mmm ;A - Turuz · 2017. 8. 10. · Jöntürk hareketinin vc 1908 burjuva devrimi tarihinin en derin...

348
\\mmm ;A

Transcript of mmm ;A - Turuz · 2017. 8. 10. · Jöntürk hareketinin vc 1908 burjuva devrimi tarihinin en derin...

  • a» \\mmm;A

  • BİLGİ Y A Y IN LA R I B İLG İ D İZİSİ

    ftîıir>d Basım Nisan 1974

    »11G I Y A Y I M E V İ

    tunaip Hümi C»tf. «4 T«*:r7093O 17B01* tf*ır«lıİKfotft • A fA ^a

    ««h4> Ckd. 19 ,r2 Terfi 23&2Û1 t$iralo$(u - Içiaritjul

  • YURÎY AŞATOVİÇ PETROSYAN

    Sovyet Gözüyle Töntürkler

    Türkçesi : Mazlum BeyhanAyşe Hacı haşan oğlu

    BİLGİ YAYINEVİ

  • kapak düzeni : fahri karagöîoğlu

    BİLG İ B A SIM EV İ _ A N K A R A

  • İÇ İN D E K İL E R

    I. BölümXIX . yy. 60 - 70 yıllarında Osmanl» İm p a ra to rlu ğ u ............................... 17

    II. BölümJöntürklerin öncelleri «Yeni Osm anlIlar» - İlk Türk Meşrutiyetçileri ............................................................................................ 42

    III. Bolüm60 - 70 Y ıllarındaki Türk M eşrutiyetçilerinin Sosyo-Politik ve İdeolojik Anlayışlar» .................................... ............................................... 109

    IV. BölümOsmanl ı İm paratorhığu 'nun Yarısöm iırge Haline Gelmesi ve A bdülham it Rejimi ..................................................... ............................. 144

    V. BölümXIX. yy. Sonlarında XX. yy. Başlarında Jöntürklerin Ö rgütleri ve Eylemleri ... ... ................................................................................... 172

    VI. BölümOsmanlı İm p ara to rlu ğ u n d a Devrim H areketinin K abarm ası ve1905- 1907 Y ıllarında Jön t ürk Eylemleri .................. .................... 229

    VIJ. BolümJöntürk lerin Sosyo-Politik ve İdeolojik G ö rü ş le r i ............ ............. 270

    VIII. Bölüm1908 Burjuva Devrimi Öncesinde ve Devrim Sırasında Jöntürkler 296

    S O N S Ö Z .............................................................................................................. 239

    YARARLANILAN KAYNAKLAR ................................................................. 337

    5

  • G İ R İ Ş

    Bıı yapıt, XIX.yy.m ikinci yansında ve XX. yy.nı başında Osmanlı İm paratorluğunda T ürk burjuva liberal hareketi ta rihinin ana konulannı aydınlatm a amacım taşım aktadır. XIX. yy. 60 yıllannın başında doğan reformcu T ürk burjuva liberalI iare keti, türlü aşam alardan sonra burjuva devrimci bir nitelik kazandı ve 1908 yılında T ürk tarihinin ilk burjuva devrimiyle sonuçlandı. Feodal-saltçı yönetime karşı döğüşen güçlerin oluşum ve gelişim sürecinin çok yonlit b ir araştırm ası, 1908 bur* jııva devrîmini harekete geçiren güçlerin ve devrimin niteliğinin doğru anlaşılması için önemli bir koşuldur.

    Çağdaş tarih ve edebiyatta, XlX.yy. 60-70 yıllarındaki meşrutiyet hareketi ve XIX.yy. sonu- XX.yy. başlarındaki Jöıı- tiirk hareketi, b ir kural olarak, birbirinden ayrı sayılır. Bu arada, eğer bu toplu nısal-politik hareketler, Osmanlı İm parator! uğu’- nun bu yeni devirde sosyo-ekonomik ve politik gelişimi fikrinin anlatım ı olarak değerlendirilirse, bu hareketlerin politik ve ideolojik sağlamlığı üzerinde durm ak gerekecektir. «Yeni Osman- hlar»ın ve Jöntürklerin feodal-saltçı düzene karşı hareketleri, öm rünü tüketen feodal yaşantı biçimiyle, ülkenin kapitalist yönden gelişmesi yolunu açan yeni güçler arasındaki savaşın yansımasıydı. Bundan dolayı, «Yeni Osmanlılar» ve Jöntürkler

    7

  • hareketini gerek eylem, gerekse ideolojik p lânda sosyal amaçları olan b ir süreç o larak incelemek gerekecektir.

    60-70 yıllarında «Yeni O sm anlılar»ın ve yüzyılın eşiğinde Jöntürkler’in eylemleri, 1908 devrimine değin T ürk milli burjuvazisinin politik ve ideolojik bilincinin karm aşık oluşum sürecini kolaylaştıracak biçimdeydi.

    Jöntürk hareketinin tüm öyküsü, -b u hareketin başlangıcı o lan 60-70 yıllarının meşrutiyet hareketinden, 1908 Jön tü rk devrimine d ek - objektif, sosyal içeriğine göre, kapitalist yolda ekonom ik gelişme İçin politik koşulların sağlanması ve ülkenin politik, ekonom ik ve kültürel yaşam ında burjuva düzgü ve düzeninin kurulm ası savaşıydı. İdeolojik ve politik bakım dan Jöntü rk hareketi, Türk burjuva liberalizminin doğuş ve gelişimiyle, burjuva devrimci düşüncelerin ve ruhun yavaş yavaş olgunlaşmasının tarihidir. Bununla birlikte, Jön tü rk hareketi, Türklerİn egemen oldukları, b irçok ulusları içine alan, b ir devletin karm aşık koşullarında, T ürk halkında ulusal bilincin doğuşunu yansıtan, Türk tarihinde ilk ideo-politik akım dı. Ve son olarak, Jön tü rk hareketi, T ürk tarihinde emperyalizmin ekonom ik ve politik yayılmasına karşı ilk savaş, emperyalist devletlerin yarısömürgesi haline gelen devlete karşı ise po litik protestoydu.

    BÖylece, Jön tü rk hareketi, yeni dönem de, Osm anlı İm parato rlu ğ u n u n toplum sal politik yaşam ında önemli b ir olay oldu. Bu hareketin politik tarihinin ve ideolojisinin incelenmesi, T ürkiye tarihinde ilk buıjuva devrimi öncesinde, toplum sal politik gelişimin ve sosyal fikirlerin incelenmesi için olduğu kadar, feodal kuralların ve düzenin yıkılması sırasında, doğu halklarının tarihsel gelişmesinin ana kurallara uygunluğunun ortaya çıkarılm ası için de büyük bilimsel yararlar sağlar. Jön tü rk hareketinin tarih î araştırm ası, «Asya’nın uyamşı» devrinde doğu ülkelerinde tarihsel sürecin karşdaştırm alı analizi için de büyük önem taşır.

    «JöntürkJer» terimi, XIX.yy, 60-70 y ılla r ın d a Avrupa tarih yazıcılığında ve basınında, ilk Türk meşrutiyetçilerinin eylemleriyle ilgili olarak kullanılıyordu. A. F. Miller, «Avrupa gazete-

    8

  • terinde ve ed eb iy a tın d a ,-d iy o r,-T ü rk meşrutiyet hareketi, Genç Türkiye’, bu harekete katılanlar ise, ’Jöntürk ler’ (Gençtürkler) diye adlandırılıyordu. Bununla birlikte, böyle belirsiz adlar, daha önceki tanzim at devrine de, daha sonraki Türkiye’nin yenileşmesine yönelen her akım a d a uygundu» (168, s. 6). Ancak, 60-70 yıllan meşrutiyet hareketinin ve XlX.yy. sonlari-XX.yy. başlanndaki hüküm ete karşı gizli örgütlerin üyeleri, ender olarak «Jöntürkler» terimini kullandılar. 60-70 yıllarının meşrutiyetçileri, kendilerini «Yeni Osm anhlar» diye adlandırıyorlardı. «İttihat ve Terakki Cemiyeti»nin çekirdeğini oluşturan gizli örgüt ve grup üyeleri ise kendilerine ya, «Osman.li Liberalleri», ya da kısaca «Yeni OsmanlIlar» diyorlardı. Bu durum hiç de raslantı değildi. 1908 devrimine değin, T ürk burjuva liberal ve burjuva devrimci hareketinin üyeleri, «im paratorluk Ölçüsünde», «OsmanlI» yurtseverliği parolasıyla hareket etliler. 1908 devriminden sonra, T ürk burjuva ideolojisinde, milli fikirler ve kavram lar birinci p lâna geçmeye başladığı zam an, «Jöntürk» terimi Fransızca söylenişiyle T ürk diline girdi. « İttihat ve Terakki Partisi» zam anında, hüküm ette bu terim çoğunlukla ittihatçıları belirtmek için kullanılıyordu.

    Çağdaş A vrupa tarih yazıcılığında «Jöntürkler» teriminin kullanılm asında birlik yoktur. E m est Ram saur, «Jöntürkler» terimini, XIX. yy. sonu- XX.yy. başında Jöntürk Örgütlerinin ve «Yeni OsmanIılan> hareketinin m ilitanlarını genel o larak belirtmek için kullanıyor. B. Lewis ise, «Jöntürkler» terimini salt, A bdülham İt’in baskı rejimine karşı savaşan ö rgüt ve grupların militanları İçin kullanıyor; aynı araştırm acı, X lX .yy, 60-70 yıllarının T ü rk meşrutiyetçilerini de «Yeni O sm anlılar» diye adlandırıyor. (262 a, s. 147-156, 192-205)

    Çağdaş T ürk tarihçileri arasında d a aynı şekilde, bu konuda birlik yoktur. Jön tü rk hareketinin tarihi ve ideolojisi hakkında önemli yapıtların yazarı olan Şerif M ardin, 60-70 yıllannın meşrutiyetçilerini «Yeni Osmanlılan> ya da «Genç Osmanlılar» diye adtandınyor. X lX .yy. sonu - XX.yy. başında sattçı yönetime

    9

  • karşı olan gizli grup ve örgüt üyelerine ise «Jöntürkler» adını veriyor (264; 231). T ürk politik tarihinin uınııımtş başka bir a raştırıcısı T. Z. Tunaya. «1. ve II. meşrutiyeti hazırlayan ve günün koşullarına uygun olarak Osmantı Iınparatorluğu’nda reform yapm ak arzusunda olan devrimcileri ya d a isyancıları» belirtmek için daha çok «Jöntürk» terimini kullanıyor (239, s. 103). T .Z .Tu- naya. bu ilkeyi izleyerek «Yeni Osmanlılar»t, «Jöntürkler» olarak adlandırıyor. XIX.yy. sonu - XX.yy. başı Jön türk ö r gütlerinin eylemlerine ise «İkinci Jön tü rk hareketi» adım veriyor (240,s.68).

    Biz bu yapıtla. XlX.yy. 60-70 yılları meşrutiyet hareketinin sosyal yönlerini vc X lX .yy.’uı sonları. XX.yy.’tn başlarındaki Jöntiirk örgütlerinin eylemlerinin temel ortak noktalarım sap tamaya çalışacağız. M eşrutiyet hareketinin sosyal yönü göz önüne alındığında. «Yeni Osmanlılar»ııı eylemleri. T ürk politika tarihi çerçevesinde Jön lü rk hareketim* başlangıç sayılabilir. T ürk meşrutiyetçilerinin ve Jöntürk örgütlerinin ideolojik bağı daha o rganikti. Hareketin içeriğini belirleyen fikirlerin tarihsel planında, 60-70 yıllarının meşrutiyet harekeli. Jön tü rk hareketinin ilk aşaması sayılmalıdır. Yüzyılın eşiğinde «Yeni O sm an lılam n ve Jön- tiirkleriıı laktik ve ideolojik özelliklerini göz önünde bulundurarak. amaca uygun bir biçimde, am a hareketin toplum sal politik olaylarını bir tek yolda çözümlerken, ve açıklarken Jön tü rk hareketinin liirlii devirlerindeki üyelerinin belirtilmesi için Sovyet tarihçileri ve edebiyatçıları tarafından da benimsendiği gibi, «Yeni Osmanlılar» ve «Jöntürkler» terim lerinin kullanılması daha uygun olur.

    Bu araştırm anın amacı, Jön tü rk hareketinin ana konularını, yani, sosyal temelini ve yönünü, polilik program ını, liderlerinin görüş ve anlayışlarım , değişik aşam alardaki gelişim özelliklerini aydınlatm aktır.

    Ele aldığım ız tarihî sürecin altyapı-ıistyapı ilişkileri incelenirken, tarihî materyalizm ilkeleri, araştırm anın m etodolojik temelini teşkil ediyor. M arksizm ve Leninizm 'in klâsik yapıtları,

  • incelenen dönem de Osmanlı İm para to rluğunun politik ve ekonomik durum unun değerlendirilmesi ve sağlıklı bir sonuca varılması yönünden birinci derecede önem göstermektedir. Lenin’in emperyalizmin eleştirisi, emperyalist devletlerin yarısömürges' olan Osmanlı İm paratorluğu’nun gelişim özelliklerinin çözümü için sağlam bir temel oluyor. K. M ars 'ın ve F. Engels’in yapıtlarında. 60-70 yılları meşrutiyet hareketinin değerlendirilmesi için önemli olan ve hareketin ideolojisine, politikasına ve yenilgi nedenlerine değinen eleştiriler yer alm aktadır. V. İ. Lenin in yapıtları. Jön tü rk hareketini sona erdiren 1908 Türk burjuva devri minin niteliğinin \e bu hareketi oluşturan güçlerin ilkesel değerlendirmesini kapsıyor.

    Sovyet Uırih ve edebiyatında XIX.yy. 60-70 yılları meşrutiyet hareketinden 1908 burjuva devriınine dek, tüm aşam alarında Jöntürk hareketi tarihinin Özel bir monografisi yoktur. Ama bu dem ek değildir ki, Sovyet tarihçileri ve türkologları 1876 meşrutiyet mücadelesinin ve devrime kadar Jöntürk hareketinin tarihiyle ilgili konulan incelemediler. Ancak, bu çalışm alarda Jön tü rk hareketinin politik tarihi çok üstünkörü anlatılıyor, araştırm acıların dikkati. 1876 meşrutiyet mücadelesi olaylarının ve Jöntürklerİn yönetimi sırasında ülkenin daha sonraki gelişiminin analizinde toplanıyor: 1908 devriınine dek Jöntürklerİn sosyo-poütik ve ideolojik anlayışları hemen hemen hiç aydınlığa kavuşmuyor.

    A m a yine de, A. A. Alİmov. G . Z. Aliyev. A. A. Valuyskiy, G. L. Bondarevskiy, H. Z. G abidullin, E. Y. H asanova, A. t ) . Jell- yakov, A. F. Miller. H. İ. M ııratov, A. D . Noviçev, A. S. Tveri- tiııova ve V. İ. Şpilkova'nm kitap ve makaleleri, hem önemli ve doğru bilgileri, hem de Jön tü rk harekcii dönem inde Tüıkiye’- nin ekonom ik ve politik tarihine değinen gözlemleri ve değerli sonuçlan kapsıyor. Genellikle, 30 yılları tarihçilerinin, A. A. Ali- mov'un «Türkiye’de 1876 M eşrutiyet Mücadelesi» ve «Türkiye’de 1908 Devrimi» (H. İ. M uratov’un katkısıyle yazılm ıştır) adlı makaleleri ve H. Z. G abidullin’in «Jöntürk Devrimi» kitabı

    / /

  • gibi yapıtlarını değerlendirirken, herşeyden önce on ların (Özellikle H. Z. G abidullin’in kitabı), çok d ar çerçeveli ve özellikle Türk kaynaklarından yararlanılarak yazıldığını belirtm ek gerekir. A. A. A lim ov’un ilgi çekici yapıtlar;, XIX. yy. 60-70 yıllarının meşrutiyet hareketinin ve yüzyılın eşiğinde jö n tü rk örgütlerinin sosyal vc ulusal bileşimine değinen yanlış veya çelişik değerlendirmeleri kapsıyor.

    Jöntürk hareketinin vc 1908 burjuva devrimi tarih in in en derin analizi A. F. M iller’in yapıtlarında yer alıyor. («Jöntürk Devriminin 50 Yılı» ve «Türkiye’de 1908 Burjuva Devrimi») Bu kitaplarda, kısa b ir şekilde, Jön tü rk hareketinin ana aşam alarının, bu devrimi harekete geçiren güçlerin ve hareketin sonuçlarının nitelikleri verilmiştir. Bu araştırm anın konusu için değerli olan belge, A. A. Valııyskiy'in Jön tü rk devrimi öncesinde K üçük Asya’daki halkların kaynaşm alarını açıklayan makaleleridir, Osmanlı im para to rluğunun , X lX .yy.’ın II. yan sın d a ve XX .yy. ın başında sosyo-ekonomik gelişiminin ana ha tla rın ın nitelenmesi için A. D . Noviçev’in yapıtları, özellikle «Dünya Savaşına kadar Türkiye Ekonom isinden N otlar» adlı k itabı büyük değer taşır. A. F. M iller ve A. D . Noviçev tarafından an la tılan Türk tarihinin genel yönleri, bu araştırm ada yeni Türk tarihi alanında inceleme yapan Sovyet tarihçilerinin denemelerine ve bilgilerine dayanm a olanağı veriyor. Bu incelemede yeni belgeler belirtiliyor, yazarın daha önceden yayınlanan 60-70 yıllarının meşrutiyet hareketi ve X lX .yy.’ın sonu - XX.yy.’ın başı Jön tü rk hareketi hakkındaki tarihî yapıtlarından yararlanılıyor.

    Bu yapıt, daha çok T ürk kaynakların ın incelenmesiyle h a zırlanm ıştır. «Yeni O sm an lılam n ve Jön tü rk liderlerinin ve ideo lo g la rın ın -N am ık Kemal, Ziya, M ithat, M ustafa Fazıl, Ahm et Rıza, M urat, S ab ah a ttin - gazetecilik yapıtlarından da yararlanılm ıştır. H areketin politik program ının ve liderlerinin görüşlerinin nitelendirilmesi için «Yeni O sm an lılam n ve Jöntürk ler’in gazete, broşür, bildirge gibi birçok illegal yayınları vardır. İbrahim Temo, Kâzım D uru , A hm et Bedevi K uran, Niyazi Bey gibi harekete

    12

  • (çatılanların an ılarından da geniş olarak yararlanılm ıştır. Bütün bu kaynaklar, hatta t. H. U zunçarşılı’n ın (Bkz. 122) yayınladığı önemli arşiv belgeleri de hareketin politik tarih in in ana konularını aydınlatıyor. Çeşitli Jön tü rk örgütlerinin tarih in in incelenmesi için, A. B. K uran ve T. Z. Tunaya tarafından yayınlanan gizli Jön türk örgütlerinin tüzüklerinden de yararlanılm ıştır. Bunlardan birinin, « İttihat ve Terakki Cemiyeti» (1907) tüzüğünün, 1961 yılında yazar tarafından R om anya'n ın Mecidiye kentinde İbrahim Tem o’nun kütüphanesinin kalıntıları arasında bulunan orijinali kullanılm ıştır. İbrahim Tem o’nun dul eşi Nafiye Tem o’nun büyük yardım ıyla gizli Jön tü rk yayınlarından birkaç tanesi de inceleme için alınm ıştır (Bkz. 188).

    Rusya’nın d ış politika arşivi de, 1876 meşrutiyet mücadelesi vc Jöntürk hareketinin araştırm ası için önem li bir kaynaktır. (AVPR) Türkiye'deki Rus diplom atik temsilcilerinin raporlarındaki bilgiler, 1908 devrimi öncesinde ve devrim sırasında Jöntürk örgütlerinin çalışm alarını ayrıntılı olarak açıklıyor. Rus D ış Politika Arşivi fonlarında. 1907 jön tü rk kurultayının yayınlanmış protokolü, Jöntürklerin bildirgelerinin kopyalan sırayla saklanm aktadır. 1908 devrimiyle ilgili d iplom atik belgelerin bir bölüğünün, 1930-1931 yıllarında «Kızıl Arşiv» dergisinde yayınlandığını da belirtm ek gerekir. Ancak, bu yapıtta, sözü geçen doküm anlar aslından alınm ıştır.

    Tüm aşam alarında jön tü rk hareketinin incelenmesi için, Ahmet Bedevi Kuran, Y. H. Bayur ve Enver Ziya K aral gibi tanınm ış Türk araştırıcılarının yapıtları büyük değer taşır. Bu yapıtlarda daha çok hareketin tarihine değgin sınıflandırılm ış bilgiler yer alm akta, Jön tü rk hareketinin sosyal temelinin ve yönünün analizi İse bulunm am aktadır. Jön tü rk devrim inin sosyoekonom ik koşullarının analizi, diğer Jön tü rk grupların ın eylemlerinin ayrıntılı bir açıklam ası oluyor. Jöntürkler, yeni doğmuş olan T ürk milli burjuvazisinin çıkarlarının sözcüsü olarak sosyal bir ayırtkanlıktan yoksundu. Tanınm ış T ürk tarihçileri, feodal saltçı yönetim den hoşnut olm ayan aydın sın ıf temsilcilerinin

    13

  • olduğu kadar, Jöntürklerin de eleştirisi ne fazla yer vermiyorlar. T ürk araştırıcıları devrim öncesinde halk kitlelerinin hareketine de gereken önemi vermiyorlar. Bu araştırıcıların yapıtlarında 1906-1907 D oğu A nadolu ayaklanm aları hakkında hemen hemen hiç bir şey söylenmiyor ve Jöntürk hareketinin antiemperyalisı niteliğinin la^ıdığı değer gerektiği gibi verilmiyor. Jön tü rk devrimi, 1905-1907 Rus devrim inin büyük etkisi a ltında gelişen doğu ülkelerindeki devrini hareketinin yükselişinden ayrı bir olay gibi açıklanıyor. Jön tü rk harekelinin geliştiği koşulların sosyo-ekonomik analizinin olmayışı ve Osmanlı İm parator! uğu'- ndaki halk kitlelerinin antifeodalist hareketlere ve ulusal kurtuluş savaşına karşı kayıtsızlığı, tanınm ış Türk tarihçilerince yapılan .löntiirk devriminin genel değerlendirmesinde de görülüyor. Yine bu tarihçiler, 1908 Tem m uz'undaki devrim patlayışına «anayasa devrimi» ya da basitçe «meşrutiyetin ilânı» adını vererek «burjuva devrimi» terimini kullanmıyorlar. Bununla birlikte. A. B. K uran. Y.H. Bay ur ve E. Z. K anıl'ın k itaplarında yer alan, am a bizim elimize geçmeyen orijinal belgeler, bu yapıtları. Jöntürk hareketi tarihinin incelenmesinde önemli ve yararlı kılıyor. (D aha fazla ayrın tı için bkz. 160).

    Bu araştırm anın hazırlanm asında yararlanılan T ürk yazarlarının kitapları arasında, Jöntürklerin politik düşüncelerinin ve «Yeni Osmanlılar»ın ideolojilerinin (İngilizce olarak) açıklandığı Şerif M ardin’in kitaplarını da belirtmek gerekir. Aslında bu yapıtlar, Jön türk hareketi ideolojisinin ve politik program ının ana ilkelerini sistem atik olarak açıklayan ilk denemelerdir. Şerif M ardin, araştırm alarında yabancı ülkelerde Jöntürkfer tarafından yayınlanan ve büyük bir bölümü bizim kitaptoklarımızda bulunm ayan gazetelerden yararlanm ıştır. Şeıîf M ardin 'in Türk tarih yazıcılığında Jön tü rk hareketi İdeolojisinin ilk analiz denemesi olan çalışm alarını değerlendirirken, harekete katılan çeşitli grup ve akım ların politik ve İdeolojik görüşlerinin ayrı ayrı analizine yönelmiş olsa da, Jöntürklerin sosyal içyüzünü tümüyle saklam adığını belirtm ek gerekir. Yine aynı yazarın kitaplarında.

    ¡4

  • Jöntıirklerin ideolojik anlaşm azlıkları, salt ideolojik gerçekler ve etkilerle o rtaya çıkan olaylar gibi görünm ektedir.

    XX. yy.‘m 50-60 yıllarında, Jöntiirk hareketinin tarihini Avrııpalı araştırıcılar da incelediler. 60-70 yıllarındaki meşrutiyet hareketi. R. H. D avison 'u ıı 1856-1876’da Osmanlı İm paratorluğundaki reform tarihinin incelemesi olan kitabında ayrıntılı olarak açıklanıyor. Bu ilginç kitap, aslında çok geniş kaynaklar kullanılarak yazılm ıştır. Ama, b i/. meşrutiyet hareketini, tanzim at reform larının son bulduğu bir özel dönem olarak ele alamayız. R. H. D avison'uıı kronolojik araştırm ası, R. Deve- reux'nuıı ilk T iirk m eşrutiyetinin ilânını ve parlam entonun çalışma koşullarını inceleyen yapıtını devanı ettiriyor. Dcvcretıx’uun kullandığı, am a bizim yararlanm a olanağım ız bulunm ayan belgeler arasında. Amerikan diplom atik arşivlerinin belgelerini, 1940 ve 1951 yıllarında Türkiye'de yayınlanan birinci Türk parlam entosunun protokollerini ve doküm anlarını sayabiliriz. R. D eveıeu\. kitabında daha çok olaylara yer veriyor, meşrutiyet hareketinin bozguna uğraması ve parlam entonun dağılm a nedenlerine değgin açıklam aları ise. dönüp dolaşıp, Osmanlı İmpara- torluğu 'nda ne egemen sınıfın, ne de halkların mcşıuliyel düzenine hazır olm adıklaıı sonucuna dayanıyor.

    Ernesi R am saur'un 1957 yılında yayınlanan kitabı, XIX.yy. sonlarından 1908 devriınine değin Jöntürk örgütlerinin ve ayrı ayrı grupların eylemlerinin sistem atik açıklam asını kapsayan tek uzm anca araştırm adır. E. R am saur’un kitabını asıl önemli kılan, yararlandığı. Jön tü rk m ilitanlarının yayınlanm am ış an ılarıdır. Sözü geçen anılar, E. R am saur’a 1941 yılında Tiirk İçişleri B akanlığfnın yardım ıyla gönderilmiştir. E. Ramsa ur. bir yandan bu değerli belgeleri bol bol kullanırken, öte yandan A .B .K uran ve T .Z .Tunya’nın k itaplarında yer alan belgelerden de yararlanm ıştır. E. R am saur'un kitabının m etodolojik yönlerine değinirken, yazarın, Jöntiirk devrim inin ekonom ik ve sosyal koşullarını b ir yana b ıraktığını, Jöntürklerin politik ve ideolojik anlayışlarını üstünkörü eleştirdiğini, hareketin geliş-

    15

  • meşinde 1905-1907 Rus devrim inin etkisi sorununu hesaba katmadığını belirtm ek gerekir. Ancak, belirtilen eksikliklere bakmaksızın, E. R am saur'un değerli bilgilerle dolu olan kitabı, Jön tü rk hareketi tarihinin araştırıcıları için ilginçtir.

    Bu yapıtın hazırlanıştnda yararlanılan kaynaklar ve araş- tıı malar, Jö n tü rk hareketi tarihinin tüm konularını açıklamıyor, ayrıca, T ürk milli burjuvazisinin doğuş ve gelişim sürecini yeterince çözümlemiyor, XlX.yy. son lan , XX.yy. başlarındaki Jöntürk örgütlerinin sosyal bileşimini daha ayrıntılı ve daha açık bir biçimde nitelendirm iyor.'

    Elimiz altında bulunan kaynaklar, jön tü rk hareketinin toplumsal politik tarihini çözümleme olanağını veriyor. Hareketin ideolojisinin doğuş ve gelişim sürecine gelince, bu yapıtta «Yeni O sm anlılar»ın ve Jöntürklerin sosyo-politik ve ideolojik anlayışlarının ana hatlarının sistem atik b ir açıklaması ve çözümlemesi yapılıyor.

    Bu yapıl. XIX.yy. 60-70 yıllarındaki meşrutiyetçileıin eylemlerinden, 1908 Türk burjuva devrimine değin tüm aşam alarında Jöntürk hareketi tarihinin ve ideolojisinin ilk inceleme denemesi sayılabilir.

    Yazar, görüşleriyle yapıtın hazırlanm asına katkıda bulunan. S.S.C.B. Bilimler Akademesi D oğu Bilimleri Enstitüsü Leningrad Şubesi'nin Türk-M oğol D airesi’nİn, S.S.C.B. Bilimler A kademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü’nün Y akın ve O rta D oğu Daire- si'nin liim m ensuplarına teşekkürü bir borç bilir. Ayrıca, kitabın baskıya hazırlanm asında öğütleriyle ve düşünceleriyle yardımcı olan profesör A. F. Miller ve doçent A. D .Jeltyakov’a şükranlarını bildirir.

    ı «Yeni Osm anlıtar» hareketinin tarihini özetleyen bölüm lerin hazırlam anda yararlanılan kaynakların ve araştırm aların niteliği için bkz.: (184).

    16

  • I. BÖ LÜ M

    X3X.yy. 60-70 yıllarında

    Osmanlı İmparatorluğu

    D ünya tarih inde em peryalizm dönem inin eşiğinde, bir zam anlar kudretli o lan Osm anlı İm paratorluğu şiddetli sosyal ve politik b ir buhran geçirdi. X lX .yy.’ın ilk yansında, feodal T ürk devletinin tem ellerinin çürüm esini ve im paratorluğun politik parçalanm asını tüm üyle durdurm ak için, T ürk yöneticilerinin defalarca yaptık ları reform denemeleri başarı kazanam adı. 40-50 y ıllann ın1 taıızim at reform ları bile, XVIII. yy.’m sonundan başlayarak Osm anlı İm paratorluğu’na dam gasını basan ileri derccedeki sosyal ve politik çürüm eyi durduram adı.

    Osmanlı İm paratorluğu bu dönem de son derece geri kalmış bir larım ülkesiydi. Tarım sal üretim güçlerinin gelişme düzeyi çok düşüktü. «Türkiye’de tarım , henüz 2000 yıl önceki basam ağında duruyor, ilkel karasaban kullanılıyor, gübreleme nedir bilinm iyor... tahıl harm anı M usa zam anındaki gibi», diye yazıyordu görgü tan ık larından biri (134, bl. II, s. 245).

    I Bkz.: (169, s. 68-82; 178, s. 83-91; 180; 203; 2Î7).

    17

  • T oprağın d ah a iyi ve d ah a büyük bölüm ü, onu köylülere kiraya veren büyük toprak sahiplerinin elinde toplanm ıştı. G örgü tanıkları, bu dönem de, Osmanlı İm paratorluğu’nun tarım sal üretim ilişkilerinde başta gelen şeklin «ortakçıya verme» sistemi olduğuna belirtiyorlardı. 1879 yılında. G üneydoğu A nadolu’yu gezen Erm eni papazı G aregin Srvandzyan, H arp u t’Ia D iyarbakır arasındaki yöreyi an latırken şöyle diyordu: «Ağalar tüm toprak tapularını köylülere sorm adan kendi ad larına geçirmişler. Toprak ve mülkiyet vergilerini halk ödediği halde, ödem eler ağanın hesabına yazılıyor... Köylüler m araba o larak yaşıyorlar ve toprak ürünlerini ağayla paylaşıyorlar» (72, s.27-28). G are- gin, aynı zam anda, köylülerin tüm top rak yüküm lülüklerini taşım asına karşılık, toprak ların sahibinin ağalar olduğunu belirtiyordu. Köylü, toprağı sürüyor, ekiyor ve kendi olanaklarıyla tahılı kaldırıyor; aşarın ve öteki vergilerin hüküm ete ödenm esinden sonra, geriye kalan ürün ise, köylü ve ağa arasında bölüşülüyordu, hem de pay oranı farklı o larak (72,s.39). Başka bir görgü tanığı, M akedonya’daki toprak mülkiyetinin bölünüşünü anlatıyordu. Toprağın önem li bir bölüm ü, sahipleri ağalar ya da İstanbullu m em urlar ve paşalar olan büyük yurtluklardı. Büyük alanlar kaplayan bu yurtluklar, «yarıcı» denen köylüler tarafından işleniyor, toprak sahipleri ise işleri kâhyalara bırakarak şehirlerde yaşıyorlardı (60,s. 135,137). G örüldüğü gibi, köylüler, ağanın toprağ ın ı kendi araçlarıyla imlemek zorunda oldukları zam an tanm da yaygın ilişkiler, Lenın’in «...m ilyonlarca yoksul köylünün, toprak ağaların ın binlerce aşarlık çiftliklerinin aracılığıyla toprak kölesi o larak sömürülmesi», biçiminde belirttiği ilişkilerde kaldı (14,s.276). A slında, üretim güçlerinin ilerici gelişmesine düşm an olan bu sistem, Osmanlı İm p ara to rlu ğ u nun tarım ı üzerinde frenleyici b ir etki yapıyor, kapitalist ilişkilerin gelişmesini engelliyordu.»

    > Türkiye’nin tarım sal gelişmesinde ortakçıların frenleyici etkisi h ak kında daha fazla ayrın tı içitı, bkz.: (77. s. 57-60).

    18

  • Y.İ.Leııin, ortakçılığı eleştirirken, ekonom inin bu sisteminde, top rak ağalarının, kapitalist işveren gibi değil de, «komşusu olan köylünün yoksulluğundan yararlanan ve onun emeğini yok pahasına ele geçiren tefeci olarak» ortaya çıktığını belirtiyor (10,s.73).

    Bununla birlikte, incelenen dönem de, Osmanlı İm parator- luğu 'nda tarımsal üretim düzeyinin çok düşük olm asının önemli bir nedeni de feodal su ltan rejimiydi. Sultan hüküm etinin vergi politikası, üretim i temelinden yıkıyordu. Başlıca vergi, ürünün doğal vergisi olan aşardı; bu verginin toplanm ası, çoğunlukla kesime veriliyordu. Aşar toplanm asında kesim sistemi, bu dönemde, T ürk köylüsünü perişan eden ve tarımsal üretim in azalm asına neden o lan gerçek bir yıkım dı. Pek çok görgü tanığının oybirliğiyle belirttiği bu durum u, T ürk resmi görevlileri de giz- leyemiyorlardı. Ö rneğin, Beyrut valisi hüküm ete şöyle bildirm işti: «Bu bölgenin aşarı, öteki bölgelerde olduğu gibi, kesimcilere açık artırm ayla satılm akta ve sonuçta halk bir aşar yerine birkaç tane ödem ektedir. Böyle bir ezginin nelere mal olduğunu göstermek için aşağıdaki olayı anlatm ak zorundayım : Bu bölgede aşar 1866 yılında toplanm aya başladı. Halk, kesimcilerin baskısından kurtulm ak, yani, diktikleri ağaçların tün> meyvalarını verdikten sonra, daha fazla p ara cezası ödem em ek için eıı azından 15 000 zeytin ağacını kesip yokttti» . (141,s.8). Uygulam ada, aşar, ürünün onda birini fazlasıyla aşıyordu. 1867-1872 yıllarında aşarın ölçüsü, resmen % 12,5’a kadar çıkmış, yani, onda bir yerine sekizde b ir olm uştu. Aslında, bu ölçü çok daha yüksekti ve kesimcilerin keyfine bağlıydı. G örgü tanıkları, bu ölçünün, ürünün dö rtte biri, ha tta İİçte biri olduğunu ileri sürm ektedirler (134,Bl.lI,s.245). 1874 yılında Edirne’ye giden V.Tcplov şöyle diyor: «Bulgar çiftçisini yıkan birinci neden, keyfi harekete korkunç bir özgürlük tanıyan vergi toplam a yöntem idir» (169, s. 36).

    Aşardan başka köylüler, top rak vergisi, hayvan vergisi ve başka daha küçük vergiler de ödüyorlardı. Bu vergiler, hüküm et

    19

  • m em urları tarafından ayrı ayrı bölgelerde değişik ad ve ölçülerde ve bu bölgelerdeki yöneticilerin keyfi davranışına bağlı olarak toplanıyordu. E rzurum 'daki Rus konsolosu, H aziran 1872’de İstanbul’daki büyükelçiliğe şunları bildiriyordu: «Şimdiki vergilerin aşıı ılığı ve sistem atik belirsizliği yanında, halk için asıl dayanılm az olan, vergi toplayanların açgözlülüğü, bilgisizliği ve bizzat yönetim in vergi toplam a biçimidir. Aynı ilçenin, ya da bucağın başka başka köylerinde, aynı vergi, değişik bir ad a lıyor, bam başka bir biçimde, ölçüde, yılın değişik zam anlaıında ve değişik koşullar a ltında toplanıyor» (40,s.4). Y afa’da yaşayan portakal bahçesi sahipleri de, verginin bu türünden yakınıyorlardı: «Biv ağaç , kendisi için ödenmesi gereken vergi kadar gelir sağlamıyor!» Son derecc ağ ır vergiler yüzünden halk mey- vacılığı bırakm aya başlam ıştı (68,s.60). Aslında, hüküm etin vergi politikası, Osmanlı İm para to rluğunda tü tün gibi önem li tarım ürünlerinin üretimini temelinden sarsıyordu. Tütün üretim inin vergisi yüksekti. Önceleri üç sınıfa ayrılıyordu: bayağı, o rta ve en iyi tütün. Vergileri ise, bir okka için sırasıyla, 6 ,12 ,24 piastrdı.ı D aha sonra, hüküm et, bütün türler için bir okkaya 12 piastr ölçüsünde tek vergi konulm asının «daha uygun» olacağına karar verdi. Sonuçta, bayağı tü tün üreten bölgelerin tütüncüleri, tü tünlerinin okkasını 7-8, en iyi olasılıkla 10 p iaslra satabildikleri için büsbütün yokoldular (134,bl.II.s.273-274). Aynı yıllarda, Trabzon ilini gezen bir İngiliz gezgini, köylülerin, güçlerinin üstündeki vergilerden ve vergi m em urlarının keyfi davranışından yakındıklarını anlatıyordu. Öyle ki, bina vergisi toplanması sırasında, 400 piastr bile etmeyen bir kulübe, 7000-8000 piastr olarak değerlendiriliyor, genç b ir meyva ağacından, bu ağaç yabani elma bile olsa, 4 piastr vergi alınıyordu (134.bl.ll. s.41).

    Biilün bu koşullara devit! yüküm lülüklerini de eklemek

    1 Piastr: B ir Türk alim lirasının yüzde birine eşit p a ra birim idir (kuruş); 70 yıllarının o rta larında , I p iastr, yani 1 kuruş, 6 altın kapiğe yakın değerdedir.

    20

  • gerekir. Bu yüküm lülükler, inşaatta, yol onarım ında mahkeme kararıyla zorla çalışma, vergi toplayıcıların ve onlara eşlik edenlerin -çoğunlukla d a zaptiyelerin- karşılıksız olarak, geçimlerinin sağlanması ve diğer haraçlardır. 60 yıllarının sonunda, 70 yıllarının başında, T rabzon’daki İngiliz konsolosu C. Palgrev. ilin durum una değgin ilginç raporlar veriyordu: «Bir ailenin geçim giderleri ve ekonom ik giderleri ç ık tık tan sonra, köylüye, yıl sonuna doğru 120 piastr kalıyor. Oysa köylü, türlü adlardaki vergilere 240 p iastra yakın para ödem ek zorundadır. «En yüksek derecede, ak ıl alm az b ir problem !» -d iye yazıyordu Ingiliz konsolosu-, Bu problem in çözüm anah tarı, yerinde incelediğim ve üstelik son gezim sırasında iki bölge valisi tarafından da doğrulanan koşullardadır; bu valiler yönetim leri altında, üç yıl aralıksız olarak, ödeyecekleri vergi, m uhtem el gelirlerini geçmeyen bir tek köylü bulunm adığını söylediler» (63,s.35). Böylesi bir durum ise, tanınm ış b ir şarkiyatçı olan A. D . M ordtm ann’ın aşağıdaki sözlerinde görüldüğü gibi sona eriyordu: «Bu sırada, T ürk cezaevlerinde, 40000’e yakın insan borç yüzünden, büyük bir bölümü de vergi borçları yüzünden bulunuyordu (I34,bl.l,s.35).

    Ü lkenin tarım sal üretim güçlerinin gelişmesini engelleyen nedenlerden biri de tefecilikti. K. M arx, tefeciliğin, «üretimin bu tarzını yaratm adığını, söm ürdüğünü, görünürde ilgilendiğini, -belitiyor vc sözlerini şöyle sürdürüyordu- Tefecilik, tekrar tekrar söm ürm e olanağını elde etm ek için, üretim in bu tarzım olduğu şekilde korum aya yönelir; tefecilik tu tucudur ve var olan üretim biçimini daha kötü durum a gö tü rü r» (l, s. 159-160). Tefecilerin zulm ünü ve faiz yüzdelerinin son derece yüksek oluşunu (30,40,60 ve h a tta daha yüksek), 60 yılları sonu, 70 yılları başında, Osmanlı İm para to rluğunda bulunan gezginlerin hemen hemen hepsi belirtiyorlar.

    Tarım sal üretim in gelişmesini engelleyen nedenlerden biri de, iç güm rüklerin varlığı ve ulaşım yollarının yetersizliğiydi. A .D .M ordtm anrt, «İstanbul’daki fırıncılar, yabancı ununu yerli una göre daha ucuza satın alıyorlardı. Çünkü, başkent değirmen-

    21

  • çileri, Rumeli’den ya d a A nadolu’dan ald ıkları her çuval buğdaya iç güm rük vergisi ödem ek zorundaydılar.», diyor (134, bl. II. s. 287). 1876 yılına dek Asya Türkiye’si, ancak iki küçük demiryolu h a ttın a sahipti. A vrupa Türkiye’sinde demiryolu biraz daha fazlaydı. Ü lkede şose ve top rak yollar hem az, hem de bakım sızdı. Y olların yetersizliği, tarım ın piyasaya mal çıkarm a güciiniin geniş çap ta gelişmesine engel oluyordu. Rus diplom atı Y. D . M alam tarafından şöyle bir olay bildirilm iştir: 1874 yılında, bir tüccar, E rzurum ’dan T rabzon’a buğday gönderiyor. 6290 p u d 1 için 4536 ruble, yani yaklaşık olarak, I pud için 72 kapik ödüyor. Buğdayın takınması, (yük atların ın kiralanm ası, çuval ve urgan satm alınm ası) için tüccar, 4151 ruble harcıyor, yani her pud ona 6f> kapiğe mal oluyor. Sonuçta, yeri fideyken pudu 72 kapik olan buğday, şose yolda 280 versta2 uzaklıkta teslim edilmesiyle, tüccara, pudu I rııble 38 kapiğe geliyor (41,s.l08), Birçok yazarlar, O rta ve Doğu A nadolu 'da, Suriye’de ve Kür- distan’d a d a durum un aynı olduğunu belirtiyorlar. «Çeşitli bölgelerde yaşayanlar, bana, ürünü topladıktan sonra, önceki ürünü suya atm ak zorunda kaldıklarını, çünkü ürünün ulaşım yollarının yetersizliği yüzünden satılam adığından, hiç b ir yerde de saklananıayacağından yakındılar», diyordu A .D .M ordtm ann (134, bl.ll.s. 63).

    Sözü geçen bütün bu nedenler, tarım ın gelişmesine engel oluyordu; ülkenin iç bölgelerindeki tarım sal üretim , bu dönem de doğal niteliğini yitirm işti. Pek çok görgü tanığı, bu durum a işaret ediyor. Y .D .M alam , «Çiftçiliğin geniş çap ta gelişmesi için bütünüyle uygun olan koşullar b ir yana atılarak , çiftçilik, her zam an olduğu gibi küçük burjuvaların istekleriyle sınırlanıyor», diye yazıyordu (41,s. 108). 1876 yılında Tiflis Ermeni gazetesi «M şak»m Erzurum m uhabiri, gazetenin 27. sayısında hemen hemen aynı şeyi yazıyordu: «Bir çok bölgelerde, ilçelerde

    > Pud: 16,3 kg.a eşit b ir R us ağırlık ölçüsü birimi.2 Versta: 1,06 kın . (Ç. N .)

    22

  • köylü para yüzü görm üyor, elindeki doğal ürünleri başkalarıy- Ie değiştiriyor, bunlarla da hüküm ete vergisini ödüyor.»

    O sm anlı İm para to rlu ğ u n d a endüstri de gerileme halindeydi. Bir gözlemci, Osm anlı İm paratorluğu’nun A vrupa’dan «tüm tüketim m addelerini, (ki bunlar, kum aş, h ırdavat, işçi araç ve gereçleri, kimyasal ürünler, zırhlı gemiler ve h a tta m atbaa tezgâhları vb. idi) tarım sal ham m adde ihraç ederek, aldığına» işaret ediyor (252,s.78). C. Palgrev, A nadolu’nun iç bölgelerinde yapılacak kısa bir yolculuğun, insanı, sanatın ve endüstrinin geri olduğuna inandıracağım belirtiyor ve şöyle söylüyor: «Yakın zam ana değin, şu ya da bu endüstri dalında az çok gelişmiş olan, bütün kentler, şimdi tüm üyle yoksul düşm üş ve bırakılm ıştı.» (63,s. 87).

    Ülkede zengin bak ır yatakları vaıd ı, ancak, bunların işletm eleri çok kötüydü. D iyarbakır ilinde bakır fabrikaları kurulm uştu, am a işletmeleri düzensizdi, sık sık bozuluyor ve yöneticilerin ahlâksızlığı yüzünden ender o larak kazanç sağlıyordu (134, bl.II,s.250). C.Palgrev, T rabzon ilini anlatırken, zengin doğal kaynaklar (gümüş, kurşun, dem ir) bulunm asına karşılık, T irebolu’daki küçük dem ir oçağı dışında, bu zenginliklerin h ;ç birin in işletilmediğini belirtiyordu (63,s,16). B ir çok m aden işletmelerinin teknik düzeyi öylesine düşüktü ki, m aden cevherinin işlenişinde % 20’den % 40’a kadar m etal kayboluyordu (181, s, 135-136).

    Bir zam anlar iyice gelişmiş olan ipekli, yünlü ve pam uklu dokum a da bu dönem de gerilemişti. Ülkenin ekonom ik du ru m unu iyi bilen A .t) . M ordtm ann, ipek endüstrisinin felce uğradığını, ancak koza ve ham ipek ihracıyla yetinildiğim yazıyordu (134,Bl.II,s.228). AvusturyalI m ühendis İ.Ç ernik’in araştırm asına katılanlar d a Kuzey Suriye’de endüstri üretim inin gerilediğini, Şam, H alep ve Beyrut’ta yünlü ve ipekli dokum a üretim inin önem li m ik tarda azaldığım belirtiyorlardı (75, s.185-186). XIX.yy.’ın başlarında, d ış pazarlara büyük ölçüde ürün gön- derebilen Bursa ve D iyarbakır’ın ipek üretim i gitgide azalıyordu.

    23

  • Gerilem enin en önem li nedenleri ve endüstriyel üretim in gelişmesinin başlıca engelleri, feodal sultan rejimi ve ülkeye giren yabancı sermayenin gittikçe artm asıydı. İ.Ç em ik’in araştırm asına katılanlar. gözlemleri sonucunda, Osmanlı İm para- torluğu’nda endüstrinin geri kalm a nedenlerini aşağıdaki şu düşüncede top lad ılar: «Akla aykırı o lan güm rük vergisi sistemi, başlangıçta, Iran ’dakine benzer b ir biçimde, yabancı endüstriyi teşvik ederek, kendi m allarına kendi pazarında yer verdirm iyordu. D ah a sonraları, mükemmel m akinalar yardım ıyla ucuz ve çok sayıda mal üreten batın ın rekabeti, yerli endüstriye önem li b ir darbe indirdi. Y abancı m alların ithali, yerli m alların ihracını aştığından bu durum şaşırtıcı değildir» (75,s.l85).

    Keyfi yönetim , iç güm rük vergileri, tü rlü vergi ve harçlar, yerli endüsti üretim ini eziyordu. Ülkede egemen olan feodal rejim, kapitalizm in gelişmesinde önem li b ir engeldi. F.Engels, « ...T ü rk devleti, b ir doğu devleti olarak, kapitalist toplum la uyuşam azdı; zalim yöneticilere ve açgözlü paşalara karşı, kazan ılan fazla mal m ülk için hiç b ir güvence yoktu; burjuva işverenin çalışabilmesi için ilk an a koşul olan can ve m al güvenliği de söz konusu değildi.» diye belirtiyordu (7,s.33). C an ve mal güvenliğinin yetersizliği de, X IX .yy.'ın 60-70 yıllarında ülkenin endüstriyel gelişmesinin engelleıinden biriydi. Endüstriyel girişim ler, yerli iş sahiplerinin böylesi girişimlere olan heveslerini kıracak yönetimsel oyalam alarla doluydu. Çoğunlukla vali, herhangi bir ayrıcalık için büyük para lar istiyordu. Eğer İş, inceleme için başkente giderse, hüküm et bu valinin de düşüncesini istiyordu. Vali akıl alm az bahaneler a ltında, büyük b ir rüşvet alm adıkça istenilen ayrıcalığın «memleketin gelişmesi için kazançlı olmayacağını» bildirerek işi engelliyordu. H araç yeme, rüşvetçilik, günlük olaylardan olmuştu. İyi haber alan yazarlardan b iri, Van ve H akkâri illerindeki durum u şöyle anlatıyordu: «Bu illerin yönetimi de tüm im paratorluğunla gibidir; yöneticiler h iç çekinmeden görevlerini kötüye kullanırlar.. B uraların devlet m erkezinden uzak oluşu, m em urların açgözlülük yapm aların ın

    24

  • ve doğruluktan uzaklaşm alarının önem li b ir nedenidir» (130, s.31). Görevli m em urlara rüşvet verilmedikçe, devlet dairelerinde hiç bir iş halledilm iyordu. Bu dönem Osm anlı îm paratorluğu’nun alışılmış tablosu buydu. Valilikte herhangi b ir memuriyete a tanm a için, veziriazam a ya da Önemli b ir bakana büyük bir rüşvet verm ek zorunluluk haline gelmişti. Rüşvet o larak verilecek bu parayı m em ur, çoğunlukla tefeciden borç alıyordu. Bu a rada başkentte, durm adan veziriazam lar ve onlarla birlikte bakanlar da değişiyordu. Yönetim de kayırm a yöntem inin sürdürülm esi yüzünden valiler de değiştirilip duruyordu, örneğin , yüksek o run sahibi m em urlardan R auf Paşa, Selânik valiliğine atanm ıştı, am a o raya gidemedi. Veziriazam ın buyruğuyla Bosna iline, iki gün son ra d a H ersek’teki T ürk orduları kum andanlığına a tandı. O n gün sonra ise, M anastır valiliğine gönderiliyordu R auf Paşa. B aşka b ir yüksek mevki sahibi memur, T rab zon vilayetine a tand ı, am a hemen arkasından Suriye’ye atanm a em ri aldı. (252,s.58-59). Bu tü r olaylar, sıradan, günlük olaylar haline gelmişti. Rus gezginlerinden biri, yerinde ne kadar zam an kalacağını bilm ediğini itira f eden A dana valisiyle konuşm asını anlatırken, kendisiyle başbaşa kalan valinin sekreterinin şu sözlerini naklediyordu: «K aym akam lar, bakanlar, veziriazamlar her cum a günü değişiyor. D irlik , düzen hakgetire..! Biz«, küçük m em urlara gününde aylık vermiyorlar. Biz de ister istemez h ırsız ve rüşvetçi oluyoruz» (74.S.141). Tefeciye büyük bir para Ödemek zorunda o lan ve bulunduğu yerde ne kadar kalacağından emin olm ayan -çü n k ü , herhangi b ir anda başkentteki koruyucusu, sultanın b ir kaprisi yüzünden etkinliğini y itirebilird i- memur, kısa zam anda elinden geldiğince çok çalıp çırpm aya uğraşıyordu.

    Yerel yönetim in keyfi davranışları son kertesine varmıştı, örneğin , T ürk kabotaj filosunun gemileri lim ana geldiğinde po lis bunları işgal ediyor ve kaptan lara , hüküm et ad ına yüke el konulduğunu bildiriyordu. Sık sık olan bu tü r olaylar, valinin, yetkilerini kötüye kullanm asından ve keyfi tu tum undan ileri geliyordu. Vali yük sahibine yükün gerçek değerinden daha az

    25

  • bir p ara ödeyerek malı alıyor, sonra da kendi acentelerinin yardım ıyla kendi ad ına aşırı b ir kazançla satıyordu. İstanbul valisi Hüseyin Bey bile bu tü r yolsuzluklara katılyor ve kente yakacak getiren Türk gemilerini çok az b ir f ia t ödeyerek m allarını kendi dükkânına vermek zorunda bırakıyoıdu. Hüseyin Bey, bu şekilde, başkentin tüm odun ve köm ür ticaretim tekeline alm ıştı (134, bl.II,s.256-257). Rüşvetçilik ve keyfi hareketin, politikacılar arasında da aynı şekilde yayıldığını buna eklemek gerekir.

    Tüm bu olaylar, yerli sermayenin, endüstriyel girişimlere değil, tefeciliğe, mültezimliğe, çeşitli devlet dairelerinin m üteahhitliğini yapm aya yönelmesine neden oluyordu. Bu durum a feodal sultan hüküm etinin vergi politikası da yardım cı olm aktaydı. Türk ipek dokum acılığı, ham m addeden alınan ondalıkla, pul resmiyle, % I2 iç güm rük resmiyle ve diğer küçük vergilerle vergilendirilmişti. Şarabın ve diğer alkollü içkilerin yapım ı da ham m addeden alınan ondalık vergiyle vergilendirilmişti, üretim hakkı olarak %10, yurt dışından makine ve ham m adde - s a f alkol, şerbetçi o tu - ithali için de % 8 vergi alınıyordu (134,s. 286- 288).

    Endüstriyel üretim in gelişmesinin önemli b ir engeli de, feodal üretim biçimine özgü atelyelerin -esnafların- korunınasıydı (177ss.98-99).

    Osmanlı İm paratorluğu’nun endüstriyel gelişmesine engel olan iç nedenler yanında, yabancı sermaye de bu gelişmenin ö- nemli bir engeliydi. X lX .yy.’in başlarında artık im paratorluğun iç pazarlarına girmeye başlayan yabancı m alların rekabetinin, Osmanlı İm paratorluğu’nda endüstriyel üretim in geri kalm asının önemli nedenlerinden biri olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. K .M arx, 1853'de şöyle yazıyordu: « ...yabancı endüstri m allarının ithali, Ç in’in endüstrisine; bundan önce K üçük Asya, İran ve H indistan endüstrilerine yaptığı etkiyi yaptı. Ç in’de, iplikçi- ler ve dokum acılar, bu yabancı rekabetinden çok zarar gördüler» (2,s.l00). Y abancı m alların rekabeti sonunda, özellikle B ursa’- nın ve D iyarbakır’ın ipekli üretimiyle, Şam, Halep, Beyrut ve

    26

  • öteki endüstri merkezlerinin yünlü ve ipekli üretim leri geriledi.1866 yılında, T ürk hüküm et’, son 30-40 yıl süresince, yabancı rekabeti nedeniyle deri üretim inin de azaldığım belirtiyordu (233, s.428). K arakteristik b ir olay d a i 875 yılında Bitoliya’daki -M a nastır ilinde- Rus konsolosu tarafından bildirilmişti. 1874 yılında Prilep'teki panayıra hem en hemen bütün Rumeli’den ak ın akın gelen yerli endüstri ürünlerinin gösterdiği değer 38280 lira iken, başlıcası İngiltere, A vusturya ve Fransa’dan gelen yabancı malların genel değeri 207314 liraydı, yani, pazarda bulunan yerli üretim m allarının değerinin beş katın ı aşan bir değerdeydi (45,1.2-5).

    Gerçi, XIX.yy’ın başlarında yabancı rekabetinden belli başlı zarar gören yerler kıyı bölgeleriydi am a, yüzyılın 60-70 yıllarında iç bölgeler de bu rekabetin yıkıcı etkilerinden paylarını alıyorlardı. G örgü tanıkların ın X lX .yy’m 60 yıllarında Musul, Am asya ve ö teki bazı illerin endüstri durum larına değgin anlattıkları, bu görüşü kanıtlar niteliktedir (233,s.427-428). Bu durum u D iyarbakır, U rfa ve öteki G üneydoğu A nadolu illerinin pazarlarında A vrupa m allarının önem li bir m iktarı bulduğunu belirten m ühendis İ.Ç ernik’in araştırm a gezisine katılan kişiler de doğruluyorlardı (75,s.147-154).

    Y abancı rekabeti, yerli endüstri üretim ine yokedici bir etki yapıyordu. Ç ünkü kapitülâsyonlar ve onları oluşturan Osmanlı I imparatorluğu’mm yabancı ülkelerle yaptığı ticarî anlaşm alar, yerli endüstriyi batının gelişmiş endüstrisinin rekabetinden korunm aktan yoksun bırakıyordu. 1861-1862 yıllarında Osm anlI İm paratorluğu’nun yabancı devletlerle yaptığı anlaşm alar yabancı uyrukların tüm kapitüler haklarım -haricezm em leket hakkı, konsolosluk m ahkem eleri, özel posta servisi kurm a ve işletme hakkı v b .- pekiştiriyordu. Bu anlaşm alara göre yabancılar her türlü m alların -devletin tekelinde bulunan silah ve askeri donatım , tuz ve tü tün hariç - ithal ve ihraç hakkına sahiptiler ve ithalat vergileri m alın bildirelen değerinin % S’i ölçüsünde oluyordu. Y abancı m allar için iç güm rük vergisi yoktu. Kısacası bu koşullar, yabancı m allara herhangi b ir engel yaratm ıyor ve yerli üretimi

    27

  • yabancı rekabeti önünde her tü rlü savunm adan yoksun bırakıyordu. Küçük Asya’nın tanınm ış araştırıcısı P.A.Çihaçev, 1858 yılında Osmanlı İm paratorluğu’nda ticaretin «barbarca bir yasayla felce uğradığını, her ithalat sözleşmesinden % 5, her ihracat sözleşmesinden % \2 gibi büyük b ir güm rük vergisi alındığını» yazıyordu (73 ,s.ll6 ).

    XIX.yy’ın ilk yarısındaki bu durum , 60-70 yıllarında yabancı sermayenin tüm biçimleriyle Osm anlı İm paratorluğu’nun ekonomisine etkisini artırm asıyla özellikle önem kazandı. Os- manlı İm paratorluğu’nun yabancı sermaye tarafından yarı söm ürge haline getirilmesinin temelleri bu yıllarda atılm ıştır. 75 milyon frankı bulan ilk yabancı istikraz, K ırım Savaşı (1853-1856) yıllarında alınm ıştır. B unun ard ından da ülkeyi köle durum una düşüren b ir borç alm a furyası alıp yürüm üştür (177, s. 192- 193). 1853-54 mali yılından başlayarak devlet bütçesi, sürekli olarak açık veriyor ve bu açığı kapatabilm ek için hüküm et yeniden ve yeniden dış borçlara başvuruyordu. Bu durum , 1865 yılında ülkeyi a rtık mali batağın eşiğine getirdi. Devlet bu batak tan büyük bir güçlükle, yeniden aldığı dış ve iç borçlar yardımıyla kurtulabildi (18,1.544-547). Am a bundan sonra da ülkenin mali durum u zayıflam aya devam etti. 1876 yılına değin 14 dış borç alan Osmanlı İm paratorluğu’nun 277 milyon lira -6 milyar franktan daha ç o k - dış borcu vardı. Aynı zam anda 1875-76 bütçesinde giderler, gelirleri 116 milyon frank aşıyordu. 1875-76 yılı bütçesinin gider bölüm ünün yarısına yakını, devlet borçlarının ana para ve faizlerinin ödenmesine gitti. Böylece ana paran ın ve faizlerin ödenmesi, çoğunlukla bütçenin türlü gelirlerinin yabancı bankalara verilmesiyle sağlanıyordu. Sultan hüküm eti ülkenin mâliyesi üzerindeki kontro lünü gitgide yitiriyordu. M ali durum un kötüleşmesiyle im paratoı luğun yabancı sermayeye olan bağımlılığı daha da artıyordu.

    Boyunduruk altına girmenin başka önem li bir aracı da, yabancı şirketler ve bankalar oldu. XIX.yy. 50-60 yıllarında İngiliz- Fransız sermayesi, Türkiye’nin Asya ve A vrupa bölüm ündeki

    28

  • dem iryollarının yapım ında ilk ayrıcalıkları ele geçirdi. Bu ayrıcalıkların koşu llan , Türkiye’yi gittikçe daha çok gerileten mali köleliği güçlendiriyordu. Örneğin, 1875-1876 bütçesine göre devlet, kilom etre garantisi adıyla 6 milyon frank ödedi imtiyazlı şirketlere. Bu, reel gelirle, hüküm etin yabancı şirkete garanti ettiği gayri safî gelir arasındaki farktı.

    K ırım savaşından sonra, sermaye ithali gittikçe a ıta n bir önem kazanm aya banladı. Y abancı işadam ları, kendi hüküm etlerinin de yardım ıyla ve kapitüler üstünlüklerinden yararlanarak her türden ayrıcalıklar -dem iryolu yapım ı, yeraltı zenginliklerinin işletilmesi, çeşitli bankaların kurulm ası vb - elde etmeye başladılar. 60 yıllarında yabancı serm ayedarlar Türkiye’nin Avrupa bölüm ündeki doğal kaynakları işletme hakkını aldılar. Bu sırada ilk yabancı bankalar kurulm aya başladı. Bunların en Önemlisi 1856’da kurulan Osmanlı Bankası'ydı -İngiliz-Franstz kapitali- Bu banka 1863 yılında, kâğıt p a ıa çıkarm a, hüküm etin dış ve iç borçlarla ilgili bütün işlemlerinde resmi arabuluculuk yapma gibi devlet bankası hak ve yetkilerine sahip oldu. Osmanlı Bankası’- nın edindiği geniş ayrıcalıklar arasında, tüm banka işlemlerinde vergiden m uaf tutulm ası, parasız toprak sahibi olabilmesi vb. vardı. G iderek hazine görevini de üzerine alan banka, Osmanlı İm paratorluğu’nun tüm mâliyesini denetimi altına alıyordu. Osmanlı İm parato ıluğu’nun mâliyesi, a rtan borçlar nedeniyle yabancı bankaların ve bu arada ilk sırayı alan Osmanlı Bankası’- njn denetimi altına giriyordu.

    Ülkenin yabancı sermayeye gitgide artan bağımlılığı, dış ticaret dengesinde de açıkça yansım aktaydı. XIX.yy’ın ortasına doğru. Osm anlı İm paratorluğu bütçesinde açık yoktu ve ihracat ithalattan üstündü. Am a 50 yıllarından başlayarak dış ticari denge önem li bir açık vermeye başlamıştı. 1880 yılında ithalat, ihracatı hemen hemen İki kat aşıyordu. 60 yıllarının d ış ticaretine değgin bilgiler, dış ticaretin, yabancı sermaye için bir sürüm pazarı ve ham m adde kaynağı haline geldiğini göstermektedir. İh racatın ana maddeleri, ham ipek, yün, pam uk, tü tün, afyon vb.

    29

  • gibi çeşitli tarım sal ham m adelerdi. Buna karşılık tekstil, deri, metal ve çeşitli tüketim maddeleri ithal ediliyordu (56,s.264-287). Osmanlı İm paratorluğu nun dış ticareti, bu dönemde, onu emperyalist devletlerin tarım sal ham m adde deposu haline dönüştü ren bir süreci yansıtm aktaydı. T ürk ekonom isti İsm ail Hflsrev, bu süreci, •'(kapitalizm, kilden pipo yapan sanatçı gibi Türkiye’yi istediği kalıba sokuyor, ona, kendi ç ıkarm a ve ona hakim olma ilişkilerine uygun bir biçim veriyordu», diyerek canlı bir şekilde karakterize ediyordu (220, s. 124).

    50-60 yıllarında yabancı sermaye, Osmanlı im paratorluğunda endüstriyel girişimlere de aracı olmaya başladı. Bu sermaye yatırım ları dolayısıyle, yabancı serm ayedarlar 1876 yılında, yabancı uyruklular için toprak mülkiyeti hakkını elde ettiler. Türk araştırmacısı Hüseyin Avni, şöyle diyordu: «Avrupa kapitalizmi, ekonom ik yönden Osmanlı İm parator!uğu’na sokulm ak am acıyla yeni dem iryollarının yapımı, yeraltı zenginliklerin in, depo ve iskele gibi kuruluşların işletilmesi için pek doğal olarak a tsa satışlarını istiyordu» (137,s. IS). Ama. sermaye çoğu durum larda ham m addenin işlenmesi girişimine yatırıhyordu. 1852 yılında, Lübnan’da yabancı sermayenin kurduğu ipek fabrikaları vardı. Bu fabrikaların en büyüğü Fransızlara a itti, ve her yıl F ransa’ya ihraç edilen 10 bin kg. ham pam ukla 50 bin kg. ham ipek ü retiyordu. (223,s.428). 1864 yılında İngiliz ve A m erikan sermayesi tarafından Volo ve Laris’te -Fesaİya- pam uk ipliği fabrikası, aynı yıl Fransız ve Y unan sermayesi tarafından Edirne yakın ırala üç ham ipek fabrikası, yine Fransızlar tarafından Şam 'da birkaç tane ipek iplik fabrikası kuruldu (56,s.272-275-285). Bunlar ilk adım lardı. G iderek dem iryolu ağının gelişmesiyle yabancı sermaye tüm tarım sal ham m addelerin işletmesini eline geçirdi.

    XİX.yy’m 60-70 yıllarında, tarım sal vc endüstriyel üretim in son derece geri olm ası, ülkenin yabancı sermayenin mali boyunduruğu altına girmesi ve her geçen gün emperyalist ülkelerin ta rımsal ham m adde deposu haline gelmesi, Osmanlı İm paralor- luğu’nun ekonom ik durum u için karakteristiktir. Bu a rada eko

    30

  • nom ik ve mali durum un bozukluğuna bakm aksızın devletin parası boşu boşuna sağa sola saçılıyor, saray giderlerine ve yeni sarayların yapım ına büyük paralar harcanıyordu. T ü rk tarihçisi A hm et Saib, Sultan A bdülaziz’in yönetim i sırasında (1861-1876) bir tek sarayın yapım ına 7 m ilyon liradan (161 m ilyon frank) çok gittiğini yazıyor (207,s,133). O rdu ve filoya yurt dışından çağdaş silahlar alınm ası için büyük paralar ödeniyordu. Abdiil- aziz dönem inde birkaç tane gemi yapıldı, am a yiııc de yurt dışına çok sayıda gemi ısm arlandı. Sonuç olarak, yurt dışına askeri donatım ve gemilerin ödentisi görünüm ünde giden para, aslında yabancı bankaların kasalarına doluyordu. Şunu d a eklemek gerekir ki, ordunun donatım ve giydirilmesi için ayrılan büyük paralar, askeri m em urların, giyim ve yiyecek m üteahhitlerinin cebine giriyordu.

    60 yıllarının sonu. 70 yıllarının başında Osmaıılı hükümeti ekonom ik durum unu biraz olsun düzeltmek için bazı girişimlerde bulundu. 60 yıllarının ortasında, ikrazat sandığı (borç verme sandığı) kuru larak tefeciliğin düzenlenmesi denendi. Ancak, bu sandıkları yöneten m em urların görevlerini kötüye kullanm aları sonucunda bu tedbirin de büyük bir etkisi olmadı. 60 yıllarının sonunda, Babıâli, yerli endüstriyi düzenleyecek tedb;rleri alm ası İçin özel bir komisyon kurdu. Bu kom isyonun çalışm ası, birkaç esnafın bir şirket halinde örgütlenm esine yöneliyordu. Devlet bu şirketle:e 12 ay süreyle muafiyet (makine ve ham m adde ithalinde baz.ı güm rük vergilerinde m uafiyet, m alların devlet o rganlarınca satın alınm asında üstünlük vb.) tanıyordu (233,s.43l). Bu a rada İstanbul'da ve Öteki İllerde sanat okulları kuruldu. 1863 yılında İstanbul’d a ülke tarih inde ilk kez yerli ve yabancı üretim m allarının sergilendiği bir endüstri sergisi açıldı.

    60 y ılk ım ın başında Osmanlı hüküm eti, yerli pam uk üretim ini teşvik etm ek am acıyla bazı tedbirler aldı. Bu sırada A B. D .’deki iç savaş nedeniyle bu üretim e olan istek hızla artm ıştı. 1862 yılında hüküm et, boş topraklarda pam uk yetiştirmeye baş layanların bu topraklara parasız olarak salıip olacaklarını vc beş

    31

  • yıl süresince aşar ödemeyeceklerini açıkladı (223,8.252-253).1874 yılında Babıâli, deniz nakliyatı, tütün, tuz ve alkol

    gibi m allar dışında iç güm rük vergisinin kaldırılacağını bildirdi. (B kz.: 134,bl.II,s.287; 143,s.34-35). A ncak, iç güm rük vergisinin kaldırılm ası bir hayal oldu. Ç ünkü, bizzat hüküm et b u kararın ı bir yana atm ıştı, ö rn eğ in , Erzurum ilinin 1881 resmi yıllığı, i- lin iç güm rük gelirlerine değgin bilgileri kapsam aktadır (58,s.l9).ı

    1874 yılında Babı âli, ticari anlaşm aları yeniden gözden geçirmeyi de denedi. Y abancı devletlere verilen resmi nota, bu an laşm aların gözden geçiıilmesinin gerekliliğini belirtiyor ve sultan hüküm etinin bu konudaki düşüncelerini yansıtan şu ana noktaları kapsıyordu; 1. Çeşitli devletlerle yapılan anlaşm alarda değişik tarifeler yerine tek güm rük tarifesinin hazırlanm ası; 2. Ç eşitli m aliarın özel güm rük vergilerinin beliıtilmesi; 3. İtha la t vergisinin yükseltilmesi; 4. Aynı cins yerii üretim m allarından alınan dolaylı verginin yükseltilmesi halinde, ithalat vergisinin yükseltilmesi hakkının Babıâli'ye bırakılm ası; 5. Fener, demir, karantina ve benzeti vergilerin toplanm ası hakkının Babıâli’ye verilmesi (43,1.159). İstanbul’daki Rus elçisi BabIâli’nin ithal mal- lanndan alınan vergiyi, bu m allaıın ortalam a değerinin % 20’si kadar artırm ak niyetinde olduğunu bildirmişti (43,1.175). A ncak Osmanlı hüküm eti son derece kararsız davrandı ve batı devletlerinin güçlü direnciyle karşılaşarak sözü geçen plânm ı gerçekleştiremedi. H üküm et kararsızdı, çünkü, ülkenin maii ve okonom ik durum unun ağırlığı ve yabancı sermayeye olan bağımlılığı gün geçtikçe artm aktaydı. 1875 yılının sonunda Babıâli, özellikle mali buhranın şiddetlenmesi ve Bosna-Hersek ayaklanm ası nedeniyle yabancı sermayenin yardım ına gerek duyarak isteğinde direnm ekten vazgeçti (43, 1.183-184).

    H üküm etin tek tek aldığı tedbirlerin, bu tedbirler birbiri arkasına uygulansalar bile, ülkenin üretim güçlerinin gelişmesinde başlıca engeller olan, feodal sultan rejimi ve ülke içindeki

    ı İç güm rük vergisi tam o larak 1898 yılında kaldırılm ıştır.

    32

  • tüm durum larıyla yabancı sermaye ortadan kaldırılm adıkça ülkenin ekonom ik yaşam ını değiştiremeyecekleri apaçık ortadaydı.

    Osmanlı İm paratorluğu’nun yabancı serm ayenin kölesi olması, köylünün sömürülmesin! -ki bu, köylülerin hüküm ete olan hoşnutsuzluğunu iyiden iyiye artırıyordu- insafsız vergiler olm adan da kuvvetlendiriyordu. Bu yıllarda el sanatkârlarının, küçük m em ulların ve ufak rütbeli kara ve deniz subaylarının durum u da kötüye gidiyordu. Ç ünkü, ekonom ik durum u düzeltme yolları arayan hüküm et, karşılıksız kâğıt para basım ını gün geçtikçe daha çok artırıyordu. Bu da, paran ın değerinin düşm esine ve pahalılığın olağanüstü artm asına neden oluyordu. G örgü tan ık lan , bu yüzden geniş halk kitlelerinde hoşnutsuzluğun a rttığını belirtiyorlardı. F. Millingeıı, bu konuda şunları söylüyor: «Irk ve inaç ayrım ı olm aksızın bütün T ürk halkı, öteden beri yeteneksizliklerini bildiği yöneticilerin egemenliğinden a rtık kurtulm ak istiyor ve son sabrını da y itiriyordu... Kuşkusuz, A nadolu’daki m üslüm anlar ayaklanm aya hazırd ılar...» (130,s.364). T ürk yönetici sınıfı, halkın hoşnutsuzluğunun artışına, ancak, dinsel ayrıcalığı körükleyerek ve m vslüm an fanatizm ini kışk ırtarak karşı koyabiliyordu. A m a Osmanlı İm para to rluğunda geniş köylü kitlelerinin durum u öylesine ağırdı ki, kuşkusuz dinsel fanatizm in parlam ası bile, hüküm ete karşı hoşnutsuzluğunu ciddi bir şekilde yatıştıram azdı. T ürk köylüsü, feodal söm ürünün tüm ağırlığım, en az T ürk olm ayan köylü kadar çekiyordu. «Türk soyluları, -diye yazıyordu, bu sırada bir İngiliz araştırm acısı,- yoksul müslüman köylülere gaddarca davranıyorlar ve onlara aşağılık yaratıklar gözüyle bakıyorlardı. T oprak sahipleri bu yoksul insanları söm ürüyorlar ve köle gibi kullanıyorlardı; iki sınıfın tek birleştirici unsuru ortak dinleriydi» (57, s.62).

    Sultandan ve hüküm etten hoşnutsuzluk, yeniden ve bam başka biçimlerde o rtaya çıkıyordu. 1859 yılı Eylül’ünde, İstanbul’da, b :r kom plo ortaya çıkarıldı. K om ploya katılan lar Çengelköy’deki Kuleli kışlalarında tu tuklu o ldukları için; bu olay

    33

  • Türk tarih ine «Kuleli Olayı» adıyla geçmiştir (Bkz.:201;185; 221). A ralarında medrese Öğrencileri, küçük m em urlar ve subaylar, askerler, silahhane m em urları, m üslüm an d in adam larının da bulunduğu kom plocuların am acı, Sultan Abdülm ecjt’i ta h ttan indirm ekti. K om plocuların program ına ve am açlarına değgin ayrıntılı bilgi olm asa d a ,1 kom plonun sultan ve hüküm etinden genel hoşnutsuzluk havasında ortaya çıktığı kesindir. K om plo yöneticileri önce idam a m ahkûm edildiler, am a daha sonra bu ceza öm ür boyu hapse çevrildi. Tüm tutuklu kom plocular, sürgüne gönderildiler. H üküm et, büyük b ir güçlükle karşı'açm adan kom ployu bastırdı. Çünkü, kom plonun ciddi bir dayanağı yoktu . Ancak, bu zam ana dek halkın hoşnutsuzluğu b ir kez bile kendini göstermemişti. 60 yıllarının başında, İstanbul’d a pahalılığın artışına bağlanan ve halkı hüküm ete karşı ayaklanm aya kışkırtan kaynaşm alar oluyordu (68,s.41). İstanbul’daki Rus askeri ajanı 1860 yılının ortalarında İstanbul garnizonunda iki taburun «bu gibi durum larda kargaşalıkların önlenmesine yardım etmemeye karar verdiklerini» bildiriyordu (52,1.71). R us diplom atik temsilcileri, daha sonraları da, çeşitli halk kitlelerinin hüküm etten hoşnutsuzluğuna değgin haberler vermişlerdi.1867 yılı başlannda İstanbul’daki Rus elçisi, başkentteki m em urların hüküm etten hoşnut olm adıklarını, geçen ayın m aaşların ın ödenmesi için alınan 100 bin liralık yeni yerli istikrazı bu işe harcam ası gereken hüküm etin azledilmesini istediklerini bildiriyordu, (Bu günlerde m aaşların 6 ay süresince ödenmemesi gibi durum lara sık sık rastlanıyordu.) Elçi, sultana ve onun bakanlarına karşı başkentin m üslüm an ve h ırist'yan halkı arasında başgösteren dalgalanm anın durdurulm ası olanağının bulunm adığını yazıyordu (26,1.97-99).

    60-70 yıllarında Osmanlı İm paratorluğu’nun T ürk olm ayan halklarının kurtu luş savaşı da kızıştı. Bu ezilen halkların ayaklanmaları, T ü rk sultanının egemenliğinden çıkm a savaşı nite-

    1 Bu konu II. B ölüm de ayrıntılı o larak incelenm iştir.

    34

  • ligi taşjsa da, aslında, antifeodalist köylü savaşıydı. 1861 yılm- da H ersek ve Bosna’da köylüler, 1866’d a ise G irit 'te Y unanlıla r ayaklandılar. 60 yılları boyunca Bulgar halkı T ürk despotizmine karşı birkaç kez ayaklandı. Bulgar ve G irit’teki Y unan ayaklanm alarına yeni milli burjuvazi Önayak oldu ve bu çıkışlar ulusal kurtuluş hareketi niteliği kazandı. 1852’de Zeytun’da dağlı Ermeniler ayaklandılar. Sultan hüküm eti bu ayaklanm aları güçlükle ve son derece acımasız b ir şekilde bastırdı. Bütün bunlar, Osmanlı İm paratorluğu’nun zaten zayıf o lan devlet m ekanizmasını daha da zayjflatı yordu .

    1853-1856 Kırım savaşından başlayarak Osm anlı im paratorluğu’nun dış politika alanında uğradığı büyük kayıpları karakteriz© eden uluslararası durum u, iç politik ve ekonom ik durum una son derece uygundu. A vrupa devletleri, Osmanlı İm paratorluğu’nun ekonom ik bağımlılığının artışından yararlanarak İstanbul'daki elçilerinin aracılığıyla ülkenin iç işlerine durm adan el atıyorlardı. Bu el atm a, ya bir reform un gerçekleştirilmesinde «yardım» bahanesiyle ya da müslüman olm ayan uyrukların keyfi davranıştan ve zorbalıktan ^korunm ası» görünüm ünde ortaya çıkıyordu. A vrupa devletleri, Osmanlı İm paratorluğu’ndaki m üslüm an olm ayan emekçi halk kitlelerinin durum unun düzelmesini her şeyden daha az düşünüyorlar, ve im paratorlukta salt kendi durum larını güçlendirmek için her fırsattan yararlanıyorlardı. Bunu gerçekleştirirken de Babıâli’ye diplom atik baskı yapm akla yetinm iyorlar, 1860 Liibnan kıyım ında olduğu gibi, işi açıkça askeri m üdahaleye kadar vardırıyorlardı. K olayca anlaşılacağı gibi, eğer Türkiye sömürgeci devletler arasında paylaşıl- tmımışsa ya d a bunlardan herhangi birinin sömürgesi olmamışsa, bunun nedeni; em peryalist devletlerin, açıktan açığa içlerinden birinin ele geçirmesine olanak vermeyen kendi aralarındaki rekabettir. Bu yüzden de Türkiye, em peryalist devletlerin ekonom ik ve politik yönden en üstün etkiyi elde etm ek için savaştıkları bir savaş m eydanıydı. Bu savaş, dünya kapitalizm inden emperyalizme geçiş münasebetiyle yeni bir kapsam kazanıyordu. V.i.Le-

  • nin, yarıbağım iı ülkeleri paylaşm a savaşının, «...özellikle finans kapital dönem inde, geri kalm ış dünya paylaşıldığı zaman iyiden iyiye kızışacağım» belitiyor (16,s. 379). Bu savaşların kızışmasının nedenlerini açıklayan Lenin, b ir ülke ne denli geri kalmışsa, böyle bir ülkeye sermaye ihracının bağımlı ülkelere ya da sömürgelere yapılan sermaye ih racı kadar uygun olduğunu, çünkü, f ;nans kapita lin bu işten bağımsız ülkelere yaptığı sermaye ihracının üç katı bir kazanç sağladığını belirtiyor ve «Türkiye, Çin vb. gibi ülkelerin boyunduruk altına alınm aları ve parçalanm aları savaşının, bu ülkelerin geri kalmışlıkları ölçüsünde şiddetli o lacağım» ekliyor (15,s.235'l.

    XIX. yy’ın 60-70yıllarında O sm anlıİm paratorluğu’nunekonom ik ve politik durum u ana hatlarıyla böyleydi. Ü lkenin ekonom ik yönden son derece geri kalmış olm ası, ülke içindeki sosyal ve ulusal çelişkilerin şiddetlenmesi, mali yönden yabancı sermayeye olan bağımlılığın artışı, devletin dış politika konularında bağımsızlığını yitirmesi, bu ekonom ik ve politik durum un en belirgin özellikleridir.

    Bununla birlikte, kapilalist ilişkiler, ülkede, öncelikle şehirlerde ve daha küçük ölçüde köylerde gittikçe gelişiyordu. K apitalist ilişkilerin gelişmesi, feodal sultan rejim inde ve ülkenin yabancı seımayeye olan bağım lılığının arttığ ı koşullarda son derece yavaş ve büyük güçlüklerle ilerliyordu. A m a yine de XIX. yy’m başlarındaki durum a oranla belli gtlişmeler vardı. Tanzim at ferm anları, tüm noksanlıklarına karşın kapitalist İlişkilerin gelişmesine belirli bir derecede yardım etmekteydi. Yeni yönetim sistemi (1867 yılındaki vilayetler kanunu), yargılam a sisteminin biraz olsun düzenlenmesi ve 50-60 yıllarında gerçekleştirilebilen benzeri tedbirler, b irtakım noksanlıkları olsa da, bir dereceye kadar can ve mal güvenliğini sağlamaktaydı.

    Ülkede tarım ve endüstri alanında kapitalist ilişkilerin doğm asına ve gelişmesine neden olan üretim -para ilişkileri de gün geçtikçe gelişiyordu. Bu ilişkilerin gelişmesine, askerî tım ar sistemini hukuk yönünden kaldıran 1858 toprak kanunu da b ir dereceye ka

    36

  • d a r yardım cı olm uştu. Toprak alım satım ı, top rak veraseti hakkının genişletilmesine değgin 1867 kanununun yardım ıyla artm ıştı.

    XIX. yy’m ik 'nci çeyreğinden başlayarak Osm anlı İm para to rluğu, dünya mal sürüm üne iyiden iyiye kapılm ıştı. Tarım ın dış- pazarlarla ilgili dallarında, (çeşitli endüstri bitkileri ve bahçe kültürleri) piyasaya m al sürüm ü artm ıştı. Ü lkenin ticaıi yönden en büyük limanı olan İzm ir’in dış ticaretine değgin şu bilgiler karakteristiktir: 1839 yılında İzm ir’in d ış ticaret muamelesi hemen hemen 53 milyon frank, 1881’de ise 221 m ilyon franktı. Özellikle ithalat, ülkenin yabancı sermayeye olan bağımlılığının artm asını yansıtacak biçimde çoğalm aktaydı. 1881 yılm a doğru ithalat, 1839 yılındakine göre yedi ka t artm ıştı. B unun yanında ihracat da büyük ölçüde, hem en hem en üç k a t fazlalaşm ıştı. (126, s. 188-189). İzm ir’in deniz ticaret tonajın ın 1860yılında 830.4361, dan, 1880’de 1.967.0281, a varan artışı da karakteristiktir. (126, s. 195). D ış pazarlarda rağbetin artm ası nediniyle endüsti bitkilerinin ve bahçe kültürlerinin ihracı büyük ölçüde fazlalaştı. Örneğin, 1840 yılında İzm ir’den F ransa’ya 48 bin franklık, 1858’de 314,3 bin franklık, 1876 da ise 504 bin franklık afyon ihraç edilmişti. B unun yanında kuru üzüm ihracı d a artm ıştı. 1873 yılında K üçük A sya’dan F ıan sa ’ya ancak 642 bin franklık kuru üzüm ihraç ed 'lirken 1881 yılına doğru bu sayı 10,6 m ilyon franka yükseldi (126, s. 15-24). Öteki m eyvaların ihracatı d a a rttı. T arım ürünlerinin ihracının artışı bu ürünlerin ü- retim ini de artırıyordu, ö rneğin ; 1862 yılında K üçük Asya’nın batı bölgelerindeki pam uk ürünü 12 bin balyaya eşitti. D aha sonraki yıl pam uk ürünü h ırta a rttı ve 150 b in balyaya erişti. Buna, daha önce de beHrtildİgi gibi, yabancı sermayenin tekstil endüstrisi için yeni ham m adde kaynakları aram aya başladığı sırada A. B. D . de çıkan iç savaş y ırd ım cı oldu. Bu iç savaşın bitm esinden sonra, T ürkiye’deki pam uk üretim i 1876yılındakinden daha az olm am ak koşuluyla yeniden azaldı. Ü retim birkaç kez 1862 yıllındaki düzeye çıktı (Salt İzm ir lim anından yapılan pam uk ihracatı 1876’da 72.365 balyaydı.)(126, s. 11-12). 7 0 yıllarında Kuzey Suriye’den Avrupa ve A m erika’ya büyük ölçüde koyun yünü ihraç edildi, yine ih

    37

  • raç için geniş çapta ipek üretim ine başlanm ıştı ;ö rneğ inH om ks’ dan 35 bin liralık (815bin frank) ham ipek ihraç edilmişti (75, s. 12,185).

    K üçük Asya’n ın iç bölgelerinde dem iryolları bulunm adığından tarım sal üretim gücü daha çok Osmanlı İm paratorluğu’nun batı kıyılarında gelişmişti. Bu sürecin bir başka niteleyici yönü de, iç talebin etkisiyle değil, ihracatın gelişmesi sonucunda artm asıydı. Böylece, endüstri bitkileri ve bahçe kültürü üretim inin gelişmesinin yanı sıra, ülke, yabancı sermayenin tarım sal ham m adde doposu haline geldi ve tarım ın yabancı sermayeye olan bağımlılığı arttı.

    Tarım da üretim -para ilişkilerinin gelişmesi sonucunda, yarı- feodal yöntemlerin egemenliğinin yanısıra, köylünün sömürülmesi de kapitalist biçimler alm aya başladı. Pam uğa olan rağbet, A dana’ nın pam uk üretim inde kapitalist ilişkilerin belli bir o randa gelişmesine neden oldu. Genişleyen pam uk tarlalarında çalışacak işçileri bulm ak ve kiralam ak için A dana son derece uygundu (137, s. 24- 27), XIX. yy’ın 6 0 yılları başında Bursa çevresinde, kiralık işçilerin ve tarım m akinalarının kullanıldığı büyük çiftlikler vardı (65. s. 134- 135).

    Tarım alan ında kapitalizm in gelişmesini, henüz ta r ımda yaygın olan yarıfeodal ilişkiler, feodal sultan hüküm eti ve yabancı sermaye gibi önem li engeller yavaşlatıyordu. Bu engellerin sonuncusu, yani, yabancı sermaye, ülkenin kıyı bölgelerindeki üretim - p ara ilişkilerinin gelişmesine katk ıda bulunsa bile, tarım da kapitalist ilişkilerin gelişmesiyle ilgili değildi. İstik razların ve «kilometre garantisi»nin faizleri, feodal vergilerle ödeniyordu. Köylüyü durm adan söm üren yarıfeodal yöntem lerin korunm ası, yabancı sermayeye en ucuz fia tla ham m adde alm a olanağını veriyordu.

    K apitalist ilişkiler tarım da olduğu kadar, endüstride de gelişmekteydi. Bu ilişkilerin öğeleri, artık , XIX. yy’ın ilk on yılında ülke endüstrisinde yer alıyordu. A. D . Novİçev, X IX . yy’ın ilk yarısında, Osm anlı İm paratorluğu’nun endüstri durum una değgin olayları eleştirirken şu sonucu çıkarıyor: (Bu dönem de) «Türkiye’de artık M arx’ın da belittiği gibi, salt, kapitalist ü retim tarzın ın genel koşu- lu-m al üretim i ve dolaşım ı- gerçekleşmekle kalmamış, özellikle

    38-

  • gelişmemiş durum da b ir kapitalizm, evde kapitalist üretim , büyük m anifaktür ve fabrikalar oluşm aya başlam ıştır.

    İncelenen dönem de ülkenin endüstiyel üretim durum una değgin bilgiler, küçük üıeticinin üretim inin her yerde daha yaygın olduğunu kanıtlıyor. A nadolu’nun iç ticaretiyleilgili bilgilerden, hemen hemen tüm illerin öteki illere kendi endüstriyel ürünlerinin bir bölüm ünü ihraç ettikleri anlaşılm aktadır (bkz.; 254). Bu tü r üretim in niteliği için,V an ilinin tekstil üretim ine değgin bilgiler vereceğiz: Pam uklu ve kaba yünlü dokum a çıkaran 900 atelyede 2.300 işçi çalışm aktaydı; bu atelyelerin genel ü rünü 90 bin parçaydı ve bunun 25 bini yurt d ışına ihraç edilmekteydi (254, cilt II. s, 677). Ü lkenin o rta ve doğu bölgelerinde her yerde küçük üreticilere rast- lanabilirdi. B unların yanısıra, m anifaktür ve fabrika biçiminde girişimler de gelişmekteydi. 60 yıllarında, ordunun ve filonun yeniden silâhlandırılm ası ve donatım ı için hüküm etin aldığı tedbirler le askerî endüstri belirli b ir gelişme gösterdi. 1870 yılında İstanbul’daki Rus askerî ajanı, eski silâhların onarıldığı T ophane’de 3500 tadar, mermi yapan K ırkağaç silâfıhanesinde 3000 kadar, topların yapıldığı Zeytinburnu silahhanesinde ise 1500 kadar işçinin çalıştığını bildirmişti. (53, 1. 8-9). 1871 yılında yine aynı askerî ajan, ordunun ve filonun donatım ının sürdürülm esi nedeniyle, T ophane’de yeni atelyelerin açıldığını, İngiltere’den getirilen m akinaların yerleştirildiğini ve çalışm aların yoğunlaştığını bildiriyordu (54,1. 8-9). Bu son giıişim lerden başka, devletin İstanbul, Beykoz ve İzmit’teki Fabrikaları da ordunun giydirilmesini ve donatılm asını sağlam aklaydı. Bu girişimlerle, endüstriyel üretimin gelişmesinden çıkarı olan ham m adde tüccarları ilgiliydiler.

    Böyleçe, kap ita lizm , son derece yavaş da olsa, endüstiyel üretim alanında da gelişmekteydi. Tarım da ve endüstride kapitalist ilişkilerin gelişmesiyle birlikte, tek iç pazarın kuruluş süreci de ilerliyordu. İç pazarın ilerdeki gelişmesine ulaşım yollarının yetersizliği ve iç güm rük vergisi engel olm uştur.

    60-70 yıllarında Osmanlı İm paratorluğu ndaki kapitalist ilişkilerin gelişmesinden sözederken im paratorluğun Balkan illerinde

  • ve Bulgaristan’ın b ir bölüm ünde bu gelişmenin çok daha hızlı bir tem poyla İlerlediğini belitm ek gerekir. Bu dönem de Bulgaristan’da ulus oluşum unun ekonom ik koşulları a rtık ortaya çıkmıştı. Bu koşullar, milli burjuvazinin önayak olduğu Bulgar ulusal kurtuluş şavaşının gücünü ve geniş ölçüsünü koşullandırıyordu..

    T arım da ve endüstride kapitalist ilişkilerin gelişmesi, K üçük Asya’d a burjuvazinin gelişmesine neden oluyordu. A nadolu’da T ürk olm ayan burjuvazi, en fazla d a R um ve Ermeni burjuvazisi daha yaygındı. XIX . yy’ın SOyıllarında, F. Engels, şöyle yazıyordu: «Türkiye’de ticareti kim yönetiyor? Herhalde Türkler değil... R um lar, Erm eniler, Slavlar ve Batı A vrupalılar, büyük lim anlarda yerleşiyorlar ve tüm ticareti elleninde tu tuyorlar...» (5. s, 25). Bu durum , m eydana gelen koşulların tarih i yönden b ir sonucuydu. Osmanlı İm paratorlıığu’nun M üslüm an olm ayan uyrukları geleneksel b ir şekilde ticaretle uğraşıyorlar, salt T ürk uyruğundan değil kapı tu ler ayrıcalıklar sağlayan yabancı uyruğundan da yararlandıkları için, dış pazarlarla ve yabancı sermayeyle sağlam ilişkiler kurabiliyorlardı. B ütün bunlar. T ü rk olm ayan burjuvazinin temsilcilerine sağlam ekonom ik durum lar sağladığı gibi, salt tüm dış ticaretin değil, iç ticaretin ve endüstri üretim inin önem li b ir bölüm ünü ellerinde toplam a olanağını da veriyordu.

    Bununla birlikte, iç bölgelerin ürettikleri m alların ticaretiyle uğraşan T ürk ticari burjuvazisi de doğm uştu. Ve gün geçtikçe de gelişiyordu (137, s. 6). B unun yanında T ürk endüstri burjuvazisi de yeni yeni ortaya çıkıyordu. Örneğin, 60 yıllarında Erzurum ilinde, küçük çapta iç ticaret ve yerli endüstrinin bazı dalları, çoğunluğunu T ürklertn oluşturduğu m üslüm anların elinde bulunuyordu. (130, s. 164). 60-70 yıllarında tarım sal ham m addeye rağbetin artışıyle ve büyük top rak sahiplerinin sayısının fazla- laşmasıyle ticaret amacıyle m al üretim ine ilgi doğm aya başladı. Bu büyük top rak sahiplerinden birçokları, ticarete a k tif olarak katılıyorlardı. A slında, biriktirilm iş sermayeler endüstri üretim ine de yatırılabilirdi. Ancak, yeni T ü rk milli burjuvazisi temsilcilerinin ticarette ve endüstriyel girişimlerde a ttık ları ilk adım lar, feodal

    40

  • sultân bürokrasisinin ve yabancı serm ayenin karşısında milli burjuvazi için tam anlam ıyla sosyal ve politik hukuksuzluk dersi oluyordu. G ünlük çalışm anın .bilinen koşullarında, yeni T ürk burjuvazisinin ve liberal ruhlu top rak ağalarının temsilcileri, ü lkenin ekonom ik Ve politik yönden yabancı sermayeye olan bağımlılığının gittikçe arttığ ın ı kolaylıkla görebiliyorlar ve bunun bilincine varabiliyorlardı. Sonuçta, T ü rk milli burjuvazisinin doğduğu ortam da, feodal sultan rejim inden hoşnutsuzluk a rttı. Yeni T ürk burjuvazisinin ekenom ik durum unu sağlam laştırm ak İçin uygun koşulların yaratılm ası arzusu daha da fazlalaştı. 1876yılım nsonlarm dailkT ürk meşrutiyetinin ilânı İçin yapılan m ücadelenin en kızgın döneminde. İstanbul gazetelerinden birinde, Osm anlı İm paratorluğu’nun ticarî anlaşm alarının yeniden gözden geçirilmesi, güm rük vergisinin % 20 yükseltilmesi, yerli ticaretin ve endüstrinin gelişmesini engelleyen m addelerin ticari an laşm alardan çıkarılm ası isteği belirtiliyordu (134, bl. n , s. 299-300).

    Genç T ürk aydın sınıfı, T ürk milli burjuvazisinin çıkarlarının sözcüsü olmuştu. Bu sınıfın oluşum u ve b ir dereceye kadar hızlı gelişimi, tanzîm at y ıllarında Osmanlı İm paratorluğu’nun kü ltürel gelişiminin sonucunda oldu (159. s. 34-63). D insel eğitimle ilgisi olm ayan okulların kurulm ası ve gelişmesi, İlk bilimsel toplulukların o rtaya çıkm ası periyodik yayınların hızlı artışı, bu rju v a A vrupa devletleriyle kültürel ve bilimsel ilişkilerin gelişmesi... b ü tü n bunlar, kuşkusuz T ürk aydın sınıfını geliştirmekteydi. XIX. yy’ın 60 yıllarının ortam ında a rtık burjuva liberal anayasacı düşünceler doğmuştu.

    41

  • II. B Ö L Ü M

    JÖntürkler'in öncelleri

    «Yeni Osmanlılar» — İlk Türk Meşrutiyetçileri

    Sosyal ve kültürel ilerlemeye uygun politik koşulların yaratılm ası için Osmanlı İm paratorluğu’nu m eşrutî m onarşi devleti haline getirme am acıyla yapılan hareket, XIX. yy'ın 60 yıllarının ortasında doğdu. Ancak, Osmanlı İm paratorluğu’nun bilenen koşullarında devlet tarafından değiştirilen yönetim biçimi o lan m eşrutiyet düşüncesinin bu dönem de doğduğu söylenemez. M onarşi yönetim inin toplum sal yasalar çerçevesinde düzenlenmesi sorunu, bazı ilerici T ürk devlet adam larını, «meşrutiyet» sözcüğünün feodal saltçı yönetimle ve dinsel gericilikle savaşın gerçek bayrağı olduğu fikri, daha önceki yıllarda da büyük ölçüde ilgilendiriyordu. XVIII. yy’ın son lan , XIX. yy’ın başlarında A vrupa’daki Türk diplom asi m em urları, a rtık m eşrutiyet sistemini yakından tanım ışlardı. Örneğin, L ondra’daki T ürk elçisi A gâh Efecıdi’n in özel sekreteri M ahm ut R aif Efendi, İngiltere’deki m eşrutiyet sistemini dikkatle incelemişti. M ahm ut R aif Efendi, «BabIâli’ye Osm anlı D evleti'nitı yükselmesi için İngiltere’deki m eşrutiyet düzenini kabul ederek reform yapm ak gerektiğini kanıtlayan ta san la r gönderi

    42

  • yordu» (235. s, 39). 1782-1802 yıllarında İstanbul'da elçi olan V. S. T am ara, dış işleri bakam A. R. Vorontsov*a yazdığı m ektuplardan birinde M ahm ut R aif Efendi’nin, «Bay P itt’in ve İngiliz meşrutiyetinin en büyük âşıklarından biri olduğunu» belirtiyordu (171. s. 76). İstanbul’a döndükten sonra 1806-1807 yıllarında T ürk Dışişleri B akanlığı’nda reislik yapan R aif Efendi, «tüm enerjisini L ondradan gönderilen tasarıların gerçekleştirilmesine harcıyordu. A m a 1807 yılında yeniçeri ve yam akların ayaklanm ası sırasında ö ldürüldü (235, s. 39-40). K uşkusuz, R aif Efendi’n in ta sarılarının başarısızlık nedeni, onun beklenmeyen ölüm ü değildi. Bu tasarıları XIX. yy’ın eşiğinde Osm anlı İm paratorluğu’nun açıklanan ortam ında bütünüyle gerçekçi değildi. Ç ünkü, tasarılar, bu dönem de ıtlke içindeki gerekli toplum sal güçlere dayanm ıyorlardı.

    T ürk tarih inde ilk kez, toplum sal yasalar çevçevesinde sultanın egemenliğini düzenleme denemesine, Reşit Paşa’nın tanzim at reformuyla girişildi. Tanzim atla ilgili araştırm alarda, Reşit Paşa’nın düşünceleri ender o larak Osmanlı İm paratorluğu’nda meşrutî değişikliklerin başlangıcı ve feodal saltçı yönetim in kaldırtm asına doğru ilk adım sayılıyor. Bununla birlikte Reşit Paşa, yaşamı süresince ilerici genç T ürk m em urlarının temsilcisi ve idelojik önderiydi. Ö ldükten sonra ise, belli belirsiz de olsa, Türkiye’nin orta çağ doğu despotizm inden uzaklaşm ası ve can , mal güvenliği sağlayan ve yabancı devletlerin «korum a» bahanesini o rtadan kaldıracak olan yeni bir düzen kurulm ası bilincinin doğduğu bir ortam da «ülkenin kölelikten kurtuluş yolunu reform larda gören» bu aydın sınıfın sancağı oldu (169,s .68). Buna şunu da eklemek gerekir ki, im paratorluk halklarının ulusal kurtu luş savaşlarının sonucunda Osmanlı İm paratorluğu’nun bölünm e tehlikesini, aydınlar bu yolla ortadan kaldırm ak istiyorlardı.

    Aslında, Reşit Paşa’m n girişimi ve b izzat katılm asıyla hazırlanan ünlü G ülhane H att-ı Şerif’i» bu ve benzeri düşünceleri yansıtıyordu. A ncak tarihçiler bu belgeyi çoğunlukla sultanın tanzi

    • K itabın aslında bu şekilde geçm ektedir. (Ç .N .)

  • m at reform larına başlangıç olan b ir ferm anı o larak kabul ediyorlar. Bununla birlikte, sultanın bufeın ıan la , Osmanlı İm paratorluğu tarihinde ilk kez uyruklarına karşı tu tum unda belirli ve sürekli yüküm lülükleri üzerine alm aya söz vermesi son derece önem lidir.

    G ülhane Hatt-ı Şerif’inin kapm asm ınagöre sultan, bundan böyle din ayrım ı gözetmeksizin Osmanlı İm paratorluğu’nun tüm uyruklarına can, m al ve onur güvencesi sağlanacağına söz veriyordu. (199 a, s. 203-207; 203, s. 42-50). Ferm an şunları beiitiyordu: «Gerçekte can ve onur, nim etlerin en yücesi değil m id ir?E ğer mal güvenliği olmazsa herkes hüküm darın ve devletin çağrısına soğuk davranır; herkes kendi kaygısına düşeceğinden hiç kimse kam u malinin düzeniyle ilgilenmez. Kişi, m alına her yönden sahip oluı- sa, kendi işlerine daha gayretli, daha istekli sarılır, vatanına ve hüküm darına sevgisi, bağlılığı artar. K uşkusuz bu duygular takdir edilecek işlerin kaynağı olur.» (199 a, s. 204). Ferm an, vergilerin yasaları uygun o larak dağıtım ının ve toplanm asının, belli b ir süre için askeri göreve çağrılm anın gereğini belirtiyor ve bundan böyle mahkemelerin açık olacağını, b ir suçlunun varislerinin yasal haklarından yoksun bırakılm ayacağını, suçlunun malını el konulmayacağını garanti ediyordu. G ülhane H attı-ı Ş e rifi din ayrım ı yapılmaksızın , im paratorluğun tüm uyruklarının hak ve yüküm lülüklerinin eşit olduğunu belirtiyordu. Böylece, ferman, aslında burjuva istekleri o lan can ve mal güvenliğinin sağlanacağını törenle ilân ediyordu.

    Türkiye’de m eşrutiyet düşüncesi in doğuş ve gelişiminde, büyük değer taşıyan bu belgenin değerlendirilmesinde, ferm anın, sultanın verdiği söze aykırı düşecek, hiç b ir davranışta bulunm ayacağına ilişkin vaadini kapsam ası önemlidir. Ferm an’d a şöyle denilmekteydi: «Biz, peygamberimizin kutsal harm anisinin saklandığı salonda, bu fermanı açıkladıktan sonra, im paratorluğun tü m din bilginlerinin ve yüksek orun sahibi kişilerinin önünde, sözüm üzün bağlılık inancası o larak tan rı adıyla and içmeyi ve sonra d a yüksek orun sahibi kişilerden ve d in bilginlerinden bu andı onaylam alarını isteriz.» (199 a. s. 206).

    44

  • G ülhane H att-ı Şerif’in;n kapsam ı, bizim görüşüm üze göre, bu belgenin, sultanın egmenliğinin toplum sal yasalarla kısıtl