SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI · 2017. 9. 30. · Siyaset Felsefesi Atatürk...
Transcript of SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI · 2017. 9. 30. · Siyaset Felsefesi Atatürk...
-
İÇİN
DEK
İLER
• Giriş
• Siyaset Felsefesinin Temel Kavramları
• Siyaset Felsefesinin Soruları
• Siyaset Felsefesinin İki Ana Problemi
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Siyaset felsefesinin ne anlama geldiğini öğrenecek
• Siyaset felsefesinin temel kavramlarını öğrenecek
• Siyaset felsefesinin temel problemlerini öğrenecek
• Devletin gerekli olup olmadığını öğrenecek
• Ütopyanın ne anlama geldiğini ve ütopik devlet anlayışlarını öğrenecek
ÜNİTE
12
SİYASET FELSEFESİ
FELSEFEYE GİRİŞ
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Siyaset, ülke, toplum,
devlet ve insan
yönetimidir.
GİRİŞ
“Siyaset” terimi Yunanca polis, politika terimlerinden Arapçaya, Arapçadan
da Türkçeye geçmiş bir terimdir. Eski Yunan’ın şehir devletlerinde (polis’lerinde)
olan ve olması gereken yönetim şekilleri üzerine Platon’un Devlet ve Yasalar,
Aristoteles’in Politika adlı eserleri ilk siyaset felsefesi eserleridir.
Genel anlamıyla; siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yönetme etkinliğidir.
Aristoteles, Politika adlı eserinde siyaseti “Vatandaşların toplumu ve devleti
ilgilendiren işlerle ilgili olarak yaptığı her şeydir.”, diye tanımlamaktadır. Fakat siya-
setin tanımı, tarihsel süreç içinde iki açıdan ele alınmalıdır:
1- Siyaset, toplumsal sınıflar arasında geçen iktidar mücadelesidir.
Dolayısıyla, siyaset iktidarın ne olduğunu, oluşumunu, kapsamını,
doğasını, bireyle ilişkisini ve varlığını sürdürüşünü ele alır.
2- Siyaset, toplumda düzeni ve birliği sağlamak amacıyla özel çıkarlara karşı
genelin ortak iyiliğini gerçekleştirmek için yapılan faaliyettir.
Birbirine karşıt olarak yapılan bu iki siyaset tanımı, iki gerçeği vermektedir. O
hâlde, siyaset, çatışma ve iktidar mücadelesinde hem bireyin hem de toplumun hak
ve çıkarlarını gözeterek yapılan düzen yaratma etkinliğidir.
Siyaset, iki bilgi alanının konusu içindedir. Siyaseti, hem siyaset bilimi hem de
siyaset felsefesi ele alıp incelemektedir.
Siyaset bilimi, diğer bilimler gibi, siyasette “olanı” inceler; açıklar ve
yasalarını bulmaya çalışır. Temel konusu olan devlet başta olmak üzere siyasî ve
sivil kurumları, siyasal rejimleri ve bunların problemlerini araştırarak, çözümler
önerir. Siyaset bilimi, alanına giren tüm olguları, bilimsel yöntemlerle araştırır ve
genel sonuçlara ve yasalara varmaya çalışır.
Siyaset felsefesi, siyasette olanı değil, “olması” gerekeni ele alır ve yorumlar.
Siyasal yaşamı ve özellikle de devletin özünü araştıran siyaset felsefesi, olanı
betimlemek yerine, olması gereken üzerine düşünür. Yönetimin tanımını, doğasını
ve amacını ele alarak var olmuş devletleri sınıflar ve var olması istenen devletin
tanımını ve özelliklerini araştırır. Var olması düşünülen devletin temelindeki felsefe
anlayışına uygun olarak bireyin, toplumun ve devletin görev ve hakları belirlenir.
Günümüzde ise siyaset felsefesi, siyasî otoriteyi, iktidarı, iktidarın bireyle
olan güç ilişkisini, birey ve devletin birbirleri karşısındaki hak ve görevlerini, siyasî
kurumların hak ve görevlerini ele alır. Günümüz siyaset felsefesinin en önemli ko-
nusu “demokrasinin tanımını ve doğasını” açıklamaktır. Demokrasi kavramını birey-
devlet, sivil, devlet, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla olan bağlantılarıyla açıklamaya
çalışır.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Felsefenin bir alt disiplini olan siyaset felsefesini anlamak için, öncelikle
yapılması gereken şey, siyaset felsefesinin kavramlarını açık ve seçik olarak
tanımlamaktır. Siyaset felsefesinin temel kavramları şunlardır: Birey, toplum, sivil
toplum, devlet, iktidar, yönetim, meşruiyet, egemenlik, hak, hukuk, yasa ve
bürokrasi.
Birey (fert)
Siyaset felsefesinde tek insan varlığı anlamına gelen birey, kendisini diğer
insanlardan ayıran, kendisine ait bir varlığı olan kişidir. Birey, diğer bireylerle
birlikte toplumda yaşayan ama bazı özellikleriyle topluma bağımlı, bazı
özellikleriyle göreli özgür bir varlıktır. Birey, birey olarak kendisini gerçekleştirmek
için topluma ve devlete ihtiyaç duyar.
Toplum
Toplum, tek tek tüm ihtiyaçlarını gideremeyen insanların fizikî ve sosyal
ihtiyaçlarını gidermek için bir araya gelip, belli bir bölgede oluşturdukları düzenli
insan grubudur. Bireylerin çeşitli amaçlar doğrultusunda ortak bir kültür çevresinde
toplanmasıyla toplum oluşur. O hâlde, bireysiz toplum olamayacağı gibi, toplumsuz
da bireyler var olamaz.
Sivil toplum
Toplumun, devletin kurumlarının dışında, kendi kendisini yönetmek ve
yönlendirmek amacıyla kurduğu demokratik yapıya sivil toplum denir. Sivil toplum
ve kurumları, özgür vatandaşların bir araya gelmesi sonucu istek, arzu ve haklarını
devlete karşı savunacakları birimlerdir. Sivil toplum, ancak hukuk devletinin olduğu
bir rejimde gerçekleşebilir.
Devlet
Devlet, sınırları belirlenmiş ortak bir toprak bütünlüğü üzerinde, özgür ve
bağımsız bir siyasî örgütlenme sonucu oluşmuş kuruma denir. Devlet, toplumun en
önemli ve en büyük siyasî kurumudur. Devlet, kendine ait bağımsız toprak
bütünlüğünde, hak ve hukuku belirleyen, toplumu ve bireylerini yöneten, de-
netleyen ve koruyan bir güce sahiptir. Kısaca devlet, belirli bir ülkede yaşayan
insanların, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturdukları siyasî örgütlenmedir.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İktidar
Genel anlamıyla iktidar, yapabilme, kendi istencini egemen kılabilme gücü;
siyasal anlamıyla iktidar ise bir toplumun egemenliğini elinde bulunduran gücü
ifade eder. İktidarda olan güç, hukuk kuralları çerçevesinde devletin gücünü elinde
bulundurur ve bu güce göre bir yönetim sürdürür.
Yönetim
Bir kurumu, toplumu ve devleti belli kurallar, ilkeler ve amaçlar çerçevesinde
çalıştırma, yönetme ve yönlendirme anlamına gelir.
Meşruiyet
Sözcük anlamı, yasallık veya yasaya uygunluk olan meşruiyet, yapılan
eylemin veya etkinliğin yazılı yasaya, pozitif hukuka uygun olması demektir. Bir
eylemin meşru olması, dayandığı ahlâk ilkesine bağlı olmaktan çok, yasaya yani
pozitif hukuka uygunluğuna bağlıdır.
Egemenlik
Devleti devlet yapan üç güç vardır: 1. İnsan topluluğu, 2. Sınırları belirlenmiş
bir toprak ve 3. Egemenlik. Egemenlik gücü, devletin iktidar gücünü hiçbir iç veya
dış baskı olmadan kullanma gücüdür. Egemenlik, devleti devlet yapan güç
olduğuna göre, devlet içinde veya dışında ondan büyük ya da ona eş güç olamaz.
Egemenlik bir devletin diğer devletlere karşı bağımsız olduğunun en önemli
simgesidir. O hâlde, egemenliğin en önemli işlevi, devletin özgür olarak kendi
kendini yönetmesidir. Yine egemenlik, iktidarın devlette iş yapabilme, örneğin
emredebilme, para basabilme, ordu kurabilme, denetim yapabilme gibi özelliklerini
belirtir.
Hak
İlk anlamıyla hak, hukuk devletinin yapılmasına izin verdiği ve yasa, tüzük,
yönetmeliklerde belirlediği serbestliktir. Haklar, kamu ve özel hukuktan doğan
haklar olmak üzere ikiye ayrılır: Örneğin, kişinin toplum ve devletle ilişkisini
düzenleyen yasaların verdiği izinler kamu haklarını, kişinin özel yaşamında izin
verdiği haklar ise özel hakları kapsar. Özel mülkiyet; yani ev ve araba alma gibi
haklar özel haklar iken, bireyin seçme ve seçilme hakkı kamu hakkıdır.
İkinci anlamıyla hak, bireyin, başkalarından isteyebileceği, talep edebileceği
şeylerdir. Örneğin, şehir kütüphanesinden kitap ödünç alma hakkı gibi. Her iki
anlamda da hak, ödev bilinci ve sorumluluğunu içerir. Haklar, sorumluluk
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
alındığında anlamlıdır. Kitabı aldığımız gibi zamanında ve temiz olarak teslim etmek
bir ödevdir yani sorumluluk gerektirir.
Hukuk
İnsan bir toplum içinde yaşadığına göre, toplum ve birey ilişkilerini
belirleyen, düzenleyen ve devletin yaptırım gücüyle uyulması zorunlu kılınan
davranış kurallarının oluşturduğu sisteme hukuk denir. Hukuk kuralları, yaptırıma
sahiptir. Uyulmadığı takdirde çeşitli cezalarla yapılması sağlanır. Örneğin, hapis,
para cezası gibi yaptırımlarla hukuka uyulması sağlanır.
Yasa
Bir otorite yani devlet tarafından bireylerin ilişkilerini düzenlemek amacıyla
konulmuş kurallardır. İnsanlara toplum içinde nasıl davranmaları gerektiğini
belirten yazılı buyruklardır.
Bürokrasi
Kamu hizmetlerinin düzenli, yasalı ve eşit yapılabilmesi için kurulmuş
hiyerarşik örgüte verilen addır. Devlet, yasalarını, tüzüklerini ve yönetmeliklerini
bürokrasi aracılığıyla düzenli olarak yürütür. Bürokrasi aşağıdan yukarı doğru
daralan bir yapıyla ve kişisel ilişkilere dayanmadan genel kurallar çerçevesinde
devletin işlerini yürüten organdır. Burada çalışanlara memur adı verilir.
Bürokrasinin görevi işleri kolaylaştırmaktır. Fakat bazı ülkelerde geniş kapsamlı
bürokrasiler işlerin daha zor ve uzun zamanda çözülmesine de neden olmaktadır.
SİYASET FELSEFESİNİN SORULARI
Yukarıda açıkladığımız temel kavramlarının ışığıyla, siyaset felsefesinin
sorularını sorabilir ve bu sorular üzerine yapılmış cevapları açıklayabiliriz. Siyaset
felsefesinin ilgilendiği sorulardan bazıları şunlardır: “Devletin varlık temeli nedir?”,
“Devletin işlevi, görevi ve amacı ne olmalıdır?”, “İktidar, kaynağını ve gücünü
nereden alır?”, “Egemenliğin kullanılış şekilleri nelerdir?”, “Meşruiyetin ölçütü
nedir?”, “Bireyin temel hakları nelerdir?”, “Sivil toplumun anlamı nedir?”, “Temel
hakların güvenceye alınması ne demektir?”, “Bürokrasiden vazgeçmek olanaklı
mıdır?”, “En iyi yönetim biçimi nedir?”
Şüphesiz bu sorular ve verilen cevaplar, uzun bir tarihe sahiptir. Platon’un
Devlet ve Aristoteles’in Politika adlı eserlerinde tartışılmaya başlanan bu sorular,
günümüzde de değişik boyutlarda devam etmektedir. Genel olarak günümüz
siyaset felsefesi, devlet, toplum ve insanı ilgilendiren şu sorunları ele almaktadır:
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
İktidar, kaynağını nereden almaktadır? B. Bireyin temel hakları nelerdir? C.
Bürokrasiden vazgeçilebilir mi? D. Sivil toplumun anlamı nedir?
İktidar, Kaynağını Nereden Almaktadır?
Devlet, bağımsız ve sınırları belli bir toprak parçasında hak ve hukuku
belirleyen, toplumu ve bireylerini yöneten, denetleyen ve koruyan bir güce
sahiptir. Bu güce iktidar denir. O hâlde devletin bir öğesi olan iktidar, devletin
gücünü bireyler üzerinde kullanma yetkisidir. Kısaca, devletin ülkeyi yönetme gü-
cüdür. Bu güçten yoksun bir devlet, devlet olarak tanımlanamaz. Fakat hiçbir
devlet de yönetme gücünü tek başına elinde bulundurduğu iktidardan alamaz.
Çünkü siyasal iktidar, toplumun ve bireylerin çıkar ve isteklerine hizmet ettiği
sürece meşruiyet kazanmaktadır. Bu nedenle, siyaset felsefesinin ilk sorusu, devlet
iktidar gücünü hangi kaynağa dayandırarak meşru kılmaktadır? Başka bir söylemle,
iktidarı, meşru kılan kaynak nedir?
İktidar sorusunu ele alan siyaset felsefecilerden birisi Max Weber (1864-
1920)’dir. Weber’e göre iktidar; yani yöneten otorite gücünü üç kaynaktan alır: 1.
Geleneksel otorite, 2. Karizmatik otorite, 3. Demokratik veya hukuksal otorite.
Geleneksel Otorite
Geleneksel otorite, iktidarının veya otoritesinin kaynağını gelenek ve yerleşik
inançlardan alır. Bu otorite türü, geleneklerin egemenliği altında değişmeye kapalı
ve gelişmenin çok yavaş olduğu durağan toplumlarda ve kurumlarda görülür.
Feodal toplum veya ataerkil toplumlar, geleneksel otoriteyi elinde bulunduran
yöneticiler tarafından idare edilir. Örneğin, kral, hükümdar, padişah, şeyh ve
hakanın yerine genelde büyük oğul geçer. Bu gelenekle iktidara gelen kişi,
geleneksel otorite sonucu iktidara gelmiş bir yöneticidir.
Genellikle geleneksel otorite sahibi olan kişi, otoritesinin tanrısal bir boyut
içerdiğini de öne sürer. Kral, padişah, şeyh, hakan, imparator gibi geleneksel
otorite gücünü elinde bulunduran yöneticiler, bu gücün onlara Tanrı tarafından
verildiğine de inanırlar. Yöneticiler, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak
toplumu yönettikleri inancına sahiptirler. Bu tür tanrısallık boyutu, geleneksel
otoriteyi, teokrasi anlayışına yaklaştırır.
Karizmatik otorite
Karizma “lütuf, tanrı vergisi” anlamına gelir. Bu tür otoriteye sahip lider veya
yöneticiler, bu özelliklerini doğumla getirirler. Bu tür olağanüstü özelliklerin bu
insanlarda var olduğu kabul edilir. Karizmatik otorite, doğrudan doğruya liderin
kişisel özelliklerine ve eylemlerine bağlıdır. Karizmatik liderin tüm eylemleri her
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Meşruiyetinin kaynağı
halkın iradesi olmayan
iktidarlar, demokratik
iktidarlar değildir.
zaman halkın iyiliği ve doğruluğu içindir. Bu nedenle, halk, bu tür liderlere mutlak
olarak itaat eder.
Demokratik veya Hukuksal Otorite
Rasyonel yasalardan kaynağını alan demokratik veya hukuksal otorite,
geleneklere ve liderlerin tanrısal ya da kişisel özelliklerine dayanmaz. Onun
kaynağı, insanların kendi akıl ve yetileriyle oluşturdukları yazılı hukuk kurallarıdır.
Hukuk kuralları hem yöneteni hem de yönetileni bağlar.
Demokratik otoritede, iktidarın kaynağı, insan aklı ve yazılı hukuk
kurallarıdır. O, meşruiyetini, hukuka olan uygunluğundan alır. Liderler, belli kurallar
çerçevesinde iktidara gelir ve belirlenmiş olan bu kurallarla iktidar gücünü
kullanırlar. İktidar gücünü kazanmanın yolu, seçimdir. O hâlde, iktidar meşruiyetini,
halkın iradesine borçludur.
Böylece “Meşruiyetin ölçütü nedir?” sorusu da cevaplanmış olmaktadır.
İktidar, meşruiyetini geleneksel, karizmatik veya demokratik otoriteden alabilir.
Bunların dışında olan bir iktidar otorite gücünü, baskı, darbe ve zorla yapılan kaba
güçten alır. Bunlar ise meşru olmayan otorite kaynaklarıdır.
Bireyin Temel Hakları Nelerdir?
Çağdaş devletlerin çoğu, demokratik yönetim anlayışını benimseyen hukuk
devletleridir. Hukuk devleti, bireyin hak ve özgürlüklerini yasa ile belirleyip,
bunların daha iyi ve doğru işlemesini kendine hedef yapmıştır. Fakat toplumsal
yaşamda bu hedefin bir kısmı gerçekleşmektedir.
Bireyin temel haklarını üç grupta sınıflayabiliriz: 1. Kişisel haklar 2. Toplumsal
ve ekonomik haklar 3. Siyasal haklar.
Kişisel Haklar
Bireyi toplumun ve devletin gücüne karşı koruyan haklarıdır. Bu nedenle
bunlara “koruyucu haklar” da denir. Örneğin, yaşama hakkı, düşünme ve
düşündüğünü söyleme hakkı gibi.
Toplumsal ve Ekonomik Haklar
Bireyin devletten isteyebileceği toplumsal ve ekonomik haklardır. Bir
vatandaş olarak devletten bir şeyleri yapmasını talep ettiğimiz haklar olduğu için,
bunlara “isteme hakları” da denir. Örneğin, özel mülkiyet edinme hakkı, eğitim ve
sağlık hakları gibi.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Siyasal Haklar
Bu haklarla, birey, devlet ve toplumun yönetimine katılır. Örneğin, seçme ve
seçilme hakları gibi.
Bu hakların tümüne insan hakları denir. Eğer insan hakları, bireyin kendi
ülkesinde uygulanmazsa ya da uygulamada haksızlığa uğrarsa, birey bu haklarının
uygulanması için uluslararası insan hakları mahkemesine başvurabilir.
Devletlerarası kurulan bir üst mahkeme bu tür davalara bakarak, devlet ve birey
arasında oluşan temel haklar konusundaki uyuşmazlığı çözüme kavuşturur.
Bürokrasiden Vazgeçilebilir mi?
Bürokrasi, “büro” ve “krasi” sözcük çiftinden türemiş olup, büro egemenliği
veya yönetimi anlamına gelir. Günlük dilde, “kırtasiyecilik” gibi bir olumsuz anlamı
içermesine rağmen, siyaset felsefesinde bürokrasi, devletin kamu hizmetleri için
oluşturduğu hiyerarşik görev dağılımıyla çalışan örgütlü kurumudur. Fakat
günümüzde bürokrasi, devletin kamu hizmetlerini aşarak, özel girişimin iş
yaptırmak için kurduğu örgütlü kurumları da kapsamaktadır. Örneğin, holdingler,
bankalar, fabrikalar vb. kendi içlerinde bürokratik yapıya sahiptirler.
Hiyerarşik bir örgütlenme şekline sahip olduğundan, bürokraside çalışan bazı
memurlar üst, bazıları da ast görevinde bulunurlar Bürokraside hem ast hem de üst
bürokratın hizmet ve görevi önceden belirlenmiş rasyonel kural ve yasalara bağlan-
mıştır. Bu nedenle, üst-ast ilişkisinden oluşan piramit, bazen işlerin verimsizliğine
de neden olabilir. Bürokratik işleyişin J. S. Mill”e kadar uzanan bir olumsuz yorumu
vardır. Bu yorumlardan bazıları şunlardır:
Bürokrasi de çalışan memurlar atanarak gelir ve seçimle gelen siyasî gücün
hizmetinde kamuya yönelik görevde bulunurlar. Siyasî güç, seçimle geldiği
için burada geçici bir süre bulunurken, atama ile gelen memurlar yani
bürokratlar görevlerinde kalıcıdırlar. Geçici olan siyasî güç ve hükümetler
işleri hızlandırmak isterken, yazılı kural ve yönetmeliklerin ötesine
geçemeyen kalıcı memurlar işleri yavaşlatmak isterler. Siyasî güç, halk
karşısında sorumluluk taşırken, bürokratların seçilememe gibi bir kaygıları
olmadığı için, halka karşı bir sorumluluk da duymazlar.
Bürokratlar, özellikle de üst düzey bürokratlar alanlarında uzman iken
seçimle gelen ve geçici olan siyasî güç, alanın uzmanı değildir. Bu durumda,
siyasî güç, bürokrasinin etkisi altına girme tehlikesi yaşamaktadır.
Bürokrasi, özellikle kapitalist sistemde halktan koparak hem kendi yerlerini
korumak hem de siyasî gücün güdümü altına girerek, onların çıkarlarını
koruma tehlikesi altındadır. Kısaca, bürokratlar, kamu hizmeti yerine, siyasî
güce hizmet etmeye başlayabilirler.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Bürokrasi, hizmetin rasyonel ve çabuk olması için kurulmuşken tam tersi
durumlarda oluşabilir. Özellikle, bazı kesimlerin çıkarları doğrultusunda
bürokrasi işlerin yavaşlamasına veya engellenmesine sebep olabilir.
Tüm bu olumsuz yorumlara karşın, Max Weber’e göre şu nedenlerden
dolayı bürokrasiden vazgeçilmemelidir:
Yasal kurallar ve yaptırımlara dayanması,
Devamlılığa ve maaşa sahip bir kadro (memur) tarafından yapılması,
Yazılı belge ve işlemlere dayalı çalışma geleneği olması,
Mevki ve yeteneğe göre verilmiş yönetim yetkisi ve sorumluluğa sahip
olması,
İş bölümüne dayalı bir hizmet anlayışı olması.
Tüm bu nedenlerden dolayı, çağdaş toplumlar bürokrasiden vazgeçemezler.
Fakat bürokrasideki olumsuzlukların giderilmesi için çalışmalar yapıldıkça, devletin
veya özel girişimin hizmet fonksiyonu gittikçe eşitlik, özgürlük, toplumsal adalet ve
yararlılık ilkesi doğrultusunda değişmektedir.
Sivil Toplumun Anlamı Nedir?
Sivil toplum, devlet kurumlarının dışında, toplumun kendi kendisini
yönlendirmek için kendi kurumlarını oluşturduğu demokratik yapıdır. Sivil
toplumun başlıca özelliği, özgür vatandaşların bir araya gelerek devlet veya özel
girişim karşısında haklarını koruma isteğidir. Toplumun istek ve çıkarları doğrul-
tusunda daha çabuk kamuoyu oluşturma ve demokratik işleyişi sağlamak, sivil
toplumun amaçları içindedir.
Bu tanım gereği, sivil toplumu oluşturan öğelerin başlıcaları şunlardır:
Düşünce özgürlüğü, demokrasi, hoşgörü, çoğulculuk, özgür ve bağımsız tavır alma,
siyasal katılımı sağlama, devletin yönetiminde etkili olabilecek güçte özerk
örgütlenme.
Günümüz çağdaş toplumları, gelişmişliğini ve çağdaşlaşmasını hukuk devleti
içinde kurulmuş sivil örgütlerine borçludurlar. Sivil toplum veya örgütler, ancak
demokratik ve hukuk devleti içinde yaşama hakkına sahip olurlar. Sivil toplumların
çokluğu ve işlerliği, o toplumun hukuk ve demokratik yapısını gösterir. Günümüz
devletlerinin amacı, eğer hukuk devleti olmak ise bunu ancak sivil toplum
kurumlarıyla birlikte gerçekleştirebilirler. Sonuç olarak, sivil toplum kurumları, bir
ülkenin demokratikleşmesini hızlandıran en önemli öğedir.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
SİYASET FELSEFESİNİN İKİ ANA PROBLEMİ
Siyaset felsefesinin iki ana problemi vardır: A. Düzen ve devlet ilişkisi B. Birey
ve devlet ilişkisi.
Karmaşa - Düzen - Ütopya (Düzen ve Devlet İlişkisi)
İnsan, diğer canlı varlıklara göre daha uzun bir çocukluk dönemi geçirmesi ve
bedensel olarak da diğer canlıların bazılarından güçsüz olması nedeniyle, bir araya
gelerek oluşturdukları toplum içinde yaşar. Fakat ilk çağlardan beri toplum içinde
yaşayan insanlar, her zaman yöneten ve yönetilen olmak üzere iki grup altında
sınıflanmışlardır. 20. yüzyıl siyaset bilimcisi Maurice Duverger’e göre, “En
küçüğünden en büyüğüne, en ilkelinden en gelişmişine, en geçicisinden en
kalıcısına kadar tüm toplumlarda yönetenler ve yönetilenler arasında köklü bir
ayırım vardır.” Kısaca bir tarafta emredenler, diğer tarafta bu emirlere itaat eden-
ler vardır. Duverger’in dediği gibi, tüm toplumlarda çeşitli oranlarda düzen vardır.
İnsan, karmaşanın ve kaosun olduğu yerde, toplum oluşturamadığı gibi, yaşamını
sürdürme garantisine de sahip değildir.
Düzen, toplumda işbölümünü, birlikte yaşamayı, kurallar çerçevesinde
özgürlüğü ve eşitliği sağlamaktadır. Karmaşa içindeki hiçbir toplum, yaşamını
sürdürmeyi başaramamıştır. Çünkü mutlak özgürlüğün olduğu yerde karmaşa ve
kaos vardır. Böyle bir özgürlük sonucu insanların çıkar, istek ve düşünceleri bir-
birleriyle çatışır. Kaos ve karmaşa hâlindeki toplumlarda herkesin yaşamı tehlike
altındadır. Karmaşa içindeki toplum, varlığını sürdüremez.
Bir toplum kurulabilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi için, düzene
ihtiyaç duyar. Düzen, bir arada yaşamayı olanaklı gören bireylerin gereksinmelerine
uygun hukuk ilkeleri ve yönetim biçimleri oluşturarak, belirli bir toplum oluşturma
çabası sonucunda ortaya çıkan sistemdir. Fakat devlet veya düzen, belli bir grubun
çıkarları doğrultusunda hizmet verdiğinde, o toplumun tüm bireylerinin
gereksinmelerini karşılayamaz. Nasıl karmaşa, düzeni gerektiriyorsa, var olan
düzenden hoşnutsuzluk da daha iyi bir düzen anlayışını gerektirir. Bu nedenle
düşünürler, daha iyi bir toplum düzenini hayal etmişler ve ütopyalar kurmuşlardır.
İngiliz düşünür Thomas More (1478-1535), nesnel koşullardan ve toplumsal
yasalardan değil de adalet, özgürlük, eşitlik gibi soyut ilkelerden kalkarak
gerçekleşmesi somut dünyada olanaksız olan fakat ideal bir dünyada var olacağı
tasarlanan bir devlet ve toplum düzeni tasarlamıştır. More’un hiçbir yerde
uygulanamayan anlamına gelen bu tasarısına ütopya adı verilmiştir.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Düzenin Gerekliliği ve Devlet
İnsan, hem iyiye hem de kötüye yönelebilen ve yapabilen varlıktır. Bundan
dolayı her zaman kendini kontrol edemez. Bazen diğer insanların hak ve isteklerine
saygı gösterirken, bazen de göstermez. Bu nedenle, bireylerin oluşturduğu toplum-
daki düzeni, bireysel vicdanlar sağlayamaz.
Toplumsal yaşamda bireylerin ihtiyaç ve isteklerini, ilişkilerini ve haklarını
düzenleyen kurallara, yasalara ve bunları uygulayacak kurumlar üstü bir kuruma
gereksinme vardır. İşte, bu en üst kurum, devlettir.
Devlet, toplumdaki kurumların en büyüğü olarak, yasa yapmak ve bu yasaları
uygulamak görevini üstlenir. Böylece devlet, emir, buyruk ve sınırları belirler ve
bunlara toplum ve bireylerin uyması için gerekli zorlayıcı tedbirleri alır. Yasalara ve
emirlere uymayanları, cezalandırır. Emirlerin ve cezaların yerine gelmesi için
güvenlik güçlerini kullanır.
Devlet en büyük kurum olmasına rağmen, yine de iktidarını kullanırken
sınırlıdır. Hiçbir devlet, ekonomik, askerî, dinsel, geleneksel, siyasal partiler,
üniversiteler, sendikalar ve sivil örgütler gibi güçleri göz önünde tutmadan,
iktidarını istediği şekilde kullanamaz. Ayrıca büyük ve güçlü devletlerin istek ve
çıkarlarını hesaba katmadan, uluslararası gücünü de kullanamaz.
Devlet, siyaset felsefesi tarihinde hem doğal bir kurum hem de kurma veya
yapma bir kurum olarak iki farklı yaklaşımla açıklanmıştır.
Doğal bir kurum olarak devlet: Bu yaklaşımın kurucusu ve en önemli
temsilcisi Platon’dur. Platon’a göre, devlet insana benzeyen büyük bir
organizmadır. Devlet, bireyin devamıdır yani devletin doğası veya temeli,
insanın doğası gibidir. İnsanla devlet birbirine benzer. İnsanın ruhundaki üç
erdemine karşılık, devlette de üç sınıf bulunur. Birinci sınıf, maddeye ve
bedene düşkün olan üreticiler yani işçi, köylü ve zanaatkârlar. İkinci sınıf,
cesaret erdemi taşıyan bekçiler yani askerler. Üçüncü sınıf, manevî hazları
ön plana çıkaran bilginler, filozoflar ve yöneticilerdir. Platon’a göre, her
sınıf kendi doğasını gerçekleştirirse toplum ve devlette düzen doğal olarak
sağlanmış olur.
Yapma bir kurum ve araç olarak devlet: J. Locke, T. Hobbes ve J. J.
Rousseau tarafından öne sürülen bu devlet görüşüne göre, insanlar bir
araya gelerek, kendi ihtiyaç ve gereksinmeleri doğrultusunda yaptıkları bir
toplumsal sözleşme ile devleti kurarlar. Devlet insanların oluşturduğu bir
tür yapma bir kurumdur. Amacı, insanların istek ve çıkarlarına hizmet
etmektir. Bu nedenle, devlet, bir amaç için kurulan yapay araçtır.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
İdeal Düzen Anlayışları
Toplum ve devlette düzen arayan siyaset felsefecileri, insanın ve toplumun
doğasını inceleyerek, ideal bir düzenin olabileceğini öne sürdükleri gibi,
olamayacağını da öne sürmektedirler:
İdeal Düzenin Olabileceğini Reddedenler
İdeal bir düzenin olamayacağını savunan iki temel akım vardır: Sofistler ve
nihilistler.
Sofistler
İlkçağ felsefesinde önemli bir yere sahip olan sofistlere göre, ideal düzen
doğal olandan ayrılmayı ve onu değiştirmeyi gerektirmektedir. İdeal düzende
insanlar bir araya gelerek kendi çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda toplumsal
sözleşme yaparlar. Fakat böyle bir sözleşme insanın doğasına aykırı olduğu gibi,
doğa düzenine de aykırıdır. Birinci nedeni şöyle formüle edebiliriz: Ünlü sofist
Protagoras’a göre, “İnsan her şeyin ölçütüdür. Herkes için geçerli evrensel bilgi
yoktur.” Eğer geçerli evrensel bilgi yoksa insanların toplumsal sözleşmenin
etrafında toplanması mümkün değildir. Çünkü tek bir sözleşme yerine her insana
göre bir ideal toplum sözleşmesi vardır. O hâlde, sofistler için, ideal düzen olamaz.
İkinci olarak, doğal düzene göre, güçlüler, güçsüzleri yenmekte ve yok etmektedir.
Fakat güçlü insanlara karşı sayıca çok olan güçsüz insanların oluşturdukları
toplumsal sözleşme sonucu doğal yasanın tam tersi bir durum ortaya çıkmaktadır.
Güçsüzler, güçlüler karşısında daha etkili olmaktadır. Bu durum, doğal düzene ve
yasaya karşıttır. O hâlde, doğal düzen gereği, ideal düzen olamaz.
Nihilistler(Hiççiler)
İdeal düzeni reddeden ikinci yaklaşım, Yakın Çağla birlikte ortaya çıkan
evrenin anlamsız ve amaçsız olduğu anlayışını öne süren nihilistlere aittir.
Nihilistlere göre, evrende hiçbir şeyin değer ve amacı yoktur. Bunlara göre devlet
ya da otorite, doğal duruma aykırıdır. Bu nedenle, devlet ve düzen insan özgürlü-
ğünü sınırlandırmakta hatta yok etmektedir. Doğal durumda mutlak özgürlüğe
sahip olan insan, kurumlarda, toplumsal ortamda, devlette ve düzende
özgürlüğünü yitirmektedir. Nihilistlere göre devlet ve düzenin her bir çeşidi, insan
için olumsuz olandır. İdeal düzeni temsil eden her türlü kuruma karşı çıkarak,
onların yıkılması gerektiğini savunurlar.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
İdeal Düzenin Olabileceğini Kabul Edenler
Tarihsel gelişimi içinde insanlar sürekli olarak daha iyisini elde etmek için
bilgilerini artırırlar. İnsan bilgisinin gelişimi sonucu, yaşam koşulları iyileşmiş ve
buna bağlı olarak insan ömrü uzamıştır. İnsanlık tarihinde bazı dönüm noktaları
vardır. Örneğin, insan için ateşin keşfi, tekerleğin bulunuşu, yazının bulunuşu,
denizciler için pusulanın bulunuşu gibi. Siyaset felsefesi açısından Fransız Devrimi
bir dönüm noktasıdır. Fransız Devrimiyle birlikte insanlar, dinsel kökenli monarşi
yönetimleri yerine, kendi akıllarıyla oluşturdukları ve ölümden sonraki yaşam kadar
değerli olabilecek bir yönetim ve toplum düzeni kurmaya çalışmışlardır. XIX.
yüzyıldaki bilim ve teknolojinin inanılmaz hızıyla desteklenen insan bilgisi, siyaset
felsefecilerini ve düşünürleri ideal düzen oluşturma çabasına yönlendirmiştir. İdeal
düzen arayışı içine giren siyaset felsefecilerinden bazıları kalkış noktası olarak
özgürlüğü bazıları da eşitliği temele almışlardır. O hâlde ideal düzen arayışlarında
iki temel yaklaşım vardır:
ÖZGÜRLÜĞÜ TEMELE ALAN VE EŞİTLİĞİ TEMELE ALAN
YAKLAŞIMLAR
Özgürlüğü Temele Alan Yaklaşımlar
Liberalizm olarak da bilinen bu yaklaşım, her türlü insan etkinliğinin temeline
özgürlüğü koymuştur. Özgürlük her türlü etkinlikte temel ilke olduğu zaman ancak
insan kendini gerçekleştirebilir ve yaratıcı olabilir. Bundan dolayı, liberal düşünceye
göre devlet, ekonomi ve ticaret konularından elini çekmeli ve bu alanlarda
denetleyici olarak görev almalıdır. Bu anlayışın sonucu kapitalist düzen ortaya
çıkmıştır. Bireyler dinî, siyasî, ekonomik ve düşünce alanlarında özgür bırakılmalı ve
bu alanlarda girişimci olmaları devlet tarafından desteklenmelidir. Böylece devlet
sınırlayıcı ve engelleyici olmaktan çıkıp denetleyici olarak ideal düzenin
gerçekleşmesini sağlayabilir. En önemli temsilcileri Adam Smith (1723-1790) ve
John Stuart Mill (1806-1873)’dir.
Eşitliği Temele Alan Yaklaşımlar
Liberalizmin özgürlükçü anlayışı, toplumda iki sınıfın oluşmasını sağlamıştır.
Özgürlüğünü kullanarak kendini gerçekleştiren bireyler zaman içinde üretim
araçlarını elinde bulunduran zengin sınıfa dönüşürken, diğer insanlar emeğini para
karşılığı satan işçi sınıfına dönüşmektedirler. Böylece toplumdaki denge gittikçe
zenginlerin yani kapitalistlerin lehine gelişmektedir. Eşitlikçi yaklaşım, kapitalist
düzenin bozduğu ve iki farklı sınıfa ayırdığı toplumu, tekrar tek bir sınıfa indirme
çabası içindedir. Bireyleri yapacakları etkinlikte özgür bırakma yerine, onlara eşit
fırsatlar ve imkânlar verme amacını taşıyan eşitlikçi yaklaşım, sömürünün olmadığı
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
İnsanları yetenekleri
açısından birbirlerine
eşit kılmaya
çalışmaktan daha büyük
bir zulüm yoktur.
bir sosyalist düzen amaçlar. O hâlde, bu yaklaşım liberalizm ve kapitalizme karşı
çıkarak, üretim araçlarının tüm bireylere ait olmasını savunarak özel mülkiyeti
toplumun ortak malı yapmıştır. Savunucuları Fransız Saint Simon (1760-1829),
Charles Fourier (1772-1837), Joseph Proudhon (1809-1865), İngiliz Robert Owen
(1771-1858) ve Alman Karl Marx (1818-1883) ve F. Engels (1820-1895)’dir.
İdeal Düzeni Belirleyen Ölçütler
Yukarıda açıkladığımız iki ideal düzen anlayışı da çeşitli açılardan ideal
düzenin gerçekleşmesinde yetersiz kalmaktadır. Özgürlüğü temele alan liberalizm
ve kapitalizm, “mutlu azınlığın” karşısına “yoksul çoğunluğu” koyarak kendini
gerçekleştirmektedir. Böylece toplumu iki karşıt sınıfa dönüştürmektedir. Eşitlikçi
ilkeyi temele alan sosyalist düzen ise yine ideal düzeni gerçekleştirememektedir.
Çünkü bireylerin özgürlüğü elinden alınınca büyük acılar ve felaketler ortaya
çıkmaktadır. Örneğin; eski Sovyetler Birliği’nde ve bazı Doğu Bloğu ülkelerinde, in-
sanlar doğdukları topraklardan sürülmüş ve onların kendileri olma fırsatı veya
özgürlüğü verilmemiştir onlara.
Her iki ölçüt de tek başına yeterli olmazken, birinin azlığı diğerinin çokluğu
da ideal düzenin oluşmasını engellemektedir. Özgürlüksüz eşitliğin ve eşitliksiz
özgürlüğün, ideal düzeni oluşturamadığı tarihsel süreç içinde anlaşılmıştır. Bu
nedenle ideal düzeni belirleyen üçüncü bir ölçüt önerildi. Bu ölçüt, adalettir.
“Herkese hak ettiği kadar adalet” ilkesinden hareketle günümüz siyaset
felsefecileri, ideal düzeni özgürlük, eşitlik ve adalet ölçütleri üzerinde kurmayı
amaçladılar. Çağımızda fırsat eşitliği ilkesi çerçevesinde her bir bireyin durumu ve
başarısına göre, dağıtılan adaletle ödül ve ceza belirlenmektedir. Çağımız ideal
düzeni bu üç ölçüt çerçevesinde, toplumsal adaleti geniş kitlelere yayarak,
toplumsal mutluluğu ve dengeyi yakalama çabası içindedir.
Ütopyalar
İdeal düzen üzerine düşünen bazı felsefeciler, var olan düzen yerine olması
gereken düzeni düşlemişlerdir. Düşlenen veya hayal edilen bu düzenlere ütopya
adının verildiğini daha önce belirtmiştik. Olması gereken ya da ütopik düzenden
yana olan düşünürleri ikiye ayırabiliriz:
1- Var olan toplumsal düzenin iyileştirilemeyeceğini varsayarak, olması
gereken mükemmel bir düzen tasarlayanların oluşturduğu birinci gruba
gerçekleşmesi mümkün olmayan ama istenen düzen ütopyacıları denir.
2- Var olan düzenin yerine olması gereken ütopik bir düzen düşünmek
yerine, var olan düzenin devam etmesi durumunda gelecekte var olacak
düzeni tasarlayan ikinci gruba, korku ütopyacıları denir. Bu anlayış, var
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
olan düzen devam ettiği takdirde gelecekte alacağı durumu açıklamaya
çalışır.
Gerçekleşmesi İstenen Ütopyalar
Tarihsel süreç içinde bu tür ütopyaları savunan düşünürlerden bazıları
şunlardır: Platon, Fârâbî, Thomas More ve T. Campanella (1568-1639).
PLATON ve İDEAL DEVLET
Daha önce ifade edildiği gibi Platon, devleti doğal bir düzen olarak yani bir
canlı organizma gibi düşünmektedir. Ona göre devlet, canlı bir organizmadır çünkü
devletin her organı ancak bütün yapı içinde yaşamını sürdürebilir. Bütünden ayrı
bir devlet veya sivil kurum yaşamını sürdüremez. Çünkü bir organ bedene bağlı
olduğu sürece canlılığını korur. Bu nedenle Platon’a göre, birey toplum dışında var
olamaz; toplum da bireylerle var olur.
Platon, Devlet (Politeia) adlı eserinde ideal devletini tanımlar. Daha önce
belirtildiği gibi, devleti oluşturan sınıflar insan ruhunun üç parçasına göre
düzenlenmiştir. İnsan ruhunda madde ve duyguya yatkın yeti, itaati ve üretimi;
cesarete yatkın yeti, korumayı ve savaşmayı; akla yatkın yeti ise yönetme ve bilgi
edinmeyi içermektedir. İşte, ruhun bu üç yetisine karşılık, devlette de üç sınıf
bulunmaktadır. İtaat ve üretime karşılık işçi, köylü ve zanaatkârlar; korunma ve
savaşmaya karşılık bekçiler yani askerler; yönetme ve bilgi edinmeye karşılık
yöneticiler ve bilgeler sınıfı gelir.
Platon, devletinde her sınıfın ne yapmaları, nasıl bir eğitim almaları, ne tür
mal ve mülk edinmeleri, kimlerden oluşmaları gerektiği gibi konuları ideal bir
tasarımla belirlemiştir. Birinci sınıfı oluşturan işçi, köylü ve zanaatkârların temel
erdemi itaat etmek ve çalışmak olduğu için, bunlar üreten sınıftır. Bunlar, devleti
besler, doyurur, giydirir. Bu grup, devletteki en büyük çoğunluğu oluşturur. Bunlar
üretime yönelik el sanatları, beceri, tarım gibi bilgilerle eğitilmelidir. Bu grubun en
önemli özelliklerinden biri, istedikleriyle evlenebilir, çocuk ve özel mülk sahibi
olabilirler. Bu sınıf için, bir sınırlama söz konusu değildir.
Platon’un ideal devletinde ikinci sınıf, cesaret erdemiyle donatılmış beden ve
ruhça sağlam bekçiler veya askerler sınıfıdır. Devleti korumak ve varlığını
sürdürmek görevini üstlenen bekçiler, önemli bir sınıftır. Bu sınıfın seçimi ve
eğitimine Platon ayrı bir önem verir. Çünkü bazen bekçiler devleti korumak yerine,
devleti ele geçirmek isteyebilir. Bu nedenle, onların eğitimi yalnızca bedenî eğitim
olmamalıdır. Platon, bekçilerin hem erkek hem de kadınlardan olabileceğini ifade
ederek, kadınlara da erkeklere uygulanan askerî eğitimin uygulanabileceğini öne
sürmüştür. Bekçiler, maddeye değil de şan ve şerefe önem verdiklerinden, onların
özel mülk edinmelerini yasaklar ve evlenmelerini özel izne bağlayarak sınırlar.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Çünkü özel mülkiyete yönelen bekçiler aslî görevlerini unutup, devleti ele ge-
çirmeye kalkışabilirler. Yine onların evlenmeleri, bir tür özel mülkiyet duygusunu
geliştirdiği için, Platon onların devletin seçtiği uygun kişilerle soyu devam ettirmek
için evlenmelerine izin verir. Platon, çocukların doğar doğmaz anne ve babaların-
dan uzakta, onları tanımadan toplumun veya devletin ortak malı olarak bü-
yütülmeleri gerektiğini öne sürer. Böylece çocuklar herkesi kendi anne ve babası,
herkes de her çocuğu kendi çocuğu sayacağı için, farklılık ve kıskançlık ortadan
kalkacaktır.
Yönetici sınıf, aklı, bilgiyi ve adaleti temele alarak devleti yönetmelidir. Bu
nedenle onların da özel mülkiyet ve evlenme hakları elinden alınmıştır. Çünkü
yönetim işine özel mülkiyet gibi para hırsı karışırsa yönetici adaletli ve eşit
yönetimde bulunamaz. Platon, bekçiler gibi, yöneticilerin de eğitimine çok önem
verir. Çocuklar küçük yaşlarda iyi huylu, yumuşak başlı ve erdemli olmalarını
sağlayacak masal ve öykülerle eğitilmelidir. Sonra müzik ve beden eğitimi gelir. On
beş yaşları civarında, basit aritmetik ve geometri problemleri öğretilmelidir. Yete-
nekleri daha fazlasına izin verenler devam etmeli, vermeyenler ise üretici ve
bekçiler sınıfı için eğitilmelidir. Yetenekli ve az sayıda olanlar için uzun bir eğitim
yolu düşünülmüştür. Çünkü bunlar yönetici adaylarıdır. Yaklaşık elli yaşlarına kadar
hem eğitime devam edilmeli hem de toplum ve devlette çeşitli iyilikler ve görevler
için çalışmalıdırlar. Elli yaşından sonra felsefe eğitimi alan kişiler, ancak yönetici
olabilirler. İşte, Platon’un “Yönetici filozof; filozof yönetici olmalıdır.” iddiası bu
anlayışa dayanmaktadır. Filozofun yönetici, yöneticinin filozof olmadığı bir toplum
mutlu olamaz.
Platon, devleti tek bir yöneticinin değil, felsefe eğitimi almış ve tüm bedensel
arzu ve zevklerden uzaklaşmış birçok yaşlı aristokratın yönetmesini önerir. Platon’a
göre, eğer devlette her sınıf kendi erdemine uygun görevleri yerine getirirse,
toplumun her kesimi mutlu olur. Platon, devletinde aristokrasiyi savunmasıyla
demokrasiye karşı çıkar. Çünkü onun öğretmeni olan Sokrates, demokrasinin işle-
diği bir yönetim tarafından suçsuz olduğu hâlde ölüme mahkûm edilmiştir. Bu
nedenle, Platon demokrasiyi, “İyi hükümetlerin en kötüsü, kötü hükümetlerin en
iyisidir.” şeklinde tanımlamıştır.
Platon yaşlılık döneminde yazdığı Yasalar (Nomoi) adlı eserinde ideal devlet
anlayışında bazı değişikliklere gitmiştir. Yasalar’da, bekçilere ve yöneticilere
evlenme ve özel mülkiyet hakkı tanımıştır. İkinci olarak da yöneticilere Devlet
eserinde verdiği sınırsız yetkiyi kaldırarak, yöneticilerin de yasalara bağlı olduklarını
ifade etmiştir.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
FÂRÂBÎ ve ERDEMLİ TOPLUM
Türk-İslâm geleneğinin en önemli felsefecilerinden biri olan Fârâbî, Kitâb-el
ârâ-el Medinet’ül Fâzıla (Erdemli Toplumun İlkeleri Üzerine Kitap) adlı eserinde
ideal devlet anlayışını açıklamıştır.
İnsanları toplumsal varlık olarak kabul eden Fârâbî, tek tek insanların doğada
yaşamasının çok zor olduğunu söyler. Yaşamı sürdürmenin koşulu birlik ve devlet
kurmaktır. Devleti bir organizma gibi gören Fârâbî, devletin çeşitli organlardan
oluştuğunu ifade eder. İnsan vücuduna benzeyen devletin kalbi ve diğer organları
uyum içinde çalışmalıdır. Aksi takdirde organizmanın sağlığı bozulduğu gibi,
devletin de bozulması mümkündür.
Devletin yöneticisinin iyi erdemlere sahip olması devletin ve fertlerin iyiliği
içindir. Yönetici, teorik ve pratik erdemleriyle herkesten daha üstün olmalıdır.
Platon’un devletindeki kral-filozof ilişkisinden etkilenen Fârâbî, yöneticide
bulunması gereken erdem ve yetenekleri şöyle sıralar: Yönetici güçlü bir zekâya ve
hafızaya sahip olmalıdır. Keskin kavrayışıyla bilgi peşinde koşmalıdır. Teorik bilgi
aşkı ile dolu olan bir yönetici, bedensel zevklerin peşinde koşacak kadar zayıf
olmamalıdır. Yeme, içme ve cinsel arzuların egemenliği altında olan bir yönetici, her
zaman başkalarının çıkarları için kullanılma zayıflığını gösterebilir. Doğruluk
sevgisiyle, halkına adaletli davranmalıdır. Sade bir yaşam tarzında ulu bir kişiliğe
sahip olmalıdır. Sabır ve cesaret onun erdemleri arasında olduğu sürece halkın
iyiliği için çalışır. Fârâbî, Platon’un aksine, yöneticinin dış görünüşünün düzgün,
uyumlu ve sağlıklı olmasını ister. Çünkü o yani yönetici devletin temsilcisidir.
Yönetici, devlette adaleti sağlamasını ve korumasını bilmelidir. Adalet,
insanların güvenliğini, servetini, şerefini ve maddî mallarını korumakla
mümkündür. Platoncu bir anlayışla, insanlara erdemlerin, doğuştan getirdikleri
yeteneklerine göre verildiğini ileri sürer. Yeteneğe göre iş dağıtımını önerir.
Devletlerin fetih ve baskı üzerine kurulmaması gerektiğini söyleyen Fârâbî,
bazen savaşın zorunlu olduğunu da kabul etmektedir. Her ne kadar savaşlar
topluma hizmet etse de kaçınılması gereken durumlardır. İstila ve fethe karşı
çıkarak onları zararlı faaliyetler olarak kabul eder. Fârâbî, Medinetü-l Fâzıla adlı
eserinde devletleri erdem ve mutluluğuna göre dört şehir tipinde toplar:
1- Cehalet şehir tipi: Gerçek mutluluğu bilmeyen ve ona ulaşmaya
çalışmayan fakat hayatın aldatıcı zevk ve arzuları peşinde koşan devlet
tipidir.
2- Fâsık şehir tipi: Allah hakkında gerçeği, ahireti ve mutluluğu bilir fakat
bunlara göre yaşamaz.
3- Değişmiş şehir tipi: Erdemli veya Fâsık şehirden uzaklaşarak değişen
şehirdir.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
4- Sapık şehir tipi: Allah’ın gerçek bilgisini bilmeyen, yanlış bilgiye sahip
şehirdir. Yalancı ve sahte peygamberlerce yönetilirler.
Fârâbî bu şehir tiplemeleriyle gerçeği bilmeyen, bilmek istemeyen veya bilip
de yaşamayan toplumları tanımlar. Bu nedenle bir toplum ya olgun ve erdemlidir
ya da eksik ve erdemsizdir. Erdemli toplumun yöneticisi, Fa’âl Akılla ilişkiye girerek
ve bunu halkına yansıtarak, toplumun mutluluğu için çalışır. Yönetici, Fa’âl Akla,
akılla ya da vahiyle ulaşabilir. Fârâbî yöneticide, Platon’da olduğu gibi, filozof
özelliklerinin bulunmasının yanı sıra, peygamberlik özelliklerinin de bulunması
gerektiğini söyler. Ancak böyle bir toplum, yöneticisine uyduğu sürece erdemli
toplum olarak mutluluğu yakalar.
Erdemli toplumu aydınlar oluşturur. Çünkü onlar mutluluğu yakalayanlardır.
Böyle bir toplumun insanları öldükten sonra bile erdemli toplum olmayı
sürdürürler. Fârâbî, erdemsiz toplumların da en az diğeri kadar gerçek olduğunu
söyler. Şehir tiplemesinde ortaya çıkan toplumlar erdemsiz toplumlardır
THOMAS MORE ve ÜTOPYA
İngiliz devlet adamı Thomas More (1478-1535), Platon’un ideal devlet
anlayışından ve dönemindeki toplumsal ve ekonomik kargaşadan etkilenerek, bir
ada ve ada üzerinde kurulan bir ideal devlet ve toplumu düşleyerek, Ütopya adlı
eserini yazmıştır. More’un yaşadığı dönemde tekstil sanayinin gelişmesi sonucu,
köylüler ve çiftçiler yoksullaşmaya, bir kısım azınlık ise zenginleşmeye başlamıştır.
Böylece az sayıdaki zengin sınıf özel mülkiyetlerini artırmalarına karşın, çoğunluğu
oluşturan yoksul sınıf gittikçe her şeylerini kaybetmeye başlamıştır. Toplumdaki
dengesizliğin ve mutsuzluğun kaynağını özel mülkiyet olarak gören More, düşlediği
ideal devlette özel mülkiyeti ve parayı yasaklar.
More’un düşlediği ada devleti, elli dört kentten oluşur. Her kent aynı dile,
yasaya, töreye, kurumlara ve yapıya sahiptir. Her şehir aynı plâna göre, dört
bölümden oluşur. Tüm binalar, bulundukları bölümün özelliğine göre aynı biçime
ve özelliklere sahiptir. Evler, devletin ortak malıdır ve her aile on yıl süreyle aynı
evde oturabilir, onuncu yılın sonunda evini kura ile değiştirmek zorundadır.
Her evde bir aile oturur ve her aile yirmi iki kişiden oluşur. Köle olan iki kişi
hariç, tüm aile üyeleri eşit ve aynı haklara sahiptir. Aileyi en yaşlı üye yönetir. Aile
üyeleri sevgi ve sağlık şartıyla dilediği insanlarla evlenebilir. More, boşanmayı özel
şartlara bağlayarak, yasaklar. Ancak aldatma ya da aşırı geçimsizlik durumlarında
yönetici kurulun vereceği karar doğrultusunda boşanma mümkündür. Suçlu tarafın
bir daha evlenmesine izin verilmez. Kızlar için evlenme yaşı on sekiz, erkekler için
bu yaş yirmi ikidir.
More’un düşlediği ideal ada devleti etrafında düşmanı olmayan, barış içinde
yaşayan, özel mülkiyetin olmadığı ve paranın kullanılmadığı sınıfsız bir toplumdur.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Aile reisi, kentin her bölümünün ortasında olan çarşıdan ev halkına yetecek kadar
yiyecek ve diğer gereksinmeleri hiçbir ücret ödemeden temin eder. Özel mülkiyet
olmadığı için üretilen her şey toplumun ortak malıdır. Toplumda çalışabilir
konumdaki herkes altı saat çalışmak zorundadır. Geri kalan zamanın çoğunluğu
eğitim ve manevî zevkler için ayrılmıştır. Toplumdaki uyumu, işbirliğini ve anlayışı
sağlamak için, eğitimin önemli bir yeri vardır. Herkesin eğitim yoluyla toplumdaki
görev ve işlevini öğrenmesi sağlanmaktadır.
Toplumun mutluluğu amaçlandığı için, bireyler arası eğitim ve hoşgörü
More’un ideal devletinin temel ilkesidir. Bundan dolayı, herkes istediği dine ve
tanrıya inanmakta serbest bırakılmıştır. Fakat çoğunluğun tek Tanrı’lı bir dine ait
olduğu da tasarlanmıştır. İdeal devlette dinsizlik bir suç değil, dini küçümsemek bir
suç olarak kabul edilmiştir.
Thomas More’un ideal devleti oluşturmaktaki amacı, Platon ve Fârâbî gibi
toplumun ve bireyin mutluluğudur. Çünkü devletin amacı, mutluluğu sağlamaktır.
More’un bu düşüncesi, günümüz devletlerinin de amacıdır. Ayrıca More, eğitimi ve
öğretimi zorunlu ve parasız düşünmesi, kadın ve erkek eşitliğini kabul etmesi,
çalışma saatlerini azaltması, kamu hizmetlerinin alanını belirlemesi ve dinlere karşı
hoşgörüyü evrensel yapmasıyla, çağdaş idealleri çok önceden haber vermiştir.
CAMPANELLA ve GÜNEŞ ÜLKESİ
Tommaso Campanella (1568-1639), İtalyan din adamı ve felsefecisidir.
Campanella, Platon’un Devlet’inden değil de More’un Ütopia’sından etkilenmesine
rağmen, Ütopia’dan farklı olarak eşitlik ilkesini temele alan bir tür din kökenli sos-
yalist ideal devlet anlayışı geliştirmiştir.
Güneş Ülkesi’nin yurttaşları var olan her şeyi eşit bir biçimde üreten ve
paylaşanlardır. Ülke yirmi yaşına gelmiş yurttaşlar tarafından seçilen bir yönetici
aracılığıyla yönetilir. Yöneticiye Baş Metafizikçi adı verilir. Baş Metafizikçi, devlet ve
din işlerini mutlak bir biçimde yönetmekle yükümlüdür. Yöneticinin kararları kesin
ve karşı konulmazdır. Yöneticiye seçtiği üç bakan yardımcı olur. Birinci bakana Pon
(güç) denir. Pon, askerlik ve savaş gibi güç gerektiren işleri yönetir. Güneş Ül-
kesi’nin insanları, Ütopya’nın insanlarından farklı olarak savaşı seven insanlardır.
İkinci bakana Sin (bilgelik) denir ve din ve eğitimle ilgili hizmetleri yürütür. Üçüncü
bakana Mor (aşk veya sevgi) denir ve sağlık, evlilik, kadın-erkek ilişkilerini yürütür.
Güneş Ülkesi’nde çalışma saatleri dört olarak tasarlanmıştır. Geri kalan
zamanlar dinî ve felsefî bilgi eğitimine ayrılmıştır. Çünkü insanın mutluluğu hem
bedenin hem de zihnin eğitilmesiyle mümkündür. Mutsuzluğun kaynağı olarak da
yalan, hırsızlık, kıskançlık ve öldürme görülmüştür. Bunları ortadan kaldırmanın
yolu da özel mülkiyeti kaldırıp, her türlü şeyi ortak kullanıma açmak olarak
düşünülmüştür. Bu nedenle, Campanella’ya göre, aile ortadan kalkarsa
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
mutsuzluğun ve kötülüklerin kaynağı da ortadan kalkmış olur. Güneş Ülkesi, aile
kurumuna sahip değildir. Kadın ve erkeklerin evlenmelerine ve bir aile kurmalarına
gerek olmadan birleşmeleri ve çocuk sahibi olmaları sağlanmıştır. Mor yani aşk ve
sevgi bakanı, cinsel ilişkileri gelecekteki sağlıklı nesilleri düşünerek belirler. Böylece
kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde başıboşluk değil, yasalar belirleyici olur. Çocuk
doğar doğmaz anne ve babadan alınarak, toplumun ortak malı olarak büyütülür.
Devletin görevi, tüm çocukları en iyi koşullarda büyütmek ve eğitmektir.
Campanella, Güneş Ülkesi’ne dinsel alanda özgürlüğü ve hoşgörüyü
yasaklamıştır. Tek Tanrı’lı bir din inancı çerçevesinde mutlu, eşit ve sağlıklı bir
düzenin oluşabileceğini öne sürmüştür. Bu bakımdan More’dan ve günümüzden
daha tutucu bir tavır takınmıştır.
KORKU ÜTOPYALARI
Bazı ütopyacılar, var olan toplumu analiz ederek, gelecekte oluşacak ideal
devlet düzenine varamazlar. Onlar, olup bitenler bu şekilde devam ederse,
gelecekte insanları nelerin beklediğini düşlerler. Bu tür öykü betimleyen çağdaş iki
korku ütopyacısından bahsedebiliriz: A. Huxley ve G. Orwell.
HUXLEY ve YENİ DÜNYA
Aldous Huxley (1894-1963), 20. yüzyılın tanınmış bir romancısıdır. Huxley,
bilim kurgu türünde yazdığı Yeni Dünya adlı romanında gelecekte teknolojinin
insanlığı nasıl egemenliği altına alacağını ve böyle bir dünyada yaşamanın nasıl ola-
cağını anlatır.
Yeni Dünya’ya göre, gelecekte bilim ve teknoloji tüm insanlığı her boyutuyla
egemenlik altına alacaktır. Eğer bilim ve teknoloji günümüzdeki hızıyla gelişmeye
devam ederse Huxley’e göre, gelecekte aile kurumu ortadan kalkacaktır. Artık her
şey önceden plânlanmıştır. İnsanlar ihtiyaca göre, çeşitli özelliklerde üretilecektir.
İnsanların alınyazıları önceden teknoloji ve bilim tarafından belirlenmiştir. İnsanlar
üstün zekâlı, normal ya da geri zekâlı olarak plânlı bir şekilde tüp bebek olarak
üretilmiştir. Kişi, işine göre üretildiği için, işini sevecek ve mutlu olacaktır, zira bu
ona yetecektir. Bu nedenle, insanların düşünmeye ihtiyacı veya gereksinmesi
yoktur. Çünkü geçmişi hatırlatacak her şey silinmiş ya da yok edilmiştir. Örneğin,
tüm müzeler kapatılmış, eski anıtlar yıkılmıştır. Yeni Dünya’da aşka da yer yoktur.
Çünkü her şey bilimin ve teknolojinin kontrolü altındadır. Her şey makine düzeni
içinde işler. Bunun sonucu gerçek ana ve babadan doğmuş olan tek insan da
yaşamı anlamsız bulduğu için intihar eder.
Huxley, Yeni Dünya adlı eserinde geleceğe kötümser ve korku içinde bakar.
Bu nedenle olumsuz bir ütopya düzenini düşler. Fakat bu ütopyasıyla insanları
uyandırmak ve onlara geleceği daha iyi kurgulamalarını öğütler.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Otoriter ve totaliter
yönetimlerin baskısı
altında yaşayan insanlar
korkak, tepkisiz,
kişiliksiz ve jurnalci
olurlar.
GEORGE ORWELL VE 1984
İngiliz romancı George Orwell de Huxley gibi, bir korku ütopyacısıdır. Yazdığı
Hayvan Çiftliği ve 1984 adlı romanlarla gelecekte oluşabilecek kötü toplum
düzenlerinden bahseder.
Orwell, bilim kurgu türünde yazdığı 1984 adlı eserinde dünya devletlerinin
üç büyük blokta birleşeceğini tasarlar: İngiltere, Amerika ve Batı Avrupa ilk bloğu;
Doğu Avrupa ve Rusya, ikinci bloğu; Çin ve Japonya, üçüncü bloğu oluşturmaktadır.
Bu blokların güçleri birbirine eşit olduğundan savaşa girmekten çekinirler.
Her blok, acımasız diktatörlerin elindedir ve yönetimleri çok sert ve baskıcıdır.
İnsanlar böyle bir yönetim altında artık düşünemez, sorgulayamaz, eleştiremez
hale gelmişlerdir. Kişi, en doğal hakkı olan yaşama güvencesini bile kaybetmiştir.
Böyle bir ortamın sonucu insanlar, korkak, tepkisiz, kişiliksiz ve jurnalcı olmuşlardır.
Herkes birbirini düşman olarak görmektedir. İnsanlar daha iyi olan yönlerini
geliştirmek yerine, adeta ilk doğal hali olan ayakta kalma ve yaşamını koruma
biçimine dönmüştür.
Bu romanıyla Orwel, her ne kadar korku ütopyası düşlemişse de hem
gelecekte bizi bekleyen tehlikelere işaret etmiş hem de günümüzü sorgulama
imkânı vermiştir.
BİREY VE DEVLET
Bireyler olmadan devletin, devlet olmadan bireylerin varlıklarını
sürdüremediklerini daha önce belirtmiştik. Öncellikle devlet, farklı istek, düşünce,
çıkar ve arzu sahibi bireylerin bir toplum içinde yaşama ihtiyaçları sonucu
oluşmuştur. Bireyler bir araya gelince farklılıkları giderecek asgarî bir uzlaşıma yani
onları yönetecek bir otoriteye gerek duyarlar. Bunun için devlet, farklı bireylerin bir
arada yaşamasına izin veren ve yöneten kurumdur. Kısaca birey olmadan devlet
olamaz.
Buna karşılık, devlet olmadan da birey varlığını sürdüremez çünkü devlet
bireylerin bir arada yaşamasına olanak sağlayan otoritedir. Farklı düşünce ve
isteklere sahip bireylerin aynı toplum içinde birlikte var olabilmesinin tek koşulu,
onların bir arada yaşaması için gerekli ortamı hazırlayan bir düzenin yani devletin
olmasına bağlıdır. Sonuç olarak, bireyin devlet için bile olsa, temel hak ve
özgürlüklerinden vazgeçmesi düşünülemez.
Birey-devlet ilişkisi daha çok yakın zamanda ortaya çıkmış ideal bir ilişkidir.
Çünkü İlk ve Ortaçağ boyunca günümüz anlamında bir devlet ve yönetici kavramı
yoktu. Daha çok emreden ve emir alan bir anlayış içinde monarşik veya teokratik
yönetim biçimleri vardı. Dinsel temelli monarşilerde yöneticiler, mutlak ve
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Devletin meşruiyeti,
insanların temel hak ve
özgürlüklerini
korumasına bağlıdır.
değişmez yetkilere sahipti. Bu tür yönetim biçimlerinde, birey-devlet ilişkisinden
söz etmek mümkün değildi.
17. yüzyılla birlikte değişen toplumsal ve ekonomik koşullar sonucu,
devletler iktidarlarının meşruiyetini, yasalarla sağlamaya başladı. Devletler
iktidarlarını, demokratik ve laik ilkelere bağlı kalarak kullanması sonucu, bireylerin
hak ve özgürlükleri de yasalarla belirlenmiş oldu. Böylece devlet, hukukun üstün-
lüğü ilkesiyle bireylerin hak ve özgürlüklerini garanti altına alan bir kurum hâline
geldi. İşte, bu anlayışla birlikte birey-devlet ilişkisi gelişerek, günümüzdeki anlamını
aldı. Birey-devlet ilişkisi, artık gerçekçi ve akılcı bir temele dayanmaktadır. Hukukun
egemenliği sonucu ne bireyin devleti yıkması ne de devletin bireyin hak ve
özgürlüklerini engellemesi söz konusu olmaktadır. Artık devlet, bireyin üstünde ve
birey tarafından putlaştırılan bir kurum olmaktan çıktı. Devlet, birey için vardır.
Böylece devlet, bireyin hukuk sınırları içinde kendini gerçekleştirmesine olanak
veren ve bu olanağı güvence altına alan bir yapı kazanmıştır.
Günümüzdeki birey-devlet ilişkisine gelmek kolay olmadı. Uzun bir süreçten
sonra insanlar bugünkü konumlarını kazandılar. Bugüne gelene kadar insanlar
büyük mücadeleler verdiler. Bunu anlamak için, burada iki düşünürden
bahsedeceğiz. Biri Doğu’dan Yusuf Has Hacip, diğeri Batı’dan Montesquieu’dur.
YUSUF HAS HACİP
Ünlü Türk düşünürü ve şairi olan Yusuf Has Hacip, 6645 beyitten oluşan
Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) adlı eserini 1070 yılında Kaşgar’da Karahanlılar
hakanına sunmuştur. Toplumsal konuları içermesi bakımından bu eser, Türklerin
İslâmiyeti kabulünden sonra yazılmış en önemli eserdir. Eserin çok beğenilmesi
üzerine yazarına “has hacip”; yani başmabeyinci ünvanı ve görevi verilmiştir. Bu
eserinde İslâm dünyasındaki ahlâkî değerler doğrultusunda devlet anlayışı ve eski
Türk geleneği, görenekleri ve düşüncelerini açıklamıştır.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de dört kişinin birbirlerine anlattıkları İslâm
dünyasında geçerli olan dört temel ahlâkî değeri açıklar. Bu eserinde, bilginin ve
dilin değerini, iyiliği, aklı ve adaleti över ve bunların devlet yönetimindeki önemini
vurgular.
İnsanların bu dünyada ve öbür dünyada nasıl mutlu olacaklarını ele alan
Yusuf Has Hacip, eserinde olması gereken devleti tanımlamıştır. Bir devletin ideal
ve gerçekleşebilen devlet olabilmesi için gerekli özelliklerin; akıl, adalet, doğru ve
adil yasalar olduğunu belirtmiştir. Eserindeki öykü çerçevesinde hükümdarın,
yöneticinin ve hizmetkârların görev, sorumluluk ve özelliklerini belirten yazar,
devleti yönetenlerin amacının, bireyi mutlu yapmak olduğunu söyler. Birey de
Tanrı’dan gelen kaynakların değerlerini özümseyerek, erdemli olmaya çalışmalıdır.
O zaman birey, kişilik kazanır ve birey-devlet ilişkisi arzulanan düzeye yükselir.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
CHARLES DE MONTESQUİEU
Fransız düşünür ve felsefeci Montesquieu (1689-1755), “Kanunların Ruhu”
adlı eserinde üç yönetim anlayışından söz eder. Cumhuriyet, monarşi ve istibdat
(despotizm) olarak tanımladığı bu üç yönetim şeklinden cumhuriyeti aristokrasi ve
demokrasi olmak üzere ikiye ayırır. Cumhuriyet yönetiminde egemenlik azınlığın
elinde ise aristokrasi, çoğunluğun elinde ise demokrasi ortaya çıkar.
Monarşi, tek kişinin idareyi elinde tuttuğu yönetim şeklidir. Monarşik
yönetimde, tüm siyasî yetkiler ve güçler, genelde miras yoluyla yönetimin başına
gelen kral, hükümdar, padişah gibi tek kişide toplanır.
İstibdat ise tek kişinin toplumu kendi keyfine ve arzularına göre
yönetmesidir. Bu tür yönetici genelde, yönetimi zorla ele geçirir ve devlet gücünü
sorumsuzca ve sınırsızca kullanır. Bu tür yöneticilere despot ya da diktatör denir.
Montesquieu’ye göre, bu üç yönetim biçimine, üç temel erdem veya duygu
karşılık gelir. Cumhuriyete siyasal erdem; monarşiye şan ve şeref erdemi; istibdada
ise korku duygusu eşlik eder. Siyasal erdem, ülke, devlet ve toplum sevgisidir. Bu
erdem, ülke ve toplum çıkarlarını, kişisel çıkarlardan üstün tutar. Siyasal erdem,
demokrasinin temel erdemi olarak, yasalara ve ilkelere saygıyı ve bağlılığı
gerektirir.
Monarşide toplum iki sınıfa ayrılır: Üst ve alt sınıf. Üst sınıfı, yöneticiler, din
adamları ve soylular oluştururken, alt sınıfı halk oluşturur. Üst sınıf, birçok
ayrıcalığa ve hakka sahiptir. Bunları korumak ve sürdürmek için, devamlı alt tabaka
ve kendi aralarında bir savaş içinde yaşarlar. Bu nedenle, monarşide üst sınıf şan ve
şöhret peşinde koşar. Ayrıcalıklar azalınca veya ortadan kalkınca monarşi de yok
olma sürecine girer.
İstibdat yönetiminde tek kişi güçleri elinde tuttuğu için, monarşide olduğu
gibi şan ve şöhret duygusu ön planda değildir. Çünkü despotun dışında birisinin şan
ve şöhret sahibi olması despotun iktidarını tehlikeye düşürür. Bu nedenle, despot
etrafına korku salarak, kendi iktidarını korur ve sürdürür. Fakat korku üzerine
kurulan bir yönetim, temelde bozuk ve sağlam değildir. Bundan dolayı, her zaman
yıkılma tehlikesi taşımaktadır.
Bütün yönetim biçimlerinin eksik ve yetersiz yanlarını açıkladıktan sonra
Montesquieu şu soruyu sorar: “İktidar gücünün kötüye kullanılmasını önlemek için
ne yapılmalıdır?” Cevabı ise şudur: İktidarı, iktidarla durdurmaktır.
Montesquieu’ye göre, devletin üç gücü vardır: Yasama, yürütme ve
yargılama. Eğer bu güçler tek elde toplanırsa, güçler ayrılığı ilkesi işlemiyor
demektir ve bu durum tehlikelidir. Çünkü böyle bir ülkede, siyasal özgürlükten,
eşitlikten, adaletten ve erdemlerden söz edemeyiz. Bundan dolayı, yasama, yü-
rütme ve yargılama güçleri ayrı ayrı ellerde toplanmalıdır ve birbirleriyle
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
İnsan hakları açısından
en tehlikeli güç,
sınırlandırılmamış
iktidardır. Ö
zet
•Siyasal olan üzerine rasyonel bir etkinlik şeklinde değerlendirilebilecek olan siyaset felsefesi antik Yunan’da önemli bir felsefî disiplin olarak gelişmiştir. İlk önce Platon ve Aristoteles’in bugün hâlâ klasik kabul edilen çalışmalarının siyaset felsefesine çok büyük katkıları olmuştur. Hatta sözkonusu filozofların siyasal olana ilişkin düşüncelerinin, çağdaş siyaset felsefecilerinin yürüdükleri yolda onlara rehberlik ettiği bile söylenebilir. Siyaset felsefesi temelde, demokrasi, oligarşi, krallık v.b. siyasal iktidara yönelik düzenlemelerin haklı kılınması ya da eleştirel bir şekilde ele alınması ve bu düzenlemeler içerisinde devlet egemenliğinin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgilenir.
•Siyaset felsefesi, birey ve siyasal düzen arasındaki ilişkinin ne olduğu, bireyin siyasal düzene karşı ne tür yükümlülükleri olduğunu ve söz konusu yükümlülüklerin doğasının ne olduğuyla da ilgilenir. Bunlarla birlikte siyaset felsefesi, ulus ve onun içerisinde yer alan grupların bulundukları konum itibariyle siyasal düzenin kimliği ve tutarlılığıyla; siyasal olanın ve siyasal düzenin oluşmasında kültür, dil ve ırkın ne tür bir rolü olduğunu da kendisine konu edinmektedir. Ayrıca, muhafazakârlık, sosyalizm, liberalizm, faşizm v.b. siyasal ideoloji ve değişik bakış açılarının temelleriyle; devlet, birey, haklar, cemaat, adâlet gibi kavramların nasıl anlaşılmaları gerektiği ve bu kavramların siyasetle olan ilişki biçimlerinin ortaya konulması sorunu da siyaset felsefesinin alanı içerisinde bulunmaktadır.
•Siyaset felsefesinin temel kavramları birey, toplum, devlet, sivil toplum, iktidar, yönetim, meşruiyet, egemenlik, hukuk, yasa, bürokrasi v.b. kavramlardır. Bu kavramların mahiyetini ve bu kavramlara karşılık gelen gerçeklerin incelenmesi siyaset felsefesinin temel sorunlarından birisidir.
•Siyaset felsefesi ayrıca düzen ve devlet ilişkisi, birey ve devlet ilişkisi olmak üzere iki temel sorunu da kendisine konu edinmektedir. Kimi siyaset felsefecileri devletin gerekli olduğunu savunurken; bazıları da devletin gereksiz bir kurum olduğunu düşünmektedirler. Bazı filozoflar devletin doğal bir kurum olduğunu söylerken bazıları da devletin yapay bir kurum ya da araç olduğunu iddia etmektedirler.
•İdeal düzen üzerine düşünen bazı felsefeciler var olan düzen yerine olması gereken düzeni düşlemişlerdir. Düşlenen veya hayal edilen bu düzenlere ütopya adı verilmektedir. Tarihsel süreç içerisinde ütopyaları savunan düşünürlerden bazıları şunlardır: Platon, Farabi, Thomas More, T.Campanella.
karışmamalıdır. Böyle olunca da, bir iktidar, diğer bir iktidarla sınırlanmış
olmaktadır.
Montesquieu’ye göre, ancak bu üç gücün ayrıldığı yönetimlerde, birey-
devlet ilişkisi anlamlı ve işlevsel olur. Birey, hak ve özgürlükleri bu güçlerin
ayrılığıyla teminat altına alınır ve uygulanır. Sonuç olarak, birey-devlet ilişkisi
emreden-itaat eden ilişkisinden çıkar, hak ve özgürlüklerin yasalarca güvence altına
alındığı hukuk devletinin egemenliği içine girer.
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Rasyonel ilkelerden kaynağını alan demokratik veya hukuksal otorite,
geleneklere ve liderlerin tanrısal ya da kişisel özelliklerine dayanmaz.
Demokratik otoritede iktidarın kaynağı insan aklı ve yazılı hukuk kurallarıdır.
O meşrutiyetini hukuka olan uygunluğundan alır. Hukuk kuralları hem
yöneteni hem de yönetileni bağlar. Liderler belli kurallar çerçevesinde
iktidar gücünü kazanmanın yolu, seçimdir.
Bu parçaya dayanarak aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz?
a) Demokratik otoritenin temelinde, insanların uzlaşımları sonucu ortaya çıkan yasalar vardır.
b) Demokratik yönetimde devleti yönetenler keyfi biçimde davranamazlar.
c) Demokratik yönetimde iktidarlar kendi çıkarları ile toplumun çıkarları arasında sıkışırlar.
d) Demokratik yönetim, kabul edilebilirliğini yazılı yasalardan alırlar.
e) Demokratik yönetimde devleti yönetenler halk tarafından belirlenir.
2. Siyaset felsefesi, bir arada yaşayan insan birlikteliğinden kaynaklanan
yönetim ihtiyacının ideal biçiminin ne olduğu sorusuna yönelir. Bu
doğrultuda; “Kimin, neye hakkı olacak?” ve “Herkes adına kim ya da kimler
konuşacak?” şeklindeki iki temel soruyu sorar. Bunlardan biri hak ve
özgürlüklerin dağılımıyla, ikincisi siyasi otoritenin niteliğiyle ilgilidir.
Buna göre aşağıdakilerden hangisi siyaset felsefesinin temel kavramlarından biri değildir?
a) Adalet
b) Erdem
c) Hukuk
d) Meşrutiyet
e) Egemenlik
3. Hukuksal eşitlik, benzer durumda olanların aynı kurallara, farklı durumda
olanların da farklı kurallara tabi kılınmasıdır.
Bu cümle hukuksal eşitliğin gerçekleşmesinde aşağıdakilerden hangisinin gerekliliğini göstermektedir?
a) Karmaşanın
b) Bürokrasinin
c) Adaletin
d) İş bölümünün
file:///C:/Users/user/AppData/Local/Microsoft/Windows/Temporary Internet Files/Low/Content.IE5/VO17RISU/alistirmavetest/test_cs4.html
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26
e) Sivil toplumun
4. Montesguieu’ya göre bir devlette yasama, yürütme ve yargı güçleri
gelişigüzel etkinlikte bulunursa o toplum özgürlükten en az pay alacaktır.
Toplumlarda güçlerin teker teker sınırlanması ve denetlenmesi zorunludur.
Montesguieu’nun bu görüşlerinden hareketle devletle ilgili aşağıdaki sonuçlardan hangisine varılabilir?
a) Yurttaşlarının güvenliğini güvenceye almalıdır.
b) Bireysel hakların yaygınlaşmasını önlemelidir.
c) Güçleri arasında eşgüdüm oluşturulmalıdır.
d) Güçler ayrılığı ilkesi işlerliğe konulmalıdır.
e) Egemenliği tek elde tutmaya çalışılmalıdır.
5. Sözleşmeci kuramlar, halkın iradesine uymayan veya onu temsil etmeyen
iktidarların meşru sayılamayacağını düşünmenin uygun olacağını belirtirler.
Buna göre sözleşmeci kuramda meşruiyetin ölçütü nedir?
a) Kutsallara bağlılık duyulması
b) Yönetme gücünün mutlak olması
c) Yönetimlerde yasaya uygunluk sağlanması
d) Yönetilenlerin beklentilerinin yönetime yansıması
e) Yönetenlerin beklentilerinin karşılanması
6. Toplumsal yaşam için temel kaynak, bireyin doğasıdır. Bu nedenle devlet,
bireylerin korunmaları ve gelişimlerini sağlamak için vardır.
Bu görüşe göre devletin amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi yer almaz?
a) Bireylerin ahlakça olgunlaşmalarını sağlamak
b) Bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılanmasına çalışmak
c) Bireylerin kendilerini geliştirebilmelerine yardımcı olmak
d) Bireylerin erdem bakımından daha iyi olabilmelerine çalışmak
e) Bireylerin deneyimlerinden yararlanmaya çalışmak
7. İnsanlar devlet oluşturmak için sözleşme yaparlar; fakat sonra o devlet,
üyelerin üstünde bir otorite haline gelir ve bireylerin davranışları üzerinde
zorunlu olarak kısıtlamalar yapar. Otorite yönetmeye muktedir olduğu
sürece her yurttaşın ona sadakat borcu vardır. Otoriteye karşı direnme asla
meşru değildir.
Bu görüşe göre devlet, gücünü nerden alır?
a) Evrensel hukukun geçerliliğine çalışılmasından
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27
b) Yönetim sorumluluğunun ayrıcalıkla kişilere paylaştırılmasından
c) Üretim ilişkilerinin süreklilik göstermesinden
d) İşleyişiyle ilgili olarak yurttaşların bilgilendirilmesinden
e) Yurttaşların, üstün bir otorite üzerinde iradeleriyle birleşmelerinden
8. Marx, devletin doğuşundaki temel faktörün sınıf mücadelesi olduğunu ileri
sürmüştür. Bu görüşe göre, her toplumda gelecekte diğer sınıfları kontrol
altında tutan bir yönetici sınıf bulunacaktır. Bunların görevi, çatışan
sınıfların ihtilal yoluyla toplumda mutlak egemenliğini sağlamaktadır.
Bu parçada Marx, devletin varlığını hangi temel faktöre dayandırmıştır?
a) Doğal düzenin devamını
b) Ahlak düzenine
c) Sınıflar arası çatışmaya
d) Yasal düzenlemelere
e) Teknolojideki gelişmelere
9. Kölece bir korku, sürekli olmasını istediğimiz bir otorite için kötü bir
bekçidir. Çünkü uyrukluk edenler korktuklarından nefret ederler. Nefret
ettiklerinin de doğal olarak yıkılmasını isterler. Bu durumda uyruklarına
korku salmadıkları sürece durumda uyruklarına korku salmadıkları sürece
bir kralın otoritesinin çok daha büyük ve sürekli olacağına inanmak gerekir.
Devlet yönetimini ile ilgili bu parçada vurgulanan görüş aşağıdakilerden hangisidir?
a) Büyüklük, rahat ve güven içinde olma devlet yönetiminin temelidir.
b) Korku, egemenliği pekiştirir.
c) Otoritenin sürmesi için uyrukların sevgisinden daha uygun bir şey yoktur.
d) Uyrukların sayısındaki artış, kendine olan güvenin artmasıyla özdeştir.
e) Güvenlik sağlandığı sürece yurttaşlar köle olarak görülebilir.
10. Aristoteles’e göre devletin oluşumu, insanların karakterlerine ve
ihtiyaçlarına bağlıdır. İnsanlar, yapıları, kişisel özellik ve yetenekleri
bakımından farklılık gösterdikleri için devlet tarafından farklı işleme tabi
tutulmalıdırlar. Devlet, eşit olanlara eşit, eşit olmayanlara da eşit olmayan
haklar verdiği zaman adil bir devlet olur.
Aristoteles bu görüşünde aşağıdakilerden hangisini açıklamıştır?
a) Devletin amacı
b) Meşruiyetin ölçütü
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28
c) Adalet ile eşitlik arasındaki ilişkiyi
d) Devlette işbölümünün nedenlerini
e) Devletin toplumsal yapıya bağlılığını
Cevaplar: 1.C, 2.B , 3.C , 4.D, 5.C, 6.E, 7.E, 8.C, 9.C, 10.C
-
Siyaset Felsefesi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Barry, Norman P.(2003) Modern Siyaset Teorisi.(Çev. M. Erdoğan-Y. Şahin)
Ankara:Liberte Yayınları
Bumin, Nicholas ve Tsui-James E.P. (Editors) (1998) The Blackwell Companion to
Philosophy, Oxford: Blackwell Publ.
Campanella, Tommaso, (1985) Güneş Ülkesi (Çev. Vedat Günyol ve Haydar Kazgan)
İstanbul: Sosyal Yayınlar
Can, Nevzat.(2005) Siyaset Felsefesi Problemleri. Ankara: Elis Yayınları
Can, Nevzat.(2005) Özgür Birey Sınırlı Devlet. Ankara: Hece Yayınları
Kymlicka, Will. (2002) Contemporary Political Philosophy. Oxford: Oxford
University Press
Magee, B.(1982) Karl Popper’ın Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı (Çev. Mete
Tunçay) İstanbul: Remzi Kitabevi
Mill, J. S.(1965) Faydacılık (Çev. N. Çoşkunlar) Ankara: Milli Eğitim Basımevi
More, T.(1992) Ütopya, (Çev. S. Eyüboğlu, M. Urgan, V. Günyol) İstanbul: Varlık
Yayınları
Platon. Devlet, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1992.
Stanley, H. M ve Hunt, Thomas C.(1996) Felsefeye Çağrı, (Çev. Hasan Ünder)
Ankara: İmge Kitabevi
Strauss, Leo.(2000) Politika Felsefesi Nedir? (Çev. S. Zelyüt Hünler). İstanbul:
Paradigma Yayınları
BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR
Cevizci, Ahmet. (1999) Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları
Horkheimer, Max.(1986) Akıl Tutulması, (Çev. Orhan Koçak) İstanbul: Metis
Yayınları
Kenny, Anthony.(1998) A Brief History of Western Philosophy Oxford: Blackwell
Publ.
Türköne, Mümtaz’er.(2005) Siyaset, Ankara: Lotus Yayınevi
Yayla, Atilla.(1993) Sosyal&Siyasal Teori. Ankara: Siyasal Kitabevi