaşılmıştır. Stanley ve Morse, devlet desteğinin ileri teknoloji kullanan büyük
şirketlere tahsis edilmesi gerektiğini, eğer bunun aksi yapılırsa büyük bir
kaynak israfıyla karşılaşılacağını ifade etmişlerdir.
1950-1970’li yıllar arasında, gelişme sosyolojisi literatüründe
egemenliğini koruyan modernleşme yaklaşımı, 1970‘lerin başından itibaren
önemli sarsıntılar geçirmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, gelişmekte
olan ülkelerdeki yüksek büyüme oranlarına rağmen kırsal alanda toprak-
insan ilişkilerinin değişmesi sonucu köyden kentte göçlerle şehirlerde hızlı
nüfus artışı meydana gelmiştir. İthal ikameci sanayileşme modellerinin
uygulanmasına karşın, sanayileşme hızı ile işgücünün artış hızının çok farklı
olması, kentlerde işsizliğe yol açmıştır. Bu noktada da herşeye rağmen
sanayileşme tezini savunan ve bu doğrultuda üçüncü dünya ülkelerine
öneriler sunan yaklaşımların eleştirel bir biçimde yeniden gözden
geçirilmeleri gereği ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, anahtar kavram “enformel
sektör” olmuş ve bu kavram yeni dualizm olarak nitelendirilmiştir (age:36)
Modernleşme okulunun katı dualist yaklaşımına ilk eleştiri, enformel
sektörün isim babası olan Hart tarafından yapılmıştır. Hart, Afrika’nın Accra
şehrinde yaptığı alan araştırmasıyla, formel ve enformel sektör ayrımını
yapan ilk kişi olmuştur. Hart’a göre bu sektörlerin özellikleri ve tanımları
şöyledir; formel sektör, istihdamın sürekli, işçilerin örgütlü ve ücretlerin
önceden belirlendiği bir alan olarak ifade edilir. Formel işlerin azlığından
dolayı, işgücünün hepsi bu sektörde istihdam edilememektedir. Böylece de
formel sektör dışında çalışmak zorunda kalanlar, enformel sektörde yer
almaktadır. Hart, büyük işletmeleri ve kamu sektörünü formel sektör içinde,
küçük üretim faaliyetlerini ise enformel sektör içinde yorumlamıştır. Bu iki
sektör arasındaki önemli bir başka ayrım ise, formel kesimde ücretli
çalışanların, enformel sektörde ise kendi hesabına çalışanların çoğunlukta
olmasıdır (age:38-39).
Hart’ın modeli, son derece dualist bir ayrım üzerinde yükselmesine
rağmen bu dualist yapı içinde Modenleşme Okulu yazarlarının belirttiği gibi
“uzun vadede birinin diğerini tasfiye etmesi” gibi bir yaklaşım mevcut değildir.
Bunun aksine Hart, formel ve enformel ekonomi arasındaki ilişkileri bireylerin
hareketliliği temelinde ele almış ve aralarında bir etkileşim olduğunu
vurgulamıştır. Bunun yanısıra, enformel sektörü canlı, dinamik ve sürekli
gelişen ve büyüyen bir sektör olarak yorumladığından Modernleşme
Okulunun tam zıttı bir noktada durmuştur. Fakat, Hart’ın modelinde bir çok
tutarsızlık ve bu tutarsızlıklara karşı yapılan bir çok eleştiri mevcuttur. Hart’ın
görüşlerinin en çok eleştirilen yanı, tüm enformel faaliyetleri imalat, ticaret
vb., emek sürecini belirleyen özellikleri dikkate almadan, sadece birey bazlı
olarak incelemesidir (age:42-43).
ILO ve Dünya Bankası’nın 1970’lerden itibaren geliştirmiş olduğu
model, Modernleşme Okulu’nun görüşlerinin dışına çıkan bir başka
yaklaşımdır. ILO ve DB’nın yaklaşımlarında formel ve enformel sektör aynı
ekonomik dokunun parçaları olarak görülmemiş ve ayrı ayrı inceleme konusu
yapılmıştır3 (age:43-44)
ILO’nun bu eksikliğini Bağımlılık Okulu doldurmuş ve enformel sektörü
formel sektörle bağlantılı olarak ele almıştır. Genel olarak 1970’li yılların
başında Latin Amerika ile ilgili olarak gündeme gelen bu yaklaşım, üçüncü
dünya ülkelerinde ortaya çıkan uydu kapitalizm ile gelişmiş merkez ülkeler
arasındaki bağımlılık ilişkilerinin anlaşılmasına ilişkindir (age:55)
Latin Amerika Bağımlılık Okulu’nun küçük işletmelere ve enformel
faaliyetlere bakışını belirleyen temel görüş şudur; üçüncü dünya ülkelerinde
kapitalizmin merkez ülkelere bağımlı olarak gelişmesi, yerel anlamda ulusal
çıkarları koruyan bir sanayi burjuvazisinin ve sanayi yapısının gelişmesine ve
istihdam yaratmasına engel olmuştur. Bu yapı yerine yaygınlaşan ve
3 ILO’nun enformel sektörle ilgili çalışmaları tarihsel bir sıralama içinde bir sonraki
bölümde ayrıntılı olarak incelenmiştir.
enformel faaliyetlerin egemenliğini koruduğu yeni bir ekonomik alan ortaya
çıkmıştır (age:56).
Bağımlılık Okulu’nun görüşlerini en özlü olarak dile getiren
Cardoso’nun da belirttiği gibi; bu yeni yapısal dualizm içinde büyük
fabrikalarda çalışan işçiler, en azından iş bulabildikleri için, bir anlamda
ayrıcalıklı bir toplumsal tabaka oluşturmaktadırlar. Cardoso’nun öncülleri ile
analize başlayan Obregon bu yaklaşımı daha da uç noktalara götürmüştür.
Obregon; dışa bağımlı tekelci sermayenin Latin Amerika ülkelerinde
oluşturduğu hegomanyacı üretimin, sosyo ekonomik yapı içinde enformel
faaliyetlerde çalışarak hayatını sürdüren marjinal bir kutup yarattığını ifade
etmiştir (age:56).
Bu ekonomik faaliyetleri Obregon ikiye ayırmıştır. Bunlardan ilki,
rekabetçi düzeyi temsil eden tekstil, gıda gibi sanayi dallarıdır. Fakat
hegomanyacı yapıdaki büyük şirketler bu kesimin büyümesini ve gelişmesini
engellemişlerdir. İkinci grup ise, büyüme kapasitesi olamayan, ticari kredi ve
devlet desteklerinden hiç yararlanamayan ve geri teknolojiler ile üretim yapan
zanaatkarların bulunduğu sektördür. Obregon’un bahsettiği rekabetçi kesim
ile zanaatkârların bulunduğu kesim kapitalist ilişkilerin tekelci biçimde
gelişmesinin bir ürünüdür. Tekelci kesimde istihdam edilen işçilerin
ihtiyaçlarının, buralardan sağlanması işgücü maliyetlerinin düşük tutulmasına
imkan sağlamaktadır (age:58).
Obregon’un görüşleri de çeşitli açılardan eleştirilere maruz kalmıştır.
Tüm eleştirilere rağmen Bağımlılık Okulu yazarlarının küçük üretim ile ilgili
tartışmalara büyük katkı yaptıklarını belirtmek gerekir. Modernleşme
Okulu’nun ve ILO’nun yaklaşımlarından farklı olarak Bağımlılık Okulu,
özünde dualist özellikleri ağır bassa bile, modern ve geleneksel sektörü ya da
enformel veya formel sektörü bir birinden tamamen ayrı olarak değil, aynı
bütünün parçaları olarak görmüş ve etkileşim içinde oldukları gerçeğini göz
ardı etmemiştir. Bunun için de bu yaklaşım yeni ve özgün bir yaklaşım olarak
kabul edilmiştir (age:59).
Bu noktada, BSA’ya (British Sociological Association) bağlı olarak
toplumsal gelişme sorunlarını inceleyen çalışma grubunun küçük sanayi ile
ilgili getirdikleri iki katkıdan bahsetmek gerekmektedir. Bunlardan birincisi,
enformel faaliyetlerin tek düze olarak algılanmaması gerektiği ve enformel
kesimin de kendi içinde istihdam biçimleri açısından çeşitlenmiş bir yapı arz
ettiğidir. İkincisi ise, çeşitlenme bağlamında “kapitalist üretim” ile “kapitalist
olmayan küçük meta üretimi” arasındaki eşitsiz ilişkilerdir (age:60).
Bu yaklaşımda, Hart’ın kendi hesabına çalışma ve ücretli işçilik olarak
kurmuş olduğu dualist sınıflandırma yerine, düzenli işçilik ile gerçekten kendi
hesabına çalışma arasında bir tür geçişkenlik ve derecelendirme yapılmaya
çalışılmış ve düzenli ücretli işçilik dışında kalan tüm kategoriler düzensiz
işler başlığı altında toplanılmıştır. Enformel kesim içindeki farklılaşmaya ve
çeşitlenmeye, istihdam türleri açısından yaklaşan Bromley ve Gerry’in
düzensiz işler başlığı altında topladıkları geçiş formları şunlardır: kısa
dönemli işçilik, gizli ücretli işçilik, bağımlı küçük üreticilik ve gerçekten kendi
hesabına çalışanlar (age:61).
BSA grubunun üzerinde durduğu bir başka nokta ise, enformel
faaliyetlerin üçüncü dünya ülkelerinde tekelci kapitalist yapının
sürdürülmesinde önemli işlevlere sahip olmasıdır. Bu işlevler Ayata
tarafından fonksiyonalist işlevsel bakış açısı olarak yorumlamıştır. Üçüncü
dünya ülkelerinde 1950’den bu yana yaşanan sanayileşme sürecinin dışa
bağımlı-tekelci özelliklerini öne çıkaran bu yaklaşımda esas olarak, küçük
üreticilerin üretim girdileri açısından büyük sanayi işletmelerine bağlı olduğu
vurgulanmıştır. Kapitalist kesimin üretmiş olduğu malları yüksek fiyatlarla
küçük üretim sektörüne satması, bunun karşılığında da küçük üretim
sektöründe üretilen mal ve hizmetleri değerinin altında satın alması nedeniyle
ortaya eşitsiz bir değişim ilişkisi çıkmaktadır. Küçük üreticilerin kapitalist
kesimden satın aldıkları mal ve hizmetler dolayısıyla sömürülmeleri, geri
bağlantılar, aynı şekilde kendi üretmiş oldukları malları eşitsiz değişim
sonucunda kapitalist kesime kaptırmaları ve bu şekilde gerçekleşen artı
değer transferi ise ileri bağlantılar (fason çalışma) olarak ifade edilmiştir
(age:63).
BSA’nın görüşleriyle ilgili olarak Ayata şu eleştirileri yapmıştır:
“Dualizm gibi BSA grubunun iki kesim modeli de kapitalizmin kendi içinde
yaratmış olduğu farklılaşmaları ve bununla ilgili olarak sermaye birikiminin
üçüncü dünya ülkelerinde almış olduğu özgül biçimleri açıklamakta zayıf
kalmıştır”. Ayata BSA’ya ilişkin olarak bu eleştiriyi yönelttikten sonra, kendi
modelini ortaya koymuştur. Ayata’nın oluşturduğu modelin belirleyici yönü,
kapitalizmin de tıpkı enformel kesim gibi kendi içinde farklılıklar gösteren
çeşitlenmiş bir yapı olarak ele alınmasıdır. Bu yaklaşımda, BSA grubunun
iddia ettiği gibi üçüncü dünya ülkelerinde sermaye birikiminin sadece büyük
çaplı sermaye-yoğun sanayilere özgü olmadığı ve büyük sanayi ve küçük
üreticiler arasında var olan tâbiiyet ilişkisine rağmen bazı küçük işletmelerin
birikime gidebildiği belirtilmiştir. BSA grubunun yaklaşımının aksine, Ayata,
“sermaye birikimine gitmeyi önleyen engellerin ortaya çıkarılmasının” yerine
küçük işletmelerin“hangi koşullarda birikime gidebildiğinin” belirlenmesinin
önemine işaret etmiştir (age:77).
Aktar, Ayata’nın oluşturduğu bu modelin iki temel sorunu olduğunu
ifade etmiştir. Bu sorunlardan birincisi, küçük üretimin kapitalist olmayan
meta üretimi şeklinde ele alması; ikinci sorun ise, kapitalist girişimcinin
bağımlı hale getirdiği işçileşmiş küçük üretici meselesidir. Bu aşamada,
Ayata’nın modeline ilişkin Aktar’ın yönelttiği eleştirileri, büyük ölçüde kaldıran
ve üçüncü dünya ülkelerinde küçük üretimi çevreleyen şartların kuramsal
planda incelenebilmesi için anlamlı bir çerçeve sunan Gibbion ve
Neokosmos’un yaklaşımı incelenecektir (age:88).
Gibbion ve Neokosmos yaklaşımı, Modernleşme Okulu’nun küçük
meta üretimine bakışını belirleyen ve bu üretimin geçici özelliklerini
vurgulayarak, kapitalist gelişme ile küçük meta üretiminin ortadan kalkacağı
konusundaki görüşünden, Cardoso’nun küçük üretimin kapitalist sektörde
ücretlerin düşük tutulması işlevini üstlendiğine ilişkin görüşünden, BSA
grubunun tekelci kapitalizmin küçük meta üreticilerini sömürdüğüne ilişkin
görüşünden, küçük meta üreticilerinin kendilerine yeterli oldukları ve sadece
kullanım değeri ürettikleri yolundaki görüşlerden ciddi anlamda bir kopuş
olarak belirtilebilir (age:103).
Gibbion ve Neokosmos, kapitalist üretim tarzı içinde küçük üreticilerin
ortaya çıkışını ve varoluşlarını kapitalist üretim tarzının anlaşılmasında
kullanılan kategoriler yardımıyla açıklamaya çalışmış ve küçük üreticilerin
kapitalizm içinde ve ona bağlı olan bazı genel özelliklerini şöyle
sıralamışlardır;
a) Küçük üreticiler genel olarak meta üretiminin hakim olduğu bir
kapitalist ekonomik yapı içinde değişim değeri üretimine dönük bir ekonomik
faaliyet içinde olmalıdır.
b) Küçük üreticilerin işletme yapılarının özel mülkiyete dayalı ve
birbirlerine hammadde ve mamul madde açısından ancak piyasa yolu ile
bağlı olmaları gerekir.
c) Kapitalist üretim sistemi içinde çalışan tüm diğer firmalarda olduğu
gibi kapitalist sermaye birikimi ve rekabet açısından aynı kurallara bağlıdırlar.
Bu genel koşullara sahip olan ve tüm meta üretimi yapan firmalarla birlikte
varlıklarını sürdüren bu küçük meta üreticilerinin esas farklılığı karşılığı
ödenmeyen aile emeği ile sermaye unsurunun birleşmesinde ortaya
çıkmaktadır. Gibbon ve Neokosmos için bu bağlamda önemli olan, aile emeği
ile sermayenin birleşmesinden oluşan bu formun ancak yukarıda sıralanan
şartlar yardımıyla açıklanmasıdır (age:105).
Yukarıda incelenen dualistik görüşler, gelişmekte olan ülkelerdeki
küçük işletmelerin kapitalist üretim tarzı içindeki yerleriyle ilgilenmişler ve
küçük işletmeleri enformel sektör içinde konumlandırmışlardır.
1.1.18.2 ILO ve Enformel Sektör4
ILO’nun resmi kayıtları ILO’nun enformel sektörle ilgili yaptığı
çalışmalarının tarihini oluşturmaktadır. Bu açıdan Bangasser, “1970’leri
enformel sektörün köklendiği ve geliştiği, 1980’leri yayıldığı ve 1990’lı yılları
ise yükseldiği dönem olarak” nitelendirmiştir .
ILO’nun Dünya İstihdam Programı (WEP; 1968–1969) Neo-Liberallerin
piyasanın kendi kendine düzenlemesi görüşünü reddetmiş ve muhafazakar
iktisatçıların saldırısına uğramıştır. Programda gelişmekte olan ülkelerde kent
işsizliği önemli bir sorun olarak ortaya çıkmış ve zamanla kentsel enformel
sektör araştırma programına dönüşmüştür. Özellikle de bu programda
enformel ekonominin işsizlik ve gizli işsizlikle ilişkilendirilmesi; 1970’lerde
istihdam ve ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyen bir faaliyet türü
olarak görülmesine sebep olmuştur .
4 Bu bölüm, genel olarak Paul Bangasser’in (2000) “The ILO and The Informal Sector:
an Institutional History” adlı çalışması çerçevesinde yazılmıştır.
http://www.ilo.org/public/engilish/ employment/start/publ/ep 00-9.htm
Bu dönemde 1972 Kenya Misyonu yani ilk karşılaştırmalı istihdam
misyonu enformel sektör kavramına raporunda yer vermiştir. ILO’nun
enformel sektörle ilgili misyonu ve ünü bu rapor sayesinde başlamış ve
yayılmıştır. Bu rapor aynı zamanda enformel sektör ve dualizm tartışmalarına
farklı bir boyut kazandırmıştır. Rapora göre, enformel faaliyetler durağan
değil, aksine son derece aktif ve gelişme potansiyeline sahip faaliyetlerdir.
Kenya raporunda enformel sektöre sadece gelir ve eşitsizlik, konusunda
vurgu yapılmamış aynı zamanda bu faaliyetlerinin istihdam yarattığı ve
şimdiye kadar devletten herhangi bir destek görmediği belirtilmiştir. Artık, bu
sektörün aktif olarak desteklenmesinin zamanının geldiği de eklenmiştir. Bu
rapor enformel sektör kavramında yeni ufuklar açmada büyük rol oynamıştır.
Bugün dahi, bu konuda çok iyi bir tanımlama bulmak oldukça zordur (ILO,
1972; aktaran, Aktar, 1990:44)
ILO, Kenya Raporu’ndan sonra, kalkınma stratejilerinde istihdam
sağlamaya yönelik bir tavır geliştirmiştir. Bu amaçla da, küçük sanayi
işletmelerinin desteklenmesinin önemini vurgulamıştır. Formel sektördeki
emek yoğun büyük işletmeler ve enformel sektörün içinde ifade edilen küçük
işletmeler, ILO’nun üçüncü dünya için çizdiği yeni çerçevenin sınırlarıdır (ILO,
1972, aktaran, Aktar, 1990:45)
ILO’nun bu görüşleri, girişimci yetiştirilerek sanayileşme sorununun
çözüme kavuşacağına inanan ve enformel faaliyetleri tasfiyeye muhtaç geri
unsurlar olarak algılayan Modernleşme Okulu’nun görüşlerinden ciddi bir
kopuş olarak nitelendirilmiştir. Bu görüş, 1970’li yıllara kadar, formel kesimde
istihdam edilme fırsatı bulamayanların, işsiz veya gizli işsiz olarak algılandığı
teorik yaklaşımın yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur ve üçüncü
dünya ülkelerinde emek piyasaları hakkında yeni araştırmalar ve görüşler
çıkmasına öncülük etmiştir. Bunlardan biri de, Dünya Bankası uzmanlarının
egemen olduğu bir grup iktisatçının, sanayileşme yaklaşımı yerine, sağlıklı ve
eşitlikçi bir gelir dağılımı ve istihdam yapısı içinde kalkınma stratejilerinin
üretilmesi amacıyla yeni yaklaşımlar geliştirmeleri ve bu doğrultuda çeşitli
araştırmalar yapmalarıdır (ILO, 1972, aktaran, Aktar, 1990:46-47).
ILO’nun bu dönemdeki görüşleri doğrultusunda yaptığı çalışmaların iki
zayıf noktası vardır. İlk zayıf nokta, dualist bir toplum yapısını tekrar
gündeme getirmiş olması; ikinci zayıf noktası ise, 1950-1970 yılları arasında
yaşanan sanayileşme sürecinin sonunda ortaya çıkan enformel faaliyetleri
sadece kendi içinde ele alması ve bütünsel analizden kaçınmasıdır (ILO,
1972, aktaran, Aktar, 1990:53-54).
1980’lerde kentsel enformel sektör hızla yayılmış ve küresel bir konu
haline gelmiştir. Bu dönemde, modernliğe karşı geleneksel işgücü piyasası
ikileminden bir kaçış olmuştur. Formel ve enformellikle ilgili terminoloji de
değişmiştir. Enformel sektör zamanla, yoksullukla ve yoksullaşmayla eş
anlamlı hale gelmiştir.
1990’lı yıllarda ise, bu sektör tam bir yükselme dönemine geçmiştir.
20. yüzyılın sonuna gelindiğinde enformel sektör, gelişmekte olan ülkelerin
ekonomilerinde ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bu dönem, uluslararası
konferansların, enformel sektörle ilgili işgücü istatistiklerinin ve departmanlar
arası projelerin yaygınlaştığı bir dönem olarak ifade edilebilir.
1991 yılında yapılan 85. Dönem Çalışma Konferansı’nda konu
enformel sektör olup bu konferansta, enformel sektör hükümet, işçi ve
işveren örgütlerinin olduğu bir uluslararası ortamda tartışılmıştır. Bu noktada,
önemli bir istihdam kaynağı olan enformel sektörde ILO standartlarının ve
düzenlemelerin nasıl yayılacağı büyük bir sorun teşkil etmektedir. ILO’nun
beş alanda faaliyet göstermesi gerektiği belirtilmiştir. Bu alanlar; veri toplama
ve politika araştırmaları, enformel sektörde işçi ve işveren örgütlenmeleri,
enformel sektörde verimlilik potansiyelinin artırılması , düzenleyici yapının
benimsenerek inşa edilmesi ve sosyal korunmanın geliştirilmesidir
(Bangasser, 2000).
1993’te yapılan 15. İşgücü İstatistikçileri Konferansı’nın konusu,
enformel sektörde istihdamın ölçülmesidir. Yani bu konferans, “enformel
ekonomi”, “enformel istihdam”, “enformel sektör” ve “korumasız işgücü” ve
“istatistik” ile ilgilidir. Bu konferansta araştırma birimleri olarak, enformel
sektör işyerleri, aile işletmeleri veya kendi hesabına çalışanlar ve mikro
işletmeler (enformel işverenler) tanımlanmıştır. Konferansta, enformel
sektörün istihdam ve gelir yaratmada önemli paylara sahip olduğu ülkelerde,
bu sektörün de hesaplamalara dahil edilebilmesi için istatistik sistemin
geliştirilmesine ihtiyaç olduğuna vurgu yapılmıştır. Karşılaştırmalı ve güvenli
istatistikler elde edebilmek için, şunların tamamlanması ve yerine getirilmesi
önerilmiştir: “a) Enformel sektör birimlerinin toplam sayısı ve enformel
sektörün yapısal özellikleri hakkında sağlanan bilgiler sınıflandırılmalı; b) bu
birimlerdeki toplam istihdam ve çalışanların sosyo-demografik yapıları ve
istihdam koşulları hakkında bilgi sağlanmalı; c) enformel sektör
faaliyetlerinden elde edilen girdi, çıktı ve bunlar arasındaki ilişkiler
incelenmeli” dir.
1994-95’de Bogota (Kolombiya), Dar Es Salaam (Tanzanya) ve Manila
(Filipinler)’da; enformel sektörde verimlilik ve sosyal korumanın artırılması
üzerine bir departmanlar arası pilot proje yaptırılmıştır. Bu proje, verimlilik ve
sosyal korumanın geliştirilmesiyle kaynak, piyasa, sosyal hizmetler ve
düzenleme reformlarının artmasına ilişkindir. Proje kapsamında yapılan,
çalışmalarda enformel sektörün istihdam yaratıcı işlevinin sürdürülmesinin
yanı sıra, sağlık ve meslek hastalıkları konusunda önemli iyileşmeler
sağlanabileceği ve sosyal güvenlik alanında ise, politikalar oluşturma gereği
üzerinde durulmuştur (Bangasser, 2000).
Milenyuma girildiğinde ise, ILO’nun “İnsana Yakışır İş ve Enformel
Sektör Raporu” dikkat çekmektedir. 1972 Kenya Raporu’ndan beri, enformel
sektörde ne değiştiğine yanıt, sadece enformel sektörün büyüdüğü ve
yayıldığı şeklinde olmuştur. Bu rapordaki başlıca amaçlar, enformel ekonomi
bünyesindeki sorunları tanımlamak ve enformel ekonominin neden
büyüdüğünü saptamak, insana yakışır işlere dikkat çekmek,
enformelleşmenin altında yatan nedenlere yönelik hem bütünleştirici hem de
karşılaştırmalı anahtar çözümler üretmek ve insana yakışır işin formel ve
enformel ekonomide geliştirilmesine yönelik çaba göstermektir. ILO, “insana
yakışır işin ne olduğuna ilişkin sınırın ancak, toplumların olanakları ve
öncelikleriyle geliştiğini” belirtmiştir (ILO, 2002:7).
Hükümetler ve uluslararası finans kuruluşları son 20 yıldır, bütçe
açıklarını azaltmaya yoğunlaşmışlardır. ILO bugün aynı enerjinin, insana
yakışır iş açığını kapatmak için kullanılması gerektiğini ifade etmiştir. ILO’nun
enformel sektörü formelleştirmek adına izlediği politika, “insana yakışır iş
hedefini” gerçekleştirmektir. Bu hedefi gerçekleştirmek için karşılaştırılmalı ve
bütünleştirici bir yaklaşım izlemektedir. ILO bu geliştirdiği yaklaşımla,
enformelleşme ve enformelliğin negatif etkisiyle mücadele edilebileceğini
belirtilmiştir. Bunun için de kısa, orta ve uzun vadeli hareket planı
geliştirmiştir.
a) Kısa ve orta vadede; enformel ekonomide iş arayanların iş
bulabileceği işletmelerin formelliğe girmeleri ve korunmaları gerektiği için
öncelikle işçiler ve işletmelere yasal ve politik bir çerçeve sağlanmalıdır. Yani,
orta vadede özellikle enformel ekonominin hukuk, haklar ve sosyal koruma
içinde yer alması gerekliğine dikkat çekilmektedir.
b) Uzun dönemde hedef ise, yeterli istihdam imkanları yaratmak,
insana yakışır iş imkanlarını bütün işçilere ve işverenlere yaymaktır (ILO,
2002:5).
Yaklaşık 30 yıldır ekonominin kaçınılmaz bir olgu olarak kabul ettiği
enformel sektör üzerine incelemeler yapan ve projeler yürüten ILO’nun
deneyimlerinden yararlanılarak, küçük işletmelerdeki enformel istihdama
yönelik daha yapıcı ve çalışanları koruyucu politikaların uygulanabileceği
düşünülmektedir. Bundan dolayı da, küçük işletmelerdeki sosyal politika
sorunlarına ilişkin çözüm önerilerinin getirildiği sosyal korumacı politikaların
önerildiği bölümde ağırlıklı olarak ILO’nun görüşlerinden ve yürüttüğü
projelerden yararlanılmıştır (ILO, 2002).
1.1.18.3 Neo -Liberal Politikalar ve Enformel Sektör
Bu bölümde, 1980 sonrası dönemde gelişmekte olan ülkelerde yaygın
olarak uygulanan esnekleşme sürecinin ve yapısal uyum programlarının bu
ülkelerde zaten mevcut olan enformel sektöre etkileri incelenmeye
çalışılmıştır. Bu durumun daha iyi anlaşılması için, ilk önce Neo-Liberal
politikaların genel özellikleri incelenmiş, daha sonra ise, Neo-Liberal
politikaların enformel sektör üzerine etkileri tartışılmıştır.
Neo-Liberal politikalar pazar mekanizmasına ve fiyat rekabetine ağırlık
veren politikalardır. Bu politikalar, arz yönlü ekonomiye dayanan yapısal
uyum programlarıyla kendini ifade etme olanağı bulmuştur. Yapısal uyum
programları, ticareti serbestleştiren ve ancak ihracata yönelmekle büyüme
imkanı sunan, hükümetlerin yasal düzenlemelerini gevşeten ve kamu
kesminini daraltarak özelleştirmeyi teşvik eden bir modeli kendine temel
almıştır (Standing, 1989).
Neo-Liberal politikalarla maliyet rekabeti birinci derecede önem
kazandığı için, işgücü piyasası düzenlemeleri maliyeti arttıran ve istihdamı
tehlikeye atan faktörler olarak görülmüştür. Böylece, tam zamanlı işçi yerine
geçici, kısmi zamanlı, sözleşmeli ve taşeron firma aracılığıyla işgücü
kullanımına yönelinmiştir. Bunun sonucunda da, 1980’lerde işgücü
piyasasında sendikaların konumu zayıflamış, iş güvencesine ilişkin yasal
düzenlemeler ve geleneksel uygulamalar değiştirilmiş, işverenlerin işçi
çıkartması kolaylaştırılmış, kıdeme ve iş tecrübesine ilişkin ödemeler
azaltılmış veya kaldırılmış, korumacı mekanizmaların zayıflatılmasıyla düşük
ücretli işçi istihdamı çoğalmıştır. Böylece de refah devletinin sosyal
harcamalarını kısması geliri azalan daha çok insanın enformel ekonomide
çalışmasına yol açmıştır (Standing, 1989).
Neo-Liberal yaklaşımın küçük işletme ve enformel sektöre ilişkin
görüşleri şöyledir: “Devlet piyasayı terk ettiği zaman küçük girişimcilerin
gelişme yolunda gerçek adımlar atabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle,
devlet müdahalesine karşı çıkılır. Ayrıca, enformellik hem demokrasinin
gelişmesi hem de rasyonel rekabetçi bir piyasa ekonomisi için anahtar olarak
görülmektedir. Enformel girişimcilerin gelişmekte olan ülkelerin gerçek
kapitalistleri olduğu, devletin aşırı müdahale ve kurallarla girişimciliğin önünü
kestiği iddia edilmektedir” (DeSoto, 1989; aktaran; Özar, 2000:188).
1980’lerde ve 90’larda yapısal uyum politikaları bir çok ülkede
yoksulluğun , işsizliğin ve gizli işsizliğin artmasına yardım etmiş, sonuçta da
enformel ekonomi yaygınlaşmıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde
ekonominin yeniden yapılanması boyunca, işletmelerin küçülerek bir çok
işçiyi işten çıkardığı rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Bu dönemlerde küçük
işletmeler, yavaş yavaş enformel ekonomiye doğru kaymaktadır
(ILO,2002:30). Türkiye’de ve diğer gelişmekte olan ülkelerde, yapısal uyum
politikalarının önemli bir bileşeni, işgücü piyasasının düzenleme dışına
çıkarılmasına yönelik uygulamalardır. 1980’lerde yayınlanan bir makalesinde,
Standing 1980’leri “işgücünün düzenleme dışına itilmesinin bir on yılı” olarak
nitelendirmiştir. (Standing, 1989; aktaran; Özar, 2000:186)
Yeniden yapılanma sürecine ve bu sürecin hedeflerine yakından
bakıldığında, işverenlerin, işçilere ve sendikalara olan tepkisinin de arttığı
görülmektedir. Buna göre sendikalar kapitalist birikimi engelleyen ve
çıkarlarını örgütsüz işçiler aleyhine savunmak isteyen bir baskı grubudur.
Ancak asıl tepki örgütsüz işçilerden değil, işverenlerden gelmektedir.
İtalya’da 1969’da sendikaların edindiği kazanımlardan sonra kapitalist
karlarda görülen düşme sonucu firmalar işletmelerini küçültülmeye ve işlerini
fason ilişkiler üzerinden yaptırmaya başlamışlardır (Castells; Portes, 1989).
Yapısal uyum programları sonucu formel sektördeki işlerinden
çıkarılanlar, enformel sektörde ya işçi olarak çalışmaya başlamakta ya da
kendi işletmelerini kurmaktadırlar. Bu bahsedilen iki durumun enformel
sektörde yarattığı etkiler ise şunlardır;
a) İşçiler formel sektörden enformel sektöre geçip ücretli olarak
çalıştıklarında, enformel sektör bu işçilerin vasıf ve teknik becerilerinden
yararlanmakta ve bundan dolayıda sektörün verimlilik düzeyi artmaktadır.
Enformel sektörün üzerindeki bu etki kısa dönemde sürmekte, orta vadede
ise sürdürülebilir bir büyüme ile işçilerin çoğunluluğu formel sektöre geri
dönmektedir.
b) İkinci olarak, formel sektördeki işlerinden atılan işçiler (laid-off
workers) enformel sektörde işletme kurmakta ve enformel sektör faaliyetleri
sınırlı olduğundan, yoğun bir rekabet ortamıyla karşılaşmaktadırlar (Alonzo,
vd, 1990:47; aktaran; Lamberto, v.d, 1992:45).
Yukarıda da değinildiği üzere, Neo-Liberal politikaların uygulanması
sonucu gelişmekte olan ülkelerde, enformel sektör büyümüştür. Neo-Liberal
politikalar enformel sektöre etki eden faktörler içinde önemli bir yere sahiptir.
Ancak enformel sektörün büyümesinde etkili olan faktörlerin toplu bir şekilde
incelenmesiyle sektörün büyümesinin sebepleri daha iyi anlaşılacak ve
böylece daha etkin sosyal korumacı politikalar önerilebilecektir.
1.1.19 Günümüzde Enformel Sektöre Etki Eden Faktörler5
Bu bölümde, günümüzde enformel sektöre etki eden ekonomik, politik,
kuramsal ve sosyolojik faktörler açıklanmaya çalışılmıştır. Bu faktörler ILO
5 Bu bölüm ILO’nun “Decent Work and Informal Economy “adlı raporu çerçevesinde
yazılmıştır (ILO, 2002:28-38).
tarafından şu şekilde sistematize edilmiştir; yasal ve kurumsal düzenlemeler,
enformel sektörün büyüme ve istihdam yaratmaya etkileri, ekonominin
yeniden yapılanması, krizler ve enformel ekonomi ilişkisi, enformel ekonomi
ve yoksulluk bağlantısı, enformel sektör ve demografik faktörler,
küreselleşme ve enformel ekonomi, esnek uzmanlaşma ve küresel zincir,
formel ve enformel sektörler arasındaki ilişkiler.
a) Yasal ve Kurumsal Düzenlemeler: Yasallaşma ve düzenlemelerin
üç tipi yaygındır. Bunlar; işletmelerin kurulması ya da faaliyetleriyle ilgili ticari
ya da işle ilişkili düzenlemeler, mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemeler, iş
kanunlarında yer alan istihdam ilişkileri ve işçi haklarının korunmasına ilişkin
düzenlemelerdir. Gelişmekte olan ülkelerde enformelleşmenin başlıca sebebi
olarak, var olan hukuk düzenlemeleri, kurumsal yapı ve ulusal düzeydeki
prosedürler gösterilmektedir (ILO, 2002:28-29). ILO tarafından yapılan
araştırmalarda, basitleştirilmiş işletme kuralları ve prosedürler sayesinde
maliyetlerin azaldığı gözlemlenmiştir. Burada basitleştirilmiş hukuk
düzenlemeleriyle kastedilenin, deregülasyon yani kuralsızlık anlamına
gelmediği belirtilmelidir. Ancak bu imkanlar yaratıldığı zaman, küçük
işletmelerde formelleşmeye doğru bir adım atılabilmektedir (age:28).
b) Enformel Sektörün Büyüme ve İstihdam Yaratmaya Etkileri: Bazı
ülkeler, son 19 yılda çok az büyürlerken ya da hiç büyümezlerken; öbür
ülkeler sermaye yoğun bir büyüme gerçekleştirmektedirler. Her iki durumda
da iş arayanlara yeterli istihdam imkanı yaratılamamıştır. Fakat, kimi
gelişmekte olan ülkelerde büyüme oranlarının azlığına rağmen, enformel
sektörle bağlantısı bulunan mikro ve küçük işletmelerin dinamikliği sayesinde
istihdam imkanı yaratılabilmesi oldukça dikkat çekiçidir (age:29).
Gelişmekte olan ülkelerde enformel sektör önemli bir şekilde çıktı
üreten ve toplam üretime büyük katkı yapan bir konumdadır. Enformel
sektörün GSMH’ya katkısıyla ilgili son bir tahmine göre, bu katkı Aşağı Sahra
Afrika’sındaki 14 ülkenin GSMH’ sının %7-38’i, Asya’da %16-32’si,
Meksika’da %12-13’ü arasındadır. Hindistan’da Ulusal Ekonomik
Araştırmalar Konseyi’nin hesaplarına göre ise, enformel sektör, GSMH’nin
%62’si kadar gelir yaratmakta, gayri safi ulusal birikimlerin %50’sini, ulusal
ihracatın ise %40’ını oluşturmaktadır (age:30).
c) Ekonominin Yeniden Yapılanması, Krizler ve Enformel Ekonomi
İlişkisi: 1980’lerde ve 90’larda yapısal uyum politikaları ve düzenlemeler daha
önce de belirtildiği gibi, bir çok ülkede yoksulluğun, işsizliğin ve gizli işsizliğin
artmasına katkıda bulunmuş ve sonuçta da enformel ekonomi yayılmıştır. Bu
politikaların baş aktörleri olan uluslararası kurumlar yoksulluğu yok etmeye
ve sürdürülebilir kalkınmaya vurgu yapmaktadırlar. Buna rağmen, halen
istihdam politikalarına gereken ilgi gösterilmemektedir. ILO tarafından yapılan
araştırmalarda enformel ekonominin finansal kriz dönemlerinde daha kolay
yayıldığı tespit edilmiştir. Finansal krize bir tepki olarak, marjinal faaliyetler
büyümekte ve dolayısıyla düşük gelir ve verimliliğe sahip işler ile buralarda
çalışanlar artmaktadır .Örneğin Tayland’da, ekonomik canlanma dönemi
boyunca üretimin, ekonomik resesyonda ise, düşük verimliliğe sahip
faaliyetlerin arttığı gözlemlenmiştir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde
ekonominin yeniden yapılanma sürecinde, işletmelerin küçülerek bir çok işçiyi
işten çıkardığı bilinen bir durumdur. Yani, bu dönemlerde küçük işletmeler
yavaş yavaş enformel ekonomiye doğru kaymaktadırlar (age:30).
d) Enformel Ekonomi ve Yoksulluk: Enformel sektör özellikle
gelişmekte olan ülkelerde yaşayan yoksullar tarafından, yoksulluktan kaçışta
bir yol olarak görülmektedir. Buna rağmen, enformel sektörde çalışan bir çok
işçi yoksulluk zincirini kıramamıştır. Enformel sektördeki gelir düzeyinin
formel sektördeki gelir düzeyinden oldukça düşük olmasından dolayı çalışan
yoksulların enformel sektörde yoğunlaştığı saptaması yapılmaktadır. Bu
nedenle enformel sektöre yönelik bütün politikaların aynı zamanda
yoksulluğu azaltıcı da olması gerekmektedir (age:32).
e) Enformel Sektör ve Demografik Faktörler: Gelişmekte olan
ülkelerde enformel sektörün demografik özellikleri oldukça önemli ve dikkat
çekicidir. Gelişmekte olan ülkelerde, enformel ekonominin büyümesi, özellikle
artı işgücünün büyümesiyle ilişkilidir. Kentsel ve kırsal göçmenlikte, işgücü
piyasasına girişte, vasıf ve eğitim kavramları statüyü belirlemede anahtar bir
rol oynamaktadır. Son 15 yıldır, kadın işgücünün istihdama katılım oranları
dünyanın bir çok bölgesinde artmıştır. Bu küresel ortamda, hem daha fazla
erkek, hem de daha fazla kadın işgücüne katılmaktadır. Enformel ekonominin
azalması ya da küçülmesi ise, bu işçiler için bir çözüm getirmemektedir.
Çünkü, bu işçiler eğitim ve öğretim konusunda yetersiz olup, düşük vasıf ve
beceriye sahiptirler. Kadınların, erkeklere göre, işten ayrılıp bir süre sonra işe
geri dönmeyi çalışma yaşamları boyunca daha fazla gerçekleştirdikleri ve
genelde çalışma yaşamlarını enformel sektördeki işlerde çalışarak bitirdikleri
gözlemlenmektedir. Dahası kadınlar enformel sektörde istihdam edilenler
içinde, en kararsız ve en düşük ücret ödenerek istihdam edilen kesim olma
eğilimindedirler (ILO, 1991:7).
Enformel sektörde, 14-15 yaş arasında 21 milyon çocuk işçi olduğu
tahmin edilmektedir. Sömürüye dayalı işlerde ise 11 milyon çocuk
çalışmaktadır. Aşağı Sahra Afrikasın’da 5-14 yaş arasındaki çalışan
çocukların oranı %29, Asya ve Latin Amerika’da ise bu oran %19’dur
(age:25-32). Enformel sektörde çocukların kötü şartlarda istihdam ediliyor
olmaları, sorunun stratejik bir yönüdür. Çocuk işçiliği bir çok ülkenin
yasalarında yasaklanmış olmasına rağmen, çocukların milyonlarcası hala
çalıştırılmaktadır. Kötü koşullar altında bazen enformel sektörde, bazen de
gizli olarak formel sektörde çalışan bu çocuklar aşırı derecede sömürüye
maruz kalmaktadırlar. Sömürünün şekilleri, fahişelik yaptırmaya kadar
gidebileceği gibi genellikle de, bazı ülkelerde ailelerin ekonomik durumlarının
iyi olmaması yüzünden çocuklarını çalıştırdıkları gözlemlenmektedir. Buradan
da çocuk işçiliğinin, yoksulluğun bir göstergesi olduğu sonucu çıkmaktadır.
f) Küreselleşme ve Enformel Ekonomi: Enformel ekonominin
küreselleşmeyle yakın ilgisi vardır ve enformel ekonominin yeniden
doğuşunun ana sebebi küreselleşme süreci olarak görülmektedir (age:34).
Küreselleşme süreci, gelişmekte ülkelerin teknolojilerinin ve ticaret
oranlarının gelişmesine yardım etmesinin yanısıra bu ülkeler için çeşitli
olumsuz durumlara da yol açabilmektedir. Girdilere bağımlılık oranının
artırması, çok küçük ve mikro işletmelerle iç içe geçmiş enformel istihdamın
ön plana çıkması bu olumsuzluklardan en dikkat çekenleridir (age:34).
Küreselleşmeye karşı bir grubun görüşüne göre; özellikle sermaye
yoğun şirketler küreselleşme sürecine etki etmektedir .Küreselleşme büyük
işletmelere ve yeni teknoloji kullanan işletmelere yarar sağlamaktadır. Burada
dezavantajlı olan grup ise, küçük ve mikro işletmelerdir. Yani, büyük
işletmeler ve enformel işletmeler arasında bir eşitsizlik mevcuttur. Hükümetler
ise, uluslararası rekabeti artırmaya yönelik programlar yapmaya ve bu
programların içine girmeye zorlanmaktadırlar. Bu politikalar, özellikle formel
işletmeler ve bazen de KOBİ’lere yönelik iken, mikro ve küçük işletmelere,
hitap etmemektedirler.
Küreselleşme güvenli kendi kendine istihdamı, güvenli olmayan kendi
kendine istihdama dönüştürmekte ve bu ortamda üreticiler ve ticaret yapanlar
piyasa paylarını kaybetmektedirler. Fakat, bu ortamdan en çok etkilenenler
sanayi işçileri ve küçük işletme sahipleridir (age:35).
g) Esnek Uzmanlaşma ve Küresel Zincir: Daha öncede açıklandığı gibi Fordist üretimde üretim büyük işletmeler ve burada çalışan düzenli işçi
temelliyken; esnek uzmanlaşma dönemine geçilmesiyle beraber, üretime
küçük bölünmüş firmalar ve esnek çalışma hakim olmuştur. Formel firmaların
işgücünü emmemesi, sadece bu sektörün ve bu sektördeki firmaların
kapasitesiyle ilişkili değildir, aynı zamanda onların istekleriyle de ilgilidir.
Bundan dolayı da, üretim esnek uzmanlaşma etrafında organize olmakta ve
esnek uzmanlaşan birimler kayıtsız ya da enformel hale gelmektedirler.
Önlemlerin azaltılması ve rekabeti arttırma çabaları, firmaların aralıklarla
ücretli istihdamı küçük bölümlere bölmesine neden olmaktadır (age:35).
h) Formel ve Enformel Sektörler Arasındaki İlişkiler: Gelişmekte olan
ülkelerde, ulusal ekonomi içinde formel ve enformel ilişkiler iç içe geçmiş
durumdadır (age:37). Enformel işçiler ve formel işletmeler arasında direkt ve
direkt olmayan ilişikler mevcuttur. Enformel ekonomi, standart dışı ücretli
işçileri barındırmaktadır. Çok küçük firmalarda yapılan üretimde ev işçiliği,
sanayi taşeronluğu, geçici çalışma ve kayıtdışı çalışma rahatlıkla
gözlemlenebilmektedir (age:38). Günümüzde enformel sektöre etki eden
faktörler çok boyutlu ve çok sayıda olsa da esnek uzmanlaşmayla yakından
bağlantılı olduğu görülmektedir.
1.1.20 Enformel Sektörün Tanımı ve Özellikleri
Enformel sektörün tanımlanmasına yönelik bir çok standartdizasyon
çalışmaları mevcuttur. Özellikle bu alanda her zaman geçerli olacak bir
çerçeve çizmenin olanaksızlığı ve tek bir tanımla yetinmenin yanlış sonuçlara
yol açacağı üzerine genel kanılar mevcuttur (Şişman, 1999:21). Bu nedenle
de alana giren her araştırmacının eğilimi, kendi tanımını ve kurumsal
çerçevesini geliştirerek var olan çeşitliği daha da artırmak, ya da var olanların
içinden seçim yapmak olmuştur (Kasnakoğlu; Yaylalı, 1998:90). Genelde,
sektörün tanımı, sektörün artan ve farklılaşan özelliklerine göre
yapılmaktadır.
Enformel sektörün tanımında, firma ve birey kavramları anahtar
sözcükler arasındadır. Bu nedenle sektörün hangi yönüyle ilgilenirsek, o
doğrultuda bütün kavramları içine alan bir tanım yapmak gerekmektedir.
Ancak, gerek ILO gerekse DİE tarafından hane halkı işgücü anketlerinde
belirlenen kriterleri de dikkate alarak tanım yapmakta yarar vardır. Özellikle
ILO’nun ve çeşitli yazarların enformel sektör tanımları incelenirse, zaman
içinde sektörde gözlemlenen değişmenin tanımlara da yansıdığı rahatlıkla
fark edilebilir (Bircan, 1998:29).
1972-Kenya Raporu’nda enformel faaliyetler, piyasaya kolay giriş, yerli
kaynaklara ulaşma, işletmelerin-girişimlerin aile mülkiyetli olması, küçük
ölçekli işletmeler, emek yoğun teknoloji, formel okul sisteminin dışında
kazanılmış becerilerin mevcudiyeti, düzenleme dışı kalan ve rekabetçi bir
piyasa özellikleriyle tanımlanmıştır (ILO; 1972; aktaran; Bangasser, 2000).
ILO-PREALC çerçevesinde yapılan araştırmalarda enformel sektör için
iki farklı tanım benimsenmiştir. Birinci tanımlama, çalışan statüsüne; diğer
tanımlama ise gelir kriterine dayanmaktadır. Bu kriterlerin ağırlığı ve etkisi
ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğinden dolayı enformellik için başka tanım ve
kriterler de ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki, aile işçisi, geçici işçi, kendi
hesabına çalışanlar ve beş kişiden az işçi çalıştıran işyerlerinin işverenleri
gibi işgücünün işteki durumuna ilişkindir. İkinci tanımda ise, gelir kriteri
kullanmaktadır. Enformel sektörün tanımlanması sürecinde çeşitli yaklaşımlar
bulunmasına karşılık, pratikte işletme büyüklüğü en çok kullanılan kriterdir.
Kuruluş yeri ise, fiziki şartları da dikkate alınan bir diğer kriter olarak kabul
edilmektedir (ILO; aktaran; Selçuk, 1999:7).
1991’de “Enformel Sektörün İkilemi“ başlıklı raporda; genel olarak
kabul edilebilecek tanımlar ve kavramlar sunulmaya çalışılmıştır
(ILO,1991:3). Bu rapora göre, enformel sektörün özellikleri ve tanımı; küçük
ölçekli üretim, mal ve hizmet dağıtımı; büyük işletmelere bağlılık; çok küçük
sermayeyle ya da sermayesiz işletim; düşük teknoloji; kentsel alanlarda kendi
hesabına çalışma (genelde aile işçisi, ya da çok az sayıda işçi olarak
kiralanan çıraklardan oluşur); genellikle düşük ve düzensiz gelir elde
edilmesi, düşük beceri ve düşük verimlilik düzeyi, kriterlerini kapsamaktadır
(ILO, 1991:3-4).
Enformel sektörde istihdamın ölçülebilmesi için, 1993 yılında yapılan 15.
İşgücü İstatistikçileri Uluslararası Konferansı’nda (ICSL) araştırma birimi
olarak işletme seçilmiş ve enformel sektör aşağıdaki gibi tanımlanmıştır;
a). Hanehalkı işletmeleri
b) Kendi hesabına çalışanların işletmeleri6: Bu kategori ya kendi
hesabına çalışanların işletmelerinin tümünü ya da sadece yasal sistem içinde
belli biçimlerde kayıt altında olmayan işletmeleri kapsar.
c) Enformel işverenlerin işletmeleri6: Enformel işverenlerin işletmeleri
şu ölçütlerin biri ya da bir kaçı seçilerek saptanır; çalışanların belirli sayının
altında kalması yani küçük ölçeklilik (10’dan az kişi çalıştırılması); işletmenin
ya da çalışanların kayıtdışı olması (ILO-ICLS, 1993; aktaran; Özar, 2000:190;
Tunalı, 2000:38-39; Bangasser, 2000; ILO, 2002:120-126).
15.ICLS tarafından istihdam statülerinin uluslararası sınıflandırmasının
yapılabilmesi için ise temel gruplar tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu temel
gruplar; kendi hesabına çalışanlar, işverenler, aile işçileri, ücretliler ve üretim
kooperatiflerinin üyeleridir. Bu konferansta alınan karara göre, kendi
hesabına çalışanların, işverenler ve üretici kooperatifleri üyelerinin, yani,
enformel işletme sahiplerinin, ücretsiz olarak yardımcı olan aile işçilerinin,
enformel işletmelerde çalışan işçiler veya formel işletmelerde enformel
işlerde çalışan işçilerin enformel iş yaptıkları ve enformel olarak istihdam
edildikleri benimsenmiştir. Konferansta, enformel işletmelerde çalışanların
standart çalışma yasaları, vergiler, sosyal koruma ya da istihdam
yardımlarından yararlanamadıkları, asgari standartlarla karşılaştırıldığında
aldıkları ücretin düşük, çalışma saatlerinin ise fazla olduğu ifade edilmiş ve
buradaki istihdamın, geçici ve kısa süreli bir karakteristiğe sahip olduğu
eklenmiştir 7(ILO, 2002:120-126). 6 İşlevsel nedenlerle, ülke koşulları dikkate alınmış ve enformel sektör, tarım dışı
faaliyetlerle sınırlandırılmıştır. 7 Decent Work and the Informal Economy” adlı ILO raporunda, 15.ICLS’de istihdam
statülerine ilişkin yapılan tanımın daha iyi anlaşılması için bir tablo oluşturulmuştur. Tablonun
“ İnsana Yakışır İş ve Enformel Sektör” adlı ILO raporunda (2002);
enformel sektör terimine değişik açılardan bakılarak farklı anlamlar
yüklenmekte ve bu sektör insana yakışır iş açığının olduğu bir yer olarak
tanımlanmaktadır (ILO,2002:4). Enformel sektörü tanımlama girişimleri, kendi
hesabına çalışanlara veya işverenlere ait çok küçük işletmelerin enformel
sektörün temel üretim birimleri olarak değerlendirildiğini göstermektedir.
Enformel sektörle ilgili yapılmış çeşitli tanımlar incelendikten sonra,
enformel faaliyetler açısından ortak olan üç özelliğe değinilecektir:
a) Formel ve Enformel Sektör İlişkisi
b) Hükümetin Enformel Sektöre Karşı Tavrı
c) Enformel Faaliyetlerin İstihdam Yaratma Potansiyeli ve Bu Sektörde
Çalışan İşgücünün Özellikleri (;Castells, Portes ,1989; Fadil, 1980:33).
a) Formel-Enformel Sektör İlişkisi: Enformel sektör gelişmekte olan
ülkelerde formel sektörün tamamlayıcı bir parçasıdır. Enformel işletmelerin
oluşturduğu ağlar, büyük firmalara sosyal denetim ve kurumsal normlar
nedeniyle dayatılan sınırlamalardan kaçma imkanı sağlamaktadır. Bu süreç
büyük firmaların katı hiyerarşilerinin yerini alan parçalanmış üretim ve
dağıtım ağlarının oluşumu demektir. Burada, birbiriyle iç içe geçen iki süreç
söz konusudur. Bu süreçlerden ilki, büyük firmaların yarı bağımsız küçük
birimler halinde parçalanmaları; ikincisi ise bu birimlerin kayıtdışılığın
avantajlarından yararlanmak, enformel işletmelerin adil olmayan
rekabetinden kaçınmak için enformelleşmeleridir. Yani, enformelleşme böyle
durumlarda sığınılacak bir liman olarak görülmektedir. Bu durumun
hafifletilmesi için alınabilecek en etkili önlem; küçük işletmelere yönelik
bürokratik engellerin ve işletme maliyetlerinin azaltılmasıdır (ILO, 2002:37;
Castells; Portes,1989).
sütunlarında işler, istihdam statülerine ve formel ve enformel olmalarına göre ayrılmıştır.
Daha ayrıntılı bilgi için ILO,2002:123-124’e bakılabilir.
b) Hükümetin Enformel Sektöre Karşı Tavrı: Enformel sektördeki faaliyetlere,
hükümetler tarafından önem verilmemekte ve genelde de bu tip faaliyetler
hükümetlerin toleransı altında gelişmektedir. Çünkü hükümetler açısından bu
sektörün varlığı sosyal çelişkileri azaltmanın bir yolu olarak görülmektedir.
Örneğin, Avrupa ülkelerinde uygulanan hükümet politikalarında enformel
sektöre esnek bir istihdam şekli olarak, yani açık işsizlik oranını düşüren bir
faktör olarak bakılmaktadır. Bundan dolayı da ekonomilere yeni olanaklar
sağladığı için göz yumulmaktadır (ILO, 2002:30). Hükümetler açısından,
enformel faaliyetler üzerinde kaybolan denetimin ortaya çıkan ekonomik
büyümeyle telafi edileceği düşüncesi hakimdir (Castells; Portes; 1989;
Bangasser, 2000).
c) Enformel Faaliyetlerin İstihdam Yaratama Potansiyeli ve İşgücünün
Özellikleri: Özellikle 1990’lardan itibaren gerek gelişmiş ülkelerde, gerekse
gelişmekte olan ülkelerde, iş arayanlara yeterli iş imkanı yaratılamamıştır.
Bundan ötürü de, insanlar enformel ekonomide kendi işlerini kurmaya
yönelmişlerdir. Enformel sektör bu açıdan, işgücünü emen büyük bir sünger
olarak tanımlanabilir. Hatta sınırsız kapasitesi, bazen modern sektör
faaliyetlerini bile içermiştir. Burada, enformel sektörün “kolay giriş” özelliği
istihdam yaratma açısından ana özellik olarak ön plana çıkmaktadır.
Gerçekten, modern sektörle, enformel sektör arasındaki faaliyetler giriş
engelleri açısından oldukça farklıdır. Bu piyasaya giren insanlar az sermaye
ya da beceriye sahiptirler. Fakat belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bütün
enformel sektör faaliyetlerine girişin, her zaman kolay olmamasıdır. Bazı
durumlarda, belirli bir miktar sermaye ya da vasıf gerekebilmektedir (ILO,
1991:9; ILO, 2002:29).
Enformel sektördeki istihdam, formel sektördeki istihdam gibi
desteklere sahip olmamasına ve engellerle karşılaşmasına rağmen artarak
büyümektedir. Modern sektörde düşük sayıda iş yaratılması ve kamu
sektörünün istihdam yaratmaması gibi nedenlerden dolayı enformel sektör
daha fazla istihdam yaratmaktadır. Bu sektörde büyük miktarda insan
istihdam edilebilmekte ve faaliyetlerden ise az miktarda gelir elde
edilmektedir (Bangasser, 2000). Enformel sektörde istihdamın artmasının en
büyük kanıtı olarak küçük işletmelerin artması ve büyük ölçekli işletmelerin
azalması gösterilmektedir (Charmes, 1990: 17).
Gelişmekte olan ülkelerde düşük büyüme oranlarına rağmen, mikro ve
küçük işletmelerin dinamikliği sayesinde bu işletmelerin istihdam yaratma
olanakları formel ekonomiye göre daha fazla olmaktadır (ILO, 2002:29).
Günümüzde, bir çok insanın enformel ekonomiye girmelerinin başlıca nedeni
formel ekonomide iş bulamamalarıdır. Yani, bu insanlar, açık işsizlikle
mücadele edememekte ve enformel ekonomiye girerek düşük gelirle
çalışmaya razı gelmektedir.
ILO/ ARPLA tarafından enformel sektörde istihdam edilen işgücünün
profili şöyle tanımlanmıştır: “İş güvencesinden yoksun olma, iş yasalarının
asgari ücret korumasından yararlanamama, normal ve standart çalışma
saatlerinden yararlanamama, daha uzun çalışma saatlerine dahil olma,
dinlenme haklarının yasalarla düzenlenenin çok altında olması, işçi sağlığı ve
güvenliği standartlarından uzak çalışmaları, sosyal güvenlik sisteminin
hukuken veya filen dışında yer almaları, sendikalaşma ve toplu sözleşme
hakkının yasal olarak olmaması ya da faydalanamamaları ve son olarak ise
eğitim yöntemi olarak çıraklık yöntemini kullanmalarıdır” (ILO, 1991:5).
Gerek formel gerekse enformel sektörde çalışanlar, genelde sosyal
güvenlik riskleriyle karşılaşabilirler (hastalık, iş göremezlik, yaşlılık, ölüm,
malullük). Ancak, enformel sektörde çalışanların formel sektörde çalışanlara
göre çalışma koşulları daha kötü ve korumasızdır. Bundan dolayı da, bu
sektörde risklerle karşılaşma sıklığı daha fazla ve düzeyi ise daha ağır
olmaktadır.
Enformel sektöre ilişkin bu bölüm, enformel sektörde istihdamın
boyutlarının incelenmesiyle tamamlanacaktır. Enformel sektöre ilişkin bilgi ve
istatiksel verilerin azlığı göz önünde bulundurulduğunda, böyle bir inceleme
yapmanın yararlı olacağı düşünülmektedir.
1.1.21 Enformel İstihdamın Boyutları8
Enformel istihdamın boyutları üzerine bilgi vermeden önce, bu
sektörün ekonomi içindeki yerine ilişkin değerlendirmede bulunmakta yarar
vardır. Enformel sektör dünyanın çeşitli gelişme düzeyindeki bir çok
ülkesinde görülmektedir. Yapısal, teknolojik ve kurumsal yönden, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler arasında farklıklar mevcuttur, bundan dolayı bu
ülkelerde enformel sektör açısından da farklıklar gözlemlenebilir (ILO,
1991:13). Bir ülkenin gelişme düzeyinin düşüklüğü ve enformel sektörün
büyüklüğü arasındaki ilişki gözden kaçmaması gereken bir noktadır.
Gerçekten gelişmiş ülkelerde kalkınmanın ileri derecelerinde, enformel sektör
kabul edilebilir bir şekilde yavaşlamasına rağmen gelişmekte olan ülkelerde
ve üçüncü dünya ülkelerinde bu sektör büyümüş ve yaygınlaşmıştır
(Bangasser, 2000). Genelde, gelişmiş ülkelerde marjinal gruplar, eğitim
sağlık, ulaşım gibi kamu hizmetlerinden yararlanmakta ve sosyal güvenlik
ağlarının korumasından faydalanmaları sağlanmaktadır. Bu durum
gelişmekte olan ülkeler için ise güvenlik ağlarının kapasitelerinin ötesindedir
(ILO, 1991:13).
ILO, enformel sektör istihdamı üzerine 54 ülkeden bilgi toplayarak bir
veri tabanı oluşturmuştur. Bu 54 ülkenin sadece 42’si yeterli bilgileri
içermektedir. 42 ülkenin içindeki 17 ülkede enformel sektör toplam istihdamın
yarısını oluşturmakta ve sadece 4 ülkede enformel sektör, toplam istihdamın
%10’undan daha azını kapsamaktadır (ILO, 2002:12).
8 Bu bölümde kullanılan rakamlar, ülke ve bölge bazlı değerlendirmeler ILO’nun
“Decent Work and The Informal Economy” adlı raporu çerçevesinde yazılmıştır (ILO,
2002:11-30).
TABLO 2
Enformel Sektörde İstihdam Ülke Yıl Toplam
İstihdamdaki Yüzdesi (%)
Erkeklerin Yüzdesi (%)
Kadınların Yüzdesi (%)
Latin Amerika Meksika 1999 31.9 32.7 30.7 Barbados 1998 5.9 6.8 4.9 Peru 1999 53.8 48.9 60.6 Brezilya 1997 34.6 28.3 43.4 Afrika Mali 1996 71.0 n.a n.a Benin 1999 46.0 50.0 41.4 Bostwana 1996 19.3 12.3 27.6 Güney Afrika 1999 26.1 19.3 35.5 Etopya 1999 50.6 38.9 64.8 Kenya 1999 36.4 43.9 29.5 Tanzanya 1995 67.0 59.7 85.3 Asya Hindistan 2000 55.7 55.4 57.0 Nepal 1999 73.3 67.4 86.5 Filipinler 1995 17.3 15.8 19.4 Türkiye 2000 9.9 10.6 6.2 Merkez ve Doğu Avrupa Makedonya 1999 27.8 n.a n.a Slovakya 1999 23.0 30.5 12.9 Polonya 1998 7.5 9.5 5.0
Litvanya 1997 8.5 11.9 4.8 Ukrayna 1997 4.9 4.5 5.3 Gürcistan 1999 6.9 10.0 3.8
Kaynak: (ILO, 2002:14)
Ulusal resmi veriler temel alınarak, ILO istatistik bürosu tarafından
hazırlanan bu tablo bize farklı bölgelerde yer alan ülkelerin enformel istihdam
oranlarını bir bütün halinde görmemize imkan sağlamaktadır. Bu bölgeler
içinde enformel istihdamın en yoğun yaşandığı bölgeler (Latin Amerika,
Afrika, Asya) ön plana çıkarılarak daha ayrıntılı incelenmek istenmiştir.
a) Latin Amerika: Latin Amerika’da, ILO verileri bize, kentsel enformel
sektörün toplam istihdamın 1990’da %52’sini kapsar iken bu oranın 1997’de
%58’e çıktığını göstermektedir. Diğer yandan işgücünün artışında demografik
faktörlere bağlı olarak, özellikle de kadınların oranında, bir artış olmuştur.
Burada, kentsel-kırsal göçmenlerin artışı ve enformel ekonominin formel
ekonomiyle bağlantısı dikkat çekmektedir. Enformel ekonomideki artışla
beraber, küçük ve mikro işletmelerdeki istihdamda da artış görülmektedir.
1998’de bir çok Latin Amerika ülkesinde işletme ölçekleri küçültülmüş ve
işletmelerde çalışan sayısı 10 ya da 5’e inmiştir (ILO, 2002:18).
b) Afrika: Afrika’da enformel istihdam son 15 yılda tarım dışı istihdamın
yaklaşık %80’ini, kentsel istihdamın %60’ını, yeni işlerin ise %90’ını
oluşturmaktadır. Aşağı Sahra Afrika’sında kadın istihdamı içinde, enformel
sektörün payı %92, erkek istihdamında ise %71’dir. Bu işlerde çalışanların
%95’ini kendi hesabına çalışanlar oluştururken, bunların sadece %5’i ücretli
olarak çalışmaktadır (ILO, 2002:16).
c) Asya: Asya’da enfomel sektörde çalışan işçiler tarım dışı nüfusun
%45-85’i ve kentsel istihdamın ise %40-60’ı arasındadır. Özelikle Doğu
Asya’da (Japonya, Kore Cumhuriyeti, Singapur, Hong Kong ve Çin)
sanayideki enformel istihdamda bir düşüş gözlemlenebilir. Bunun başlıca
sebebi, formel ekonomide yeni işlerin yaratılması ve eğitime verilen önemdir.
Öte yandan işsiz kalıp enformel işlerde çalışan bir çok insanın önceki gelir
düzeyleriyle karşılaştırıldığında daha fazla kazandıkları görülmüştür. Örneğin,
Bütün Çin Sendikalar Konfederasyonun (ACTFU) 10 şehirde yaptığı
araştırmanın sonuçlarına göre, işten atıldıktan sonra enformel sektörde
çalışmaya başlayan kişilerin önceki gelirlerine göre %65.7 daha iyi
kazandıkları ortaya çıkmıştır. Çin’de yapılan istatistikler bize; 1996 ve 1999
yılları arasında kamu sektöründeki istihdamın %28 düştüğünü, şehirlerde
bulanan özel sektör işletmelerinde ki istihdamın %70, kendi hesabına
çalışanların oranın ise %41 arttığını göstermektedir. Bu değişikliklerin sebebi
olarak, kendi hesabına ve özel sektör işletmelerinde çalışan kadınların %71
oranında artması gösterilmiştir. Çin’de enformel sektörde çalışan 70 milyon
insan olduğu tahmin edilmektedir (ILO, 2002:20-21).
1.1.22 Türkiye’ de Enformel İstihdam ve Boyutları
Türkiye’de 24 Ocak kararlarıyla başlayan bir yapı değişikliği
sonucunda, ihracata yönelik sanayileşme modeli benimsenmiştir. 1980
sonrası uygulanan neo-liberal politikaların istihdam üzerindeki etkileri çok
çeşitli ve belirleyici olmuştur. Bu etkilerden biri de enformel istihdamın
artmasıdır. Enformel istihdam, Türkiye gibi işsizlik oranının yüksek olduğu
ülkelerde işletmelerin küçültülmesi, işçinin pazarlık gücünden uzak tutulması,
istihdamda kayıtdışılığın gerçekleşmesiyle oluşmuştur (Karadeniz, 1999: 245;
Altuğ, 1994).
Bulutay’a göre Türkiye’deki enformel ekonominin başlıca nedenleri;
işsizlik, işlerin düşük verim düzeyi ve ülkedeki ücret yapısı-gelir dağılımı ve
tüm sektörlerde küçük işletmelerin yaygınlığıdır. (Bulutay, 2001) Bu
sayılanların yanısıra başka bazı etmenler de etkilidir. Bu etmenler kırsal
nüfus-tarımsal istihdamın hacmi, işgücü piyasası üzerindeki vergi ve sosyal
güvenlik yükleri, yoksulluk, yapısal uyum politikalarının ve esnek
uzmanlaşmanın etkileri, bürokratik yetersizlikler, yüksek enflasyon, vergiye
karşı direnç, vatandaşların devlet harcamalarına bakış açısı, ahlaki norm ve
değerlerin zaman içinde değişmesi olarak belirtilebilir (Toptaş, 1998:56;
Bulutay, 2001; DPT, 2001).
Türkiye için formel ve enformel sektör bağlantısına bakıldığında;
formel imalat sanayinin, enformel imalat sanayi ile yakın ilişki içerisinde
çalıştığı gözlemlenebilmektedir. Özellikle ihracata yönelik üretim yapılan iş
kollarında bu işbirliği düşük işgücü maliyetleri üzerinden fiyat avantajı
sağlanmasına imkan tanımaktadır. Başta Denizli olmak üzere, Ege
Bölgesi’ndeki ve Gaziantep’teki tekstil işletmeleri ile diğer bölgelerdeki el
sanatları üzerine çalışan işletmeler, imalatlarının önemli bir bölümünü
enformel sektördeki aile işletmeleri yoluyla yapmaktadırlar (Türkel, 1999:34).
Aynı zamanda formel sektörde çalışırken enformel sektöre geçiş de
görülebilmektedir. Bu geçişte formel sektörde çalışanların daha önce aile
işletmesinde kazandığı tecrübe veya çalıştığı diğer işletmelerden sağladığı
birikim, enformel sektördeki uğraşı alanının belirleyicisi olmaktadır. Örneğin,
Gaziantep’te daha önce formel sektörde halı üretimi ve pazarlaması işinde
çalışmakta olan bazı işçiler bu sektörden ayrılarak enformel sektöre
geçmişler ve seccade üretimini organize etmeye başlamışlardır (Türkel,
1999:45).
Türkiye'de, son dönemde dış pazarlara açılan sanayi sektörleri
arasında en başarılı olanlarından biri de dokuma ve özellikle de konfeksiyon
sanayiidir. Konfeksiyon sanayinde üretim artışı gerçekleştiren firmalar üç
grupta toplanabilir. Bunlar, kısıtlı sayıda büyük entegre fabrikalar, orta ölçekli
genelde yurt dışına fason çalışan ve üretimin bazı aşamalarını fason olarak
yaptıran orta ölçekli firmalar ve çok farklı nitelikteki küçük işyerleridir. Orta ve
küçük ölçekteki firmalarda, işgücü, herhangi bir güvencesi olmadan istihdam
edilmektedir. Eraydın’ın 1998’de İstanbul konfeksiyon sanayiinde fason
üretim yapan firmalar üzerine yaptığı araştırmasının sonuçlarına göre;
inceleme yapılan işletmelerde, çalışanların % 48.4’ünün herhangi bir sosyal
güvencesi yokken; %48.4’ü SSK’lı,%1.3’ü BAĞ-KUR’lu, % 1.3’ü özel
sigortalıdır. Fason çalışmanın yaygın olduğu bu sektörde, enformel
çalışmanın yaygın olmasının başlıca sebebi olarak, sosyal sigorta kapsamı
içinde olmayan emeğin maliyetinin düşüklüğü gösterilmektedir (Eraydın,
1998:127).
Enformel sektör tanımlanırken her ülkenin kendine özgü koşulları
nedeniyle ortak bir tanımlamaya gidilememiştir. Bu durum Türkiye için de
geçerlidir. Bu çalışmada esas alınan tanım, DİE tarafından 2000 yılında
yapılmış olan “Kentsel Yerler Küçük ve Şirketleşmemiş İşyerleri (İnformal
Sektör)” anketinde yer alan tanımdır. Buna göre, enformel sektör;
şirketleşmemiş, basit usulde vergilendirilen veya hiç vergi vermeyen ve 1-9
çalışanı olan tarım dışı tüm iktisadi birimler olarak tanımlanmıştır . Hane
üzerinden yapılan anketler kendi hesabına çalışanlara ve işverenlere
uygulanmıştır (DİE, 2001:7).
Bu anket sonuçlarına göre, kentsel yerlerde 1 milyon 340 bin kişi
enformel sektörde çalışmaktadır. Enformel sektörde çalışanların %69’u
erkeklerden oluşmaktadır. Bu sektörde, kendi hesabına çalışanların 965 bin
kişi, ücretli olarak çalışanların 206 bin kişi, ücretsiz aile işçilerinin ise, 146 bin
kişi olduğu tahmin edilmiştir (DİE, 2001:2).
Kentsel yerlerdeki toplam tarım dışı istihdam, 10 milyon 751 bin kişi
olarak ifade edilmiştir. Buna göre, 1 milyon 340 bin kişi olarak tahmin edilen
enformel sektör istihdamının kentsel yerlerde toplam tarım dışı istihdam
içindeki oranı %12.5’tir (DİE, 2001:2). Enformel sektörde, faaliyet
gösterenlerin sektörel dağılımı incelendiğinde ise karşımıza şöyle bir durum
çıkmaktadır; çalışanların %58’i ticaret, %20’si sanayi, %21’i ise hizmetler
sektöründe faaliyet göstermektedir (DİE, 2001:4).
Bulutay’ın, ILO’nun enformel sektör tanımına dayanarak, Türkiye’deki
enformel sektöre ilişkin daha önceden yaptığı hesaplamalara göre, kendi
hesabına çalışanlar, ücretsiz aile işçileri ve dörtten az işçi çalıştıran
işverenler de tanıma dahil edilmiş ve şu sonuçlara ulaşılmıştır; tarımsal
istihdam dışarıda bırakıldığında, bu kesimin ülke çapında istihdamdaki payı
%21-22, kentsel istihdamdaki payı ise, % 34-37’dir (Bulutay, 2000).
Enformel istihdamı hesaplamanın bir başka yolu ise, enformel
sektörde çalışanların sosyal güvenlik kapsamında olmamasından yola
çıkarak bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olarak çalışanların toplam tarım
dışı çalışanlara oranıdır. DİE’nin 2002 yılı III. Dönem Hane Halkı İşgücü
Anketi sonuçlarına göre, istihdam edilenlerin % 25.8'i yaptığı işten dolayı
Sosyal Sigortalar Kurumu'na, % 9.1'i Emekli Sandığı'na, % 12.2'si ise BAĞ-
KUR'a kayıtlı olarak çalışmaktadır. İstihdam edilenlerin, Türkiye genelinde %
52.9'u, kentsel yerlerde % 34.8'i, kırsal yerlerde ise % 73.5'i herhangi bir
sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışmaktadır. Herhangi bir
sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların % 58.7'sini ise
erkekler oluşturmaktadır (http:www.die.gov.tr/turkısh/işgücü/121102.htm.).
Enformel sektör tanımının farklılaşmasına bağlı olarak, enformel
istihdamın boyutlarının farklı hesaplandığı görülmektedir. DİE
hesaplamasındaki oranlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerindeki enformel
istihdamı payına göre düşüktür. Burada tanım farklarının etkili olduğu
düşünülmektedir. Ancak tüm tanımlar ve hesaplamalar açısından ortak olan,
çok küçük işletmelerin enformel sektör içinde sayılmalarıdır.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE KÜÇÜK İŞLETMELERİN İSTİHDAM POTANSİYELİ VE SOSYAL POLİTİKA SORUNLARI Küçük İşletmelerin İstihdam Yaratmadaki Katkıları
Küçük işletmelerin son yıllarda dünya ekonomilerinde ilgi odağı
olmalarının başlıca nedeni, istihdam sağlama ve yeni iş imkanı yaratmadaki
rolleridir. Bundan dolayı da, işsizlikle savaşım amacıyla tasarlanmış olan
kamu politikalarının odak noktası haline gelmişlerdir. 1973 petrol krizinin
yarattığı durgunluk sonucu, işsizlik büyük ölçüde artmıştır. Bu dönemde
küçük işletmeler esnek yapılarıyla ekonomik koşullara kendilerini kolaylıkla
uyarlayabilmiş ve krizi rahatlıkla atlatabilmişlerdir. İstihdam imkanlarını
daraltmadıkları gibi büyük işletmelere yan sanayi olarak destek
vermelerinden dolayı istihdam imkanını da arttırmışlardır.
ILO-DB gibi uluslararası kuruluşlar tarafından istihdam yaratma
özelliklerinden dolayı küçük işletmelerin mevcut olanlarının korunması ve
yenilerinin kurulmasını teşvik edici projeler başlatılmıştır. Dünya Bankası,
gelişmekte olan ülkelerde küçük ölçekli sanayiyi desteklemiş, kentsel
alanlarda yoksullar için istihdam ve gelir yaratmada önemli roller oynayan
projeler uygulamıştır. Bu desteklerin ve politikaların arkasında gelişmekte
olan ülkelerdeki sermaye yoğun modern sektörün hızla büyüyen nüfusa
istihdam olanağı yaratmada yetersiz kalması yatmaktadır (Gürol, 2000:148;
Taymaz, 1997:2; Özcan, 1995:12).
1990’lara gelindiğinde, gelişmiş ülkelerde küçük işletme odaklı
politikaların amacı ve seyri de değişime uğramıştır. Yani, küçük işletmeler
aracılığı ile izlenen, istihdamı artırma politikaları ikinci plana itilmiştir. Aslında,
bu dönemde ortaya çıkan küçük firmalar ve girişimcilik ruhu teorisinin
arkasında, karmaşık piyasa duyarlılığı, kaynakları maksimize etme, küçük
esnek işletmelerin büyük işletmeleri tamamlama işlevleri ve istihdam, gelir
yaratma fonksiyonlarının desteklenmesi vardır. Ama, öncelikle gelişmiş
ülkeler, üretim, satış ve yönetim sürecinde yenikliklere katkıda bulunacak
küçük işletmelerin doğuşunu ve gelişimini sağlayıcı politikaları ön plana
çıkarmışlardır. Böylece, gelişmiş ülkelerin küçük işletme politikalarının asıl
hedefi istihdam artırıcılığın desteklenmesi değil, canlı yaşayabilir, dinamik
girişimlerin (viable enteprises) geliştirilmesi ve desteklenmesidir. Kuşkusuz,
bu tür politikaların ikincil sonucu istihdam artışı olacaktır. Yani burada,
istihdam kendiliğinden beklenen, otomatik bir sonuç olmaktadır (Özcan,
1995:1; Sarıaslan, 1994:10; Taymaz, 1997:2,14). Gelişmiş ülkeler arasında
istihdam yaratma eğilimleri açısından da bazı farklılıklar mevcuttur. Örneğin,
ABD’de canlı ve rekabetçi bir ekonomik sistem yaratmayla istihdamın
kendiliğinden gelişeceği düşüncesi hakimken; Batı Avrupa ülkelerinde ise
küçük işletmelerde uygulanan işletme politikalarıyla istihdam muhafaza
edilmeye ve yaratılmaya çalışılmaktadır.
Son yıllarda dünyada, küçük işletmelerin dinamiklik ve esneklik
özellikleri istihdam yaratma potansiyellerinin önüne geçmişse de, gelişmekte
olan ülkeler için küçük işletmelerin istihdam yaratma potansiyelleri hala büyük
önem taşımaktadır (Little; v.d, 1987:4). Buna rağmen, gelişmekte olan
ülkelerde de, küçük firmaların ve kendi hesabına istihdamın ekonomik
kalkınma ve istihdam yaratmadaki tanımları, işlevleri değişmiştir (Özcan,
1995:12). Küçük işletmeler ve istihdam arasında çok yakın bir ilişki ortaya
çıkmıştır ki; bu ilişki, küçük işletmelerin daha az sermaye ile daha çok sayıda
kişiye iş olanağı sağladığı biçimindeki klasik görüşün ötesinde, çok daha
önemli bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Küçük işletmeler daha çok
sayıda insana işgören veya ücretli personel olarak istihdam olanağı
sağlamanın yanısıra, aynı zamanda da daha çok sayıdaki girişimcilik
niteliğine sahip insana fiili birer girişimci olma olanağı sağlamaktadır.
Storey 1990’da, yeni işletme formasyonlarının desteklenmesi
gerekliliğini ifade etmiş ve bu kararda başlıca etki olarak da, kendi kendini
istihdam edenlerin o anda kazandıkları bireysel gelirin işçi olarak kazandıkları
gelirden daha fazla olmasını göstermiştir. Ancak, emek yoğun bu
işletmelerde genel olarak gizli işsizliğin yaygın oluşu göze çarpmaktadır. Bu
birimler düşük sermaye ve çıktıya sahiptirler. İstihdam hedefine ulaşabilmek
için de, kendi kendine istihdamı gerçekleştiren bu birimlere destek verilmelidir
(Storey, 1990; aktaran; Özcan, 1995:18).
Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerin istihdam
yaratma potansiyelleri, bu yaratılan istihdamın enformel karakterine
bağlanmaktadır. Enformel sektörün istihdam yaratma potansiyelinin küçük
işletmeler aracılığıyla gerçekleşmesi, pozitif bir durum olarak kabul
edilmektedir. Fakat, bu sektörde küçük işletmelerde yaratılan istihdamın
sosyal korumadan yoksun olması da, negatif bir durum olarak
nitelendirilmektedir. Buradaki ikilem ya enformel sektörün istihdam sağlama
ve gelir yaratma kapasitesinin geliştirilmesi, ya da bu sektöre düzenlemeler
ve sosyal korumanın yayılması arasında bir tercih yapılmasına ilişkindir. Eğer
sosyal koruma düzenlemelerinin bu sektörde yaygınlaştırılması seçilecek
olursa, bu sektörün iş yaratma kapasitesi azalabilir. Bu durumda enformel
sektörde iki durum arasında bir seçim yapmak gerekir; ya da bu iki olguyu
barıştıracak ve uyuşturacak yollar aranmalıdır. Özellikle de burada, eş
zamanlılık unsuruna dikkat edilmelidir (ILO, 1991:2; Aryee, 1996).
ILO bütün gelir grupları için çalışma koşullarının geliştirilmesi, güvenli
çalışmanın sağlanması ve sosyal korumanın yaygınlaştırılmasına
yoğunlaşmıştır. ILO’nun, küçük işletmelerin istihdam yaratıcı özelliğini
geliştirmeye yönelik çeşitli projeleri, tavsiye kararları ve departmanları
mevcuttur. ILO özellikle küçük işletmelerle ilgili proje ve departmanlarında, bu
işletmelerin enformel sektörle olan ilişkisini de göz önüne almıştır. Bu
geliştirilen programlarda, partner olarak yer alanlar; hükümetler, yerel
temsilciler, işçi işveren birlikleri, BM kuruluşları, diğer uluslararası
organizasyonlar ve yerel düzeydeki sivil toplum örgütleridir .
ILO’nun 1998’de aldığı 189 sayılı “Küçük İşletmelerde İstihdam
Yaratmaya” ilişkin tavsiye kararı ve bu kararın uygulanması için geliştirilen
“Küçük İşletmeciliğin Geliştirilmesi Projesi-1999” (SEED) ve “Uluslararası
Küçük İşletmecilik Programı (ISEP)“ dikkat çekicidir. Bu tavsiye kararları ve
projenin özüne göre;
Küçük işletmeler her geçen gün yeni istihdam yaratan mekanlar olarak
öne çıkmalarına rağmen, küçük işletmelerde yaratılan bu istihdam düşük
ücret ve elverişsiz çalışma koşullarıyla bütünleşmiştir. Özellikle bu noktada,
enformel istihdamın mikro işletmelerle ilişkisi açık bir şekilde gözlemlenebilir.
Küçük işletmelerin düşük ücret ve düşük koşullarla karakterize olmalarından
yani enformelleşme eğilimlerinin artmasından ötürü, sosyal koruma alanında
hedef grup haline gelmişlerdir. Bundan dolayı da, ILO tarafından özellikle
üstünde durulan, bu işletmelerin sadece istihdam yaratma özellikleri değil,
aynı zamanda bu yaratılan işlerin sürekli verimlilik temeline sahip kaliteli işler
olmasıdır. ILO bu bağlamda, sürekli iş yaratma amacı çerçevesinde, yeterli
ve yaygın bir şekilde uygulanacak sosyal korumanın teşviği için de küçük
işletmelerin rollerini geliştirmeye çalışmaktadır (ILO,1998,
http://www.ilo.org/public/english/employment/ent/sed/about/index.htm; ILO,
1999, http://www.ilo.org/public/english/employment/ent/sed/pub1/wp4) .
Türkiye’de Küçük İşletmelerin İstihdam Politikası Olarak
Değerlendirilmesi
Türkiye’de işsizliği azaltıcı tedbirlerin alınması, planlı dönemlerle
birlikte başlar. Konuya küçük işletmeler açısından baktığımızda, uzun yıllar
küçük işletmelerin ekonomik gelişmeye ve istihdama katkılarıyla ilgili olarak
bir yaklaşımın ülkemizde mevcut olmadığı görülebilir. Planlı dönemde de
küçük işletmelerin teşviği ile ilgili alınan öneri ve önlemler uygulama imkanı
bulamamış, istihdam politikaları içinde sık sık tekrarlanan bir slogandan öteye
gidememiştir. Özellikle son iki planda, küçük işletmelerin kalkınma
stratejilerinde ve istihdam politikalarında, nispeten ağırlıklı bir yer kazandığı
gözlemlenmektedir (Savaşır, 1999:85).
Ne var ki; bu strateji ve politikalar, çok sayıda bakanlık ve kuruluşun
sorumluluğuna dağıtılmıştır. Bu politikalar kısmen 1980’lerde Devlet
Bakanlığı’nın geliştirmeye çalıştığı istihdam politikaları içinde, kısmen Sanayi
Bakanlığı bünyesinde kurulu Genel Müdürlüklerle, eğitimle ilgili taraflar Milli
Eğitim Bakanlığı yoluyla, bazen de İŞ-KUR yardımıyla gerçekleştirilen
dağınık programlara dayanmaktadır. Ayrıca meslek kuruluşları konuya
birbirinden bağımsız ve parçalı bir biçimde yaklaşmışlardır (Ekin, 1996;
aktaran; Savaşır, 1999:85).
İstihdam politikası araçları içinde en önemli yeri, küçük işletmelerin
yenilerinin kurulması, mevcut olanlarının korunup, geliştirilmesi almaktadır.
Bu ancak, küçük işletmelerin üzerindeki tüm bürokratik işlemler ile vergi
yükünün asgari seviyeye indirilmesiyle gerçekleştirilebilir. Burada, istihdam
ortamının yaratılması ve geliştirilmesi bakımından gerekli mevzuatın
çıkarılması, küçük işletmelerin tabi olduğu mevzuatın basitleştirilmesi ve
istihdamı güçleştiren mevzuatın da değiştirilmesi gerekmektedir. Aynı
zamanda, İstihdamı Geliştirme Yüksek Koordinasyon Kurulu, Çalışma Genel
Müdürlüğü ve KOSGEB gibi kuruluşlar vasıtasıyla istihdamın geliştirilmesi,
işsizlik sorununa çözüm yollarının bulunması, küçük işletmelerin korunup
geliştirilerek büyümesi ve bu konularda koordinasyon sağlanması
amaçlanmıştır ( DPT; Aktaran; Savaşır, 1999:99).
1963 yılından sonra iş başında bulunan hükümetlerin programlarında,
istihdamın arttırılmasına ve küçük işletmelerin güçlendirilmesine yer
verilmiştir. Son olarak Sekizinci Beş Yılık Kalkınma Planı’nın işgücü
piyasasına ilişkin komisyon raporunda; küçük işletmelerin istihdam yaratma
özellikleri açısından teşvik edilmeleri gerektiği belirtilmiştir. AB pazarına
hakim olan işletme türünün KOBİ olduğu ve bu tür işletmelere büyük önem
verildiği dikkate alınırsa, bu konuya Türkiye’nin daha fazla önem vermesi ve
bunun için çaba harcaması gerekmektedir. Küçük işletmelerin bir ülkedeki
sosyal dengenin ve sistemin güvencesi olarak, demokrasinin, serbest piyasa
ekonomisinin ve hür teşebbüsün vazgeçilmez unsuru olduğu ifade edilmiştir.
Aktif işgücü politikalarının başlıca amacının istihdam edilebilirliği artırmak
olduğu belirtilmiş ve küçük işletmelere de bir aktif işgücü politikası olarak
bakılmıştır (DPT, 2001:47).
Sonuç olarak Türkiye’de planlı kalkınma dönemi boyunca, küçük
işletmelerin istihdam yaratmadaki önemleri kavranmış ve az da olsa bu
özelliği geliştirmek için bazı faaliyetlerde bulunulmuştur. Ancak bu
işletmelerin yarattığı sorunlu istihdam boyutuna gerek hükümet
programlarında gerekse kalkınma planlarında hiç değinilmemiştir. İncelenen
kalkınma planlarında küçük işletme ve enformel istihdam kavramlarının iç içe
geçmişliği göz ardı edilerek, bu kavramların ilişkilendirilmediği rahatlıkla
gözlemlenebilir. En azından ILO’nun 189 sayılı (Küçük işletmelerde kaliteli
işlerin geliştirilmesine ilişkin) tavsiye kararında yer alan önerilerin kalkınma
planlarına alınmasıyla bu konuda önemli bir adım atılmış olacaktır.
Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Küçük İşletmelerin
İstihdam Yapısının Yarattığı Sosyal Politika Sorunları ve
Öneriler
Gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye’de küçük işletmeler istihdam
yaratan birimler olarak dikkat çekmektedirler. Buna rağmen yarattıkları
istihdamın bünyesinde çeşitli sorunlar barındırdığı ve bu sorunlara çözüm
önerileri getirilmesi gerektiği gözden kaçmaktadır. Bütün bu sebeplerden
dolayı küçük işletmelerin istihdam yapısının yarattığı sosyal politika sorunları
ve bunlara ilişkin öneriler eleştirel bir bakış açısıyla incelenmiştir.
1.1.23 Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Küçük İşletmelerin İstihdam Yapısının Yarattığı Sosyal Politika Sorunları
Bu bölümde gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye’deki küçük
işletmelerin istihdam yapısının yarattığı sosyal politika sorunlarıyla ilgili olarak
bir durum saptaması yapılmaya çalışılmıştır. Küçük işletmelerin istihdam
yapısının enformel sektörle iç içe geçmesi yüzünden bu sektörde istihdamla
ilgili karşılaşılan sorunlar küçük işletmelere de yansımıştır. Bu sorunlar içinde
çalışma ekonomisi bilimi açısından önem arz edenleri incelenmiştir. Bunlar;
sosyal güvenlikle, işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle, sendikalaşmayla, eğitim ve
mesleki eğitimle ve ücretle ilgilidir.
1.1.23.1 Sosyal Güvenlikle İlgili Sorunlar
a) Gelişmekte Olan Ülkelerde Sosyal Güvenliğin Yapısı ve Sorunları
Gelişmekte olan ülkelerde sosyal güvenlik iki kısımdan oluşmaktadır.
Bunlardan ilki, sosyal sigorta, ikincisi ise sosyal yardım sistemidir. Sosyal
sigorta kişilere 9 riske (sağlık, hastalık, işsizlik, kaza, yaşlılık, aile ve
hamilelilik, vb..) karşı yardım sağlayan primli bir yapıya sahipken; sosyal
yardım ise, sadece düşük gelirli kesimlere yardım sağlayan vergi temelli bir
uygulamadır.
Dünyadaki işçilerin sadece %20’si sosyal güvenlik yardımlarından
yararlanmaktadır (Jenkıs, 1993; aktaran; Ginkeen, 1996:1). Bazı durumlarda
bu oran daha da düşmektedir. Aşağı Sahra Afrika’sında ve Güney Asya’da
formel sosyal güvenliğin kişisel kapsamının, çalışan nüfusun yalnızca %5 ve
%10’u arasında olduğu tahmin edilmektedir. Hindistan’da 1990’ların
ortasında nüfusun %10’dan daha az bir oranı sosyal güvenlik çerçevesi
tarafından kapsanırken, 1980’lerde ise bu oran %13’lerdedir. Latin
Amerika’da ise bu oran, %10-%80 arasındadır. Güneydoğu Asya’da ise,
%10-%100 arasında değişen bir kapsanma mevcuttur. Burada %10
Kamboçya, %100 ise Güney Kore’dir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde
sosyal güvenliğin kapsamı daralmaktadır. Bunun başlıca nedeni olarak,
ekonomik büyümenin düşük olmasına karşın işçilerin sayısının artması ve
bundan dolayı, bu işçilerin enformel ekonomide çalışmaları gösterilmektedir
(ILO, 2002:55).
Bir çok gelişmekte olan ülkede mevcut sosyal sigorta sistemi oldukça
sınırlıdır ve sadece düzenli işçilere ulaşmaktadır. Sosyal yardım programları
ise, sadece özel grupların ihtiyacı içindir. Bir başka deyişle, geçici, mevsimlik
ve aile işçisi olarak çalışan çoğu işçi sosyal güvenlikten hariç tutulmaktadır.
Bu grupların hariç tutulmasının başlıca sebebi olarak ise yardımlardan
yararlanmak için uygun özellikleri taşımamaları gösterilmektedir (Ginkeen,
1996:8).
Formel ve enformel sektörde çalışan işçilerin sosyal güvenliğe düşük
düzeyde kaynak ayırma kapasiteleri vardır. Formel sektörde çalışanların
sosyal sigorta için kaynak ayırma kapasiteleri, toplam ödemelerin yaklaşık
olarak %20’sine veya daha fazlasına denk gelmektedir. Formel sektörde
işçiler bu katkıları işverenlerle paylaşmaktadırlar. Kendi hesabına çalışanlar
ise, kendileri bütün katkıları ödeyecek kapasitede olmamalarına rağmen
böyle bir yükümlülük altına sokulmaktadırlar. Enformel ekonominin düzensiz
yapısı, onu sosyal sigorta için bir gelir kaynağı olarak güvenilmez hale
getirmektedir. Bundan dolayı da enformel işçilerin sosyal korunmalarında
ekonomik sınırlılıklar mevcuttur (Ginkeen, 1996).
b) Türkiye’de Sosyal Güvenliğin Yapısı ve Sorunları
Ülkemizde sosyal güvenlik sosyal sigorta kurumları tarafından
sağlanmaktadır. Hizmet sözleşmesine bağlı olarak çalışanlara Sosyal
Sigortalar Kurumu (SSK), kendi nam ve hesabına çalışanlara (BAĞ-KUR),
kamu kurumlarında devlet memuru olarak çalışanlara Emekli Sandığı (ES),
sosyal güvence sağlamaktadır. Daha öncede belirtildiği gibi, DİE’nin 2002 yılı
III. Dönem Hane Halkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre; istihdam edilenlerin %
25.8'i Sosyal Sigortalar Kurumu'na, % 9.1'i Emekli Sandığı'na, %12.2'si ise
BAĞ-KUR'a kayıtlı olarak çalışmaktadır. İstihdam edilenlerin, Türkiye
genelinde % 52.9'u, kentsel yerlerde % 34.8'i, kırsal yerlerde ise % 73.5'i
herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışmaktadır.
Herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların
%58.7'sini ise erkekler oluşturmaktadır. Türkiye genelinde herhangi bir sosyal
güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışan 11 milyon 485 bin kişinin %65.1'i
kentsel yerlerde, %34.8’i ise kırsal yerlerdedir. Bu durum enformel
istihdamın yaygınlığına bir ölçüt oluşturmaktadır
(http://www.die.gov.tr/turkish/sonist/isgucu/21102.htm.).
Türkiye’deki küçük işletmelerde çalışanların sosyal güvenlikten
kaynaklanan sorunlarını daha iyi anlamak için, BAĞ-KUR ve SSK’nın yapısı
ve sorunları ayrı ayrı incelenmiştir.
ba) Kendi Hesabına Çalışanlar ve BAĞ-KUR
Toplumun diğer kesimlerine göre farklı gelir yelpazesine sahip olan
küçük işletme sahiplerinin sosyal güvenliklerinin organizasyonu ve
standartizasyonu oldukça zordur. Bundan dolayı ülkemizde çok sayıda küçük
işletme sahibi, BAĞ-KUR kapsamında yer almamaktadır (Ürer, 1987:125).
Kapsam yönünden bu kadar kaçağın olması, bir yandan BAĞ-KUR’un verdiği
hizmetleri aksatmakta, diğer taraftan da bir çok kişinin sosyal güvenlikten
faydalanamamasına sebep olmaktadır. Ülkemizde BAĞ-KUR sigortalıları
primlerinin tamamını kendileri ödemek zorundadırlar. Gelişmiş ülkelerdeki,
devlet katkısının ülkemizde olmayışı, oldukça derin bir şekilde
hissedilmektedir.
BAĞ-KUR üyelerine, aktif oldukları dönemde beklenen hizmeti
veremediği gibi, üyeler emekli olduklarında da iyi bir hizmet
alamamaktadırlar. BAĞ-KUR, çizdiği bu tablo ile güven veren bir kurum
özelliğine sahip değildir. Bu nedenle de kapsam içindeki bir çok kişi konuya
duyarsız kalmaktadır. Ayrıca kişilerin yeterli bilinç ve bilgi düzeyine sahip
olmamaları da, buna sebep olarak gösterilebilir (TESK, 1993:189).
bb) Küçük İşletmelerde İstihdam Edilen İşçiler ve SSK
Ülkemizde, enformel istihdamın yaygınlığı nedeniyle sosyal güvenliğin
kapsamı daralmaktadır. Kaçak olarak çalışanların yoğun bir şekilde istihdam
edildiği yerlerin başında küçük işletmeler gelmektedir. Küçük işletme
sahipleri, genellikle miktar olarak kendilerine oldukça ağır gelen prim, fon
veya vergilerlerden kurtulmak için, en kolay yol olan kaçak işçi çalıştırmayı
seçmektedirler.
Küçük işletmelerde işçilerin kaçak olarak çalıştırılmaları sorunu üç
şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki; küçük işletmelerde çalışanlar
hiçbir şekilde kuruma bildirilmemekte ve primleri ödenmemektedir. İkinci
olarak ise, kuruma bildirilenlerin çalıştıkları gün sayısı az gösterilmekte ve az
miktarda prim ödenmektedir. Üçüncü ve son olarak da, küçük işletmelerde
çalışan sigortalıların primleri, gerçekte ücretleri daha yüksek olsa bile asgari
ücret üzerinden ödenmektedir (Oktar, 1994:22; Dilik, 1992:38).
Genel olarak Türkiye’deki küçük işletmelerin sosyal güvenlikle ilgili
sorunları değerlendirildiğinde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır;
Türkiye’de işçi ve işveren üzerindeki istihdamla ilgili mali yüklerin
yüksekliği, ücretten yapılan kesintileri adeta bir istihdam vergisine
dönüştürmüştür. Özellikle bu mali yüklerin etkisi küçük işletmelerde kendini
daha da fazla hissettirmektedir. Devletin sosyal güvenliğe katkısının
bulunmaması işçilik maliyetlerini arttıran en önemli faktördür. Kişilerin sosyal
güvenlik sisteminin boşluklarından yararlanarak, kayıt dışı çalıştıkları da
görülmektedir. Bunun en bariz örneği olarak, SSK’da çıkarılan borçlanma
yasaları ya da isteğe bağlı sigorta uygulaması gösterilebilir. Kişilerin sosyal
güvenlik hizmetlerine ve kamu harcamalarına bakış açılarının olumsuzluğu,
SSK’nın ve BAĞ-KUR’un örgüt yapısı ve cezaların caydırıcı olmaması da
kayıt dışı çalışmayı arttıran faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır
(Karadeniz, 1999:245).
1.1.23.2 İşçi Sağlığı Ve Güvenliğiyle İlgili Sorunlar
a) Gelişmekte Olan Ülkelerde İşçi Sağlığı ve Güvenliğiyle İlgili
Sorunlar
Küçük işletmelerde çalışanların çoğu, temel güvenlik ve sağlık
problemlerinden sıkıntı çekmektedir. Gürültü, düşük ışık düzeyi, havanın
aniden değişmesi, makinaları kullanırken karşı karşıya kalınan riskler ve
bunlar sonucu meydana gelen hastalıklar önemlidir (Ginkeen, 1996:13-14).
Bunların başlıca sebebi ise, bu birimlerdeki düşük teknoloji düzeyi, düşük
vasıf düzeyi, düşük verimlilik, düzensiz istihdam ilişkileri ve yatırım
kapasitesinin eksikliğidir (ILO, 2002:66).
İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri işverene mali olarak yük getirse de
temelde, iş kazası ya da meslek hastalığı gerçekleştiği takdirde, işletmenin
ve işçinin katlanmak zorunda kalacağı maddi ve manevi bedeller daha ağır
olmaktadır. Tüm bunlara rağmen, küçük işletmelerde işçi sağlığı ve iş
güvenliğine ilişkin alınan önlemlerin büyük işletmelere oranla daha düşük
düzeyde olduğu bilinmektedir.
b) Türkiye’deki Durum
Türkiye’de iş kazaları ve meslek hastalıkları çok sık görülmektedir.
Aşağıdaki tablolarda da bu durum rahatlıkla gözlemlenebilir. Bu tablolardaki
veriler aslında tam anlamıyla küçük işletmelerde yaşanan iş kazaları ve
meslek hastalıklarını yansıtmamaktadır. Çünkü; küçük işletmelerde kayıtdışı
çalışmanın yaygınlığı dolayısıyla işçiler SSK kayıtlarında görülmemektedir.
Bu da, verilen tüm rakamların gerçekte çok daha fazla olduğu düşüncesini
doğurmaktadır. Bunun yanısıra küçük işletmelerde küçük iş kazalarının
kayıtlara geçirilmediği bilinmektedir. Ayrıca, küçük işletmelerdeki işçilerin
eğitim durumu, yaşı, cinsiyeti, işverenin konuya karşı düşük düzeydeki
duyarlılığı da oranların yüksekliğini etkileyen faktörlerdendir.
TABLO 3
İş Kazalarının Geçici
İş Göremezlik Sürelerin
Göre Dağılımı Geçici İşgöremezlik Süreleri ( Gün )
2001
0 2.054 1 – 3 5.766 4 – 7 17.522
8 – 15 21.318 16 – 30 12.083 31 – 90 9.885 91 –180 2.342
181 – 364 1.010 365 + 387
Toplam 72.367 Geçici İş Gör.Sür.Toplamı 1.831.686
Yatakta 47.709 Ayakta 1.783.977
Kaynak: http://www.die.gov.tr/turkish/sonist/isgucu/121102.htm.
TABLO 4
Meslek Hastalıklarının
Geçici İşgöremezlik Sürelerine
Göre Dağılımı Geçici İşgöremezlik Süreleri ( Gün)
2001
0 417 1 – 3 15 4 – 7 40
8 – 15 140 16 – 30 83 31 – 90 128 91 –180 40
181 – 364 18 365 + 2
Toplam 883 Geçici İş Gör.Sür. Toplamı 20.816
Yatakta 5.055 Ayakta 15.761
Kaynak: http://www.die.gov.tr/turkish/sonist/isgucu/121102.htm.
Ülkemizde 4857 sayılı İş Kanunu’nun 80. Maddesine göre,
işletmelerde sağlık ve güvenlik çalışmaları yapmak üzere işçi sağlığı ve
güvenliği kurulları kurulması öngörülmüştür. 50 işçi çalıştıran ve 6 aydan
fazla sürekli işlerin yapıldığı işletmelerde her işveren bu kurulları kurmakla
yükümlüdür. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün 91. maddesine yollama
yapılarak çıkarılan işyeri hekimi çalışma şartları ve görev ve yetkileri
hakkındaki yönetmeliğe göre ise en az 50 işçi çalıştıran işletmelerin ortaklaşa
bir birim kuracakları belirtilmiştir. Ancak ülkemizde bütün bu düzenlemelere
karşın, özellikle küçük işletmelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından
koşulların yetersiz olduğu açıktır. Bu konuyu etkileyen başlıca unsurlar olarak
ise; muafiyetlerin varlığı ve iş teftişinin yetersizliği belirtilebilir (Ekin, 1994:57).
Aynı zamanda küçük işletme sahiplerinin, iş güvenliği ve işçi sağlığı
tedbirleri açısından mevcut durumu tespit etmek, eksiklikleri belirlemek ve
gerekli tedbirleri almak için iş güvenliği danışmanlarından veya bu konuda
uzmanlaşmış İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Merkezi’nden (İSGÜM)
yararlanmayı tercih etmedikleri ve bu kurumlardan haberdar bile olmadıkları
gözlemlenebilir. Ayrıca bu tip kurumlar da küçük işletme sahiplerine ulaşmak
için yeterli çaba sarf etmemektedirler.
1.1.23.3 Sendikalaşmayla İlgili Sorunlar
a) Gelişmekte Olan Ülkelerde Sendikalaşmayla İlgili Genel Sorunlar
Sendika hareketinin tarihi incelendiğinde, sendikaların kendi kendine
organize olan, gönüllülük esasına dayanan ve korumasız insanlar üzerinden
kurulan birlikler olduğu açıkça gözlemlenebilir. Amaç, hak ve sosyal koruma
sağlamaktır. Sendikacılığın gelişim süreci incelendiğinde, öncelikle büyük
işletmelere ve formel sektöre dayalı sendika modelini benimseyen
sendikacılık hareketinin belirli bir zaman aralığıyla büyük işletmelerden küçük
işletmelere kayacağı düşüncesinin hakim olduğu görülmüştür. Oysa küçük
işletmelerde toplu pazarlık ve çalışma yasalarının asgari seviyelerde
uygulanması sorunu sendikaları zora sokmuş; bunun bir sonucu olarak da
büyük işletmelerde uygulanan çalışma şartları, küçük işletmelere çok nadir
veya düşük standartlarda uygulanabilmiştir (Ekin, 1993:19).
Sendikacılık hareketinde, küçük işletmelerin öneminin gözden
kaçırılmasının başlıca nedeni, sendikacılığa büyük işletmelerin hakimiyeti
olarak gösterilmektedir. Gerçekten de sendikalaşma oranının işletme
büyüklüğüyle bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Örneğin, 1000 kişi
çalıştıran tek fabrikanın örgütlenmesinin, 25 kişi çalıştıran 40 işletmenin
örgütlenmesine göre çok daha kolay olduğu savunulmaktadır (TİSK,
1995:108).
Küçük işletmelerde ilişkilerin kişisel olması da sendikalaşma oranlarını
etkileyen bir başka faktördür. Sendika konusunda zaten olumsuz
düşüncelere sahip olan küçük işletme sahiplerinin açık muhalefeti olmasa
dahi, bu tür işletmelerin ülkenin her yerinde dağınık olarak faaliyet
göstermeleri, örgütlenmelerini güçleştirmektedir (Ekin, 1993:25).
Aynı zamanda küçük işletmelerde çalışanların örgütlenememesinin
başlıca sebebi olarak kayıtdışı çalıştırılan işçinin örgütlenmesini sağlamanın
kayıtlı işçilere göre daha zor olması gösterilmektedir. Formel sektördeki
sendikalar enformel sektörde ve küçük işletmelerde çalışan işçileri ne ölçüde
örgütlemekte, onların çalışma koşullarının iyileştirilmesi için herhangi bir çaba
harcamakta mıdırlar? Bu soruya olumlu cevap vermek zordur. Zaten
küreselleşme rüzgarları sonucu zayıflayan sendikalar kendi yapısal
durumlarını düzeltmeye yani sadece günü kurtarmaya çalışmaktadırlar.
Enformel sektörün formelleşmesi için herhangi bir çaba harcamadıkları için
dolayısıyla gelecekte üye olarak kaydedecekleri işçilerden de yoksun
kalmaktadırlar. Zaten kısıtlı olan kaynaklarını da enformel sektör işçileri için
ne ölçüde kullanabilecekleri bir başka soru işaretidir (ILO, 2001).
Enformel ekonomideki işçilerin genel özellikleri olarak; düzenli gruplar
tarafından temsil edilememeleri, toplu harekete katılamamaları, sendikaya
katılırlarsa işlerini kaybetme kaygısını taşımaları, enformel ekonomide
sendika kurmada yasal engellerle karşılaşmaları, genelde geçici işlerde
çalışmaları sayılabilir. Sendikalarında böyle özelliklere sahip işçileri üye
yapmaları oldukça zordur.
Fakat, enformel sektördeki çalışanlara yardım edebilmek ve onları
örgütleyebilmek için bazı mevcut sendikaların ve uluslararası örgütlerin
çabaları kayda değerdir. 1999’da ILO ve 2000 yılında ICFTU enformel ve
korumasız işçilere yardım için, sendikaları kuvvetlendirmek yönünden etkin
stratejiler geliştirmişlerdir. Bu kuruluşlar, enformel ekonomide gerek
uluslararası sendika hareketi, gerekse ulusal düzeyde enformel işçilerin
organize olması konusuna adapte olmuşlardır (ILO, 2002:79).
b) Türkiye’deki Durum
Ülkemizde çalışma hayatını yakından ilgilendiren ve etkileyen
enformel ekonominin varlığı önemli bir sorundur. İşçi ve işveren
sendikacılığına kapalı olan bu düzen, endüstri ilişkileri sisteminin kurulmasını
önleyen bir unsurdur. Enformel ekonomide sigortalı olma imkanı dahi
bulamamış işçilerin varlığı dikkate alınırsa, Türk sendikalarının sayısal
bakımdan temsil yeteneğinin sınırlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan,
sendikaların küçük ölçekli işletmelerdeki sigortasız işçileri örgütlemek ve
onlara ulaşmak adına pek bir çaba gösterdikleri söylenemez. Ama burada
sigortasız işçileri örgütlemeye yönelik birkaç örneğin bulunduğunu da
belirtmekte yarar vardır. Bu örneklerin en kayda değerlerinden biri de DİSK’in
sigortasız işçilere yönelik faaliyetleridir9.
Fakat, DİSK’in sigortasız işçileri örgütlemeye ilişkin faaliyetlerinde
hedef kitle, sigortasız işçilerin yoğun olarak yer aldığı, örgütlemenin oldukça
zor olduğu küçük ölçekli işletmeler yerine, kolay örgütleme yapılan büyük
ölçekli işletmeler olmuştur. Örneğin DİSK’e bağlı Tekstil Sendikası “50’den az
işçi çalıştıran işyerlerindeki örgütlülüğün 20 işyerini geçmediğini” belirtmiştir.
Bununla birlikte, tüm zorluklara rağmen DİSK’in enformel istihdamın yoğun
olarak yaşandığı küçük ölçekli işletmeleri örgütlemek için sistemli bir çaba
göstermediği ve bu konuda yetersiz kaldığı ifade edilebilir.
Yinelemek gerekirse, Türkiye’de sendikalar küçük ölçekli
işletmelerdeki işgücünü örgütleme konusunda yetersizdir. Bu yetersizliğin
9 DİSK’in sigortasız işçilere yönelik faaliyetlerine ilişkin daha fazla bilgi için Fatma Ülkü
Selçuk’un (1999) “Enformel Sektörde İşçi Örgütleri” adlı A.Ü, S.B.E. yayınlanmamış yüksek lisans
tezine bakılabilir. s:161-168
arkasında yatan etmenler arasında ilk olarak, iş güvencesi yoksunluğu ve
maliyet unsuru; ikinci olarak ise örgütlenmeye negatif etki yapan çeşitli yasal
engeller belirtilebilir. Büyük ölçekli işletmelerde bile yüzlerce işçiyi bir anda
işten çıkarabilen işverenler, küçük ölçekli işletmelerde daha da acımasız
olabilmektedir. Sendikalaşmanın önünün açılması için iş güvencesinin
sağlanması, büyük önem taşımaktadır. Geri teknolojiyle üretim yapan küçük
ölçekli işletmelerin rekabet gücü, büyüklere göre oldukça azdır.
Sendikalaşma sonucunda yasal hakların kullanılması ve ücret artışlarının
yapılması işveren açısından maliyetleri yukarı çekmekte, hedeflediği kar
oranına ulaşamayan işveren sonuçta, işletmesini kapatmak zorunda
kalmaktadır (Selçuk, 1999:169).
İkinci olarak ise, örgütlenmeye negatif etki yapan yasal engeller
çeşitlilik arz eder. Bu engellerden biri, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. Maddesi
ve 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununu 2. Maddesine göre; “Üç kişinin
çalıştığı işyerlerinde” İş Kanunun hükümlerinin uygulanmamasıdır. Oysa bu
işletmelerin İş Kanunu kapsamı dışında bırakılmaları, sendikalaşmaları
açısından olduğu kadar, çalışma yaşamını da olumsuz etkileyen bir etmendir.
Gerçekten, devletin küçük işletmeleri İş Kanunları’ndan muaf tutarak
buradaki istihdamı düzenlemekten kaçındığı gözlemlenebilir. Türkiye’deki
küçük işletmelerde sendikalaşmanın önündeki bir başka engel ise; toplu
sözleşme yetkisi için sendikaya istihdamda çalışanların en az %10’unu ve
işletmede çalışanların yarıdan bir fazlasını üye yapma zorunluluğu getiren
barajdır (Ekin, 1993:27).
1.1.23.4 Eğitim ve Mesleki Eğitimle İlgili Sorunlar
a) Gelişmekte Olan Ülkelerde Eğitimle İlgi Sorunlar
Çok küçük ve küçük işletmelerde, geleneksel çıraklık çalışanlar için
oldukça önemli bir deneyim ve öğrenme şekli olarak tanımlanmaktadır. Aynı
zamanda da, işçiler bu kademeden geçerek, kendi işyerlerini açmada ilk
adımı atmış olmaktadırlar (ILO, 2002:102). Bu ortamda, ustanın becerileri
çırağa aktarıldığından, eğitimin kalitesi tamamen, ustanın becerisine bağlıdır.
Enformel sektör heterojendir, çünkü eğitim ihtiyaçları bu alanda
farklılaşmaktadır. Özetle bu sektörde, yaşam boyunca öğrenilenler oldukça
önemlidir ve bu eğitimin objektif bir eğitim olmadığı rahatlıkla ifade edilebilir
(ILO, 2002:101; ILO, 1991:30).
b) Türkiye’deki Durum
Türkiye’de imalat sektöründeki küçük işletmelerde, çıraklık, ustalık,
ustabaşılık, teknisyenlik, mühendislik gibi farklı istihdam kategorileri
bulunmaktadır. Resmi uygulamalar ne olursa olsun, işletmelerdeki
uygulamalarda, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa, ustalıktan
ustabaşılığa terfide kullanılan kriterlerin net ve objektif olmadığı tespit
edilmiştir. Kıdem, sadakat, işe sahip çıkma, öğrenme, beceriklilik, akraba
yanında yetiştirme, işyeri sahibinin yokluğunda işi çekip çevirme, işyeri
sahibinin sözünü dinleme gibi ölçülmesi son derece zor kriterlere ve daha çok
işyeri sahibinin subjektif ölçülerine göre yükseltme yapılmaktadır. Yani çizilen
bu tablo karşısında, eğitim gibi objektif değerlendirmeler kullanılarak terfi ve
yükseltmenin yapılmadığı rahatlıkla gözlemlenebilir (Türkel, 1999:39).
Küçük işletmelerde işgücü hareketleri gözden geçirildiğinde, bunun
küçük işletmelerden orta işletmelere, orta işletmelerden ise büyük işletmelere
doğru bir akış içinde olduğu görülebilir. Bundan dolayıdır ki; küçük
işletmelerde vasıflı işgücü konusunda sıkıntı yaşanmaktadır. Küçük
işletmelerde alınan siparişlere göre farklı işler yapma mecburiyeti
olduğundan, çok yönlü vasıflara sahip elemanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
işletmelerde ise genelde, düz ya da az vasıflı işgücü istihdam edildiği ve
işgücünün önemli bir kısmının ilkokul ve ortaokul mezunu olduğu
gözlemlenebilir (Türkel, 1999:37). Ülkemizde vasıflı eleman açığı, çırak-kalfa-
usta üçlüsünden, yüksek okul mezunlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsar.
Küçük işletmelerde bu sayılanlardan başka, vasıflı girişimci açığı da dikkat
çekmektedir (Savaşır, 1999:284).
Eğitim, bu işletmeler için, altından kalkınması zor bir maliyet unsuru
olarak algılanmakta ve buna bağlı olarak da profesyonel ve uzman
eğitimcilerden yararlanılmamaktadır. İş dışında eğitim imkanları ücretsiz
sağlanmış olsa bile eğitime harcanan zaman iş gücü kaybı olarak
değerlendirilmektedir. Küçük ve çok küçük işletmelerin yarısından fazlası
çalışanı için planlı bir eğitim faaliyeti yürütmemektedir ve genelde uygulanan
eğitim, iş başında eğitim şeklinde olmaktadır. Dışardan satın alınan eğitim
ise, yok denecek kadar azdır. Küçük ve çok küçük işletmelerde eğitim, belirli
bir aracın kullanılmasının öğrenilmesi ve bu konuda elde edilen becerinin iş-
başında pekiştirilerek kullanılması biçiminde algılanmaktadır. Bu anlayışa
göre verilen eğitim genellikle işletme sahiplerinin bizzat kendisi veya onun
belirlediği deneyimli ustalar tarafından verilmektedir. (Türkel, 1999:48)
Bu durum Savaşır tarafından küçük işletmelerin personel
istihdamında, okul eğitiminden çok piyasa eğitimine ağırlık verdikleri şeklinde
yorumlanmıştır. Personel seçiminde, işletmelerin %80’i piyasa eğitimi ve
tecrübesine öncelik verirken, %20’si okul eğitimini tercih ettiğini de eklemiştir.
Bu durum, eğitim birimleriyle üretim birimleri arasındaki kopukluğu ve arz ile
talebin vasıf ihtiyacı açısından uyumlu olmadığını göstermektedir (Savaşır,
1999:288).
Mesleki ve teknik okulların eksikliklerini gidermek amacıyla çıkarılan
Çıraklık ve Meslek Eğitim Kanunu’nun, küçük işletmelerin çırak ve kalfa
ihtiyaçlarını büyük bir ölçüde karşılayacağı düşünülmüştür. Fakat, bu durum
beklenen gibi olmamış ve bundan dolayı, enformel çıraklık kavramı ön plana
çıkmıştır. Bu statü şekline özellikle imalat sektöründeki küçük işletmelerde
yaygınlıkla rastlanmaktadır.
1.1.23.5 Ücretle İlgili Sorunlar
a) Gelişmekte Olan Ülkelerde Ücretle İlgili Genel Sorunlar
Büyük ve küçük ölçekli işletmeler ücret ve ücret dışı ödemeler
açısından karşılaştırıldığında karşımıza küçük işletmelerin formel
düzenlemelerden kaçma eğilimleri yüzünden açık bir orantısızlık çıkmaktadır.
Küçük işletmelerde ödenen ücretler genelde asgari ücret olmasa dahi asgari
ücret gibi gösterilmektedir ve ücret dışı ödemelerden ise, maliyet nedeniyle
kaçınılmaktadır. Burada ücret dışı ödemelerle ikramiye, yol parası, yemek
gibi ödemelere atıf yapılmaktadır.
Küçük işletmelerde ücret skalasının ülkelere, işletmenin büyüklüğüne,
bulunduğu sektöre göre farklılıklar gösterdiği bilinmektedir (Aldemir; Ataol,
1986:179). Küçük işletmelerde istihdam edilen işçilerin ücretleri, diğer
ölçekteki işletmelere oranla daha düşüktür. Büyük işletmeler, sahip oldukları
üretim, pazarlama, finansman, teknoloji gibi konulardaki avantajlarını
verimlilik ve karlılığı artırmak yönünde kullanmakta ve bunun da bir kısmını
işçilere yönelterek yüksek ücret ödemektedirler. Büyük işletmelerde, sigorta,
konut gibi kurumsal yardımlaşmalar daha yaygındır. Küçük işletmelerde
ücretlerin düşük olmasının nedenlerinden biri de, sendikalaşmanın bu
işletmelerde yaygın olmaması ve ücret konusunda çalışanların pazarlık
gücüne sahip olmamasıdır. Özetle; örgütlenmenin olmadığı bu işletmelerde,
vasıf düşüklüğü ve işçi devrinin yüksekliği nedeniyle, ücretler asgari ücretin
biraz üzerinde seyretmektedir (Ekin, 1993:60).
b) Türkiye’deki Durum
Türkiye’de imalat sanayiinde küçük ölçekli işletmelerde ücretler, büyük
ölçekli işletmelere kıyasla oldukça düşüktür. Bu durum Köse, Öncü, Kişoğlu
ve Çakar’ın TMMOB için yaptığı “Anadolu Sanayisi” raporunun Denizli,
Gaziantep, Konya ve Edirne’yi ele alan araştırmasında şöyle ifade edilmiştir;
“Hemen her işletme ölçeğindeki reel ücretlerin, daha büyük ölçekteki ücret
düzeyiyle karşılaştırıldığında daha düşük olduğu gözlemlenmiştir. Başka bir
deyişle, işletme ölçeği arttıkça reel ücret düzeyi de artmıştır. Bu açıdan,
küçük işletmelerde ki ortalama reel ücret düzeyinin, büyük işletmelerdekinin
yaklaşık %20’si düzeyinde olduğu, 1980 ve 1994 yılı kıyaslandığında bu
göreli farkın korunduğu ortaya çıkmıştır” (Köse; Öncü; 1998:134-158).
Ücret genelde işverenler tarafından kesinti yapılması en kolay olan
maliyet unsuru olarak görülmektedir; fakat bu durumun emek yoğun olan
küçük ölçekli işletmelerde rekabet avantajı sağlamada başlıca araç
olmasından dolayı daha ön plana çıktığı gözlemlenebilir. Ücret, işçi kesimi
için net ücret olarak algılanırken, işveren açısından ise işgücü maliyetini
oluşturan tüm ayni ve nakdi ödemeler anlamına gelmektedir. Türkiye’de
işverenler çalışma karşılığı olmaksızın yapılan ödemelerin işgücü maliyetinin
yaklaşık 2/3’üne karşılık geldiğini savunmaktadırlar. Aynı durum asgari ücret
için de geçerlidir. Asgari ücret üzerindeki vergi yükü ve büyük miktarlardaki
sigorta ödemeleri ücreti olumsuz etkilemektedir. Ücret üzerindeki bu maliyet
yükü, işçilerin kaçak çalıştırılmasına ve bordrolarda ücretlerin düşük
gösterilmesine neden olmaktadır (Yüksel, 1995:49). Ücretlerden oluşan
işgücü maliyeleri konusunda hem işçi hem de işveren tarafının farklı görüşleri
vardır. Fakat her iki kesimde bu maliyetin çok yüksek olduğu konusunda
birleşmektedirler.
1.1.24 Gelişmekte Olan Ülkelerde Küçük İşletmelerin İstihdam Yapısının Yarattığı Sosyal Politika Sorunlarıyla İlgili Öneriler
Gelişmekte olan ülkelerde küçük işletmelerin istihdam yapısının
yarattığı sosyal politika sorunları incelendikten sonra bu sorunlarla ilgili
geliştirilen çözüm önerilerine yer verilmiştir. Dördüncü bölümde yer alan
öneriler ise; gelişmekte olan ülkelerde uygulanabilecek en etkili sosyal
korumacı politikalar olarak düşünülmüş ve eleştirel bir bakış açısıyla
incelenmiştir.
1.1.24.1 Sosyal Güvenlikle İlgili Öneriler
Enformel sektörde sosyal güvenlik, hem insan hakları standartlarını
hem de işgücünün üretkenliğini artıracağı için göz önünde tutulması gereken
önemli bir kavramdır. Sosyal güvenliğin küçük işletmelerde yaygınlaştırılması
için şunlar önerilmektedir:
a) Gelişmekte olan ülkelerde sosyal güvenlik sistemi, tümüyle formel
sektöre yönelik olarak düzenlenmiştir. Bu açıdan, enformel sektörün özgül
durumu dikkate alınarak, bağımsız ve iyi tasarlanmış yeni bir sosyal güvenlik
sistemine gereksinim vardır. Bu sistemde, esnek politikalarla farklı işçilere
farklı sosyal güvenlik politikaları uygulanması tasarlanmalı ve sosyal
güvenliğin tüm taraflarının sosyal güvenliğe entegre edilmesine çalışılmalıdır
(Ginkeen, 1996:12). Gelişmekte olan ülkeler için, bu ifade edilenlerin
uygulanmasına, aile işçiliği, yevmiyeli ve geçici işçilik gibi enformel
faaliyetlerden düzenli gelir elde edenlerin, formel sosyal güvenlik
kurumlarının dışında tutulması sorununun göz önüne alınması ve bu özel
grupları kapsayıcı programlar uygulanmasıyla başlanabilir.
b) Genel olarak enformel sektörün, özel olarak ise küçük
işletmelerdeki çalışma ilişkilerinin şimdiye kadar ihmal edilmesinde büyük rol
oynayan hükümetlerin, sivil toplum örgütlerinin, kooperatiflerin, sendikaların,
işveren örgütlerinin, özel fonların ve uluslararası kuruluşların artık dikkatlerini
bu konuya yoğunlaştırmaları gerekmektedir. Özellikle enformel sektörün
desteklenmesi ve formelleştirilmesinde en büyük rolü hükümetler
oynayacaktır. Hükümetler, kalkınma planları ve diğer politikalarının enformel
sektörde sosyal korumayı sağlayacak şekilde bir içeriğe sahip olmalarını
temin etmelidirler. Hatta bu konuyla ilgili, daha aktif destekleme politikaları
uygulamalıdırlar (ILO, 1991:17). Bu tür aktif destekleme politikaları ikiye
ayrılabilir; bunlardan ilki, enformel sektörde sosyal güvenlik sisteminin
finansmanın çalışanların gönüllü katkıları yani mikro sigorta kurumları
tarafından karşılanmasıdır. Burada mevcut sistemin dışında kalanlar
örneğin, ev eksenli işçiler için mikro sigorta uygulamaları incelenebilir. Bu
süreçte, devlet, sosyal güvenliğin mikro sigorta kurumları tarafından
sağlanmasını teşvik etmeli; sonraki aşamada ise, bu kurumların faaliyetleri ve
dolayısıyla üyeleri kayıt altına alınmalıdır. İkincisi ise, enformel sektörde
sosyal güvenlik sisteminin finansmanının devletin desteklediği fonlarla
gerçekleştirilmesidir. Bu yöntemde ise devlet sanayi sektörü içinden pilot
sanayiler seçmeli ve bu sanayilerin çıktıları üzerine vergi koyarak ulusal
düzeyde bir fon oluşturmalıdır. Bu seçilen pilot sektörde oluşturulan fonlarla
çalışanlara sosyal güvenlik sağlanabilir (Ginkeen, 1996:8; ILO:2002:61;
Güzel; Okur, 1996; aktaran; Lordoğlu; Özar, 1998:20).
c) Bir çok gelişmekte olan ülkede sosyal yardım programları
uygulanmaktadır. Bu programlar, sosyal sigortalarca korunmayan herhangi
bir sosyal politika veya istihdam politikasının ulaşmadığı insanları kapsamayı
amaçlamaktadır. Sosyal yardım programlarının karşılaştığı başlıca sorun,
karmaşık yönetim maliyetleridir. Bu durum karşısında önerilecek başlıca
çözüm fazla maliyetli olmayan kategori bazlı yardımlardır, eğer insanların
kategori edilmesi dar bir kapsamda tutulursa bu gerçekleştirilebilir. Örneğin,
katılımsız bir nakit transferi olan yaşlılık aylığı programıyla emeklilikleri için
birikim yapmamış yaşlı enformel sektör işçileri desteklenebilir (ILO, 2002:64).
d) Sosyal güvenlik kurumlarının özellikle finansal ve yönetimsel olarak
kapasitesi kuvvetlendirilmelidir.
e) Enformel sektörün formelleşmesine katkıda bulunabilecek en
önemli husus olarak ise; sosyal sigorta sisteminde uygulanan prim oranlarını
düşürülmesi, primlere devletin katkısının sağlanması ve devletle olan
ilişkilerinde bürokratik engellerin asgari düzeye indirilmesi gösterilebilir.
Sonuç itibariyle, bu öneriler uygulandığında formel sosyal güvenlik
sisteminin, daha küçük işletmelere yayılacağı ve böylece küçük işletme
sahibi işveren ve işçisinin kayıt altına alınarak kurallara uyumlarının
sağlanabileceğine inanılmaktadır.
1.1.24.2 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğiyle İlgili Öneriler
İşletmelerin, işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda
bilgilendirilmeleriyle basit fakat pahalı olmayan sağlık ve güvenliği arttırıcı
önlemler alınarak risklerle karşılaşma oranları azaltılabilir. Çalışma ortamı
geliştirildiğinde işçilerin verimliliğinin de arttığı gözlemlenmiştir 10İşçi sağlığı
ve iş güvenliği konusunda eğitim en önemli faktörlerden biridir. Uygulanacak
çeşitli eğitim teknikleriyle ve düşük maliyetli önlemlerle kazalar önlenebilir.
Eğitim, enformel sektörde çalışma pratiklerinin geliştirilmesi ve bunların
farkına varılmasında başlıca araç olarak kullanılmaktadır. (ILO, 1991:41)
Güvenlik ve sağlık sorunlarının çözülmesinde ve özellikle kötü ve zayıf
koşullarda iş müfettişliğinin önemli rolü tekrar ön plana çıkmaktadır. Cezalar
caydırıcı nitelikte olmalı ve işçilerin verimliliklerini artırıcı, sağlık ve güvenlik
koşullarını geliştirici düzeyde olmalıdır. Burada iş müfettişleri ve özellikle de
sağlık müfettişlerine büyük rol düşmektedir (ILO, 2002:66) Enformel ekonomi
ulusal kayıtlara geçmediği için devlet, bu sektörle ilgili yeterli bilgi düzeyine
sahip değildir. Bunun için, enformel sektörde meydana gelen kazaların ve
hastalıkların tehlikeli koşullardan kaynaklandığını gösterebilecek istatistiki
çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda, ulusal ve yerel otoritelerin enformel
ekonomide sağlık ve güvenlik açısından karşılaşılan sorunlar hakkında yeterli
bilgiye sahip olmaları sağlanmalıdır (ILO, 2002:66).
1.1.24.3 Sendikalaşmayla İlgili Öneriler
Hem işçi hem de işveren organizasyonları kendi yapılarını,
politikalarını, örgütlenme stratejilerini ve enformel ekonomiyi ilgilendiren
10 Örneğin, Tanzanya Cumhuriyeti’nde çaydanlık yapan bir küçük firmaya, 100
dolarlık bir yatırımla havalandırma takılmış ve daha büyük pencereler yapılmıştır. Sonuçta,
çalışma koşulları iyileşen işçiler günde 450 çaydanlık yaparken bu sayı, günde 660
çaydanlığa çıkmıştır. Böylece günlük karları 200 doların üstüne çıkmıştır
(ILO,1999,http://www.ilo.org/public/english/employment/ent/sed/pub1/wp4. htm. ).
temsili yapıyı gözden geçirmeli ve yeniden düşünmelidirler. Sendikaların
enformel işçilere ulaşmada yenilikçi stratejilere ihtiyaçları vardır. Enformel
sektörde çalışan işçiler için sendikalar özel hizmetler sağlamalıdırlar; bu
durumda özellikle mevcut sendikalara önemli bir rol düşmektedir.
Sendikaların, böyle işçiler için politika değişikliklerine ve kaynak
toplanmasına ihtiyacı vardır (ILO, 2002:83).
1.1.24.4 Eğitimle İlgili Öneriler
Küçük işletmelerde, işgücünün enformellikten çıkış yolu olarak eğitim
gösterilebilir. Bunun için de, işgücüne yatırım yapılmalı ve istihdam
edilebilirlikleri artırılmalıdır. Bu çalışanlar için, mesleki eğitimin yanısıra temel
eğitimin başlıca fonksiyonu ise enformel ekonomide daha fazla mobilite ve
yüksek gelir sağlamasıdır. Enformel sektörde çalışan işçilerin formel
eğitimden daha fazla yararlanabilmeleri için, formel eğitim sektöründe
uygulanan metotlar gözden geçirilmeli ve burada enformel sektördeki işçiler
ve işletmeleri hedefleyen özel kurslar verilmelidir. Bu tip eğitim metodlarının
tanıtılması ise, ayrı bir ihtiyaç olarak ön plana çıkmaktadır (ILO, 2002:103).
Küçük işletmelerde yeni teknolojilerin öğrenilmesi, burada çalışanların
vasıflarının geliştirilmesi için çalışanlara yönetim, beceri, sağlık ve güvenlik
konusunda eğitimler verilmelidir. Ayrıca, küçük işletmelerde enformel çıraklık
hükümet, özel sektör ve sivil toplum bazlı bir eğitimle desteklenmelidir.
Formel çıraklığa girişi teşvik edici daha çok öğenin bulunması sağlanmalıdır
(ILO, 1991:31; ILO, 2002:103).
1.1.24.5 Ücretle İlgili Öneriler
Ücret üzerindeki mali yüklerin hafifletilmesi ve kayıtdışılığın
önlenmesinde gelir vergisi ve sosyal sigorta primleri üzerine odaklanılmalıdır.
Ücret üzerindeki sosyal sigortalar primi temelli yüklerin ve bundan dolayı
ortaya çıkan kaçakların azaltılması için başlıca çözüm devletin bu primlere
katkısının sağlanmasıdır. Böylece işverenler üzerindeki yükler hafifleyebilir.
Ayrıca, ücretin bordro üzerinde gerçek rakamda gösterilip gösterilmediğine
ilişkin denetimler artırılmalıdır.
1.1.25 Türkiye’deki Küçük işletmelerin İstihdam Yapısının Yarattığı Sosyal Politika Sorunlarına İlişkin Alan Araştırması11
Türkiye’de küçük işletmelerin istihdam yapısının yarattığı sorunlar
genellikle, enformel istihdamdan kaynaklanmaktadır. Bu durumun
uygulamadaki işleyişini gözlemleyerek daha realist sosyal korumacı
politikaların önerilebileceği düşünüldüğünden, OSTİM’de imalat sanayiinde
faaliyet gösteren küçük işletmeler üzerine bir alan araştırması yapılmıştır. Bu
alan araştırması imalat sektöründe faaliyet gösteren 5 küçük işletmeyi ve
onların çalışanları kapsamaktadır. Görüldüğü üzere araştırmanın kapsamı
oldukça dardır. Bu araştırmanın her ne kadar genelle ilişkin sağlıklı bir bilgi
vermeyeceği tahmin edilse de, uygulamadaki duruma ışık tutabileceği
düşünülmüştür.
İncelenen küçük işletmeler, gelişmekte olan ülkelerdeki geleneksel
sektörü yansıtan tipik örneklerdir. Bu birimlerde çalışanların gelir düzeyleri
oldukça düşüktür. Çalışma koşulları ise yeterince önlem alınmadığı ve özen
gösterilmediği için sağlıksız ve tehlikelidir. Bu ortamda çalışanlar, çeşitli iş
kazalarına ve meslek hastalıklarına maruz kalabilmektedirler. Çalışanlar
gerek çalışma ilişkilerinin düzenlemesinde, gerekse sosyal koruma
konusunda yetersiz bir bilgilenme düzeyine sahiptirler. Örgütlenme konusuna
ve sendikalara oldukça soğuk bakmakta ya da kendilerinin ulaşamayacakları
araçlar olarak görmektedirler. İşverenlerin çoğu, çıraklıktan yetişerek usta
olmuş ve daha sonra da belli bir sermaye elde ettikten sonra, kendi küçük
işletmelerini açmışlardır. Aslında bir katılımcı işverenin de söylediği gibi,
çıraklıktan yetişerek geldiklerinden yanlarında çalışan işçilerin ne gibi
11 Bu alan araştırmasına ilişkin görüşme soruları ek-1’de; görüşülen kişilere ait
bilgiler ve görüşme sonuçları ise ek-2’de yer almaktadır.
zorluklar çektiklerini, en iyi onların anlamaları gerektiği halde, uygulamada bu
genelde böyle olmamakta; gerek vergi yükü, gerekse sosyal sigorta
primlerinin ağırlığı bahane edilerek çalışanlar, kayıt dışı olarak kötü
koşullarda çalıştırılmaktadır. Bu konuda hem devlete hem de dayanışma
eksikliği olan işverenlere büyük görevler düşmektedir.
Bu alan araştırması, küçük işletmelerde çalışma ilişkilerinin sorunlu bir
hal almasının başlıca sebebinin, kayıtdışı istihdam olduğunu göz önüne
sermek için yapılmıştır. Yapılan görüşmelerde, kayıt dışı işçi çalıştıran hiçbir
işveren, “Ben bu işçiyi kayıt dışı çalıştırıyorum, hatalıyım” diye itiraf
etmemektedir. Bu durum, işverenin çelişkili açıklamalarından ya da işçilerin
dolaylı ifadelerinden tespit edilebilmektedir. Örneğin, bir katılımcı yanında,
sigortasız işçi çalıştırmadığını söylediği halde, işçilerle yapılan mülakatlarda
kaçak olarak çalıştıkları saptanmıştır. Karşılaşılan farklı ve genelde
rastlanmayan bir durum ise, katılımcı bir işverenin işçisini kısa bir süre için
kaçak olarak çalıştırdığını ifade etmesi olmuştur. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYE’DE KÜÇÜK İŞLETMELERDE SOSYAL KORUMACI POLİTİKALARIN UYGULANMASI, ARAÇLARI VE ILO ÖRNEKLERİ
Küçük işletmelerde sosyal politikaların uygulanma gerekliliğinin başlıca
sebebi, enformel ilişkilerin bu birimler içindeki varlığıdır. Bu yüzden de
enformel sektöre uygulanan ve önerilen sosyal politikalarla küçük
işletmelerdeki çalışma ilişkilerine uygulanacak sosyal politikaların amaçları
çakışmaktadır.
ILO’nun enformel sektörde durum tanımlaması yapan, enformel
sektörün desteklenmesini ya da bu sektördeki ikileme yönelik çözümler
üretilmesini savunan raporları mevcuttur. Bu raporlarda esas olarak,
sektördeki ikilemin tanımlamasından yola çıkılarak, sektörün verimliliği ve
sosyal korumanın arttırılarak formelleştirilmesine yönelik projeler “insana
yakışır iş hedefi” başlığıyla, sektörün tümüne hitap edecek şekilde
geliştirilmiştir. Halbuki bizim konumuz bu bütün içinde küçük ve belki de en
önemli halka olan küçük işletmelerdir. Yani bu çalışmanın anahtar noktası,
küçük işletmelerdeki enformel istihdamın formelleşmesi ya da formel sektörle
bütünleşmesini sağlayıcı sosyal politikaların uygulanabilirliğini ve başarısını
araştırmaktır.
ILO tarafından yaptırılan bir çalışmada da belirtildiği gibi, enformel
sektöre ilişkin politikalar geliştirilirken, mutlaka istihdam statüleri açısından
farklı etkilerin ortaya çıkacağı göz önünde bulundurulmalı ve işçilerin
çalıştıkları endüstri veya sektöre göre bir sınıflandırma yapılmalıdır (Chen,
v.d, 2001). Bu noktada karşımıza bunların yanı sıra önemli olan diğer yan
araçlar ve politikalar olduğunu da belirtilmek kaydıyla iki temel ve etkin araç
çıkmaktadır.
Bunlar;
- Küçük işletmelerde çalışma yaşamıyla ilgili yasal ve düzenleyici
çerçevenin oluşturulması,
- Küçük işletmelerde ve enformel sektörde kendi kendine yardım
örgütleri; kooperatifler, sivil toplum örgütleri, sendikalar yoluyla sektörün ana
sorunlarına çözüm aranmasıdır.
Diğer araçlar ise; enformel sektörde istatistiklerin yaygınlaştırılması,
genelde büyük işletmelere yönelik olan finansal hizmet, beceri eğitimi ve
teknoloji eğitiminin bu işletmeler için de geliştirilmesi, ulusal düzeyde işsizlik
ve enflasyona ilişkin makro ekonomik politikaların uygulanmasıdır. Burada
Tolentino (1995) küçük işletmelere etki eden politikaları şöyle ifade
etmektedir: bütün kalkınma politikaları, ticaret politikaları, para ve kredi
politikaları, mali politikalar, çalışma ilişkilerine ilişkin politikalar, ücret
politikası, çalışma kanunları, vasıf eğitim sistemi; düzenleyici ve denetleyici
politikaları eğitim ve öğrenim politikaları teknoloji politikaları (Tolentino,
1995). Görüldüğü üzere tüm politikaların küçük işletmeler açısından sonuçları
vardır. Bu çalışmada esas olarak çalışma yaşamıyla ilgili politikalar üzerinde
durulacaktır.
Küçük İşletmelerde Çalışma Yaşamıyla İlgili Yasal ve
Düzenleyici Çerçevenin Oluşturulması
Enformel sektör ulusal ekonomiyle bütünleştirildiğinde yani bu sektör
tanındığında ve kurumsal politik düzenleyici yapı içine alındığında; enformel
istihdam da yasal bir sorun olmaktan çıkar. Enformel sektörün ekonominin
tümüyle bütünleşmesi ancak, modern sektörde de aynı düşünceler ve
düzenlemelerin uygulanmasıyla gerçekleşebilir. Aslında bu sektörde
kanunlar, düzenlemeler ve kurumsal yapı yararlı olması için tasarlanmış olsa
da, sorunun bir kısmı modern sektör olarak nitelendirilen sektörde
bulunmaktadır Fakat aynı zamanda, bu yapılar enformel sektör için
ulaşılması imkansız ya da zararlı bir durum halini almaktadır (ILO, 1991:20).
Modern sektörde var olan bürokrasi ve hantal kurallar daha anlaşılabilir hale
getirilebilir. Enformel sektörün böylece daha kolay ulaşılabilecek bir mekan
olmaktan çıkması sağlanabilir (ILO, 1991:39).
Enformel sektörde korumanın arttırılması için, hukukun yararlarının
anlaşılması sağlanmalı ve bu yapının baskıcı, zorlayıcı görünümünün
değiştirilerek basitleştirilmesi gerekmektedir. Çünkü iş yaşamında ancak
basitleştirilmiş kurallar ve prosedürler sayesinde, maliyetler düşebilir (ILO,
2002 :6). Bu açıdan değerlendirildiğinde, işgücünün maliyetinde etkili olan
temel faktörler, iş kanunları, kamu sektörü ücretleri, ücret kanunu, sosyal
güvenlik kanunları ve gelir vergisidir (Tolentino, 1995:15). Diğer bir faktör ise;
iyi yönetim anlayışının geliştirilmesidir. Çünkü enformel sektörde çalışan
işçiler ile bu sektörde bulunan işletmeler genelde, rüşvet ve bürokratik
prosedürlerin karmaşıklığıyla karşılaşmaktadırlar. Bu sebeplerden dolayı da,
doğrudan vergi ve sosyal sigorta primlerini ödemekten kaçınmaktadırlar (ILO,
2002:7).
Küçük işletmelerin yasallaşma sürecine girmeleri sonucu ortaya iki tip
maliyet çıkmaktadır. Bunlar;
- İşletmelerin kurulması ve işlemesine ilişkin düzenlemeler
-İşgücü maliyetleri ve işçilerin haklarının korunmasına ilişkin
düzenlemelerden kaynaklanan maliyetlerdir. Bu iki etkenin yarattığı
maliyetlerle işletmelerin ve işçilerin tamamen ya da kısmen kayıtdışına doğru
kaydığı rahatlıkla gözlemlenebilir.
1.1.26 İşletmelerin Kurulması ve İşlemesine İlişkin Düzenlemeler
Yasal işletmelerin kurulmasında farklı ülkelerin yasalarının değişik
kademeler içerdiği görülmektedir. Ülkeler arasında prosedürlerin
karmaşıklığı, denetim elemanlarının etkinliği ve düzenlemelerin mikro
işletmeler tarafından benimsenmesi açısından farklılıklar mevcuttur. Örneğin,
Bolivya’da, işletmelerin kayıt altına girerken 5 farklı aşamadan geçmeleri
gerekmektedir. Bu sayı Ekvator’da 59, Guatemala’da ise 37’dir. Bir çok
ülkede ise bu rakam 20 ve 30 arasındadır (Maldonado, 1995:6). Latin
Amerika ülkelerinde ise bir işletmenin kurulması, 15 ile 525 çalışma günü
almakta ve bunun maliyeti, yıllık karın %0.3 ve %160’ı arasında
değişmektedir (ILO, 2002:106).
Enformel işletmeler üretim faaliyetlerinde cezalardan sakınmaya
çalışırlar, çünkü bu cezalar toplam gelirlerinin %10-15’i arasındadır
(Maldanodo, 1995:5). Yasallaşmanın sağladığı avantajlardan biri de ceza
oranların çok düşük olmasıdır. Mesela, Orta Afrika Cumhuriyetinde araştırma
yapılan modern işletmelerin %50’si hiç ceza almamış, % 78’si daha hiç
kapatılmamış, %46’ sı tehdit edilmemiştir.
Küçük işletmeler yasal biçimde kurulma ve işleme safhalarında,
zaman ve maliyet engelleriyle karşılaştıklarından, yani kayıt altına alınmanın
maliyeti, az kaynak ve çok az karla işleyen bu işletmeler için başa çıkılmaz
bir engel haline geldiğinden enformel sektöre kaydıkları gözlemlenmektedir
(Maldanodo,1995:4). Özetle, yasaların karmaşıklığı ve uygulanmasındaki
zorluklar ortadan kaldırıldığında, enformelleşme eğilimi zayıflayacaktır.
1.1.27 İşgücü Maliyetleri ve İşçilerin Haklarının Korunmasına İlişkin Düzenlemeler
İş kanunları, kamu sektörü ücretleri, ücret kanunları, sosyal güvenlik
kanunları ve gelir vergisinden kaynaklanan yasal maliyetlerin yüksekliği
yatırım yapılmasını engellemekte ve işletmelerin enformelleşmesine neden
olmaktadır. Maldonado’un makalesinde belirtilen bir araştırmaya göre, vergi
maliyetleri yasal maliyetlerin sadece %5-22’si arasında hesaplanırken; işgücü
maliyetleri ve yönetimsel maliyetler yasal maliyetlerin %73’üdür (Maldanado,
1995:4). Yaratılan her artı 100 dolarda, işletmeler 77 doları yasal maliyetlere
harcamakta, maliyetlerden sonra, bunun sadece 23 doları
kullanılabilmektedir. Maliyetlerin ise sadece 17.6 doları vergi ödemelerine
gitmektedir. Yani, vergi yükümlülüklerinden kaynaklanan maliyetler buradaki
en önemli etken değildir. Bundan dolayı da, mali politikalar formel ya da
enformel sektördeki işletmeler arasında yapılacak bir seçimde tek belirleyici
değildir. Burada, iş kanunlarına uyma maliyetin ana noktasını oluşturmaktadır
(Maldanodo, 1995.5-7).
Gerçekten yasallığın maliyeti yüzünden, küçük işletmelerin sadece
küçük bir kısmı kendi çalışanları için sosyal güvenlik primi ödemektedirler.
İşletmeler aynı şekilde, sağlık ve güvenlik standartlarına da uymamaktadırlar
(Maldanodo, 1995:10). İşletmelerin iş kanunlarına uyumsuzluklarının başlıca
sebebi; kanunlar hakkındaki bilgisizlikleri, prosedürlerin karmaşıklığı ve
maliyetlerin yüksekliğidir.
Aryee 1996’da yaptığı çalışmasında, Manila’da düzenlemeler ve iş
hukuku uygulamalarının enformelleşmeyi teşvik ettiğini, prosedürlerin
enformelleşmeye yol açtığını belirtmiştir. İş hukukunun uygulanmasının
yaygınlaştırılması için yapılan bütün çalışmalar, işçi-işveren ilişkilerinin
açıkça tanımlanmasını gerektirmekte, bu nedenle de iş hukuku, kendi
hesabına çalışmanın ve aile işçiliğinin egemen olduğu enformel sektörün bir
çok kısmında uygulanamamaktadır.
Bu sektörde iş kanunlarının yaygınlaştırılması için şunları tavsiye
etmektedir:
- İstihdam ilişkilerinin geçici doğasının daha iyi anlaşılması,
- Aile işçiliğin rolü ve tanımının incelenmesi,
- Enformel sektörde de uygulanabilmesi için iş hukukunun yeniden
gözden geçirilmesi,
- Bu sektörde, basit kural ve düzenlemelerin uygulanması (Aryee,
1996:17).
1.1.28 Türkiye’de Küçük İşletmelerde İstihdam Edilenlere Uygulanan Yasa ve Düzenlemelerin Enformel İstihdama Etkisi
Bu bölümde Türkiye’deki küçük işletmelerde çalışanlara uygulanan
yasa ve düzenlemelerin etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için, bu
düzenlemeler ayrı ayrı incelenmiştir.
a) Gelir Vergisi Kanunu: Ücretlerin vergilendirilmesi 193 sayılı Gelir
Vergisi Kanunun 61-64. maddelerinde düzenlenmiştir. Ücretlerin
vergilendirilmesinde gerçek usulde işveren tarafından yapılan ödemeler ve
sağlanan menfaatler toplamından şahıs sigortası primleri, sendika aidatları,
özel indirim ve sakatlık indirimi gibi bazı indirimler uygulanarak gelir kaynakta
vergilendirilmektedir. Vergi oranları %16-40 arasında olup matrahın
büyüklüğüne göre değişmektedir.
b) Asgari Ücret: Bir çok küçük işletmede işçiler asgari ücretli olarak
gösterilmekte, ancak daha yüksek ücret aldıkları gözlemlenmekte, neden
olarak da işçi ve işverenin daha az vergi ve sosyal güvenlik primi ödeme
eğilimleri ifade edilmektedir.
c) Sosyal Sigortalar Sistemi ve Sosyal Yardım Ağı: Sosyal yardım ağı,
sosyal güvenlik sistemi ve sağlığa bağlı programlar Türkiye’de ücret
üzerinden alınan sosyal güvenlik primleriyle finanse edilmektedir. Yasaya
göre, sosyal güvenlik sisteminin primlerine esas oluşturan gelirin alt ve üst
limitleri vardır. İşveren ve işçi tarafından ödenen prim, kazancın alt ve üst
limitler arasında olması durumunda, kazancın %33.5’ini oluşturmaktadır. Bu
oranın %20’si emeklilik sigortası, %12’si sağlık sigortası, %1.5’i de diğer
hizmetler için kesilen prim oranlarını göstermektedir (Togan, 2001:93-97).
Ülkemiz için yeni bir uygulama olan işsizlik sigortasının finansmanı,
primler ve işsizlik sigortası fonunun değerlendirilmesiyle sağlanmaktadır.
Primler prime esas ücret üzerinden %2 sigortalı, %3 işveren ve %2 devlet
tarafından ödenmektedir. Burada, dikkat çekici bir nokta diğer sosyal sigorta
primlerinde olmayan devlet katkısının bu sigorta şeklinde olmasıdır. SSK
primleri için var olan esaslar, işsizlik sigortası için de geçerlidir. Bu kesilen
primler, işçi açısından gerçek ücretin hesabında gelir vergisi matrahından
indirilmekte ve işveren için ise gider olarak kabul edilmektedir.
d) İşgücü Mevzuatından Kaynaklanan Yükümlülükler ve Maliyetler:
4857 sayılı İş Kanunu’na göre, işverenler, işe yeni bir işçi alırken temelde
dört değişik iş sözleşmesinden birini seçerler. Bu sözleşmeler, süresiz
işlerdeki iş sözleşmesi, süreksiz (geçici) işlerdeki iş sözleşmesi, belirli ve
belirsiz süreli iş sözleşmesi, kısmi ve tam süreli iş sözleşmesi, stajyer ve
çıraklık sözleşmeleridir. Süreksiz (geçici) işçiler için yapılan sözleşmelerde
işverenin işten çıkartması daha kolaydır ve bu sözleşmelerde tazminat
verilmesine gerek yoktur. Çıraklık sözleşmesi ise, 12 ve 18 yaş arasındaki
çıraklara uygulanır. Yasa işverenin işe başladığı andan itibaren çırağa asgari
ücretin %30’undan az olmamak kaydıyla bir ödeme yapmasını gerekli kılar.
Ayrıca bu sözleşme biçimde işverene sosyal sigorta primlerini ödemesinde
önemli indirimler sağlanır (İş Kanunu,2003).
4857 sayılı İş Kanunu incelendiğinde, buradaki istisnaların da
kayıtdışını teşvik ettiği ve işletmelerin kanunda belirtilen rakamlarda işçi
çalıştırdıkları halde yükümlüklerden kaçmak ve muafiyetlerden yararlanmak
için küçüldükleri ya da görünürde küçüldükleri gözlemlenmektedir. Mesela
4857 sayılı kanunun 4. maddesine göre; esnaf ve zanaatkarların kanundaki
tanımına uygun olarak 3 kişi çalıştıran işyerleri ve aile işçileri İş Kanunu
kapsamı dışında tutulmaktadır (İş Kanunu,2003).
Türkiye’de sigorta primlerinin yüksekliği ve işe alıp çıkarmada uyulan
kurallar maliyetleri yükseltmesinden ötürü enformelliğe geçişi teşvik
etmektedir. Gerçekten istihdam üzerindeki yüklerin enformel istihdamı teşvik
ettiği bir gerçektir. Çünkü bu yükler özellikle emek yoğun olan küçük
işletmelerde istihdamı masraflı bir hale sokmaktadır. Türkiye’de ücret
pazarlığı net ücret üzerinden yapılmaktadır. Bu adet, yukarıda da bir kısmı
ifade edilmeye çalışılan yükleri işverene yüklemektedir. Bulutay bu durumla
ilgili iki karşı görüş olduğunu ifade etmiştir. Bu görüşlerden ilki, yüksek
verimliliğe sahip büyük firmaların, bu katkıları üstlenebildikleri, ikincisi ise,
düşük verimliliğe sahip küçük firmaların bu yükleri üstelenebilecek güçleri
olmadığından dolayı bunlardan kaçındıklarına ilişkinidir. (Bulutay, 2001:8) Bu
ifaden de anlaşılacağı üzere, Türkiye’de küçük işletmeleri kayıtdışına
yönelten temel nedenler, işgücü maliyeti ile net ücret arasındaki farkın büyük
olması ve bu işyerlerinin yeterince denetlenmemesidir. Bu birimlerde bir
iyileşme yaşanabilmesi ve formelliğe doğru bir kayış olabilmesi için, öncellikle
istihdamın üzerindeki yüklerin gerek bürokratik gerekse mali yüklerin
hafifletilmesi, sonra ise denetlemelerin arttırılması ve etkinleştirilmesi
gerekmektedir. Bu amaçla:
a) İşverenin üzerindeki prim yüklerinin hafifletilmesi için devletin de bu
primlere katılımı önerilmektedir. Örneğin ülkemiz için yeni bir uygulama olan
işsizlik sigortasında devletin prim oranlarına %2 oranında bir katılımı
mevcuttur. Devletin katılımı bu tip özel sigortalarda bir örnek olarak
kalmamalı, bütün sosyal sigorta sistemi için yaygınlaştırılmalıdır.
b) Sigorta primine esas kazanç alt sınırı ile asgari ücret eşitlenmeli, alt
sınır ile asgari ücret arasında kalan fark prim tutarının işveren üzerinde bir
yük oluşturması engellenmelidir ( Karadeniz; Sosyal, 1998:66).
c) Borçlanma kanunları sigortalılık süresinin değerlendirilmesinde ve
emekliğe hak kazanımında bir yol olmamalıdır. İsteğe bağlılık ve topluluk
sigortası gibi uygulamaların prim oranları yükseltilmeli ve zorunlu
sigortalıların isteğe bağlılıkları engellenmelidir (Karadeniz; Sosyal, 1998:66).
d) Devlet, kaçak işçi çalıştırmaya ilişkin denetimlerini artırmalı ve
kesilen cezalar caydırıcı olmalıdır. Türkiye’de iş teftişini düzenleyen 1947
sayılı ILO sözleşmesinin etkin olarak uygulanmasına bugün daha fazla
ihtiyaç duyulmaktadır. İş teftiş tüzüğü, ILO sözleşmesinin içerdiği konuları
kapsamaktadır. Ancak mevzuatın bulunması kadar uygulanması da önem
taşıyan bir konudur. (Lordoğlu, 1998:248) Teftişler sırasında kesilen ceza
oranlarının yeterince caydırıcı olmaması ve yakalanma olasılığının düşük
olmasından dolayı, işverenler hala kaçak işçi çalıştırmaya devam
etmektedirler (Tansel, 2000:127). Bunun için, kaçak işçi çalıştıran işyerlerine
idari para cezası yanında işyeri kapatma cezası da verilmelidir. Etkin bir iş
teftişi amacının gerçekleşmesi için bir başka şart da, sigorta müfettişlerinin
yeterli araç, gereç donanımlı olarak çalışmalarını sağlamaktır. Etkin bir
teftişin küçük işletmelerdeki enformel istihdamı tamamen ortadan kaldırması
beklenemez. Ancak iyileşme sağlanması için atılacak önemli adımlardan biri
olduğu da göz önünden kaçmamalıdır (Karadeniz; Sosyal, 1998:67).
Enformel Sektörde Kendi Kendine Yardım Örgütleri–Birlikleri
Enformel sektör kendi kendine yardım birlikleri yani kooperatifleşme
bağlamında değerlendirildiğinde şu tespitlere ulaşılmıştır; enformel sektör,
kentsel ve kırsal olarak ikiye ayrılır ve özellikle kentsel enformel sektör
oldukça heterojen bir yapıya sahiptir. Böyle bir ortamda sosyal güvenlik
amacını ya da başka amaçları gerçekleştirmek için birlikler kurmak oldukça
zordur. Ama mevcut formel sektör kurumları bu sektörde çalışanlara
erişemedikleri için burada çalışanlara yönelik yeni örgütlenmelere ihtiyaç
vardır. Enformel sektörde kendi hesabına çalışanlar, ücretli işçilere göre
genelde daha iyi bir gelir elde ettiklerinden dolayı kooperatifler kurma yoluyla
sosyal güvenliğe ulaşabilmektedir.
Burada, ILO’nun enformel sektör de örgütlenme açısından, kooperatif
tarzı örgütlenmeleri destekleyici projeleri ve bu proje uygulamalarının
sonuçları yol gösterici olabilir. ILO’nun bu konuda yaptığı projelerde, enformel
ekonomide gelişmekte olan organizasyonlara ve tanıtım mekanizmalarına
yardım edilmiş, mikro finans ve mikro sigorta gibi sistemler teşvik edilmiş ve
enformel ekonomik yapının geliştirilmesi için bir kurumsal yapı yaratılması
üzerine çalışılmıştır (ILO, 2002).
1991’de 78. dönem konferansında, kooperatiflerin enformel
ekonomide oldukça önemli bir rol oynadıkları belirtilmiştir. Aynı zamanda bu
konu, 2001’de 89.dönem konferansında da tartışılmış ve kooperatifler
gelişmekte olan ülkelere önerilmiştir. Kooperatifler üyeleri tarafından
desteklenen ünitelerdir. Küçük enformel organizasyonlar, enformel sektörde
kooperatifleşmenin başlangıcında doğaldır. Organizasyonların üyeleri,
faaliyetlerini demokratik yolla denetlemekte ve oluşan yararlardan üyeler eşit
bir şekilde faydalanmaktadırlar. Böyle örgütlenmeler üyelerine daha iyi bir
şekilde kredi ve teknoloji, sosyal koruma sağlayabilmek için modern sektörün
kurumsallaşmalarına girmekte, böylece de bu iki sektör arasındaki, ayrımdaki
engeller giderek ortadan kalkmaktadır (ILO, 2002:93).
Özellikle enformel sektör için, kooperatifler aracılığıyla yürütülen
sosyal güvenlik programları, gelirleriyle kendi sigortalarına yardım edebilen
enformel sektör işçilerini ve onların bağımlılarını kapsayan programlardır.
Enformel sektörde çalışanlar ve onların bağımlıları için özel olarak
tasarlanmış programlar mevcuttur (Ginkeen, 1996:5).
Enformel sosyal sigorta mekanizmalarının dayanışma esaslı olduğuna
ilişkin bir çok örnek vardır. Son yıllarda, enformel sektör işçileri çeşitli mikro
sigorta çerçeveleri kurmuşlardır. Bu programlar yereldir ve çok az üyeleri
vardır. Mikro sigorta, var olan sistem tarafından kapsanmayanlara hitap
etmektedir. İşçiler, eğer paralarının değerini ve öncelikle ihtiyaçlarını
karşılayan bir yardım alırlarsa genelde sosyal sigorta sistemine kaynak
ayırma konusunda isteklidirler. Bu gruplar aynı yörede oturanlar, aynı
meslektekiler ya da aynı cinsiyettekiler şeklinde oluşmaktadır. Mikro sigorta
sadece sağlık bakımının finansmanı içindir yani diğer sigorta kollarını
kapsamamaktadır (ILO, 2002: 62; Ginkeen, 1996:12).
Örneğin, Tanzanya Cumhuriyetinde Mwanayamala kooperatifi Dar Es
Salaam’da organize olmuştur ve yaklaşık 100 piyasa satıcısına (stand
kurarak satış yapanlara) ölüm ve sağlık yardımları sağlanmaktadır.
Hindistan’da ise SEWA enformel sektör işçilerine sosyal sigorta çerçevesinde
büyük yardımlar yapmış ve 32.000 kadın işçiyi sigorta kapsamına almıştır
(ILO, 2002: 94) Bangladeş’te ise bir mikro finansman kuruluşu olan Grameen
Bankası tarafından kırsal sağlık programı yapılmıştır. Bu programın yıllık
primi yaklaşık olarak aile başına 5 dolardır ve üyelerden sağlık merkezi için
prim alınmaktadır. Grameen Bankası üyesi olmayanlar da bu sağlık
merkezini kullanabilmektedirler. Fakat bunun için piyasa fiyatına uygun bir
ücret ödemeleri gerekmektedir. Bu program yaklaşık olarak 75000 aileyi
kapsamaktadır (Ginneken, 2000:9; aktaran, ILO, 2002:63).
ILO’nun önemli çalışmalarından biri de 1996’da kendi kendine yardım
dernekleri, kooperatifler ve sivil toplum örgütleri tarafından üretim, sosyal
koruma ve kaynakların tahsisi için sunulan, toplu bir hareketi hedefleyen
projesidir. Bu proje; Manila, Dar Es Salaam ve Bogoto’da uygulanmıştır. Bu
projenin başlıca amacı; kentsel enformel sektörde kapasite analizi yapmak ve
bu yönde politikalar oluşturmaya çalışmak; seçilen şehirlerde, kentsel
enformel sektördeki kendi kendine yardım organizasyonlarının üyeleri için
kaynak tahsisi, koruma sağlamak ve bu süreçte, kamu yetkilileri, işveren ve
işçi örgütleri, enformel sektör üreticileri arasında bir anlaşma düzeyi
sağlamaktır (Aryee, 1996:2) Projenin faaliyetleri ise şu çerçeve kapsamında
gerçekleşmiştir. İlk olarak, her üç şehirde ILO’nun sosyal partnerlerinin,
enformel sektör kendi kendine yardım örgütlerinin ve sivil toplum örgütlerinin
proje yönetim komitesine üye olmaları sağlanmıştır. Bu yönetim komitesinin,
başkanı ise çalışma bakanıdır. İkinci olarak, her bir proje şehrinde önerilen
pilot projenin tartışıldığı seminer ve atölye çalışmaları dizisi düzenlenmiştir.
Üçüncü olarak ise, yerel statüdeki danışmanlar ve sivil toplum örgütleri
tarafından proje faaliyetleri hazırlanmıştır. Projenin faaliyetleri sonucunda,
Manila’da, enformel sektöre girdi sağlayıcıları için çalışma ve istihdam
departmanlığı kurumlaşma kapasitesinin güçlendirilmesi, işlerdeki
güvencesizliğin azaltılması, sosyal koruma ve verimli kaynakların
kullanımının artmasını sağlayabilmek adına hükümet programları hazırlanmış
ve uygulamaya konmuştur (Aryee, 1996:13).
Enformel sektörde, kendi kendine yardım örgütleriyle enformellikten
formelliğe kayış olabileceğine ilişkin ILO raporları incelendiğinde çeşitli
gelişmekte olan ülkelerde bunun başarıldığı gözlemlenmiştir. Fakat, bu
durum her gelişmekte olan ülkede aynı şekilde gerçekleşmez. Örneğin,
Türkiye gibi sosyal sigorta yapısı köklü ve kuvvetli olan bir ülkede, mikro
sigorta örgütlenmelerine gitmek yerine mevcut sistemin eksiklerinin
giderilmesi ve daha da yaygınlaştırılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
SONUÇ
Bu tezde gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerde çalışma
ilişkileri ve sosyal politika sorunları incelenmiş ve gelişmiş ülkelerdeki küçük
işletmelerden farkları ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Tez açısından bu
farklardan en önemlisi, gelişmekte olan ülkelerdeki küçük işletmelerde
istihdamın bir kısmının ya da bazen tamamının enformel ilişkilere
dayanmasıdır. Burada enformel istihdam, vergiler ve sosyal sorumluklarla
ilgili yasaların ve denetimin dışında olmak anlamına gelmektedir. Bu açıdan
değerlendirildiğinde, enformel istihdam sosyal ve ekonomik güveni azaltan,
sorunlarla çevrili bir ortam yaratmaktadır.
Küçük işletmelerin istihdam yapısından kaynaklanan sosyal politika
sorunları, bu işletmelerin yapısından kaynaklanan sorunlardan sadece
birisidir ve diğer yapısal sorunlarla etkileşim içindedir. Bu çalışmada, sosyal
politika sorunlarını çözmeye yönelik çeşitli sosyal korumacı politika önerileri
incelenmiştir. Bunlar genel olarak, küçük işletmelerde çalışma yaşamıyla
ilgili, yasal ve düzenleyici çerçeve sonucu ortaya çıkan maliyetlerin
azaltılması ve kendi kendine yardım örgütleri yoluyla sektörün ana
sorunlarına çözüm arayışlarına ilişkindir.
Küçük işletmelerde çalışanların karşısına çıkan en büyük ve ilk
çözülmesi gereken sorunun, işçilerin sigortasız çalıştırılması olduğu
saptanmıştır. Bu sorunu çözmede kullanılacak en etkili çözüm önerisi; işgücü
maliyetlerinin düşürülmesi, istihdamı artırıcı teşviklerin uygulanması ve
bunlara yönelik denetimlerin artırılmasıdır. Başka bir deyişle, bu önlemler
alındığında, kaçak işçi çalıştırma kendiliğinden cazip olmaktan çıkacaktır.
Türkiye için küçük işletmelerde istihdam edilenler üzerindeki mali yüklerin
devletin sosyal güvenlik sistemine katkısıyla hafifletilmesine yönelik
faaliyetler, bu birimlerde kendi kendine yardım birlikleri kurmaya ilişkin
faaliyetlere göre daha etkili olacaktır. Bunun başlıca sebebi ise, Türkiye’de
sosyal güvenliğin kurumsal yapısının güçlü olmasıdır. Başka bir deyişle,
mevcut sosyal güvenlik kurumlarının, eksik yanlarının giderilmesiyle bu sorun
aşılabilir. Sonuç itibariyle, sosyal korumacı önerilerin istihdamın
enformellikten formelliğe geçmesine katkıda bulunacağına inanılmaktadır.
KAYNAKÇA Akşit, B., (1978),”Sanayiide, Küçük Üreticiler ve İdeoloji”, Sanayide Küçük Üretim Toplumsal ve Mekansal Boyutları, Mimarlar Odası Yayını, s:97-
139, Ankara.
Aktar, A., (1990), Kapitalizm, Az Gelişmişlik ve Türkiye’de Küçük Sanayi, Afa Yayınları, İstanbul.
Aldemir, C., Ataol,A., (1986), Personel Yönetimi, İzmir.
Alpugan, O., Demir., H.M.,Oktav., M., Üner., N., (1987), İşletme Ekonomisi ve Yönetimi, Beta Basım, Birinci Basım, İstanbul.
Alpugan, O., (1994), Küçük İşletmeler: Kavramları, Kuruluşu ve Yönetimi, Der Yayınları, Ankara.
Altuğ, O., (1994), Kayıt Dışı Ekonomi, Cem Matbaa, İstanbul.
Ansal, H., (1995), “Esneklik: Fordizmden Post Fordizme Dönüşümün
Anahtarı“, Petrol-İş 95-96 Yıllığı, s: 647-660.
Ansal, H., (1998), ”Üretim Organizasyon Biçimi Olarak Anadolu Kaplanlar ve
Dünyadaki Benzerleri“, TMMOB 97 Sanayi Kongresi, s:227-232.
Aryee, G., (1996), Promoting Productivity and Social Protection in the Urban Informal Sector, ILO, Geneva.
Atalay, N., Birbil.D, Demir,N., Yıldırım, Ş., (1998), Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Teknoloji Kullanımı, MPM Yayınları, No. 632, Ankara.
Ayata, S., (1987), Kapitalizm ve Küçük Üreticilik, Yurt Yayınları, Ankara .
Ayata, S., (1998), “Anadolu Sanayinde Toplumsal Boyut,” TMMOB 97 Sanayi Kongresi, s:222-227, Ankara.
Ayata, S., (1999), “Bir Yerel Sanayi Odağı Olarak Gaziantep’te Girişimcilik,
Sanayi Kültürü ve Dış Ekonomik Dünya ile İlişkiler “, Ekonomide Durum Dergisi, Güz-99, s: 85-113.
Bağrıaçık, A., (1989), Dışa Açılma Sürecinde KOBİ’ler, Dünya Yayınları,
No:44, İstanbul .
Bangasser, P.E., (2000), The ILO and The Informal Sector: An Institutional History Employment Paper, www.ilo.org/public/engilish/employment/start/ep 00-9.htm., güncelleme tarihi,
10.06-2003
Bannock, G., (1981), The Economics of Small Firms, Basil Blackwell
Oxford.
Baumback, M.C., (1988), How to Organize and Operate a Small Business, (8th Ed.), New Jersey .
Benton, l., (1990), Invisible Factories:The Informal Economy and Industrial Development in Spain, Suny Press, Albany. Beyazıt, M., (1995), Türkiye’de Küçük Sanayi Siteleri, Mevcut Durum, Sorunlar, Öneriler, TES-AR Yayınları, Ankara .
Bircan, İ., (1998), “Toplantı Sonuç Raporu”, Enformel Sektör ve Sosyal Güvenlik: Sorunlar ve Perspektifler, s:23-49, Fredich Eberth Vakfı Yayını,
İstanbul.
Bulutay, T., (2000), Enformal Kesim-I, DİE, Ankara.
Bulutay, T., (2000), Enformal Kesim-II, DİE, Ankara.
Bulutay, T., Dumanlı, R., (2000), “Türkiye’de Yoksulluk ve Azörgütlü Kesim”,
Enformal Kesim-II, s:1-121, DİE, Ankara.
Bulutay, T., (2000), “Türkiye’de Azörgütlü Kesim”, Bulutay T. (der.), Enformal Kesim-I, DİE, Ankara.
Bulutay, T., (2001), İşgücü Piyasası Açısından Kayıtdışı Ekonomi, DİE,
Ankara.
Bulutay, T., (2001),”Türkiye’de Kayıtdışı Ekonominin Boyutları”, İşgücü Piyasası Açısından Kayıtdışı Ekonomi, s:1-83, DİE , Ankara
Castells, M.; Portes, A., (1989) “World Underneath: The Origins, Dynamics
and Effects of the Informal Economy”, Portes, A.; Castells, M.; Benton, L.A
(ed.), The Informal Economy, The John Hopkins University Press, London.
Charmes, J., (1990), “A Critical Review Of Concepts, Definitions and Studies
in The InformaI Sector”, The Informal Sector Revised, OECD Development
Center Seminars, Paris.
Chen, M.A., Jhabvala, R., Lund, F., (2001), Supporting Informal Economy,
Paper for ILO Task Force, Geneva.
De Soto, H., (1989), The Other Path, Harper and Row, New York.
Demir, N., ve Diğerleri, (1998), İnsan Kaynakları ve Küçük Ölçekli İşletmeler, MPM Yayınları, No: 635, Ankara.
DİE Haber Bülteni, (2001), 2000 Kentsel Yerler Küçük ve Şirketleşmemiş İşyerleri (İnformal Sektör) Anketi, Sayı:B.02.1.Die.011.04/906-168.
DİE, (2002), Küçük Ölçekli İmalat Sanayi İstatistikleri Yıllığı (1-9), Ankara.
DİE, http//:www.die.gov.tr/turkish/isgucu/121102.htm, güncelleme tarihi,
15.11.2002.
Dilik, S., (1992), “Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sistemi”, Sosyal Güvenlik, Sosyal Piyasa Ekonomisinin Vazgeçilmez Bir Parçası, 8. Sosyal Piyasa Sempozyumu-10 Temmuz-1992, Konrad Adenauer Vakfı, Ankara.
DPT, (1989), Küçük Sanayi Özel İhtisas Komisyon Raporu, Yayın
No:DPT.2168-ÖİK:340 DPT Yayın ve Temsil Dairesi Başkanlığı, Ankara.
DPT, (1991), Sosyal Güvenlik ve Sağlık Hizmetlerinin Rasyonalizasyonu Özel İhtisas Komisyon Raporu,Yayın No:DPT.2274-İİK DPT Yayın ve
Temsil Dairesi Başkanlığı, Ankara.
DPT, (1995), Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), DPT Yayın ve
Temsil Dairesi Başkanlığı, Ankara.
DPT, (2000), Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005), DPT Yayın ve Temsil Dairesi Başkanlığı, Ankara.
DPT, (2000), Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Sanayi Politikaları Özel İhtisas Komisyon Raporu, DPT Yayın ve Temsil Dairesi Başkanlığı,
Ankara.
DPT, (2001), Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ,Esnaf ve Sanatkarlar Özel İhtisas Komisyon Raporu, DPT Yayın ve Temsil Dairesi Başkanlığı,
Ankara.
Ekin, N., (1993), Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de Bir İstihdam Politikası Olarak Küçük Ölçekli İşyerlerinin Teşviki, İTO Yayınları, İstanbul.
Ekin, N., (1993), Küçük İşyerlerinde Endüstri İlişkileri, Kamu-İş, Ankara.
Ekin, N., (1994), Büyüme-İhracat-İstihdam Boyutlarıyla Küçük İşyerleri ve Sosyal Koruma, İTO Yayınları No: 1994-28, İstanbul.
Ekin, N., (1995), Kayıtdışı Ekonomi, Enformel İstihdam, İTO Yayınları
No:1995-17, İstanbul.
Eraydın, A., (1998), “Ekonomik Başarının Yükünü Üstlenenler:Dış Pazarlarda
Rekabet Gücü Kazanan Konfeksiyon Sanayinde Kadın Emeği”, Özbay, F.,
(der), Kadın Emeği ve İstihdamındaki Değişmeler İçinde, s:105-146, İnsan
Kaynağını Geliştirme Vakfı, İstanbul.
Erez,Y., (1994), “Orta ve Küçük İşletmeler”, Ekonomik Forum Dergisi, TOBB, s:5.
Esin, A., (1991), XXI. Yüzyıl Ekonomilerine Doğru Bir Kalkınma Aracı, Küçük ve Orta Boy İşletmeler-AT Örneği, İKV, Yayın No.97, İstanbul.
Fadil, M.A, (1980), Informal Sector Employment in Egypt, ILO, Geneva.
Fişek, A., Özsuca,T.Ş., Şuğle M.A., (1998), Sosyal Sigortalar Kurumu Tarihi, SSK, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayını, Ankara.
Ginneken, W., (1996), Social Security for the Informal Sector: Issues,Options and Task Ahead, ILO ,Geneva.
Gökçesu, M., (1993), “Türkiye’de İşletme Türü ve Sektörel Nitelikler
Açısından Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin Profili”, TMMOB 93 Sanayi Kongresi, Ankara.
Gökdere, A., (1997), Asgari Ücretin Türk Ekonomisine Etkileri; KOBİ’ler Açısından Yaklaşım, TES-AR, Ankara .
Gupta, R.C, (1994), NGO Experience in Social Security, Friedrich Ebert-
Shift Ung, New Delhi Offıce , New Delhi.
Gücelioğlu, Ö., (1994), Küçük Ölçekli İşletmelerin KOSGEB’den Beklentileri, TES-AR Yayın No:13, Ankara.
Güldiken, N., Çağlayandereli, M., (1997), Ortakent Esnafı Üzerine Uygulamalı Bir Araştırma (Sivas Örneği), T.C Cumhuriyet Üniversitesi
Yayınları no:66, Sivas.
Güleş, H.K., (2001), “Küçük Ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmelerinde İleri İmalat
Teknolojileri Üzerine Bir Araştırma,” G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, s:59-76.
Gürol, M., (2000), Türkiye’de Kadın Girişimci ve Küçük İşletmesi, Atılım
Üniversitesi Yayınları-2, Ankara .
Güzel, A.; Okur, A.R., (1996), Sosyal Güvenlik Hukuku, Beta Yayınları,
İstanbul.
Hoseltız,B.F., (1968), The Role of Small Industry in the Process of Economic Growth, Hague,Paris.
ILO, (1991),The Dilemma of the Informal Sector, Report of the Director General ,Geneva.
ILO, (1998), R189 Fob Creation in Small and Medium–Sized Enterprises Recommendation,16.01.2002,http://www.ilo.org/public/english/employment/
ent/seed/ about/index.htm, güncelleme tarihi, 27.03.2003.
ILO, (1999), Job Quality and Small Enterprise Development, SEED
Working Paper No:4,
http://www.ilo.org/public/english/employment/ent/sed/pub1/wp4, güncelleme
tarihi, 27.03.2003.
ILO, (2002), Decent Work and the Informal Economy Report VI, Geneva.
ILO, http:// www.ilo.org/ public/english/protection/index.htm, güncelleme
tarihi, 27.05.2003.
İş Kanunu, (4857 sayılı), 2003.
Karadeniz, O., Soysal.İ., (1998), “Kayıtdışı İşçilik ve Sebepleri”, Sosyal Güvenlik Dünyası, Yıl.1 Sayı.2 ,s:54-68.
Karadeniz, O., (1999), “Türkiye’de Kayıtdışı İşçilik ve Nedenleri,” Ekonomide
Durum Dergisi, Sayı.6, Güz-99,s:245-269.
Karataş, S., (1991), Sanayileşme Sürecinde Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Veli Yayınları, İstanbul.
Kasnakoğlu, Z.,Yaylalı, Ü., (2000), “Türkiye’de Kayıtdışı Ekonominin
Boyutları”, Bulutay,T.,(der), Enformal Kesim-I, s:49-85,DİE, Ankara.
Keleş ,R., (2000), “Kent, Kentleşme Ve Enformel Kesim”, Bulutay,T., (der),
Enformal Kesim-I, s:1-23, DİE, Ankara.
Kepenek, Y., Yentürk.N., (1997), Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitapevi,
8.Baskı, İstanbul .
Kişoğlu,S., Köse, A.H., Öncü.A, Çakar., G.E., (1997), “Anadolu Sanayisi
Araştırma Raporunun Sunulması” , TMMOB 97 Sanayi Kongresi, s:1-93,
Ankara.
Konukman, A., Oyan, O., (1998), “Esnek İşgücü Piyasaları; Anadolu
Kaplanları ve Sendikalaşma,” TMMOB 97 Sanayi Kongresi, s: 232-241,
Ankara.
Köse, A., Öncü, A., (1998), “Dünya Ekonomisinde Anadolu İmalat Sanayi:
Zenginleşmenin mi Yoksa Yoksullaşmanın mı Eşiğindeyiz ?”, Toplum ve Bilim, Birikim Yayınları 77, Yaz 1998, s:134-159 .
Köse, A., Öncü, A., (2000),”İşgücü Piyasaları ve Uluslararası İşbölümünde
Uzmanlaşmanın Mekansal Boyutları:1980 Sonrası Dönemde Türkiye İmalat
Sanayii” Toplum ve Bilim, Birikim Yayınları 86, Güz 2000, s:72-89 .
Lamberte, M.; Lianto ,G.,Urberto A., (1992), Micro Impacts of Macroeconomic Adjustment Policies , MIMAP, Working Papers Series,
No:92-13, Manila.
Little, M.D., Mazumdar, D., Page, J., (1987), Small Manufacturing Enterprises a Comprative Analysis of India and Other Economies, World
Bank, Washington.
Lordoğlu, K., Özar, Ş., (1998), Enformel Sektör ve Sosyal Güvenlik: Sorunlar ve Perspektifler, Fes Yayını, İstanbul.
Lordoğlu, K., (1998),”Türkiye’de Enformel İstihdam ve Bir Boyut”, TUHİS Dergisi, s:243-248 .
Lordoğlu, K. (1999),” Enformel İstihdam ve Sosyal Güvenlik Sorunu”,
İşletme- Finans Dergisi, Şubat Sayısı,s:243-248.
Lordoğlu, K., (1999), ‘”Esnekleşme Versus Enformelleşme”, Petrol-İş Yıllığı 97-99, Sayı:58, s: 867-874, Ankara.
Lozannoi, B., (1989), The Invisible Work Force, The Free Press, Adivision
of Macmillan,Inc.New York.
Lubell, H., (1991), The Informal Sector in the 1980s and 1990s, OECD,
Paris.
Maldanodo, C., (1995), The Informal Sector:Legalization or Laissez-Faire?,
International Labour Review, Vol.134, Issue:6, s:705-724 no: 134, Geneva.
MPM, (1993), Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmelerinde Eğitim ve Danışmanlık Hizmetleri Gereksinimi, No.514, Ankara .
Mütüoğlu, B.G., (2000), “İstanbul- Gedikpaşa’da Ayakkabı Üretiminin
Değişen Yapısı ve Farklılaşan İşgücü”, Toplum ve Bilim , Birikim Yayınları,
Güz Sayı: 86,s:118-138.
Müftüoğlu, T., (1993), Türkiye’de Esnaf ve Sanatkarlar ve Küçük İşletmeler Kesimine Yönelik Sosyal Güvenlik Sisteminin Değerlendirilmesi,TES-AR Tartışma Notları, Ankara .
Müftüoğlu, T., (1998),Türkiye’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Dördüncü Baskı, Turhan Kitapevi, Ankara.
Müftüoğlu, T., (1999), İşletme İktisadı, Turhan Kitapevi, Ankara .
OECD, (1993), New Directions in Donor Assitance to Micro Enterprise,
Paris.
OECD, (1997a), General Cartel Bans: Criteria for Exemption for Small and Medium Sized Enterprises, OECD Publications, Paris.
OECD, (1997b), The Report on Regulatory Reform Volume- II: Thematic Studies, OECD Publications, Paris.
OECD, (1998), Fostering Enterpreneurship, Job Strategy, Paris.
OECD, (1999), Report for the OECD Directorate Science, Technology and Industry: Regulatory Reform for Smaller Firms, OECD Publications,
Paris.
OECD, (2000), Small and Medium Sized Enterprises: Local Strength, Global Research, OECD Publications, Paris.
Oktar, M., K., (1994), “Türkiye’de Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigorta
Uygulamaları”, KOBİ’lerde Sosyal Güvenlik, Yuvarlak Masa Toplantıları 2, TÖSYÖV. Ankara.
Özar, Ş., (1994), Alibeyköy Enformel Kesim Hane Halkı Ön Araştırması, Boğaziçi Üniversitesi, Araştırma Raporu,SBE/Ec 94-01, İstanbul.
Özar, Ş., (2000), “Enformel Kesimin İstihdam Açısından Değerlendirilmesi”,
Enformal Kesim-II, s:181-203, DİE, Ankara.
Özcan, B.G., (1995), Small Firms and Local Economic Devolopment, Averuby, England.
Özgen, H., Doğan, S., (1997), Küçük İşletmelerin Uluslararası Pazarlarda Karşılaştıkları Yönetim Sorunları , KOSGEB, Ankara.
Özsoylu, A.F., (1998), Türkiye’deki Kayıtdışı Ekonomi, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul.
Petrol İş, (1999), Petrol-İş Yıllığı 97-99, İstanbul.
Pınar, A., Sak .G, (2001), “İşgücü Maliyetleri ve Türkiye’de İşgücü Piyasası
Üzerine Olası Etkileri”, İşgücü Piyasası Açısından Kayıtdışı Ekonomi, s:109-130, DİE, Ankara
Pınarcıoğlu, M., (2000), “KOBİ’ler, Kollektif Verimlilik ve Sorunları”, Toplum ve Bilim , Birikim Yayınları, 86 Güz2000, s:303-316.
Piore, M.; Sabel,C, (1984), The Second Industrial Divide, Basic Books,
New York.
Potobsky, G., (1992), “Small and Medium Sized Enterprises and Labour”
International Labour Review , Vol.131 No.6; Geneva .
Pyke, F., (1992), Industrial Development Through Small-Firm Cooperation, ILO, Geneva.
Sabel, (1986), “Changing Models of Economic Efficiency and Their
Implications for Industralisation in the Third World”, A.Folex; G..Odonnel,
(eds), Development, Democracy and the Art of Transpassing, University
of Notre Dame Press.
Sarıaslan, H., (1994), Orta ve Küçük Ölçekli İşletmelerin Finansal Sorunları, TOBB Yayınları, Ankara.
Sarıaslan, H., (1996), Türkiye Ekonomisinde Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, TOBB, Ankara.
Savaşır, R., (1999), Türkiye ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Küçük ve Orta Boyutlu İşletmeler Açısından İstihdam Politikaları, Kamu-İş Yayınları,
Ankara .
Sayın, M., Fazlıoğlu, M.A, (1997), Avrupa Birliği’nde KOBİ Destekleme Programları ve Diğer Teşvik Araçları, KOSGEB/Avrupa Birliği Merkezi,
Ankara.
Schimitz, H., (1989), Flexible Specialisation, a New Pradigm of Small Scale Industrialisation, Institue of Development Studies, Discussion
Paper:261.
Schumacher, E.F. (1993), Small is Beautiful: A Study of Economics as if People Mattered, 2nd Edition, Vintage, London.
Selçuk, F.Ü., (1999), Enformel Sektörde İşçi Örgütleri, A.Ü, S.B.E.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara .
Sethuraman, S.V., (1981), The Urban Informal Sector in Developing Countries, ILO, Geneva.
Sıddiqu, A.M.A.H, (1990), Labour Laws and the Working Poor, ILO-
ARPLA ,Bangkok.
Standing, G., (1989), ”Global Feminization Through Flexible Labour”, World Development, Sayı 17.
Storey, D.J., (1990), ”Firms Performance and Size” Acs Z. J. and Audretsch
D.B (eds),The Economics of Small Firms, Kluwer Academic Publishers,
Doredrecht.
Suğur,N. (1994), “Türkiye’de Esnek Üretim ve Küçük Sanayi: OSTİM Sanayi
Bölgesi Esnek Uzmanlaşmanın Neresinde?”, Toplum ve Bilim , Birikim
Yayınları, 63 Bahar 1994, s:122-137.
Symeonıdıs, G. (1996), Innovation, Firm Size and Market Structure: Schumpeterian Hypothesis and Some New Themes, OECD Economics
Department Working Papers ,OECD Publications, Paris.
Şenyapılı, T.,(2000), “Enformel Kimlikli Kentliler”, Bulutay, T. (der), Enformal Kesim-II, s:121-181, DİE, Ankara.
Şişman, Y., (1999), Ekonomik Faaliyetlerde Enformelleşme ve Türkiye’de Enformel Ekonomik Faaliyetlerde Çalışanlara Yönelik Sosyal Politikalar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No:1165, Eskişehir .
Tansel, A., (2000), “Türkiye’de Ücretlilerin Formel ve Enformel Sektör
Seçimleri ve Kazanç Durumları”, Bulutay, T. (der), Enformal Kesim-I, s:119-
137, DİE, Ankara.
Taymaz, E., (1994) ,”Üretim Süreçlerinde Değişim ve İşgücü “, Değişim Sürecinde Türkiye Sanayi Sempozyumu, TMMOB, s:62-70, Ankara
Taymaz, E., (1995),”Esnek Üretime Dayalı Bir Rekabet Stratejisi
Geliştirilebilir mi? Türkiye’de Fason Üretim “, Petrol-İş 95-96 Yıllığı, s: 707-
715, İstanbul.
Taymaz, E., (1997), Small and Medium Sized Industry in Turkey , State
Institute of Statistic, Ankara.
TESK, (1993), TESK’in 40. Yılında Esnaf ve Sanatkarlar , Ankara.
TİSK, (1995), XIX. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, 126-17 Aralık,
33.Yıl TİSK,Yayın No.149, Anakara
TMMOB, (1999), KOBİ El Kitabı, MMO Yayın No. 211, İstanbul.
TOBB, (1993), Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Konferansı, Ankara.
Togan, S, (2001), “İşgücü Piyasasında Kayıtlı ve Kayıtdışı Sektörler“, İşgücü Piyasası Açısından Kayıtdışı Ekonomi, s:83-109,DİE ,Ankara.
Tokman, V.E.(Ed), (1992), Beyond Regulation: The Informal Economy in Latin America, Lynnie Rienner Publishers, Boulder and London.
Toksöz, G., (1999), Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik Üzerine , İmaj Yayıncılık,
Ankara.
Tolentino, A., (1995), Guidelines for the Analysis of Policies and Programmes for Small and Medium Enterprise Development, ILO,
Geneva.
Toptaş, Ü., (1998), Türkiye’de Kayıtdışı Ekonominin Nedenleri , TES-AR
Yayınları, Ankara .
TÖSYÖV, (1994), KOBİ’ler ve Kayıtdışı Ekonomi, Ankara.
TÖSYÖV, (1994), KOBİ’ler ve Sosyal Güvenlik, Ankara.
TUGİAD, (1995), 2000’li Yıllara Doğru Türkiye’nin Önde Gelen Sorunlarına Yaklaşımlar, VIII-İstihdam, Şubat İstanbul.
TUGİAD, (1995), 2000’li Yıllara Doğru Türkiye’nin Önde Gelen Sorunlarına Yaklaşımlar, XII-KOBİ, Eylül, İstanbul.
Tunalı, İ., (2001), “Enformel Sektör Analizlerinde Temel Kavramsal Sorunlar,
Bulutay, T. (der), Enformal Kesim-I, s:23-49, DİE, Ankara.
Turhan, A., (1994), KOBİ’lerde Sosyal Güvenlik Yuvarlak Masa Toplantıları-2, TÖSYÖV, Ankara.
Turnham, D., Salome, B., Schwarz, D., (1990), The Informal Sector Revisited, OECD, Paris.
Türkel,S. (1999), Küçük ve Çok Küçük İşletmeler ile Tarım İşletmelerinde Çalışma Şartları ve Çalışanların Nitelikleri, TOBB Raporu, Ankara.
Ürer, F., (1987), Japonya’da Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelere Yönelik Ekonomik ve Sosyal Politika Tedbirlerinin Türkiye Bakımından Değerlendirilmesi, DPT, Yayın No.2085-SPB:402. Ankara.
Yalçın,E,M.,(1988), “Küçük ve Orta Boy İşletmelerin Sorunları ve Çözüm
Önerileri”, ASO Dergisi, Yıl.12, Sayı:93,Temmuz-Ağustos,s:13.
Yücesoy, G.Y.,(1995) “Kurumsallaşmamış Sektör İşgücünü Belirlemede
Kullanılan Ölçütler ve Türkiye’de Kurumsallaşmamış Sektör İşgücü Üzerine
Bir Deneme”, Toplum ve Bilim 66, Bahar 1995, s.203-212.
Yücesoy, G.Y., (1997) ”Enformel Sektör ,Enformel İstihdam Biçimleri ve
Ekonomide Enformelleşme Eğilimleri”, İktisat Dergisi, Ağustos-Eylül,
s:58-61.
Yüksel, N., (1995), “İşgücü Maliyetlerinin ve Ücret Sisteminin Yarattığı
Sorunlar”, İş Barışı ve Diyalog, Türk Çalışma Hayatının Sorunları ve Çözüm Önerileri Toplantısı, TİSK, Yayın No: 146, Ankara.
ÖZET
1970’lerdeki bunalım sonrasında ve özellikle 1980'li yılların başında
ortaya çıkan yeniden yapılanma sürecinde tüm dünyada, küçük ölçekli
firmalar önem kazanmıştır. İstihdam yaratma potansiyelleri yüzünden işgücü
süngeri olarak ifade edilen bu birimlerde istihdamın enformel ilişkilerden
beslenmesi ve işgücünün sosyal korumadan yoksun olarak çalıştırılması
dikkat çekicidir. Bu nedenle, tezde gelişmekte olan ülkelerde küçük
işletmelerdeki çalışma ilişkileri ve sosyal politika sorunları incelenmiştir.
Küçük işletmeler ve enformel sektör oldukça heterojen alanlardır. Bu
iki kavramın iç içe geçmesiyle buradaki istihdam da sorunlu ve müdahale
edilmesi gerekilen bir hal almıştır. Bu tezde küçük işletmelerde, enformel
ilişkilerden ve bu işletmelerin yapısından kaynaklanan sorunlar ve sorunları
çözmede kullanılabilecek sosyal korumacı politikalar açıklanmıştır. Bu
birimlerdeki sorunlara müdahale edilirken seçilecek sosyal politika araçlarının
istihdamı teşvik edici ve sosyal korumayı artırıcı özeliklerinin bulunmasına
dikkat edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
SUMMARY
The importance of the small scale firms increased all over the world.
after the economic crisis of 1970’ies during the the restructuring period, at the
begining of the 1980’ies. These units, called as labor force sponge, because
of creating employment, are based on informal relations and the working of
labor force in the absence of social protection. In this thesis, the working
relations in small scale firms and social policy problems in developing
countries are examined.
Small scale firms and informal sector are of very heterogenous nature.
With the overlapping of these two areas the employment issues becomes
problematic and needs to be interfered. In this thesis, the problems in small
scale firms that arise from informal relations and the structure of the firms
and social protective polices to solve these problems are stated. It is also
underlined the social policy tools should have the aim of incerasing the
employment and social protection.
EKLER
EK-1
Küçük İşletmelerde Çalışma İlişkileri ve Sosyal Politika
Sorunlarını İnceleyen Alan Araştırmasına İlişkin Görüşme Soruları
Görüşme Soruları
Ortak Sorular
- Yaşınız?
- Medeni durumunuz?
- Doğum yeriniz ? Eğer Ankara değilse kaç yıl önce Ankara’ya
geldiniz? Göç etme sebebiniz neydi?
- Evinizde siz dahil kaç kişi yaşıyorsunuz? Sizden başka gelir getiren
var mı? Bu kişiler ne iş yapmakta ?
- Halen oturduğunuz konuttaki durumunuz ne ? (kira mı, kendinizin
mi?)
- En son mezun olduğunuz yada terk ettiğiniz okul hangisi?
- İlk işinizden başlayarak şimdiki işinize kadar değiştirdiğiniz işleri
sayar mısınız? (Bir önceki iş ve şimdiki işe ilişkin daha ayrıntılı bilgi )
İşin tarifi
İşteki durumunuz neydi(kendi hesabına çalışan- işçi-aile işçisi)
Yeri (küçük işletme miydi?)
Süresi
İşinizi nasıl bulmuştunuz?
Sigortanız var mıydı?
Ayrılış sebebiniz neydi ?
- Şu andaki işinize nasıl başladınız?
- Şu andaki işyerinizde kaç kişi çalışmakta ?
- Günde kaç saat çalışıyorsunuz ?
- Haftada kaç gün çalışıyorsunuz ?
- Geliriniz ne kadar ? İşinizden düzenli ücret alıyor musunuz? Ne
kadar ?
- Şu andaki işinizi yapabilmek için özel bir beceriye sahip olmanız
gerekiyor mu ?
- Çalışma nedeniz ne?
- Bu iş yerinden başka gelir getiren ek işiniz var mı? Varsa ne iş
yapıyorsunuz ?
- İşveren ve işçi sendikaları hakkında ne düşünüyorsunuz ?
- İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Sizce, işçinin verimliliği üretimde ne kadar etkilidir ?
- Verimlilik ve çalışma ilişkileri arasında bir ilişki var mı ?
- Kendi geleceğinizle ilgili ne düşünüyorsunuz? İşinizden memnun musunuz? Çocuğunuz varsa (yoksa bile olsaydı) onun da bu işi yapmasını ister miydiniz? Hayırsa hangi işi yapmasını istersiniz?.
İşverenlere İlişkin Sorular
- BAĞ-KUR’a üye misiniz? BAĞ-KUR’un size sunduğu hizmetlerden
memnun musunuz? Sizce yeterli mi ? Değilse, BAĞ-KUR’un size nasıl bir
hizmet sunmasını istersiniz ?
- BAĞ-KUR primlerinizi ödeyebiliyor musunuz? Önemli bir sağlık
sorunu çıkarsa ne yaparsınız?
- Herhangi bir meslek örgütüne üye misiniz ?
- İşinizde aileden kimse çalışıyor mu?
- İşinizde ücretli işçi çalışıyor mu ?
- Çalıştırdığınız elemanların nitelikleri ve sayıları
Mühendis
teknisyen
usta
kalfa
çırak
- İşçilere verdiğiniz ücretler yeterli mi ?
- Ödüllendirme yöntemleriniz ne ?
- İşletmenizle ilgili devletten beklentileriniz var mı? (Finansman, vergi,
sosyal güvenlik açısından v.b...)
- Sorunlarınıza çözüm bulmak için hangi kuruluşlardan yardım
alabileceğinizi veya böyle kuruluşların varlığını biliyor musunuz?
- Bu son ekonomik krizde işletmeniz nasıl etkilendi? Küçüldünüz mü?
Hiç işçi çıkardınız mı? Çevrenizde sizin emsalinizdeki işletmelerden hiç
kapanan oldu mu?
Ücretli İşçilere İlişkin Sorular
- İşinizde usta mı, kalfa mı, yoksa çırak mı olarak çalışıyorsunuz ?
- İşinizle ilgili herhangi bir eğitim gördünüz mü ? Mesleki eğitim
hakkında ne düşünüyorsunuz?, Eğitim sizin iş bulmanızı ve çalışma
koşullarınızı nasıl etkiler?
- Fazla mesai yaptığınızda ek ücretinizi alıyor musunuz ?
- İşi başından sonuna kadar siz mi yapıyorsunuz, yoksa bir kısmını mı
yapıyorsunuz (işbölümü)?
- Yazılı akdiniz var mı?
- SSK’ya kayıtlı mısınız? SSK’nın size sunduğu hizmetler hakkında ne
düşünüyorsunuz ? (Sağlık/ Emeklilik) Bu hizmetler sizce yeterli mi?
- Primlerinizin sigortaya ödenmesi yerine sizin elinize para olarak
geçmesini tercih eder miydiniz? Emekli olunca nasıl geçinirdiniz?
- Daha yüksek ücret alsanız, daha verimli çalışacağınızı düşünür
müsünüz?
- Şimdiye kadar hiç meslek hastalığı ya da iş kazası geçirdiniz mi?
Aile İşçilerine İlişkin Sorular
- İşinizden düzenli ücret alıyor musunuz? Ne kadar ?
- Göreviniz ne? Yönetimde mi, yoksa üretimde mi görev alıyorsunuz ?
- İşi başından sonuna kadar siz mi yapıyorsunuz yoksa bir kısmını mı
yapıyorsunuz (işbölümü)?
- Yazılı akdiniz var mı?
- Sigortanız var mı?
- Çalışma koşulları ve ücret sizin verimliliğinizi ne kadar etkiliyor?
- Şimdiye kadar hiç meslek hastalığı ya da iş kazası geçirdiniz mi?
-.İşinizi nasıl buldunuz?
- Kendi işinde çalışmak size ne gibi dezavantajlar, avantajlar
sağlamakta?
- İşverenin aile üyesi olması sizin çalışma koşullarınızı ve diğer
koşullarınızı nasıl etkilemekte?
EK-2
Küçük işletmelerde Çalışma İlişkilileri ve Sosyal Politika Sorunlarını İnceleyen Alan Araştırmasına İlişkin Görüşmelerin Değerlendirilmesi
Araştırmanın başlıca amacı küçük işletmelerde çalışma ilişkileri ve
sosyal politika sorunlarını incelemektir. Bu amaçla, küçük işletmelerde
çalışan 11 kişiyle derinlemesine mülakatlar yapılmış ve çalışanlar üç ana
gruba ayrılmıştır. Bunlar; kendi hesabına çalışanlar ve işverenler, işçiler ve
aile işçileridir. Mülakat yapılanlardan üçü kendi hesabına çalışan işveren,
altısı işçi ve ikisi de ücretli aile işçisidir. Çalışanlarda ortaya çıkan en belirgin
özellik; enformel ve formel faaliyet ağlarının oluşturduğu bir ortamda yaşam
mücadelesi vermeleridir. Bu çalışma küçük işletmelerin yoğun olduğu
Ankara-OSTİM organize sanayi sitesinde imalat sanayiinde özellikle torna,
asansör ve gıda yerlerini kapsamaktadır. Araştırmada kullanılan soru
kağıdında ilk önce bu üç gruba ilişkin ortak sorular hazırlanmış, sonra ise her
gruba özgü ayrı ayrı sorular sorulmuş ve katılımcılardan cevaplamaları
istenmiştir.
Mülakatlar kasete kaydedilmiştir. Bazen duruma göre soru kağıdının
dışına çıkılarak söyleşinin akışına uygun sorular sorulmuştur. Konuşmaların
bazılarında anlam düşüklükleri ve tekrarlar olsa da ifadeler tümüyle aslına
bağlı kalınarak metin haline getirilmiştir. Mülakatlar sırasında sorulara verilen
cevaplar, bant çözümlemelerinden sonra konu başlıklarına göre
gruplandırılmıştır.
Araştırma sırasında çeşitli güçlüklerle karşılaşılmıştır. Katılımcılar,
tanıdık ve akraba çevresinden seçilmesine rağmen sorularımı cevaplarken
oldukça tedirgin oldukları gözlemlenmiştir. Bu durum özellikle işçilerde daha
belirgin bir hal almıştır. Çünkü işçilerle mülakat işyerlerinde yapılmış ve bu
ortamda işverenin varlığı onların tedirgin olmalarının başlıca sebebi olarak
gösterilmiştir. İzleyen bölümde görüşülen kişilere ait bilgiler yer almaktadır.
Görüşmeden Elde Edilen Bilgiler:
Beş işletmede inceleme yapılmıştır ve işletmelerin, hepsi küçük
işletmedir. Bu işletmelerde çalışan işçi sayıları sırasıyla; otuz sekiz, otuz altı,
dokuz, altı ve ikidir. Görüşme yapılan katılımcıların yaşları, 19 ve 48 arasında
değişmektedir. Katılımcıların hemen hepsi Ankara’ya göçle gelmiş olup
başlıca göç sebeplerini ise iş bulmaktır. Katılımcıların eğitim durumları
farklılık göstermektedir. Görüşülen işverenlerden ikisi ilkokul, diğeri ise lise,
işçilerin ise, biri üniversite, üçü lise, ikisi ilkokul, aile işçilerinin ise biri
üniversite, diğeri ise ortaokul mezunudur.
İşverenlerle Yapılan Görüşmelerden Elde Edilen Bilgiler
İşverenlerin Eğitim Durumları
Görüşülen üç işverenin hepsi işçilikten gelmedir; yani çıraklıktan
yetişerek ustalığa kadar yükselmişlerdir. İşverenlerden sadece biri lise
mezunuyken diğer ikisi ilkokul mezunudur. Bu işverenlerin hepsinin
işletmelerinde çalıştıkları rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. İşverenlere “şu
andaki işinizi yapabilmek için özel bir beceriye sahip olmanız gerekiyor mu?”
diye sorulduğunda hepsinden alınan ortak cevap, çıraklıktan kazanarak elde
ettikleri becerilerin kendilerine yeterli olduğu ek bir mesleki eğitime ihtiyaçları
olmadığıdır. Hepsi enformel çıraklıktan yetişerek şu andaki vasıflarını elde
etmişlerdir. Bundan önceki çalıştıkları işletmeler de yine küçük işletme olup
hiç birinin çıraklık sırasında sigortası olmamıştır .
İsmet: “ Ben zaten sahip olduğum özel beceriden yani elde ettiğim
vasıf sayesinde para kazanıyorum. Başka türlü para kazanmıyorum. Üç
kağıtçı ya da hortumcu değiliz, elimizin emeğiyle kazandığımız parayla
geçiniyoruz. Çıraklıktan gelerek elde ettiğim beceriler sayesinde bir gelir elde
ediyorum. Öbür türlü havadan sudan para kazanacak karakterde insanlar da
değiliz. Bundan önce bir yerde, 7 sene çalıştım, orada işi öğrendim. Sonra da
kendi dükkanımı açtım. Bundan önceki işyerim de bir küçük işletmeydi, 10
kişi çalışıyorduk. Burada çalışmamdaki tek amacım mesleği öğrenip kendi
dükkanımı açmaktı. Bundan önceki işimde herhangi bir sigortam yoktu. Zaten
kendi işimi kurmak için ayrıldım”.
Çalışma Süreleri
İşverenler günde 8 saat çalışıyorlar ama siparişleri olduğu zaman
bazen bunu yetiştirebilmek için daha fazla çalıştıkları olabiliyor. Genelde de
haftanın 6 günü çalışıyorlar. Gelirleri ise düzenli değildir.
Hayrettin: “Bazen çalışma saatlerim oldukça yoğun oluyor, bazen de
normal sürede eve döndüğüm oluyor. Sipariş usulü çalıştığımızdan işi
yetiştirebilmek için geç vakitlere kadar çalışıyoruz. İşimiz olmadığı zaman da
6’da bırakıyoruz. İşin yoğunluğuna göre gerekirse 7 gün, ama normalinde 6
gün çalışıyoruz. Burası aslında bizi idare etmiyor. Maliyeti ancak karşılıyor.
Bazen öbür ayın parasını yediğimiz bile oluyor. Ama buranın ayakta
durmasından başka bir çıkar durumumuz yok. “
İşverenlerin Yanında Çalışanlara Dair Bilgiler
Kemal: “Asansör imalat sanayinde çalışan bir işletme sahibiyim.
Oğlum şirkette aile işçisi olarak çalışmakta. Çalıştırdığım ücretli işçiler şöyle;
elektrik mühendisi 1, makine teknisyen 2, usta 2, kalfa 2, çırak 2 kişi.
Toplamda ise 9 kişi”.
İsmet: “Otomotiv sanayii yedek parça imalatında çalışıyorum. Oğlum
şirkette aile işçisi olarak çalışmakta. 6 kişi ücretli işçi olarak yanımda
çalışıyor. Çalıştırdığım elemanların nitelikleri ve sayıları ise şöyle; Mühendis
yok . Teknisyen vardı ama ayrıldı. Bence bizim teknisyene ihtiyacımız yok.
Çünkü verim alamıyoruz. Ben çekirdekten yetiştiğim için teknisyen bizim
zamanımızı alıyor. Ben pratik istiyorum. Teknisyene iş verdiğim zaman benim
işim 2 saat sürüyor ve bir resmi ya da numuneyi alamıyorum. O bana 2
saatte verene kadar ben işi çoktan yapıp paramı da cebime koyuyorum. Biz
piyasa işi yapıyoruz, bizim işimiz belli, müşterimiz belli. Müşteri benden belli
bir sürede ister, teknisyeni devreye sokarsam o bana sadece zaman
kaybettirir.”
Hayrettin: “Otomotiv sanayi yedek parça imalatında çalışıyorum.
İşimde aileden kimse çalışmıyor ve sadece bir kişi ücretli olarak çalışıyor. O
da sanat okulundan terk ve çırak statüsünde.”
İşverenlerin İşçilere Uyguladığı Ücret Politikaları;
İşverenler verdikleri ücret ve yaptıkları ödemelerin yetersiz olduğu
kanısındalar. Ama bundan daha fazla ödeme yaparlarsa da bunun getireceği maliyeti
karşılayamayacaklarını ifade etmekteler. Genelde verdikleri ücreti asgari ücret olarak
gösteriyorlar, ama kayıt dışı olarak ek ödemelerle bu ücret zaman zaman asgari ücret
düzeyini geçmektedir.
Kemal: “Benim verdiğim ücret yetersiz gibi görünse de aslında son
derece normal. Ödediğim ücret asgari ücrettin 2 katı, bir bölümünü de destek
adında kayıtsız olarak veriyorum. Kayıtlı verdikçe, Türkiye Cumhuriyeti
boyuna vergi istiyor. Örneğin, yemek yedirsen taşıtı göstersen hep vergi
bunun içinde bunları bordroda göstermiyorum. Yani, taşıt parasını el altından
cebimden ödüyorum. Biz bir aile şirketiyiz, bu şirket kazanırsa ve bizler
karnımızı doyurursak bu toplu bir şekilde oluyor. Gerek ortaklar gerekse
çalışan işçiler arasında kazançlarımızı beraberce paylaşılıyoruz. Bizim için
en büyük ödül budur. “
Hayrettin: “Ücret yeterli değil, bu açıdan vicdanım da rahat değil
zaten. Çünkü ben de işçilikten geldim onun durumunu en iyi ben anlarım.
İmkan bunları gerektiriyor bir de onun vasfı yeterli değil, daha işi öğrenmesi
lazım. Hakkını alsın isterim, burada ne kadar iyi çalışırsa işi iyi yaparsan o
senin yüz aynan. Nedir ben işçimi yani çırağımı tezgahın başından ayırmam.
Ama hatalı iş yaparsa bir yap, iki yap benim işime zarar veriyorsun diyip işine
son veririm. İşleri düzgün yaptığı zaman çırağımda çok seviniyor. Ben de ona
sabret yavaş yavaş öğreneceksin bu işi, çünkü ben de bu yollardan geçtim
diyorum. Onu çok iyi anlıyorum. Yazın onu çıraklık okuluna yazdıracağım.
Hem hafta bir gün okula gidiyor, hem de sigortasını çıraklık okulu karşılıyor.
O yönden yararlanabilirsek hem vasfı el becerisi gelişsin, hem de sigorta
devlet tarafından karşılansın. Şimdi ben onun sigortasını da yaptırmış olsam,
bu ufak yerde bize nereden baksak 200 milyon masrafı olacak. Tabi şu anda
onun sigortası yok, aslında olmalıydı. Biz şimdi okullar kapanıyor diye ve
maliyetten dolayı kaçındık. Okullar açılınca onu hem çıraklık okuluna
başlatacağız böylece de sigortası da işlemiş olacak. Firmayı da zaten yeni
kurduğumuz için bir sorun çıkmaz, sanmıyorum. Daha bir aydır, çalışıyor
zaten.”
İşverenlerin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tedbirleri Hakkındaki Görüşleri
Genelde işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin tedbirlerin öneminin
farkındalar. Buna rağmen çalışma ortamında yeterince önlem almadıkları ve
önemsemedikleri de rahatlıkla gözlenebilmektedir.
İsmet: “Ben sigortasız işçi çalıştırmam. Faizle borç alır, yine onun
sigortasını öderim. Onun ilerde istikbali var. Ben o faizi öderim ama onun
ahını almak istemem.” Bu işveren İş Kanunlarındaki bütün tedbirleri aldığını
söylemesine rağmen bu işverenin işçisiyle görüştüğümde işçi, işverenin
yeterli tedbirleri almadığından iş kazasına uğradığını ve gözüne parça
battığını ifade etti. Buradan işverenin, kayıt dışı işçi çalıştırmasının yanısıra
işçisini çalıştırırken yeterli önlemleri almaktan da kaçındığı için, suçluluk
duygusuyla bu cevabı verdiği çıkartılabilir.
Hayrettin: “Görünümün iyi olması lazım. Camlar kırık, tavanlar bozuk
bu şartlarda idare ediyoruz. Isınma olayı zaten yok dört dörtlük bir çalışma
ortamını maliyetleri karşılayamadığımızdan dolayı sağlayamıyoruz. Sadece
kendim ve ortağım olduğumuz için de idare ediyoruz.”
İşverenlerin Verimlilik ve Üretim Hakkındaki Görüşleri
İşverenlere verimlilik ve üretim arasındaki bağlantı sorulduğunda
genellikle çalışma koşullarından ya da ücret artışından kaynaklanacak bir
verim artışının farkında olmadıklarını gözlemlenmiştir.
İsmet: “ İşçiye dört dörtlük maaşını veririm ama işçiden ancak % 50
verim alabilirim. İşçiyi işe alıyorsun, adapte etmek için 1- 2 ay zaten gidiyor.”
Bu değerlendirmeyi yapan işverenin işyerinde iş kazalarının olması, verim
düşüklüğünün işyerindeki riskli ve kötü çalışma koşullarından ileri geldiğini
düşündürtmektedir.
Ekonomik Krizin Etkileri Hakkındaki Görüşleri
İşverenlere “Bu son ekonomik krizden etkilendiniz mi?” diye
sorulduğunda, hepsi bu krizle beraber küçüldüklerini ve kapanmamak için
çok mücadele verdilerini belirttiler.
İsmet: “Küçüldüm. 24 işçim vardı, 6 işçiye düşürdüm. Benim gibi
işletmelerden 100 tane kapanan işletme oldu. Bizim kapanmamamızın
sebebi ise, dayanışma. “
Hayrettin: “Geçen sene çok dardaydım. Yaptığım işin parasını
alamadık, sıkıntıya girdik. Evimde yiyeceğim içeceğim kalmadı ve ben buraya
varımı yoğumu döktüm. Ama eş, dost sağ olsun gönderdi ve telafi ettik.
İşletmeyi, kapatmamak için Markla borçlandım yani krizden dolayı, 10 milyar
borcum vardı, 20 milyar oldu. Katladı, gitti ve zararlı çıktım. Çevremde
aslında işletmesini kapatan olmuyor da oluyor gözüküyor. Şimdi nedir?.
Adam bankadan gidip epey bir kredi çekmiş. Ödeyemeyeceğim diyor. İflasın
eşiği diyor ve kapatıyor. Ben mesela X taşlama diye tabela koymuşum. Bunu
kapatıyorum ve başka bir isimle tekrar geliyorum. O zaman borçlar bitiyor.
Üzerinde mal varlığı olmadığı için borçta biter. Büyük adamlar böyle
götürüyor. Küçük adamlar desen, bütün yük onların sırtında. Devlete vergi
ödeyen, ufak esnaf, desteklenmesi gereken de ufak esnaf. Aybaşı
geldiğinde biz devlete olan bütün borçlarımızı bulup buluşturup, mutlaka
ödüyoruz. Cezalı, ödemeyelim diyoruz. Öbürlerinin trilyonlarla borcu var ama
ödemiyor. Ben onlara karşıyım, ama hiçbir şey diyemiyorum. Sadece isyan
ediyorum.”
İşçi ve İşveren Sendikaları Hakkındaki Görüşleri
İşverenler genelde, işveren ve işçi sendikaları hakkında yeterli bilgi
düzeyine sahip değiller ve bu örgütlenmelere olumsuz bakıyorlar.
Kemal: “Sendikalar hakkında da olumsuz bir düşünceye sahibim.
Çıkar kurumları olduğunu ve devletin yeterli korumayı sağlayamadığından
sendikaların çıktığını düşünüyorum. Çalışma Bakanlığı’nın her iki taraf
arasında dengeleyici görevi görerek, sendikaların görevini üstlenebileceği
görüşünü savunuyorum.”
İsmet: “Sendika ya girmedik çünkü 10’u geçen sigortalı işçimiz hiç
olmadı. Şimdi sendika da haklı işçi de haklı. Geçimi var geçinecek. Ben
herkese hak veriyorum. “
İşverenlerin BAĞ-KUR Hakkındaki Görüşleri
İşverenler BAĞ-KUR hizmetlerine kuşkuyla bakmakta ve primleri
yüksek bulmaktadırlar.
Hayrettin: “Firma yasal olarak BAĞ-KUR’a geçtiğinden ben de, BAĞ-
KUR’lu oldum. Bundan önce hep SSK’lıydım. Mesela BAĞ-KUR’da 3-4 ay
pirim ödemesen sana bakmıyor. Ama SSK bakıyor ve SSK o açıdan daha iyi
SSK ve BAĞ-KUR’u karşılaştırdığımda, SSK’ya alışık olduğum için daha iyi
gibi geliyor. BAĞ-KUR’da da her hastane bakıyormuş, ama hiç gitmedim
daha. Ama sigortaya alışmışım tam 25 senedir, sigortalıydım. SSK’nın bana
sunduğu sağlık hizmetlerinden memnumdum. SSK’ya Hanım da gitti,
çocuklar da gitti, daha hiç bir sorunla karşılaşmadık. Daha yeni BAĞ-KUR’lu
oldum bakalım, BAĞ-KUR bana ne gibi hizmetler sağlayacak bekliyorum.
Primler ağır, ödemede zorlanırım, herhalde. Eğer, ben elimin emeğiyle o
primleri ödüyorsam, BAĞ-KUR’ da bana en iyi hizmeti vermeli. Karşılığını
almalıyım. Bana dört dörtlük bakmak mecburiyetinde. Bana hemen primi
aksatınca haciz memuru gibi başıma dikiliyorsa, ben de düzenli ödediğim
primlerin karşılığında iyi bir hizmet istiyorum , bu benim hakkım değil mi?”.
İşveren Kemal: “SSK emeklisiyim. O yüzden BAĞ-KUR’a üye olma
ihtiyacı duymuyorum. Ama, bu işletme bir aile şirketi olduğundan diğer
ortaklar BAĞ-KUR’a üye. “
İşveren İsmet: “BAĞ-KUR’dan emekliyim. Şu anda bir kalp
rahatsızlığım var ve anjiyo olmam lazım. BAĞ-KUR benden 2 milyar istedi.
Bunun üzerine, ben de özel hastanelere sordum, onlar da 4 milyar 800
milyon dedi. Ben de bu durumda özel hastaneye en azından 2 milyar daha
fazla ödeyip en iyi hizmeti alırım diye düşündüm. Açıkçası, BAĞ-KUR’dan bir
hizmet görmedim sürekli para ödedim. BAĞ-KUR primleri ödeyemedim ve
çok sıkıştım. Sonra af çıktı, toptan ödedik.“
İşverenlerin Devletten Beklentileri
İşverenlere finansman ve sosyal güvenlik açısından, devletten
beklentileri olup olmadığını sorulduğunda, hepsinin devletten çok şey
beklediğini, özellikle kredi konusunun önemli olduğunu ve bir çok şikayetleri
bulunduğunu gözlemlenmiştir.
Kemal: “Beklentim çok ama devletin artık bizi anlamasını
beklemiyorum. Çünkü devletin başında bulunanlar, bu ihtiyaçlarımızı
anlamak istemiyorlar. Özellikle sanayi odasının bir üyesi olduğum ve
faaliyetlerine katıldığım için, sorunlarıma odanın çözüm bulacağı
inancındayım. Anket çalışmasıyla şikayetlerimizi odamıza bildiriyoruz.
Odanın faaliyetlerinden de oldukça memnumum.”
Hayrettin: “İki tezgahtan sonra mutlaka, yeni tezgah almam lazım,
çünkü gelen işlere cevap veremiyorum. Başka yerlere gönderiyoruz. Niye
başka yere gönderiyorum ki? Müşteri beni tercih etmiş gelmiş. Bunları
dışardan getirtsem, 30 bin Euro , yani o da, 36 milyar eder. 36 milyarlık
tezgahı alıp koyacağım işyerine. Adam bana gelip, bana sadece 1 milyona iş
yaptıracak. Bize devlet desin ki; “Şunu al hiç değilse güvence olarak, hiç
olmasa işini yap bize de paranı öde” desin. Ben bunu bekliyorum, devletten.
Bizde daha fazla ileriye atılamıyoruz, devlet bana yardım etmiyor, dolayısıyla
önümü kesiyor. Halk Bankası bir ara kredi verecek dediler. 20 milyara kadar.
Ama baktım o büyük adamların işi. Bize yaramaz.”
Küçük işletmelere Destek Veren Kuruluşlar Hakkındaki Görüşleri
İşverenlere “Sorunlara çözüm bulmak için hangi kuruluşlardan yardım
alıyorsunuz veya böyle kuruluşların varlığını biliyor musunuz?” diye
sorulduğunda, biri sanayi odasına üye olduğunu ve ASO’nun hizmetlerinden
faydalandığını belirtti. Bir başka işveren ise, sadece çıraklık eğitim merkezini
bildiğini ve ondan yararlanacağını ifade etti.
Ücretli Çalışanlarla Yapılan Görüşmelerden Elde Edilen Bilgiler
Ücretli Çalışanların Profili
6 ücretli işçiyle mülakat yapılmış olup, katılımcılar, bir yönetici
sekreteri, bir gıda mühendisi, bir hizmetli (daha önce taşeron ayakkabı
işletmesinde usta olarak çalışmış), ikisi usta, bir de kalfadan oluşmaktadır.
İşçi Devir Hızları ve İş Bulma Yöntemleri
Yapılan mülakatlar sonucunda, genelde işçilerin devir hızlarının çok
fazla olmadığı gözlemlenmiştir. İşçiler, işlerini genellikle tanıdık vasıtasıyla
bulmuşlardır.
Emine: “Şimdiye kadar üç iş değiştirdim. İkisini tanıdık vasıtasıyla
buldum; diğer işimi ise bulmam oldukça ilginç oldu. Markette gıda firmasının
ismini görüp, araştırıp telefonla gıda mühendisine ihtiyaçları olup olmadığını
sordum ve işe başladım.” Bu yöntem, araştırmacı ve takip edici bir iş bulma
yöntemidir. Bunda kişinin eğitim durumunun katkısının büyük olduğunu
düşünülmektedir. Emine beş yıldan beri bu işletmede çalışmaktadır.
Çalışma Süreleri
İşçilere günde kaç saat ve haftada kaç gün çalıştıklarını sorulduğunda,
genelde haftada 6 gün ve günde 8 saat çalıştıklarını söylediler. Ama bu
saatlerden daha fazla ve düzensiz zamanlarda çalıştıkları mülakatlardan
çıkarılabilmektedir. Mesela Ahmet, günde 9-10 saat ve haftada 6 gün, Pazar
da çağırırlarsa çalıştığını ifade etti.
Ücret Düzeyleri
İşçilere gelirlerinin ne kadar olduğunu ve düzenli alıp almadıklarını
sorulduğunda, mülakatlarda genelde işçilerin yanında işverenler olduğundan,
işçiler düzenli gelir elde ettiklerini söylediler. Ama yapılan mülakatlar sonucu
işçiler açık olarak ifade etmeseler de, işçilerin genelde düşük ve düzensiz
gelir elde ettikleri gözlemlenmiştir. Ek olarak fazla mesai ücreti alıp
almadıklarını sorduğumda ise genelde ”Hayır“ cevabı alınmıştır.
Ahmet: “200 milyon. Bu miktarla geçinerek, mucize
gerçekleştiriyorum. Normal çalışma saatlerinden 2 yada 3 saat fazla
çalışıyorum, ama bu çalışmamın da karşılığını alamıyorum “.
Sendikalar Hakkındaki Görüşleri
İşçilere işçi ve işveren sendikaları hakkındaki görüşlerini
sorulduğunda, genelde bilgi eksikleri olduğunu ve ulaşamayacakları bir
örgütlenme düzeyi olarak gördüklerini gözlemlenmiştir.
Emine: “Sendikaya karşı ilgim yok, Türkiye’de yetersiz olduklarını
düşünüyorum. Sendikaların bana ek güvence ve faydalar getireceğini
düşünmüyorum. Özel sektörde çalışan işçilerin sendikal örgütlenmeleri ve
devlette çalışan işçilerin sendikal örgütlenmeleri arasında oldukça fazla
farklar olduğuna inanmıyorum.”
Ahmet: “Sendikalı olarak, devlette çalışsaydım daha güvenceli bir
yaşamım olurdu. Devlette çalışmak benim için ulaşılabilecek en üst durum.
Gerçi devlete de güven olmuyor. Son zamanlarda televizyonda gördüklerime
dayanarak söylüyorum, o da çok işçi çıkartıyormuş. Tazminatım olurdu,
sigortam olurdu. Ekonomik krizin beni nasıl zorladığını kelimelerle ifade
edemiyorum.”
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Hakkındaki Görüşleri
İşçilere, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri hakkında ne
düşündüklerini sorulduğunda, genelde tedbirler konusunda bilgili oldukları
görülmüştür. Ama işverenlerinin gerekli önlemleri almadığından dolayı
yetersiz koşullarda çalışmaktadırlar.
Ahmet: “Türkiye’de iş güvenliği diye hiçbir şey yok. Sadece bizim
işyerimizi bırak bütün işletmeleri genelleyerek konuşuyorum. Kesinlikle
kurallar uygulanmıyor. Şu anda gözüm iş kazasından dolayı bandajlı
görüyorsunuz. Dün iş kazası geçirdim. Şu anda çalışamıyorum ve bugünkü
yevmiyeden oldum. İş güvenliğim olmuş olsaydı, bunlar başıma
gelmeyecekti. Şu anda sigortasız çalıştığım için, tedavi masrafını da
cebimden karşıladım.”
Mehmet: “Çalışma koşulları çok kötüydü, bundan önceki işimle ilgili
yani ayakkabıcılık için konuşuyorum. Şöyle ki, hep bodrum katlarında
çalışıyorduk. Herkes derber (derbi) sürdüğü zaman 20-30 kişi zaten bir insan
bali çektiği zaman kafayı nasıl buluyorsa, siz bu çalışma ortamında haliyle
kafayı buluyorsunuz. Aynı ortamda sigara içiyorlar, havalandırması yok. Ben
de böyle bir ortamda zaten, meslek hastalığına yakalandım ve
çalışamayacak duruma geldim. Evet, iş kazası da geçirdim. Bıçakla elimi
kestim o zaman çocuktum. Sigortam da yoktu. Hastaneye gittik. Diktirdik
boydan boya bıçak yarası var kolumda. Masrafımı da işverenim ödemişti.”
Mesleki Eğitim
işçilere “işinizle ilgili herhangi bir eğitim gördünüz mü?, mesleki eğitim
hakkında ne düşünüyorsunuz ?” diye sorulduğunda, genelde herhangi bir
mesleki eğitim kursuna gitmedikleri ve sadece formel olarak elde ettikleri
vasfa ya da enformel olarak çıraklıktan yetişerek elde ettikleri beceriye sahip
olduklarını gözlemlenmiştir.
Hüseyin: ”Bu işimi yapabilmek için özel bir beceriye sahip olmam
gerekiyor. El seriliği, dikkat işi, kabullenme sorumluluk, mesleki eğitim olarak
ise; makinaları kullanabilmek için 1983’de elektrik elektronik bölümü kursuna
gittim. Oradan diploma aldım. “
Ahmet: “Evet, daha bilmem ve öğrenmem gereken çok şey var.
Mesleki kurslardan yararlanmak isterim ,ama fırsat yok. “
SSK ve Hizmetleri
İşçilere sigortalarının olup olmadığını sorulduğunda, işçiler “genelde
var“ cevabının verdiler. Ama hiçbirinin yazılı bir iş akdi yoktu. SSK’nın
hizmetleri hakkında ne düşündüklerini ve memnun olup olmadıkları
sorulduğunda, hep aynı cevapla karşılaşılmıştır. Hiçbiri memnun değildir.
Son olarak “SSK primlerinizin sigortaya ödenmesi yerine sizin elinize para
olarak geçmesini tercih eder miydiniz; emekli olunca nasıl geçinirdiniz?” diye
sorulduğunda ise, genelde işçilerin bu konuda bilinçli olduklarını
gözlemlenmiştir. Hiçbiri, sigortalarından vazgeçmemektedir.
Emine: “Evet. Hizmetlerin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Zorda
kaldığım için SSK’ya gidiyorum, genelde özel muayene olmayı tercih
ediyorum. Emeklilik benim için hayal gibi yani 55 yaşına kadar özel sektörde
çalışınca çok yıpranacağımı ve zaten bu kadar sürede çalışamayacağımın da
farkındayım. Para olarak geçse ve ben onu iyi bir sağlık kuruluşuna yatırsam
tercih ederdim ama, harcayacaksam tercih etmem. “
Ahmet: “Hayır SSK’ya kayıtlı değilim. Şimdiye kadar sadece bir yerde
başlangıcım oldu, onun dışında çalıştığım bütün işlerde kayıtdışı çalıştım,
burada dahil. Burada, kaçak çalıştığım için iş kazası geçirdiğim sırada,
masraflarımı kendim ödedim. Kayıtlı olmadığımdan dolayı hizmetleri
hakkında da bir bilgim yok. Ama gerçekten bir güvencenin olduğunu bilmek
güzel bir şeydir herhalde. “
Veli: “Evet. Hiç yoktan iyidir. Çok sıra bekliyoruz. Bizim için SSK
kötünün iyisi. Sağlık hizmetleri yeterli değil. Emeklilik maaşıyla
geçinemeyeceğimden, emekli olunca yine çalışırım. Herkes gidip, tatil
yapıyor. Ben daha Ankara’yı bile bilmiyorum. Televizyonda gördüğüm
yaşamlara, gezen insanlara bazen imreniyorum. “
Mehmet: “Primlerimin, sigortaya ödenmesi yerine elime para olarak
geçmesini tercih etmezdim. Emeklilik ve sağlık güvencemi hiçbir şeye
değişmem. Sağlık hizmetlerinden memnun değilim, düzenli bir sağlık hizmeti
yok. Verdiği ilaçlar adi ilaçlar. İstediğimiz zaman muayene olamıyoruz.
Emekli olursam emeklilik bana yeterli bir gelir sağlamaz. Meslek hastalığı
geçirdiğim için, hiçbir yerde bana yeniden iş vermez zaten. Bu işimi de,
işveren bizim köylümüz olduğu için buldum. “
Ücret ve Verim İlişkisi
İşçilere ”Daha yüksek ücret alsanız, daha verimli çalışacağınızı
düşünür müsünüz?” diye sorulduğunda, hepsinden “evet” cevabı alınmıştır.
İşçilerin çoğu, şu andaki çalışma koşullarından ve ücretinden memnun
olmadığı için verimli çalışmamaktadır.
Veli: “Evet, ücret devamlı değişken, 50- 100- 150 işverenin kafasına
göre bir değerlendirme. O yüzden verimli çalışmanın da bir anlamı yok
zaten.”
İş Bölümü
İşçilere “İşi başından sonuna kadar siz mi yapıyorsunuz yoksa bir
kısmını mı yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda;
Ahmet: “İşbölümü ve plan yok sadece, verilen işi yapmaya
çalışıyoruz. “
Hüseyin: “İşbölümünde ekip işi benim sorumluluğum da. Bazen iki
kişiyle, bazen tek bazen de 3 kişiyle çalışıyorum. “
Aile İşçileriyle Yapılan Görüşmelerden Elde Edilen Bilgiler
Aile İşçilerinin Profili
Katılımcılardan ikisi aile işçisidir. Yaşları oldukça genç biri 19 diğeri,
ise 28 yaşındadır. Aile işçileri için, özellikle yakınlık derecesinin oldukça
önem kazandığı gözlemlenmiştir. Çünkü, görüşülen aile işçilerinden birinin
babası işletmenin sahibiydi ve gelecekte işletmenin yeni sahibi o olacaktı.
Bunun güvencesiyle hareket ettiği gözlemlenmiştir. Ama öbür aile işçisi ise,
işletme sahiplerinin uzaktan akrabasıydı ve öbür işçilere göre sadece daha
statülü bir işçi konumundaydı. Bu işçilerin çalıştığı işletmelerden, biri 8 diğeri
ise 38 kişinin çalıştığı bir işletme olup işçilerden biri çırak statüsünde diğeri
ise, üniversite mezunu ve pazarlamada çalışmaktadır.
Mesleki Eğitim
“İşinizle ilgili herhangi bir eğitim gördünüz mü ? Mesleki eğitim
hakkında ne düşünüyorsunuz ? Eğitim sizin iş bulmanızı ve çalışma
koşullarınızı nasıl etkiler?” diye sorulduğunda;
Emre: “Babamda çıraklıktan yetişip usta oldu ve bu işyerini açtı. Ben
de babamın yanında tornada çıraklıktan yetişip, meslek öğreniyorum.
Herhangi bir mesleki kursa gitmedim. Ortaokuldan terkim, çünkü okumak
istemedim. Nasılsa, bizim böyle bir işyerimiz var. Ben burada mesleği
öğrenip ileride burayı yöneteceğim.”
Ücret
“ İşinizden düzenli ücret alıyor musunuz? Ne kadar?” diye
sorulduğunda, iki işçiden farklı cevaplar alınmıştır.
Emre : “Düzenli bir gelir almıyorum. Haftalık şeklinde 40-50 milyon
civarında. Yani babam bana hala bir nevi harçlık veriyor. “
Ali: ”Düzenli ücret alıyorum ve ortalama 450 milyon. “
Ücret ve Verimlilik
“Çalışma koşulları ve ücret sizin verimliliğinizi ne kadar etkiliyor?” diye
sorulduğunda, İki işçinin de, işletmelerine bağlı oldukları ve ücret onların
çalışma koşullarını etkilemediği görülmüştür.
Emre: “Kendi işim olduğundan, ücretin yüksek olması benim verimimi
etkilemez. Zaten her halükârda ben burası için varım. “
Ali: “Ücrete göre çalışma yok bizde. Biz elimizden gelen her şeyi
yaparız. Karşı taraf çalışmayı beğenirse artırır. Takdir, onun. “
Aile İşçisi Olmanın Dezavantajı Ve Avantajı:
“Kendi işinizde çalışmak size ne gibi dezavantajlar, avantajlar
sağlamakta?“ diye sorulduğunda, çok açık cevaplar alınmıştır. Hep
avantajlarından bahsettiler, dezavantajlarının da olduğunu kabul etiler ama
açıklamadılar. Belki de minnet duygusundan ötürü olumsuz konuşmak
istemiyorlar.
Emre: “Meslek öğreniyorum. Elimde bir mesleğim olur ve boş
durmamış olurum. Dezavantajı var tabi ki, babamla çalışmanın bir çok
dezavantajı var.” Ama görüşme sırasında, babası yanımızda olduğundan
bunun açıklayamadı.
Ali: “Dezavantajı yok avantajı çok fazla. Normalde işinizi
yapıyorsunuz. Bu aileden biri olsa da olmasa da yapıyorsunuz. Daha rahat
bir ortam, sıcak ortam doğru neyse gösterebiliyorsunuz. “
SSK’ya Kayıtlılık ve Hizmetleri
“SSK’ya kayıtlı mısınız? SSK’nın size sunduğu hizmetler hakkında ne düşünüyorsunuz ? Bu hizmetler sizce yeterli mi?” diye sorulduğunda, İki işçiden SSK’ya kayıtlı olduğu cevabı alınmıştır. Ama hizmetleri yetersiz bulmaktalar. “Primlerinizin sigortaya ödenmesi yerine sizin elinize para olarak geçmesini tercih eder miydiniz? Emekli olunca nasıl geçinirdiniz?“ diye sorulduğunda, işçilerden birinden şimdiye kadar rastlamadığım bir cevap alınmıştır.
Emre: “Babam benim için, SSK’ya prim yatırıyor ama onun yerine bu
ödediği parayı bana verdiği haftalık üzerine eklese bence daha iyi olur.
Çünkü, burası zaten bizim işimiz benim bir güvencem var, başka bir
güvenceye ihtiyacım yok ki. “ Bu aile işçisi yaşından dolayı çok kısa vadeli
bakmakta olduğu söylenebilir.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin öneminin farkındalar ve
işletmenin sahibi olarak kendilerini görüp, yetersizliğinin ve işyerindeki
tedbirlerin, önlemlerin maliyet yüksekliği yüzünden alınamadığını
belirtmişlerdir.
Ali: “Denetimler ve teftişler artırılmalı. İşçi sağlığı ve iş güvenliği
deyince, gözlüksüz saça yaklaşma gibi, İki tane tabela asmak aklımıza
geliyor sadece. İşçilerimizin belli bir aralıkta da muayeneye de
göndermiyoruz. Verim artar; tabii ki bu koşullar sağlanırsa. Yani, bizim
dezavantajımıza olur; çünkü maliyeti artırır. Birazda işçilerin dikkatsizliği, bu
kazaların sebebi bence. Her ne kadar tedbir alsanız da olmuyor. İşçi ve
işveren sendikaları, işçiyi bilinçlendirebilir. Sabah 8 akşam 6 mantığı ortadan
kaldırılabilir ve eğitimler olabilir . Sendikaların birinci görevi bence bu. “
Geleceğe Dair Düşünceler
Küçük işletmelerde çalışanların memnuniyet ve geleceğe bakışları
statülerine göre değişmektedir. Küçük işletmelerde ücretli çalışanların,
yetersiz çalışma koşulları ve ücret yüzünden gelecekten beklentilerinin
olmadığını gözlemlenmiştir. İşverenler ise; gelecekten işletmelerini ve işlerini
büyütmeyi anlamaktadırlar. Genel olarak; katılımcıların çoğu geleceklerini
belirsiz olarak görmekte olup işlerinden memnun değillerdir. Genellikle de
çocuklarının şu anda yaptıkları işi yapmalarını istemiyorlar. Görüşmelerde şu
görüşler dile gelmiştir:
İşveren Hayrettin: “Memnunum diyemem. Ancak, benim
memnuniyetim, tezgahın 1 iken, 2 olması ve 3 olmasıyla bağlantılıdır. Bu da
çoğu arkadaşlara istihdam, iş imkanı yaratmama yardımcı olur. Burada, 5–10
kişi oluruz. Yani kısaca benim amacım, büyümektir. Büyürsem memnun
olurum. Çocuğumun bu işi yapmasını istemem. Sanayiden uzak dursun. Ben
onlara emek veriyorum, karşılığı olarak onlarında yüksek bir okulu bitirmeleri
benim için, en büyük ödüldür. Gerçi, zorda kalır okuyamazlarsa, meslek
öğrenmek için mecburen bu işi yapsınlar. “
İşçi Hüseyin: “Çocuğumun bu işi yapmasını hayatta istemem. Ben de
zoraki kaldığımdan bu işe girdim. Düz lise mezunuyum, sanat okulu mezunu
değilim. Meslekte bu vasfı kendi çabalarım ve büyük fedakarlıklarım sonucu
elde ettim. Sonunda başardım da. En azından bir resmi dairede memur
olmasını ve mutlaka üniversite bitirmesini istiyorum. Çocuklarım çalışkan ve
benim bütün çalışmalarım sizin gibi bir üniversite mezunu olabilmeleri için. “
İşçi Mehmet: “Sadece bugünü düşünüyorum. Gelecek diye bir şey
yok. Yarının benim için ne olacağı belli değil. “
Aile işçisi Emre: “Memnum. Babamın yanında çalışıp, tornayla ilgili
mesleği öğrendikten sonra, bu işletmenin yeni patronu ben olacağımdan,
geleceğimle ilgili bir endişe duymuyorum.“