Oktay Ozel - Dün Sancısı

176
K İ taDYAYINEV İ DÜN SANC ı S ı Türkiye'de Geçmi ş Alg ı s ı ve Akademik Tarihçilik Oktay Özel

Transcript of Oktay Ozel - Dün Sancısı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 1/176

KİtaDYAYINEVİ

D Ü N S A N C ı S ıTürkiye'de Geçmiş Algısı ve

Akademik Tarihçilik

Oktay Özel

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 2/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 3/176

D Ü N S A N C ı S ı

T Ü R K I Y E ' D E G E Ç M I Ş A L G ı S ı V E A K A D E M I K T A R I H Ç I L I K

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 4/176

KİTAP YA YINE Vİ - 207

I N S A N V E T O P L U M D I Z IS I - 4 6

D Ü N S A N C ı S ı ; T Ü R K I Y E ' D E G E Ç M I Ş A L G ı S ı V E A K A D E M I K T A R I H Ç I L I K / O K T A Y Ö Z E L

© 2 0 0 9 , O K T A Y Ö Z E L© 2 0 0 9 , K I T A P Y A Y ı N E V I L T D .

D Ü Z E L T I

G Ö K H A N G E N Ç A Y

K I T A P T A S A R ı M ı

Y E T K I N B A Ş A R ı R

K I T A P K A P A Ğ ı

U M U T S Ü D Ü A K

T A S A R ıM D A N ı Ş M A N L ı Ğ ı

B E K

G R A F I K U Y G U L A M A V E B A S K ı

M A S M A T B A A C ı L ı K A . Ş .

K Â Ğ ı T H A N E B I N A S ı

H A M I D I Y E M A H A L L E S I , S O Ğ U K S U C A D D E S I N O . 3

3 4 4 0 8 K Â Ğ ı T H A N E

S E R T I F I K A N O . 1 2 0 5 5

T : 0 2 1 2 2 9 4 1 0 0 0 F : 2 1 2 2 9 4 9 0 8 0

E : I N F O @ M A S M A T . C O M . T R 

1 . B A S ı M

E K I M 2 0 0 9 , IS T A N B U L

I S B N 9 7 8 - 6 0 5 - 1 0 5 - 0 3 3 - 1

Y A Y ı N Y Ö N E T M E N I

Ç A Ğ A T A Y A N A D O ı

K I T A P Y A Y ı N E V I L T D .

K Â Ğ ı T H A N E B I N A S ı

H A M I D I Y E M A H A L L E S I , S O Ğ U K S U C A D D E S I N O . 3 / L - A

3 4 4 0 8 K A Ğ ı T H A N E I S T A N B U L

S E R T IF I K A N O . ı 2 3 4 8

T : 2 1 2 2 9 4 6 5 5 5 F : 2 1 2 2 9 4 6 5 5 6

E: [email protected] w: www.kitapyayinevi.com 

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 5/176

T T ^ • • j f l

Dun SancısıTürkiye'de Geçm iş Algısı ve Akadem ik Tarihçilik

O K T A Y Ö Z E L

K İ t a p Y A Y I N E V İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 6/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 7/176

I Ç I N D E K I L E R

T E Ş E K K Ü R I I

S U N U Ş 1 3

A K A D E M Y A N ı N I Ç I N D E N

B I R T A R İ H O K U M A V E Y A Z M A P R A T İĞ İ O L A R A K

T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İĞ İ 2 5

B İ R B İ I A N Ç O D E N E M E S I : T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I 4 0

X I I I . T Ü R K T A R İ H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ 7 6

B I R E L E Ş TI R E L D E Ğ E R L E N D I R M E : M O D E R N O S M A N L ı T A R I H Y A Z ı M ı N D A " K L A S I K D Ö N E M " 9 1

Y A P ı L ı R K E N T A R I H Y A Z M A K ( M ı ? )

T A R İ H , T A R İH Ç İ V E E N T E L E K T Ü E L : K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N D A T Ü R K İ Y E D E N

G Ü N C E L D E Ğ İ N M E L E R 1 1 9

TO P L A N A M A Y A N B İ R K O N F E R A N S V E S İ L E S İ Y L E : " E R M E N İ S O R U N U " T A R İ H Ç İ S İ N İ A R I Y O R 1 4 0

B İ R K Ö R D Ü Ğ Ü M Ç Ö Z Ü L D Ü : D A R I S I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N , T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ M İ Z İ N B A Ş I N A ! 1 4 6

E M İ N Ç Ö L A Ş A N ' A A Ç I K M E K T U P 1 5 0

B E L G E L E M E M E R A K I 1 5 6

S O N U Ç Y E R İ N E

H R A N T ' D A N S O N R A T A R İ H . . , 1 6 3

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 8/176

O K T A Y Ö Z E L

Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'ndeki 'tesadüfi' öğrenciliğin-

de tarihi sevip, biraz fazla ciddiye alınca "tarihçi" oldu. Aynı bö-lümde yüksek lisans, Manchester'da doktora yaptı. 1998'e kadar

mezun olduğu bölümde çalıştı. Birkaç kez akademyadan el etek çekip çokuzaklara gitmeyi ya da el zanaatları dünyasına geçmeyi düşündüyse de,sonunda kendini iki adım ötede, yandaki tepede, Bilkent Üniversitesi Ta-rih Bölüm ü'nde buldu. İyi de oldu. Pasaportunda "m üstafi öğretim üyesi"yazıyor, ama o halen aynı bölümde tarihçiliğe devam ediyor. Çalışma sa-hası: Bidayetinden nihayetine Osmanlı tarihi. Daha dar uzmanlık alanı:D em og rafi ve iskân tarihi, kırsal dön üşüm ler ve kitlesel göçler. Eski tabir-le bir çeşit 'sosyal tarih' yapmaya çalışıyor.

6

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 9/176

I

Hayat her an yeniden kurulurken tarih yazmak nasıl bir şeydir?

O kuru luş ve yapılış anlarının parçası, belki de faillerinde n biri olarak ta-rihçinin yaptığına ne demeli!

Bil im mi?

Öyleyse, bilimin hayata aşkın olduğunu söyleyebilir miyiz?

II

Yoksa tarihçinin yaptığı, II. Bayezid'in ya da I. Selim'in "âl-i Osmancınıntarihini yazan vakanüvislerinkine mi benziyor?

Biz tarihçiler belki de birer Neşri, îbn Kemal ya da Cevdet Paşa'yız; en iyi

halde Cantimir veya Hammer'iz; ya da Iorga!Onlar da devirlerinin aklına kulak vermediler, zamanlarının vicdanını dil-

lendirmediler mi?

"Modern" tarihçiliğimizin kurucusu Fuat Köprülü farklı mıydı?

Braudel Akdeniz'i neden çok sevdi?

O halde, biz niye farklı olalım?

D Ü N S A N C I S I 7

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 10/176

II I

Tarihçi geçmişi araştırıyormuş gibi yapar; bir gözü, kulağı hep bugünde,yaşadığı andadır.

Belki de buradan kaynaklanıyordur Atatürk'ün Tü rk Tarih Ku rum u'nu nduvarını süsleyen sözün ün retorik gücü:

"... tarih yazmak, tarih yapma k kadar m ühimdir, yazan yapana sadık kal-

mazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."

Ve çelişkisi elbette: Tarih yazmanın imkânsızlığı!

Nasıl yazılır,

"yazanın yapana sadık kaldığı" bir tarih?

IV

Yazd ığımız kendi hikâyemizdir, o halde!

Kendi zamanımızın kanonunu inşa ediyoruz el birliğiyle;

"tarihlerimiz'le kendimize ve bugünümüze ayna tutuyoruz.

Gerisi, belki de, tümden bahane...

Bir bahaneye tutunmak;

ve onunla oyalanmak..!

V

Olsun..!

Yine de güzel!

8

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 11/176

HRANT D Í NK ' E

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 12/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 13/176

T E Ş E K K Ü R

B u yazıların kaleme alınmasında ve kitaba dönüşmesinde bir çok

dost ve me slekta şım ın doğrud an katkısı var. Tanıl Bora, kıyılarındadolaşmayı tercih ettiği akademyaya mümkün olan en salih ve olum-

lu anlamıyla dışarıdan ayna tutma, gayet incelikle tam zamanında müdaha-le edip dolaylıca 'ayar verme'yi kendine misyon edinmiş tutumuyla bu ya-zıların çoğ unun kalem e alınm asının doğrudan mü sebbibi oldu. İyi de yap-tı. Kendisine borcum bir kuru teşekkürün çok ötesindedir. Olduğu gibi varoluşuyla, yaptıklarını yapış tarzıyla biz akademyadakilere her zaman güçverdi; destek oldu bütün dost sıcaklığı, anlayışı, keskin m uh ake m esi, etik veestetik duruşu yla. Ak adem i dışında da nasıl anlamlı işler yapılabileceğinigösterdi cümlemize. Sanırım kendisine epeyce borçluyuz. Ve bunu bu ve-sileyle dile getirmekten sadece mutluluk duyuyorum. Çok yaşasın!

Akad em inin içinden T ayfu n Atay yazılardan birine vesile oldu; Gök-han Çetinsaya ise birinin yazılmasına ortak. Kendileriyle akademi içindebirlikte büyüdük, iyisiyle kötüsüyle çok şey paylaştık, şehvetle ve şiddetletartıştık, kon uşad urduk , yer yer birlikte çırpındık. E ntelektüel ve akadem ik

niteliklerine sonsuz saygı duyduğum bu dost ve meslektaşlarıma borcumda bir teşekkürü n ötesindedir. Belki arzuladığım ız türden bir akadem ya ya-ratamadık; am a birlikte hayal etm esi bile güzeldi. B u kitapta bu h ayalin ne-den gerçekleşemediğinin de yanıtı var aslında.

Akademyada başaramadığımız ortamı kendileriyle dışarıda yarattı-ğımızı zaman içinde mutlulukla farkettiğim sevgili kardeşlerim başta Kud-ret Em iroğlu, Suavi Ayd ın ve Süh a Ü nsal olmak üzere, Sah aflar Prensi Ah-

met Yüksel'in sabırlı ve fedakarane ama renkli ve eğlenceli patronluğunda-ki Kebikeç ekibinden bu yazıların kaleme alındığı yıllarda sonsuz güç al-dım. Ancak kendilerinin bundan haberleri bile olmadı! Hakiki 'yol arkadaş-lığı' ettiler; hâlâ da ediyorlar. Böyle bir yoldaşlığın karşılık kaldırmayacağı-nı hepim iz biliyoruz. Ne diyebilirim? Derin muhabbet, daim a.

Kitaptaki yazılarda dolaylı ama benim üzerimde doğrudan emeği veiçten teşvikleri olan sevgili hocalarım Bahaeddin Y ediyıldız ve Ah m et Y aşa rOcak şahsında eski okulumdaki dost ve meslektaşlarımı anm azsam haksız-

DÜN S A N C I S I I I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 14/176

lık yapmış olurum. Gönül 'münferiden' yapmayı başardıklarımızı 'müçte-mian' da yapabilmeyi arzu ederdi. Ama olsun, samimi sıcaklıkları devamediyor.

Ve daha genç dostlarım, meslektaşlarım da var, ki kitabın sonundasözünü ettiğim yeni kuşak tarihçilerimizi ve tarihçiliğimizi temsil ediyor-lar. Bir kısm ı ile hoca-öğrenci olduk. D aha iyisini daha cesaretle yapacakla-rına inancım ve kendilerine g üven im sonsuz. O nları tanımış olm ak, onlar-la dostluk ve meslektaşlık etmek, benim için adeta geçen yılların telafisihükm ünde . H er biri akademyanm geleceği için ayrı bir şans. San ırım onla-ra sevgili Gültekin Yıldız üzerinden selam göndermemi kimse yadırgama-yacaktır.

Nihayet, Kerem Ünüvar ve İbrahim Kaya Şahin yazıların bir arayagetirilmesi fikrine çok sıcak yaklaşıp, cesaretlendirdiler. Heyecanımı en azben im kadar sahici hissettiler, paylaştılar. Yaz ıların daha anlam lı bir sırala-ma ile son şeklini almasına katkıda bulundular. Fuat Dündar da bütün sa-m imiyetiyle takipçisi oldu süre cin. G erçek birer dost ve meslektaş sıcaklığı-nı eksik etmediler. Müteşekkirim.

Son olarak yazıların böyle bir derlemede yeniden yayınlanmasını

anlayışla karşılayan İletişim , M etis, Doğu Batı, Tarih V ak fı ve San at Kitabe-vi yaym evleriyle, kitabın bas ım ını tereddütsüz üstlenen Sayın Çağatay Ana-dol'a ve bas ım sürecinde gösterdikleri özen için Kitap Yayın evi editörlerineteşekkür ederim.

12 T E Ş E K K Ü R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 15/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 16/176

bu olduğu topluluğun, ulusun veya daha geniş insanlık âleminin yerleşikbilgi kalıpları ve yargılarıyla da boğuşmak durumunda kalabilir. Bazen on-lara karşı kendini çaresiz hisseder, bazen de korkusuzca savaş açar bütün

güçlüklere.H er coğra fya ve topluluk tarihle veya tarihiyle kendine göre ilişki ku-rar. Bazıları bunu normalleştirmesini bilir; medeni, entelektüel veya akade-m ik bir fikir tartışmasına indirgeyerek "bilgi âlem i" ile daha dem okratik, dü-zeyli ve saygılı bir ilişki kurm ayı başarır. Kim i coğrafyalarda ise tarihle bugü no derece iç içe geçmiştir ki, "gerçeklik duygusu"nun yitirilmesine yol açar.

Türkiye'nin durumu biraz buna benziyor.Tarihini fazla ciddiye aldığı için mi bu derece güncelleştiriyor; bu-

gününden ve geleceğinden emin olamadığı için mi çaresizce tarihe bu de-rece abartılı bir şekilde sığmıyor? Ya da tarihsel bilgi adına uzun süredirkendisine öğretilen ve belletilenlerin arkasının çok zayıf olduğunun gide-rek daha faz la ortaya çıkm asının yarattığı ani ve fiili bir "ca hilleşm e"ye, ez-ber bozulmasına ve güven kaybına verilen bir tepki midir bu garip hal?

Her birimizin bilgiye dayanmasa da "tarih"e dair söyleyecek bir sö-zü, tarihsel olaylarla ilgili bir yarg ısı var gibi. An cak, bun dan pek de em in de-

ğiliz ki gözler ve kulaklar bir yand an da "tarih çi'lerdedir. Öte taraftan, tarih-çinin her söylediğine güvenilemeyeceği de tecrübeyle sabittir; kam u önündekoca tarihçilerin bitmeyen ve sonunda bir yere zor bağlanabilen tartışmalarıbu nu yeterince gösteriyor. Bu duru md a iş gözü karartıp bir liman a sığınm a-ya, orada bir tarihsel "hakikaf'e iman gücüyle tutunmaya kalıyor çoğu du-rumda. Tarihçinin durumunun sade yurttaştan çok da farklı olduğu sanıl-m am alı. O da her yand an g elen değişik talepler, arzular ve bizatihi kendi his-siyatının arasında sıkışır, çekiştirilmekten adeta bunalır zaman zaman. Her-

kes cevap bekler, dahası işin "d oğru su"n u, "hakikat"ini bilmek ister.Galiba Türkiye yakın ve uzak geçmişine dair yepyeni bir tarih anla-

tısı inşa etm ek, daha sakin ve norm al bir tarihçilik geliştirmek durum und a;yaşananlar bir yandan da bunun işaretleri sayılabilir.

Bu yazıların sahibi de fikri ve mesleki kimliği, kişiliğiyle Türki-ye'n in son otuz yılının b ir ürün üdü r. Tarihçiliği de yazdıkları da tarihsel bil-ginin be lli bir versiyon unu n zoraki dayatıldığı, bir yanda n da küreselleşme -

14 S U N U Ş

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 17/176

nin etkisiyle zembereği boşalan toplumsal dinamizm ve çeşitlenmenin ya-rattığı özgürleşme patlamalarının yaşandığı bir dönemde biçimlendi. Zıtla-rm bir arada ürettiği zaptedilemez kaotik bir akışın damgasını vurduğu bu

dönemin koşulları ve gelişmeleri çerçevesinde kendine göre içerik kazandı.Kitapta bir araya getirilen yazıların çoğu bu d öne m e, bu dön em in ta-rihçiliğine ve tarihçiliğini etkileyen gü ncel ge lişme lere yönelik değerlendir-me lerdir. Bizzat bu günce llik içinde, etkisinde ve ağırlığı altında icra edilenbir tarihçiliğe dairdir. Kendi tarihçiliğinin biçimlendiği ve oluştuğu bir dö-neme, o döneme damgasını vuran tarihsel bağlama ayna tutmayı hedefle-yen eleştirel me tinlerdir. Bir yandan da etik-akademik bir zoru nlulu ğun so-nucudur bu yazılar; gerekli bir hesaplaşma, belki bir tarihçiler kuşağının

sorumluluk hissi, belki de yazarının icra ettiği mesleğe saygısını muhafazaedebilmesinin tek mümkün yoluydu.

Bu yüzden epeyce "zor", sancılı ve yer yer ağırdırlar içerik açısından.Zorluk sadece değinilen konuya, ku rum sal, siyasi, ideolojik eğilim lere yöne-lik değil; çoğu zaman yazarının kendisinden de kaynaklanmıştır. Zor za-manlarda ve süreçlerde konuşmak kolay değildir, bilinir. Özellikle fazlasıylaiçe kapalı, taşra terbiyesi vurgusuyla "iyi ve efen di" ya da "bizden, sağlam !"

bir akademisyen olmanın her şeyin önünde seyrettiği bir cemaat ruhununegemen olduğu ortamda. Am a yazm anın daha da zor ve sorumluluk isteyenbir uğraş olduğunu yazarına bir kez daha belletti bu yazılar. Dolayısıyla, enakademik görüneninden en günceline, okuyacaklarınızın çoğu zor anlarda,büyük karın ağrısıyla kaleme alındılar. Çok daha fazlası ise daha yazılmayıbekliyor. Yazabildikleri ve bu derlemede bir araya getirilen yazılar sadeceakademik bir mesainin masa başı ürünleri değil. Yazarın halen sürmekteolan aktif tarihçilik serüveni boyunca büyük ölçüde bizzat yaşadıklarının,

gözlediklerinin şahitliğine de dayanıyor. Yazıların birini kendisiyle birliktekalem e aldığı, aynı sürecin bir başka şahidi olarak yazarın çoğu z am an ortakdüşünceler geliştirdiği sevgili dostu ve değerli meslektaşı Gökhan Çetinsa-ya'n m bu yolculukta ken disine sessizce eşlik eden çok sayıda tarihçiden yal-nızca birisi olduğunu da biliyor aslında bu satırlann yazan.

Okuyacaklarınızın yalnızca akademik bir mesaiye değil gözlemlerede dayanması bir yanıyla iyi bir şey. Çünkü birincil malzeme tarihçiler için

D Ü N S A N C I S I 15

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 18/176

her zaman en değerli malzemedir. Geleceğin tarihçi ve sosyal bilimcileri bumalzemeyi mutlaka değerlendireceklerdir; bundan hiç kuşkum yok. Diğertaraftan da risklidir, çünkü yaşanılan ve şahit olunan sürecin içinden yaz-

m an ın sadece soru nlarıyla değil, zaaflarıyla da m aluldür. H er ne kadar ken-dince "doğru/namuslu!" bir tarihçilik adına üzerinde titizlenilmeye çalışıl-sa da, yazarın nesnelliğinin sınırları doğal olarak tartışmaya açıktır. Tıpkıtarihçilik mesleğinin doğasında olduğu gibi.

Özellikle "Yapılırken Tarih Yapmak (mı?)" bölümündeki yazılar herne kadar doğrudan gün celle boğuşarak ve güncelin ağır dayatmalanna kar-şı belirgin bir kızgınlıkla kaleme alınmış ve yer yer muhataplarını ağırcaeleştiriyorsa da, okuyucu bunun dar anlamda "kişisel" bir mücadele olma-

dığını kolayca fark edecektir. Evet bir müca dele var; yer yer kavga da. Ancakbunun, yazarın kişilerle değil, kurumsallaşmış hegemonik söylemlerle,hoyrat müdahalelerle ve bunların altında sessizce iş yapmaya alışmış ya dabuna epeyce 'teşne' bir tarihçilik ve sosyal bilimciler camiasıyla olan dokuuyuşmazlığını dışa vuran bir gerilimden kaynaklandığı sanırım yeterinceaçıktır. Bu y üzd en, böyle bir cam iayı kısm-ı kü llisi itibariyle pek rahatsız et-meyen gazeteci Emin Çölaşan'm yazdıkları kadar Profesör Aysel Ekşi'nin

söyledikleri de bu satırların yazarmca, tarihçilik mesleğine yöneltilmiş enağır ve densiz müdahaleler olarak algılanmıştır.

O halde neden? Bu yazılar bunca karın ağrıtıyorsa, neden saklandık-ları köşede ka derlerine terk ed ilmediler?

Bunun birkaç nedeni var.Birincisi, tarihçilik mesleğiyle ilgili. Türkiye'de ve dünyada, tarihçi-

lik ve tarihyazımı ciddi bir dönüşüm yaşıyor derinden derine. Pozitivizmsonrası dönemin sarsıntılarından, sosyal bilimlerin genel epistemolojik ve

metodolojik krizinde n tarihçilik de payına düşe ni alıyor. He r ne kadar post-m ode rn eleştiri, tarihçide, yaptığı işin do ğası ve sınırları üze rine b elli belir-siz bir farkmdalık yaratmaya başlamışsa da, şu sıralar yaşananın daha ziya-de bir kafa karışıldığı olduğu nu söylem ek daha doğru o lur. Mesleğ in icrası-na yönelik ciddi bir ame li yenilik hen üz söz kon usu değil; dolayısıyla tartış-ma daha çok sınırlı bir tarihçiler grubu içinde kendi doğal mecrasında de-vam ediyor.

16 S U N U Ş

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 19/176

Bu yüzden, değerli sosyal bilimci ve tarihçimiz îlhan Tekeli'nin aşa-ğı yukarı bu kitaptaki yazılara eşzamanlı olarak kaleme aldığı, yeni döne-min "yeni" tarihçiliğinin epistemolojisinden diline kadar uzanan geniş bir

yelpazede karşım ıza çıkan farklı perspe ktiflere dair derinlikli çözü m lemele-ri ve etkileyici bir açıklıkla fom üle ettiği önerilerini "m eslekte n" tarihçilerinpek kulak ardı etme lükslerinin olduğunu sanmıyorum. 1 Bu makaleler, ta-rihçiliğin basit bir "tarihçi ve belgesi" söylemine indirgenemeyecek ölçüdedevasa boyutları içerdiği, geçmişle bugünün (hatta henüz yaşanmamış "ya-rm"m) "tarihçinin alanını" nasıl birlikte kuşattığı ve belirlediği gerçeğineçarpıcı bir şekilde dikkat çekiyor.

Yayınlandıkları köşelerinden kaldırılıp bu kitabın içinde bir araya

getirilen makaleler ise bir bakıma Tekeli'nin işaret ettiği teorik çerçeveye,Türkiye'de icra edilmekte olan tarihçiliğin içeriden çekilen bir fotoğrafınıyerleştiriyor. Bu tarihçiliğin merkezindeki özneye, iş yapma tarzına, kav-ramsal donanımı ve terminolojisine, güncelle, siyaset kurumuyla ve niha-yet devletle kurduğu "tehlikeli" ontolojik-pragmatik ve paradigmatik ilişki-ye, bu bağlamda kullandığı bilimdışı dilin ideolojik keskinliği ve şiddetinedaha yakından bakıyor. Bir yandan da son çeyrek asırda tarihçiliğimizi doğ-

rudan etkileyen konjonktürel faktörlere, bu arada yaşanan dalgalanmalarınyarattığı keskin yalpalanmalara, savrulmalara işaret ediyor.

Belli bir iç tematik ve eleştirel bütünlüğü olan bu yazıların toplucabir arada sunulmasının, bu iki dünya arasındaki farkların ve paralelliklerindaha belirgin kılınmasına katkıda bulunacağını umuyorum, inancım odurki, bu makalelerin tarih meraklısı okuyucuların sadece tarihsel meseleleredeğil tarihçilerin dünyasına dair de bir algı ve farkmdalık geliştirmelerine,bu konuda kendi kişisel değerlendirmelerini daha rahat yapabilmelerine

yardımcı olacaktır.İkincisi, Türkiye'de akademik eleştiri geleneğinin büyük ve kronik

zaaflarına dairdir. Her ne kadar 20. yüzyılın başlarında, imparatorluğun çö-küşü sürecinin en çalkanülı anlarında ilk örneklerini gördü ğüm üz metodo-lojik açıdan yüksek düzeyli mod ern tarihçilik ürünle ri ve akadem ik eleştiri-ler yine bu topraklarda ortaya çıkmışsa da, Türkiye tarihinin sonraki drama-tik gelişmeleri ve içine girilen ulus-devlet inşa sürec inin savrulm aları bu te-

D Ü N S A N C I S I 17

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 20/176

mel üzerinde sağlam ve saygın bir eleştiri geleneğinin oluşmasını engelle-di. Siyasi, ideolojik çalkantılar ve neredeyse periyodik kesintiler sürekli ola-rak yeni kopuşlar yarattı. 1950'ler sonrasının hızlı modernleşmesi, kentle-

re yönelik kitlesel ve daimi göç ve daha gerilimli, çatışmalı olarak yaşanansım fsallaşm a akademik alanı da etkiledi. Bir ucu g ünü m üze kadar gelen vehâlâ devam eden bu süreçte, tarihsel olarak kent kültürün ün bir ürün ü olanüniversiteler ve akademik faaliyet de dinamik ve hareketli geniş kitlelereaçıldı. Popülist niteliği hayli baskın bu demokratikleşmenin (evet, bununbilimsel etkinliğin sosyal, sınıfsal tabanı ve ufku açısından bir demokratik-leşme olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum) beraberinde bir çeşittaşralılaşmayı getirdiği ise bugün daha net görülüyor. Bir yandan da yeni

kuru lan çok sayıda üniversite bizzat taşraya gidiyor.Söz konusu gelişmenin üniversiteye ve akademik alana kimi olum-

suz yansım alarının olduğu da yeterince açıktır. Bunların en önem lilerindenbiri akademik hayatın bir türlü arzu edilen derecede oturmuş rafin e bir aka-dem ik dil yaratamam ış olmasıdır. B u eksikliğin en yakıcı hissedildiği kulva-rın ise akademik eleştiri alanı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fazlasıylakişisel kavgalarla malul, bir fikir temeli içermeyen , övgü ile yergi arasında sa-

lınıp duran kaba ve yer yer oldukça taşralı bir sözde "eleştirel"lik, son otuzyılın en önem li alametifarikalarmda n biri olmuştur n e yazık ki. S on yıllardaaksi yönde olumlu bir eğilim filizlenmeye başladıysa da, popüler magazinelmedyatik üslup veya Türkçenin imkânlarını da epeyce daraltan kuru bir di-lin hâkim olduğu akademik tarihçilik bugün hâlâ baskın görünüyor.

Bu derlemede yer alan makalelelerin bir kısmı, özellikle "Akadem-yan m İçinden " bölüm ünd ekiler, yapıcı olmaya n, kısır ve popü ler eleştiri ya-zılarının sah ip olduğ u zaa flardan uzak du rmaya çalışan, hatta bu tarzı eleş-tirme kaygısı içeren değerlendirmelerdir. Okuyucu bunların bir kısmınınkeskin dilli, ama çoğunun belirgin bir özeni ve her şeye rağmen meslektaş-lık duygusunu ciddiye alan bir eseflenme, hayıflanma yazıları olduğunufark edecektir. Anılan çalışmaların hepsi, bir bakıma Türkiye'deki Osman-lı tarihçiliğinin bünyesel zaaflarıyla ilgilidir. Şaşırtıcı derecede kendini ye-niden üretme kabiliyetine sahip söz konusu zaaflar, tarihçilik alanının bel-ki de en önemli sorunudur. Bu noktalara işaret eden eleştirel çalışmaların

18 S L ı N Ü Ş

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 21/176

toplu okumasının, ileride yapılacak daha kapsamlı çalışmalara, bilanço de-nemelerine bir miktar malzeme sunm ası u mu lur.

Üçüncüsü ise, doğrudan Türkiye'nin entelektüel hayatıyla ilişkili-

dir. "Yapılırken Tarih Yapmak (mı?)" bölümünün ilk makalesi bu proble-matiği ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Burada şu kadarını söylemekle yetine-ceğim: Türkiye'deki entelektüel hayat esasında ezeli-ebedi bir tarih tartış-ması, yani çatışan geçmiş algıları üzerine kuruludur. En çok gelecekle ilgi-liymiş gibi görünenler de bir çırpıda tarihe ilişkin tartışmalara dönüşebil-mektedir. Çünkü, tartışmanın tarafları bu konularda kişisel veya grupsalkendi özel tarihlerinin yükü altında geleceği tartışmaktadırlar aslında. Ya-kın geçm işin uygarlık ve üretim tarzı tartışma ları, g elişmişlik-azge lişmişlik

meselesi, günümüzde demokratikleşme, sekülarizm ve kimlik tartışmalarıpekâlâ bu türden tartışmalar olarak görülebilir. B un un (belki de haklı ve an-laşılır) sebepleri üzerinde ayrıca düşünmek gerekir.

Şüphesiz, tarihsel boyut entelektüel faaliyetin vazgeçilmez bir par-çasıdır. Tarihçilik de temelde bugünden yapılan, bugüne ait, fakat düne,geçmişe dair bilgi üretme, değerlendirme, yorumlama etkinliğiyse eğer (kiöyledir), bu etkinliğin temel niteliği en veciz ifadesini Carr'da bulmuştur:

Geçmiş ve bugün arasında bitmez tükenmez bir diyalogdur tarih. Türki-ye'de olan ise bundan öte bir şeymiş gibi görünüyor. Profesyonel tarihçili-ğin bu mottosuyla gündelik tarih tartışmalarının bu "diyalog"dan anladığışey, veya bu diyalogu kendince "kurma" biçimi arasındaki garip farklılığadikkat çekmek istiyorum. Bir türlü normalleşemeyen ve sürekli bir ideolo-jik ve/veya demagojik hesaplaşma niteliğindeki bu "negatif ' ve her düzey-de ötekileştirici, düş m an arayan ve yaratan tarih tartışm ası, fark ında olma-dan entelektüel hayatı da, bu ortam içinde tarihçinin mesleğini icra edişini

de olumsuz etkiliyor.Vurg ulam ak istediğim şudu r: Sürekli geriye bakan ve onunla boğu-

şan bir entelektüel hayat (bunun da kaçınılma z bir süreç olduğ un u düşün e-biliriz elbette) geçmiş, gelecek algı ve kurguları arasında bugünü adeta bo-ğuyor. Entelektüel siyaset belki de başka türlü mümkün değil; gündelik si-yaset de belki bund an m em nu ndu r. Ancak sonunda siyasetin asıl alanı, ya-şadığımız hayatın daha yakıcı somut sorunları, ekonomi, işsizlik, yoksul-

D Ü N S A N C I S I 1 9

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 22/176

luk, sosyal güvenlik, eğitim vs. kolaylıkla ikinci plana düşüyor, tarih tartış-maları ve negatif tarihsel dilin gündemi bu derece belirlediği ortamda bü-tün toplum bu türden tartışmalar üzerinden enerjisinin çok büyük bir kıs-

mını yanlış şekilde ve beyhude harcıyor büyük ölçüde.En rafin e olanından en ucu z ve gündelik şiddet içerenine kadar tarih

tartışmaları, ve tabii ki geçmiş, bug ün üzerinde bu derece tahakküm kurduk-ça, bu b askı en fazla bedeli çoğu zam an tarihçilere ödetiyor. Bu ne kadar farkediliyor, bilmiyo rum . A m a b u yükü n, ne tarihçilerin ne de entelektüel haya-tın temel aktörlerinin tek başlarına kaldırabilecekleri kadar hafif olmadığınıbiliyorum. Yapılabilecek, ya da umulabilecek tek şey şu gibi görünüyor: Biryandan işini layıkıyla yapamayan siyaset kurumunun tarihe kullanım değe-ri üzerinden bu kadar sıklıkla ve hoyratça el atma, m üdah ale etme alışkanlı-ğının giderek törpülen me sini ü m it eder ve beklerken, bir yandan da tarihçi-ler camiası ve entelektüel hayatimizin katalizör işlevi gören kesimleri ve ak-törlerinin kendi kulvarlarında daha sıkı durmaları, siyasetin güncel dili vema nipülasyonları k arşısında daha soğukkanlı ve me safeli bir tutum geliştir-meye çalışmalan. Aynı zamanda, bu duruşlanyla, siyasetin tarih tartışmala-rındaki rolünü m akul düzeye indirecek, siyaset kuru m un da tarihsel bilgi ala-

nının özerkliği ve saygınlığına dönük bir farkm dalığm yerleşm esine katkıdabulunacak bir sorum lulukla üretm eli, yazmalı ve tartışmalıdırlar belki de.

Bu bağlamda anılan deneme, entelektüel ve tarihçi tipolojileri üze-rinden Türkiye'deki siyasetin ve entelektüel hayatın tarihle olan ilişkisininnormalleşmesi, ve bunun gerekliliğine işaret etmektedir. Profesyonel birmeslek alanı olarak görülen tarihin, mesleki boyutu saklı kalmak şartıyla,hiç de o kadar tamam en tarihçilere bırakılması g erekm ediğini, bırakılmaya-cak vüs'atte, hayatın ve bilme etkinliğinin bütün kulvarlarına açık bir alanolduğunu vurgulamam gerekir. Bu vurgunun, tarihle birlikte tarihçiliğe da-ir algılarımızın da tehlikeli bir biçimde karmakarışık hale geldiği bir dö-nemde bir tarihçi tarafından yapılmasının, tarih çalışmaları alanı üzerindetahakküm kurma eğilimi ve tehlikeli algısına sahip tarihçilere karşı da uya-rıcı bir işlev görebileceğine inanıyorum. Okuyucuların, böylece, tam da bunoktada tarihçiliğin ne kadar "bıçak sırtında" bir uğraş haline gelebildiğinigörmelerini umuyorum.

20 S U N U Ş

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 23/176

Son olarak, kitabın "Yapılırken Tarih Yapmak (mı?)" bölümündekiyaz ılan boydan boya kesen bir ortak kulvara işaret etmek isterim. Başta belir-tildiği gibi, Tü rkiye 'nin son on yılında kalem e alman yazılar bu tarihsel süre-

cin temel gelişmeleri ve tartışmalanyla doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla Türki-ye'de yaşayan b ir tarihçinin kend i mesle ki, toplumsa l çevresine ve parçası ol-duğu tarihsel bağlama verdiği tepkileri ifade etmektedir. Bu bölümü oluştu-ran yazılar anılan süreç boyunca yaşanan en büyük tartışmalardan biri olan,"Erm eni Sorunu"yla ilgilidir. H er ne kadar doğrudan b u konu üzerinde çalı-şıyor olmasa da, söz konusu makaleler, yazan n ken diliğinden kucağında bul-duğu, kaçamadığı, bütün toplumu kuşatıcı boyutu yüzünden uzak durma

şansı da, lüksü de olmayan bir tartışmaya tarihçi refleksiyle nasıl müdahil ol-duğ unu göstermektedir. Kitaptaki diğer değerlendirmeler gibi, bu "reflek s",bu müdahaleyanlan ve biçimleri de kuşkusuz önemlidir ve tartışmaya açıktır.

Bu durumda bir kez daha şu noktaya mı geliyoruz? Tarihçi de sontahlilde yaşadığı dönemin ürünüdür. Tarihin her nesilde "al baştan!" yeni-den yazıldığını söyleyen el kitaplan doğru ise eğer, bunun bilim alanındakiilk kurbanı "hakikat"in bilgisi olacaktır ister istemez.

Böyle bir hedefin ulaşılmazlığı kabul edilecekse, bu idealin peşinde

sevgili hocamız Mehmet Genç'in kanncası misali sadece koşmakla, gayretetm ekle yetinecek b ir bilim sel faaliyette, ve tabii ki tarihçilikte, geriye b u et-kinliği meşru kılacak iki temel nokta kalıyor demektir:

Asgari insani hassasiyet ve "meslek ahlakı"nm temel ilkeleriniunutmamak; ona uygun bir dil kullanmak.

Ve, akademik tartışmaların bir hakikate, mutlak bilgiye götürmeye-bileceğini bilerek, araştırmanın, tartışmanın bizatihi kendisini önemse-

mek; her zaman ve her konuda saygılı, içerikli ve düzeyli tartışabilmeninyollarını açık tutabilmek.

Bu dili Hrant Dink kendi kulvarında belki tarihçilerden daha etki-li kullandı. Dolayısıyla, yazarın tarihçiliğimizin bugünü ve geleceğine da-ir son sözlerini yine onun ü zerinden söylemesini okuy ucunu n fazlac a ya-dırgamayacağını umarım. Bu kitaptaki yazılar, hem tarih ve hayat ilişki-sinde söylenmek istenenlerin Özünü kendi pratiğinde çok çarpıcı bir şekil-de ortaya koyan, hem bu c oğra fyan ın kendi gücüy le ürettiği ken dine özgü

D Ü N S A N C I S I 2 1

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 24/176

kültürünü, tutunulabilecek ortak paydayı şahsında hepimizden daha faz-la ve layıkıyla temsil ettiğini düşündüğüm Hrant Dink'e, onun hatırasınaadanmıştır .

Ek im 2008

Not: Yazılar bu derlemede esasen yayınlandıkları orijinal şekliyle muhafaza edilmelerine rağmen, ifa-

delerin aksadığı düşünülen kimi yerlerde küçük düzeltmeler, birkaç yerde de bazı kısa eklemeler

yapılmıştır. Eklemeler [ ] içinde gösterilmiştir.

1 Bkz. İlhan Tekeli, Tarihyazımı Üzerine Düşünmek, Ankara: Dost Yayınlan, 19 98 ; Birlikte Yazılan ve

Öğrenilen Bir Tarihe Doğru, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007.

2 2 S U N U Ş

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 25/176

A K A D E M Y A N ı N I Ç I N D E N

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 26/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 27/176

B İ R T A R İ H O K U M A V E Y A Z M A P R A T İ Ğ İ O L A R A K

TÜRKİYE'DE OSMANLI TARİHÇİLİĞİ*

-jr ki yüz küsur yıllık Aydmlanmacı-pozitivist geleneğin temel ontolojik1 ve epistemolojik argü m anla rının yeniden gözden geçirilmekte oldu-

J L ğu, büyük ölçüde bu gelenek üzerine inşa edilen m odern bil im in özel-likle ideoloji ve teknoloji bağlamında çok ciddi bir sorgulamaya tabi tutul-duğu bir dönemden geçiyoruz. Söz konusu sorgulamadan en fazla etkile-nen sosyal bilimlere Türkiye'den bir bakışı, ya da sosyal bilimlerin Türki-ye'deki durumu üzerine bir yeniden düşünmeyi amaçlayan bu sempozyu-

mu çok önemli bulduğumu belirterek başlamak istiyorum. Toplantının,tartışmaya uluslararası boyutta orijinal katkılar yapmasını temenni etmek-le birlikte, en azından bu ülkedeki sosyal bilimcilere kendileri ve nesneleriüzerine daha alıcı ve eleştirel gözle düşünme fırsatı yaratacağına inanıyo-rum. Ayrıca, sosyal bilimlerin kendi içinde sorunsallaştırılmasma ve so-nunda böyle bir sempo zyum un düzen lenm esi sürecine sosyal bilimler pra-tiğinin gerçekleştirildiği neredeyse yegâne kurum olan üniversitelerimiz

yerine iki saygın derginin öncülük edişinin bu semp ozyu m un tem el sorun-salı bağlamında başlı başına an lamlı bir gösterge olduğunu düşün üyoru m .Başlarken belirtmek istediğim ikinci nokta, sunuşumun çerçevesi ile

ilgili. Sempozyumun ana teması, bu oturumun başlığının ve içeriğinin for-mülasyonu ve nihayet çalışma alanım ile bilgi birikimim çerçevesinde en an-lamlı sunuşun ne olabileceği konusunda hayli zorlandığımı belirtmeliyim.Sempozyumun ana sorunsalı içinde tarih ve tarihçiliğe en uygun bağlam bel-ki "bir sosyal bilim olarak tarih",1 ya da sosyal bilimler-tarih ilişk isi çerçevesin-

de son birkaç on yılın en kayda değer gelişmelerinden biri olarak "sosyal bi-limlerin tarihselleşmesi/tarihin sosyalleşmesi" olabilirdi.2 Oturumun tema-sından hareket edildiğinde ise, "geçmişi okum a ya da okuyamam a" sorunsa-

* Sosyal bilimlerin temel sorunlarının yeniden tartışıldığı bu semp ozyum (Defter ile Toplum ve Bilimdergileri tarafından düzenlenen "Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünm ek" Sempozyum u, İstanbul, 19 98 )bağlamında, Türkiye'de sosyal bilimci olmanın anlamı ve zorluklan üzerinde kendi bilim ve yaşam pra-tiğiyle çok şey söyleyen, uzu n yıllar asla olmam ası gereken bir yerde ikamete zorlanan b ir sosyal bilim-ciyi, İsmail Beşikçi'yi, burada saygıyla anıyorum.

D Ü N S A N C I S I 2 5

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 28/176

İmin, 19. yüzyıl öncesi Osmanlı tarihçiliğimiz için, daha ziyade, üzerinde ça-lışılan "b elgenin (doğru) okunup okun am am ası" şeklinde tezahür ettiğini gö-rürüz. Özellikle klasik dönem Osmanlı tarihçiliği söz konusu olduğunda, 19.

yüzyıl Rankeci tarih yöntem inin olabilecek en olum suz yoru m u üzerine otur-m uş bu anlayış yerli tarihçiliğimizde hayli köklü bir gelenek oluşturmaktadır.Biraz dâ buradan hareketle, toplantıya yapılabilecek en anlamlı katkının, geç-m işi oku ma denildiğinde b ir refleks olarak "belge okum a"yı anlayan ve bu te-melde bir tarihçilik p ratiği ortaya koyan kişinin, yan i bu tarihçinin b ir "sosyalbilimci" olarak portresi üzerinde durmak olacağını düşündüm.3

Böyle bir sunuş bana iki açıdan anlamlı görünüyor. Birincisi, sosyalbilimlerin büyük paradigmalarının gölgesinde genellikle gözden kaçırdığı-

mız önemli bir olguyu, bilimsel etkinliğin öznesi olarak bizzat "sosyal bi-limci"yi özgün yetişme ve çalışma koşulları içinde daha yakından tanımafırsatı verecektir. Tarihçilik bağlamında girişilecek böyle bir denemenin,Türkiye'de icra edilen tarihçiliğin, büyük bölümü itibariyle, sosyal bilimseletkinliğin neresinde olduğu konusunda bizlere bazı önemli ipuçları verece-ği açıktır. Ayrıca, bu tarz bir denemeyle, tarihçinin "nesne"sine hangi et-kenlerle, ne gibi koşullar altında, hangi bilinç düzeyinde yaklaştığı, ne tarz

bir tarihçilik yaptığı, çalıştığı alanın genel prob lemleri ve sorunsallarıyla neölçüde tanıştığı, bu pro blemleri daha üst düzeyde sosyal bilims el (veya tin-bilimsel) epistemolojinin sorunsallarıyla ne ölçüde ilişkilendirme eğilimitaşıdığı, vb. noktalarda da kapsamlı bir eleştiriye bazı yeni katkılar getirile-bileceğini düşünüyorum. İkincisi, böyle bir denemeyle, başta Halil Berktayolmak üzere birçok tarihçinin sık sık dile getirdiği "kuru bir dar belgecili-ğin cenderesi"nde iş gören "klasik, akademik, ortodoks Osmanlı tarihçiliği-miz"in,4 yani Türkiye'deki profesyonel-akademik tarihçiliğin büyük bir kıs-

m ının merkezindeki özneyi de daha yakından tanımış olacağız.Türk iye'de tarihçilik, akadem ik bir disiplin olarak belki de en sorun-

lu alanlardan birini o luşturuyor. 197 5'ten bu yana açıkça tartışılmaya başla-nan , çeşitli toplantılar ve sem pozyu m larda değişik boyutlarıyla ele alma n ta-rihçiliğimizde, Salih Özbaran ve Halil Berktay gibi tarihçilerin ısrarlı eleşti-rilerine rağmen genel olarak durumun pek değişmediğini görüyoruz.5

1975'te tartışanlar sorunu çok ciddi bulmuşlardı; 1994'te tartışanlar da ay-

2 6 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 29/176

nı sonuca vardılar. Ve nihayet bugün, 1998'e baktığımızda akademik tarih-çiliğimizin durumunun, bazı ilerlemelere rağmen, ana ekseni itibariyle es-kisinden daha parlak olmadığını söylemek zorundayız.

Türkiye'de yalnızca tarihçiliğin değil, bir bütün olarak sosyal bilim-lerin genel du rum un un pek iç açıcı olmad ığı ortadaysa da, tarihin bu konu-da daha talihsiz bir alan olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Bu talihsizlikle-rin nereden kaynaklandığı konusunda çok şeyler söylenebilir. Bunların birkısmı bu sunuş esnasında ya da sonunda kendiliğinden ortaya çıkacak,önemlice bir kısmı ise oturumun diğer konuşmacılarmca dile getirilecek.Ama burada bir defa daha, ne tür bir alanla karşı karşıya olduğumuz konu-sunda ön emli oldu ğunu düşü ndü ğüm bir temel noktaya, bir zihinsel altya-pıyla yakından ilintili olduğu a nlaşılan, tarihçiliğim izin kro nik bir rahatsız-lığına dikkat çekm ek istiyorum. Daha önce bazı tarihçilerin değ işik dönem -lerde önemle vurguladıkları gibi,6 söz konusu zihinsel altyapının üç anaayağı belirgin bir şekilde ortada durmaktadır; bunların hepsi Türkiye'demodern tarihçiliğinin ilk yıllarından bugüne gelen süreç içinde oluşmuş,zamanla da iyice pekişmiştir. Bu ayaklardan birincisi, imparatorluğun çö-küş sürecinde yüzyılın başlarına damgasını vuran devletin bekasına yöne-

lik kaygıların tarihçilik üzerindeki derin etkisi; ikincisi, cumhuriyetin ilkdönem lerine dam gasını vuran bir ulusal kimlik inşası çabasında tarihçiliğebiçilen m isyon; ve n ihayet, bu ikisiyle iç içe gelişen ve p ekişen, T ürk tarihi-nin kendine özgü ve diğerleriyle mukayese edilemez bir tarih olduğu dü-şüncesi, yani müzmin bir "sui generism", "biz bize benzeriz"cilik. Bu tes-pitlere katıldığımı belirtmek istiyorum.

Bugün Türkiye'de sosyal bilimler bağlamında icra edilen tarihçilik,

ana gövdesi itibariyle, başlıca bu üç ayak üzerinde biçim lenen bir aka dem iktarihçilik geleneğinin devamından ibarettir ve kanımca, tarihçiliğimizinkronik zaaflarının kökenini bizzat bu geleneğin kend isinde aramak gerekir.Anılan gelenek içinde karşımıza çıkan tarihçi devletin bekası kaygısıyla ça-lışan, dolayısıyla devlet merkezli, ama siyasi-ideolojik duruşu ve kültürelrefleksleriyle bağlantılı olarak Türk tarihinin bir dönemini diğeri aleyhineyüceltme, dolayısıyla tarihi bir bilgi alanından ziyade bir "inanç alanı" ola-rak görme, yaşama eğiliminde, ve nihayet ilk iki noktadaki tutumundan ba-

D Ü N S A N C I S I 27

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 30/176

ğımsız olarak Türk tarihini dünya tarihinden soyutlayarak ele almaya yat-kın, dolayısıyla içe kapan ık, milliyetçi savu nm a refleksleri güçlü bir tarihçi-dir. Hay li kuvvetli bilim dışı kaygıları ve ön kabu lleri, korkuları ve tabuları

olan bu tarihçi, aynı zamanda bir "devlet me m uru"du r;7

söz konusu özelli-ğiyle uzun asırların birikimi bir imparatorluk-cumhuriyet geleneğinin ya-rattığı niemur tipinin bir başka örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu-nun ne anlam a geldiği, aşağıda, bu portrenin bir ayağının o luşum sürecineyakından baktığımızda daha iyi anlaşılacaktır sanıyorum.

Şöyle bir tespitle devam edebiliriz: Anılan tarihçi portresi bize aka-demik tarihçiliğimizin tarihe nasıl baktığı, onu nasıl okuduğu konusundaönemli ipuçları vermektedir. Aynı zamanda, Türkiye'de akademik tarihçili-

ğimizin ana öbeğini oluşturmaktadır; popüler tarihçiliğimiz de büyük birkısmıyla bu damardan beslenmektedir.

Öte yandan, bu portre Türkiye tarihçiliğinin tamamını temsil etme-mektedir. Genel içinde oldukça marjinal görünse de nominal anlamda gi-derek büyüyen , içinden geldikleri kültürel ve toplum sal kesim lerin inançla-rı ve kültürel refleksleriyle değil bilimsel etkinliğin doğasına daha yakın veyatkın zihinsel bir tutumla, çoğu zaman uluslararası standartlarda ve plat-

formlarda, zaman zaman disiplinlerarası nitelikte iş yapan daha dışa açıkbir tarihçi kesimini de zikretmek gerekir. Türkiye tarihçiliğini uluslararasıölçekte temsil eden bu tarihçilerin içinden geldiği geleneğin ise başka tür-den zaaflarını görmek m üm kün dür. Bunların başında, belki Batı'da gelişenAvrupamerkezci ve oryantalist tarihçiliğin temel argümanı ve modelleriniyeterince eleştiri süzgecinden geçirmeden Türk ve Türkiye tarihine aktar-ma, dolayısıyla özgüllükleri gözden kaçırma eğilimi zikredilebilir.8 Bunun-la birlikte, son yıllarda bu eğilimin büyük ölçüde ortadan kalkma yoluna

girdiğini de hemen eklememiz gerekir.Yukarıdaki tespite hemen şunu da ilave etmeliyiz: İkinci tarz tarih-

çinin, tarihe bakışı, geçmişi okuyuş biçimi, ana ekseni oluşturan ve yukarı-da genel portresi çizilen tarihçiden hayli farklıdır. Çok az bir kısmı "mes-lekten", çoğunluğu ise köken itibariyle sosyal bilimlerin değişik disiplinle-rinden gelen ve sonradan tarihe geçen söz konusu tarihçiler grubunun,Türkiye tarihçiliğinin sosyal bilimlerle olan bağlantısını sağlayan yegâne

28 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 31/176

kanalı oluşturduğunu söylemek fazlaca bir abartı sayılmamalıdır. Popülertarihçiliğe katkıları ise henüz emekleme safhasındadır.

Türkiye'de akademik tarihçiliğin son birkaç onyılda genel Türk tari-

hinden Osmanlı ağırlıklı bir Türk(iye) tarihi yönünde bir gelişme gösterdi-ğini görüyoruz. Bun da şü phe siz Osm anlı merkez i arşivinin ve birkaç yıl ön-cesine kadar çok önemli belge koleksiyonlarını (siciller gibi) barındıran ma-halli mü zelerin sun duğu olağanüstü zengin ma lzemen in ön eminin giderekdaha fazla farkına varılması önemli bir faktör olmuştur. Buna ek olarak,1960'larda, ülke genelinde gelişen siyasal nitelikli bir entelektüel hareketinde katkısıyla Türkiye'nin toplumsal yapısı ve bunun tarihsel gelişimine ar-tan ilgi, üniversite dışında da büyümüştür. Bu yaygın ilginin sonucunda,

1970'lerden itibaren akademik tarihçiliğimiz özellikle "klasik dönem" diyebilinen 15-16. yüzyıllarla 19. yüzyıl Osmanlı tarihi üzerinde yoğunlaşmıştır.İlginçtir, Cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri üzerinde ciddiyetle durulanve önemli tarihçiler yetiştiren Orta Asya ve Selçuklu dönemi Türk tarihçili-ğinin akadem ik alanda itibar ve ilgi kaybetmesinin de bu dönem e denk düş-tüğünü görüyoruz. Nihayet 1980'lerden itibaren gerek Çince, Rusça, Arap-ça, Farsça gibi temel kaynak dillerini öğrenme gerekliliği, gerekse bu diller-

de yazılmış kaynaklara, araştırmalara ulaşma konusunda karşılaşılan çeşitligüçlüklerin de belirleyici etkisiyle bu alanlar Türkiye akademik tarihçiliğin-den neredeyse tama m en silinm iştir. Onların yerini ise, özellikle son dönem-de kendine üniversite bünyesinde daha geniş bir ideolojik ve kurumsal da-yanak bulan Cumhuriyet dönemi Türkiye tarihi almıştır.9 Üniversitelerimizbugün her zamankinden daha fazla sayıda Osmanlı ve Cumhuriyet tarihçi-si üretmektedir. Sonuç olarak, neredeyse Osmanlı ve Cumhuriyet dönemiTürk(iye) tarihine indirge nm iş olan akademik tarihçiliğimiz, Cu m huriy et'in

ilk dön em lerine na zaran çok ciddi bir ufu k daralmasıyla birlikte adeta içinekapanmış, büyük kısmı itibariyle yalnızca Türkçe (modern veya Osmanlıversiyonu) ile rahatlıkla icra edilebilen hayli "yerel" bir bilimsel disiplin ha-line gelmiştir.

19. yüzyıl öncesi, özellikle de "klasik dönem" Osmanlı tarihi, biraraştırma alam olarak akadem ik tarihçiliğimizin belki de en geniş kesim inioluşturmaktadır. Yüzyılın ortalarında Ömer Lütfı Barkan, Mustafa Akdağ

D Ü N S A N C I S I 2 9

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 32/176

ve özellikle çalışm alarını halen uluslararası ölçekte ve olağanüstü b ir verim-lilikle sürdü ren Ha lil İnalcık gibi tarihçilerimizin tem elini atıp çatısını kur-duğu bu dönem Osmanlı tarihçiliği, 19. yüzyıl Osmanlı tarihine göre esa-

sen bir "sosyal ve ekono m ik" tarihçilik olarak gelişmiştir. Ba şında n beri Av-rupa , Am erika, Balkan, O rtadoğu ve Ka fkas-Ru s ülkeleriyle, bun lara son za-manlarda eklenen Japonya'da giderek kökleşen, ileri derecede "uluslarara-sılaşmış" bir çalışma alam olarak karşımıza çıkan Osmanlı tarihçiliği bazıülkelerde hâlâ Avrup am erkezc i ve oryantalist gelenekler çerçevesinde, fakatbüyü k kıs m ı itibariyle giderek sosyal bilimlerle daha iç içe geçm iş bir tarih-çilik şeklinde icra edilmektedir. Tü rkiye'de b u alanda çalışan ve ürün veren

tarihçilerin ise, çoğunluğu itibariyle, birçok açıdan hayli kendine özgü birtarihçi ve tarihçilik türü oluşturduklarını düşünüyorum. Burada, Osmanlıtarihçiliğinin Türkiye dışı boyutu ile, yukarıda zikredilen ve n e kadar az sa-yıda da olsa uluslararası düzeyde ve platformd a çalışan Türkiyeli tarihçileribir kenara bırakıp, aşağıda özellikle, deyim yerindeyse "Türk iye'ye öz gü" b uOsm anlı tarihçisi üzerinde duracağım.

Genellikle 1970'lerden, fakat çoğunlukla 1980'lerden itibaren Türki-ye akademik tarihçiliğine daha fazla damgasını vurduğunu düşündüğüm ta-

rihçi kuşağ ı gerek toplum sal köken, kültürel donan ım, gerekse içinden geç-tikleri temel ve akademik eğitim süreçleri ile tarihçilik pratiği açısından il-ginç bazı ortak özellikler göstermektedirler. Akademik çalışmalarını büyükölçüde klasik dönem ve hemen sonrasının temel problemleri üzerinde sür-düren ve kısmen aynı camiaya mensup bir tarihçi olarak, bu kendine özgütarihçiliğin ve onun öznesi konumundaki tarihçinin birçok açıdan ciddi eleş-tirel analizinin yapılması gerektiğini dü şünü yorum . Büyükçe bir kısm ı yapı-

sal, bir kısm ı ise kon jonktürel bir dizi problem içeren bu tarihçiliğin tem elbazı zaafları bir arada ele alındığınd a, karşım ıza, ortaya kon ulan pratiğin "bi-lim sel" niteliği de dahil olmak üzere, önem li soru işaretleri çıkmaktadır.

An ılan tarihçi tipinin ve o nun icra ettiği tarihçiliğin bir bütü n olarakeleştirisine giriş olmak üzere aşağıda, Türkiye'de klasik dönem ve hemensonrasını (15.-18. yüzyıllar) çalışan Osmanlı tarihçisi kimdir, nasıl yetişir,nasıl çalışır ve ne üretir sorularının cevabını bulabileceğimiz bir tarihçiportresi çizmeye çalışacak ve sonunda ortaya çıkan sonucun önümüze koy-

30 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T AR İHÇ İ L İĞ İN İN SO NÇEYREK 

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 33/176

duğu bazı önemli noktaları tarihçilik ve sosyal bilimsel etkinliğin bazı te-mel esasları çerçevesinde değerlendirerek bitireceğim.

Toplumsal/kültürel açıdan genellikle kırsal kesimden, en iyi du-

rumda bir me m ur, belki çoğunlukla bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelenmüstakbel Osmanlı tarihçisi, temel eğitimini biraz şanslı ise yöresinin kal-burüstü okullarında, ama genellikle son derece yetersiz koşullarda hizmetveren eğitim kurumlarında alır. İlk tarih bilgisi ve/veya bilincini çeşitli ta-rihsel şahsiyetler tarafınd an örülm üş "efsane "-bilgi temelinde ya ders kitap-ları ve popüler yayınlar, eğer okumaya meraklı ise ilk okuduğu tarihsel ro-manlar, ya da içinden geldiği aile ve sosyal çevrenin aktardığı sözlü kültür

aracılığıyla edinir.

10

Büyük ölçüde tesadüflerle belirlenmiş hayli eksik bir temel eğitimsonund a gene llikle kararsız, nadiren "b ilinçli" ve çoğunlukla da tesa dü fi bir"seçim" sonucu kendisini bir üniversitede bulan tarihçi adayı, çoğunluklaAnkara ve İstanbul'un geleneksel tarzda eğitim veren tarih bölümlerindeyüksek öğrenime başlar. Bu bölümlerde hemen hemen tamamen "milli",kendine özgücü perspektiften ve genellikle apolojetik (yüceltici) hikâyeci te-melde verilen bir eğitim söz konusudur. Bu süre içinde bir taraftan ilk ta-

rih "bilinci" üzerine inşa edilmiş beklentilerine uygun bir tarih tedrisatınısürdüren tarihçi adayı, genellikle bir veya birkaç hocanın etkisinde tarihi-miz ve tarihçiliğimizde milli ve gayrimilli unsurlar ayrımını öğrenir." Buayrım çoğu zaman onun ilk (ve çoğunca ebedi) "bilimsel" tarih şuurununtemelini oluşturur. Genellikle mevcut ideolojik/siyasi duruşla da örtüşenbu tarz bir temel tarih eğitim inin sonlarına doğru na diren bir tarihsel prob-lem den hareketle, fak at çoğun lukla b ir hoca teşviki, hatta baze n siyasi-ide-

olojik duruş çerçevesinde bir misyon bilinciyle akademik kariyer yapmayakarar verir (kliantel/patronaj ilişkisinin ba şlangıcı). Böyle bir karar alm a sü-recini kolaylaştıran diğer faktörler de vardır kuşkusuz. Bunların başında,artık "profe syon el" düzeyde icra edeceği tarihçilik m esle ğinin nered eyse ta-mamen Osmanlı tarihinin yerli arşiv kaynaklarının dili olan Osmanlıca bil-gi ve becerisiyle sürdürülebilecek bir "bilimsel" uğraş olduğuna dair güçlüinanç gelm ektedir; zaten dört yıllık lisans e ğitiminde n k azanılan y egân e ih-tisas becerisi budur.

D Ü N S A N C I S I 31

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 34/176

Bu temel üzerinde başlanılan "akadem ik" çalışma h angi yönde sür-dürülecektir? Uzmanlık alanı seçiminde çoğunca kendisini teşvik eden ho-ca veya hocaların tavsiyesiyle, en kolay yoldan ve en kısa sürede üstesin den

gelinebilecek bir konu/alan seçme ve bu bağlamda genellikle lisans eğitimiesnasında öğrendiği ve, eğer varsa, bitirme tezinde daha yakından tanıdığıbelli bir tür belge koleksiyonu üzerinde çalışma eğilimi ağır basar. Temeltarih eğitimine eşlik edecek kaynaklar, problemler ve yaklaşımları içerenherhangi bir kılavuz kitabın ya da ciddi danışmanlık müessesesinin yoklu-ğunda, bu şekilde yapılan alan/konu seçimi, pratikte kaçınılmaz olarak birbelge seçimi şeklinde tezahür eder. Bu noktada, klasik dönem Osmanlı ta-rihini seçen tarihçi adayı genellikle Osm anlı devletinin m irî toprak sistemi-nin yürürlükte olduğu bölgelerdeki (Anadolu ve Rumeli) vergiye tabi insanunsuruyla ekonomik kaynakların/etkinliklerin geniş envanterlerini içerentahrir defterleri üzerinde çalışmayı tercih eder. 17.-18. yüzyıllarda karar kı-lanlar ise genellikle iki ana belge koleksiyonu arasında seçim yaparlar. îlki,bölgesel ölçekte tutulan ve genellikle bu yüzyıllardan itibaren daha çok sa-yıda sahip olduğumuz kadı mahkeme sicilleri, ikincisi ise kişisel servet sa-hibi Osmanlı bürokratı, uleması ya da köklü ailelerce bu servetin bir kamu

hizmetine ya da aile içinde m uh afaz ası ve sultanın m üsaderesind en kurta-rılması amacına dönük olarak tahsisiyle oluşan vakıf kurumlarının ayrıntı-lı gelirleri ile bunların kimler tarafından nasıl kullanılacağına dair şartna-meleri içeren vakfiyelerdir.

Seçilen belge türü üzerinde yapılan bir transkripsiyon çalışmasıylamaster tezi, yine seçilen belge türünün içerdiği verilerin belli bir bölge ba-zında bo l tasnifli, bol tablolu, bol rakam lı tasvirinden ibaret bir çalışmayla

da doktora tezi hazırlanır. Bu akadem ik araştırma ve yazm a faaliyetinde ta-rihçi adayının ön ünd e daha önceden yap ılmış benz er çalışmaların varlığı işidaha da kolaylaştırır; bu durumda yapılacak şey, genellikle bunlardan biri-ni önüne alıp kendi verilerini bu şablona göre düzenlemek ve yazmaktanibarettir. Böyle bir süreçte haliyle tarihçi adayının özgün değerlendirme veanaliz çabasına, yani yaratıcılığına pek gerek kalmamaktadır. Tarihçilikm esleğ ine daha girişte belli bir tür belgeye angaje olm anın yarattığı sınırlı-lık, o belge türü nü n n asıl kullanılacağı yönü nde örn ek oluşturan mevcut ça-

32 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 35/176

lışmalarm sunduğu şablonlarla daha da artmakta, sonuç olarak tarihçi ada-yı çok dar bir alanda, hayli sınırlı bir "zanaat" icrasıyla yetinen bir uzman-teknisyen olarak karşım ıza çıkm aktadır. Bu tür bir tarihçiliğin bir iki kuşa k

içinde iyice yerleşmesiyle kendi "lonca" terminolojisini yarattığını ve bubağlamda ön adı "defterci" (bir Am erikalı tarihçim izin icadı olan terim kul-lanılacak o lursa, "defterolog "), "sicilci" ya da "vak ıfçı" olan Osm anlı tarihçi-lerinin ortaya çıktığını görm ek elbette ki pek şaşırtıcı o lmam aktadır.

Bu tarz bir tarihçiliğin b ilimse l etkinlik olarak ve ortaya koyd uğu ni-hai ürünün, yani "bilgi"-tarihin, bilimsel bilgi bağlamında bir değerlendir-mesine daha sonra gelmek üzere, tarihçimizin doktora sonrası kariyerine

kısa bir göz atacak olursak, burada mümkün olan en kısa ve kestirme yol-dan yükselm e ve ekono mik refa hı artırmay a yönelik çabaların ön plana çık-masıyla karşılaşırız. Üniversitelerin kendi bünyelerinde yapılan smavlı-de-ğerlendirmeli atamalarla hiç gecikmeden öğretim üyesi sınıfına dahil olantarihçimizi en zorlu sınav bu aşam ada beklemektedir: D oçentlik yaban cı dilsınavı. ÖSYM'nin düzenlediği bu merkezi sınavı geçebilmek için ilk ciddidil çalışma sı genellikle bu evrede yapılır. Birçok tarihçi için bu ilk ve son ya-bancı dil öğrenme girişimi olarak kalır ve birkaç denemeden sonra söz ko-

nusu sınavın aşılmasıyla da son bulur. Bir sonraki adım doçentlik "bilim"sınavıdır. Jürili, mülakatlı bu sınavın geçilmesi yetkinlik, şans ya da "ilişki-ler" faktörlerinin ağırlığına göre bir ile üç yıllık bir zam an alır.

Doçentlik nihayet derin bir nefesin alındığı bir aşamadır ve bundansonrası uy gun kadro arayışı içinde ya yetiştiği üniversitede ya da çoğunluk-la yeni kurulan ün iversitelerin birinin yeni kurulan Tarih Bölü m ü'nde de-vam eder. Tem el akadem ik faaliyetlerin büyükçe bir kısm ını genellikle yine

uzm anı olunan belge türünden yeni seçmelerle, sık sık düzenlenen "TarihBoyunca Filanca Şehir Sempozyumu" türünden etkinliklerde sunulan teb-liğler, yerel popüler ve akademik dergilerde yayımlanan benzer çalışmalaroluşturur. Eğer yeni kurulan üniversitelerin birine uygun kadro ile geçil-mişse, burada yapılan ilk iş bol miktarda öğretim ve araştırma görevlisi is-tihdamını sağlayarak bir çekirdek "kadro" kurmaktır, ikinci adım, YÖK'ünkıstaslarına uygun miktarda öğretim üyesi temin edip yeni tarihçiler yetiş-tirmek üzere yüksek lisans ve doktora programı açmak; üçüncü adım ise,

D Ü N S A N C I S I 33

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 36/176

yetersiz ekonomik koşullan iyileştirmenin en yaygın yolu olarak ikili eğiti-me geçmektir (Türkiye'de hangi üniversitelerin, hangi gerekçelerle, hangidonanımla ikili eğitim yaptıklarını araştırmak yalnızca üniversiter yapının,

yüksek öğretim sisteminin bugün geldiği nokta açısından bile hayli ilginçsonuçlar ortaya koyabilir).

Bu süreç yeni tür bir akademik anlayışın, yeni tür bir tarihçiliğinüniversite bünyesinde yaygınlaşmasına ve içinde kendini yeniden üretebi-leceği kapalı devre çalışan bir kurumsallaşmaya hizmet etmektedir. Sonuçolarak, bir meslek taşım ın çarpıcı ifadesiyle, 19 . yüzyıl da dahil olma k üze rebug ünk ü O sman lı tarihçiliğimiz, sözgelimi Yozgat Ü niversitesi Tarih Bölü-mü'nde okuyup aynı bölümde Yozgat tarihi çalışan Yozgatlı tarihçiler üret-me ktedir. Bu katıksız "yerel" tarihçi tipi, söz kon usu yerelliğin beraberindegetirdiği ya da çağrıştırdığı her türlü handikapla mücehhez olarak, bugünakademik tarihçiliğimizin en hızlı çoğalan, en büyük kısmını oluşturmak-tadır. Fuad Köprülü, Ö. L. Barkan, Mustafa Akdağ ve Halil İnalcık gibi bü-yük isimler çıkarmış, üstelik son otuz kırk yıldır büyük ölçüde uluslararasınitelik kazanmış, sosyal bilimlerin kavram, model ve kuramlarıyla zengin-leşmiş bir akademik disiplin haline gelmiş olan modern Osmanlı tarihçili-

ği Türkiye'de anılan türde bir tarihçiliğin ivme kazanmasıyla, önemlice birkısm ı itibariyle adeta 30'lu ve 4 0 'h y ılların Halkevi de rgilerinde ilk örnekle-rini gördüğümüz "belge"-bilgi aktarıcı salt betimsel bir tarihçiliğe geri dö-nüş yapmaktadır.

Bu bağlamda, tarihçimizin ve tarihçiliğimizin ortaya koyduğu ürü-nün, yani "bilgi"-tarihin temel özelliklerine baktığımızda söz konusu çalış-maların neredeyse bütünüyle tasvirî/betimsel olduklarını görürüz. Tarih

çalışmasının esasen tikelden hareketle tümele dönük çıkarımlarda bulunanbir bilimsel uğraş olduğu göz önüne alındığında belki anlayışla karşılanabi-lecek bu özelliği ele aldığımız tarihçilik örneğinde problematik kılan asılnokta, bu tarihçiliğin belgelerin içerdiği verilerin bazen aynen, çoğunluklada farklı tasnifler, tablolar ve grafiklerle tespit ve tasviriyle başlayıp, tarih-sel/dönemsel/problematik bazda ciddi bir kavramsal analize girmeden, yi-ne bu aşamada sona ermesidir. Bu, çıkış noktasında bir problematiği ya dakavramsal/kuramsal bir çerçevesi olmayan, yalnızca belli tür bir belgeden

3 4 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I  T AR İHÇ İ L İĞ İN İN SO NÇEYR

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 37/176

hareketle girişilip o noktada takılıp kalan tarih çalışm asının kaçın ılmaz akı-beti olarak görülebilir. Diğer bir ifadeyle, bu tarihçilik esas olarak büyük öl-çüde işlenmemiş bir "belge"-bilgi tarihçiliğidir.

Bun un la bağlantılı olarak, aynı tarihçiliğin ulus lararası tarihyazıcılı-ğmın karşılaştırmalı tarih araştırmaları bağlamında ortaya koyduğu temelkavramlar, mod eller, kuram larla fazlaca bir ünsiyeti, alışverişi yoktur. B un akarşılık, esasen yine kullanılan kaynakların ve belgelerin diliyle ilintili ter-mino loji çerçevesinde karşılaşılan bazı problem leri vardır. Bun ların başlıca-ları bir "hane"nin büyüklüğüne dair tahminlerde hangi çarpanın kullanıla-cağı, bir "avarız-hane" sinin kaç gerçek han eden oluştuğu , vb. problem ler-dir. Aş ina olunan ya da zikredilen başlıca mode l/kuram 16.- 17. yüzyılda Os-

manlı yönetim anlayışının formülasyonunda Osmanlı bürokrat/ulemasm-ca tekrar tekrar vurgu lanan "daire-i adliye" ya da bunun la ba ğlantılı olarakkökenleri îslam düşünürlerine kadar giden bir "Türk-İslam hâkimiyet te-lakkisi" kuramıdır. Zaman zaman modern sosyal bilim kuramları bağla-mında Marksist "feodalite" kavramı ve tartışmalarına genellikle Ö. L. Bar-kan üzerinden ve mutlaka reddiye niteliğinde, nadiren de Weber'in "patri-monyal" devlet kavramına H. İnalcık üzerinden öylesine bir değinilerek ge-

çilir, hep si o kadar.Büyük ölçüde 194olarda kaleme alınmış Z. V. Togan'm Tarihte

Usul'üne dayalı bir tarih metodolojisine dayalı sınırlı bir mesleki "ilmihalbilgisi"yle donanmış bu tarihçilerimizin çok az bir kısmı modern tarihyazı-cılığmdaki başlıca çağdaş eğilimler ve ekollerden kısmen haberdardır, ço-ğunluk ise bu konulara genellikle ilgisizdir. Disiplininin temel yöntem so-runları ve epistemolojik problemlerine bu derece ilgisiz, kendisini büyükölçüde dar bir belge uzm an lığına hap setm iş böyle bir tarihçiliğin g enel ola-

rak sosyal bilimlerin son yıllarda tekrar canlanan ezeli/ebedi ontolojik veepistemolojik so runlarıyla doğaldır ki pek bir alıp veremed iği yoktur; m uh-temelen böyle bir sorunsalın farkında da değildir. Bu bağlamda, Gulbenki-an Komisyonu'nun "Sosyal Bilimleri Açm" adlı raporunda üzerine haylifazla vurgu yapılan "disiplinlerarasılık", en azından şimdilik, genel yakla-şım ve sosyal bilimsel donanım olarak Osmanlı tarihçisinin ve tarihçiliği-nin gündeminin çok uzağında gibi görünüyor. Bu haliyle, anılan "yerli" ta-

D Ü N S A N C I S I 3 5

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 38/176

rihçiliğimiz, gerek ortaya koyduğu tarihçilik pratiği gerekse bir parçası ol-duğu "bilimsel" etkinliğin doğası üzerine geliştirebildiği zihinsel/düşünseltutumun içeriği ve seviyesiyle henüz moderniteyi dahi yakalayamamış bir

görünüm ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, sosyal bilimleri derinden sarsanpostmodern depremin sarsıntılarının ulaşmadığı bu uzak adacıkta hayatşimdilik "olageldiği üzre", kendi halinde devam etmektedir.

Halil Berktay, yüzyılın başından bugüne uzanan bir perspektifteTürkiye tarihçiliğinin dört seçkin simasından hareketle tarihçiliğimiz üze-rine 19 91 'd e ka leme aldığı ve bu sunuşta değinilen birçok so runun çok da-ha kapsamlı analizi üzerine dayandırdığı tespit ve değerlendirmeleri içerenbiyografik denem esinin sonunda, söz konu su zaaflardan kurtulmu ş bir ta-

rihçiliğin geleceğinden bahisle özetle şöyle bir "ideal" (ya da istendik) tarih-çi portresi çizer: G eniş bir kültür ve bilgi birikimi tem elinde, iyi eğitim gör-müş, uluslararası standartlarda ve platformlarda iş yapan, sosyal bilimlerinçeşitli disiplinlerine açık ve aynı zamanda arşivlere ve arşiv belgelerine va-kıf; ne ampirisist ne de teorisist -ampirik temelde teorili tarih yapabilen-bir tarihçi. Bu tarz tarihçiliğin canlı örnekleri olarak, sanıyorum, bu sunu-şun başlarında dikkat çekilen ve Türkiye tarihçiliğinin marjinal fakat ulus-lararası Ölçekte etkin kesimini oluşturduğu vurgulanan tarihçi tipine gön-derme yapmaktaydı.

Söz konusu tarihçi tipinin ve tarihçilik pratiğinin bir ayağı Türki-ye'de olmak üzere etkinliğinin bu gün de artarak sürdüğ ü bir gerçek. Anca kbu sunu şta an a hatlarını kabaca çizmeye çalıştığım tarihçi portresi ve tarih-çilik tarzının, deyim yerindeyse, "iç piyasa"ya büyük ölçüde hâkim olduğu-nu vu rgulam ak gerekir. H ayli üretken ve canlı olan bu p iyasanın gerek ide-olojik gerekse toplum sal ve ku rum sal dayan aklarının özellikle 8o 'lerden iti-

baren Türkiye'nin yaşadığı siyasi ve toplumsal dönüşümlerle iç içe oluştu-ğun u ve pekiştiğini söylemek sanırım pek yanlış olmaz. Bu akademisyen ta-rihçi tipinin yükselişinin, genel siyasi-ideolojik eğilim olarak hayli belirginbir devletçi-milliyetçiliğin (40'larm Barkan'ım yaratan ortamın bir benzeri-nin) yeniden yükselişi ve bir ayağını taşranın Türkiye pastasından her alan-da daha faz la pay talebiyle belirginleşen din am izm inin oluşturdu ğu bir top-lum sal hareketliliğin ivme kazanm asıyla aynı dönem e denk düşü şü üzerin-

3 6 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 39/176

de ayrıca düşünülm elidir. Öte yandan, YÖ K'ün dam gasını vurduğu yükseköğretim anlayışıyla yeniden yapılandırılan ve kısa sürede ülke çapında yay-gınlaştırman üniversitelerin bu tür bir "yerli" akadem isyen k uşağ ı için, bün-

yesinde kendini yeniden üretebileceği uygun birer istihdam alanı yarattığıda bir gerçektir.

Türk iye'de genelde sosyal bilimlerin özelde ise tarihçiliğin yakın ge-lecekte, "postmodern" dünyada yaşanması muhtemel gelişmelerin günde-me getireceği temel eğilimlerin izdüşümlerine şahit olacağını tahmin et-mek güç değil. Bu çerçevede, öyle görünüyor ki, temel ayrışma yeni yorum-larıyla m odern ist, ilerleme ci, evrenselci bir sosyal bilim anlayışı ile postm o-

dernizm temelinde, belki bir ölçüde partikülarizmi besleyecek yeni bir tür"çoğulcu" yaklaşım arasında yaşanacaktır. Öte yandan, büyük bir ihtimallebunlardan ikincisine eklemlenerek, global ölçekte şekillenmekte olan yeni"dünya düzeni"nin hem merkezinde hem periferisinde farklı biçimlerde fi-lizlenebilecek "yerelci", "yeni milliyetçi" bir tepkiselliğin, genel olarak sos-yal bilimleri, belki daha da fazla tarihçiliği etkileyecek bir üçüncü kulvarolarak ortaya çıkabileceği uzak bir ihtimal olarak görülmemelidir. Bu du-rumda, Türkiye'de tarihçiliğin, özel olarak da bu sunuşta üzerinde durulan

Osmanlı tarihçiliğinin ana eksenini oluşturan kesiminin kısa vadede ulaşa-bileceği en "evrensel" perspektifin bu üçüncü kulvar olacağı rahatlıkla ilerisürülebilir.

N O T L A R

I Burada, özellikle son yıllarda postmodernist eleştiriyle yeniden günd eme gelen, tarihin hem ken-

di epistemolojisi hem genel olarak sosyal bilimlerle ilişkisi bağlamında k arşımıza çıkan bazı temel

soru(n)larmm tartışılmasını kastediyorum. Bu konularla ilgili genel bir fikir verebilecek iki çalış-manın son zamanlarda Türkçe'ye çevrilmiş olduğunu belirtelim (bkz. Keith Jenkins, Tarihi Yeni-

den Düşünmek, çev. Bahadır Sina Şener, Ankara, Dost Kitabevi Yayınlan, 1997; Pauline Marie Ro-

senau, Postmodernizm ve Toplum Bilimleri, çev. Tuncay Birkan, Ankara, Ark Yayınları, 19 98 ). Aynı

sorunlan ele alan iki değerli yerli çalışmayı da burada mutlaka zikretmek g erekir: Birincisi, tarihin

doğası, tarihyazıcılığmm sorunlan üzerine T ürkiyeli meslekten bir tarihçinin, S alih Özbaran'ın ka-

leme aldığı ilk ciddi çalışma, Tarih, Tarihçi ve Toplum, İstanbul, Tarih V akfı Yurt Yayınlan, 199 7;

ikincisi, bu bildiriye yayımlanmak üzere son şeklinin verildiği sıralarda okuyucuya ulaşan, İlhan

Tekeli'nin değişik tarihlerde yazdığı ya da konferanslarda sunduğu, dünyada ve Türkiye'de tarih-

D Ü N S A N C I S I 3 7

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 40/176

yazıcılığının son otuz yılının evrimini bu evrime eşlik eden entelektüel ve sosyal bilimsel dönü-

şüm ler ışığında hayli berrak bir şekilde ortaya koyan çalışmalarından derlenen kitabı: Tarihyazımı

Üzerine Düşünmek, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 1998.

2 II. Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle Fransız tarih okulu An nales 'in kuram sal ve pratik çalışma-

larının etkisinde dünya ölçeğinde giderek yaygınlaşan ve genellikle tarihin sosyal bilimlere "sızma-sı" (infiltration) şeklinde ifade edilen gelişme, bir yandan sosyal bilimlerin tarihselleşmesi diğer

yandan tarihin sosyalleşmesi yönünde işlev görmüştür. Bu sürecin tarihçiliğe yansıyışı bu dönem-

den itibaren "sosyal tarih"in siyasi tarih aleyhine önlen eme z yükselişi ile genel olarak sosyal bilim-

lerin daha fazla tarihsel analize yönelmesi şeklinde olmuştur. Her iki boyutun en tipik ve en etki-

li sonucu, 197 0'lerin sonlarından itibaren Amerika'da Binghamton'da faaliyete başlayan "Fernand

Braudel Center"da Immanuel Wallerstein'm öncülüğünde ortaya çıktığını gördüğümüz ve

1992'de yeniden formüle edilen "Tarihsel Sosyal Bilim" (Historical Social Science) anlayışı ve pra-

tiğinin önemli bir mesafe katedişidir (bkz. Review, 1/1 (1977) ve XV/ı (1992)). Bir yandan da spe-

sifik olarak tarihsel antropoloji ve tarihsel sosyoloji çalışmaları büyük b ir ivme ka zanm ıştır (Char-

les Tilly, Theda Skocpol gibi isimler bu b ağlamda özellikle zikredilebilir). Esas olarak AB D'd e kar-

şımıza çıkan bu gelişmeler ne yazık ki Türkiye'deki sosyal bilimcilerin gündemine, çok sınırlı bir

kesim dışında, pek fazla girmem iştir.

3 Sempo zyum sırasında ve kapanış oturumunda söz alan sosyal bilim öğrencilerinin bir kısmın ın

sosyal bilimleri bireysel varoluş mücadelesinde heyecan kaynağı ya da ısrarla bir ontolojik ve ide-

olojik-siyasal konum arayışının önemli bir "aracı" gibi algılamaları ve bu bağlamda sosyal bilimci-

lere adeta, bir taraftan mesiyan ik beklentiler içinde, diğer yandan da yeni bir tür entelektüel show

business'm aktörleriymişçesine yaklaşmalarının, daha da önemlisi bazı sosyal bilimcilerin bu bek-

lentilerden beslen en ya da onları besleyen bilinçli veya bilinçsiz perform ansların ın, ülkemizde sos-

yal bilimlerin olduğu kadar bizzat sosyal bilimci tipinin de o bjektif altına yatırılması ve dem istifi-ye edilmesini acil bir ihtiyaç olarak önümüze koyduğunu düşünüyorum. Burada, sosyal bilimcinin

gelecek-zamanlann ihtiyaç duyabileceği postmodern kâhinliğe soyunma (ya da itilme) tehlikesine

dikkat çekmekle yetiniyorum.

4 Halil Berktay, "Batı ve Türk Ortaçağ Tarihçiliğinin Köylülüğe Bakışın ın Tem el Deform asyon ları",

Toplum ve Bilim, sayı 48/49, Kış (1990), s. 63. Osmanlı tarihçiliğinin seçkin örneklerini değil, Tür-

kiye'de bu alanda faaliyet gösteren daha "ordinary" bü yük kitlesini ele alan bu su nuş un, Berktay'm

daha önce önde gelen dört büyük tarihçimizin ve onların tarihçiliklerinin an alizini yaptığı çalışma-

sına ("Dört Tarihçinin Sosyal Portresi", Toplum ve Bilim, 54/55 (1991), s. 19-45), çok kapsamlı ol-

masa da, ek katkı olacağını düşü nüyorum .5 Bu konuda 1975'te Felsefe Kuru mu Seminerleri bağlamında düzenlenen "Türkiye'de Tarih Eğiti-

mi" konulu toplantıdan (bkz. Felsefe Kurumu Seminerleri, Ankara, 1977 ), 199 3-9 4 yılında gerek Ya-

pı Kredi Bankası'nm kültür etkinlikleri çerçevesinde düzenlediği tarih panellerine (bkz. Anatomi

Dersleri: Osm anlı Kültürü, İstanbul, 1995), gerekse aynı yıl Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih

Vakfı ile Dokuz Eylül Üniversitesi'nin birlikte gerçekleştirdikleri tarih öğretimi ve ders kitapları

üzerine sempozyuma (bkz. Tarih Ö ğretimi ve Ders Kitapları, 1994 Buca Sempozyum u, İstanbul,

1995) uzanan süreçte, her ne kadar daha çok tarih eğitim ve öğretimi üzerinde durulmuşsa da,

Türkiye 'deki tarihçilik üzerin e önem li değerlendirmeler yapıldığını hatırlatalım. Yin e aynı dönem-

3 8T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I  T AR İHÇ İ L İĞ İN İN SO NÇE Y

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 41/176

de, 8o'lerden itibaren daha yoğun olmak üzere, özellikle iki değerli tarihçimiz Salih Özbaran ve

Halil Berktay tarafından ciddi eleştiriler içeren birçok yazı kalem e alındı (örnek olarak bkz. Salih

Özbaran, Tarih ve Öğretimi, İstanbul, Cem Yayınevi, 1992; Halil Berktay, "Tarih Çalışmaları",

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt 9).

6 Özellikle bkz. Berktay, "Dört Tarihçinin Sosyal Portresi"; Christoph K. Neum ann, "Tarihin Yararıve Zararı Olarak Türk Kimliği: Bir Akademik Deneme", Salih Özbaran (haz.), Tarih Öğretimi ve

Ders Kitapları, 1994 Buca Sempozyumu içinde, s. 103.

7 Açık veya örtük bir me mu rluk niteliğinin Türkiye'deki profesyonel tarihçiliğe girişinin ilk dönem-

lerine dair bir değerlendirme için bkz. Berktay, "Dört Tarihçinin Sosyal Portresi", s. 40 . [Akademik

tarihçiliğimizin esas olarak "devlet memuru" oluşu ve ona uygun davranışının uç ve en tipik ör-

nekleri 2000'li yıllarda yaşanan ve "milli dava" haline getirilmiş olan Ermeni Sorunu konusunda-

ki saldırgan tutumunda ve medyanın lümpen popüler diliyle kolayca örtüşen şiddet ve seviyesiz-

likteki çıkışlarında daha iyi görüldü; halen de devam ediyor. Bu kitabın "Yapılırken Tarih Yapm ak

(mı?)" bölümün deki yazılar bir bakıma b u tarz bilim dışı tutuma karşı kalem e alındılar.]

8 Bu konuda yakın zaman larda kaleme alman bir eleştiri için bkz. Haldun Gülalp, "Unive rsalismversus Particularism: O ttoman H istoriography and the "Grand Narrative", New Perspectives on Tur-

key, 13 (1995), 151-170.

9 Burada anlaşılacağı üzere, 198 0'ler in hem en başında belli başlı üniversitelerde kurulup hemen

Yüksek Lisans ve Doktora eğitimi vermeye başlayan, dolayısıyla da kısa sürede Türkiye'ye zaman

zaman "kitlesel" denilebilecek sayıda tarihçi kazandıran Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitü-

lerini kastediyorum.

10 Bunlar duruma göre, Hz. Ali'nin Cenk H ikâyeleri ya da Dede Korkut Hikâyeleri olabileceği gibi,

Atatürk ve "dava arkadaşları" etrafında oluşturulmuş efsanevi bilgiler de genellikle aynı işlevi gö-

rürler. İlk tarih "bilinci"ni besleyen diğer kaynaklar arasında Feridun Fazıl Tülbentçi, Abdullah Zi-ya Kozanoğlu, Atsız gibi yazarların tarihsel romanları ile popüler tarihçiliğimizin ağırlıklı olarak

milliyetçi-muhafazakâr kanadından Yılmaz Öztuna, Mehmet Doğan, Sadık Albayrak vb. isimlerin,

daha az oranda olmak üzere de sol kesimden Şevket Süreyya Aydemir, Doğan Avcıoğlu ve İsmail

Cem gibi yazarların kitapları sayılabilir.

11 Klasik dönem Osman lı tarihi söz konusu olduğunda, bu genellikle, mü slüma n-gay rimüslim ve

Türk-dönme/devşirme karşıtlıkları çerçevesinde karşımıza çıkar.

D Ü N S A N C I S I 3 9

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 42/176

B I R B I L A N Ç O D E N E M E S I

TÜRKİYE'DE OSMANLI TARİHÇİLİĞİNİN

SON ÇEYREK YÜZYILI*Bu yazıyı, anılan bütün maddi ve manevi olumsuzluklara rağmen, on-lara katkıda bulunmadan ve onların kurbanı olmadan azimle ve halisniyetle elinden gelenin en iyisini yapm aya çalışan 'genç' meslektaşlarımı-za ithaf ediyoruz.

G İ R İ Ş

ürkiye'de Osmanlı tarihçiliği için 1977 önemli bir yıldı. Bu yıl, da-ha sonra gelenekselleşecek olan Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Ta-rihi Kon grelerinin ilki An kara'da toplandı.1 Oldukça kaps am lı ve ge-

niş katılım lı toplantıya Türkiye 'den ve yurtdışından öne m li tarihçiler katkı-da bulundu. Toplantının düzenleyicilerinden ve Osmanlı tarihçiliğinin bü-yük isimlerinden Halil İnalcık açılış konuşmasında gelişen Osmanlı sosyo-ekonomik tarihçiliğinin bir değerlendirmesini yapıyor, yeni araştırma alan-

larını işaret ediyordu.2 Ay nı yılın diğer önem li gelişmesi, AB D 'de Bingham-ton Üniversitesi'nde kurulan Fernand Braudel Center'in büyük iddiayla ya-

* Bu yazı Gökhan Çetinsaya ile birlikte kaleme alındı. Türkiye'de modern tarihçilik ve Osmanlı tarih-çiliği üzerine daha önce yapılan değerlendirmelerden bazıları için bkz. Zafer Toprak, "Türkiye'de Çağ-daş Tarihçilik (1908-1970)", Sevil Atauz (der.), Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, Anka-ra: Türk Sosyal Bilimler Derneği Yay., 1986, içinde, 431-438; Mehmet Genç, "Tarih Araştırmaları Otu-rumu Üzerine Yorum", Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi içinde, 439-446; Halil Berktay,"Tarih Çalışmaları", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (CDTA), Cilt 9 (1985), 2456-74; OrhanKoloğlu, "Tarih Çalışmaları: 1980-95", CDTA, Cilt 15 (1995), 1352-1360; Ertuğrul Tokdemir, "19 80 Son-

rasında Türkiye'de İktisat Tarihçiliği", CTDA, Cilt 15 (1995), 1356-1357; Salih Özbaran, "1980'den Gü-nümüze Tarih Çalışmaları", CTDA, Cilt 15 (1995), 1358-1359; Salih Özbaran, Tarih, Tarihçi ve Toplum,İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997; Gökhan Çetinsaya, "Abdülhamid'i Anlamak: 19. Yüzyıl Tarihçili-ğine Bir Bakış," Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek (Sempozyum Bildirileri), Haz. Tanıl Bora, Semih Sök-men , Kaya Şahin, İstanbul: Metis Yay., 19 98 ,13 7- 14 6; Oktay Özel, "Bir Tarih Okuma ve Yazma PratiğiOlarak Türkiye'de Osmanlı Tarihçiliği", Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, 147-16 0; Tayfun Atay, "Çö-zümlenememiş Bir Tarih Sorunu: Şeyh Bedreddin," Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, 161-179. Ayrı-ca, henüz tebliğleri basılmamış olsa da oldukça verimli bir sempozyum olan TDV İslam AraştırmalarıMerkezi'nin düzenlediği, Dünden Bugüne Osmanlı Araştırmaları: Tespitler-problemler-teklifler, 24-25Şubat 200 1, söz konusu edilebilir.

4 0 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 43/176

yına başlayan dergisi Revieıv'm ilk sayısında Osmanlı tarihine de yer açma-sı, genç kuşaktan biri tarihçi iki sosyal bilimcinin kaleminden Osmanlı ta-rihçiliğinin gelecek gündemini işaret eden iddialı yazılarını yaymlamasıy-

dı.3

Söz konusu yazının Tü rkçesi, aynı yıl Türkiye'de yayımına başlana n birbaşka iddialı sosyal bilim dergisinde, Toplum ve Bilim'de yayınlandı.4

Bu manzara bir tesadüfün sonucu değildi. Uzunca bir süredir Avru-pa'da tarihçiliğin gündemini belirleyen "sosyal tarih" yazımının birikim veaçılımları, Halil Berktay'm deyimiyle, Marksist olmayan ama ondan esinle-nen ve beslenen Fransız An nales Okulu üzerinden Am erika Birleşik D evlet-leri'ne taşınmış ve burada Immanuel Wallerstein'in neo-Marksist çizgisiylebirleşmişti. B u birleşm e bir bakım a M arksist üretim tarzı tartışmaları içinde

bir süredir gündeme ağırlığını koyan Asya Tipi Üretim Tarzı yaklaşımı ileWallerstein'in geliştirdiği Kapitalist Dünya Sistemi yaklaşımının senteziydi.Wallerstein, ABD'deki bir grup Türk sosyal bilimciyle olan ortak mesaisiüzerinden Ankara'da yapılan toplantıya da bizzat katılmış, Osmanlı tarihi-nin/tarihçiliğinin dünya tarihi ve tarihçiliğiyle nasıl eklemlenebileceği üzeri-ne bazı öneriler getirmişti.5 îslamoğlu ve Keyder'in anılan makalesi tam daböyle bir bağlamda gündeme gelmiş, Halil İnalcık dünya ölçeğindeki bu

"sosyo-ekonomik tarih" eğ iliminin içinden bir tarihçi olarak kon uşm uştu.Halil İnalcık'ı daha genç kuşaktan îslamoğlu ve Keyder'le yakınlaş-tıran bu ortam, dile getirdikleri görüş ve yaklaşımlar arasındaki derin fark-lılıkları ortadan kaldırmıyordu şüphesiz. İnalcık Türkiye'deki modern aka-demik tarihçiliğin en önemli isimlerindendi. îslamoğlu ve Keyder ise1970'ler boyunca Türk entelektüel solunun akademik kanadını temsil et-mekteydiler. İnalcık gibi çalışm alarını A B D'de sürdü rme kte olan her ikisosyal bilimciden îslamo ğlu, gru bun Osm anlı arşiv kaynak lan üzerinde ça-

lışmaya başlamış belki de ilk ismiydi. İnalcık'm, ondan önce Ömer LütfiBarkan'm kullandığı kaynaklan kullanıyor, aynı temalar üzerinde duruyorama onları tama men farklı bir kuram sal çerçevede değerlendiriyordu.

Bu sırada Türkiye'deki akademik Osmanlı tarihçiliği bir kanadıylaBarkan-Akdağ-İnalcık çizgisinde sosyo-ekonomik tarih yönünde gelişir-ken,6 İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nde odaklaşan bir başka grupTayyip Gökbilgin ve Cengiz Orhonlu üzerinden aynı kulvarda araştırmalar

D Ü N S A N C I S I 4 1

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 44/176

yürütüyordu.7 Osmanlı sosyo-ekonomik tarihinin İnalcık kuşağından birbaşka büyük ismi Mustafa Akdağ'm vefatının (1972) üzerinden epeyce yılgeçmiş ama onun özellikle geniş halk kitlelerinin sosyal ve iktisadi yaşam-

larını belirleyen koşullar üzerine yoğunlaşan özgün ama tartışmalı tarihçi-liği Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde sınırlı da olsa kendi ta-kipçilerini yaratmışü. 1976'da lisans eğitimine başlayan Hacettepe Üniver-sitesi Tarih Bölümü ile aynı yıllarda gelişen Ege Üniversitesi Tarih Bölümübir boyutuyla Annales üzerinden Osmanlı sosyal tarihine açılan yeni pen-cereler olarak dikkati çekerken, ODTÜ Tarih Bölümü'nde Suraiya Faroqhiilk yazılarını henüz kaleme almaya başlamıştı. Ama Türkiye'deki Osmanlıtarihçiliği bunlardan ibaret değildi. Ankara'da Türk Tarih Kurumu çevre-

sinde odaklanan Cumhuriyet'in ilk tarihçi kuşağından Enver Ziya Karal veBekir Sıtkı Baykal önderliğinde bir grup tarihçi, İstanbul'dan katılan ReşatKaynar ve Tarık Zafer Tunaya gibi isimlerle birlikte daha ziyade pozitivist-Aydmlanmacı bir yaklaşımla son dönem Osmanlı tarihine yoğunlaşmışlar-dı. İstanbul Ü niversitesi Tarih Bölüm ü de M ünir Aktepe ve 19 68 'de kaybet-tiğimiz Cavit Baysun gibi isimleriyle bu dönem üzerinde çoktandır bir baş-ka ekol yaratmıştı.

Manzarayı toparlayacak olursak: Sınırlı sayıda Tarih bölümleri, An-kara'da Türk Tarih K urum u (TTK) ile Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü(TKAE), İstanbul'da Türkiyat ve Türk İktisat Tarihi Enstitüleri gibi kurum-lar ve nihayet bu kurumlar etrafında odaklaşmış sınırlı sayıda akademikdergi.8 Dö nem in en ön emli gelişmelerine bakılacak olursa, önce olumlu birgelişme: Bu fotoğraf karesine kıyısından girmeye başlamış olan, üniversite-lerin diğer sosyal bilim disiplinlerinden gelen akademisyenlerin kurduğutarih ve iktisat ağırlıklı sosyal bilimler dergisi, Toplum ve Bilim. Akademik

ortodoksiye sol müdahalenin bu bağımsız tek akademik platformu kurul-duğ u 1 9 77 yılından itibaren kısa bir kesintiyle kendi kulvarını yarattı, halendaha esnek ve kapsayıcı bir çizgide gelişerek devam ediyor. Ve önemli ka-yıplar: Osmanlı sosyo-ekonomik tarihçiliğinin üç önemli isminin, CengizOrhonlu'nun (1976), Ö. L. Barkan'm (1979) ve 8o'lerin hemen başındaTayyib Gökbilgin'in (1981) ölüm leri. Akdağ'm ardından, yeni yeni oturma-ya ve kendine yer açmaya başlayan sosyal ve ekonomik tarihçiliğin bu seç-

4 2 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 45/176

kin isimlerinin de ölümüyle Osmanlı tarihçiliğinin Türkiye ayağının nelerkaybettiği 1980'lerdeki sığlaşma döneminde daha iyi anlaşılacaktı. Halilİnalcık ise 1970'lerin başlarından beri çalışmalarını Türkiye dışında sür-

dürmekte ve Osmanlı tarihçiliğine asıl kalıcı damgasını ABD'de vurmaktay-dı. Türkiye'de akademik Osmanlı tarihçiliği 1980'lere aşağı yukarı böyle birmanzara içinde girdi.

1 . 1 9 8 0 ' L E R : D E V L E T I N D A Y A N I L M A Z A Ğ I R L I Ğ I

12 Eylül 1980'in Türkiye'nin yakın siyasi ve toplumsal tarihindekien önem li dönüm noktalarından b iri olduğun a şüp he yoktur. Bu tarihle bir-likte sivil siyaset devre dışı kalmış, siyasetçiler ve geniş toplum kesimleriuzunca bir süre siyasal yaşamın belirleyici aktörleri olmaktan çıkmış, kuru-lan askeri rejim baskıcı politikalarını yeni oluşturduğu kurumlar vasıtasıy-la bütün topluma dayatmaya başlamıştır. "Devletin bekası" ve "milli birlikve beraberlik" söylemi her şeyin önüne geçmiş, siyasetin yanısıra bilim,edebiyat ve sanat alanları da bu bağlamda sıkı bir baskı ve denetim altınaalınmıştır. Atatürkçülük r esm i ideoloji olarak dayatılmaya çalışılmış, sağ vesol düşünce hareketleri ve entelektüel faaliyetler açık veya dolaylı olarak ya-

saklanmıştır. Atatürkçülük etrafında dayatılmaya çalışılan devlet merkezlisöylem, oldukça pragmatik bir yol tutturarak bir taraftan "çağdaş uygarlık"ve "Atatürk milliyetçiliği" bir yandan da manevi-dinsel değerlere gözle gö-rülür bir vurgu yapmıştır. Toplumun belli kesimleriyle birlikte kimi bilima-dam ları ve entelektüel çevreler bu söylem e destek verm iş, devleti yücelten,top lum u ve hatta kültü rü otoriter bir zihniyetle tektipleştirmeye, tekseslileş-tirmeye dönük politikaların oluşturulması sürecinde faal görev almışlardır.198 0'le rin ilk yarısı boyunca devam eden bu re sm i ideoloji oluşturma çaba-larına, söylem in doğası gereği bir taraftan laik-pozitivist (Aydm lanmacı) di-ğer taraftan da muhafazakâr milliyetçi-maneviyatçı bir kesim damgasınıvurmaya çalışmış, ilki "Atatürkçülük" ikincisi ise genel olarak "Türk-İslamSentezi" şeklinde tezahür etmiştir.

Söz konusu zihinsel ve ideolojik ortam içinde 12 Eylül askeri yöne-timi bilimsel alana, 12 Eylül öncesi "anarşi"sinin kaynağı olarak gördüğüüniversiteye de doğrudan müdahale etmiş, ilk planda bu anarşiyle doğru-

D Ü N S A N C I S I 4 3

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 46/176

dan özdeşleştirdiği sol akademisyen kadroları tasfiyeye yönelmiştir(1402'likler). Buna önemli kurumsal değişiklikler eklenmiş, 1981'de Yük-sek Öğretim Kurumu (YÖK) oluşturulmuş, Atatürk'ün bizzat kurduğu

özerk Türk Dil ve Tarih Kurumları yeni ideoloji çerçevesinde 1983'de Ata-türk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) adıyla resmi yapılan-ma içinde bir devlet dairesine dönüştürülmüştür.9 Bu yeni kurumların il-kiyle üniversiteler bilim sel ve inzibati kontrol altına alınmay a, ikincisiyle de"Atatürk milliyetçiliği"ne vurgu yapan devletçi resmi ideolojiyi besleyecekönemli bir kaynak oluşturulmaya çalışılmıştır.

Bu iki gelişmeye aynı yıllarda büyük ve m erkezi konum daki üniver-sitelerde kurulan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüleri eklenmiştir.Am aç YÖ K'ü n ku ruluş kan unun da ilk sıralarda yer alan Atatürkçü nesilleryetiştirmek hedefinin somut adımı olarak, Atatürk'ü, devrimlerini ve MilliMücadele'yi bir yandan öğrencilere daha iyi ve etkin anlatmak bir yandanda bu alanlarda "bilimsel" araştırmaları kurumsallaştırmak, çok sayıda uz-m an yetiştirmekti. Dön emin egem en ruhuyla uyu m içinde gerçekleştirilenbu kurumsal düzenlemelerin 1980'ler boyunca Türkiye'deki sosyal bilimaraştırmalarının yapıldığı yegâne platform olan üniversiteleri bilim kurum-

ları olmaktan ciddi şekilde uza klaştırdığı açıktır. Bir tarafta Ayd ınlar Ocağı,diğer yanda da geçmişi 196 0'la ra kadar uzana n T KA E gibi her ikisi de bili-mi açıkça Türklük ve İslam idealleri etrafında araçsallaştıran bağımsız ku-rumlar da dönemin egemen ruhunun pekiştirilmesi yönünde gönüllü kat-kılarıyla öne çıktılar. Aslın da bu kuru m lan n "akad em ik" kadrolarını oluştu-ran insanların çok büyük bir kısmı zaten üniversitelerdeki hocalardı.

12 Eylül yöne timinin attığı en kritik adım , bugün e kadar uzanan ka-lıcı etkileri itibariyle, belki de bu kadroların üniversitelerin kilit noktalarındave özellikle AKDTYK'da hâkim kılınmaları oldu. Söz konusu kalıcı etkininbir tezahürü 19 80 'ler boyunca üniversitelerin ve AK D TY K'n m bilim kurum-ları olmaktan ziyade tam anlamıyla resm i ideoloji üreticiliği ve taşıyıcılığınınön plana çıkmasıydı. Diğer önem li tezahürü ise, gerek 8o 'ler boyunca, fakatdaha ziyade 19 90 'la rm "üniversite" patlaması sürecinde özellikle devlet üni-versiteleriyle araştırma kurumlarında yaşanan belirgin sağ, milliyetçi-muha-fazakâr kadrolaşmanın büyük ölçüde bu çekirdek kadronun eseri olmasıdır.

4 4 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 47/176

Kimilerine göre "devletine sadık", "özkültürümüzün evlatları", "milli değer-lerimizin bekçileri", kimilerine göre en basitinden "taşralı" olarak nitelendi-rilen insan unsuru etrafında gerçekleşen bu kadrolaşmanın üniversiter ya-

şam ve bilimsel üretim bağ lamında getirip götürdükleri gü nü m üz sosyal bi-limcileri için ciddi bir tartışma kon usu olarak değerlendirilmeyi bekliyor. B uaşamada yapılacak en anlam lı şey, bu g elişmen in, daha uygu n bir terim bu-lunana kadar sosyolojik anlamda "taşralılaşma"ya, akademik geleneğin sü-rekliliği bağlamında ciddi bir kopuşa (hem gelenekten* hem dünyadan), bir"köksüzleşme"ye tekabül edip etmediği sorusunu sormak olabilir.

1980'lerde yaşanan bu kritik kurumsal dönüşümün akademik faali-yetler ve bilimsel üretim bağlamında yarattığı sonuca bakılacak olursa, yapı-

lacak ilk tespit herhalde açık bir eksen kaym ası yaşandığıdır. Bir tarafta n sözkonusu kurumların dayattığı dar çerçevelerin diğer yandan üniversitelerdeartakalan potansiyel sahibi akademik kadroların uyguladığı yoğun otosansü-rün bu dön emde gerçek akadem ik ruhu n ve araştırmaların üniversite dışınakaymasına yol açtığı rahatlıkla söylenebilir. Bu kaymanın temel aktörleri 12Eylül yönetiminin ya da baskıcı ortamın doğrudan (i402İikler) veya dolaylı(sakal kesm eye ya naşm ayan lar gibi) olarak üniversite dışına attığı veya ittiği,

siyaseten sol geleneğe m ens up , ya da öyle bilinen b ilima dam ları idi.Bu bilimadamlannm bir kısmı 1983-85 yıllarında Yapıt gibi bir sos-yal bilimler dergisi etrafında bilimsel etkinliklerini ve egemen ortama mu-halif entelektüel söylemlerini devam ettirmeye çalıştılar. Öte yandan Top-lum ve Bilim küçük aksamalarla da olsa yayımına devam etti. Yine aynı dö-nemlerde İletişim Yayınları yayın etkinlikleri bağlamında yeni bir platformolarak ortaya çıktı, kısa sürede T ürkiy e'nin üniversite d ışı bilimse l ve ente-lektüel hayatına gerçekleştirdiği büyü k ve kalıcı yayınlarıyla kayda d eğer bir

hareket getirdi. Bilhassa Tanzimattan Cum huriyete Türkiye Ansiklopeâisi'm,ardından Cum huriyet Dön emi Tü rkiye Ansiklopedisi'ni yalnızca sosyal bilim-ler açısından değil, özellikle de tarih alanında 1980'lerin en önemli kaza-nımları arasında saym ak gerekir.

* Aslında 1933 Üniversite Refo rm u, 27 Mayıs ve 12 Mart dönem lerinin açık mü dahaleleri gözönünealındığında Türkiye'de yerleşmiş bir akademik "gelenek"ten bahsetmenin ne derece mümkün olduğuda oldukça tartışmalıdır.

D Ü N S A N C I S I 47

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 48/176

Öte yandan 1980lerin özellikle ilk yansında yaşanan devlet baskısıve bu bağlamda oluşturulmaya çalışılan devletçi-milliyetçi söylem, Ata-türk'ün doğumunun 100. yıldönümü gibi vesilelerle Cumhuriyet dönemi

tarihi üzerinde resmi tarih tezlerinin yeniden şekillenmesi ve canlanması-na yol açtı. Diğer yandan, yine aynı söylem Osmanlıya ve hatta Orta AsyaTurk tarihine kadar uzanan tarih ve coğrafyayı "millileştirme"ye girişti.Okullarda okutulan tarih ve coğrafya kitaplarının ve derslerinin önüne"m illi" s ıfatı eklendi, içindeki gayrim illi unsu rlar a yıklandı, Avru pa tarihiy-le ilgili bölü m lerin oranı düşü rüldü . Bu bağlam da 8 o'ler in ortalarında özel-likle "Türk-îslam Sentezi" tartışmaları ekseninde "millet" ve "ulus" terim-lerinin tanımı üzerinden önemli bir tartışma yaşandı. Bu tartışmanın

"ulus"çu, ya da evrenselci pozitivist Aydmlanmacı kanadı bu dönemdeTürk-îslam Sentezi'ni benimsemiş görünen devletin resmi söylemine ilkciddi entelektüel-akademik karşı çıkışlardan birini ortaya koydu. 10

Bununla birlikte, 1980'ler boyunca toplum ve devleti büyük ölçüdebir noktada birleştirecek, kimi "ortak tehlike" ya da "milli davaların ortayaçıkması bu gerilimlerin tam bir cepheleşmeye dönüşmesine engel oldu. Bubağlamda 8o'lerin başlarında ASALA örgütünün eylemleriyle birden günde-

m e gelen Erm eni Sorun u, 19 84 'ten itibaren PK K ile farklı bir boyut kazananKürt Sorunu ve nihayet 8o'lerin sonlarında yaşanan Bulgaristan'daki Türk-ler sorunu, "milli birlik ve beraberlik" söyleminin ağırlığını hissettirdiğiönem li duraklar oldu. Bu gelişmelerin h er biri he m üniversite ve diğer dev-let kurumlarındaki hem de bu kurumların dışında kalan sosyal bilimci veözellikle de tarihçileri doğrudan etkiledi, farklı konum ve tutumlara itti. Busorunların herbiriyle ilgili dönem e öz gü bir "tarih" literatürü oluştu."

Bilimsel ve entelektüel etkinliğin ekseninin üniversite dışına kaya-rak açıkça kamuya dönük bir üretim yapması ve yukarıda anılan "milli da-va"larm yarattığı ortam, 12 Eylül baskısına karşı toplumun değişik kesimle-rinde ortaya çıkan tepkiyle de birleşince, 1 98 0'le rd e Tü rkiye daha yaygın vedaha keskin bir popüler tartışmaya şahit oldu: Resmi tarih-alternatif tarih.Tartışmanın bu dönemdeki ekseni, tahmin edileceği gibi, Atatürk ve bubağlamda yakın tarih, yani Cumhuriyet dönemi oldu. Tartışmalar kısa sü-rede 12 Eylül'ün yenilenmiş üniversite ve kurumlarındaki resmi ideoloji

4 6 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 49/176

üreticisi ve taşıyıcısı akademisyenleri de içine çekmekte gecikmedi. Tabiricaizse bu noktada toplum ve devlet "tarih" üzerin den karşı karşıya geldi.

Bu gelişmelerin, özellikle Ermeni Sorunu'nun Türkiye'deki tarihçi-

liğe belki de en önem li katkısı Osm anlı arşivinin dah a geniş ö lçüde açılma-sı, arşivdeki çalışma ortam ve imkânlarının geliştirilmesi oldu. 12 Bu bağ-lamda, 8o 'lerin ortalarından itibaren arşivlerde çalıştırılmak üzere çok sayı-da uzm an kadrosunun açılması, yoğun bir tasnif, kataloglama ve yayın fa-aliyetine girişilmesi üç ö nem li sonuç do ğurdu: Birincisi, O sm anlı arşivi, ta-rihinde görülmedik ölçüde geniş bir yerli ve yabancı araştırmacı kitlesinedaha etkin hizme t vermeye başladı. İkincisi arşivde istihdam edilen uzm an-lara yüksek lisans ve doktora yapm a ha kkının ta nınm asıyla, bu yoldan yeti-şen, arşivin karmaşık zenginliğini herkesten daha iyi kavrayan birçok gençtarihçi özellikle 1990'lardan itibaren büyük şehir ve taşra üniversitelerindeöğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Son olarak, anılan siyasi sorun-ların tarihsel kökenlerine dair çok sayıda arşiv belgesinin yayınlanmayabaşlam ası, arşiv yön etimin i diğer önem li belge serilerinin de düzen li olarakyayma hazırlamaya cesaretlendirdi. Devlet arşivlerinin bütün bu yenidenyapılanma sürecinde ve anılan faaliyetlerinde dönemin başbakanı Turgut

Özal'm pragmatizmi, dönemin başbakanlık müsteşarı Hasan Celal Gü-zel'in girişimciliğiyle* Halil İnalcık ve Kemal Karpat gibi etkili tarihçilerinuzman bilgi ve önerilerinin hayati rol oynadığını da belirtmek gerekir.

Bu gelişmelerin ve onların yarattığı ortamın, bu dönemde târih veOsmanlı tarihi alanındaki üretimi ve üretilenlerin içeriğini, niteliğini büyükölçüde belirlediğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda ilk değinilmesi gereken, dö-nemin akademik tarihçiliğine doğrudan katkıda bulunan Yapıt, T oplum veBilim gibi dergilerle Tanzimat ve Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedile-

* Hasan Celal Güze l'in aktif politikadan neredeyse tasfiyesiyle sonuçlanan sonraki dönemlerde tariheşahsi ilgisi büyük bir sebat ve inatla çıkardığı Yeni Türkiye dergisi üzerinden devam etmiştir. Bu ilginin1990'larm sonlarında Osmanlı Devleti'nin 700. Kuruluş Yıldönümü etkinlikleri bağlamındaki teza-hürü ise, Kemal Çiçek gibi genç tarihçilerin de katkısıyla yine kendisinin düzenlediği 12 ciltlik Osm anlıtarihi ve uygarlığı derlemesi o lmuştur (bkz. Güler Eren, Kem al Çiçek, Cem Oğuz (der.) Osmanlı, 12 cilt,Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999). Dünyanın her tarafından yüzlerce tarihçinin orijinal katkılarınıiçeren bu son girişim, akademik hayatımıza dışarıdan yalnızca olumsuz değil, gerekirse olumlu müda-halelerin de yapılabilebileceğinin güzel bir göstergesi olmuştur. [Aynı ekip daha sonra Türkler adıylaTürkçe ve İngilizce bir diğer derlemeye imza atmıştır.

D Ü N S A N C I S I 4 7

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 50/176

ri'nin genellikle dönemin ağırlıklı gündemine paralel bir içeriğe sahip ol-dukları ve dayaülan dar çerçeveleri sonuna kadar zorladıklarıdır. Bu "gün-cel"liğine rağmen, özellikle söz konusu ansiklopediler zengin kapsamı, ol-

gusal z enginliği ve analitik niteliğiyle bu gü n de temel birer başvuru kaynağıolma özelliğini sürdürmektedirler. 1980lerde akademik tarihçiliğin toplu-ma dönük yüzünde gerçekleşen belki de en önemli gelişme Tarih ve Toplumdergisinin çıkışıyla popüler tarih dergiciliğinde yeni ve çok daha içerikli birdönem in açılması olmuştur. Tarih ve Toplum 'un başa rısı, kısa sürede toplu-mun farklı kesimlerinde ve bu arada resmi ideolojiyle flört eden akademikçevrelerde de benzer girişimlere yol açtı. Bu girişimlerin başarısıyla da ken-dini gösteren toplum sal talep ve bu alanlardaki boşluğun farkedilm esi, dahabaşka projeleri beraberinde getirdi. Bir 12 Eylül kurumu haline gelen TürkTarih Kurumu'nun halka dönük bir Osmanlı-Türk tarihi yazdırma projesikâh kurumun yapısından kâh işi üstlenen kadroların akademik-entelektüelzaafları yüzü nde n a kim kalırken, Sina A kşin editörlüğünde büyü k ölçüde yi-ne "dışarıdakiler'ln marifetiyle beş ciltlik orijinal Türkiye Tarihi kısa süredeyayımlandı ve halen de önemli bir boşluğu doldurmaya devam etmektedir.Osmanlı tarih ve medeniyeti bağlamında TTK'nm başaramadığının bir ben-

zerinin, üstelik aynı kadrolar tarafından dışarıda gerçekleştirilmesi için biron yıldan daha faz la beklemek gerekecekti.13

Üniversitelerdeki tarihçilere gelince, onlar için 1980lerin ilk yarısı-nın 12 Eylül yönetiminin, YÖK ve AKDTYK gibi kurumların beraberindegetirdiği yeni gelişme ve düzen lemelere uy um sağlama uğ raşısı içinde geç-tiğini söylemek pek yanlış olmaz. Bir üst kadrolara atanmayı düzenleyenyeni hüküm lerin uygulamaya geçmesinin hem en öncesinde ve yeni uygu-lamaların ilk dönemlerinde akademisyenlerin gündemini büyük ölçüde bukaygılar belirledi. Bununla ilintili olarak profesör kadrolarına atanmanınrotasyon koşuluna bağlanması mevcut kadroların Türkiye çapında hareket-lenmesine yol açtı. Üç büyük şehrin üniversitelerindeki yığılma kısmenmevcut taşra üniversitelerine atamalarla hafifletilmeye çalışılmasına rağ-men, büyük üniversiteler arasında da boş kadrolar üzerinden ilginç bir ele-man değiştokuşuna şahit olundu. Taşraya gidenlerin azımsanmayacak birbölümü özellikle YÖK sonrası düzenlemelerle ortaya çıkan yeni bölümler,

4 8 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 51/176

dekanlıklar ve enstitülerin yöneticileri olarak atandılar. Kısacası gidenlerinde kalanların da öncelikleri arasında idari kaygılarla akad emik y ükse lm e ça-baları bilimsel araştırmanın önüne geçti. Bu gelişmelere ilaveten, aynı yıl-

larda yeni ihdas edilen bol miktarda a raştırma gö revlisi kadrosu gelişigüz el,bilimdışı ve siyasi kıstaslarla hızlı bir şekilde dolduruldu. 12 Eylül sonrası-nın yukarıda değinilen genel milliyetçi-muhafazakâr kadrolaşmasının diğerönemli aşamasının bu bağlamda gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz.Böylesine bir kadrolaşmanın uzun vadede doğuracağı olumsuz sonuçlarıkısmi olarak telafi edecek bir gelişmeyi hemen bu arada zikretmek gerekir.O ana kadar Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde sınırlı olarak uygulanan

yüksek lisans ve doktora amaçlı yurtdışına öğrenci gönderme uygulaması-na esasen Dünya Bankası'nm sağladığı imkânlarla YÖK de katkıda bulun-du ve 8o'lerin ikinci yarısından itibaren mevcut araştırma görevlisi kadro-larından çok sayıda genç tarihçiye eğitim lerini yurtdışında devam etm e im-kânı sağladı. Bu imkânın kullanılmasındaki bütün ilkesizlik ve gelişigüzel-liğe rağm en, uygulam a 19 90 'la rm akademik tarihçiliğine esas olarak olum-lu bir katkı olarak değerlend irilme lidir.

Bütün bunlara rağmen, üniversiteler ve bilim kurumlarındaki aka-

demik tarihçiliğin önceliklerinde yaşan an kritik kaym a, sonu ç olarak Türki-ye tarihçiliğinde ürün bazında büyük bir sığlaşmaya yol açmıştır. 1980'ler-de yazılan ve büyük bir kısmı yayınlanmamış yüksek lisans ve doktora tez-leri üzerinde yapılacak bir araştırmanın söz konusu sığlaşma ve siyasallaş-manın değişik boyutlarına dair ilginç sonuçlar ortaya koyması şaşırtıcı ol-mayacaktır. Kısacası, bu dönemde kaybeden bizzat tarih olmuştur. Bu ka-yıp yılların en kayda değer gelişmelerinden biri Osmanlı tarihinin belli ar-

şiv kaynakları üzerine odaklaşmış, belli şablon ve klişelerin yeniden üreti-mi şeklinde tezahür eden yeni tarz bir tarihçilik türünün belirgin bir şekil-de öne çıkmasıdır. Bu türün özellikle tahrir defterleri ve şeriye sicillerinedayalı kolu 8o'lerin ikinci yansından itibaren bütün 90lı yılları da kapsa-yarak günümüze gelen süreçte üniversitelerdeki Osmanlı tarihçiliğinin enhızlı gelişen alanını oluşturmuştur. Hiçbir analitik boyutu olmayan sığ bel-geci tarihçilik eleştirisini belki de en fazla hakedecek ürünlerin bu alanlar-da verildiğini söylemek pek yanlış olmaz. 1980'lerde bu genel çerçevenin

D Ü N S A N C I S I 4 9

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 52/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 53/176

özellikle Köprülü'nünkine benzer metodolojik boyutuyla öne çıkan ilk dö-nem Osman lı tarihine dair çalışmalarıyla dikkat çekm iş, adeta 199 0'la rda kidaha büyük çalışmalarının işaretlerini vermiştir.23

19. yüzyıl tarihçiliğine baktığımızda ise, Osmanlı ve Batı arşivleriniveya Osmanlıca ve Batı dillerindeki birincil kaynakları kullanarak Tanzi-mat, Abdülhamid ve Meşrutiyet dönemlerine odaklanan çalışmaların (yük-sek lisans ve doktora tezlerinin) belirginleşm eye başladığını görüyo ruz. Bu-nun en önemli örnekleri Şükrü Hanioğlu'nun doktora ve doçentlik çalış-maları olan Doktor Abdullah Cevdet (1981) ve İttihat ve Terakki Cemiyeti veJön Türklük (1985) k itaplarıdır.24 H em Osm anlıca hem de her dildeki yaban-

cı kaynakları birarada kullanarak, hem teoriden kalkarak hem belge kulla-narak, mevcut bütün kaynakları sonuna kadar tüketen Hanioğlu bu çalış-malarıyla Türk tarihçiliğinde m evcut eğilimlerden bazılarını değiştirmiştir.Yine bu çizgide Zafe r Toprak ve M im Kem al Öke'nin tezlerinden bahsede-biliriz.25 Bu üç ismin de doktora çalışmalarını İstanbul Üniversitesi İktisatFakültesi'nde yapması ve 8o'lerde başyapıtı Türkiye'de Siyasi Partiler'in ge-nişletilmiş baskısını yayınlayacak olan Tarık Zafer Tunaya'dan bizzat etki-lenmeleri tesadüf olmasa gerek.26 Özellikle Osmanlıca birincil kaynaklardan

(arşiv, gazete, dergi, yazma) kalkarak 19. yüzyıl Osmanlı tarihini yenidenyazma ve yorumlama girişimi Boğaziçi'nde Engin Akarlı ve Selim Deringil,Ankara'da ise İlber Ortaylı ve Sina Akşin'le devam etmiştir. 271980'lerin or-talarında 1 9 . yüzyıla ait yen i arşiv koleksiyonlarının açılmasıyla birlikte d ahada hız kazanan bu eğilim özellikle II. Abdülhamid dönemine ilgiyi artıra-cak ve asıl ürünlerini 1990'larm başından itibaren vermeye başlayacaktır.

Geniş kitlelere dönük yayınlarda olduğu gibi, döneme damgasını

vuran önemli çalışmaların büyük bir kısmı üniversite dışında gerçekleşti.Bu bağlamda bir taraftan Mete Tunçay, C em il Koçak ve Hikm et Özdem ir,Atatürk'ten 12 Mart'a kadarki dönemin tarihinin o zamana kadar "resmi ta-rih" çerçevesinde ele almagelen pek çok boyutunu tartışmaya açan orijinalçalışmalarıyla önemli bir çığır açarken, Asaf Savaş Akat ve Ahmet İnsel ay-nı tartışmaya iktisat ve sosyoloji boyutunda önemli eleştirel katkılarda bu-lundular.28 Cumhuriyet dönemi tartışmalarının da ardı ardına yayınlananTürkiye Üzerine Tezlef iyle aktif bir katılımcısı olan ve daha ziyade alterna-

D Ü N S A N C I S I5 1

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 54/176

tif tarih yazma iddiasıyla ortaya çıkan Yalçın Küçük'ün yine geniş yankılaryaratan Aydın Üzerine Tezlefi tartışmay ı daha gerilere, O sm anlı'n ın so n dö-nemine taşıdı. Osmanlı tarihi bağlamında bir başka kol Osmanlı'nın kapi-

talistleş[e]me[me] ya da Dünya Kapitalizmine eklemlenme süreçlerine eği-lirken,29 Ha lil Berktay ve M ehm et Ali Kılıçbay birbiri ardınca basılan kitap-ları ve yazılarıyla O sman lı üretim tarzının özgü llüğü sorun unu gündem detuttular.30 Orijinal Osmanlı kaynaklarını kullanmayan, tartışmalarını Bar-kan, Akdağ ve îna lcık'm sund uğu olgusal bilgiler üzerinden yürüten bu ça-lışmalar bağlamında Berktay, daha da ileri giderek Cumhuriyet dönemi ta-rihçiliğinin topyekün sistem atik eleştirisine g irişti ve bu arada 8o'le rin son-larında ve özellikle 1990'larm başlarında Osmanlı tarihçiliğine yöneltilmişen kap sam lı ve şiddetli eleştirileri kaleme aldı.31 Mehmet Ali Kılıçbay ise birtaraftan tek başına Batı orta ve yeniçağ tarihçiliğinin en önemli eserleriniTürkçeye kazandırmaya başladı; Özellikle Annales Okulu'nun Türkiye'detanınm asına büyük katkıda bulundu.32

Türkiye'de üniversite dışı tarihçiliğin 1980'lerde dikkat çeken diğerçalışmaları arasında Necdet Sakaoğlu'nun Köse Paşa Hanedanı ile îlber Or-taylı'mn İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı adlı çalışmalarıyla Taner Ti-

mur'un başta Osmanlı Kimliği olmak üzere kaleme aldığı mesafeli ve eleş-tirel yazılarını da mutlaka anmak gerekir.33 Sakaoğlu'nun çalışması Taba-koğlu ve Cezar'mkilerle birlikte o zamana kadar Osmanlı tarihçiliğinin enfaz la ihm al ettiği döne m lerinden 17. ve 18. yüzyıllar tarihine öz gün b ir kat-kı olarak olumlu tepkiler alırken, Ortaylı'nm çalışması Osmanlı'nın sonyüzyılına en özgün ve ihatalı bakışlardan biri olarak alanında bir klasik ni-teliği kazanmakta gecikmedi. Meslekten tarihçi olmamasına rağmen daha70'lerin sonlarından itibaren Osmanlı tarihine dair önemli sentetik ürün-ler vermeye başlayan, 12 Eylül tasfiyesiyle kendini üniversite dışında bulanve 8o'li yılları Fransa'da geçiren Taner Timur'un bu dönemdeki çalışmala-rı özellikle Osmanlı klasik dönemi ve 19. yüzyılının kimi boyutlarına dairoldukça özg ün d eğerlend irme ve yorumlarıyla dikkati çekmiştir.34 Yine üni-versite dışından Orhan Koloğlu ise popüler konuları belirli bir akademikstandartta işlemesi ve üretkenliği ile basın tarihinden Masonluğa kadarfarklı konularda önemli çalışmalara imza atmıştır.35

5 2 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 55/176

I I . 1 9 9 ° , L A R : Ö Z E L V E Ö Z E R K S E K T Ö R Ü N Y Ü K S E L I Ş I

12 Eylül döneminde YÖK'ün belirli uygulamaları bundan sonraki onyıla damgasını vuracak hızlı bir gelişim ve dönüşümün zeminini oluşturdu.

Esas olarak 19 8 2 anayasasının eğitim ve öğretimi düzenleyen temel hükü m -lerini dayanak alarak uygulamaya kon ulan iki önem li adım 19 90 'la rm akade-mik faaliyetlerinin kurumsal çerçevesini hem pekiştirdi hem genişletti. îlki,1980lere damgasını vuran üniversiteleri kontrol altına alma çabası (I. YÖKDönemi), ikincisi ise daha ziyade 1990larda öne çıkan ve Yüksek ÖğretimKu rulu 'nun "kantitatif takıntı" sı olarak adlandırılabilecek h edef tan ım ınınTürkiye siyasi tarihindeki Üçüncü Demirel Dönemi'nin popülist politikala-

rıyla birleşm esi son ucu yaşanan "üniversite patlam ası" (II. YÖ K Dönem i).Bu patlamanın hem olumluyu hem olum suzu içinde barındıran ikifarklı boyutu, dolayısıyla ikili bir karakteri söz konusudur. YÖK'e hakimolan kantitatif takıntı daha 8o'lerde mevcut kadrolar ve üniversiteler bün-yesinde öğrenci kontenjanlarının artırılması gibi görece masum bir ihtiya-cın karşılanmasına dönük bir aşırılıkla başlamış, bu ise beraberinde kaçı-nılmaz bir fakülte, bölüm ve öğretim görevlisi artışını getirmişti. Bu amaç-la girişilen sağdan soldan öğretim görevlisi devşirme uygulamasına araştır-

ma gö revlisi kadrolarının aşırı şişirilme si ve onlara ders verdirilmes i eklen-mişti. Bu aceleciliğin ve hazırlıksız uygulamaların şahikası 1992 yılında3837 sayılı yasa ile Türkiye sathında b ir seferde yirm i bir üniversitenin açıl-m ası kararıyla yaşandı.36 Toplumsal gelişme ile yüksek öğrenim ve bilimselüretim arasındaki denklem tersinden kurulmuş, üniversite toplumun gerikalmış bölgelerinin ekonomik ve kültürel gelişmesinin önünü açacak birvasıta olarak görülmüştü. O günden sonra benzer üniversiteler benzer şe-

killerde çoğu il merke zinde açılmaya, ilçelere kadar fakülte ve yüksek okul-lar girmeye devam etti. Yukarıda değinilen akademik anlamda "taşralaşma"sürecinin en ön emli ku rum sal g elişmesini ifade eden bu teritoryal genişle-me sürecinde "tabela üniversiteleri" olarak anılmaya başlanan bu okullarınöğretim görevlisi ihtiyacı büyük ölçüde 1980lerin sonlarında doktoralarınıbitirmiş 12 Eylül kadrolarıyla karşılandı. Bu bir önceki dönemin siyasi kad-rolaşmasının Türkiye sathında yayılması anlamına gelmekteydi. Türki-ye'nin 1990'larda içine girdiği oldukça seçici ve kontrollü liberalleşme sü-

D Ü N S A N C I S I 5 3

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 56/176

recinde "bir anda kontrolden çıkan" çoklu ve çoğulcu talepler üzerindenkendi içinde ayrışan ve çeşitlenen bu kadroların, bu sürece karşı girişilen28 Şubat müdahalesinin bir diğer önemli hedefi haline gelişi, 12 Eylül reji-

minin Türkiye'ye dayatmaya çalıştığı politikaların da bir çıkmazına işaretetmekteydi. Bu yaşananları aslında bir bakıma kendini toplumun üzerindekonumlandıran "devlet" ile kendisini iktidardan dışlanmış gören ve 12 Ey-lül rejiminin özel koşullarında "aşırı siyasallaşan" toplum kesimlerinin ka-musal alana hâkim olma mücadelesinin üniversiteler bağlamında yaşananbir tezahürü olarak değerlendirmek mümkündür.

II. YÖK Dönemine damgasını vuran üniversite patlamasının diğer

ayağını ise geçmişi yine 8o'lerin ortalarına kadar uzanan özel/vakıf üni-versitelerinin kurulması oluşturmaktadır. 8o'li yılların büyük bölümüneYÖ K başkanı olarak damgasını vuran İhsan Doğram acı 'nm girişimleriylebüyük bir tartışma yaratarak 1984 tarihinde Ankara'da kurulan BilkentÜniversitesi, özel/vakıf üniversiteler zincirinin ilk halkasını oluşturdu. Buüniversitenin ve ardından gelecek diğer vakıf üniversitelerinin ku ruluş ge-rekçeleri arasında öne çıkan gelişmiş dünyan ın büyük ün iversiteleriyle h eraçıdan yarışabilecek üniversitelere ihtiyaç olduğu argümanı, bir bakıma

böyle bir yarışa eldeki devlet üniversiteleriyle çıkılamayacağının da bir iti-rafı demekti. Bu aynı zamanda söz konusu üniversitelerin YÖK müdaha-lesiyle bile "adam edilemeyeceği" anlamına gelmekteydi. Bunun anlaşıl-ması için fazla süre geçmedi, 1990'lar boyunca sayıları yirmilere ulaşanvakıf üniversiteleri kendi öğretim kadrolarını büyük ölçüde devlet üniver-sitelerinin geriye kalan kaliteli elemanları üzerinden devşirdiler. Sonuçdaha baştan belliydi: Geriye kalan kadrolarıyla artık iyice gözden çıkarılanve kaderleri giderek keyfıleşen YÖ K yönetim inin eline bırakılan, güncel si-yasi mü cadelelerin içine göm ülen devlet üniversiteleri, büyük şehirlerdekibirkaçı hariç, iyice dibe vururken, yurtdışından da önemli oranda bilima-damı transferiyle başta Bilkent, Sabancı, Bilgi gibi vakıf üniversiteler kısasürede Boğaziçi ve ODTÜ ile yarışır hale gelip, hatta kimi dallarda onlarıda geçerek Türkiye'nin önde gelen üniversiteleri arasında anılır oldular.

9 0 l ı yıllarda üniversiter hayatta yaşanan bu ö nem li kuru m sal ve ida-ri değişmeler genelde sosyal bilimleri, konumuz açısından da tarih araştır-

5 4 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 57/176

malarını doğrudan etkiledi. YÖK'ün ezeli ve ebedi takıntısı kantitatif açıdanbakıldığında ilk kayda değer gelişme uluslararası standartlarda yapılan yayınsayısındaki artış oldu. Bu gelişmede bir yandan da YÖK'ün devlet üniversi-

telerinin özel üniversitelerle rekabet edebilirliğini ve buralardaki bilimselüretimin kalitesini de artıracağı düşüncesiyle akadem ik atama ve yü kseltme-lerde aranacak ölçütler arasına daha fazla sayıda yayın koşuluyla yabancı dil-de ve yurtdışı bilimsel platformlarda yapılacak etkinlikleri de ilave edişininönemli bir rolü vardı.* Bu uygulamanın ortaya çıkardığı en önemli gerçek,bir kez daha devlet üniversitelerindeki bilimsel faaliyetlerin kalitesinin bellibir düzeyin üzerine çıkmasını engelleyen bazı temel yapısal sorunların var-lığı oldu. Bilhassa taşra üniversitelerinde yoğun laşan ve 1 2 Eylül kadrolaşma-

sıyla genel içindeki oranı hayli artan akademisyen kadroların, özellikle desosyal bilimlerdekilerin, alanlarındaki uluslararası literatürü bile takip ede-cek donan ımda olmadıkları, mevcu t üniversiter yapının da bu haliyle bu te-mel sorunu daha uzunca bir süre aşacak durumda olmadığı ortaya çıktı.

Tarih araştırmalarmdaki durum da bundan pek farklı değildi. Bukonuda yapılan sistematik bir incelemenin de ortaya koyduğu gibi, 1990'la-rm özellikle ilk yarısında Türkiye'de üniversitelerdeki tarihçilerin yaptıkla-

rı yayın sayısında bü yük bir artış yaşandı.

37

Bun un temel sebebi olarak hemtarih bölüm leri ve kadrolarmdaki h ızlı artış hem de doçentlik sınavı kriter-lerinin değiştirilmesi vurgulanabilir. Bu artışın beraberinde getirdiği aka-demik yükselmelerin kahir ekseriyeti sadece yurtiçi dergilerde sayıları bir-den artan Türkçe ve yabancı dildeki yayınlar saye sinde oldu. Yu rtdışında ya-pılan yayınların ise çok büyük kısmı yabancı dilde öğretim yapan üniversi-telerin, devlet veya özel, yine büyük ölçüde yurtdışında akademik kariyeryapmış elemanlarınca gerçekleştirildi. Kısacası, YÖK'ün bu düzenlemesi

daha sıkı uygulanma ortamı bulduğu özel üniversitelerdeki standartlarındaha da yükselmesine katkıda bulunurken, devlet üniversitelerinde yayınsayısını kabartmanın dışında pek bir değişikliğe yol açmadı; tabiri caizse,bir kez daha kendim iz çalıp kendim iz oynadık. YÖ K'e de bu arada toplananparsanın kantitatif reklamını yapmak kaldı.

* Burada özellikle doçentlik sınavlarında tez zorunluluğun un kaldırılarak hakem li dergilerde maka-le yayınlatmaya önem verilmesinin payı da zikredilmelidir.

D Ü N S A N C I S I 5 5

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 58/176

Devlet üniversitelerinin sayısının kısa sürede üç kat artışı ve bu ara-da özel/vakıf üniversitelerinin ku ruluşu nun tarih alanına bir diğer yansıma-sı buralarda kuru lan yen i Tarih Bölüm leri oldu. YÖK 'ün kantitatif takıntısı-nın asıl tatmin sahası bir kez daha yeni açılan devlet üniversiteleri oldu. Entemel sorunlarla boğu şan, standart bir kütüphanesi bile olmayan b u üniver-sitelerin birçoğunda birden fazla Tarih Bölümü kuruldu; bir Fen-EdebiyatFakültesinde, bir Eğitim Fakültesinde. Daha da ilginci, 1990'larda yaygınla-şan ikili eğitim (gündüz ve gece eğitimi) neredeyse tam am en b u üniversite-lerde uygulama alanı buldu, ya da daha doğrusu hocalar için ek ekonomikkaynak anlam ına gelen bu uygulam aya en çok talep bu üniversitelerden gel-di. Bu bölümlerdeki sayısı zaten sınırlı olan tarihçi, daha akademik hayatla-

rının başında öğretmenliğe m ahk um edildi, ya da kendileri bun u ciddi aka-demik araşürmalara tercih ettiler. Yine de akademik yükseltmelerin gereğiolarak yapmak zorunda kaldıkları yayınlar için yeni fakülte dergileri çıkma-ya başladı. Bu aslında hem eğitimin hem akademik çalışmanın kalitesizliğeya da sığlığa mahkûm edilmesinden başka bir anlama gelmiyordu; bütünbunları mümkün kılan, teşvik eden ise bir kez daha YÖK'ün kendisiydi.

Öte yandan, 1980'ler ve 1990'larda Türk tarihçiliğinin üniversite

kanadında bazı yeni d ergilerin nispeten daha titiz yayınlarıyla öne çıktığınısöylemek mümkündür. Bunlar arasında, Ege Üniversitesi'nin Salih Özba-ran ve Zeki Arıkan öncülüğünde 1983'te çıkarmaya başladığı ve fakat son-ra el ve nitelik değiştiren Tarih İncelemeleri Dergisi, Marmara Üniversite-si'nin 1985'te Hakkı Dursun Yıldızla yayımına başladığı Türklük A raştır-maları Dergisi ve Anka ra Üniversitesi O smanlı Tarihi Araştırma ve Uygula-ma Merkezi'nin Muzaffer Arıkan ve Yavuz Ercan'ın çabalarıyla 1990'da ya-yınlamaya b aşladığı OTAM birer akademi dergisi olarak ortaya çıktılar. Kı-

sa süre önce kaybettiğimiz Nejat Göyünç'ün Halil İnalcık ve Heath Lowryile 8o'lerin başında çıkarmaya başladığı Osm anlı Araştırmaları/The Journalof Ottoman Studies ile Yavuz Cezar editörlüğünde 1991'de yayınlanmayabaşlayan Dünü ve Bugünüyle Toplum ve Ekonomi, daha bağımsız akademiknitelikleriyle öne çıkan diğer önemli dergiler oldu.

1990'larda üniversitelerimizin tarih bölümlerinde verilen ürünleregenel olarak baktığımızda en çok ürünün şeriye sicilleri ve tapu-tahrir def-

5 6 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 59/176

terleri alanında verildiğini görüyoruz. Yazımızın başında belirtilen sosyo-ekonomik tarihçilik yönündeki eğilimin Osmanlı tarihi bağlamındaki kar-şılığını neredeyse tamam en bu kaynaklar üzerinden yürütülen araştırmalar

oluşturdu. Özellikle taşra üniversitelerindeki tarih bölümlerinin çoğalma-sıyla birlikte daha da genişleyen bu alanda iki tür çalışma ortaya çıktı: Yabelli bir şeriye sicilinin veya tapu-tahrir defterinin tam transkripsiyonu, yada bunlardan kalkarak yapılan çok sınırlı bir sosyo-ekonomik analiz çaba-sı.38 Büy ük ç oğu nluğu yü ksek lisan s ve doktora tezi olarak hazırlana n b u ça-lışmalar arasında son yıllarda klasik dönemin yanı sıra 18. yüzyıl sonu ve19. yüzyılın ilk yarısına ait çalışmaların da çoğalmaya başladığını görmek-teyiz.39 En çok ürün verilen diğer bir alan ise Osmanlı tarihçiliğinde kulla-

nılan teme l yazm a m etinlerin (vakanüvis tarihleri, sefaretn am eler vb.) edis-yon-kritikleri oldu. Ba zı üniversitelerde belli bir dönem e ait olmak üz ere vebelli bir proje dahilinde yürütüldüğünü gördüğümüz bu çalışmalara, İstan-bul Üniversitesi Tarih Bölümü'nde Kemal Beydilli danışmanlığında yapı-lan ve 18. yüzyıl so n u -19 . yüzyıl başı yazma m etinlerine odaklanan bir dizidoktora tezini örnek gösterebiliriz.40 Üçüncü olarak en çok göze çarpan ise,ilk önemli örneklerini İnalcık'm rahle-i tedrisinden geçmiş Ortaylı'nm1970'lerde ortaya koyduğu, teşkilat ve kurumlar tarihçiliği diyebileceğimizalandır. Bu alanda Marmara Üniversitesi Tarih ve İktisat bölümlerinde ger-çekleştirilen çalışmalar bilhassa dikkat çekmiştir.41

Anılan dönemde Osmanlı tarihçiliği bağlamında değinilmesi gere-ken bir başka nokta ise, yüksek lisans ve doktora tezleri dışında üniversitetarih bölümlerinde yapılan çalışmaların genel olarak 'yıldönümleri' veya'sem poz yum lar' odaklı olmasıdır. Tarihçilerim izin doktora (ve belki doçent-lik) sonrasında ürettiklerinin önem li bir kısm ı daha çok çeşitli yıldönüm le-

ri ve sempozyumlar vesilesiyle kaleme aldıkları çalışmalar olmuştur. Buözellikle taşra üniversitelerinin çoğalmasından sonra hâkim bir eğilim ha-lini almışa benzemektedir. .Bir yanda 1981 Atatürk Yılı 'ndan 1989 Tanzi-mat'ın 150. Yıldönümüne,42 1998 Cumhuriyet'in 75. Yılı kutlamalarından1999 Osmanlı 'nın 700. yıldönümü kutlamalarına43 (muhtemelen 2003'deİstanbul'un fethinin 45 0. yıldönümün e) uz anan bir çizgi, diğer yanda sade-ce taşra üniversitelerinin değil he m en he m en h er il valiliklerinin, baz ı kay-

D Ü N S A N C I S I 5 7

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 60/176

makamlıklarm ve belediyelerin düzenledikleri çeşitli (ya o yörenin tarihineya da o yörede yetişmiş bir Türk büyüğüne hasredilmiş) sempozyumlarauzanan çizgi.44 Çoğunlukla kitaplaştırılan bu faaliyetlerin çok sayıda tarih-

çiyi cezbettiği, bunun giderek sınırlı uzmanlık alanları dışında bir 'tarihçiturizmine' dönüştüğünü söylemek herhalde abartma sayılmaz.

Üniversitelerimizin tarih bölümlerinde yapılan Osmanlı tarihçiliği-nin bir ulus-devlet ya da yöre tarihçiliğine indirgenme eğilimi de 90'h yıl-ların bir diğer önemli özelliği olarak karşımıza çıktı. Ele alman konular/ki-şiler/olaylar büyük ölçüde 'milli tarih ve coğrafya'nm sınırları içerisindenseçildi. İstisnaları olsa bile bunlar genellikle ya 'milli mesele' sayılan (Bul-garistan Türkleri gibi) ya da kişinin doğdu ğu/göçtüğ ü (veya aile köklerininolduğu) yer itibariyle seçilen konulardı. Bu bakımdan Osmanlı İmparator-luğu 'nun Anad olu co ğrafyası dışında kalan bölgeleri üzerine çok az sayıdaçalışma yapıldı; bu kon udaki istisnalar ise ya yurtdışında yapılan doktora ça-lışmalarının devamı niteliğindeydi ya da o bölgelerden gelip Türkiye'demaster/doktora ya pan ö ğrencilere aitti. Son yıllarda h er ne kada r bu istisna-ların sayısı artmaya b aşladıysa da, söz kon usu eğilim i arttıran özellikle taş-ra üniversitelerinde Selçuklular'dan Cumhuriyet'e sadece o ilin veya bölge-

nin tarihini çalışmak şeklinde beliren çizgidir.Bunun dışında kalan alanlarda ise, aralarında gerçekten kaliteli ça-

lışmalara rastlanan, başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslimler, misyo-nerlik, yabancı okullar gibi ('milli mesele' addedilen) konuların öne çıktı-ğı görüldü.45 Göze çarpan bir başka ilginç nokta, çalışılan konulardaki et-nik/cinsel/mesleki tercihlerle ilgili sınırlılıklar oldu. Öyle ki, çoğunluklakadınlar kadın, Çerkezler Çerkez, Museviler Musevi, askerler askeri ta-rih^) çalışır gibi bir 'görünmez yasa' söz konusuydu. Bir başka sınırlılıkise, tarih bölümlerinin genellikle sadece belli konuları çalış(tır)ması, di-ğerlerini üniversitenin diğer bölümlerine bırakmasıdır. Örneğin, iktisattarihi iktisatçılar, eğitim tarihi eğitimciler, hukuk tarihi hukukçular tara-fında n çalışılır/çalışılmalıdır gibi bir anlayış eg em enliğini b u dönem de desürdürdü. Batı'daki örneğe aykırı ve multidisipliner eğitim ve donan ım ek-sikliğinin bir sonucu olan bu durumdan çıkışın ilk adımı olarak tarih bö-lümleri müfredatında sosyal bilimlerin (sosyoloji, siyaset bilimi, iktisat gi-

58 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 61/176

bi) diğer dallarına daha ağırlıklı yer verilmesinin gereği bir kez daha ken-dini hissettirdi.

1990'larda devlet üniversitelerinde yapılan tarih çalışmalarına genel

olarak bakılacak olursa, belirtilmesi gereken ilk nokta bu bağlamda en ve-rimli alanın çoğunlukla iktisat veya iktisadi ve idari bilimler fakültelerindeya da bun lara bağlı en stitülerde yapılan iktisat tarihi çalışmaları olduğu dur.Bu alanda bir yand an genç ku şak tarihçilerin çok sayıda mak ale ve kitap ya-yınladığını hem de hocaların toplu eserlerinin basılmaya başlandığını görü-yoruz.46 Finans tarihi çalışmaları da bir başka verimli alan oldu.47 Aynı şe-kilde, kendi bilimsel terminolojisini, paradigmalarını oluşturmuş ve kalite-

li ürünler vermeye başlamış bir başka alan da bilim tarihçiliği olarak gözeçarpmaktadır. Özellikle, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesin-deki (aşağıda IRCICA vesilesiyle de sözedilecek olan Ekmeleddin îhsanoğ-lu başkanlığındaki) Bilim Tarihi bölümünün faaliyetleri kıvanç vericiydi.48

Ancak çalışmalarıyla uluslararası alanda ün yapmış bu bölümün anlaşıla-maz bir nedenle kapatılışı gerçekten üzüntü vericidir.

1990'lar (8o'lerde başlayan yeniden canlanmanın bir devamı ola-rak) Tanzimat, Abdülhamid ve Meşrutiyet dönemleri üzerinde siyasi, idari

ve düşünce tarihi çalışmalarının çoğalmaya başladığı yıllar oldu. İdare veteşkilat tarihçiliği seçk in örn eklerini Ta nzim at üz erinde verirken, en çok il-giyi Abdülhamid ve Meşrutiyet dönemleri görmüştür.49 19901ar aynı za-m and a göç ve n ü fu s çalışmalarından çocuk ve kadın çalışma larına sosya l ta-rihin çeşitli konularında kayda değer çalışmalara sahne oldu.50 Dü şünce ta-rihi alanında ise 8 o'1er ve 199 0'l ar da İletişim Ya yınlarının art arda yayım-ladığı Şerif Mardin'in toplu çalışmaları 19. yüzyıl bağlamında önemli bir

yeniden düşünme vesilesi olurken,51

Osmanlı tarihinin belki de en az çalı-şılan bu alanındaki asıl hareketlilik neredeyse tek başına Ahmet YaşarOcak'm 1990'larda zirve noktasına ulaşan orijinal çalışmalarıyla yaşandı.Önce Kalenderiler, ardından da Mülhidler ve Zındıklar, yalnızca Türkiye ta-rihçiliğinin değil genel Osmanlı tarihçiliğinin son yıllardaki en önemli ça-lışmaları arasındaki yerini a ldı. 5 2199 0'la rda Osm anlı tarihçiliği adına yapı-lan oldukça sorunlu ama önemli işlerden biri, tarihçiliği ve yöntemi haklıolarak tartışılan Ahm et Akgü nd üz'ün 19 9 0' da n itibaren yayınlamaya başla-

D Ü N S A N C I S I 5 9

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 62/176

dığı dokuz ciltlik Osmanlı Kanunnameleriydi.53 Osmanlı arşiv ve kütüpha-nelerinde bulunan bütün kanunnameleri orijinalleri ve çevrimyazılarıylakapsama iddiasındaki bu çalışma bu bakımdan içerdiği sorunları ve belki

daha da önemlisi, tek kişinin gayretiyle altından kalkılamayacak cesamettebir iş olmaktan kaynaklanan diğer handikaplarıyla, Türkiye'de ekip çalış-ması ruhu ve pratiği eksikliğini bir kez daha ortaya koyan güzel bir örnekolarak da tarihçiliğimizdeki müstesna yerini aldı.

9 o'lı yolların en ö nem li gelişm elerinden olan özel/vakıf üniversite-lere gelince, bunların bir kısmı lisans eğitimini de içeren tarih bölümleriaçarken, diğer bir kısmı yalnızca yüksek lisans programlarından ibaret ta-rih bölümlerini tercih ettiler. Bunlardan biri olan Bilkent Üniversitesi Ta-

rih Bölü m ü'nü AB D 'den getirdiği Halil İnalcık'a kurdururken, aynı işe Bil-gi Üniversitesi Mete Tunçay, Sabancı Üniversitesi ise Halil Berktay ile gi-rişti. 1980'lerde üniversite dışında kalan ve araştırmalarını bir önceki bö-lüm de anlatılan yayın faaliyetleriyle ya bağım sız ya da özel sektörde sürdü-ren Berktay ve Tunçay'm yanısıra, Cemil Koçak, M. Ali Kılıçbay, îlber Or-taylı gibi daha birçokları 1 99 0'l ar da böylece büyük ölçüde özel üniversitele-rin iddialı tarih bölümlerinde çalışmaya ya da oralarda ders vermeye başla-

dılar. 8o'lerle k arşılaştırıldığında karşım ıza çıkan bu ilginç gelişm e iki nok-tayı işaret etmekteydi: Birincisi, kimi yasal düzenlemelerle 12 Eylül tasfiye-sinden pay alan sosyal bilim ci ve tarihçilerin üniversitelerde çalışma hakla-rının geri verilmesi her şeyden önce itibarlarının iadesi anlamına geliyor-du. ikincisi, daha esnek yapıları ve daha olumlu çalışma koşulları ile vakıfüniversiteleri Türkiye tarihçiliğinin en eleştirel kadrolarına kapılarını aç-makla devletten gelebilecek ideolojik müdahaleler karşısında akademiközerkliklerine ciddi bir şekilde sahip çıktıklarını gösterirken, söz ko nu su ta-

rihçiler de yalnızca mesleklerini asli ortamlarında/üniversitelerde sürdür-mekle kalmayacak, böylece çok problemli tarih eğitimine de doğrudan kat-kıda bulun m a im kânına kavuşacaklardı. Bu ayrıca, 199 0'la rd a devletin aka-demik hayata müdahalesinin bir önceki dönemdekine oranla önemli ölçü-de kırıldığının da bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bir başka ilginçnokta ise, 8o'lerde bir kısmı zorunlu bir özel sektör tecrübesi yaşayan, buarada kend i alanlarında proje g eliştirme ve yöne tme tecrübeleri de artan bu

6 0 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 63/176

her anlamda dünyaya açık tarihçi kadrolarının yeniden akademiye dönüşle-rinin büyük ölçüde özel üniversitelerde noktalanmasıdır.

1990larda Türkiye'deki tarihçiliğe ve özellikle de Osmanlı tarihçili-

ğine asıl damgasını vuran gelişme ise vakıf üniversitelerin dışında ayrı birkulvarda gelişen Özel ve özerk sektörün bu alana el atması oldu. Özel sek-töre daha sonra gelm ek üze re bu noktada öncelikle "öz erk" sektörle ne kas-tedildiğinin açıklanması gerekir. Bununla esasen devlet kurumlarıyla ilişki-li ya da devlet destekli özel statülü kurumları kastediyoruz. Bir kısmı1990'lardan çok önce de var olan, bir vakıf, enstitü ya da araştırma merke-zi olarak karşımıza çıkan bu kurumlar, doğrudan özel girişim olarak kuru-lan benzerleriyle birlikte, bu dönemde bilhassa ekip çalışmasının, büyükprojelerin ve verim li bir yayın politikasının hayata geçirildiği asıl platform-lar oldular. 1990'larda Türkiye'de tarihçiliğin ve tarih araştırmalarının hemçeşitlenmesi hem nitelik değiştirmesinde lokomotif görevi gören bu türmerkezlerin başını 1980'de kurulan İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştır-ma Merkezi (IRCICA), 1985'te kurulan Türk Arap İncelemeleri Vakfı (TA-İV) (sonradan Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı, OBİV), 1988'de ku-rulan Türk Diyanet Vak fı İslam Araştırmaları M erkezi (İSAM ) ve Devlet İs-

tatistik Enstitüsü (DİE) gibi kurumlar çekmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü,Tarihi İstatistikler serisiyle önem li bir işe girişm iş, önem li yayınlar yapm ış-tır. Bütün bu özerk kurumlara, Devlet Arşivleri de kendi faaliyetleriyle ka-tılmış, 1980'lerde başladığı önemli belge koleksiyonlarından seçki yayıncı-lığını bu dönemde daha da genişleterek, bunlara Tahrir Defterleri, Muha-sebe Defterleri ve Mühimme Defterleri serilerini de eklemiştir. 54

Anılan kurumların gerçekten büyük başarıları bir yana, 1990'lardaTürkiye'deki akademik ve popüler tarihçiliğe ve bu arada tabii ki Osmanlıtarihi araştırmalarına en büyük damgayı vuran, en önemli katkıyı yapanözel kurumun Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı (kısaca TarihVakfı) olduğunu söylemek yanlış olmaz. 1991'de bir sivil toplum kuruluşuolarak kurulan ve kısa sürede faaliyet çerçevesinin genişlemesiyle birlikteyalnızca ülkenin kültürel hayatı değil toplumsal alandaki etkisi ve etkinliğide artan Tarih Va kf ı'n m belki de en büyük h izme ti tarih etkinliğinin boyut-larını genişletmek olmuştur. Va kıf, tarihsel araştırmanın eksenini me rkezi

D Ü N S A N C I S I IOI63

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 64/176

devlet ve kuru m larında n yere lin ve sıradan insan ın, sivil ku rum ve kuruluş-ların tarihine, kitlesel veya m arjina l toplum sal hareketlere ka ydırmıştır. Al-ternatif bir Türk Tarih Kurumu gibi çalışan Tarih Vakfı, yayınladığı ansik-

lopediler, tematik bilançolar, çeviri ve telif yüzlerce kitap, Toplumsal Tarihgibi yarı popüler, New Perspectives on Turkey gibi akademik dergilerin yanısıra, düzenlediği kongreler, atölye çalışmaları, kent ve kurum tarihi proje-leri, son derece modern sergi etkinlikleri, 75. Yıl ve Habitat gibi dev proje-lerdeki katkısıyla tarihi bir yandan topluma sevdirmiş, bu tür etkinliklerinön em ini bizzat devlete kabul ettirmiş, bir yandan da kısır akademik tarihçi-liğin ve bizzat tarihçilerin ufu klarının ze nginleşm esine m uazz am bir katkı-da bulunmuştur. Üstelik bütün bunları son derece profesyonel bir ciddiyet

içinde yürütmeyi başarmış, ürün bazında 1990lı yıllara damgasını vuranampirik ve kuramsal tarih çalışmalarının pek çoğuna Tarih Vakfı ya projesahibi ya da yayıncı olarak im zas ını atmıştır.55

Bütün bu faaliyetleriyle Tarih Vakfı, bu dönemde "tarihi sevdirenkurum" olmanın yanı sıra tarihi halka götüren ve halkı tarihin içine çekenkurum olmayı da başarmıştır. 1980lerde Türkiye'deki tarihçiliğin günde-mini nasıl devlet belirlemişse, aynı rolü 90lı yıllarda neredeyse tek başına

Tarih Vakfı'nm oynadığını söylemek pek abartma sayılmamalıdır. Bu biranlamda devlete karşı sivil toplumun, hükümet dışı kurumların (NGO) birzaferi olarak da gö rülebilir. Daha da ilginci, bu ba şarının altındaki çekirdekkadronun büyük ölçüde daha 12 Eylül öncesinden tarih alanına sosyal bi-limlerin diğer disiplinlerinden giren, Toplum ve Bilim, Yapıt, Tarih ve Top-lu m gibi dergileri çıkaran, 80'lerde büyük ölçüde üniversite dışında bırakı-lan ve nihayet 1990'larda daha donanımlı olarak en kaliteli üniversitelerdedaha etkin konumlarda karşımıza çıkan aynı isimlerden oluşmasıdır. Bu,

aynı zamanda 1960-70'lerin sorgulayan eleştirel düşünsel zenginliğininTürkiye tarihçiliğinde çeyrek yüzyıllık macerası, marjinallikten merkezi birkonuma yükselişinin hikâyesi olarak da okunabilir.

1990'larda Osmanlı tarihçiliğine önemli katkılar yapan üniversitedışı kuruluşlara ikinci örnek olarak Türkiye Diyanet Vakfı îslam Araştır-maları Merkezi 'ni (İSAM) anmak gerekir. Bu kurumun en önemli ürünü,ilk cildi 1988'de çıkan ve şu ana kadar yirmi üç cildi yayınlanmış olan îs-

6 2 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 65/176

lam Ansiklopedisi'dir. Osmanlı tarihi ile ilgili çok sayıda madde içeren an-siklopedi, genellikle İstanbul'daki tarihçilerin kontrolünde, ama yurtiçi veyurtdışındaki diğer uzmanlara da açık bir yayın politikası izlemektedir.

Toplam kırk ciltte bitirilmesi planlanan ansiklopedideki Osmanlı tarihi ileilgili maddeler genellikle sıkı bir literatür taraması sonucunda, literatürdevarılan son aşamayı tespit eden yazılar olmaktadır. Ansiklopedide yayınla-nan çalışmalar, bu bağlamda Batı'da ve Türkiye'de yapılan Osmanlı tarihiaraştırmalarını birleştiren bir envanter hüviyetini de kazanmaktadır. Özel-likle Azmi Özcan ve Tufan Buzpmar'm başkanlıkları döneminde hızla bü-yüyen İSAM, her geçen gün (bağışlar ve satın almalarla) zenginleşen kü-tüphanesi ve dokümantasyon arşivinin yanı sıra Osmanlı tarihi ile ilgilimakalelerin de yer aldığı islam Araştırmaları Dergisi'ni (Sayı i, 1997- Sayı4, 2000) çıkarmaktadır.56

İslam Konferansı Teşkilatı 'na bağlı olarak 1980'de faaliyete geçenİslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ise, Ekmeleddinİhsanoğlu'nun yönetiminde bir ekip çalışmasıyla özellikle Osmanlı bilimtarihi alanında olmayan literatürü yoktan var etmenin ötesinde, alandakimevcut problematikleri adeta yeniden inşa etmiştir. IRCICA'nm Osmanlı

tarihçiliğine bibliyografya alanında yaptığı katkıları da unutmamak gere-kir.57 Aynı şekilde, belli bir organizasyon, mali kaynak ve koordinasyon ilebir ekibin neler başarabileceğinin bir başka örneği İstanbul Büyükşehir Be-lediyesi'ne bağlı İstanbul Araştırmaları Merkezi oldu. Ahmet Tabakoğlu,Ahmet Kala ve Salih Aynural yönetimindeki bir ekiple İstanbul'a dair bü-tün arşivleri tarayan m erkez , topladığı belgeleri tasnif ederek, bunla rın asıl-larını ve transkripsiyonlarını seriler halinde neşretmeye başlamıştır.58 İs-

tanbul Araştırmaları Merkezi ayrıca İsmail Kara'nm editörlüğünde İstanbulAraştırmaları dergisini çıkarmıştır (şu ana kadar 7 sayı). İstanbul Büyükşe-hir Belediyesi bu kentin tarihiyle ilgili önemli yayınlar da gerçekleştirmiş,toplantı ve sergiler düzenlemiştir.59

1990'lara damgasını vuran bütün bu özel/özerk kuruluşların bel-ki de en büyük katkısı, belli bir özerk kurumlaşma, mali kaynak ve işbir-liği (ekip çalışması) ile kısa zamanda neler başarılabileceğini kanıtlama-larıdır. En büyük sorunları ise mali kaynaklarının sürekliliği ve devlet

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 66/176

kontrolü noktasında yaşanm ıştır . Türkiye ekonom isindeki olum suzluklarya da genel olarak dayandıkları mali kaynakların istikrarsızlığı bu kuru-luşların çalışmalarını doğrudan etkilemiş, halen de etkilemektedir. İkin-

ci olarak, özellikle 28 Şubat sonrasında devletin özellikle belli vakıflarüzerindeki denetimini sıkılaştırmasmm bu kuruluşların çalışmalarını daolumsuz bir şekilde etkilediği ortaya çıkmıştır. Örneğin, IRCICA eski pa-rasal gücünü yitirmekten dolayı birtakım sıkıntılar yaşarken, İstanbulAraştırmaları Merkezi 'nin faaliyetleri Ali Müfit Gürtuna'nm belediyebaşkanlığı döneminde gösterilen kayıtsızlık nedeniyle durma noktasınagelmiştir. İslam Araştırmaları Merkezi ise mali sorunların yanı sıra, bağ-lı olduğu Türkiye Diyanet Vakfı hakkında kamuoyunda yapılan tartışma-lar sebebiyle sürekli olarak denetim altında tutulmakta, çalışmaları hergeçen gün kısıtlanmaktadır.

90'h yıllarda Türkiye'de genel olarak tarihçiliğe özel olarak Osman-lı tarihçiliğine öne m li bir katkı da bankalardan, büyü k şirketlerden ve tarihçalışmalarına yönelmiş yayınevleri ve kitapçı-sahaflardan gelmiştir. İlk ikigrup büyük ölçüde Tarih Vakfı vasıtasıyla kendi kurum tarihlerini ya daiçinde serpildikleri kent tarihlerinin yazılmasına doğrudan finansal katkı

sağlamışlardır/Osmanlı Bankası, Kentbank, Interbank ve Egebank Tarihle-ri, Tekel, Tariş ve İzmir Ticaret Borsası Tarihleri, Mardin ve çevresinin ta-rihine dair araştırmalar bu etkinliklerin öne çıkan örnekleri olmuştur. Da-ha önceki dönemlerdekinden belki de daha fazla sayıda yayınevi, kitabevi-sahaf ciddi tarih çalışmalarının yayımına yöneldiler. Bu bağlamda İletişimYayınevi 8o'lerde başlayan etkinliğini aynı ciddiyet ve tempoyla 1990'larada taşıdı. Eren ve ISIS Yayınlan faaliyetlerini neredeyse tamamen tarih ça-lışmalarına hasrettiler. Yapı Kredi, İmge, Metis, Sarmal, Ayraç, Dergah,Akademi, Yeni Türkiye, Kitabevi gibi yayınevleri ciddi tarih serileri oluştu-rarak, bu alanda ö nem li katkılar sağladılar. 19 90 'la rd a birçok yayınevi ve ki-tapçı-sahaf daha ziyade tarih ağırlıklı ciddi dergiler çıkarmaya başladılar(Yeni Türkiye, Türkiye G ünlüğü, Mü teferrika, Kebikeç, Tepekule, Simurg, Der-gah, Divan gibi). Bu dergiler bir yandan akademideki tarihçiler için özgünçalışmalarını yayınlayabilecekleri ilave bir akademik vasıta işlevi görürken,bir yandan da fakülte dergilerinin sınırlayıcı çerçeveleri içinde tam olarak

6 4 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 67/176

kullanma fırsatı bulamadıkları entelektüel kapasitelerini serbestçe ortayakoyabilecekleri düşünce platformları işlevi görmüştür.

Yuk arıda an ılanların yanı sıra daha birçok yayınevinin g iderek artan

ölçüde tarihe yönelm esinde 19 9 0 la rd a çalışükları üniversitelerin bun altanortamında çok erken bir noktada heyecan larını yitirme noktasına gelen çoksayıda genç tarihçinin üretici enerjilerini kanalize edebilecekleri yeni alan-lar arayışı sürecinde zaten yakın ilişki içinde oldukları yayın sektörüyle gi-derek daha organik bir ilişki kurmalarının da önemli bir rolü olduğu kuş-kusuzdur. Hatta, anılan yayınevlerinin birçoğu söz konusu etkinliklerindedoğrudan bu tarihçilerden editoryal destek almış, bun un en öne m li so nuc u199 0'la rd a tem el ürünlerin i veren genç kuşak tarihçilerin doktora veya yük-sek lisans çalışmalarının giderek artan ölçüde yayınlanma fırsatı bulmasıolmuştur. Bu bağlamda bir başka önemli katkı ise, tarih alanında yayınla-nan çeviri kitapların sayısındaki gözle görülür artıştır. Yayınlanan ya daTürkçeye çevirilen tarih çalışmalarının sayısındaki artış otomatikman kali-te artışı anlam ına g elm ese de , bu sayede daha önceki dön em lerle kıyaslana-mayacak sayıda ve çeşitlilikte akad em ik çalışma bu döne md e irili ufaklı, ka-lıcı veya geçici onlarca yayınevi vasıtasıyla okuy ucusu na kavu şm a fırs atı ya-

kalamıştır. Hatta bu gelişme nin , akadem ik tarihçiliğimize yeni bir motivas-yon kaynağı olarak olum lu bir katkısı olduğu bile ileri sürülebilir.

Özel/özerk sektörün yükselişine paralel olarak, Osmanlı tarihçiliğibakımından 1990'lara damgasını vuran en önemli ikinci gelişme popülertarihçiliğin yaygınlaşması oldu. Bunda hiç şüphesiz Türkiye'de yaşanan ile-tişim patlaması (medya çağının başlaması), özellikle özel televizyon kanal-larının çoğalması etkili olmuştur. Bu popülerleşmenin ya da medyatikleş-m enin çeşitli tezahürleri oldu. Türk iye'de hep varolagelm iş (ama o gü ne ka-dar belli sağ ya da sol çevreler içinde sınırlı kalmış) resmi-gayriresmi tarihtartışmasının (diğer favori konular olan cinsellik ve din ile birlikte) bir yan-dan çok satışlı habe r-ma gazin dergileri diğer yandan özel televizyon kanal-larındaki çeşitli tartışma programları yoluyla her kesimden ve yaştan kişi-nin gündemine girmesi oldu. Resmi devletçi Atatürkçülük dayatmasınatepki olarak zaten varolan İslam cı sağ ve farklı sol grup ların dile getirdikle-ri 'gayriresm i' ya da 'alternatif tarih tezleri kend ilerini duyuracak büy ük bir

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 68/176

zem ine/ im kâna kavuştu. Osm anlı ve C um huriyet tarihinde tabu kabul edi-len, merak uyandıran ne kadar konu varsa (Ermeni meselesinden varlıkvergisine, kardeş katlinden padişahların nesebine kadar) toplumun her ke-

simi tarafından tartışılmaya başlandı. Talebin artışı arzı da hızlandırdı. Bualternatif tarihe malzeme olacak çok sayıda kitap (özellikle çok sayıda anı)yayınlanmaya başladı. Geçmişte yayınlanıp unutulanlar tekrar basıldı; yas-tık altında saklananlar ortaya çıkarıldı. Peş peşe kutlanan C um hu riyet'in 75.Yılı ve Osmanlı'nın 700. Yılı (1998-1999) bu eğilimin zirvesi oldu. Medyakendi kahramanlarını yarattı.60 Bu bağlamda en çok konuşulan isimler îl-ber Ortaylı, Ah m et Akg ün dü z ve Cem al Kutay oldu. Bu eğ ilim, kendini ede-

biyatta ve sinemada göstermekte gecikmedi. Hem yerli hem yabancı tarihirom anlar ya da rom ansa l tarihler, aile tarihleri, tarihsel biyografiler çok sa-tan kitaplar arasına girdi. Orhan Pamuk'tan Ahmet Altan'a pek çok örneğigörülen bu romanlar (ve konusunu tarihten alan sinema filmleri ve belge-seller) medyadaki tartışmayı daha da körüklediler. Ancak bütün bu süreç(Türkiye'de iletişim patlamasının genel eğilimine de uygun olarak) sığlıkla(hatta seviyesizlikle) sonuçlandı dem ek herhalde ha ksızlık olma z.

S O N U Ç Y E R İ N E

Son çeyrek yüzyılda Türkiye'deki Osmanlı tarihçiliğinin yukarıdaana hatları çizilen serüveni üzerinden toplu bir değerlendirme yapılacakolursa, bu tarihçiliğin, içinde gerçekleştiği toplumsal ve siyasal ortam bir ya-na, akademik an lamda başlıca üç temel gelişm e eksenind e biçimlendiği, birseyir takip ettiği söylenebilir: a) Arşivlerin yeniden yapılandırılması, b) YeniTarih bö lümleri ve içe kapan m a, c) Yük selen standartlar ve dışa açılma.

1980'lerde Osmanlı arşivlerinin yeniden yapılandırılması ve bu bağ-lamda belge tasnifi ve kullanıma sunulm ası konu sunda yeni bir personel po-litikasıyla da desteklenen yen i işleyişi Osm anlı tarihçiliğinin üzerinde gelişe-ceği temel kaynak ve bu kaynağa ulaşma sorunun un aşılmasında çok önem libir adım olmu ştur. D üzenli olarak kullanım a açılan her yeni koleksiyon, özel-likle 19 90 'lar da sayıları hızla artan tarihçilerin bir yandan işini kolaylaştırmışdiğer yandan ü zerinde çalışılan konularda dikkate değer bir çeşitlenm eye yolaçmıştır. 1990'lara kadar ülkenin değişik yerel kütüphanelerinde muhafaza

6 6 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 69/176

edilen şeriye sicillerinin, İstanbul'dakiler hariç, Ankara'da tek merkezde (Mil-li Kütüphane'de) toplanmış olması tarihçilerin işini kolaylaştıran bir başkaönemli gelişme olmuştur. Bu, zaten kimi büyük arşiv koleksiyonlarına sahip

Ankara'nın bir araştırma merkezi olarak önemini daha da artırmıştır.199 0'la rda ki ün iversite patlamasına paralel olarak yaşanan Tarih bö-

lüm lerinin sayısındaki artışın bir önem li sonucu tarihçi sayısındaki yükselişise diğeri de Osmanlı tarihçiliğinin Türkiye sathındaki icraat sahasının ge-nişlemesi ve işlediği konuların çeşitlenmesi olmuştur. Söz konusu yaygın-laşm anın ve konu çeşitlenm esinin Türkiye'deki tarihçiliğin kalitesine he nü zolumlu bir katkısının olduğunu söylemek çok zor. Aksine, bu gelişmeninkapalı devre yapılan, zihinsel çerçevesi ve yöntemleri bakımından bu döne-me özgü oldukça sığ bir tarihçiliğin de yaygınlaşmasına yol açüğmı söyle-mek mümkündür. Bununla birlikte, günümüzde iyice uluslararasılaşan Os-ma nlı tarihçiliği içinde pek bir ağırlığı olmayan fakat Türkiye'deki Osm anlıtarihçiliğinin oldukça büyük bir kesimini temsil eden bu tarihçilik tarzınınOsmanlı tarihinin olgusal bilgisinin daha çeşitli ve daha ayrıntılı bir şekildeönü mü ze dö külmesi gibi önem li bir katkısı olduğun u da bu arada belirtmekgerekir. Hakkıyla işlenm em iş de olsa, büyük ölçüde bu yaygın tarihçiliğin or-

taya koyduğu bilgiler sayesindedir ki, bugünkü Osmanlı tarihçiliği alan vekon u itibariyle İstanbul ve saray sınırlarının dışına çık m ış, merkez- taşra iliş-kileri artık taşra zaviyesinden işlenmeye, şimdilik Anadolu'yla sınırlı da ol-sa, kapsayıcı Osmanlı şemsiyesinin gölgesi alündaki bölgesel farklılıklar, çe-şitlilikler kendini daha fazla göstermeye, tarihçilerimizin günd em inde kalıcıolarak yer almaya b aşlamıştır. Kapsam olarak sosyal ve ekonom ik tarih bağ-lamında değerlendirilebilecek bu gelişmelerin zamanla ortaya çıkacak dörtbaşı mam ur bir "sosyal tarih"in habercisi olması um ulur.

Bütün bu potansiyel zenginliğine rağmen sözünü ettiğimiz yaygınsığlaşma ve içe kapanma olgusuyla ilk başta tezat teşkil eden üçüncü geliş-me ise, özellikle 90lı yıllarda Osmanlı tarihçiliğinin diğer yüzünü ortayakoymaktadır. Madalyonun öteki yüzündeki bu gelişme, 8o'li yılların ortala-rından itibaren artan bir ivm e kazanan belirgin bir dışa açılm adır. Bu rada dı-şa açılmadan kasıt, belki Cumhuriyet devrinin hiçbir dönemiyle kıyaslana-mayacak sayıda Osmanlı tarihçisinin, bu alanın uluslararası standartlarına

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 70/176

yakın veya bu standartlarda bir tarihçilik donanımı ve pratiği ortaya koyma-sıdır. Son çeyrek yüzyılın bu önemli hamlesinin bir ayağını yukarıdaki say-falarda zikredilen, Türkiye'deki tarihçilik alanına sosyal bilimlerin diğer di-

siplinlerinden giren ve süreç içinde en azından sınırlı bir çerçevede ve belliüniversitelerde yapılan akademik tarihçiliğin çehresini olumlu yönde değiş-tiren isimler oluşturmuştur. Bu gelişmenin diğer ayağında ise, bir yandanTürkiye'nin dışa açık tarihçiler kuşağının önemli isimlerinin rahle-i tedrisin-den geçmiş olmanın avantajıyla mesleğe nisbeten iyi ve şanslı bir başlangıçyapan, bir yandan da üzerinde durduğumuz dönemde gerek MEB gerekseYÖK gibi kurumlarının sağladığı imkânlarla uzmanlık eğitimlerini doğru-dan yurtdışında gerçekleştirme fırsatı bulan artan sayıdaki genç tarihçiler

kuşağı vardır. Anılan değişik kulvarlardan bu gruba giren tarihçilerin ikiyönlü bir işlev gördü ğü, bir yandan T ürkiye'deki O sman lı tarihçiliğini dün-ya tarihçiliğine bir yandan da Osm anlı tarihini dünya tarihine ortak standart-lar ve temalar üzerinden eklemlemeye gayret ettikleri söylenebilir.61

Türk iye'nin akademik tarihçiliğinde 19 8 0' li yıllardan itibaren yaşan-ma ya başlanan, o lum lu ve olum suz boyutlarına yukarıda dikkat çekmeye ça-lıştığımız niceliksel patlamanın birbirini bütünleyen bu önemli gelişmele-

rinin, iç içe geçmiş bu süreçlerin ortak sonucu olduğuna şüphe yoktur. Os-manlı tarihçiliğindeki söz konusu hareketlenmenin, bu çalışmanın analitikkurgusuna da açıkça yansıdığı gibi, üç ana kulvarda, üniversitelerde, üniver-site dışı özel/özerk kurum larda ve popüler alanda farklı yansım aları olduğuyeterince açıktır. Bu bağlamda karşımıza çıkan büyük şe hir ve taşra eksenlibariz ikilik, biraz daha derinlemesine incelendiğinde, aslında basit bir taşra-büyük şehir farklılaşması olmaktan ziyade (zira taşra üniversitelerindekikadrolar da bazı büyük şehir üniversitelerindeki tarih bölümleri tarafından

yetiştiriliyor), dış dünyaya, uluslararası Osmanlı tarihçiliğine açık ve kapalızihinsel/m esleki tutumlar arasındaki kritik farklılık olarak görülmelidir.

Söz kon usu fark lı zihinse l tutumlar ve bir ölçüde bu nu nla ilişkili fark-lı tarihçilik tarzları arasındaki m aku l sınırların çok ötesinde seyreden ve hâ lâbüyük ölçüde temel yapısal sorun ları da içeren bu uçu rum un , yeni yüzyıla gi-rerken Türkiye'de yalnızca tarihin değil genelde sosyal bilimlerin önündekien önem li problemlerden b iri olarak üzerine gidilmey i beklediği söylenebilir.

6 8 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 71/176

N O T L A R

j Kongreye sunulan bildirilerin bir kısm ı daha sonra yayınlandı. Bkz. Türkiye'nin Sosyal ve Ekono-

mik Tarihi (1071-1920), Ed. Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara: Hacettepe Ünv. Yay., 1980. As-

lında bu toplantı daha önce 1973 yılında yine Hacettepe Üniversitesi'nce düzenlenen Türkiye İk-

tisat Tarihi Semineri'nin (bkz. Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Metinler/Tartışmalar, 8-10 Haziran

1973, ed. Osman Okyar-H. Ünal Nalbantoğlu, Ankara: Hacettepe Ünv. Yay., 1975) bir devamı gi-

bi de görülebilir.

2 Halil İnalcık, "Ottoman Social and Economic History: A Review ", Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik

Tarihi (1071-1920) içinde, 1-8.

3 Huricihan İslamoğlu and Çağlar Keyder, "Agend a for Ottoman History", Review, I/i (1977), 31-55.

4 Huricihan İslamoğlu-Çağlar Keyder, "Osm anlı Tarihi Nasıl Yazılmalı? Bir Öne ri", Toplum ve Bi-

lim, 1 (1977), 49-8 0. Bu yazıya aynı dergide verilen bir yanıt için bkz. Toktamış Ateş, "O sman lı Ta-

rihi Nasıl Yazılmalı? Bir Öneriye Yanıt," Toplum ve Bilim, 4 (1978), 93-102.

5 Bkz. I. Wallerstein and Reşat Kasaba, "The Ottoman Empire and Capitalist World Economy: SomeQuestions for Research," Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920) içinde, 117-122.

6 Bu çizginin başlıca isimleri arasında Ankara'da Yaşar Yücel, M uz affer Arıkan, Yavu z Ercan, Özer

Ergenç, Yücel Ö zkaya, Musa Çadırcı, İlber Ortaylı, İstanbul'da özellikle İktisat Fakü ltesi'nde Lütfı

Güçer, Sabri Ülgener, Halil Sahillioğlu, Mehmet Genç, Yavuz Cezar, Tevfik Güran anılabilir.

7 İstanbul'da öne çıkan isimler arasında, bir ara Hacettepe Üniversitesi'nde de görev yapm ış olan

rahmetli Nejat Göyünç ve halen çalışmalarını büyük bir verimlilikle sürdüren Mübahat Kütükoğ-

lu ile bir süre sonra İzmir'de Tarih Bölümü'nü kuracak olan kadrodan Salih Özbaran ve Zeki Arı-

kan zikredilebilir.

8 Dönem in başlıca akademik tarih dergileri şunlardı: TT K Belleten, Belgeler, Dil ve Tarih Coğrafya Fa-kültesi Dergisi, Tarih Araştırmaları Dergisi, Vakıflar Dergisi, İstanbul Ün iversitesi Edebiyat Fakültesi

Tarih Dergisi, Tarih Enstitüsü Dergisi, İktisat Fakültesi Dergisi, Türkiyat Mecmuası, Güney-Doğu Av-

rupa Araştırmaları Dergisi. Türk Kültürü, Türk Kültürü Araştırmaları ve Türk Dünyası Araştırmaları

dergileri ise akadem ideki bazı milliyetçi-muhafazakâr tarihçilerce üniversite dışında çıkarılan der-

gilerin başlıcalarıydı.

9 Bu dönüşüm bu kadarla kalmam ış, AKD TYK 'nm başına doğrudan bir emekli general atanmış,

TTK'nm yönetiminde de benzer şekilde emekli askerler görevlendirilmiştir.

10 Bkz. Bozkurt Güvenç, Gencay Şayian, İlhan Tekeli, Şerafettin Turan, Türk-îslam Sentezi, İstanbul:

Sarmal Yay., 1991.

11 Ermen i Sorunu bağlamında yayınlananlara örnek olarak bkz. Kam uran Gü rün, Ermeni Dosyası,

Ankara: TTK, 1983; M. Kemal Öke, Ermeni Meselesi, 1914-1923, İstanbul: Aydınlar Ocağı, 1986; Şi-

nasi Orel-Süreyya Yuca, Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, Ankara: TTK,

1983. Bulgaristan Türklerine örnek olarak bkz. Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 1878-1985, Anka-

ra: Bilgi Yay., 1986. TKAE'nin yayınladığı Doğu Anadolu ve Kürt Sorunu'yla ilgili çalışmaları ise

ayrı bir düzlemde değerlendirmek daha doğru olur. Bunlardan tipik iki örnek için bkz S. Ahmet

Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, İstanbul, 1986; Bahaeddin Ögel, Hakkı Dursun Yıldız, Fahreddin

Kırzıoğlu, Mehmet Eröz, Bayram Kodaman, M. Abdulhaluk Çay, Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde

D Ü N S A N C I S IIOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 72/176

Doğu'Anadolu, Ankara, 1986. TKAE'nin aynı dönemde farklı bir isimle tekrar basımım yaptığı

Laszlo Ra sonyi'nin Tarihte Türklük adlı çalışmasının Türkçe çevirisinde orijinalindeki şekliyle K ürt

ismini h er geçtiği yerde "Kü rttürkleri"ne çe virmesi, dönemin bilimdışı atm osferine sözde bilimsel

kurumların nasıl katkıda bulunduğunun tipik bir örneği olarak hafızalarda kaldı. Bunun bir eleş-

tirisi için bkz. Halil B erktay, "'İntihal'den de Öte", Yapıt, 5 (1984), 97-101.12 Bu yeniden yapılanma girişiminin önem li adımlarından biri olarak 198 5'te düzenlenen sempoz-

yum için bkz. Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu, İstanbul: Türk-Arap İlişki-

leri İncelemeleri Vakfı, 1985.

13 Bkz. Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, der. Ekmeleddin İhsanoğlu, 2 cilt, İstanbul: IRCICA,

1994-1997.

14 Heath W. Lowry, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi, 1461-1583, Boğaziçi Üniversitesi

Yay., 1981; Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613), Ankara: Kültür Bakanlığı

Yay., 1985; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara: TTK, 1989. Bu çalışmalara

1990'larda eklenebilecek bir başka örnek için bkz. Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sanca-

ğı, Ankara: TTK, 1999. Burada tahrir defterlerini bilgisayar teknolojisinin imkânlarıyla değerlen-

dirme konusunda Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Ramazan Acun'un öncü çalışmala-

rını hatırlatmak yerinde olacaktır.

15 Huricihan İslamoğlu-İnan, Osmanlı împaratorluğu'nda Devlet ve Köylü, İstanbul: İletişim Yay.,

19 91 . Üç yıl sonra bu çalışmanın İngilizcesi de yayınlanacaktır: H uri İslamoğlu-İnan, State and Pe-

asant in the Ottoman Empire, Leiden: E.J. Brill, 1994.

16 Bunu n bir istisnası için bkz. Mehm et Öz, "Osm anlı împa ratorluğu'nda Devlet ve Köylü İlişkileri

Hakkında bir Kitap", Türkiye Günlüğü, 16 (1991), 151-156.

17 Osm anlı tarihçiliğinin bu türü üzerine bir eleştiri için bkz. Oktay Özel, "Bir Tarih Okuma ve Yaz-

ma Pratiği Olarak Türkiye'de Osmanlı Tarihçiliği", Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, 1 4 7 , 1 6 0 .18 Bu arada Öm er Lütfı Barkan 'm Enver Meriçli ile yıllar önce hazırladığı Hüdavendigar Livası Tah-

rir Defterleri'nin de nihayet yayınlanması kurumun bu dönemdeki en önemli yayın faaliyetleri ara-

sında sayılmalıdır. Bkz. Ö . L. Barkan-Enver M eriçli, Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri, I, Anka-

ra: TTK, 1988 .

19 Ömer Lütfı Barkan, Türkiye'de Toprak Meselesi. Toplu Eserler, İstanbul: Gözlem Yay., 1980. Bar-

kan'm makalelerinin önemli bir kısmının yayınlandığı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mec-

muası'nm , 198 5 yılında çıkardığı Ord. Prof. Ömer Lü tfı Barkan'a Arm ağan sayısı (41/1-4 (1982-83))

bu bağlamda bir başka önemli yayın oldu.

20 Sabri F. Ülgener, İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, İstanbul: Der Yay., 1981; Zihniyetve Din: İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, İstanbul: Der Yay., 1981.

21 Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul, Alan Yay., 1986; Ahmet

Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul, Dergah Yay., 1985; aynı yazar,

Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul: Dergah Yay., 1986; Ahmet Güner Sayar, Osmanlı İktisat Düşünce-

sinin Çağdaşlaşması, İstanbul: Der Yay., 19 86 .

22 Suraiya Faroqhi'nin bu dönemde basılan başlıca kitapları için bkz. Towns and Townsmen of Otto-

m an Anatolia. Trade, Crafts an d Food Production in an Urban Setting, 1520-1650, Cambridge: Camb-

ridge University Press, 1984 (Türkçesi: Osmanlı'da Kentler ve Kentliler, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt

7 0 T Ü R K ' I Y E 'D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 73/176

Yay., 1993); Men of Modest Substance. House Owners an d House Property in Seventeenth Century An-

kara and Kayseri, Cambridge: Cambridge University Press, 1987.

23 Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, İstanbul: Dergah Yay., 1980 (Genişletilmiş ikinci basım: Baba-

iler İsyanı. Aleviliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu'da İslam-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, İs-

tanbul: Dergah Yay., 1996); Veysel Karani ve Üveysilik, İstanbul: Dergah Yay., 1982; Türk Halk

İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1983 (Genişletilmiş ikin-

ci baskı: Kültür Tarihi Kayn ağı Olarak Menâkıb-nâmeler. Metodolojik Bir Yaklaşım, Ankara: TTK,

1997); İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara: TKAE Yay., 1985.

24 M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul: Üçdal

Neşriyat, 1981; Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük, İstan-

bul: İletişim Yay.., 1985.

25 Zafe r Toprak, Türkiye'de "Milli İktisat" (1908-1918), İstanbul: Yurt Yayınları, 1982; Mim Kemal

Öke, Osmanlı İmparatorluğu, Siyonizm ve Filistin Sorun u, İstanbul: Üçdal, 1982.

26 Bkz. Tarık Zafe r Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, 3 cilt, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yay., 198 4-19 89 .

Bu çalışma nın ilk basımı tek cilt halinde 195 2'de gerçekleştirilmişti.27 Sina Akşin , 100 Soruda Jön Türkler ve İttihad ve Terakki, İstanbul: Gerçek Yay., 1980; aynı yazar, İs -

tanbul Hükümetleri ve M illi Mücadele, İstanbul: Cem Yay., 1983; İlber Ortaylı, II. Abdülhamid Dö-

neminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara: SBF, 1981. Bu noktada, Şükrü Hani-

oğlu'nun anılan çalışmalarıyla yeni bir hareketlilik kazanan Jön Türk dönemi üzerine çalışmalara

199 0'lar da eklenen ve orijinal yorumlarıyla dikkat çeken (ilki tarih yazıcılığı bakımından tartışma-

lı) iki incelemeyi özellikle zikretmek gerekir: Aykut Kansu, 1908 Devrimi, İstanbul: İletişim Yay.,

1995; Kudret Emiroğlu, Anadolu'da Devrim Günleri. İkinci Meşrutiyet'in İlanı, Temmuz-Ağustos

1908, Ankara: İmge Yay., 19 99 .

28 Mete Tunçay, Türkiye'de Tek Parti Yönetiminin Kuruluşu, 1923-1931, Ankara: Yurt Yay., 1981; Ce-mil Koçak, Türkiye'de Milli Şef Dönemi, 1938-1945, Ankara: Yurt Yay., 1986; Hikmet Özdemir, Yön

Hareketi, Ankara: Bilgi Yay., 1986; Asaf Savaş Akat, Alternatif Büyüm e Stratejisi. İktisat Politikası

Yazıları, İstanbul: İletişim Yay., 1983; Ahmet İnsel, Türkiye Toplumunun Bunalımı, İstanbul: Bi-

rikim, 1990.

29 Örnek olarak bkz. Seyfettin Gürsel, "Osmanlı Toplumsal Yapısı ve Kapitalizm", Yapıt, 1 (1983), 19-

35, Reşat Kasaba, "Osmanlı İmparatorluğunun Çözülmesi ve Dünya Ekonomisi", Yapıt, 10 (1985),

37-50; Toplum ve Bilim'in "Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Sistemi" özel sayısı, 23 (1983).

30 Halil Berktay, Kabileden Feodalizme, İstanbul: Kaynak Yay., 1983; Mehmet Ali Kılıçbay, Feodalite ve

Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Ankara: G.Ü.İ.İ.B.F., 1982.

31 Bkz. Halil Berktay, Fuad Köprülü ve Cumhuriyet İdeolojisi, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1983; "Os-

manlı Devleti'nin Yükselişine Kadar Türklerin İktisadi ve Toplumsal Tarihi", Sina Akşin (der.),

Türkiye Tarihi, 1- Osmanlı Devleti'ne Kadar Türkler, içinde 23-136; "İdeolojik Milliyetçilikten Propa-

ganda Güdümlülüğüne", Tarih ve Toplum, 35 (1986); "The Feudalism Debate: The Turkish End",

The Journal of Peasant Studies, 14/3 (1987); "Batı ve Türk Ortaçağ Tarihçiliğinin Köylülüğe Bakışı-

nın Temel Deformasyonu", Toplum ve Bilim, 48/49 (1990).

32 Bkz. Marc Bloch, Feodal Toplum, Ankara: Savaş Yay., 1983; Henry Pirene, H z. Muhammed ve Char-

lemagne, Ankara: Birey ve Toplum Yay., 198 4; Marc Bloch, Tarihin Savunusu ya da Tarihçilik Mes-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 74/176

leği, Ankara: Birey ve Toplum Yay., 1985; L. Febvre, Rönesans İnsanı, Ankara: İmge Yay., 1995; Fer-

nand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, Ankara: İmge Yay., 1992; F. Braudel, Akdeniz ve Akdeniz

Dünyası, 2 cilt, İstanbul: Eren, 1989-1990; F. Braudel, Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm, 3

Cilt, Ankara: Gece Yay., 1993 ; G . Duby, Ortaçağ İnsanları ve Kültürü, Ankara: İmge Yay.,, 1990; G.

Duby, Ortaçağda Entelektüeller, İstanbul: Ayrıntı Yay., 1994. Ayrıca bkz. Tarih ve Tarihçi: AnnalesOkulu İzinde, der. Ali Boratav, İstanbul: Alan Yay., 1985.

33 Necdet Sakaoğlu, Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı, İstanbul, 1984; İlber Ortay-

lı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yay., 1983.

34 En önem li çalışmaları için bkz. Kuruluş ve Yükseliş Döneminde Osmanlı Toplumsal Düzeni, Ankara:

Turhan Yay., 2. Baskı, 1979; Osmanlı Kimliği, İstanbul: Hil Yayınları, 1986; Osmanlı Çalışmaları,

Ankara: Verso, 1989 (2nci baskı, İmge, 1996).

35 Çalışmalarından örnekler için bkz. Takvim-i Vekayi, Ankara: ABS , 198 1; Ne Kızıl Sultan Ne Ulu H a-

kan: Abdülhamid Gerçeği, İstanbul: Gür Yay., 1987; Abdülhamid ve Masonlar, İstanbul: Gür Yay.,

1991 ; İttihatçılar ve Masonlar, İstanbul: Gür Yay., 1991; Osmanlı 'dan Günümüze Türkiye'de Basın,

İstanbul: İletişim Yay., 1992; Osmanlı Basınının Doğuşu ve Blak Bey Ailesi, İstanbul, Müteferrika,

1998; Avrupa Kıskacında Abdülhamid, İstanbul: İletişim Yay., 1998.

36 Yüksek Ö ğretim Kuru mu 'nun kendi kayıtlarına göre, 19 81 'de yalnızca on sekiz olan olan üniver-

site sayısı 19 92 'ye kadar otuza yaklaşm ış, anılan tarihten itibaren yaklaşık iki kat bir artış göstere-

rek 1998'de elli üçe ulaşmıştır. Bu rakama i984'ten sonra kurulan on dokuz özel/vakıf üniversite

dahil değildir. Bkz. Oktay Özel-Pmar Emiralioğlu, "A Report on the Issues of Documentation and

Information in Historical Studies in Turkey: Problems and Potentials", Abduljelil Temimi (ed.),

Modernisation et Modernism dans les pays Arabes et en Turquie au XXe siècle, Zaghouan: Fondation

Tem imi pour la Recherche S cientifique et l'information, 200 1, içinde, 10 0- 101 .

37 Halil İnalcık-Bahaeddin Yediyıldız, "Türkiye'de Osmanlı Araştırmaları", XI II. Türk Tarih Kongre-si, 4-8 Ekim 1999, Ankara'ya sunulmuş bildiri.

38 Örnekler için bkz. Murat Koraltürk, Osmanlı Ekonomik ve Toplumsal Tarihin e İlişkin Türkçe Maka-

leler Bibliyografyası Denemesi, ıgıo-ıçfgy, İstanbul: Creative Yayıncılık, 1998; Coşkun Çakır, "Os-

manlı Ekonomik ve Toplumsal Tarihiyle İlgili Tezler Bibliyografyası, 1933-1999»" Divan, 7/2

(1999)» 251-379; Osmanlı, 12, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999; www.obib.hacettepe.edu.tr;  

www.yok.gov.tr/web4/tezmerkezi.html. 

39 Örnek olarak bkz. Rifat Özdem ir, XIX. Yüzyılın İlk Yansında Ankara, 1785-1840, Ankara: Kültür Ba-

kanlığı, 1986; Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıla-

rı, Ankara: TTK, 19 91 ; Said Öztürk, Tanzimat Döneminde Bir Anadolu Şehri: Bilecik, İstanbul: Kita-bevi, 1996; İbrahim Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, 1790-1840, Ankara: TTK,

1995; aynı yazar, XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Dersim Sancağı, Elazığ, 1999. Diğer örnekler için

dipnot 38'deki kayn aklara ba kılabilir.

40 Örnek olarak bkz. Mehmet Ali Beyhan, Cabi Tarihi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üni-

versitesi, 1992; III. Selim'in Sırkatibi Ahm ed Efendi Tarafından Tutulan Ruznam e, haz. Sema Arı-

kan, Ankara: TTK; 1993; Ahmed Cavid, Hadika-i Vekayi, haz. Adnan Baycar, Ankara: TTK , 19 98 .

41 Örnek olarak bkz. Ali Ak yıldız, Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, İstanbul: Eren, 199 3; Erhan Af-

yoncu, 'Osmanlı Devlet Teşkilatında Defterhane-i Amire (XVI-XVIII. Yüzyıllar)', Yayınlanmamış

7 2 T Ü R K I Y E ' D E O S M A N L ı T A R I H Ç I L I Ğ I N I N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y ı L ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 75/176

Doktora Tezi, Marm ara Üniversitesi, 199 5; Recep Ahıshalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttab-

lık (XVIII. Yüzyıl), İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001; Erol Özvar, 'XVII. Yüzyılda Osmanlı Taş-

ra Maliyesinde Değişim, Rum Hazine Defterdarlığından Tokat Voyvodalığına Geçiş', Yayınlanma-

mış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1998. Kurum tarihinin iki önemli örneği için bkz. Baha-

eddin Yediyıldız, Institution du Vaqfau XVIIIè Siecle en Turquie -etude socio-historique-, Ankara: TTK,1985; İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Amire, Ankara: TTK, 19 92.

42 Örnek olarak bkz. Tanzimat'ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara: Milli Kütüpha-

ne Yay., 1991,350. Yılında Tanzimat, yay. haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ankara: TTK, 19 92 .

43 Hemen hemen tarih bölümleri olan her üniversitede gerçekleştirilen geniş katılımlı 700, Yıl top-

lantılarından b ildirileri basılmış b ir örnek olarak bkz. Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıldönümün-

de Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, 7-9 Nisan 1999, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2000.

44 En son birkaç örnek için bkz. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Uluslararası Sempozyumu, 8-11 Hazi-

ran 20 00 , M erzifon Kaymakamlığı ve M erzifon Belediyesi, M erzifon, Amasya, Ankara: M erzifon

Vakfı Yay., 2001 ; Şebinkarahisar 1. Tarih ve Kültür Sempozyumu, 30.6- 1.7.200 0, Bildiriler, Şebinka-rahisar Belediyesi, İstanbul, 2000; 1. Babadağ Sempozyumu, Tarihte ve Günümüzde Babadağ, 1-3

Aralık 1999, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 1999; Birinci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildi-

rileri, 21-23 Mayıs 2000, Kastamonu Valiliği ve G.Ü. Kastamonu Eğitim Fakültesi Dekanlığı, Kas-

tamonu, 2001.

45 Ermeni So runu ile ilgili çalışmalar bu dönemde de devam etti. Örnek olarak bkz. Azm i Süslü, Er-

meniler ve 3915 Tehcir Olayı, Ankara, 1990; Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918),

Ankara: TTK, 2001. Ermeni Sorunu konusunda Türkiye'de yayınlanan ve resmi tezleri eleştiren

çalışmalardan biri için bkz. Taner Akçam, însan H akları ve Ermeni Sorunu. İttihat ve Terakki'den

Kurtuluş Savaşma, Ankara: İm ge Yay., 19 99 . Gayrimüslimlerle ilgili çalışmalara örnek olarak bkz.

Yavuz Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara: TTK, 1988; Bilal Eryılmaz, Osmanlı DevletindeGayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul: Risale Yay., 1990; Gülnihal Bozkurt, Alman ve İngiliz

Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Duru-

mu (1839-1914), Ankara: TTK, 1989; Feridun Emecen, Unutulmuş Bir Cemaat: Manisa Yahudileri,

İstanbul: Eren Yay., 19 97 . M isyonerlik faaliyetleri ve yabancı okullar için bkz. Uyg ur Kocabaşoğlu,

Anadolu'daki Amerika. Kendi Belgeleriyle 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Amerikan Misyo-

ner Okulları, İstanbul: Arba Yay. 1989 (Ankara: imge Yay., 2000); İlknur Polat, Osmanlı İmpara-

torluğumda Yabana Okullar, Ankara: 1990.

46 Genç kuşağın çalışmalarını burada saymaya imkân yok; ancak dipnot 38'deki bibliyografyalara

yönlendirebiliriz. 'Ho ca lara gelince şu örnekler verilebilir: H. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu. Top-lum ve Ekonomi, İstanbul: Eren, 1993; Essays in Ottoman History, İstanbul: Eren, 1998 ; Osmanlı İm -

paratorluğumun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1300-1600, İstanbul: Eren, 2000; Halil Sahillioğlu, Stu-

dies on Ottoman Economie and Social History, İstanbul: IRCICA, 1999; Mehmet Genç, Osmanlı İm -

paratorluğumda Devlet ve Ekonomi, İstanbul: Ötüken Yay., 2000; Ö. L. Barkan, Osmanlı Devleti'nin

Sosyal ve Ekonomik Tarihi. Tetkikler ve Makaleler, 2 cilt, haz. Hüseyin Özdeğer, İstanbul: İstanbul

Üniversitesi Yay., 2000; Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı Üzerine Araştırmalar, İstanbul:

Eren, 1998. İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğumda İktisadi ve Sosyal Değişim, Anka ra: Tu rhan Ki-

tabevi, 2000.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 76/176

47 Bkz. Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, İstanbul: Türkiye Ekonomi Bankası, 1991; aynı yazar, Os-

manlıda Avrupa Finans Kapitali, İstanbul: Yapı Kredi Bankası, 1995; Edhem Eldem, Osmanlı Ban-

kası Arşivinde Tarihten İzler, İstanbul: Osmanlı Bankası, 19 97 ; aynı yazar, Osmanlı İmparatorluğu

Banknotları, İstanbul: Osmanlı Bankası, 1998; Ali Akyıldız, Osmanlı Finans Sisteminde Dönüm

Noktası: Kağıt Para ve Sosyo-Ekonomik Etkileri, İstanbul: Eren, 1996; aynı yazar, Osmanlı DönemiTahvil ve Hisse Senetleri, İstanbul: Türk Ekonomi Bankası, 2001; Şevket Pamuk, Osmanlı împara-

torluğu'nda Paranın Tarihi, İstanbul: Tarih Vakfı, 1999; Metin Berke, Selanik Bankası'ndan İnter-

bank'a 110 Yıllık Mazi, İstanbul: Tarih Vakfı-İnterbank, 2000.

48 198 4'te kurulan bu bölümle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Osmanlı Bilimi Araştırmaları, İstanbul Üni-

versitesi Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölümünün Kuruluşunun 10 . Yıldönümü Münasebetiyle Ekme-

leddin İhsanoğlu'na Armağan, yay. haz. Feza Gunergun, İstanbul: İÜEF, 1995.

49 Örnek olarak bkz. Ali Birinci, Hürriyet ve İtilafFırkası, İstanbul: Dergah, 1990; Azmi Özcan, Pan-İs-

lamizm: Osmanlı Devleti, Hindistan ve İngiltere, 1877-1914, İstanbul: İSAM, 1992; Cezmi Eraslan, II.

Abdülham id ve İslam Birliği, İstanbul: Ötüken, 1992; Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde

Meclis-i Vâlâ, 1838-1868, Ankara: TTK Basımevi, 1994; GülTok ay, Makedonya Sorunu: Jöntürk İhtila-

linin Kökenleri, 1903-1908, İstanbul: Afa Yay., 1995; Sabri Yetkin, Ege'de Eşkiyalar, İstanbul: Tarih Vak-

fı Yurt Yay., 19 96 ; Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti, 1800-1914, Ankara: TTK ,

1998; A. Nükhet Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, 1896-1908, Ankara: TTK, 2000.

50 Örnek olarak bkz. Ahm et Halaçoğlu, Balkan H arbi S ırasında Rum eli'den Türk G öçleri, 1912-1913,

Ankara: TTK, 1995; Nedim İpek, Rum eli'den Anadolu'ya T ürk Göçleri, 1877-1890, Ankara: TTK,

1999; Süleyman Erkan, Kırım ve Kafkasya Göçleri, 1878-1908, Trabzon: KTÜ, 1996; Abdullah Sağ-

lam, Kırım ve Kafkasya Göçleri, 1856-1876, Ankara: TTK , 1997 ; Cüneyd Okay, Osmanlı Çocuk Haya-

tında Yenileşmeler, 1850-1900, İstanbul: Kırkambar Yay., 1998; aynı yazar, Belgelerle Himaye-i Etfal

Cemiyeti, 1917-1923, İstanbul: Şule, 1999; aynı yazar, Meşrutiyet Çocukları, İstanbul: Bordo, 2000;Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul: Metis Yay., 1996; Ali Akyıldız, Refia Sultan, İstan-

bul: Tarih Vakfı, 1998.

51 Diğer önem li çalışmalar için bkz. Müm tazer Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, İs-

tanbul: İletişim, 1991; İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul: İz Yay., 1994. Basm-ya-

ym tarihi ve b iyografi alanlarında yapılan titiz tarihçiliğin en önem li örnekleri için bkz. Ali Birin-

ci, Tarihin Gölgesinde: Meşahiri Meçhuleden Birkaç Zat, İstanbul: Dergah, 2001, ve Tarih Yolunda:

Yakın Mazinin Siyasi ve Fikri Ah vali, İstanbul: Dergah, 2001.

52 Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı împaratorluğu'nda Marjinal Sujîlik: Kalenderiler (XIV-XVII. Yüz-

yıllar), Ankara: TTK, 199 2; Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, İstanbul: Tarih Vakfı YurtYay., 1998; Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul: İletişim Yay., 1 99 6; Türkler, Türkiye ve İslam, İstan-

bul: İletişim Yay., 19 99 . Ahm et Yaşar Ocak yalnız kendi çalışmalarıyla kalmad ı, Hacettepe Ü niver-

sitesi'nde Fahri Una n ve H ulusi Lekesiz gibi genç kuşak tarihçileri de bu alana yönelterek, bu bö-

lümde Osmanlı düşünce ve ilim tarihinin ciddi bir araştırma konusu olarak yerleşmesine önemli

katkıda bulundu . B u alanda gerçekleştirilen bir başka önem li çalışma için bkz. Cevat İzgi, Osman-

lı Medreselerinde İlim, 2 cilt, İstanbul: İz Yay., 1997.

53 Aslında hukuk formasy onu olan, İslam Huk uku üzerine çalışmalarıyla öne çıkan Ahm et Akgün-

düz'ün bü yük m etodolojik sorunlar içeren açıkça ideolojik "tarihçiliği" 1 99 0'l an n sonlarında, özel-

7 4 T Ü R K ' I Y E ' D E O S M A N L I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N İ N S O N Ç E Y R E K Y Ü Z Y I L I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 77/176

likle Osmanlı Devleti'nin 700. Kuruluş Yıldönümü etkinlikleri bağlamında sık sık çıktığı televiz-

yon ekranlarında v e popüler O smanlı tarihçiliğinin 20 . yüzyılın sonlarındaki şahikası sayılabilecek

Bilinmeyen Osmanlı (Said Öztürk'le birlikte, İstanbul: Osma:nlı Araştırmaları V ak fı, 19 99 ) kitabın-

da bir kez daha kendini göstermiştir. Bu dönemde geniş halk kitlelerine sözde "hakiki" Osmanlı

tarihi en fazla bu kitapla sunulmuştur demek pek yanlış olmaz. Bunun karşı cepheden aksi seda-sı ise Erdoğan Aydın'm Osmanlı Gerçeği. 'Nizam-ı Alem'in Gayrı R esmî Tarihi (İstanbul: Su Yay.,

1999) olmuştur.

54 Arşivlerimizin bütün cephelerinde maalesef aynı başarı sağlanam amıştır. Örneğ in, uzun ca bir süre-

dir bir bilim ve araştırma kom isyonu teşkil eden Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bünyesinde

barındırdığı Kuyud-ı Kadime arşivindeki tahrir defterlerinin bir kısmın ı yayına hazırlamışsa da, bun-

ları basmayı bir türlü başaram amış, son yıllarda da bu grubun çalışmalarını sessizce askıya alm ışür.

55 Tarih Vak fi'nm gerçekleştirdiği oldukça kapsam lı yaym etkinlikleri için vakfın web sayfasına bakı-

labilir: www.tarihvakfi.org.tr 

56 Ayrıntılı bilgi için bkz. www.isam.org.tr  57 Örneğin, Hasan Dum an, Salnameler ve Nevsaller, İstanbul: IRCICA , 19 82; aynı yazar, İstanbul Kü-

tüphaneleri Arap H arfli Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu (1828-1928), İstanbul, IRCICA, 1986. Zengin

bir kütüphane ve arşive de sahip olan IRCICA'mn bütün yayınları ve faaliyetleri için bkz. www.ir-

cica.org

58 İstanbul Büyükşehir Beled iyesi'nin yayınları, her biri birkaç ciltlik kitap halinde İstanbul Esnaf Ta-

rihi, İstanbul Ticaret Tarihi, İstanbul Tarım Tarihi, İstanbul Vakıf Tarihi, İstanbul Finans Tarihi,

İstanbul İstatistikleri, İstanbul'da Sosyal Hayat gibi çok değişik alanları içermektedir.

59 Ankara B elediyesi bir ara benzer faaliyetlere giriştiyse de bu alanda İstanbul'unkiyle kıyaslanama-

yacak derecede fakir ve güdük kalmış, uzunca bir süredir gündemde olan Ankara Ansiklopedisi

fikri bir türlü kuvveden fiile geçememiştir. Henüz İstanbul örneğinde gördüğümüz çalışmalarla

kıyaslanacak çapta olmasa da, İzmir Belediyesi giderek artan bir tempoyla İzm ir kentinin ve yöre-

sinin tarihine dair önemli çalışmaları finanse etmekte ve yayınlamaktadır.

60 Bir televizyon tartışmasının metni için bkz. Ali Kırca ile Siyaset Meydanı: 700. Yılında Osmanlı, İs-

tanbul: Sabah Kitapları, 1999.

61 Bu bağlamda 1990 'lard a belli ki dünya çapında gerçekleşen büyük konjonktürel değişm elere para-

lel olarak Türkiye'de ilginç bir gelişm e yaşandı: Bu yazının başında Türkiye'deki Osm anlı tarihçi-

liğini ve bu çerçevede Osmanlı tarihini dünya tarihi ve tarihçiliğiyle eklemleme gayretlerinin ilk

önem li örneği olarak tarihçiliğimize ye ni bir boyut getirdiğini söylediğimiz "üretim tarzı tartışma-

ları" sessizce gü ndem den çıktı; tartışmanın halen yaşayan ve her biri farklı kulvarlarda önem li aka-demik k onumlarda bulunan aktif katılımcılarından geriye retrospektif ciddi eleştirel bir değerlen-

dirme bile bırakmamacasma. 90'h yıllarda böyle bir bilançoya vesile yaratmayı amaçladığı anlaşı-

lan ilginç bir girişim için bkz. Kebikeç, Sayı 1 (1995).

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 78/176

XIII. TÜR K TAR İH KON GRESİ V EOSMANLI TARİHİ®İki 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında Ankara Halkevi 'nde gerçek-

leştirilen Türk Tarih Kongresi Yeni Türkiye'nin kültürel-ideolojik or-yantasyonunu n b elirlenmeye başladığı bir dönem de toplanmıştı ve bu

kon greyle "Tü rk Tarih Tez i"nin ve tarih öğretiminde tutulacak yolun öğret-menlere anlatılması amaçlanmaktaydı. Kongrenin düzenleyicisi olan TürkTarih Kurumu'nun kayıtlarına göre, on üniversite öğretim üyesi ve yüzdoksan altı tarih öğretmeni olmak üzere toplam iki yüz otuz iki kişinin ka-tıldığı bu kongreye otuz üç bildiri sunulmuştu. II. Tarih Kongresi bundanbeş yıl sonra 20-25 Eylül 1937 tarihlerinde İstanbul'da Dolmabahçe Sara-yı'nda ya pılm ış, bu defa artık uluslarara sı nitelik kazandırılan kon greye kırkaltısı yabancı bilimadamlarmm olmak üzere toplam doksan yedi bildiri su-nulmuştu. Her iki kongre de Atatürk'ün yakın ilgisi altında gerçekleşmiş,Atatürk her iki kongreyi de bizzat izlemiştir.

Söz konusu tarihlerden bugü ne Türk Tarih K urum u'nun düzenledi-

ği kongreler, her dört yılda bir olm ak üzere giderek artan sayıda katilımcm mkatkısıyla adeta uluslararası "Türk ve Türk iye" tarihi panayırına dönüşm üş-tür. Nihayet sonuncusu, aslında geçen yıl yapılması gereken XIII. Türk Ta-rih Kongresi, Osmanlı'nın 700. kuruluş yıldönümü kutlamalarına denk ge-tirilerek bu yıl, 4-8 Ekim tarihleri arasında Ankara Sheraton Oteli'nde ger-çekleştirildi. Yin e Tarih Ku rum u'n un verdiği rakamlara göre, dünyanın dörtbir yanından üç yüz yirmi civarında bilimadamı kongreye katılma başvuru-sunda bulunmuştu. Tabii ki, bu tür her kongrede olduğu gibi, son dakikamazeretleri dolayısıyla katılamayanlar yüzünden rakamlarda bazı kaymalarolm uştur. Sadece bildiri ile katılanların sayısındaki bu k eskin artışa bir de ar-tık bir üniversiteler kenti olan Ankara'nın en az beş Tarih Bölümü'nün öğ-rencileri ile tarihe ilgi duyan diğer dinleyiciler de eklendiğinde, Türk TarihKongrelerinin 'panayır' havası daha da bir ortaya çıkmaktadır.

Bu yılki Tarih Kongresi'nin bir özelliği vardı: 700. yıl kutlamalarıdolayısıyla, kongre tamamıyla Osmanlı tarihine hasredilmişti. Normal ola-

7 6 X I I I. T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 79/176

rak Türk Tarih Kongreleri, Orta Asya'dan bugüne Türk tarihi ile Eski Çağ-lardan itibaren Türkiye tarihini içine alan geniş bir kapsama sahipti ve bu-güne kadar da böyle olagelmişti. Bu sefer, "Osmanlı Yılı" dolayısıyla Os-

manlı tarihi gün dem in tek ma ddesini oluşturmaktaydı. Bu nu n aslında, ikisebepten yerinde bir karar olduğun u söylem ek gerekir. B irincisi, bu vesiley-le son birkaç on yılda iyice uluslararası bir nitelik kazan an Osm anlı araştır-malarının bugün geldiği nokta ve düzey açıkça sergilenebilirdi. İkincisi, il-kinden hareketle, dünyanın farklı köşelerinde çalışan Osmanlı tarihçileri-nin, bir yandan kendi kişisel çalışmalarının diğer yandan da genel Osman-lı tarihçiliğinin gidişatı üzerin e du rup bir ara değerlendirm e ya da başk a birifadeyle 'nefis muhasebesi' yapmalarına uygun bir zemin oluşturabilirdi.

Böyle bir kongrenin bu büyüklükte ve kapsamda düzenlenmesi, geniş birkatılımla gerçekleşmesi kendiliğinden bir başarı sayılmalıdır. Üstelik, yineçok yerinde bir kararla, kongren in ilk gü nü ta m am en böyle bir bilançoya ay-rılmış, yaklaşık yirmi ülke ve/veya bölgede yürütülmekte olan Osmanlı ta-rihi araştırmaları tarihsel sürekliliği içinde çoğunlukla bizzat o ülkele-rin/bölgelerin önde gelen tarihçilerince özetlenmiştir. Zaman yetersizliğin-den beş paralel seksiyonda gerçekleşen ve her biri yirmi dakikaya sığdırıl-

mak zorunda kalan bu 'bilanço' sunuşları her ne kadar söz konusu ülkeler-deki Osmanlı tarihçiliğini tam olarak yansıtamamışsa da, konuşmacılarınönceden hazırlayıp Türk Tarih Kurumu'na sundukları zaman zaman ellisayfaya varan asıl metinlerin kısa sürede yayınlanacağını duymak oldukçasevindiriciydi. Bu kongreden başka hiçbir şey çıkmasa bile, anılan bilançoçalışmaları, yirmi birinci yüzyıla girilirken yaklaşık bir asırlık uluslararasıOsmanlı tarihçiliğinin bugün geldiği noktayı göstermesi açısından başlı ba-şına bir başarı, bir 'tarihsel belge' olarak değerlendirilmelidir. Sadece bu

belge bile, yayınlandığınd a, yukarıda an ılan ne fis mu has ebe si için iyi bir te-mel oluşturabilir. [Bu bildiriler sonradan TTK tarafından yayınlandı].

Öte yandan, böyle bir muhasebenin üzerine inşa edilebileceği ikin-ci ve kanaatimce belki daha somut ya da gerçekçi temel ise Kongre'nin ge-ri kalan günlerinde çok değişik konularda sunulan yüzlerce bildirinin biz-zat kendisidir. İlk günün bilanço sunuşlarmdaki daha çok olumlu noktala-rı öne çıkaran 'kadirbilir' tutum ve yaklaşımların yarattığı genel iyimserlik

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 80/176

havası içinde ciddi bir (öz) eleştiriden sakm ıldığı göz ö nün e alınacak olursa,takip eden g ün lerin söz kon usu bildirileri eleştirel bir göze bardağın yarısı-nın hâlâ ve her şeye rağmen 'boş' olduğu izlenimini verebilirdi. Örneğin,

böyle bir göz, aşağıda değinilecek olan birçok olumlu gelişmeye rağmen,günü mü zdeki "global Osm anlı şehri"nin bazı mahallelerinde hayatın ve ic-ra edilen zanaatın hâlâ geleneksel kalıplar içinde her tür gelişme ve yenili-ğe kapalı bir şekilde süregitmekte olduğunu görüp üzülebilirdi. Tarihe bil-gisayar teknolojisinin olanaklarını bütün incelikleriyle uygulayabilmek içingecesini gündüzüne katan birkaç bilimadamı için, bilgisayarın yalnızcadaktilo niyetine kullanıldığı ve konuların adeta 'harcandığı' bildirileri dinle-mek, ya da tarihi bir yanıyla hâlâ bir edebi tür olarak algılayan, ya da başlı

başına bir "dil" sayıp, içerik kadar bilimsel üslup ve ifade gücüne de önemveren az sayıdaki 'ra fine ' tarihçi için, yerli yersiz, do ğru yanlış kullanılarakiyice anlamsızlaşmış sözde bilimsel kalıplarla doldurulmuş bir bildiriyi an-lamaya ve sökmeye çalışmak aynı derecede dayanılmaz bir işkence halinialabilirdi. Genç yaşlı demeden, söz konusu handikaplardan biri ya da hep-sine sahip kimi meslektaşların izah edilmesi gerçekten güç bir tutumla,dünya y ıkılsa kend i bildiğini oku yan, her gittiği yerde aynı konuları aynı sı-

kıcılıkta tekrar eden ve bunu da gerçekten çok önemli bir iş yapıyormuşca-sma bazan kötü bir ifadeyle, bazen özenti bir mizah duygusuyla ya da tambir vaiz edasıyla kıraat, takrir ve vaaz etmeleri ise, bu tür kongrelerin mü-davimlerince uzun süredir artık vaka-i âdiyeden sayılıp mazur görülen, iyi-ce kanıksanmış bir olguydu.

Bu yazıda, XIII. Türk Tarih Kongresi, tek tek tarihçilerin kişiselözelliklerinden ve iş yapma tarzlarından kaynaklanan anılan olumsuzlukla-rıyla ele alınmayacaktır. Tıpkı, son ayların üzücü deprem felaketinden son-ra sık sık duydu ğum uz "depremle yaşamaya alışmak" sözünde olduğu gibi,öyle anlaşılıyor ki bizler de bu problemlerle daha uzun süre yaşamaya alış-mak durumundayız. Bu konuda söylenebilecek tek şey, söz konusu zaafı-yetlerin her kuşakta kendini yeniden üretmesi yerine, kısa sürede uluslara-rası standartların tamamıyla yerleşmesini ümit ve temenni etmek olabilir.Kongrenin geneline bakıldığında insanı bu yönde ümitli olmaya sevkedenkim i olum lu ve önem li gelişmelerin de görmezden gelinem eyeceği açıktır.

7 8 X I I I . T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 81/176

Bütün yazıyı ve Kongre değerlendirmesini böyle bir iyiler-kötüler ekseninesıkıştırma k yerine, oldukça yoğu n geçen ve altı paralel seksiyon h alinde de-vam eden XIII. Türk Tarih Kongresi'nde önemli gördüğüm kimi noktaları

ve öne çıkan bazı tartışma alanlarını doğal olarak bizzat takip edebildiğimkadarıyla, dinleyemediğim kimi bildiriler hakkında ise diğer meslektaşları-mın aktardıkları bilgiler çerçevesinde eleştirel bir gözle değerlendirmeyeçalışacağım. Dolayısıyla, aşağıdaki gözlem ve değerlendirmelerin kongre-nin tamamını kapsayan hükümler olamayacağı açıktır. 19. yüzyıl ve sonra-sı Osmanlı tarihi seksiyonlarında sunulan bildiriler ve ortaya çıkan tartış-malar ise, görüleceği üzere, bu değerlendirmenin tamamen dışındadır.

B A Z I G Ö Z L E M L E R

Her şeyden önce XIII. Türk Tarih Kongresi'nin son iki kongre ilekarşılaştırıldığında daha kaliteli bir kongre olduğu belirtilmelidir. Söz ko-nu su kalite artışı, kan ımc a, öncelikle yukarıda an ılan 'bilanço' çalışmaların-dan, ikinci olarak da genç kuşak tarihçiler arasında öncekilere kıyasla dahafazla sayıda nitelikli ve ne yaptığının farkında bildiri sahibinin varlığındankaynaklanmıştır. Hemen hemen bütün üniversitelerden dolgun bildiriler

çıkmasına rağmen, Marmara, Hacettepe ve Mersin Üniversitelerinin özel-likle öne çıktığı rahatlıkla söylenebilir.

Kuşkusuz hatırlanacak çok değişik boyutları olan bilanço bildirile-rinden özellikle dikkati çeken birkaç noktaya kısaca değin m ek gerekirse, enbaşta Osmanlı tarihçilerinin duayeni Halil İnalcık hocamızın yaptığı geneldeğerlendirmede, yine ve ısrarla, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nin araştır-macıların işini güçleştiren 'gereksiz' bazı uygulamaları dile getirişi anılma-lıdır. D ikkatli gözler, oldukça yararlı yayınlar yapılm asına rağm en, son bir-kaç yıldır arşivlerde çok boyutlu bir kötüye gidişe dikkat çekmektedirler. Buolumsuzlukların bir 'Osmanlı Yılı 'nda bu derece gündemde olmasının ya-dırgatıcı ve düşündürücü olduğunu belirtmek gerekir.

Anılmaya değer ikinci önemli nokta, Hacettepe Üniversitesi TarihBölümü'nün bir süre önce başlattığı geniş kapsamlı bir çalışmanın sonuç-larını rakam lar ve tablolarla ortaya koyan Bah aeddin Yed iyıldız 'm ilginç su-nuşu olmuştur. Bugünlerde internet aracılığıyla bütün dünyanın kullanı-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 82/176

mma açılacak olan, Cumhuriyet Dönemi'nde Türkiye'de yayınlanan Os-manlı tarihi araştırmalarının yaklaşık yirmi bin maddeden oluşan toplubibliyografyası projesinin ilk sonuçlarına göre, uzun süre sınırlı bir çerçe-

vede devam eden Osmanlı tarihi araştırmalarında özellikle 1980'lerdensonra dikkate değer bir hareketlenme olmuş, bu haraketlilik 1990'lardaadeta bir yayın patlamasına yol açmış, 1997'den itibaren ise tekrar keskinbir düşüşe şahit olunmuştur. Yediyıldız'a göre, ilk eğilim üniversitelerdeYÖ K sonrası yapılan yeni düzenlem elerin öğretim elemanlarını yayın yap-maya zorlaması, atama ve yükseltmelerin buna göre yapılmasıyla, ikinci veaksi yöndeki eğilim ise, mevcut kadrolann artık tamamıyla dolması, dolayı-sıyla herke sin u laştığı yerde yeniden b ir 'atalet' havasına girme siyle ilişkili-dir. Üniversitelerin iç mekanizmalarına az çok aşina olanlara pek anlamlıgörünen bu izah, aynı zamanda mevcut üniversiter yapının temel zaafları-na işaret eden ilginç bir olgu olarak hatırlanacaktır.

Osmanlı tarihi araştırmalarının genel seyrini etkileyen üniversiteryapıyla ilgili bir diğer ilginç örnek Amerikalı Osmanlı tarihçisi HeathLowry'den gelmiştir. Son birkaç on yıldır disiplinlerarası yaklaşımın adetabir moda haline geldiği Amerika'da Osmanlı tarihi alanında çalışan genç

kuşak araştırmacıların üniversitelerde iş bulabilme şanslarını artıracağı dü-şüncesiyle bu yönde, yani sosyal bilimlerin genel kavramları, modelleri vekuramlarıyla iş yapma eğilimlerinin arttığına dikkat çeken Lowry, bu eğili-m in olumlu tarafları olmakla birlikte, her 'mod a' akımda olm ası m uhtem elkimi olumsuzluklara dikkat çekmiştir. Söz konusu olumsuzlukların nelerolduğunu belirtmeyen Lovvry'nin bu sözleri, bir yandan muhtemelen kas-tettiği tarihsel sosyoloji çalışmalarının Osmanlı tarihçilerince 'temkinli'okunması yolunda bir uyan olarak görülebilirken, diğer yandan da değişikülkelerin akadem ik kurumlardaki konjonktürel dönü şüm lerin sosyal bilim-lerin iş yapm a tarzı ve yöntem lerinde ne gibi etkileri olabileceğinin bir baş-ka örneği olarak değerlendirilebilir.

Bu kısımda değinilebilecek bir başka husus, Ahmet Yaşar Ocak'mOsmanlı Devleti'nin karakteri, bir İslam Devleti olarak değerlendirilip de-ğerlendirilemeyeceği (ki kendisi, bunun mümkün olduğu kanısındadır),Osmanlı Devleti'nde İslam'ın, toplumsal bir gerçeklik olarak İslami hare-

80 X I I I . T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 83/176

ketlerin konumu ve nihayet devletin bu konudaki tutumunun nasıl bir çer-çevede incelen m esi gerektiğini ele alan kısa ve özlü bildirisi etrafında yaşa-nan tartışmanın niteliğiydi. Bu tartışma, tarihsel-toplumsal bir gerçeklik

olarak İslam'ı meşru bir bilimsel araştırmanın nesnesi haline getirmeninhâlâ ne denli zor olduğunu göstermekte, bir yandan da, İslam gözünden ta-rihe yaklaşmanın ya da, başka bir ifadeyle, bir bilimsel araştırma alanı ola-rak tarihe İslam'ın normatif çerçevesinden yaklaşma noktasındaki ısrarla-rın çıkmazını da bir kere daha gözler önüne sermekteydi. Aynı şekilde, Os-manlı Devleti'ndeki milliyetçilik hareketlerini değerlendiren İlber Ortay-lı'nm h er zama nki gibi renkli, spekülatif ve provokatif sunu şu nu n sonların-da, eski Osmanlı coğrafyasından çıkan günümüz komşu devletleri halkları-nı kastederek sarfettiği "istesek de istemesek de, beğensek de beğenmesekde hep im iz O sm anlıyız!" sö zü ilginçti. Bu söz üze rine kalabalık salon un da-ha çok Türk kesiminden gelen kesif alkış, bir bilimsel sempozyum havası-nın, hele 'geçmişimiz' ve bu geçmişin 'en görkemli' sayfalarını oluşturanOsmanlı asırları söz konusu ise, nasıl bir anda başka bir düzleme kayabil-diğini göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Sayın Ortaylı'nm provokatiftarz ve üslubunu n da böylesi bir tepkide önem li payı olduğu kuşkusu zdur.

Y İ N E ' K U R U L U Ş ' , Y İ N E K A Y N A K LA R .. . V E Y İ N E Y Ö N T E M S O R U N U

Özellikle son o n yıldır büyü k ölçüde Britanyalı tarihçiler Colin Hey-wood ve Colin Im ber'in Osm anlı'nın ilk dönem kaynakları üzerine geliştir-dikleri eleştirel yaklaşımın böyle bir kongrede yankı bulmaması düşünüle-mezdi elbette. Nitekim böyle de oldu. Bir süredir tekrar Osmanlı'nın kuru-luş dönemine geri dönen Halil İnalcık'm gerek metin gerekse saha araştır-

m aları yoluyla Aşıkpaşaz âde gibi ilk O sma nlı kaynaklarındaki tarihsel bilgi-leri efsaneden ayıklama çabasının son yıllarda Türkiyeli tarihçilere yeni biryol açtığı gözlenirken, bir yandan da özellikle Imber'in söz konusu kaynak-lardan çok fazla bir şey um m am ak gerektiği ve Osm anlı'nın ku ruluş devri-nin mevcut kaynaklarla bir 'kara delik' olarak kalmaya mahkûm olduğu yo-lundaki 'ümitsiz' tutumuna genel bir tepkinin doğduğu anlaşılmaktadır.Metin çalışmalarındaki titizliğiyle bilinen Imber'in 1980'lerden itibaren ya-yınlamaya başladığı ve genellikle sessiz karşılanan eleştirel çalışmalarının

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 84/176

katkısının, 1991'deki bir sempozyuma sunduğu ve 1993'te yayınlanan bil-dirisinin sonunda sarfettiği bir cümle ile bir kalemde silinip, özellikle Tür-kiye'de her nasılsa oldukça saldırgan ve zaman zaman kişisel boyutlar ka-

zanan topyekûn bir karşı saldırının nesn esi haline geldiği iyi bilinmekted ir.Eleştiri tabii ki iyi bir şeydir ve bilimse l araştırman ın vaz geçilm ez bir un su-rudur; bu hakkını kullanan Im ber 'in kend isi de doğal olarak eleştiriden m a-sun değildir. Ancak Türkiye'deki genel havanın, meşru bir Imber eleştiri-sinden tehlikeli bir 'Imber düşm anlığı'na dönü şme ve bu bağlam da a sıl tar-tışma konusu Osmanlı'nın kuruluş dönemi ve bu döneme dair ilk Osman-lı kaynaklarının güven ilirliği sorun un un adeta ikinci plana düşürü lüp, araç-sallaşürılma eğilimine girdiği görülmektedir.

Bu konuda yapılması gerekenin ne olduğunu H. İnalcık'm yine ay-nı sempozyumda sunduğu bildirisi açıkça ortaya koymaktaydı: İlk Osman-lı kaynaklarının birçok efsaneyi içerdiği, sonradan eklenmiş ya da uydurul-m uş birçok hikâyeyle dolu olduğu bir gerçektir. Ancak bu gerçek, söz konu-su kaynakların tarihçiler için kaynak değerini tamamıyla ortadan kaldır-maz; bunların toptan reddi ise asla söz konusu değildir (kaldı ki, Imber'inanılan çalışmasındaki sözleriyle böyle bir şeyi kastettiği de oldukça şüphe-

lidir). Dolayısıyla, yapılacak şey, bu kaynaklardaki bilgilerin diğer kaynak-larla ve bilhassa Osmanlı'nın kurulduğu bölgede, Bizans Bytinia'sı ya daOsm anlı H üdave ndigâr bölgesin de yapılacak titiz bir saha araştırmasıyla sı-nanm asıdır. Ancak böyle bir araştırmanın Imb er'in do ğru yönde başlattığıeleştirel süreci, mecrasından saptırmadan nihai hedefine ulaştırabileceğiaçıktır. Bu tarz bir çalışmayı ilerlemiş yaşma bakmadan ve heyecanla sür-düren İnalcık'm Türkiye'de açtığı yolun ciddiyetle takip edilmesi, böyle birçabanın uygun olmayan ortamlarda, ayaküstü, âmiyane bir üslup içinde ya-pılan 'saldırılarla bilim dışı mecralara sürüklenm eden ve henüz 'inanç ala-nı' olmaktan tamamen kurtulamamış yerli tarihçiliğimizin ve genç kuşaktarihçilerin kişileri hedef alan ilkel hezeyanların kucağına atılmaması ge-rektiğini, sanırım bu kongre bir defa daha ortaya koymuştur.

Oysa, soğukkanlı bir yaklaşımla, Imber'in mensubu olduğu tarihekolün ün (filolojik teme lli m etinsel çö züm leme) sınırlılıklarına dikkat çeki-lebilir, tarihin yalnızca yazılı metinlerden inşa edilemeyeceği haklı olarak

8 2 X I I I. T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 85/176

vurgu lanabilir ve bu ba ğlamd a coğ rafya, arkeoloji, antropoloji gibi diğer di-siplinlerin kavramsal, yöntemsel donanımlarından yararlanmak gereğinedikkat çekilebilir, bu yönde yapılan ilk çalışmaların önümüzde açtığı yeni

açılımların ışığında girişilecek sağlıklı (=bilimsel) bir eleştirel çabayla hemOsm anlı tarihçiliği kazanır hem de ilk dönem Osm anlı tarihinin 'daha doğ-ru' bilgisine ulaşma k onusun da o lumlu bir adım atılmış olurdu. X III. T ürkTarih Kongresi'ne sunulan kimi bildiriler bu tarz bir eleştirel tutumun gü-zel örnekleri olarak karşımıza çıkmıştır. Özellikle irene Beldiceanu-Stein-herr ile yine bir Britanyalı Keith Hop wo od'un b ildirileri söz ko nu su kronik-lerin yanı sıra, başta tahrir defterleri olmak üzere kimi arşiv malzemesininbir saha araştırmasıyla desteklendiğinde Osmanlı Devleti'nin kuruluş dö-nemiyle ilgili aydmlatılabilecek daha birçok hususun olabileceğini açıkçagöstermiştir.

K L A S İ K D Ö N E M : D E F T E R O L O J İ V E S O R U N L A R I .

Birkaç seferdir olduğu gibi, XIII. Türk Tarih Kongresi de yoğun birşekilde tahrir defterlerine dayalı, adını da bu defterlerden alan "defteroloji"çalışmalarına şahit oldu. Son yirmi yılda yerli Osmanlı tarihçiliğimizin en

hızlı gelişen alanlarından biri olan ve 15-16 . yüzyıl Osm anlı tarihinin k im i ta-rihçilerce "Tahrir Defterleri Çağı" olarak adlandırılmasına yol açan genişkapsam lı periyodik nü fu s ve vergi sayımlarının sonuçlarını içeren tahrir def-terleri üzerine yapılan incelemeleri ifade eden defteroloji birçok bakımdanOsmanlı tarihçiliğinin belki de en sorunlu alanı olarak bilinmektedir. Bu-nu nla birlikte, bu alandaki araştırm alar y ıllardır hakettiği titizlik ve eleştirel-likten uzak yürütü lmü ş, belki de m odern Osm anlı tarihçiliğinin en sığ, ve ki-mi tarihçilere göre anlamsız ürünleri bu alanda verilmiş, Türkiye'de en aziki kuşak tarihçi bu defterlerden 'ekmek yiyerek' yetişmiş, mevki sahibi ol-muştur. Uzunca bir süredir defteroloji çalışmalarının Türkiye dışı kanadın-da ve genellikle yabancı dillerde yürütülen eleştiri ve tartışmalar bu alanıkendi içinde oldukça rafine bir uzmanlık sahası haline getirmişse de, yerlitarihçiliğimiz çok büyük bir kısm ı itibariyle bu gelişm elerin dışında ka lmış-tır; bu alanda yazılıp çizilenler, yüzlerce kon gre, konfera ns ve semp ozyum -da sun ulan bildirilerle k endini yeniden üreten Türkiye'ye Özgü 'deftercilik'

D Ü N S A N C I S IIOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 86/176

ayrı bir yol tutturm uştur. Son uç olarak, defteroloji kendi içinde birb irini an-lamakta güçlük çeken iki farklı gelenek, iki farklı dil yaratmıştır.

Bu iki farklı gelenek ve dil sanırım ilk defa olarak bu kongrede ba-riz bir şekilde yan yana gelm iş; bunu nla da kalmayıp birbirleriyle cep hedenkarşılaşmışlardır. Türkiye kanadı yıllar sonra nihayet kendi içinden açık vekeskin bir eleştiri doğurmuştur. Marmara Üniversitesi'nden Erhan Afyon-cu, bugüne kadar yapılan yayınlanmış veya yayınlanmamış, çoğu doktoratezi olan çalışmalardaki çok yönlü yanlışlık, tutarsızlık, savrukluk ve yön-tem sizliği çarpıcı örneklerle ortaya serdiğind e kim i tarihçiler hayret ve şaş-kınlık içinde kalakalırken, bütün bunları uzun süredir bilen, gören ama birtürlü açıkça dile getiremeyen kimi meslektaşlar ise düşünce ve hislerine

tercüman olan açık sözlü bir tarihçinin çıkışıyla ferahlamışlardı. Bu duygu-yu ince ve nazik bir şekilde dile getirmek de Macar tarihçi Geza David'edüşmüştü. Aynı oturumun diğer konuşmacılarından Osman Gümüşçü,tahrir defterlerinin tarihi coğrafya bakımından önemini, bir coğrafyacı gö-züyle özetlerken ve Türkiy e'nin tek profesyo nel bilgisayarcı-tarihçisi Rama-zan Acun ise aynı kaynakların bilgisayar teknolojisiyle nasıl işlenebileceğikon usu nda yılların em eğiyle g eliştirdiği veri tabanı tasarımın ı aktarır ve tar-tışmaya açarken, Türkiye defteroloj isinin geleceğiyle ilgili üm it ışığın ı artı-ran isimler oldular. Daha sonraki oturumlarda bu olumlu hava değişikliğiFatma A cu n'un siyaset biliminden tahrir defterlerine uyarladığı bir m odeldenemesi ve Yunus Koç'un 16. yüzyılın önemli bir demografi ve iskân so-rununu, köylerin parçalanması olgusunu Bursa kazası örneğinde inceledi-ği orijinal bildirisi ile artarak devam etti; her iki kon uşm acı da mod ern def-terolojinin en son gelişmelerini yerli tarihçiliğimizin gündemine taşıdılar.Ve nihayet, bu alanın sessiz ve derinden giden emekçilerinden Mehmet

Öz'ün 15-16. yüzyıllarda Anadolu'da tarımsal üretimin yapısı gibi oldukçakarma şık bir konu üz erine su ndu ğu yetkin bildirisi, XIII. T ürk Tarih Kong-resi'nin kanımca en parlak bildirilerinden biri olmakla kalmayıp, aynı za-manda Türkiye defterolojisinin içerik ve yöntem açısından gelecekte alaca-ğı ya da alma sı gereken yön konusun da çok güzel bir örnek oluşturmuştur.

Bütü n b u bildirilerin yanı sıra, ilk defa olarak açıkça eleştiriye uğra-yan, geleneksel tarz ve içerikte sunulmuş tahrir defteri çalışmaları yine de

8 4 X I I I. T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 87/176

sayıca daha çoktular. Aynı şekilde, artık iyice alışılageldiği üzere, aynı konu-lar üzerinde anlamadığı bir 'dil'de sunulan bildirilere kimileri olup bitenle-rin farkında değilmişçesine, bildikleri yegâne dille itirazlar ve eklemelerde

bulundular; kimbilir belki de Afyoncu'nun eleştirilerini hiç kimse kendiüzerine alm adı. He r şeye rağm en b u kongrenin Osm anlı tarihinin deftero-loji alanının Türkiye kanadı bakımından tarihsel bir dönüm noktası olmapotansiyeline sahip bir toplantı olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Israrlabardağın dolu olan yarısını görmeyi tercih eden müzmin iyimserler, bu an-dan itibaren en azından bu alanda ele güne karşı daha güvenli olarak dola-şabileceklerdir.

17. VE 18 . Y Ü Z Y ı L L A R : HÂLÂ K A R A N L ı K !

XIII. Türk Tarih Kongresi'nin dikkati çeken bir başka özelliği, uzunsüredir birkaç tarihçinin ismiyle anılan 17. ve özellikle de 18. yüzyıllar Os-manlı tarihinin değişik boyutlarıyla ilgili bildirilerin sayıca çokluğu ve nis-peten yüksek kalitesiydi. Uzun Osmanlı tarihinin belki de en önemli dönü-şüm dönemlerinden biri olan ve desantralizasyon, iltizam-malikâne siste-m i, ayanlık vb. gibi birkaç kalıp-klişe ile geçiştirmey e ç alıştığımız, 'görkem-

li' klasik devir ile 'sansasyonel' 19. yüzyıl arasında sıkışıp kalan bu dönem,belki de Osm anlı tarihinin gerçek 'kara deliği' olarak tanım lanabilir. An cakkuruluş döneminin aksine, aydınlatılması, arşivde araştırılmayı bekleyenyüz binlerce belgenin sistematik analiziyle, uzun dönemde de olsa, dahamümkün gözüken 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı tarihinin son zamanlarda gençkuşak tarihçilerin artan ilgisine mazhar olduğu bu kongrede iyice ortayaçıkmıştır. İlgi artışının her derde deva olmadığı yerlerde, alanın he r zam an-

ki saygın isimleri hem kendi bildirileri hem de diğer bildiriler bağlamında-ki tartışmalara katkılarıyla hazır ve nazırdılar. Bu bağlamda çok değerli ikitarihçi ve hoc am ız Özer Ergenç ile Suraiya Faroq hi'yi özellikle an m am ız ge-rekiyor. Geniş perspektifleri, derin bilgi ve tecrübeleriyle hiçbir zaman el-den bırakm adıkları eleştirelliklerini her fırsatta, yeri geldiğinde birbirlerinekarşı da, ortaya koyan bu örnek tarihçilerimizin gözetimi ve kılavuzluğun-da daha anlamlı tartışmalara şahit olunan kongrede, anılan dönemle ilgilibildiriler kapsam açısından önceki kongrelere kıyasla daha çeşitliydi.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 88/176

16 . ve 17. yüzyıl boyunca Avrupa 'da gelişen ve dönüşen Osm anlı ima-jını değerlendiren Aslı Çırakman ile 1645'den 1669'a kadar devam edenuzun ve kanlı Girit Savaşlarının, askeri açıdan yavaş yavaş inişe geçen Os-

m anlı dünyasında b ir çeşit 'gaza ruh u' doğurup, takip eden yüzyıllarda defa-larca kaleme alman fetihnam elerce destanlaşarak nasıl kamu ya m al olduğu-nu anlatan N uri Adıyeke'nin bildirileri, klasik dönem ve son rasında Osman-lı'nın içinde ve dışında gelişen ruh hali üzerine ilginç gözlemler sundular.'Öteki' ve 'kendi' imajıyla ilgili ideolojik-kültürel kodların egem enlik alanınailişkin bu ilginç bildirilerden Osmanlı'nın daha somut ve ele gelir gerçekle-rine dönüldüğünde ise başka tartışmalı konular gündeme geldi. Bu bağlam-da ilk dikkati çeken husus, anılan dönemin temel kaynaklarından birinioluşturan kad ı sicillerine dayalı çalışmaların ön plana çıkmasıydı. K aynaklar-dan hareketle bir tanımlama yapıldığında, Osmanlı tarihyazıcılığı açısındanbir çeşit 'siciller çağı' olarak nitelendirilebilecek 17. ve so nrası yü zyılların top-lumsal ve ekonomik tarihinin büyük ölçüde bu şeriye sicillerine dayalı geliş-mesinde pek yadırganacak bir durum yoktu aslında. Bu kaynaklar üzerindeyapılacak her yeni çalışmanın, Osmanlı tarihinin somut gerçeklerinin yerelölçekte bütün çeşitliliğiyle nasıl tezahür ettiğine dair olgusal bilgimizi zen-

ginleştiren birer katkı olduğu açıktır. Her ne kadar 'analitik' açıdan eksikle-ri, zayıflıkları olsa da, bu bağlamda anılabilecek birkaç bildiri söz konusukaynakların zenginliğini göstermesi açısından anılmaya değer.

1643-1656 yılları arasında Trabzon'da yönetici-yönetilen ilişkileriniele aldığı bildirisinde Kenan İnan, Osmanlı kent toplumunun gündelik ya-şam ında karşılaşılan ilginç ve her zaman 'klişele re sığmayan ayrıntılara de-ğinirken, bir yandan da sicillere yansıdığı kadarıyla 17. yüzyılın kimi 'Cela-

li dön em i' gerçeklerini Trabzon ö rneğinde tespit etmiş oldu. Sorulan b ir so-ru üzerine her ne kadar açık bir yanıt vermekten kaçmdıysa da, înan'm bil-dirisinde ortaya koyd uğu olgusal bilgilerin M usta fa Ak da ğ'm y ıllar önce çiz-diği genel tabloyu teyit eder niteliği aslında oldukça barizdi. Kemal Çiçek'in18. yüzyıl başlarında Kıbrıs toplumunda kadının konumuna dair, yine sicil-lere yansıdığı kadarıyla, sun du ğu b ilgiler bir süredir iyice belirgin bir şekil-de ortaya çıkan bir hususu, Osmanlı kentlerinde kadının hiç de o kadaredilgen bir konumu olmadığı ve evin dışına taşan birtakım etkinlikler içine

8 6 X I I I. T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 89/176

girebildiğini gösteren yeni bir katkı oldu. Yalnız, sicillere yansıyan örnek-lerden hareketle girişilen bazı oranlam aların n eyi ne ölçüde temsil ettiği vebunların yorumu konusunda, tarihçiliğimizin daha eleştirel bir tutum ve

yön tem ge liştirmesin in g ereği bir kere daha ken dini hissettirmiştir. Yin e si-cil araştırmaları bağlamında dikkati çeken bir başka tema, İnan'm bildiri-sinde de kısmen değinilen, Osmanlı adli-idari sisteminin ve her türlü no-terlik işlemlerinin yegâne mercii olan kadımn konumu idi. Maalesef dinle-yemediğini bildirisinde Nurcan Abacı Bursa, Tokat ve Konya örneklerinde16.-18. yüzyıllarda Osmanlı kadısının özellikle toplumsal konumunu ele al-mış, anlaşıldığına göre, bu dönem Osmanlı kadısı ve adalet sisteminin te-mel özelliğinin 'bozulmuşluk' olduğu yolundaki genel yargıyı yeniden göz-

den geçiren bir bildiri sunmuştur. Bu bağlamda, kadıların ekonomik ko-numlarıyla ilgili bazı temel yapısal düzenlemelerin, örneğin miktarı bellinakit maa ş yerine suistima le çok açık bir ücret yöntem inin, daha b aştan iti-baren o çok üzerinde durulan Osmanlı 'adalet' anlayış ve uygulamasına yö-nelik sonuçları belki yeniden ele alınıp değerlend irilm esi gereken kritik birbaşka nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.

XIII. Türk Tarih Kongresi'nde 17. ve 18. yüzyıllarla ilgili öne çıkan

bir başka konu, anılan dönemde Osmanlı devlet ve toplum düzeninde yaşa-nan tem el dönü şüm lerin şu veya bu derecede ilişkili olduğu kim i m ali dü-zenlemelerdi. Meh met Genç , Yavu z Cezar ve Ah me t Tabakoğlu gibi iktisattarihçileriyle Ariel Salzmann, Eftal Şükrü Batmaz gibi tarihçilerin çalışma-ları, merkez ve taşra maliyesinde, yani merkezi ve yerel düzlemde artığa elkoyma mekanizmalarında yaşanan bazı önemli değişimlerin, bu yüzyıllar-da imparatorluğun iç bünyesinin geçirdiği ciddi niteliksel dönüşümlerinkısmen nedeni, kısmen ise birer yansıması olduğunu göstermişti. Klasik

dön em in ilgili alanlarda çok yön lü işlev gören temel kur um u olan tımar sis-teminin hızlı bir çözülme sürecine girmesiyle eş zamanlı olarak iltizam sis-teminin yaygınlaşması, tımar gelirlerinin merkez hazinesine aktarılarakbüyük mukataalara dönüştürülmesi ve ardından giderek sancak ölçeğineulaşan bu gelir kalemlerinin toptan veya parçalanarak önce kısa süreli, 17.yüzyılın sonlarından itibaren de hayat boyu kişilere iltizama verilmesi bubağlamda kritik bir gelişmeydi. Bu değişimin bir taraftan merkezi yöneti-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 90/176

min acil nakit ihtiyacını karşılama konusunda gündeme getirdiği yeni poli-tikaların sonucu olduğu fakat, bununla birlikte, paradoksal olarak gerekmerkezde gerekse taşrada merkezi hükümetin siyasi ve ekonomik gücüneortak olan yeni toplumsal güç odaklarının doğuşuna ve/veya güçlenmesinede zemin hazırladığı artık iyice anlaşılmaktadır. Bilgilerimizin bugünküçok kaba durumu, bütün bu gelişmelerin, 17. ve 18. yüzyıllar Osmanlı İm-paratorluğu'nda bir yanda merkezi devlet ve onun yüksek görevlileri, diğeryanda her çeşidiyle palazlanan taşra aristokrasisi ve bu ikisi arasında anah-tar rolü oynayan büyük sarraflar ve ticaret burjuvazisi üçgeninde, kurulanve bozulan ittifaklarla, kızışan ekonom ik artığa el koym a m ücad elesinin çe-şitli tezahürleri olarak okunabileceğini göstermektedir.

Bu mücadelenin Rifa'at Ali Abou-El-Haj ve kısmen Madeline C. Zil-fi ile M etin Ku nt gibi tarihçilerin çalışm alarına konu olan siyasi, ideolojik te-zahürlerinin pek gündeme gelmediği XIII. Türk Tarih Kongresi'nde, bu çokyönlü idâri, siyasi ve ekonomik dönüşümün kilit noktasını oluşturan, mut-lak devletin yeni rant dağıtım mekanizmasını ifade eden mukataa-iltizamsistemini ele alan birkaç bildiri, bu alanda yapılacak çok şey olduğunu birkez daha gösterir gibiydi. Söz kon usu tem a, bu kongrede bir dönem lerin po-püler konusu ayanlarıyla değil, bu defa 'voyvodalık' kurumuyla tartışıldı. İb-rahim Yılmazçelik'in Diyarbekir, Erol Özvar'm ise Rum Eyaletleri örnekle-rinden hareketle sundukları bildiriler, bu kurumun, devletin 17. yüzyıldanitibaren m erkez ve taşra m ali teşkilatında giriştiği yeni d üzenlem e ve uygu-lamalarda oldukça merkezi bir yer tuttuğunu teyit ettiler. Her iki konuşma-cı da, daha ziyade taşraya atanan yöneticilerin görev yerlerine bizzat gitme-yip, kendi adlarına gönderdikleri vekil yöneticiler olarak bilinen voyvodala-rın, ilk başlarda merkezi yönetimin taşra hazine defterdarlıklarının ilgası

(16. yüzyıl sonlarında ilk örneklerine şahit olunan, ancak yaygın olarak 17.yüzyıl ortalarından itibaren görülen bir olgu) ve bir çeşit özelleştirilmesiylekaza ve/veya sancak ölçeğinde oluşturulan mukataalarm (= voyvodalıkların)mültezimleri olarak karşımıza çıktıklarını vurgulamıştır. Bununla birlikte,iltizam işleminin denetimden uzak olmayan, günübirlik hesapların dönemsonunda merkez hazinesine rapor olarak sunulması olgusuna dikkat çekenYılmazçelik, buradan hareketle voyvodaları neredeyse birer 'devlet m em uru '

8 8 X I I I . T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 91/176

olarak tasvir ederken, Özvar'm ifadeleri, daha doğru olarak, iltizam sistemi-nin ve mültezimin doğası itibariyle böyle bir tanımlamanın sınırları içindedeğerlendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Bu önemli farkın açıkça ortaya çık-m asına rağm en, her iki konuşm acının da, söz konusu olguya büyük ölçüdem erkezi yönetimin maliye bürokrasisinin 'form el' kayıtları çerçevesinde, bi-rer mali işlem olarak yaklaşmaları, voyvodalık, ya da bir bütün olarak mali-kâne-mukataa-iltizam olgusunun diğer boyutlarının gözden kaçmasına yolaçmıştır. Oysa biliyoruz ki, bu sistem çerçevesinde taşra ölçeğinde devreyegiren voyvodaların önemli, belki de çok büyük bir kısmı zaman zaman kla-sik dönemin sancakbeyi konumunda mülki ve askeri niteliğe sahip birer'taşra hâkim i' konum und aki yerel ayan ve eşraftan idi. Malatya'da R işvanzâ-

deler, Diyarbakır'da Şeyhzâdeler, Mardin'de Millizâdeler, Orta Anadolu'daCaniklizâdeler ve Cabbarzâdeler (Çapanoğulları) vb.nin, çoğu zaman 'voyvo-dalık vasıtasıyla, pek de devlet memuru sınırları çerçevesine sığmayan birşekilde hük üm sürdüklerini gösteren oldukça fazla kanıt mevcuttur.

Bununla birlikte, şurası da hemen belirtilmelidir ki, Özer Ergenç'invoyvodalık etrafında dönen bütün bu g elişmeleri 17. ve özellikle de 18 . yüz-yılın büyük 'pâre' mukataaları çerçevesinde, dönemin genel bağlamına

oturtma yönündeki uyan ve değerlendirmelerine rağmen, ilerleyen tartış-m aların sonun da izleyiciler salondan k afaları daha da karışık ayrıldılar. Bu ,kanımca, anılan dönemin Osmanlı devlet ve toplumsal yapısıyla ilgili sağ-lam b ir termino lojik ve olgusal bilgi tem elinden hâlâ n e kadar uzak olduğu-muzun, bu bağlamda tarihçiler arasında ortak bir dilin henüz gelişmemişolduğunun bir başka göstergesiydi. Bir başka önemli nokta ise, eksik bilgibirikimi üzerinde kurulacak genel kavramsal çerçevelerin de her zaman çokanlamlı olmayabileceği, belki bu yönde büyük genelleme ve hükümlerde

bulunmadan olgusal bazda örnek araştırmaların sayısını hızla artırmak ge-rektiği gerçeğiydi. O lgusal zen ginliğin, kavram sal çerçeve ve derinliğin öne-minin bir kere daha vurgulandığı bu noktada, dönemin Osmanlı iktisat ta-rihinin önemli isimlerinden Mehmet Genç'in heyecanla beklenen bildirisi-ni sunmaya gelememiş ve bu tartışmalarda derin vukufundan bu en fazlaihtiyaç duyulan anda ma hru m kalınmış olm ası, her halde bu kongrenin enönemli şanssızlıklanndan biri olarak hatırlanacaktır.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 92/176

17- ve 18. Y üzyıllar bağlam ında dikkati çeken diğer bildiriler arasın-da Suraiya Faroqhi'nin, Ankara'da üretilen sofun Avrupa pazarlarına uza-nan macerasını anlattığı bildirisi, bir yandan söz konusu dönemde, bu bir

zamanların önemli Osmanlı ürününün uluslararası ticaretteki seyrine, buçerçevede değişik ülke tüccarlarının Ankara'daki ikamet ve faaliyetlerinedair ilginç göz lemler suna rken, diğer yandan özellikle Osm anlı ticaret tari-hi bağlamında Avrupa'nın kimi yerel arşivlerinin önemini de bir kez dahaortaya koym uş oldu. Diğer ilginç bir bildiri ise Ö me r D em irel'den geldi. Ça-lışmaların ı büyü k ölçüde Sivas kent tarihinin çeşitli boyutlarına yoğun laşü-ran Demirel'in, Sivas'ın 16. yüzyılın sonlarında kurulan bir kenar mahalle-sinin kuruluş ve sonraki dönemlerdeki gelişmesinin öyküsünü çeşitli bo-

yutlarıyla aktardığı bildirisi, bu tür çalışmalarda tek bir tarihteki kesitsel be-timlem e yerine, uzu n d önemli de ğişimleri gözleyerek tarihi donmu ş bir re-sim olmaktan kurtarıp yaşayan, dinamik bir süreç olarak ele almak gerekti-ğinin de güzel bir örneğini oluşturdu.

Başta da vurgulandığı gibi, XIII. Türk Tarih Kongresi'nin bütününükapsa m a iddiasında o lmayan b u değerlendirmen in oldukça sınırlı ve öznel ol-

duğu ortadadır. Kaldı ki, bu büyüklükte ve alfa paralel seksiyonda gerçekleşti-rilen böylesi toplantıların tam bir panaromasım ortaya koymanın imkânsızlı-ğı da açıktır. Dolayısıyla, burada anılmayan diğer konular ve alanlardaki bildi-rilerin daha önemsiz olduğu anlamının çıkarılmaması gerektiğini belirtmekbile yersiz. 19. yüzyıl tarihiyle ilgili onlarca bildiri arasından birkaçı dinlene-bilm işse de, bu sınırlı gözlem lerin bu alanın toplu ve anlam lı bir değerlendir-mesi için yeterli olmadığı ortadadır. En doğrusu, belki kongrenin bu kısmıve/veya bütü nün başka gözlerden ve farklı açılardan değerlendirilmesi olacak-

tir. Her n e kadar uluslararası nitelikte olsa da, bu tür değerlendirm elerin, bu-rada yapıldığı gibi, Türkiye tarihçiliğinin de birer dönem sel panaromik değer-lendirmesine, durum muhasebesine vesile olacağı açıktır. Aynı şekilde, herne kadar kendi hücrelerimizde bireysel çalışmayı seviyorsak da, ara sıra aya-ğımıza gelen böyle fırsatları kullanıp, dikkatlerimizi ağaçtan ormana çevir-m ek, çevre ve ruh sağlığı açısından bütünüyle yararsız olm asa gerek.

9 0X I I I . T Ü R K T A R Î H K O N G R E S İ V E O S M A N L I T A R İ H İ

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 93/176

B I R E L E Ş T I R E L D E Ğ E R L E N D I R M E

M O D E R N O S M AN L I T AR İ H Y AZ I M I N D A

"KLASİK DÖNEM"

M odern Osmanlı tarihyazımmda kabaca 1400 ile 1600 yıl ları ara-sını kapsayan , ancak fa rklı tarihçilerce d eğişik bakış açılarındansınırları bazan Tanzimat'a uzanan, hatta Tanzimat'ı da içeren

hayli uzun bir dönem "klasik dönem" olarak ifade edilegelmiştir. Bunun-la birlikte, en yaygın yaklaşım Fatih'ten Kanuni Süleyman döneminin so-

nuna kadar uzanan dönem in "klasik dö nem " olarak adlandırılmasıdır. H erne kadar Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesine çıktığı yıllardan, 1300'lerdenbaşlasa da, Halil İnalcık'm kendisi de artık bir klasik olmuş The OttomanEmpîre, the Classical Age, 1300-1600 (1971) adlı kitabının yayımlanmasınınbu yaklaşımı pekiştirdiği de düşün ülebilir. Daha sonraları bu terim m ode rnOsm anlı tarihyazımm da bir dönem ü zerinde oluşan sessiz bir m utabakatınifadesi olarak geniş kullanım alanı bulmuştur.

Toplumlar ve devlet yapıları gibi uzun tarihsel oluşumların analizi-ni kendisine uğraş edinen tarihçilerin, dönemsel karakteristikler, değişim

* Osm anlı tarihyazımmm çok kullanılan ancak üzerinde az düşünü len bir boyutunu tartışmaya açanbu yazı Bilim ve Sanat Vakfı tarafından 8-12 Ekim 2004 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen "KlasiğiYeniden Düşünmek" konulu sempozyuma sunulan bildiriden doğmuştur. O toplantıda dile getirilenana fikirler daha da geliştirildi ve sonunda bu şekli aldı. Sempozyum düzenleyicilerine bildiriler kita-bında yayınlanmak üzere sunulan daha erken bir versiyonun bu zamana kadar yayınlanmamış olması,bu tartışmayı Tarih ve Toplum sayfalarında tarihçilerin dikkatine daha doğrudan sunma fikrini doğur-du. O smanlı tarihçiliğinin sorunlarına ilgi duyan tarihçi ve sosyal bilimcilerin daha fark lı boyut ve de-rinliklerde bu tartışmaya katılmaları yazarın samimi arzusudur. Bu metnin ortaya çıkışına vesile olanBilim ve Sanat Vakfi'ndaki değerli sosyal bilimci meslektaşlara, özellikle tartışmanın temel sorunsalla-rının geliştirilmesine yönelik katkıları için Sayın Yunus Uğur'a çok teşekkür ederim. Metnin birkaç ye-rinde sempozyuma sunulan kimi bildirilere atıflar görülecektir. Söz konusu bildirilerden ve sempoz-yumdaki diğer tartışmalardan ilham aldım ve kimi kavramlar ödünçledim. Yeri geldiğinde isimleriylebelirttiğim bu meslektaşlarıma en azından gıyaplannda teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Okuduğu-nuz m etnin nihai şekillenmesinde Tarih Va kfı'nm Ankara Tartışma larında aynı konuda yaptığım su-nuşta dile g etirdikleri eleştirel değerlendirmeleri ve sorularıyla katkıda bu lunan sosyal bilimci ve tarih-çi meslektaşlara, bilhassa Sayın İlhan Tekeli, Özer Ergenç ve Ferdan Ergut'a ayrıca müteşekkirim. Sözkonusu eleştirel katkılarına rağmen, bu, anılan isimlerin okuduğunuz metindeki argümanlara tama-men katıldıkları anlamına da gelmemektedir şüphesiz. Bu gibi noktalar ve daha birçok boyutun müte-akip yazılarla tartışılmasını dileyebilirim ancak.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 94/176

ve dönüşümlerdeki tarihsel süreklilik ve kopuşlar üzerinden belli dönem-lendirmelere girişmeleri ya da zaman zaman b u bağlamda öne sürülen ge-nel kabul görmüş yaklaşımlara başvurmaları anlaşılır bir şeydir. Hatta, bu

kaçınılmaz ve gereklidir de. En azından, "neyse odur!" kolaycılığıyla tarih-sel olgunu n ulaşılan sınırlı bilgisini alt alta sıralam akla yetinm eyen tarihçi-nin a nlam a ve anlam landırm a çabası başlı başına saygıdeğer bir çaba olarakgörülm elidir. Belki de tarihçiliğe atfedilen "bilimsellik" en faz la bu n oktadakarşımıza çıkar. Öte yandan, her dönemlendirme girişiminin bir derece öz-nellik taşıdığı da açıktır; zira bu esasen bir kavram sallaştırma, b ir üst dil in-şa etme, dolayısıyla bir yorumlamadır. 1 Yorumun kendisinde içsel olarakvar olan öznelliğin boyutu bir yana, her dönemlendirme girişiminin bir tar-

tışmayı beraberinde getirmesi de o derece kaçınılmazdır. Tartışma sadecebelli dönemler için önerilen sıfatlar veya terim/kavramlar üzerinden değil,dönemlendirmelerin kronolojik sınırlan ve içeriği üzerinden de geliştirile-bilir. Uzun Osmanlı tarihinin dönemlendirilmesi de, doğal olarak, bizzatOsmanlı tarihçilerinden başlayarak günümüz modern tarihçiliğine kadartartışılagelen bir konudur. Son yıllarda daha da canlanan tartışmalar, esa-sen 17 . ve 18. yüzyıllarla (ki zam an zam an klasik son rası -postc lassical- ola-

rak da anılır),2

19. yüzyılın nereye oturtulacağı ve nasıl bir dönemlendirmeiçinde anlamlandırılabileceği üzerinde yoğunlaşmasına rağmen, bu tartış-maların önemlice bir bölümü kaçınılmaz olarak "klasik dönem" terimiyleneredeyse eşanlamlı hale gelen 15-16. yüzyılları da içermektedir.

Osmanlı tarihini "klasik dönem" ekseninde tartışan bu panel çerçe-vesinde Osmanlı "klasik dönem"inin neliği, bu tanımlamanın ve onunlaparalel olarak sıkça kullanılagelen "altın çağ" yaklaşımının yarattığı ciddi ta-rihyazımı problemlerinin nasıl aşılabileceği gibi önemli konular panelin di-ğer konuşmacılannca ele alınacaktır.* Benim katkım ise "klasik dönem" ta-nım lam asının Osm anlı çalışmalarındaki kullanımıyla, bu kullanımın tarih-yazımma etkisini tartışmaya açmakla sınırlı olacak. Sunuşun tamamına hâ-kim olan eleştirel yaklaşımımı, dört temel soru/başlık üzerinden geliştire-ceğim. İlle soru "klasik dönem" tanımlamasının Osmanlı tarihçiliğinde

* Panelin diğer konuşm acıları, değerli tarihçilerimiz Mehmet Genç, Mehm et İpşirli ve Gem al Kafa-dar'dı.

9 2 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 95/176

han gi bağlamlarda ve anlamlarda kullanıldığıyla ilgilidir. Böyle bir sun uş undoğal başlangıç noktası olarak gördüğüm bu kısım, diğer konuşmacılarınüzerinde durdukları/duracakları noktalarla muhtemelen büyük ölçüde ör-

tüşecektir. İkinci soru, bu tanımlamanın, konu edindiği özel dönemin çalı-şılmasına analitik, yöntemsel bir katkı ve derinlik kazandırıp kazandırma-dığını tartışmaktadır.3 Üçüncü soru, "klasik" tanımlamasının "altın çağ"vurgusuyla kullanılmasının a) Genel olarak modern Osmanlı tarihyazımı-na olum lu bir etkide bulunup bulunm adığı, ve b) Dönemler arası ilişkilerinkurgulanmasında ne gibi sorunlar doğurduğu/doğurabileceğiyle ilgilidir.Son soru ise, yukarıdaki sorulara yönelik değerlendirmelerin ortaya koydu-ğu sonuçlar bağlamında "klasik" teriminin tarihsel dönemselleştirmeler

çerçevesinde nasıl kavramsallaştırılabileceğine dairdir.

ı . O S M A N L ı Ç A L ı Ş M A L A R ı N D A " K L A S I K D Ö N E M "

a) "Klasik dönem"in kronolojik bağlamı4

Osm anlı tarihçiliğinin "klasik" dönem i hangi kronolojik zam an ara-lığı için kullandığına başta özetle değinmiştik. Oradan da anlaşıldığı gibi,bu konuda tam bir fikir birliğinden bahsetmek mümkün değildir. Yakla-şımla r bakış açısı farklılıklarına, durulan yere, cevabı aranan sorulara ve va-zedilen problemlere göre hayli farklılaşmaktadır.5 Kimi çalışmalar İnal-cık'm anılan kitabının etkisi altında Osmanlı'nın tarih sahnesine çıkışıylabirlikte klasik dönemi başlatmakta ve genellikle 1600 civarında da bitir-mektedir. Öte yandan, ciddi bir analitik kaygısı, temel sorunsalı olmayançoğu çalışma "klasik" terimini basit bir sıfat olarak kullanmakta, bizzatİnalcık'm kitabının içeriğindeki analitik derinliği ve kitabın kronolojik özet

kısmına açıkça yansıyan içsel bir dönemlendirme çabasını gözden kaçır-maktadırlar.6

Daha yaygın ve Osmanlı tarihçiliğindeki egemen yaklaşım ise bu ta-nımlamayı yaklaşık 1400-1600 veya 1450-1566 dönemi için kullanmakta-dır. İlki kabaca yüzyıl dö nüm lerini, ikincisi ise daha belirgin b ir şekilde Fa-tih'ten II. Selim'e uzanan dönemi esas almaktadır. Fakat her ikisi de, ana-litik bir değerlendirmeyle, bir uç devletinden merkezi devlet veya impara-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 96/176

torluk yapısına geçişe ve bu çerçevede Kanuni dönemi sonlarına kadar ger-çekleşen kurumsal, hukuki, ideolojik gelişmelere vurgu yapmaktadır.7 Sa-nat, mimari ve bürokrasinin gelişimi açısından konuya yaklaşanlar ise 17.

yüzyılı da Osmanlı'nın "klasik" dönemi içine dahil etmektedirler. Kimi ta-rihçilerse, Tanzimat'tan önceki dönemi yekpare "klasik dönem" olarak ta-nımlama eğilimindedirler. Elbette bunun değişik versiyonları söz konusu-dur ve birkaçına biraz aşağıda değineceğim.

Bu bağlamda h em en vurg ulanm ası gereken bir başka nokta ise, Os-m anlı tarihinin dön em lendirilmesini b u tanımlam a dışında yapanların ya-nı sıra, Osman lı'ya özel bir dönem lendirme çabasına girmen in gerekliliği-ni sorgulayan yaklaşımların da mevcut olduğudur. Ö rneğin, Kem al Karpat

bu konuda kaleme aldığı önemli makalesinde,8 genellikle klasik dönembağlamında değerlendirilen 1421-1596 tarihleri arasını, yapısal-toplumsaldön üşüm lerin n itelikleri üzerinden "merkezi yarı feodal dön em " olarak ta-nımlarken, Linda Darling tamamen farklı bir dönemlendirme önererek,1300-1550 arasını "Genişleme", 1550-1718 arasını "Tahkim (consolidati-on)", sonrasını ise "Dönüşüm" olarak görmektedir.9 Eleni Gara ise, Os-manlı'ya özgü bir dönemlendirme çabasını pek anlamlı bulmamakta, Av-

rupa tarihinin Ortaçağ, Erken Modern ve Modern Çağlar dönemlendirme-sinin yeterli olabileceğine dikkat çekmektedir. 10 Bir başka Osmanlı tarihçi-si Jane Hathaway ise, Osmanlı'nın tarihi gelişiminin dönemlere ayrılarakincelenmesinin potansiyel tehlikelerine dikkat çekmektedir. Bu girişimle-rin değer yargılarını pekiştirdiğini belirten Hathaway, büyük dönüşüm an-larının uzun oluşu m ve hazırlık dönemleri olduğun u ve bunların da ancakkopuşlardan ziyade sürekliliklere vurgu yaparak hakkıyla değerlendirilebi-leceği görüşündedir."

Bütün bu farklı yaklaşımların kendi içlerindeki doğruluk paylarınıve dönemlendirmenin gerekliliğini tartışmaktan ziyade, aşağıdaki sayfalar-da Osmanlı klasik dönemi bağlamında en yaygın yaklaşımı esas alarak, 15-16. yüzyıllar üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacak ve bu döne-min "klasik dönem" olarak algılanışının tarihyazımma etkileri üzerinde du-racağım. Öncelikle bu dönemin Osmanlı tarihyazımmda hangi özellikleriy-le vurgulandığına bakmakta yarar var.

9 4 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 97/176

b) "Klasik dönem"in içeriği

Hemen söylemek gerekir ki, "klasik dönem" olarak tanımlanan 15-16. yüzyıllar, aslında egemen tarihyazımmda Osmanlı dendiğinde akla ve

dile gelen bütün temel özelliklerle klişe tanımlamaların atfedildiği tarihseldönem dir. Bu dön em öz ü itibariyle her bakımdan Osm anlı gücü nün , dola-yısıyla Türklüğün ihtişamını ifade eder. Bu ihtişamın şahsında bütünleşti-ği simgesel ismi ise Batılılarca "Muhteşem", Türklerce "Kanuni" olarak res-medilen Sultan Süleyman'dır.12

Söz konusu büyüklüğün boyutlarına gelince; 15-16. yüzyıllar, herşeyden önce merkeziyetçi patrimonyal devlet ve onun temel kurumlarının

(Umar, devşirme-kul sistemi ve onlar etrafında geliştirilen öıfi hukuk) ortayaçıkıp pekiştiği dönem dir. B u boyutlar öncelikle Ö. Lütfı Barkan ve a rdındanda Halil İnalcık tarafından işlenmiş ve genel kabul görmüştür. Burada ku-rumsal ve hukuki-idari yapıda mükemmelleşme ve farklı geleneklerin öz-gün sentezine de vurgu vardır.13

Askeri, siyasi, idari alanlardaki yükselişe ilâveten, "klasik dönem"sanat, bilim ve edebiyat, mim ari ve hatta sanayi14 alanlarında da zirven in ya-şandığı dönemdir. Bu bağlamda, 17. yüzyılı da kapsayan "klasik dönem"

Osmanlı'nın kendi özgün maddi ve manevi kültürünü, uygarlığını yarattı-ğı ve en tipik örneklerini ortaya koyduğu dönemi ifade eder.15

"Klasik dönem"de Osmanlı ekonomik ve ticari açılardan da bir dün-ya gücüdü r. Osm anlı D evleti doğu-batı ticaret yollarına eg em en k on um u iledünya ticaretinde önemli bir aktördür. Ayrıca, tarımsal alanda mülkiyet veüretim ilişkileri kodifıye edilmiştir; tarım ve uluslararası ticaretle paralel gi-den fetih ekonomisi de Osmanlı'nın bu alandaki gücünün diğer bir ayağı-

nı oluşturmaktadır. Kimilerine göre, bu güç topluma "refah" olarak da yan-sımıştır. Her ne kadar, Mustafa Akdağ'm çizdiği 15. ve özellikle 16. yüzyıltablosu pek böyle bir manzaraya işaret etmiyorsa da/ 6 16 . yüzyılın hızlı nü-fus artışını açıklayan nedenler arasında göreli siyasi istikrar, toplumsal dü-zen ve yükselen refah da zikredilir. Ömer Lütfı Barkan'm ayrıntılı kanunkülliyatından yola çıkarak "imparatorluğun her köşesinde muntazam çalı-şan m uaz zam bir devlet teşkilatı"na yaptığı aşırı vurg u ile,17 Halil İnalcık'mçifi-hane sistemi üzerinden tanımladığı küçük çiftçi üretimine verdiği

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 98/176

önem,18 yine bu dönem i "klasik'leştiren önem li unsu rlar arasında zikredil-melidir. Mehmet Genç'in Osmanlı iktisadi düşüncesinin temel ilkelerinindaha bu dönemlerden itibaren nasıl biçimlendiğine yönelik öncü kavram-

sal değerlendirmeleri,19

tarihyazımmda şimdiden kendine haklı bir yer alır-ken, sözü edilen iktisadi düzenin rasyonelliği ya da irrasyonelliği ise tartı-şılmaya devam etmektedir.20

Aynı şekilde, "klasik dönem" Osmanlı Devleti'nin uluslararası iliş-kiler alanında bir çeşit "Sü pe r G üç " olarak dünya politikasında söz sahibi vebelirleyici olduğu, her daim hesaba katıldığı bir dönem olarak da ele alın-mıştır.21 Bu değerlendirmenin "cihan devleti/imparatorluğu", "dünya gü-cü " vb. gibi değişik biçimleri oldu ğu gibi, daha bölgesel bir süper güç ya da

İslam dünyasının egemen gücü şeklinde daha ihtiyatlı değerlendirmeler deesas olarak Osmanlı'nın yükselen politik gücüne atıfta bulunmaktadırlar. 22

Mehmet Ali Kılıçbay ise, Akdağ'm toplumsal ve ekonomik problemlerinedikkat çektiği bu dönemde, Osmanlı'nın uluslararası alanda, özellikle de-nizlerde hiç de bir "süper güç" olmadığı kanaatindedir.23 Dolayısıyla tarih-yazımı Osmanlı'nın içerde ve dışardaki gücü konusunda farklı bilgi ve yo-rumlar ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, egemen söylem, bu dönemin

Osmanlı gücünün zirve noktasını temsil ettiği yolundadır. Osmanlı'nın budönem deki itibari güc ün ü, sınırlarını da belirterek elbette, teslim eden Mu-rat Belge, vurguyu değişik bir noktaya yapmakta ve anılan dönemde Os-manlı Devleti'nin artık padişahların şahsi özellikleriyle yönünü değiştire-meyecek derecede anonimleştiğine, nesnelleştiğine ve yerli yerine oturdu-ğuna dikkat çekmektedir.24

Osmanlı "klasik dönemi"nin belki de içi en iyi doldurulabilecek,üzerinde en fazla ittifak edilen boyutu, bir "imparatorluk dili"nin, üslubu-

nun yönetimde, edebiyat, sanat ve mimaride tipik yansımalarını buluşu-dur. H alil İnalcık'tan M urat B elge'ye birçok tarihçi ve sosyal bilimcinin vur-guladığı bu emp eryal söylem 15. yüzyılın ikinci yarısından b aşlayarak bütün16. yüzyıl ve hatta birçok açıdan ciddi sorunlarla boğuşulan ve "klasik" Os-m anlı kurum larının çözülmeye başladığı bir dönem i ifade eden 17. yüzyıl-da da gelişimini sürdürmüştür. Bu söylemle imparatorluk kendi ontolojikve epistemolojik dünyasının temel parametrelerini oluşturmuş, kendine

9 6 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 99/176

dair bir bilinçlilik d uru m u (self-consciousness) yaratmış, bu çerçevede ken-disini başkalarıyla değil kendine atıfla tarif eden (self-referential) bir devletve evren telâkkisi ortaya koymuştur.25 Cemal Kafadar bunu "klasik Osman-

lı uygarlığı" şeklinde ifade etmekte ve bunun edebiyat ve mimari de dahilolmak ü zere değişik alanlardaki sem bolik ifade ve tezahü rlerine dikkat çek-mektedir.26 Halil İnalcık İslam dünyasının siyasi gelenekleri üzerinden"adalet" eksenli ve padişah merkezli bir yönetim anlayışının nasıl daha netbir şekilde form üle edilme ye başlandığına, C ornell Fleischer ise bu bağlam -da Kanuni Süleym an'ın nasıl insanüstü bir konu m a yüceltilerek mehdileş-tirildiğine dikkat çekerler.27 Öte yandan Ahmet Yaşar Ocak bu emperyalsöylemin kendi ortodoksisini yaratarak nasıl bir resmi ideolojiye dönüştü-ğüne, Colin Imber ise Ebussuud üzerinden şeriatla örf arasında nasıl incebir denge, hatta örf lehine formüller çıkarıldığına vurgu yapar.28 Emperyalüslubun diplomatik inşa dilindeki standartlarının oluşması da bütün bun-lara paralel bir başka g elişm e olarak gittikçe daha fa zla tarihçinin dikkatiniçekmektedir.29

"Klasik" dönemde bu alanlardaki gelişmeler iki önemli sonuca hiz-met etmiştir: M eşruiyet ve idealizasyon. Osm anlı siyasi kültürü kendi m eş-

ruiyet çerçevesini çizmiş, içeriğini kendince doldurmuş ve buna paralel ola-rak da bir bakım a ken di kapalı devre sistemini idealleştirmiştir. Bütün bun-lar büyük ölçüde yine anılan dönemin gelişmeleridir.30 Bazı tarihçilerin bu"sistem "in işleyişini, ona b ir çeşit olum sallık da katarak din sel terminoloji ileele alması, örneğin Ahmet Tabakoğlu'nun n ve 18. yüzyıllar arası AnadoluTürk tarihini nizam-ı kadimin ifade si olarak "klasik dö nem " şeklinde tanım-laması ve bunu da İslami "tevhid" inancı ve onun siyasi/kurumsal yansıma-sı olan "üniter d evle f'le özdeşleştirmesi,31 ne kadar farklı düzlem lerde yoru-ma açık bir tarihyazımı problemiyle karşı karşıya olduğumuzun güzel birgöstergesidir. Aynı tanımlamayı kuruluş devrinden 19. yüzyıl ortalarına ka-darki dönem için ön eren Erol Özvar ise, daha seküler bir çerçeve çizmekte,bu bağlamda "klasik dönem"i Mehmet Genç'in vurguladığı temel iktisadiprensipler üzerinden yine bir kadim nizam olarak görmektedir.32

Söz konusu meşruiyet çerçevesi ve ideal sistemin h em Ebu ssuud gi-bi akil adam ları, he m Mo lla Lü tfi ve M usta fa Âli gibi eleştirel mu ha lifleri de

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 100/176

yine 15 -16. yüzyıllarda ortaya çıkm ıştır. Adil ve zalim yönetim in ilk kapsam-lı formü lasyonları yine bu dönem de kaleme alınmaya başlam ıştır. Osman-lı sistemi bir bakıma bu dönemde kendi üzerine düşünmeye başlamış, bu

temel üzerinde 17. yüzyılın nasihatname literatüründe bir çeşit "altın çağ"olarak resmedilmiştir.33 Böylece "klasik dönem" hem Osmanlı'nın kendiimg elem dünyasında he m m odern tarihyazımm da bir "ideal/altm çağ" ola-rak tasvir edilmiştir.34 Bu bağlamda, bir gelişmişlik ve soyutlama düzeyinindurumsal ifadesi olarak "klasik"ten farklı, bir tavır alışı, tutumu ifade edenbir Osmanlı "klasizmi"nden bahsedilebilir. Bu daha ziyade 17. yüzyıl vesonrasının gelişmesidir ve "klasik"in gelenekselleşmesine işaret eder. Baş-ka bir ifadeyle, 15 ve 16. yüzyılın klasik Osmanlı sistemi ve üretimi, bütün

kültürel sembol ve kodlarıyla sonraki yüzyılda kalıplaş(tırıl)mış, giderekmuhafazakârlaşmıştır. Kimi tarihçilerin sonraki dönemlerde ve hatta 19.yüzyıl reformlarında da egemen zihniyetin bu geleneğin ihyasından başkabir şey olmadığı düşüncesi,35 bu açıdan da değerlendirilebilir. Dolayısıylahe m geleneksel hem mo dern Osm anlı tarihyazımı "klasik dönem "i ele alır-ken genellikle bu dönemi bir medeniyet ve kültür dünyasının belirleyiciideolojik, etik ve estetik kurallarının vücut bulduğ u, ku rum sal işleyişin sağ-landığı ve bu temellerde bir gelene ğin inşa edildiği dönem olarak resme der.Üçüncü bölümde tarihyazımı açısından bunun yarattığı sorunlara, son bö-lümde ise "klasik"in kavramsallaştırılması bahsinde bu konuya, yani gele-nek yaratma konusuna, tekrar gelmek üzere bu noktada duralım ve ikincisorumuza geçelim.

2 . " K L A S İ K D Ö N E M " T A N I M L A M A S I 1 5 V E l 6 . Y Ü Z Y I L Ç A L I ŞM A L A R IN A

A N A L İ T İ K , Y Ö N T E M S E L B İ R D E R İ N L İ K K A Z A N D I R M I Ş M I D I R ?

Bu soruya olumlu cevap vermek zor görünüyor. "Klasik d önem " ta-nımlamasının Osmanlı tarihindeki yaygınlığına rağmen, terim esas olarakbasit bir sıfat olarak kullanılm anın ötesine geçmem iştir.36 En iyi halde, "kla-sik" terimi, yukarıda değindiğim gibi, Osmanlı gücünün ve merkeziyetçiyönetiminin bütün boyutlarıyla kurumsallaştığı, kendi geleneğini yarattığıdönemi ifade eden bir çarşaf terim olarak algılanmış, bu algılama üzerin-den tarihçiler arasındaki ortak dilin bir klişesi olagelm iştir. B un un la birlik-

9 8 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 101/176

te bu yüzeyselliği aşan çalışmalar da eksik değildir hiç şüphesiz. CornellFleischer'in dönemin ideolojisini yine dönemin kimi şahsiyetlerinin yaz-dıkları üzerinden değerlendirdiği, kullandığı kaynağın kendisini manipüle

etmesine izin vermem eye çalışan mesaisini;

37

Ahm et Yaşar Ocak'm yine bualanda klişelere itibar etmeyen m esa feli tarihçiliği38 ile, Colin Imber'in Os-manlı împaratorluğu'nun her şeyden önce bir "hanedan devleti" olduğunuve her hanedan devletinde gördü ğüm üz "m eşrulaştırma" m ekanizm alarınabaşvurduğunu vurgulayan eleştirel çalışmalarını bunların sadece öne çıkanbirkaç örneği olarak zikredebiliriz.39 Tarihçiliğinin kimi problemli yanları-na rağmen, Mustafa Akdağ'm toplumsal sorunlara ve yönetim-halk gerili-mine belki herkesten daha fazla eğilen çalışmaları, Özer Ergenç'in 18. yüz-

yıla kadar uza nan dön em in iktisadi, idari ve mali tarihiyle kent tarihi üzeri-ne analitik tarihçiliği40 ve nihayet Suraiya Faroqhi'nin dönemin hemen herboyutu üzerine sosyal bilimlerin geniş perspektifinden kaleme aldığı iyi bi-linen uyarıcı, eğitici ve öğretici kitap ve makaleleri, Rifa'at Ali Abou-El-H aj'm Osm anlı tarihinin "klasik dönem "ini de içine alan uzun bir bölümü-nün Avrupa'daki Erken Modern Dönem muadilleriyle aynı kuramsal vekavramsal düzlemlerde ele alınması gerektiğini ısrarla vurgulayan eleştirelkatkıları yine bu dönemin tarihyazımma analitik derinlik katan çalışmalarbağlamında mutlaka zikredilmelidir.41 Cengiz Orhonlu, Machiel Kiel, SalihÖzbaran, İ. Metin Kunt, Cemal Kafadar, Michael A. Cook, Colin Heywood,Heath Lowry, Huricihan îslamoğlu, Amy Singer, Leslie Peirce, Karen Bar-key, Linda Darling, Mehmet Öz ve daha birçoklarının nitelikli tarihçilikle-riyle bu liste daha da uzatılabilir süph esiz.

Ancak, bu bağlamda Halil înalcık'ı istisnai bir yere koymak gerekir,înalcık'm gerek Osmanlı merkeziyetçiliğinin oluşum sürecine, gerekse tı-

m ar ve kul sistemi üzerinden gerçekleşen kurum sallaşmanın dinamiklerinedair Barkan'ı tamamlayan öncü çalışmaları iyi biliniyor. Bunlar bir yana,înalcık'm Osm anlı îm parato rluğu'nu ve tarihini daha geniş evrensel katego-riler çerçevesinde anlama ve anlamlandırma yönündeki mesaisinin sonun-da "çift-hane sistemi" adını verdiği daha teorik bir formü lasyon a ulaşm ış ol-m ası konum uz açısından önem lidir. B u formülasyonuyla o, Osm anlı İmpa-ratorluk tecrübesini hep dikkati çekegeldiği "yakmdoğunun antik imparator-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 102/176

luk ge leneği"nin bir parçası olarak karşılaştırmalı tarih düz leminde daha dasomutlaştırmışta. İnalcık burada, "klasik dönem" üzerinden Osmanlı İmpa-ratorluğu'nun sosyo-ekonomik formasyonunu ziyadesiyle sui generis bir ta-rih tecrübesi olarak değerlendiren Barkan'dan ayrılır ve Osmanlı tarihinin"klasik" döneminin daha derinlikli bir analizini gerçekleştirir.

Aslında benzer toplumsal ve ekonomik analizlerin daha erken ör-neklerini Marksist tarihyazımmda da görürüz. Bu bağlamda ilk ciddi for-mülasyonlar 1960'larm sonlarından itibaren Sencer Divitçioğlu gibi iktisat-çılarca geliştirilmiş, gerek o dönemin gerekse sonraki dönemlerin egemeneğilimlerine paralel olarak Asya Tipi ya da Feodal Üretim Tarzı'nm değişikvaryasyonları Osmanlı tarihine uyarlanmaya çalışılmıştı.42 Konumuz açı-

sından önemli nokta şurasıdır: Marksist tarihyazımınm ürettiği literatürünçok büyük kısmı ile Osmanlı toplumsal formasyonunun doğasına yöneliktemel formülasyonlarmm neredeyse tamamı "klasik dönem"e dair baştaBarkan, İnalcık, daha az derecede de Köprülü ve Akdağ gibi önde gelen ta-rihçilerimizin ürettiği olgusal bilgiler üzerine in şa edilmiştir. Hatta 19 . yüz-yıla dair ekonomik bağımlılık ve yarı-sömürgeleşme gibi tartışmaları bile,büyük ölçüde "klasik dö nem "in temel kuru msa l yapısının daha ziyade dış-sal faktörler vasıtasıyla ç özü lüşü süreci olarak ele alınmıştır.43

Halil İnalcık'm Marksist olmayan tarihçiliğinin son dönemde üret-tiği "çift-hane" modeli esas olarak klasik dönem kurumsal yapısı üzerinekurulu olsa da, bu noktada Tanzim at dönem ine kadar Osm anlı toplumsal-ekonomik yapısının temelinin bu sistemin sürekliliği üzerinden ele alın-ması gerektiğini ileri sürer. Böylece, analizinde iç dinamikleri ve süreklilikunsurlarını ön plana çıkarır. Bu, Halil İnalcık'm Osmanlı tarihyazımmdakibelki de en kalıcı katkısında merkezi konumu neden Osmanlı "klasik dö-

nem"inin aldığını da bir bakıma açıklar. Gerek Marksist tarihçiler, gerekseHalil İnalcık bu çerçevede yazdıklarıyla esasen "klasik dönem" tanımlama-sını kavramsallaştırmaktan veya ondan yola çıkarak bir analiz geliştirmek-ten ziyade, Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyo-ekonomik düzeninin doğa-sını çözümlemeye çalışmışlardır.

Böylece yukarıdaki sorunun cevabı da zannederim kendiliğindenortaya çıkmış oluyor: Zikrettiğim bu ça lışmalar (ve tabii ki anam adığ ım da-

100 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 103/176

ha birçokları) tarihçileri kaçınılmaz olarak 15-16. yüzyıllara götürmüş, do-laylı olarak bu ve benzeri analizlerle Osmanlı "klasik dönemi"nin içinindoldurulmasına önemli katkıda bulunmuştur. Yani bu dönemin tarihsel

analizine bir derinlik kazand ırmışlardır. Am a, bunda anılan dönem in a pri-ori "klasik" olarak tanım lanıyor o luşu nu n h erha ngi bir analitik katkısı oldu-ğunu sanmıyorum. Bu anlamda "klasik" terimi analiz aracı olarak bizatihikavramsal bir boyut kazanmamıştır. Aksine, bu gibi çalışmalar 15-16. yüz-yılların "klasik dönem" olarak tanımlanmasına, yani "klasik" teriminin birsıfat olarak daha da pekişmesine katkıda bulun mu ştur.

Madalyonun bir de öbür yüzü var ki böyle bir değerlendirmede enazından değinilmeyi hakediyor: Yukarıda andığım ve "klasik" dönemin içe-riğini derinleştirmeye çalışan başta Barkan ve inalcık olmak üzere a z sayıda-ki tarihçinin katkılarına ra ğm en, Osm anlı çalışmaları belki de en klişe ve sığürünlerini yine bu alanda üretmiştir. Benim de parçası sayılabileceğim vedoğrudan "klasik dönem"i kapsayan defteroloji alanını kastediyorum. Bunoktada söz konusu dönem ile tarihçinin kaynak malzemesi arasındaki iliş-ki o derece organiktir ki, Bahaeddin Yediyıldız tam da bu dönemin "tahrirdefterleri çağı" olarak da tanımlanabileceğini ileri sürer bir çalışmasında.44

Bir bakıma haklıdır da. Çünkü tahrir defterleri, Osmanlı klasik dönemininen temel kurumlarından timar sisteminin işleyişi açısından hayati önemesahip bir bürokratik takip ve kontrol mekanizmasının ürünüdür. İçerdiğitoplumsal, ekonomik ve demografik veri yığınını bir an yok farzederseniz,bu dönem e dair ne B arkan'm ne de İnalcık'm yukarıda andığım çalışmalarıortaya çıkardı. Dönemin "klasikliğinin büyük kısmı gider, geriye elimizdehaneda nı ve onun sadık askerlerinin askeri başarılarını ve faziletlerini yücel-ten, ya da entrikalarını yeren vakanüvis tarihleriyle genelde merkezi yöneti-

m in başını ağrıtan taşradaki rutin yaşa m ı bozan gelişmelerden bizi hab erdareden mühimmelerin ortaya koyduğu insicamsız bir manzara kalırdı. Bu dö-neme ait az sayıdaki kadı sicili de tek başına tahrir defterlerinin yerini dol-duram azdı. Tahrir defterlerinin bütün bu ön em ine ve anlamlı analizlere izinverebilecek potansiyeline ra ğm en Osm anlı çalışmalarında hakettiği derinlik-te kullanıldığını söylemek zordur. Barkan ve inalcık'm öncü analizlerininüzerine ye ni boyutlar katan incelemelerin sayısının bir elin parm aklarından

D Ü N S A N C I S I I O I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 104/176

daha fazla olduğu nu söylemek de ne yazık ki m üm kü n değil. Öyle ki, klasikdönemin merkeziyeçiliğinin temel kurumlarından timar ve devşirme-kul sis-temlerinin işleyişi üzerine dahi yarım yüzyıl veya daha önce kaleme alman

birkaç çalışma dışında esaslı monografilerden hâlâ mahrumuz.Bu niçin böyle? Burada y ine bir tarihçilik z aafı ile karşı karşıya oldu-

ğumuzu düşünüyorum. Yukarıda andığım isimlerin bütün çabalarına rağ-men, üzerinde çalışükları dönemin, eksiği gediğiyle gerçekten Osmanlı tari-hin in "klasik" çağı olduğu na dair inançları, onlardan etkilenen, eleştirel oku-m a ve yazma zaafı içindeki yeni kuşak tarihçi kitlesinin büyük çoğunluğunu nkatmerli özensizliğiyle birleşince ortaya çıkan sonuca pek şaşırmamak gere-kir aslında. M. Belge'nin, yer yer aynı terim eşliğinde bu dönemi ele aldığıkapsamlı çalışmasında "klasik" terimini sık sık bu dönemi çalışan tarihçileriçin de kullanması, burada yine bir tarihyazımı sorunuyla karşı karşıya oldu-ğumuz konusunda bir başka uyarı olarak da görülebilir.45 Dönemin ihtişamı-nın özellikle Barkan tarafından O smanlı merkeziyetçi yönetiminin kurum salteşkilatlanmasının mükemmeliyetiyle izah edilmesi, sanat tarihçilerinin bü-yük kısmının bu dönemi neredeyse Mimar Sinan ve onun muhteşem eserle-ri ile eş tutması gibi örnekler çoğaltılabilir. Öte yandan, özellikle yirminci

yüzyıl başının kimi yabancı tarihçilerinin söz konusu dönemdeki Osmanlıgücünü devşirme-kul sistemi üzerinden gayri-Türk unsurların ve kurumla-rın katkısıyla izah etm eye çalışmaları, buna karşı ge lişen tepkisel tutum un dabütün bir Osmanlı tarihini basit bir hata-sevap cetveli üzerinden okuması,genellikle sevapları Türk ve Müslümanlığa, hataları da devşirme ve dönmele-re maletme eğilimi içinde tarih yazdıkları da aynı şekilde bir gerçektir. Çoğutarihçinin yükselme ve askeri genişleme dönemine tekabül eden Osmanlı"klasik" döneminin yukarıdaki sayfalarda değinilen ihtişamını, doğrudan dö-nem in "mu hteşem " sultanlarına atıfla izah etme yolunu tuttuğu da bu aradabelirtilmelidir. Birçok çalışma ise, bunların tüm üne veya bir kısm ına b ir ara-da vurgu yapmıştır. Böylece, oldukça tek boyutlu bir "klasik dönem" manza-rası özellikle 'modern' yerli tarihçiliğimize ve zihinlerimize nakşedilmiştir.Eleştirel bir göz için problem ya da yanlışlık dönemin bu boyutlarını çalış-makta değil, bunu tekdüze, çoğunlukla abartılı, duygusal, yani bilimdışı birhaletiruhiye ve zihinsel yaklaşım içinde yapıyor oluşumuzdadır.

104M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 105/176

Bir diğer ilginç nokta ise Türkiye'deki modern tarihyazımmm Köprü-lü, Barkan, İnalcık ve Akdağ gibi önde gelen pratisyenlerinin hem en hep sininm esailerinin neredeyse tamam ını ya da ağırlıklı bir kısm ını bu dönem e hasret-

miş olmalarıdır. Akdağ'm hayli özgün ve fakat tartışmalı tarihçiliğini bir yanabırakacak olursak; diğerlerinin modern tarihyazımm m m esafeli, eleştirel, ana-litik yaklaşım ve yöntemlerini Türkiye'de yerleştirmeye çalışan en önemli ta-rihçiler olmasına rağm en, Osm anlı tarihinin özellikle bu dönem inin, bir son-raki bölümd e değineceğim, gü nü m üz tarihçiliğindeki egem en yaklaşımını na-sıl değerlendirmek gerekir? Genel olarak Osmanlı tarihi, bilhassa da "klasikdönem" çalışmaları özellikle Türkiye'de soğukkanlı bilimsel bir analizin nes-nesi olmaktan hâlâ neden çok uzak? Bir dizi açıklama getirilebilir, Türkiye'nin

yaşadığı siyasal, toplumsal ve ideolojik süreçlerin, eğilimlerin tarihyazımı üze-rindeki konjonktürel etkisi üzerinde durulabilir. Kötü eğitim ve özensiz yetiş-tirmeye vurgu yapılabilir. Kurumsal/yapısal sorunlara dikkat çekilebilir.46

Ama bunda bizzatihi Osmanlı "ihtişamı"nm (kendi göreliliği içindeelbette) ve aynı derecede göz kamaştırıcı ürünlerinin cazibesinin de önemlibir rolü olduğunu düşün üyoru m. T arihçilerin, bunlara bigâne kalamad ığı ye-terince açık. Sadece bu dö nem in m im ari ve edebi ürünlerini kastetmiyorum.

Sanat ve edebiyat söz ko nu su olduğun da estetik haz , takdir ve hayran lık duy-gulan son derece masum, insani ve hatta meşru görülebilir. Ama iş buradakalmıyor. Tarihçiler olarak artık sadece dönem in ba şan lanm öven vakanüvistarihlerinin coşkulu ve coşturucu dili karşısında d eğil, Başbakanlık A rşivi'n inönümüze serdiği bir imparatorluk bürokrasisinin baş döndürücü mükem-meliyetçiliğinin z engin ve karm aşık ürü nleri karşısında da gardımızı kolaycadüşürüyoruz. Adeta imparatorluk bürokrasisine teslim oluveriyoruz. Ve ta-rihçiliğimiz bu noktada da bir yara alıyor. Osm anlı bürokrasisinin kâtip ve şa-

kirtleri, kıvrak kalemleri, fahiş hatalara pek rastlanmayan titiz hesaplamalanve bitmek b ilmez enerjileriyle bizleri esir alıyor. Kim i tarihçilerin "belge feti-şizmi" diye bahsettikleri şey, kısmen biz tarihçilerin Osmanlı kalem ehlineolan bu aş ın güven ve hayranlığımızdan ileri geliyordur belki de.

Yu kan da d eğindiğim defterolog tarihçilerimizin m alzemeleriyle olanilişkisi de biraz buna benzer. 1450'lerde n 1580'lere uzan an dö nem den kalm abinlerce defterin format ve içerik olarak önümüze serdiği düzenlilik sanki

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 106/176

bizlere Osmanlı "klasik" döneminin bir başka alametifarikası olarak dillendi-regeldiğimiz nizâm-ı âleminin en açık delili olarak görünüyor. Defterlerinboy ve içerik olarak giderek bü yüm esi, serpilip zen ginleşm esi, bize başka açı-

lardan bir klasik dönem turu attırıyor. Osmanlı'nın ürettiği defterlerin 17.yüzyılda bile değişm eyen bu n itelikleri, ulaşılan zirvenin yalnızca sanat, ede-biyat ve mimaride değil bürokraside, kayıt tutma sanatında bir sonraki yüz-yılda da sürdü ğünü , hatta gelişerek sürdüğ ünü düşündürtür. Alanına ve mal-zem esine tutkulu bir defterolog, bu dönem in tem sil ettiği kuru m sal gelişmeve yapılanmanın neredeyse tek başına tahrir defterleri üzerinden okunabile-ceğini bile ileri sürebilir. B u açıdan bakıldığında Osm anlı klasik dönem i def-terolog tarihçiler için "tahrir defte rleri" demektir. Oysa, sorun tam da burada

başlamaktadır: Tarihçinin temel arşiv kaynağına dönük bu tutkusu, ayaklarıkolayca yerden kesebilmekte, "görme" yeteneğini ciddi ölçüde dümura uğra-tabilmektedir. Malzemeye duyulan aşk, giderek onu üreten sisteme, düzenehayranlığa dönüşebilmekte; bu hayranlığın tarihyazımmdaki yansıması ise,bir döneme ve o dönemi yaşatan devlete övgü, onu yüceltme olmaktadır.

Böyle bir etkinin altında eziliyoruz adeta. Tahrir defterleri üzerin-den Osmanlı merkeziyetçiliği, ve onun iki temel kurumu timar ve kul sis-

temi gözlerimizi kamaştırıyor. Buradan kusursuz işleyen bir devlet meka-nizm ası, sağdu yu ve dirayet timsali sultanların çıkarttığı ayrıntılı kanun lar-la olabildiğince gö zetilen ve çiftinde çubuğund a asud ehal yaşayan m utlu bir"reaya", kendisine verilen timarlarla en uzak taşralarda devletin gücünütem sil eden, savaş zam anı cebelüleriyle savaşa "eşen"* kul sipahilerden olu-şan bir nizâm-ı âlem tablosu çiziliyor. "Klasik dönem"in zihinlerimizdekibu "nizam "ı Osm anlı tarihinin önceki ve sonraki bütün dön emlerini gölge-si altında karartıyor, hatta onlara da nizam vermeye çalışıyor, ki burada

üçüncü temel sorunumuza geliyoruz.

3 . O S M A N L I T A R I H Î N E " K L A S İ K D Ö N E M " G Ö Z L Ü Ğ Ü Y L E B A K M A K

"Klasik dönem"in gölgesinin diğerleri üzerinde yalnızca bir karart-ma etkisi yarattığını söylemek yetersiz olur. Bu dönem, tarihçilerce aşırı bir

* Osm anlı bürokratik dilinde savaşa giden -ed.n .

106 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A "K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 107/176

şekilde merkez i kon um a yerleştirilmesi sonucu , kend i içinde açık veya örtükbir tarihyazımsal takıntı (historiographical obsession) nesnesi haline gelebi-lirken, kendisini önceleyen ve ardından gelen dönemlerle ilişkilerin sağlıklı

kurulam am asm a da yol açabilmektedir. Bun dan, dön em lerarası süreklilik vekopukluk unsurlarıyla, iyice belirginleşen bir çeşit hiyerarşik ilişkiyi kastedi-yorum. Ne demek istediğimi önce ilkinden başlayarak açmaya çalışayım.

"Klasik dönem" tanımlaması ona atfedilen içeriğiyle esas olarak bü-tüncül bir olumluluk taşımaktadır. Bu, dö nem in yekpare bir yükselm e dö-nemi olarak görülmesine yol açabilmekte, tarihçinin bilişsel tavrı döneminkendi içindeki kırılma, gerilim ve çatışma unsurlarıyla dinamiklerini, za-man zaman içine düştüğü yapısal zaaf noktalarını gözden kaçırmasına yol

açabilmektedir. Çok sayıda örnek verilebilir: Kardeş katli ilkesi ile şehzadekavgalarının yarattığı kronik istikrarsızlık ve bunun toplumun değişik ke-simlerini de etkilemesi klasik döne min üzerinde yeterince durulm ayan birboyutudur. Şerafettin Turan'm yıllar önce kaleme aldığı mükemmel çalış-m a bile bu konud a yeni kuşak tarihçilerde kalıcı bir ilgi uyan dırama m ıştır.47

Aynı şekilde, "klasik dönem"in neredeyse mottosu olarak sürekli tekrarla-nan 'adalet' ilkesi ve onun icra örgütünün merkezinde bulunan kadılar için

uygulanan maaş/gelir sisteminin özü itibariyle yine ciddi bir istikrarsızlıkve yozlaşma potansiyeli taşıdığı dikkatlerden kaçmaktadır. Nihayet, döne-m in bir kanunlar ve kanun nam eler dönem i olmasına rağm en, vergi ödeyenreaya kitlesinin her fırsatta Osmanlı yönetimine, en azından Anadolu'da,başkaldırmaktan vazgeçmemiş oluşu bu dönem tarihçilerinin yeterinceüzerinde durmadıkları bir diğer gerilim/çatışma unsurudur. Bu bağlamda,Osmanlı-Safevi rekabetinin çok yönlü etkileri ise ancak son zamanlarda ye-niden ilgi odağı olmakla birlikte, hâlâ yeterli değildir.

Ayrıca, Osmanlı tarihinin Fatih öncesi dönemiyle sonraki "klasik"dönem arasındaki süreklilik ve kopuş unsurlarının yeterince incelendiğini,ciddi ve yaratıcı sorularla araştırıldığını söylemek çok zor. "Klasik öncesi"dönemin, birkaç istisna dışında, günümüz Osmanlı tarihçiliğinin ilgi oda-ğının çok dışında kaldığını, bu konularda neredeyse elli yıl öncesine kadaryapılanların boşluğu doldurduğunu söylemek mümkün. Bunun belki tekistisnası, Osmanlı kuruluş dönemi tartışmalarının 1980'lerden sonra bir

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 108/176

hayli canlanm ış ve orijinal araştırmalarla oldukça yen i yoru m lar üretm iş ol-masıdır.48 Bu bağlamda, "klasik dönem'le organik ilişkisi içinde ele almanbelki de tek husus, bizzat Osmanlı tarihyazımı geleneğinin bu geçiş döne-

m inin ü rün ü olması ve kendi içinde hayli ilginç analizlere im kân verm iş ol-masıdır. Bununla birlikte, genel olarak söylemek gerekirse, bu dönemlerarasındak i ilişkiye egem en tarihçi bakışı oldukça kom partman talisttir. A yn ıdurum, "klasik sonrası" dönemle ilişkiler için de söz konusudur; ancak bunispeten daha iyi işlenmiş olduğu için burada daha fazla üzerinde durma-yı gereksiz görüyorum .49 Sonuç olarak vurgulamak istediğim nokta, günü-m üz Osm anlı tarihçiliğinin büy ük bir kısm ının esas itibariyle, açık veya ör-tük, "klasik dönem" parametreleri ile çalışan bir zihinsel tutum içinde ol-

duğu, ve dönemler arası süreklilik ve kopuşlara, veya Hathaway'in de haklıolarak dikkat çektiği gibi, belli tarihsel anların uzun ve karmaşık hazırlıkdönemlerine yeterince eğilmediğidir. Bu bağlamda, dönemlendirme çaba-ları, bütün tartışmalı yanlarına rağmen daha da önem kazanmaktadır. Bu-nun için belki de Kemal Karpat'mkine benzer, yapısal, toplumsal düzlem-deki değişim ve dönüşümlere, aralardaki kırılma noktalarına daha fazlaeğilmek gerekmektedir. Bu anlamda "klasik dönem"in tarihçinin gözündediğer dönemlerden niteliksel bir farklılığının olmaması gerekir.

Yukarıda bahsettiğim hiyerarşi konu su burada öne m kazanıyor. Os-m anlı tarihinin bir dönem inin, ki kaçınılmaz olarak kendi içinde sisteminien iyi oturtmuş olduğu düşünüleninin, "klasik dönem" olarak tanımlama-sının , bu uzun tarihin değişik dön em leri arasında tehlikeli bir özcü (essen-tialist) hiyerarşi yaratılm asına bilinçli ya da bilinç siz bir katkı yaptiğı düşü n-cesindeyim. Bu, tarihi akışın sürekliliğinin anlaşılıp kavranması önündeciddi bir engel olduğu gibi, her şeyi "klasik" dönemden başlatmak, oradaki

kurumlar ve hâkim prensipler üzerinden bütün Osmanlı tarihini açıklamaeğiliminin pekişmesi anlamına gelir. Hâlâ ciddi zaaflarla malûl olan tarih-çiliğimizin, yukarıda değindiğim, araştırma nesnesi ile duygusal ilişki kur-m a eğilim i de hesab a katıldığında, duru m daha da vahim leşebilir. Böyle ba-kıldığında, "klasik dönem"in kahramanları ve ihtişamıyla, 17-18. yüzyıllarınsefahata düşmü ş sultanları, yolsuzluğu g öm ülm üş yöneticileri ve askeri ba-şansızlıklarıyla, 19 . yüzy ılın ise Batılılaşm a gaflet, dalalet ve hatta hıyanetiy-

10 6 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 109/176

le tam bir izmihlal dönemi olarak dönemler hiyerarşisinde kendilerine at-fedilen değer yargılarıyla yerlerini almalarına fazla şaşmamak gerekir.Özellikle Türkiye'deki akademik tarihçiliğin dilinin neden en ziyade bu

noktalarda popüler tarihin diline yaklaştığı bu bağlam da daha iyi anlaşılabi-lir sanıyorum . Yukarıd a değ indiğim gibi, tabii ki burad a da kabahat "klasik"teriminde değildir. Söylemek istediğim, terimin kendisinin doğuştan prob-lemli olduğu değil, terimlere atfedilen ya da onlara eşlik eden içsel anlam-ların tarihyazımma potansiyel etkisine dikkat çekmektir. Belki de buradayapılması gereken, Hathaway'in çok yerinde sözleriyle, "kolaycı bir yol tu-tup Süleyman çağı üzerindeki gizemi kaldırmaya, önceki veya sonraki dö-ne m in 16 . yüzyıl kadar üretken, yaratıcı, aydınlık olduğ un u ispat etmeye ça-lışmak değil, her şeyden önce bizleri bir "altın çağ"dan bahsetmeye zorla-yan (zihinlerimizdeki) niteliksel hiyerarşiyi topyekûn terketmektir."50

"Klasik dönem"i Osmanlı tarihinin adeta mihenk taşı, milâdı gibialma eğilimi yüzündendir belki de, örneğin, çoğu tarihçimizi 19. yüzyılıçalışırken bile, özellikle mülkiyet/üretim ilişkileri konusunda "klasik" dö-nemin verileri üzerinden analiz yürütürken görmemiz. Eğer bu ilişkilerinbütün b u süreçte esasta değişme den kaldığı ileri sürülüyorsa, bu tür bir ar-

gümantasyon tabii ki geliştirilebilir. Ama bunun doğru yolunun, aradaki17. ve 18. yüzyılların esaslı değişim ve dönüşümlerini atlayarak, görmez-den gelerek, ya da kolayca klasik dönem kurumlarının talihsiz bir bozul-ma/çözülme süreci olarak görmek olup olmadığı tartışılır. Aynı şekilde,17. yüzyıl sonrasında timar sistemine ne olduğu sorusunun hâlâ sorulma-yışı, cevapsız kalışı, hiçbir ciddi araştırmaya konu olmayışı da belki yine"klasik dö nem " m erkezli bu zihinse l tutumla ilgilidir. Dahası, klasik döne-min bu derece merkezi bir kurumunun ne zaman ve nasıl ortadan kalktı-ğını bile doğru dürüst bilemiyoruz. Benzer bir soru devşirme-kul sistemiiçin de geçerlidir. Yeniçeri Ocağının 1826'da kaldırıldığını hepimiz biliyo-ruz. Ya bu tarihe kadar devşirme uygulamasının ve yeniçeriliğin pratiktealdığı şekiller, geçirdiği dönüşümler? Soruları istediğimiz kadar çoğaltabi-liriz. Örneğin, Halil înalcık'm klasik dönem üzerinden formüle ettiğinibelirttiğim çifi-hane sistemi bağlamında söyleyecek hiçbir sözümüz yokmudur? En azından, bu sistemin 17. yüzyıldan sonraki macerasını da ta-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 110/176

kip etmek, bu macerayı 18. yüzyılın dönüşümleri üzerinden 1858 AraziKanunu'na giden süreç içinde değerlendirebilmek çok mu anlamsız olur-du? Tabii ki bunu İnalcık'm kendisinden beklemek haksızlık olur; bu an-

lamda tarihçiliğimizin bireysel koşular kadar bayrak yarışma da ilgi göster-mesinin gereği ortadadır.

Klasik dönemdeki işleyişlerini bile henüz layıkıyla inceleyememiştarihçiliğimizin, bu kurum ların "bozulm a" ve "yozlaşma" serüvenlerini in-celemeye değer görmediğini söyleyebilirsiniz. Ya da tarihçiliğimize egemenolan tarzın da ha ziyade b ilindik, kolay u laşılan, kolay çalışılan, kolay anlaşı-lan, klişe veriler içeren (tahrir defterleri gibi) kaynaklara olan düşkü nlüğü -ne de dikkat çekebilirsiniz. Her iki durumda da soru ya da problematiküretmekten adeta kaçman tarihçilerimizin işin kolayına kaçıp kendine birdönem ya da kaynak grub u seçerek işe başlama ve hep öyle kalma eğilimi-ni de görmezden gelemeyiz. Osmanlı tarihçiliğinin, ele alman farklı dö-nemleri problematik bazında boylamasına kesen ve bir yandan da her dö-ne m i kendi içinde an lamlı sorularla açan, boyutlandıran ve derinleştiren b irzihinsel devrime ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Bunun rahatımızı birazkaçıracağı kesindir. Ama inanıyorum ki, bu daha heyecan verici ve doyuru-

cu kulvarlar açacaktır önümüzde. Ancak o zaman "klasik dönem"in diğerdöne mler ka rşısındaki eşitsiz ağırlığını tartışma gere ği ortadan kalkacaktır.

4 . S O N S Ö Z Y E R I N E : " K L A S I K " I N K A V R A M S A L L A Ş T ı R ıI M A S ı M Ü M K Ü N

O L A B I LI R M I ? M Ü M K Ü N O L D U Ğ U N D A S O R U N U M U Z Ç Ö Z Ü LÜ R M Ü ?

Bütün bu söylediklerimde belli bir doğruluk payı olduğunu düşün-sek bile, buradan "klasik" tanım lamasından topyekûn vazgeçm ek gerektiği

sonucu çıkar mı? H iç zannetmiyorum . Tam olarak ulaşamadığım ız, kendi-ni belli belirsiz görebildiğimiz, ama her halinden, tavrından etkileyici bircazibe akan bir sevgili (bunun cinsiyetinin pek önemi var mı? Divan şiirin-de mahbubun kimliği/cinsiyeti çok mu önemliydi?51) karşısında içine düş-tüğümüz bir platonik aşk durumu gibi görebiliriz Osmanlı tarihinin bir bö-lümüne yakıştırdığımız "klasik" tanımlamasını. Sözcüğün kendi dışsal an-lamı, etkileyiciliği, müzikalitesi tek başına yeterli olabilir mi? Bu son bö-lümde, Osmanlı bağlamında bu kadar konuşup, kendi içsel anlamını hiç

10 8 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 111/176

sorgulama dığımız bu sıfat-sözcüğe biraz yakından bakıp, ondan bir terim-kavram yaratılıp yaratılamayacağına değinerek bitirmek istiyorum.

Nedir "klasik?" Bu yazının bağlam ı içinde ondan n e anlaşılabilir? Y a

da ne anlaşılmalı? Bun a bağlı olarak sorulacak ikinci soru, doğrudan bu ya-zının problematiğiyle ilgili: "Klasik" teriminin tarih araştırmalarında bir ana-liz aracı olarak kavramsallaştırılması m üm kü n m üdü r? Ya da bu terim, ken-di başına bir açıklayıcı değere sahip o labilir mi? Bu sorun un karşılaştırmalıtarihin zengin kulvarlarına dalmayı gerektiren bambaşka bir tartışmayı ge-rektireceği açıktır ve tatminkâr bir cevabın ipuçları belki de bu sempozyu-mun diğer seksiyonlarında bulunabilir. Bununla birlikte tartışmayı tarihçile-rin de gü nde min e taşıyacak bir iki nokta üzerinde durm ak yararlı olabilir.

"Klasik" sözcüğünün herhangi bir sözlüğe bakıldığında karşımızaçıkacak anlamları bu konuda bize yardımcı olabilir: Biçim, üslup ve içerikitibariyle geleneksel olan; uzun bir dönem boyunca kullanılan ya da oluşanbir üslup; bizatihi standart olan ve oluşturan. Klasik sözcüğünün bu terim-sel anlamlarının daha ziyade sanat, edebiyat ve mimari çalışmalarda kulla-nıldığını hem en belirtmek gerekir. Bu anlamlarıyla "klasik" terimi Osman-lı bağlamında da geçerlidir ve bu alanlardaki çalışmaların bu terim-kavram

kullanılmadan yapılması neredeyse mümkün değildir.Aynı terimi Osmanlı tarihinin bir dönemi için de benzer bir içerik-

le kullanma k ne derece müm kün dür? Bu yazıda ele alman ve zam an aralı-ğı bazen daralan bazen genişleyen "klasik dönem" de bir "gelenek" olarakgörülebilir her şeyden önce: "Kendi geleneğini yaratan" dönem. Başka pa-ralel veya yan a nlam lar da önerilebilir: K endi gelişim sürec i içinde bir n ihaiaşamayı temsil eden, ve sonraki dönemler için "norm, model, değer oluştu-ran" dönem. Bu açıdan bakıldığında, "klasik" dönemin gelenek oluşturan,

kurumsallaşan, kalıcılaşan boyutlarıdır sonraki dönemlerde ya olduğu gibiya da kısmen dönüştürülerek örnek alınan. Bunun daha ileri aşamasındaise, değişen çağa yaratıcı dinamizmiyle cevap verme konusundaki bir aczinya da reaksiyoner bir tutumun ifadesi olan "geleneği ihya" çabalarının dakendine örnek alarak idealleştirdiği dönemdir "klasik dönem".52 Bu boyu-tuyla bir anlamda "kendi kendini açıklayan" (self referential), bu derecemerkez i konum uyla da, şüphesiz ki, "imtiyazlı" dönemdir.53

DÜN S A N C ı S ı

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 112/176

Yukarıdaki boyutlar üzerinden gittiğimizde, "klasik" kavramı tarih-sel dönemlendirmeler bağlamında daha ziyade retrospektif niteliğiyle öneçıkar. Osmanlı'nın "klasik" tabir olunan döneminin, yarattığı kültürün de-

ğişik alanlarında kendi klasiklerini de üretmiş olduğunu söylemek müm-kün se de, bu oturumdaki su nuşun da Cem al K afadar'm haklı olarak sordu-ğu gibi, bunlar bizatihi bu dönemde "klasikleştirilmiş'ler midir?54 Eğer,"klasik" terim-kavrammm içinde kendine dönük bilinçlilik durumu (self-consciousness) temel bir özellik olarak görülecekse, bu soruya olumlu ce-vap verilmesi gerekir. Ancak, bu durumda "klasik" tanımlamasmdaki ret-rospektif boyutla, kendi döneminde klasikleş(tiril)me durumu nasıl bağ-daştırılabilir? "Klasik"in her iki özelliği birlikte içinde barındırdığı ya da ba-

rındırabileceğini düşünmek de mümkün olabilir elbette.Bütün bu tanımlamalar ve onlara eşlik eden soruları (tabii ki daha

fazlasını da) Osmanlı "klasik dönem"i bağlamında düşünmek ve sormakgerekir. Her birine verilebilecek cevaplara göre "klasik" sözcüğünün, içeri-ği belirsiz bir sıfat olmaktan çıkıp, kendi içinde analiz değeri olan bir kav-rama dönüştürülm esi ve Osman lı tarihinin dönem lendirilmesi çabalarındaanlamlı bir yer alması pekâlâ m üm kün dür. Kavramsallaştırma sorunu ken-

di içinde böylece bir ölçüde çözülebilir. Ancak bu durumda bile, söz konu-su terim-kavramm tarihyazımmda sorunsuz bir şekilde kullanılabileceğisanılmamalıdır.

Tarihsel dönem lendirme ve ona eşlik eden isimlendirm e girişimle-rinin kronolojik anlamda içeriğinin doldurulmasının kendi içindeki güç-lükleri bir yana, yukarıda genellikle gözardı edildiğini belirterek geçtiğimmekânsal boyut da mutlaka hesaba katılmalıdır. Bu ise önümüze başkagüçlükler çıkarır. Örneğin, Osmanlı "klasik dönemi"inin bu döneme dam-gasını vuran özellikleriyle Balkanlarda, Anadolu'da veya Arap eyaletlerindeaynı boyutta ve senkronik yaşandığını söylemek ne kadar mümkündür?M erkeziyetçi devlet, gelişm iş bü rokrasi, temel kuru m lar, huk uk, sanat, ede-biyat, mimari, vs. gibi özellikler üzerinden tanımlandığında merkezdenuzak eyaletlere ve farklı kültürel coğ rafyalara gidildikçe silikleşen veya kay-bolan (ya da hiç varolmayan) bir "klasik" dönem görmek bizleri şaşırtma-malıdır. Bunun için belki de her dönemlendirme girişiminin, "hangi Os-

112M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 113/176

manii" ya da "Osmanlı'nın hangi bölgesi" için ve hangi düzlemde geçerliolduğu ya da olabileceği konusu her zaman akıllarda tutulmalıdır.

Örneğin, Arap eyaletlerinin birçoğu için Osmanlı yönetimi bir Pax-Ottomanica'yı ifade edebilir. Ancak bunun içinin yerel ölçekte hangi dö-

nem de ne derece "Osm anlı"nm "klasik" unsurlarıyla doldurulduğu sorusu-nu cevaplamak sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Osmanlı Devleti'nin bubölgelere etkin ve dönüştürücü bir bilinçle bakmaya ve kendi kurumlarıylakalıcı bir şekilde müdahale etmeye başladığı dönemin hiç de yukarıdakisayfalarda anılan "klasik" dönem olmadığı, belki de 19. yüzyıl olduğu ilerisürülebilir. Bu gecikmiş bir Osmanlılaştırma girişimi olarak da görülebilirve modern merkeziyetçi devlet oluşumu bağlamında değerlendirilebilir.

Eğer böyle ise, 15-16. yüzyılların (hatta 17. ve 18. yüzyılların) "klasikliğininbu bölgeler için ne ifade ettiği ya da edebileceği üzerinde ciddi bir şekildedüşünmek gerekir. Bu açıdan bakıldığında, hangi dönem için kullanılırsakullanılsın, Osmanlı "klasik dönem"i tanımlamasının tarihyazımı açısın-dan anlamı ve açıklayıcılığı diğer dönemler için kullanılan tanımlamalar-dan n e bir eksik ne de bir fazlad ır. Dolayısıyla, belki bir emperyal yap ı veyasistemin kurucu unsurları ve dinamiklerini ya da bizatihi emperyal söyle-min kendisini anlamamıza yardımcı olabilecek bu tanımlamanın, içeriği

itibariyle ne kadar kavramsallaşürılmış olursa olsun, örneğin, sosyal tarihaçısından m ekân sal ölçekte pek bir analitik değeri olmayabilir.55 Bu ve ben-zeri sorular çeşitlendirilebilir elbette; ancak bu yazının m uhte m el sorularınhepsini sorma gibi bir amacı yoktur. Yukarıdaki sayfalarda dile getirilen fi-kirler sadece birer örnekten ibarettir.

"Klasik dönem" ekseninde yürütülen bu sınırlı eleştirel değerlendir-m e bizi tekrar tarihya zım m m üç boyutlu doğasına getiriyor. Sadece tarihya-

zımınm değil, tarihsel soruşturmanın nesnesi anlamındaki tarihsel geçmi-şin de iç içe geçmiş boyutlarıdır zaman, mekân ve söylem. Her üç boyuttada anlamlı ve tatminkâr bir şekilde örtüşen döne mlem e yapm anın zorluğu,belki de imkânsızlığı üzerinedir bütün bu söylediklerim.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 114/176

N O T L A R

1 Yorum lama ile spekülasyon arasındaki ince ayrım üzerine bkz. A. Turan Alkan, Yol Türküleri, İs-

tanbul: Ötüken Yay., 19 99 ,16 8- 19 5.

2 Osm anlı tarihinin bu dönemini esas olarak sürekli dış müdaha leler bağlamında ele alan bir yorum

için bkz. Özer Ergenç, "Halk ve Devlet", Yonca Anzerlioğlu, ve diğerleri (ed.), 80. Yılında TürkiyeCumhuriyeti ve Demokrasi, Ankara: Hacettepe Ünv. Yay., 2004, içinde, 136-138.

3 Burada bir taraftan da, Rifa'at Abou-El-Haj'm sunduğu basit örnekte olduğu gibi (Modern Devletin

Doğası, Ankara: İmge Yay., 2000, 31), 16-17. yüzyıllar İngiltere'sinde çok yaygın olan ve sistemin

işleyiş mekan izmasının bir parçası haline gelen yolsuzluk ve rüşvetin İng iliz tarihçilerce me şru bir

araştırma k onusu olarak rahatlıkla incelenebilmesine rağm en, O smanlı tarihçilerinin Osmanlı'da-

ki benzer olayları bir kalemde kınam a re flekslerinin ortaya çıkardığı m esafe du ygusu v e profesyo-

nellik zaafını kastediyorum elbet.

4 Tarihsel dönem lendirmelerin aynı zamand a birer genelleme içerdiği, vurgulanan özelliklerin anı-

lan dönemin tamamına teşmil edilip edilemeyeceği zaman zaman haklı olarak tartışılmasına rağ-men, bu bağlamda mekânsal boyut genellikle gözden kaçırılmaktadır. Bu önemli noktaya son bö-

lümde değineceğim; dolayısıyla bu başlık altında "klasik dönem" tanımlamasını, tarihyazımmda-

ki egemen kullanımını takip ederek, yalnızca kronolojik boyutta ele alacağım.

5 Burada değinilen farklı dönem lendirmelerin her birine ayrı ayrı kaynak gösterme gereği duymu-

yorum. Özellikle son yirmi otuz yılda kaleme alman eserlerin, kitap ve makalelerin tümünde bu

yaklaşımların biri veya diğerini görmek mü mk ündür. Bu literatüre aşina olmayan okuy ucunun işi-

ni kolaylaştırmak için iki büyük derlemeyi önerebilirim: Güler Eren (ed.), Osmanlı, 12 cilt, Ankara:

Yeni Türkiye Yay., 1999; Hasan Celal Güzel, ve diğerleri (ed.), Türkler, cilt 9 , 1 0 ve 11, Ankara: Ye-

ni Türkiye Yay., 2002.

6 Halil İnalcık'm münh asıran dönemlendirme konusunu ele aldığı bir makalesi için bkz. "Periods in

Ottoman History", Halil İnalcık, Essays in Ottoman History, İstanbul: Eren Yay., 199 8, içinde, 15-28.

7 Osm anlı tarihinin tam da bu dönem ine yönelik değerlendirme ve yorum larını yakın zamanda ki-

taplaştıran Murat Belge de, II. Mehmed'le başlayan söz konusu dönemi 'imparatorluk' kavramı ile

ele alarak mevcut literatüre katılmaktadır. Bkz. Osmanlı'da Kurumlar ve Kültür, İstanbul: Bilgi Üni-

versitesi Yayınları, 2005, 70.

8 Bkz. "Osm anlı Tarihin in Dön emleri, Yap ısal Karşılaştırmalı Bir Yak laşım ", Kemal Karpat (ed.),

Osmanlı ve Dünya, Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, İstanbul: Ufuk Yay., 2000, içinde,

119-145.

9 Lind aT . Darling, "Another Look at Periodization in Ottoman History", TSA Journal, 26/2 (2002),9-28.

10 "Ottoman Periodization", H-TU RK, 2 Şubat 20 04 .

11 Jane Hathaway, "Problem of Periodization in Ottoman History: Fifteenth through the Eighteenth

Centuries", TSA Bulletin, 20/2 (1996), 31.

12 Bu dönem üzerine iki önem li derleme için bkz. Gilles Veinstein (éd.), Soliman le Magnifique et son

Temps, Paris, 1992; Halil İnalcık ve Cemal Kafadar (éd.), Süleyman the Second and His Time, İstan-

bul: The ISIS Press, 1994.

1 1 2 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 115/176

13 Örnek olarak bkz. İlber Ortaylı, "Osm anlı İmparatorluğu'nda Millet Sistem i", Türkler, cilt ıo, için-

de, 217. Ayrıca bkz, Cemal Kafadar, "The Ottomans and Europe", Thomas A. Brady, Jr, ve diğerle-

ri (ed.), Handbook of European History, 1400-1600, E. J. Brill, Leiden, New York, 1994, içinde, özel-

likle 619 vd.

14 Bkz. Ümit Koç, "Klasik Dönem Anadolu Sanayii Üzerine Bir Değerlendirme (1500-1605)", H asanCelal Güzel, ve diğerleri (ed.), Türkler, cilt 10 , içinde, 771 vd.

15 Bu alanlardaki gelişmelerin toplu bir değerlendirmesi için yukarıda anılan Osmanlı ve Türklere ila-

veten bkz. Gilíes Veinstein (ed.), Solimán le Magnifique et son Temps, 195 vd.; Halil İnalcık ve Ce-

mal Kafada r (ed.), Süleyman the Second and His Time, 257 vd..

16 Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İçtimai ve İktisadi Tarihi, 2 ciít, İstanbul: Tekin Yay., 1977; aynı yazar,

Celali İsyanları, Türk Halkının D irlik Düzenlik Kavgası, İstanbul: Bilgi Yay., 1975.

17 Barka n'm bu yaklaşımı çeşitli makalelerinde veciz ifadelerini bulm uştur. Topluca bkz. Türkiye'de

Toprak Meselesi, Toplu Eserler, 1, İstanbul: Gözlem Yay., 198 0.

18 Bkz. "The Çift-hâne System and Peasant Taxation", Halil İnalcık, From Empire to Republic, İstan-bul: The ISIS Press, 1995, içinde 61-72. Bu çalışmanın değişik versiyonları için bkz. Aynı yazar,

"Village, Peasant and Empire", Halil İnalcık, The Middle East and the Balkans under the Ottoman

Empire, Bloomington: Indiana University Press, 1993, içinde, 136-160; aynı yazar, Osmanlı İmpa-

ratorluğumun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Cilt 1,1300-1600, Eren Yay., 2000,187-225.

19 Bkz. Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İstanbul: Ötüken Yay., 2000,

Birinci Bölüm'deki makaleler, 43-96.

20 Alkan, 178-185.

21 Bu görüşün oldukça etkili bir sunu mu ve Kılıçbay tarafından şiddetle eleştirilen bir örneği için bkz.

Durm uş Hocaoğlu, "Tarih, İlim ve Pratisyen bir Apoloji" ve "İhtilafta Rahm et Vardır", Mehm et Ali

Kılıçbay, Benim Polemiklerim, Ankara: İmge Yay., 1995, içinde, 233-256.22 Bkz. Kafadar, 608 -60 9; Feridun Emecen, "Sultan Süleyman Çağı ve Cihan Devleti", Hasan Celal

Güzel, ve diğerleri (ed.), Türkler, cilt 9, Ankara: Yeni Türkiye Yay., 20 02 , içinde, 501 vd.. Avrupa'da-

ki Osmanlı gücünün boyutları üzerine değerli bir çalışma için bkz. Gülru Necipoğlu, "Süleyman

the Magnificent and the Representation of Power in the Context of Ottoman-Hapsburg-Papal Ri-

valry", Halil İnalcık ve Cemal Kafadar (ed.), Süleyman the Second and His Time, içinde, 195-202.

23 Bkz . Kılıçbay, Benim Polemiklerim, 171-186, 219-232, 257-272. Murat Belge de, denizlerin Osmanlı

devinin en zayıf yanı, 'Aş il topuğu' olarak kaldığına özellikle dikkati çekiyor {a.g.e., s. 77). S alih Öz-

baran'm Osmanlıların anılan dönemdeki deniz gücünün özellikle uzak iklimlerdeki macerasının

kimi ayrıntılarına ve sınırlarına dair çalışmaları ile İdris Bostan'm Osmanlı denizciliğinin teknikve teşkilat boyutundaki özellikleri üze rine a raştırmalarının bu gibi tartışma ve yorum lara çok yön-

lü katkı sunduğunu burada bilhassa zikretmek gerekir. Özellikle bkz. Salih Özbaran, Yemen'den

Basra'ya Sınırdaki Osmanlı, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004; İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkila-

tı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Amire, Ankara: TTK Basımevi, 1992. Ayrıca bkz. Colin İmber, "The

Navy of Süleyman the Magnificent", Archivum Ottomanicum, VI (1980), 211-282; aynı yazar, The

Ottoman Empire 1300-1650. The Structure of Power, New York: Palgrave, 2002 , bilhassa ss. 287-317;

Elizabeth A. Zachariadou (ed.), The Kapudan Pasha an d his Domain, Rethymnon: Crete University

Press, 2002.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 116/176

24 Belge, 74.

25 Bkz. Alkan, 169 .

26 Kafadar, 598 vd., ve özellikle 60 9 vd.

27 Bkz. Halil İnalcık, Osmanlı'da Devlet, Hukuk, Adalet, İstanbul: Eren Yay., 2000; aynı yazar, "State

and Ideology under Sultan Süleyman I", The Middle East an d the Balkans under the Ottoman Empi-re, içinde, 70-96; aynı yazar, "Comments on "Sultanism": Max's Weber's Typification of the Otto-

man Polity", Princeton Papers in Near Eastern Studies, Number 1 (1992), 49-72 (Türkçesi için bkz.

Dünü ve Bugünüyle Toplum ve Ekonomi, 7 (1994), 5-26); Cornell Fleischer, "The Lawgiver as Mes-

siah: The Making of the Imperial Image in the Reign of Süleyman", Veinstein (ed.), Solimán le

Magnifique et son Temps, içinde, 159-177.

28 Ahm et Yaşar Ocak, "Idéologie offıcielle et reaction populaire: un aperçu general sur les mouve-

ments at les courants socio-religieux a l'époque de Solimán le Magnifique" Veinstein (ed.), Soli-

m an le Magnifique et son Temps, içinde, 185-192; Colin Imb er, "Süleyman as Caliph of the M uslims:

Ebû's-Su'ûd's Formulation of Ottoman Dynastic Ideology", Veinstein (ed.), Solimán le Magnifiqueet son Temps, içinde, 179-184.

29 Bu konuya dikkati çeken en son çalışma için bkz. Mehmet Şakir Yılma z, "Koca N işana" of Kanu-

ni: Celalzâde Mustafa Çelebi, Bureaucracy and "Kanun" in the Reign of Süleyman th e Magnificent

(1520-1566), Basılmamış Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi, Tarih Bölüm ü, Ankara, 20 06 .

30 Söz konusu meşrulaştırma çabalarının Osm anlı'nın kendi tarihyazımma yansımalan üzerine ayrıntı-

lı bir değerlendirme için bkz. Ahmet Güneş, "Tarih, Tarihçi ve Meşruiyet", OTAM, 17 (2005), 131-201.

31 Ahmet Tabakoğlu, "Klasik Dönemde Osmanlı Ekonom isi", Türkler, cilt 10, içinde, 654 vd.

32 "Osm anlı Tarihini Dönem lendirme Meselesi ve Osman lı Nasihat Literatürü", Dîvân, 1999/2, sa-

yı: 7,150-151.

33 Bkz. Mehm et Öz, Osmanlı'da "Çözülme" ve Gelenekçi Yorumcuları, İstanbul: Dergah Yay., 1997.

34 Bu tanımlamanın eleştirel bir değerlendirmesi için bkz. Cem al Kafadar, "The Myth of the Golden

Age: O ttoman H istorical Consciousness in the Post-Süleymanic E ra", H alil İnalcık ve Cem al Kafa-

dar (ed.), Süleyman the Second and His Time, içinde, 37-48. Osmanlı imgesinin kimlik boyutu için

bilhassa bkz. Salih Özbaran, Bir Osmanlı Kimliği, 14. - 1 7 . Yüzyıllarda Rûm/rümi Aidiyet ve İmgele-

ri , İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004; Taner Timur, Osmanlı Kimliği, İstanbul: H il Yay., 198 6. Osman-

lı imgesinin kendi dünyası dışında aldığı biçimler için ise bkz. Dünyada Türk İmgesi, ed. Özlem

Kumrular, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2005.

35 Kılıçbay, 97- 107.

36 Çalışmalarını çoğu zama n bu gibi kavramlar üzerinden yürüten sanat tarihçilerini şüphesiz ki budeğerlendirmenin dışında tutuyorum.

37 Bkz. Tarihçi Mustafa Âli, Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları 1986.

Buna rağmen, kendisi tam da bu noktadan eleştirilmekten kurtulamamıştır. Bkz. Rhoads Murp-

hey, "Mustafa Ali and the Politics of Cultural Despair", IJMES, 21 (1989), 243-155.

38 Örneğin bkz. Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), İstanbul: Tarih Vakfı

Yurt Yayınları, 1998.

39 Bkz. Colin Imber, "Süleym an as Caliph of the Mu slims"; aynı yazar, The Ottoman Empire, The

Structure of Power, 1300-1650, Hem pshire ve New York: Palgrave M acmillan, 20 02 .

1 1 4 M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 117/176

40 Her biri önem li maka leleri dışında burada yalnızca bir eserini zikretmekle yetiniyorum: Osmanlı

Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara: Ankara Enstitüsü

Vakfı Yay., 19 95.

41 Bu çalışmaların bir değerlendirmesi için bkz. Yun us Uğur, "Rifa'a t Ali Abou-El-Haj: Osm anlı Dev-

let ve Siyaset Yapısına Farklı B ir Bak ış", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 1/2 (2003), 585-619.42 Bu çalışmaların genel bir değerlendirmesi için bkz. Halil Berktay, "Tarih Çalışmaları", Cumhuri-

yet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 9 (1983), 2456-2474.

43 16 . yüzyılla 19. yüzyıl arasında geçen dönem in bu klişe izahına bir nebze derinlik kazandıran ise

Wallerstein'in Kapitalist Dünya Sistemi tezi olmuştur, ki burada da ağırlık dışsal dinamiklere ve-

rilmektedir. Bu yaklaşımın uyarıcı bir eleştirisi için bkz. Ahmet İnsel, "Tanrı'nm Hikmetinden

Sermayenin Hikmetine: Wallerstein Tarihinin Bir Eleştirisi", Ahmet İnsel, İktisat İdeolojisinin Eleş-

tirisi, İstanbul: Birikim Yay., 1993, içinde, 215-137. Dışsal faktör tartışmasını, Osmanlı'daki doğru-

dan olumsuz etkisinden ziyade, 17. yüzyıldan itibaren görünür bir şekilde yükselişe geçen 'Avru-

pa'nın arayı hızla açması ve küresel sistemin parametrelerini değiştirmesi' bağlamında değerlen-

diren benzer iki yaklaşım için bkz. Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi,

İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2000, 38-40; Belge, a.g.e., 83-84.

44 Bkz. Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1985 , 4.

45 Belge, a.g.e., örneğin bkz. s. 93 ve diğer yerlerde.

46 Bu konulan ele alan bir başka çalışmam ız için bkz. Oktay Özel ve Gökhan Çetinsaya, "Türkiye'de Os-

manlı Tarihçiliğinin Son Çeyrek Yüzyılı: Bir Bilanço Denem esi", Toplum ve Bilim, 91/Kış (2001), 8-38.

47 Bkz. Kanuni'nin Oğlu Şehzade Bayezid Vakası, Ankara, 1961. Nispeten yakın zamanlarda yayımla-

nan bir çalışma (Mehmet Akman , Osmanlı Devletinde Kardeş Katli, İstanbul: Eren Yay., 1997) ise

konuy u esas olarak huku ki boyutlarıyla ve huku kçu gözüyle ele almaktadır.

48 Cemal Kafadar'ın Between Two Worlds. The Construction of the Otoman State (Berkeley, Los A nge-les, London: University of California Press, 1995) adlı çalışması tek başma bu tartışmaların güzel

bir değerlendirmesini sunmak tadır. Ayrıca bkz. Heath Lowry, Nature of Early Ottoman State, Bing-

hamton: SUNY, 2002; Oktay Özel ve Mehmet Öz (der.), Söğüt'ten İstanbul'a, Osm anlı Devleti'nin

Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, İkinci baskı, Ankara: İmge Yay., 2005. "Kuruluş" meselesine dair en

yeni yorumlardan biri için bkz. Belge, a.g.e., 5-24.

49 Burada, Abou-El-Haj'm yukarıda anılan kitabı ve diğer mak alelerinin yanı sıra son yirmi yılda

önem li bir sayıya ulaşan "gerileme/inhitat" (decline) literatürünün bü tününü kastediyorum.

50 Hathaway, 26.

51 Walter G. Andrew s ve Mehm et Kalpaklı, The Age of Beloveds. Love an d the Beloveds in Early-ModernOttoman an d European Culture an d Society, Durham and London: Duke U niversity Press, 200 5.

52 Bunu n Osmanlı sanatındaki izdüşüm leri için bkz. Filiz Yenişehirlioğlu, "Klasik Dönem O smanlı

Sanatı", Türkler, XI, içinde, 825. Bu noktada, M. Belge'nin şu veciz ifadesini tam da konuyla ilgisi

açısından alm ülamakta yarar görüyorum: "... insanlar ancak bir şey o şey olmaktan çıkınca bunu n

bilincine vanr ve onu restore etmeye kalkışırlar" (a.g.e., 61).

53 "Klasik"in bu anlamda tarihsel dönem ler için kullanılması düşünce sine bu sempozyu mda Sayın

Burhanettin Tatar'ın klasik metinler için kullandığı "imtiyazlı metinler" tabirinden vardığımı he-

men belirteyim.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 118/176

54 C. Kafad ar'm aynı paneldeki konuşm asından.55 Bu bağlamda O smanlı tarihi ekseninde uyancı katkıları olabilecek bir tarihyazımı tartışmasının

ana unsurları konusunda bkz. Suraiya Faroqhi, Osm anlı Tarihi N asıl İncelenir?, İstanbul: TarihVakfı Yurt Yay., 2001; Ehud Toledano, "What Ottoman History and Ottomanist Historiography

Are - Or, Rather, Are Not", Middle Eastern Studies, 38/3 (2002), 195-20 7; aynı yazar, "Some G ene-ral Comments on the State of Ottoman Studies", H-TURK, 4 Kasım 2002; Virginia Aksan, "Fol-low-up to Ehud Toledano's Posting", H-TURK, 10 Kasım 2002.

118M O D E R N O S M A N L I T A R I ' H Y A Z I M I N D A " K L A S I ' K D Ö N E M "

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 119/176

Y A P I L I R K E N T A R İ H Y A Z M A K ( M I ? )

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 120/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 121/176

T A R I H , T A R I H Ç I V E E N T E L E K T Ü E L I

KAM U SALLI K BAĞLAM IND A

TÜRKİYEDEN GÜNCEL DEĞİNMELERı . B I L G I A L A N ı N ı N K A M U S A L L ı G ı K A R Ş ı S ı N D A U Z M A N V E T A R I H Ç I

öyle bir önkabul ile başlayalım: Bütün bilgi alanları her şeyden evvelkam usal m erak alanlarıdır. O halde, bilgi alanları üzerinden zam anla"uzmanlık'larm, bilimsel disiplinlerin, dolayısıyla da bu temeldemesleklerin doğması bu alanları kamuya kapatır mı? Kapatmadığını

görm ek için hayata bakm ak yeterlidir sanıyorum . S oruy u başka türlü de for-m üle edebiliriz: K am uya açık bilgi alanlarındaki bu tür uzm anlıkla r ve mes-lekler kamusal alana ya da en geniş anlamıyla bilgi alanına yapılmış profes-yonel ve entelektüel müdahaleler midir? Kestirmeden cevap verelim: Evet!

Eğer bu sorular doğru sorulmuş ise ve cevaplarda da aşağı yukarımutabık isek, bu yazının çerçevesi de baştan belirlenmiş oluyor: a) "Tarih"bir bilgi alanı olman ın yanı sıra, ve aynı zamanda, en geniş anlamıyla kam u-

sal bir alandır da. Dolayısıyla, bir meslek adamı olarak tarihçi de sınırsız su-ların seyyahı entelektüel de kamu sal şahsiyetlerdir; b) He r ikisinin k am u vekamusal alanla ilişkisi doğası gereği problemli bir ilişkidir, c) Bu sorun ta-rihçiyi ve entelektüeli zaman zaman zor durumda bırakır, aynı anda onlarıbirbirine ve kamuy a he m yaklaştırır hem uzaklaştırır. B irinin kam uyla ölçü-süz yakınlaşması, hatta örtüşmesi onun diğeriyle olan ilişkisini de zora so-kabilir, ve nihayet, d) İkisinin birden kamu/kamusal ile eşzamanlı olaraktam örtüştüğü anlar, durumlar ise her ikisinin de ölümü anlamına gelir.

O halde, aşağıda okuyac aklarınız bu düşün celer eksen inde tarihçi veentelektüelin farklı ama yer yer kesişen dünyalarına, doğası gereği kamu vekam usalla ilişkili faaliyet alanlarına ve bu ilişkinin yarattığı zorluklara dairserbest vezin ve dipnotsuz kimi değerlendirmelerden ibarettir.

Yazının başlığındaki tarih sözcük-terimini bu yazının bağlamı için-de "kamu" ve/veya "devlet" olarak da okumak mümkündür. Ne de olsa ta-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 122/176

rih bir ortak yaşanmışlığa» ortak geçmişe değin bir algı, kavram ve disipli-nin adı değil midir? Söz kon usu ortak yaşan m ışlık ve geçm iş hakkında o ta-rihin bir parçası, mirasçısı olan toplumu oluşturan bireylerin söz söylemehakkı ne kadar doğalsa, aynı geçmişe ait düşüncelerin kolektif olarak devle-

tin veya kamuoyunun üzerinden de dile getirilmesi en azından teorik ola-rak olağandır ve öyle de görülm elidir.

Ortak geçmişin bilgisinin üretimi üzerinden vücuda gelmiş birmeslek adamı, yani "uzman" kişi olarak tarihçiyi böyle bir denklemde nere-ye koymak gerekir? Tarihçi basitçe ifade edecek olursak kamu ya da devletadına ge çm işin kayd ını tutmakla ya da bilgisini üretm ekle görevli bir kâtip,bir "devlet m em ur u" mu dur? Y a da aynı basitlikte düşü nürsek, kam uyu ve

"kam uoy u"nu oluşturan toplumsal aktörlerden herhang i biri mi? Eğer öyleise, onu aynı kam un un bir başka me nsubu ndan , diyelim ki, edebiyatçıdan,şairden farklı kılan nedir? Tarihçiyi, diğerlerinden ayırıp tarihçi yapan uz-manlığın, mesleğin bir özelliği, en azından geçmişin bilgisini üretme konu-sunda b ir ayrıcalığı, bir özerkliği yok mudu r? M eslekler, meşruiye t ve işlev-lerini her durum da devletten veya kam uda n m ı alırlar? B elki de soruyu baş-ka türlü sormak gerekir: Tarihçi mesleğini kurumsallaşmış sistemin birparçası, devlet me m ur u veya kam usa l bir şahsiyet olarak icra ediyor ise, ya-

ni on un toplum sal me şruiyeti ve bilim sel otoritesi zaten böyle bir m ekaniz-manın üzerinden kuruluyorsa, bunun aksini düşünmek mümkün müdür?Tarihçinin bir işvereni olduğu müddetçe, bu işveren, ister devlet ister özelkurumlar olsun, tarihçi üzerinde belli bir yetki ve iktidar sahibi konumunagelmez mi? Tarihsel geçmişin "bilgi"sinin üretilmesi konusunda tarihçiyiuz m an kişi olarak ortaya çıkaran ve meşru laştıran tem el etken ve otorite neise, onun tarihçi üzerinde zaman zaman etkisini ve otoritesini kullanmak

istem esi, tarihçiden ş u veya bu yönde bilgi üretm esini, ya da belli alanların,olayların, olguların bilgisinin üretiminden uzak durmasını talep etmesi nekadar anormaldir?

Bu sorular yalnızca tarihçi değil diğer bütün uzmanlıklar ve uz-manlık alanları için de söz konusudur şüphesiz. Bunlara verilecek cevap-lar da bizi eninde sonunda "bilgi ve iktidar" problemi ya da sarmalı için-den konuşmaya götürür; ya da bunu zorunlu kılar. Belki de bu noktada

12 2 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 123/176

doğru tutum bu sarmalın dışından bakabilmek ve oradan bilgi üretim sü-recinin ve m ekan izm asının içsel boyutlarıyla ilgili sorular sorm ak, geliştir-mek olabilir.

Böyle bir bakış açısının bizi götüreceği bir diğer önem li nokta, muh-temelen, mesleklerin, uzmanlıkların kendi meşruiyet ve otoritesini bizzatkendilerinden aldıkları düşüncesi olacaktır. Üstelik söz konusu uzmanlık,yine en geniş çerçevesi içinde düşünüldüğünde, evrenin ve insanlığın bilgi-si bağlamında ortaya çıkmış ise, bu alan üzerinde hangi otorite sınırlayıcı,yönlendirici hak ve yetki iddiasında bulunabilir diye de sorabiliriz. Ya daşöyle: Bilgi üzerind e, bilginin üretim sürecine "dışsa l" bir otoritenin iktida-rı söz kon usu o labilir mi? B u soruya cevabım ız teorik olarak pekâlâ "hayır!"

olabilir. Ama bu yine de bize gerçeğin yalnızca bir parçasını, ve muhteme-len yalnızca teme nni edilen kısm ını verir, daha fazlasını değil. Çün kü, yineinsanlığın ortak tarihi açıkça gösteriyor ki, "bilgi" dünyevi iktidarların enönemli dayanak ve silahlarından biri olagelmiştir. O derece ki, bunu artıktartışmıyoruz bile. Bu anlamda bilginin değerini sadece ve sadece bizatihi"kendinde" görmek eğer bir cahillik değilse, en güzelinden naif bir tutumolsa gerektir. Zira, bilgi daima, ve aynı zamanda, ona atfedilen "kullanımdeğeri" üzerinden de tanımlanmış, değerlendirilmiş, "hakikat"le olan iliş-kisi açısından değil gündelik sorunların çözümü bağlamında araçsallaştırıl-mıştır. Bu tarz bir değerlendirme şüphesiz ki bilginin bizatihi kendisinedışsal bir toplumsal, siyasal/ideolojik dünyanın karmaşık mekanizmalarıve diyalektiği ile sıkı sıkıya ilişkilidir ve bu yazının temel sorun salı b akım ın-dan hayati önemi vardır.

Bu noktada bilgiyi saf bir form olarak da görmek m üm kü n değildirartık: Bilgi üretim sürecinin en m eşru ve hattâ yegâne yolun un "bilim" üze-

rinden gerçekleştirileni olduğu yolundaki modern inançlarımız, yine birkaçyüzyıldır bizi bilgiden (sophia, hikmet) ziyade bilim bağlamında düşünme-ye ve konuşmaya sevk etmiştir. Bilim ise, insanlık tarihinin görece yeni biraşamasında yine bir iktidar mücadelesinin içinde biçimlenmiş ve meşru-iyetini doğrudan parçası olduğu siyasi-toplumsal süreçlerden almış bir bil-gi üretim yöntemi, m ekan izma sı ve hatta sistemidir. Tıpkı kendisinden ev-vel felsefe ve dinlerin sunduğu bilgi evrenlerinde olduğu gibi. Tarihsel ola-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 124/176

rak bilim hem dinsel hem felsefî alanla, "evren"le yakından ilişkili, hattaonların içinde kendine belirgin bir yer edinebilmiş, çok sonraları her ikisi-ne karşı bir "bağımsızlık" mücadelesi vererek kendisini onlardan ayrıştır-m ıştır. Bu sürecin bizatihi ken disi "tarihsel"dir ve görüldü ğü üzere toplum-

sal-siyasi alanda, yani kamunun ve devletin temel aktörler olduğu kulvardaverilen iktidar mücadelesiyle de doğrudan ilişkilidir. Kendi doğasmdaki bu"politik" boyuttan bağ ım sız bir bilim d üşün ülem eyec ekse eğer, bilim sel bil-gi üretim i eksenind e ortaya çıkan, belli ku rum sal yapılarca onaylana n, m eş-rulaştırman uzmanlıklar ve buradan doğan mesleklerin de belli bir politikboyut ve iktidar bağlamında eleştirilmesi, m eşruluklarının sorgulanm ası oderece doğal sayılmak gerekir; pratik de hep böyle olagelmiştir zaten.

Belli "bilim kurumları" çerçevesinde icra edilen bir uzmanlık ala-

nı, bir meslek olarak tarihçilik ve şüphesiz diğer bütün sosyal ve beşeri bi-lim disiplinleri, iktidar yapıları ile bu derece sıkı ilişki içinde ise, söz ko-nusu meslekler bilim üzerinde yükselseler dahi iktidardan tamamen ba-ğımsız bir meslek adamlığını düşünmek mümkün müdür? Bunun kestir-me bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Mesleğin sınırları çerçevesinde"kendisi için üretilen" bilgi, ya da "kendinde bilgi" söz kon usu olduğundameslek adamı olarak tarihçinin özgürlüğünü kısıtlayan herhangi bir ikti-

dardan söz etmek mümkün olmayabilir elbette. Tarihçi burada hayli öz-gürdür denilebilir; üstelik politik alan/olan ile organik bir ilişki içine gir-m ek zorunda da değildir. Buna şim dilik me sleki refleks açısından "doğru "(correct) konum diyelim.

Bununla birlikte, şunu da çok iyi biliyoruz: Tarihçinin ürettiği bu"saf bilgi", hakkında olduğu nesnesi sebebiyle veya onun üzerinden ka-m usallaştığı anda ise bilginin "k ullanım değeri" öne çıkar. Bu , bilgiye dış-sal bir süreci ifade eder; dolayısıyla burada kamusal aktörler devreye girer.Bu aktörlerin en merkezi ve güçlü olanı da kamuyu temsil ettiğine inanı-lan veya ka m u üzerinde n fark lı iktidar gruplarının eylem li gücün ü m eşru-laştıran "devlet" olduğuna göre, bilginin kullanım değeri üzerindeki engüçlü ve meşru belirleyici ve tabii ki gerektiğinde sınırlayıcı otorite olarakbizatihi devletin ortaya çıkmasına şaşırmamak gerekir. Çoğu zaman ka-munun ortak yararı retoriği veya refleksiyle hareket eden devlet, yeri gel-

1 2 2 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 125/176

diğinde kamusal ortak geçmişi de sahiplenir ve o geçmişin genel resmine,o resmi oluşturan bilgi alanına müdahale edebilir veya çoğu zaman ederde. Bunun bir adım ötesi ise, meslek adamı olarak tarihçinin uzmanlık

alanına, doğrudan mesleğin icrasına, yani bilgi üretim sürecinin kendisi-ne müdahaledir.

Hiçbir uzmanlık alanı ve meslek, kamusal merak ve bilgi alanınıntümüne yönelik ihtiyaca, talebe ve bilgilenme arzusuna tek başına tatmin-kâr cevap veremeyeceğine göre, böyle durumlarda her şeyden önce normal-de tarihçinin arazisi(ymiş gibi) görünen alan , toplumsal-siyasal talebin bo-yutu ve şiddetine bağlı olarak tarihçinin kontrolünden çıkar, elinden almırve sonunda kamuya geri döner, "kamusallaşır". Tarihsel geçmişin bilgisel

alanına kamu adına el konulması, tarihçinin bu konudaki "uzman bilgiüreticisi" konumunu ortadan kaldırmaz elbette. Dolayısıyla, böyle durum-larda tarihçi, alan üzerindek i etkinliğini büyük ölçüde yitirse de, ken di m es-leki üretimini sürdürmeye daha "nötr" konularda, daha sınırlı bir ölçüdedevam eder. Yani "kamusal" alanın bütününü kapsayan kimliğini daraltır,zanaatini yürütebileceği m inim um alana, mutfağ ına çekilir.

Bu noktada artık ortak geçmişin standart, güvenilir ve hakikate

odaklı bilgisini ürettiğine inanılan tarihçi gider, o geçmişin esas sahibi ve-ya mira sçısı olarak kam u, yani toplum ve devlet, bütün diğer bilgi üretim vedağıtım mekanizmalarıyla ve aktörleriyle tarihsel bilgi alanına bu bilgininkullanım değeri üzerinden el koyar. Böylece bilgi alanının bizatihi kendisitarihçi için bir çeşit "do ku nu lm az 'lık k azanır; ulaşılam az, e trafı tellerle çev-rilmiş yabancı bir araziye dönüşür.

Burası bir bakıma tarihçinin varoluş nedenini kaybettiği noktadır.Burada "hakikat arayışı" gider, "ihtiyaç duyulan bilgi" gelir. Kamunun veyakam u adına otorite kullanan ku rum ların tarihsel alana bu tarz a m bargosukendi özgün tarihçilerini de yaratmaktan geri kalmaz. Belirlenen ihtiyacagöre üreten ve sunan "tarihçi'ler gelir (belki de "resmi" tarihçi deyimi bu-rada gerçek içeriğini bu lur). Böylece bir yandan tarihin ve tarihçiliğin içi bo-şaltılırken, bir yanda n da, bu sonuc a yol açan iktidar anılan sözde tarihçilerüzerinden mesleğin çıplak "meşruiyeti"ni görünüşte ve sözde korumuşolur. Tam da bu noktada, meşruiyetin ölçüsü olarak üretilen bilginin bilim-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 126/176

sel niteliği yerini kam u yararına bırakır. Ka m u gözünd e m esleki meşruiyetsorunu da elbette buna göre yeniden tanımlanır.

Böyle bir durum da "doğru tarihçilik" na sıl tanım lanır? O rtak geçmi-

şin bilgisine "ortak yarar" adına el koyan, kamunun talebine karşılık verentarihçi m i doğru tarihçidir? Yoksa , bu gün cel talebi dikkate almad an, ondanbağım sız "orada bir yerde tarihçinin gelip kendisini ke şfetm esini bekleyen""hakikaf'e odaklaşan, dolayısıyla bilgi üretimini esasen bilimsel çerçeveiçinde "kendinde bilgf'ye yönelik sürdürmeye devam eden tarihçi mi? Bel-ki üçün cü bir yoldan da bahsetmek m üm kün dür. Bu tutum, "böyle durum-larda bastıran kam usa l talebe verilecek en gerekli yanıt, ona, talep edilenintam zıttını sunmaktır!" düşüncesinde ifadesini bulur. Bu da bir başka ce-

vaptır elbet. Ancak bu, bir meslek adamı (=bilim insanı) olarak tarihçinincevabı olamaz; çünkü yine bilginin "kullanım değeri" üzerinden geliştiril-m iş bir tutum u ifad e eder; ve refleks olarak öncelikle "politik"tir.

Buradan geldiğimiz noktanın güncel sağlamasını yapacak olursak,görünen büyük resmin bir "bunalım dönemi tarihçiliği" tablosunu ortayakoyduğu nu söylemek pekâlâ müm kün dür. Bu resimden çıkarabilecek yegâ-

. ne sonuç , bütün uzm anlık alanlarının, dolayısıyla m esleklerin, ve bu arada

tarihçiliğin elbette, doğal kulvarlarının dışına çıktığı, her şeye hâkim birgündelik pragmatizmin veya stratejik "üst yarar"m, yani kamusal yararınbütün uzmanlıkları önceden belirlenmiş hedefler ("milli dava" ya da "ulu-sal çıkar/yarar") doğrultusunda yeniden harmanladığı, araçsallaştırdığı bir"olağanüstü hal tarihçiliğindir.

Tarihçin in böyle bir duru m da yapabilecekleri sınırlıdır ve esasen yu-karıda anılan üç yoldan birini tutturur. Burada asıl önemli olan ortak geç-mişin bilgisini üretme işini tekrar "tarihçi"nin uzmanlığına bırakan, bu

alanda tarihçinin meşruiyetine güvenen, onun kamusal imgesinin yenidenmeşrulaşmasına yardımcı olacak bir "normalleşmiş kamusal ortam"m ya-ratılmasında tarihçiye stratejik destek verebilecek başka kam usa l aktörlerinvarlığıdır. Tam da bu noktada "entelektüel"e bakılabilir. Ama oraya gelme-den, tarihçiye, aynı zamanda bir kamusal merak alanı da olan çalışma evre-ninin onun başına açtığı yukarıda değinilenler türünden sorunlardan ba-ğımsız olarak, biraz daha yakından bakalım.

124 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 127/176

B I L I M V E M E S L E K I N S A N ı O L A R A K T A R I H Ç I

Tarihçi "hakikat'e odaklı" evrensel bilgi üretimi çerçevesinde sahipolduğu zanaatıyla her şeyden evvel bir meslek insanıdır. Eğitimi, donanımı

ve çalışma yöntemi ile, yani kim i olmaz sa olmazlarıyla biçim lenm iş bir za-naat, bir meslektir bu. Üstelik bu m eslek gü nüm üzde bir 'bilimsel disiplinolarak tarih'in içinden icra edilir genellikle. Formel eğitimi ve donanımıbelli akademik kurul ve kurumların içinden kazanıldığında, bu kurullar vekurumlarca tasdik edildiğinde, tarihçi aynı zamanda bir bilim insanı olarakegemen sistem tarafından da onaylanır.

Her ne kadar insani yaşanmışlıklar üzerinden doğan çok eski biredebi türle (mitoloji ve destan) ilişkisi dolayısıyla ve bu mirasla ciddi sorun-

ları olsa da, tarihçilik modern dönemin beşeri bilimleri ya da sosyal bilim-leri içinde kend ini akad em ik bir disiplin olarak geliştirmiştir. Tarih, bu çer-çevedeki gelişimi sonucunda ve oranında insanın ezeli ve ebedi "hakikatarayışı"na bilim cephesinden de katkıda bulunmaya çalışıyor uzun zaman-dır. Mod ern tarihçi de bir m eslek in san ı olarak kend ini gen ellikle bu çerçe-vede konumlandırır.

Başta da belirtildiği gibi tarihçinin alanı 'geç m iş yaşa nm ışlık'tır. Uy-

gulamada bu geçmiş genellikle mensubu olunan topluluğun, toplumun,milletin, kültürün, uygarlık dünyasının ve nihayet bütün insanlığın geçmi-şi olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla burada söz konusu olan bir ortak geç-miştir. Yukarıda da vurgulandığı gibi, tarihi bir merak ve bilgi alanı olarakbelki de en kam usa l alan yapan tam da bu ortaklıktır denilebilir. B u alandaher birey kendini hak sahibi görür. Dün , bugün, yarın arasında akıp gidenbireysel varoluş anlarının üzerinde kurulduğu anlam dünyasının bu saca-yaklarından birinin eksikliğine pek tahammül gösteremediğini yine sosyal

bilimlerin geniş müktesebatmdan biliyoruz. Burada önemli nokta şudur:Sıradan bireyin kendi bireysel ve toplumsal varoluşu bağlamında "anlamarayışı" ile tarihçinin daha az kişisel daha çok mesleki olan etkinliği, yani"hakikat arayışı" aynı şey değildir. Sıradan birey, genellikle kendisi için ta-rihi bilmek ister ve tarihi kendisinin kılma eğilimindedir. Her şeyden evvelkendisi için bir anlam, varoluşu için bir gerekçe, bir meşruiyet çıkarma, ta-rihi illa ki güncele bağlama derdindedir. Ya da tarihi dayatan güncelin bas-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 128/176

kışında n kaçıp, sığınabileceği bir ideal dünyaya ya da korun ağa dön üştürür.Kısacası tarihle oldukça şahsi bir ilişki kurar. Bir bilim adam ı olarak tarihçi-yi sıradan bireyden ayıran temel nokta ise, onun yaşanan geçmişin her şey-

den evvel teknik anlamda doğru bilgisini kurm aya ça lışması (yöntemsel bo-yut, zanaatkârlık boyutu), bunu yaparken de kişisel değil evrensel hakikateodaklı bir arayış içinde oluşudur (ontolojik vs. epistemolojilc boyut). Biryandan en küçüğün den bir topluluğun ya da bütün insanlığın tarihsel serü-venine, gelişimine dair temel olgusal bilgileri ortaya koymaya, belli hususi-yetleri keşfetm eye, bir yanda n da bütün tarihsel tecrübeye dair belli bir kav-rayış, sebep-sonuç ilişkileri üzerinden genel eğilimler ve örüntüleri, top-lumsal ve siyasal sistemleri anlamaya ve kavramsallaştırmaya çalışır. Bu

noktada söz konu su olan o lgun un b irebir tasviri bilgisi değil olgusal gerçek-liği bir üst dilde yeniden k urm aktır elbette. Mikrodan m akroya veya tersineyöntemler de kullansa, bu sonuç değişmez. Son birkaç onyılm sosyal bilim-leri tarihselleştiren, tarihi sosyal bilim lerin ana m alzem esi h aline getiren venihayet buradan "tarihsel sosyal bilim " gibi bütün lükler de çıkaran ge lişme-leri tarihçiyi de giderek daha fa zla oranda bir sosyal bilimciye yaklaştırmış-tır. Tarihçilik böylece dar anlamda meslek olmaktan çıkma eğilimi içinde

genel sosyal bilimler epistemolojisiyle daha derinden eklemleşirken, bubağlamdaki hakikat arayışına daha bütüncül çerçevelerden önemli katkıdabulunur hale gelmiştir.

Bu noktada tartışmayı genişletebiliriz. Sıradan bireyin, toplumsallı-ğının bir parçası olarak belki de kaçınılmaz görülmesi gereken "anlam ara-yışı" ile tarihçinin bir sosyal bilimci olarak "hakikat arayışı"ndan söz eder-ken, aynı bağlamda entelektüeli nereye koyabiliriz? Entelektüeli sıradan bi-reyden farklılaştıran, ondan daha fazla kılan özellikler olduğu açıktır; bu

farklılığı teslim ve ifade etmek husu sund a pek bir zorluk da çekm eyiz. An-cak konumuz açısından, yani "tarih" bağlamında tarihçiyi entelektüeldennasıl ayırabileceğimiz sor usu ortadadır. Doğru soru, belki de böyle bir ayrı-mın kategorik olarak mümkün ve gerekli olup olmadığıdır. Bir meslek ola-rak tarihçilik alanının entelektüele tamamen kapalı olmadığını söylemek,her şeyden evvel en başta vurguladığımız tarihsel bilgi alanının kamuya vetek tek her bireye açık olduğu yolundaki varsayımın gereğidir. Dahası, en-

12 6 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 129/176

telektüel kimliğiyle tanınan ve kabul gören birey, aynı zamanda meslektentarihçi de olabilir. Dolayısıyla bu iki alanın ve konumun dışlayıcı, geçişlili-ğe kapalı birer 'ayrı dünya lar' olmad ığı yeterince açıktır.

Öte yandan , söz konu su açıklığın ve geçişliliğin bu iki kon um u bir-biriyle eş kılmadığı, birinin otomatik olarak diğerini ikame etmediği de biro kadar gerçektir. En sonda söylenecek olanı bu aşamada söylersek, belkien doğrusu dar anlamda uzmanlıkların (tarihçilik dahil), entelektüelin ilgive bilgi alanı karşısındaki konumunun daha dar, daha spesifik ve büyükölçüde edilgen olduğun u; u zm an ın tekilin bilgisinde keskin ve kıskanç ol-makla birlikte bütünün bilgisinde oldukça yetersiz kaldığını, kalabileceği-ni kabul etmektir. Dolayısıyla, entelektüel tek tek bütün uzmanlıkların

üzerindedir ve durduğu mesafeden bütün uzmanlık alanlarına ve bu alan-larda üretilmiş u zm an bilgisine el atabilir, hatta aynı noktadan b u uzm an-lıkların bilgi alanına pekâlâ müdahale edebilir. Bu müdahale işin doğasıgereğidir ve her iki tarafın, özellikle de söz konusu uzmanlık alanının,m esleğin v arlığına ve meşruiyetine b ir tehdit oluşturm az; en az ından öylegörülmelidir. Bununla birlikte, bu söylenenlerden her iki alan arasındakiilişkinin ve karşılıklı müdahalelerin tamamen sorunsuz, gerilimsiz oldu-

ğu sonucu da çıkmamalıdır.

M E S L E K L E R / U Z M A N L ı K L A R K A R Ş ı S ı N D A ' K A M U S A L ' B I R Ş A H S I Y E T O L A R A K

E N T E L E K T Ü E L

Meseleye yine uzmanlıklar ve meslekler üzerinden yaklaşmayı de-neyelim. Böylece öncelikle entelektüeli herhangi bir daldaki uzmana ya dakonumuz bağlamında tarihçiye kıyasla tanımaya, tanımlamaya çalışalım.Meslek sahipleri, yani uzmanlıklar ile "entelektüel" arasında kurulabileceken anlamlı ilişki nedir? Mesleklerin, uzmanlıkların belli bir yöntemsel veteknik donanım ve eğitim üzerinden kazanıldığını varsayarsak, entelektü-elin böyle bir mesleki donan ıma sahip olması bir ön koşul mud ur? Dahası,entelektüelin ontolojik-epistomolojik dünyası mesleki bir donanıma, biralandaki uzmanlığa indirgenebilir mi? Bu durumda "entelektüellik" diyebir meslekten bahsed ebilir miyiz? Evrensel genel kabulün son iki soruya ce-vabı net bir "hayır!"dır.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 130/176

Entelektüelin konumu her şeyden evvel kendisine "atfedilen" birkonumdur. Ama bu konum hesap kitapla kazanılmaz ve ona eşlik eden"entelektüel" sıfaü, deyim yerindeyse, kartvizitte taşınmaz. Bu yanıyla sözkonusu konum ve sıfat entelektüele "dışsal"dır. Entelektüellik bu anlamdabir kamusal algı üzerinde oluşur, şekillenir ve yine kamusal alanda kimi ki-şilere atfedilir. Kısacası entelektüel, doğası gereği kamusal bir imgedir herşeyden evvel. Ya ni, oku m uş-yaz m ış, me slek sahibi olmu ş bir kişi, ilgi ve bil-gi alanlarını genişlettiğinde bir noktada, "Tamam! Şimdi artık entelektüeloldum!" diyebilir mi?

Ga rip bir çelişkiyle, entelektüelin kam usa llığm m derecesi, hatta ka-bulü , kam uda ona duyu lan ihtiyacın yanı sıra, kendisine entelektüellik atfe-

dilen kişinin bu ihtiyaca cevap verme niyeti ve oranıyla da doğrudan ilgili-dir. Ancak burada kritik nokta, galiba bu birliktelikten (sıfat ve kişi) mutlubir sahiplenme, benimseme ilişkisinin çıkmasının gerekmediğidir. Genelkabul böyle bir "benimseme"yi nahoş karşılar. Dolayısıyla, sanıldığının ak-sine, entelektüel gündelik deyimle "ukala", "her işe maydanoz olma"yı ta-kıntı haline getiren değil, bir bakıma başka türlü olamayandır. O halde na-sıl bir şeydir entelektüel?

Entelektüelin varlığı üzerinden "entelektüellik" adlı bir uzmanlıkalanının, bir mesleğin ortaya çıkmadığı yeterince açık. Entelektüelin konu-mu her şeyden evvel bir ontolojik varoluş, duruş ve tutum olarak görülme-lidir. En telektüel, belli bir m esleğ i olsa bile, kapsad ığı varlık s ahası ile onu nüze rinde olan, ona aşkın olandır. İlgi alanı dar anlam da icra ettiği m esleğiy-le sınırlı değildir; aksine, kamusal merak ve bilgi alanının tümüdür. Budüzlemdeki varoluşu dar anlamda olguların bilgisiyle sıkı sıkıya ilişkilidir,ama onunla sınırlı da değildir. Entelektüel bilgilenmiş olmaktan ziyade ev-

rensel hakikate yönelik merak duygusu ve anlama ihtiyacının peşinden gi-den, sürük lenen kişidir. Cevaplar sunm aktan ziyade sorular üretir, rahatlat-maktan ziyade sorgular. Bu yüzden entelektüelin bizatihi varoluşu içindençıktığı kam u için rah atsızlık vericidir.

Entelektüelin evrene, yaşama ve insana yönelik temel etkinliği esa-sen kavrayıcı, kuşatıcı, açıklayıcı ve an lam land ırın bir zekâ kullanım ına da-yalı tefekkürdür denilebilir. B u bağlamda "mü tefekkir" yani "dü şün ür" en-

128 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 131/176

telektüelin d iğer adıdır. Öte yan dan tefekkü r, yan i fik ri etkinlik entelektüelipekâlâ münzevi bir yaşam tarzı veya tercihine de götürebilir. Burada kritiksoru, inzivadaki tefekkü rden n asıl olup ta (kam usal şahsiyet olarak) bir en-

telektüelin çıkabildiğidir. Buna verilebilecek basit ve makul bir cevap, bu et-kinliğin çeşitli vasıtalarla (genellikle söz veya yazı ile) dışa vurması, kamu-sal alana aktarılması olabilir. Dolayısıyla, entelektüel ko nu m u ve sıfatı kişi-lere kamuya sunu lan ya da kamuya bir şekilde yansım ış olan tefekkür üze-rinden atfedilir. Bir başka deyişle, bireysel münzevi tefekkür ancak kamuüzerinden entelektüele dönüşür. Başka bir deyişle, entelektüeli entelektüelyapan "public"tir, yani kamudur. Bu anlamda kimi Batı dillerindeki "pub-lic intellectual" kavramsallaştırmasmın içeriği hayli tartışmalıdır ve daha

başka bir türe, veya alt türe karşılık gelse gerektir. Zira, bu yazının temelyaklaşımına göre entelektüel bizatihi kamusal bir şahsiyettir.

Bu temel özelliğiyle entelektüel yalnızca tefekk ür boyutuyla var o lmaz,olamaz elbet. O aynı zamanda bir vicdandır ve büyük ölçüde kamusal, yani"maşe ri" vicdanı [da] tem sil eder. Bu temsiîiyetin derecesi ve içeriği ise değiş-kendir, hatta doğası gereği tesadüfidir (accidental) de denilebilir. Normal za-manlarda fazlaca ortalıkta gözükmeyen bu özellik, genellikle "zor zamanda"

kendini açıkça ortaya koyar ve çoğunluk ile yani ortalama vicdan ile bire bir te-kabüliyet ilişkisi içinde o lması da gerekm ez. Dolayısıyla, entelektüelin tem silettiği kamusal vicdan esas itibariyle aşkın, evrensel bir iyiyi, doğruyu ifadeeder. Ve bunların da kamusal gerçekler dünyasının belli bir anında bire birkarşılığı olması gerekmez. Bu yüzden, entelektüelin tefekkürü gibi "vicdan"ıda, içinden çıktiğı kamu için problemlidir, rahatsızlık vericidir.

Entelektüel bizzat ken disinin de parçası olduğ u toplum a yönelik tu-tumunda sorgulayıcıdır, eleştireldir demiştik. Öte yandan, entelektüel bu

özellikleriyle garip bir çelişki içerecek şekilde kendi içinde sürekli anlamarayışı, açıklama çabası içinde olan kişidir. Bu anlamı toplum içinde göre-me diği, kuramadığı d urum da entelektüel muh ayyel bir dünyanın temsilci-si, o dünya içinden ve o dünya adına konuşan kişi olarak karşımıza çıkar.Bu özelliklerin kaçınılmaz bir sonucu olarak entelektüel, aidiyet duygusuzayıf olan, ya da hiç olmayan kişidir de denilebilir. On un m en sub u olduğutoplumla somut ilişkisi, yani 'kamusallığı' da bir bakıma buraya kadardır.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 132/176

Bu yüzden entelektüelin gerçek evreni bir boyutuyla zamanlar, mekânlar,toplum lar üstü bir evrendir ve kam uya oradan seslenir. Bu nu n bir diğer an-lamı, kamu, kendi yarattığı entelektüelin evrensel hakikat uğruna bir gün

kendisine 'ihanet' edebileceğini baştan kabul etmelidir!Entelektüelin b u özelliği on un e n öne m li silahı, imtiyazıdır; am a ay-nı zamanda en büyük güçlüğü ve zaafıdır da. Bu nitelikleriyle entelektüelkamu ile kendi iradesi dışında kurulmuş olan ilişkiyi olduğu kadar, kendieliyle kurduğu soyut "evren"i de bir süre sonra yine kendi elleriyle yıkmapotansiyeline sahiptir. Bu özellikleriyle entelektüelin doğal yaşama ortamıonun "olduğu gibi olmasına" cevaz veren, "dokunulmaz" sayan, farzedenve gören, on un va roluşu nu bizatihi bir şans, bir imtiyaz olarak algılayan or-

tamdır, toplumdur, yani kam udur. Kam u ve kamusal alanın evrensel haki-kat (eğer hâlâ öyle bir şeyden söz edebiliyor isek) ile temasını sağlayan enönemli şahsiyetlerden biri, belki de birincisidir entelektüel. Entelektüelhem Diogenes hem Galileo'dur çünkü. Ve nihayet, entelektüelin varoluşubizatihi kendine ve topluma ekşi bir rahatsızlık verir. Kısacası, her iki kul-varda da tekin değildir, tehlikelidir. Entelektüelin benzetilebileceği en uy-gun tip belki de mahallenin bilgesi ile delisidir. Ve doğal nefeslenme alanıçokça (ve belirgin bir eleştirel istihza ile) söylendiği gibi 'fildişi kuledir' bel-ki de. (Bu kulenin bir imtiyazın mı yoksa inzivanın mı melcei olduğu hu-susu ise ayrı bir tartışmanın konusudur.)

T A R İ H Ç İ V E E N T E L E K T Ü E L

Dikkatli okuyu cu, buraya kadar geliştirilen değe rlendirmelerdeki ta-rihçi ve entelektüel kavramlarının, esas olarak belli bir ortalama kabuledenk düşseler de, birer ideal tip olarak karşımıza çıktığını hemen farkede-

cektir. O halde, bu noktada tem el so run bu ideal tipleri nasıl g erçeğin dili-ne tercüme edeceğimizdir. Böyle bir şeye gerek olup olmadığı tartışılabilirelbette. Bunun, meslekler (tarihçi gibi) ve konumların (entelektüel gibi) bi-zatihi kendilerini de tartışmaya açacağı veya giderek her ikisini de anlam-sızlaştırıp sonunda onları yok etme tehlikesiyle karşı karşıya getireceği dedüşünülebilir pekâlâ. Bu kaygıların geçerliliği ne kadar tartışılırsa tartışıl-sın, böyle bir sorgulama, yani konumuz açısından ideal tanımlan ve ko-

130 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 133/176

numlarıyla tarihçi ve entelektüeli gerçeğin diline tercüme etmenin gerekli-liğini, belki de kaçınılm azlığını o rtadan kaldırmaz . B un u söylerken , tabii kionları Platon'un idealar âleminde yalnızca kendinde var olan gerçekliklermertebesine indirgemiyorum. Dolayısıyla önce ideası olan bir kavramın

gerçek hayattaki karşılığı değil aradığım ız. Ak sine, tam tersine b ir ilişkidensöz ediyoruz. Binlerce yıllık insani tecrübe sürecinde karşımıza çıkan en il-kelinden en ge lişm işine onlarca som ut tarihçilik biçim i üzerinden soyut birkavrama, "tarihçi"ye, bir ideal tipe uzanıyoruz. Aslında, varoluş biçimi venedeni itibariyle hayatin tam içinde ortaya çıkan çeşitli tarihçilikleri bir yan-dan doğal ortamından, hayattan çıkarıp biraz uzağa taşımaya çalışıyoruz.Yan i hayat ile meslek arasına bir m esa fe koymayı deniyoruz. Burada bütün

beşeri bilimlerin ve sosyal bilimlerin doğasında olan bir problemle karşıkarşıyayız şüphesiz. Hem tarihçi hem entelektüel farklı derecelerde de olsamesleki etkinliğinin ve entelektüel varoluşunun hem öznesi hem nesnesikonumundadır çünkü. Burada da duralım ve dipsiz bir kuyuya taş atma-dan, ana tartışmamıza geri dönelim.

Tarihçi ile entelektüeli neden yan yana ele almaya çalışıyoruz? Buikisini bir arada görmemizi sağlayan ortak kulvar(lar)m varlığına yukarıda-ki sayfalarda yeterince işaret edildiğini sanıyorum. Gerçekliğin bilgisi, ev-

rensel hakikat arayışı, bütünü görme ve kavrama çabası gibi genel çerçeve-ler şüph esiz ki daha da gen işletilebilir. Ancak bu ortak amaçlar, varoluş se-bepleri bir kenara bırakılacak olursa, daha somut düzlemlerde bir dizi or-tak özellik de hem en zikredilebilir. K avram sal bir üst dilin inş ası çabası, bil-gi etkinliğinin hem öznesi hem nesnesi olma durumu, toplumsal aidiyetmeselesi, kamusal ve popüler alanla ilişkinin yarattığı sorunlar, bu alanlar-dan gelecek toplumsal hissiyat, siyaset, ideolojik eğilimler ve kültürel kod-

ların etkilerine açıklık, vs... Bunların yanı sıra tarihçiyle entelektüeli birbiri-ne yaklaştıran, zaman zaman birbirinin işlevine de cesaretlendiren kimiözel anlar da söz konusudur. Böyle anlarda tarihçinin entelektüel çıkışlarıile entelektüelin tarih alanına müdahalelerinin aynı nitelikte olmadığını vebu çıkışların kamusal alanda da genellikle farklı algılanabildiğini yaşanantecrübeler açıkça gösteriyor. Tarihç inin me sleki bir refle ksle olguları topar-lamaya çalışmasıyla entelektüelin olgular dünyasına kendi kulvarından yö-

D Ü N S A N C ı S ı IJI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 134/176

nelttiği "bozgun cu" ya da ezber bozucu sorgulaman ın her zam an örtüşme-yebileceği de unutulmamalı. Üstelik, karışan alanların ve kafaların meslek-ler ve konumlar açısından dönemsel, geçici bir işlevsizleşme, anlamsızlaş-ma, mesleki ve kamusal meşruiyetin aşınması veya yitirilmesi gibi sonuç-lar doğurabileceği de tamamen uzak bir ihtimal olarak görülmemeli.

Belki daha önceki sayfalarda vurgulanan temel bir tespiti tekrarla-mak, tarihçiliğin bir meslek olmasına karşın "entelektüellik" diye mesleğinsöz konusu olmadığını hatırlamakta fayda var. Gelmek istediğim nokta, bu-rada eşit kategorileri karşılaştırmadığımızdır. Dolayısıyla tarihçi ile entelek-tüel arasındaki geçişliliğin bu derece kendiliğinden lik içerme diğidir. Bütü nbirbirine açıklığına ve geçişliliğine rağmen, bu ilişkinin bir yandan da me-

safeli ve saygılı bir ilişki olması gerektiği de yeterince açıktır.Entelektüelin alanı me slekler üstüd ür dedik. Bun un la bağlantılı ola-

rak, kişilere entelektüellik sıfatının sonsuz çeşitlilikteki ilgi, bilgi, donanımve meslek üzerinden esas olarak gelişkin zihni melekeleri (keskin algı, mu-hake m e, g eniş bakış ve eleştirel akıl gibi) dolayısıyla atfedildiğini de vurgu-ladık. Bir yandan da entelektüel için "meslek" sahibi olmanın ikincil öne-mine dikkat çektik. Bununla birlikte, entelektüelin her şeyde olduğu gibimeslekler karşısında da eleştirel tutum takınması bir o kadar olağandır; bubeklenir de. Ancak buradaki eleştirellik mesleğe dışsaldır ve entelektüelikendiliğinden o mesleğin pratisyeni yapmaz. Dışsal eleştirelliğin hem bellibir düzeyi olmak zorundadır ve buna bağlı olarak da bir sınırı söz konusu-dur. Bu sınırın aşılması halinde, en basitinden, ya entelektüel kendini kü-çük düşürür, hatta eleştirinin içeriği ve yönteminin acemice kurulması ha-linde kendini saçma bir konumda bulabilir. Ya da tarihçilik mesleğine vemeslek insanına dönük genel kamusal algı ve güven ciddi ölçüde sarsılır,

buradan çok yönlü bir meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kalınır.Öte yandan , tarihçinin m esleki ağırlığını, toplum sal m eşruiyetini bü-

tün bu dışsal müdahaleler sadece bir dereceye kadar etkileyebilir. Bu konu-da nihai belirleyicinin tarihçinin bizzat kendisi olduğu/olacağı da aşikârdır.Kötü tarihçilik, angaje tarihçilik, ideolojik tarihçilik, vs. gibi klişe terimlerleanmaya alıştığımız tarihçilik tarzları bu hususta, yani kendine zarar vermekonusunda en önemli rolü oynarlar. Burada konumuz açısından önemli

132 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 135/176

nokta, bu tarz tarihçiliklerin, tarihçinin entelektüelin dünyasına yabancılığı,uzaklığı ve o dünyayla ciddi bir ilişki kurma gereği duymadığı durumlar veortamlarda daha uygun yeşerme ve yaygınlaşma imkânı bulmasıdır.

Bununla birlikte, tarihçilik alanına yöneltilen entelektüel eleştirininne kadar dışsal ve ne kadar tartışmalı da olsa bir taraftan da "m eslek i defor-masyon"u önleyici etki yaratabileceğini kabul etmek gerekir. Tarihçinin bubağlamda bu tarz eleştiriye açıklığı, entelektüele yaklaşımı ve onunla kur-duğu /kuraca ğı ilişkinin içeriği de elbette bu noktada ön em kazan ır. Bu iliş-kinin sağlıklı kurulması, bir meslek insanı olarak tarihçinin, mesleğini, dı-şındaki ve aynı zamanda bir parçası olduğu evrenle kurduğu ilişkinin tekpenceresi ve takıntılı kanalı haline getirme eğiliminin "makul" düzeyde tu-

tulabilmesi açısından hayati önem taşıdığı açıktır. Meslek alanına entelek-tüel müdahale, tarihçinin dış gerçeklikle ilişkisi üzerinde her an tazeleyicietki yapar; onun yaşadığı dünya ve çağla olan ilişkisini yeniden gözden ge-çirmesine katkıda bulunur.

Tarihçi ile entelektüelin ilişkisinin kavramsal bir üst dil üzerindenve birbirini besleyici bir şekilde kurulduğu ve canlı tutulduğu durumlar veortamların her iki alanda da olumlu, geliştirici ve esas itibariyle arzu edilir

bir etki yapacağı açıktır. Sosyal bilimlerin en geniş çerçevesinde ve felsefeeksenli sürdürüldüğünde tarihçinin kendi entelektüel dünyasını da kurma-sı ve bun u basit bir malu m atfuru şluk düzeyinin çok ötesine taşıma sı pekâ-lâ mümkündür.

Belki de en doğrusu, entelektüelin tarih alanına müdahalesini dahaziyade bir mütefekkirin, bir düşünürün müdahelesi olarak görmektir, En-telektüel zaman zaman tarihçinin yaptıklarına benzer genel tarihsel çerçe-veler, kavramsallaştırmalar yapsa da, onunki esasen tarihin daha bireysel

bir okumasıdır. Ve en önemlisi, entelektüelin tarih alanına müdahalesin-den tarihsel bilgiden ziyade "insanın doğası"na dönük sonuçlar da çıkabil-mesidir (Bir şair mütefekkirimizin kendisinin böyle bir girişiminden birzamanlar şöyle bir sonuç çıkardığını hatırlayalım: "... insanın tabiatı onunüze ri örtülü tarihi, insa nın tarihi on un örtüsü kalkm ış tabiatıdır."). Entelek-tüel için tarihin alanı, yani yaşanan ortak geçmiş, onun varoluş sırrını ara-yışına kadar uzanabilir. Bir başka deyişle entelektüel, dar anlamda tarihsel

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 136/176

olgu nu n bilgisi, yani ne oldu, nasıl oldu sorularından ziyade niçin oldu/olu-yor gibi sorularla uğ raşır. E ntelektüelin bu tarzda tarihe bireysel ve "uz m anolmayan " müd ahalesinden zam an zaman özcü (essentialist) yorumların da

çıkabileceği unutulm am alıdır.Bun unla birlikte, bu ilişkinin daha gü nlük, vülger düzeyde kurulma-sı halinde başka türden sorunlarla karşılaşmak da kaçınılmazdır. BununTürkiye bağlamında (belki artık dış dünyada da) en güzel örneğini siyasetingündelik dar çerçevelerinin ve dilinin egemen olduğu ve genellikle edebiyatıyedeğine alarak kurumsallaşmış popüler kültür bağlamında görmek müm-kündür. Büyük ölçüde yaygın ve egemen medyanın sunduğu vasıtalar üze-rinden gelişen popüler kültür, gerek tarihçilik alanında gerekse entelektüel

dünya üzerinde tıpkı geniş anlamda kamunun veya devletin bilgi alanınamüdahalesine benzer bir başka kulvar yaratmıştır. Bu alanın kendi içindenürettiği popüler tarihçilerle her türden ve m eslekten aydınlar bu kulvarda ta-rihçinin ve entelektüelin birer kopyasını oluştururlar adeta. Tarihçi ve ente-lektüelin hakikate odaklı "bilgi-düny a"sı bu kulvarda yerini bireyin, gü ndelikhayaün ve siyasetin meseleleri ve görece daha "genel geçer" kabul edilen so-runlar etrafında dolanan tartışmalara bırakır. Bu kulvarda tarihe ve entelek-tüelin dünyasına dair tartışılan ve üretilenler hem tarihçiyi hem entelektüeliyer yer pop üler kültür alanına çeker, iter, taşır (bu belki de k açınılmazdır).

19 8 0 1e r sonrasında, Türkiye'de bir me slek olarak tarihçiliğin de bupopüler alandan fazlasıyla beslendiği, bu alanın genel algı ve dilini büyükölçüde ödünç aldığını söylemek çok yanlış olmaz. Sonunda, bekleneceği gi-bi, tarihçilik mesleği üniversitelerde icra edilen biçimi dahil, bilimin kendiiçsel normlarından ziyade popüler alanın ihtiyaçlarına ve oradan gelen ta-leplere göre kurumlaşmıştır. Bu dununun sosyo-ekonomik, siyasi, ideolo-

jik, kültürel vs. bir dizi açıklaması vardır elbet.Konumuz açısından bu sürecin ve sonucun önemli bir ayağı, bilim

alanının bütünüyle "topluma/kamuya" açılması; toplumun bütün kesimle-riyle adeta bu alanın içine akm asıdır. Bu akış beraberinde, aşın siyasallaşmışbir ortamın da yardımıyla, tarihe, tarihimize dair binbir çeşit popüler algıyı,söylenceyi, yargıyı ve tabii ki bizatihi popüler jargonu tarihçilik mesleğininiçine taşımıştır. İçerik ve dil popülerleşirken, popüler ilgi ve bilgi üzerinden

134 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 137/176

adeta yeni tarz bir tarihçilik m esleği de doğm uştur. N ispeten önceki dönem-lerden de aşina olunan politik angajmanlar ve mülâhazaların eşliğinde icraedilen me slek, bu boyutuyla adeta alt alta veya yan yan a kad em elenm iş on-larca "alt kim lik"in kendi kapalı jargonu ve dü nyası üzerinde n icra edilir ha-

le gelmiştir. Bir açıdan ve tabii ki yine popüler dilin, jargonun bir klişesiylebu süreç me sleğin (ve hatta kimilerine göre "bilim"in) "dem okratikleşmesi"olarak görülebilir. Öte yandan, bu yaklaşımın ve söylemin bizatihi aynı po-püler dilin "popülist" jargonunun ürettiği bir başka klişe olduğu da açıktır.Bu bir bakıma popülist olanın ve popüler alanın kurumsallaşmasıdır ve enbaşta vurguladığımız kamusal merak alanındaki bilgi üretimine kamununtopyekûn katkıda bulunm ası hatta el koyması sürecinin b ir başka ifadesi gi-

bi de görülebilir. Dolayısıyla, bu yazının temel problematiği açısından yenitoplumsal koşullarda ve yalnızca Türkiye'de değil bütün dünyada eg em en ol-maya başlayan bu yöndeki gelişmeler karşısında mesleklerin, uzmanlıklarınve tabii ki bu bağlamd a tarihçinin ve entellektüelin kon um un un da yenidentanımlanması kaçınılmaz görünmektedir.

Eğer böyle bir süreci yaşıyorsak, tarihçilik mesleği de bir yandanböyle bir yeniden tanımlanma sürecini yaşıyor demektir. Bu süreçte popü-ler olanm/alanm dolaylı etkileri ve aktörleri elbette ki söz konusudur. Bu

noktada siyaset ile bilim a rasındaki geçişlilik bugü n belki her zam ank inde ndaha fazla tartışılır hale gelm iştir. Bir yandan tarihçilik m esleğ ine siyasetindili ve kolunun fazlasıyla müdahale etmekte oluşu, diğer yandan tarihçiningüncel siyasetin içinde stratejik bilgi üretimine katkıyı ön plana çıkarmaeğilimine girmesi bu ilişkiyi beslemekte, iyice içinden çıkılmaz hale de ge-tirmektedir. Birer "meslek insanı" olarak tarihçileri ve daha ziyade onlarınpopü ler kopyalarını bu pop çağın en ön e çıkan siyasi-magazin aktörleri ara-

sında görmeye başlamamız boşuna olmasa gerektir.Bütün bu dön üşüm ler bağlamında entelektüeli bu sürecin neresine

koymak gerekir? Entelektüelin an ılan sürecin tamam en dışında olmadığınıbilmek ve bun u teslim etmek genel problemi, yani bilginin kam usallığı hu-susunu, şüphesiz ki daha da karmaşıklaştırmaktadır. Buradan, illa da ente-lektüelin yeni(den) bir tanımının gerektiği sonucu çıkmasa da, anılan dö-nüşümün yeni tür bir "entelektüel" ortaya çıkarmaya başladığı da açıktır.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 138/176

Daha evvel andığımız "public intellectual" deyimi bu bağlamda belki dekarşılığını daha iyi bulmaktadır.

Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, popüler kulvarda filizlenen ve yinem odern dünyan ın bize su ndu ğu tarihsel koşullarda yukarıda kimi özellikle-

riyle vurguladığım entelektüele ayrılan yerin ve konumun daha büyük birkısmını doldurmaya başlayan bu yeni tür entelektüelin giderek "güncelingüncel yoru m cusu "na dönüşm ekte olduğu ileri sürülebilir. H er ne kadar za-man zaman en basitinden ve moda olanından kavramlara başvursa da, böy-lesi popüler entelektüel tipolojisinin diğer bir özelliği, soru sormaktan ziya-de cevaplar sunan kişi olmasıdır. Cevapların da çoğu esasa dair sorularla de-ğil doğrudan "du rum lar'la ilgilidir; dolayısıyla, anlamlı bir soruya cevap de-ğil, aktüel bir duru m a yoru m söz konusu dur. Kullanılan bir üst dil, kavram-ların dili değil, daha ziyade reelpolitiğin keskin (ve bazen şaşırtıcı derecedemu ğlak) dilidir. Kavram lar açıklayıcı değil vuru cu, suçlayıcı ve yargılayıcıdır.Gerçekliğin bir üst dilde veya düzlemde yeniden üretiminden anlaşılan isedüpedüz "komplo teorilerf'dir. Dolayısıyla kurulan teorilerin gerçeklikleku rdu ğu açıklayıcılık ve bütünsellik ilişkisi oldukça zay ıf ve şaibelidir. Bilim-sel sorgulamanın temel araçları diyalektik düşünme, manüksal tutarlılık vesorgulayıcı akıl vb. konularında ciddi problemler söz konu sudu r. Bu tarz en-

telektüelin kendisini de yaratan popüler alandan türeyen veya bu alanda ye-niden üretilen kutsallar karşısındaki kon um u ya insiyaki şikâyet ya da kader-ci/teslimiyetçi edilgenliktir, ve sonuç olarak, tabii ki meşrulaşüncı ortaklık-tır. Bu tarz bir tutum un bilginin değil kutsalın yeniden ü retimine daha faz-la katkıda bulunduğu ise açıktır. Kutsalla eleştirel ilişki kurmak yerine kut-sala sırtını dayamayı tercih eden bu tutumun, gücünü de, doğal olarak, ora-dan almasına şaşmamak gerekir. Dolayısıyla, burada "entelektüeF'e ayrılankonum, bizatihi varlık alanını topyekûn kuşatan eleştirel bir varoluş değil,

verili düzende eg em en iktidar ilişkisinin içinden sunulan bir konum dur. Bukonuma zorlanan ya da indirgenen entelektüelin dilinin, sınırlı çeşitleriyleesasen iktidarın dili haline geldiğine hükm edilebilir.

Oysa hem entelektüelin hem bir meslek insanı olarak tarihçinin ik-tidar karşısında mesafeli konumunu sonuna kadar muhafaza etmesi ve bumesafeden söyleyecek sözü olması gerekir. Halbuki, popüler alan içinde(n)

136 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 139/176

konumlanmış olan tarihçinin de entelektüelin de böyle bir şansı daha baş-tan kaçırdığı söylenebilir. D olayısıyla daha ziyade m eslek i sıfatlarıyla kendi-ni öne çıkaran entelektüel kim likler bu noktada "po püler" eksende örtüşür-

ler, kolayca birbirlerinin yerini alabilirler. Meslek sahipleriyle, uzmanlarlaentelektüelin her zam ank inden daha fazla ölçüde içe içe geçm esin in bizati-hi kötü bir şey olduğu iddiasında değilim. Vu rgulam ak istediğim, b u iç içegeçişin ve/veya örtüşm enin (ya da karşılıklı indirgen m enin ) he r iki tarafı neyönde dönüştürdüğü, nasıl melez bir ortalama kimliğe yol açtığıdır. Birazokumuş kişinin, meslek sahibinin bir süre sonra kendiliğinden entelektü-ele dönüştüğ ü, yeni içeriğiyle entelektüelin ise e leştirel tutum uyla d eğil herşeyin en doğrusu nu bilen hâkim konum uyla öne çıktığı durum a dikkat çek-

m ek istiyorum yalnızca. Yuka rıda d eğinildiği gibi, entelektüelin özellikle ta-rih alanına mü dah alesinin yol açabileceği (ya da tarihçinin aşırı anga jman ı-nın yarattığı du ygusal/irrasyon el tepkiyle üretebileceği) özcü fikirler ve yar-gıların belirleyici olduğu ortamlarda, ki büyük tarihsel dönüşümlere eşlikeden bunalım dönemleri bu tür dönemlerdir, özellikle "entelektüel"in birahir zaman peygam beri kimliğiyle bilgi alanından ziyade duygu ve kehanetalanına kay m ası, kamu yla o alanda derin ilişkiye girm esi, hiç de şaşırtıcı bir

ihtimal olarak görülmemelidir. Entelektüelin bilgiye dayalı, hakikate odak-lı ve esasen mensubu olduğu toplum üzerinden geliştirdiği eleştirel söyle-mi ile bu yeni türün büyük ölçüde dışa, ötekine, ve nihayet "düşman"a yö-nelik hamaset ve kehanetleri arasında ciddi bir fark olması gerekir. "Publicintellectual"m b ir çeşit "public lecturer"a da dön üştüğü b u gibi duru m lar veortamlarda yeni entelektüelin eleştirel bilgi ve değerlend irmelerind en ziya-de iktidarı m eşrulaştıran ya da alternatif iktidar söylemleri üretim sürecin-de onayına başvurulan "akil kişi"ye indirgenmesi, entelektüel derinliğin yi-

ne kamu tarafından saygı duyulan bir hayat/meslek tecrübesiyle ikameedilmesi, ve böylece entelektüelin toplumdaki yeri ve rolünün kamu tara-fından kaşla göz arasında akil kişilere tevcihi de üzerinde ciddiyetle durul-m ası gereken bir diğer önem li noktadır.

Meslekler, uzmanlıklar ve entelektüelin yeniden tanımlanması ge-reğinin kendini her gün biraz daha dayattığı böyle bir süreçte (tabii eğerböyle bir süreç tamamen bu satırların yazarının içine düştüğü bir yanılsa-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 140/176

madan ibaret değilse) karşı karşıya bulunduğumuz olgu, yeni içerikleriyletarihçi ve entelektüelin anlamlı bütünleşmesi (bütüncüllüğü) değil "orga-nik birliği"dir. Burada dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta, ya da belki de hiç-bir zaman tam am en ortadan kalkmayacak olan, yine "organik a ydm "dır as-lında. Eğer öyleyse, burada entelektüel dikkat ve titizliğin anlamaktan ziya-de değiştirmeye (ya da değiştirme umuduna) kaymasına, oraya odaklanma-sına şaşırmamak gerekir. Bundan sonrası artık ucu açık bir süreçtir ve yal-nızca entelektüeli değil, meslek sahiplerini ve uzma nlıkları da nereye götü-receğini kestirmek çok kolay olmasa gerek.

V E S O N U Ç ( Y A D A S O N U Ç S U Z L U K )

Güncelin dayattığından bir an için uzaklaşıp tekrar o "muhayyel"dünyaya geri dönerek ilk bölümlerde içerik ve niteliklerine yakından baktı-ğım ız entelektüel ile tarihçi arasında en anlam lı ilişkinin ha ng i temelde ku-rulabileceği konusuyla bitirelim. Yeniden vurgulayalım: Kategorik olarakyaklaştığımızda, entelektüel, tarihin olgusal bilgisini üreten uzman kişi de-ğildir; büyük ölçüde tarihçilerin ürettiği bilgi üzerinden kendi yorumunugeliştiren kişidir. Onu bu noktada sıradan okuryazardan ayıran husus ise

galiba entelektüelin tarihçi olmadan, olmaya da soyunmadan tarihsel bilgialanını epistemolojik ve yöntembilimsel açıdan da sorgulayabilme özelliği-dir. Kişiye bunu yaptırabilen şey entelektüeli sıradan okuryazardan farklıkılar. Meslekler, yani konumuz açısından bilim alanına, bu arada tarihçili-ğe entelektüelin bu türden müdahalesi sonuna kadar meşrudur. Daha ev-velce de vurgulandığı gibi bu, meslek insanını rahatsız eder, ama her ikiside geçerliliğini ve meşruiyetini aslında büyük ölçüde buradan alır. Bu, birbakıma b ilimlerin anası felsefe nin , kendisinden doğan bilimler alanını sü-

rekli gözetmesi ve sorgulaması, ona kabul edilebilir sınırlar içinde yol veyön göstermesi gibidir. Burada felsefe nasıl bilimlerüstü ise entelektüelinde bu noktada bilimlerüstü olma durumu söz konusudur. Bu entelektüelifilozofa mı yaklaştırır? Bir dereceye kadar evet! Çünkü entelektüelin müte-fekk ir kim liği esastır ve bu kim lik onu bir vesileyle eleştirdiği, m üdah aledebulun duğ u m esleğin m ens ubu y apm a olasılığından daha fazla filozo fa ya-kın tutar. Öte yandan, bu onun daha teknik anlamda orijinal bir uzmanlık

14 0 K A M U S A L L I K B A Ğ L A M I N N D A T Ü R K Î Y E D E N G Ü N C E L D E C I ' N M E L L E R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 141/176

alanı olmadığı anlamına de gelmez şüph esiz; sadece onu n m esleklerin par-çalı dünyasının sınırlarını aşan kimliğine vurgu yapar. Entelektüelin daruzmanlık alanının tarihçilik olması halinde ise, aradaki ilişkinin gerilimi-

nin azalacağı umulursa da (öyle midir acaba?), bu sefer iki alanın toplamhacm i ve ufk un un daralması da pekâlâ söz kon usu olabilir.Tarihçi öncelikle bir uzman, bir meslek insanıysa eğer, her şeyden

evvel bir meslek insanı olarak kendini kanıtlamak zorundadır. Ve bu nok-tada, her du rum da m esleğ in teknik, metodolojik ve etik gereklerine göre ça-lışma ve davranabilme refleksini geliştirmiş ve pekiştirmiş olması beklenir.Kimliğinin diğer boyutlarının, toplumsal ve kültürel aidiyetlerinin meslekitutumunu zorladığı anlarda, onun meslek insanı olarak meşruiyetini koru-

yacak olan, her şeyden önce yine bu mesleki refleksidir.O halde şu soruyu da sormak gerekir: Bir yandan m esleki refleksin

sadık uygu layıcısı olan veya olmay a çalışan tarihçinin he m a raştırma nesne-sinin gerçeğiyle ("orada keşfedilmeyi bekleyen hakikat" anlamında) hemmensubu bulunduğu toplumsal gerçeklikle kurduğu veya kuracağı ilişkiher zaman bize doğruyu verir mi? Ya da doğruyu ne derece verir? Bir ölçü-de evet! Çünkü, tarihçi araştırma objesinin olabildiğince nesnel ve güveni-

lir bilgisini üretme konusunda kendi konumunu da gözeterek azami titiz-liği gösteriyorsa, daha başka ne yapabilir ki? Burada tarihçinin tıkandığınokta sosyal bilimlerin de bir bütün olarak tıkandığı nokta sayılmak gerek-tir. Öte yandan , hayır! Ç ünk ü, üreteceği bilginin n esne llik, bilims ellik dere-cesi ne olursa olsun, verili ortamda, yanlış bir elde ve üstelik bizzat tarihçi-nin yaşadığı zam anda tehlikeli bir "araçsallaştırılma" teh likesi de söz konu-su olabilir! Tarihçinin bu durumda da yapabileceği fazla bir şey yoktur neyazık ki. Burada "do ğru"n un ölçüsü nedir sorusu tekrar karşımıza çıkar ve

bu sorunun altından hiçbir meslek (insanı) tek başına kendi içsel doğrula-rına atıfla kalkamaz. Doğru bilginin peşinde koşarken tehlikeli bir araçsal-laştırılma ihtimalini (dışsal etki) gözardı etmek ile böylesi bir araçsallaştırıl-ma ihtimali karşısında doğru bilgi arayışından geçici bir süre için ya da ile-lebet vazgeçm ek (içsel tutum) arasında bir tercihle karşı karşıyadır. Bilim in,felsefe ve entelektüel etkinlik karşısında ezilip büzüldüğü, en hayati noktaburasıdır. M uhtem elen herkesi tatmin edecek bir çözüm ü de yoktur.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 142/176

T O P L A N A M A Y A N B İ R K O N F E R A N S V E S I L E S I Y L E

"ERMENİ SORUNU" TARİHÇİSİNİ ARIYOR

on günlerdeki gel işmeler 'Ermeni Sorunu'nu bir kez daha günde-min merkezine oturttu. Tehditler ve baskılar yüzünden toplana-mayan "Osmanlı Ermenileri" konferansı vesilesiyle yaşanan tartış-

ma, meseleyi iyice kördüğüm haline getirdi. Her şeyden önce tarihselbir yaşanmışlık olan bu sorun üzerinden aşırı ölçüde hassaslaşan ve si-yasallaşan ortam, dikkatleri ne yazık ki tekrar ikincil ve popüler olana vealana taşıdı.

Bu sağlıksız ortamın yalnızca tarihçinin gün dem ini belirlemekle kal-madığı, daha da önemlisi, onun dikkatini ve mesleki refleksini de ciddi birşekilde dağıtmaya b aşladığı görülüyor. Ne yazık ki hâkim gün dem artık "ta-rihçi"nin gündemi değil. Üstelik, tarihçi gündemi peşinden sürükleme gü-cüne de sahip değil. Aks ine, önün e sürülen gü nde m in veya gündelik siyasetve medyanın belirlediği parametrelerin çerçevesine hapsedilmeye çalışılıyor.Ne dem ek istediğimi daha iyi anlatabilmek için şu örneklere bir bakalım:

Bir zamanlar üniversitede hocalık yapan, ASAM'm kurucularındanve yeni siyasetçi adayı, 'stratejist' köşe yazarı Ü m it Özdağ, yapılamayan Bo-ğaziçi konferansı örneğinde, resm i yaklaşımların dışında ko nuyu ele alma-ya çalışan tarihçi ve sosyal bilimcileri İstiklal S avaş ı'nm "işbirlikçi 150'likle-ri"ne ben zeterek "m illi tiksinti ve aşağılam a ile anarak" şunları söyleyebile-cek kadar ileri gidebilmek tedir: "Erm enicilerin gerçek niteliği ortaya konul-malı ve onlara öyle davranılmalıdır. Bu davranış aşağılama, küçük görme,görmezlikten gelme, küçümseme, tiksinti ve gerekir ise en ağır şekilde mil-

li zeminde hakaret etme olmalıdır." Esasen Türk hukuk sisteminin de "budavranış bütününü emrettigi"ni belirten Özdağ, Yargıtay'ın bir kararmaatıfla, Türklüğün manevi değerler ve ulusal çıkarlarının "Türk milleti tara-fından , Türk evladının vatan ve millet sevgisine em anet olun "duğu nu söy-lüyor (Akşam, 1 Haziran 2005).

Bu sözler, bir demokraside tahayyül edilebilecek en vahim suçlama,düşünülebilecek en ağır hakaret ve en ucuz undan bir hedef gösterme örne-

1 4 0 " E R M E N Î S O R U N U " T A R İ H Ç İ S İ N İ A R ı Y O R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 143/176

ğidir. Her ne kadar bu ülkede bunlara herkes alışık ise de, şahse n n e be nimne de anılan konferans katılımcılarının hiçbirinin üzerine alınamayacağıbu düze ysiz faka t o derecede tehlikeli sözler, ne yazık ki tam da farklı düşü-

nen tarihçi ve sosyal bilimcileri hedef haline getirmektedir.Medya dünyasının 'saygın' ve 'akil' isimlerinden olup yine aynı kon-ferans kaülımcılarmm bir kısmının bilimsel kişilik ve çalışmalarına yazı veprogram larında sıkça övgüyle atifta bulun an T aha A kyol da ne yazık ki suç-lama kervanına hızlıca dahil olmaktan geri durm am ışür. Birbiri ardınca ka-lem e aldığı iki yazısında "tek taraflı" ve "karşıtlarını dışlayan!" bu ko nferan-sı mahkûm edip "bilim dışı" bulmuştur (Tıpkı YÖK ün de hatırlatma gereğiduyduğu gibi). Ardından, düzenleyici ve katılımcılara "etik ve üniversiter"

görevlerini haürlatarak bir öneride bu lunm uştur: a) Bir bildiri yayımlayarak,malûm tutumlarından dolayı İsviçre ve malûm parlamentoları kınayınız, b)Bildirinizde Erm eni diyasporasmı da suçlaymız, ve c) Avrupa lı siyasi organ-ları bu konud a siyasi kararlar almaktan sakınm aya davet ediniz! (Milliyet, 27-28 M ayıs 2005 ). Akyo l'un yazısının g enel havasmdaki anılan tarihçilerin an-cak bunları yaptıkları taktirde "maşeri vicdanda aklanabilecekleri" iması ye-terince açıktır. Bu nu n T ürkçe tercüm esi şud ur: Bir hata yaptınız, millete ve

ülkeye karşı suç işlediniz, ancak sizlere son bir şans veriyoruz. Nedir bu?Her aklı başında tarihçinin tam da kaçınmaya çalıştiğı şey: Ermeni Soru-nu'nu tekrar yüksek ve güncel siyasetin yörüngesine oturtmak.

Bir başka gazetede köşesinde Ermeni Sorunu'nun bilhassa siyasi,psikolojik ve huk uki boyutlarının ülkem izdeki en bü yük ve yanılm az 'otori-tesi' edasıyla yazsa da, yazdıklarının içeriğini her z am an dikkatle takip etti-ğim , benz er bir vesileyle birkaç yıl önce yine bu dergide ya yım lanan bir açıkmektupta seviyeli tartışma hakkını bir medya saldırganına karşı savundu-

ğum, emekli büyükelçi Gündüz Aktan kendi meşrebince ve 'zekice' birmantıkla yine aynı konferansın düzenleyici ve katılımcılarının niçin ve na-sıl "hain" olarak değerlendirilebileceğini izah etmeye girişmekten kendinialamamıştır (Radikal, 28 ve 31 Mayıs 2005).

Nihayet, varoluşunun ve medyada sürdürdüğü yazı hayatının mer-kezin e aldığı 'yurtseverliği'ni he r yazısında co şkun bir dille ortaya koyan veson tartışmada Osm anlı Erm enileri hakkındaki konfera nsın düzenleyici ve

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 144/176

katılımcılarını suçlam a ve ma hkû m etme hususu nda seviyeyi bir yazara ya-kışmayacak derecede düşüren, bu arada bilerek yahut bilmeyerek eşsiz birmegalomani örneği veren yazar Nihat Genç'in de (Akşam'daki yazılarınabakınız), nihayet hep dillendiregeldiği geniş kitlelere ulaşma arzusunu ger-çekleştirme imkânını yine kısmen tarihçiler ve Ermeni Sorunu üzerindenbulması feleğin tarihçilere sunduğu gariplikliklerden bir başkasıdır.

Bu örneklerden de görüldüğü gibi, konunun medya üzerinden tar-tışılmasına hâkim olan dil ve üslup da tarihçinin kendi dikkatli, titiz dilineneredeyse hayat hakkı tanımıyor. Belki de bu yüzden, söz konusu gerçek-leşmemiş konferans tartışmalarından geriye "arkadan hançerleme" ve "ha-inlik" suçlamaları, "karşıt görüştekiler"in niçin davet edilmediği sorusu,

konferansın düzenleyicilerinden Halil Berktay'm "biz amacımıza ulaştık!"şeklinde medyaya taşman sözleri, Murat Belge ismi etrafında yaratılan tar-tışma ve nihayet kendi deyimiyle Nihat Genç'in meselenin orta yerine"bomba" gibi düşmesi (!) babından bir şeyler kaldı. Kötü niyet, haksız yar-gılama, bol provakasyon ve d ezenform asyonu n ürettiği bu m anzaradan ta-rihçiye anlamlı bir gündem çıkmayacağı açıktır.

Son yıllarda bu mesele üzerinde tarihçinin konumu, katkısı ve gün-

demi hakkında dile getirilen en anlamlı değerlendirmeler de bu arada bü-yük ölçüde dikkatlerden kaçtı. Ne Stefanos Yerasimos'un 1915'i herkestenevvel Türkiyeli tarihçilerin incelemesi gereğine dikkat çekmesi, ne ŞükrüHanioğlu'nun bugünkü Türkiye'nin "Ermeni Sorunu"nu tarihçilerin çöze-meyeceği, dolayısıyla tarihçilerden imkânsızın istenmemesi gerektiği, vebu bağlamda tarihçiler kendi kulvarlarında mesleklerinin gereğini yapar-ken, güncel çözüm hususunda asıl inisiyatifin siyasetçilerde olması gerek-tiği yolundaki uyarıları, ne de Mete Tunçay'm mevcut ortamda bu mesele-

nin tarihçilerce tam anlamıyla çalışılabilecek vasatın olmadığı, dolayısıylaişi biraz da zamana yaymak gerektiği şeklindeki değerlendirmeleri siyaset-çilerin ve medyanın belirlediği gün dem in önüne geçebildi.

Türkiye'nin resm i söylemi etrafında şekillenm iş belli bir bakış he mkamuoyunu hem de tarihçileri uzun süredir esir almaya çalışıyor, ve ne ya-zık ki, farklı ve/veya alternatif yaklaşımlara, incelemelere ve yorumlara ha-yat hakkı tanımıyor. Bu güncel sorunun tarihsel boyutunun tarihçiler için

142 " E R M E N İ S O R U N U " T A R İ H Ç İ S İ N İ A R I Y O R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 145/176

meşru bir araştırma ve inceleme alanı olduğuna yönelik inancın tamamenortadan kalkması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Tarihçilere kend i m eslekleri-ni nasıl yapacaklarını Öğretme konusunda gerek siyaset kurumunda gerek-

se medya da şaşırtıcı bir rahatlık ve özen sizlik gözleniyor. Bir gazetedeki kö-şe yazarı, romancı ya da öykücünün tarihçiliğe soyunması neredeyse gü-nün normu olmuş bulunuyor.

Tarihçilerin konumuna gelince, Ermeni Sorunu konusunda tarihçi-lerden gelen farklı değerlendirmelerin geniş kam uoyu nun kafasın ı daha dakarıştırdığı açık. S orun bu farklılığın bir dereceye kadar doğal ve hatta kaçı-nılmaz olduğunu anlatabilmekte. Hanioğlu'nun dikkati çektiği bilimin, bil-hass a da tarihçiliğin ve tarihsel bilginin doğasına yönelik ege m en anlayış ya

da beklentilerin kısa sürede normal m ecrasına oturm asını beklemek mü m -kün değilse de, bu arada tarihçinin araştırma k onu su, nesn esi karşısındakistandart mesleki refleksi bahsinde net bir tavır belirlemesi ihtiyacı ortada-dır. Bu ihtiyacın, tartışılan Ermeni Sorunu konusunda da her şeyden öncebizzat tarihçilerce teslim edilmesi ve gereğinin sükûnetle yapılması her za-m ankind en daha fazla önem kazanmaktadır. Bu temelde tarihçi kendi gün-demini hiçbir baskı altında kalmadan, mümkün olduğu kadar açık ve net

bir şekilde belirleyebilmelidir.Böyle bir yakla şımın metodolojik ve pragm atik öncelikleri kon usun -da tabii ki çok şey söy lenebilir. An cak, belki de üzerin de ilk mutab ık kalın-ması gereken husus, tarihçilerin giderek sağlıksızlaşan atmosfer ve koşul-lar altında kendilerine "Ermeni Sorunu'nun bugünkü haliyle ve tüm siyasicepheleriyle çözümü" gibi bir hedef belirlememeleridir. Bunun siyaset ku-rumunun ve diplomasinin öncelikli görevi olduğu unutulmamalıdır. Şük-rü Hanioğlu'nun yerinde ve zamanında yapılmış uyarısını, bu konuda bel-

li bir anlayış birliğinin oluşmasına önemli bir katkı saymak gerekir.Bu durumda tarihçinin yapabileceği ilk şey alan genişletmek değil,

aksine belki de alan daraltmak olmalıdır. Tarihçi bugün kendisini çok aşanboyutlar kazanan b u konuda m esleki tanımının içeriğini belki de 19 . yüzyı-lın tarihçilik mesleği sınırlarına daraltmalıdır. Mevcut her türlü kaynağı,belgeyi ve tanıklığı, herhangi birini asla görmezden gelmeyerek, tarihçinin"belge si" olarak titizlikle ele alıp, inceleyip yine tarihçinin tem el sorularına

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 146/176

cevap verecek bir olgusal bilgi havuzu inşa etmeyi hedeflemelidir. Okuyu-cu ve araştırma cıya n e oldu, nasıl oldu, niçin oldu gibi birincil soruların ce-vabını sunacak güvenilir, kapsamlı bir olgusal temel üzerindendir ki, ancak

bizzat tarihçi de dahil, dileyen dilediği yorumu geliştirebilir; ama olguyugörmezden gelemez, 'belge' karartamaz. Ve kims e önem li miktarda kaynakarşivlerde bir yerlerde araştırılmayı beklerken, Taşnak ve ATAŞE arşivi da-hil daha birçoğu tam olarak araştırmacıya bile açılmamışken, I. Dünya Sa-vaşı öncesinde Osmanlı împaratorluğu'ndaki Ermeni nüfusunun miktarı,bun lardan n e kadarının göç ettirildiği, bun lardan da ne kadarının ne sebep-ten öldüğü gibi konularda sonsu z spekülasyon yapm a özg ürlüğün ün yarat-tığı saçmalıklarla uğraşmaz. Tarihçinin böyle bir özgürlüğü yoktur, olamazda. Tarihçinin mesleki tepkisi her şeyden önce bunu görmek ve net olarakortaya koymak olmalıdır.

Ancak böylece, tarihçiler olayın güncel boyutları içinde durduklarıyer, aldıkları konumlarının etkisinde kendilerince tanımladıkları milli, ah-laki, vicdani veya demokratik görev duygu ve bilincinin mesleki refleksiikinci plana dü şüre n etkisinden kurtulabilecektir. Yin e ancak böylece tarih-çiler hukukçu, psikolog, vs. olmak zorunda hissetmeden birer meslek insa-

nı olarak bir süreliğine de olsa "sadece kendilerinin yapabileceklerini" yap-makla yetinebileceklerdir (üstelik bu 'yapabilecekleri'nin belki de sorununkapsam lı çözüm ü yolunda en büyük ve öne mli katkı olma ihtimali de yük-sektir). Yirm inc i yüzyıl tarihçiliğinin, tarihçinin a naliz yöntem lerini, araç vekavramlarını zenginleştiren, ama bir yandan da onu komple bir sosyal bi-limciye yaklaştıran bütün 'kazanımları'nı bir kalemde kenara atmak gibigörünse de, böyle bir geçici profesyonel alan daraltmanın tarihçi üzerindezannedildiğinden de fazla rahatlatıcı bir etkisi olabileceğini düşünüyorum.Hatta, ortalıktaki toz duman içinde tarihçinin bu kadarını yapabilmesi bilebaşarı sayılmalıdır.

Tarihi bugünden ve bug ünü n kon um larından yazm anın (ya da yaz-maya çalışmanın) da tıkandığı yerler olabileceğim görmek (ve hatta kabul-lenebilmek), böyle bir yaklaşımın bazen bizzat yaşanmışlık anlamındaki ta-rihi bırakın anlamayı, çalışabilmeyi bile engelleyebileceğini düşünmek,geçmişteki yaşanmışlığı yazarken kendisi de yazdığı 'tarih'in özneleri ara-

144 " E R M E N ' I S O R U N U " T A R İ H Ç I S İ N I A R I Y O R

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 147/176

sına girebileceğinin farkında olan bir tarihçi için hiç de zannedildiği kadarzor olmayabilir. Modern tarihçiliğin yaşanmışlık anlamındaki tarihi, sanalbir dünyanın keyfe göre ilânihaye değişen, değiştirilebilen 'sanal tecrübe-

lerinden birine, yahut da basit bir propaganda faaliyetine indirgemesi ihti-malinin tehlikesini görmek zorundayız. Burada sözünü ettiğim tehlike, yal-nızca 'tarihsel' değil 'bilimsel bilgi'nin de iyice araçsallaş(tırıl)ması, değer-sizleşmesi, hatta topyekûn bir saçmalığa dönüşmesi tehlikesidir. Böyle birdurumda geriye göreli açıklayıcılığı olan bir bilgi ve bilme alanı olarak bi-limden de, bu düzlemde me sleğini icra eden 'profesyone l' tarihçiden de bireser kalmayacağı açıktır. Tarihçi böyle bir enkazın altında kalmamalıdır.

Bu canalıcı noktalarda ortalama bir tarihçi refleksinin oluşması ha-linde, Erm eni So run u'n un tarihsel (ve hatta güncel) boyutlarıyla tartışılma-sının önünde çoğu zaman birer ükaç gibi duran diğer bütün hususlar za-manla ağırlıklarını kendiliğinden kaybedecektir. Bütün arşivlerin istisnasızaçılması, ulaşılabilen veya ulaşılabilecek du rum daki kayn ak, belge ve tanık-lıkların güvenilirlikleri ve sınırlan, bu malzemeyle tarihçinin kuracağı endoğru ilişkinin niteliği ve tarihçinin üzerine güncelin yüklediği milli, ahla-ki, psikolojik 'yük 'ten nasıl kurtulabileceği, vs. gibi bütün kon ular yu karıda

belirtilen esasa dair noktaların yanında ikincil önemdedir.Özetle, "Erme ni Soru nu" üze rinden çok yönlü zorluklarla bo ğuşan ,

baskılara maruz kalan tarihçinin sorununu yine tarihçi çözebilir; bunu daancak profesyonelliğini hatırlayarak, tarihçi refleksini her şeyin önüne ge-çirerek yapabilir. Ancak o zamandır ki, tarihçilik mesleği özellikle bu konubağlamında ciddi ölçüde kaybettiği meşruiyetini, her şeyden evvel kendisiiçin, tekrar k azana bilir.

Değerli edebiyatçılarımız Orhan Pamuk da, Alev Alatlı da, ve hattaNihat Genç de, ancak o zaman kendi kulvarlarında profesyonel çizgilerinisürdürürken, memleket meseleleri üzerine birer entelektüel olarak fikir yü-rütürken m eşruiyet alanlarına daha dikkat edebilirler; ya da dikkat etme ge-reği duyabilirler. Gerçek anlamda entelektüelliğe giden yol, her şeyden ev-vel ve herkes için böylesi bir mesleki farkmdalıktan, araçsallaştırılmamışbilgiden, bilgi üretme, bilgilenme ve öğrenme sürecindeki tevazudan geçi-yordur belki de.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 148/176

BİR KÖRDÜĞÜM ÇÖZÜLDÜ:DARISI TARİHÇİLİĞİN,

TARİHÇİLİĞİMİZİN BAŞINA!« 4r mparatorluğuıı Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri : Bil imsel So-

I rum luluk ve Dem okrasi S orunları" konulu konferan s bir dizi engelle-JL me çabasına karşın nihayet toplanabildi. Sonuç belki umulandan da

olumlu ve etkili oldu; ikinci kez ve son dakikada tebliğ edilen bir mahke-me kararıyla yasaklanmaya çalışılması karşısında bir başka üniversitenin

ev sahipliğinde gerçekleştirilmek durumunda kalınmasının tatsızlığına vehem düzenleyicilerde hem olayı ancak medyadan izleyebilen halkta yarat-tığı geril ime rağmen.

Normal koşullarda yalnızca bir bilimsel toplantı olması gerekirken,konunun ve ortamın hassasiyeti karşısında konferans, tasarlanış aşamasın-dan itibaren aynı zamanda bir demokrasi, bilim ve fikir özgürlüğü mücade-lesi boyutuyla da öne çıktı. Hem bilimi, bilimsel özgürlüğü hem demokrasive fikir özgü rlüğün ü böylesi bir konu ü zerinden bir arada içeriyor o lmasın ınyarattığı, toplantının meşruiyetini sorgulamaya kadar varan, haksız suçlama-lar ve bunların dışavuruş biçimleriyle birlikte değerlendirildiğinde, böyle birtoplantının gerçekleştirilebilmiş olması bile başlı başına tarihi bir olay hali-ne geliverdi. Bunun öneminin ve bütün taraflar üzerindeki rahatlatıcı, öz-gürleştirici etkisinin zam anla dah a iyi takdir edileceğine inanıyoru m .

Toplantı hakkında çok şey söylendi ve yazıldı. Bunların üzerine ek-lenebilecek fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Burada, toplantının ger-

çekleşmesine Düzenleme Komitesi'ne kıyasla daha mütevazı bir konum-dan katkıda bulunan ve aynı zamanda bildiri sahiplerinden biri olarak, ta-rihçi gözüyle bazı noktaların altını çizebilirim ancak.

I

Her şeyden önce, konferansın medyada bir "tarihçiler konferansı"olarak sunu lmas ı, algılam lması ve böyle bir tanımlam a üzerinden katılım-cıların "tarihçiliklerinin sorgulanmasının yarattığı yanılsamaya dikat çek-

14 6 B Î R K Ö R D Ü Ğ Ü M Ç Ö Z Ü L D Ü : D A R I S I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N , T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ M İ Z İ N B A Ş I N A !

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 149/176

mek gerekir. Doğrusu ise toplantının tarihçilerin alanını çok aşan, "dünüve bugünüyle Ermeni Sorunu"nu sosyal bilimlerin geniş penceresindenbütün boyutlarıyla ele alan, baştan beri bunu hedefleyen ve buna göre de

programlanmış bir toplanti olduğudur. Bir başka deyişle, bugün "ErmeniSorunu" ne kadar tarih meselesi ise bu toplantı da o kadar tarih disipliniy-le sınırlı bir toplantı idi. Ne bir eksik ne bir fazla. Tarihçilerin sözü de kat-kısı da bu çerçeve içinde değerlendirilmeliydi, değerlendirilmelidir.

IIBun unla birlikte, bu toplantının h er şeyden önce bir "tarih toplantı-

sı" niteliği taşıdığı da yeterince açıktır. Üstelik meşhur tabirle, "tarihçilere

bırakılamayacak kadar önemli" bir tarih toplantısı. Bu yüzden katılımcıla-rın sadece bir kısmı meslekten tarihçilerdi. Bunlardan biri olarak bu du-rumdan mesleki alınganlık duymayan, aksine böyle oluşunu kendi içindeyeterince anlamlı ve hatta zorunlu gören bir katılımcı olarak, bu tarih top-lantısına kendi kulvarımdan küçük de olsa bir katkıda bulunmuş olmaktanmemnunum. Toplantıya bildiri ile katılan diğer meslektaşlarımın da aynıdüşüncede olduklarını biliyorum. Hiçbirimizin "Ermeni Sorunu"nun sade-

ce tarihçilerin alanı olduğunu düşünmeyişimiz, buradan hareketle bu ko-nuda bir tarihçiler hegem onyası k urm a niyetinde olm ayışımız ve en önem-lisi mesleki meşruiyetimizi böyle sekter bir sahiplenmeye endekslemeyişi-miz önemli ve yeterli bir ortak payda idi kanaatimce.

IIIBelki tam da bu yüzden, bu konu üzerinde oldukça problemli oldu-

ğunu hepimizin bildiği bir "tarihçiler tekeli" kurmaya niyetli kurumlarımız

ve tarihçi meslektaşlarımızın tepkisini çektik. Tarihçiliğimizin kaç para etti-ğinin ölçüsünü en iyi bilen de, bu konularda söyleyecek bir şeylerimizinolup olmadığına karar veren de bu meslektaşlarımızla birlikte, ve belki dedaha fazla ölçüde, bu mesleğin doğası hakkındaki kavrayış ve donanımlarıitibariyle alakasız, me sleki hiçbir ölçüte gelme z, hikmeti kendind en m enk ulsiyaset ve medya şahsiyetlerimizin oluşu manidardır. Aslında üzerinde dü-şünülmesi gereken, bu meslektaşlarımızın biz meslektaşlarına karşı bu kişi

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 150/176

ve kurum larla nasıl bu kadar kolay ve ucu z bir ittifak yapabilmiş oldukları-dır. Tam da burada asıl sorgulanması gereken "tarihçi" sıfatı taşımanın so-rum luluğu nu n ve meslek ölçütlerinin bilim alanından ideoloji-siyaset alanı-

na bu kadar kolaylıkla nasıl taşınabilmiş olduğudur. Türkiye'de tarihçilikmesleğinin felsefesi, etiği ve yöntem leriyle beraber kabul edilebilir profesyo-nel standartların n eresinde o lduğun un ciddiyetle düş ünü lme si gerekiyor.

IVBu standartların "konuya bağlı", ya da "konusuna göre değişen"

standartlar olmadığı, olamayacağı ne yazık ki hâlâ anlaşılamamış görünü-yor. Örneğin, İkinci Abdülhamid dönemine dair çalışmaları saygıyla anılan

bir tarihçinin tarihçiliği, konu Ermeni Meselesi'ne gelince neden birdentartışılır hale geliyor? Meselenin tarihçiden değil tarihçinin çalıştığı konu-dan kaynakland ığı o kadar aşikâr ki. O kon un un "nasıl çalışılacağı" ve "han-gi perspektiften" inceleneceğine dair önceden "belirlenmiş" adeta kurumiçi bir talimatname söz konusudur ve tarihçinin görevi buna uygun araştır-mak, yazmak ve konuşmak olmalıdır! Siyasetin "milli" dava ve çıkarlarınınbile değişken, koşullara bağlı olduğunun kabul edildiği bir dünyada, birin-

cil amacı ve varoluş sebebi, Fikret Adanır'm çok yerinde vurguladığı gibi,"hakikat arayışı" olan bilim den , sosyal bilimlerden ve tarihçilikten belli ko-nularda bunu tam am en bir kenara bırakıp, bir "saf duru ş/tutuş"un parçasıolması gerektiği nasıl beklenebilir? En önemlisi, bu durumda yapılan işin,Ermeni milliyetçi tarihçiliğinin yapüğmdan ne gibi bir farkı kalabilir? Tür-kiye'deki tarihçilik, bütün ü itibariyle böyle bir seviyeye indirilemeye cek ka-dar gelişmiş bir bilimsel disiplindir ve, her şeye rağmen, Ermeni Sorunubahsinde de mesleki reflekslerini bu kadar kolayca siyasetin hizmetine su-

namayacak kadar eleştirel bir donanımı vardır.

VBu konferans, hiç değilse bunu göstermiştir. Konferans bildirileri

yayınlandığı zaman, toplantının akademya ve medyadaki "aceleci", takıntılıve bir şeylerin telaşmdaki karşıtlarının da daha sakin ve sağduyulu bir tu-tum geliştirmesine yardımcı olacağını ummak isterim. Konferansın, "tek

148 B Î R K Ö R D Ü Ğ Ü M Ç Ö Z Ü L D Ü : D A R I S I T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ N , T A R İ H Ç İ L İ Ğ İ M İ Z İ N B A Ş I N A !

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 151/176

taraflılık", "bilimsel yetkinlik", ve daha birçok içeriksiz ve tehlikeli ölçüdepopülist suçlama ve yakıştırmalarla yaratılan bir gerginlik ortamına vesileyapılmış olması üzücüdür. Bu belki de kaçınılmazdı. Ancak, toplantının ay-

nı zam anda b u kon u üzerinden ülkede yaşanagelen sağlıksız ve teksesli or-tamın kırılmasına önemli bir katkıda bulunduğu da açıktır. Dahası, sosyalbilimc ilerin ve değişik alanlardan d üşün ür ve meslek in sanlarının konuylailgili getirdikleri farklı açılımları ve değerlendirmeleriyle konferansın, yal-nızca Türkiye'deki bilimsel ortamın ve tarihçiliğin değil Ermeni tarihçiliği-nin de kend ine çek idüzen verm esi yolunda ö nem li bir katkı olarak kritik biraşamayı ifade ettiğine inanıyorum.

V IDaha dar mesleki bir temenniyle bitirmek isterim: Kendi içindeki

eleştirel çeşitliliğiyle birlikte böyle bir kon feran sın gerçekleştirilm iş olması-nın her şeyden önce Türkiye'deki geniş akademik tarihçiler kesiminin kaçkuşaktır altında e zildiği bir yükten, on lara giderek tarihçiliklerini unu tturanönemli bir baskıdan kurtulmasına da bir vesile olması umulur. Tarihçilerartık bu konuda da rüştlerini ispatlamak durumundadırlar; bir Türk olarak

değil, bir Ermeni olarak değil, öncelikle bir tarihçi olarak. Belki de en zorolan bu! Am a, şuna inanıyorum ki, bu şimdi en fazla Türkiye'de m üm kün .Buna belki hepimizden daha önce ve daha fazla inanan, tarihçi refleksinigöstermeyi en zor zaman da bile başarmış Stefanos Ye rasim os'u b u vesiley-le bir kez daha saygıyla anıyorum.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 152/176

EMİN ÇÖ LAŞAN 'A AÇIK M EKTUP

Y aptığınız işi nasıl tanımladığınızı bilmiyorum . Am a Türk iye'nin enpopü ler gazetelerinden birinde bir köşede oldukça serbest bir tarz-da sürekli yazan ve çok okunan bir kişi olarak kaleminizden çıkan

sözleriniz ve üslub unu z konu sunda k onu m unu zun size sağladığı olanak-la orantılı bir dikkat, özen ve sorum luluk gö sterme diğinizi düş ün üyo rum .

Kendinizi belli bir misyonun neferi olarak gördüğünüz anlaşılıyor.İnsanlığın uzun yüzyıllarının birikimi olan, sizin ve benim kuşağımın bü-yük ölçüde tevarüs ettiğine inan dığım temel in sani etik değerlerin hızla çö-züldüğü ve değiştiği büyük bir tarihsel dönüşüm ortamında 'misyon' sahi-bi olmak, kim ilerince ba şlı başına olum lu bir özellik olarak görülebilir. Bel-li ki, üslubunuza, kaleminize yansıyan aşırı güven, güç ve kudreti, sonunakadar iman ettiğiniz ve okuyucularınızın da takdir ettiğini düşündüğünüzbu m isyondan alıyorsunuz. A m a burada önem li bir noktayı gözden kaçırdı-ğınızı düşünüyorum : He r misyon, gücü nü ve meşruiyetini ortak insani de-ğerler üzerinde yükse len etik ve estetik bir duru ştan alır ve o oranda 'haklı-

lık' iddiasında bulunabilir. Öte yandan, bu türden hiçbir haklılığın, misyonsahiplerinin karşısındakilere yönelik sınırsız saldırganlığını, pervasızlığında ötesine varan söz ve davranışlarını meşrulaştıramayacağı da açıktır. Enazından, ben şahsen öyle olması gerektiği kanaatindeyim.

Tü rkiye'n in artık iyice kronikleşen olağanüstü ko şullarının yarattı-ğı uygun ortamda yıllardır köşenizde ortaya koyduğunuz "Emin Çölaşan"profiliyle ve özellikle son zamanlardaki yazılarınızla hizmet ettiğinizi dü-şündüğünüz misyon ya da davaya hiçbir olumlu katkıda bulunamaz halegeldiğinizi, bir zamanlar çok önemsediğinizi iddia ettiğiniz "insan" kim-liğinize hızla yabancılaştığmızı ve içinizde insani ne varsa hızla öldür-mekte olduğunuzu düşünüyorum. Eğer amacınız, medyatik kimliğinizlebir döneme damgasını vuran bir "isim" olarak tarihe geçmek ise, bunuşimdiden fazlasıyla başardığınıza inanıyorum. İki kuşak sonraki tarihçilerbelki de bu ismi, bir şahsiyetten de öte, bir döneme özgü bir tipolojiyi ta-nımlamak için kullanacaklar. Ve bu tipolojinin, siyasetin meşruiyetini yi-

150 E M Î N Ç Ö L A Ş A N ' A A Ç I K M E K T U P

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 153/176

tirdiği, bundan da öte entelektüel ve bilimsel faaliyetin itibarının sıfırla-nıp iyice araçsallaştırıldığı talihsiz bir dönemde yaşanan topyekûn bir çıl-gınlığın, bir toplumsal paranoyanın türevlerinden biri olarak değerlendi-

rilme ihtimali yüksektir.Bu öyle bir paranoya ki, herkesin gözleri önünde çözülmekte olanbir sistemin yarattığı baskıcı bir ortamda hepimizi hızla içine çekiyor. Vesiz bu ortama, bilerek veya bilmeyerek katkıda bulunuyor, adeta yangınakörükle gidiyorsunuz. Yazılarınızla yalnızca siyaseti değil, entelektüel vebilimsel faaliyeti de baltalıyor, hayat damarlarını kesiyorsunuz. Her tür in-sani çıkışı bir şekilde lekeliyor, farklı hassasiyetlere duyarsızlığınızı en ya-kışıksız tarzda dışavuruyor, sizin gibi düşünmeyenleri kendinizce köşe-

nizde kurduğunuz, bizzat savcısı, hâkimi ve infazcısı olduğunuz tek kişi-lik mahkemede bir çırpıda yargılıyor, mahkûm ediyor ve anında, oracıktainfaz ediyorsunuz.

Bu açık mektubu kaleme almamın bir nedeni, size bu gücü, bu yet-kiyi nereden aldığınızı, hangi bilgi ve meslek alanındaki uzmanlığınızın,mahkemenizde yargılayıp mahkûm ettiğiniz entelektüeller ve bilimadamla-rmda olmayan h angi ü stün özelliğin size her konuda böyle pervasız davran-

m a hak ve cesaretini verdiğini öğre nm ek isteyişimdir. Evrensel insa ni etik vemetodolojik temelde yürütülen, iyi bir birikim ve entelektüel sorumluluk ge-rektiren bilimse l faaliyetin alanı, içeriği ve yöntemi ko nusun da hikm eti ken-dinden menkul hükümlerde bulunma hak ve cesaretini nereden aldığınızısormak istiyorum. Bilimsel alanı ve faaliyeti dar gündelik siyasetin ve/veyaideolojinin stratejik bir aracı olarak görüp , oldukça kaba bir biçim de siyasal-laştırarak yok ettiğinizi görüp görmediğinizi sormak istiyorum. Katkıda bu-lunduğunuz bu ortamda, hangi üniversite, hangi bilimadamı, temel bilim-

sel/entelektüel faaliyetini layıkıyla ve m eşruiyet teme llerine uza k düşm eden ,ve daha da önem lisi, 'kendine bir zarar gelebileceği' kaygısından uzak bir şe-kilde icra edebilir? Kırk katır mı kırk satır mı cenderesinde, bilimadamlan veentelektüellere her halükârda 'yokolmak'tan başka bir seçenek bırakılmadı-ğını, bırakmadığınızın farkında olup olmadığınızı sormak istiyorum.

Bunları yine kamuoyu önünde dikkatinize sunma gerekliliğini du-yuşumun gerisindeki somut neden ise, son aylarda Türkiye'nin gündemi-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 154/176

ne yeniden giren, ve bu gidişle daha uzun süre birlikte yaşamayı öğrenme-miz gerekeceği anlaşılan, "Ermeni Sorunu"muz etrafında artık kamuouyu-nun çok yakından bildiği üslubunuzla kaleme aldığınız yazılardır (Hürri-

yet, 18 Ekim; 30 Kasım 2000). Özellikle de bu yazılarınızda, bilimsel biri-kimi, karşılaştırmalı tarih bilgi ve perspektifinin genişliği, keskin eleştirelmuhakeme yeteneği ve insani duyarlılığıyla, her şeyden önce Türkiye'ninönde gelen entelektüellerinden biri olarak tanınan ve saygı duyulan bir is-minin bu konuda yerli ve yabancı basında çıkan kimi yazı ve söyleşilerindedile getirdiği fikirlerine karşı açtığınız savaştır.

En temel hak-hukuk prensiplerini, bilimsel, entelektüel ve etik il-keleri hiçe sayarcasma sürdürdüğünüz bu 'kutsal' savaşınızda konumunu-

zu, 'güc'ünüzü suistimal ederek, bu görüşlerin açıklanmasına fırsat verenbasını da mahkûm etmekten, "mütareke basını" olarak suçlamaktan çe-kinm ediğiniz gibi, "Bay tarihçi", "Bay p rofesö r" gibi sıfatlarla aşağılayarakkarşınıza aldığınız bu bilimadammı "çatlak ses" ve "içimizdeki düş-man/hain" gibi hükümlerle bir çırpıda "vatan haini" olarak sunup, yargı-ladınız, ve popüler şiddetin hedefi haline getirdiniz. Köşenizde anılan bi-limadamma karşı açtığınız savaşın kısa sürede dünyanın öbür ucunda gö-

zü kapalı kin-küfü r kus an bir hi-tec (!) şiddet ve 'su sturm a' kam pany asınadönüştüğünü herhalde görmüş, duymuşsunuzdur. Belki bundan da aldı-ğınız cesaretle, son yazınızda, bu bilimadammm çalıştığı üniversiteyi veüniversitesinin kurucusu aileyi de bir kez daha dile dolamakta ve hedefbüyütmektesiniz.

Belli ki, Halil Berktay'ı susturduğunuzda ve/veya "genç çocukları-mıza ders vermekte, söyledikleriyle onların beyinlerini doldurmakta ve üs-te[lik] de [bu iş için] Sabancı Ailesi'nden maaş almakta" olduğu üniversite-

sinden atılmasını sağladığınızda görevini yapmış ve misyo nun u yerine ge-tirmiş bir insanın duyd uğu derin huzur içinde, mem leket sathındaki diğer'vatan hainleri'ne karşı sürdürdüğünüz bu kutsal mücadelede kendinizeyeni kurbanlar aramaya devam edeceksiniz. Ve yine belli ki, sizin ifadeniz-le "bir ulu s olarak birlik o lduğ um uz" b öyle önem li ulusa l konularda "çatlakses" çıkarmaması gereken bilim ve bilimadamları camiasının her zamankisuskunluğuyla medya yoluyla işlemekte olduğunu z bilim ve bilimada mı ci-

152 E M Î N Ç Ö L A Ş A N ' A A Ç I K M E K T U P

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 155/176

nayetine seyirci kalacağımızı, ya da bir kısım tarihçi ve bilima dam m m sizinbu kampanyanıza destek vereceğini düşünüyorsunuz.

Üstelik bu sö zleriniz ve tavrınızı, büyük ölçüde yine kendi sözde ta-

rihçilerimizin "m illi" çabalarıyla büyüttüğünü dü şün düğ üm "Erm eni Soru-m u nu n , yine bilima dam ları ve tarihçilerin çalışmalarıyla çözülm esi gerek-tiği en yüksek resmi ağızdan bir kez daha tekrarlandığı, gözlerin tekrar bu-güne kadar özenle susmuş veya susturulmuş olan tarihçilere çevrildiği birdönemde ortaya koyuyorsunuz. Taner Akçam, Taner Timur ve Halil Berk-tay gibi tarihçi ve sosyal bilimcilerin ayrıntılı çalışmalara dayanan yazı veyorumlarının bu ülkedeki eleştirel bilim ve düşünce ortamı adına en azın-dan saygıyla karşılanması gerektiğini bile içinize sindiremiyorsunuz.

Özellikle Ha lil Berktay ve Ta ner Ak ça m 'm sizi ve kim i diğer köşe ya-zarlarını kızdırdığı anlaşılan yazı ve yorumlarına mensubu olduğunuzmedya camiasının Gündüz Aktan, Şükrü Elekdağ gibi devletini ve milleti-ni en az sizin kadar sevdiğine inandığım daha düzeyli kalemlerinden çıkanyine oldukça seviyeli, belli bir entelektüel birikim i yan sıtan eleştiriler en azdiğerleri kadar saygıyı haketm ektedirler. B u ülkenin düş ün en, araştıran ka-falardan beklediği, yıllardır özlemi duyulan işte bu ortamdır. Ama bu orta-

m ın bile sizi rahatsız ettiği açıkça ortada. Sayın Çö laşan, siz m en su bu oldu-ğunu z m esleğin hiç de yabancısı olmad ığı hakiki "m üsadem e-i efkâr " a, fi-kir özgürlüğüne inanm adığınız gibi, bilime ve bilimsel tartışmaya da saygıduymuyorsunuz. Değerli olan ve bu ülkenin şiddetle ihtiyaç duyduğu nevarsa hışım la üzerin e saldırıyorsun uz. Ve n e yazık ki, karşınıza aldığınız in-sanları gerçek eleştirel fikirlerinizle değil, varlığınızı so nun a kadar adadığı-nız anlaşılan o tehlikeli m isyon un uzd an güç alarak sözlü şiddetle sindirme -ye çalışıyorsunuz.

Erm eni Sorunu 'yla ilişkisi olmayan bir alan ve dönem üzerinde ça-lışan bir tarihçi ye ü niversite m en su bu b ir öğretim görevlisi olarak köşeniz-de saldırgan bir üslupla bilime, bilimadamı tavrına ve bu arada tarihçiliğedair dile getirdiğiniz bütün düşüncelerinizin kökünden yanlış, eğer bilinç-li bir saptırma değilse, tam bir bilgisizlik ve cehalet ürünü değerlendirme-ler olduğunu söylemek zorundayım. Bunca yıldır bilimsel etkinlik, bilimselbilgi ve tarihçilik adına öğrendiğim ve öğrencilerime öğretmeye çalıştığım

D Ö N S A N C I S I 153

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 156/176

ne varsa siz onların tam tersi iddialarda bulunuyorsunuz. Bu mektubu neyazılarınızda bu ko nuda şaşırtıcı derecede bir kend ine güvenle dile getirdi-ğiniz görüşlerinizden alıntılarla şişirmek ne de kafanızı tarihçiliğin alfabe-

sine dair bazı temel bilgilerle bulandırmak niyetindeyim. Öte yandan, nor-mal koşullarda kendi içinde ciddiye alınacak hiçbir yanı olmayan bu görüş-lerinizin, olâğanüstü nazik bir ortamdaki (bugünkü ortamı kastediyorum)hedefi ve buna eşlik eden üslup ve söylemin yol açabileceği tehlikeleri dü-şündükçe ürpermekten kendimi alamıyorum doğrusu. Bu noktada, yazıla-rınızda yalnızca bir tarihçi bilimadammı hedef almakla kalmıyor, adeta si-yasetin elinde araçsallaştırılmış bir 'tarihçilik' mode li çiziyor ve bu mo delletarihçileri bilimdışı bir platformda bilimdışı kaygılarla mesleklerini icra et-

meye davet ediyorsunuz.Köşenizde her konuda yorumlarda bulunabilir, gündelik siyaset ve

ülke sorunları üzerine fikirlerinizi dile getirebilirsiniz tabii ki. Bu hem si-zin hem bütün yurttaşların en temel hakkıdır. Ancak sahip olduğunuz hiç-bir olanak, hiçbir güç size köşen izden o tehditkâr, o tehlikeli işaret parm a-ğınızı uzatarak asli işi bilgi üretmek , ürettiği bilgiyi kamuya, sunmak, onlar-la paylaşmak olan insanlara, entelektüellere, bilimadamlarma hakaret et-

me, hele hele işlerini nasıl yapmaları gerektiğini dikte etme hakkı vermez,veremez, vermemelidir. Bırakınız bilimadamı ve entelektüellerimizi, hiçbiryurttaş, bu hak kını kullanırken sizden icazet almak ya da hakaretinize, teh-didinize maruz kalmak durumunda kalmamalıdır. Tartışılan konu ne ka-dar 'hassas' olursa olsun. Bilakis, böylesine nazik konular ancak günlük si-yasetin cadı kazanı dışında, bilimadamlarmm bilgi ve sağduyusu kılavuzlu-ğun da tartışılarak soru n olm aktan çıkabilir. Böyle bir durum da yapılacak entehlikeli şey, onların seslerini popüler/popülist şiddetle boğmakta. Ve siz

ne yazık ki tam da bun u yapıyorsu nuz , in sanla ra, farklı fikirlere yaklaşırkenkulland ığınız "vatan sevgisi/h ainliği" gibi kriterlerinizin de çok tehlikeli et-kileri olabileceğini sanırım bu ülkede yaşayan her aklı başında yurttaş ko-layca teslim edecektir.

içinden geldiğimiz kültür hepimize kendi ilgi ve mesleki alanları-mızda dahi, özellikle kamuoyu önünde, haddimizi bilmemizi, dikkatli vesorum lu bir dil kullanm am ızı öğütler. Bu aynı zamanda evrensel bir neza-

1 5 4 E M Î N Ç Ö L A Ş A N ' A A Ç I K M E K T U P

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 157/176

ket kuralıdır. Sizi had sınırlarınızı yeniden gözden geçirmeye çağırıyor venezakete davet ediyorum. Bu ülkedeki bilim kurumları ve bilimadamlarıüzerinde yeterince gölge var ne yazık ki. Özellikle üniversitelerimizin bu

konuda ne sizin ne de bir başkasının fazladan bir katkısına ihtiyacı da ta-hammülü de olmadığını bilmenizi isterim.

Lütfen gölgenize sahip çıkın!

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 158/176

BELGELEME MERAKI

erçeklik duy gusu nda n giderek uzaklaşıyoru z galiba. Gaze te haber-lerine göre, Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Platformu'nun İstan-bul 'da İTÜ'de düzenleyeceği bir başka "Ermeni Konferansı" için

Platform sözcüsü Sayın Prof. Aysel Ekşi yine gazetenin müstehzi başlığı-na bakılacak olursa ülkede "soykırım var!" diyen akademisyen aramış vebulamamış (Radikal, 5 Aralık 2005). Ama haberin içeriğine bakıldığında,Ekşi aslında "soykırım tezini savunan" bazı Ermeni ve Türk tarihçiler bul-muş, onlara davet götürmüş, ancak bu davet anılan tarihçilerce çeşitli ge-

rekçelerle kabul görmemiş. Bunun üzerine hazırladığı konferansın ma-alesef "eksik" başlayacağını belirtip şöyle devam etmiş: "Aslında gelmeye-ceklerini bil iyordum. Bunu belgelemek istedim!"

S O Y K ı R ı M C ı L A R !

Sayın Ekşi'nin andığı tarihçiler içinde Selim Deringil, Mete Tunçay,Halil Berktay ve Oktay Özel isimleri geçiyor. Bir de "filolog" olduğu iddi-

asıyla, İlber Ortaylı'nm bu konuda fikir beyan etmesini adeta yasakladığıMurat Belge tabii. Bilgi Üniversitesi'nde yapılan toplanüya katılan tarihçi-ler arasında soykırım tezine belki de en mesafeli yaklaşanları da içeren buisimler Aysel H an ım 'm gözünde bir kalemde "soykırım tezini savunan " ta-rihçiler haline gelmiş.

Diğerlerini bilemem elbette, ama Sayın Ekşi'nin bir süre önce banatelefonla ulaşüğ ı doğrudur. G örüşm em izde tam da bu amaçla, yani "soykı-rım tezini savunmak üzere" anılan konferansa davet etti! Niyetinin bir ger-çek arayışı olmadığı daha baştan açıktı ve bunu saklamam a dürüstlüğün ügösterdi. İçten "yurtsever du ygularla" h areket ettiğini ve bu ülkenin gelecekkuşaklarının alnına bir leke sürülmesinden kaygılandığını belirtti. Bu yön-deki sam im i d uruşu ü zerine, kendisiyle yarım saatten fazla bir telefon gö-rüşmesi yaptık. Duygularını anladığımı belirttim, ancak böyle bir konferan-sa benim adıma birilerinin belirlediği bir konumdan, yani "soykırım tezi-nin savunucusu" sıfaüyla davet edilmiş olmaktan memnuniyetsizliğimi di-

156 B E L G E L E M E M E R A K I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 159/176

le getirdim. Kaldı ki kendimi böyle bir konumda görmediğimi, meseleninbu terminoloji üzerinden b u tarzda tartışılmasını doğru bulm adığım ı, aşırısiyasallaşmış mevcut koşullarda ve bilgiler ışığında böyle siyah-beyaz bir

tartışma yürütmenin abes olduğunu, önce bu mesele etrafında "doğru ta-rihçilik" yapılması gerektiği yolundaki bilinen fikirlerimi dile getirdim.Ayrıca, oldukça problemli bir milliyetçi Ermeni tarihyazımı karşısı-

na eşit derecede problemli bir tepkisel tutumla çıkmanın siyaset açısındanbir anlamı ve getirişi olabileceğini, ama bunun tarihçi tutumu olamayaca-ğını ısrarla anlatmaya çalıştım. Ve, her ne kadar doğrudan Ermeni Sorunukonusunda çalışan bir tarihçi olmasam da (sahi Türkiye'de müstakilen bukon un un u zm an ı tarihçi var m ı?), bu tür toplantılarda, üstelik Ü m it Ö zdağ,

Şükrü Elekdağ ve Gün düz Aktan gibi kendilerini tam da problemli olduğu-nu söylediğim böyle bir çizgide siyasetçi/polemikçi/stratejist kimlikleriylekonumlandırmış isimlerle aynı panelde girişilecek bir "soykırım" sözde tar-tışmasının tarafı olamayacağımı açıkça ve yine samimiyetle dile getirdim(ki özellikle bu isimlerin olduğu panele davet edilmiştim). Bunu hangi te-me lde ve nasıl gerekçelendirdiğim konu sunda daha ayrıntılı bilgi edinm ekisterse, Kebikeç (Sayı ı ı ve 19 ) ile Toplum sal Tarih (Sayı 143) dergilerinde de-ğişik vesilelerle kaleme aldığım düşüncelerimi okuyabileceğini bildirdim.Ardından, bu yazılarla birlikte Bilgi Üniversitesi'nde sunduğum bildirininde bir nüsha sını kendisine yolladım.

T A R I H Ç I L I K O R T A M A L ı

Bütün bunları niçin yazıyorum? Her şeyden önce tarihçilik alanınınve mesleğinin bu derece "orta malı" bir konuma düşürülmüş olmasındanrahatsızlık duyuyorum. Özellikle bu gibi "milli dava" statüsüne sokulan ko-

nularda tarihçilerin mesleklerini hakkıyla icra etmelerinin imkânsız halegetirilmesine tepki duyuyorum. Üstelik bunu yapmaya çalışanların da ol-madık suçlamalarla hakaretlere maruz kalmalarını, aşağılanmalarını çokçirkin buluyor, bu tutumun sadece bunu yapanları küçük düşürdüğüneinanıyorum. Böyle bir tutumu medya, "kültür" ve siyaset dünyamızın bazıkamusal şahsiyetlerinin pervasızca ortaya koymaları bile yeterince vahim-ken, isimlerinin ö nünd e akademik un vanlar da bulunan Ays el Ekşi gibi ta-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 160/176

rihçilikle ciddi bir okuma ilişkisi bile olduğundan artık şüphe duyduğumisimlerin aynı şeyi, aynı vurdumduymazlıkla yapmaları karşısında artıksöyleyecek söz bulamıyorum.

Benzer kulvardan Türkiye'de egemen standart söylemin dışında de-ğerlendirmeler yapan tarihçileri değişik açılardan eleştiren bazı meslektaş-larımız (en etkin resmi kurumların başında olanlar bile) bugüne kadarisimleri anılan bizlerin tarihçiliğinin ve isminin önüne veya ardına "Erme-ni soykırım tezinin savunucusu" gibi bir ekleme yapmaya kalkışmadılar.Am a onların yapm adığını, Tıp P rofesörü Sayın Aysel Ekşi bir çırpıda ve ko-layca yapıverdi! H epim iz bu mese lede bir anda bir "tez", he m de "en sevim-siz"inden bir tez sahibi oluverdik!

Bilgi Üniversitesi'ndeki konferans tam da bu tür kolaycı tezler üze-rinden iş gören Ermeni ve Türk milliyetçi tarihçiliğinin kurduğu cendereyikırm ayı hed efleyen , bu tarz tarihçiliği şiddetle eleştiren, bütün o lum suz ko-şullara rağmen değişik boyutlardan gerçek arayışını hedefleyen bir duru-şun sesiydi. Ve tabii ki önceliği kendi ülkemizdeki tarihçiliğin problemliyaklaşımına vermişti. Bu da yeterince anlaşılamamış görünüyor maalesef.Toplantıya katılan tarihçilerden bir kısmının aynı zamanda belli temellen-

dirmelerle 1915'te olanların bir "soykırım" olarak nitelendirilebileceği ko-nusundaki fikirleri dolayısıyla, bütün konferans kamuoyuna "soykırımcıla-rın" konferansı olarak gösterildi. Üstelik, bilimadamlannm, tarihçilerin ça-lışmaları son ucu pekâlâ ulaşabilecekleri böyle bir sonucu n veya kanaatin bi-le kendi içindeki meşruiyeti gözardı edilerek. Ben şahsen bu tarz zorlama-ların tarihçilik mesleğini ciddi ölçüde yaraladığını düşünüyorum.

K A R Ş I - K O N F E R A N S L A R D I Z I S I

Bilgi Üniversitesi'ndeki konferansa bir tepki olarak bütün yurt sat-hında değişik kurumların ve üniversitelerin düzenleme yarışma girdiği"karşı-konferanslar" dizisi bağlamında işin bir ucundan tutma ihtiyacı du-yan Aysel Hanım, o halde, bu çıkışıyla gerçekte "neyi belgelemiş oldu?"Bu soruya verilebilecek bir dizi cevabın sonunda aynı kapıya çıkacağındankorkanm: Bu konu etrafında Türkiye'de yaşananlar ve yaşayanlar, bizlerigerçek duygu sund an tehlikeli bir şekilde uzaklaştırıyor. B u uzak laşm a, etik

158 B E L G E L E M E M E R A K I

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 161/176

ve insani kaygılardan arındırılmış, akıl ve izan duygusuna yer bırakmayanbir kitlesel ruh halinin oluşmasına da katkıda bulunuyor adeta. Ermeni So-runu konusundaki "derin" bilgi ve görüşleriyle tarihçilik alanını da bir çır-

pıda "stratejik oyun ba hçesi"n e çevirerek gereksizleştiren ya da araçsallaştı-ran kimi medya şahsiyetleri, stratejistler ve emekli diplomatlar, bu sorunüzerine oluşturdukları "şiddetli" kanaatleriyle kamuoyu oluşturmaya, ko-lektif bilgi ve bilinç alan ını tahakkü m leri altına alm aya çalışıyorlar.

Bunu görmekte zorlandığı anlaşılan Prof. Aysel Ekşi, bu tutum vesözleriyle kendisini ve bizleri gerçeklik alanından koparıp fantezi dünyası-na uçururken, bir yandan da böyle bir tahakküm çabasının "gön üllü" aracıhaline gelişini belgelemiş oluyor. Gayet insani bulduğum kaygılarını ger-

çeklikle ilişkisini koparmadan gidermenin yollarını aramak yerine, kendiiradesiyle gidip bu fantezi dünyanın sunacağı sahte huzura demir atıyor.Yani kolayı seçiyor.

Bence Aysel Ekşi, bu çıkışıyla başka hiçbir şeyi değil, sadece bunu,bu çaresizlik haleti ruhiyesin in bir bilim in san ını bile nerelere sürükleyebi-leceğini belgelemiş oldu.

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 162/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 163/176

S O N U Ç Y E R İ N E

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 164/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 165/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 166/176

yor. Meslektaşım ve me sleğim adına bu kadar utandığım ve acı duyduğumbir başka anı hatırlamıyorum. O tartışmada garip bir el çabukluğuyla ko-numlar yer değiştirmişti sanki; tarihçiye daha yakışan tavrı Etyen'le Hrant

ortaya koyuyor, daha soğukkanlı ve geniş perspektifleri onlar sunuyor, kar-şılarındaki tarihçimiz ise adeta bir soğuk savaş dönemi ciddiyeti ve edasıiçinde, kendinden aşırı emin ve üst perdeden "sözde" tarihçi sorgulamala-rı yapıyordu. Araya birkaç parça tehdit sıkıştırmayı da ihm al etmiyordu.

Türkiye bütün bu süreci topluca ve yakından izledi; her şey hepimi-zin gözü önünde yaşandı. Hrant kamusal kimliği ve kişiliği ile bir sembolha line geldi; ve tabii ki kısa süred e çeşitli türden saldırıların h ed efi oldu. Sö-zün ü kendince söyleyişi ve zam an z am an kullandığı retorik çok ucu z bir şe-

kilde aleyhine kullanıldı; mahkeme salonlarında sürekli aşağılanma ve sal-dırılara maruz bırakıldı. Sonunda hepimizi altında ezen bir tarihsel soru-nun güncel tartışması adeta yine acı bir "seyirlik" cinayetle sona erdi.

Hrant'm gidişiyle belli ki bir sayfa kapandı. Ama, bu gidişin ve böy-lesine gidişin bir yandan da ülke aklı ve vicdanında bambaşka bir titreme-nin hissedilmesinde, geri dönüşü olmayan hakiki bir kırılmanın yaşanma-sında dramatik bir rol oynadığını düşünme eğilimindeyim. Açılan bu say-

fanın yalnızca Ermeni Sorunu'nun tartışılabilirliği açısından daha özgürbir dönemi değil, tarihçilerin bu konuda birer meslek insanı olarak sergile-yegeldikleri uysal, şaşırtıcı, ve elbette tehlikeli, teksesliliğin de büyük ölçü-de geride bırakıldığı yeni bir devri işaret ettiğine inanıyorum. En azındanbun u üm it ediyorum. H rant D ink'in gidişi hiç olmazsa bu açıdan sembolikbir dönüm noktası olarak tarihlere geçsin isterim. Çünkü Hrant'm ölü-münde biz tarihçilerin mesleklerini doğasına ve etiğine uygun icra etme-melerinin de önemli bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Çok daha iyisini

yapabilirdik oysa; yapmalıydık.

IIModern tarihçilik açısından bakıldığında, Hrant'm kullandığı dil, ta-

rihe bakış açısı ve ortaya koydu ğu tarih yoru m u bir m aduniyetin dili ve bakışaçısı olarak görülebilir. Mensubu olduğu topluluğun yakın tarihte yaşadığıdramın ve kendisinin yıllar sonra bile sade bir yurttaşı olduğu ülkede sadece

164 H R A N T ' T A N S O N R A T A R İ H

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 167/176

bu halkın mensubu olması hasebiyle muhatap olduğu haksızlıkların bütünizlerini içinde barındıran bir dil. Başka türlü olması da beklenebilir miydi?Yaşananların bir başka yerden muhatabı, mağduru olmuş bir grubun zaman

içinde sessizce içselleştirdiği ve adeta bir kültürel kim liğin temel taşıyıcısı ha-line ge lmiş olan bu tarih algısı ve kullanılan b u "tarih-dil", bir kalem de öznel-liğin d ili olarak geçiştirilemeyecek önem li bir noktaya işaret ediyor.

Tarih a lgılarımız ve onlar üze rine inş a ettiğimiz tarihsel söylemleri-mizin her türlüsünün toplumsal ortam ve düzlemde belli derecede öznel-likleriyle tezahür etmesine şaşırmamamız gerekir. Siyasi kültür(ler) bu öz-nelliğin kuşak tan ku şağa daha pekişerek ve yer yer ideolojik karakter de ka-zanarak taşınmasının temel aracı olur çoğu zaman. Bu kitaptaki yazılar bu-

nu yeterince ortaya koymuş olmalı. Türkiye'deki egemen siyasi kültürün enazından Osm anlı'nın son dönem lerinden itibaren epeyce Türkçü-îslami bireksende ve Türk milliyetçiliği üzerinden kurgulandığını bugün daha biraçıklıkla görüyoruz. Dolayısıyla, bu siyasi kültürün biçimlendirdiği ve pe-kiştirdiği tarih algısı ve yorum un un da ciddi bir öznelliği içinde barındırdı-ğını kabul etmemiz gerekir. Basitleştirecek olursak, "Ermeni Sorunu konu-suna Tü rk'ün ve E rm eni'nin aynı perspektiften yaklaşmaları niçin bu kadargüçtür mevcut koşullar altında?" sorusu tamamen yersiz bir soru değildir.Her ne kadar, bugün bu keskinlikte bir farklılıktan tam olarak söz edeme-sek de, iki farklı pozisyonun, iki farklı algılama ve içselleştirme biçimininyarattığı zorluk hâlâ ortada aşılmayı bekliyor.

Ta rihin ve tarihsel bilgi alanının tam am en öznel, akıldışı bir sübjek-tivite alanı olduğunu söylemek istemiyorum elbette. Tersine, bu alandakiöznellik boyutun a da ir bir farkm dalık ve bilinçlilik geliştirebilmen in, deği-şik derecelerdeki bu engelin kısmen de olsa aşılmasının ilk ve olmazsa ol-

maz adımı olacağını vurgulamaya çalışıyorum. Benzer bir "maduniyet"inHint alt-kıtasmm son birkaç yüzyılının tarihine sömürgeci yönetimin dilin-den değil kendi gözü ve diliyle yaklaşmasının yarattığı "Subaltern" tarihya-zımmı bir kalemde reddetmemiz mümkün mü? Tıpkı, sömürgecinin aynıkonuda oluşturduğu tarih algısı, ürettiği bilgi ve kullandığı dilin öznel ol-madığını da kimsenin iddia etmediği gibi. Bu farkmdalığm, "öteki"ninkikadar kendi potansiyel öznelliğini de gören ve peşinen kabul eden bir gö-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 168/176

zün ve zihnin üreteceği tarihsel bilginin de söylemin de bambaşka ve öz-gürleştirici, en azından daha demokratik bir tarihçiliğin inşasına olağanüs-tü katkıda bulunacağı açıktır.

Kaçınılmaz öznelliklerin birbirini baştan reddettiği yerden değil,tersine, birbirinin öznelliğiyle daha po zitif ve emp atik ilişkiye geçtiği, dahayakından alışveriş içine girdiği yerlerden daha m akul m üşterek bir tarih ya-zılması mümkün olabilir. Ermeni Sorunu bağlamında Hrant'm kendi kul-varında durduğu yer tam da böyle bir yerdi kanımca.

Uz laşm az bir tek taraflı nesn ellik iddiasının b u açıdan bizlere sun a-cağı fazla bir şey olmadığının da, kalmadığının da görülmesi gerekir artık.İlhan Tekeli'nin arzuladığı "birlikte yazılan ve öğrenilen" bir tarih hedefi,

bu açıdan bakıldığında, bir ideal değil, tersine, burada tartışılan bağlamdaartık başka alternatifi olmaya n bir yol olarak duruyor ö nü m üzd e. Üstelik ta-rihin asıl büyük kı sm ı hâlâ ortada keş fedilm eyi beklerken.* Bu nu n ilk ve ka-çınılma z ad ımı ise h erhan gi bir "öteki" a lgısı ve icadına dayalı bir tarih yak-laşımı ve tarihyazımı pratiğini bir kenara bırakmaktan geçiyor. Bu yeni tar-zın temel metodolojisinin de (önüne ve ardına hangi sıfatı eklersek ekleye-lim) her halükârda karşılaştırmalı bir bakış açısı ve kavramsal-kuramsal

analize dayanması gerektiği de yeterince açık. Güncelin dayatan ağırlığı al-tında saygınlığı ciddi ölçüde zedelenmiş profesyonel tarihçiliğimizin önün-deki en zorlu sınav esasen budur. Belki de buna paralel olarak daha derin-den anlamamız gereken nokta, tarihsel kavrayışın (eskilerin "tarih bilinci"dediği şey) doğası gereği ve özü itibariyle demokratik, çoğulcu ve dogmakaldırmaz oluşudur. Biz tarihçilerin yaptığı ve aslında yapması gereken, sa-dece mesleği doğasına uygun icra etmeye çalışmaktır. Buna gayret edildi-ğinde gerisinin büyük ölçüde kendiliğinden geleceğini düşünüyorum.

IIIBu kitapta yer alan yazıların ortaya koyduğu tarihçilik manzarası ve

profilinden bu yönde bir hamle, böyle bir bilinçlenme çıkabilir mi? Tama-men ümitsiz değilim.

* Bkz. Gündüz Vassaf, Tarihi Yargılıyorum, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.

16 6 H R A N T ' T A N S O N R A T A R İ H

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 169/176

Tü rkiye'de son otuz yılda yaşanan g elişme lerin sadece bu ülkeye öz-gü gelişmeler olmadığı 1990'lardan sonraki dünyada yaşananlardan yete-rince a nlaşılmaktadır artık. Ye ni m illiyetçilikler, yenide n ku rulan ulus-dev-

letler, etnik-kültürel kimlik üzerinden yapılan yeni bir siyasetin hızla yay-gınlaşması, ve nihayet uluslararası ölçekte maduniyetin, eşitsizliğin ve sö-mürünün dilinin de giderek bu tarz bir kimlik hassasiyeti üzerinden for-müle edilmeye başlanması, vs. vs. Bu eğilimin giderek siyaset aktörlerininbir kısm ının ege m en dilinde tehlikeli bir noktaya vardırılması, dini aidiyet-ler üzerinden çatışan "uygarlıklar" söylemine yükseltilmesi karşısında, bu-nun yeni bir özcü (essentialist) küresel siyaset dili ve pratiğinin, yeni bir il-kelliğin, barbarlığın ve vahşet döneminin habercisi olarak algılanmaya da

başladığı bir tarihsel dönüşüm döneminden geçiyoruz. Öte yandan, aynıdünyada, bunlara eşzamanlı olarak daha fazla insan hakları için mücadeleeden, daha demokratik bir toplumsal ilişkiler ağının ve kültürünün inşası-na ağırlık veren bir başka eğilim ve akıntı da söz konusu.

Bu genel tablonun neresine bakıp, hangi boyutunu öne çıkardığını-za bağlı olarak geleceğe yönelik çeşitli kişisel projeksiyonlarda bulunmakm üm kü nd ür elbette. Ne kadar bu projeksiyonlarım ızın etkisi altında bakar-

sak baka lım, iş yaparsak yap alım, son ucu biraz da bu süreçte nerede d urdu-ğumuz ve hangi değerler üzerinden bir varoluş tarzını ya da mesleki prati-ği tercih ettiğimiz belirleyecektir.

Bilimsel etkinliğin, diğer bütün bilgi ve tefekkür dünyasına dönüketkinlikler gibi, dön em lerinin gelişmeleriyle doğrudan etkileşim içinde ge-liştiğini, biçimlen diğini bir kez daha vurgulamak belki gereksiz. An cak, bualanın tarihsel serüveni, tarihçiliğin yaşanan görece kısa bunalım dönem-lerini aşmayı başardığını da gösteriyor bugüne kadar. Elbette, her büyük

dönüşümden kendisi de etkilenerek. Bunun aksini düşünmek mümkündeğil. B u etkileşimlerdir ki, her birim izin kişisel tarihi kadar m esleki geli-şim tarihimize de kaçınılmaz olarak damgasını vuruyor. Bakış açılarımızıdeğiştiriyor (bazen tam am en aksi yönlerde olsa da), bireysel du ruşu m uzlabirlikte mesleği icra tarzlarımızı bir nebze veya dramatik bir şekilde dö-nüştürüyor; biz her zaman farkında olmasak da. Bu satırların yazarı da,otuz sene önceki tesadüfi tarih öğrenciliğinden bugünkü zorlu ama "gö-

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 170/176

nüllü" tarihçilik pratiğine uzanan süreçte benzer dönüşümlerden kendin-ce payını aldı.

Tarih çiliğimiz için de aynı şey geçerli. H er ne kada r bu kitaptaki ya-

zılarda daha ziyade problemli taraflarına ve kimi bünyesel zaaflarına deği-nildiyse de, yer yer işaret etmekten geri kalmadığımız kimi olumlu deği-şimlere bakıldığında, genel olarak Türkiye'deki tarihçiliği olduğu kadar,özellikle uluslararası Osmanlı tarihçiliğini (ki bunun büyük kısmını bu ül-keden çıkan tarihçiler icra ediyorlar artık) de daha parlak bir geleceğin bek-lediğine yönelik inanc ım hiçbir zaman tamam en kaybolmadı; her ne kadaryer yer ciddi sallantılar geçirse de. Tam da bu yazıların kaleme alındığı dö-nemde tarihçiliğimizde yaşanan söz konusu paralel olumlu gelişmeler da-

ha gözle görülür bir şekil kazanmaya başladı. Bugün artık Osmanlı arşivle-rinde, veya dünyan ın çeşitli arşiv ve kütüphan elerinde aynı salonda bir ara-da çalışıp, he r fırsatta birlikte çay-kahve içen, sohb et edip eğle nm esin i de bi-len, ve hepsinden öte, yaptığı işten aldığı hazzı büyük bir heyecanla ve or-tak bir dil üzerinden paylaşan, bunu uluslararası toplantılarda daha yoğunortaya koyan Türkiyeli, Amerikalı, Yunanistanlı, Bulgaristanlı, Japonyalı,israilli, Koreli genç tarihçi adaylarının yarattığı o harikulade atm osfer ve or-

taya koydukları heyecan lı pratik, böyle bir geleceğin en güçlü işaretidir diyedüşünüyorum.

Bu kuşak için, kitaptaki yazıların işaret ettiği sorunlu tarihçiliğindevri çoktan geçmiş, şimdiden geride kalmıştır. Başka bir deyişle, bu tarztarihçiliğin taşıyıcısı me m ur tipinin yerini bilimin doğasına daha yakın birzihniyetle iş gören bir nesil alıyor sessizce. Bu nesille birlikte galiba mo-dern tarihçiliğimizin "formative" (oluşum) dönemi de, bütün tipik özellik-leriyle birlikte sona eriyor. Bu kitabın tarihçiliğimizde biraz uzun sürmüş

gibi görün en bu dö nem in kapanış bilançosu olarak da okunabileceğini sa-nıyorum.

Bu satırların yazarı içinse, hayat da tarihçilik de b u yeni n esile dahayakın olarak devam ediyor. Çoğunu kaleme alırken büyük acı duyduğu vebir kısmının sıcaklığı hâlâ devam eden bu yazıları şimdi tekrar okurkennostaljik bir burukluk duyuyor. Aynı yazılar, bir yandan da garip bir hazduygusu veriyor yazarına. Zaman zaman yaptığımız iş üzerine düşünmek;

16 8 H R A N T ' T A N S O N R A T A R İ H

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 171/176

onu tartışabilmek, tartışmaya açık tutabilmek! Bunu daha iyi yaptığına, ya-pacağına inandığı yeni kuşakların heyecanına sonuna kadar ortak olabil-mek ve her daim onlardan da beslenebilmek. Herhalde haz duygusunun

bir kaynağı da bu olsa gerek.Her şeye rağmen, tarihçilik mi?Evet;ve, tam da bu yüzden!

D Ü N S A N C I S I IOI

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 172/176

M A K A L E L E R I N O R I J I N A L B A S ı M L A R ı :

B Ö L Ü M I I :

"Bir Tarih Okuma ve Yazma Pratiği Olarak Türkiye'de Osmanlı Tarihçiliği",Tanıl Bora, vd. (ed), Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, SempozyumBildirileri, İstanbul: Metis Yayınları , 1999,147-160.

"Türkiye'de Osmanlı Tarihçiliğinin Son Çeyrek Yüzyılı: Bir Bilanço Dene-mesi" (Gökhan Çetinsaya ile), Toplum ve Bilim, 91/Kış (2001), 8-38.

"XIII. Türk Tarih Kongresi ve Osmanlı Tarihi", Toplum ve Bilim, Kış (2000),352-363.

"Modern Osmanlı Tarihyazımmda 'Klasik Dönem': Bir Eleştirel Değerlen-dirme", Rethinking the Classic / Klasiği Yeniden Düşünmek adlı kon-feransta (İstanbul, 8-10 Ekim 2004) sunulmuş bildiri. Bu isimle Tarihve Toplum, Yeni Yaklaşımlaf da (4 /20 06 , 273-294 ) basıldı. Ayrıca, yuka-rıda anılan konferans bildirileri kitabında "Modern Osmanlı Tarihyazı-m m da 'Klasik D ön em '" başlığıyla tekrar basıldı (bkz. Medeniyet ve Klasik,İstanbul: Kültür ve Sanat Vakfı, Klasik Yayınevi, 2007, 319-338).

B Ö L Ü M I I I :"Tarih,Tarihçi ve Entelektüel: Kamusallık Bağlamında Türkiye'den Güncel

Değinmeler" , Doğu Batı, 36 (Bahar, 2006), 63-81.

"Toplanamayan Bir Konferans Vesilesiyle: 'Ermeni Sorunu' TarihçisiniArıyor" , Kebikeç, 19 (2005), 5-9.

"Bir Kördüğüm Çözüldü, Darısı Tarihçiliğin, Tarihçiliğimizin Başına!",Toplum sal Tarih, 143 (Kasım 2005), 32-35.

"Emin Çölaşan'a Açık Mektup" (10 Ocak 2001)http: //www.medyakronik.com/arsiv/index_okurlardan.asp 

http: //www.derkenar.com/mim/oktayozel /

Ayrıca bkz. Kebikeç, 11 (2001), 5-9.

"Belgeleme Merakı", Radikal iki (18 Aralık 2005)

http: //www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=537o 

172 H R A N T ' T A N S O N R A T A R İ H

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 173/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 174/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 175/176

7/28/2019 Oktay Ozel - Dün Sancısı

http://slidepdf.com/reader/full/oktay-ozel-duen-sancisi 176/176

kend ine özgü bu i l işkininsal ve ideolojik bu nalım

onlara rağm en tarihin ve

a bu nu tarihçiliğimizi de eleştirerekaktadır.. . Yazıların tüm ü,

tarihçilik yapma ya çalışırken,

okura, her şeyden

yol açar. Türkiye'nin duru mu biraz bunabenziyor. Tarihini fazla ciddiye aldığıiçin mi bu derece güncelleştiriyor;bugününden ve geleceğinden eminolama dığı için m i çaresizce tarihe b uderece abartılı bir şekilde sığmıyor?Bu kitaptaki yazılar, hem tarih ve hayat

i l işkisinde söylenmek istenenlerinözünü kendi pratiğinde çok çarpıcı birşekilde ortaya koyan, he m bucoğra fyanın kendi gücüyle ürett iğikendine özgü kültürünü,tutunulabilecek ortak paydayı şahsın dahepim izden daha fazla ve layıkıylatemsil ett iğini düşündüğümHrant Dink'e, onun hatırasınaadanmıştır."

Bilkent Üniversitesi , Tarih Bölümüöğretim üyesi .

İ N S A N V E T O P L U M D i z i s i