SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI · 2017. 9. 30. · Siyaset Felsefesi Atatürk...

29
İÇİNDEKİLER • Giriş • Siyaset Felsefesinin Temel Kavramları • Siyaset Felsefesinin Soruları • Siyaset Felsefesinin İki Ana Problemi HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Siyaset felsefesinin ne anlama geldiğini öğrenecek • Siyaset felsefesinin temel kavramlarını öğrenecek •Siyaset felsefesinin temel problemlerini öğrenecek • Devletin gerekli olup olmadığını öğrenecek • Ütopyanın ne anlama geldiğini ve ütopik devlet anlayışlarını öğrenecek ÜNİTE 12 SİYASET FELSEFESİ FELSEFEYE GİRİŞ

Transcript of SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI · 2017. 9. 30. · Siyaset Felsefesi Atatürk...

  • İÇİN

    DEK

    İLER

    • Giriş

    • Siyaset Felsefesinin Temel Kavramları

    • Siyaset Felsefesinin Soruları

    • Siyaset Felsefesinin İki Ana Problemi

    HED

    EFLE

    R

    • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

    • Siyaset felsefesinin ne anlama geldiğini öğrenecek

    • Siyaset felsefesinin temel kavramlarını öğrenecek

    • Siyaset felsefesinin temel problemlerini öğrenecek

    • Devletin gerekli olup olmadığını öğrenecek

    • Ütopyanın ne anlama geldiğini ve ütopik devlet anlayışlarını öğrenecek

    ÜNİTE

    12

    SİYASET FELSEFESİ

    FELSEFEYE GİRİŞ

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

    Siyaset, ülke, toplum,

    devlet ve insan

    yönetimidir.

    GİRİŞ

    “Siyaset” terimi Yunanca polis, politika terimlerinden Arapçaya, Arapçadan

    da Türkçeye geçmiş bir terimdir. Eski Yunan’ın şehir devletlerinde (polis’lerinde)

    olan ve olması gereken yönetim şekilleri üzerine Platon’un Devlet ve Yasalar,

    Aristoteles’in Politika adlı eserleri ilk siyaset felsefesi eserleridir.

    Genel anlamıyla; siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yönetme etkinliğidir.

    Aristoteles, Politika adlı eserinde siyaseti “Vatandaşların toplumu ve devleti

    ilgilendiren işlerle ilgili olarak yaptığı her şeydir.”, diye tanımlamaktadır. Fakat siya-

    setin tanımı, tarihsel süreç içinde iki açıdan ele alınmalıdır:

    1- Siyaset, toplumsal sınıflar arasında geçen iktidar mücadelesidir.

    Dolayısıyla, siyaset iktidarın ne olduğunu, oluşumunu, kapsamını,

    doğasını, bireyle ilişkisini ve varlığını sürdürüşünü ele alır.

    2- Siyaset, toplumda düzeni ve birliği sağlamak amacıyla özel çıkarlara karşı

    genelin ortak iyiliğini gerçekleştirmek için yapılan faaliyettir.

    Birbirine karşıt olarak yapılan bu iki siyaset tanımı, iki gerçeği vermektedir. O

    hâlde, siyaset, çatışma ve iktidar mücadelesinde hem bireyin hem de toplumun hak

    ve çıkarlarını gözeterek yapılan düzen yaratma etkinliğidir.

    Siyaset, iki bilgi alanının konusu içindedir. Siyaseti, hem siyaset bilimi hem de

    siyaset felsefesi ele alıp incelemektedir.

    Siyaset bilimi, diğer bilimler gibi, siyasette “olanı” inceler; açıklar ve

    yasalarını bulmaya çalışır. Temel konusu olan devlet başta olmak üzere siyasî ve

    sivil kurumları, siyasal rejimleri ve bunların problemlerini araştırarak, çözümler

    önerir. Siyaset bilimi, alanına giren tüm olguları, bilimsel yöntemlerle araştırır ve

    genel sonuçlara ve yasalara varmaya çalışır.

    Siyaset felsefesi, siyasette olanı değil, “olması” gerekeni ele alır ve yorumlar.

    Siyasal yaşamı ve özellikle de devletin özünü araştıran siyaset felsefesi, olanı

    betimlemek yerine, olması gereken üzerine düşünür. Yönetimin tanımını, doğasını

    ve amacını ele alarak var olmuş devletleri sınıflar ve var olması istenen devletin

    tanımını ve özelliklerini araştırır. Var olması düşünülen devletin temelindeki felsefe

    anlayışına uygun olarak bireyin, toplumun ve devletin görev ve hakları belirlenir.

    Günümüzde ise siyaset felsefesi, siyasî otoriteyi, iktidarı, iktidarın bireyle

    olan güç ilişkisini, birey ve devletin birbirleri karşısındaki hak ve görevlerini, siyasî

    kurumların hak ve görevlerini ele alır. Günümüz siyaset felsefesinin en önemli ko-

    nusu “demokrasinin tanımını ve doğasını” açıklamaktır. Demokrasi kavramını birey-

    devlet, sivil, devlet, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla olan bağlantılarıyla açıklamaya

    çalışır.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

    SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

    Felsefenin bir alt disiplini olan siyaset felsefesini anlamak için, öncelikle

    yapılması gereken şey, siyaset felsefesinin kavramlarını açık ve seçik olarak

    tanımlamaktır. Siyaset felsefesinin temel kavramları şunlardır: Birey, toplum, sivil

    toplum, devlet, iktidar, yönetim, meşruiyet, egemenlik, hak, hukuk, yasa ve

    bürokrasi.

    Birey (fert)

    Siyaset felsefesinde tek insan varlığı anlamına gelen birey, kendisini diğer

    insanlardan ayıran, kendisine ait bir varlığı olan kişidir. Birey, diğer bireylerle

    birlikte toplumda yaşayan ama bazı özellikleriyle topluma bağımlı, bazı

    özellikleriyle göreli özgür bir varlıktır. Birey, birey olarak kendisini gerçekleştirmek

    için topluma ve devlete ihtiyaç duyar.

    Toplum

    Toplum, tek tek tüm ihtiyaçlarını gideremeyen insanların fizikî ve sosyal

    ihtiyaçlarını gidermek için bir araya gelip, belli bir bölgede oluşturdukları düzenli

    insan grubudur. Bireylerin çeşitli amaçlar doğrultusunda ortak bir kültür çevresinde

    toplanmasıyla toplum oluşur. O hâlde, bireysiz toplum olamayacağı gibi, toplumsuz

    da bireyler var olamaz.

    Sivil toplum

    Toplumun, devletin kurumlarının dışında, kendi kendisini yönetmek ve

    yönlendirmek amacıyla kurduğu demokratik yapıya sivil toplum denir. Sivil toplum

    ve kurumları, özgür vatandaşların bir araya gelmesi sonucu istek, arzu ve haklarını

    devlete karşı savunacakları birimlerdir. Sivil toplum, ancak hukuk devletinin olduğu

    bir rejimde gerçekleşebilir.

    Devlet

    Devlet, sınırları belirlenmiş ortak bir toprak bütünlüğü üzerinde, özgür ve

    bağımsız bir siyasî örgütlenme sonucu oluşmuş kuruma denir. Devlet, toplumun en

    önemli ve en büyük siyasî kurumudur. Devlet, kendine ait bağımsız toprak

    bütünlüğünde, hak ve hukuku belirleyen, toplumu ve bireylerini yöneten, de-

    netleyen ve koruyan bir güce sahiptir. Kısaca devlet, belirli bir ülkede yaşayan

    insanların, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturdukları siyasî örgütlenmedir.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

    İktidar

    Genel anlamıyla iktidar, yapabilme, kendi istencini egemen kılabilme gücü;

    siyasal anlamıyla iktidar ise bir toplumun egemenliğini elinde bulunduran gücü

    ifade eder. İktidarda olan güç, hukuk kuralları çerçevesinde devletin gücünü elinde

    bulundurur ve bu güce göre bir yönetim sürdürür.

    Yönetim

    Bir kurumu, toplumu ve devleti belli kurallar, ilkeler ve amaçlar çerçevesinde

    çalıştırma, yönetme ve yönlendirme anlamına gelir.

    Meşruiyet

    Sözcük anlamı, yasallık veya yasaya uygunluk olan meşruiyet, yapılan

    eylemin veya etkinliğin yazılı yasaya, pozitif hukuka uygun olması demektir. Bir

    eylemin meşru olması, dayandığı ahlâk ilkesine bağlı olmaktan çok, yasaya yani

    pozitif hukuka uygunluğuna bağlıdır.

    Egemenlik

    Devleti devlet yapan üç güç vardır: 1. İnsan topluluğu, 2. Sınırları belirlenmiş

    bir toprak ve 3. Egemenlik. Egemenlik gücü, devletin iktidar gücünü hiçbir iç veya

    dış baskı olmadan kullanma gücüdür. Egemenlik, devleti devlet yapan güç

    olduğuna göre, devlet içinde veya dışında ondan büyük ya da ona eş güç olamaz.

    Egemenlik bir devletin diğer devletlere karşı bağımsız olduğunun en önemli

    simgesidir. O hâlde, egemenliğin en önemli işlevi, devletin özgür olarak kendi

    kendini yönetmesidir. Yine egemenlik, iktidarın devlette iş yapabilme, örneğin

    emredebilme, para basabilme, ordu kurabilme, denetim yapabilme gibi özelliklerini

    belirtir.

    Hak

    İlk anlamıyla hak, hukuk devletinin yapılmasına izin verdiği ve yasa, tüzük,

    yönetmeliklerde belirlediği serbestliktir. Haklar, kamu ve özel hukuktan doğan

    haklar olmak üzere ikiye ayrılır: Örneğin, kişinin toplum ve devletle ilişkisini

    düzenleyen yasaların verdiği izinler kamu haklarını, kişinin özel yaşamında izin

    verdiği haklar ise özel hakları kapsar. Özel mülkiyet; yani ev ve araba alma gibi

    haklar özel haklar iken, bireyin seçme ve seçilme hakkı kamu hakkıdır.

    İkinci anlamıyla hak, bireyin, başkalarından isteyebileceği, talep edebileceği

    şeylerdir. Örneğin, şehir kütüphanesinden kitap ödünç alma hakkı gibi. Her iki

    anlamda da hak, ödev bilinci ve sorumluluğunu içerir. Haklar, sorumluluk

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

    alındığında anlamlıdır. Kitabı aldığımız gibi zamanında ve temiz olarak teslim etmek

    bir ödevdir yani sorumluluk gerektirir.

    Hukuk

    İnsan bir toplum içinde yaşadığına göre, toplum ve birey ilişkilerini

    belirleyen, düzenleyen ve devletin yaptırım gücüyle uyulması zorunlu kılınan

    davranış kurallarının oluşturduğu sisteme hukuk denir. Hukuk kuralları, yaptırıma

    sahiptir. Uyulmadığı takdirde çeşitli cezalarla yapılması sağlanır. Örneğin, hapis,

    para cezası gibi yaptırımlarla hukuka uyulması sağlanır.

    Yasa

    Bir otorite yani devlet tarafından bireylerin ilişkilerini düzenlemek amacıyla

    konulmuş kurallardır. İnsanlara toplum içinde nasıl davranmaları gerektiğini

    belirten yazılı buyruklardır.

    Bürokrasi

    Kamu hizmetlerinin düzenli, yasalı ve eşit yapılabilmesi için kurulmuş

    hiyerarşik örgüte verilen addır. Devlet, yasalarını, tüzüklerini ve yönetmeliklerini

    bürokrasi aracılığıyla düzenli olarak yürütür. Bürokrasi aşağıdan yukarı doğru

    daralan bir yapıyla ve kişisel ilişkilere dayanmadan genel kurallar çerçevesinde

    devletin işlerini yürüten organdır. Burada çalışanlara memur adı verilir.

    Bürokrasinin görevi işleri kolaylaştırmaktır. Fakat bazı ülkelerde geniş kapsamlı

    bürokrasiler işlerin daha zor ve uzun zamanda çözülmesine de neden olmaktadır.

    SİYASET FELSEFESİNİN SORULARI

    Yukarıda açıkladığımız temel kavramlarının ışığıyla, siyaset felsefesinin

    sorularını sorabilir ve bu sorular üzerine yapılmış cevapları açıklayabiliriz. Siyaset

    felsefesinin ilgilendiği sorulardan bazıları şunlardır: “Devletin varlık temeli nedir?”,

    “Devletin işlevi, görevi ve amacı ne olmalıdır?”, “İktidar, kaynağını ve gücünü

    nereden alır?”, “Egemenliğin kullanılış şekilleri nelerdir?”, “Meşruiyetin ölçütü

    nedir?”, “Bireyin temel hakları nelerdir?”, “Sivil toplumun anlamı nedir?”, “Temel

    hakların güvenceye alınması ne demektir?”, “Bürokrasiden vazgeçmek olanaklı

    mıdır?”, “En iyi yönetim biçimi nedir?”

    Şüphesiz bu sorular ve verilen cevaplar, uzun bir tarihe sahiptir. Platon’un

    Devlet ve Aristoteles’in Politika adlı eserlerinde tartışılmaya başlanan bu sorular,

    günümüzde de değişik boyutlarda devam etmektedir. Genel olarak günümüz

    siyaset felsefesi, devlet, toplum ve insanı ilgilendiren şu sorunları ele almaktadır:

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

    İktidar, kaynağını nereden almaktadır? B. Bireyin temel hakları nelerdir? C.

    Bürokrasiden vazgeçilebilir mi? D. Sivil toplumun anlamı nedir?

    İktidar, Kaynağını Nereden Almaktadır?

    Devlet, bağımsız ve sınırları belli bir toprak parçasında hak ve hukuku

    belirleyen, toplumu ve bireylerini yöneten, denetleyen ve koruyan bir güce

    sahiptir. Bu güce iktidar denir. O hâlde devletin bir öğesi olan iktidar, devletin

    gücünü bireyler üzerinde kullanma yetkisidir. Kısaca, devletin ülkeyi yönetme gü-

    cüdür. Bu güçten yoksun bir devlet, devlet olarak tanımlanamaz. Fakat hiçbir

    devlet de yönetme gücünü tek başına elinde bulundurduğu iktidardan alamaz.

    Çünkü siyasal iktidar, toplumun ve bireylerin çıkar ve isteklerine hizmet ettiği

    sürece meşruiyet kazanmaktadır. Bu nedenle, siyaset felsefesinin ilk sorusu, devlet

    iktidar gücünü hangi kaynağa dayandırarak meşru kılmaktadır? Başka bir söylemle,

    iktidarı, meşru kılan kaynak nedir?

    İktidar sorusunu ele alan siyaset felsefecilerden birisi Max Weber (1864-

    1920)’dir. Weber’e göre iktidar; yani yöneten otorite gücünü üç kaynaktan alır: 1.

    Geleneksel otorite, 2. Karizmatik otorite, 3. Demokratik veya hukuksal otorite.

    Geleneksel Otorite

    Geleneksel otorite, iktidarının veya otoritesinin kaynağını gelenek ve yerleşik

    inançlardan alır. Bu otorite türü, geleneklerin egemenliği altında değişmeye kapalı

    ve gelişmenin çok yavaş olduğu durağan toplumlarda ve kurumlarda görülür.

    Feodal toplum veya ataerkil toplumlar, geleneksel otoriteyi elinde bulunduran

    yöneticiler tarafından idare edilir. Örneğin, kral, hükümdar, padişah, şeyh ve

    hakanın yerine genelde büyük oğul geçer. Bu gelenekle iktidara gelen kişi,

    geleneksel otorite sonucu iktidara gelmiş bir yöneticidir.

    Genellikle geleneksel otorite sahibi olan kişi, otoritesinin tanrısal bir boyut

    içerdiğini de öne sürer. Kral, padişah, şeyh, hakan, imparator gibi geleneksel

    otorite gücünü elinde bulunduran yöneticiler, bu gücün onlara Tanrı tarafından

    verildiğine de inanırlar. Yöneticiler, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak

    toplumu yönettikleri inancına sahiptirler. Bu tür tanrısallık boyutu, geleneksel

    otoriteyi, teokrasi anlayışına yaklaştırır.

    Karizmatik otorite

    Karizma “lütuf, tanrı vergisi” anlamına gelir. Bu tür otoriteye sahip lider veya

    yöneticiler, bu özelliklerini doğumla getirirler. Bu tür olağanüstü özelliklerin bu

    insanlarda var olduğu kabul edilir. Karizmatik otorite, doğrudan doğruya liderin

    kişisel özelliklerine ve eylemlerine bağlıdır. Karizmatik liderin tüm eylemleri her

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

    Meşruiyetinin kaynağı

    halkın iradesi olmayan

    iktidarlar, demokratik

    iktidarlar değildir.

    zaman halkın iyiliği ve doğruluğu içindir. Bu nedenle, halk, bu tür liderlere mutlak

    olarak itaat eder.

    Demokratik veya Hukuksal Otorite

    Rasyonel yasalardan kaynağını alan demokratik veya hukuksal otorite,

    geleneklere ve liderlerin tanrısal ya da kişisel özelliklerine dayanmaz. Onun

    kaynağı, insanların kendi akıl ve yetileriyle oluşturdukları yazılı hukuk kurallarıdır.

    Hukuk kuralları hem yöneteni hem de yönetileni bağlar.

    Demokratik otoritede, iktidarın kaynağı, insan aklı ve yazılı hukuk

    kurallarıdır. O, meşruiyetini, hukuka olan uygunluğundan alır. Liderler, belli kurallar

    çerçevesinde iktidara gelir ve belirlenmiş olan bu kurallarla iktidar gücünü

    kullanırlar. İktidar gücünü kazanmanın yolu, seçimdir. O hâlde, iktidar meşruiyetini,

    halkın iradesine borçludur.

    Böylece “Meşruiyetin ölçütü nedir?” sorusu da cevaplanmış olmaktadır.

    İktidar, meşruiyetini geleneksel, karizmatik veya demokratik otoriteden alabilir.

    Bunların dışında olan bir iktidar otorite gücünü, baskı, darbe ve zorla yapılan kaba

    güçten alır. Bunlar ise meşru olmayan otorite kaynaklarıdır.

    Bireyin Temel Hakları Nelerdir?

    Çağdaş devletlerin çoğu, demokratik yönetim anlayışını benimseyen hukuk

    devletleridir. Hukuk devleti, bireyin hak ve özgürlüklerini yasa ile belirleyip,

    bunların daha iyi ve doğru işlemesini kendine hedef yapmıştır. Fakat toplumsal

    yaşamda bu hedefin bir kısmı gerçekleşmektedir.

    Bireyin temel haklarını üç grupta sınıflayabiliriz: 1. Kişisel haklar 2. Toplumsal

    ve ekonomik haklar 3. Siyasal haklar.

    Kişisel Haklar

    Bireyi toplumun ve devletin gücüne karşı koruyan haklarıdır. Bu nedenle

    bunlara “koruyucu haklar” da denir. Örneğin, yaşama hakkı, düşünme ve

    düşündüğünü söyleme hakkı gibi.

    Toplumsal ve Ekonomik Haklar

    Bireyin devletten isteyebileceği toplumsal ve ekonomik haklardır. Bir

    vatandaş olarak devletten bir şeyleri yapmasını talep ettiğimiz haklar olduğu için,

    bunlara “isteme hakları” da denir. Örneğin, özel mülkiyet edinme hakkı, eğitim ve

    sağlık hakları gibi.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

    Siyasal Haklar

    Bu haklarla, birey, devlet ve toplumun yönetimine katılır. Örneğin, seçme ve

    seçilme hakları gibi.

    Bu hakların tümüne insan hakları denir. Eğer insan hakları, bireyin kendi

    ülkesinde uygulanmazsa ya da uygulamada haksızlığa uğrarsa, birey bu haklarının

    uygulanması için uluslararası insan hakları mahkemesine başvurabilir.

    Devletlerarası kurulan bir üst mahkeme bu tür davalara bakarak, devlet ve birey

    arasında oluşan temel haklar konusundaki uyuşmazlığı çözüme kavuşturur.

    Bürokrasiden Vazgeçilebilir mi?

    Bürokrasi, “büro” ve “krasi” sözcük çiftinden türemiş olup, büro egemenliği

    veya yönetimi anlamına gelir. Günlük dilde, “kırtasiyecilik” gibi bir olumsuz anlamı

    içermesine rağmen, siyaset felsefesinde bürokrasi, devletin kamu hizmetleri için

    oluşturduğu hiyerarşik görev dağılımıyla çalışan örgütlü kurumudur. Fakat

    günümüzde bürokrasi, devletin kamu hizmetlerini aşarak, özel girişimin iş

    yaptırmak için kurduğu örgütlü kurumları da kapsamaktadır. Örneğin, holdingler,

    bankalar, fabrikalar vb. kendi içlerinde bürokratik yapıya sahiptirler.

    Hiyerarşik bir örgütlenme şekline sahip olduğundan, bürokraside çalışan bazı

    memurlar üst, bazıları da ast görevinde bulunurlar Bürokraside hem ast hem de üst

    bürokratın hizmet ve görevi önceden belirlenmiş rasyonel kural ve yasalara bağlan-

    mıştır. Bu nedenle, üst-ast ilişkisinden oluşan piramit, bazen işlerin verimsizliğine

    de neden olabilir. Bürokratik işleyişin J. S. Mill”e kadar uzanan bir olumsuz yorumu

    vardır. Bu yorumlardan bazıları şunlardır:

    Bürokrasi de çalışan memurlar atanarak gelir ve seçimle gelen siyasî gücün

    hizmetinde kamuya yönelik görevde bulunurlar. Siyasî güç, seçimle geldiği

    için burada geçici bir süre bulunurken, atama ile gelen memurlar yani

    bürokratlar görevlerinde kalıcıdırlar. Geçici olan siyasî güç ve hükümetler

    işleri hızlandırmak isterken, yazılı kural ve yönetmeliklerin ötesine

    geçemeyen kalıcı memurlar işleri yavaşlatmak isterler. Siyasî güç, halk

    karşısında sorumluluk taşırken, bürokratların seçilememe gibi bir kaygıları

    olmadığı için, halka karşı bir sorumluluk da duymazlar.

    Bürokratlar, özellikle de üst düzey bürokratlar alanlarında uzman iken

    seçimle gelen ve geçici olan siyasî güç, alanın uzmanı değildir. Bu durumda,

    siyasî güç, bürokrasinin etkisi altına girme tehlikesi yaşamaktadır.

    Bürokrasi, özellikle kapitalist sistemde halktan koparak hem kendi yerlerini

    korumak hem de siyasî gücün güdümü altına girerek, onların çıkarlarını

    koruma tehlikesi altındadır. Kısaca, bürokratlar, kamu hizmeti yerine, siyasî

    güce hizmet etmeye başlayabilirler.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

    Bürokrasi, hizmetin rasyonel ve çabuk olması için kurulmuşken tam tersi

    durumlarda oluşabilir. Özellikle, bazı kesimlerin çıkarları doğrultusunda

    bürokrasi işlerin yavaşlamasına veya engellenmesine sebep olabilir.

    Tüm bu olumsuz yorumlara karşın, Max Weber’e göre şu nedenlerden

    dolayı bürokrasiden vazgeçilmemelidir:

    Yasal kurallar ve yaptırımlara dayanması,

    Devamlılığa ve maaşa sahip bir kadro (memur) tarafından yapılması,

    Yazılı belge ve işlemlere dayalı çalışma geleneği olması,

    Mevki ve yeteneğe göre verilmiş yönetim yetkisi ve sorumluluğa sahip

    olması,

    İş bölümüne dayalı bir hizmet anlayışı olması.

    Tüm bu nedenlerden dolayı, çağdaş toplumlar bürokrasiden vazgeçemezler.

    Fakat bürokrasideki olumsuzlukların giderilmesi için çalışmalar yapıldıkça, devletin

    veya özel girişimin hizmet fonksiyonu gittikçe eşitlik, özgürlük, toplumsal adalet ve

    yararlılık ilkesi doğrultusunda değişmektedir.

    Sivil Toplumun Anlamı Nedir?

    Sivil toplum, devlet kurumlarının dışında, toplumun kendi kendisini

    yönlendirmek için kendi kurumlarını oluşturduğu demokratik yapıdır. Sivil

    toplumun başlıca özelliği, özgür vatandaşların bir araya gelerek devlet veya özel

    girişim karşısında haklarını koruma isteğidir. Toplumun istek ve çıkarları doğrul-

    tusunda daha çabuk kamuoyu oluşturma ve demokratik işleyişi sağlamak, sivil

    toplumun amaçları içindedir.

    Bu tanım gereği, sivil toplumu oluşturan öğelerin başlıcaları şunlardır:

    Düşünce özgürlüğü, demokrasi, hoşgörü, çoğulculuk, özgür ve bağımsız tavır alma,

    siyasal katılımı sağlama, devletin yönetiminde etkili olabilecek güçte özerk

    örgütlenme.

    Günümüz çağdaş toplumları, gelişmişliğini ve çağdaşlaşmasını hukuk devleti

    içinde kurulmuş sivil örgütlerine borçludurlar. Sivil toplum veya örgütler, ancak

    demokratik ve hukuk devleti içinde yaşama hakkına sahip olurlar. Sivil toplumların

    çokluğu ve işlerliği, o toplumun hukuk ve demokratik yapısını gösterir. Günümüz

    devletlerinin amacı, eğer hukuk devleti olmak ise bunu ancak sivil toplum

    kurumlarıyla birlikte gerçekleştirebilirler. Sonuç olarak, sivil toplum kurumları, bir

    ülkenin demokratikleşmesini hızlandıran en önemli öğedir.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

    SİYASET FELSEFESİNİN İKİ ANA PROBLEMİ

    Siyaset felsefesinin iki ana problemi vardır: A. Düzen ve devlet ilişkisi B. Birey

    ve devlet ilişkisi.

    Karmaşa - Düzen - Ütopya (Düzen ve Devlet İlişkisi)

    İnsan, diğer canlı varlıklara göre daha uzun bir çocukluk dönemi geçirmesi ve

    bedensel olarak da diğer canlıların bazılarından güçsüz olması nedeniyle, bir araya

    gelerek oluşturdukları toplum içinde yaşar. Fakat ilk çağlardan beri toplum içinde

    yaşayan insanlar, her zaman yöneten ve yönetilen olmak üzere iki grup altında

    sınıflanmışlardır. 20. yüzyıl siyaset bilimcisi Maurice Duverger’e göre, “En

    küçüğünden en büyüğüne, en ilkelinden en gelişmişine, en geçicisinden en

    kalıcısına kadar tüm toplumlarda yönetenler ve yönetilenler arasında köklü bir

    ayırım vardır.” Kısaca bir tarafta emredenler, diğer tarafta bu emirlere itaat eden-

    ler vardır. Duverger’in dediği gibi, tüm toplumlarda çeşitli oranlarda düzen vardır.

    İnsan, karmaşanın ve kaosun olduğu yerde, toplum oluşturamadığı gibi, yaşamını

    sürdürme garantisine de sahip değildir.

    Düzen, toplumda işbölümünü, birlikte yaşamayı, kurallar çerçevesinde

    özgürlüğü ve eşitliği sağlamaktadır. Karmaşa içindeki hiçbir toplum, yaşamını

    sürdürmeyi başaramamıştır. Çünkü mutlak özgürlüğün olduğu yerde karmaşa ve

    kaos vardır. Böyle bir özgürlük sonucu insanların çıkar, istek ve düşünceleri bir-

    birleriyle çatışır. Kaos ve karmaşa hâlindeki toplumlarda herkesin yaşamı tehlike

    altındadır. Karmaşa içindeki toplum, varlığını sürdüremez.

    Bir toplum kurulabilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi için, düzene

    ihtiyaç duyar. Düzen, bir arada yaşamayı olanaklı gören bireylerin gereksinmelerine

    uygun hukuk ilkeleri ve yönetim biçimleri oluşturarak, belirli bir toplum oluşturma

    çabası sonucunda ortaya çıkan sistemdir. Fakat devlet veya düzen, belli bir grubun

    çıkarları doğrultusunda hizmet verdiğinde, o toplumun tüm bireylerinin

    gereksinmelerini karşılayamaz. Nasıl karmaşa, düzeni gerektiriyorsa, var olan

    düzenden hoşnutsuzluk da daha iyi bir düzen anlayışını gerektirir. Bu nedenle

    düşünürler, daha iyi bir toplum düzenini hayal etmişler ve ütopyalar kurmuşlardır.

    İngiliz düşünür Thomas More (1478-1535), nesnel koşullardan ve toplumsal

    yasalardan değil de adalet, özgürlük, eşitlik gibi soyut ilkelerden kalkarak

    gerçekleşmesi somut dünyada olanaksız olan fakat ideal bir dünyada var olacağı

    tasarlanan bir devlet ve toplum düzeni tasarlamıştır. More’un hiçbir yerde

    uygulanamayan anlamına gelen bu tasarısına ütopya adı verilmiştir.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

    Düzenin Gerekliliği ve Devlet

    İnsan, hem iyiye hem de kötüye yönelebilen ve yapabilen varlıktır. Bundan

    dolayı her zaman kendini kontrol edemez. Bazen diğer insanların hak ve isteklerine

    saygı gösterirken, bazen de göstermez. Bu nedenle, bireylerin oluşturduğu toplum-

    daki düzeni, bireysel vicdanlar sağlayamaz.

    Toplumsal yaşamda bireylerin ihtiyaç ve isteklerini, ilişkilerini ve haklarını

    düzenleyen kurallara, yasalara ve bunları uygulayacak kurumlar üstü bir kuruma

    gereksinme vardır. İşte, bu en üst kurum, devlettir.

    Devlet, toplumdaki kurumların en büyüğü olarak, yasa yapmak ve bu yasaları

    uygulamak görevini üstlenir. Böylece devlet, emir, buyruk ve sınırları belirler ve

    bunlara toplum ve bireylerin uyması için gerekli zorlayıcı tedbirleri alır. Yasalara ve

    emirlere uymayanları, cezalandırır. Emirlerin ve cezaların yerine gelmesi için

    güvenlik güçlerini kullanır.

    Devlet en büyük kurum olmasına rağmen, yine de iktidarını kullanırken

    sınırlıdır. Hiçbir devlet, ekonomik, askerî, dinsel, geleneksel, siyasal partiler,

    üniversiteler, sendikalar ve sivil örgütler gibi güçleri göz önünde tutmadan,

    iktidarını istediği şekilde kullanamaz. Ayrıca büyük ve güçlü devletlerin istek ve

    çıkarlarını hesaba katmadan, uluslararası gücünü de kullanamaz.

    Devlet, siyaset felsefesi tarihinde hem doğal bir kurum hem de kurma veya

    yapma bir kurum olarak iki farklı yaklaşımla açıklanmıştır.

    Doğal bir kurum olarak devlet: Bu yaklaşımın kurucusu ve en önemli

    temsilcisi Platon’dur. Platon’a göre, devlet insana benzeyen büyük bir

    organizmadır. Devlet, bireyin devamıdır yani devletin doğası veya temeli,

    insanın doğası gibidir. İnsanla devlet birbirine benzer. İnsanın ruhundaki üç

    erdemine karşılık, devlette de üç sınıf bulunur. Birinci sınıf, maddeye ve

    bedene düşkün olan üreticiler yani işçi, köylü ve zanaatkârlar. İkinci sınıf,

    cesaret erdemi taşıyan bekçiler yani askerler. Üçüncü sınıf, manevî hazları

    ön plana çıkaran bilginler, filozoflar ve yöneticilerdir. Platon’a göre, her

    sınıf kendi doğasını gerçekleştirirse toplum ve devlette düzen doğal olarak

    sağlanmış olur.

    Yapma bir kurum ve araç olarak devlet: J. Locke, T. Hobbes ve J. J.

    Rousseau tarafından öne sürülen bu devlet görüşüne göre, insanlar bir

    araya gelerek, kendi ihtiyaç ve gereksinmeleri doğrultusunda yaptıkları bir

    toplumsal sözleşme ile devleti kurarlar. Devlet insanların oluşturduğu bir

    tür yapma bir kurumdur. Amacı, insanların istek ve çıkarlarına hizmet

    etmektir. Bu nedenle, devlet, bir amaç için kurulan yapay araçtır.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

    İdeal Düzen Anlayışları

    Toplum ve devlette düzen arayan siyaset felsefecileri, insanın ve toplumun

    doğasını inceleyerek, ideal bir düzenin olabileceğini öne sürdükleri gibi,

    olamayacağını da öne sürmektedirler:

    İdeal Düzenin Olabileceğini Reddedenler

    İdeal bir düzenin olamayacağını savunan iki temel akım vardır: Sofistler ve

    nihilistler.

    Sofistler

    İlkçağ felsefesinde önemli bir yere sahip olan sofistlere göre, ideal düzen

    doğal olandan ayrılmayı ve onu değiştirmeyi gerektirmektedir. İdeal düzende

    insanlar bir araya gelerek kendi çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda toplumsal

    sözleşme yaparlar. Fakat böyle bir sözleşme insanın doğasına aykırı olduğu gibi,

    doğa düzenine de aykırıdır. Birinci nedeni şöyle formüle edebiliriz: Ünlü sofist

    Protagoras’a göre, “İnsan her şeyin ölçütüdür. Herkes için geçerli evrensel bilgi

    yoktur.” Eğer geçerli evrensel bilgi yoksa insanların toplumsal sözleşmenin

    etrafında toplanması mümkün değildir. Çünkü tek bir sözleşme yerine her insana

    göre bir ideal toplum sözleşmesi vardır. O hâlde, sofistler için, ideal düzen olamaz.

    İkinci olarak, doğal düzene göre, güçlüler, güçsüzleri yenmekte ve yok etmektedir.

    Fakat güçlü insanlara karşı sayıca çok olan güçsüz insanların oluşturdukları

    toplumsal sözleşme sonucu doğal yasanın tam tersi bir durum ortaya çıkmaktadır.

    Güçsüzler, güçlüler karşısında daha etkili olmaktadır. Bu durum, doğal düzene ve

    yasaya karşıttır. O hâlde, doğal düzen gereği, ideal düzen olamaz.

    Nihilistler(Hiççiler)

    İdeal düzeni reddeden ikinci yaklaşım, Yakın Çağla birlikte ortaya çıkan

    evrenin anlamsız ve amaçsız olduğu anlayışını öne süren nihilistlere aittir.

    Nihilistlere göre, evrende hiçbir şeyin değer ve amacı yoktur. Bunlara göre devlet

    ya da otorite, doğal duruma aykırıdır. Bu nedenle, devlet ve düzen insan özgürlü-

    ğünü sınırlandırmakta hatta yok etmektedir. Doğal durumda mutlak özgürlüğe

    sahip olan insan, kurumlarda, toplumsal ortamda, devlette ve düzende

    özgürlüğünü yitirmektedir. Nihilistlere göre devlet ve düzenin her bir çeşidi, insan

    için olumsuz olandır. İdeal düzeni temsil eden her türlü kuruma karşı çıkarak,

    onların yıkılması gerektiğini savunurlar.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

    İdeal Düzenin Olabileceğini Kabul Edenler

    Tarihsel gelişimi içinde insanlar sürekli olarak daha iyisini elde etmek için

    bilgilerini artırırlar. İnsan bilgisinin gelişimi sonucu, yaşam koşulları iyileşmiş ve

    buna bağlı olarak insan ömrü uzamıştır. İnsanlık tarihinde bazı dönüm noktaları

    vardır. Örneğin, insan için ateşin keşfi, tekerleğin bulunuşu, yazının bulunuşu,

    denizciler için pusulanın bulunuşu gibi. Siyaset felsefesi açısından Fransız Devrimi

    bir dönüm noktasıdır. Fransız Devrimiyle birlikte insanlar, dinsel kökenli monarşi

    yönetimleri yerine, kendi akıllarıyla oluşturdukları ve ölümden sonraki yaşam kadar

    değerli olabilecek bir yönetim ve toplum düzeni kurmaya çalışmışlardır. XIX.

    yüzyıldaki bilim ve teknolojinin inanılmaz hızıyla desteklenen insan bilgisi, siyaset

    felsefecilerini ve düşünürleri ideal düzen oluşturma çabasına yönlendirmiştir. İdeal

    düzen arayışı içine giren siyaset felsefecilerinden bazıları kalkış noktası olarak

    özgürlüğü bazıları da eşitliği temele almışlardır. O hâlde ideal düzen arayışlarında

    iki temel yaklaşım vardır:

    ÖZGÜRLÜĞÜ TEMELE ALAN VE EŞİTLİĞİ TEMELE ALAN

    YAKLAŞIMLAR

    Özgürlüğü Temele Alan Yaklaşımlar

    Liberalizm olarak da bilinen bu yaklaşım, her türlü insan etkinliğinin temeline

    özgürlüğü koymuştur. Özgürlük her türlü etkinlikte temel ilke olduğu zaman ancak

    insan kendini gerçekleştirebilir ve yaratıcı olabilir. Bundan dolayı, liberal düşünceye

    göre devlet, ekonomi ve ticaret konularından elini çekmeli ve bu alanlarda

    denetleyici olarak görev almalıdır. Bu anlayışın sonucu kapitalist düzen ortaya

    çıkmıştır. Bireyler dinî, siyasî, ekonomik ve düşünce alanlarında özgür bırakılmalı ve

    bu alanlarda girişimci olmaları devlet tarafından desteklenmelidir. Böylece devlet

    sınırlayıcı ve engelleyici olmaktan çıkıp denetleyici olarak ideal düzenin

    gerçekleşmesini sağlayabilir. En önemli temsilcileri Adam Smith (1723-1790) ve

    John Stuart Mill (1806-1873)’dir.

    Eşitliği Temele Alan Yaklaşımlar

    Liberalizmin özgürlükçü anlayışı, toplumda iki sınıfın oluşmasını sağlamıştır.

    Özgürlüğünü kullanarak kendini gerçekleştiren bireyler zaman içinde üretim

    araçlarını elinde bulunduran zengin sınıfa dönüşürken, diğer insanlar emeğini para

    karşılığı satan işçi sınıfına dönüşmektedirler. Böylece toplumdaki denge gittikçe

    zenginlerin yani kapitalistlerin lehine gelişmektedir. Eşitlikçi yaklaşım, kapitalist

    düzenin bozduğu ve iki farklı sınıfa ayırdığı toplumu, tekrar tek bir sınıfa indirme

    çabası içindedir. Bireyleri yapacakları etkinlikte özgür bırakma yerine, onlara eşit

    fırsatlar ve imkânlar verme amacını taşıyan eşitlikçi yaklaşım, sömürünün olmadığı

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

    İnsanları yetenekleri

    açısından birbirlerine

    eşit kılmaya

    çalışmaktan daha büyük

    bir zulüm yoktur.

    bir sosyalist düzen amaçlar. O hâlde, bu yaklaşım liberalizm ve kapitalizme karşı

    çıkarak, üretim araçlarının tüm bireylere ait olmasını savunarak özel mülkiyeti

    toplumun ortak malı yapmıştır. Savunucuları Fransız Saint Simon (1760-1829),

    Charles Fourier (1772-1837), Joseph Proudhon (1809-1865), İngiliz Robert Owen

    (1771-1858) ve Alman Karl Marx (1818-1883) ve F. Engels (1820-1895)’dir.

    İdeal Düzeni Belirleyen Ölçütler

    Yukarıda açıkladığımız iki ideal düzen anlayışı da çeşitli açılardan ideal

    düzenin gerçekleşmesinde yetersiz kalmaktadır. Özgürlüğü temele alan liberalizm

    ve kapitalizm, “mutlu azınlığın” karşısına “yoksul çoğunluğu” koyarak kendini

    gerçekleştirmektedir. Böylece toplumu iki karşıt sınıfa dönüştürmektedir. Eşitlikçi

    ilkeyi temele alan sosyalist düzen ise yine ideal düzeni gerçekleştirememektedir.

    Çünkü bireylerin özgürlüğü elinden alınınca büyük acılar ve felaketler ortaya

    çıkmaktadır. Örneğin; eski Sovyetler Birliği’nde ve bazı Doğu Bloğu ülkelerinde, in-

    sanlar doğdukları topraklardan sürülmüş ve onların kendileri olma fırsatı veya

    özgürlüğü verilmemiştir onlara.

    Her iki ölçüt de tek başına yeterli olmazken, birinin azlığı diğerinin çokluğu

    da ideal düzenin oluşmasını engellemektedir. Özgürlüksüz eşitliğin ve eşitliksiz

    özgürlüğün, ideal düzeni oluşturamadığı tarihsel süreç içinde anlaşılmıştır. Bu

    nedenle ideal düzeni belirleyen üçüncü bir ölçüt önerildi. Bu ölçüt, adalettir.

    “Herkese hak ettiği kadar adalet” ilkesinden hareketle günümüz siyaset

    felsefecileri, ideal düzeni özgürlük, eşitlik ve adalet ölçütleri üzerinde kurmayı

    amaçladılar. Çağımızda fırsat eşitliği ilkesi çerçevesinde her bir bireyin durumu ve

    başarısına göre, dağıtılan adaletle ödül ve ceza belirlenmektedir. Çağımız ideal

    düzeni bu üç ölçüt çerçevesinde, toplumsal adaleti geniş kitlelere yayarak,

    toplumsal mutluluğu ve dengeyi yakalama çabası içindedir.

    Ütopyalar

    İdeal düzen üzerine düşünen bazı felsefeciler, var olan düzen yerine olması

    gereken düzeni düşlemişlerdir. Düşlenen veya hayal edilen bu düzenlere ütopya

    adının verildiğini daha önce belirtmiştik. Olması gereken ya da ütopik düzenden

    yana olan düşünürleri ikiye ayırabiliriz:

    1- Var olan toplumsal düzenin iyileştirilemeyeceğini varsayarak, olması

    gereken mükemmel bir düzen tasarlayanların oluşturduğu birinci gruba

    gerçekleşmesi mümkün olmayan ama istenen düzen ütopyacıları denir.

    2- Var olan düzenin yerine olması gereken ütopik bir düzen düşünmek

    yerine, var olan düzenin devam etmesi durumunda gelecekte var olacak

    düzeni tasarlayan ikinci gruba, korku ütopyacıları denir. Bu anlayış, var

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

    olan düzen devam ettiği takdirde gelecekte alacağı durumu açıklamaya

    çalışır.

    Gerçekleşmesi İstenen Ütopyalar

    Tarihsel süreç içinde bu tür ütopyaları savunan düşünürlerden bazıları

    şunlardır: Platon, Fârâbî, Thomas More ve T. Campanella (1568-1639).

    PLATON ve İDEAL DEVLET

    Daha önce ifade edildiği gibi Platon, devleti doğal bir düzen olarak yani bir

    canlı organizma gibi düşünmektedir. Ona göre devlet, canlı bir organizmadır çünkü

    devletin her organı ancak bütün yapı içinde yaşamını sürdürebilir. Bütünden ayrı

    bir devlet veya sivil kurum yaşamını sürdüremez. Çünkü bir organ bedene bağlı

    olduğu sürece canlılığını korur. Bu nedenle Platon’a göre, birey toplum dışında var

    olamaz; toplum da bireylerle var olur.

    Platon, Devlet (Politeia) adlı eserinde ideal devletini tanımlar. Daha önce

    belirtildiği gibi, devleti oluşturan sınıflar insan ruhunun üç parçasına göre

    düzenlenmiştir. İnsan ruhunda madde ve duyguya yatkın yeti, itaati ve üretimi;

    cesarete yatkın yeti, korumayı ve savaşmayı; akla yatkın yeti ise yönetme ve bilgi

    edinmeyi içermektedir. İşte, ruhun bu üç yetisine karşılık, devlette de üç sınıf

    bulunmaktadır. İtaat ve üretime karşılık işçi, köylü ve zanaatkârlar; korunma ve

    savaşmaya karşılık bekçiler yani askerler; yönetme ve bilgi edinmeye karşılık

    yöneticiler ve bilgeler sınıfı gelir.

    Platon, devletinde her sınıfın ne yapmaları, nasıl bir eğitim almaları, ne tür

    mal ve mülk edinmeleri, kimlerden oluşmaları gerektiği gibi konuları ideal bir

    tasarımla belirlemiştir. Birinci sınıfı oluşturan işçi, köylü ve zanaatkârların temel

    erdemi itaat etmek ve çalışmak olduğu için, bunlar üreten sınıftır. Bunlar, devleti

    besler, doyurur, giydirir. Bu grup, devletteki en büyük çoğunluğu oluşturur. Bunlar

    üretime yönelik el sanatları, beceri, tarım gibi bilgilerle eğitilmelidir. Bu grubun en

    önemli özelliklerinden biri, istedikleriyle evlenebilir, çocuk ve özel mülk sahibi

    olabilirler. Bu sınıf için, bir sınırlama söz konusu değildir.

    Platon’un ideal devletinde ikinci sınıf, cesaret erdemiyle donatılmış beden ve

    ruhça sağlam bekçiler veya askerler sınıfıdır. Devleti korumak ve varlığını

    sürdürmek görevini üstlenen bekçiler, önemli bir sınıftır. Bu sınıfın seçimi ve

    eğitimine Platon ayrı bir önem verir. Çünkü bazen bekçiler devleti korumak yerine,

    devleti ele geçirmek isteyebilir. Bu nedenle, onların eğitimi yalnızca bedenî eğitim

    olmamalıdır. Platon, bekçilerin hem erkek hem de kadınlardan olabileceğini ifade

    ederek, kadınlara da erkeklere uygulanan askerî eğitimin uygulanabileceğini öne

    sürmüştür. Bekçiler, maddeye değil de şan ve şerefe önem verdiklerinden, onların

    özel mülk edinmelerini yasaklar ve evlenmelerini özel izne bağlayarak sınırlar.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

    Çünkü özel mülkiyete yönelen bekçiler aslî görevlerini unutup, devleti ele ge-

    çirmeye kalkışabilirler. Yine onların evlenmeleri, bir tür özel mülkiyet duygusunu

    geliştirdiği için, Platon onların devletin seçtiği uygun kişilerle soyu devam ettirmek

    için evlenmelerine izin verir. Platon, çocukların doğar doğmaz anne ve babaların-

    dan uzakta, onları tanımadan toplumun veya devletin ortak malı olarak bü-

    yütülmeleri gerektiğini öne sürer. Böylece çocuklar herkesi kendi anne ve babası,

    herkes de her çocuğu kendi çocuğu sayacağı için, farklılık ve kıskançlık ortadan

    kalkacaktır.

    Yönetici sınıf, aklı, bilgiyi ve adaleti temele alarak devleti yönetmelidir. Bu

    nedenle onların da özel mülkiyet ve evlenme hakları elinden alınmıştır. Çünkü

    yönetim işine özel mülkiyet gibi para hırsı karışırsa yönetici adaletli ve eşit

    yönetimde bulunamaz. Platon, bekçiler gibi, yöneticilerin de eğitimine çok önem

    verir. Çocuklar küçük yaşlarda iyi huylu, yumuşak başlı ve erdemli olmalarını

    sağlayacak masal ve öykülerle eğitilmelidir. Sonra müzik ve beden eğitimi gelir. On

    beş yaşları civarında, basit aritmetik ve geometri problemleri öğretilmelidir. Yete-

    nekleri daha fazlasına izin verenler devam etmeli, vermeyenler ise üretici ve

    bekçiler sınıfı için eğitilmelidir. Yetenekli ve az sayıda olanlar için uzun bir eğitim

    yolu düşünülmüştür. Çünkü bunlar yönetici adaylarıdır. Yaklaşık elli yaşlarına kadar

    hem eğitime devam edilmeli hem de toplum ve devlette çeşitli iyilikler ve görevler

    için çalışmalıdırlar. Elli yaşından sonra felsefe eğitimi alan kişiler, ancak yönetici

    olabilirler. İşte, Platon’un “Yönetici filozof; filozof yönetici olmalıdır.” iddiası bu

    anlayışa dayanmaktadır. Filozofun yönetici, yöneticinin filozof olmadığı bir toplum

    mutlu olamaz.

    Platon, devleti tek bir yöneticinin değil, felsefe eğitimi almış ve tüm bedensel

    arzu ve zevklerden uzaklaşmış birçok yaşlı aristokratın yönetmesini önerir. Platon’a

    göre, eğer devlette her sınıf kendi erdemine uygun görevleri yerine getirirse,

    toplumun her kesimi mutlu olur. Platon, devletinde aristokrasiyi savunmasıyla

    demokrasiye karşı çıkar. Çünkü onun öğretmeni olan Sokrates, demokrasinin işle-

    diği bir yönetim tarafından suçsuz olduğu hâlde ölüme mahkûm edilmiştir. Bu

    nedenle, Platon demokrasiyi, “İyi hükümetlerin en kötüsü, kötü hükümetlerin en

    iyisidir.” şeklinde tanımlamıştır.

    Platon yaşlılık döneminde yazdığı Yasalar (Nomoi) adlı eserinde ideal devlet

    anlayışında bazı değişikliklere gitmiştir. Yasalar’da, bekçilere ve yöneticilere

    evlenme ve özel mülkiyet hakkı tanımıştır. İkinci olarak da yöneticilere Devlet

    eserinde verdiği sınırsız yetkiyi kaldırarak, yöneticilerin de yasalara bağlı olduklarını

    ifade etmiştir.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

    FÂRÂBÎ ve ERDEMLİ TOPLUM

    Türk-İslâm geleneğinin en önemli felsefecilerinden biri olan Fârâbî, Kitâb-el

    ârâ-el Medinet’ül Fâzıla (Erdemli Toplumun İlkeleri Üzerine Kitap) adlı eserinde

    ideal devlet anlayışını açıklamıştır.

    İnsanları toplumsal varlık olarak kabul eden Fârâbî, tek tek insanların doğada

    yaşamasının çok zor olduğunu söyler. Yaşamı sürdürmenin koşulu birlik ve devlet

    kurmaktır. Devleti bir organizma gibi gören Fârâbî, devletin çeşitli organlardan

    oluştuğunu ifade eder. İnsan vücuduna benzeyen devletin kalbi ve diğer organları

    uyum içinde çalışmalıdır. Aksi takdirde organizmanın sağlığı bozulduğu gibi,

    devletin de bozulması mümkündür.

    Devletin yöneticisinin iyi erdemlere sahip olması devletin ve fertlerin iyiliği

    içindir. Yönetici, teorik ve pratik erdemleriyle herkesten daha üstün olmalıdır.

    Platon’un devletindeki kral-filozof ilişkisinden etkilenen Fârâbî, yöneticide

    bulunması gereken erdem ve yetenekleri şöyle sıralar: Yönetici güçlü bir zekâya ve

    hafızaya sahip olmalıdır. Keskin kavrayışıyla bilgi peşinde koşmalıdır. Teorik bilgi

    aşkı ile dolu olan bir yönetici, bedensel zevklerin peşinde koşacak kadar zayıf

    olmamalıdır. Yeme, içme ve cinsel arzuların egemenliği altında olan bir yönetici, her

    zaman başkalarının çıkarları için kullanılma zayıflığını gösterebilir. Doğruluk

    sevgisiyle, halkına adaletli davranmalıdır. Sade bir yaşam tarzında ulu bir kişiliğe

    sahip olmalıdır. Sabır ve cesaret onun erdemleri arasında olduğu sürece halkın

    iyiliği için çalışır. Fârâbî, Platon’un aksine, yöneticinin dış görünüşünün düzgün,

    uyumlu ve sağlıklı olmasını ister. Çünkü o yani yönetici devletin temsilcisidir.

    Yönetici, devlette adaleti sağlamasını ve korumasını bilmelidir. Adalet,

    insanların güvenliğini, servetini, şerefini ve maddî mallarını korumakla

    mümkündür. Platoncu bir anlayışla, insanlara erdemlerin, doğuştan getirdikleri

    yeteneklerine göre verildiğini ileri sürer. Yeteneğe göre iş dağıtımını önerir.

    Devletlerin fetih ve baskı üzerine kurulmaması gerektiğini söyleyen Fârâbî,

    bazen savaşın zorunlu olduğunu da kabul etmektedir. Her ne kadar savaşlar

    topluma hizmet etse de kaçınılması gereken durumlardır. İstila ve fethe karşı

    çıkarak onları zararlı faaliyetler olarak kabul eder. Fârâbî, Medinetü-l Fâzıla adlı

    eserinde devletleri erdem ve mutluluğuna göre dört şehir tipinde toplar:

    1- Cehalet şehir tipi: Gerçek mutluluğu bilmeyen ve ona ulaşmaya

    çalışmayan fakat hayatın aldatıcı zevk ve arzuları peşinde koşan devlet

    tipidir.

    2- Fâsık şehir tipi: Allah hakkında gerçeği, ahireti ve mutluluğu bilir fakat

    bunlara göre yaşamaz.

    3- Değişmiş şehir tipi: Erdemli veya Fâsık şehirden uzaklaşarak değişen

    şehirdir.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

    4- Sapık şehir tipi: Allah’ın gerçek bilgisini bilmeyen, yanlış bilgiye sahip

    şehirdir. Yalancı ve sahte peygamberlerce yönetilirler.

    Fârâbî bu şehir tiplemeleriyle gerçeği bilmeyen, bilmek istemeyen veya bilip

    de yaşamayan toplumları tanımlar. Bu nedenle bir toplum ya olgun ve erdemlidir

    ya da eksik ve erdemsizdir. Erdemli toplumun yöneticisi, Fa’âl Akılla ilişkiye girerek

    ve bunu halkına yansıtarak, toplumun mutluluğu için çalışır. Yönetici, Fa’âl Akla,

    akılla ya da vahiyle ulaşabilir. Fârâbî yöneticide, Platon’da olduğu gibi, filozof

    özelliklerinin bulunmasının yanı sıra, peygamberlik özelliklerinin de bulunması

    gerektiğini söyler. Ancak böyle bir toplum, yöneticisine uyduğu sürece erdemli

    toplum olarak mutluluğu yakalar.

    Erdemli toplumu aydınlar oluşturur. Çünkü onlar mutluluğu yakalayanlardır.

    Böyle bir toplumun insanları öldükten sonra bile erdemli toplum olmayı

    sürdürürler. Fârâbî, erdemsiz toplumların da en az diğeri kadar gerçek olduğunu

    söyler. Şehir tiplemesinde ortaya çıkan toplumlar erdemsiz toplumlardır

    THOMAS MORE ve ÜTOPYA

    İngiliz devlet adamı Thomas More (1478-1535), Platon’un ideal devlet

    anlayışından ve dönemindeki toplumsal ve ekonomik kargaşadan etkilenerek, bir

    ada ve ada üzerinde kurulan bir ideal devlet ve toplumu düşleyerek, Ütopya adlı

    eserini yazmıştır. More’un yaşadığı dönemde tekstil sanayinin gelişmesi sonucu,

    köylüler ve çiftçiler yoksullaşmaya, bir kısım azınlık ise zenginleşmeye başlamıştır.

    Böylece az sayıdaki zengin sınıf özel mülkiyetlerini artırmalarına karşın, çoğunluğu

    oluşturan yoksul sınıf gittikçe her şeylerini kaybetmeye başlamıştır. Toplumdaki

    dengesizliğin ve mutsuzluğun kaynağını özel mülkiyet olarak gören More, düşlediği

    ideal devlette özel mülkiyeti ve parayı yasaklar.

    More’un düşlediği ada devleti, elli dört kentten oluşur. Her kent aynı dile,

    yasaya, töreye, kurumlara ve yapıya sahiptir. Her şehir aynı plâna göre, dört

    bölümden oluşur. Tüm binalar, bulundukları bölümün özelliğine göre aynı biçime

    ve özelliklere sahiptir. Evler, devletin ortak malıdır ve her aile on yıl süreyle aynı

    evde oturabilir, onuncu yılın sonunda evini kura ile değiştirmek zorundadır.

    Her evde bir aile oturur ve her aile yirmi iki kişiden oluşur. Köle olan iki kişi

    hariç, tüm aile üyeleri eşit ve aynı haklara sahiptir. Aileyi en yaşlı üye yönetir. Aile

    üyeleri sevgi ve sağlık şartıyla dilediği insanlarla evlenebilir. More, boşanmayı özel

    şartlara bağlayarak, yasaklar. Ancak aldatma ya da aşırı geçimsizlik durumlarında

    yönetici kurulun vereceği karar doğrultusunda boşanma mümkündür. Suçlu tarafın

    bir daha evlenmesine izin verilmez. Kızlar için evlenme yaşı on sekiz, erkekler için

    bu yaş yirmi ikidir.

    More’un düşlediği ideal ada devleti etrafında düşmanı olmayan, barış içinde

    yaşayan, özel mülkiyetin olmadığı ve paranın kullanılmadığı sınıfsız bir toplumdur.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

    Aile reisi, kentin her bölümünün ortasında olan çarşıdan ev halkına yetecek kadar

    yiyecek ve diğer gereksinmeleri hiçbir ücret ödemeden temin eder. Özel mülkiyet

    olmadığı için üretilen her şey toplumun ortak malıdır. Toplumda çalışabilir

    konumdaki herkes altı saat çalışmak zorundadır. Geri kalan zamanın çoğunluğu

    eğitim ve manevî zevkler için ayrılmıştır. Toplumdaki uyumu, işbirliğini ve anlayışı

    sağlamak için, eğitimin önemli bir yeri vardır. Herkesin eğitim yoluyla toplumdaki

    görev ve işlevini öğrenmesi sağlanmaktadır.

    Toplumun mutluluğu amaçlandığı için, bireyler arası eğitim ve hoşgörü

    More’un ideal devletinin temel ilkesidir. Bundan dolayı, herkes istediği dine ve

    tanrıya inanmakta serbest bırakılmıştır. Fakat çoğunluğun tek Tanrı’lı bir dine ait

    olduğu da tasarlanmıştır. İdeal devlette dinsizlik bir suç değil, dini küçümsemek bir

    suç olarak kabul edilmiştir.

    Thomas More’un ideal devleti oluşturmaktaki amacı, Platon ve Fârâbî gibi

    toplumun ve bireyin mutluluğudur. Çünkü devletin amacı, mutluluğu sağlamaktır.

    More’un bu düşüncesi, günümüz devletlerinin de amacıdır. Ayrıca More, eğitimi ve

    öğretimi zorunlu ve parasız düşünmesi, kadın ve erkek eşitliğini kabul etmesi,

    çalışma saatlerini azaltması, kamu hizmetlerinin alanını belirlemesi ve dinlere karşı

    hoşgörüyü evrensel yapmasıyla, çağdaş idealleri çok önceden haber vermiştir.

    CAMPANELLA ve GÜNEŞ ÜLKESİ

    Tommaso Campanella (1568-1639), İtalyan din adamı ve felsefecisidir.

    Campanella, Platon’un Devlet’inden değil de More’un Ütopia’sından etkilenmesine

    rağmen, Ütopia’dan farklı olarak eşitlik ilkesini temele alan bir tür din kökenli sos-

    yalist ideal devlet anlayışı geliştirmiştir.

    Güneş Ülkesi’nin yurttaşları var olan her şeyi eşit bir biçimde üreten ve

    paylaşanlardır. Ülke yirmi yaşına gelmiş yurttaşlar tarafından seçilen bir yönetici

    aracılığıyla yönetilir. Yöneticiye Baş Metafizikçi adı verilir. Baş Metafizikçi, devlet ve

    din işlerini mutlak bir biçimde yönetmekle yükümlüdür. Yöneticinin kararları kesin

    ve karşı konulmazdır. Yöneticiye seçtiği üç bakan yardımcı olur. Birinci bakana Pon

    (güç) denir. Pon, askerlik ve savaş gibi güç gerektiren işleri yönetir. Güneş Ül-

    kesi’nin insanları, Ütopya’nın insanlarından farklı olarak savaşı seven insanlardır.

    İkinci bakana Sin (bilgelik) denir ve din ve eğitimle ilgili hizmetleri yürütür. Üçüncü

    bakana Mor (aşk veya sevgi) denir ve sağlık, evlilik, kadın-erkek ilişkilerini yürütür.

    Güneş Ülkesi’nde çalışma saatleri dört olarak tasarlanmıştır. Geri kalan

    zamanlar dinî ve felsefî bilgi eğitimine ayrılmıştır. Çünkü insanın mutluluğu hem

    bedenin hem de zihnin eğitilmesiyle mümkündür. Mutsuzluğun kaynağı olarak da

    yalan, hırsızlık, kıskançlık ve öldürme görülmüştür. Bunları ortadan kaldırmanın

    yolu da özel mülkiyeti kaldırıp, her türlü şeyi ortak kullanıma açmak olarak

    düşünülmüştür. Bu nedenle, Campanella’ya göre, aile ortadan kalkarsa

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

    mutsuzluğun ve kötülüklerin kaynağı da ortadan kalkmış olur. Güneş Ülkesi, aile

    kurumuna sahip değildir. Kadın ve erkeklerin evlenmelerine ve bir aile kurmalarına

    gerek olmadan birleşmeleri ve çocuk sahibi olmaları sağlanmıştır. Mor yani aşk ve

    sevgi bakanı, cinsel ilişkileri gelecekteki sağlıklı nesilleri düşünerek belirler. Böylece

    kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde başıboşluk değil, yasalar belirleyici olur. Çocuk

    doğar doğmaz anne ve babadan alınarak, toplumun ortak malı olarak büyütülür.

    Devletin görevi, tüm çocukları en iyi koşullarda büyütmek ve eğitmektir.

    Campanella, Güneş Ülkesi’ne dinsel alanda özgürlüğü ve hoşgörüyü

    yasaklamıştır. Tek Tanrı’lı bir din inancı çerçevesinde mutlu, eşit ve sağlıklı bir

    düzenin oluşabileceğini öne sürmüştür. Bu bakımdan More’dan ve günümüzden

    daha tutucu bir tavır takınmıştır.

    KORKU ÜTOPYALARI

    Bazı ütopyacılar, var olan toplumu analiz ederek, gelecekte oluşacak ideal

    devlet düzenine varamazlar. Onlar, olup bitenler bu şekilde devam ederse,

    gelecekte insanları nelerin beklediğini düşlerler. Bu tür öykü betimleyen çağdaş iki

    korku ütopyacısından bahsedebiliriz: A. Huxley ve G. Orwell.

    HUXLEY ve YENİ DÜNYA

    Aldous Huxley (1894-1963), 20. yüzyılın tanınmış bir romancısıdır. Huxley,

    bilim kurgu türünde yazdığı Yeni Dünya adlı romanında gelecekte teknolojinin

    insanlığı nasıl egemenliği altına alacağını ve böyle bir dünyada yaşamanın nasıl ola-

    cağını anlatır.

    Yeni Dünya’ya göre, gelecekte bilim ve teknoloji tüm insanlığı her boyutuyla

    egemenlik altına alacaktır. Eğer bilim ve teknoloji günümüzdeki hızıyla gelişmeye

    devam ederse Huxley’e göre, gelecekte aile kurumu ortadan kalkacaktır. Artık her

    şey önceden plânlanmıştır. İnsanlar ihtiyaca göre, çeşitli özelliklerde üretilecektir.

    İnsanların alınyazıları önceden teknoloji ve bilim tarafından belirlenmiştir. İnsanlar

    üstün zekâlı, normal ya da geri zekâlı olarak plânlı bir şekilde tüp bebek olarak

    üretilmiştir. Kişi, işine göre üretildiği için, işini sevecek ve mutlu olacaktır, zira bu

    ona yetecektir. Bu nedenle, insanların düşünmeye ihtiyacı veya gereksinmesi

    yoktur. Çünkü geçmişi hatırlatacak her şey silinmiş ya da yok edilmiştir. Örneğin,

    tüm müzeler kapatılmış, eski anıtlar yıkılmıştır. Yeni Dünya’da aşka da yer yoktur.

    Çünkü her şey bilimin ve teknolojinin kontrolü altındadır. Her şey makine düzeni

    içinde işler. Bunun sonucu gerçek ana ve babadan doğmuş olan tek insan da

    yaşamı anlamsız bulduğu için intihar eder.

    Huxley, Yeni Dünya adlı eserinde geleceğe kötümser ve korku içinde bakar.

    Bu nedenle olumsuz bir ütopya düzenini düşler. Fakat bu ütopyasıyla insanları

    uyandırmak ve onlara geleceği daha iyi kurgulamalarını öğütler.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

    Otoriter ve totaliter

    yönetimlerin baskısı

    altında yaşayan insanlar

    korkak, tepkisiz,

    kişiliksiz ve jurnalci

    olurlar.

    GEORGE ORWELL VE 1984

    İngiliz romancı George Orwell de Huxley gibi, bir korku ütopyacısıdır. Yazdığı

    Hayvan Çiftliği ve 1984 adlı romanlarla gelecekte oluşabilecek kötü toplum

    düzenlerinden bahseder.

    Orwell, bilim kurgu türünde yazdığı 1984 adlı eserinde dünya devletlerinin

    üç büyük blokta birleşeceğini tasarlar: İngiltere, Amerika ve Batı Avrupa ilk bloğu;

    Doğu Avrupa ve Rusya, ikinci bloğu; Çin ve Japonya, üçüncü bloğu oluşturmaktadır.

    Bu blokların güçleri birbirine eşit olduğundan savaşa girmekten çekinirler.

    Her blok, acımasız diktatörlerin elindedir ve yönetimleri çok sert ve baskıcıdır.

    İnsanlar böyle bir yönetim altında artık düşünemez, sorgulayamaz, eleştiremez

    hale gelmişlerdir. Kişi, en doğal hakkı olan yaşama güvencesini bile kaybetmiştir.

    Böyle bir ortamın sonucu insanlar, korkak, tepkisiz, kişiliksiz ve jurnalcı olmuşlardır.

    Herkes birbirini düşman olarak görmektedir. İnsanlar daha iyi olan yönlerini

    geliştirmek yerine, adeta ilk doğal hali olan ayakta kalma ve yaşamını koruma

    biçimine dönmüştür.

    Bu romanıyla Orwel, her ne kadar korku ütopyası düşlemişse de hem

    gelecekte bizi bekleyen tehlikelere işaret etmiş hem de günümüzü sorgulama

    imkânı vermiştir.

    BİREY VE DEVLET

    Bireyler olmadan devletin, devlet olmadan bireylerin varlıklarını

    sürdüremediklerini daha önce belirtmiştik. Öncellikle devlet, farklı istek, düşünce,

    çıkar ve arzu sahibi bireylerin bir toplum içinde yaşama ihtiyaçları sonucu

    oluşmuştur. Bireyler bir araya gelince farklılıkları giderecek asgarî bir uzlaşıma yani

    onları yönetecek bir otoriteye gerek duyarlar. Bunun için devlet, farklı bireylerin bir

    arada yaşamasına izin veren ve yöneten kurumdur. Kısaca birey olmadan devlet

    olamaz.

    Buna karşılık, devlet olmadan da birey varlığını sürdüremez çünkü devlet

    bireylerin bir arada yaşamasına olanak sağlayan otoritedir. Farklı düşünce ve

    isteklere sahip bireylerin aynı toplum içinde birlikte var olabilmesinin tek koşulu,

    onların bir arada yaşaması için gerekli ortamı hazırlayan bir düzenin yani devletin

    olmasına bağlıdır. Sonuç olarak, bireyin devlet için bile olsa, temel hak ve

    özgürlüklerinden vazgeçmesi düşünülemez.

    Birey-devlet ilişkisi daha çok yakın zamanda ortaya çıkmış ideal bir ilişkidir.

    Çünkü İlk ve Ortaçağ boyunca günümüz anlamında bir devlet ve yönetici kavramı

    yoktu. Daha çok emreden ve emir alan bir anlayış içinde monarşik veya teokratik

    yönetim biçimleri vardı. Dinsel temelli monarşilerde yöneticiler, mutlak ve

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

    Devletin meşruiyeti,

    insanların temel hak ve

    özgürlüklerini

    korumasına bağlıdır.

    değişmez yetkilere sahipti. Bu tür yönetim biçimlerinde, birey-devlet ilişkisinden

    söz etmek mümkün değildi.

    17. yüzyılla birlikte değişen toplumsal ve ekonomik koşullar sonucu,

    devletler iktidarlarının meşruiyetini, yasalarla sağlamaya başladı. Devletler

    iktidarlarını, demokratik ve laik ilkelere bağlı kalarak kullanması sonucu, bireylerin

    hak ve özgürlükleri de yasalarla belirlenmiş oldu. Böylece devlet, hukukun üstün-

    lüğü ilkesiyle bireylerin hak ve özgürlüklerini garanti altına alan bir kurum hâline

    geldi. İşte, bu anlayışla birlikte birey-devlet ilişkisi gelişerek, günümüzdeki anlamını

    aldı. Birey-devlet ilişkisi, artık gerçekçi ve akılcı bir temele dayanmaktadır. Hukukun

    egemenliği sonucu ne bireyin devleti yıkması ne de devletin bireyin hak ve

    özgürlüklerini engellemesi söz konusu olmaktadır. Artık devlet, bireyin üstünde ve

    birey tarafından putlaştırılan bir kurum olmaktan çıktı. Devlet, birey için vardır.

    Böylece devlet, bireyin hukuk sınırları içinde kendini gerçekleştirmesine olanak

    veren ve bu olanağı güvence altına alan bir yapı kazanmıştır.

    Günümüzdeki birey-devlet ilişkisine gelmek kolay olmadı. Uzun bir süreçten

    sonra insanlar bugünkü konumlarını kazandılar. Bugüne gelene kadar insanlar

    büyük mücadeleler verdiler. Bunu anlamak için, burada iki düşünürden

    bahsedeceğiz. Biri Doğu’dan Yusuf Has Hacip, diğeri Batı’dan Montesquieu’dur.

    YUSUF HAS HACİP

    Ünlü Türk düşünürü ve şairi olan Yusuf Has Hacip, 6645 beyitten oluşan

    Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) adlı eserini 1070 yılında Kaşgar’da Karahanlılar

    hakanına sunmuştur. Toplumsal konuları içermesi bakımından bu eser, Türklerin

    İslâmiyeti kabulünden sonra yazılmış en önemli eserdir. Eserin çok beğenilmesi

    üzerine yazarına “has hacip”; yani başmabeyinci ünvanı ve görevi verilmiştir. Bu

    eserinde İslâm dünyasındaki ahlâkî değerler doğrultusunda devlet anlayışı ve eski

    Türk geleneği, görenekleri ve düşüncelerini açıklamıştır.

    Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de dört kişinin birbirlerine anlattıkları İslâm

    dünyasında geçerli olan dört temel ahlâkî değeri açıklar. Bu eserinde, bilginin ve

    dilin değerini, iyiliği, aklı ve adaleti över ve bunların devlet yönetimindeki önemini

    vurgular.

    İnsanların bu dünyada ve öbür dünyada nasıl mutlu olacaklarını ele alan

    Yusuf Has Hacip, eserinde olması gereken devleti tanımlamıştır. Bir devletin ideal

    ve gerçekleşebilen devlet olabilmesi için gerekli özelliklerin; akıl, adalet, doğru ve

    adil yasalar olduğunu belirtmiştir. Eserindeki öykü çerçevesinde hükümdarın,

    yöneticinin ve hizmetkârların görev, sorumluluk ve özelliklerini belirten yazar,

    devleti yönetenlerin amacının, bireyi mutlu yapmak olduğunu söyler. Birey de

    Tanrı’dan gelen kaynakların değerlerini özümseyerek, erdemli olmaya çalışmalıdır.

    O zaman birey, kişilik kazanır ve birey-devlet ilişkisi arzulanan düzeye yükselir.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

    CHARLES DE MONTESQUİEU

    Fransız düşünür ve felsefeci Montesquieu (1689-1755), “Kanunların Ruhu”

    adlı eserinde üç yönetim anlayışından söz eder. Cumhuriyet, monarşi ve istibdat

    (despotizm) olarak tanımladığı bu üç yönetim şeklinden cumhuriyeti aristokrasi ve

    demokrasi olmak üzere ikiye ayırır. Cumhuriyet yönetiminde egemenlik azınlığın

    elinde ise aristokrasi, çoğunluğun elinde ise demokrasi ortaya çıkar.

    Monarşi, tek kişinin idareyi elinde tuttuğu yönetim şeklidir. Monarşik

    yönetimde, tüm siyasî yetkiler ve güçler, genelde miras yoluyla yönetimin başına

    gelen kral, hükümdar, padişah gibi tek kişide toplanır.

    İstibdat ise tek kişinin toplumu kendi keyfine ve arzularına göre

    yönetmesidir. Bu tür yönetici genelde, yönetimi zorla ele geçirir ve devlet gücünü

    sorumsuzca ve sınırsızca kullanır. Bu tür yöneticilere despot ya da diktatör denir.

    Montesquieu’ye göre, bu üç yönetim biçimine, üç temel erdem veya duygu

    karşılık gelir. Cumhuriyete siyasal erdem; monarşiye şan ve şeref erdemi; istibdada

    ise korku duygusu eşlik eder. Siyasal erdem, ülke, devlet ve toplum sevgisidir. Bu

    erdem, ülke ve toplum çıkarlarını, kişisel çıkarlardan üstün tutar. Siyasal erdem,

    demokrasinin temel erdemi olarak, yasalara ve ilkelere saygıyı ve bağlılığı

    gerektirir.

    Monarşide toplum iki sınıfa ayrılır: Üst ve alt sınıf. Üst sınıfı, yöneticiler, din

    adamları ve soylular oluştururken, alt sınıfı halk oluşturur. Üst sınıf, birçok

    ayrıcalığa ve hakka sahiptir. Bunları korumak ve sürdürmek için, devamlı alt tabaka

    ve kendi aralarında bir savaş içinde yaşarlar. Bu nedenle, monarşide üst sınıf şan ve

    şöhret peşinde koşar. Ayrıcalıklar azalınca veya ortadan kalkınca monarşi de yok

    olma sürecine girer.

    İstibdat yönetiminde tek kişi güçleri elinde tuttuğu için, monarşide olduğu

    gibi şan ve şöhret duygusu ön planda değildir. Çünkü despotun dışında birisinin şan

    ve şöhret sahibi olması despotun iktidarını tehlikeye düşürür. Bu nedenle, despot

    etrafına korku salarak, kendi iktidarını korur ve sürdürür. Fakat korku üzerine

    kurulan bir yönetim, temelde bozuk ve sağlam değildir. Bundan dolayı, her zaman

    yıkılma tehlikesi taşımaktadır.

    Bütün yönetim biçimlerinin eksik ve yetersiz yanlarını açıkladıktan sonra

    Montesquieu şu soruyu sorar: “İktidar gücünün kötüye kullanılmasını önlemek için

    ne yapılmalıdır?” Cevabı ise şudur: İktidarı, iktidarla durdurmaktır.

    Montesquieu’ye göre, devletin üç gücü vardır: Yasama, yürütme ve

    yargılama. Eğer bu güçler tek elde toplanırsa, güçler ayrılığı ilkesi işlemiyor

    demektir ve bu durum tehlikelidir. Çünkü böyle bir ülkede, siyasal özgürlükten,

    eşitlikten, adaletten ve erdemlerden söz edemeyiz. Bundan dolayı, yasama, yü-

    rütme ve yargılama güçleri ayrı ayrı ellerde toplanmalıdır ve birbirleriyle

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

    İnsan hakları açısından

    en tehlikeli güç,

    sınırlandırılmamış

    iktidardır. Ö

    zet

    •Siyasal olan üzerine rasyonel bir etkinlik şeklinde değerlendirilebilecek olan siyaset felsefesi antik Yunan’da önemli bir felsefî disiplin olarak gelişmiştir. İlk önce Platon ve Aristoteles’in bugün hâlâ klasik kabul edilen çalışmalarının siyaset felsefesine çok büyük katkıları olmuştur. Hatta sözkonusu filozofların siyasal olana ilişkin düşüncelerinin, çağdaş siyaset felsefecilerinin yürüdükleri yolda onlara rehberlik ettiği bile söylenebilir. Siyaset felsefesi temelde, demokrasi, oligarşi, krallık v.b. siyasal iktidara yönelik düzenlemelerin haklı kılınması ya da eleştirel bir şekilde ele alınması ve bu düzenlemeler içerisinde devlet egemenliğinin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgilenir.

    •Siyaset felsefesi, birey ve siyasal düzen arasındaki ilişkinin ne olduğu, bireyin siyasal düzene karşı ne tür yükümlülükleri olduğunu ve söz konusu yükümlülüklerin doğasının ne olduğuyla da ilgilenir. Bunlarla birlikte siyaset felsefesi, ulus ve onun içerisinde yer alan grupların bulundukları konum itibariyle siyasal düzenin kimliği ve tutarlılığıyla; siyasal olanın ve siyasal düzenin oluşmasında kültür, dil ve ırkın ne tür bir rolü olduğunu da kendisine konu edinmektedir. Ayrıca, muhafazakârlık, sosyalizm, liberalizm, faşizm v.b. siyasal ideoloji ve değişik bakış açılarının temelleriyle; devlet, birey, haklar, cemaat, adâlet gibi kavramların nasıl anlaşılmaları gerektiği ve bu kavramların siyasetle olan ilişki biçimlerinin ortaya konulması sorunu da siyaset felsefesinin alanı içerisinde bulunmaktadır.

    •Siyaset felsefesinin temel kavramları birey, toplum, devlet, sivil toplum, iktidar, yönetim, meşruiyet, egemenlik, hukuk, yasa, bürokrasi v.b. kavramlardır. Bu kavramların mahiyetini ve bu kavramlara karşılık gelen gerçeklerin incelenmesi siyaset felsefesinin temel sorunlarından birisidir.

    •Siyaset felsefesi ayrıca düzen ve devlet ilişkisi, birey ve devlet ilişkisi olmak üzere iki temel sorunu da kendisine konu edinmektedir. Kimi siyaset felsefecileri devletin gerekli olduğunu savunurken; bazıları da devletin gereksiz bir kurum olduğunu düşünmektedirler. Bazı filozoflar devletin doğal bir kurum olduğunu söylerken bazıları da devletin yapay bir kurum ya da araç olduğunu iddia etmektedirler.

    •İdeal düzen üzerine düşünen bazı felsefeciler var olan düzen yerine olması gereken düzeni düşlemişlerdir. Düşlenen veya hayal edilen bu düzenlere ütopya adı verilmektedir. Tarihsel süreç içerisinde ütopyaları savunan düşünürlerden bazıları şunlardır: Platon, Farabi, Thomas More, T.Campanella.

    karışmamalıdır. Böyle olunca da, bir iktidar, diğer bir iktidarla sınırlanmış

    olmaktadır.

    Montesquieu’ye göre, ancak bu üç gücün ayrıldığı yönetimlerde, birey-

    devlet ilişkisi anlamlı ve işlevsel olur. Birey, hak ve özgürlükleri bu güçlerin

    ayrılığıyla teminat altına alınır ve uygulanır. Sonuç olarak, birey-devlet ilişkisi

    emreden-itaat eden ilişkisinden çıkar, hak ve özgürlüklerin yasalarca güvence altına

    alındığı hukuk devletinin egemenliği içine girer.

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

    Değerlendirme sorularını

    sistemde ilgili ünite

    başlığı altında yer alan

    “bölüm sonu testi”

    bölümünde etkileşimli

    olarak

    cevaplayabilirsiniz.

    DEĞERLENDİRME SORULARI

    1. Rasyonel ilkelerden kaynağını alan demokratik veya hukuksal otorite,

    geleneklere ve liderlerin tanrısal ya da kişisel özelliklerine dayanmaz.

    Demokratik otoritede iktidarın kaynağı insan aklı ve yazılı hukuk kurallarıdır.

    O meşrutiyetini hukuka olan uygunluğundan alır. Hukuk kuralları hem

    yöneteni hem de yönetileni bağlar. Liderler belli kurallar çerçevesinde

    iktidar gücünü kazanmanın yolu, seçimdir.

    Bu parçaya dayanarak aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz?

    a) Demokratik otoritenin temelinde, insanların uzlaşımları sonucu ortaya çıkan yasalar vardır.

    b) Demokratik yönetimde devleti yönetenler keyfi biçimde davranamazlar.

    c) Demokratik yönetimde iktidarlar kendi çıkarları ile toplumun çıkarları arasında sıkışırlar.

    d) Demokratik yönetim, kabul edilebilirliğini yazılı yasalardan alırlar.

    e) Demokratik yönetimde devleti yönetenler halk tarafından belirlenir.

    2. Siyaset felsefesi, bir arada yaşayan insan birlikteliğinden kaynaklanan

    yönetim ihtiyacının ideal biçiminin ne olduğu sorusuna yönelir. Bu

    doğrultuda; “Kimin, neye hakkı olacak?” ve “Herkes adına kim ya da kimler

    konuşacak?” şeklindeki iki temel soruyu sorar. Bunlardan biri hak ve

    özgürlüklerin dağılımıyla, ikincisi siyasi otoritenin niteliğiyle ilgilidir.

    Buna göre aşağıdakilerden hangisi siyaset felsefesinin temel kavramlarından biri değildir?

    a) Adalet

    b) Erdem

    c) Hukuk

    d) Meşrutiyet

    e) Egemenlik

    3. Hukuksal eşitlik, benzer durumda olanların aynı kurallara, farklı durumda

    olanların da farklı kurallara tabi kılınmasıdır.

    Bu cümle hukuksal eşitliğin gerçekleşmesinde aşağıdakilerden hangisinin gerekliliğini göstermektedir?

    a) Karmaşanın

    b) Bürokrasinin

    c) Adaletin

    d) İş bölümünün

    file:///C:/Users/user/AppData/Local/Microsoft/Windows/Temporary Internet Files/Low/Content.IE5/VO17RISU/alistirmavetest/test_cs4.html

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

    e) Sivil toplumun

    4. Montesguieu’ya göre bir devlette yasama, yürütme ve yargı güçleri

    gelişigüzel etkinlikte bulunursa o toplum özgürlükten en az pay alacaktır.

    Toplumlarda güçlerin teker teker sınırlanması ve denetlenmesi zorunludur.

    Montesguieu’nun bu görüşlerinden hareketle devletle ilgili aşağıdaki sonuçlardan hangisine varılabilir?

    a) Yurttaşlarının güvenliğini güvenceye almalıdır.

    b) Bireysel hakların yaygınlaşmasını önlemelidir.

    c) Güçleri arasında eşgüdüm oluşturulmalıdır.

    d) Güçler ayrılığı ilkesi işlerliğe konulmalıdır.

    e) Egemenliği tek elde tutmaya çalışılmalıdır.

    5. Sözleşmeci kuramlar, halkın iradesine uymayan veya onu temsil etmeyen

    iktidarların meşru sayılamayacağını düşünmenin uygun olacağını belirtirler.

    Buna göre sözleşmeci kuramda meşruiyetin ölçütü nedir?

    a) Kutsallara bağlılık duyulması

    b) Yönetme gücünün mutlak olması

    c) Yönetimlerde yasaya uygunluk sağlanması

    d) Yönetilenlerin beklentilerinin yönetime yansıması

    e) Yönetenlerin beklentilerinin karşılanması

    6. Toplumsal yaşam için temel kaynak, bireyin doğasıdır. Bu nedenle devlet,

    bireylerin korunmaları ve gelişimlerini sağlamak için vardır.

    Bu görüşe göre devletin amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi yer almaz?

    a) Bireylerin ahlakça olgunlaşmalarını sağlamak

    b) Bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılanmasına çalışmak

    c) Bireylerin kendilerini geliştirebilmelerine yardımcı olmak

    d) Bireylerin erdem bakımından daha iyi olabilmelerine çalışmak

    e) Bireylerin deneyimlerinden yararlanmaya çalışmak

    7. İnsanlar devlet oluşturmak için sözleşme yaparlar; fakat sonra o devlet,

    üyelerin üstünde bir otorite haline gelir ve bireylerin davranışları üzerinde

    zorunlu olarak kısıtlamalar yapar. Otorite yönetmeye muktedir olduğu

    sürece her yurttaşın ona sadakat borcu vardır. Otoriteye karşı direnme asla

    meşru değildir.

    Bu görüşe göre devlet, gücünü nerden alır?

    a) Evrensel hukukun geçerliliğine çalışılmasından

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

    b) Yönetim sorumluluğunun ayrıcalıkla kişilere paylaştırılmasından

    c) Üretim ilişkilerinin süreklilik göstermesinden

    d) İşleyişiyle ilgili olarak yurttaşların bilgilendirilmesinden

    e) Yurttaşların, üstün bir otorite üzerinde iradeleriyle birleşmelerinden

    8. Marx, devletin doğuşundaki temel faktörün sınıf mücadelesi olduğunu ileri

    sürmüştür. Bu görüşe göre, her toplumda gelecekte diğer sınıfları kontrol

    altında tutan bir yönetici sınıf bulunacaktır. Bunların görevi, çatışan

    sınıfların ihtilal yoluyla toplumda mutlak egemenliğini sağlamaktadır.

    Bu parçada Marx, devletin varlığını hangi temel faktöre dayandırmıştır?

    a) Doğal düzenin devamını

    b) Ahlak düzenine

    c) Sınıflar arası çatışmaya

    d) Yasal düzenlemelere

    e) Teknolojideki gelişmelere

    9. Kölece bir korku, sürekli olmasını istediğimiz bir otorite için kötü bir

    bekçidir. Çünkü uyrukluk edenler korktuklarından nefret ederler. Nefret

    ettiklerinin de doğal olarak yıkılmasını isterler. Bu durumda uyruklarına

    korku salmadıkları sürece durumda uyruklarına korku salmadıkları sürece

    bir kralın otoritesinin çok daha büyük ve sürekli olacağına inanmak gerekir.

    Devlet yönetimini ile ilgili bu parçada vurgulanan görüş aşağıdakilerden hangisidir?

    a) Büyüklük, rahat ve güven içinde olma devlet yönetiminin temelidir.

    b) Korku, egemenliği pekiştirir.

    c) Otoritenin sürmesi için uyrukların sevgisinden daha uygun bir şey yoktur.

    d) Uyrukların sayısındaki artış, kendine olan güvenin artmasıyla özdeştir.

    e) Güvenlik sağlandığı sürece yurttaşlar köle olarak görülebilir.

    10. Aristoteles’e göre devletin oluşumu, insanların karakterlerine ve

    ihtiyaçlarına bağlıdır. İnsanlar, yapıları, kişisel özellik ve yetenekleri

    bakımından farklılık gösterdikleri için devlet tarafından farklı işleme tabi

    tutulmalıdırlar. Devlet, eşit olanlara eşit, eşit olmayanlara da eşit olmayan

    haklar verdiği zaman adil bir devlet olur.

    Aristoteles bu görüşünde aşağıdakilerden hangisini açıklamıştır?

    a) Devletin amacı

    b) Meşruiyetin ölçütü

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28

    c) Adalet ile eşitlik arasındaki ilişkiyi

    d) Devlette işbölümünün nedenlerini

    e) Devletin toplumsal yapıya bağlılığını

    Cevaplar: 1.C, 2.B , 3.C , 4.D, 5.C, 6.E, 7.E, 8.C, 9.C, 10.C

  • Siyaset Felsefesi

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29

    YARARLANILAN KAYNAKLAR

    Barry, Norman P.(2003) Modern Siyaset Teorisi.(Çev. M. Erdoğan-Y. Şahin)

    Ankara:Liberte Yayınları

    Bumin, Nicholas ve Tsui-James E.P. (Editors) (1998) The Blackwell Companion to

    Philosophy, Oxford: Blackwell Publ.

    Campanella, Tommaso, (1985) Güneş Ülkesi (Çev. Vedat Günyol ve Haydar Kazgan)

    İstanbul: Sosyal Yayınlar

    Can, Nevzat.(2005) Siyaset Felsefesi Problemleri. Ankara: Elis Yayınları

    Can, Nevzat.(2005) Özgür Birey Sınırlı Devlet. Ankara: Hece Yayınları

    Kymlicka, Will. (2002) Contemporary Political Philosophy. Oxford: Oxford

    University Press

    Magee, B.(1982) Karl Popper’ın Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı (Çev. Mete

    Tunçay) İstanbul: Remzi Kitabevi

    Mill, J. S.(1965) Faydacılık (Çev. N. Çoşkunlar) Ankara: Milli Eğitim Basımevi

    More, T.(1992) Ütopya, (Çev. S. Eyüboğlu, M. Urgan, V. Günyol) İstanbul: Varlık

    Yayınları

    Platon. Devlet, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1992.

    Stanley, H. M ve Hunt, Thomas C.(1996) Felsefeye Çağrı, (Çev. Hasan Ünder)

    Ankara: İmge Kitabevi

    Strauss, Leo.(2000) Politika Felsefesi Nedir? (Çev. S. Zelyüt Hünler). İstanbul:

    Paradigma Yayınları

    BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

    Cevizci, Ahmet. (1999) Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları

    Horkheimer, Max.(1986) Akıl Tutulması, (Çev. Orhan Koçak) İstanbul: Metis

    Yayınları

    Kenny, Anthony.(1998) A Brief History of Western Philosophy Oxford: Blackwell

    Publ.

    Türköne, Mümtaz’er.(2005) Siyaset, Ankara: Lotus Yayınevi

    Yayla, Atilla.(1993) Sosyal&Siyasal Teori. Ankara: Siyasal Kitabevi