objektif gazetesi
-
Upload
objektif-gazete -
Category
Documents
-
view
281 -
download
10
description
Transcript of objektif gazetesi
OCAK / JANVIER 2013 No: 78
BİZİ SOSYAL MEDYADAN TAKİP EDİN! objektif actu
Haber için +336 81 48 55 39Reklam için +336 86 20 43 38
Yazışmak ve paylaşmak iç[email protected]
YAYGIN DAĞITIM AĞI, GÜÇLÜ HABERCİLİK, ETKİLİ YAZARLAR... HER AY ON BİNLERCE OKUR...
CAN DÜNDARObjektif’in sorularını yanıtladı
FUAF 1 Bölge Gençlik Komisyonu bir başarılı çalışma daha ger-çekleştirerek, Moselle Alevi Kültür Merkezi (AKM) evsahipliğindebir muharrem sohbeti düzenledi.
Bu sene 24.’sü düzenlenen Türk Sinema Günleri etkinliği çerçevesinde Strasbourg’a gelenünlü gazeteci, televizyon yapımcısı ve belgesel yönetmeni Can Dündar, son çektiği belgeselolan “Delikanlım, İyi Bak Yıldızlara” ( Deniz Gezmiş hakkında) filminin galası öncesinde Ob-jektif Gazete’nin sorularını yanıtladı.
Sayfa 42
Odyssée Sine-ması’nın salo-nunda 16 Aralık2012 Pazar günüsahne alan GrupTurquoise, ses-lendirdiği enfestürkü ve şarkılarlamüzikseverlereadeta bir ziyafetçekti.
Sayfa 14
Grup Turquoise seyircisiyle buluştu
Sayfa 45
Sayfa 39
YENİ YILDA TÜM OKUYUCULARIMIZA
SAĞLIK VE MUTLULUK DİLERİZ
FUAF 1. Bölge Gençliği Çalışmalarına Devam Ediyor
CeyhunFersoy
söyleşisinin2. bölümü
TRT 1 kanalında Salı akşam-ları gösterilen ve büyük beğenitoplayan Seksenler isimli dizi-nin sevilen oyuncularındanCeyhun Fersoy’la, 1993-94 yıl-larında yaşamış bulunduğuStrasbourg ziyareti esnasındayaptığımız söyleşinin ikinci bö-lümünü sunuyoruz. Sayfa 25
SEVILOG 10. Yılında
Bilişim sektörünün öncü şirketlerin-den SEVILOG, geçtiğimiz günlerde10. yılını kutladı.
Les 8èmes Rencontres des turcophiles organisées par l’association ATA TURQUIE a eu lieu cette année à Paris, le mercredi 28 novembreà l’Espace culturel Louis Vuitton. A cette occasion le Prix des turcophi-les a été attribué à Daniel Rondeau, écrivain, journaliste, mais aussiAmbassadeur.
Les 8èmes Rencontres des turcophiles ont eu lieu à Paris
Sayfa 49 Sayfa 4
2
4
YENİ YIL BEKLENTİSİHerbirimiz yeni yıla kişisel ve toplumsal beklentilerlegireriz, o ana kadar gerçekleşmeyen beklenti veumutlarımızın o yılda gerçekleşmesini arzularız. Ge-leceğe yönelik projelerimizde bir adım daha ileri gi-derek iyimserliklerimizi koruma duygusunabürunürüz. Beklenti içindeyizdir. Başka deyimle,umuda yelken açar ve amaca ulaşmaya çalışırız.İşte bu umuttur bizleri arkasından koşturan, yaşamıanlamlı kılan.İçinde yaşadığım ve yaşayacağım ülkelerde beklen-tilerim var. Her insan gibi ben de bencilim ve önce-likle de beni yakından ilgilendiren, vatandaşlarıolduğum Fransa ile Türkiye’ye yönelik temel alan-larda beklentilerim var ; yurttaşlar arasında din, dil,ırk, sosyal sınıf ayrıcalığı gözetmeksizin halkın aktifolarak etken olduğu bir demokrasinin hayata geçiril-mesi. Demokrasi diyorum, zira demokrasi Yunancada halkanlamına gelen « demos » ve iktidar anlamına gelen« kratos » kelimelerinin içerdiği halkın yönetimdeaktif söz sahibi olduğu bir yönetim demektir.Demokrasilerde; - Halkın yönetimde söz sahibi olması- Her bir yurttaşın her konuda düşunceleriniözgürce açıklaması- Ülkedeki farklı din, ırk ve kültürlerden olu-şan azınlıkların eşit haklara sahip olmaları ve bunugüvence altına alınması- Kanunların uygulanabilir olması, yöneten-lerin keyfi seçimlerine göre değil, evrensel insanhakları gereğince uygulanması,Bunların uygulanabilir olması için yönetilen toplumkadar, yönetenlerin de demokrasiyi benimseyip,özümsemesi gerekmektedir. Halkın sınırları kadar,yönetenlerin de sınırları belirlenmelidir.Evet ben yeni yıla DEMOKRASİ’nin gerçek anlamdaözümsenip uygulanması umuduyla girmek istiyo-rum. Bu demokraside ırkçılık, ayrımcılık, dışlanmışlıkolmayacak, yöneticiler kendilerini hiçbir kural ve ya-sanın üstünde göremeyecek, kimse düşüncelerin-den dolayı, politik ve sosyal tepkilerinden dolayıgözaltına alınamayacak, hiçbir zaman tutuklanama-yacak, sosyal haklar insanların rengine ve yönetimeyakınlıklarına göre olmayacak, her dil, ırk ve inanışaynı düzeyde kabul görecek,…Bunlar, o kadar zor beklentiler mi dersiniz ? Sanmı-yorum; bilgi ve kültürel birikimi olan bir toplum bun-ları yaşama geçirir ve de bekçiliğini de yapar. Bu birumut, bir beklenti; bu umudu içinde yeşertmeyedevam edeceklerle olacağım.Nerede yaşam varsa, orada umut da vardır. Yeniyılda tüm umutlar ve başarılar bizi bekliyor olmalı !Dünyayı değiştirmek istiyorsak yüreğimize inanaca-ğız , dostlarımızaa güveneceğiz, sevgimize sarılaca-ğız. Dün rüya yarın hayaldir... Rüyayı mutlu, hayaliumutlu yapan bugündür, gönlünüz neyin özleminiçekiyorsa yarınlar onu getirsin... Yeni yılınız kutluolsun...
ALİ BAŞARAN
YAZIYORUM
Eğitimci - Yazar
Fransa’da Mesleki Eğitim FaaliyetleriDeğerli vatandaşlarım, Bu ay ki yazımda sizlere, Fransa’da Mesleki Eğitim Faaliyetleri hak-kında bazı bilgiler vermek istiyorum. Fransa’da işgücünün mesleki eğitime girişindeki uygulamalara ba-kıldığında; *İşe uyum faaliyetleri, (işyerinde çalışma saatleri içinde işgücününişe uyumu için yürütülen eğitim programları)*Teknolojik gelişmelere ayak uydurmak, işin uluslararası rekabet pi-yasasındaki gücünü korumak üzere işin ve işgücünün gelişimiyle il-gili mesai saatleri içinde yılda 50 saatle sınırlı tutularak yürütüleneğitim faaliyetleri,*Kazanılan uzmanlığın geliştirilmesine yönelik olarak iş saatleri dı-şında yılda 80 saatle sınırlı tutularak yürütülen eğitim faaliyetleri şeklinde düzenlendiğini görmekteyiz. Ayrıca, mevcut düzenlemeler kapsamında bireysel mesleki eğitim-den yararlanma hakkı da (DIF) korunmuştur. Bu çerçevede, işgü-cünün işe uyumunda önem arz eden meslekte profesyonelleşmeprojesi oluşturulması, işle ilgili kazanılacak uzmanlaşmanın yönlen-dirilmesi ve koruyucu eğitmenler yoluyla işgücüne yardımcı destekhizmeti verilmesi hedeflenmiştir. Sözkonusu yasanın uygulanması sosyal taraflarca 23 Eylül 2003 ta-rihinde kabul edilen “Çalışanların Meslek Yaşamı Boyunca MeslekiEğitime Girişini” düzenleyen “Ulusal Sözleşme” ve bu sözleşmeyeişlerlik kazandırmak üzere Hükümet tarafından 07 Nisan 2004 tari-hinde çıkarılan “ Meslek Yaşamı Süresince Mesleki Eğitim ve SosyalDiyalog” adlı yasa tasarısı 2012 yılı sonunda sosyal tarafların hazır-layacağı bir bilânço raporu ile sözleşmenin bireysel haklar ve uygu-laması açısından aksayan taraflarını ortaya çıkaracaktır. Sosyal taraflarca yapılacak olan değerlendirmede, mesleki eğitimegirişte eşitlik ilkesinin uygulanıp uygulanmadığı, siteminin doğru iş-leyip işlemediği ve uzmanlık elde etme oranı gibi üç temel sorunacevap aranacaktır. Fransa’da her yıl sürekli mesleki eğitim ve çıraklık eğitimi faaliyetleriiçin 22 milyar Euro ayrılmaktadır. Bu rakam, gayri safi milli hâsılanın% 1.55’ine tekabül etmektedir. Ayrılan miktarın;*%12.9 milyar Avro’su, işgücüne yönelik harcamalar için kamu veözel kesime ait işverenler, *% 4.8 milyar Avro’su, mesleki eğitime yönelik harcamalar için dev-let, *%2.1 milyar Avro’su, hedef kitle için yapılan harcamalar için bölge-
ARİF KOPUZ
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşesi
sel düzeyde mesleki eğitimle ilgili faaliyet gösteren ku-rumlar,*%1.6 milyar Avro’su, mesleki eğitime yönelik diğer ilgilikurum ve kuruluşlar,*%0.6 milyar Avro’su mesleki eğitimden yararlananlar tarafından karşılanmaktadır. Bu kadar büyük bir kaynağın mesleki eğitim için ayrıl-masında temel hedef, çalışanların meslek yaşamları bo-yunca 1000 saatten daha fazla bir süre mesleki eğitimetabi tutulma beklentisidir.Devletin mesleki eğitimin yürütümüyle ilgili olarak üst-lendiği yükümlülükleri özetleyecek olursak; Mevcut mevzuat, sosyal tarafların toplu görüşme yo-luyla onayladıkları 20 Eylül 2003 tarihli ulusal sözleş-menin hükümlerinden esinlenerek düzenlenmiş olup,Hükümet gerekli gördüğü bölümlerde birtakım yeni de-ğişiklikler yapmayı zorunlu bulmuştur.*Farklı uzmanlık alanlarıyla ilgili mesleki eğitim izin hak-kının tanınmasını sağlamak,*İşveren tarafından mesleki eğitimin geliştirmesine yö-nelik harcamaların karşılanmadığı mesai saatleri dışın-daki eğitim faaliyetlerini üstlenmek ve desteklemek,*26 yaşın altındaki gençler ile 45 yaşın üstündeki yetiş-kinlere yönelik yapılacak meslekte profesyonelleşmesözleşmelerini sosyal yükümlülüklerden muaf tutmak,*Küçük ve orta ölçekli işletmelerde mesleki eğitimin ge-liştirilmesini kolaylaştırmak için işgücünün maliyetini az-altıcı yardımlar yapmak,*Mesleki eğitimle ilgili yardım fonlarını güçlendirecekolan mali yükümlülüklerin kurumlar arasında eşit olarakdağılımını sağlamaktır. *Devlet, yasanın uygulanması için öngördüğü eylemplanında mesleki eğitimin ülke genelinde yaygınlaştırıl-masını, aktif olarak iş piyasasına katılmak isteyen her-kesin eşit düzeyde ayrıma tabi tutulmadan eğitimhakkından yararlanmasını, meslek kariyerleri boyuncaçalışanların bir işte uzmanlaşmasını ve kurumlar ara-sında yükün eşit olarak paylaşımını istemektedir.Sözkonusu düzenlemeler bir yandan, 2002 yılında İs-panya’nın Sevilla kentinde Avrupa Birliği üyesi ülke hü-kümetlerinin kabul ettiği meslek yaşamı boyunca eğitimkonusunda Avrupa Ortak Alanının yaratılması arzusunuFransa açısından sağlarken, diğer taraftan, sosyal ta-rafların uzlaşısı sonucu meslek yaşamı boyunca yeter-lilik ve uzmanlığın geliştirilmesiyle ilgili olarak kabuledilen ve uygulamaya başlanan ulusal sözleşmenin iş-lemesine zemin hazırlaması açısından da büyük önemarz etmektedir. Sevgi ve saygılarımla.
Bilişim sektörünün öncü şirketle-
rinden SEVILOG, geçtiğimiz
günlerde 10. yılını kutladı. Özel-
likle bilgisayarlı kasa sistemleri
ve ticari çözümler alanında yazı-
lım üreten SEVILOG büyümeye
devam ediyor. Murat Balta ve
Murat Güldal adlı iki Türk genç
girişimci tarafından kurulan SE-
VILOG, kısa sürede şirketlerin
vazgeçilmez programcısı oldu.
Her türlü mağaza ve şirketlere
kasa sistemleri ve faturalama
programları sunan SEVILOG, 10.
yılında 5 dilde ve 7 ülkede hizmet
vermeye devam ediyor. Almanya,
Hollanda, Belçika gibi Avrupa ül-
kelerinin yanı sıra Cezayir ve Tu-
nus’da da bayiler açan
SEVILOG, Fransa ve Türkiye bü-
rosunda da personel sayısını art-
tırmak için çalışmaları hızlandırdı.
Geniş bayii ağıyla çeşitli sektörler
için her türlü çözümü sunan SE-
VILOG, AKEAD markası ile sun-
duğu çözümler sayesinde iş
adamlarının da hayatını kolaylaş-
tırıyor.
Son teknoloji ile donanımÇok hızlı bir şekilde değişen tek-
nolojiye de ayak uydurmakta zor-
lanmayan SEVILOG, Windows 8
ile de uyumlu çalışıyor. Microsof-
tun son sürümü olan Windows 8
eski sürüme göre tamamen de-
ğişmiş durumda. Buna rağmen
SEVILOG ekibi adaptasyona zor-
lanmıyor.
Telefon ve tabletlerdentakipGünümüzde hızla yayılan akıllı te-
lefon ve tabletler sayesinde işyeri
sahipleri sadece bir internet bağ-
lantısıyla işyerlerindeki günlük sa-
tışları, ödenmemiş faturaları,
istatistikleri rahatlıkla takip edebi-
lecek. Türkiye’de izinde olsalar
bile şirketlerinden uzak kalmaya-
cak.
Sıcak faturalama ve 3G ile sen-kronizasyonÖzellikle toptancıların kullandığı
sıcak faturalama sistemlerinde de
bir adım önde olan SEVILOG,
PDA terminalleri ile bu imkânı
sağlıyor. İsteyen anında fatura çı-
karabilirken, isteyen Wi-Fİ ya da
3G ile ana merkezle senkronizas-
yon yaparak siparişleri göndere-
biliyor.
Sürekli gelişen dizayn
Teknolojik ürünlerin sürekli
değiştiğine dikkat çeken SE-
VILOG’un sahiplerinden ve
programcısı Murat Balta ise
programı devamlı geliştirdik-
lerini ve diğer programların
aksine daha sık güncelleme
yaparak müşterileri memnun
ettiklerini belirtti. Ayrıca yakında
çok daha modern ve şeffaf bir di-
zayna geçeceklerini müjdeledi.
Önceliğimiz kaliteli hizmetSEVILOG şirketinin sahiplerinden
Murat Güldal bize yaptığı açıkla-
mada önceliklerinin kaliteli hizmet
olduğunu kaydederek şunları
söyledi: “Diğer şirketlerden farkı-
mız müşteriyi yalnız bırakmamak.
Mümkün olduğu kadar müşterimi-
zin taleplerini yerine getirmeye
çalışıyoruz. Hatta bir seferinde bir
müşterimizin ertesi gün mağaza-
sının açılışı vardı, bir konuyu gö-
rüşmek için gece saat 3’te aradı”
diyor ve gülerek ekliyor, “Müm-
künse gece 12’den önce ara-
yın...”
10. yıl kampanyası10 yıldır hizmet veren SEVILOG
bu anı kutlamak için yeni müşte-
rilerine özel kampanyalar düzen-
lemeye karar vermiş. Alacağınız
ürüne göre bedava müşteri kart-
larından, güvenlik kameralarına,
fiyat sorgulama aletlerinden,
Ipad’lara kadar güzel hediyeler
dağıtacak olan SEVILOG, yılba-
şından sonra da yeni sürprizler
sunacak.
Açılımlar devam edecekStrasbourg bürosunda 6, Tür-
kiye’de 4 elemanla hizmet veren
SEVILOG, bayilik sistemini de
geliştirmek istiyor. Başka ülkeler-
den de talepler gelmeye devam
ettiğini belirten Murat Güldal ya-
kında Fas ve İngiltere bayilikleri-
nin de açılacağını duyurdu.
Fransa dahil her ülkeden gelen
bayilik taleplerini değerlendire-
ceklerini söyleyen Güldal’ın ay-
rıca iş sahiplerine uyarısı var.
Son zamanlarda ekonomik kriz-
den dolayı devletin vergi kontrol-
lerini çoğalttığını ve Fransız
şirketler dahil denetlendiğini belir-
ten Güldal, birçok şirketin kasa
sistemleri normlara uymadığı için
ceza yediğini ve bu cezadan
sonra kasa aldıklarını hatırlatarak
şirketlere muhakkak normlara
uygun kasa almalarını tavsiye etti.
SEVILOG şirketi hakkında geniş
bilgi almak isteyenler 03 88 44 18
76 nolu müşteri hattından ulaşa-
bilirler.
SEVILOG 10. Yılını Geride Bıraktı
Strasbourg merkezinde, Meinau mahallesinde
bir yıldır işletmede olan Salle Mazagan adlı
çok amaçlı salonun işletmesini, Türk Girişimci
Fatih Karakaya devraldı. Strasbourg Eyyub
Sultan camisinin yanında bulunan ve 200 ki-
şilik kapasiteye sahip olan salon kına, nişan,
sünnet, doğum günleri, resepsiyonlar, iftar
sofraları, aile toplantıları, yemekli davetler gibi
etkinliklerde hizmet vermeye devam edecek.
Benzersiz bir ortam sayesinde, misafirlere
unutulmaz anlar yaşatacak olan salon, özel
ışık sistemi ve dekorasyonu ile de göz doldu-
ruyor. İşletmeyi devralan Fatih Karakaya ga-
zetemize yaptığı açıklamada salon ile ilgili
bilgiler verdi. Yeni evlenecek çiftlerin sürekli
orijinal ve benzersiz ortam aradığına dikkat
çeken Karakaya, “Eskiden insanlarımız kala-
balık nişan, kına, düğün ile başarıyı ölçüyordu.
Ancak Araplar bunu yıllardır aşmış durumda.
Düğünlerinde çocuklar olmadığı gibi aşırı ka-
labalık düğünlerden kaçıyorlar. Çok daha ori-
jinal, tam düğün havası veren ama az kişiyle
yapılan düğünler çok daha revaçta. Biz de
bundan yola çıkarak daha az kişiye hitap eden
ama gerçek bir düğün ortamını misafirlere ya-
şatmak istiyoruz” dedi.
Verilecek hizmetler arasında sade salon kira-
lanmasından akla gelebilecek her türlü orga-
nizasyonu A’dan Z’ye yapacaklarını anlatan
Karakaya, Ocak ayı içinde de bir açılış töreni
yapacağını duyurdu.
Özel yemek servisi
Diğer yandan sürekli artan bir talebe de cevap
vermeye hazırlanan Karakaya, özel restoras-
yon servisini sunacak. Sadece rezervasyon
üzerine yapılacak yemek servisi hizmetinde
aile ya da dost toplantılarını, Hac yemekleri,
iftar sofraları olacak. Sadece kendi çevreniz-
den oluşan insanların katılacağı yemekli ser-
visler sayesinde hem rahat olacak hem de
hoş anlar geçirebileceksiniz. Salon ile ilgili de-
taylı bilgi almak için: 06 99 15 51 03 nolu tele-
fonu arayabilirsiniz.
Salle le Mazegan 3 Rue Lafeyette 67100
Strasbourg (Eyyub Sultan Cami Yani)
www.mazagan-Strasbourg.fr Facebook: Ma-
zagan Dugun
Strasbourg’un İlk Türk Salonu Açıldı
Beyaz atlı prens ve prenseslerin gelmesi,Barış ve kardeşliğin hakim olması,
Aşk ve sevginin bol olması,Askerlik parasının kalkması,
Açlık ve savaştan kimsenin ölmemesi,İşin, aşın, aşkın, bereketin ve sağlığın bol olması,
Bu yılın hepimizin olmasıDilekleriyle herkese MUTLU, HUZURLU BİR YIL DİLİYORUZ.
Sevgi BEYAZIT, Kebire ÇİFTÇİ, Merve TANTU, Emre GÜLER, Saniye YÜKSEL, Zeynep POLAT, Esin TUNCER, Okan ERSAN, Esra KARAYEL,
Oğuzhan DOĞRU, Pınar ARSLAN HAGUENEAU
5
GENÇLERİMİZDEN YENİ YIL MESAJI
8
FARUK [email protected]
Lokomotif Takımlar: G.Saray, F.Bahçe, Beşiktaş ve Trabzons-por Galatasaray ilk yarıyı 33 puanla lider bitirdi, Cim
bom’un yarı sezonda biraz inişli çıkışlı maçları ol-
duysa da ilk yarının lideri olarak göze çarpıyor.
Ayrıca Şampiyonlar Ligi’nde ilk 16’ya kalarak Al-
manlar’ın Schalke 04 ile eşleşti. Bu kuradadaki
en kolay takım demeyeceğim çünkü Şampiyon-
lar Ligi’nde ilk 16’ya girmiş bir takım kolay bir
lokma değildir. Aslanlar bu turda zorlansa da bu
eşleşmeden galip ayrılır diye duüşünüyorum;
Manchester’daki o fırtına ruhu Braga maçında da
gördüm, o istekle arzuyla Schalke maçında da
oynarlarsa Aslanlar rakibini yener. Cim bom
maçlara göre konsantre oluyor ve o rakibin oyun
sistemine ayak uydurabilen oyun stilleri futbolla-
rına futbol katıyor. Biraz defans eksikliği çekse
de sinyor Terim görevini iyi yapabilen ender tek-
nik direktörlerden biridir. Belki Şampiyonlar
Ligi’nde finali zorlayabilecek o potansiyel olabilir,
bunun için de çok ama çok mücadele lâzım.
Beşiktaş klübü ligin 2. sırasında yer alıyor; sezon
başından beri iyi takip ettiğim takımlardan biridir
Kartallar, çok zor bir dönemeçten geçen bir Be-
şiktaş günden güne kendini yenileyen ve ileriye
dönük iyi sinyaller veren bir takım haline geldi.
Sanki taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor, belalı
oyuncularından birer birer kurtulan Beşiktaş
şampiyonlukta Cim bom’un ardından gelerek As-
lanlar’ın ensesine konmuş gibiler; arada 3 puan
olsa da, bu pek bir şey değildir. Kartallar iyi pas
yapan yenilikçi kadrosuyla fark yaratıyor, Samet
Aybaba’nın görevini en iyi şekilde yaptığını gö-
rebiliyoruz.
Fenerbahçe camiası büyük bir camia olduğunu
göstermiştir; bir teknik adamın istifa ettiği andan
itibaren futbolcular ve yönetim seferber olmuştur
Aykut Kocaman istifasını geri çeksin diye, bunu
kolay kolay her takım yapmaz, sonuçta bizim ül-
kemizde oynayan da oynamayan da topçulardır
ama faturası hep teknik direktöre kesiliyor. Bizde
mantalite bu; gider bir hoca, gelir yerine bir mü-
ezzin… Her şey iyi has da, topçu sahada oyna-
masa aldığı paranın hakkını vermese suçlu
teknik adam mıdır? Yıldızlar topluluğu dediğimiz
Real Madrid de bu sıkıntıyı yaşıyor, çok yıldız
başa beladır, Fener’in en büyük sıkıntısı budur.
Son haftalarda en çok gözüme çarpan, kaleci
Volkan’ın yediği basit goller; Volkan’ın ciddi an-
lamda büyük problemleri olan bir kaleci oldu-
ğunu düşünüyorum, konsantre olamıyor gibi
geldi bana.
Trabzonspor klübü bu sezon pek iç açıcı bir du-
rumda değil, Formula 1 araçları gibi sık sık bo-
zulmaya başladılar. Sezon başında geç gelen
transferler, gönderilemeyen yabancı oyuncular,
gitmek isteyen oyuncular arasında kalmış sıkış-
mış bir kadroya sahip Şenol Güneş ki o malze-
meden iyi işler yapabilme potansiyeline sahip bir
hocadır, klübün daha öncesi kaleciliğini yapmış-
tır. Bordo mavililerin en büyük sıkıntısı gol hat-
tında, bir türlü istenilen performasına gelemeyen
Paolo Henrique, eşinin yüzünden Trabzon’da
mutsuz olan Volkan Şen, sol kanatta yürümek-
ten aciz Emerson, orta sahada sezon öncesi gi-
deceğim diye tutturan Colman’sa beklenen
performasından çok ama ok uzaklarda. Belki yıl-
dızı yok Trabzonspor’un ama yine de nerede ne
yapacağı belli olmuyor; bir bakmışsınız deplas-
manda galipler, bir bakıyorsunuz Avni Aker’de
maç veriyor. Halbuki benim bildiğim Trabzons-
por rakibini ataklarıyla bunalttıkça bunaltırdı,
güzel, zevk veren bir takımdı, şimdi biraz o gö-
rünümden uzaklar.
Devre arası umarım klüplerin istedikleri gibi
geçer ve yeni yılda başarılı oluruz.
Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyorum,
saygılarımla…
HİNDİ HAYVAN DEĞİL Mİ?Müslüman dediğin kişi hiçbir şekilde yılbaşını kutlamamalı
ve her gün nasıl yaşıyorsa, yılbaşı gecesinde de aynı o şe-
kilde yaşamalı.
Yılbaşı geliyor diye, bugün bunu yapayım veya şuraya gi-
delim diye, yılbaşına özelmiş gibi bir davranışta bulunmak
bile çok yanlıştır. Günler her zaman aynıdır, her zaman
özeldir, her zaman değer verilmelidir. Yani imtihan dünya-
sındayız, bu günler de bizim için vardır. Kulluk görevimizi
yerine getireceğimiz günlerdir.
Yılbaşında yoldan çıkmak, özenmek veya saçma bir şe-
kilde hindi kesip kutlamak, böyle bir günde olamaz, olma-
malı da.
Yılbaşı akşamı bazı muhafazakar insanların oturup kuran
okuduklarını, zikir çektiklerini duydum, bunun da yanlış ol-
duğunu düşünüyorum, çünkü yılbaşına özel oturup kuran
okuyor ise yanlıştır. Eğer her aksam okuyup da yılbaşı ak-
samı da okuyorsa, o zaman normal bir yaşam olarak algı-
larım. Haftada bir sürekli aynı gün okurdu kuranını, yılbaşı
akşamına denk geldi, en son hafta okuması normal ve de
çok doğru bir davranıştır.
Burada vurgulamak istediğim, sadece yılbaşına özgü bir
şeyler yapılıyorsa bu davranışın doğru olmadığını düşünen
biriyim.
Avrupa’da yaşayan müslüman din kardeşlerim, ülkemizden
daha çok kutlanacak yılbaşı gecesi ve bunu da normal gör-
mek gerekir, inançları gereğini yapıyorlar. Bize düşen, o
gece hiçbir özentiye kapılmadan, hiçbir kutlamaya katılma-
dan günümüzü geçirmektir. Onlara da saygılı olup, inanç-
larına ve düşüncelerine saygı gösterip adet gereği mutlu
noeller diyebilirsin, onun yılbaşını anlayışla karşıla, sözlü
bir kutlama yap, bir sakınca görmüyorum. Eğer eğlence
veya gece kutlamalarına çağırıyorsalar, o zaman da benim
dinimde, düşüncemde, kültürümde, böyle bir şey olamadığı
için kabul edemem diye davet edeni nazikçe uyarmalısınız.
Bunu yaparken karsı tarafı kırmadan incitmeden yapılmalı
diye de düşünüyorum.
Yılbaşında kesilen hindilere de yazık oluyor, asıl şimdi telef
oluyor, şimdi hayvana zulüm ediliyor. Kurban Bayramı’nda
hayvan haklarını savunan kişilere söylüyorum... Nerdesiniz
şimdi?... Hindiye niye sahip çıkmıyorsunuz?... Kurban Bay-
ramı’nda ortaya çıkıp hayvanlara zulüm yapılıyor, telef edi-
liyor diye, avazınız çıktığı kadar bağırdınız, pankartlar
açtınız. Peki şimdi noel bayramı veya yılbaşı gecesi adı al-
tında hindi kesiliyor, kutlanıyor, siz neden bu konuda aynı
duyarlılığı göstermiyorsunuz. Hindi hayvan değil mi? Siz
hayvan haklarını savunmuyor muydunuz? Şu an tepkiniz
nerede? Savunanlar nerede?
Bunların cevabını çok merak ediyorum ama ben de kısaca
cevaplayayım; siz o gece hindiyi de kesip, oturup afiyetle
yiyeceksiniz. Kutlama moduna girip hindiyi de unutacaksı-
nız. Doğal olarak hayvan yaşam haklarını da unutacaksınız.
Sizin ancak işiniz Kurban Bayramı’nda ortaya çıkıp gündem
olmak veya ekranlara çıkma şovunu gerçekleştirmektir.
Gerçekten hayvanları sevseniz, her zaman her yerde sa-
vunurdunuz.
İşinize geleni yapıyorsunuz. Timsah gözyaşı döküyorsu-
nuz. Asla gerçekçi bir tutum içinde olmadığınızı herkes bi-
liyor ama siz hâlâ kendinizi bilmiyorsunuz.
Şunu da dile getirmek isterim; bu söylediklerim bütün hay-
van haklarını savunanlara gelmesin, üstüne alınmasınlar.
Bizzat Kurban Bayramı’nda çıkıp o saygısızlığı yapan kişi-
lere seslendim. Allah için kurban edilen hayvanların ve
bizim dini inancımızın gereği Kurban Bayramı’nı kutladığı-
mız o günlerde seslerini çıkarıp, pankartlar açarak güya
hayvanları savunuyorlarmış. Ya biz hayvanları sevmiyor
muyuz? Biz korumuyor muyuz? Hayvanin yaşam koşulla-
rına dikkat etmiyor muyuz da çıkıp laf yapma cesaretinde
bulunuyorlar.
Yılbaşında hindi kesiliyor, Allah mı emretti. Hayır.sAma Kur-
ban Bayramı için büyük ya da küçük baş hayvan kesilme-
sini Allah emretti ve biz müslümanlar kulluk görevimizi
yerine getirip, Allah rızası için hayvanları kurban edip fakir
fukaraya etlerini dağıtırız.
Allah akıl fikir versin... Allah yolunda olmayı ve sünneti ile
yaşamayı nasip etsin. İnşallah bir dahaki yılbaşı gecesi
hindi kesmeyip, Kurban Bayramı’nda kurban kesmeyi
nasip etsin. Benim duam da budur. Ya olduğunuz gibi gö-
rünün ya da göründüğünüz gibi olun.
ADEM GÜRSAL
Ömür ve Zaman...Sevgili Dostlar, Ömür dediğimiz nedir ki; dün, bugün ve yarın… Dü-
şünür ne demiş? “Dün dünde kaldı, yarın meçhul, o halde bu günü
yaşa.” Bir şarkıda, “ Ömrümüzün son saati çalmadan gel…Gel ne
olur!... Hâlâ seviyor mu diye, sormadan gel, gel ne olur!.. Bir başkası
“Ne istiyorsunuz benden, aldığınız yetmedi mi. Bıkmadınız istemek-
ten, size borcum bitmedi mi yıllar!.. diyor. Hayat, ömür ve yıllar söz
konusu olduğunda, bir kere durup düşünmek gerekir. Çocukluğu-
muzda geçmek bilmeyen zamana karşılık, olgunlaştıkça yaptıkları-
mızı ve yapacaklarımızı hayatımıza sığdırabilmek çabasıyla önceleri
tatlı bir telaş, sonraları yerini çaresizlik, endişe ve hayıflanmalara bı-
rakır. Daha yapılacak onca şey vardır. Hedefler, aile, çocuklar, mal
mülk, para kazanmak, bu dünya kadar öteki dünya için de faaliyet-
lerde bulunmak, sağlıklı olmak, başarılı olmak. Bütün bunları tek ba-
şımıza halletmemiz gerekir. Hata yapmadan, aksatmadan, kalp
kırmadan, çalmadan çırpmadan, namuslu ve şerefli bir yaşam biçimi
sürerken yanlışlara kapılmadan, harama sahtekarlığa kötülüğe bu-
laşmadan, örnek adam, örnek kadın, örnek çocuk, örnek öğrenci,
örnek öğretmen, örnek yönetici, örnek esnaf, örnek komşu, örnek
doktor, örnek siyasetçi, örnek falan ve filan olarak çalışmak, didin-
mek, gayret etmek…
Meğer bizi ne çok şey bekliyormuş, akıp giden zamanı acımasızca
harcayıp dururken yaş otuz beşten sonra geri sayım başlayınca ah!
lar vah! lar işe yaramıyormuş pek. Hayattaki en önemli şey tecrübe
ve nasihatten ( büyüklerimiz bizleri uyarırken genelde surat asılır)
nasibimizi alabildiğimiz sürece şanslı kesimden olmuşuzdur. Hele
bir de kendi kazanımlarımızla birleştirince, hayatın tadına doyum
olmaz.
Buna biraz şansı da ekleyerek, doğru zamanda doğru yerde ve
doğru insanlarla bir arada olmak, başımıza gelebilecek en güzel
olaydır. Yıllar yılları kovalarken, bizleri adeta kah törpüleyerek, kah
okşayarak, kah teğet geçerek şekillendirir, kıvama getirir. Bize
düşen bu durumlardan tat alarak, özümseyerek, bazen tökezlesek
de tekrar ayağa kalkabilmektir. Sırt sırta verebilmektir. Elinden tu-
tabilmektir. Empatidir. Samimiyettir. Sadakat ve saygıdır. Gülmek,
koşmak ve havalara uçmaktır. Alternatifler oluşturmaktır. Çare ara-
maktır, çare olmaktır. Gözü pek, gözü tok, gözü açık olmaktır. Kaya
olmak gerekirken kum gibi, kum olmak gerekirken kaya gibi olma-
maktır. Umutsuz olmamaktır. Zayıf, aciz olmamaktır. Sormaktan
korkmamak, ukâla olmamaktır. Hele kibirli asla… Biliyoruz ki; küçük
dağları da büyük dağları da bir yaratan var, zahmet etmeye gerek
yoktur.
Bu yazıyı yazıyorken 2012 yılının son kırıntılarını yaşıyor, 2013 yılına
hoş geldin alıştırmaları yapıyorum.
Çocukken ben yılları kovalarken, yolun yarısından sonra, yıllar beni
kovalar oldu. Yakın zamanda ziyaret ettiğim sevgili Babam, Allah
ona ve Anneciğime uzun ve sağlıklı ömürler versin, evdeki üç tane
masa saatinin pillerini yenilerken şöyle bir cümle sarf etti. “ Şunlara
bakın, üçü de zamanla yarışıyor, fakat hiçbiri de birbirini geçemi-
yor…” İlk etapta anlamsız, basit bir sözmüş gibi geldi fakat düşün-
dükçe bende tuhaf duygular oluşturdu. Acaba bizler birer saat isek,
birbirimizi geçeceğiz diye boşuna mı çaba sarf ediyoruz! ya da, bir-
birimizi geçeceğiz diye sadece zamanla mı yarışıyoruz da haberimiz
yok…
Hani bir de hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işine koşturanlar var ya,
onlar için bu durum daha da vahim bence. “Dünya Sultan Süley-
man’a kalmamış” derler ya, kısa bir Süleyman söylevi yazayım siz-
lere. Avrupalıların Muhteşem Süleyman dedikleri Osmanlı Padişahı,
kırk altı yıllık onca saltanatından sonra, şöyle bir vasiyette bulunmuş.
“ Ben öldüğümde ve tabuta konulduğumda elimin birini tabuttan dı-
şarı çıkarın ve öyle gömün, desinler ki; Sultan Süleyman dahi bu
dünyadan eli boş gitmiştir.” Ömür dediğimiz şey sevgi ve hoşgörü-
dür. Gerisi teferruattır.
2013 yılının size, sevdiklerinize ve ülkemize sağlık, huzur, mutlu-
luk,barış, başarı ve bol kazanç getirmesi dileğiyle… Nice mutlu yıl-
lara… Esen kalın.
Bir Ömür Bitti
Penceremden bakıyorum gökyüzüne, kapkara,
Buna inat ışıl ışıl parıldıyor Ankara,
Bir tek ben yalnızım, tek bahtı kara
Var yalnız yıldızlardan arkadaş ara....
Ya kalpleri karaları netmeli ?
Kalbi kara olanları sürgün etmeli
Yine olur benim gönlüm Yemen elleri
Yarim gelirmola diye, bekler yolları...
Ne beklersin deli gönül yol bitti
Diken dolu gönüllerde gül bitti
Yarin kalbi zahir deve dikeni
Sabretmeye mecal kalmaz, gün bitti
Değmez bir sevda için, bir ömür bitti...
M. Şenocak /1998-ANKARA
TRT Türk Halk Müziği
Ses sanatçısı
MERYEMŞENOCAK
10
SUAT SARAYDEMİR
İlk Yarının Ardından…Süper Lig’imizin ilk yarısının sonu geldi
çattı. Lider G.saray puan farkını da
açmış durumda ama hiçbir şey bitmiş
değil. Karabük Mesut Bakkal’ı getirdik-
ten sonra çok iyi bir çıkış yapıyor, An-
talya iddialı durumda, Elazığ ayağa
kalkmayı başardı Yılmaz Vural saye-
sinde... ve Beşiktaş var. Hiç Beşik-
taş’ın maçına baktınız mı? Gerçek
futbol maçları izliyoruz, bir bu kale bir
o kale. Pozisyon var, goller var, heye-
can var, müthis bir mücadele var.
Samet Aybaba gerçekten iyi işler yapı-
yor Karakartallar da. Sonuna kadar gö-
türecekler mi? Ben sanmıyorum. Biraz
büyük konuşmak olacak ama gerçekçi
olmak gerek, G.saray şampiyon olur.
Trabzonspor’a gelince, bence bir şey
yapılmalı. Camiya, şike davasından vs
bir hayli yorulmuş ve usanmış görünü-
yor ki,yeni bir sayfa açmak gerek yani
yönetimin tamamı değişmeli, Şenol
hoca iyi olsa da dinlendirilmeli. Oyun-
cuların çoğu değişmeli. Her şey değiş-
mekle olmuyor tabii ki, ağıza kolay
geliyor demesi, biliyorum ama bence
bu yapılmalı. Zaten, bu saatten sonra,
ha kupayı vermişler, ha vermemişler...
Ne değişecek, tadı mı kaldı???
Ziraat Türkiye Kupası’nda iki sürpriz
yaşandı. 1461 Trabzon, G.saray’ı İs-
tanbul’da 1-2 yendi. Antalyaspor da
Beşiktaş’ı yendi. 8 takım gruplara kaldı.
Bu gruplardan ilk iki takım yarı finale çı-
kacak. A grubundaki birinci, B grubun-
daki ikinci ile ve A grubundaki ikinci, B
grubundaki birinci ile karşılaşacak. İşte
gruplar... A grubu: F.bahçe, Sivasspor,
Bursaspor, 1461 Trabzon. B grubu:
Trabzonspor, Eskisehirspor, Antalyas-
por, Mersin İdman Yurdu...
Ama önemli olan bu değil, önemli olan
Avrupa’da bir şeyler yapmamız. Tem-
silcilerimiz gruplardan çıkmayı başardı.
İşte ülkemize gereken şeyler bunlar.
Birbirimizi yemeyi bırakalım, Avrupa’yı
yiyelim hep beraber. Kuralar çekildi ve
kötü değil diyebiliriz. G.saray Alman
takımı Schalke 04’e, F.bahçe ise
Beyaz Rusya ekibi Bate Borisov’a dü-
üştü. Konsantrasyonumuzu kaybet-
mezsek, eleyebileceğimiz takımlar.
Hayırlısı diyelim…
Bir yıldız daha ülkemizi terk etti, Ri-
cardo Quaresma, yani ...Q7. Omuz-
larda, türkülerle, törenlerle geliyorlar,
giderken buruk halde, sessiz sedasız
gidiyorlar. Daha kimler gelecek kimler
gidecek.
Son olarak, UEFA’dan gelen açıklama
ile ilgili bir şelyer yazalım. 2016’da
Fransa’da olacak olan ve Türkiye’nin
bir oyla kaybettiği Avrupa Şampiyonası
son defa bir ülkede oynanacak. Yani
2016’dan sonra ,Avrupa şampiyonaları
çeşitli Avrupa şehirlerinde yapılacak.
Mesela bir maç Viyana’da, öteki İstan-
bul’da, diğeri Atina’da, bir diğeri
Roma’da vs vs... Yani ülkemiz hiçbir
zaman bu organizasyonu yapamaya-
cak. Platini’nin sayesinde mi bilmiyo-
rum, ama Fransa son kez bu şansı
tatacak. Ne dersiniz 2016’da Türkiye
ay yıldızlı takımımız gelip inletsin Fran-
sa’yı, kazansın şampiyonayı!!! Hayal-
lerle yaşamak, gerçeklere umutla
bakmaktır...
Hosçakalın..
FUTBOLJEKTİF
Mehin Shamkhalova
Feminizm üzerine...
Qadın gülərsə,şu ıssız mühitimiz güləcək,
Sürüklənən bəşəriyyət qadınla yüksələcək.
-Hüseyn Cavid-
Kendi düşüncesini, isteğini, özgürlüğünü, hakkını talep eden kadına – “feminist
misin?” diye sorarlar. Hiçbir zaman anlamadım, anlamakta da zorluk çektim.
Neden birilerine kendi haklarını, isteklerini ispat etmek zorundalar? Kadının
söylediği fikri sorgularlar, bunu erkek derse hiçbir sorun olmadan kabul eder-
ler. Kadının okuyacağı üniversite, ailesi tarafından tartışılıyorsa, erkeğin kendi
isteğine, seçimine bırakıyorlar. Neden kadın kendi istediği yolu çizerek gidi-
yorsa dışlanmış oluyor ve feminist biri oluyor?
Feminizm - benim görüşüme göre, çevremizdeki dünyayla ilişki ideolojisi, yol
türüdür. Bir feminist – barikatlarda mücadele, tanklar altına gitmek, posterlerle
meydana çıkmak zorunda değil. Feminizm - eşitlik teorisi, sosyal adaletsizlik,
kişisel gerçekleştirme, özgürlük, kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesidir.
Bu hayatta kendi yolunu seçmek, hakkın için verilen bir mücadeledir.
Feminizm – kadınların güçlü olduğunu göstermek arzusu değildir.
Feminizm - erkekleri güçlerinden mahrum etmek de değildir.
Feminizm – sivil hakların tanınmış olması için kadınların mücadelesidir. Hak
eşitliği, hukuki eşitlik, cinsiyet eşitliği, karar verme özgürlüğü...
Her şey - tüm sivil hakları için kadınların mücadelesi ile başladı. Feminizm ta-
rihi geleneksel olarak üç döneme - "dalga"ya ayrılır.
İlk dalga: 19 yüzyılın ortasında - 20 yüzyılın başlarında. Bu dönemde kadınların
hedefleri oy hakkı, eğitim hakkı, mülkiyet hakkıydı. Bu isteğe - hedefe gelmek
kadınlar için hiç de kolay olmadı. Şimdi biz birkaç saat içinde üniversiteye sı-
navla girebiliyorsak, kendi oy hakkımızı beş dakika içinde bir kağıtda işaretliyip
oyumuzu kulanıyorsak, bir mahkeme ile kendi mülkiyetimizi tartışabiliyorsak,
bu o dönemde o kadınların 70 yıldan çok zamanını aldı. Bugün bizim bunları
yapabilmemiz için güçlü uluslararası hareketler, protestolar, gösteriler, tutuk-
lamalar, hapis açlık grevi ve birkaç kahraman ölümleri bile olmuş. Kadınlar
Yeni Zelanda'da ilk etapta oy hakkını kazandı ve yakında değişim dalgası
dünya çapında yayıldı: 1893 – Yeni Zelanda, 1906 – Finlandiya, 1913 – Norveç
... 1930 – Türkiye, 1944 – Fransa ... 2005 – Kuveyt.
İkinci dalga: 1960 - 1990'lı yıllar. İlk dalga gerçekten uluslararası idiyse, ikinci
dalga - Amerikan kültürünün 60'larına ait. Bu dalganın temel amacı vardı: İş-
yerinde ayırımcılık mücadelesiydi. O zaman cinsiyete dayalı açık ayırımcılığı
yasaklayan bir yasa yoktu. Birçok iş ilanında belirtilmiştir: “yalnız erkekler”. Bu
dönemde birçok Amerikalı kadının ilk dalganın sayesinde yükseköğretim vardı,
ama bu da onların kariyer alanında başarı firsatı için az kalıyordu. Bu dalga
kendi amacına ulaştı ve böylece, ulusal ve bölgesel düzeylerde, kadın hakları
ve açık işgücü piyasasında ayırımcılığı yasaklayan koruyan yasalar kabul
edildi.
Kürtaj hakkı. İkinci dalga yıllarında gebeliği sonlandırmak isteyen kadınlar ya-
sadışı kürtaja gitti, bu da bir sürü ölümler ve kazalar getiriyordu. Mücadele 15
yıl sonra, 1975 yılında gebelik (kürtaj hakkı dahil) hakkında karar verme hak-
kına birçok etat’larda, New York dahil olmakla yasal haklıydı.
Feminizmin üçüncü dalgası: 1990 – Bugün. Birçok yönden, feminizmin
"üçüncü dalga" kadınların aktivite merkezi ABD ve Avrupa’dan taşındı ikinci
ve üçüncü dünya ülkelerine - Afrika, Latin Amerika, Asya, Müslüman dünya-
sında.
"Üçüncü dalga" Sorunlar ve problemleri dünya kültürü gibi farklı: kadın ve din,
evlilik ilişkisi, cinsel şiddet, aile içi şiddet, güzellik ve yeme bozuklukları, eko-
nomi, ücretlerdeki eşitsizlik, kadınların siyasal hayata katılımı, ev sorumluluk-
larının eşitsiz dağılımı...
Birçok dini gelenekler bugün de bir şekilde ısrar ederek eşit haklar fikrini red-
detmeye devam ediyor. Böyle gelenekleri, birçok uzmanlara göre 21- ci yüz-
yılda dinde "kadın sorunu" uzun bir süre için olgunlaşmış olduğu için iç
çatışmalara mahkum. Böyle ki bugün çağdaş yaşamda hâlâ kadın sözü geç-
meyen ve kadının hakkı olmayan birçok ülke var.
En önemlilerden hâlâ özel mülkiyet sorunu ve kadınların mali bağımlılığı. Ka-
dınlar ve özellikle, bekâr anneler hâlâ dünyanın en yoksul sosyal kategorisi,
en savunmasız durumdalar.
"Üçüncü dalga"- birçok yerlerde müslüman dünyası feministler gibi gösterili-
yor. Müslüman ülkesi derken ilk akla gelen baş örtüsü, hicab, çadra oluyor...
Müslüman ülkelerden gelen feministler daha ihtiyatlı söylemler yapıyorlar – so-
runlar baş örtüsünde değil, sorun serbest seçim. Öyle ki, bir kadın baş örtü-
sünü kendi isteğine göre geleneğin bir sembolü olarak takmak istiyor olabilir,
o zaman da ondan imtina etmek hakkı da olmalıdır. Yani seçim korkusu, taş-
lanmak korkusu olmamalıdır.
Ben bir feminst miyim? Bilmiyorum...Düşünüyorum ki, bugün her kadının
içinde bir feminist ruhu vardır.
Ve unutmayalım ki, birçok kendini dünyaya ispat etmiş ve tanıtmış erkeğin ya-
nında hep güçlü kadınlar vardı. Kadınlara hak ve hukuk vermekten korkmayın.
Feminizm – bir kadının erkekten daha güçlü olduğunu ispat etmek istemesi
değildir, bu sadece bir kadının da bir erkek kadar hakları olduğunu gösterme-
sidir.
Bu - hak eşitliği, hukuki eşitlik, cinsiyet eşitliği, karar verme özgürlüğüdür -
eşitlik teorisidir.
Mehin Şamxalova
[email protected]İF KARABACAK
EURO - SOSYOLOJİ
arif-karabaacak10@hotmailcom
ZITLIKLAR ÇEMBERİNDE HACC (2)Batıda sosyal hayatta sosyal bir salat vardır. Ama onlar
bugün, bir mabede girip onu Allah’a takdim etmiyorlar.
Müslümanların ise soyal hayatlarında salat kavramı yok.
Ama camilerde Allah’a salat sunuyorlar. ‘’Bak bunu dışar-
dan sana getirdim Ya Rabbi’’ diyorlar. Paketin içi boş. Al-
lah’a yalan söylediklerinin farkında değiller. Hem
müslümanlar, hem de müslüman olmayanlar, Allah’ın ku-
ludur. Kimisi bu kulluğun farkındadır, kimisi farkında de-
ğildir, kimisi de kulluğu kabullenmek istememektedir.
Herkes Allah’ın kuludur. Ama kimse kulluk yapmıyor. Ba-
tının kulluğu, kulluk sayılmıyor, zira iman etmeyenin hayırlı
amelleri boşa çıkmıştır. (K.Kerim’deki, habidat e’malühüm
‘onların amelleri boşa gitmiştir’ ifadeleri bunu anlatır.)
Müslümanların kulluğu ise, atalarımızın kulluğunun takli-
didir. Yani çakmadır. Çin malı I-pod gibidir. İş görmez.
Dünyadaki akan kan, gelir dağılımı adaletsizliği, dramlar,
savaşlar, hep bu kulluk yokluğundandır. Rabbimiz olan
Allah üzgündür ve kırgındır. Rahmet ve inayet etmemek-
tedir. Kullarının uyanmasını ve kendisine dönmesini bek-
lemektedir.
Efendim binalar çok güzel, çok lüks. Efendim? İslam mi-
marisi bir sanattır. Klasik Mimarlarımız, Allah’ın Sanii is-
minden esinlenerek, Allah’ın yarattığı evrene bakarak,
sanatkar ruhuyla iş yapmışlardır. Haremeyn’deki devasa
binalarda bu sanat ve estetik yoktur, sanattan anlayanlar
için. Büyüklük, azamet, pahalı malzeme, teknolojik gös-
teriler ne İslam sanatıdır, ne de İslam mimarisidir. ( Dini
mimaride azamet, Hristiyan kültürde, insanları ezmek,
azametle etki altında tutmak, dinin ve din adamlarının yü-
celiğini sembolize etmek için kullanılmıştır. Yine gizem ya-
ratmak için loşluk ve karanlık kullanılmıştır. Uzağa
gitmeyelim, Strasbourg’daki katedral, bunun karakteristik
bir örneğidir.) Sanat ve mimaride estetik, sadelik ve do-
ğallık önemlidir. Ve İslam mimarisi oval çalışır. Zira evren
ovaldir. Beynimiz, vücudumuz, dünyamız, gezegenler, ay
ve güneş hep oval ve dairevidir. Bizim kubbelerimiz, mi-
narelerimiz, oval, dairevi ve taş veya ahşap, yapı yani
doğal malzemedir. Haremeyn’deki binalar kopyala/yapış-
tır mantığıyla yapılmış ve her şey köşelidir. Mesele, mi-
marlar ve islam sanat tarihçileri tarafından incelenmeye
ihtiyaç duyan bir meseledir. Haremeyndeki binalar, mü-
sülman mahallesindeki salyangoz reyonu gibidir.
Hollandalı imamlar anlattı, 2009 yılında Hollandalı bir
müslüman hanım, hacca gitmiş. Ordaki çelişkiler yumağı
onu şoke etmiş. Kadıncağız, ben buraya niye geldim, ne
işim var benim burada, benim bu insanlarla hiçbir ortak
yanım yok, ben niye müslüman oldum diye krizlere girmiş.
Hacc dönüş yolunda gözlüğümün sapı kırıldı. Gözlükçüye
gittim. Baktılar, yarın gelip alın dediler. Benimle ilgilenen
mademoiselle, benimle beraber, bir adım arkamdan ka-
pıya kadar geldi, dizlerini bükerek selamladı, bonne jour-
née mösyö diyerek beni uğurladı.
Dünyanın kalbi Mekke’de yaşayan, beni dükkandan
kovan adam, insan kabesini bilmiyor. İnsanı baştacı eden,
insanı adeta kabeleştiren batı toplumu, beni jantille-ce
uğurlayan kız, dünya kabesini bilmiyor. Dünya ölçeğinde
tenakuz. Nasırdan ayakkabılı adamla, uçak tekerine sahip
jeeplere binen adamlar insan kabesini bilmiyor. İslam
dünyası içindeki çelişki. Bu sene kendi günahıma ağlaya-
cak gözyaşım kalmadı. Hep bunlarla meşguldüm.
Kabe dünyanın kalbidir, kalb insanın kabesidir. Hacc ke-
lime olarak ziyaret etmek manasındadır. Önce insan. Onu
ziyaret etmeden, insanın kalbini ziyaret etmeden, insan
kabesini burada bırakıp, dünyanın kalbine gidersen eli
boş gitmiş olursun. Kabe sana, benim sendeki karşılığımı
nerde bırakıp geldin diyecektir.
Anlattığımız hiçbir şey Sayın Kralın çalışma masasında
değildir. O çok büyük hizmetler yaptığını vehmederek,
‘’Acaba, bu insanlar bana olan borcunu ödeyebilirler mi?’’
diye düşünmektedir. Çıplak olduğunu biz görüyoruz, o
ise çok şık olduğu konusunda ısrarlı...
(Hacca giden bütün kardeşlerimizin haccları mebrur olsun
inşallah. Allah niyetimize binaen kabul eder. Allah gitme-
yenlere de nasib etsin, gidiniz, gidilsin, her şeye rağmen..
.kendimizi kabeleştirmek ve orayı insanlaştırmak için.)
-Bitti-
11
Günümüzde internet ve bilgi-
sayar kullanımı kaçınılmaz bir
duruma gelmistir. Günümüzün
teknoloji imkânlarını kullanıp
dünyaya açılmak isteyen va-
tandaşlarımız için Südstadt
werderstr.32‘de hizmet veren
Malison Tamir Servisi‘nde her
marka PC, Notebooks ve cep
telefonları tamiri yapılıyor ve
de satılıyor.
Ayrıca Türk Telekom, Türkcell
ve Ay Yıldız telefon kartları da
satılıyor; iki ülke arasında tek
kart kullanmak isteyen vatan-
daşlarımızı da tecrübeli perso-
neliyle bilgilendiren ve
yardımcı olan Malison Tamir
Servisi‘nde az kullanılmış cep
telefonları, bilgisaraylar, lep-
toplar, monitörler de satılıyor.
Daha fazla bilgi için 0721 /97
65 949 numaralı telefonu ara-
yabilirsiniz.
Hasan BELLİKLİ / Karlsruhe
MALISON TAMİR SERVİSİ Satılık fond de commerce
Mulhouse’da kuaför salonu, 100 m2,işlek yerde, 7 senelik tecrübesiylemüşterisi hazır, ailevî nedenlerle satı-lıktır. Fiyatta anlaşılabilir.Tel: 06 95 11 01 05
Satılık fond de commerce
Barr’daki Le Rôtissoir isimli snack-restoran sahibinden satılıktır. 170m2, yeni durumda, işlek yerde, müş-terisi hazır, 4 salonu bulunuyor ( ailesalonu ve oyun salonu dahil).Ciddî olanlar arasınlar. Fiyatı 60 000€, kirası 1 300 €.Tel: 06 69 07 06 84
Satılık fond de commerce
Strasbourg’da, Merkez Tren Garı’naçok yakın, işlek yerde ve müşterisihazır Grill National isimli Pizzeria-Kebap-Grillades satılıktır.Fiyatı : 130 000 € (Lütfen ciddi olanlar arasınlar)Tel : 06 14 73 34 33 / 03 88 23 24 88
GEÇMİŞ OLSUNAşırı yorgunluk ve üşütmeye bağlı gribal enfeksiyon teşhisiyle
30 11 2012 - 03 12 2012 tarihleri arasında hastanede tedavi
gören yazarımız
Hasan KARAKAYA’ya
geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyoruz.
Objektif Gazete
Küllü Nefsin Zaiğatül Mevt Sümme ileyhi türce-unnHer canlı Ölümü tadacak ve Mutlaka ‘O’nadöndürülecek .İNNALİLLAHİ ve İNNA İLEYHİ RACİUN‘‘O’’ndan geldik Yine ‘’O’’na döneceğiz.Dünyadaki Ömrünü Tamamlayarak Hakka yü-
rüyen Sevgili KuzenimMehmet SUDA Hakkın rahmetine kavuşmuştur.Yüce Rabb’imden rahmet, kederli Ailesine ve
sevenlerine Sabrı Cemil Niyaz ediyorum
Hasan KARAKAYA
BAŞSAĞLIĞI
14
10, rue Contades 67300 SchiltigheimTel: 03 88 85 83 66
www.objektifgazete.fr
* Aylık haber, ilan ve reklam gazetesi/Journal mensuel d’infos,
d’annonces et de publicités.
* İmtiyaz sahibi/Edité par: ACTIF SARL
* Genel Yayın Yönetmeni/Directeur de la Publication: Tuncer KIRÖMEROĞ[email protected]
* Grafik-Dizayn: Murat ATEŞ
* Dağıtım/Distribution: ACTIF SARL
TEMSİLCİLERİMİZ
SAINT-DIE, EPINAL, NANCY ve çevresi Mustafa GÜÇLÜTel : +33 6 07 61 09 24
KARLSRUHE ve çevresi: Hasan BELLİKLİTel : +49 1795 592 171
MANNHEIM ve çevresi: Şahismail Tel : +49 1797 843 183
SAVERNE-SARREGUEMINES-HAGUENAU - BISCHWILLERLUNEVILLE-BOUXWILLER-WISSEMBOURG ve çevresiKemal ERGÜLTel : +33 6 70 47 09 02
METZ ve çevresi: Recep GÜNEŞTel : +33 6 67 11 87 89
*Baskı adedi/Tirage: 10000
*Baskı/Imprimé par: Imprimerie des Dernières
Nouvelles d’Alsace
*Objektif Gazete basın meslek ilkelerineuymaya söz vermiştir.
/Objektif promet à respecter les princi-pes et les lois concernant le métier de
presse.
*Objektif Gazete’de yayımlanan yazı,haber ve fotoğraflardan kaynak gösterile-
rek alıntı yapılabilir.
/Toute reproduction de nos articles, tex-tes d’annonces ou publicités parues dansnotre journal est libre sous l’obligation de
citer le nom du journal.
*Dépôt Légal: JANVIER 2013
BANKA BİLGİLERİ
IBAN: FR76 1760 7000 0170 2167 5415 462
SWIFT ( BIC ): CCBPFRPPSTR
SIRET No : 539 864 06600011
OCAK / JANVIER
2013 N° 78
Bu sene 24.’sü düzenlenen
Türk Sinema Günleri et-
kinliği çerçevesinde
Strasbourg’a gelen ünlü gazeteci,
televizyon yapımcısı ve belgesel
yönetmeni Can Dündar, son çek-
tiği belgesel olan “Delikanlım, İyi
Bak Yıldızlara” ( Deniz Gezmiş
hakkında) filminin galası önce-
sinde Objektif Gazete’nin sorula-
rına cevap verme nezâketi
gösterdi.
Biz de, bu fırsatı kaçırmayarak,
bize ayırdığı kısa süre içinde, ilk
akla gelen sorularımızı kendisine
sizin adınıza yönelttik
Türk Sinema Günleri ve Faruk
Günaltay desek?
Sinema Odyssée ve Faruk Gü-
naltay bence hakikaten Türk ve
Fransız izleyicilerin birbirinin dil-
lerini anlamasında çok önemli bir
işlev görüyor. Özellikle Fransızla-
rın Türkler’i veya Türkiye’den ge-
lenleri tanımasında bu işlev öne
çıkıyor: toplum ne hissediyor, ne
yaşıyor, nasıl bir dönüşüm geçiri-
yor... Biz de açıkçası yurtdışına
çıkıp filmlerimizi toplu olarak gö-
rünce, yüzümüze bir ayna tutul-
muş gibi oluyoruz; Fransızlar da
herhalde Türk toplumunu böy-
lece görme şansını yakalamış
oluyorlar.
Bu büyük bir öncülük faaliyetidir
ve Faruk Günaltay’la yaşayan bir
şeydir; bunun kurumsallaşarak
önümüzdeki on yıllara da sark-
ması lâzım, bunu kendisine de
söyledim; tek kişilik bir ordu gibi
çalışıyor.
Strasbourg’taki Türk seyircisini
nasıl buluyorsunuz?
Türk seyircisinden ziyade, Fran-
sız seyircisinin ilgisinin daha da
yoğunlaştığını gözlemledim; hem
sayıları arttı hem de soru soranlar
çoğaldı; eskiden onlar pek lâfa
girmezlerdi! Mesela bizim belge-
selin soru-cevap bölümünde
Türkler’den çok onlar soru sordu,
hem de büyük bir merak ve iş-
tahla... Bu da bana daha ilginç ve
önemli geldi açıkçası, çünkü
amaç biraz da onların merakını
kışkırtmak ve Türkiye’ye olan ilgi-
sini arttırmak olduğundan, bu se-
vindirici bir durum.
Türk seyircisi zaten meraklı, di-
dikleyen, arkasını araştıran bir kit-
leydi hep; gene o merak devam
ediyor...
Türk sinemasının şu anki durumu
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben, bir takım olumsuz yorumlar
olmasına rağmen, umutlu olan-
lardanım. Türk sineması iki yolda
gidiyor bence: bir, popüler si-
nema, bol seyircili, gişe yapan,
büyük rakamlı, dünyada Hollywo-
od’un temsil ettiği ve giderek tır-
manan bir akım bu, bizde de
örneğin 1453 filmi bu hususta
önemli bir sıçramadır; iki, diğer
yanda ödüllü filmler, sanat filmle-
rinde de Türkiye kendini epey
hissettirmeye başladı. Kısacası
bu iki alanda da büyük başarılar
elde edildiğini düşünüyorum.
Gazeteciliğin püf noktası nedir?
Gazeteciliğin temeli merak’tır; bir
insan eğer gazeteciliğe merak-
lıysa, zaten olmuş demektir! Oku-
mak, çok okumak da tamam
ama, her şeyin başı merak: ül-
kede, dünyada, doğada ve in-
sanda olup bitene merak...
Bir konuda yazmaya başlamadan
önce ne tür hazırlıklar yapıyorsu-
nuz?
Muhtemelen siz de aynı yöntemle
çalışıyorsunuzdur; önce geniş bir
araştırma yapmak, tanıklarla ko-
nuşmak, belgeleri taramak, gör-
sel ve yazılı arşivi incelemek vb..
Ondan sonra, diyelim bir belgesel
çekiyorsak, topladığımız malze-
meyi televizyon diline tercüme
ediyoruz.
Türk basının durumu nedir sizin
gözünüzde?
Yani yerlerde sürünüyoruz diye-
bilirim; hakikaten ne yazık ki pek
yüz ağartıcı bir sınav veremedik
son dönemde; Türk basını ge-
nelde askerî darbe dönemlerinde
çakılırdı, bu dönem askerî darbe
olmasa da, bir anda hükümet em-
rine giren bir medyayla karşılaştık
ve gerçekten de üzülüyoruz. Ben
kendi mesleğim adına utanç du-
yuyorum...
Bu durumdan çıkış yolu olur mu?
Olur tabii, böyle gitmez, ama
biraz sancılı bir süreç olacak her-
halde. Önce bizim kendi içimizde
hesaplaşmamız, içimizdeki safra-
ları temizlememiz lâzım. Yandaş
basın-karşıt basın gibi şeylere
son verip, gerçek basını inşa et-
memiz gerekiyor Biraz zaman
alacak; belki üniversitelerden
başlamak, sendikaları tekrar di-
riltmek, meslek örgütlenmelerini
tamamlamak ilk adımlar olabilir.
Bu iş yukarıdan hükümet kontro-
lüyle ya da yasa zoruyla olmuyor;
tabandan gelmeli atılım...
Objektif Gazete okuyucuları
adına size çok teşekkür ediyo-
ruz...
Objektif Sordu, Can Dündar Yanıtladı
Bir yıl önce Strasbourg’a yerle-
şen Diyanet İşleri Türk İslam Bir-
liği Camii eğitim faaliyetlerine
azimle devam ediyor.
7-15 yaş arası çocuklar için hafta
sonları verilen Kur’an kursu, 8
Eylül 2012’de yeni eğitim döne-
mine başladı.
Kız-erkek toplam 210 öğrencinin
velileriyle, Pazar 25 Kasım
2012’de veliler toplantısı düzen-
lenerek çocukların Kur’an eğitimi
ile ilgili durum değerlendirmesi
yapıldı.
Strasbourg Ditib Camii Baş-
kanı Zafer DEMİR, açılış ko-
nuşmasında “insan”ın
ehemmiyeti üzerinde dura-
rak, Cenâb-ı Hak’kın varlıklar
içinde şerefli mahluk olarak
insanı yaratmış ve “oku” em-
riyle görevlendirmiştir diye-
rek, Kur’an eğitiminin önemine
değindi.
Ahmet Turan ÖZDEMİR, Stras-
bourg Ditib Camii Eğitim Başkanı
olarak öğrencilerin genel durumu
hakkında bilgi vererek, önümüz-
deki eğitim yılında farklı bir stra-
tejiyi uygulamaya koyacaklarını
müjdeledi.
Daha sonra veliler hocalarla bi-
rebir görüşerek çocukları hak-
kında bilgi alarak, hocalara
teşekkür edip düşüncelerini dile
getirdiler.
DİTİB VELİLER TOPLANTISI
Beyfa Menajerlik firması-nın sahibi Faruk Beyaz’ınbulup değerlendirdiği gur-betçi futbolcu İhsan Yeliz,menajeri Faruk Beyaz’ı iş-yerinde ziyaret etti.
1992 doğumlu, aslen Os-maniyeli olan İhsan Yeliz,Faruk Beyaz’ın kendisinikeşfetmesi sonucu, bir yıl-dan beri Süper Lig takım-larından Gaziantepspor’datop koşturuyor. Gazian-tepspor’un teknik direktörü
Hikmet Karaman’ın da ge-leceğin yıldızı gözüyle bak-tığı genç yetenek,Mulhouse’un Altkirch bel-desinde ikâmet ediyordu.
Liglere verilen aradan ya-rarlanarak yaşadığı yöreyegezmeye gelen İhsanYeliz, bir vefa örneği gös-tererek, menajerini ziyaretide ihmal etmedi.
Oyunucusunu gördüğündeçok duygulanan Faruk
Beyaz, genç oyuncuyaçok güvendiğini ve onuileri dönemlerde büyükbir takımda görmeyi ar-zuladığını söyledi.
Faruk Beyaz ayrıca, he-definin 2015’de 10 tanegurbetçi futbolcu yetiştir-mek olduğunu dile geti-rerek, kendisinigöstermek isteyen genç-lerin firmayla irtibatageçmesini istedi.
Gaziantepsporlu İhsan Yeliz Mulhouse’daydı
15
16
KONUŞURKEN FOŞ FOŞ EDEN ADAMbelki de taa o günlerden gelir yalnızlığım..
çok minikken ben, gurbete gittiği üçün ab-
lamla abim, evde kendi kendimeydim hep
yıllar yılı.. ana kuzusuydum mecbur, son
beşik idim falan.. pek nazlıydım bi de..anam
nereye ben oraya misali geçirdim tıfıllığımı..
mutfaktaydım da misal.. ne mutlu bişidir, çok
pasta yapar idi annem.. büsbüyük bi oyunu
idi çocuk kalbimin, anamın pasta yapışları..
hamur yuğurmalar, un serpmeler, fırına sür-
meler, ne bileyim kremalar, karameller.. bi
çizgi film izler gibi izlerdim anacaazımı..
en çok da kazanın dibinde kalan kremaları,
elime bi tatlı kaşığı alıp sıyırmalara bayılır-
dım.. annem çok uyardı beni;
-''ula oğlum kazandibi yiyenin düğününde
kar yağarmış''..
harbiden de 33 yaşımın güneşli bi şubat
günü, birdenbire kar yağmaya başladı gire-
sun'da lapa lapa.. gelin arabamız klakson
çala çala gazi caddesi'nde gidiyuken..
**** ****
büyüdüm sonra, ne bekleyecem hava duru-
munu..
şuralara buralara, süper müper marketlere
müdür eyledim naçiz vücudumu.. binbir türlü
detaya da boğulsa ömrüm market kapıla-
rında, orada bile pastane bölümünden çıkmı-
yodum hiç.. beni arayan müdür odası denen
lanet yerde diğil, pasta yapımhanesinde bu-
luyodu hep..
yine unlar, yine hamurlar, yine kremalar.. an-
nemi anımsayıp dolan gözlerim.. ama,
müdür dediğin adam tatlı serttir her dakika;
-''bi kaşık getirin ulannn, kazanın dibini yiye-
cem''..
-''tamam müdürüm''..
-''büyük kaşık verinnnn''..
-''müdürüm anneniz arıyo, giresun'a kar ya-
ğıyomuş''..
**** ****
marketin pastane kısmında tanıdım zaten fa-
zıl'ı..
sıskacık, gencecik, sarışıncık bi pasta ustası
aday adayı..
bi herif anca bu kadar sevimli olabilir be gar-
deşim.. her işe koşar, pastanede fazla gö-
rünmez, müdürden daha yoğun ve her
detayla daha bi ilgilidir filan.. bi bakmışın
kamyon boşaltanlara yardım ediyo, bi bak-
mışsın eline paspas almış temizlik yapıyo..
bi görüyon danışmada, bi görüyon muhase-
bede..
hepimiz çok seviyoz eşşek herifi..
bi de yarım konuşmuyo mu çocuklar gibi,
sözcükleri yuvarlayıp hızlı konuşmuyo mu..
ne diyonuz anam bacım..
deli oluyoz..
-''güyşey bey çayfş demledimfşş, paştaneye
geliy mişinfş''..
-''sağol fazlım.. sen de olmasan beni düşü-
nen yok be oolum''..
-'' eştafşrurfşf müdüyüm, ne demek''..
**** ****
bigün nasıl oldu, neden icap etti, o kadar
adam arasında anons yapmak nasıl fazıl'a
düşmüş..anlaşılır gibi diğil bu tesadüf..
odamda, bi firma yetkilisiyle bişiler konuşuk
ediyoz ciddi ciddi.. birden;
-''şayınfş müşterfşlerişmizfsş 52 veje üçfyüş
yetmifş döytf pşyakayıfş araçfş süyücüsüfş,
lütfenş ayacınızsşş şapınızşş föşürt höşürt''
anonsuyla irkildim.. konuğuma;
-''şükrü bey 52 VC 374 sizin plaka diğil
miydi.. bi zahmet aşaa iniverin, sizi anons
ediyolar'' diyebildim utana sıkıla..
-''yahu nasıl anladın gürsel bey''..
-''abi boşver meslek sırrı''..
**** ****
çok tatlıydı fazlı.. çok şeker idi..
durup dururken yemekhaneye çıkar, kahvaltı
masası hazırlardı tüm personele.. güya bana
duyuruyo;
-''güyşey beyfş, bitek kıyem peyniyfş ekşikşf,
onu da siz alıysınızfş aytıkfş''..
-''tamam lan, çağır milleti geliyom''..
ey gidi günlerimiz.. canını sevdüğüm perso-
nelim..
kurban oliyim size..
**** ****
çok sular aktı köprülerden.. gün gördüm gün-
ler gördüm..
bi ağşam evimden aldı çocuklarım beni;
-''müdürüm haydi halı saha maçına gidiyoz..
siz hakemsiniz''..
-''gelemem lan, çok yorgunum''..
-''müdüyüm lütfenşfşfş''
-''geliyom ulan, tamam''..
futbol yalnız futbol diğildir lafını boşa almasın
kimse.. gün gördüm günler gördüm; bizim
üst yönetimden büyük baskı altındayız o
demler.. illa ki alt personelden yönetici aday-
ları çıkarmamız isteniyo.. şirket dışardan
müdür transferi istemiyo imiş..
maçı yönetirken buldum yönetici adayını..
fazlı..
olacak iş diğil..
nice kaşarlanmış personel var.. bilgiişlemci-
ler falan.. bekliyolar tilki gibi yükselmeyi..
oysa en zeki top oynayan bizim fazlı..
eşşolueşşek..
**** ****
ömrüm yetmedi fazlı'yı yükseltmeye..
bi istifalıkmış marketçilik hayatım.. 10 yılımın
özeti bi istifa mektubu..
o kendi kendini yükseltmiş.. benden sonra
basıp istifayı romanya'da iş bulmuş..
güzel bi pastane açmış zamanla.. buradaki
hanımını boşamış, bi romanyalı kadınla ev-
lenmiş..
aradı geçen;
-''yaa güyşey beyş, ben de oydaki kayıyı kayı
sanıyodumş, hayat buyadaymışfşfş be mü-
düyümfş''..
ulan herif benden de akıllı çıktı..
MİZAH YAZISI
UTOPYA
Kerem YALÇINER
Seyahatin ilk adımları
Kendimi bir "birey" olarak görmeye başla-
dığımdan beri hep farklı düşünen bir çiz-
gide yer aldığımı düşünürdüm; aslında
herkes gibi hisseder, olayları herkes gibi
yaşar fakat hep farklı bakış açılarından ele
almaya çalışırdım hissettiklerimi, düşün-
düklerimi, yaşadıklarımı. Yazma eylemine,
yazıyı bir eylem aracı haline getirmeye de
eski sıralarında oturduğum İstanbul Saint-
Joseph Lisesi'nde okurken başlamıştım.
Gazetecilik okumadım, gazeteciliğin metot-
ları hakkında teorik bir bilgim de yok fakat
hayatımda, pratik olarak, her zaman dü-
rüstlüğü, doğrucu çoban olmayı, objektifliği
benimsedim ve de yaşadığım, gördüğüm,
duyduğum, hissettiğim her şeyi de bu ilke-
ler doğrultusunda değerlendirmeye çalış-
tım. Sanıyorum ki bütün bilinmesi gereken
şeylerden önce gazeteciliğin temel ilkele-
rinde de bunlar yatıyordur, okulunda bunlar
öğretiliyordur diye düşünüyorum. Onun için
bu ilk köşe yazımın benim için anlamını siz-
lere belirtmek istedim bu kısa girişle.
Demek istediğim şu ki umarım yazılarımı
okurken, Türkiye topraklarında doğup bü-
yümüş ve su anda Strazburg'da ikamet et-
mekte olan bu dünya vatandaşı gencin
politik anlamda geçmişten beri gelen ser-
zenişlerini, onu hiçbir yaftaya tabii tutmak-
sızın ve onun demek istediklerini, her şeyi
bir yana alarak, gerçek anlamında sizlerle
en içten şekilde, hiçbir yalan, taraf, yan gö-
zetmeksizin düşündüklerini yazdığını göre-
bilirsiniz. Bu köşe benim insan merkezli,
insanı her türlü yanlış bilinir ve yanlış anla-
şılır durumundan, onun pesimizminden ayrı
olarak ele aldığım, onun en hakiki ve onu
en çok ilgilendirdiğini düşündüğüm konular
hakkında "kendi" ama sadece kendi dü-
şüncelerimi yazdığım yerdir. Bu köşe
benim insanı, onun haklarını, onun onurlu
bir şekilde yaşaması için gerekliliğini gör-
düğüm hususlar doğrultusunda yazdığım
bir manifesto olacaktır, amacım bu doğrul-
tudadır.
Aslına bakarsanız gençliğimden beri mide-
min etrafını kemiren, açlık derecesinde ra-
hatsız edici bu yazma isteğini de Sartre’ın
bir sözüyle tanımlamış oldum bir yandan
da kendi kendime. Üstat demiş ki "Açlık,
özgürlük isteğidir başlı başına"…
Son olarak köşemin adının Ütopya olma-
sını da şöyle izah edebilirim; günümüz
dünyasında her insan yaşadığı hayattan bir
şekilde memnuniyetsiz kalmayı kolay bir
şekilde beceriyor ve aslında hayatımızda
bize bu kötü duyguyu tattıran birçok şeyin
çözümü çok basit ve önümüzde duruyor-
ken biz bunları asla derinlemesine düşüne-
cek kapasiteye sahip olamıyoruz; aslında
-psikologlarınızdan da çokça duyduğunuz
şekilde- her şey çok basitken biz hiçbir
şeyin "o kadar da" basit olmadığı duygu-
suna kapılıp gerçeklikten kendi kendimizi
ayırıyoruz ve ayrıldığımız o noktaya da
"gerçeklik" çizgisini rahatça çekebiliyoruz.
Kendi kendime de soruyorum acaba ne
zaman gerçekten sorunlara, sorunlarımıza
çözüm olabilecek şeyleri düşünme kapasi-
tesini gösterebileceğiz veya bu kapasiteyi
gösterebilecek miyiz? Bu ütopya işte
bunun ütopyasıdır, istediğimiz hayatları
gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğimizin
ütopyası…
Gelelim ütopya dünyasında gündemimize
oturan son meselelere...
Tayyip Erdoğan’a, birinci sınıfta okuyan ye-
niyetme bir hukuk öğrencisi olarak ben de
haktan hukuktan anlayan herkes gibi kuv-
vetler ayrılığını eleştirmesi konusunda karşı
eleştiride bulundum sözel olarak insanlarla
diyaloglarımda. Türkiye’nin (Osmanlı’dan
başlayarak) çok genç bir demokratikleşme
ve hukukileşme sürecinde olduğu aşikâr-
dır. Günümüzde de sadece AKP değil ön-
ceki iktidarlar döneminde de yaşanan
çalkantılı ve sancılı süreçleri de göz
önünde bulundurarak şunu kendimize so-
rabiliriz; bunlar yaşanması normal olan
şeyler mi?
Bu soruya verilecek birçok yanıt var;
"hayır" cevabını öne sürersek eğer günü-
müz dünyasında demokrasi ve hukuk kar-
şılaştırmasını yapacağımız ülkeleri de iyi
seçmemiz gerek, ne Türkiye’den demokra-
tikleşme ve hukukileşme sürecini tamam-
laması bakımından daha ileri düzeyde ne
de yine aynı açıdan daha geri düzeyde
olan devletleri örnek olarak öne sürmek
mantıklı olur.
"Evet" tezinde ise sanırım Napolyon Bona-
parte örneği çok benzer durum teşkil etti-
ğinden ötürü, yerinde olacaktır diye
düşünüyorum.
Bonaparte (imparator sıfatıyla 1. Napolyon
olarak adlandırılıncaya kadar devrim sıra-
sında ve sonrasında bilinen ismiyle) Fran-
sız devrimi rejimleri arasında Direktuvar
döneminden sonra Konsüllük döneminde
birinci konsül olarak seçilmesinin ardından
progresif olarak yetkilerini ve gücünü arttı-
rarak ( birinci konsüllükten ömür boyu kon-
süllüğe, dahasında 1. İmparatorluğu ilan
edip kendisini de imparator olarak atama-
sıyla) yönetimin en etkili, en önemli isimle-
rinden biri haline gelmişti. Bütün bunları
gerçekleştirirken de birinci geldiği seçim-
lere hile karıştırmaktan tutun, kendisinin
gücünü arttırmasında yardımcı olacak her
türlü anayasal kurum ve kuruluşları da
kendi lehine çevirmeyi başarmış, bu sa-
yede kendisine karşı çıkacak bütün düşün-
celeri ve güçleri etkisiz hale getirip
devrimden çıkmış Fransa’nın politik meka-
nizmalarını kendi lehinde felce uğratmıştı.
İçine hile sokulan plebisit mantığında ger-
çekleştirilen seçimler, kendisine devrimin
baş muhafızı sıfatını tanıyarak devrimcilerin
desteğini de kesintiye uğratmadan gücüne
güç katması, birinci konsüllük makamıyla,
neredeyse kendisinin hazırladığı ve hiçbir
şekilde halkın onaylamasına sunulmadan
yürürlüğe sokulan anayasanın öngördüğü
anayasal mekanizmaları kullanarak anaya-
sal kurumları kendi safına çekmesi vb bir
sürü sonun başlangıcını hazırlayan olay
nasıl gerçekleşti diye sorarsanız cevabı
çok uzaklarda değil: halk meşruiyeti! Fran-
sız Devrimi’nin şiddetle savunduğu (hatta
gerçekleştirilmesinin başlıca nedenlerin-
den olan) ve en önemli demokratik kuram-
ların da başını çeken kuvvetler ayrılığından
yola çıkıp 1. Napolyon ismiyle imparator
olarak adlandırılınca kuvvetleri kendi elle-
rinde bir etmesine kadar süren bir süreç bu
bahsedilen Napolyon rejimleri süreci.
Bir yerlerden çok tanıdık geliyor bu bize.
Napolyon'un Sezarlaşmasının bir benzerini
de günümüz Türkiye’sinde Tayyip Erdo-
ğan’la görüyoruz çok net bir şekilde
üçüncü AKP iktidarı süresince. Kendini
resmi olmasa da imparator ilan etmiş bir
başbakan ve onun etrafındaki önemsiz bir-
çok kimseler topluluğu… Fakat kendisinin
yanıldığı çok büyük bir nokta var, yine ken-
disinin ve yüksek egosunun demokrasi ek-
sikliğinden kaynaklı olarak, yüzde elli
seçim oranı kendisini meşru kılmış olabilir
fakat geriye kalan bir yüzde elliyi de unu-
tuyor olsa gerek başbakan. Temsili demok-
rasilerde otoriteler sadece kendisini
seçenleri temsil etmekle yükümlü değiller-
dir, aynı zamanda başını çektikleri ulusun,
topluluğun diğer kesimlerini de temsil etme
zorunluluğundadırlar. Bunu unutmuyor
olsa bile iktidarları süresince iyice cahille-
şen, kullaşan halkı aptal yerine koyarak
saman altından su yürütme politikalarıyla
daha nereye kadar gideceğini düşünüyor
bu gayri resmi imparator, meçhul. Fakat
nasıl gün geldi 1. Napolyon onu oralara çı-
kardığı varsayılan halk tarafından devril-
diyse Tayyip Erdoğan da bunca yıllık
sürecin sonunda başını çektiği Türkiye
Cumhuriyeti'nin gitgide demokratikleştiği il-
lüzyonundan kurtulup devrilmeye, gerçek-
lerle yüzleşmeye mahkum kalacak. Veya
en iyisi biz tekrar kendi gerçekliklerimizde
"mahkum kalacak mı" sorularını sormaya
devam edelim. Öte yandan da şu unutul-
mamalı ki hapishaneler gitgide, daha da
suçsuz insanlarla dolmaya başladıkça,
halk egemenliği, insan hakları suiistimal
edildikçe etkiye tepki zorunlu bir şekilde
gerçekleşecektir. Başbakan onu amacına
götürdüğünü sandığı demokrasi treninden
zorunlu bir şekilde inmek durumunda kala-
caktır. Bakalım indiği trenden aktarma ya-
pabileceği bir metrobüs veya metro
bulabilecek mi…
20
21
23
No 78OCAK / JANVIER 2013
2
TRT 1 kanalında Salı akşamları gösterilenve büyük beğeni toplayan Seksenler isimlidizinin sevilen oyuncularından Ceyhun Fer-soy’la, 1993-94 yıllarında yaşamış bulun-duğu Strasbourg ziyareti esnasındayaptığımız söyleşinin ikinci bölümünü sunu-yoruz.
Birol Güven’le tanıştıktan sonra, dizidehemen rol aldınız mı?2010 yılıydı, biz tanışalı beş ay olmuştu;Star Tv’de “Bana bunlarla gel” isimli birskeç programına başladılar, üç bölümsürdü, iyi gittiği halde son verdi buna BirolAbi. Ben de üzüldüm, tam kendimi göste-recektim diye düşünüyordum ki Birol Abi,“Ne üzülüyorsun, ben seni Çocuklar Duy-masın’a alacağım” dedi. Çok sevindim tabii;zaten iki ay sonra da Çocuklar Duymasın’abaşladım ve bildiğiniz gibi devamı geldi...
Herkes setleri merak eder; sahiden gırgır –şamata mıdır hep çekimler?Yanılmıyorsam Seksenler benim, filmler veprogramlar dahil, 14 veya 15. setim; en eğ-lendiğim settir bu. Belki birkaç sene sonrabaşka bir yerde olacağım, başka bir dizi yada filmde, ama bu Seksenler bende hepkalacak; oradaki dostluklar, arkadaşlıklar,gırgır, şamata... Emin olun, içlerinde alay-lılar olsa da, oyuncuların hepsi profesyonel,muhteşem bir iş çıkarıyorlar.Mesela Rasim Öztekin okul gibi bir insan;Ferhat Kılıç tam bir profesyonel; ŞorayUzun’u anlatamam herhalde, tam bir abi,gerçek abim gibi görüyorum onu çünkü benhalkla birlikte olmayı çok seviyorum veŞoray Abi de tam böyle bir yapıda, eski-lerde yaptığı bir programda tam iki buçukkere Türkiye turu atmıştı, o da biliyor halkındeğerini. Bir keresinde bana şunu demişti:“Sen tam halkın seveceği bir tiptesin, senhalkla beraber bir program yapsan, patlatıpgidersin..” İlker Ayrık keza, benim MüjdatGezen’deyken hocamın asistanıydı, onunlada çok eğleniyorum...
Çekimler sırasında siz de eğleniyor musu-nuz?Çok klişe bir şey ama, biz eğleniyoruz vebu da ekrana yansıyor denir ya, gerçektende ben bu sette bunu yaşadım ve yaşıyo-rum. Ben ne setler gördüm, dizide abi-kar-deşi oynayıp da canım-ciğerim olan amaçekim bitinci birbirine düşmanlık yapanlardahi oluyordu; bu sette ise buna müsaadeedilmiyor, herkes gereğini yapıyor: Örneğinben Seksenler’in çekimlerine gitmek için
kalktığımda sevinçli oluyorum, ayağım gerigeri gitmiyor. Hatırlarım eskiden, iyi de paraaldığım bir dizide, sahiden de ayaklarımgeri geri gidiyordu, hiç içimden gelmi-yordu...
Dizi oyuncularının aldığı ücret konusunagirsek mi, bir sakıncası var mı?Emin olun, asgarî ücretle çalışan insanlaraoranla bakarsak, bizim aldığımız paralarçok yüksek: kimileri diyor ki, biz istediğimizparayı alamıyoruz; isim vermeyeceğim, bi-lindik bir dizide oynayan bir arkadaşım var,4 000 tl para alıyorum ama hak ettiğim bir
ücret değil bu diyor! Oysa,bu bölüm başına aldığıücret, ayda 16 000 tl eder.Bundan önceki dizideyseayda en fazla 4 000 tl alı-yordu; bunu da düşünüpşükretmesi gerekirdi...Bense kimseyle para ko-nuşmam, Annem-Babambile bilmez kaç lira aldı-ğımı.Oyuncuların bir sendikasıvar, Biroy, herkesin orayaüye olmasını tavsiye edi-yorum çünkü diyelim birdizi ya da film tekrar ya-yımlandığında, bu sendikasayesinde yine para alına-biliyor.
Oyuncular kendisini geliş-tirmek ya da bir diziye ha-zırlanmak için neleryaparlar?Bir kere çok okumak gere-kir, bu elzemdir. Meselaben normalde de çok oku-rum ama bir diziye başlar-
ken, mutlaka o dizi ya da oynayacağımkarakter hakkında araştırma yaparım, oku-rum, bilgi edinirim.Hiçbir zaman “Ben oldum” demeyeceksin,ki en büyük aktörler dahi bunu söylemezler,sürekli kendini geliştirmeye çalışacaksın.
Birkaç isim soracağım size, onlar hakkın-daki kısa yorumlarınızı öğrenmek isteriz.Bir, Birol Güven?Aklıma o kadar çok kelime geliyor ki BirolGüven deyince... Evet, patron yönü de varama, asıl abi, baba.. Benim bir yeteneğim
varsa, o, bu yeteneği keşfeden ve elimitutan insandır. Oyunculuğuma da çok kat-kısı vardır, set dışı yaşantıma da; ÇocuklarDuymasın’ın daha ilk bölümleriydi, şoförübir gece dışarda görmüş beni, kötü bir şeyde yapmadığım halde Birol Abi’ye söyle-miş, ertesi gün çağırdı beni ve şunları söy-ledi: “Bizim dizimiz bir aile dizisi, seni böylemagazinsel şeylerde görmek istemiyorum.”Beni bir güzel uyarmıştı yani; zaten ben de
gece hayatını pek sevmiyorum...
İki, yönetmeniniz, Müfit Can Saçıntı?Müfit Abi, “Abi” yaa... Bence dünyanın eniyi insanlarından bir tanesi; dünyada başkaböyle iyi bir insan var mıdır, bilmiyorum...Üç, Rasim Öztekin?Okul! Kesinlikle, okul...Dört, Ferhat Kılıç? Ferhat Abi işini çok seven bir insan, çok di-siplinli; her oyuncu disiplinli olmalıdır, bende disiplinli sayılırdım ama, onu tanıdıktansonra daha bir disiplinli oldum!
Beş, Şoray Uzun?O da halk işte, halktan bir insan! En iyi ev-lerde oturur, en iyi arabalara biner ama nebir havasını gördüm ne de kibrini; çok al-çakgönüllüdür, benim şuyum var buyumvar dediğini hiç görmedim. Artı, beni de çokdüşünür; örneğin benim şu anda oynadığımreklam filminin teklifi ona gelmiş, o da beniönermişti. Her alanda önümü çok açıyorbenim...Türk oyuncular arasında bir idolünüz varmı?Birçok ismi çok severim, beğenirim amaNejat İşler’in bendeki yeri bir başkadır (özel hayatı değil tabii ki, oyunculuğu).
Özellikle oynamak istediğiniz bir rol var mı?Var, seri kâtil! Yani komedi bir yere kadar;belik birkaç sene daha komedi oynama dü-şüncem, hayalim var, ondan sonra bir serikâtil rolu oynamayı arzu ederim. İnsanlarınbeni sadece komedi oyuncusu olarak gör-melerini istemem.
Evet, söyleşiyi bitirirken, Strasbourglulariçin son mesajlarınızı alabilir miyiz?Zürih’te beş, Strasbourg’ta ise iki sene kal-dım ama, bende Strasbourg’un yeri apayrı;bunu herkese de söylüyorum. İlkokula daburada başladığımdan, başka bir yeri varbende, sanki evim gibi, Türkiye gibi... Bumahalleye gelirken, okulumu ziyaret eder-ken hep çok heyecanladım.Tüm okuyucularınıza ve Strasbourglular’aselam ve sevgilerimi iletiyorum...
Çok teşekkür ediyor, başarılarınızın deva-mını diliyoruz...
Seksenler Dizisinin Ünlü OyuncusuCeyhun Fersoy Strasbourg’taydı (2)
26
27
28
29
30
31
32
33
34
36
37
38
39
40
41
42
2011 senesinden beri önce Sléestat, sonra
da artı Strasbourg’taki bürolarından vatan-
daşlarımıza turizm ve bilet konularında hiz-
met vermekte olan İZMİR VOYAGES
firmasının iki sahibi olan Ali DURMAZ ve –ye-
ğeni- Hüseyin KOCA ile, şirketlerinin ikinci
açılış yıldönümü öncesi, zevkle okuyacağınızı
sandığımız bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bu başarılı işadamlarını sizlerin huzurunda bir
kez daha kutluyor, sorularımızı aradan çekip,
cevaplarıyla sizi başbaşa bırakıyoruz.
“2010 yılının 10. ayında biz bu işi, henüz daha
şube açmadan araştırmaya başladık.
Fransa’da yasal olarak seyahat acentası
açmak için şart olan finansal garanti ve turizm
belgesi konularını hallettik ve bu formalitelerin
tamamlanması sürecinde atlyapıyı hazırla-
mak üzere bir sene kadar evden çalıştık. İlk
olarak Sélestat büromuzu ise 2011’in birinci
ayında resmen açmış olduk.
Sélestat’da büro açmamızın nedenleri, bu
bölgede başka bir acentanın bulunmayışı, bu-
radaki insanların uzaklara gidip sıkıntı çekme-
sidir; bu yüzden burada bir büro açmamızın
daha sağlıklı olacağını düşündük.
Daha baştan itibaren havaalanı taşıma servisi,
dört taksitte ödeme imkânı gibi vatandaşları-
mıza en kolay ve rahat şekilde hizmet sunma
anlayışında olduk. Bunun semeresini de aldık
ve daha ilk yıl olmasına rağmen, 2011’in so-
nuna dek 2000 civarında bir yolcu kapasitesine
ulaştık. Yolcularımız arasında var olan memnu-
niyet oranının yüksekliği ise bizi asıl mutlu eden
olaydı. Bu, bir giden yolcunun, memnunniyetini
etrafına da anlatıp, bize yeni yolcular getirmesi
sayesinde olmuştur.
Bunu alanda görüştüğümüz uçak şirketlerinin
yetkilileri de teyit ettiler; şimdiye dek havaa-
lanlarında ne uçamamış bir yolcumuz oldu ne
de şirket çalışanlarını rahatsız eden bir yolcu-
muz. Bunun başlıca nedeni de sağlam, ok’li
bilet satıyor oluşumuzdur.
Bu arada, bizim Strasbourg çevresinde de
müşterilerimiz vardı ve onlarla hep diyalog
halindeydik; onların bizi teşvik etmesi sonucu,
ikinci büromuzu da Strasbourg’ta açmaya
karar verdik. Bir yandan müşterilerimizin des-
teği, diğer yandan da THY, Pegasus, Öger
gibi büyük tur operatörlerinin yönlendirme-
siyle, bizim de araştırmalarımız olumlu sonuç
verince, Strasbourg bürosu için oluru verdik
ve 2012’nin üçüncü ayında açılışımızı yaptık.
Daha ilk baştan, yeni olmamıza rağmen, yaz
aylarına doğru müşterilerimizi toparlamaya
başladık, bunda reklama ayırdığımız bütçenin
ve yaptığımız reklamların da büyük katkısı
oldu. Bu sayede, bu yıl, iki büromuzun toplam
müşteri sayısı da 3000’i geçmiş oldu, 4000’e
doğru yürüyoruz. Tüm bu müşterilerimize dört
personelimizle hizmet vermekteyiz.
Biz Türkiye uçuşları olarak THY, Öger, Pega-
sus, Sun Express ve acil durumlarda Easy
Jet ile çalışıyoruz. En çok kullandığımız ha-
vaalanları, tabii ki yakınlıkları dolayısıyla,
Basel ve Stuttgart oluyor. Şu an itibariyle de
yolcularımızın yüzde 80-85’i Türkler’den olu-
şuyor.Organize tur olarak da, Türkiye’nin
başta Akdeniz ve Ege bölgeleri olmak üzere,
hemen çoğu yerinde üç binin üzerinde, her
yıldız seviyesinde otelle çalışmaktayız. Bu
alanda işbirliği yaptığımız başlıca şirketler
Öger ve Marmara olup, aralarında Necker-
mann da olan birçok Alman firmasıyla da yeni
sözleşmeler imzalamış durumdayız.
Özetlersek; uçak bileti, organize seyahat, ha-
vaalanı taşıma servisi, tatil çekiyle (chèque
vacances) ödeme, dört taksitte ödeme ola-
nağı gibi hizmetlerimizle vatandaşlarımızın
yanıda olma uğraşındayız.
Havaalanı taşıma işini biraz açsak iyi olacak:
şu an için toplamda 14 kişi alacak üç araba-
mız mevcuttur ( bir tanesi dokuz kişilik minü-
büs) ve bir kişi de olsa, çok daha fazla da olsa
biz bu servisi insanlarımıza vermekteyiz. Bir
de, bu konda sabit bir fiyatımız yok, çünkü biz
kişi başı değil, arabanın masrafını hesaplayıp
bunu yolcu başına bölerek bir ücret veriyoruz.
Sürücülerimiz müşterilerimizi evinin önünden
alıyor, valizlerini indirmeye yardımcı oluyor
ve, eğer yolcunun ihtiyacı varsa, havaala-
nında çek-in’ini yaptırıp pasaport geçişini gös-
terip öyle uğurluyor. Ayrıca, önemli bir
uygulamamız da şu; her uçak için ayrı araba
yolluyoruz, birkaç uçuşu birleştirip yolcuları
oralarda bekletip perişan etmiyoruz. Tabii,
dönüşte de aynen, alandan alıp evinin önüne
dek götürüyoruz. Taşıma servisimizin lisanslı
olduğunun da altını özellikle çizmek isteriz...
Bu arada, finansal garantimizin önemi konu-
sunda şu hususu da dile getirmek isterim: Bu
çok hayatîdir, bizden bilet alandı, diyelim her-
hangi bir olumsuzluk oldu ve tur operatör or-
tadan kayboldu, devlet garantör olarak
devreye giriyor ve yolcuların mağdur olma-
malarını sağlıyor.
2013 yılı hedeflerimizin başında, Sélestat şu-
bemiz artık iyice oturduğundan, Strasbourg’u
konsolide etmek ve müşteri sayısını arttırmak
gelmektedir. Artı, şimdiye dek pek de o
alanda reklam yapmadan epey satış yaptığı-
mız tur müşterimizi çoğaltmak arzusundayız.
Bu konuda çok da umutluyuz çünkü şirket-
lerle yaptığımız yeni sözleşmeler neticesinde
müşterilerimize daha da uygun fiyatlar vere-
bileceğiz.
2010’dan bu yana verdiğimiz hizmetlerdeki
kalitemizi, dürüstlüğümüzü, ciddiliğimizi,
müşterimize olan sevgi ve saygımızı her
zaman aynen sürdüreceğiz. Hiçbir zaman
kendimizi işveren, insanları müşteri gözünde
görmedik; sürekli onları kendimizden üstün
gördük, saygı ve hürmeti hiç esirgemedik.
İzmir Voyages’ın prensibi şudur: verdiğimiz
bilet bir bayan içinse, o bizim ablamızdır, yen-
gemizdir, bacımızdır, anamızdır; yaşlı birisi
ise, o bizim amcamızdır, dayımızdır, babamız-
dır; orta yaşlarda ise de abimizdir, kardeşi-
mizdir. Biz şöyle düşünürüz: bu yakınımız
acaba alana gider de perişan olur mu?...
Üzerine basa basa söylüyoruz, paradan önce
insana değer veren bir acentayız.
Vatandaşlarımız arasında bir de merak ko-
nusu olan, Strasbourg’a THY veya diğer bir
şirket yeniden hat açacak mı sorusu var, bu
hususta da bizim bildiğimiz şimdilik bir ge-
lişme yok, insanlarımız yok yere umuda ka-
pılmasınlar deriz.
Bir de, enternetten mi acentadan mı bilet al-
malı konusu var; burada da diyoruz ki, hem
yüzyüze ilişkiler her zaman daha iyi ve garan-
tilidir, enternetten bir garanti elde edemezsi-
niz, hem de acentalarda fiyatlar daha
uygundur, en azından İzmir Voyages olarak
biz bunun garantisini veriyoruz.
Son olarak tüm müşterilerimize ve Objektif
okuyucularına sağlıklı, mutlu günler diliyor,
bize uğramadan bilet kararı vermemeleri
menfaatleri icabıdır diyoruz...”
IZMIR VOYAGES STRASBOURG ŞUBESİ (
21 Bld de Nancy 67000 STRASBOURG, Tel:
03 88 1 629 58 )
IZMIR VOYAGES SELESTAT ŞUBESİ ( 5
Rte de Colmar 67600 SELESTAT, Tel: 09 81
35 01 36 )
( IZMIR VOYAGES / Tours Organisés, A
Travers Le Monde / Garantie financière 140
000€ - Licence IM067100036 / H. KOCA :
(+33) 676374273 / A. DURMAZ:(+33)
624939688 )
İZMİR VOYAGES İKİNCİ YILINDA DA SİZLERLE…
FUAF 1 Bölge Gençlik Komisyonu bir başa-
rılı çalışma daha gerçekleştirerek, Moselle
Alevi Kültür Merkezi (AKM) evsahipliğinde
bir muharrem sohbeti düzenledi.
Bu muhabbette Fransa Alevi Birlikleri Fede-
rasyonu (FUAF) Yönetim Kurulu’ndan Yol
ve Erkan Komisyonu Sorumlusu Hüseyin
Çarman, Gençlik Komisyonu Sorumlusu
Hıdır Sığıç, İşverenler Komisyonu Sorum-
lusu Durak Arslan, Proje ve Kaynak Komis-
yonu Sorumlusu ve aynı anda Moselle AKM
Yol ve Erkan Sorumlusu Memet Çetin,
Genel Sayman Fidan Kaya ve FUAF Bölge
1 Gençlik-Sayman ve Proje So-
rumlusu Hamza Kaya da hazır bu-
lundular.
Birinci bölgede faaliyet yürüten
Alevi Kültür Merkez’lerinden gelen
gençlerimiz Muharremin onuncu
gününde bir araya gelip, FUAF Yol
ve Erkan Komisyon Sorumlusu
Hüseyin Çarman eşliğinde duala-
rını alıp niyetlerini bir sofrada açtı-
lar. Yemek boyunca gençler
arasında güzel bir sohbet ortamı
yaşandı.
Lokmadan sonra muhabbet bölü-
müne geçildi, bu bölümü FUAF Yol ve
Erkan Komisyonu Sorumlusu yönetti ve
gençleri bilgilendirdi. Sıcak bir muhabbet'le
devam eden buluşma, Aleviliğin ana temel-
lerinden biri olan Kerbelâ vakkası ile baş-
ladı.
Geçmişten günümüze direnişin, cesurlu-
ğun, mazlumun zalime karşı duruşunun
simgesi olan Hz. Hüseyin’in hayatı anlatıldı;
Dersim, Çorum, Maraş, Sivas katliamları ve
yakın dönemde Malatya olaylarının da birer
Kerbelâ olduğu ve dayanışmanın önemi bir
kez daha vurgulandı ve zamanda küçük bir
yolculuk şeklinde değişik dönemlerde yaşa-
nanları gençlere anlatıldı ve gençler yolla-
rına sahip çıkmaya çağırıldı. Alevilerin haklı
taleplerinin ancak aktif bir gençlik
ile gerçekleşeceği belirtildi.
Muhabbet bölümünden sonra,
genç canlar sorularına cevap
buldu, değişik konularda soru
soran gençlerimiz yol ve erkân ko-
misyonu sorumlusu tarafından ve-
rilen yanıtları dikkatlice dinlediler.
Sorulara verilen yanıtlardan sonra
velilerin, anne babaların çocukla-
rına karşı olan
rollerini hiçbir zaman hafife alma-
malarını, çocuklarına her koşulda gerek özel
hayatlarında gerek okul hayatlarında destek
olmalarının önemi vurgulandı.
Gençliğe olan güvenini belirten Hü-
seyin Çarman, düzenlenen muhab-
betin tekrarlanıp gençleri yeniden
bir araya getirmesini temenni etti.
Geç saatlere kadar uzanan muhab-
bet gençlerin duaz-i- imamlar ve
mersiyeleriyle son buldu.
Katılan gençler bir dahaki etkinlikte
buluşmak ümidiyle ayrıldılar.
Bu bilgileri bize ulaştıran Mehrican
Özden Tan (Moselle AKM Gençlik
Komisyonu) ve Hamza Kaya’ya
(FUAF Bölge 1 Gençlik, Proje ve
Sayman Sorumlusu) teşekkür ederiz.
FUAF 1. Bölge Gençliği Çalışmalarına Devam Ediyor
43
FATİHKARAKAYA
http://twitter.com/fkarakaya
FRANSAGÜNDEMİ
Baba öğretmenim ırkçı!Avrupa’da yaşayan Türk asıllı genç-
lerin en büyük sorunlarından biri de
okulda başarısız olmalarıdır. Nasıl
oluyor da aynı çocuklar Türkiye’de
olsalar daha başarılı, gurbete ge-
lince başarısız oluyorlar? Babamın
dediği gibi “rahatlık batıyor” mu
yoksa daha derin sebepler mi var?
Şu bir gerçek ki bu gençler diğerle-
rinden daha akılsız değil. İsteseler
aslında çok başarılı da olabilirler.
Hadi birinci nesil geldiğinde dil bil-
miyordu çocuklarına yardımcı ola-
madılar, peki ikinci nesil çocukları
şakır şakır Fransızca bildiği halde
onların çocukları nasıl başarısız
oldu?
Bu gençlerle konuştuğunuzda en
büyük mazeret olarak öğretmenle-
rinin ırkçılığını gösterirler. Onlara
göre çok akıllı oldukları halde öğret-
men “namussuzdur”. Ben de ilkokul
3’ten itibaren yani bir asır önce
Fransız okuluna başlamıştım. İlk 6
aylık dil kursundan sonra 3. Sınıfa
başladığımda okulda 5-6 Türk idik.
Benim öğretmenim Türkleri o kadar
çok severdi ki ders bittikten sonra
biz Türklere özel ders verir, açıkla-
rımızı kapatmamız için çaba sarf
ederdi.
Fransa eğitim sisteminde ilkokul,
kolej, lise ve üniversite vardır. As-
lında ilkokul ile kolej çok farklı değil-
dir. Sadece 6 yaşında bir çocuk ile
16 yaşında bir delikanlının aynı
okulda okumaması için binalar ta-
mamen ayrıdır. Asıl olan lise yılla-
rında iyi seçim yapabilmektir.
Çünkü lisedeki eğitiminize göre üni-
versite hayatınız belirlenir.
4 yıllık kolej sonunda lise için seçim
yapmamız gerektiğinde düz liseyi
tercih etmiştim. Notlarım iyiydi ve
düz lise ile ilerde istediğim bölüme
gidebilirdim. Ama bazı öğretmenle-
rim benim teknik liseye yani kısa za-
manda meslek hayatına atılacak
bölüme gitmemi istiyorlardı. Al-
lah’tan son tercih ailelerde olduğu
için dinlemedim. Sınıfın en iyilerin-
den olmama rağmen beni teknik li-
seye göndermek isteyen
öğretmenler az başarılı öğrencileri
meslek liselerine göndermekten çe-
kinmiyordu. Aileler ise buna karşı
çıkmayıp “bu eşekten adam olmaz”
diyerek tercihi onaylıyorlardı. Buna
rağmen görevini aşkla yapan öğret-
menler vardı. Yabancıların da ba-
şarması için çaba sarf ediyorlardı.
Bu bir asır önceydi. Şimdi ise durum
çok daha farklı. Geçtiğimiz günlerde
bir öğretmen görevden alındı. Okul
konseyine seçilen iki Fransız velinin
şikâyeti üzerine ortaya çıkan olayda
öğretmen ırkçılığını gizlemiyormuş
bile. Sene başından beri özellikle
yabancı kökenli (Müslümanların)
yoğun olduğu bir sınıfta görev
yapan kadın öğretmen bu öğrenci-
leri aşağılamaktan çekinmiyormuş.
Fransızca öğretmenliği yapan kadın
“Ramazan bayramı gelse de Müs-
lüman öğrenciler tatile gitse, rahat
olsak” diyormuş. Aşırı derecede
notları kıran bu öğretmen sonunda
görevden alındı.
Medya bu haberleri verirken birkaç
gün sonra kızım bana sinirli sinirli
gelerek “Baba öğretmenim Müslü-
manları sevmiyor, ırkçı” dedi. O an
aklıma ilk gelen “kötü bir not almış-
tır, öğretmeni suçlayacaktır” oldu.
Nedenini sorduğumda öğretmen sı-
nıfta “Türkiye’de işkenceler var” gi-
bisinden laflar etmiş.
Ayrıca kızımın yaptığı ödevlerde tek
tük imla hataları yüzünden 20 üze-
rinden 18 verirken, kızımın ifade-
siyle “her tarafı kırmızı kaplı” başka
birinin aynı notu alması karşısında
ortada bir haksızlığın olduğuna ka-
naat getirmiştir.
Biz ona eğitim verirken daima çalış-
masını, başarılı olmasını asla mağ-
dur rolüne bürünmemesini
tembihliyoruz. Ama 10 yaşında bir
çocuk bunu hissediyorsa varın siz
düşünün. Kızım ilkokul son sınıfta
ve gelecek sene koleje gidecek.
Derslerinde de çok başarılı. İki öğ-
retmeni var ve diğeri ile hiç sorunu
yok. Her zaman en yüksek not alan
öğrenciler arasında. Diğer öğret-
menle de yüksek not alıyor ama
buna rağmen 10 yaşında bir çocuk
haksızlığa uğradığını düşünüyor.
Şimdi bir baba olarak gidip öğret-
menle tartışabilir ve ırkçılığını yü-
züne vurabilirim. Ama dönem
sonuna kadar kızımın ağzından bur-
nundan getireceğine eminim. Bu
haksızlık karşısında elim kolum
bağlı gibi görünüyor. Ama kızıma di-
yorum “vereceğin en güzel cevap
daha çok çalışmak, her zaman en
iyisi olmak. O zaman istediğini yap-
sın seni engelleyemez”.
Tabii biz büyük olarak bunu böyle
algılıyoruz ama özellikle de erkek
gençlerimizin haksızlık karşısında
savunma sistemleri saldırganlık olu-
yor. Öğretmenle tartışmaya, hatta
tartaklamaya kadar gidiyor. Okula,
sisteme küsüyor, kabul edilmemiş-
liğin verdiği sinir ile artık tamamen
kendi bırakıyor ve başarısız oluyor.
Gençlerimizde en büyük eksiklik
idealsizliktir. Geleceğe yönelik hiç-
bir beklentileri yok. Kısa yoldan
para kazanmak, hayatını yaşamak
istiyorlar. Toplumsal sorumluluklar
umurlarında değil. Kendi bireysel
başarıları aslında toplumun da fay-
dasına olduğunu idrak edemiyorlar.
Bu şuuru onlara kazandırmak zo-
rundayız. Eğer adam yerine konul-
mak istiyorsan, söz sahibi olmak
istiyorsan, burada insanlar kadar
değerin olmasını istiyorsan bunun
bedeli ağır olacak. Gece gündüz
çalışacaksın, en yüksek okullarda
en gözde mesleklerde sen olacak-
sın. Bunu hem kendin için, hem de
çocukların, geleceğin için yapmak
zorundasın.
Çünkü o tepedekiler tepeden bakar-
ken inşaat amelesi ile inşaat mü-
hendisine aynı şekilde bakmıyorlar!
Not: Sene sonunda o öğretmene
gereken cevabı vermeliyim diye dü-
şündüm. Ama ya sonra? Kızım o
okuldan ayrılacak, bir daha onunla
asla karşılaşmayacak. Ya sonraki
Türkler? Kinini, nefretini onlardan
almayacak mı?
SEVGİNİN GÜCÜYüce yaratıcı insanları yaratır-
ken nasıl da her ayrıntıyı dü-
şünmüş de yaratmış.. En ince
ayrıntıyı bile gözden kaçırmamış. Yarattığı her can-
lıya bir hayat bahşetmiş. Her hayatın içine bir şeyler
gizlemiş. Her zorluğu çekebilecek kuvvet vermiş.
Verdiklerini saymaya kalksak sanırım hiçbir anlatım
yetmeyecek anlatmaya. Ama öyle bir şey vermiş ki,
olmadan yaşanmayacak, durduğunda ömrün sonu
gelecek bir şey.. Yaşamımızın her noktasında bizim
için sevinen, bizim için üzülen, bizimle heyecanlanan
ve bizimle hızlanıp bizimle normal ritmine dönen kal-
bimiz.
Derler ki herkesin kalbi yumruğu kadarmış. Düşün-
dükçe bir kez daha irkiliyor insan. Yumruk kadar bir
kalbe ne kadar da çok şeyler sığdırıbiliyor insan. Ne
mutluluklar, ne sevinçler, ne sevgiler sığıyor o yum-
ruk kadar kalbe ama daha da sığacak yer bulunuyor.
Bir gün Efendimiz Hz. Ali’ye sorar der ki; Ya Ali Allah
ı seviyor musun? Evet Ya Resulullah. Peki beni se-
viyor musun? Evet Ya Resulullah. Peki anne babanı
seviyor musun? Evet ya Resulullah. Peki çocuklarını
seviyor musun? Evet ya Resulullah. Peki bunların
hepsini bir kalpte nasıl yapıyorsun?
Hz. Ali bu beklemediği soru karşısında şaşırmış ve
cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek diyerek
oradan ayrılmıştı.. Hz. Ali düşünceli bir şekilde dola-
şırken eşi Hz. Fatıma eşinin düşünceli olduğunu fark
edince kendisine sorar: 'Nedir bu hal ya Ali' der.
"Eğer bu düşünceliliğin dünyevi kaygılardan dolayı
ise sana yakışmaz bırak gitsin. Yok bu halin Rah-
mani kaygılardan dolayı ise anlat birlikte çözüm bul-
maya çalışalım."
Hz. Ali, Efendimizle geçen diyaloğu bir bir Hz. Fatı-
ma’ya anlatır. Hz. Fatıma durumu öğrenince tebes-
süm eder ve Hz. Ali ye der ki: « Git babama ve de ki:
Kişi Allah’ı aklı ve ruhuyla sever.. Peygamberimizi
kalbiyle sever.. Anne babasını saygısıyla sever..
Eşini nefsiyle sever.. Çocuklarını şefkatiyle sever.. »
Hz. Ali aldığı bu cevap karşısında memnun olur ve
hemen Peygamberimizin yanına gelir.
Hz. Fatıma’dan öğrendiklerini Peygamber efendi-
mize anlatır. Efendimiz cevabı alınca tebessüm eder
ve der ki: « Ya Ali bu bana getirdiğin bir güldür ve o
gül nübüvvet ağacından koparılmıştır.. »
Açılan tüm kapıların sevmeye ve sevgiye çıktığını gö-
rüyoruz..Kalp kapısının açık olması gerekmektedir..
Açık olan kalp kapısında izne gerek yoktur çünkü
sevmek insanların yaşamları boyunca yaşayabile-
cekleri en yüce duygudur. Sevmek inanmaktır. Sev-
mek yaşamaktır. Sevdiğini kendisi gibi, kendinsinden
de fazla duyumsamaktır. Sevmek sevdiği olmaktır.
Sevmekte ikilikler kalkar, bir olmalara gidilir. İki ten,
iki kalp, iki gönül yoktur sevgide. Tek bir kalp olunur,
tek bir yürek olunur. Sevmek paylaşmaktır. Sevdi-
ğiyle sevdiğini paylaşmaktır. Sevdiğiyle kalbini bö-
lüşmektir. Ki tek kalp olunsun. Sevgide son yoktur.
Sevgiler hiçbir zaman son bulmazlar. Biten sevgiler
yoktur, bitmiş gibi görünen sevgiler vardır. Vazgeçiş
de yoktur sevgide. Yaşandıkça yaşıtılır sevilen. Ama
kimi zaman için sevgili için kimi zamansa sevginin
bir gereği olarak saklanır bu aşklar. Vazgeçiş yoktur,
vazgeçmiş gibi görünmek vardır o yüzden. Sev-
mekte istemek yoktur. Sevgilinin olduğu yerde son
bulur istekler. Bir şey varsa istediğin bu senin için
değil, sevgili için isteğindir. Ondan onun adına ister-
sin. O’nu daha sonsuz sevebilmek için istersin,
sevme özgürlüğünü istersin. İstersin ama bir gün
gelir bu istekler de son bulur. Kendinsinden istersin
artık.
Varoluşumuzu borçlu olduğumuz yine Allah’ın insanı
sevmesinden geçmekte değil midir? Affoluşumuz
yine sevmekten değil midir.? Yeryüzünde tüm canlı-
ların ortak noktası yine sevmek değil midir? Cevabı
hep evet olan soruların sonunda vardığımız tek nokta
sevginin gücüdür. Güçlerin birleşen, sevdikçe daha
da güç kazanan noktası yine sevgiden ve sevmekten
geçer. Yüreğimize aldıklarımız, yürekten sevdikleri-
miz, uğruna hasretler çektiklerimiz, özlediklerimiz,
yanında olmak istediklerimiz, özlerken duygu seline
kapıldığımız, yüreğimizin dolusu yaşadığımız, hepsi
sevginin bize yaşattığı tatlı duygulardır..
Sevgisiz, ümitsiz kalmayın. Söz yürekten çıkarsa yü-
reğe gider. Dilden çıkarsa kulağı aşamaz.
MEHMET DİLKİ
Fadime DEMİRPsikolog
5, boulevard du Président Poincaré67000 Strasbourg
Tél :03.69.73.41.02Mail : [email protected]
Strasbourg Psikoloji Fakültesi mezunuHerkes için: Anksiyete, depresiyon, panik atak, aşırı korku…Terapi uzmanı
Yaşlılar için: beyin üzerine psikolojik araştırmalar ve test geçirmelerÇocuklar için : yardım terapisi ve zeka testi
Çocuk zeka testi (6-16 yaş arası) :okullarda ve çocuklarla ilgilenen kuruluşlarla geçerlidir
Bireysel danışma - Aile danışmaTürkçe ve fransızca konuşuluyorBütün raporlar, testler ve yazılar
Fransız kuruluşlarında geçerlidir
44
45Mustafa GÜÇLÜ – Saint Dié Des Vosges
Alevi kurumları tarafından yıllardır dile geti-
rilen ve alevilerin doğal haklarından biri
olan ibadet yerinin tanınması konusunu son
olarak Tunceli millet vekili Hüseyin Aygün
Meclis’te dile getirmiş ve red oyu almıştı.
Bunun üzerine yargıya baş vuran millet ve-
kili yine bir ters kararla karşılaştı. Tüm al-
evileri şoke eden karar yine yıllardır
aldığımız cevabın aynısı idi. “ Aleviler hadi
camiye”.
Bir ülkede halkın meclisi o halkın sorunla-
rını gidermek ihtiyaçlarını karşılamak için
kanunlar koyup yürütme yerine halkın neye
inanacağına ve nasıl ibadet edeceğine
karar veriyor. Düpedüz yok sayma ve asi-
milasyon kanunu. Bu da bir demokrasi ül-
kesinde insan hakları ihlalidir.
İslam’ın kabul edildiği tüm ülkelerde çeşitli
inanç sistemleri olsa da Türkiye’de bu bir
türlü kabul görmüyor. Sanki İslam yanlızca
sünnilerin tekelinde imiş gibi. Çevremizdeki
İslam ülkeleri bile sünni ve şii olarak ayrıl-
mış, her bir tarafın kendine ait camiisi,
kendi inancına göre imamı var iken Türkiye
neden böyle? Kaldı ki İslam ülkeleri içinde
bile inanç farklılıkları görülmüyor mu? Neye
hizmet kime hizmet?
Acaba tarihin veya Kur’an’ın hangi sayfa-
sında İslam’ın ibadet yeri camiidir diye ya-
zıyor. Benim bildiğim islam dinini kabul
eden kim olursa olsun nerede isterse orada
ibadetini yerine getirmelidir. İbadet Allah ile
kulun arasında bir sırdır, şekli, şemali, yeri
yoktur. İbadet yeri insanın kendisini Allah’a
teslim ettiği yerdir. Allah’ın huzurunda ken-
disini sorgular ve Allah’a inancının sonsuz-
luğunu dile getirir.
Buna hiç kimsenin müdahale etmesi de
doğru değildir. Asimilasyona uğramış alevi-
ler camiye gitmiyor mu? Hiç kimsenin de
onun gerçek ibadet yerini hatırlatmaktan
başka bir şey söyleme hakkı yoktur. Kendi
yolunu bilen ve ibadetinin nasıl olduğunu
bilen bir alevi kendi ibadetini camiide ye-
rine getiremeyeceğine göre o kişi sünniliği
veya şii’liği seçmiştir. Onun kararıdır.
Hiç düşündünüz mü alevileri camiide ana
ve dede’leri ve baba’ları ile, eşleri ile, ço-
cukları ile, kurbanları ile, sazları ile, semah-
ları ile, on iki hizmetleri ile, rızalık olayı ile,
birlik beraberlik barış içinde, tek can tek
nefes bir hak meydanında!!! Herhalde son
alevi kıyımına meydan hazırlanır.
Şunu artık anlamaları gerekirk i aleviler
kendi cemlerini yani ibadetlerini kendi
inançlarına göre ve kendi belirledikleri top-
lanmaya uygun cem alanlarında yapmışlar
ve yapacaklardır. Cemevleri son yıllarda
icad edilmiş bir yer değildir. Ülkeyi teslim
ettiğimiz meclisteki insanlar biraz burunla-
rını dışarı çıkarıp çevrelerinde neler oldu-
ğunu ve neler yaşandığını öğrenmelidirler.
Ebu Suhud’un fetvalarının karanlığından
çıkmalıdırlar. Alevileri 1826’daki asimilas-
yon politikaları ile yok edip ibadet yerlerine
kendi ibadet yerini dikerek sizin en önemli
ibadet yeriniz ser çeşmenizde camii var siz
Hacı Bektaş Veli’den iyi mi bileceksiniz de-
meden önce bizim olduğunu söyledikleri
ser çeşmemizi içindeki camiilerini geri ala-
rak, bizlere geri vermelidirler. Biz oradaki
meydan evinde kendi cemimizi yerine geti-
ririz.
Alevileri inandıramadıkları sünnileşme ve
asimilasyona kendileri bizlerden önce inan-
mış. Hani yalan söyleyen sonradan kendi
yalanını gerçek sanmış ya...
Alevilerin kendi inanç sistemlerini tatbik et-
meleri, cemevlerine gitmeleri, dedelerini
kendilerinin önderleri saymaları ülkeye ne
kaybettirir? Bence birçok kazancı bile geti-
rir. Birliği, kardeşliği huzuru, v.s. Hıristiyan
ülkelerinde, Yahudiler’de, her inancın kendi
ibadet yeri var ve kimse kimsenin ibadetine
karışmaz, kimseyi de ibadet yerinde rahat-
sız etmez. Hiç kimse başkasını kendi ibadet
yerine geldi veya gelmiyor diye de aşağıla-
maz. Herkesin inancı kendisine.
Kendilerini herkesin üstünde gören insan-
lara bir çift sözüm olacak, kimse sizin gibi
inanmak zorunda değildir.
Karşısındakini veya yanındakini tanımayan,
haklarına saygı göstermeyen kendi kendi-
sini ne kadar tanıyordur?
Saygılarımla.
İBADET YERİMİZİ YİNE KENDİLERİ BELİRLİYOR!!!Seyit Gezek (KONUK YAZAR)
‘’ŞİRİNCE ‘’ KIYAMET …Aslında son iki aydır Maya takvimiyle yatı-yorlar maya takvimiyle kalkıyorlar, efendimne imiş 21 Aralık’ta kıyamet kopacakmış!Eğer işin aslına bakarsan iki çeşit kıyametvar; bunlardan birisi insanın bireysel kıya-meti ki buna küçük kıyamet denir, kişininkendi ölümüdür, ikincisi de arzın ve arşın kı-yameti dünya hayatının son bulmasıdır kibuna da büyük kıyamet denir, bütün insan-lığın ölümle sonuçlanan ve yeryüzünün hal-laç pamuğu gibi atılmasıdır ve dünyadakiyaşantının sona ermesidir. Bu olayla ilgiliolarak kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ve Pey-gamberimizin hadislerinde ayan ve beyanaçıklandığı halde geçmiş zamanın bir dili-minde yaşamış topluluğun inancı olan birtahminden yola çıkarak şu asırda ilmin, fen-nin ve tekniğin zirveye çıktığı bir gündeneden bu kadar tartışıldığını anlamak müm-kün değil .
Kıyamet İçin Ne Hazırladın ?Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Medine dışındaçölde yaşayan birisi Hz. Peygamber'e(s.a.v) geldi ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Kıya-met ne zaman kopacaktır?" diye sordu.Efendimiz (s.a.v):
Bölgenin en önemli kültürel ögeleri arasında
yer alan ve Türk müziğini kitlelere, özellikle
de yabancılara tanıtmada öncü görevler üst-
lenen Grup Turquoise, bir kez daha gönülleri
fethetti.
24. Türk Sinema Günleri etkinliği çerçeve-
sinde, Odyssée Sineması’nın Müdürü Faruk
Günaltay’ın da katkılarıyla, aynı sinemanın
salonunda 16 Aralık 2012 Pazar günü sahne
alan Grup Turquoise, seslendirdiği enfes
türkü ve şarkılarla müzikseverlere adeta bir
ziyafet çekti.
Grubun lideri olan Mehmet Kaba (bağlama
ve ses) dışında, Barış Ayhan (gitar, bağlama
ve ses), Aytekin Babayiğit (bağlama ve ses),
Selma Deveci (ses), Ragıp Ege (ses), Marie-
Annick Guillemin (viyolonsel, ses ve bağ-
lama) ve Soner Ulukaya’dan (vurmalı
çalgılar) oluşan grup Turquoise, Türkiye’nin
çeşitli yörelerinden derlenmiş türküler ve
güzel şarkılarla bezenmiş repertuarıyla, din-
leyicilerden büyük bir beğeni topladı.
Sinemanın salonunu dolduran çok sayıdaki
müziksever, bir saat boyunca hem ezgilere
eşlik etti hem de Anadolu’da baştan başa bir
yolculuğu çıkmış oldu.
Müzisyenleri dakikalarca ayakta alkışlayan
izleyicilerin konser sonundaki ortak dilekleri,
Grup Turquoise’ı daha çok dinleyebilmek ve
bu çeşmeden uzun seneler boyunca kana
kana içebilmekti.
Grup adına gazetemize bilgi veren Mehmet
Kaba, grubu çok yakında yeni katılımlarla
daha da güçlü hale getireceklerini ve konser-
lerin süreceğini müjdeledi.
Başta Mehmet Kaba, tüm grup elemanlarını
ve Faruk Günaltay’ı kutluyor, kendilerine te-
şekkür ediyoruz...
Grup Turquoise’dan Bir Muhteşem Konser Daha
HASAN KARAKAYA
BİR SÖZDEN
BİR ÖZDEN
"Hay yazık sana, sen kıyamet için ne hazır-ladın?" diye sordu. Adam: "Öyle fazla biribadet ve taatim yoktur, fakat ben Allah veResûlünü seviyorum" diye cevap verdi.O zaman Efendimiz(s.a.v): "Sen sevdikle-rinle beraber olacaksın" buyurdu. Oradaki-ler: "Biz de onun gibiyiz, bize de aynı müjdevar mı?" diye sordular. Efendimiz (s.a.v):"Evet" buyurdu. O gün bu müjdeye o kadarçok sevindik ki, daha önce böyle hiç sevin-memiştik. (1) Biz, elimizde vakit varken o günde geçerliolan bir sermaye biriktirmeye bakalım.Yüce Rabbimiz: "O gün mal ve evlatlar sa-hibine fayda vermez. Fayda verecek tekşey kalb-i selimdir." (2) buyuruyor. Kalb-i selim, Yüce Rabbini tanımış, O'nunlahuzur bulmuş kalptir. Allahu Teala'dan kalb-i selim isteriz. (Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kı-yamet saatini soruyorlar sana. De ki: “Onailişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vaktigeldiğinde belirginleştirecek olan yalnızO`dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o.O size ansızın gelecektir, başka değil. ”Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana so-ruyorlar. De ki: “O`na ilişkin bilgi Allah ka-tındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.)(Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgiAllah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, ra-himlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın nekazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangiyerde öleceğini bilmez. Allah Alîm`dir,Habîr`dir. ) Duhan 10: Artık sen göğünaçıkça izlenen bir duman getireceği günügözle. )
(Hac 1: Ey insanlar! Rabbinizden korkun!Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi gerçektençok büyük bir şeydir. )(Abese 33: . Kulakları sağır eden o ses gel-diğinde, )(Tur 9: O gün gök bir çalkanışla çalkanır.10: Ve dağlar bir yürüyüşle yürür. 11: Vayhallerine o gün, yalanlayanların. )Bakara
(254) Ey iman edenler! Hiçbir alış verişin,hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığıkıyamet günü gelmeden önce, size rızıkolarak verdiklerimizden Allah yolunda har-cayın. İnkar edenler ise zalimlerin ta kendi-leridir. Maide
(116) Allah kıyamet günü şöyle diyecek:"Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Al-lah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinindedin?" İsa da şöyle diyecek: "Seni bütüneksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olma-yan bir şeyi söylemem benim için söz ko-nusu olamaz. Eğer ben onu söylemişolsaydım elbette sen bunu bilirdin. Senbenim içimde olanı bilirsin, ama ben sendeolanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sengaybları hakkıyla bilensin."
Kıyametle ilgili Paygamber Efendimiz (sav) ne buyuruyor: *Erkekler kendilerini kadınlara, kadınlar daerkeklere benzeyecekler. *İmanı kalpte tutmak, kor ateşi elde tutmak-tan daha zor olacak, kişi gece mü'min ya-tacak sabah kafir olarak kalkacak veya
bunu tersi olcak.*İnsanların başına bir zaman gelecek ki,onlardan faiz yemiyen kalmayacak ye-mese bile tozu mutlaka bulaşacaktır. *Üç şey çok kıymetlenecek; helâl para,kendisiyle amel edinen sünnet ve candanbir dost. *Sonradan gelen nesiller ,önceden gelen-lere sövüp sayacaklar. * İlim azalacak, cehalet,anarşi ve cinayet-ler artacak, adam öldürmek hafif bir suçsayılacak. *Kişi elbisesini sakındığı kadar dinini sa-kınmayacak ve fakirler de namaz kılmaya-cak. *Büyükleri merhametsiz, küçükleri hürmet-siz olacak; çocukları terbiye, köpekleri ter-biyeden daha zor olacak. *Hainlere emin, emin olanlara hain denile-cek ve ''şurada emin bir insan vardır''deni-lecek kadar emin insan sayısı azalacak. *Allah ü Teâlâ apaçık inkar edilecek. *Cemaatin inancı zayıf, ibadeti taklit ola-cak, hafızlar çok ama âlim bulunmayacak. *Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarlamünasebetsiz alakalar kuracak. *Faize alış-veriş; rüşvete hediye denecek,tefecilik artacak, helal-haram unutulacak,para gelsin de nerden gelirse gelsin dene-cek.
İşte Ayetlerde ve Hadisi şeriflerde görül-düğü üzere kıyametin ne zaman kopaca-ğını ancak ALLAH (cc ) bilir. İzmir’inŞirince kasabasına kıyametten kaçanlaraduyurulur .
46
47
No 78OCAK / JANVIER 2013
3
Les 8èmes Rencontres des turcophiles
organisées par l’association A TA
TURQUIE a eu lieu cette année à
Paris, le mercredi 28 novembre à l’Espace
culturel Louis Vuitton. A cette occasion le
Prix des turcophiles a été attribué à
Daniel Rondeau, écrivain, journa-
liste, mais aussi Ambassadeur.
L’Espace culturel Louis Vuitton pro-
pose depuis le 6 octobre une exposi-
tion composée d’œuvres de 11
artistes contemporains turcs sous
l’appellation : Journeys, déambula-
tion dans la Turquie contemporaine.
Naturellement, c’était une occasion
inestimable pour que les turcophiles
se retrouvent dans cet espace où un
aspect de l’expression de l’art con-
temporain turc était présent (c’est si
rare !).
Après Gilles Martin-Chauffier, Plantu,
Alexandre Adler, Michel Rocard et
Gilles Veinstein, Daniel Rondeau a
reçu le Prix des turcophiles 2012. En
réalité ce prix attendait depuis un an,
car S. E. Monsieur Rondeau était à
Malte en qualité d’Ambassadeur de France.
Il a fallu attendre son retour en France, cette
fois-ci, Ambassadeur de France auprès de
l’UNESCO.
Dans son discours de bienvenue, Murat V.
ERPUYAN, Président de l’Association
A TA TURQUIE a rappelé d’où sont
nées les rencontres des turcophiles :
« … suite à un coup de fil reçu à l’asso-
ciation d’une dame qui nous parlait de
son attachement pour la
Turquie, mais surtout de
son sentiment d’isolement
quand elle parlait de son
intérêt pour la Turquie à
son entourage. Elle disait :
suis-je la seule à être
amoureuse de ce pays ?
C’est ainsi que nous avons
décidé d’organiser des
rencontres pour les per-
sonnes intéressées par la
Turquie.
Par la suite, le prix des tur-
cophiles est venu enrichir
ces rencontres. Ce prix ne
fait pas de son récipien-
daire forcément un turcop-
hile, mais est conçu pour
honorer les personnes qui par-
lent de la Turquie avec justesse.
La Turquie n’est pas un paradis, ni un enfer
; un pays plutôt attachant, possédant des as-
pects positifs mais aussi négatifs, toute criti-
que constructive pour nous, les turcophiles,
est bienvenue… »
Le Président a aussi souligné les difficultés
que connaît l’association A TA TURQUIE :
« A TA TURQUIE
est active depuis
1989, nous ve-
nons de terminer
avec la présente
m a n i f e s t a t i o n
notre « 20ème
Automne aux
couleurs de Tur-
quie »… C’est une
association qui
vogue entre deux
pays et deux lan-
gues, une plate-
forme de
rencontre pour
toutes les per-
sonnes intéres-
sées par la Turquie. Mais je dois avouer que
l’association qui a développé ses activités
grâce aux subventions de partenaires fran-
çais et des emplois aidés connaît aujourd’hui
des difficultés importantes puisque désor-
mais l’argent public est rare. Je ne sais pas
si nous allons pouvoir organiser la 9ème
rencontre des turcophiles… ».
Ensuite, Bernard Delmas, administrateur d’A
TA TURQUIE, a pris la parole pour présen-
ter Daniel Rondeau et le hasard a fait que la
version turque de son livre « İstanbul » ve-
nait de Turquie, tout juste sortie de l’impri-
merie.
Enfin, Daniel Rondeau a remercié le Prési-
dent pour le Prix qu’il venait de recevoir, a
salué les ambassadeurs présents, Monsieur
Tahsin Burcuoğlu, Ambassadeur de Turquie
à Paris et Gürcan Türkoğlu, Ambassadeur
de Turquie auprès de l’UNESCO. Puis, il a
parlé de son İstanbul : “la seule ville qui me
manque” a-t’il dit, mais aussi des écrivains
turcs, de Nedim Gürsel, d’Orhan Pamuk… Il
a évoqué sa rencontre avec Yaşar Kemal
pour lui emprunter une description qu’il a fait
des écrivains. Il a chargé Monsieur Türkoğlu,
qui après avoir achevé sa mission à Paris,
qui devaiit rentrer en Turquie le lendemain,
de transmettre ses salutations à Yaşar
Kemal.
Pour plus d’informations: http://bit.ly/Sll8ua
Les 8èmes Rencontres des turcophiles ont eu lieu à Paris
50
Anatomie du stressUne contrariété, une situation nouvelle à aff-
ronter, une tâche ardue à accomplir, et voilà
que notre estomac se noue, que notre cœur
accélère, que notre sommeil se trouble. Der-
rière ces réactions, se cache un mécanisme
biologique normal, et même salutaire. Toute
perturbation de l'environnement – physique
(le froid, la faim, une infection…) ou émotion-
nelle (une peur, un deuil, un examen…) – pro-
voque une réponse de notre corps destinée
à assurer sa survie, en maintenant son équi-
libre intérieur. Par exemple, c'est le stress
qui nous fait réagir au quart de tour devant
un danger. Il n'est autre qu'un moyen de dé-
fense, tant physiologique que cognitif, qui re-
pose sur des interactions complexes entre
nos systèmes nerveux et immunitaire, nos
hormones et même notre psychisme. Ce
n'est en fait qu'en cas de perturbations trop
intenses ou trop répétées qu'apparaissent
les effets délétères. Le stress devient alors
pathologique et entraîne des troubles cardia-
ques, digestifs, immunitaires, psychiques… «
Le stress est peut-être le phénomène qui
rapproche le plus le corps de l'esprit. Les ré-
actions physiologiques et psychologiques
empruntent des voies communes qui peu-
vent se renforcer les unes les autres. » D'où
le lien direct entre le stress émotionnel et ses
manifestations physiques. Difficile alors de
le considérer comme un mécanisme bénéfi-
que, d'autant qu'à tous les âges, il semble de
plus en plus peser sur nos épaules, dans la
vie quotidienne, au travail… Dans nos socié-
tés où l'on nous demande toujours plus de
performance, il est aussi un mal qu'on ne
peut plus ignorer.
Le stress biologiqueQue se passe-t-il au juste lorsque nous su-
bissons un stress ? La première étape de
l'incroyable cascade qui engendre le
syndrome général d'adaptation consiste évi-
demment en l'interprétation du facteur stres-
sant. Le cerveau déclenche l'alarme. Les
hormones libérées par le cerveau vont alors
agir sur de nombreux organes : le cœur pour
élever le débit cardiaque, les vaisseaux san-
guins pour augmenter la pression artérielle
et favoriser les muscles, le cerveau et le
cœur au détriment de la peau et des viscè-
res, les poumons pour dilater les bronches
et élever le rythme respiratoire, le foie pour
activer la formation de glucose à partir des
stocks énergétiques…. Toutes ces réactions
rapides n'ont qu'un but : préparer l'organisme
à affronter un événement stressant et sou-
dain, d'une durée de quelques minutes à une
heure. Il peut s'agir aussi bien d'un dialogue,
d'un exercice de mathématiques ou d'un
saut en parachute.
Si le facteur stressant dure, et que l'orga-
nisme passe en phase de résistance, le cer-
veau va alors s’adapter pour éviter tout
simplement l'emballement de la machine.
On considère généralement que le système
d'urgence de l'action et du mental agissent
en interactions avec celles du système im-
munitaire. Pourtant, à force d'être sollicités,
ces systèmes peuvent finir par se dérégler.
C'est à ce moment-là qu'apparaissent les
signes délétères, physiques et psychiques,
du stress chronique. Les réserves énergéti-
ques de l'organisme vont s'épuiser, la fatigue
s'installer. Et plus le stress durera, moins il
sera contrôlable par l'organisme.
De plus, les hormones du stress ont le pou-
voir d'inhiber l'immunité. Cela peut, à terme,
provoquer de nombreuses pathologies. Po-
urquoi les hormones du stress minent-elles
nos défenses contre les intrus ? Sans doute
pour éviter, là encore, un emballement du
système. En inhibant l'immunité, les hormo-
nes du stress exercent un rétrocontrôle, per-
mettant de tempérer la réponse immunitaire.
Voilà pourquoi nous sommes plus fragiles
lors des périodes de stress : rhumes, grippes
et bronchites ne semblent plus vouloir nous
épargner !
Des pathologies favoriséesLe stress est d'ailleurs, sinon la cause, du
moins un facteur aggravant de nombreuses
pathologies. Il est aujourd'hui bien établi qu'il
augmente le risque de maladies cardio-vas-
culaires. Une étude épidémiologique menée
à la fin des années 1980 par des chercheurs
italiens a montré que le stress quotidien
avait pour effet d'élever progressivement la
tension. Un résultat obtenu en suivant pen-
dant vingt ans deux groupes de femmes
constitués l'un de nonnes vivant dans un
couvent, dans le silence et la méditation,
l'autre de femmes actives. Protégées des
tracas de la vie quotidienne, les nonnes ava-
ient conservé la pression artérielle de leur
jeunesse. Et ce n'est là qu'une seule étude
parmi de nombreuses qui montrent claire-
ment un lien entre stress et hypertension.
Comme il en existe aussi avec les troubles
de l'appareil digestif, les maladies de la peau
(comme les dermatoses atopiques, le pso-
riasis ou encore la pelade), le diabète de
type 2 ou encore certaines maladies auto-
immunes, comme le lupus. Même notre
poids peut dépendre de notre état de stress,
car il peut conduire à la stimulation de la
prise alimentaire et donc favoriser l'obésité.
Maladies, addictions… Le stress chronique
peut véritablement mettre en péril notre
santé. Et ce, dès notre conception ! Il est en
effet reconnu que le stress peut avoir des ré-
percussions profondes chez le nourrisson, et
même chez le fœtus. Au stade prénatal, le
stress – une grossesse très mal vécue ou au
cours de laquelle la mère subit un événe-
ment traumatisant – accroît le risque de nais-
sance prématurée et de troubles ultérieurs,
comme le reflux gastro-œsophagien. Enfin,
chez l'enfant, les stress répétés ralentissent
la croissance et peuvent engendrer ce que
les spécialistes appellent le «nanisme
psychosocial ».
Le stress et la psychologieRéaction d'adaptation de notre organisme, le
stress est aussi cognitif, il dépend tout autant
de notre personnalité, de notre mémoire.
Toute perturbation de notre environnement
ne provoquera pas forcément un état de
stress douloureux. En fait, celui-ci ne survi-
ent bien souvent que lorsque nous ne nous
sentons pas capables d'y faire face. Une si-
tuation jugée surmontable provoquera un
stress moins important, tout comme celle
que nous aurons déjà vécue. L'intensité du
stress dépendra aussi de notre état psychi-
que (déprimé ou pas), des traits de notre per-
sonnalité (sens de l'humour, combativité,
recherche du plaisir et de la réalisation de
soi…), de nos croyances. Et même de nos re-
lations sociales. Un environnement social
apaisant limite fortement nos états de stress,
à l'inverse, certains stress collectifs peuvent
engendrer des paniques de groupe, en pa-
ralysant les capacités individuelles de rai-
sonnement.
Si la plupart d'entre nous parviennent à gérer
plus ou moins bien leur stress, d'autres en
sont tout bonnement incapables. Ils peuvent
alors souffrir de ce que les psychiatres ap-
pellent un trouble anxieux. Les attaques de
panique, les phobies sociales, les troubles
obsessionnels compulsifs (Toc), les états de
stress post-traumatiques sont autant de pat-
hologies anxieuses reflétant des états de
stress excessif et mal contrôlé. « Le trouble
anxieux généralisé, par exemple, associe
plusieurs symptômes de stress durable, exp-
lique Antoine Pelissolo, du centre Émotion,
psychiatre à l'hôpital de la Pitié-Salpêtrière.
Les patients présentent une incapacité à aff-
ronter l'incertitude de l'avenir, à gérer les pe-
tits stress quotidiens. Ils montrent à la fois
une inquiétude généralisée ainsi qu'une im-
possibilité à relâcher leur vigilance associée
biologiquement à une hyperactivation du
système sympathique. » Chez les personnes
atteintes de troubles anxieux, on observe
aussi un dérèglement des systèmes basés
sur la sérotonine, un neurotransmetteur im-
pliqué dans de nombreuses fonctions
comme le cycle veille-sommeil, la douleur ou
le contrôle moteur. Ils subissent alors une
vraie douleur morale, contrairement aux sim-
ples « stressés chroniques » dont seul l'axe
HHS est mis à rude épreuve. Parvient-on à
soigner ces pathologies ? « Nous disposons
évidemment d'une pharmacologie, basée
sur les antidépresseurs inhibiteurs de la re-
capture de la sérotonine (qu'il vaudrait mieux
appeler des régulateurs émotionnels), mieux
indiqués que les anxiolytiques, qui provo-
quent des dépendances, indique Antoine Pe-
lissolo. Certaines psychothérapies, comme
les thérapies comportementales et cogniti-
ves (TCC), sont également très efficaces
contre les troubles anxieux. »
Et pour ceux – les plus nombreux – qui ne so-
uffrent pas de troubles anxieux mais doivent
quand même affronter le stress de la vie quo-
tidienne ? « Avoir une bonne hygiène de vie,
s'accorder des temps de repos, s'affirmer en
sachant dire non, limiter voire supprimer les
anxiogènes comme le tabac et l'alcool, avoir
une activité physique et, par-dessus tout, en-
tretenir des relations sociales », conseille
Antoine Pelissolo.
FADİME DEMİRPsychologue à Strasbourg
L'hypothèse d'une interdiction de l'alcool au volant sera
«discutée au sein du Conseil national de sécurité routière
(CNSR), qui est un peu le parlement de la sécurité routière,
notamment pour les 18-24 ans». Le délégué interministé-
riel à la Sécurité routière, Frédéric Péchenard, l'annonce
dans une interview donnée au Journal du dimanche.
Il rappelle que «cette tranche d'âge (9% de la population)
représente 25% des tués, 1 000 morts» et que «l'alcool in-
tervient dans 40% des accidents mortels» qui les touchent.
Relancé par le ministre de l'Intérieur, Manuel Valls, le Con-
seil national de la sécurité routière (CNSR), en sommeil
depuis 2008, est un organisme composé d'élus, d'associa-
tions, d'entreprises et d'administrations. Il a été créé en
2001 pour être un lieu de débats et une instance de conseil
pour le
g o u v e r -
nement .
Actuelle-
ment, le
taux d'al-
coolémie
autor isé
doit être
inférieur à
0,5 g/l de
sang.
Interdiction de boire de l’alcool !
Par ailleurs, Frédéric Péchenardannonce l'installation de 200 radarsen 2013 ce qui portera le total à 4200 (fixes, feux rouges, mobiles).«Mon objectif n'est pas qu'il y aittoujours plus de contraventions,c'est au contraire qu'il y en aitmoins, que les Français conduisentmieux, mais aussi les étrangers»,insiste-t-il. «En novembre 2013,nous devrions être capable d'envo-
yer des contraventions à tous lesEuropéens, à l'exception des Bri-tanniques, des Irlandais et des Da-nois», ajoute Péchenard.
L'une des priorités du délégué in-terministériel à la Sécurité routière:modérer sa vitesse. «Il faut que lesautomobilistes français roulentmoins vite, ce qu'ils ont fait au
cours des dix dernières années: lavitesse moyenne a baissé de 10km/h depuis 2002. Mais ces résul-tats sont fragiles.» L'assouplisse-ment du permis à points «a été unemauvaise décision», estime-t-il.S'appuyant sur des sondages, il af-firme que les Français déclarentaujourd'hui conduire un peu plusvite qu'avant, «une des inquiétudespour 2013».
200 nouveaux radars en 2013
51
52
YAYGIN DAĞITIM AĞI İLE
HER ZAMAN
SİZİNLE...
Resimdekioyuncu
Yararlanma
Savaşma,cenk
Dağınık,perişan
Ünlü Kırgızdestanı
Bir hayvan
Sürme, sürüpgitme,
bitmeme
Kurnaz, cinfikirli Özen
Kuruntuyadüşürme
Açıklamalar
Giysinin altkenarı
Ayırıcı nitelik,ayırıcı özellik
Birleşme,birlik kurma
Dingil
Bir ormanağacıSırayakoymak
Bir ilimizBir nota
Yok etme,gidermeSeçimdetercih, rey
Bir işi doğruve uygunbulmak,
tasvip etmek
BoylamTasa, kaygı,
üzüntü
KapkaraAntlaşma
Şaka
Tarihieserlerin
korunduğuyer
Boksmaçınındevreleri
BayrakTüzük
Haykırma,bağırma
Anlayış, akılerdirme
İffetli kadın
İnce, keskinses
Dönem sonusınavı
Boy bos,endam (halk)
Bir çalgıHaksız yere
kayırma, arkaçıkma
Uzak
Yapma,yerine
getirmeTeklif
Ayak direyen,inat eden
Bir sayıYemin,kasem
Onarma,onarım İlgi
MağaraGafil
Ağızboşluğunun
tavanı
Verme,ödeme
Temel kanun
DüşünceÖykü
Çürüyerek içiboşalmış
olan
Deneyimsiz,acemi, çaylak
KamyonetTeras
Özel gezintigemisi
Toplu hücum(spor)
Ün, şanBüyük
Okyanus
Su aygırıLakin
Bir kimseyeuygun olan,
yaraşan
Gösterişli,cakalı
Oyunda be-rabere kalma
İran veyaAfgan
hükümdarı
Sporda karşıtakım veya
kişiÖzgü
Küçük gemi
Razı olma,isteme, istek
Çalışma,emek (eski)
Üye
Korkulu rüya,kâbus
Hayret sözüKabaca evet
HükümdarkonağıEn kalın
erkek sesi
Kamçı ilevurularak
döndürülenbir oyuncak
Sürat
Karşıtlık,zıtlık, çelişki Dalkavuk
ÇENGEL BULMACA HAZIRLAYANGüven Sö[email protected]
53
A propos des urgences…Les urgences d’un hôpital sont un bon reflet de la société dans la-
quelle nous évoluons que ce soit après analyse des patients qui con-
sultent mais également après mesure du dévouement et de l’empathie
que propose l’équipe soignante. On a tous eu affaire à ce service un
jour ou l’autre, qu’on ait été un patient ou un proche. Le point commun
à tous les patients est la maladie manifestée de manière très variée,
mais ressentie comme urgente par nos concitoyens. On peut retrouver
dans une salle d’examen un patient SDF à l’hygiène douteuse et à
côté un autre patient très classe roulant en italienne rouge (pas une
Punto !). Le « VIPisme » n’existe pas au sein de mon service. Aucun
malade n’est plus privilégié qu’un autre. Il est vrai cependant que tous
les services des urgences ont des patients dit habituels, notamment
les gens qui consomment régulièrement de l’alcool, véritable fléau sur
la santé et la sociabilité des gens. Ces derniers transitent par notre
service pour dégriser ; ce qui entre nous n’est pas la fonction primaire
d’un service des urgences. Il n’y a qu’à l’hôpital qu’on remarque vrai-
ment le problème de santé publique que pose cette dépendance,
même si elle l’est tolérée culturellement dans le pays du vin.
De ce fait, tout le monde se côtoie. Il s’agit d’un microcosme dans le-
quel la population transite. Ainsi, l’hétéroclisme des patients et de leur
pathologie nous font vivre des moments souvent drôles en dépit des
drames qui sont parfois inévitables. Toujours est-il que ces moments
de détente permettent de « souffler » entre des situations critiques
quasi quotidiennes.
Contrairement à certains auteurs qui attendent des décennies avant
de relater dans un livre les évènements vécus durant leur carrière, un
an au service des urgences est suffisant pour écrire un recueil d’anec-
dotes d’une épaisseur remarquée !
Il faut savoir toutefois que les urgences peuvent constituer un milieu
hostile pour le patient. En effet, ce dernier qui ressent déjà une dét-
resse sur le plan de sa santé, perd son sentiment d’invulnérabilité, se
retrouve « dénarcissisé » car il n’est plus qu’un patient, un numéro
dans une salle d’examen X, avec une maladie Y, et qui passe la ma-
jeure partie de son passage à attendre dans un endroit qu’il ne con-
nait pas forcément en plus d’être avec des inconnus. Il est vrai que la
plupart des patients restent compréhensifs, mais nous retrouvons par
moments des patients très revendicateurs : « je veux tels examens,
savoir ce que j’ai tout de suite, qu’on me commande une ambulance,
une chambre individuelle, mon repas etc… ». Ils étalent parfois leur
science tirée d’Internet quelques minutes avant de venir au service,
et de ce fait s’improvisent médecin, à tort.
Bien évidemment, il s’agit d’un mode de défense que ces derniers
expriment de cette manière, mais il y a des limites quand même !
Laissez-moi vous narrer une petite anecdote comme exemple. Je me
souviens de ce jeune patient serbe de 21 ans qui avait avalé volon-
tairement des comprimés contre la douleur dans le but d’en finir une
fois pour toute. Il s’agissait surtout d’un appel à l’aide face à son mal
être. Sa mère était très revendicatrice. L’état de santé de son fils
n’était cependant pas inquiétant. Après avoir sévèrement critiquée
mon infirmière sur les soins qu’a bénéficié ce jeune homme, elle de-
mandait à me voir :
« Docteur, vous devez lui faire un lavage gastrique….
-Non, c’est inutile dans ce contexte, Madame. Ne vous en faites pas.
Ça va aller.
-Si ! Il le faut, je suis médecin vous savez…
-Ah bon ?
-Oui je viens de Clermont Ferrand, j’ai travaillé dans l’humanitaire…
-Je vois… vous pouvez donc me citer sans problème les effets secon-
daires du tramadol n’est-ce pas ?
-Euh…..vous savez docteur, je suis malade, je ne suis pas bien ! Ne
me posez pas de question s’il vous plait !
- ????? »
Ce fut un grand moment de solitude pour elle comme pour n’importe
quelle personne prise en flagrant délit de mensonge. La nuit passée,
le patient avait regagné son domicile après un entretien psychiatrique.
Tout n’est pas blanc ou noir. Je pense que certaines personnes qui
travaillent aux urgences ne sont pas fait pour ce travail. La façon dont
certains et certaines s’adressent aux patients est honteuse. De ce fait,
il faut savoir faire la part des choses. Travailler à l’hôpital ne nous im-
munise pas contre la bêtise.
Il y a tellement à dire sur les urgences. Des tomes et des tomes peu-
vent être écrits là-dessus. Vous n’en avez eu qu’une infime part de ce
qu’on vit au quotidien. De ce fait, les différentes anecdotes ne man-
queront pas, tant que les urgences et surtout les malades seront là.
Erratum : dans l’article précédent il fallait lire « fibrillation ventriculaire
» au lieu de « fibrillation auriculaire »
Dr.CİHAN BİRCANMédecin urgentisteCH Marie-Madeleine FORBACH
La Commission nationaledes comptes de campagneet des financements politi-ques (CNCCFP) a rejetéles comptes de campagnede Nicolas Sarkozy pourl’élection présidentielle de2012. L’ex-chef de l’Etat vadéposer un recours.L’ancien trésorier de lacampagne de Nicolas Sar-kozy, le député PhilippeBriand, a confirmé ven-dredi dans un communi-qué le rejet des comptesde la campagne 2012 del’ancien chef de l’Etat, ré-vélé par le site de l’Exp-ress.La CNCCFP a réintégrédans les comptes de cam-pagne des dépenses anté-rieures à la déclarationofficielle de candidature deNicolas Sarkozy, le 15 fév-
rier 2012. Ces frais supplé-mentaires entraînent undépassement du plafondde dépenses autorisé, quiavait été fixé à 22 509 000euros pour un candidatparvenant au second tour.Recours auprès du ConseilconstitutionnelMais Philippe Briand con-teste « le mode de calcul »de la commission, estimantque les dépenses liées àcertains déplacements
présidentiels devaient êtreimputées au candidat. Etselon lui, « le montant dudépassement est peu sig-nificatif (1,6 %) et ne sau-rait à lui seul entraîner lerejet du compte».Nicolas Sarkozy et son tré-sorier ont annoncé dépo-ser un recours auprès duConseil constitutionnel,dont l’ancien président estpar ailleurs membre dedroit.
11 millions d’euros detrou?
Selon Philippe Briand, si leConseil constitutionnelconfirmait ce rejet, cela en-traînerait « automatique-ment le rejet duremboursement » de l’Etats’élevant à près de 11 mil-lions d’euros. Les comptesde campagne d’un candi-dat à la présidentielle n’ontété rejetés qu’une seulefois : c’était en 1995, pourJacques Cheminade.Nathalie Kosciusko-Mori-zet, qui fut porte-parole decampagne de Nicolas Sar-kozy, a estimé que le rejetdu compte du président-candidat soulevait un séri-eux problème institutionnelet pouvait entraîner unevacance du pouvoir en pé-riode électorale.
Depuis hier, les conductrices paie-ront aussi cher leur assurance autoque les hommes. En effet, les assu-reurs français qui pratiquaient destarifs d'assurance auto plus favorab-les aux femmes sous prétexte qu'el-les étaient victimes de moinsd'accident ont dû se mettre en con-formité avec les règles européen-nes. C'est la Cour de justice del'Union européenne qui avait renduune décision en ce sens le 2 mars2011. Les juges européens avaientdonné vingt mois aux assureurs pourse mettre en ordre de marche. Jus-qu'à hier, les conductrices bénéfici-aient en moyenne de tarif 8 %inférieurs à ceux des hommes etmême 20 % à 30 % pour les jeunesconductrices. Pour cette catégorie,les relèvements de tarifs oscillera-ient entre 4 % et 50 % selon le sitecomparateur d'assurance Assurland.Rien ne changera cependant pourles contrats existants. Mais les con-ductrices qui vont en souscrire un
nouveau pourraient payer plus, tan-dis que les hommes verront leurs ta-rifs baisser.Jeunes conductrices dans le viseurEn fonction de leur compagnie d'as-surance, les conducteurs seront in-formés ou pas. Ainsi, l'assureurmutualiste Matmut a tenu à jouer latransparence et a déjà annoncé unemajoration de 70 % des prix pour les
conducteurs novices. Jusqu'à pré-sent les jeunes conducteurs paya-ient une surprime de 100 % contreseulement 50 % pour les jeunes fil-les.
Toutefois, afin de limiter l'effet de ha-usse, les assureurs vont tenter dejouer sur d'autres critères notam-ment la puissance du véhicule.
Nicolas Sarkozy en difficulté!
Assurance auto : les femmes paieront comme les hommes!
ETKİLİ HABERCİLİĞİYLE
YAYGIN DAĞITIM AĞI VE
HER ZAMAN SİZİNLE...
54
A C M D H İ İ Eİ S T İ F A D E İ T T İ H A TL A D İ N V A N İ Z A L E
S I R A L A M A K O N A M A KT U L S İ M S İ Y A H M
G A M P A L E MN A R A S T A T Ü
İ D R A K T İ ZO U T A F İ F E
E Ğ İ N İ F AA L T I Ö N E R İ
A N T R A İ Nİ T A A L A K A
D A M A K F K T Y A TN A M H İ P O P O T A M Ç
P A S İ F İ K F İ Y A K A L IY R A K İ P K R I Z A
Ş A H K A R A B A S A N Y AS A R A Y T O P A Ç H I Z
B A S T E Z A T Y A L A K A
BULMACA-ÇÖZÜM
56
57
G E S T I O N 2 0 0 0
58
60