Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

10
Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım MİRŞAN Türk Tarih Tezi Üzerinde Yeniden Düşünülmeli... (Sayfa 1) Kâzım Mirşan ismi bize pek yabancı değildi, 1990 yılında yayınlanan "Prototürk Bilginlerine Göre Astrofizik" isimli eserii birçok meraklısı gibi almış ve okumaya çalışmıştık, fakat gerek kitabın basımından gerekse kitapta anlatılan konuların uzmanlık derecesinde birikim istemesinden dolayı bu zorlu mücâdeleyi mâlesef kaybetmiştik. Türkçe'yi dergimizde işlemeye karar verdiğimizde Mirşan'ın Prototürkçe çalışmalarının ilginç bir yaklaşım sağlayacağı düşüncesiyle kendisiyle söyleşi yapmaya karar verdik. Fakat Mirşan'ın aktardıklarından ve kendisinden temin ettiğimiz kitaplardan edindiğimiz bilgiler ışığında konunun ayrıca ele alınması gerektiğini ve bir tarih tezi içerdiğini düşünerek, söyleşiyi bu ay sizlerin ilgilerinize sunuyoruz. Kâzım Mirşan'ın çok yoğun bir emek harcayarak elde ettiği bilgilerin biz ancak bir kısmını sizlerle paylaşa biliyoruz. Dileriz amacımıza ulaşır ve akademik camiada dile getirilen görüşler hususunda bir tartışmaya vesile olabiliriz... 2023 Sayın hocam, ilk önce yaptığınız çalışmalardan dolayı size teşekkür ediyoruz. Dergimiz ile sizin çalışmalarınızı duyurmak amacındayız. ÖnTürk yazıtları ile ilgili çalışmalarınızın, çok özel bir alan olmasından ve sizin de popüler yöntemlere pek sıcak bakmamanızdan dolayı, yeterli ilgiyi görmediğini sanıyoruz. Türk tarihine ve insanlığın mâzisine ışık tutmada, sizin gündeme gelmenizin yararlı olacağı kanâatindeyiz. Bize çalışmalarınıza nasıl başladığınızı ve sizi bu alana iten olayların neler olduğunu anlatır mısınız? Kâzım Mirşan Şimdi efendim, başlamam uzun hikâye. Biz mektepte okurken pek çok Osmanlıca terimler vardı. Atatürk devrinden sonra ise yeni terimler çıktı. Altıncı sınıfta falan idim gâliba, bu terimlerle yeni kitaplar basılmaya, ders programlarına bu terimler girmeye başladı. O çağlarda bâzı şeyler benim tepkimi uyandırdı. Mesela 'direktör' kullanılıyordu. Diyor ki: 'direk' Türkçe'dir, 'tör' de Türkçe. Hakikaten, evin bir mutenâ köşesine Dış Türkler 'tör' derler. Direktör, yani 'tör'ün direği, müdür demektir. Şimdi direktör 'müdür'dür diye bir söz çıkarılınca, ben bunu hazmedemedim. Çünkü bu, zorlama bir yorumdur. Bunun yerine; "Yahu biz Avrupalılaşmak istiyoruz. Müdür sözü Arapça'dır. Onun yerine direktörü kabul edersek, Avrupa'nın içine girmiş olacağız" de.... Veyahut da hiçbir şey deme ve yap. Ama bu sözün Fransızca olduğu belli. Bu benim Türkçe ile ilgilenmeme sebep oldu. Yeni bir söz için her türlü yorum yapılabilir. Ama ben şimdi bilhassa bu eski yazıtların okunmasında yorum yapmıyorum. Bizde yorum yapmak ilim zannediliyor. Hayır efendim. Yorumun ilimle bir ilgisi yok. Ben onun için itinâ ediyorum. Başlangıçta yorum yapmaya kalkışmıştım, sonra vazgeçtim. Yorum çok tehlikeli. Ben dünya kadar yazıt okumuşum. Şimdi bunun yorumu kaldı mı yâni?... Bu kadar söz birikmiş. Tâ Viyana'dan Portekiz'e kadar yazıt okumuşum. İnsanlar hâlâ, benim yorum yapmamı bekliyorlar. Artık yorumu bırak da sen, o okunanlara bak. Benim yazıtları okumam bir yorumdur, ama o ayrıdır. 2023 Sizin ÖnTürk yazıtlarını okumada geliştirdiğiniz yöntem nedir? Bu konudaki yorumunuz nedir? Kâzım Mirşan Mesela 'otoz' sözünü alalım. 'T', 'Z' yazıyor. Bunu 'taz' diye, 'tuz' diye 'otoz' diye oku. Bunu eğer sen 'otoz' diye okuyacaksan bunun bir mânâsı, dayanakları olması lâzım. Yâni Türklerde bu 'otoz' sözü bir tek yerde değil, on yerde geçmeli. On yerde de benzer bir mânâsı olmalı. On yerde de, bunun mânâsı varsa, sizin okuduğunuz söz doğrudur. Hatta ben size başka bir misâli burada söylemek istiyorum. Yazıtlarda 'soğancık' sözü geçiyor meselâ. 'Astrofizik' kitabında ben bu 'soğancık'ı tercüme ettim. Bu 'soğancık' bizim bildiğimiz soğana, yemek târifine pek benzemiyordu. Soğancık sözü kullanılıyor. Şimdi tuttum bizim ansiklopedilere baktım, soğan ne demek diye. Bunun İngilizce'sine baktım... Soğan sözünün anlamını bilemiyoruz, yok, kaybolmuş gitmiş. Bir bitkiye verilen isim... Bunun başka mânâsı olduğu belli, fizik terimlerinin yer aldığı bir metinde geçiyor. Fizik terimlerinde geçtiğine göre bunun okkalı bir anlamı olması lâzım. Şimdi bakınız bunun için ne yaptım ben. Sekiz tane cümle vardı o soğancık sözünün geçtiği. Hepsini alt alta koyup yazdım. Buradan tahminen bir kavram kafanıza yerleşiyor. Bunun mânâsını bulmak için ben tuttum Britanica'yı açtım, sayfalarca okudum. Hani soğancığa benzer, okuduğum cümleye benzer bir metin geçer mi acaba diye? Bir gün okudum çıkartamadım. İnadına ertesi gün gittim Britanica'ya devam ettim. Sonunda çıktı. Aynı cümle çıktı. İşin garibi sanki Türkçe'den İngilizce'ye tercüme edilmiş gibi çıktı.

description

Türk Tarihi

Transcript of Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

Page 1: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım MİRŞAN

Türk Tarih Tezi Üzerinde Yeniden Düşünülmeli...(Sayfa 1)

Kâzım Mirşan ismi bize pek yabancı değildi, 1990 yılında yayınlanan "Prototürk Bilginlerine Göre Astrofizik" isimli eserii birçok meraklısı gibi almış ve okumaya çalışmıştık, fakat gerek kitabın basımından gerekse kitapta anlatılan konuların uzmanlık derecesinde birikim istemesinden dolayı bu zorlu mücâdeleyi mâlesef kaybetmiştik. Türkçe'yi dergimizde işlemeye karar verdiğimizde Mirşan'ın Prototürkçe çalışmalarının ilginç bir yaklaşım sağlayacağı düşüncesiyle kendisiyle söyleşi yapmaya karar verdik. Fakat Mirşan'ın aktardıklarından ve kendisinden temin ettiğimiz kitaplardan edindiğimiz bilgiler ışığında konunun ayrıca ele alınması gerektiğini ve bir tarih tezi içerdiğini düşünerek, söyleşiyi bu ay sizlerin ilgilerinize sunuyoruz. Kâzım Mirşan'ın çok yoğun bir emek harcayarak elde ettiği bilgilerin biz ancak bir kısmını sizlerle paylaşa biliyoruz. Dileriz amacımıza ulaşır ve akademik camiada dile getirilen görüşler hususunda bir tartışmaya vesile olabiliriz...

2023 Sayın hocam, ilk önce yaptığınız çalışmalardan dolayı size teşekkür ediyoruz. Dergimiz ile sizin çalışmalarınızı duyurmak amacındayız. ÖnTürk yazıtları ile ilgili çalışmalarınızın, çok özel bir alan olmasından ve sizin de popüler yöntemlere pek sıcak bakmamanızdan dolayı, yeterli ilgiyi görmediğini sanıyoruz. Türk tarihine ve insanlığın mâzisine ışık tutmada, sizin gündeme gelmenizin yararlı olacağı kanâatindeyiz. Bize çalışmalarınıza nasıl başladığınızı ve sizi bu alana iten olayların neler olduğunu anlatır mısınız?

Kâzım Mirşan Şimdi efendim, başlamam uzun hikâye. Biz mektepte okurken pek çok Osmanlıca terimler vardı. Atatürk devrinden sonra ise yeni terimler çıktı. Altıncı sınıfta falan idim gâliba, bu terimlerle yeni kitaplar basılmaya, ders programlarına bu terimler girmeye başladı. O çağlarda bâzı şeyler benim tepkimi uyandırdı. Mesela 'direktör' kullanılıyordu. Diyor ki: 'direk' Türkçe'dir, 'tör' de Türkçe. Hakikaten, evin bir mutenâ köşesine Dış Türkler 'tör' derler. Direktör, yani 'tör'ün direği, müdür demektir. Şimdi direktör 'müdür'dür diye bir söz çıkarılınca, ben bunu hazmedemedim. Çünkü bu, zorlama bir yorumdur. Bunun yerine; "Yahu biz Avrupalılaşmak istiyoruz. Müdür sözü Arapça'dır. Onun yerine direktörü kabul edersek, Avrupa'nın içine girmiş olacağız" de.... Veyahut da hiçbir şey deme ve yap. Ama bu sözün Fransızca olduğu belli. Bu benim Türkçe ile ilgilenmeme sebep oldu.

Yeni bir söz için her türlü yorum yapılabilir. Ama ben şimdi bilhassa bu eski yazıtların okunmasında yorum yapmıyorum. Bizde yorum yapmak ilim zannediliyor. Hayır efendim. Yorumun ilimle bir ilgisi yok. Ben onun için itinâ ediyorum. Başlangıçta yorum yapmaya kalkışmıştım, sonra vazgeçtim. Yorum çok tehlikeli. Ben dünya kadar yazıt okumuşum. Şimdi bunun yorumu kaldı mı yâni?... Bu kadar söz birikmiş. Tâ Viyana'dan Portekiz'e kadar yazıt okumuşum. İnsanlar hâlâ, benim yorum yapmamı bekliyorlar. Artık yorumu bırak da sen, o okunanlara bak. Benim yazıtları okumam bir yorumdur, ama o ayrıdır.

2023 Sizin ÖnTürk yazıtlarını okumada geliştirdiğiniz yöntem nedir? Bu konudaki yorumunuz nedir?

Kâzım Mirşan Mesela 'otoz' sözünü alalım. 'T', 'Z' yazıyor. Bunu 'taz' diye, 'tuz' diye 'otoz' diye oku. Bunu eğer sen 'otoz' diye okuyacaksan bunun bir mânâsı, dayanakları olması lâzım. Yâni Türklerde bu 'otoz' sözü bir tek yerde değil, on yerde geçmeli. On yerde de benzer bir mânâsı olmalı. On yerde de, bunun mânâsı varsa, sizin okuduğunuz söz doğrudur. Hatta ben size başka bir misâli burada söylemek istiyorum. Yazıtlarda 'soğancık' sözü geçiyor meselâ. 'Astrofizik' kitabında ben bu 'soğancık'ı tercüme ettim. Bu 'soğancık' bizim bildiğimiz soğana, yemek târifine pek benzemiyordu. Soğancık sözü kullanılıyor. Şimdi tuttum bizim ansiklopedilere baktım, soğan ne demek diye. Bunun İngilizce'sine baktım... Soğan sözünün anlamını bilemiyoruz, yok, kaybolmuş gitmiş. Bir bitkiye verilen isim... Bunun başka mânâsı olduğu belli, fizik terimlerinin yer aldığı bir metinde geçiyor. Fizik terimlerinde geçtiğine göre bunun okkalı bir anlamı olması lâzım. Şimdi bakınız bunun için ne yaptım ben. Sekiz tane cümle vardı o soğancık sözünün geçtiği. Hepsini alt alta koyup yazdım. Buradan tahminen bir kavram kafanıza yerleşiyor. Bunun mânâsını bulmak için ben tuttum Britanica'yı açtım, sayfalarca okudum. Hani soğancığa benzer, okuduğum cümleye benzer bir metin geçer mi acaba diye? Bir gün okudum çıkartamadım. İnadına ertesi gün gittim Britanica'ya devam ettim. Sonunda çıktı. Aynı cümle çıktı. İşin garibi sanki Türkçe'den İngilizce'ye tercüme edilmiş gibi çıktı.

Page 2: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

Issık Köl'e dökülen bir ırmağın kenarındaki mezarda bulunmuş olan; Altın Elbiseli

Adam

2023 Aynı cümleyi buldunuz yâni Britanica'da?

Kâzım Mirşan Evet. Çünkü ilmî tâbirlerin kullanılış şekli bütün dillerde aynı. Eğer siz fizikle uğraşıyorsanız, bilirsiniz ki fiziğin dili aynıdır. Meselâ atomu târif edeceksiniz. Bunu eve benzer, çiçekleri vardır diye tanımlayamazsın. Bunun da bir ilmî yöntemi vardır. Şimdi soğancık demek şu, yeniden yapılanmak gibi. Otomobiliniz var, biliyorsunuz ki egzozdan gaz çıkıyor. Egzozdan çıkan gazı alsam tekrar benzin yapsam. Araba ne olur? Sonsuz ömürlü olur. Dönüşüm sağlanıyor. İşte bu soğancık da öyle bir anlam içeriyor. Soğanı koyun rutubetli bir yere, yeşil çıkmaya başlar ve o yeşil çıkınca soğanın içindeki bütün madde de bitmiştir. Kabuğu kalır yalnız. 'Self perpatuate' diyorlar. Kendi kendini yeniden inşâ etme, bu soğancık dediğin. Bu sefer o sekiz cümlede bir anlamı olup olmadığına bakıyorsunuz. Tutuyor kardeşim, sekiz cümlede de o mânâ var. Demek istediğim, bu sözleri öyle durup dururken Türkçe'dir diye bir yorum yapmadık. Kolayca yapılır, her şeyi yorumlayabilirsiniz. Fakat çok hatalı olur. Yâni insanın çok dikkatli olması lâzım, bu hususta. Bilhassa yazıtlara dayanması lâzım.

Ben gençlik yıllarında 'Türkçe nedir?' sorusunun cevabını arıyordum. O zamanlar sosyoloji dersleri vardı. Hilmi Ziya Ülken bizim hocamızdı. Sayardık, severdik. Onun anlattıklarına göre; insanlarda bir sosyal kanun vardır. İnsanlar o kanunlara tâbi olarak hareketlerini yönlendirirler. Dedim ki yâhû dilde de böyle bir kanun olmasın. Bir kanun vardır, dil o kanuna göre teşekkül etmiştir. Bu kanunu bulayım ben dedim. Artık gittim kütüphânelere konu hakkında, Radloff filan, bir sürü adamlar yazıyor. Onların sözlerini okudum. Sonunda onlardan bir şey çıkmadı. Kendim düşüne taşına bir kanun metni yazdım. Bir sayfa tuttu bu kanun metni. 'Türk Dilinin Yaradılış Kanunu' diye. Büyük iddia. Fakat ondan sonra benim vaktim olmadı. Üniversite için Almanya'ya gittim falan. Fakat ikide bir açıp bakardım ona. Güzel bir yazı yâni. Kaybolmasın falan diye gazetede neşretmeyi düşünüyordum. Yâni benim dil ile olan ilgim ilk önce tenkitle başladı. Almanya'ya gidince yine boş vakitlerim kalmaya başladı. Eve gidiyorsun, okula gidiyorsun, düşünüyorsun. Ben dedim ki bu kanun metnini en iyisi bir formül, bir matematik formül gibi yazmalı. Kimse itiraz etmesin. Sağlam olsun diye. Bu formülü düşünmeye başladım. Formüller nasıl yazılır acaba diye? Kitaplar aldım, okudum. Vokallerle konsonant arasındaki bağlantıyı arıyordum. Düşünceyle sözcük arasındaki bağlantı nedir? Bu bağlantının altında ne kerâmet yatıyor? Düşüne düşüne ben bu bağlantıyı buldum. Ve bunu formülleştirmeye başladım. Yazdım, bir formül çıktı. Diferansiyel denklem çıktı. Şimdi bakıyorum bu diferansiyel denklem benim düşüncemin hepsini ifâde ediyor. 'Türk Dilinin Diferansiyel Denklemi'. Fakat şimdi Türk dilinin kanunu desem kimse inanmaz buna. Kull firmasında çalışan fizikçi bir arkadaşım vardı. Atom fizikçisi, gelir sohbet ederdik. Ona ya dedim böyle böyle, dilin kanununu yazdım. Şimdi fizik alanında fazla bilgim yok. Ben senden bazı sualler sorayım. Cevap verebilecek misin? Peki dedi söyleyeyim. Sizin atom fiziğinde dört sayısı var mı? Var dedi. Ya mânâsı? Bir anlatmaya başladı ki benim söylediklerimin aynısı. İki var mı? Var. Ya ne demek iki? Anlattı. Sonra baktım çocuk benim aklımda sakladığım fikirleri açıklıyor. Bu sefer dedim ki, ben atom fiziği üzerinde çalışmalıyım. Aldım beş tane kitap, İngilizce, Almanca, Rusça. Bunları okudum. Sonradan şimdi bu kanunu nasıl söyleyeceksin. Bunu düşündüm taşındım. 'Türk Dilinin Kanunu' diye böyle çıkarsam gülerler adama. Ciddiye alınmaz. Ciddiye alınmak için onların kendi yöntemleriyle gidilebilir. Atom fiziği yöntemleriyle. Tuttum ben "II. Keppler" kanununu ele aldım. Kanunda constants var, "c" işareti ile tanımlıyorlar, sâbitler demek. Tuttum ben bu Keppler kanununun sâbitini sıfır yaptım. Düşüncede, dilde sâbit bir madde yok. Benim esas avantajım sâbitleri sıfır yapmak oldu. Dilde yalnız kanunlar vardır, başka bir şey yoktur. Sâbiti sıfır yapınca benim denklem çıktı. Oldu mu fizikî ispatı şimdi bunun. Schrödinger diye bir adam var. Büyük fizikçi, bu adam da bir diferansiyel denklem yazmış koymuş. İçi çeşitli sâbitelerle dolu. Sâbitelerle dolu olduğu için hiçbir işlem yapamıyorsun. Yâni o diferansiyel yazmış, onun türevini alamıyorsun. Onun integralini alamıyorsun. Böyle alamayınca da işe yaramıyor resmen. Hep duruyor onun yazdığı gibi. Hiçbir yerine elini dokunamıyorsun. Benimkinin istersen integralini alırsın, türevini alırsın. İşte neler neler elde ettim. Bu formülden yola çıkarak hidrojen atomunun çapını buldum. Bu çap Amerika'nın yaptırdığı tecrübelerle hemen

Page 3: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

hemen aynı. Onlar sınırlarını gösteriyorlar. Benimki de ortasında duruyor. Ondan sonra yörüngeleri tespit ettim. Elektronların yörüngelerini falan. Fakat o kitap şimdi kayboldu.

2023 Kendi yazdığınız kitap mı?

Kâzım Mirşan Yazdım fakat neşredemedim. Şimdi bunun hikayesi de şöyle. Almanya'daki tutumla Türkiye'deki tutumu mukayese edersek çok farklı ve önemli bir şey. Şimdi bu kitabı Almanca olarak tamamladıktan sonra, bir üniversiteye gittim göstereyim diye. Çünkü onların tasdiki olmadan bir değeri yok. Bir profesörü seçtim kendime. Sekreteri hocanın kabul etmeyeceğini söyledi. Bir sürü uğraştım. Kadın mümkün değil profesöre haber vermiyor. Almıyor içeri. Sonra başka türlü söyleyeyim dedim. Ben dedim bakın bir sürü zamanımı verdim, 34 sene çalıştım bu teori üzerinde, bu çekirdek fiziği teorisi, lütfen bir baksın. Nihayet görüşme imkanı buldum, profesör bana, "Dışarıdan fizikle meşgul olmak çok tehlikelidir. Çünkü fizik bir disiplindir" dedi. "Yani bu disiplini siz mekteplerde, üniversitelerde okuyarak kafanızı buna yatkın hale getirmemişseniz. Siz öyle dışarıdan düşünüp, terbiye edilmemiş zihninizle fiziği anlayamazsınız" dedi. Ben 34 senemi harcadığımı falan söyleyince peki dedi. Böyle koydu kitabı önüne, okumuyor bile. Açıyor formül görünce bu nedir? Potansiyel diyorum ben. Potansiyel nedir? Quant ne demektir? diye sorular soruyor, ben de cevaplar veriyorum. Ben Quant deyince. "Biz de dedi böyle değil, sen Quant diyorsun ama Quant senin tarif ettiğin gibi değil." Evet değil dedim benimki genel anlamda quant. Yani sizin fiziğinizdeki Quant'ı da içeriyor. "E, o halde dedi siz bizim terimlerimi kullanamazsınız. Biz bir şeye Quant denince kendi mânâmızı anlarız. Onun dışında başka bir mânâ veremezsin. Sen buna geniş bir anlam vermişsin, o halde ismini değiştir bunun." Sonra potansiyel meselesine gelince, orda biraz aklı yattı bunun. Kitabı okumuyor da izâhâttan aklı yatıyor. Dedi ki: "Kazım bey eğer bir fizik profesörü bir kitap yazıp, orda sizin konunuza değindiği zaman potansiyel derse o zaman sual bile sormam. Potansiyel demiş, o şekilde okurum onu. Sizin için öyle değil. Siz fizikçi değilsiniz, bir. Siz potansiyel dediğiniz zaman bir denklemle onu ispat etmekle mükellefsiniz, iki. Siz bizim usullerimize göre bunun potansiyel olduğunu ispat edemezsiniz. O halde bizim bildiğimiz tabirleri kullanmayın, yeni isimler verin. Ondan sonra gelin bakacağım."

2023 Yeni bir terminolojiyle hazırladığınız da inceleyeceğini söyledi yani.

Kâzım Mirşan Evet. Çünkü adamın bilgisi, ufku geniş, senin söylediklerinden bunun bir değerde olduğunu düşünebiliyor, çıkarabiliyor. Formülden gidiyor, böyle formülü daha kimse yazmamış fizikte. İlk defa ben yazıyorum. O formülü adam anlıyor. Pozitif bir şey gördü mü hemen yakalıyor. İlk başta benimle konuşmak, kabul etmek istemeyen bir adam getir senin çalışmana bakacağım diyor. Niye? İkna oldu. Buradan bir şey çıkacak diye değerlendiriyor. Bizde ne oluyor. Şimdi benim okuduğum ÖnTürk yazıtlarında elde ettiğim bir metin var. 'Astrofizik' kitabımda var. Orada İngilizlerin "Parity Kanunu", Türklerin de "Kalp Kanunu" dedikleri bir kanun var. Yani Türklerin söylediği şeyi aynen tercüme etmişler gibi. Mesela size şunu söyleyeyim. Bir atom var, atomu parçalarsan geride ne kalır, elektron, proton, nötron kalır. Ama bu halen parçalıdır "Kalp" diyorlar ona Türkler. İngilizler "Parity" diyor. Benzeşlik yani. "Ötekilere benzeyen parçalar" diye isim koymuş İngilizler. Bizimkilerde "kalan parça" demiş, böyle isim vermişler, 'Kalp' diyorlar. Tercüme ettim ve Tübitak'a bir mektup yazdım: "Türklerin eski yazıtlarını okuyorum. Burada Türkler Parity'yi tarif ediyorlar. İşte size bu tarifi gönderiyorum. Şu, şu, şu. Lütfen buna bana doğru mudur, yanlış mıdır söyleyin." Yani doğru ise ben diyeceğim ki Türkler fizik biliyordu. Büyük bir şey. Doğru değil ise doğru değil. Yani Türklerin ille de fizik bilmesi gerekmiyordu. Türklerin fizik bilmediği ortaya çıkacakmış, olsun. Yani sizi ne kadar ilgilendiriyorsa o iş beni de o kadar ilgilendirir. Türklerin bilmemesinden dolayı ben kederlenip oturacak değilim. Gönderdik, bir ay sonra telefon geldi: "Kazım bey şöyle şöyle mektup yazmışsınız. Ben profesör falan falan, gelin bir görüşelim." Gittik, Kâzım Bey dedi; "Ben de astrofizik alanındayım ama bu yazınızı Ankara Üniversitesine göndereceğim. Ne dersiniz?" Siz münasip görüyorsanız öyle olsun dedim. Kendiniz bizzat cevap vermeyecekseniz, orası da cevap verecekse tamam. Bir ay sonra Ankara Üniversitesinden dekan beni çağırdı. "Kâzım bey, sizin bir çalışmanız bana geldi, ben Astrofizikçiyim ama şimdi dekan

olduğum için idarî işlerim var. Ben iyisi mi bilim kuruluna göndereyim yazınızı" dedi. Peki dedik bilim kuruluna gitsin. Aradan bir müddet geçtikten sonra gideyim bilim kuruluna sorayım dedim. Ne oldu acaba? Bunu orada bir doçente havale etmişler. Gittim adama, ben dedim yazının sahibiyim. Ne diyorsunuz? "Mümkün değil" diyor. "Yani Türklerin böyle bir kanunu bulması imkansız. Olmaz böyle bir şey. Nasıl bulsun? Biz zor buluyoruz" diyor. Benim artık söyleyecek sözümde kalmadı tabii. Ne diyeyim yani. Türklerin bilmesi mümkün değil diyor adam. Yahu sana şunu soruyorum: Parity diye bir kanun var. Bu kanunla benim yazdıklarım aynı şey midir, değil midir? Sen bana onu söylesene. Türklerin bunu bilmesi imkansızmış, senin yorumun o. Bilir, bilmez, benim sana sorduğum şey o değil. Şimdi piramitler var. Kılıç gibi kesmişler. Sen şimdi deki "Onları Araplar kesemez, onlarda öyle aletler yoktu." Alet yok ama, kesmişler, orada duruyor kardeşim. Kesmişler ve koca koca taşları yan yana koymuşlar. Sen ister kabul et, ister etme. Sen bunu istediğin kadar Araplar kesemez de. Ama onlar oldukları yerde durup duruyor. Türkiye'de bir barajın altında kalacak koca koca heykeller vardı, onları taşımak istediler. Koca heykelleri yapanlar getirip yerleştirmişler. Şimdi bizim modern tekniğimizle onu taşıyamadılar. Kestiler, parça parça götürdüler. Hani onların tekniği küçüktü. Onlar hani rampalar kurup çekmiştiler. Sen de çekseydin ya rampa kurup. Vinçlerin var, modern aletlerin var. Sen niye yapamıyorsun şimdi? Uzun uzun kitap yazmak kolay. Efendim onlar rampa kurmuşlar işte, manivela sistemleri ile çıkartmışlar koymuşlar diye. Sen niye koyamıyorsun. O doçent bana böyle söyledikten sonra ben bu işten netice çıkmayacak dedim. Bir zaman sonra beni çağırdılar, bu doçent raporunu vermiş, gittim. Orada Aydın bey diye bir fizikçi var. Baktım Aydın bey muazzam adam. Amerika'da yazıları çıkıyor. Modern bilgileri biliyor. Genç fakat yetişmiş bir insan. Yani öbür doçent gibi imkansız falan diyecek cinsten değil. O kafasıyla söyleyecek adam. Şimdi o toplantıda doçente sordular sonuç nedir? diye. O anlattı işte, olmaz falan diye. Aydın Bey şu ifade bunu işaret ediyor, bu ifade bunu ediyor diyerek anlatmaya başladı. Modern teorilerle bunlar olabilir dedi. Baktım müspet bakıyor konuya. Toplantı sonununda hemen yanına gidip: "İçeride söylediklerinizi lütfen yazılı olarak verin" dedim. "Kâzım bey ben yazılı veremem, söyleyeceğimi söyledim. Onlar ne yaparlarsa yaparlar" dedi. Ben biliyorum tabi. Onu üniversiteden atarlar. Üniversite için, üniversite muhitinde teşekkül etmeyen bir şeyin hiç değeri yoktur. İster tıp alanında olsun ister başka bir alanda olsun hiçbir profesör bunları tutamaz. Tutarsa gericilik yapmıştır, safsataya yer vermiştir. Üniversitede yeri yoktur bunun. Ondan sonra yazı geldi bana bilim kurulundan. "Çalışmanız gayri ilmidir"... Yahu ben gayri ilmî yapmışım "ilmî" yapmışım. Onu ben yapmadım ki, ben bir tercüme yaptım, senden de sorduğum şey; Bu parity kanunu ifâde ediyor mu, etmiyor mu? Sen tutup sizin yazınız gayri ilmîdir diye bana cevap veriyorsun. Yahu ben yazmadım ki bu yazıyı. Türkiye'deki tutum böyle işte.

2023 Hocam siz BayqalLena yazıtlarından İsviçre Etrüsk yazıtlarına varıncaya kadar çok geniş bir coğrafyada 400'ün üzerinde yazıt okudunuz. Elde ettiğiniz bilgiler ışığında eski bir Türk medeniyeti olduğunu, Avrupa'ya ve bir çok yere yayıldığını, Avrupa'daki dillerin kökeninde de Türkçe olduğunu söylüyorsunuz. Böyle diyebilir miyiz?

Kâzım Mirşan Diyebiliriz. Ben onun için kitap yazdım. Yani mesela bugün İngilizce'de bir sürü Prototürkçe sözler var. Mesela

10 bin yıllık Türk tarihinin en eski şekillerinden biri. "UÇ" sembolü

Page 4: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

söyleyeyim size 'töpün' diyorlar, "töp" diyorlar. Tepe demek bu. En eski Türkçe'de güneşi tarif ederken 'töpönünde', 'töpünde' diyorlar. Bu söz Dış Türklerde 'töbe' haline gelmiş. 'Töbe' Türkiye'de 'tepe' haline gelmiş en son. İngilizler 'Top' diyorlar. 'Töpe', 'top' çünkü onlarda 'ö' yok. 'Ö' olmadığı için o 'töp' sözüne 'top' diyor. 'Od' benim astrofizik kitabında söylediğim gibi sıcaklık demek, 'hot' diyor İngiliz. O da sıcaklık demek. Şimdi İngilizce'de çok fazla sözcük var. Mesela Bayqal'da bir yazı var. Orda 'ese im' diyor. Yani 'benim' demek, 'I am' desen ne yazar ki. Yani bütün bunlar bize gösteriyor ki, bir tek medenî dil olmuş. Ona da erken Türkçe diyorum ben, diğer diller ondan teşekkül etmiştir. Mesela ev sözü, ancak medenî bir milletin evi olur. O zamanlarda medeni olmayan ormanda, kovuklarda yaşar. Şimdi kovuklarda yaşayan adam dışarıdan bir ev görmüşse o sözü alır. Nasıl radyoyu İngilizce'den alıyorsak o da gelir alır. "At" diye alır "ev" diye alır. Alır da alır.

Henüz harflerin teşekkül etmediği çağa ait piktografik bir resim. Bu

resimler sayesinde düşünce aktarımı yapılmaktadır. Almatı'nın 150 km.

Kuzeybatısında Tamgalı Say'da (vadi) bulunmuştur. M.Ö. 8000'lerde kayaya

vurulduğu tahmin edilmektedir.

Burada şu suali sormak lâzım. Orada yaşayan yerli halk Türk müydü yoksa oranın yerli halkı bazı kelimeleri Türklerden mi aldı? Yahut da Türk'tü orda oturanlar da sonra başkalarıyla karıştı mı? Bu problemler ayrı duruyor. Fakat Türkler müthiş etkilemişler. Yani Avrasya dilleri duruyor. Hemen hepsinde bol bol Türkçe söz görüyoruz. Farsça'da, Almanca'da, İngilizce'de, Latince'de, Yunanca'da pek çok Türkçe sözcük var. Benim Almanca bir kitabım var, orada bütün bu sözleri gösterip çıktım ben. Ne kadar söz varsa yani. Mesela İsviçre'de Etrüsk'ler var bunlara Retoromen diyorlar. Tatarlar kaymağa 'sütüstü' derler, yani sütün üstü, işte kaymak demek. Retoromenler 'sötöşki' diyor. Retoromenler 'stağfıl' diyor, Kazakça'da 'Aslağıl' hayvanların kışı geçirdiği yer anlamında. Şimdi böyle şeyler var. Ben bunları gösterdim çıktım.

Ayrıca benim bir kitabım var. Orada sırf yazıtlarda geçenleri gösteriyorum. Yani mesela Fransızca'da olanları. Ama bu demek değil ki Fransızlar esas itibarıyla Türk. Daha çok, kültür olarak Türk Kültürü Avrupa'ya yayılmış diyebiliriz. Nasıl ki şimdi batının kültürü İngiliz, Amerikan kültürü geliyor, yayılıyor. Dünya böyle bir kültürün egemenliğinin etkisinde kalmış olabilir.

2023 Meselâ Bulgarlar Türk kökenli ama dillerini kaybetmişler ve kültür de değişmiş, dönüşmüş. Dil, kültürü taşıyıcı unsur. Aynı zaman da ırkı da taşıyor. Dil ortadan kalkınca kültür de, ırkta ortadan kalkıyor.

Kâzım Mirşan Evet. Türkçe çok zengin bir dil yazık olacak Türkçe'ye. Yani o kadar zengin bir dil ki Latince'deki tabirlerin çoğu var Türkçe'de. Yani bizim Latince'sini söylediğimiz tabirlerin çoğunun Türkçe karşılığı var. O kadar benzeyenleri var ki, mesela 'Örgün' diyor 'organ' demek. O kadar yakın olanları var yani.

2023 Bu aynı zamanda şunu da göstermiyor mu hocam? İki tane dil var düşünün, anlam karşılıkları birbirine yakın. Bunların aynı kök medeniyetten geldiklerini söyleyebiliriz galiba. Ayrıca bir dil ne kadar zenginse o kadar zengin bir medeni kökten gelir herhalde öyle değil mi?

Kâzım Mirşan Evet öyle. Mesela bâzı insanlar, Dış Türkleri, eski yazıtları reddediyorlar. Nihat Sami Banarlı benim hocamdı. Anlattığına göre efendim, "Bir zevk lâzım bu işte" diyor. Yani her Türkçe sözü biz dilimize alamayız. Mesela beyaz yerine ak diyemeyiz. Ak çirkin bir söz. Beyaz daha yontulmuş Osmanlıca'da yontulmuş bir söz. Nihat Sami hoca o tip telkinler yapardı. Kitabında da öyle diyor. Yani dili estetik yönden ele alıyor ve bir sürü Türkçe sözleri kabul etmiyor. Fakat bu çok fakirleştiriyor tabi. Bir defa şu; ben Türkçe konuyorum, Türk'üm diyorsan Türklerin mazisini atamazsın. O senindir. O dil oradan gelişmiş gelişmiş buraya gelmiştir. Tutup da ben onu beğenmiyorum, 'kara' diyemem 'ak' diyemem, dersen dili öldürürsün. Git Arapça konuş daha güzel buluyorsan. Zaten bir kelimeyi reddetmek o kelimenin sâhip olduğu kültürü de reddetmek demektir. Bu bakımdan ben diyorum ki Türk dili çok zengindir. Mesela tutuyorsunuz, efendim Türkler büyük devlet kurmuşlar, büyük halktır, diyoruz. Devlet sözünün Türkçe'si nedir kardeşim? Kimse bilmiyor. Devlet Arapça bir söz. Peki dilinde devlet sözü olmayan bir toplumun devlet kurduğu nereden belli olacak. Onu atmışsanız tabii, devlet falan kurduğunuzu iddia edemezsiniz. Türkçe'de devlet olarak mesela 'ödüz' sözü var. Güzel bir söz, tam devleti karşılıyor. Yahu sen 'ödüz' dediğin zaman, benim atalarım 5000 senedir bu sözü kullanıyor dediğin zaman, işte büyük bir medeniyeti ortaya koyuyorsun. Onun için başbakan diyeceğinize mesela eski Türkler ne demişse onu desen, mesela bir İngiliz sordu bu ne demek diye? "Efendim bizim yazıtlarda 5000 yıldır böyle geçiyor" desen. Bu size otomatikman bir saygınlık kazandırır.

2023 Hocam sizin bir de Kürtçe'yle ilgili kitabınız var. Kürtçe'ye nasıl bakıyorsunuz. Kâzım Mirşan Şimdi benim tarihten okuduğum kitaplar var. Biz Türklerin buraya nereden geldiği belli değil de Kürtlerin nerden geldiği başından sonuna kadar belli. Meselâ, şurada oturan komşum Türk'tür. Bunlar bundan 30 sene evvel Sibirya lehçesi ile konuşurlardı. Fakat televizyonun yayılması ile hepsi İstanbul Türkçesi ile konuşmaya başladılar. Bu adamlar Türk'tür, ama sorsan nereden geldiniz diye; Horasan'dan derler. Canım dur bakalım Horasan mı başka yer mi? Sen nereden biliyorsun Horasan'dan geldiğini? Horasan İran'da bir yer. Bütün Türklerin buradan gelmiş olması mantıksız bir şey yani. Türklerin ana iskan mıntıkaları

Page 5: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

var. Horasan'da da Türk var, ama bugün Afganistan'da da Türk var. Yani Türklerin hangi yoldan ve hangi tarihte Anadolu'ya geldiği belli değil, fakat Kürtlerin belli. M.Ö. 401 yılında Herodotus adlı Yunanlı bir kitap yazmış çıkartmış. Yunanlar 5000 kişilik bir ordu ile ta güneyden başlamışlar Adana'ya, oradan gide gide Dicle üzerinden yürüyüp Tarsus'a kadar gelip, oradan tekrar Yunanistan'a dönmüşler. Şimdi bunlar Dicle kıyılarına geldiklerinde Perslerle karşılaşıyorlar. Perslerin yaya askerlerden ve muazzam süvarilerden oluşan bir ordusu var. Yani Pers devletinin bütün gücü süvari halinde orda. Bunlara "Kardukoi", "Korduklar" diyorlar. Bizim "Karluk" dediğimiz şeye bunlar "Karduk" diyor. Şimdi bizim bir yazarımıza göre M.S 523 yılında biz geldiğimizde kimse yoktu. Bunun mânâsı Karluklar biz Anadolu'ya geldiğimizde toplu halde oturmuyorlardı. Dağılmışlar, göç edip gitmişler. Nitekim Türk Generalleri onlarla harb etmişler. Bunlar ikiye ayrılmışlar böyle iki kısma ayrılmışlar. Biri Anadolu'ya gitmiş biri bilmem nereye gitmiş. Tabi o zamanlarda takip edebiliyorsun ki Karluk denen bu halk var hakikaten Anadolu'ya yerleşmişler. Bunlar ne? Oradaki Türk generali diyor ki bunların ismi "Üçoğluk Türk budun". Üç nam varisli Türk halkı diyor. Üçlülük o zamandan var. Türk diyor, Üç nam varisli Türk kavmi diyor. Türk dediği için Karluklar Türk. Bunlara bazen 'Ok'ta diyorlar. Bizim yazıtlarda 'Ok' diye de geçiyor, 'Karluk' diye de geçiyor. Bunlar aslında Türk Ordusuna büyük hizmetler yapmışlar. Yani bizim Kağan ordusunun çoğu Karluk'tur. Bunların bir kısmı 'Okulca' dediğimiz Balkaş gölünün ötesinde yaşıyordu. Onlara "Üç Karluk" diyorlar yine. Orada yaşamışlar. Yani bugün 'Tarançı' dediğimiz Türk halkının atalarıdır belki. Oranın yerlisine Tarançı deniyor. Türkçe konuşan bir halk bu Tarançı'lar. Dolayısıyla bugün Kürt olarak isimlendirilen insanlar Karluk Türkleridir.

Ayrıca ben Kürtçe'yi etüt ettim. Bunun içinde belirli bir miktar Orta Asya Türkçe'si var, belirli bir miktarda Tatarca söz var. Türkiye Türkçe'sinden söz var. Bunların hepsini toparlarsan 168 tutuyor. Benim tespit ettiğim halis Türkçe sözler. Artık bunun Türkçe'ye benzer tarafı falan yok, halis Türkçe sözler. Geçenlerde Ali Kırca'nın yaptığı Siyaset Meydanı programına katıldım. Ali Kırca diyor ki, bu yeterli midir? Yeterlidir. 168 söz varsa bu büyük bir şey. Örneğin Osmanlıca da kaç söz var ki Türkçe. Ben size; "Merhaba, hoş geldin ey ruhî revanım merhaba/Ey şekerleb yâri şirin lâ mekânım merhaba" desem. Büyük şairimiz Fuzuli'nin. Burada kaç söz var Türkçe. Bir tek söz var. Bir tek 'Geldin' sözü var Türkçe. Şimdi sen bununla Kürtçe'yi kıyaslarsan, 168'i de bulmuşsan, bu çok önemli bir rakamdır. Kürt yazarlar şimdi tutmuşlar Med TV'de Farsça sözcükleri bu Kürtçe'dir diye söylüyorlar. Halbuki üç tane farklı dil var. Kırmanç , Kürt, Zaza bunlar birbirini anlayamıyor. Sen şimdi tutup Fars sözünü alır Kürt'çe dersen üçünü birleştirmiş oluyorsun. O şimdi Farsça'yı kabul edince o üç halkta birleşiyor. Ama bu üç halk bir değil, dilleri ayrı, birbirlerini anlayamıyor. Şimdi bunlar tutuyorlar Kürtleri birleştirmek için Farsça'yı kullanıyorlar. Çünkü birleşmeme diye bir problemleri var. Yani dili farklı, kültürü farklı adamın. Ben Kırmanç değilim diyor. Televizyon programlarıyla bir çoğu Farsça öğreniyor. Ben Ali Kırca'nın programında bunlar Fars sözcüğünü alıyor, bunlar kendi sözcükleri değil, buna hakları yok dedim. Yani Farsça bunların sözü değil. Sözcük alınacaksa dedim ben, bari İngilizce al. Hiç değilse ticaret dili, üniversite dili, medeniyet dili. Farsça alacağına al kardeşim İngilizce'yi, bari işine yarar. Bunlar şimdi Farsça sözcüğü alıp Kürtçe diye yutturuyorlar. Bizimkilerden bunu anlayan insanda yok yani.

Türk Tarih Tezi Üzerinde Yeniden Düşünülmeli...(Sayfa 2)

2023 Bu anlamda, Kürtçe'nin yaygınlaştırılması bir birlik oluşturma, bir devlet kurma telaşıdır denilebilir yani?

Kâzım Mirşan Onlar devlet kurmak istiyor. İlle de ne olursa olsun devlet kuracaklar. Oysa şimdi Türkiye'nin bütün hali kürtlere büyük yardımcı. Ticaret bakımından, hayat seviyesi bakımından. Bir de bu devirde başka bir şey düşünülmez kardeşim. Yalnızca insanların hayat seviyesi söz konusudur. Mesela bakın Avrupa birleşiyor. Niye birleşiyor? Daha iyi bir iktisat kurabilmek, daha iyi yaşayabilmek için birleşiyor. Artık bu konularla uğraşmamak lazım.

Bu devleti Türkler kurmuşsa Türklerindir. Şimdi kalkıp diyorlar: Çanakkale'de Kürtler öldü. Kardeşim Kazaklarda Almanya'da öldü. Harp etmede sen gör hâlini. Yani bir Kazak çıksın da Almanlara karşı Rus ordusunda çarpışmasın, ölmesin bakalım. Onu öldürürler hemen. Amerika'da asker olan Alman 2. Dünya savaşında gelip kendi köyünü zaptetti. Şimdi sen Amerikan tebasında girmişsin orduya, ben Almanlara karşı harbetmiyorum diye çıkabilir misin ortaya. Hemen kurşuna dizerler yahu. Yani demek istediğim: Bu devleti Türkler kurmuş kardeşim, bunun bilincinde olmamız lâzım. Biz kurduk bunu, kimseyle de paylaşma niyetinde de değiliz yani. Devlet gereği ne ise o yapılmıştır yani. Çerkez'de alınmıştır orduya, Kürt'te alınmıştır, Yahudi'de alınmıştır. Bunu ne yapalım, bu işler böyle. Bütün devletlerde böyle. Bu devlet Türk devletidir yani, bunu iyi bilmemiz lazım. Paylaşılacak tarafı da yoktur.

2023 Hocam sizin birde Etrüsk yazıtları ile ilgili çalışmalarınız var. O konudaki görüşleriniz nelerdir?

Kâzım Mirşan Batıda çok hakim olan bir görüş vardır. O da bütün medeniyetlerin Yunanlılar tarafından kurulduğudur. Onun için Avrupa alimleri Etrüskçe'yi ele aldıkları zaman tamamıyla yanlış bir tutum içerisine girdiler. Bir kere Etrüsk eserleri Yunan eserlerinden daha erken çağdaydı. Onun için daha iptidaî idi. Şimdi bunu başka türlü yorumladılar: Yunan medeniyeti çok üstündü, o çağda yaşayan Etrüskler çok geriydi, dediler. Onlar ikisini çağdaş kabul ediyorlar. Halbuki Etrüskler daha önce, medeniyeti kuran onlar. Bu şekilde Etrüskleri bir güzel kötüledikten, Etrüskler daha medeni olamaz dedikten sonra, bütün Etrüsk yazıtlarında geçen harfleri Yunan alfabesinden alınmadır deyip, Yunanca'ya ne benziyorsa onu koydular. Mesela bu A'ya benziyor, bu G'ye benziyor, bu şuna benziyor, bu buna benziyor diye Yunan harfleri koymuş Etrüsk harflerinin yerine, böyle kabul etmişler. Bu böyledir demişler. Deşifre etmek diye bir şey yok. Ben de buraya Türk alfabesini koyar kabul edersem, bütün Etrüskçe yazıtlarını Türkçe okurum. Ne güzel. Bunlar bütün Etrüskçe yazıtları artık çözüldü, bir problem yok diye bakıyorlar. Biz Etrüskçe'yi okuyoruz artık diyorlar. Okudukları şeyde tek bir anlamlı söz yok. İlim dünyasında bir şey var, ben bir şey bilmiyorum diye bakmıyorlar. Bilinen durum ne ise onu üniversitede okutmaya başlıyorlar. Etrüskler dili Yunan medeniyetinden almışlardır, aldıkları alfabe şudur diye hadiseye bakıyorlar. Bununla da sözleri yorumlamaya çalışıyorlar. Bazı benzer anlam ifade edenleri buluyorlar, bunların üzerinde duruyorlar ve bitiyor bu ders. Ne oluyor, sen Etrüskçe öğrenmiş oluyorsun. Şimdi tabi bu değil, bu, gülünç bir şey. Bu, dili çözmek değil. Bir dili çözmek her şeyden evvel onların yazdıkları yazıyı okumakla meydana çıkar. Metinden mânâlar çıkması gereklidir. Fakat bunlar senelerdir böyle devam ettiler. İşin içinden ilk defa ben çıktım. Benim okumam da şöyle: Bu en eski harflerin iki kaynağı var. Biri bütün Türk dünyasında dağlarda taşlarda yazılı yazılar. Bunlar Avrupa'da yok. Normal olarak mesela Germence'nin taşlar üzerine yazılmış bir yazısı yok. Bir İskandinav memleketlerinde 'ronik' yazılar var. Ama bunları da okuyabilmiş değiller. 'Ulucan Havzası', 'Tamgalı Sav', gibi bölgelerde bunlardan çok eski yazılar var. Şimdi buna göre ben bir defa Etrüskçe'yi çözerken Orta Asya'daki harflere uyan harfleri seçtim ve uyuyorsa bu aynısıdır diye okudum.

Page 6: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

Bunlar içinde benim canımı sıkan bir şey oldu. Şimdi ben bilhassa "A" harfi üzerinde durdum. Etrüsklerin "A" harfi gibi yazdıkları bu harf aslında Orta Asya'da yok. Fakat sonradan keşfettim ki bu gene varmış. Mangıstay'da ve Romanya'da var. Şurada burada var. Fakat ben bunu "A" diye okuyorum. İki sene uğraştım Etrüskçe ile bir tek söz okuyamıyorum. Yok, okuyamıyorsun. Sonunda vazgeçmek üzereyken bir şey çıktı. Romanya yazıtları, bakır tepsiler üzerine yazılmış yazıtlar. Bunun üzerinde biri kalemle oynamış. Oradaki harflerin üzerine başka harfler çizmiş, yazmış. 'A'nın üstüne 'T' yazmış. Bu 'A' denen şey 'T' olabilir diye düşündüm. Hemen çözüldü bütün Etrüskçe yazıları. Okumaya başladım hemen. İki sene, o tek söz okuyamadığım şeyden, bütün cümleler okundu. Yani benim hareket esasım, en eski tamgaları Etrüskçe'de bulmak, bunların karşılarına koymak olmuştur. Mesele yalnız bunları tespit etmek değil. Tespit ettiğin şeyleri okuduktan sonra mânâ çıkmalı. Bilhassa okuduğun şeylerin resimleri var. O resimde anlatılanlara uyması lazım. Mesela şimdi seferberlik diyor. 'Ey uyuşun', seferberlik demek. Ey halk diyor uyuşun, birbirinizle uyum gösterin, seferberlik demek bu. Artık seferberlikte ne yapacaksın? Çalışacaksın. Kadını çalışacak, erkeği asker olacak. Bu resme göre bu mânâ çıkıyor mu? Bu şekilde, zaten 'ey uyuşun'da da o mana var. Seferberlik diye okuyorum ben 'ey uyuşun'u. Sonra diyorum ki, okuduğum bu söz doğrudur, çünkü burada seferberliği gösteriyor. Sonra yalnız resim değil metin baştan sona kadar aynı konuyu anlatıyor mesela. Zıplama olmamalı. Konu dışına çıkmamalı. Çünkü adamlar aptal değil. Yani bir oradan bir buradan yazsın. Adamlar yazabiliyorsa niye ayrı ayrı yazsın. Bir matematik, bir fizik, bir edebiyat yazmaz aynı metinde. O şekilde yazıyı kontrol etmek gerekir. Mesela Orta Asya'daki yazılarda olan kavramlar aynen burada var. Aynı dini kavramlar burada var. Buna da dikkat edeceksin. Bu okuduğum kavramlar orada da var. Orada da kullanılmaktadır diye. Bu şekilde bir çalışma yapmak gerekiyor.

2023 Hocam akademisyenlerle çalışma şansınız oldu mu? Sizin okumalarınıza karşılık, onların görüşleri, tepkileri nasıl?

Kâzım Mirşan Şimdi efendim bu iş çok zor. Şunu demin de söyledim: bir şeyin ilim olabilmesi için üniversitede gelişmiş olması lâzım. Mesela siz doktora yapacaksınız, orada tutar Kazım Mirşan şöyle diyor, derseniz kimse sizi tutmaz. Ama falanca üniversiteden Alman profesörü filan adam derseniz, o zaman ciddiye alırlar. Çünkü üniversitede araştırmayla yapılan her şey doğrudur. Yani herkesin bir tuttuğu yol var. Şimdi normal olarak akademisyenlerin görevleri var ve vakitleri yok. Benim vaktim boş büyük çalışmalar yapabiliyorum. Benim talebem yok bilmem neyim yok. Tamamen bu işle uğraşıyorum, onlar uğraşamıyor.

Şimdi mesela buna misal olarak şeyi söyleyeyim. Bugün ilim dünyasında Sanskritçe diye Avrupalıların yükselttiği bir dil var. Nasıl onlara göre Avrupa'da her şeyin altında Yunanca varsa, doğuda da Sanskritçe vardır. Eğer sen bir Uygur yazısını okuyacaksan Sanskritçe ile izâh etmen gerekir. DTCF'de bir hanım doktora tezi hazırlamış Uygur yazıtları üstüne. Bu hanım benim çalışmalarımdan da haberdardı ve sık sık görüşürdük. Tabii ilim dünyasının kabul ettiği şeyleri yapmazsan doktor olamazsın. Yaptığı şey de hakikaten o zamana kadar yapılanların en iyisi. Fakat baktım tercümelerine hiçbirisinden bir mânâ çıkmıyor. Çünkü anlamsız. Sanki Uygurlar oturmuş anlamsız anlamsız sözleri yan yana yazmış. İlim dünyası bunu kabul ediyor. Güya Uygurlar Sanskritçe'den kötü tercüme etmişlerde onun için bir anlam çıkmıyormuş. Bu okumada bırakın metnin tamamını, bütün bir dört satırın bile mânâsı çıkmıyor. Ben bunu tenkit edeyim dedim. Oturdum tenkide başladım. Onu eleştiren bir kitapçık yazdım. 1990 yılında yazılmış olan eser "Üç Ütüksüzler" kitabıdır. Bu eserin en önemli tarafı Uygurca metnin satırlarında Çince yazıların olması. Uygurlar Çince'ye tercüme etmişler Uygurca bir metni. Onlara göre Çince'de Sanskritçe'ye dayanması lazım. İlla Sanskritçe'ye uyacak yoksa Çince de yanlış.

2023 Yani ilmî bir despotizm var diyorsunuz.

Kâzım Mirşan Evet bir ilmî despotizm var. Şimdi bunu kendisine sordum. Hanımefendi bunların bir tanesi Çince'ye tercüme. Her iki metinde de aynı şey anlatılıyor. Neden Sanskritçe'ye giriştin? Adamlar Çin'ce yazmışlar bunu tercüme et. Efendim bazı kaynaklar elimde yoktu falan dedi. Eğer Sanskritçe okunursa ne oluyor; mesela 'yol' sözü var Türkçe'de. Yol sözünü sen Sanskritçe'de bulursun, mânâsı var. Sanskritçe'de 'marga' diyorlar, patika demek. Halbuki yazıtlardaki yol sözü 'marga' demek değil. Şimdi Türkler yol sözünü şöyle kullanıyorlar: "Ben size bu yolu gelemedim, işlerim çıktı, gelecek yol gelirim." Ne demek bu? "Bu sefer gelemedim, gelecek sefer gelirim." Yol zaten seferden çıkıyor. Gitgel, gitgel. Gidip gelmek demek. Oradan yol anlamını da alıyor. Türkçe'de hâla kullanılır zaten, "gitgel yol oldu" denir. Şimdi buna 'sefer' desen bir mânâ çıkıyor o cümlede. 'Marga' dersen, 'patika' dersen çıkmıyor. O hanım şimdi mecbur tabii. Bu sanskritçe tabirleri kullanmış yazmış fakat hiçbir mânâ yok. Ama ben uğraştım ve yaptım. Muazzam bir eser çıktı ortaya. Büyük bir astrofizik eseri bu. Büyük bir bilgi isteyen, modern astrofizikle ancak bilebileceğimiz bilgiler mevcut. O çıktı ortaya. Sonra tarihçesi üzerinde durdum. O yazıtların tarihi için de 1600 bilmem ne dediler. Niye? Kenarda bir yazı var, ona dayanarak diyorlar. O tarih evrakı alıp kütüphanesine koymuş kişinin düştüğü nottan başka bir şey değil. Bu tarihi kabul ediyorlar. Halbuki bunlar çok eski yazıtlar kardeşim senin Budha'ndan önce yazılmış yazıtlar. Sen M.S 1600 dersen, bir kere o tarihlerde Türkler Müslümandı ve o yazıtlardan anlayanda yoktu. Ben o hanımı kötülemiyorum, tenkit ediyorum. O ilmi yoldan ilerlemiş ama o ilim doğru bir ilim değil.

2023 Eğer üniversitede olsaydınız belki siz de o kalıpların içinde sıkışıp, bu okumaları yapamayacaktınız. Öyle değil mi hocam? Bu açıdan özgür ve serbest çalışmak sizin için avantaj oldu diyebiliriz sanırım?

Kâzım Mirşan Elbette. Belki de işin bu tarafına eğilme fırsatımız hiç olmayacaktı. İnsan disiplinlerle çok şey biriktirir ve çok yol alır. Ama yeni keşifler çok da disiplinlerin işi değil.İşte ben Türklerin çok önceleri bir medeniyet kurduklarını ve Çinlilerden ileride oldukların biliyorum. Mesala Ankara yakınlarında Bursal diye bir köy var. Şimdi bir İsviçre'li olsa, ona, "gel seni helikopterimle İsviçre'ye götüreyim" desem ve helikopterime bindirip Bursal'da indirsem. "İşte geldik İsviçre'de bir köye" desem. Adam insanlara bakar, evlere bakar, "geldik İsviçre'ye" der yani. Oranın İsviçre olmadığını anlayamaz. Orada yaşanlar bu kadar beyaz tenli, mavi gözlü. Sonra tam Sibirya lehçesiyle konuşuyorlar, dağ yerine 'tav', nehir yerine 'öz' diyorlar.

Benim kanaatim biz Çin'e sonradan gelmişiz. O zamanlar bugünkü Çinliler iç kısımlarda yaşıyordu. Çin'in iç kısımlarındaki dağ halkıydılar. Fakat sahiller tamamen Türk Medeniyetinindi. Bugün hakiki Türk diye tanımladığımız kısım ise oraya Avrupa'dan gitmiş. En son bulgulara göre bu anlaşılıyor. Avrupa'dan gitmişler fakat orada çok eskiden yerleşmiş Türkler de var. Çinlileşmiş Türkler yani. Ama bugünkü Çinli ile o günkü Çinli aynı demek mümkün değil. Çünkü Çinli içerilerde, sahilde ise Vietnamlı gibi bilmem ne gibi bir takım halklar var o tarihte. Sahil kısımlarına daha çok medeni halk olarak Türkler yerleşmiş. Yani medeniyet denen şeyi Türkler kurmuş orada. Sonra Oğuzlarla gelip yerleşmişler. Sonradan biz çekmişiz gitmişiz. Niye? Çünkü Çin kuvvetlenmiş. Onlar yapışkan bir halk. Başa çıkamazsın o kadar halkla. Türkler terk etmişler, Moğolistan'ı gitmişler. Moğolistan Türk eserleri ile dolu ama tek bir Türk yok. Şimdi ne oluyor? Terk etmişiz kardeşim. Tam Türk vatanı iken bugün Moğollar yaşıyor orada. Moğollar Türk mü? Burada tabii bir problem çıkıyor. Çünkü sen oralarda yaşamış isen elbette Moğol'dan kız da aldın. Yani karıştın. Türkiye'deki insanlara baktığında bu karışımın izlerini görmek mümkün tabii. Mesela burada, Türkbükü'nde

Türk Takvimi'nde kullanılan ve gezegenleri

simgesel olarak gösteren resim

Page 7: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

ilginç örnekler var. Buradakilerin bâzıları zenci asıllı. Ama zenci gibi değil. Yani zencinin Türk'le karışımından, melezleşmiş, ama çok güzel bir ırk çıkmış orta yere. Şimdi bunlar zenci değil ama bunların tenleri siyahımsı, esmer, hemen anlıyorum ben onları. Yani demek istediğim, bunlarda elbette ki zenciyle karıştı. Bence bunlar Türk'tür, Türkçe konuşuyorlar çünkü. Eh sen Moğolistan'da yaşarsan, Moğollarla karışmaz mısın? Karışırsın, ondan sonra Türk olarak gelirsin Anadolu'ya kadar ve burada da çekik gözlü dolaşırsın. Bunlar senin Türk olmadığını göstermez. Her halk karışır.

2023 Dilini muhafaza ettiği sürece de karışımda bir sıkıntı yok diyorsunuz, istediği kadar karışsın.

Kâzım Mirşan Ben öyle diye düşünüyorum. Yani senin dilin Türkçe olsun da şeklin ne olursa olsun.

Bakın şurada bir takvim şekli var. Hepsi planetlere göre yapılmış. Şimdi bunları hakiki ebadıyla çizersen, ortada ufacık bir yer, dört tane daire. Ondan sonra bir açılıyor, on misli uzaklıkta başka daireler başlıyor. Onu doğru dürüst bir şekilde ebadıyla çizemiyorsun. Çizsen mesela şu küçüklerin üzerine resim bile yerleştiremezsin. Mümkün değil. Halbuki uzaylılar kurnaz. Avustralya'ya inmişler. Orda bir resim bırakmışlar. Kimberley'de. Hangi planetten geldiklerini yazıyorlar. Mars'tan gelmişler. Adamlar buradan geldiklerini tarif etmek için bütün güneş sisteminin şeklini çizmişler. Bu şekilde hepsini teker teker koyabiliyorsun yerine.

Şimdi efendim iki tane önemli yazı var. Biri Avustralya'da Kimberley mağaralarında. Bir İngiliz ressam buraya gitmiş. Orada gördüğü resimleri çizmiş ve onunla ilgili bir kitap neşretmiş. İşte onun resimlerinden biri. Üzerinde Etrüsk yazısı var... Avustralya'da.... Avustralya'ya biliyorsunuz 16 y.y. da gidildi. Hollandalılar gidip ayak bastıkları zaman vahşi bir kavimle karşılaştılar. Toplayıcı, mağara devrinde yaşayan, tarım falan bilmeyen bir kavim. Halbuki adamların yazısı var, mağaralarda. Şimdi onu "uydurmuş yapmışlar, anlamsız" diye değerlendiriyorlardı. O yapılan resimlerin 16 bin yıllık olduğu ortaya çıktı. Orada bir yazı var. İzah ediyor teker teker, nereden geldiklerini adım adım gösteriyor. Mars'tan geldiğini bir bir izah ediyor. Oklarla falan gösteriyor. Açık bir şekilde, anlaşılır bir şekilde gösteriyor. Yani bak şunu bile, güneş sistemini bile nasıl güzel bir şekilde çizebilmiş.

İkinci olarak, Amerika'da Panama'da bir kilisede bir taş bulunmuş. Taşın nereden geldiği belli değil. Fakat kilisede inşaat taşı olarak kullanmışlar. Orada da aynı tip yazılar var ve aynı şeyi izah ediyor. Şimdi kısaca bu yazıtlarda ne anlatılıyor size ifade edeyim. Hem yazıyla, hem resimlerle sarih bir şekilde anlatılıyor. Şimdi efendim, üç tane uzaylı kuyruklu yıldızlardan birine binmişler. Kuyruklu yıldız, güneşin etrafından dönüp geliyor. Bizim güneş sistemine girip Mars'a yaklaştıktan sonra, uzay gemisine yani Ufo'ya biniyorlar. Ufo'yla Dünya'ya geliyorlar... Yeryüzünde de bir yerli adam var... Yani yeryüzünün adamı... Bununla mutasyon yapıyorlar, düşünce imkanı sağlıyorlar. Ondan sonra gelenlerden birisi, belki onların kız çocuğudur, kalmış. Onu bırakmışlar burada o adamla beraber. İkisi tekrar yine güneşten dönüp geldiği gibi araçları ile kuyruklu yıldıza binip gitmişler. Uzaklaşmışlar.... Şimdi eğer böyle ise tabii, bu da böyle çok acayip bir şey. Yani o kadar güzel izah ediyorlar ki bunu, astrofizik kitabımda yazdım, hayret edersiniz. Bunu böyle anlamamak mümkün değil. Şimdi eğer bu böyle ise uzaylıların dili Türkçe. Yani şunu söylemek istiyorum aslında: Mısır medeniyeti ve Türklerin astrofizik alanındaki bilgilerini kabul etmek mümkün değil. Yani anlaşılması mümkün değil. Çünkü o çağlarda Türkler at üstünde tavşan peşinde koşup, tavşan yiyen adamlarken, sen tut bütün gezegenleri, bütün kanunları bil. Parity Kanunu'nda tut da bilmem nesine kadar. Bu acayip bir şey. Bu neyi kanıtlıyor? Uzaylıların geldiğini kanıtlıyor. Ya araçları bozuldu da indiler. Ya da insanları eğitmek için geldiler. Mars'ta hayat tükenmek üzere iken, oradaki nesli kurtarmak için geldiler. İlerde birileri gelecek bizi Venüs'e gönderecek belkide. Çünkü Venüs'te henüz hayat başlamadı. Fakat 5001000 yıl sonra bir adamın insanları buradan Venüs'e taşıması lazım. Çünkü dünyadaki hayatı tüketiyoruz. Ben böyle bir ihtimale sıcak bakıyorum. Çünkü başka türlü izahı mümkün değil. Yani bu kanunları nasıl bilirsin? Sonra Mısır piramitleri gibi eserler, sfenksler... Sonra 'Şölgentaş' diye bir kitabım var benim. Orada mağaralardaki resimleri koydum. Yahu bugün bile yapamaz bir ressam öyle güzel resimleri. Dağın içinde, mağarada, hangi yiğit varmış ki öyle resim yapsın. Yap bakalım haydi. Orada at resimleri, hayvan resimleri, var. Harika renklerde yapmış çıkmış adam. Yahu bunu basit taş devri insanı yapabilir mi? 16 bin yıl önce olduğu belli oldu. 16 bin yıl önce, buzul çağında sen otur resim yap. Biz taş devrinin insanı için ne diyoruz. İşte, ateşe tapan, alet kullanamayan insan diye bakıyoruz.

Avustralya'da Kimberley'deki

mağarada bulunan resim

Adam çok zeki fakat dilinde o kadar çok kelime yok. Ne yapıyor? Mevcut kelimeleri, mesela ev kelimesini tutuyor, sahip olma manasında da kullanıyor. Bir kelimenin manası dışında kullanılabilmesi medeni insanın işidir diyorum ben. Çünkü ev diye bildiğin şeyi, basit insan ev diye beller... Başka bir manada kullanamaz. Buna 'ben evim', 'bunun evi benim' demez. Sahibim, buna sahibim. Mesela 'şu bardak benim evim', 'ben bardağın eviyim' gibi bir cümle yapmaz. Bu adamlar yapıyor. Aynı kelimenin içine bir çok mânâyı dolduruyor. Yani ifade ediyor. Adamın kafası işliyor. 'Buna sahibim' nasıl desem diye düşünüyor? Mesela dilimizde "ses" sözü var. Düşünün ki bu söz yok. Ses yerine nasıl bir söz uydurabilirsin? Ne dersin ses yerine? "Onun sesini duydum" yerine ne derdin. "Senin sesin kulağıma geldi", "Radyonun sesini kıs". Sese ne dersin? Adamlar ses diye bir şeyi biliyorlar ama sözü yok. Bunun sözünü adam yapıyor. 'Dağçı' demiş, 'yankı' demiş. Ben "hey Ahmet" desem, oradan ses gelir, "hey Ahmet" diye ses gelir... 'Dağçı' demiş... Onu herkes biliyor orada yaşayan. Çünkü Ahmet'e bağırdıkları zaman zaten o ses çıkıyor. Onun için senin "Dağçı'nı duydum da öyle geldim" dese anlarsın ki 'dağçı' demek, ses demek.

2023 Bunlar çok ilginç noktalar hocam bize son olarak Türk tarihine yaklaşımınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Kâzım Mirşan Mesela Leo Moo Soy diye bir adamın yazısı var. Bu adam Çinli. Türklere ait bütün bilgileri vermiş. Çin kaynaklarına göre Türk tarihi. Bunu bizimkiler mesela 'kurt masalı' diye alıyor. Fakat kurt masalını nereden aldığını söylemiyor.

Page 8: Prototürk Tarihi Araştırmacısı Kâzım Mirşan

Adam kitap yazıyor, Türklerde kurt mukaddestir, bilmem ne diye. "Nereden söylüyorsun bunu?" desen, bu kaynağı hiç kimse bilmez. Şimdi bu kurt masalını Çinli'lerden almışız mesela. Hiç kimse bunun tercümesini vermez... Türk kültürüne leke gelir diye... Eğer kurt mukaddesse bunu Türkler bilir, Çinli mi bilecek? diye... Şerefine dokunuyor diye kaynak göstermez... Halbuki bu ilim değildir. Böyle ilim yapılmaz. Sen kendi kendine bir takım olaylar uydurup tarih yazmaya kalk, ki öyle yapıyorsun. Mesela ne diyorlar? 'Göktürk' diyorlar... Halbuki Göktürk diye bir halk yok. 'Göktürk' diye bir söz yok. Onu yanlış okuyorlar. Türkçe'de iki tane 'k' vardır: Birisi bildiğimiz 'k'dır, diğeri 'ök' diye okunur. Şimdi bu 'kök' olarak okunamaz. 'Kök' olamaz, çünkü ön tarafa 'ök' harfini yazmışlar, 'Kök' olsaydı diğerini koyardı.. Öyle yazmamış. Buraya başka bir harf koymuş... Bu ya 'ök'tür ya da 'ük'tür. Bu kelime Orhun yazıtlarında bir tek yerde geçiyor. Bunu 'köktürk' diye okuyorlar. Bu halbuki bu 'Öküktürk'tür... 'Ök' Rab demektir... Yani Rab Türk'ü diyor adam... "Ey Kore'den Hazar denizine kadar, dağınık halde, henüz devletini kurmadan ok resinde yaşayan, Öküktürk diyor... Rab Türk'ü yani, Rabli Türk diyor. Bir defa Türklerin daha devleti bile yok o zamanlarda... Okların idaresinde yaşıyor... 'Ey Müslüman Türk' diyoruz ya şimdi, onun gibi... Bir tek yerde geçiyor bu 'Öküktürk' sözü. Türk devleti, Göktürk devleti diye bir laf yok. Çinliler hiçbir zaman Göktürk diye bir söz söylememiş. Türk demiş o kadar. Farslarda da Araplarda da söylenmemiş. Bizimkiler tutturdular Göktürk diye. Yok kardeşim, böyle bir halk yok. Şimdi onu okuyamıyor tabii. İlk defa okuyan insanlara bir şey diyemezsiniz. Tutmuş ilk defa Thomson okumuş koca yazıtları. Çabalamış adam, hiç hata yapmaz diye bir şey yok. Ama senin önüne okunabilir şekilde bir eser koymuş. Tekrar kimse bakmamış. Tavas'ta bir sopa geçti elime. Dört tarafına yazı yazmışlar. Malof bunu okumuş. Bazı sözler tutuyor ama bazı tutmayan sözler de var. Okuyor, okuyor bir şeyler diyor. "Dağa tırmanırken etraf yığ, aşağıda yol, hava güzel" bilmem ne... Hüseyin Namık Malof'un tercümesini koymuş kitabına. Ondan sonra diyor ki: "Benim bildiğim adam bir sopanın dört tarafına yazı yazmışsa bu bir mektuptur... Sen sanki hava durumu raporu yazılmış gibi okuyorsun" diyor. Şimdi Malof'un kendi cevabı var. Kendi kitabından okudum: "Türk âlimi Hüseyin Namık Orhun bey böyle böyle demiş. Evet, ben de öyle düşünüyorum, o bir mektuptur ama ben bu kadarını yaptım" diyor. "Yapan varsa buyursun. Benim elimden bu kadarı geldi" diyor. Yahu doğru. Adam hiç değilse birkaç kelimeyi okumuş bu bile bir kârdır. Bir defa bu Türkçe mi? Çince mi? Belli ki bu Türkçe'dir. Türkçe kelimeleri okumuş. Fakat bu, çok eski olduğu için Maluf okuyamaz. Çünkü o dil, Türkçe'nin çok eski bir şekli... O zamanlar Türkler Avrupalı gibi bir dil kullanıyordu. Filiktive dil, fleksiyon yapan dil.... Türklerin böyle Avrupalı gibi konuştukları zamanlar olmuştur diye, o hiç tahmin edemez. Onlar için böyle bir şey yok. Onların teorisine göre, Türkler bugün nasıl konuşuyorsa, o gün de öyle konuşuyorlardı. Halbuki bu çok eski. Maluf o zamanın bilgisine göre elinden geleni yapmış. Zaten adam söylüyor... İstersen sen oku diyor... Hüseyin Namık okuyabilmiş mi onu? Okuyamamış. Eline bir metin geçmiş ise onu tekrar tekrar okuyacaksın... Değerlendireceksin... Bilhassa neşredeceksin. Neşir de çok önemli. Maluf onu kitabına koymuş, neşretmiş, bütün dünyaya da yayılmış. Bilgisi olmuş herkesin bundan. Az şey değil gayet tabii. Onun için böyle insanları kötülemekle de bir şey olmaz. Fakat bu yanlış tarih tespitleri bizi o kadar rezil etti ki. Radloff ile Danimarkalı'nın yanlış tarih tespitleri, Türkleri vahşi, yağmacı, çapulcu olarak tanıttı. Bunu ben elimden geldiği şekilde tenkit ediyorum artık. Üniversiteden gidilemez onlara. Benim işte öyle bir serbestim var. Ben korkmadan adamlara tenkit yapıyorum. Ama bu adamları küçük düşürmekte istemem tabii... Bu adamlar, hizmet etmiş adamlar. Radloff'ta hizmet etmiş.... Ama hatalarını da ortaya koymak istiyorum. Çünkü tercümelerinden hiçbir şey anlaşılmıyor kardeşim... Şiir midir, hikâye midir, tarih midir?.. Ne diyor orada kardeşim?... Hiçbir şey yok... Ben bunu tenkit etmek zorundayım...

2023 Peki hocam, sohbet için çok teşekkür ediyoruz...