Poyraz Edebiyat Sayı 19

24
Sivas Postası Gazetesinin Ücretsiz Hizmetidir Mustafa Orman İlkay Coşkun Bilal Tırnakçı Fatih Akça Tuba Palabıyık Yavuz M.Uçan Faik Öcal Hatice Çay Nuray Alper Güvenç Ulukanlıgil Caner Kutlu Nihan Işıker Furuğ Ferruhzad Mehmet Türkmen Abdulkadir Akdemir Seçkin Gündüz Gülay Güzel Aziz Şeker Yusuf Bal Lütfi Demir Eyüp Şahan Şükrü Aktaş Hüseyin Peker Mustafa Orman herkes kapına konmaz, diyor madam Marcel ancak bir pencere pervazına tutunan yaralı kuş ve gözyaşlarını bedeniyle sarkıtıp avuçlarına yüzü kayıp kıtaya dönen bir azize, bir azize iyileşmek için gelir madamın ince kalkık kaşına değen boya bir puta benzer intihar bakmasıdır, kirpikleri urgan Filistin askılığı olsa gerek boynundaki gerdan gerdan'ın düştüğü yer erkek tasması nereye giderse gitsin, götürür kendisiyle seni yargılayandır seni seven, diyor madam cellat değil midir ipine sadık kalan başlangıçta ve sonda hepimiz yine sessizliğin alkoliği ortası yüzemediğimiz deniz dirilerimizle aramız hep açık ve ölülerimiz muska gibi boynumuzda bir kuş uçarsa, yüreğinden uçar madamın aklı tabip değildir kuşun vahşeti derindir bir zeytin dalına konanın herkes bir yerde omuz omuzadır kimi meyhanede, kimi camide, kimi savaşta… hepsinde birdir aczi-yet aşk yontulursa ölür, diyor madam ama yine de herkes kendi yarattığının dibindedir Madam Marcel'in Düştüğü Gün

description

Poyraz Edebiyat Sayı 19 da Mustafa Orman,İlkay Coşkun,Bilal Tırnakçı,Fatih Akça,Tuba Palabıyık Yavuz,M.Uçan,Faik Öcal,Hatice Çay,Nuray Alper,Güvenç Ulukanlıgil,Caner Kutlu,Nihan Işıker,Furuğ Ferruhzad,Mehmet Türkmen,Abdulkadir Akdemir,Seçkin Gündüz,Gülay Güzel,Aziz Şeker,Yusuf Bal,Lütfi Demir,Eyüp Şahan,Şükrü Aktaş,Hüseyin Peker

Transcript of Poyraz Edebiyat Sayı 19

Page 1: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sivas Postası Gazetesinin Ücretsiz Hizmetidir

Mustafa Ormanİlkay CoşkunBilal TırnakçıFatih AkçaTuba Palabıyık YavuzM.Uçan Faik ÖcalHatice ÇayNuray Alper Güvenç UlukanlıgilCaner KutluNihan IşıkerFuruğ Ferruhzad Mehmet TürkmenAbdulkadir AkdemirSeçkin GündüzGülay GüzelAziz ŞekerYusuf BalLütfi DemirEyüp ŞahanŞükrü AktaşHüseyin Peker

Mustafa Orman

herkes kapına konmaz, diyor madam Marcelancak bir pencere pervazına tutunan yaralı kuşve gözyaşlarını bedeniyle sarkıtıp avuçlarınayüzü kayıp kıtaya dönenbir azize, bir azizeiyileşmek için gelir

madamın ince kalkık kaşına değen boya bir puta benzer intihar bakmasıdır, kirpikleri urgan Filistin askılığı olsa gerek boynundaki gerdangerdan'ın düştüğü yer erkek tasmasınereye giderse gitsin, götürür kendisiyle

seni yargılayandır seni seven, diyor madam cellat değil midir ipine sadık kalanbaşlangıçta ve sonda hepimiz yine sessizliğin alkoliğiortası yüzemediğimiz denizdirilerimizle aramız hep açıkve ölülerimiz muska gibi boynumuzda

bir kuş uçarsa, yüreğinden uçar madamınaklı tabip değildir kuşunvahşeti derindir bir zeytin dalına konanınherkes bir yerde omuz omuzadırkimi meyhanede, kimi camide, kimi savaşta…hepsinde birdir aczi-yet

aşk yontulursa ölür, diyor madamama yine de herkes kendi yarattığının dibindedir

Madam Marcel'in Düştüğü Gün

Page 2: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 2

EDİTÖRDENPoyraz Edebiyat Sanat Kültür DergisiSivas Postası Gazetesinin Ücretsiz Hizmetidir

SahibiSivas Postası Gazetesi Adına

Murat KALENDER

EditörYusuf BAL

Yayın Kuruluİlkay COŞKUNOrhan KARAHANOsman ÇELİK Aziz ŞEKER

TasarımZirve Yayıncılık

BaskıZirve MatbaacılıkAta San. Taştanlar Sit. No:51 SİVAS

Yazışma- İletişim [email protected] 689 60 67

Ücretsiz E-dergi Aboneliği veYazı Gönderi Adresi

[email protected]

Aylık olarak yayınlanır. Kaynak göstererek alıntı yapılabilir. Dergide yayınlanan eserlere telif ücreti ödenmez.

Yazısı yayınlanan yazarlarımıza ücretsiz gönderilir.

Yazıların sorumluluğu yazarın kendisine aittir.

Sivas Postası Gazetesi Abonelik0346-2251650www.sivaspostasi.com

Dünyanın ve güzel ülkemizin yaşadığı şu zor günlerde bir şeyler yazmak, sanattan söz etmek ve hatta akıp giden yaşamdan konuşmak ne kadar da zor!

Dünyanın birçok bölgesinde savaşlar, iç çatışmalar, terör sürerken alabildiğine bir yoksulluk sarmalı da dünya halklarını âdeta yaşama küstürüyor…

Ülkemizde her ay gencecik fidanlar, vatan sevgisiyle kavrulurken yürekleri, toprağa düşmekte, şehit olmaktalar. Anadolu coğrafyasının insanları acılarını gözyaşlarına gizleyip, yıllardır süren bu teröre lânet okumaktalar...

Öte yandan umarız Arap Baharı, bir Arap Kışına doğru gitmez. Emperyalizmin birçok Arap ülkelerindeki diktatörlüklerle (bir kaçı hariç) hiçbir sıkıntısı yoktu. Onlara göre dünyayı saran iktisadi koşullar değişince diktatörlüklerin rengi de değişmek zorunda kalıyor. 1974 yılında Kıbrıs müdahalesi sonrasında “dost!” abd ve avrupalı kardeşlerimiz Türkiye'ye ambargo uygularken, müdahale sürecinde bize petrol veren ve silâh hibe eden bir liderin ölümü ve ölüm şekli kâğıda ve ekranlara yansıdı.

Tarih boyunca mazlum milletleri korumak için gözünü budaktan sakınmayan bir millet için, Fransa gibi bazı ülkelerin meclislerinde Ermeni Yasa Tasarıları çıkarılıyor. “Türkler Ermenileri öldürmediler diyenler cezaya çarptırılacak.” Ne kadar komik.

Misilleme olarak Fransız Yasa Tasarısı çıkaralım diyeceğim ama fikir hürriyetine aykırı olur. Bizde birisi çıkıp “Fransızlar Libya'da soykırım yapmadı, Çanakkale'nin yanına bile uğramadı, Urfa'yı, Maraş'ı işgal etmedi, Afrika'da ki katliamlarda rol almadı ” deme özgürlüğüne sahip.

23 Ekimde meydana gelen Van'daki doğal afet nedeni ile çadırlarda yaşamakta olan yurttaşlarımızın koşulları kışla birlikte daha da ağırlaştı. Van'ın yaralarının bir an önce sarılmasını temenni ediyoruz.

Dostça duygularımızla, iyi okumalar diliyoruz.

*

19. Sayımızda

Sf 1; Mustafa Orman, Madam Marcel'in Düştüğü Gün (Şiir)Sf 2; Tam olarak burasıSf 3; İlkay Coşkun, OtoRay(Şiir)Sf 4; Bilal Tırnakçı, Arama Beni(Şiir)

Fatih Akça; Annesel (Şiir)Sf 5; Tuba Palabıyık Yavuz, Ihlamur (Öykü)Sf 6; M.Uçan, Fail ile Meçhul (Öykü)

Sf 8; Faik Öcal, Bozkırda Gün Batımı (Deneme)Sf 10; Hatice Çay, Hazan Rüzgârı (Şiir)

Nuray Alper, Yâr Tufanı(Şiir)Sf 11; Güvenç Ulukanlıgil, Dört Başı Mâ'mûr Bir Hüzün Sf 12; Caner Kutlu, Menzil (Deneme)Sf 16; Nihan Işıker, Ölü Sümbüller (Furuğ Ferruhzad'dan çeviri)

Sf 17; Mehmet Türkmen,Tutaste (Şiir)Abdulkadir Akdemir, Taşra Sükûneti

Sf 18; Seçkin Gündüz, 46. Çeşit (Kendiniz bakın)Seçkin Gündüz, Çiçekler (Şiir)

Sf 19; Gülay Güzel, Uzat Saçlarını Rapunzel (Öykü)Sf 20; Aziz Seker, Anadolu Halklarının Yaşadığı Trajedilerin ve Travmaların Yazarı Olarak Yasar Kemal (İnceleme)Sf 21; Yusuf Bal, Sessiz Deprem (Şiir)

Lütfi Demir, Çivilenen Heceler (Şiir)Sf 22; Eyüp Sahan, Dağların Yamacı Yeşerdi Yine (Şiir)

Şükrü Aktaş, Kelepir Hayaller (Şiir)Arka Kapak; Hüseyin Peker, Devler Kaldırımı (Şiir)

Page 3: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 3

ray gıcırtısı sesleriyle uğul uğul parıldayan fosfor geçti gözlerimden

gar tavanından aşağıya süzülüyorum direk araları kaç metre, kaç adım

kapıdan gidip gelen, salondaki insanlar kaç onlarca kez usanmadan saydığım

umut dolu bakışlarımda gözlerime yansıyan baktığım kızlar hep tedirgindi

istasyon binasında salına salına önüme geçti yine bir kuğu sürüsü

bir derdime bin derman ekleyip gide gele gide gele…

musiki mırıldanmaların çınlardı kulaklarımda adını şarkı sonlarına ulardım

hep iç çekerdim uzayan yollarına hep bizim şarkımızı çalardı batınlarda

yolda görsem bekçi sanırdım biletçiyi göbekli, pos bıyıklı şoförler vardı

kulaklarım, anons konuşmalarında kalırdı donuktu göz bebeklerimiz yorgunluktan

ben olurdum yollarına çıktığım eli nasırlı baba hep ben olurdum nedense

el sallamak gelirdi içimden her yabancıya gide gele gide gele…

acımtırak kahve ile birde parasızlıktan çorba içerdim

kendimi seyrederdim saat saat adeta pahalıydı gece, en kıymetli uyuklamalarımda

üzerine giydirilmiş zırh ve beden gibi beynime kazınan çizik çizik post modern asfalt

pak olana dek sürerdi üzerime camlarında yıkanırdı, sabun sabun yüreğim

taşısaydın geceni gündüzüme ıslağım nede olsa, suyumu gölüne ulaştır

kollarımı doldursaydım beline ahh ne olurdu, birde sensizliğinle üşümeseydim

yağmur ertesi gibi doğsaydın sıcaklığınla gide gele gide gele…

uzayan tren yalnızlığıma gebe bir cam kenarında, bir koridorda bağladım ellerimi

kondüktör gelseydi hatırımı sorsaydı vip müşterisi değilim ki maksimum olsun hizmetim

yaklaştığım şehir manzarasına taşısaydı ve özgürüm işte, yüreğime açılan hovardalık gibi

yürü be geldin işte ayaklarım büyüyen adımlarım kadar doluyor gözbebeğim

yeni adım(lar), yine aşk, yine bereketliyim gide gele gide gele…

dehlizleri geçe geçe yol aldığım sır dolu yalnızlık senfonisi işte

yürek kıpırtılarının sıcaklığında trafik levhalarından dökülüp

kalan son siyahımı da beyaza çevirip yollarına süpürge yapacağım saçlarımı

sen olup ta doğacağım yeni güne merhaba deyip bir umuduma binlerce fedai yollayıp

ahh belim yine tutundu ağrılarım sana bakışlarım simetri bin kilometrenin sonunda

valizlerim yalpalanıyor, döke döke yarınıma gide gele gide gele

İlkay Coşkun

Page 4: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 4

santimetre başına koyduğum soyulmuş portakallarhayır hesaplamaların hepsi yalanistatistiği yoktur aşkın ve ayrılıklar kadar varızyüzümü bulamıyorum artık annekayıp bir kuş var çekmecelerimdebiliyorum yine ortalık bir yere çıkardım çorabımı vehayal kırıklıkları mı

açlık diye bir oyun yok anne sevmek gibi bir oyuncak dabütün denizlerden korkuyorum bunu unutmabütün gemilerden en çok kırmızı renklilerdentılsımını yitirmiş bir duan var bendegel ve öldür beni avuçlarımda saçlarımoyuncaklarımın kulaklarını çek anne

yorgun bir sabahı en iyi sen seversinen çok sana bulutlar gücenir ve biraz dasaatleri geri almayı unuttuğunda babambir mevsim nasıl anne olur kadınlarbir beşik nasıl ninni çağırır hasır üstündeanlat anne beşiği olmayan yüzyıllaracoğrafyalara, parklara

ben o sesler kadar bir çocuğumecinniler nasıl ham yapar yaramaz meleklerisen bir şarkı mırıldan ben tahtadan bir at çözeyimben en çok senin kucağına düşmeyi sevdim…bak etim sıyrıldı beni biraz fazla öp anne

bu sessizlik ve karanlık ve kibrit çöplerimerhemler, muskalar, tavanı akan evler,otlu gözleme, bir çay bardağına sımsıkı sarılansigara…

bu annemin elleri bu kuşlar bu rüzgarbu denizi olmayan hüzünlerbu füzeler ve ölen çocuklarsandıklar, kapılar, yalnızlıklarkoynumda bir çiçek daha var annebir çiçek daha ansızın kurşunlanınca solar

santimetre başına koyduğum portakallar

çıkar gelirsin yüzün darmadağınellerin kar topu, gözlerin bulut,bakışların umutsuzca arar beni,haritadaki deniz kenarındayım oysa ben,faranjitli martıların gözlerimden öptüğü yerdeellerimde kor ateşler,denize yanık türküler söylüyorum

Fatih Akça

Bilal Tırnakçı

Annesel

Arama Beni

Page 5: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 5

Her zamanki ağır adımlarımın aksine bu defa birbirini hızla takip eden bacaklarım kuaförün kapısına gelince durdu. Durmanın sarsıntısı bedenimi kapıya iyice yaklaştırdı. Derin bir nefes aldım. Bu kapı benim soluk alma yerimdi. Kapıdan evvel ne kadar hızlı da olsam, ya da ne kadar ağır da yanaşsam buranın hızı belliydi: sıfır. Burada durur nefes alır, içeriye azıcık kulak kabartır öyle kapıyı açardım.

Sağ elimdeki askıya baktım. İçinde dört çay birde ıhlamur vardı. Alışılmış kış bitkisi ıhlamuru, o yazında içerdi. Onun ıhlamur sevdiğini öğrendiğimden beri midemi bulandıran bu kokuyu içime çekmekten zevk alır olmuştum. Ihlamur kokusu adeta onu çağrıştıran bir parfüm gibiydi. İçeriden kulağıma değen uğultulu kadın seslerinin içinde onun sesini duymaya çalıştım. Bekledim. Sayısını sayamadığım kadar nefes alıp verdim. Elimdeki askı sıcaktan terleyen avuç içimde iyice ağırlaşmıştı. Askıyı sol elime aldım, terli elimi pantolonuma sildim ve tekrar askıyı sağ elimle tutup hafifçe demir kapıyı araladım. İçeride ayna karşısında üç kadın oturuyordu birinin başında o vardı. Kot giyinmişti her zamanki gibi. O kadar aynıydı ki her gün, hiç şaşırtmamıştı beni daha öncede. Hep ıhlamur içer, hiç gülmez, kot giyer ve gerekmedikçe konuşmazdı müşterileriyle ve benimle.

Bir defasında hava çok soğuktu gene o ince sesini megafondan işittim:

-Kuaföre bir ıhlamur, iki çay.Onun sesini işittiğim gibi yerimden kalıp

ıhlamuru ve çayları hazırlamıştım. Ama acele etmek de istemiyordum. Çayları götüreceğim ve her zamanki gibi sadece tonu değişmeyen bir “saol” diyecek ve ben gene o yeşil demir kapıyı kapatmadan çıkarken arkamdan

“-Kapıyı kapat! Diyecek kalfa kız ve yavaşça geriye dönmeden elimi arkama uzatıp çekeceğim onunla arama kapıyı.

Engel olunmuyor saate, dakikaya. Burnumdan ıhlamur kokusu içime işlerken adımlarımın hızı iyice yavaşlamış, beynimse aksine hızla o hayalden o hayale koşuyordu. Çaylar ve ıhlamur soğumuştu. Onun ıhlamuru …

Kapıyı açtım. İçeri çok soğuktu kaloriferleri bozulmuş galiba, konuşuyordu. Ihlamuru ona uzattım ve beklentisizce çayları da kalfa kızlara vermek için sağa döndüğümde sesi geldi omzumdan kulağıma kadar işleyen:

-“Buz gibi bu, yenisini getir, al bunu” dedi.Bana saol dışında kullandığı ilk sözdü. Ne

demişti, neden demişti umurumda değildi, demişti ya işte. Söz çıkmıştı ya o dudağından bana doğru. Minik gözleri bana daha uzun bakmıştı ya. Ne diyeceğimi bilemeden kaptığım gibi ıhlamuru koştum ocağa. Hemen yenileyip hızla o yeşil kapının önüne geldim. Bu kapı, bu yeşil kapı, üstünde koca dudaklı sarışın, saçları dağınık kadın fotoğrafı asılı bu vicdandan yoksun kapı… Aramızdaki tek durak bu kapı. Ne zaman ona koşmak

istesem beni yavaşlatan bu yeşil kapı… Gene durdurmuştu. Ne kadar oyaladı beni. Gene anlamadan ve düşünmeden açtım ve hemen uzattım askıyı önüne. Ellerine baktım. Soğuktan kıpkırmızı olmuş ve hala üşüdüğü belli olan elleri… Hemen bir yudum içti ve :

-Saol, bak bu iyi işte demişti ve ilk defa soğuktan yumulan o yeşil gözlerinde tebessümü görmüştüm. Bütün kış o tebessümle ısındım. Geceleri o tebessüme sarıldım. Aylara da söz geçmiyordu saatler gibi. Kış bitmiş güneş “ben buradayım “ demişti. Güneşin sesi iyiden iyiye çalınmıştı terli bedenlere. Ve şimdi nemini duyduğum güneşin sadece sarısını görüyordum. Onun teni gibi, saçı gibi…

-Ooo, hala çay gelecek diye bekliyoruz, beyimiz kapıda hayal aleminde. Hopp sana diyorum çaycı !

Bu kalfa kızın sesiydi. Onun sesi dışındaki sesleri hemen unuturdum, yüzünü görmesem çıkaramazdım kime ait olduğunu. Kız kapıyı açmış ve göz göze gelmiştik. Cevap vermedim, zaten ben beceremezdim cevap vermeyi. Biri soru sordu mu suskunluğum daha da katlanırdı.

İçeri girdim her zamanki gibi kotu vardı gene ve yumuk gözler iy le d ışar ıy ı seyrediyordu. Gözlerinde farklılık sezdim. O yumuk gözleri ilk defa nemliydi. Yanağındaki gözyaşı tuzunu damağımda hissettim. Askıyı uzattım ıhlamuru aldı bana bakmıyordu ama ben onu görüyordum. Gözündeki hüznü kalbindeki karartıyı görüyordum. Dondum öylece. Kımıldayamadım. Omuzlarıma çöken ağırlık ayaklarıma da zulmediyordu. Çivilendim yanağındaki yaşlara… kaldım. Girdim gözündeki beyaz noktadan içer iye. Yutkundum. Nefes almaya çabaladım ve dudaklarım mani olamadığım hızla açıldı:

-Neden ağlıyorsun? Döndü. Elindeki parçalanmış mendille

burnunu silmeye çabalayarak baktı. Sustu. -Neden ağlıyorsun?Baktı gözlerime. Donuk, ifadesiz yüzü

sarıydı gene. Hastalık gibi, ölü gibi, solan gül gibi sapsarıydı. Baktı. Elini omzuma uzattı. Sım sıcak avucunu omzumda hissetmişken:

-Gidiyorum dedi.Sur sesiydi kulağıma değen. Kıyameti

ilân eden meleğin sesi. Ölüme çağıran azrailin sesi ya da cesede dokunan imamın sesiydi.

Gidiyor, gidiyor, yok, ıhlamur ! Dizine göz yaşlarımın aktığını hissettim. Kotunu ıslatan yaşlı gözüm değmesin bir daha o minik yeşil çukurlarına. Bir daha görkemli gözlerim sarı tenini. Kapandığım dizinden hıçkırarak kalktım ve ilk kaldırıma düşüp:

- Ihlamur ! ıhlamurum yok !

u rmI ah l

Tuba Palabıyık Yavuz

Page 6: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 6

M.Uçan

Fail ile Meçhul

Kent… Gece… Karanlık… Bütün kentler geceleri

karanlık. Avların avcılarını, avcıların avlarını avladıkları

karanlık. Herkes kendi karanlığında yaşıyordu. Yaşıyorsa

sorun yoktu. Ama herhangi bir zaman herhangi biri,

herhangi birinin karanlığında yaşamaya başlarsa, o

zaman karanlıklar karışacaktı. Tıpkı şimdiki gibi.

Karanlıklar karış(ık)tı.

Yıldızsız bir geceydi. Kimi geceler yıldızsızdı.

Karanlık her şeyin üstünü bastırmış, örtmüş, gömmüş,

saklamış. Kendinden başka hiçbir şey elle tutulur gözle

görülür! değil. Her şey karanlığın bastırmasıyla asılı

kalmış. Gündüzün en doğal hali.(değil miydi gece?)

Sokakta çıt yok. Sokaklarda çıt yok. Ta ki birazdan durup

dururken, hiçbir neden yokken, birden bire kuduracak

olan rüzgâra dek. Sokaklar terk edilmiş eski zaman

harabeleri gibi. Zamansız, hareketsiz, kokusuz, renksiz…

Her şey bir mezarın ıssızlığını düşündürüyor insana.

İnsana ürperti veren bir hiçlik anını. Zamanın hükmü

yok. Ölü saatler. Uyku zamanı. Herkesin uykuda biraz ölü

olduğu zamanlar.

Geceydi. Kapkara… Bütün geceler gibi kapkara.

Karanlıktı. Fail ile Meçhul'lerin kol gezdiği bir karanlıktı.

Fail ile Meçhul'lerin avlarının üstüne karabasan gibi

çökmesine yardım ve yataklık eden bir karanlıktı. Rüzgâr

çıkmıştı. Siyah saçlarını karıştırıyordu gecenin. En çok da

ıssız sokaklarda. Nereden çıkmıştı bu rüzgâr? Adam bir

yerlerden geliyordu. Bir yerlere gidiyordu. Yürüyüşüne

bakılırsa yorgundu. Ayaklarını zor kaldırıyordu. Sokağın

başına gelince durdu. Kısa bir an düşündü. Ölüme bu

kadar yaklaşmış birinin ne düşündüğünü kim bilebilirdi?

Sokağa saptı. Sokak; ıssız… Giz/il… Adam ölüme saptı.

Adam yolunda giderken birden ölüme saptı. Adam ölüme

erken varabilmek için sokağa saptı. Çünkü sokaklarda

ölüm vardı. Çünkü en çok ölüm sokaklarda vardı. Adam

ölüme erken vardı.

Gece on iki buçuk sularıydı. Gecenin yarısıydı.

Adam sokağa gireli dört adım atmıştı. Beşinci adımın

hazırlığındaydı. Vuruldu. Ansızın vuruldu. Birden bire…

Ensesinden vuruldu. Boynundan açılan oluktan

eczanenin camına bir avuç kanı sıçradı. Gecede vuruldu.

Gece de vuruldu. Gecede bir adam vuruldu. Adam da

gece de vuruldu. Yüzükoyun yerde yatıyordu. Az önce

vuruldu. Ölmemişti. Ceset olacak bedeni daha sıcaktı.

Camda ünlem işareti şeklinde kuruyacak kanı daha

sıcaktı. Adamın kanı durmadan aktı. Üstündekilerine

bakılırsa yoksuldu. Bütün yoksullar gibi... Ayakkabısının

altı yarık. Enlemesine uzun bir yarık. Üstü

başı toz. Çantası ileriye fırlamıştı. Kanı

pıhtılaşıyordu. Pıhtılaşan kan geceye ne

kadar(da) benziyordu?

Gece on iki buçuk sularında bir

otomobil yaklaştı sokağın başına. Adamın

yanına. Fail ile Meçhul'e tanıdığının,

tanımadığının izini sürmenin o zehirli keyfini

çoğaltıp duruyordu karanlık. Otomobilin

kapısı yavaşça tıkırdadı. Meçhul, Fail'e “acele

et!” dedi. Adam kulağına gelen tıkırtıya

dönüp bakmadı. Ölümü kulak arkasına attı.

Fail'in elindeki soğuk metalin dolu karnı

sancılanıp duruyordu. İki adım attı tilki

sessizliğiyle. Gez, göz, arpacık ahengi

tamamdı. Gerek yoktu üçüncü adıma.

Ayaklarını dengeledi. İşaret parmağıyla

küçük çıkıntıyı geriye çekti. Silah geceye

kustu. Adam kanını gecey(l)e kustu. Vurdu.

Vuruldu. Meçhul “tamam mı?” derken Fail

silahı koltuğun altına soktu.“Ensesine,

şahdamarına, ateş ettim” dedi. Fail ile Meçhul

renault marka beyaz bir otomobille karanlığa

doğru yol aldılar. Olay yerinden buhar olup

uçtular sanki. Yaralı olan gece bütün bunlara

şahitti. Fail ile Meçhul ölümden mi

kaçıyorlardı, ölüm mü onlardan kaçıyordu?

Fail arkasına yaslandı. Yaktığı sigaradan derin

bir nefes çekti. “Bir aksilik çıkmazsa saat

ikiye kalmaz öbür işi de bitiririz.” dedi. Meçhul

başını salladı. Eğer işlerini erken bitirirlerse

gidip uyuyacaklardı. Gecenin yarısıydı.

Karanlığa üç el ateş edildi. Yankısı ilkin

sokaklarda büyüdü. Duvarlara çarpınca

büyüdü. DUVARLARA ÇARPINCA BÜYÜDÜ.

BÜYÜYEN YANKISI KARŞI Kİ DAĞLARDA

küçüldü. Yok oldu. Gecenin avazı yok oldu.

Fail ile Meçhul yok oldu. Adam hayat(ıy)la fit

oldu. Çağrışımlar…

Bir adam daha peydahland ı

karanlıktan. Yazardı. Neyi görse yazardı.

Geceleri yaşardı. Gece adamıydı. Bütün

geceler onun adamıydı. Nereden geliyordu?

Karanlık bir yerden. Karşıki sokağı

aydınlat(amay)an sokak lambasının altından

geçip tekrar karanlığa gidecekti. Silah sesine

Page 7: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 7

Annesi sözcükleri ağzında geveledi. Kızı anlamadı. Kadın

da anlamadı. Kız elinin üstüyle burnunun ucunu tatlı tatlı

kaşırken soruyu değiştirdi! Bu kez de babasını annesine

sordu. Kadın bu kadar kolay zor soruları cevaplamakta

hayli güçlük çekti. “Babam gelince beni uyandır” dedi kız.

Gitti. Uyudu. Melekleri andırıyordu.

Kadın ikinci sınıf bir aşk filmi izliyordu

televizyonda. Sıradan… Adamla tanıştığı, konuştuğu,

kaçamak(lar) yaptığı, hediyeler aldığı, hediyeler verdiği

zamanlar… bir sağanak gibi boşalıyordu gözlerinin

önüne. Zaman ne kadar erken geçmişti. Bütün zamanlar

gibi… Filmdeki erkek ve kadın tam sevişmeye

hazırlanırken, erkekle kadın tam sevişecekken, erkek ve

kadın henüz sevişmeden film reklâma girdi. En can alıcı

yerinde… Kadın öfkeyle yerinden kalktı. Nerede kalmıştı

bu?“ En geç on ikide dönerim” demişti. Perdeyi araladı.

Yüzünü soğuk cama dayayıp adamın yolunu gözlemeye

başladı. Adam yüzükoyun yatıyordu. Gök gürledi.

Yağmur kurşunu geceyi delik deşik etti. Adamın

yüzünden kanı yıkadı. Adamın kanı yüzünde yıkandı.

Adamın yüzü kanıyla yıkandı. Biriken kanlı su, bir yolunu

bulup az ilerdeki çamurlu gölete boşaldı.

Yazar kapıyı açıp eve girdi. Açık bırakılan radyoda

rast makamında bir şarkı çalıyordu. Elindeki çantayı

koltuğun üstüne bırakıp, açık duran yatağının kollarına

attı kendisini yüzükoyun. Adam yerde yüzükoyun.

Devrilmiş. Yana yatmış. Hayli çırpınmış. Kalktı. Bir sigara

yakıp koltuğa oturdu. Yanındaki çantayı açtı. Pantolon,

kazak, ses kayıt cihazı, kamera, fotoğraf makinesi,

defter, kalem, çakmak, sigarayı tek tek çıkardı. Bir

röportajdan geliyor olmalıydı. Durdu. Uzanıp kendi

çantasından kalem ve kâğıt çıkardı. Sigarasından bir

nefes çekti. Dumanı her zamankinden daha uzun süre

içinde tuttu. Rast makamındaki şarkı yerini hüzzam

makamındaki bir şarkıya bıraktı. Yazmaya başladı.“O

gece, bütün gecelerden daha karanlıktı. Uğursuz bir

rüzgâr dört bir yandan esip duruyordu. Karanlıktan

çıkacaktım ki karanlığa üç el ateş edildi. Beyaz bir

otomobili görmemle kaybetmem bir oldu.” Yazdı. Yazar

bütün bu olanlardan daha fazlasını yazdı. Olayı kendi

gözünde canlandırarak yazdı. Nereden çıkmıştı bu

uğursuz rüzgâr? Şimdi her şey sıradanken (zaten bir

şeylerin farkına varılana dek her şey sıradanken) sıradan

bir gece haliyken, bütün bunlar gündüzün en doğal hali

gece de(mi yaşanıyordu?) yaşanıyorken (ki olaylar ne

kadar birbirine benziyordu) yaşanacakken; Fail ile

Meçhul, adam, yazar, adamın kızı, kadın nereden çıktı?

Ya bu olayı bütün çıplaklığıyla anlatan anlatıcı?

Gece bir buçuk sularıydı. Fail ile Meçhul geceye üç

el ateş ettiler. Silahın sesi karşı ki dağlarda yankılandı.

Çağ-rı-şım.

geldi. Silahın sesine geldi. Geceler iletkendi.

Geceler yalıt-kan. Adam yüzükoyun yerde

yatıyordu. Çöktü. Başını kaldırıp dizine

koydu. Hırkasının eteğiyle kana bulanmış

yüzünü sildi. Eliyle ağzının kıyısındaki kanı

sildi. Adamın yüzünün kıyısında herhangi bir

gülümseme yoktu. Yüzü çelik gibi sertti.

Arkasında bıraktıklarına da olabilir,

b ı r a k t ı ğ ı n a d a . Ö l ü m e r a n d e v u

vermeyenlerin yüzünü mü taşıyordu bu yüz?

Ölüme mi inattı, ölüm mü inatçı? Birazdan

ölecekti. Bel l iydi.(gözünü açmadan

a ç a m a d a n , d e r d i n i a n l a t m a d a n

anlatamadan, çok mu kan kaybetmişti?,

adını bile söylemeden söyleyemeden, kendini

vuranı ele vermeden veremeden, hoş Fail ile

Meçhul'ün şimdiye dek yüzlerini kim

görmüştü ki, son sözünü demeden

diyemeden…) Öldü. Bir ürperti duydu yazar

içinde. Ama tansık değildi. Bütün ölüler

k a n a r d ı . B ü t ü n ö l ü l e r g i b i

kan(ar)dı.(önünden, arkasından, yanından,

boynundan, başından, göbek altından, göbek

üstünden, hem göbek atından hem göbek

üstünden… kan ardı.) Sağ dizini karnına

çekmiş rahat vaziyetinde bir ölü. Yüzü bir ölü

yüzü. Bütün ölülerin yüzü gibi. Fail ve

Meçhul'den artakalmış yenik bir ceset. Gerçi

ölenin duruşundan, devrilmişliğinden, bir

yerlere tutunamayıp kaymışlığından

(dizlerinden, ellerinden, kollarından,

bacaklarından) epeyce boğuştuğu, ölüme

kolay kolay teslim olmadığını seziyordu

yazar. (hayır, bu yazarın sezgisi, düş gücü,

dolaylı anlatımı) Kolayca öldü. Tahmin bile

edemeyeceğimiz kolaylıkta teslim oldu.

Birden bire oldu. Ensesine sıkılan tek

kurşunla öldü. İkinci ve üçüncü kurşun emin

olmak içindi. Yada nefretin şaha kalkışıyla

bağlantılı. Yazar bir takım sesler duyunca

korktu. Oysa ortalıkta kimseler yoktu. Kulağı

mı seslenmişti ne? Yardım edemeden korktu.

Olayı üstlenmek zorunda bırakılmasından

korktu. Kalktı. Adamın yanından ayrılırken

gözü az öteye fırlamış çantaya ilişti. Çantayı

kaptığı gibi rüzgârla ara sokaklarda koşturdu.

İstikametini şaşırdı. Uzaklardan dolaştı.

Karanlığa gitti.

Adamın beş yaşındaki kızı uyuyordu.

Kız, topu topuna beş yıldır yaşıyordu.

Uykudayken melekleri andırıyordu. Bütün

çocuklar gibi... Kalktı, yarı uykulu melek.

Çişini yaparken annesine babasını sordu.

Page 8: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 8

Faik Öcal

Bozkırda Gün BatımıAynı göğün altında bekliyorsundur kendini. Gelip

giden hiç kimse yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.

Godotvari bir bekleyiş. Bilirsin kimse gelmeyecek ama

yine de beklersin. Elinden başka bir şey gelmediği için.

Sana biçilmiş libasları görürsün. Aldırmazsın. Ok yaydan

çıkmıştır artık. Kalbinin mezarını kazmaya koyulmuştur,

'insanların yerine murdar sözleri öğüten kediler.' Yaralı

bir ceylanın yarasını yalaması gibi acıklı ve katı... Başka

yolu yoktur yaşamın. Herkesin ortasında ve bir başına...

Kalıbına sığdırılmayan bir ırmak gibidir üç noktanın

söyleyemedikleri, üç noktayla geçiştirdiklerin.

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur, kalbimin

yerine sabitlenmiş aynı frekansta. Arkadaşların her biri

bir yerde…

Hiçbir şey kalmadı büyük yolculuklardan. Dönüp

geriye baktığımda kaybettiklerimden başka bir şey

göremiyorum. Hüzünlü anılar her bir yerde karşıma

çıkıyor. Mardin'de, Cizre'de, Eskişehir'de, İzmir'de,

İstanbul'da, Mersin'de, Ağrı'da, Muş'ta, Samsun'da,

Sivas'ta ve de sınırların öbür yakasında… Bir şiirden

geriye kalan duygu kırıntıları gibi yanı başımda

bitiveriyor o yüzler. Masum ve fakir yüzler. İnsan nereye

kadar gider onlarla? Gittim ve yittim. Artık İstanbul'du

bütün uzun ayrılıklar, Cizre'ydi bütün kırılgan

sonbaharlar, Ağrı'ydı bütün isli ağrılar, Mersin'di bütün

ağır ağıtlar, Muş'tu bütün yaslı yollar, Samsun'du bütün iç

yolculuklar, Eskişehir'di bütün 'taş köprülü' yalnızlıklar,

İzmir'di bütün yetim özgürlükler ve Sivas'tı bütün

yitirmişlikler. Hiçbir şey kalmadı başka. İstemedim belki

de. Üstünü getiremedim. Her şey yarım yamalaktı ve

eksik bir gülüşle anılacaktı artık bütün şehirlerim.

Şahadetime tanıklık eden bütün mekânlar…

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur, kalbimin

yerine sabitlenmiş aynı frekansta. Arkadaşların her biri

bir yerde…

Kaçışlar ve yıkımlar toplanmışlardır aynı daraltıcı

boşlukta. Gelen giden olmayacak artık. Sorgu sual vb.

bakışlar. Kendini götüreceksin bundan sonra. –Nefsimi

itham ediyorum.- Kendimi taşımak zorundayım mezar

taşımın gölgesine yorgun bedenimi. Kuşluk vakitlerinin

hesabından beri… Bir yolu yok artık yaşamın. Ölüme

çıkar bütün ayrıntılar, bütün sebepler. O dairenin üzerime

kapandığını hissediyorum. Vakit hitama erdikçe, daire

küçülüyor daralıyor. Nefessiz kalıyorum. Yaşam elimden

alınıyor. Büyük ve derin bir ölüm geliyor. Yorgun

bedenimde tebelleş olmuş aynı sözler. Efsane idim

sadece, özgürlük kurnasına kanımı akıttığım. Yitik sözler.

Bozuk masal. Ve lâl kelimeler. Tarih beni

yargılamayacaktır. Rolüm olmadı gerçekte ve hiçbir

zaman. Hep özgür, sonsuz yalnız…

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur,

kalbimin yerine sabitlenmiş aynı frekansta.

Arkadaşların her biri bir yerde…

Yolların şarkısına soyunur ömrüm.

Güzeldir hayat. Uzak dursun ölüm.

Duvarların bekçiliğine soyunur günlerim.

Zordur kendinle yaşamak, yorgun bir bedeni

bir sonraki geceye taşımak. Zordur göğün

serinletici yalnızlığında özgürlük şarkıları

okumak. Vatanım yokluk. Yurdum, kalp

sızılarım. Beklerse beni gece yarısı trenleri,

tükenmiştir yeryüzlü nasihatlerim. Tasımı

tarağımı toplayıp yollara düşmek gerek. Ne

olurdu, bir yağmur yağsa, kuşlarım geri

dönse, anılarım canlansa, dostlarım

karşımda belirse, şehirlerim bitmese,

şiirlerim yolculuklarına başlasa. Ne olurdu,

kelimelerim bana ihanet etmese, ne

yazdığımı bilsem…

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur,

kalbimin yerine sabitlenmiş aynı frekansta.

Arkadaşların her biri bir yerde…

Belki birazdan bir eylül yağmuru

yağacak, avuçlarıma dolacak kırkikindi

yalnızlıkları, benden utanacak satırlarım. Ben

kader taşlarını taşımaya devam edeceğim.

Belki birazdan dünya kararacak. Kalbim

karantinaya alınacak, o günlere gidilecek.

Sarsılacak, sarsılacak. Mühletini bitirecek,

sabrını zorlayacak. Hiçbir şey olmayacak.

Yollar bitecek. Telâfisi imkânsız sözler yerimi

alacak. Ben hepten gitmiş olacağım.

Yalnızlığın kalbinde en güzel ölüm şarkılarını

besteleyeceğim. Özgürlüğün tahtında,

ölümsüzlük şerbetinden içeceğim.

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur,

kalbimin yerine sabitlenmiş aynı frekansta.

Arkadaşların her biri bir yerde…

Bensiz geçmiyor zaman. Bensiz

geçemez zaman. Benim payıma biçilen,

bende kalacaktır sonsuz dek. Bir gülüşün ince

kıvrımında şehri bekliyor olacağım. Teslim

olmuşum. Bir başıma kalmışım yeryüzünde.

Ne olacak. Yalnızlık söylencesine dönüşen

sırlarıma bakıp bakıp kahrolacağım. Hüznüm

benim, özgürlüğüm ve yalnızlığım. Kalbim

sana emanet. Ben kayboluyorum her

bilenebilirin şeyin arkasından. Ve özgürlük

Page 9: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 9

okumalarıma devam ederdim. İşte, meşhur Rus anarşistler Aleksander Bergman ve Emma Goldman'ın hayatlarının anlatıldığı bir kitap masanın üzerinde ya da beynime balyoz gibi inen Cemil Meriç'in Bu Ülkesi. Çıkıp gitmeliyim kendimden, biliyorum ama nasıl?

Doğru, imtihan da olurdu kimi gecelerin sabahında, malum, talebeyiz daha, okul okuyoruz, başkasının eline bakıyoruz. Kimin umurunda. Ben yine de sıkıcı ders notlarının ezberlemektense hastalıklı Marcel Proust'un ağır, çetrefilli metinleriyle cebelleşmeyi tercih ediyorum. Suçluluk duygusuna kapılmamak için roman gibi 'hafif' metinleri okumaktan kaçınıyorum bilhassa da imtihanların olduğu dönemlerde. Gaye belli hep, kitap okumak, radyo dinlemek, yani ders çalışmamak... Ders çalışmamak için her yolu deniyorum, en çok başvurduğum yol ise, kitaplar ve radyo oldu hep. Kitap okuma işini ekseri geç vakit yapardım, sonra gönül rahatlığıyla yatağıma kurulup radyomu dinlerdim. Çünkü günlük vazifemi yapmıştım, kitap okumuştum.

1997'den 1999'a kadar radyo dinlemekle yetindim. Sonra artık konuşmak zamanı gelmiştir, deyip, kendim radyo programı yapayım, dedim. O yıllarda bana en uygun radyo, Arkadaş Radyo'ydu. Kendimi bu radyoda buluyordum. Hislerimi ancak bu radyoda hissettirebileceğimi düşünüyordum. Zaten yapmak istediğim programın formatı da Arkadaş Radyo'da dinlediğim Bozkırda Gün Batımı programına pek yakındı. Kısacası, ben artık programı dinlemek değil, kendim program yapmak istiyordum, yeni bir şeyler katarak. Tereddütlerim vardı. Çevremde radyo programı yapan arkadaşım da yoktu. O yıllarda Sivas'ta gün batımında yaşama tutuluyordu. Evliya Çelebi'nin itikadı üzerindeydik hep, gün akşamlıdır devletlüm, dün doğduk bugün ölürüz biz, deyip geçiyorduk. Böyle böyle tutunuyorduk. Ne tutunma ama. Bize kalansa hep hüzün oluyordu nedense, kurt kapana sözleşmelerde. Bugün ölüyorduk gecenin bir yerinde fakat yarın daha gür doğmak içindi. Yaşamı, insanları seviyorduk nihayetinde. Ah biz ne iflah olmaz çocuklardık!

Kredi yurtlarında kalıyordum. Giriş çıkış saatleri belliydi, bu sorun aşılabilirdi ama aşılması güç başka bir sorun vardı. Yurt ortamında siyaset atına binenler, bilhassa da yeni yetmeler yurtta istediği gibi cirit atıyordu. Ben yine de radyoya gittim bir gece, ileride pişman olmayayım diye, içime ukde kalmasın düşüncesiyle. O zamanlar radyo Fidanlık'taydı. Öğrendiğim kadarıyla radyo hala yayında; fakat aynı adla program devam ediyor mu, etmiyor mu, bilmiyorum. Nasıl bir program yapmak istediğimi oradaki arkadaşlara anlattım. Çoğu benim gibi öğrenci olan arkadaşlar, sağ olsunlar, iyi karşıladılar, yardımcı oldular, tamam, gel yap, dediler.

Sonra yurttaki arkadaşlarımla konuştum, onların görüşünü alayım, dedim. Tehlikeli, dediler, başına bela alırsın hiç yoktan, deyip, karşı çıktılar. Hiç yoktan mı? Oysa ben radyoculuğu çok seviyordum, yirmi yaşındaydım, heyecanlıydım. Bunu anlatamadım. Özel eve çıkma gibi bir imkânım da yoktu. Gerçekten de Arkadaş Radyo'da, program yaptığımın duyulması başımı büyük belaya sokardı. Bense başıma bela almayacak kadar toydum, saftım, tecrübesizdim. Sonraki yıl yurtta meydana gelen olaylar arkadaşlarımın görüşlerinde ne kadar isabetli olduğunu gösterdi. Yurt ortamı Arkadaşça yapılacak bir şiir ve edebiyat programını kaldırmayacak kadar siyasete bulaşmıştı, genç öğrenci arkadaşlar politik emellere alet edilmişti. Ben mi çok şey istiyordum. Tek istediğim herkese seslenmekti, gecenin bir yerinde kendimce yapacağım yolculukta, sessizlikte yapacağım monologlarla, yürekten okuyacağım şiirlerle, severek okuduğum kitaplarla, içimi kanatıp kollarımı kanatlandıran müziklerle. O yıl bu isteğimi gerçekleştirme imkânım olmadı. Bu isteğimi gerçekleştirmek için beş yıl kadar bekledim. 1999 yılında Sivas'ta Arkadaş Radyo'da yapmak istediğim gibi olmasa da, ilk radyo programımı Hakkâri'de yaptım, 2003 yılında, Geceye Yolculuk adı altında. Arada onca yıl geçmişti, çok şey değişmişti. Başta ben kendim olmak üzere… Fon müzikleri de değişmişti, Bozkurda Gün Batımı'ndan Kalanların Ardından'a dönmüştük. Aslında sadece isimler değişmişti. Hiç değişmeyen, hep olduğu gibi kalan bir şey vardı: Hüzün.

1999 yılı, Sivas'ta üniversite talebesiyim. Birkaç yıl içinde kitaplarla aramızdaki ahbaplığı bir hayli ilerletmişim. Aramızdaki görünmez bağlarla gerçek bir dostluk tesis etmişim. Tek gerçek dostum kitaptır, deyip işin içinden çıkacak merhaleye gelmişim. Öte yandan ister istemez insanların dünyasıyla iletişime geçiyorsun. Okudukların dışarıda yankılanıyor ya da yankılanmıyor, duruma göre değişiyor. Fakat içte de birtakım dönüşümler, değişimler meydana geliyor. Değişmek kaçınılmaz bir hal alıyor. Heraklit Amca yine haklı çıkıyor.

İyi bir radyo dinleyicisiyim oldum olası. O yıllarda edebiyat ağırlıklı şiirsel radyo programlarını hiç kaçırmazdım. Kitabımı okumuş olurdum, öyle dinlerdim radyoyu üç ayda bir verilen başbakanlık bursunun nerdeyse tamamını vererek aldığım Sony marka Fx 123 walkmanda veyahut radyo programlarını dinledikten sonra

sevdasına kapıldığından beri beynim, itaat

etmiyor bana. Kalbim acıtıyor, ötelere gitmek

ihtimali. Kalbimi acıtıyor bilinmeze karışmak

ihtimali. Uzak, uzak. Hep uzak.

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur,

kalbimin yerine sabitlenmiş aynı frekansta.

Arkadaşların her biri bir yerde…

Hileli bir harbin gölgesinde geçer

günlerim. Bilirim lakin ses edemem. Bir

Apollinaire hüznü dolanır ayaklarıma. Günler

geçer, ben kalırım. Nasıl olur bilemem,

ağyarıma tutunurum. Kimseye bir şey

diyemem. Dışarıya kimi ya da neyi

süreceğim. Yalnızlık. Kutsi ve melanetli

münzevinin düş kırıntıları işte. Kimim

kimsem yok kelimelerimden gayrı.

Yurdumun her bir coğrafyasında özgür

lejyonerlerim. Ben bilirim, kahrın ağırlığını ve

esaretin bedelini. Sonra bütün sevdiklerim,

anılarım ve yitimlerim. Bir yerlerde beni

bekleyen cellâtlarım. Geçerliliği olmayan bir

anlaşmanın üzerinde bekliyorum ve yeni

yolculuk düşleri kuruyorum. Gitmek, yitim

olacağını bile bile. Tek bir adım attığında

vurulacağını sonra. Yerlere sürülecek

bedenim. Zelil olacağım. Hak ile yeksan,

yeryüzünün herhangi bir yerinde. Mesela

Fidanlık'ta bir yerde, korkulu bir gecenin

terkisinde…

(Fon Müziği) Bozkırda gün batıyordur,

kalbimin yerine sabitlenmiş aynı frekansta.

Arkadaşların her biri bir yerde…

Bozkırda Gün Batımı'nın Hikâyesi

Page 10: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 10

-kim katlanır kalemime kağıtlardan başka- (I)acıdır; uykusundan kaldırır kalbiniziacıtır rüyalarımın sesine düşünce. gözleriniz cam kesiği gibi batar canımasokaklara dökülerek her sabahsüpürürüm isyanı ruhunuzun eşiğindenrüzgârsız yollardan gelirim imge-siz (II)usûl bilmez yanıyım yarınınızınhasret ertesi aşk üzerinefesiniz gömünce alıngan şafağınıküserim darıldığınız şarkılarazamanın gözbebeğinden düşerimkaç gecenin ezberidir renginizsiz kaç denizsiniz üstü kapalı (III)bir gülüşe sığamama telâşı benimkimeczup bir sızı, kadim bir arzuher köşe başında isminizin başucubir yağmur ateşi, yangın üşümesiüstüm-altım, yanım-yörem ömrünüz (IV)ellerinde düş mavisi umutsunuz dilencilerinölüm ölür dudağınızın kıyısındaâh beni de alsa kalbine o takatadımlasa ruhumun alışkanlığınıçocukluğunuzdan gençliğime seslenen halvet gülüm/ser baharını (V)ateşin kırgınlığıdır subu tedirgin lezzet, bu yorgun hasretaklımın sıkıştığı cinnet aralığı….ve aşk'ın mukadderatı boynumuzda hûküllerimden geriye gözleriniz kalır (VI)dilerseniz diz çökerim ayak uçlarına yalnızlığınızınbileklerinize sürülen bir nisaN olurumnihavent akşamda yüzünüze düşen kar.

Nuray Alper

Yâr Tufanı

Hazan Rüzgârı

Hatice Çay

Eskiyen iskarpinlerini vuruyordu inatla Kuş uçmaz kervan geçmez insanlığa Bir tokat gibi işliyordu gecenin ciğerine Keton kokusu, açılan dudaklarından

Mızrabı değdirdiği vakit titreyen kirpiklerine Farid Farjad ilham alıyordu nota niyetine Mehtabın bile gülüşü değişiyor Kurşunî dokunuyordu mavi aksine

Dudaklarında sararmış bir geçmiş Yakıyordu kibrit ucu ile acımadan Tüttükçe havaya karışan Küllenmiş acılarının dumanı

Gözlerine hazan uğradığından beri Açmamış çınarlar büyüttü yeşilinde Başını yasladığı vakit cam yüzüne Gökyüzü olurdu yangın yeri

Ve nihayet... Dikti bıkkınlık ipi ile dudaklarını Elleri yıpranık umudun ceplerinde Fersah fersah adımladı hüzün sokağını Bozgun sözleri paslı sanduka içinde

Page 11: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 11

Tükeniyor zaman gece dolarken / Neden bu hüzün tan ağarırken...

Bir ızdırâb ki; ağlayan güllerin, hicranlı bülbüllerin sılada gurbete düştüğü..Bir serabın son bulup; diyâr-ı gurbetin bittiği yerde...

Âh gurbet! Gurbet özümde benim. İçimde gurbeti duya duya dupduru yol alıyorum bir seher vakti.Semâda güneş hâla arz-ı endâm etmedi. Fakat bir kızıllık var sînemin tâ ortasında! Iğıl ığıl yağıyor bir yağmur. Meltem çıktı hafî/ften. Ellerimi ceplerime sokuyorum. Kınalı parmaklarımı saklamak istermiş gibi; ceplerimi avuçluyorum. Dün gece gördüğüm rüyâya takılıyorum ansızın;“Bembeyâz bürümcekten kanatlarım varmış; ve ben en yüksek yerinden uçuyormuşum bir dağın...”Çiy düşmüş yanaklarımı kuruluyorum işâret parmaklarımla...Mor bir şal sarıpta gerdânına; ak tüllerin arasına gizlenen Toros Dağlarına hasretle bakıyorum.Ya bu koku!Yosunlu su kokusu nasıl da alır götürür beni. Bir martının kanatları arasına takılıp uçar giderim bir b/aşk/a di/yâra...Çocukluğumda Akdeniz'in dalgalarına taş atışım gibi taş alıp atıyorum Seyhân'a..O günlerle bugün arasındaki tek fark; bu nehrin durgunluğu değil; büyümüş olmam ise h/iç...O dalgalar içimde benim!Bâzan bir bilge erginliğine ulaşan düşüncelerim; b/azan bir çocuk haylazlığındaki gözlerim, kimi zamânsa bir ermiş inceliğindeki hislerim...O zamanlardan beri değişen tek şey var; o da bedenimdeki zamânın izleri..

Ne kadar yürüdüm, ayağımda zamânın yok tozu.Dilimde buruk bir tat, yamaçlarda gurbetin erguvân izi...Artık etrâfı gören g/öz/le/rle seyrediyorum. Gözbebeklerimdeki sis te kalktı.

Bir ağacın önünde mıhlanmışçasına durakalıyorum.Kızıl yapraklarıyla benim için sıradan olmayan bir ağaç. Hüznüme sarıyorum al yaprakları ve kurşûnî yazıların v/âr'olduğu bir defterin ak sayfaları arasına özenle yerleştiriyorum…

Bir simitçi çocuk yalvaran gözlerle bakıyor."Tâze simitlerim var abla " diyor. (Böylesi zamânlarda tıkanır kalırım) Parasını uzatıp; tam "simit kalsın" diyecekken ;seke seke gelen köpeğe takılıyor gözlerim.Beş eylûl geliyor aklıma. Hiç unutamadığım beş eylûl! Bir eylûl akşamı ayrılmak zorunda kaldığım ve hâla unutamadığım vefâlı, sâdık köpeğim...Korkuyor simitçi çocuk."Abla ısırır!" diyor.Yeşil gözlerinin hâreleri kısılıp gözbebekleri büyüyorve z/aman,zaman çocuğun gözlerinde d/aralıyor ..."Köpekler ısırmaz!" diyorum ve son kırıntısına kadar simidi yediriyorum. Oysa tek benzerliği köpek olmaktan öte geçmiyor bu nâif hayvâncağızın… Kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp geldiği gibi uzaklaşıyor ...

Telaşlı ins'ân kalabakları kümeler oluşturuyor. Arabalar geçiyor, arabalar duruyor, korna sesleri uzuyor...

Sevinç bir kızın gözlerinde kırılıyorHüzûn bulut bulut yağıyor ansızın.Gurbet, nağme nağme çınlıyor; simsiyâh bir zülûfün ak bir meltemde salınışında...Sadâsı çığlık çığlığa yankılanıyor b/elâ bir bakışın.Utangaç bir tebessûm v/edâ ediyor gözlerin karasına...Ve yağmur yağıyor şehrin üstüne,

Şehrin üstüne yağmur yağıyor...

Güvenç Ulukanlıgil

Dört Başı Mâ'mûr Bir Hüzün

Page 12: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 12

Serviste konuşuyorlardı, bu sıcakta bir de sınav stresi mi yaşatılır diye..

bizi takip eden gri duman bulutu içinden bir damlacığa tutunup, önce siyaha, sarıya sonra maviye, ta beyaza kadar erişir bir sıkıntı girişteki güvenlik aramasına takıldı. Kimlikleri gösterip yola devam ettik..

sıralanmış kestane ağaçları arasından, kabukları uzaktan seyredilir (dikenli), meyvesi yenmez, yaban mı yaban bir kahverenginin önünde durduk. Ayağım son basamağa takıldı, kendimi bir kızın iri koynuna yapışmış olarak buldum..

önemli değildi, bir küçük tebessüm yeterliydi.

Kalemsiz, yine silgisiz, notlar da evde unutulmuş, yalnız, yapayalnız..

bir gün de şu kalemini silgini getir ya! kalemimi alıyorsun, sonra da silgimi bölüyorsun, ayıp artık! arkadaşlıklar bugünler içindir ama..

belin açılıyor güzelim, benim için mahsuru yok gerçi, ama Allah korusun üşütürsün, malum klimalar da zararlı, çocuğun olmaz derler, yoksa kelebek dövmen böyle çok daha çekici duruyor..

Anfinin uzayan merdivenlerinin, yerlerini almaya çalışanları taşımaktan kir tutmuş mermerleri ciyaklarken bile geleceği taşıyorlar..

geçen gün serviste yanımda oturan asistan da burada, konuşurlarken duydum, annesi yeniden evlenmek istiyormuş, babası kızmış, seni yanıma alırım o zaman diyormuş, şeker kız, bilemiyorum diyor ( kadın azmış bu yaştan sonra diyecek belli ki içinden ) insanların kararlarına saygılı olmalı diye de ekliyordu..

elinde bir tomar kağıt, sorular kaç tane? bonus var mı? süre ne kadarmış?..

hoca geliyor, gözlüğünün içinde iç içe gözler, kareli gömleği renk değiştirir, ama desen değiştirmez, pantolon siyahtır, desen değiştirir renk değiştirmez bir kişidir;

odasında zikir çektiği söylenir, bir şeyhin vekiliymiş diyorlar, kitaplığında kocaman, yeşil kaplı bir Kur'anı Kerim'i vardır, duvarda bir hat, ya Adl yazarmış, profesör olduktan sonra sakal bırakmış, sakalının beyazı bol, siyahı azdır,

bir gün demişti ki, heykeller nasıl bize nazaran camid iseler, biz de, ol kimseler -ki evliyaullah tabir edilir, onlara nisbeten öyleyizdir..

Caner Kutlu

Menzil

Page 13: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 13

Önümüze gelen matematik karşısında ise hepimiz camid kaldık, eline tebeşiri alıp çiziktirerek 'Kalan süre <= 180' yazdı, süreniz yüz seksen dakika, buyrunuz, başlayabilirsiniz..

bir gözü şarkta bir gözü garpta ol kişiler ki, bir halka-i hatme-i haceganda fa'lem ennehuuu diyerek zikre başlarken şark da garp da aynı anda öne yıkılarak onlara uyarlar,

Kalan süre <= 171, o cezbeden silsile-i saadatın altın halkası bir anda onların hayallerinin penceresinden seyredilir..

ilk soru hep beni şoke etmiştir zaten, daha başta bu yapılmaz ki mirim, önce logaritmik, sonra dalları ile birlikte açılım,

Kalan süre <= 162, bu öyle bir cezbedir ki, soğuk suya atsan kızgın demir gibi bir ses duyarsın..

bunun analitik durumu değildir, senin harmonik eşleniğindir bu sesin geldiği mekan,

Kalan süre <= 153, diğerlerinin bittiği yerdir bizim başladığımız, biz çok ileri özgeleri tutarız başucumuzda,

Kalan süre <= 144, her birinin üç ayrı açılımı vardır, prensip değerleri, her değerin elinden tutar getirir bize..

her ayetin üç farklı anlamını bilmelidir, biri avam, biri havas biri de hassul havasa mahsus olmak üzere.. kutsal yemin günümüzde verdiği sözü hatırlamalıdır, her birinin ayrı sözü vardır, bunu yerine getirmekle sorumludur, öncelikle bu sözü hatırlamak, mahiyetini bilmek gerektir, sözünü bilmeyenler baştan zarardadır, bilip de yapmayanlar içinse durum şöyledir ki, onlar verdikleri sözü tutmadıkları için, baştakiler kadar olmasa da yine ceza göreceklerdir, buradaki yaşamın anlamı bu sözü bilmek, sonra da yerine getirmektir..

her bir parçanın kompleks karşılığının yazılıp açılımı bunun üzerinden yapılır,

Kalan süre <= 135, kalp böylece zakir olunca, önce sır, sonra sırr'ul sır, ardından hayfa, ve hayf'ul hayfa zakir olur..

ortak alternatif ters dönüşümü oluştururuz kalem yazarsa tabii, pardon fazla kalem ucunuz var mı acaba, 0.7, tamam teşekkürler..

ya Hayy!

Kalan süre <= 126, sıfırdan başlayarak değer verilirse, artı ve eksi, yeni gösterimi ortaya çıkar..

tayy-i lisan etmek gerek, sözü dönüp dolaştırmadan..

ispat bir disiplin içerir,

Kalan süre <= 117, her bir parçası ayrı ayrı yükseltgendiğinde, mesela belli bir aralıktaki karşılığı belirlenebilir, genelde bu sıfır ile bir arasıdır..

bizim için bize evliyadır demekle zındıktır demek aynı değerdedir,

Süre <= 108, mürşit müride kapıdır..

sıfırdan girer birden çıkarsın,

Page 14: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 14

Süre <= 99, ilk değer, ilerleyen gösterimlerde mutlaktır, eksisi de artısı da birdir..

saliklerin idraki kurda kuşa bile ulaşır, hatta aslana bile, bir gün bir mürid ormanda giderken karşısına bir aslan çıkmış, iri yeleleri, kocaman açtığı ağzı, yalanarak bir kükremiş ki yer gök birleşip, kendi içine büzülmüş, mürid birden hatırlamış, demiş ki, ben kimin hizmetindeyim bilirmisin, anlatmış ona uzun uzun, her bir ismi şerifin anlamını çözmüş zira, aslan ezilmiş, süzülmüş, müridin önüne geçip onu şehre kadar yolcu etmiş..

sonuçta bir eğri oluşur, bir ile iki arasına konur..

o Allah ki, isterse iğne deliğinden dünyayı geçirir..

olmazsa silgi var, tekrar çizilir nasılsa, teşekkürler arkadaşım,

<= 90 sınavın yarısındayız arkadaşlar diye bir ses duyuldu, yeni yetme asistanın sesi, ah canım benim, validenizin izdivaç talebi vardı değil mi, pardon hocam, peki susuyorum, evet nerde kalmıştık,

Kalan süre <= 90, bir de tersten düşerse, değer pozitif olsun, negatifte de tanımlı olsun..

havas ise huzura sorgusuz alınır,

<= 81, dikey bir alan, yatay bir alan ve sıfır üzerinde bir alan oluşturulup kesiştirilir..

Ya Rabbi, ben ancak Zat-ı Akdesinize aşıkım, huriler masivadır, bunlarla muanese edemem, ben cemal ve kemalini görüp, Kelamullah ile üns ve sohbet hasıl olmadıkça hiçbir nimete bakmam..

hepsi bir noktaya dönüşür en nihayetinde, şu kız da oynaşıp duruyor yine beli açıldı

<= 72, dondum, şu klimaları da kapatsalar mı, sana demiştim tatlım, üşüdün değil mi, belini de kapatmadın, kelebek dondu, olumsuzu, öncesi, tersi, karmaşık bir eğrilik oluşturur, içine büyük bir alan yerleştirilir ki, özelliği bozulmasın..

ilmelyakin, aynelyakin ve sonucu hakkalyakin nevinden ilim ve hikmet hasıl oldu, bize hepsi malumdur,

Kalan süre <= 63, son bir saat arkadaşlar, ah canım yine o ses, hala annesini düşünüyor, evet..

beni okumasını bilen ancak maksada nail olur, maksad nedir, maksad yeminine sahip çıkmak, sözünü yerine getirmek, fıtratındaki o hakikate vakıf olmaktır..

biri gelir çözer, diğerlerini ise devam çözümleri sağlar, alınan değeri genele yansıtabilir,

<= 54, aramızda seksen bin hicap var, bunlar kalkmadan seni, beni anlayamazsın..

basit ve çoklu bağlantılar tanımlanmalıdır bu durumda,

<= 45, en yükseği hesaplanırken, mutlak değeri üst üste değerlenir..

sen beni anlayamazsın, sana zehir gelir;

<= 36, o kuldur, berzahta delil ve vaizdir..

o onun ardında, o diğerinin ardındadır, sonunu göremezsin, ancak sana verilene bakarsın, genel terimi bulmak bu kadar kolaydır, hem de gereksizdir, bir örnekle açıklarsın hatta,

Page 15: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 15

<= 27, validesinin sütünden hasıl olan arzu ve şehveti kırarsa yol açılır..

seri oluşur, alanları farklı alanlarla basitleştirebilir, hatta köşeler ekler, böler, çarpar, işlem yapar,

Süre <= 18, kutuplar oluşur, sıralanırlar iki kutup arasında, dönüşür, keskinleşir, dikleşir..

kutbu'l azamın etrafında birleşir..

insanın mahiyeti ateş, toprak, su ve havadandır, narda iki husus vardır, biri nurani biri zulmani, turab, dört nesnedir, üçü zulmani; havanın iki kısmından biri nuranidir, ma biri nurani, biri zulmanidir, bundandır ki Adem yasak meyveyi yedi, bu altı zulümden ikisini, Adem dua etti ve Allah kaldırdı, bu zulmetleri temizlersen, içinden atıp nuraniyetini kazanırsan o zaman sana sorgu sual kalmaz

Kalan <= 9, son dakikalar arkadaşlar, artık toparlayalım lütfen, sınav bitiyor, dünya esasen yoktur, madun terk edilmez, sana sekiz kanat vereceğim, onlarla dünyada uçar, felaketlerden kendini korursun..

iki reel iki sanal eğrisel dairelerle bir alan oluşturulur, bir noktada görüntülenir; önce paralel sonra eksi açıyla yükselen bölgenin altı taranır, son noktası da dahildir buna..

cennet yakınlık, cehennem uzaklıktır, ikisi de senindir..

uygulama, içindeki idealizmi taşımalıdır, sıcaklık yarı alanda hesaplanır, alt sıfıra yaklaşınca artış mutlaklaşır..

kalbime iki ateş düştü, biri aşk biri pişmanlıktır..

iki parçası da akıcıdır, iki boyutu da sonuçta karışır, her köşede ve çemberin her ucunda aynı yönlüdür, çoklu kutuplarda gerçekle değer ilişkisi kurabilir; her biri bir dönüşümdür, her dönüşüm bozulmadır, setin dışındadır, ayrılabilir ve ayrışabilir noktalardır..

her yüzün her şeyle bir münasebeti vardır; bir, ikincisi olmayan: Allah; iki, üçüncüsü olmayan: gece ve gündüz; üç, dördüncüsü olmayan: arş, kürsi ve kalem (silgi yok); dört, beşincisi olmayan: Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an; beş, altıncısı olmayan: beş vakit namaz; altı, yedincisi olmayan: kainatın yaratıldığı altı gün; yedi, sekizincisi olmayan yedi gök; sekiz, dokuzuncusu olmayan: arşı taşıyan melekler; dokuz, onuncusu olmayan: Salih peygamberin kavminden bozgunculuk yapan kişiler..

sınav bitti bir dakika eklemem, hadi! kağıdını alayım..canım sen misin, üzülme, bırak anneni evlensin, sana da demiştim belini açma diye..

Kelebek üşüdü, kağıt dondu, kalem düştü, silgi boş kaldı, uyudum uyandım, menzile yol oldum..

hocayla göz göze geldik, bana nazar eyledi, bir la şey oldum.

Page 16: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 16

Ölü Sümbüller

Çeviren: Nihan Işıker

Şiir: Furuğ Ferruhzad *

Ala Dağ zirvene kurban olayım,

Layıksam, gülün olup açılayım.

Eritip göz nurumla buzlarını,

Gecede çıran olup hep yanayım.

Ala Dağ, yüceliğine sığınayım,

Alevli ateşinde ısınayım.

Kut dolu kucağından gitmektense,

Keskin bir kılıç ile kıyılayım.

Ala Dağ, ışığına gömüleyim,

Vadinde ardıç olup büyüyeyim.

Taşırım, yorulursan yükünü ver,

Susarsan, yağmur olup döküleyim.

Ala Dağ, övünecek süsüm sensin,

Ala Dağ, tükenmeyen hazinemsin.

Her şeyi sen öğrettin ben çocukken,

Sözü bir, özü temiz irademsin.

* İranlı şair Furuğ Ferruhzad, 5 Ocak 1935'te Tahran'da doğdu. 16 ya da 17 yaşlarına

geldiğinde evlendi. Evliliğinden iki yıl sonra 1954 yılında Füruğ, eşinden ayrıldı. Tahran'a geri

dönüp şiir yazmaya devam etti ve Esir adını verdiği ilk kitabını yayınladı.

1963 yılında Füruğ, Yeniden Doğuş adlı eserini yayınlar. Artık şiirde olgunlaşma dönemidir ve

sanatsal düzeyi yüksektir. Bu kitabıyla şair, İran şiirinde derin ve etkileyici değişikliklere yol

açmıştır.

Furuğ Ferruhzad 13 Şubat 1967'de bir trafik kazasında ölmüştür.

Page 17: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 17

Ay gözlerine düşünce oyuna başlayacağımGözlerin gözlerimin aynasıGece/m, geleceğimin perdesidir

Şiire adını koymaktan zevk alıyorumMazoşist bir halin aynadaki yansımasıBir başka süslüDaha efsunu tutmamış pürüzsüz bir göz

Sen kalbimin iyi huylu tümörü Kötü olsaydın küçülürdü/m

Uzandım ırmağa koynumdan aktı toprak Solumdaki kemikKaynağıyım saç(ak)larının

Gökyüzü deyince sütre deyince Kalbime gövdeni yaslayıp ağlaman gelir akla Beraatin kısık sesi(yim)Korkma yine gelir gül mevsimi

Karanlığın yalnızlığa benzer hecesi varNe önemi var artık Her harfine bahçedir ellerim.

Geldiğin vakit seninle gelEllerin sahici olsun, yolları toprak buralarınYağmursuz gün geçmiyor bunu biliyorumKarantina insanları tek şerit pencerelerden sarkarkenGeldiğin vakit seninle gelSavaşımı göstermek istiyorum

Defterimde ısrarlı bir acıRutubetten dağılan sesimNemli duvarlarda haritası Türkiye'ninSakar çizilmiş varoşlar, tek kat adreslerGeldiğin vakit yüreğinle gelBastırılmaz acılarınOrtasından geçiyorum

Her evi billurdan karanlık sararGeldiğin vakit kendinle gelKorkarsın, canın iyi bir yüz ararÇoğu evde kopar kıyamet akşam vaktiUsandırır yaşıyor olmakGeldiğin vakit kendinle gelBaşkasını bulamazsın

Gecekondu diyorlar ya inanmaGündüz vakti ve çok katlıGökyüzüne merakla yükselen evler varTek gecelik evlere itibar edilmiyor artıkTek gecelik aşklar kadarBir biz kaldık anlayacağınGeldiğin vakit kendinle gelSana daha önce hiç duyulmamışSözler sunacağım

Feleğin çemberinden geçeriz çok vakitÜst sokakta Remzi'nin yeriIşıklı bir çember içersinde felek iyi duruyor haniZehir zıkkım uykular çekilir oradaVe silah sesleriGürültüyle dans eder duvarlardaPerdeleri çekmese RabbimÇekilecek iş değil

Buradaki çocuklar misket nedir biliyorlarNişan alma meselesi genetik zannediyorumBen de bilirdim. Uzun zaman olduNe bir oyuna ne de kavgaya giriyorumÇeteyi de dağıttım. Gittim okudumBatının ve batılın batacağını gördümGeleceksen iyi düşünArtık daha sağlam savaşacağım

Mehmet Türkmen

Abdulkadir Akdemir

Tutaste

Taşra Sükûneti

Page 18: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 18

Seçkin Gündüz

Seçkin Gündüz

46. Çeşit

Çiçekler

Masa, kutu açacağı ile bitmişti.''Yaz: bir yastık. Ayraç içinde: kılıflı. Altına:yün örtü. Altına:yatak.''''Yer yatağı diyeyim mi?''''Deme.''''Çekmecelere de baktınız, değil mi?''Baktık.''''Bir çift terlik; bitti.''''Arabada imzalayalım. Tabanım dondu.''''Kırk beş çeşit deyip kapatıyorum.''''Toplam, de.''Başkanları, ''Kısa sürdü,'' deyip paltosunu ilikledi. ''Pek bir şey yokmuş.''''Olanlar da örneklik.''''Çatal, kaşık, bardak; her şeyden birer tane.''Beş kişiydiler. Tutanağı en gençleri yazmıştı. Görevlerini titizlikle yaparken hiç

zorlanmamışlardı.Birkaç giysi dolap başlığı altında sıralanmıştı. Masa kolaydı da üzerindekileri yazarken azıcık

oyalanmışlardı. Perdeyle ayrılmış bölüme geçerken üyelerden biri, 'Sıra ikinci vagonda,' demiş; demesiyle yanakları allanmış, kimse de gülümsememişti. Delikli taşın yanındaki musluğa eğretice bağlanmış hortum, ucundaki süzgeçle duş görevini üstlenmişti. Demirbaş olmadığı kanısında birleşip onu da ayna, havlu, sabunla birlikte listeye almışlardı. Ocak, tüp, tencere, çaydanlık yoktu. Olması gerekenleri yazmaya kalkışsalar tutanak kaç yaprak olurdu?

İliştiği yataktan kalkarken, ''Durun ! '' diye seslendi. Dosyayı koltuk altına sıkıştırıp örtünün kıvrımlarını yokladı. '' İçinde bir şey var.''

Sahanlıktan dönüp, '' Onu da yazın,'' dedi başkan.''Kırk altı deyip ekliyorum: bir saç kurutma makinesi.''Yanındaki fısıldadı: ''Çizginin altına yaz.''Öbürü uyardı : ''Uzun kablolu.''''Evet,'' dedi üyelerden biri. ''Üç uzatma kablolu.''''Hepsini yazayım mı? Sarı olduğunu da?..''Son çıkan ışığı söndürüp asma kilidi halkaya takmıştı.Siyah steyşın yolu biliyordu. Kavşaklar geçildi, kırmızı ışıklarda duruldu. Suskundular. Onları dışarıda

bekleyen konuşkan sürücü de... Önde oturanı az sonra bir şeyler söyleyecek gibiydi. Bunu sezmişlerdi.Başını arkaya çevirdiğinde gözleri donuktu. ''Yanlış yazdık,''dedi. ''O saç kurutma makinesi değil;

ısınma aygıtıydı.''''Ya da ısıtma,''dedi başkanları avucunda asma kilidin anahtarı.''Kısa sürdü ama; daha da sürecek, yorulacağız gibi,'' dedi ortada oturanı.Sürücünün gözleri, 'Bana da anlatın,' der gibi içerdeki aynaya, yanındaki tutanakçıya gidip durdu. Kış

güneşinden korunmak için taktığı gözlük olmasaydı bakışlarındaki anlamı yakalayabilirler miydi ?

Ben de seni deyipSalınıyor taçyapraklarAçmaya yüz tutmuşGözü pek oluşumunDönüşümlü renkleriyle Yeşeren gecedeEsintiye uyan dallaraDirenen gövdesi Kıyıda Söndüğünde güneşEl ele ışıldıyordu çiçekler karanlıkta

Page 19: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 19

Gülay Güzel

Uzat Saçlarını Rapunzel

Ünlü bir araba markasının sponsorluğunda yapılan resim sergisi.

Davetlilerin çoğu ülkesinde isim ile tanınmış kişiler. Kimi sanat, kimi spor, kimisi de politika camiasından simalarını sık sık tv.lerde görmeye alıştığımız isimler.

Bu kişilerin buraya gelmesiyle hem kendi isimleri medyada daha çok duyulacak, hem tabloların satışı hem de arabaların satışına faydası olacak.Yani kısacası arz ve talep meselesi... Herkesin birbirinden haberi var.

Güzel bir salon, güzel yiyecek ve içeceklerle hazırlanmıştı. Etrafta dolaşan şık bayanlar, beyler...Klasik müzik eşliğinde yudumlanan hafif içkiler ve yapılan hoş sohbetler.... . .

En köşelerden bir adam sürekli "Uzun Saçlı Rapunzel" tablosunun yanına gidip geliyor...

Neden?

İçime sebepsiz bir kuşku girdi, merak işte.Ayaklarım istemeden de olsa beni o tablonun veya o adamın yanına götürdü.

-Masaldır Rapunzel, siz inanmayın.

-Hayır, size öyle geliyor. Biliyor musunuz benim babam balıkçıydı, annemin saçlarıyla balık tutardı.

-Yok deve, çok özür dilerim. Nasıl böyle dedim inanın bilmiyorum, yani annenizin saçıyla balık tutamaz demek istedim aslında, şaşırdım ağzımdan yanlışlıkla çıktı. Kusura bakmayın lütfen.

-Olsun önemli değil, bazen hepimiz aynı hataları yaparız. Sıkmayın canınızı.

-İyi de annenizin adı Rapunzel miydi?

-Değildi.

-Şimdi anladım, saçları Rapunzel'in saçlarına benziyordu...!

-Hayır.

-Peki annenizin saçlarında, Rapunzel'in saçına benzeyen ne vardı ki?

-Çıkacak olan saçları, babam ve ben hep onun hayalinle yaşadık, babam her balığa gidişinde Uzat Saçlarını Rapunzel der, anneme el sallardı. Oysa annemin hasta olduğunu hepimiz biliyorduk ama inanmak istemiyorduk. Önce annem gitti, arkasındanda her balığa giderken ona el sallayan babam... Şimdi anladınız mı masalların hepsi öyle masal matitas değildir. Hele, hele Rapunzel hiç değildir. Çünkü onun upuzun saçları vardır. Şimdi imkânım olsa bu tabloyu alır odamın başköşesine koymak isterim, fakat ben buranın komisiyim, belli ki o da pahalı bir tablodur. Kim alırsa güle güle kullansın, çok güzel bir tablo.

-O tablo satılık değil, ben ressamını tanıyorum. Anneler Gününde Annesi Rapunzel isimli birisine Hediye edilecekmiş.. . .

"Uzat Saçlarını Rapunzel"Satılmıştır.

Page 20: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 20

Anadolu Halklarının Yaşadığı Trajedilerin ve Travmaların Yazarı Olarak Yaşar Kemal

Türk ve dünya romanının önemli köşe taşlarından birisi olarak kabul edilen Yaşar Kemal ve roman kimliği resmi ideoloji ekseninde her dönem bir tehdit olarak algılanmıştır. Birçok edebiyat eleştirmenine göre Yaşar Kemal, eşkıya romanları yazarak gündem bulurken kimilerine göre ise röportajları ve folklor derlemeleriyle edebiyatta usta bir kalem olarak yer bulmuştur.

Yazarın, eşkıya olgusu, romanları içinde İnce Memed dörtlemesi ve Çakırcalı Efe'de içerik açısından bütünsel bağlamda anlamlı bir izlek içerisinde işlendiğini söyleyebiliriz. Yaşar Kemal roman yazınında daha çok İnce Memed dörtlemesiyle gündemde tutulmuştur. Bir sosyal eşkıya olan İnce Memed, dünya edebiyatını da şöyle bir sallamıştır. Birçok dile çevrildiği gibi senaryolaştırılıp beyaz perdeye yansıtılmıştır. Ancak İnce Memed serisini birçok yönüyle incelerken şunu da görmek gerekir. Romanda asıl sosyal eşkıya tiplemesine uygun kişilerden birisi de “Ferhad Hocadır.” Diyebiliriz ki, Ferhad Hoca, inanan bir insan olarak, inandığı dinin kimi argümanlarını özümsemiş bir düşünce enginliğiyle, “sosyal eşkıyalığın” tüm verilerine sahiptir. Eşkıyalığını insan öldürmek, insan soymak, köylülerin toprakları üzerinde söz sahibi olan ağalarla işbirliği yapmak açısından değil de, köylülerin mutluluğunu ve refahını amaçlayan, resmi otoritelerin köylü üzerindeki baskısına karşı duran, ağaların köylü halk üzerinde yarattığı zulme karşı olarak kullanmaktadır. Sonuçta bu nehir roman dörtlemesinde İnce Memed mitosunun ötesinde bir de hakkıyla değerlendirilmesi gereken bir Ferhat Hoca mecbur insan tiplemesi/sosyal eşkıyası vardır.

Yaşar Kemal, Homeros'un bir “öz” oğludur. Yapıtlarında umudu hep var kılan, bu sevginin ozanı büyüleyic i b ir doğa betimleyicisidir de! Romanlarının hemen hemen hepsinde doğa betimlemelerinin eşsiz tadını görmekteyiz.

Yaşar Kemal'in yaşamı, edebiyatı ve politik kişiliği özgürlüğü ve eşitliği odağına alır. R o m a n l a r ı n ı n ç o ğ u n d a b u i z l e r e rastlamaktayız. Yapıtlarında toplumsal değişmeden, ağalığa, doğanın kirlenmesine, kan davasına, göçe ve daha birçok sosyal olguya dair Anadolu ile ilgili bildiklerimizi

yeniden gözden geçirme olanağına kavuşuyoruz. Örneğin kırımlardan geçirilen Yezidi halkının yaşam tarzını bu değin hakkıyla veren bir evrensel roman yazarı olan Yaşar Kemal, Çerkes göçüne dair altı çizilecek derinliklerde bir iç görü geliştirmeye de itiyor bizleri.

Tra j i k b i r yaşam deney im in in yansımalarıyla şekillenen kalemiyle düşsel-gerçekçi bir romancı olan Kemal'in yapıtları her açıdan “resmi ideolojiyle” hesaplaşan bir yöndedir. Bireysel trajedisine en büyük örnek olarak, üvey kardeşi tarafından, camide namaz kılarken öldürülen babasının ölümüne tanıklık etmesi, verilebilir... Henüz 5 yaşlarındayken gözlerinin önünde yaşanan bu olayın Yaşar Kemal'in edebiyatına etkisini görmek gerekir. Yine bu yıllarda çok sevdiği babasının kurban kesimi sırasında elinden fırlayan bıçak Yaşar Kemal'in sağ gözünü kör eder. Öte yandan resmi ideolojinin 17 yaşından itibaren yargılamaya başladığı, zaman zaman hapsettiği, düşünce özgürlüğü açısından sorguladığı Yaşar Kemal, ülkesinde yaşanan toplumsal trajedilerin yansımalarını, acılarını da benliğinde her yönüyle duyumsamıştır.

Yaşar Kemal'in romanları her ne kadar “değişme” odaklı algılansa da romanlarının çoğunda halkların yaşadığı travmaların büyük yeri vardır. Buna Yezidi kırımı, Çerkes göçü, nüfus mübadelesi vb örnek verilebilir. Özellikle, nüfus mübadelesini anlattığı Bir Ada Hikâyesi serisi, bizleri, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde iki farklı halkın görmüş olduğu travmatik yaşamın sosyal yönleri itibarıyla henüz daha yeterince sorgulanmadığı gerçeğine götürür. Biliyoruz ki milyonu geçen Anadolu Erenleri ile yüzbinlerce Türk, 1923-1925 tarihleri arasında Yunanistan ve Türkiye'den karşılıklı yer değiştirilmeye zorunlu kılınmışlardır. Tarih kitaplarında soğuk ve kuru cümlelerle geçiştirilen bu kahredici trajik süreç aslında Yaşar Kemal'in kaleminde büyük bir insanlık sorunsalı olarak yer bulmaktadır.

Son tahlilde Yaşar Kemal Anadolu halklarının yaşadığı trajedileri ve travmaları yazdı. Türkiye edebiyatının belleği olarak O, Türkiye romanını özgürleştiren, Homeros soyundan gelen Anadolulu bir ozandır.

Aziz Şeker

Page 21: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 21

Tuvallerde en çok hüzünlendiğim yüzdür doğu

Gölgelere takılır oldu gözleriKendisinin bile uzağında yaşayanlarınÖnlerinde mayın döşeli hecelerVe paramparça her harf

Kitaplarda mahpus bazı kelimelerŞimdi sökemediğimVe hecelerEn ince yerlerinden çivilenmişler

Kin kıyısında şehrinSeslensemVe anlatsam Ruhumu kemiren hınçlarıBerkitilmiş yanlarımdan ölü bakan çocuklarınDuyursam anne kucağı gülüşleriniAhh, bandırsam acılarımıBir babanın küs suratlı düşlerineTamamlanır mıyımYıllar yılı eksilmişliğime

Lütfi Demir

Çivilenen Heceler

“Ve sen ayna; bir ressamdın, sana bakışımı çizen”

sen vurulmuştun yitik bir aynada kendineyakuttu gözlerin, kim bilir kimin heykeliydibizi en ince merdivenlerden cehenneme çıkaranaşk, serbest irade ile gerçekleşen bir seçimdişimdi şeffaf duvarlarına dokunarak yalnızlığınsırtını dönen bir dervişin camdan dağlarına tutsak atların yeniden dönüşü gibi bozkırakoşuyor gözlerim, koşuyor ellerim bak sana

ben seni değil, dev dalgaları öpmüştüm dudağındanyere göğe sığmayan bir denizin ateşiniferyadını alıp kalbime kocaman bir geminindua ediyordum, sureler okuyordum içimdendün gece deprem olmuştu, kimse ölmemişti

kırmızı güller vardı dalgın limanlardafırtına kopmamıştı, kimse uyanmamıştıdün gece sessiz bir deprem vardıölüm gibi, bir diriliş gününden silinen

Yusuf Bal

Sessiz Deprem

Page 22: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 22

Kelepir Hayaller

Dağların Yamacı Yeşerdi Yine

Şükrü Aktaş

Eyüp Şahan

Hüznüme vuran her dalganda bin hengâme nefesine susamış hasretimin kanmaz kanmalarına uyanırken bozulan dengemin denkleminde hesapsızca seni hesaplamak… …… yokluğunun yok eden sessizliğinde hangi efkârın matemine bürünsem pervasız pelesenk döndükçe dilimde sen…

her anlamda anlamsızlaşan ünlemi bol heyhatlar gün görmemiş cümleler dizilir noktasında gözyaşlarım kelepir hayaller pecmurde düşler!

üstünden lokomotifler geçen köprü altlarında can havli vaveylalar pamuk ipliğinde direnirken hayata avazımın yetisi torpillenmiş çığlıklar seni sana haykırmakta!

ve sen yine sen…

her alaboranda bir titanik batıyor debelendikçe dipsiz okyanusunda kulaç atıyorum hayal bu ya... tökezlerken ıslak zemininde teninin vurgunlu sol yanımla sana yetiyorum perde gerisi gizemli akşamlarda yakalayıp alacasından şafağın küheylan koştursam zifiriden fecre kavrasam yelesinden takılsa ayaklarım bozgun dizginlerine yüzsüzce düştüğüm yerden uyanırken hayalinle yüz sürsem izlerine

bitmeyen gecelerin sensiz sabahına tane tane yıldız taşıyan ışıyan ayın ağarırken kopçası bozuk tan yerinden tutam tutam gün koparsam güneşinden

doğan sen batan sen ah bir bilsen! ...

yokluğun inşirahtan, miskten uzak necisli ayrılıktan kalan peyderpey karabasan gibi üstüme çöreklenen zamansız hazan!

Dağların yamacı yeşerdi yine Dallarda çiçekler açma zamanı. Nergisler uç verdi döküldü tane Toplayıp sürüyü göçme zamanı.

Meler oldu kuzu bayır döşünde Dağların başları kendi işinde. Kervancı başının hemen peşinde Serin yaylalara geçme zamanı.

Kurumuş otlardan kurar yuvayı Göçmen kuşlar terk ediyor ovayı Çeşmenin başında temiz havayı Nefeslenip sudan içme zamanı.

Oy sana ulaşsam Dikenli yayla! Geç git Binboğa'yı Sarız'ı boyla Afşin'den uğurla düğünle toyla Çayırlarda tırpan biçme zamanı.

Yaylada güzeller koyunlar sağar Onları görenler sevdaya ağar Ardıcın ardından güneşi doğar Güneşten gölgeye kaçma zamanı.

Yumurtayı kırdı yavru kuşları Filiz verdi yeni dalın uçları Düz gider güzeller o yokuşları Eyüp'e bir tane seçme zamanı

Page 23: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Sayfa 23

BİZE GELENLER

DERGİLERSınır Kültür ve Sanat Dergisi, [email protected] Aylık Fikir Sanat Dergisi, [email protected] Eyvan, [email protected] Tarih Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, http:\\kumrudergisi.comMühür, [email protected] Şiir ve Kent Kültürü, www.mortaka.comHerfene Sanat ve Düşünce Dergisi, kurtur-sanat.net, [email protected] Dergisi, www.yolcudergisi.comKültür Çağlayanı DergisiKoridor Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, www.koridordergisi.comIhlamur Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, www.ihlamurdergisi.comSivas Kültür Dergisi, www.sivaskultur.orgTers Akan Toros, [email protected], [email protected], [email protected]üs, [email protected]

KİTAPLARBenden Sana Yamalı, Hüseyin Peker / Kırmızı Yayınkarı, www.kirmiziyayinlari.comBuruciye Şiir Antolojisi 2011, www.asitan.comHaberin Var mı? (2011,Şiir),Remzi Timar / Vilayet Yayınevi, [email protected] Sancısı, İbrahim İmer, [email protected]Şairler Seçkisi Şiir Antolojisi, [email protected]ülce Edebiyat Akımı GÜLDESTE, Osman Öcal-Refika Doğan, www.gulceedebiyat.comUzağın Kokusu, Mehmet Kuvvet, www.kanguruyayinlari.comKayıp Aşk, Mürvet Sarıyıldız, www.yediverenyayinlari.comBuluşma 3- Ihlamur Şairleri, Hakan Sarı, Şiir Dağın Doruğunda, Mustafa Fırat, Mühür Kitaplığı, 0212-5069406Hz.Muhammed'in Eğitim Anlayışı, Eğitimde Birlik Derneği, www.erbider.orgŞairler Seçkisi Şiir Antolojisi, Bekir Alim, [email protected] Kadının Kaleminden ŞEMS ve MEVLANA, Yelda Karataş, Ihlamur Kitap, www.ihlamurdergisi.comŞiir Denilen Cehennem(2010 Şiir yıllığı) / Veysel Çolak, www.etkiyayin.comYetim Şiirleri Antolojisi/ Hasan Coşkun,www.sivaskultur.orgAy Suya Değdiği Zaman-Hasan Buldu, [email protected]öz Örse Düşer-A.Mazhar Alphan,MorTaka Kitaplığı, [email protected]Üşüyorum Şiir Güldestesi, [email protected] Demet Karanfil İzi-Özer Turan, www.bencekitap.comKırk Şiir On Şair, Ahmet Arık-Özer Turan, www.bencekitap.comSivas'ın Yitik Zamanları / Osman Çelik, [email protected] Taneleri (Şiirler) Sabiha Serin, [email protected] Zaman / Can Şen, www.edebiyatotagi.comBir Bulut Bin Damla Şiir Antolojisi / Bekir Alim, [email protected] Alevilik / Hasan Coşkun, www.sivaskultur.orgKırılmış Gönül / Ali Rıza Hıyabani, www.khiyabani.comRuşen Ali Cengi / Yaşar Bedri, www.yasarbedri.com, www.mortaka.com

DERGİ VE KİTAP GÖNDEREN DOSTLARIMIZA İNCELİKLERİNDEN DOLAYI TEŞEKKÜR EDERİZ

bilgisayar

pdf

Gerekli Olanlar

-E Posta adresi-Bilgisayar-A4 Kağıdı-Yazıcı-Zımba

Page 24: Poyraz Edebiyat Sayı 19

Gezici ozanım ben, yaşadığımı anlatırım köy odalarında, saz çalarak

Çöl gemisiyim; sıra dağları aştığımda deve dersiniz adıma

Eklemli dille anılarımı söylerim söz yitimlerinde

1950-1970-1990, üç yüzyılı da yaşadım şiirler arasında

Önce küçüktüm devler kaldırımında, okuyordum

üç ambarlı toplu şairlerini: Birinci, İkinci Yeni

Ezberledim o alev makinelerini, şimdi anlamak gerekir

Çağırma halatıyla çekmek, onlardan kalan kitapları

Önce Öp, Sonra Doğur, Kınar Hanım, Âşıkane, Sıragöller

Daha ne çok kumlu ebru serpilir, şiir kitaplarının dilinde

1970'de neydim; bir kahraman, sıtma yatağı çemberinde?

Bu coğrafyanın mutfağında en güzel dizeler

Havan topuyla vurdum sandım dünyayı

Bir de baktım bulut kaplamış önümdeki sıradağları

Sustum, bir kış günüydü; reçel, yumurta, peynirle başlayan sabaha

İyisi mi uyu; dinlen; mermeri, tahtayı işleyeceğine

Söyleyeceğim bir şey var; Refik sen söyle, Ataol'u çokça dinle

Araya giren bir çok kömür yatağını duymadım: yıllarca istemeden kurban oldum

Eskiden Terzi'nin birine

Gömleği Leyla Desenli şairimden çabuk vazgeçti gelenekçiler

Sonrası müzik döşenmiş bir halı üstünde, kendimle

Bu piramit metinlerinde isimleri ediyorum ezber

İrkilme kasıyla titretiyorum içimi

Şarap, elma derken, kanaryayla buluşuyor yüreğim

O dizeler yeter mi bunca gelişime?

Vurgun kazalarını anlatıyorum, niçin gittiğimi

Niçin yalnız ağladığımı şu günlerde

O kıyı senin, bu çözgü iplikleri benim

Vakit var çözülmeye

Bir ırmağa, çamurumu yıkamak için

Kazağımı bırakıyorum kendi yerime

Devler Kaldırımı

Hüseyin Peker

*Hüseyin PEKER (1946- )

29 Mayıs 1946'da İzmir'de doğdu. İzmir Atatürk Lisesi'nden sonra iki yıl Fen Fakültesi Kimya-Fizik bölümüne devam etti. İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. Bankacılık yaptı. Emekli olduktan sonra Varlık dergisi'nde desenleri yayımlanmaya başladı.

İlk şiirleri, 1960'lı yıllarda Soyut ile Yordam dergilerinde yayımlandı. Papirüs, Şiir Sanatı, Milliyet Sanat,Dost, Kitaplık, Hürriyet Gösteri, Varlık, Akatalpa, Dize, Poyraz gibi bir çok dergide şiirleri yayınlandı. Yazıcı ya da Bir Yol Romanı adlı ilk romanı 1996 yılında Yapı Kredi Yayınları'ndan çıktı. İlk şiir kitabı İnsan Arkadaşınındır (YKY) 1997 yılında Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü'nü aldı. Yer Bezinden Bir Köle 2000 yılında Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'ne; Ses Salkımları ise ile 2001 yılında Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'ne değer bulundu. Tek Vuruş ile 2007 yılında Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü kazandı.

Şiir Kitapları: İnsan Arkadaşınındır (1997), Yer Bezinden Bir Köle (2000), Ses Salkımları (2001), Ateşin Zilleri / Toplu Şiirler (1965-2003),Tek Vuruş (2007), Benden Sana Yamalı /Toplu Şiirleri (2010) Roman: Yazıcı ya da Bir Yol Romanı