Savaüı'nda ile tartıüma....Platon'un öğrencisi Aristoteles'tir. İyi bir eğitim görmü olan...
Transcript of Savaüı'nda ile tartıüma....Platon'un öğrencisi Aristoteles'tir. İyi bir eğitim görmü olan...
!
İ.Ö 5. yüzyıl'da Atina
490 Atina'nın Perslere karşı Marathon Savaşı'nda
zaferi. (Başkomutan: Miltiades)
480 Kserkses Seferi; Thermopylen'i Persler ele geçirir;
Salamis Deniz Çarpışması (Başkomutan: Themistokles)
479 Plataiai Çarpışması; Mykale Burnu Deniz
Çarpışması.
479-78 Themistokles Atina'yı yüksek duvarlarla
çevirtir-bunun üzerine Sparta ile tartışma.
477 Perslere karşı Atina Deniz Kuvvetleri'nin
kuruluşu; Atina'nın Ege'deki ada ve liman kentleri
bir araya toplanır; Devlet kasası Delos'a taşınır.
472 Aischylos'un "Persler"i sahnelenir.
471 Themistokles kıskaç altına alınıp Atina'dan sürülür.
Miltiades'in oğlu Kimon başkanlığında aristokratlar
partisi başa geçer.
467 Aischylos'un Theben'e Karşı Yedi eseri
465 Kimon, Peşleri Eurymedon'da yenilgiye uğratır.
464-55 Sparta'daki Helotenin yükselmesi (3. boy ölçüşme
savaşı)
461 Kimon'un Atinalı danışmanına politikayı bıraktırır.
Buna kızan Atinalılar tarafından Atina'dan sürülür;
Radikal Demokratların zaferi. Ephialtes ve Perikles'in
anayasa reformu. Areopag kurulur, 500 kişilik konsey
hükümet işlerini üstlenir. Gündelik görev listesinin
hazırlanması.
459 Themistokles Pers kralının tımar adamı
olarak Magnesia/Anadolu'da ölür.
458 Aischylos'dan Orestie
457 3. sınıftan bir kentlinin, en yüksek hükümet katı
Archontat'a getirilmesi
457/6 Ege'de kapitülasyon; Atina'da mal ve deniz ticareti
rekabeti,
454 Atina ve Pire işbirliğiyle ünlü Uzun Duvarlar tekrar
inşa
edilir.
450 Sophokles'den Aias
450 Kıbrıs'a sefer, Kimon'un ölümü
449 Perslerle barış anlaşması
447 Porthenon'un inşası
446/5 Atina ve Sparta arasındaki "Otuz yıllık" barış son
bulur,
443 Perikles Atina hükümetinin başına geçer; Sanatı
(Phidias), tiyatroyu (Sophokles), tarihçiliği (Heredot),
felsefeyi (Anaxagoras, Protagoras) destekler.
442 Sophokles'den Antigone*
440 Samos'a karşı savaş açılır.
431 Peloponezya Savaşı'mn başlangıç nedeni: Atina ve
Sparta arasında önderlik meselesi; Perikles'in tavsiyesi
üzerini Atina savaşı denizde yürütür ve şehir
savunmasız kalır.
Sokrates ve Felsefe Alanı
485 Protagoras (485-415) Sofizmin
kurucusu, Sokrates'a karşı.
Ünlüler sözü "İnsan her şeyin
ölçüsüdür". Bu söz kuramsal
olarak etik'le değil, insan idraki
ile ilgilidir.
470 Atom fikrini ortaya çıkaran
Demokrit doğdu.
470 Heykelci Sophroniskos ve
karısı
ebe Phainarete'nin oğulları
Sokrates
doğdu.
Sokrates'in gençliği, geleneksel müzik ve
jimnastikte çalıştı. İnisiyatif,
geometri ve astronomi çalıştı,
Zamanındaki kültür ve fikir
akımlarıyla ilgilendi,
Sokrates'in işi. Heykeltraş olarak başladı.
İ.S. 2.yy'a kadar Akropolis
sokaklarından birinde zarif bir
çalışması yer almış.
Sokrates'in evliliği. Xantippe ile. Huysuz
olduğu anlatılır, ama iyi
geçinmişler, Aristoteles'e göre üç
oğulları tembel ve aptalmış.
447 gibi. Sofistlerin sahneye ilk çıkışı,
öğrencilerine yaygın kanılara
boyun eğip, siyasette
yükselmelerini tavsiye ederlermiş,
önemli sözleri: "Tanrının doğasının
anlaşılması zordur" ve "Güçlünün
hakkı doğadan verilmiştir".
444 Sofist Protagoras aşağı İtalya'da
yeni kurulmuş Thurioi
şehrinde yasa düzenleme işini
kabul eder.
439 Sokrates'in öğrencisi ve biyograf
Xenophon doğdu.
437 Perikles'in dostu heykeltraş
Phidias, Athena Partenon
heykelinin kalkanına Perikles ve
kendisinin portrelerini yaptığını
iddia ederek dinsizlikle suçlandı ve
sürgün edildi.
432 Perikles'le arkadaş olan
Anavagonas da dinsizlikle
suçlanarak sürülür.
90 Dakikada Sokrates
Yeni Seri: 16 90
Dakikada Filozoflar: 2
Almanca'dan Çeviren: Mehmet Ukşul
Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir
yolla çoğaltılamaz.
© GendaşA.Ş.
Birinci Basım
Ekim 1997
Önsöz
Başlangıçta dünya vardı ve hakkında
gerçekten pek bir şey bilmiyorduk. Buna
rağmen hayatta kalabildik. İlk filozof
dünya hakkında fikirler üretmeye
çalışan şaşkın, taş devrinden kalma bir
insandı: Neler olup bitiyordu? Olup
bitenler ne demekti?
Binlerce yıl boyunca insanların bu
sorulara bulduğu cevaplar felsefeyle pek
ilgili değildi; temelleri daha çok batıl
inanca, efsanelere ve dine dayanıyordu.
Bütün bu sorulara yalın bir felsefi cevap
bulan, Anadolu'da yaşamış eski bir
Yunanlı olan Milet'li Thales'tir. Thales,
İ.Ö. 6. yy.'da yaşamıştır
ISBN 975-7809-29-2
Editör
Adnan Özer
Kapak Tasarımı
Murat Bozkurt
Dizgi Era
(512 36 76)
Kapak ve İç Baskı
Perspektiv
Cilt
İtimat Mücellithanesi
Gendaş A.Ş. Çatalçeşme Sk. No: 19
Cağaloğlu-İstanbul Tel-Fax: (0212)
520 82 12 - 527 10 20
mış ve bize tüm zamanların en büyük üç
filozofunu sunmuştur. Bunların ilki kaçık
Sokrates'tir. Felsefe yapacağım diye
Atina'nın sokaklarında dolaşmakla o
kadar çok zaman harcamıştır ki, bir
şeyler yazmak için zaman bulamamıştır.
Onun öğretilerini meşhur öğrencisi
Platon'dan tanımamızın en önemli
nedeni bundandır. Bunları ayıklamak ise
başlı başına bir sorun olmuştur ve hangi
fikrin kimden çıktığına karar vermemiz
bu nedenle zordur.
Sokrates oldukça saldırgan üsluplu bir
sorgulama metodu geliştirmiştir. Bu
yöntemle rakiplerinin foyasını ortaya
çıkarmakla kalmamış, gerçeğe ulaşma
yolunu da bulmuştur. Platon ünlü
diyaloglarında bu konuşmaların
ve ilk gerçek filozof olarak anılır.
Açıklamaları mitolojiye değil, kendi
gözlemlerine dayanır. Bu, iddialarının
geçerli veya hatalı olup olmadığını tespit
edebilecek eleştirel bir kontrolü olanaklı
kılar. Thales'in en önemli teoremi bütün
varlıkların özünün su olduğudur. Bu
yanılgısıyla Thales gelecekteki tüm
felsefe için yönledirici olmuştur.
Thales'ten sonra felsefe hızlı bir çıkış
yaşamıştır. Filozofların sayısı artmış ve
hepsi de dünyanın özü ile ilgili farklı
açıklamalar sunmuştur. Buna göre
varlığın özünün su değil, hava, ardından
ateş ve sonunda ışık zerrecikleri olduğu
düşünülmüştür.
Bu yeni düşün biçimi doğumundan
sadece yüzyıl sonra altın çağını yaşa-
4
gerektiği ve kendi fikrine
göre bilgili bir insanı iyi
yürekli ve asil yaptığına
inandığı daha pek çok
şeyden söz
Kendisi ise sürekli olarak
neyin dindarlık, neyin
dinsizlik, neyin güzel,
neyin kızılası, neyin adil
ve haksız olduğu, ağırbaşlılık
ve çılgınlığın, cesaret ve
cesaretsizliğin nereden
kaynaklandığı, bir devletin,
devlet adamının, hükümet ve
hükümdarın nasıl olması
Platon'un öğrencisi Aristoteles'tir. İyi bir
eğitim görmüş olan Aristoteles, ustasının
felsefeyi ilginç diyaloglar biçiminde
açımlama çabasına şiddetle karşı çıkmış,
bunun yerine sayısız araştırma kaleme
almıştır. Bu araştırmaların çoğu daha
sonra vefasız ar-kaşları ve öğrencileri
tarafından kaybedildi. Aristoteles'in
mantık ve kategori sistemi ondan sonraki
iki bin yılın felsefesinin ve biliminin temel
taşlarını oluşturur. Bunların ne ölçüde
eğri büğrü durduğunu sadece birkaç yüzyıl
önce fark ettik. Aristoteles de her geniş
kapsamlı açıklamanın eninde sonunda
yanlış olabileceğini herhalde biliyordu
ama bu onu açıklamalar bulma yolunda
durdurmamıştır. Antik Yunan
Dünyası'nda doğan ve
ruhunu yakalamıştır. Bu arada Platon'un
daha geleneksel iş anlayışı ve hayat tarzı,
felsefeye nihayet saygınlık kazandırmıştır.
Ancak Platon da büyük yanılgılar içine
düşmek gibi felsefi bir gelenekten
kopmamıştır. Örneğin gerçek dünyanın
idealardan, içinde yaşadığımız dünyanın
ise gölgelerden oluştuğuna inanırdı. Bu
gerçekdışı anlayışa rağmen birçok insan,
Platon'dan beri bütün felsefi külliyatın
onun eserlerine ancak dipnot teşkil
edebilecek bir birikimin ötesine gidemediği
kanısındadır. Elbette bu abartılı bir
kanıdır. Ancak günümüzde halen
boğuştuğumuz pek çok temel felsefe
sorununun ilk kez Platon tarafından dile
getirildiği bir gerçektir. Filozof üçlüsünün
üçüncü elemanı
yüzyıllar boyunca Yunan karakterini
koruyan felsefe olmasaydı, bugün ol-
duğumuzdan farklı olurduk. Doğa bi-
limlerimiz olmayacak ve gerçeği bulmaya
yönelik arayışlarımız temelde hayal
gücümüzden ve geçici heveslerden ibaret
kalacaktı; tıpkı günümüzün politika,
psikoloji ve ekonomisinde olduğu gibi.
Filozof ve teologların yüzyıllardır
uğraşmasına rağmen etik değerler de bu
içler acısı durum içerisinde sararıp
solmakta. Ahlâki açıdan bugün, iki bin yıl
öncesinden hiçbir şekilde daha iyi değiliz,
aksine nasıl olmamız gerektiği konusunda
artık bir fikrimiz bile yok.
Yirmi beş yüzyıldır sürüp giden ya-
nılgılar filozoflara sonuçta yanılgılarının
hiçbir rol oynamadığını göster-
En azından kendimiz, başka
birinden, mükemmel bir
konuşmacıdan başka
konuşmalar duyunca bundan
kimse... fazlaca etkilenmez.
Lâkin birisi senin veya her-
hangi birinin bu konuşmayı
yaptığım duyarsa... hepimiz
kendimizden geçer ve
coşkulanırız.
(Platon)
mistir. Önemli olanın felsefe yapmanın
kendisi olduğu konusunda hemfikir
oldular. Böylece felsefe, tıpkı şarap
uzmanlığı veya vergi kaçakçılığı gibi, bir
boş zaman doldurma uğraşı oldu ve
sonuçları veya yararları da benzer
derecede çelişkilidir.
İnsanoğlunun felsefe üretmeye baş-
lamasından bu yana ilk kez, felsefik bir
sistem (yani özgün bir felsefe) bulmanın
gereksizliğine inanılmaya başlanmıştır.
"90 Dakikada" adlı dizi bizlere bu değerli
mirası bırakan insanları tanıtmayı
amaçlamaktadır. Zira bunların bazıları
şimdiye kadar yeryüzünde yaşamış en
dahi beyinlerdir.
Ebelik sanatı anneme
ve bana tanrı tarafından
verilmiştir, ona kadınlar
için, bana ise güzel ve
asil oğlanlar için.
(Platon, Theatetos)
Sokrates
Hayatı, Öğretileri
Ne
yazabileceğimi
bilmiyorum.
Sokrates İ.Ö. 470'de, o zamanki Ati-
na'ya yirmi dakikalık yürüyüş mesafesi
uzaklıkta, Lykabettos'un eteklerindeki bir
köyde dünyaya geldi. Babası taş ustası,
annesi ise ebeydi. Başlangıçta Sokrates,
gelenek olduğu üzere babasının yanında
çıraklık eğitimine başladı ve günümüzde
doğru olmadığını bildiğimiz bir söylentiye
göre Atina Akropolü'ndeki esvap kuşamlı
üç zarafet tanrıçası onun eseridir. Daha
sonra ilk Atinalı filozof Anaxagoras'ın
öğrencisi olduğu sanılıyor. Bu filozof daha
sonra güneşin Mora Yarımadası'ndan bile
büyük, yanan
(Sokrates'e atfedilen bir söz)
:
bir kaya olduğunu iddia ettiği için
tanrıtanımazlıkla suçlanmıştır. Daha
sonra Sokrates filozof Archelaos'un
yanında öğrenime başladı. Archelaos, İ.Ö.
3. yy.'da yaşamış olan biyografi yazarı
Diogenes Laertius'un sözcükleriyle
söylemek gerekirse, Sokrates'i "çok fena
hislerle" sevdi. Antik Yunan'da,
günümüzde Doğu Akdeniz bölgesinde
olduğu gibi, eşcinsellik kabul edilebilir bir
değişiklik olarak görülürdü. O zamanlar
sıradan bir şey olarak algılanan bu tür
cinsel ilişkiler ancak Hıristiyanlığın
doğuşundan itibaren darkafalı öğretiler
nedeniyle ayıplanır olmuştur. Böylece
Anaxagoras, öğrencilerine güneşin alevden
bir yıldız olduğunu öğrettiği için Atina'dan
kaçmak zorunda kalırken, öğ-
rencileriyle entellektüel bir ilişkinin
ötesinde başka şeyler de yaşayan Arc-
helaos hiçbir takibata maruz kalmamıştır.
Genç Sokrates erken dönem felsefesi
yanında matematik ve astronomi eğitimi
almıştır. Felsefenin henüz yüz yıllık bir
geçmişi vardı ve o zamanlar günümüzde
nükleer fiziğin oynadığı rolü oynuyordu.
Varlığın özünün su, ateş veya ışık
zerrecikleri olduğuna inanan filozofların
dünyası gerçeğe ancak modern nükleer
araştırmaların gündelik hayatımıza
benzediği ölçüde benziyordu. Bizlere
"elementer parçacıklar" dendiğinde
çoğumuz esneyerek gülümseriz ancak.
Eski Yunanlıların da kendi çağlarındaki
en yeni keşiflere benzer bir ilgisizlikle
karşı-
lık verdikleri şüphe götürmez. Düşünün:
Birileri onlara dünyalarının aslında bir
Japon Balığı kavanozu, bataklık bir alan
veya hava fişek gösterisi olduğunu
söylüyordu.
Sokrates'in, dünyanın kaynağı hak-
kında geliştirilen kuramların insanlığa
hiçbir fayda sağlamadığını anlaması uzun
sürmedi. Ona göre dünya üzerine değil,
kendimiz üzerine düşünmeliydik. Bu
nedenle Delphi'li kahinlerin eski bir
sözünü benimsemiştir: "Gnothi Seauton"
(Kendini tanı).
Sokrates felsefesini önceleri antik
Atina'nın agorasında uygulamıştır. Bu
pazar yerinin kalıntılarını günümüzde
Akropol'ün altlarında görmek
mümkündür. En sevdiği yer, satıcıların
mallarını sergiledikleri Zeus Ele-
Benim ebelik sanatım pek çok
noktada onunki ile aynı;
benimkini onunkinden ayıran,
kadınlara değil, erkeklere doğum
yardımı sağlamamdır ve
doğumda bedenlere değil, ruhlara
yardımcı olmamdır... Ve diğer
açılardan da ebelere benziyorum:
Bilgelikleri ben yaratmıyorum...
Çünkü Tanrı (Apollon) doğum
yardımını yerine getirmemi
istediği kadar, döllenme yetisine
sahip olmamı da engelledi.
(Platon, Theaitetos, 1550 b-c)
11
utherios Stoa'smın gölgeli kemer alt-
larıydı. Stoa'nm temellerinin kalıntılarını
bugün de görmek mümkündür. Ne var ki
kalıntıların kuzey ucu Ati-na-Pire
arasında inşaa edilen met-ro'ya kurban
gitmiştir ve harabelerin huzurlu sessizliği,
onları sadece bir tel örgü ile ayıran
yanıbaşlarmdaki Monastiraki bitpazarınm
insan uğultuları, gürültücü Buzuki müziği
ve bağrışan satıcıları tarafından bozul-
maktadır.
Günümüzdeki bu karmaşa ve kalabalık
ortam, Sokrates'in oralarda dolaşıp felsefe
yaptığı zamanın ortamından herhalde pek
farklı değil. Sokra-tes felsefîk uğraşını
günümüzün pazarlıkçı jean satıcılarının,
çevreye Zorba'nın dans müziğini yayan cep
12
radyolarının ve yer fıstığı satıcılarının
ağlamaklı bağrışlarının antik çağdaki
karşıtlarının tam ortasında
sürdürmekteydi. Yine de tüm bu gürültüye
karşın onu işiten insanlar vardı. Üstelik
Sokrates Atina'da bir hayli ses getirmiş
olmalı, zira otuz yaşma geldiğinde Delphi'li
kahinler kendisini tüm insanların en bilgesi
olarak tanımlamışlardır.
Sokrates buna inanmanın kendisine zor
geldiğini düşünüyormuş gibi yapar ve
dürüst davranmayarak, hiç bir şey
bilmediğini iddia eder. Ancak yine de
kehanetin gerçeği söyleyip söylemediğini
araştırmak için Atina'nın diğer bilginlerine
danışır. Amacı, onların ne bildiğini
öğrenmektir. Sokrates aptalca
gevezeliklerin foya-
sını ve insanların yanılgılarını ortaya
çıkarmakta tam bir ustaydı. Hiçbir şey
bilmediğini iddia ederek, karşısındakinden
kendisinin ne bildiğini açıklamasını isterdi.
Sohbet arkadaşı bu isteğe uyarak
açıklamaya girişince ilüzyonlarını zekice
geliştirdiği itirazlarıyla birer sabun köpüğü
balonu gibi patlatırdı. Sokrates'e boşu
boşuna "Atina'nın at sineği" demiyorlardı.
Onun soru tekniği ilk bakışta görün-
düğünden çok daha titizdi. Tartışmayı
açıklığa kavuşturmak için sorunun esasına
inerdi. Bunun içinse öncelikle sohbet
arkadaşı tarafından dile getirilen
düşüncelerin dayandığı kelime ve
kavramları tanımlamak gerekirdi ki,
çelişkiler ortaya çıkarılabilsin ve
düşüncelerin sonuçları netleşsin. Bu-
13
nun ötesinde Sokrates'ın insani zaafları
ortaya çıkarabilen keskin bir gözlem
yeteneği vardı ve rakiplerini gülünç
duruma düşürmekten çekinmezdi.
Kaynaklara göre Sokrates'in becerikliliği,
ustalığı ve kurnazlığı sohbet arkadaşlarını
çileden çıkaracak denli tahrik etmiştir.
Onun bu bilgiçlik taslayan ukalaca tarzı
ona şüphesiz pek çok düşman, ama bunun
yanında kendisini izleyen gençler
arasından bir sürü de hayran
kazandırmıştır.
Kısa süre sonra Sokrates Atina'nın
sözüm ona bilge adamlarının, tıpkı kendisi
gibi, çok da fazla bir şeyler bilmediklerini
keşfetti ve sonuçta kahinlerin haklı
olduklarına karar verdi. Gerçekten de
hepsinden daha bilgeydi, çünkü bir şey
bilmediğini biliyor-
du.
Gerçi Sokrates kendisine akılcı ve
devrimci bir yöntem edinmişti ama birçok
bakımdan o hâlâ zamanının çocuğuydu.
Birçok şeyle dalga geçtiği halde,
Delphi'li kahinleri konuşturanın tanrı
olduğunu düşünüyordu. Tanrılara batıl
inançlarla tapmıyordu ve mitoloji kendisi
için komedya'nın ötesinde bir şey değildi,
ancak Sokrates bir tanrının var olduğu
inancına sıkı sıkıya bağlıydı. Buna kanıt
olarak herkesin herhangi bir tanrıya
inandığı şeklinde bir inanç geliştirmişti.
Sokrates'in tüm hayatını insanları
mantıksız düşüncelerden koparmaya
çalışmakla geçirdiği düşünülürse, bu hayli
ilginç bir yaklaşımdı.
14
Bunu duyunca kendi kendime
sordum: Tanrı bununla ne
demek istiyor? Sözü nereye
getirmek istiyor? Gayet iyi
biliyorum ki, ne çok bilge ne de
çok aptalım. Peki öyleyse en
bilgesi olduğum iddiasının
altında yatan gerçek nedir?
Çünkü, o, yalan söyleyecek değil
elbet; bunu yapamaz. Uzun süre
neyi kastettiğini kavrayamadım;
sonunda meseleyi şu şekilde
araştırmaya karar verdim.
Kahinlerin kehanetlerinin yanlış
olduğunu ispatlamak ve "bu
adam benden daha bilge, ama
sen tersini iddia ettin"
diyebilmek için bilgelikleriyle
ünlenmiş adamlardan birini
karşıma aldım. Adamı inceleme-
ye başlayınca - adını vermeye
gerek duymuyorum, politikacı-
larımızdan biriydi - şöyle dü-
şündüm, ey Atinalılar: Onunla
konuşurken bu adamın başka
pek çok insana bilge göründüğü-
nü ve özellikle de kendi bilgeli-
ğine inandığını ama gerçekte
bilge bir adam olmadığını
keşfettim. Böylece ona gerçekte
bilge bir adam olmadığını
göstermeye çalıştım. Kendisi ve
bu sahneye şahit olan pekçok
insan bundan hiç hoşlanmadı.
15
Sokrates, Perikles döneminde yetiş-
miştir. Helenistik dünyanın hiçbir devleti
o dönemde Atina'nın gücü ve kültürüyle
boy ölçüşememiştir. Bu dönemin
gelişmeleri insanlık tarihinin tüm akışını
değiştirdi. O devirde felsefe olgunluğa
eriştiği gibi "demokrasi" kavramı ortaya
çıktı, matematik ve diğer alanlar için
bilimsel metodlar geliştirildi. Dram sanatı
doğdu (üstelik tek bir kuşak içersinde
genelde dinsel nitelikteki Tragedya'dan),
heykeltraşlık altın çağını yaşadı ve mi-
marlık büyük gelişmeler kaydetti. Bu
devir bizlere Atina'nın Akropol'ü
Parthenon'u ve Milo'lu Venüs'ü armağan
etti. Yirminci yüzyıl'da insanlar şüphesiz
daha çok belirleyici gelişmeye tanık
olmuştur, ancak bunlar antik-
Giderken bu insandan gerçek-
ten de daha bilge olduğuma ka-
rar verdim. Her ikimiz pek par-
lak olmayabiliriz, ancak kendisi
böyle olduğunu düşünürken,
kendim böyle olmadığıma kanaat
getirdim. Bu adamdan birazcık
dahi olsa daha bilge olduğum
görünüyor: Bilmediğim şeyleri
bildiğimi düşünmüyorum çünkü.
Ardından, birincisinden daha
bilge olduğu söylenen birine
gittim ve yine aynı şeyleri
yaşadım. Bu yüzden onu ve bir-
çoğunu kendime düşman ettim.
(Platon, Apoloji, 21b-3)
yönelik arayışı, değeri uğradığı ve
güvensizliği tığı, içinde bulunduğumuzu
hayal etsek bize hiç de yabancı
gelmeyecek olan bir zamana
rastlamaktadır.
Mora Savaşı patlak verdiğinde Sokrates
bir "Hoplit" olarak askere alındı (ağır
silahlı, üçüncü sınıf, kılıç ve kalkan
donanımlı). Sokrates'in hayatı hakkındaki
belgeler kısmen çok çelişkilidir ancak
herkes tek bir noktada hemfikirdir:
Görünüş olarak Sokrates Atina'nın en
çirkin erkeklerinden biriydi. Cılız ve
çarpık bacakları, top gibi göbeği kıllı bir
ensesi, aynı durumda omuzları ve kel bir
kafası vardı (Söylentiye göre kafatası
yığınla küçük şişliklerle doluydu). Geniş
ve kalkık burnu herkes tarafından
bilinirdi,
Yunan dünyasında sayısız alanda yaşanan
nitelikli gelişmelerle kıyaslanamaz.
Göreceli huzurlu Perikles dönemi İ.Ö.
431'de başlayan Mora Savaşı'yla sona erdi.
Düşmanına göre daha demokratik olan
liman devleti Atina ile sanatsal
zevklerden yoksun militarist Sparta
arasındaki çatışmalar 25 yıl boyunca
devam etmiş ve bundan Atina'nın devlet
yapısı büyük zarar görmüştür. Savaş ve
onun politik sonuçları Sokrates'in hayatı
üzerinde belirleyici olmuştur. Bugün bize
belki de sıkıcı denebilecek oranda makul
gelen felsefesinin, hayatın yobazlık, keyfi-
yet ve korku tarafından belirlendiği bir
zamanda geliştirildiğini unutmamalıyız.
Sokrates'in gerçeği bulmaya
Biliniz ki, ey Atinalılar, uzun
zaman önce devlet işleriyle
uğraşmış olsaydım eğer,
çoktan ölmüştüm ben de, ve
ne size ne de
kendime faydam dokunurdu.
Çünkü sizler veya başka bir
halk kitlesi için devlet
içerisindeki haksızlıklara ve
yasal olmayan işlere engel
olmaya çalışan hiçbir insan
varlığını koruyamaz.
isteyen kişi, kısa bir süre
için varlığını sürdürmek
söz konusu olsa dahi,
gözlerden uzak bir yaşam
sürmelidir, kamuya mâl
olmuş bir yaşam değil.
(Platon, Apoloji)
gözleri hafif öne eğimliydi ve dudakları
şişikti.
Sokrates sadece filozof gibi görünmüyor,
aynı zamanda bir filozof gibi giyiniyordu da.
Yaz veya kış olsun eski püskü dizüstü
pelerininin altına daima aynı giysiyi
giyerdi. Ve hava ne şekilde olursa olsun
daima yalınayak dolaşırdı. Meslek arkadaşı
sofist Antiphonos'a göre "onun gibi
yaşamak
zorunda olan bir köle mutlaka kaçardı".
Buna rağmen Sokrates muhtemelen iyi bir
askerdi.
Kendisine ait bir fikri olan çirkin
aydınlar orduda pek sevilmez, ancak
Sokrates o kadar garip ve komik bir
adamdı ki, asker arkadaşları kısa süre
sonra onun etkisinde kalmış olmalı.
Bulgar dağlarından sert rüzgarlar
estiğinde çok soğuk olabilen Kuzey
Yunanistan'daki Potidaias kuşatmasında
yer aldı. Silah arkadaşları onu içtimalara
buz ve kara rağmen yalınayak, büyüleyici
kısa gömleği ve en sevdiği peleriniyle
geldiği için hayretle izlemişlerdir.
Atinalıların ordusu kış aylarında
rengarenk bir yığın görüntüsü verirdi.
Askerler bulabildikleri kürklere
bürünürler, ayaklarına keçeden bezler
sararlardı. Yunan vazolarının üzerinde
savaşırken tasvir edilen alımlı ve genç
çıplak erkeklerle yakından uzaktan hiçbir
benzerlikleri yoktu.
Sokrates'in silâh arkadaşlarını en çok
etkileyen şey, onun düşündüğü zamanki
görünüşüydü. Aynı kuşatmaya katılan
Alkibiades Sokrates'in
bir problem üzerinde düşünmek için bir
sabah çok erken kalktığını, kendilerinden
uzakta durarak, bütünüyle düşüncelerine
gömülmüş olarak dün-ya'yı unuttuğunu
anlatır. Yemek vakti geldiğinde Sokrates
hâlâ kımıldamıyordu. Bu arada bazı
askerler onun görünüşünden öylesine
etkilendi ki, geceyi dışarıda geçirerek
Sokrates'in ne kadar dayanabileceğini
görmek üzere anlaştılar. O, şafak
sökünceye dek bütün geceyi düşünerek
geçirir, ardından kendine gelerek bir
sabah duası söyler ve hiçbir şey
olmamışçasına yükümlülüklerini yerine
getirir.
Sokrates'in derin transa girme alış-
kanlığıyla ilgili daha birçok hikâye var.
Bir dizi yorumcu bu nedenle kendisinin
bir tür katalepsi'den, yani ka-
Yüzlerden anlayan bir
yabancı Atina'dan geçerken
Sokrates'in yüzüne karşı onun
bir hilkat garibesi olduğunu ve
tüm günahları ve şehveti içinde
taşıdığını söyler. Ve Sokrates
sadece şöyle der: "Bayım, siz beni
tanıyorsunuz !"
(Nietzsche'nin "Götzenddmmerung" adlı
eserinden alıntı, Sokrates'in Problemi, 3 )
'6
36
20
Alkibiades, Sokrates'in kendisini savaş
meydanının ortasında yaralı olarak
yatarken gördüğünü, bunun üzerine
kendisini omuzlarının üstünde alarak
telaşsız bir şekilde ağır silahlarla çarpışan
düşman askerlerinin arasından sıyrıldığını
ve hayatını kurtardığını anlatır.
Platon, genç Alkibiades'in Sokrates'e
nasıl aşık olduğunu anlatır. Buna inanmak
zor, insanın aklına Alkibiades'in gözlerinin
bozuk olabileceği geliyor. Ancak buna dair
herhangi bir kanıt mevcut değildir.
Alkibiades'i dinleyelim:...Firikyalı ana
tanrıça Kibele'nin rahiplerinin dansı bile
kalbimi onun sesi kadar şiddetli
çarptıramıyor". Bu sözler kolayca etki
altında kalabilen ve Sokrates'in bilgeliğine
sılı kalarak dış uyaranlara cevapsız-lık'dan
şikayetçi olduğunu tahmin etmektedirler.
Bu durum onun aklından şüphe etmemize
neden olabilirdi, zira kendisinin "bir takım
sesler" işittiğine dair kanıtlar var. Ne var
ki sağlıklı bir insan aklına ve dengeli bir
kişiliğe sahip olduğuna dair birçok kanıt
ağır basmaktadır. Hatta bazen Sokrates'in
tüm felsefesinin ustaca tatbik edilmiş
(Yunan kurnazlığı ve bir parça ironi ile
harmanlanmış) sağlıklı bir akılcılığın
ötesinde bir şey olmadığı izlenimi
uyanmaktadır.
Etrafındakiler askerlik yaşantısının
tüm zorlukları ve can sıkıcılığı altında
ezilirken derin bir transa geçebilen bu
adam, gerektiğinde büyük cesaret
örnekleri de sergileyebiliyordu.
hayran bir delikanlının sözlerini çağ-
rıştırıyor. Ama hayır. Eski Çağ Filolojisi
öğrenimi gören öğrenciler tarafından çok
sevilen (doçentlerinin ise sansürlemekten
hoşlandığı) bir bölüm vardır ki, Alkibiades
burada Sokrates'i baştan çıkarma
çabasından bahseder.
Önce ortamı Sokrates'le bütün günü
başbaşa geçirebileceği şekilde ayarlar.
Bütün umudu sohbetin bir yerde değişip,
sözün sevilenin sevenle duygularını
paylaşması konusuna gelmesidir. Ama
Sokrates felsefe konusunda kalır. Böylece
Alkibiades ona kendisiyle jimnastik
alanına gelip gelmeyeceğini sorar. O
zamanlarda bu alanlarda erkekler ve genç
oğlanlar soyunuk bir şekilde vücut
geliştirir-
Eskilerin aktarımlarına göre
ilâhi bir delilik
sıradan insani bir
anlayıştan daha
mükemmeldir
(Platon, Phaidros, 22)
lerdi. Alkibiades Sokrates'in kendisiyle
oraya gelmesi durumunda amacına
ulaşmanın daha kolay ulaşabileceğini
düşünmüş olmalı. Sokrates'i top gibi
göbeği, cılız, çarpık bacakları ve kel kafalı
haliyle jimnastik alanının ortasında
çırılçıplak dururken bir hayal edin. Ancak
bu hertürlü romantizmi alaşağı eden
durum Alkibiades'in cesaretini hiçbir
şekilde kıramamıştır. Tam aksine, alanda
yalnız kaldıklarında Sokrates'i kendisiyle
güreşmeye ikna eder. Yine de aralarında
hiçbir şey gelişmedi. Böylece Alkibiades
Sokrates'i evine akşam yemeğine davet
etmeye ve onu sarhoş etmeye karar verir.
Ama onu sarhoş etme konusunda da
başarılı olamamıştır. Sokrates sıkı bir
içiciydi ve bu konuda kim-
se onun eline su dökemezdi. Buna rağmen
onu geç saatlere kadar evinde oyalamayı
başarır ve Sokrates geceyi arkadaşının
evinde geçirmek zorunda kalır. Platon'a
göre Alkibiades durumu şöyle anlatır:
"Akşam yemeği sırasında da uzanmış
olduğu ve benimkinin yanında duran
yatağa uzandı, odada bizden başka kimse
yoktu". Karanlıkta Alkibiades Sokrates'in
yanına sokulur ve kolunu ona dolar. Sok-
rates yine de isteksiz davranır ve sonunda
her ikisi uykuya yenik düşerek "kardeş
gibi" kolkola uyur. Devrin gelenekleri ve
töreleri göz önüne alındığında, Sokrates'in
Alkibiades gibi yakışıklı bir gence karşı
koyabilme yetisi nerdeyse insanüstü bir
direnç ve çekingenlik olarak
değerlendirilebilir.
Sokrates hiçbir şekilde dünyanın
nimetlerinden uzak yaşayan biri değildi,
zaten görünümü ve günümüze aktarılan
belgeler de öyle olmadığını ortaya
koyuyor. Ancak bolluk içinde de
yaşamamıştır. Çalışmayı reddettiği için
para sıkıntısı çekerdi. Yaşamının her
dakikasını tanrı tarafından kendisine
verilen görevi yerine getirmeye, Atina'lı
hemşehrilerine bilgisizliklerinin boyutunu
göstermeye harcamak isterdi. Babasından
kendisine bir miktar para kalmış olmalı ve
nüfuzlu arkadaşları onu sıkça yemeğe
davet ederdi. Söylenenlere göre Sokrates
çok eğlenceli, sabaha dek sohbet etmeye
hazır ve içmesini bilen bir konuktu.
Bu yemekli davetlere genelde sade-
Şunu unutmamalısın ki
delikanlı, sevenin dostluğu
lutûfkâr değildir ve
yemeğin cinsine göre ve
doymak uğruna olduğunu,
tıpkı kurdun kuzuyu
sevdiği gibi. İşte böyle sever
aşıklar delikanlıları.
(Platon, Phaidros, 18)
ce erkekler katılırdı, ancak bunlar ke-
sinlikle eşcinsel buluşmaları değildi. Kimi
zaman kadınlar çağrılır ve Sokrates de
sınırsız yemek ve içkinin yanında sunulan
her şeyi zevkle kabul ederdi.
Diogenes Laertius'un anlattıklarına
göre Sokrates zamanının bir kısmını
Atinalı bazı delikanlılara enformatik
retorik dersi vermekle geçirirdi. Bu
dersleri Simon adlı bir ayakkabıcının
agoranın sınır taşındaki dükkanında
verirdi. Eski pazar yerinin bu sınır
taşında günümüzde bile halen şu yazıyı
görmek mümkündür: "Ben agoranın sınır
taşıyım". Bu sınır taşı, küçük antik bir
binanın yan tarafındaki duvarda
durmaktadır. Altmışlı yıllarda burada
yapılan kazılar-
da bir yığın kundura çivisi ve 5. yy. ait
olduğu saptanan ve üstünde "Simon" yazılı
bir su kabı bulunmuştur. Arkeologlar
tesadüf eseri Sokrates'in ders verdiği
dükkânı bulmuşlardı. Bir yıl önce
Atina'daydım ve o yeri görmeye gittim.
Temelin içerisindeki alanı ölçtüm ve
dükkanın sadece dört çarpı dört adımlık
bir alandan ibaret olduğunu tespit ettim.
Dükkânın içinde tam bir altüstlük
yaşanmış olmalı, özellikle de Simon'un
içeride çalıştığını ve ara sıra müşterilerin
gelip gittiğini düşünecek olursak.
Kuşkusuz müşteriler dükkânın durumu
hakkında espriler yapmıştır. Böyle
koşullar altında ders verebilmek için
insanın oldukça kurnaz olması ve
dinleyicilerinin ilgisini sürekli olarak canlı
tut-
ması gerekir. Saydığım bu iki vasıf ne
yazık ki filozofların uzun zamandan beri
sahip olmadıkları bir şey. Ancak
Sokrates'in büyük bir oyunculuk yeteneği
vardı. Söyledikleri öğrencileri tarafından
onaylansın veya onaylanmasın, dersleri
daima şamatalı geçerdi. O, felsefenin
tartışılmaz alternatif komedyeniydi.
Peki, Sokrates, "kendini tanı" sözünden
başka neler öğretirdi ? Sokrates bir
insanın gerçek benliğinin onun ruhu
olduğuna inanırdı. Kendisinden önce gelen
filozoflara göre ruh, beden hareket
halindeyken uyuyan ancak beden uyurken
uyanık olan "hayatın daimi nefesi" idi.
Başka bir deyişle, bir çeşit ölümsüz
bilinçdışılık. Bu düşünce Jung'un
günümüzdeki öğretisi-
Asil, iyi yürekli ve eğitimli
kafadarların bir araya geldiği
yerde hiçbir flütçü, dansöz ve
tefçiye rastlayamaz, kaba
şakalar ve gülüşmeler
duyamazsınız; aksine onları
sohbet ederken görürsünüz.
Hepsi kimi vakit kendi sesleriyle
konuşur, kimi vakit dinlerler,
tamamıyla oturaklı inanlardır,
bol miktarda şarap
ne pek de yabancı sayılmaz.
Sokrates ruhta daha ziyade aptal veya
akıllı, iyi veya kötü olabilen bilinçli bir
kişilik görürdü. Başka bir deyişle, ruh,
ahlâki açıdan sorumlu olduğumuz bir
şeydi. Ruhumuzu tanrı gibi oluncaya dek
terbiye etmemiz gerektiğini düşünürdü.
Peki ama neden? Sokrates tüm in-
sanların mutlu olmak için çabaladıklarına
inanıyordu. İnsanların mutluluğa
erişebilmeleri ise ruhlarının durumuna
bağlıydı. Ancak insanların iyi huylu
olmaması, iyi oldukları izlenimini veren
ama gerçekte iyi olmayan şeylerin
peşinden sürüklenmelerinden
kaynaklanıyordu. Gerçekte neyin iyi
olduğunu keşfetsek, daima iyi huylu
olurduk. Böylece insanlar ne kendi-
51
.... Sorgulanmayan
bir hayat
yaşanmaya değer
değildir...
(Plato, Apoloji, 38 a )
leriyle ne de toplumla kavgalı olurlardı...
Belki de sadece bir filozof buna
inanabilecek kadar saf olabilirdi.
Sokrates elli yaşma geldiğinde
Xanthippe ile evlendi. Şoven tarihçiler
Xanthippe'yi "huysuz bir karı" olarak
tasvir ederler, ancak Sokrates'le geçirilen
bir hayat gerçekten de kolay olmasa
gerekti. Zamanını sokaklarda insanlarla
tartışarak geçiren, eve bir kuruş dahi para
getirmeyen, arkadaşlarıyla sürekli içmeye
gittiği için (hala züğürt bir şekilde) evine
düzensiz saatlerde gelen ve tüm filozoflar
gibi komşular tarafından alay konusu olan
bir insanla birlikte yaşadığınızı düşünün.
Sokrates'i bir tartışmada alt eden tek
kişinin Xanthippe olduğu söylenir.
Duruma bakılırsa sık sık fırtınalar
yaşanmasına rağmen Sokrates ve
Xanthippe birbirine çok yakın olmuş
olmalı. Sokrates'ten üç oğlu oldu ve
oğullarının hiçbiri babalarından pek bir
şey öğrenmemiştir. (Rivayetlere göre gayet
normal bir hayat sürmüşler.) Xanthippe
Sokrates'e sürekli söylenmiş ve onun
yaşam tarzını eleştirmiş olmasına rağmen,
sıradışı bir insanla evli olduğunun
farkında olmuştur. Ona daima sadık
kalmış ve destek olmuştur. Sokrates ölüme
mahkûm edildiğinde hiçbir şey onu teselli
edemedi.
Mora Savaşı Atinalılar için utanç verici
bir mağlubiyetle sonuçlandığında Sokrates
65 yaşındaydı. Savaşın galibi Sparta'lı
başkomutan Lysander
%*} Âsi
28
gemileriyle Pire limanına yanaşır ve
"Otuz Tiran" olarak anılan Sparta
sempatizanı hükümetin yönetime
gelmesine bekçilik eder. Ardından korku
dolu karanlık bir dönem başlar. Toplu
tutuklamalar, mahkumiyetler yaşanır,
politik rakipler birbirlerinin mal
varlıklarına el koyarlar. Bu dönemde
pekçok demokrat insan Atina'dan kaçar,
ancak Sokrates kalmayı tercih eder.
Şaşırtıcı ama, zaptedilemez bireyciliğine
karşın Sokrates bir demokrat değildi.
Demokratik yönetim biçimi o çağda henüz
emekleme dönemini yaşıyordu ve ara sıra
uygulayıcılarının yetkilerini aşmalarına
ve zalimce taşkınlıklar yapmalarına tanık
oluyordu. (Plus ça change...) Atina'da
Komutanlar bile genel bir oyla-
Birisi Sokrates'a
evlenmesine gerek olup
olmadığını sorar ve aldığı
cevap şöyledir: "Canın neyi
istiyorsa onu yap, zira ne
yaparsan yap, sonunda
yaptığına pişman olacaksın!"
(Diogenes Laertius, Ünlü Filozofların
Yaşantıları ve Fikirleri, Cilt 2,33)
mayla seçilirlerdi ve bu yöntem günü-
müzde uygulanan, onları subaylar ta-
rafından seçme yönteminden bile daha
anlamsızdı. Savaşın kötü yönetilmiş ve
bunun sonucunda Atina'nın hezimete
uğramış olmasının bütün suçu
demokratlara yüklendi. Ancak Sokrates
felsefi nedenlerden, yani ahlâki
prensiplerinden dolayı demokrasiye
karşıydı. Çoğu insanın gerçekte iyi olanın
bilincinde olmayan mutsuz birer ruh
olduğunu iddia ederdi. Bu nedenle oylarını
aynı şekilde gerçek iyi konusunda
yanılgıya düşmüş olan insanlara
veriyorlardı. Tek bir "iyi"nin bulunduğuna
ve bu "iyi"nin sadece kendi felsefesi
aracılığıyla bulunabileceğine dair inancı
tehlikeli sonuçlara giden yolu açmıştır.
Göreceği-
miz gibi Platon onun bu düşüncesini
geliştirmiştir ve sonuç olarak ortaya
çıkardığı ideal toplum biçimi kâbusun
ta kendisidir.
İlginçtir, Otuz Tiran'dan biri Sokrates'in
eski bir öğrencisi olan Kritias'dı. Ancak
Kritias uygulamalarıyla gençliğindeki
yanılgılarını, yani eğitimini, çoktan geride
bıraktığını herkese hissettirir. Sokrates'i
unuttuğundan değil elbet. Tam tersine,
Atina'nın sokaklarında felsefe yapmayı
yasaklayan kararı özellikle Sokrates'i
düşünerek verilmiştir, çünkü Sokrates'in
kelimelerle oynayarak durumu kendi
lehine çevirme konusunda ne denli usta bir
kişi olduğunu çok iyi biliyordu.
Kritias bu tür muzipliklerle uğraşacak
durumda değildi. Bu nedenle Sok-
rates'in uğraşını, adına felsefe densin veya
denmesin, kesinlikle yasakladı.
Bazıları Sokrates'm Atina'da kalma
kararını onun zalimlerin yönetimini
onayladığı biçiminde yorumladı. Ancak
Sokrates, daha sonra patlak veren iç savaş
sırasında, politikaya katılma konusunda
hiçbir istek duymadığını herkese gösterdi.
O, prensiplerin adamı olmayı tercih
ediyordu.
İ.Ö. 5. yy'nin Atina'sında, bugünün
tersine, politikadan uzak durmak ne-
redeyse imkânsızdı (böyle bir şey için ya
kadın ya da köle olmak gerekirdi).
Tiranlar imrenilecek bir durumda ol-
madıklarını biliyorlardı ve bu nedenle
mümkün olabildiğince çok Atina'lıyı suç
ortağı yapmaya çabaladılar. Sokrates
kentte öylesine tanınan bir si-
ma ve isimdi ki, Tiranların onu kurban
seçmemesi imkansızdı. Bir gün onu ve
başka dört Atina'lıyı makamlarına
çağırdılar. Tiranların vereceği bir görevi
yerine getirmeleri istenir. Demokratik
partinin eski üyesi olan Leon adında biri
Salamis adasında yaşamaktadır, kendisini
tutuklayıp Atina'ya getirmeleri emredilir.
Böyle bir tutuklama kanuna aykırıydı ve
Leon Atina'ya getirildiğinde muhtemelen
öldürülecekti. Ancak Sokrates hareketinin
doğuracağı sonuçları düşünmeden bu
kanuna aykırı emri yok sayarak evinin
yolunu tutar. Beklenmedik bir dizi gelişme
gerçekleşmeseydi bu hareketi büyük bir
ihtimalle canına mal olacaktı. Kritias
öldürülür ve kısa bir süre sonra Tiranlar
Hüküme-
O o
31
çünkü bir şeyler kazanacakla-
rını düşünüyorlar ve ben
elbette böyle yapmayacağım.
Zira biraz daha geç içerek bir
şeyler kazanmayacağımı
biliyorum. Sadece kendime
gülünç olurdum. Zaman
kazanmak için bir şeyin
kalmadığı hayata yapışmış
olurdum. Şimdi git, dediğimi
yap, bana karşı gelme. -
(Platon)
Sokrates zehir iç/neye mahkûm olduğunda
ve zehir kabını istediğinde kendisiyle
Kriton arasında geçen konuşma.
O zaman Kriton şöyle der:
Sokrates, bana öyle geliyor ki,
güneş hâlâ dağlara vuruyor ve
henüz batmış değil. Biliyorum ki
başkaları da çok geç vakit içti ve
bu arada iyi yiyip iyi içtiler.
Hatta aralarından bazıları
canları çektiğinden yanlarına
güzeller çağırdı. Bu nedenle acele
etme, çünkü henüz zamanın var.
Bunun üzerine
Sokrates dedi ki: Bahsettiğin
kişilerin çoğu elbette böyle
yapıyor Kriton,
birer bahaneydi, ancak cezası ölümdü.
Sokrates, prensip icabı güncel olmayan
işlerle uğraşan her aydın gibi, sevilmeyen
biriydi. Ama bunun için ölümü hakketti
mi? Üstelik yetmiş yaşında bir adam
olarak? Suçlamalar ve takibindeki olaylar
muhtemelen asla çözülemeyecek , bir
bulmacadır. Sır değil, bulmaca diyorum,
çünkü Atina'da herkes asıl gerçeği
biliyordu.
Sokrates hakkında yüksek mahkeme
önünde dava açılır. Mahkeme heyeti
kurayla belirlenen 500 hakimden
oluşuyordu (bunlar 600 bağımsız adam
arasından seçilmiştir). Davacıların vekili
aslında Anytos'un kuklasından başka bir
şey olmayan Meletos'tu. Meletos kendi
açısından başarılı bir tragedya yazarıydı -
uzun saç-
ti düşürülür.
Ardından başa demokratlar geçer, ama
onlar da Sokrates hakkında takibatlarda
bulunur. Ne var ki iç savaşın yaralarını
sarmak amacıyla genel af ilan edilir ve
Sokrates şimdilik kurtulmuş gibi gözükür.
Sonra, İ.Ö. 399 yılında, devletin tanrılarını
yok saymak ve gençleri saptırmak suçuyla
mahkemeye verilir. Suçlamanın ardında
politikada nüfuz sahibi demokrat Anytos
duruyordu. Anytos'un yıllardan beri
Sokrates'le görülecek bir hesabı vardı. Oğlu
bir zamanlar Sok-rates'in öğrencisiydi ve
Sokrates genç adamı, aile işletmesinde
çalışmaktansa "felsefi bir hayat" sürmenin
daha iyi olacağı konusunda ikna etmişti.
Sokrates'e atfedilen suçlar açıkça
4»
mesi istenerek kulaklar ona çevrildi.
Ancak o, davayı ciddiye almamak ko-
nusunda hâlâ ısrarlıydı. Kendisine
yöneltilen suçlar gülünçtü ve Sokrates
bunu biliyordu. Kent devletine yaptığı
hizmetlerden dolayı cezalandırılması değil,
tersine taktir edilmesi gerektiğini söyler.
Ölüm cezası yerine, Atinalı kahramanların
ücret ödemeden yemek yediği
Prytaneion'daki kutsal salon'da kendisine
daimi bir yer tahsis edilmesini ister.
Mahkeme salonunda çığlıklar yükselir.
Yükselen bu protesto çığlıklarını göz
önüne alan Sokrates, fikrinden vazgeçerek
sahip olduğu paranın ancak bir mine
olduğunu (o devirde bununla ancak bir
sürahi şarap satın alınabilirdi) söyleyerek
kendisine bu
lı, seyrek sakallı ve karga burunluydu.
Karamsar, alaycı ve iğneleyici bir adam
olduğu tahmin edilmektedir. Bu
vasıflarıyla hazırcevap Sokrates için
biçilmiş kaftan bir hasımdı.
Meletos iddianameyi okur ve ölüm
cezasını talep eder. Artık sıra sanığın
savunmasındadır. Görünen o ki, Sokrates
durumunun ciddiyetini maalesef
kavrayamamıştı, zira mahkeme heyetine
ders verdiği retorik sınıflarından biri gibi
davranmıştır.
Bazı heyet üyeleri bunu komik buldu,
ancak çoğu bundan hoşlanmadı. Suçlu
olup olmadığına karar verecek birinci
oylamada 220'ye karşı 280 üye ölüm cezası
yönünde görüş bildirdi.
Sıra tekrar Sokrates'e geldi ve ken-
disince uygun bulduğu bir ceza seç-
servetiyle doğru orantılı bir para cezası
verilmesini önerir.
Salonda tekrar çığlıklar yükselir. Bu
arada arkadaşları Sokrates'in makul
olması için ona yalvarırlar. O da biraz
duraksayarak 30 mine'yi uygun bir ceza
olarak değerlendirdiğini söyler.
Bu olay mahkeme heyetini iyice si-
nirlendirir. İkinci oylamada 140'a karşı
360 oyla ölüme mahkûm edilir. Sokrates'in
dava sırasındaki tutumu şansını
gereğinden çok zorlar olmuştu.
Hakimlerin "değerini anlayıp" onu serbest
bırakacaklarına mı inanıyordu ciddi
şekilde? Yoksa ölmeye mi kararlıydı?
(Sürgün edilmeyi önermiş olsaydı
mahkeme bunu kesinlikle kabul ederdi ve
arkadaşları da ona sürgünde uygun bir
şekilde destek olurlardı).
*
Hayatımı alırsanız, sizlere tanrı
tarafından adeta terbiye edici
bir araç gibi sunulan daha iyi
birini bulamayacaksınız...
Uyuklayanın sineğe vurduğu
gibi vuruyorsunuz bana, geriye
kalan hayatınızı uyuyarak
geçirmek için.
(Platon, Apoloji)
Öyle görünüyor ki, Sokrates kendisi bile
tam olarak farkında olmadan kahramanca
bir ölümü arzuluyordu.
Normal koşullar altında mahkeme
Sokrates'i götürür ve kararı derhal infaz
ederdi. Ancak davanın görüldüğü günden
bir gün önce kutsal kadırga her yıl olduğu
gibi Atina'nın 150 km. açığında, Ege
denizinde bulunan Delos adasına gitmek
üzere demir almıştı. Adet gereğince
kadırganın dönüşüne dek idam cezaları
infaz edilmezdi. Bu nedenle Sokrates
zincire vurulup kentin zindanına atıldı.
Bu zindanın kalıntılarını agoranın yüz
metre kadar güney batısında bugün de
görmek mümkündür. Engebeli bir arazide
temellerin ve eski taşların arasındadır.
Sokrates'in tutuklu bu-
lunduğu hücre ve zindanın kaplıcası
girişte hemen sağdadır. Son günlerini
burada gelip giden arkadaşlarıyla birlikte
geçirmiştir. Bu sefil alanda (altı çarpı altı
adım) Homeros'un eserleri ve
tragedyalarla eşdeğer tutulabilecek ve
antik edebiyatın şaheserleri sayılan
Platon'un en iyi Diyalog'larına konu olan
konuşmalar geçer.
Bu Diyalog'ların kahramanı kendisine
son anma dek sadık kalmıştır. Bütünüyle
insancıl, bilge ve hayranlık uyandırıcı,
tıpkı olmak istediği gibi. Bir keresinde
arkadaşı Kriton kendisini kaçması
konusunda ikna etmeye çalıştı ve bunun
için gardiyanlara rüşvet verdiğini anlattı.
Ancak Sokrates arkadaşının sözlerine
kulak asmadı ve böyle bir davranışın
savunduğu
ilkelerle bağdaşmadığını söyledi. Sokra I
es yânılsalar bile kanunların üstünlüğüne
kesinkes bağlı bir insandı.
Sonunda kutsal kadırganın Sunion
burnunda görüldüğü haberi gelir. Yakında
limana yanaşacaktır. Sokrates'in
arkadaşları ve karısı Xanthippe
hücresinde bir araya gelir. Sokrates
karısını eve gönderir, çünkü böyle bir
durumda aşırı duygusallıklar sinirini
bozmaktadır. Xanthippe giderken isyan
eder: "Ama sen suçsuzsun".
Bunun üzerine Sokrates'in verdiği
cevap tam onun gibi bir insanın vere-
bileceği türden: "Be kadın, suçlu olmamı
mı yeğlerdin?"
Sokrates arkadaşlarıyla (müritleriyle
desek daha doğru olur) ölüm ve
ölümsüzlük hakkında bir sohbete giri-
Zehri içmeden
önce yıkanmam
ve kadınları
ölü bedenimi
temizlemekten
kurtarmam yerinde
olur herhalde.
(Platon, Phaidon)
ya zorlar, zira ona birer köle gibi hizmet
etmek zorundayız. Bu nedenle felsefeye
zamanımız kalmamaktadır. Ama en kö-
tüsü, beden bizi bir an için de olsa rahat
bıraktığında ve bizler bir şeyler araştır-
maya yöneldiğimizde onun bizlerin dik-
katini dağıtması, huzurumuzu kaçırması,
kafamızı karıştırması ve gerçeği kav-
rayamamamızı sağlamasıdır. Böylece şu
sonuca vardık: Bir şeyi bir kere olsa dahi
gerçekten açık bir şekilde anlamak is-
tiyorsak, bedenimizden ayrılmalı ve şey-
lerin özüne ruhumuzla bakmalıyız. Ancak
ölümümüzden sonra özlem duyduğumuz
ve sevdiğimizi iddia ettiğimiz şeylere,
yani bilgeliğe ulaşabileceğimizi öğrendik
böylece. Çünkü eğer bir bedene sahip
olduğumuz sürece hiçbir şeyi yalın bir
şekilde anlayamayacağımız doğru ise,
bizlere ancak iki seçenek kalır: Ya
Bizi hedefe götüren bir patika vardır
(ölüm). Bir bedene sahip olduğumuz ve
ruhumuz bu baş belasıyla uğraştığı süre-
ce asla özlemlerimize ulaşamayacağız ve,
ki bu konuda hatırlarsanız hemfikirdik,
gerçek olan budur. Beden bizleri aralıksız
olarak koşturur, çünkü beslenmesi
gerekir ve birtakım hastalıklara
yakalandığında gerçeği bulmaya yönelik
arayışlarımıza engel olur. Şehvetle ve
şiddetli arzularla, korku ve birçok abes
düşüncelerle ve de çocukluklarla doldurur
bizi; öyle ki, bizlerin de daha önce tespit
etmiş olduğu gibi, bir şeyi hiçbir zaman
gerçek anlamda anlayamamamızın suçu
gerçekte de ona aittir. Zaten savaşı, iç
savaşı ve muharebeleri de bede-ne ve
onun arzularına borçluyuz. Çünkü tüm
çatışmalar para ve mal mülk için yapılır.
Bedenimiz bizleri para kazanma-
mm ¿«5
72
38
şir. Platon bizi bu sohbeti derinden et-
kileyici ve çok ayrıntılı bir şekilde anlatır
(üstelik kendisi o anlarda orada
olmamasına rağmen, zira Platon o
"günlerin günü"nde ateşler içinde hasta
yatağında yatmaktadır). Nihayet ceza'nm
infazına gelinir ve Sokrates'e zehir kabı
uzatılır (Atina o dönemde bir
"Do-it-yourself' infaz sistemi
uygulamıştır). Ölümüne dek kendisine
sadık kalarak Sokrates tekrar bilgisiz
adamı oynar ve gardiyana sorar: "Söyleyin
bana, saygıdeğer adam, bunun en iyi
yöntemi nedir?".
"İçtikten sonra", der gardiyan, "ba-
cakların ağırlaşıncaya dek dolaş, sonra
yatağa uzan. Zehir etkisini gösterecektir".
"Peki bu içeceğin bir kısmını tanrılara
bilgeliğe hiçbir zaman ulaşamayacağız,
ya da ancak ölümden sonra. Zira o andan
itibaren ruh kendisiyle başbaşa, be-
denden sıyrılmış olacaktır, daha evvel
değil. Öyle görünüyor ki, yaşadığımız sü-
rece bilgeliğe en yakın olabileceğimiz an,
bedenimizle, çok gerekli durumlar dışın-
da, ilgilenmediğimiz, bedensel hazlar ve
onun görünümü tarafından
yönlendirilmediğimiz, tanrının kendisi
bizleri ondan ayırana kadar ondan uzak
durduğumuz anlardır. Böylece bedenin
zayıflıklarından sıyrılmış ve arınmış
birer ruh olarak muhtemelen aynı türden
insanlarla birarada olacağız ve öz
benliğimiz aracılığıyla her şeyi olduğu
gibi göreceğiz. Ve işte gerçek olan da
herhalde bundan başka bir şey değildir.
(Platon, Phaidon, 66b-67a)
39
sunabilir miyim?"
"Ey Sokrates, biz yeteceğini düşün-
düğümüz kadar hazırlıyoruz ancak."
Sokrates kabı bir yudumda boşaltır.
Arkadaşları kendilerine daha fazla engel
olamayarak feryat ederler. Sokrates onları
uyarır: "Ne oluyor size böyle? Böyle
sevimsiz sahnelere engel olmak için
kadınları hücreden gönderdim. Duydum ki
birisi ölürken sessiz olunmalı. Dolayısıyla
sessiz kalın ve metin olun." '
Ardından Sokrates döşeğine uzanır ve
bedeni ayaklarından başlayarak
hissizleşmeye başlar.
"Ey Kriton, Asklepios'a bir horoz
borçluyuz". Bu onun son sözleridir.*
Artık gitmemizin zamanı
geldi, ben ölmek için,
sizlerse yaşamak için.
Ancak aramızdan kimin
daha iyi yola saptığını
tanrıdan başkası bilemez.
(Platon, Apoloji, 42a)
*Asklepios'un Epidauros'daki tapınağında has-
talar uyutulur ve bu uykudan şifa bulmuş birer in-
san olarak uyanırlardı.
«
40
Böylece "Atina'nın atsineği" ölür.
Sadece birkaç gün sonra Atinalılar
yaptıklarının korkunçluğunu kavrarlar.
Kentte resmi yas ilân edilir, okullar,
jimnastik salonları ve tiyatrolar kapanır.
Meletos idama mahkûm olur, Anytos ise
sürgün edilir. Daha sonraları Sokrates'in
Lysippos tarafından yapılan bronz büstü
işe yaramazların o en yüce temsilcilerini
ziyaret edebilecekleri Pompeion'a konur.
Tüm bunlar övgüye değer şeylerdir ve
görünüşe göre Atinalılar bununla gurur
duymaktadır. Ancak bana öyle geliyor ki,
Sokrates sadece politik bir satranç
oyununun piyonuydu. Her şeye rağmen
zafer yine de Sokrates'in olmuştur. Aksi
taktirde bugün onunla ilgileniyor
olmazdık.
Bir zamanlar şöyle bir hikâye
duydum: Mısırda Naukratis'de Theuth
adında yaşlı bir tanrı varmış. Sayılan,
hesap yapmayı, geometriyi ve
astronomiyi, ayrıca tahta üzerinde
oynanan oyunları, zar oyunlarını ve
nihayet yazıyı icat etmiş. Theuth devrin
Mısır kralı olan Thamus'a giderek ona
yeni icatlarını tanıtır...Kral ise
kendisine bunların ne gibi yararları
olduğunu sorar. Yaz ı n ı n yararları
hakkında Theuth şöyle der: "Yazı
sanatı, kralım, Mısırlıları daha bilge
yapacak ve
hafızalarını kuvvetlendirecektir." Kral ise şöyle karşılık
verir: "Ey sanat zengini Theuth... buluşuna duyduğun
sevgiden dolayı bu sanatın etkisinin tam tersini söyledin.
Çünkü öğrenenleri hafızalarını ihmal edecek duruma
getirecektir. Yazıya güvenerek, şeyleri onları edindikleri için
değil, onları bir takım işaretler aracılığıyla
hatırlayacaklardır."
(Platon, Phaidros, 274c-275a)