Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: …ve Yunan’dan, Namık Kemal;...

15
Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Y.2015, C.2, S.1, s.76-90. Ahi Evran UniversityJournal Of Institute Of SocialSciences Y. 2015, Vol. 2, No. 1, pp. 76-90. 76 Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle” Hakan ÇALIK Özet Muallim Naci, Tanzimat dönemi Türk edebiyatı içerisinde gerek kişiliği gerekse sanatı üzerinde tartışmaların yapıldığı şair ve yazarlardan biridir. Bu tartışmalar Türk edebiyatı tarihlerinde Muallim Naci’nin yanlış algılanmasına, dolayısıyla hak ettiği konumda bulunmamasına sebep olur. Muallim Naci de Tanzimat’ın hemen hemen bütün sanatçıları gibi, edebiyatın çeşitli alanlarında eserler verir. Muallim Naci’nin üzerinde en çok durulan yönü her ne kadar şairliği olsa da dil, tercüme ve eleştiri alanlarında da düşüncelerini yansıttığı eserleri mevcuttur. Kısa bir ömür ren Muallim Naci, yaşamına birçok eser sığdırır. Ateş-pare adlı şiir kitabında yer alan “Dicle” şiiri de bunlardan biridir. Bu şiir Muallim Naci’nin modern Türk şiirine yabancı olmadığını gösteren dikkate değer bir örnektir. “Dicle” şiiri, şairin hatıralarında “Asya seyahati” olarak bahsettiği dokuz aylık Anadolu gezisinden izler taşımaktadır. Anahtar sözcükler: Muallim Naci, modern Türk şiiri, “Dicle” Reflected Face of the Concept of Homeland to Modern Turkish Poetry: “Dicle” Abstract Master Naci is one of the poet and author whose personality as well as art are discussed in Tanzimat Reform Era Turkish literature. In the history of Turkish literature, these discussions led misunderstanding about Master Naci. Accordingly, this caused Master Naci not to be in the position which he deserved. As almost all the artists of Tanzimat Reform Era, Master Naci has works in various fields of literature. Although most emphasized aspect of Master Naci is his poesy, he has also works in the field of language, translation and criticism where he reflected his thoughts. Master Naci has a short lifetime. In this period he has many works. ‘Dicle’ poetry Arş. Gör., Ahi Evran Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, e-posta: [email protected].

Transcript of Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: …ve Yunan’dan, Namık Kemal;...

  • Ahi Evran Üniversitesi

    Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi

    Y.2015, C.2, S.1, s.76-90.

    Ahi Evran UniversityJournal Of Institute

    Of SocialSciences

    Y. 2015, Vol. 2, No. 1, pp. 76-90.

    76

    Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan

    Yüzü: “Dicle”

    Hakan ÇALIK

    Özet Muallim Naci, Tanzimat dönemi Türk edebiyatı içerisinde gerek kişiliği

    gerekse sanatı üzerinde tartışmaların yapıldığı şair ve yazarlardan biridir.

    Bu tartışmalar Türk edebiyatı tarihlerinde Muallim Naci’nin yanlış

    algılanmasına, dolayısıyla hak ettiği konumda bulunmamasına sebep olur.

    Muallim Naci de Tanzimat’ın hemen hemen bütün sanatçıları gibi,

    edebiyatın çeşitli alanlarında eserler verir. Muallim Naci’nin üzerinde en

    çok durulan yönü her ne kadar şairliği olsa da dil, tercüme ve eleştiri

    alanlarında da düşüncelerini yansıttığı eserleri mevcuttur. Kısa bir ömür

    süren Muallim Naci, yaşamına birçok eser sığdırır. Ateş-pare adlı şiir

    kitabında yer alan “Dicle” şiiri de bunlardan biridir. Bu şiir Muallim

    Naci’nin modern Türk şiirine yabancı olmadığını gösteren dikkate değer

    bir örnektir. “Dicle” şiiri, şairin hatıralarında “Asya seyahati” olarak

    bahsettiği dokuz aylık Anadolu gezisinden izler taşımaktadır.

    Anahtar sözcükler: Muallim Naci, modern Türk şiiri, “Dicle”

    Reflected Face of the Concept of Homeland

    to Modern Turkish Poetry: “Dicle”

    Abstract

    Master Naci is one of the poet and author whose personality as well as art

    are discussed in Tanzimat Reform Era Turkish literature. In the history of

    Turkish literature, these discussions led misunderstanding about Master

    Naci. Accordingly, this caused Master Naci not to be in the position which

    he deserved. As almost all the artists of Tanzimat Reform Era, Master

    Naci has works in various fields of literature. Although most emphasized

    aspect of Master Naci is his poesy, he has also works in the field of

    language, translation and criticism where he reflected his thoughts. Master

    Naci has a short lifetime. In this period he has many works. ‘Dicle’ poetry

    Arş. Gör., Ahi Evran Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı

    Bölümü, e-posta: [email protected].

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    77

    is one of these and it takes part in poetry book called Ateş-pare. This

    poetry is a valuable example which shows that Master Naci is not

    unfamiliar to Turkish poetry. The ‘Dicle’ poetry bears traces of the nine

    month trip which the poet mentioned as ‘Asia Travel’ in his memoirs.

    Key Words: Master Naci, modern Turkish poetry, “Dicle”

    GİRİŞ

    Modern Türk edebiyatının başlangıcını belirleyen Tanzimat, 3 Kasım

    1839’da ilan edilir. Mehmet Önal, Tanzimat dönemi başta olmak üzere, yeni

    edebiyatın dönemleri, şair ve yazarları hatta edebi toplulukları hakkında,

    değişmeyecek son sözlerin henüz söylenmediğini belirtir. (Önal, 2013: 21)

    Dolayısıyla bu dönemin önemli bir şair ve yazarı olan Muallim Naci’nin de Türk

    edebiyatı içerisindeki yeri tekrardan değerlendirilmelidir. Çünkü Muallim Naci

    hem sağlığında hem de ölümünden sonraki dönemlerde lehinde ve aleyhinde pek

    çok söz söylenen, taraflıca övgü ya da kasıtlı olarak yerilen sanatçıların önde

    gelenlerindendir.

    Muallim Naci için edebiyat tarihlerinde kullanılan; “daha çok eski

    edebiyatın bayraktarı” (Balık, 2014: 220), “Tanzimat dönemi şair ve yazarları

    içinde eskiye en fazla bağlı olanlardan bunun sonucu olarak da yenilik taraflıları

    ile en çok çekişenlerden biri” (Kutlu, 1993: 269), “eski edebiyat geleneği

    çizgisinde yeni” (Çetin, 2014: 649), “eski ile yeninin arasında”, “eski şiir

    geleneğinin bu güçlü ve son temsilcisi” (Parlatır, 1988: 393),“gericilerin

    çetebaşısı”, “yeni şiire tepki” (Enginün, 2014: 519) gösteren vb. tanımlamalar

    Naci hakkında kesin bir çizginin olmadığını gösterir. Hatta “Bu çarpık zihniyet

    sebebiyledir ki, koca bir “Tanzimat dönemi” sekiz-on ismin etrafında dolanır;

    “Edebiyât-ı Cedide” vardır da muhalif grup sadece Muallim Naci’den ibarettir

    (hem de Edebiyât-ı Cedide oluşmadan üç yıl önce ölmesine rağmen).” (Özgül,

    2013: IX) ifadesi Muallim Naci için herhangi bir sindirme politikasına maruz mu

    bırakıldı acaba? diye düşündürür. Zira Muallim Naci’nin özellikle eski-yeni

    tartışmasındaki rolü, şiir sanatı, dil hakkındaki görüşleri, eleştiri ve tercüme

    hakkındaki düşünceleri modern Türk edebiyatı açısından önemlidir. Dolayısıyla

    Muallim Naci’nin bu görüşleri ön yargılardan uzak şekilde tekrar okunmalıdır.

    Yazılış bağlamı ve şairin şiiri yazdığı ruh durumu düşünüldüğünde

    "Dicle" şiirinin şaire yaklaşmada, kayda değer veriler sunduğu fark edilir. Zira

    İstanbul'un edebiyat ortamından Anadolu'nun uzak bir köşesine giden şair, halka,

    onun diline, yaşamına daha yakın durur. Bütün bunların şiire yansıyan tarafları

    vardır.

    1. Muallim Naci’nin Edebî Kimliği

    Muallim Naci’nin Türk edebiyatı tarihi içerisindeki yeri Tanzimat

    dönemi, yani yenileşmenin ikinci evresidir. Bu dönem sanatçıları Tanzimat

    birinci dönem şair ve yazarlarının yenileşme yolundaki ilk adımlarını daha da

    ileriye götürmeye çalışırlar. Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan

  • ÇALIK, H.

    78

    gibi sanatçılar yenileşmeyi, yeni edebiyatı savunurken, eski edebiyatı

    savunanlara da cephe alırlar. Dolayısıyla eski-yeni, abes-muktebes, gelenek-

    yenileşme, yerlilik-yabancılık, medeniyet-kozmopolitlik gibi çeşitli edebî

    tartışmalar bu dönemde artar.

    Klasik şiirin savunucuları ile yeni şiir tarzını savunanlar arasındaki

    tartışmalar, özellikle Türk şiirine farklı bakış açıları, değer yargıları ve bunların

    sonucu olarak hem yapı hem de tema yönünden değişik yaklaşımlar kazandırır.

    Özellikle eski yeni tartışmasının yenileşen tarafında Recaizade Mahmut Ekrem

    bulunurken eski tarafında ise Muallim Naci yer alır. Ahmet Özdemir, Türk

    edebiyatındaki eski yeni tartışmasının, Muallim Naci ile daha bilinçli ve anlamlı

    bir döneme girdiğini belirtir. Naci, Servet-i Fünun’un doğuşunu hazırlayan,

    gereğinden fazla Fransızlaşmaya karşı, yeni edebiyatçıları aşırılıktan kaçınmaya,

    daha ılımlı olmaya çağırır. Naci’nin bu tavrı, aşırı tutucuları sevindirmiş, onu,

    salt eski şiirin taraftarı sanarak etrafında toplanmışlardır. Aşırı yenilik taraftarları

    da Recaizade’nin çevresinde, bütün hücumlarını Naci’ye yöneltmişlerdir

    (Özdemir, 2002: 8). Oysa eskiyi seven ancak yeniliğinde gereğini anlayan

    bilinçli sanatçılardan olan Muallim Naci, “yetişme tarzı ile eski, pırıl pırıl

    zekâsıyla yeniye açık bir şairdi” (Parlatır, 1992: 24). Bu konuda Tanpınar ise

    “Naci iyi okunursa, onun mutlak eski taraftarlığının bir masal olduğu görülür.

    Hakikatte o, iyi ve güzel manalarında şark ve garbın arasında bir fark

    olabileceğine inanmıyor ve milliyetperverliği bir nevi gelenek fikriyle tefsir

    ediyordu. Yani, Muallim Naci yeniliğe düşman değildi aksine O, sadece iki

    kutbun arasında kalmıştır” (Tanpınar, 2012: 584) der. Modern Türk edebiyatının

    varlığı noktasında lokomotif görevi üstlenen böylesi tartışmalar, şiir başta olmak

    üzere birçok edebî türün nitelikli ilerlemesini sağlar. Zira eski yeni tartışması

    aracılığıyla şair ve yazarların görüşleri gazete ve dergilere yansır.

    Modern Türk şiirinin henüz başlarında Şinasi’nin şiir dilinde yapmak

    istediği inkılap en başta Namık Kemal tarafından unutulur. Hamit, yüce duygular

    ve düşünceler adına gramere meydan okur. Recaizade’de dil gayet zevksiz bir

    seviyeye düşer. Muallim Naci ise bu çöküşe karşı dili ve ahengi müdafaa etmeye

    çalışır (Kaplan, 2010: 95). Ayrıca Tanpınar, Muallim Naci’nin yeni tarzda

    yazdığı şiirleri Tanzimat’tan beri peşinde koşulan sadeliğin ta kendisi olarak

    ifade eder (Tanpınar, 2012: 584). Bunun yanı sıra zaman zaman gösterdiği nazım

    kudretine rağmen, dili zannedildiğinden çok karışık olan Naci, hayal dünyası

    denilen şeyden hemen hemen mahrumdur, diyerek eleştirinin dozunu artırır.

    Sonrasında ise tüm eksikliklerine rağmen Naci’nin bir şair olduğunu ve insanlara

    söyleyecek sözleri bulunduğunun altını çizer (Tanpınar, 2012: 584). Mehmet

    Kaplan ise Muallim Naci’nin, sade ve ahenkli bir üslup yaratırken muhtevayı

    fazla hafiflettiği görüşündedir. Muhtevacı Tanzimat şiirine karşı, dili ve ahengi

    müdafaa etmenin değeri açık olmakla beraber, tematik değerleri fazla feda eden

    boş bir şekilciliğin de tehlikeleri vardır. Üslubu hiçe sayan bir muhtevacılık ne

    kadar kötü ise, içeriğe önem vermeyen üslupçuluk da o kadar değersizdir. Şiir ne

    sadece muhteva, ne de muhtevası olmayan bir ahenktir. Belki her ikisinin ustaca

    birleştirilmesidir. Valery, mükemmel şiiri tarif ederken “son et sens” (ses ve

    mana) der (Kaplan, 2010: 96).

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    79

    Tematik örgü şiirin sacayağından biridir. Bu bağlamda Muallim

    Naci’nin yeni tarz şiirlerinde, küçük yaşta babasını kaybetmesi sebebiyle

    çocukluk yıllarına hasret duygusu varlığını hissettirir. Şerif Aktaş, babasının

    ölümüyle mesut çocukluğundan, güzel bir rüyadan zorla çekilip uyandırılmış

    gibi ayrılan Naci de çocukluğun sihri ve hasretinin devam ettiğini belirtir.

    İnsanlardan kaçışı ve dosta ihtiyaç duyuşunu da aynı kaynağa bağlamak

    mümkündür. Bir başka âleme hasret duygusu da Naci’nin özelliklerinden biridir.

    Şiirlerinde içten içe, hayatta yerini bulamamış bir insanın derin melali sezilir.

    Gurbet hissi, yalnızlık duygusu gibi temalar da şairin hem yaşadığı dönem hem

    de hayatıyla ilintilidir (Aktaş, 2012:168-169).

    Muallim Naci’nin şiirindeki tematik ve yapısal formlar göz önüne

    alındığında, onun körü körüne eski tarzı sürdüren bir şair olmadığı, yeni şiirin

    çerçevesinde kendisine ait tema ve söylem arayışları içinde bulunduğu görülür.

    Devrin şartlarına, mizacına, kültürüne ait bazı unsurların Naci’yi eski tarzı

    düşündüren bazen de o tarz şiire tamamen bağlı kalarak şiirler yazmaya

    zorladığını; aruzu kullanmadaki ustalığını; dil ve edebiyat konularındaki

    dikkatiyle dönemine olduğu kadar kendinden sonraki nesiller üzerinde ciddi

    anlamda tesirli olduğunu gözler önüne serer (Aktaş, 2012: 169). Dil ve nazım

    tekniği bakımından güçlü olan şairi, Tevfik Fikret, İsmail Safa, Mehmet Akif ve

    Yahya Kemal gibi şairler izler. Bunu M. Akif: “Naci olmasaydı, Fikret de ben

    de olmazdık” sözüyle doğrular (Tuncer, 1996: 236).

    Muallim Naci, şair olduğu kadar aynı zamanda önemli bir dil

    teorisyenidir. Şiir ve nesrinin üstünde, onun bu dilci tarafı devrine asıl tesir eden

    tarafıdır (Tanpınar, 2012: 595). Muallim Naci, “Muntazam bir lisana malik olan

    bir millet mutlaka mesut olur” diyerek millet olma yolunda dilin önemini

    vurgular (Enginün, 2014: 523). Naci dile sahip çıkmanın şartları arasında, tıpkı

    Namık Kemal gibi dilbilgisi (Istılahat-ı Edebiyye) ve sözlük (Lügat-i Naci)

    kitaplarını şart koşar (Enginün, 2014: 523). Mehmet Kaplan, Naci’nin dili

    kullanma açısından ve üslup bakımından Şinasi haricinde, hiçbir Tanzimat

    şairinin, bu kadar halka yakın bir ifade tarzı kullanmadığını öne sürer (Kaplan,

    2010: 95). Nazım alanında, dil, biçim, konu, zevk bakımlarından zamanının bir

    hayli ilerisinde yeni örnekler vermiş bulunan Muallim Naci, nesir alanında da

    ileridir. Rahatlıkla söylemek mümkündür ki -Ahmet Mithat Efendi dışında-

    hemen hiçbir Tanzimat dönemi yazarının dili Naci’ninki kadar duru, temiz ve

    yerli bir Türkçeye ulaşamamıştır. Kısacası, edebiyat diline saf Türkçenin gerçek

    sesini verenlerden biri de, kuşkusuz odur (Kutlu, 1993: 270). Zaten Muallim

    Naci’nin döneminde çok okunmasının ve kısa sürede ünlenmesinin en önemli

    nedenlerinden biri de edebî dile getirdiği yeniliktir (Demir, 2010: 183). Yine bu

    noktada VIII. Müsteşrikler Kongresi’nde ona “Türkçeye hizmetlerinden dolayı”

    ödül verilmesi dikkat çekicidir (Kocakaplan, 2007: 4).

    Muallim Naci, şiir ve dil hakkındaki görüşlerinin yanında tercüme

    konusunda da ayakları yere basan düşüncelere sahiptir. Naci’nin çevirileri ve

    çeviri hakkındaki düşüncelerini müstakil olarak inceleyen Fevziye Abdullah

    Tansel, Naci’nin Batı’dan yeni zannıyla alınanların bir kısmının, Doğu

  • ÇALIK, H.

    80

    eserlerinde zaten mevcut olduğu ve Doğu’yu tamamıyla ihmal ederek Batı’yı

    taklidin hatalı olduğu fikri üzerinde, ısrarla durduğunu belirtir. Naci, Batılı bir

    eserin barındırdığı fikir veya görüşü Doğu eserlerinde de arar ve paralellikleri

    işaret eder. Naci tercümelerin aynen, mealen veya genişletilerek yapılabileceğine

    inanır. Dillerin ifade tarzlarının birbirinden farklı oluşu, aynen çeviriyi her

    zaman başarılı kılmaz, hatta yazıldığı dilde mükemmel olan eser nakledildiği

    dildeki haliyle anlamsız ve zevksiz olur. Tansel bu noktada şöyle bir tespitte

    bulunur: Muallim Naci’nin tercüme hakkındaki görüşleri bugünkü

    Karşılaştırmalı Edebiyat Biliminin temel mantığıdır. (Enginün, 2014: 525)

    Muallim Naci, şiir, dil vb. alanlardaki görüşlerinin anlatılması ve

    duyurulması noktasında çağın yayın organlarını da takip etmeyi ihmal etmez.

    Özellikle modern edebiyatın temel malzemesi olan gazetenin önemini edebî

    hayatının başlarında kavramış ve bu mesleğe gönül vermiş bir sanatçıdır.

    Tercüman-ı Hakikat ile başlayan basın hayatı; İmdâdü-l Midâd, Saâdet, Teâvün-i

    Aklâm, Mecmua-i Muallim ve Mürüvvet gibi çeşitli gazete ve dergilerle devam

    eder. Ayrıca tiyatroya yabancı kalmayan Naci; tenkit türünün, zaman zaman

    aşırıya kaçmakla birlikte, güzel örneklerini verir (Parlatır, 1988: 393). 1893

    yılında vefat eden Muallim Naci, 44 yıllık kısa yaşamına 50’nin üzerinde eser

    sığdırır. Eserlerinin yayınlanış tarihlerine bakıldığında ise bu eserleri 10 yıllık bir

    süre zarfında kaleme aldığı görülür. Başta şiir olmak üzere eleştiri, mektup,

    tiyatro, çeviri, manzum destan, hatıra, biyografi, roman dil ve edebiyat

    alanlarında çeşitli eserler kaleme alan Muallim Naci yazılarında Yahya, Naci,

    Abdullatif Fahri, Bir Firkatzade, Ahmet Mesud, Mesud-ı Harabati ve Muallim

    Naci gibi takma adlar kullanır.

    2. Memleket Şiiri Olarak: “Dicle”

    Muallim Naci memleketin farklı yerlerini görerek, buralardan edindiği

    gözlem ve izlenimlerle –belki yeni Türk şiirinde ilk defa- memleket şiirleri

    yazma imkânını bulur. (Kutlu, 1993: 268). “Zevkiyle, söyleyişiyle ele alıp

    işlediği konularla yerliydi. Yurdun bir ırmağı, Dicle nehri, ilk kez onun

    mısralarıyla edebiyatımıza girmişti. Abdülhak Hamit; Hind, Asur, İngiliz, Arap

    ve Yunan’dan, Namık Kemal; yüzyıllar öncesi Türkler’den, Recaizade ve Sami

    Paşazade Sezai İstanbul’un alafranga tabakasından söz ederken köy

    delikanlılarının, köy genç kızlarının duygularından söz eden Muallim Naci

    olmuştu” (Özdemir, 2002: 10). Bu bakımdan “Dicle” şiiri Anadolu’nun,

    yenileşen Türk şiirine konu olması yolunda atılan ilk somut adımlardan biridir.

    Muallim Naci, “Dicle” şiirini Anadolu Müfettişliğine atanan Sait Paşa ile birlikte

    Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’ya yapmış olduğu seyahat sırasında

    yazar.

    Dicle nehri, Anadolu’nun güneyinden Basra Körfezi’ne akan bir

    nehirden ziyade, varoluşundan beri o coğrafyaya tanıklık ederek medeniyet

    taşıyıcı bir değer mekân niteliğindedir. Su ile insan arasındaki varoluşsal ilişki de

    medeniyet oluşumunda etkendir. Zira medeniyet, suyun etrafında kurulur. Dicle

    nehrinin bulunduğu konum ve fiziksel şartları kadar nehri oluşturan suyun

    mitolojik ve felsefi boyutu da önemlidir. “Eski Mısır, Hint ve Çin efsanelerinde

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    81

    (Eliade, 1992: 155-157; Campell, 1994) suyun, yaratılışın temel kaynağı

    olduğuna dair bilgiler vardır. Yine İncil (1992:185) ve Kur’an1’da da su

    unsurunun kâinatın cevheri, “materiaprima”sı olduğu söylenir” (Korkmaz,

    2015: 48). Doğal olarak su, varlığın ilk maddesi, özü olarak da yorumlanabilir.

    Hatta Herakleitos’un “Ölümdür ruhlar için suya dönüşmek” söylemine göre

    ölüm suyun kendisi, yani başlangıç ve sonun kıstasıdır (Bachelard, 2006: 68).

    Diğer yandan varlığa ait sırrı bünyesinde barındıran su, mitik anlamda

    somutlanamayan şeylerin evrensel bütünlüğünü önceler. (Eliade, 1992: 181). Bu

    açıdan “Dicle” şiirindeki “su kültünün mitik yorumu” (Korkmaz, 2015: 48)

    önemli bir anahtardır.

    “Dicle” şiiri Muallim Naci’nin, sıla ve vatan özlemini benliğinde

    duyduğu dönemin ürünüdür. Bu özlem sadece Anadolu yıllarını kapsamaz.

    Muallim Naci’de vatan özlemi, memleket hissiyatı babasının ölümünden sonra

    İstanbul’dan zorunlu olarak gittikleri Varna dönemiyle başlar. İlk ayrılık, ilk

    gurbet sekiz yaşındayken “Vatanımdan tebâüd etmiş idim” (Muallim Naci,

    1301/1883: 65) dediği Varna’daki dayıları Demirci Ahmet Efendi’nin yanı olur.

    Çevresel olarak İstanbul’dan ayrılış olsa da Varna da o dönem itibariyle Osmanlı

    toprakları içerisinde, vatan toprağının bir parçası konumundadır. Buradaki vatan

    kavramı sadece üzerinde durulan, “ (…) topografik bir yer değil, anlam üreten,

    anıları barındıran, kişinin iç dünyasını yansıtan bir değer” (Korkmaz, 2015: 82)

    boyutundadır. Yani Muallim Naci’nin yüreğinde hissettiği baba ocağı, babasız

    kalma düşünceleridir. Çünkü sekiz yaşındaki küçük Ömer2 için, baba; vatandır,

    güvendir, güçtür. Diğer türlü babanın olmadığı Varnalı yıllar “(…) yolunu

    kaybetmiş bir çocuk için (…) algı yönüyle artık açık ve geniş bir alan değil;

    kendini konumlayamadığı, tanımlayamadığı ve içinden sıyrılıp çıkamadığı dar ve

    karmaşık bir labirent” ten (Korkmaz, 2015: 83) farksızdır. Küçük Ömer

    babasının hayatta olduğu İstanbul döneminde “(…) kendini güvende hisseder;

    kimliği, varlığı, değerleri koruma altındadır” (Korkmaz, 2015: 93). Dolayısıyla

    Feyziye Mektebi’ndeyken falakaya yatırmasından çok korktuğu hocasına karşılık

    baba imajı “Korkma oğlum! Ben seni dövdürmem” (Muallim Naci, 2013: 33)

    diyen koruyucu güç konumdadır.

    “Sorma amma nasıl tebâüd ediş” (Muallim Naci, 1301/1883: 65)

    dizesiyle Muallim Naci, çocuk yaşta hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmenin kolay

    olmadığını ifade eder. Bu yaşanılan zor günler Muallim Naci’nin hayal

    dünyasına onulmaz yaralar açar. Bunun üzerine Sait Paşa ile Anadolu yaşamı

    gurbeti iyice içine sindirir.

    Muallim Naci, Sait Paşa’nın kâtipliğini kabul ederek onunla birlikte

    birçok farklı iklimler, coğrafyalar, kültürlerle tanışır. Aslında bu yönden

    bakıldığında Naci’nin Varna’daki içe kapanık yaşamına yeni bir soluk gelmiş

    1 Kur’an, “O, (…) Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yarattı.” Hud/7, “O,

    insanı bir damla sudan yarattı.” Nahl/4, “ İnkâr edenler (…) her canlı şeyi sudan

    yarattığımız görüp düşünmediler mi? Enbiya/30. 2 Muallim Naci’nin asıl adıdır.

  • ÇALIK, H.

    82

    olur. Gittiği her yeni yer onun için farklı anlam taşımakta ve yeni şeyler

    öğreneceği için merak uyandırmaktadır. Özellikle “(…) Bağdad’a doğru gitmiş”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 65) olma, Muallim Naci için, Osmanlı döneminde

    âlimlerin ve bilginlerin dolup taştığı şehre kavuşma heyecanıdır. Ayrıca

    Bağdat’a duyulan sevgi, âşıkane duyuş medreselerde yetişen, tasavvufla iç içe

    olan Muallim Naci’nin bir nevi eski edebiyata olan bağlılığının göstergesidir. Bu

    bakımdan Naci için bu gezi hem sıladan ayrılığı, hem de vuslatı imler.

    “Dicle” şiirinin ikinci kıtasına da hasret temi yoğun bir biçimde işlenir:

    “Eşk-i hasret eser-nümâ-yı hürûş

    Ser hevâdar, sine gam-perver

    Dil hayâl-i vatanda, leb hâmûş

    Yine amma kalem nagam-perver”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 65)

    Muallim Naci’de hasret, gözyaşı sıla ve memleket özleminden dolayı coşar.

    Böyle olunca dil konuşmasa da gönül asıl vatanı arzular. Muallim Naci’nin

    gönlü, doğup büyüdüğü vatan topraklarındadır. Abdullah Uçman, Naci’deki

    vatan fikrinin kendinden öncekilerde, mesela Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa

    vd. görüldüğü şekilde idealize edilmiş siyasi bir amaç taşımadığını belirtir.

    Ondaki vatan düşüncesi, siyasi amaçların tam tersine, gerçekçiliğe daha yakın ve

    daha inandırıcı bir biçimde görünür. Öncekiler İstanbul dışındaki coğrafyayı pek

    tanımamış oldukları halde, Naci geniş bir ülke coğrafyasını tanımış, belki

    bundan belki de hayatındaki imkansızlıklar yüzünden, selefleri gibi ütopik bir

    hürriyetçiliğe heveslenmemiştir (Uçman, 1974: 25).

    “İkidir kıble-gâh-ı can u tenim

    Birisi sevdiğim bir vatanım

    Ne işim var cihanda gayrı benim

    Sevdiğim kız nihan vatan viran.”

    (Uçman, 1974: 25)

    gibi dizelerde de sıkça vatan kavramından söz eder. Buradaki vatan algısı canla

    eşdeğerdir. Şiirde Naci için iki önemli değer vardır: Biri sevgili diğeri dünyayı

    yaşanılası kılan vatan toprağıdır.

    Duygusallığı şiirlerine yansıyan Muallim Naci’de Sakız adalarına

    gidişle yine bir gurbet duygusu, vatan hasreti ve bir garipliktir başlar. Naci’de

    sürekli gibi görünen, fakat içtenliğini hiçbir zaman kaybetmeyen duygulardan

    biri, belki de en önemlisi vatan hasretidir. Onun yine bir şiirinde:

    “Uzadıkça vatan garip ezilir

    Kürbet-i gurbeti garip bilir.

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    83

    Gece kaldım şu gam-feza derede

    Vatanım nerede ah ben nerede.”

    (Uçman, 1974: 14)

    şeklinde feryatlar sık sık duyulur. Bu serzenişler onun yüreğindeki gurbet

    acısının ağırlığını hissettirir. Bu bağlamda Muallim Naci vatanı kendisine dert

    edinir, onun özlemiyle kendisini karanlıklarda bulur. Diğer türlü bu vatan

    hasretini gönlünde yaşamayan birinden, bu tür içtenlikleri duymak neredeyse

    imkânsızdır.

    Muallim Naci gurbet duygusunu her ne kadar içselleştirse de kederi şiire

    yansır. İnsan, yapısı gereği duygusal olduğu zaman konuşmak yerine susmayı, iç

    sesini dinlemeyi tercih eder. Çoğu zaman da düşündüklerini dışa vurmaktan

    kaçınır. Muallim Naci de kederle, üzüntüyle, gamla dolu olmasına rağmen içi,

    dışa pek vurmaz. Bu hali de kaleminin “nagam perver” olmasından anlaşılır. Bir

    şairin kaleminin şarkı söylemesi, mutluluk ifadelerini sarf etmesi gerçekte de o

    hali barındırmasından ileri gelir ancak Muallim Naci de tam tersi bir durum

    mevcuttur. Her ne kadar kederden, gamdan, özlemden konuşamasa da kalem

    haline tercüman olur.

    Sanat eseri bir bakıma içinde bulunulan çevrenin şekillendirdiği duygu

    ve düşüncelerin temellendirdiği ve edebî bir üslûp ile ortaya konan eserlerin

    birleşimine bağlı olarak gelişir, değişir ve bir içeriğe kavuşur. “(…) şiir de

    tabiatla insan arasında kurulan muadeleden doğmuştur. “Tabiat, insan zekâ ve

    muhayyilesinin ilk ilham kaynağı, ilk kudret membaıdır” (Siyavuşgil, 1993:7).

    Doğal ve yapay çevrenin edebî esere yansıması farklı boyutlarda gerçekleşir.

    Tabiatın modern Türk şiirine, bir ilham kaynağı oluşu ve onun tasvir edilmeye

    başlanılması romantizm akımının etkisiyle Tanzimat döneminde ivme kazanır.

    Muallim Naci de tabiatı hem tasvir unsuru hem de ilham kaynağı olarak kullanır.

    Tabiatın bir parçası olan Dicle nehri ile yaşamını öylesine özdeşleştirir ki “Cûşa

    başlar görünce seyl-i dilim / Lâübali revişli enhârı” (Muallim Naci, 1301/1883:

    66) derken Dicle’nin kendi halinde akışının kendi gönlündeki selin akışkanlığını

    ve coşkunluğunu artırdığını söyler. Muallim Naci, sahip olduğu kırılgan hissi

    duyguları serbest bırakmayı, özgürleştirmeyi arzular. Küçük yaşta başkalarına

    muhtaç olarak yaşama zorunluluğu Muallim Naci’nin nehrin özgürlüğüne

    duyduğu ilginin bilinçaltındaki izleridir. Naci’nin içinde biriken duygusal

    kırılmalar zamanla gün yüzüne çıkmaya başlar. Böylelikle Anadolu yıllarından

    sonra İstanbul yaşamı rindane bir görünüme kayar. “Fırat vadileri, Erzurum

    dağları, Halep, Diyarıbekir, Mamuretülaziz (Elazığ), Sivas ve Trabzon’u içine

    alan bu Anadolu seyahati Naci’nin bütün sabrını tüketmişti denebilir. Bu garip

    seyahat dönüşü İstanbul’da biraz derbeder dolaşması, gurbetin kazandırdığı

    duygular ve bıkkınlıklarla izah edilebilir” (Uçman, 1974: 14).

    Muallim Naci için yaşamın anlamı, nehrin her bir kıvrımında saklıdır.

    Sayısız kıvrımla dolu olan nehrin bu kıvrımları farklı dünyaların eşiğine atılan

    adım; kendilik değerlerine doğru yapılan yolculuğu ifade eder. Haliyle masal

    gibi bir baba ocağından, “yer edinme” ye (Korkmaz, 2015: 176) çalıştığı

  • ÇALIK, H.

    84

    Varna’ya, oradan da “Asya seyahati”3 diye tabir ettiği Anadolu gezisi Muallim

    Naci için yaşamın önemli dönüm noktalarıdır.

    “Bir gelir, şöyle bir lâtif döner

    Gidemez hep bir istikâmette

    Her dönüş arz eder cihân-ı diğer

    Her cihân başka bir letâfette”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 66)

    dizeleriyle hem Dicle nehrinin, hem de kendi yaşamının önemli evrelere sahip

    olduğunu açıklar.

    Muallim Naci açıktan açığa Dicle nehrini “Nedir ey cûy-ı hoş reviş bu

    şitâb” (Muallim Naci, 1301/1883: 66) dizesiyle kendisine muhatap almaya

    başlar. Dicle, kendisine çizilen ya da kendisinin çizdiği yolda Basra körfezine

    doğru akmaktadır.

    “Acaba Basra körfezinde ne var?

    Durma git, git ki etti Hâlık-ı âb

    Bahrı, nehr-i revâna câ-yı karâr”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 66)

    Muallim Naci bu dizelerde Dicle’nin niçin Basra körfezine aktığı

    sorusuna yine kendi cevap verir. Evrenin yaratıcısı olan, varlığın asıl sahibinin

    böyle bir ilahi düzen istediğini ifade eder. Bu noktada dikkati çeken Dicle

    nehrinin kişiselleştirilmesinin yanında, insan gibi yorulmaya yüz tutan ve

    dinlenmeye ihtiyacı olan bir varlık gibi işlenmesidir. Naci’nin nazarında suyun

    yaratıcısı denizleri; nehirler için son durak niyetine yaratmıştır. Ancak bu bağlam

    da suyun da insan gibi ölümlü olduğu, nasıl ki insanın son durağı bu dünyada

    mezarsa, bir nehir içinse, içerisine karıştığı deniz veya okyanus olduğu gerçeğine

    göndermede bulunulur. Gaston Bachelard’ın dediği gibi canlı olan her su, ölmek

    üzere olan bir sudur. Yine maddenin imgelemi noktasında önemli düşüncelere

    sahip Bachelard’ın “Ölüm bir yolculuktur ve yolculuk da bir ölümdür. ‘Gitmek,

    ölmektir biraz.’ Ölmek gerçekten de gitmektir ve insan en iyi, en cesur biçimde,

    en açık biçimde suyun akışını, geniş ırmağın akıntısını izleyerek gider. Bütün

    ırmaklar Ölüler Irmağına akar. Yalnızca bir ölüm hayalidir. Yalnızca bu yola

    çıkış bir serüvendir” (Bachelard, 2006: 88) cümleleri önemlidir. Bu doğrultuda

    insan için mezar sembolik olarak dünyanın sonu, öte âlemin başlangıcını

    imlerken, nehirdeki su için ise denize akma (Basra körfezi), yeni bir oluşum

    3 “Asya seyahati dediğim şey Halep, Diyarbakır, Ma’muretü’l-Aziz, Sivas, Erzurum,

    Trabzon vilayetlerinin bazı” mühim cihetlerini “dolaşmaktan ibaret bir garip seyahat idi ki

    dokuz aydan ziyade” sürmüştü” (Tarakçı, 1994: 47).

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    85

    sürecinin, çoğalma ve genişlemenin eşiğidir. Bilinir ki, güçlü bir su damlası

    dünya yaratmaya ve karanlığı bozmaya yeter. Gücün hayalini kurmak için

    derinlemesine imgelenmiş bir damladan başka şeye ihtiyaç yoktur. Böyle

    devingenleşen su bir tohumdur; yaşama tükenmek bilmez bir sirkülasyon

    kazandırır (Bachelard, 2006:17).

    Muallim Naci şiirin devamında Dicle nehri ile kendisini karşılaştırır. En

    az kendisinin de bu nehir kadar coşkun mizaca sahip olduğunu ve buralara

    gelmeden önceki zamana atıfta bulunur:

    “Ben de bir başka cûy-ı cûşânım

    Nice vadiden eyledim cereyan”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 67)

    Bu dizelerin devamında ise ruhsal açıdan Dicle nehrinden ziyadesiyle

    coşkun olduğunu belirten Naci, onun Basra körfezine ulaşma sevdasından çok

    kendisinin deniz hasretiyle coşup çağladığını dile getirir:

    “Firkat-i bahr ile huruşanım

    Bende senden ziyadedir feyezan”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 67)

    Muallim Naci, Varna’dan ayrıldıktan sonra birçok yerler dolaşıp, çeşitli

    insanlarla tanışır, çektiği sıkıntıların etkisiyle hayattan soğur, uzaklaşır. Bu

    uzaklaşma ölüm realitesi olabileceği gibi Türk edebiyatında daha çok Servet-i

    Fünun yazar ve şairlerinde görülen “öte düzen aşkınlığı” (Korkmaz, 2014: 183)

    olarak adlandırılan dünyanın sıkıcılığından bunalan bireyin kendine yeni ya da

    farklı yerler arama isteğinden kaynaklanıyor, olabilir. “Ütopya ya da hayali

    mekân algısı zihinsel bir tasarım olarak her bireyde olabilmekle birlikte

    sanatkâr ruhlarda daha belirgin bir biçimde açığa çıkar” (Kanter, 2011: 964).

    Gerçek dünyadan soyuta, kendine bir “yapay cennet” kurma algısı, Fuzuli’nin

    “Gelin ey ehl-i hakikat çıkalım dünyadan/ Gayr yerler gezelim özge sefalar

    sürelim” dizeleriyle temellendirilebilir. Bu bağlamda Muallim Naci’nin Görün

    adlı gazelindeki şu beyitler ütopik mekan arayışına örnek gösterilebilir: “Çıkın

    şu savmadan zâhidân cihânı görün/Nasıl güzel geçiyor âlemin zamânı görün”

    (Parlatır, 1988: 408). Yine Kebüter manzumesinin bitişinde de özlemini çektiği

    mekânı tasvir eder:

    “Bir başka cihân olunsa ibrâz

    Etsek seninle şuradan pervâz

    Dünya nedir anmasak, unutsak

    Âvâreyiz âşiyâne tutsak.”

    (Muallim Naci, 1301/1883:15)

  • ÇALIK, H.

    86

    Başka bir şiirinde ise insan gerçeğinin en masum dönemi olan çocukluk

    yıllarına duyulun özlem, sığınma duygusu hâkimdir.

    “Masumluk kadar sevilir hâl görmedim

    Sibyâna incizâb-ı dilim ber-kemâldir

    Mümkün olaydı avdet ederdim sebâvete

    Tarif-i lütfu bence o hâle muhâldir”

    (Muallim Naci, 1307/1890: 35)

    Muallim Naci’nin şiirlerinde “öte düzen aşkınlığı” ya ütopik mekan ya

    da yaşanmışa sığınma şeklinde görülür. “Özellikle yaşamın tekdüze sınırlarını

    zorlayan sanatkârlar reel dünyadan kaçış yolunu seçerler. (…) Kaçış, bireyin

    olağandışı, alışılmadık, içinden çıkamadığı, bunaldığı özetle iç ya da dış

    etkenlerden kaynaklı bir durumdur” (Kanter, 2011: 963-964). Muallim Naci’nin

    hayal dünyasında şekillenen öte âleme meyil, şiirlerine böyle yansır.

    Muallim Naci şiirin devamında Dicle nehri ile Tuna nehrini karşılaştırır.

    “Feyezanın tezayüt ettikçe

    Tuna cûş eyliyor hayâlimde

    Tunalaştın gözümde gittikçe”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 67)

    Muallim Naci, Dicle ile Tuna nehrini fiziksel özellikleriyle kıyaslamaya

    tabi tutar. İki nehir de belirli yönleriyle birbirine benzer. Naci için burada önemli

    olan nehirlerin fizibilitesinden çok kendi dünyasında yer ettiği izlenimlerdir.

    Dolayısıyla şiirde her iki nehir üzerinden geçmişle ân arasında bir köprü kurulur.

    Tuna, çocukluk ve ilk gençlik döneminin geçtiği Varna yıllarının bilinçaltındaki

    izleridir. Dicle nehrine ise “Âh-ı memdûdum oldu hem-râhım” (Muallim Naci,

    1301/1883: 67) diyerek bir yol arkadaşı ve dost gözüyle bakar. Naci, Tuna’ya

    olan özlemini Dicle üzerinden şiire böyle damıtır. Dicle’nin Naci gözünde

    giderek Tunalaşması aralarında kurulan hasret bağının göz önüne serilmesidir.

    Dicle’nin Anadolu’yu, Tuna nehrinin de Balkanları sembolize ediyor olmasına

    rağmen her iki nehir de kader birlikteliğine sahiptir. Aynı İmparatorluğun

    sınırları içerisinde, birer kültürel kod taşıyıcısı konumundadır. Her ne kadar

    Tuna’nın içinden geçtiği topraklar (Bulgaristan), ile Dicle’nin de döküldüğü

    topraklar (Basra körfezi) artık Osmanlının yadigârı olmasalar da Tuna’ya

    atfedilen şiirler ve türküler, “bizim kendimizle ve geçmişimizle aramızı bularak

    ruhlarımızı daima uyanık tutar” (Korkmaz, 2015: 354). Dolayısıyla insana

    kimliğini kazandıran, duyumsatan eriştirici niteliğiyle türküler, şiirler, marşlar

    vb., ontolojik bir varlık haline dönüşürler. Bu varlık alanı, atalar ruhunu, evrenin

    bilgisini anlama ve anlamlandırma da kişiye kendilik bilinci ve gelecek güveni

    sağlar (Korkmaz, 2015: 347).

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    87

    Muallim Naci şiirin sonuna doğru Dicle nehri civarında bulunan

    eserlerin tarihi sürecine değinir. Kültürel kökü kadim medeniyetlere dayanan

    Anadolu coğrafyası geleneksel yaşamı mimari ve sanat bakımından şimdiye

    aktaran rol üstlenir. Mirası aktarma sürecinde coğrafyanın savaşlar ve doğal

    afetlere maruz kalması kimi zaman bu değerlerin yok olmasına, harabeye

    dönmesine sebebiyet verir. Naci de şiirinde bu duruma realist bir tutumla yer

    verir:

    “Acaba hangi asrın âsârı

    Ne bu viraneleri sevâhilde

    Oldu nakşı hayâlime sâri

    Kaldı yer yer harâbeler dilde”

    (Muallim Naci, 1301/1883: 68)

    Muallim Naci’nin “Dicle” şiirini kaleme aldığı dönemde Osmanlı

    İmparatorluğunun yıkılmaya yüz tuttuğu, başta Balkanlar olmak üzere Kafkaslar,

    Ege, Ortadoğu hatta Anadolu’da savaşların görüldüğü dönemlere rastlar.

    Anadolu coğrafyası bu bakımdan sürekli savaşlara sahne olan, medeniyetin

    kırılmalara uğratıldığı yerlerdendir. Bu bağlamda Ziya Paşa’nın İslam

    coğrafyasının içler acısı durumunu özetlediği şu dizeler önemlidir: “Diyâr-ı

    küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm/Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler

    gördüm” (Akyüz, 2015: 40). Her ne kadar yıkılan fiziki eserler olsa da,

    taşıdıkları misyon bakımından insanın zihnini sekteye uğratarak bilincine gem

    vurur. Dolayısıyla insan, yazgısı olan coğrafyasının maddi ve manevi değerlerini

    okuyabilmeli ve sahiplenebilmelidir. Osmanlı İmparatorluğu fethettiği yerleri el

    üstünde tutarak, iskân politikaları sayesinde bu yerleri kendi bünyesinde

    yaşatabilmek için oldukça çaba gösterdiği tarihe bakılarak gözlemlenebilir. Diğer

    taraftan Osmanlı dünyaya hükümran olurken, kendi köklerini, can suyu

    konumundaki sırtını yasladığı Anadolu’yu sahipsiz bıraktığı da söylenir. Bunun

    nedenleri daha çok Osmanlının içerisinde bulunduğu savaş ortamına, Balkanlar

    ve Kafkaslardan aldığı göçlerin yanı sıra ekonomik sıkıntılara bağlanabilir.

    Muallim Naci’nin vatan ve memleket kavramları bakımından

    duyarlılığını yansıtan “Dicle” şiiri gurbet ve özlem temalarının yanı sıra milli

    bilinç, öze yönelim gibi değerler kavramını da önceler. Naci şiirini, Anadolu

    coğrafyasının garip kalmışlığı, ötelendiği gerçeğiyle ama geleceğe ümitvar bakan

    bir hayalle bitirir.

    “Olsa kâşâneler kenarında

    Tazelense ümîd-i istikbâl

    Olsa mamureler civarında

    Ne güzel arzu! Ne tatlı hayal!”

  • ÇALIK, H.

    88

    (Muallim Naci, 1301/1883: 68)

    Bu hayal ve arzular Osmanlı’nın tekrar o eski ihtişamına kavuşması

    yönündedir. Tarihsel sürece bakıldığında Naci’nin bu istedikleri gerçekleşmez

    hatta durum daha da kötüye gider. Anadolu içine düştüğü birçok savaşla varlık

    yokluk mücadelesi yaşar. Özetle bir sanatkâr olarak Muallim Naci de “Dicle”

    şiirinde Anadolu’nun içerisinde bulunduğu acı gerçekle yüzleşmekten daha çok

    kaçış psikolojisinin sanatçı üzerindeki etkisinden hareketle ya arzuladığı ütopik

    mekana ya da geçmişin soylu günlerine sığınır.

    SONUÇ

    Tanzimat edebiyatının ikinci dönemi içinde yer olan Muallim Naci,

    Şinasi ile başlayan ve Namık Kemal’le geliştirilmeye çalışılan, Hamit ve Ekrem

    tarafından savunulan modern edebiyatın karşısında gibi görünse/gösterilse de

    bütünüyle moderniteden kopuk değildir. Hatta tam olarak düşündüğü eski

    edebiyatın tamamen yıkılmaması, onun sadece devrin şartlarına göre

    modernleştirilmesidir. Onu böylesine bir tavır almaya götüren sebepler arasında,

    Ekrem’le biraz da şahsiyete kadar uzanan gereksiz tartışmasını da göstermek

    mümkündür. Hatta bu durumun biraz da inatlaşmadan kaynaklandığını da

    gözden uzak tutmamak gerekir. Aslında o dönemde geniş bir okuyucu kitlesine

    seslenmesi, yeni yetişen pek çok genci yanında tutabilmesi ve bir otorite olarak

    kendini kabul ettirmesi hiç de küçümsenecek bir durum değildir. Öte yanda

    yetişme ve yaşayış tarzı ile yorumlayabileceğimiz eski edebiyat zevkini

    benimseme ve savunma, bir anlamda yenileşen edebiyatın içinde onun bir ölçü

    adamı olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Muallim Naci Tanzimat döneminin

    mizacından şüphesiz etkilenen bir sanatçıdır. Bu devrin aydınları için “ikilem”

    sözcüğü anahtar olarak algılansa da Muallim Naci’yi açımlayan söz “itidal”dir.

    Nasıl ki Şinasi’nin, Namık Kemal’in, Recaizade Mahmut Ekrem’in ya da

    Abdülhak Hamit’in kendine göre düşünceleri ve söyleyecek sözleri varsa

    Muallim Naci de Tanzimat devrinin bir aydını olarak önemli düşüncelere

    sahiptir. Bu doğrultuda herkesin Batı’ya ve yeniliğe doğru koştuğu, Divan

    edebiyatından kaçtığı bir devirde, bu edebiyatın değerli yanlarının bulunduğunu

    cesaretle haykırması (Kocakaplan, 2007: 6) Muallim Naci’nin ikilemde

    kalmadığını aksine daha sağlam temele dayanan fikirleri olduğunu gösterir.

    Kendisini Doğu-Batı ayırıcısından ziyade sentezcisi olarak görmek daha

    mantıklıdır. Bu nedenle Naci’yi tamamen eski edebiyata ya da yeni edebiyat

    tarafına mâl etmek büyük bir saplantı olur.

    Muallim Naci klasik edebiyata bağlı olduğu kadar modern Türk şiirine

    de açıktır. Hem içerik hem de yapı bakımından yeni Türk şiirine katkısı

    tartışılamaz. Özellikle Âteşpâre adlı şiir kitabındaki Kuzu, Nusaybin Civarında

    Bir Vadi vd. şiirler Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Ahmet Mithat ve

    Abdülhak Hamit tarafından beğenilir. Nitekim incelemesi yapılan “Dicle” şiiri

    de modern Türk şiirine örnektir. Özellikle Tanzimat dönemi Türk şiirinde

    Anadolu coğrafyasının konu olarak işlenmesi bağlamında bu şiir bir ilktir,

  • Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”

    89

    denilebilir. Bundan ötürü bu şiir, geçmişin ve şimdinin birbiriyle bütünleştiği,

    ruhun ve nesnelerin birbirine karıştığı, tabiat ve memleket izlenimlerinin vücut

    bulduğu şiirlerdendir.

    KAYNAKLAR

    Aktaş, Ş. (2012). Yenileşme Dönemi Türk Şiiri ve Antolojisi, Ankara: Kurgan

    Edebiyat.

    Akyüz, K. (2015). Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul: İnkılâp.

    Bachelard, G. (2006). Su ve Düşler,(Çev. Olcay Kunat), İstanbul: Yapı Kredi.

    Balık, M. (2014). “Muallim Naci”, Tanzimat Edebiyatı (Edt: Özcan Bayrak),

    İstanbul: Kesit.

    Çetin, N. (2014). “Eski Edebiyat Geleneği Çizgisinde Yeni” Tanzimat Edebiyatı

    (Edt: İsmail Parlatır), Ankara: Akçağ.

    Demir, H. (2010). Muallim Naci: Eski Mi, Yeni Mi?,Türkbilig, S.19, s.176-185.

    Eliade, M. (1994). İmgeler ve Simgeler (Çev. M. Ali Kılıçbay), İstanbul: Gece.

    Enginün, İ. (2014). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-

    1923), İstanbul: Dergâh.

    Kanter, M. F. (2011). Tevfik Fikret ve Ahmet Haşim’in Şiirlerinde Ütopya,

    Türkish Studies, Volume 6/3 Summer, s.963-972.

    Kaplan, M. (2010). Şiir Tahlilleri I Tanzimat’tan Cumhuriyete, İstanbul: Dergâh.

    Kocakaplan, İ. (2007). İki Cihan Arasında Muallim Naci, İstanbul: Kapı.

    Korkmaz, R. (2014). İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara: Akçağ.

    Korkmaz, R. (2015). “Aytmatov Anlatılarında Ritmin Büyülü Gücü: Türküler”

    (s.344-354), Yazınsal Okumalar, İstanbul: Kesit.

    Korkmaz, R. (2015). “Dede Korkut Hikâyelerinde Su Kültünün Mitik

    Yorumu”(s.48-58), Yazınsal Okumalar, İstanbul: Kesit.

    Korkmaz, R. (2015). “Romanda Mekânın Poetiği” (s.77-99), Yazınsal

    Okumalar, İstanbul: Kesit.

    Korkmaz, R. (2015). “Yurtsuzluk İtkisi ve Anayurt Oteli” (176-188), Yazınsal

    Okumalar, İstanbul: Kesit.

    Kutlu, Ş. (1993). Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul: Remzi.

    Muallim, N. (1301/1883). Âteşpâre, İstanbul.

    Muallim, N. (1307-1890). Sünbüle, İstanbul.

    Naci, M. (2013). Ömer’in Çocukluğu (Hzl: N. Ahmet Özalp), İstanbul: Kapı.

  • ÇALIK, H.

    90

    Önal, M. (2013). “Modern Türk Edebiyatının Başlangıcı ve Tanzimat’ın

    İlanından Sonraki Türk Şiiri”, Türk Edebiyatı Tarihine Bir Bakış Yeni

    Türk Edebiyatı (Ed. M. Kayahan Özgül), Ankara: Kurgan Edebiyat.

    Özdemir, A. (2002). Muallim Naci Hayatı-Sanatı-Eserleri-Eserlerinden

    Seçmeler, İstanbul: Hikmet Neşriyat.

    Özgül, M. K. (2013). “Başlarken”, Türk Edebiyatı Tarihine Bir Bakış Yeni Türk

    Edebiyatı (Ed. M. Kayahan Özgül), Ankara: Kurgan Edebiyat.

    Parlatır, İ. (1988). Muallim Naci, Büyük Türk Klasikleri, Ötüken-Söğüt, C.8,

    İstanbul, s.396-397.

    Parlatır, İ. (1992). “19. Yüzyıl Yeni Türk Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı

    IV (Çağdaş Türk Şiiri), S. 481- 482, Ocak-Şubat.

    Siyavuşgil, S. E. (1993). “Türk Halk Şiirinde Tabiat”, Türk Edebiyatında Tabiat,

    Ankara: AKMB.

    Tanpınar, A. H. (2012).19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh.

    Tarakçı, C. (1994). Muallim Naci Efendi Hayatı ve Eserlerinin Tetkiki, Ankara:

    Furkan.

    Tuncer, H. (1996). Tanzimat Edebiyatı, İzmir: Akademi.

    Uçman, A. (1974). Muallim Naci, İstanbul: Toker.