KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

45
KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE NAOMI SHIHAB NYE Hazırlayan SAMET KÖSE BORGES DEFTERİ / E-BOOK /

description

NAOMI SHIHAB NYE Hazırlayan SAMET KÖSE BORGES DEFTERİ / E-BOOK / PROJE VII.

Transcript of KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Page 1: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

NAOMI SHIHAB NYE

HazırlayanSAMET KÖSE

BORGES DEFTERİ / E-BOOK /PROJE VII.

Page 2: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Naomi Shihab Nye

Naomi Shihab Nye, 1952 yılında St. Louis, Missouri’de, Filistinli bir baba ile, Amerikalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Yedi yaşındayken ilk şiirini yayınlandı. On dört yaşına geldiğinde ailesinin Kudüs’e taşınması nedeniyle bir yıl Kudüs’te kaldı. Şiirlerinde yalnızca Ortadoğunun değil, ABD’ye göçeden tüm diğer altkültürlerin de sesini dillendirmiştir.

San Antonio, Texas’daki Trinity University’de öğrenim gördü. Dört kez Pushcart Şiir Ödülü, Academy of American Poets tarafından verilen Lavan Şiir Ödülü, Jane Addams Çocuk Kitapları Ödülü, Paterson Şiir Ödülü Texas Institute of Letters’ün verdiği Carity Randall Ödülü kazanmış, kitapları çoğu kez American Library Association tarafından en iyi kitap olarak ödüllendirilmiştir. Akademisyen olarak Guggenheim Fellowship (1997-1998) ve Library of Congress tarafından Wittner Bynner Fellowship (2000) ile onurlandırılan Nye’ın sanatı ve yaşamı, Bill Moyers’in sunduğu The Language of Life ve The United States of Poetry gibi televizyon belgesellerinde konu edilmiştir.

Çağdaş Amerikan şiirinde kadınların azımsanmayacak önemli bir yeri vardır. Louise Glück gibi Anne Breadstreet ekolünün izini süren Nye, kendi kültürel geçmişini, yaşadığı ortamı, yakın çevresini şiirlerinde izlek olarak seçmiştir. Nye’ın şiirleri sıradan olaylara, sıradan insanlara ve nesnelere yepyeni bir kimilik kazandırmasıyla belirgindir. “Benim için şiirde birincil kaynak yerel yaşamlar, sokakta karşılaştığım insanlar, gündeliğin içinde küçücük ayrıntılarla kendisini ele veren kişisel, tarihsel geçmiştir” der.

İlk kitabı Tapınmanın Farklı Yolları’nda farklı kültürlerden insanların paylaşılmış yaşantılarına ve ince farklılıklara göndermede bulunur. Pikabı Kucaklamak adlı ikinci kitabında da ötelerde yaşayanların perspektifleri egemendir. Nye, benzerlikler kadar, farklılıklarımızı da konu alır. Sarı Eldiven adlı üçüncü kitabında bitip tükenmez trajedileriyle Ortadoğu’ya yeni ve daha olgun bir bakış kendini ele verir. Acı ve trajedinin yanına her zaman umudu koyar, “bizi öldürmeyen yaraların ancak güçlendireceğinden” sözeder.

Nye, çocuk kitapları da kaleme almış, antolojilere editörlük yapmış, şiir çevirileri yapmış, şiir okulamlarını kaydetmiştir. Şiir sanatına ilişkin denemelerini Asla Acele Değil adlı kitapta toplamıştır. Bu Aynı Gökyüzü: Dünya Şiirinden Derleme adlı eserinde 68 ülkeden 129 şaire yer vermiştir. Nye’ın ayrıca 1970’lerde Kudüs’e göçeden bir Arab Amerikalı gencin öyküsünü anlattığı Sevgilim adlı bir romanı vardır.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri, Balarısı, Benimle Gel, Bir Polisi Soymak, Neyi Kaybettin?, Yakıt, Ayak İzlerimiz Arasındaki Boşluk: Ortadoğu Resimleri ve Şiirleri, Ninni Salı, Sevgilim, Asla Acele Değil, Benito’nun Düş Şişesi, Sözcükler Altında Sözcükler: Seçme Şiirler, Kırmızı Çanta, Sitti’nin Sırları, Nane,Görünmez, Sarı Eldiven, Pikabı Kucaklamak ve Tapınmanın Farklı Yolları gibi kitapları yayınlanmış başlıca eserleri arasındadır.

Naomi Shihab Nye, son şiir kitabı Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri ile şimdiden National Book Award’unu aldı. Kitabın başında yer alan, şiir sanatının arkaplanını yansıtması yanı sıra, 11 Eylül trajedisi sonrasında yaşanılanları anlamlandırma açısından da önemli mesajlar içeren manifestosunda şunları dile getiriyor:

“Birbirinden kopmuş toz taneleri olarak başlarız.

Page 3: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Yok, kuşlar olarak başlarız. Şanslıysak yuvası olan kuşlar. Beslenmiş, özenilmiş kuşlar.

Kendi dallarına konuşlanmış daha nice kuşların olduğunu bilmeyiz.Sonra, yakın bir anda, hem de çok yakın, yuvalarımızdan alaşağı ediliriz, tür değiştiririz, hem artık kuş da

değilizdir, şimdi artık ufka doğru sıçrayıp duran ve içimizde bizi ötelere iten bir umudu barındıran bir tür ceylanızdır. . . .

Bu da nereden çıktı? Sorumlusu biz değiliz. Ceylanı biz icat etmedik ki.

*Yaşamım boyunca Orta Doğu’yu düşündüm, onu yazdım, onun için meraklandım, onu içimde yaşadım, ziyaret ettim, onun için endişelendim, onu sevdim. Hem kutsanmış, hem de yazgılanmışız işte.

Amerika’da dünyaya geldim, ama babam dışarıya çıktığında yüzünü hep Orta Doğu’ya dönerdi. Mutfağımız Orta Doğu kokardı―zeytin yağında cazırdayan çamfıstığı ve sarımsak, kızarmış patlıcan, sıcak pide ekmeği. Babam çay yaparken demliğin içine nane taneleri koyardı. Kudüs’in Tarihi Yakasında Filistinli, Yunanlı, Musevi ve Ermeni komşularıyla mutlu bir gençlik sürmüştü. 1948’in acılı günleri sonrasında, ailesi, evini, herşeyini yitirdiğinde uzaklaşıp gitmek istemişti. 1950’lerde Kansas’taki az sayıda yabancı öğrencilerden birisi ve kasabadaki bir büfenin düzenli müşterisi olmuştu. Yirmibeş yıl sonra büfeci ile konuştuğumda, “Bana her zaman hayal aleminde yaşıyor gibi gelirdi, her zaman kaygılıydı, sanki başkalarının göremediklerini görüyor gibiydi” demişti. Evet dedim kendi kendime, göçmenler böyle olmalıydı, her zaman zihinlerinde öteki dünyalar olmalıydı.

Babam ve Amerikalı annem Orta Doğu mutfağından yepyeni yemekler icat etmişlerdi. Onlarla gurur duyardık. Evimizin arka bahçesini halka halinde oturan, incir ve şeftali yiyen, Arapça konuşan Orta Doğulu misafirler doldururdu. İçerde Arap musikisi çalardı. Babam kimsenin babasının anlatmadığı halk masalları anlatırdı―tatlı bir ruh hali vardı ve asla öfkelenmezdi. Mahallenin çocukları evimizin verandasında kamp kurar, babamdan eğlenceli masallar anlatmasını beklerlerdı. Parayla ve politikayla ilgisi olmayan çok görkemli bir dünyaydı bu.

Başından beri küçük ayrıntıları yazdım durdum―hani sadace başkalarının “küçük ayrıntıları”ndan daha ilginç olmayan, aynı zamanda kendimin de düşünebileceği şeylerdi bunlar. Yirmili yaşlarda diğer Arap Amerikalı yazarlarla tanıştığımda, hepimizin aslında aynı hazinenin imgelerini kullanarak dev bir kolektif şiir yazdığımızın farkına vardım (içimizde şiirinde incirden sözetmeyen var mıydı acaba?)

Kökenleri olmak, bağlantılı olmak beni her zaman mutlu etti, ancak arkaplanda ağır bir yük olarak taşıdığımız acılar da vardı: Filistin’in insanın içini burkan işgali, Lübnan’daki savaş, Suriye’de yaşanan trajedi, çoğu beldede kadınların baskılanması (babam sürekli “Ne denli şanslı olduğunun farkında mısın?” diye sorardı ve tabi ki değildim), Araplara yönelik ve Arapların yaptığı terör eylemleri, köktenciliğin yükselişi, Mısır’daki şiddet olayları, ayaklanmalar ve en son olarak Körfez savaşı . . . bitmek tükenmek bilmez sorunlar.

Arap Amerikalılar ayrıca ABD medyasında haberlerin dengeli yer almayışının sancısını da yaşıyorlardı. Çoğumuzun süregelen çekişmelerde acılarımızı paylaşan Musevi dostları vardı. Acaba sorunlar çözülemez miydi?

Daima aile sevgisi, zorluklara direnme gücü ve bitip tükenmez bir mizah duygusu ile büyüdük. Görkemli bir musikiye kulak verdik, ud ve flüt dinledik, yemeklerin en güzelini tattık. Giysilerimizi en girift süslerle süsledik. Şiirler okuduk, onları yüreklerimize bastırdık. Yıllar geçtikçe, Seeds of Peace gibi her iki taraf gençlerini bir araya getirmeye çalışan grupların varlığından haberdar olduk. Arap ve Musevilerin dengeli yerleştiği Neve Shalom/Wahat-al-Salaam gibi köylerin varlığından haberdar olduk. Her iki tarafın çocukları için düzenlenmiş Susam Sokağı programlarıyla sevindik.

Haberlerin insana iyimserlik veren her parçasına sıkıca tutunduk. Dikiş atmayı ve yaraları sarmayı öğrendik.

*

Page 4: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

11 Eylül, 2001 dünyanın en ürkünç günlerinden ilki değildi ama çoğu Amerikalının yaşadığı en korkunç gündü. Belki de benzerini asla yaşamayız. Orta Doğu’ya gönül veren ve kültürlerarası anlayışa inanan insanlar için o gün pek çok açıdan son derece trajikti. Köklü bir kültürün onuruna, binlerce masum insanın yaşamları üzerine kocaman bir gölge düşmüştü.

Bu facianın ertesinde yaşanan uçsuz bucaksız üzüntü içinde yüzeyde kalabilmek için ayrıntılara tutunduk.

Nedendir bilmem, Kahire sokaklarında sepet satan bir Mısırlı ince adam aklıma düştü, Kudüs’ün Tarihi kesiminde her zaman verdiğimiz paranın iki misli fazlası kumaş veren yaşlı bir kumaş ustası aklıma düştü.

Sade kahvaltılarımız aklıma düştü, kaymaklar, ince ince doğranmış salatalıklar ve kekik kokuları . . . ve nedendir menüde olmadığı halde oğluma sırf sevdiği için mercimek çorbası pişiren restoran sahibi Waleed düştü.

Aklımdan bir türlü çıkmayan bir düşünce zihnimin içinde kıvrandı durdu: Araplar tarih boyunca cömertlikleriyle ün yapmışlardır.

Çağlayanlar gibi mesajlar yağdı, ülkenin her yerinden, bir ülkeden diğerine. İyi misiniz?Milyonlarca diğer insan gibi ben de düşündüm durdum, ne yapabiliriz diye. Yazarlar, sözcüklere

inananlar, işler ters gittiğinde yine sözcüklerden vazgeçemezlerdi. Milyonlarcası gibi kendimi şiire yönelmiş buldum. İnsanların bu en içten edebiyat türünde asudelik bulmalarına neden şaşırmalıydım ki? Şiirdir bizi teskin eden, küçücük ayrıtıları besleyen. Büyük felaketler işte o ayrıntıları siler süpürürler. Beslenmek için şiire gereksinimimiz var, farkına varmak için, çünkü dil ve imgenin yoludur hiç bir haber kanalının ulaşamadığı yere ulaştıran ve bağlayan.

Belki de Arap Amerikalılar açık ve net bir şekilde, Orta Doğu’lu insanların neden olduğu bu inanılmaz acıdan üzüntü duyduklarını başkalarından iki kez fazla haykırmalılar. Kaybedilenleri ölçmek kolay değil. Bu kayıplar önümüzdeki yıllarda yankılanıp duracaktır.

Aynı zamanda başkalarına Orta Doğu’lu olup asla suça bulaşmamış olan binlerce masum insanın varlığını da hatırlatmalıyız. Sahici ve incelikli, çoğu kez de zor koşullarda hayatlar yaşayan insanların―özellikle içlerindeki o güzelim umudu korumaya çalışan çocukların varlığını hatırlatmalıyız.

Ve yaşlılarımız, zaten başlarından binlerce çile geçmiş olanlar. 106 yaşına dek yaşamış olan Filistinli babaannem düşer aklıma. “Sevmediği herkes ölünceye değin ölmeyeceğini” söyleyen babaannem. Bunu başardı da. Gerçekten de çok sevilen birisiydi. Okuması yazması yoktu ama olağanüstü masalları, nükteli sözleri ve bilgeliği ile göz kamaştırırdı. Onun kitabında politika sıkıcı, fanatizm ise maskaralıktı.

Filistin dışında bulunduğu tek yer Mekke idi. Hacı olarak adlandırılmaktan gurur duyardı, hac sonrası beyazlara bürünmekten de. Başkalarının giysilerindeki lekeleri çıkarmaya çalışırdı. Sanırım son trajediyi kendi dini üzerine düşen felaket ötesi bir leke olarak kabul ederdi. Ağlardı bundan eminim. İnsanların nasıl hissediyorlarsa öylece tapınmalarından yanaydı. Birbirine saygılı olmak, badem çatırdatan ateşin çevresinde oturmak, çay içmek, gülmeyi asla her ne olursa olsun bırakmamak. Tüm bu adamların çözemedikleri bilgeliği neydi acaba?

Onu incelemelerimde, şiirlerimde, resimli kitaplarımda, romanımda anlattıktan sonra huzur içinde yatmasına izin vermiştim. Sekiz yıl olmuştu onu kaybedeli. 11 Eylül’den sonra yeniden bilincime akın etti, uykularımdan uyandırdı, “Bu senin görevin. Benim için de konuşmalısın. Bundan ne denli nefret duyduğumu anlat. Bunun biz olmadığımızı anlat” diyordu hep.

Bu şiirleri bilge babaanneme ve her zaman güven duyduğum genç okuyuculara adıyorum. Büyükanneler ve çocukların egemen olduğu bir dünyada asla savaşlar olmazdı. Barış, dostlarım. Asla barışa inanmayı bırakmayın.”

Evet, zeytinler, sirke şişeleri, kekik kokuları, incir ağaçları, çam fıstıkları, humus, pirinçten dağlar, parıldayan lastik pabuçlar, keçiler, nane dalları, patlıcanlar, kabaklar, turplar, baklavalar, kuğular, ceylanlar, kehribarlar, çingeneler ve araplar arasında, turkuaz maviliğinde, indikçe derinlere inilen bir düş yolculuğuna

Page 5: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

çıkmak istiyorsanız, Neruda’dan Olofsson’a, Mahmud Derviş’ten Davud Kemal’e esintiler içeren Naomi Shihab Nye şiirleri sizleri bekliyor.

Samet KöseFranklin, TennesseeMayıs, 2011

Page 6: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Naomi Shihab Nye: Zamanı Yavaşlatmak İsterdim

―Samet Köse: Niçin şiir? Şiir yazmaya ne zaman başladınız? Başlangıçta neler yazdınız? İlk esin kaynağınız neydi?

―Naomi Shihab Nye: Şiir, sözcükleri zihinde birbirine yakın tutmak, sonra onları bir sayfaya yerleştirmek, uzay boşluğunda titrek bir ışıkla parıldar gibi hissetmek ve bizi bağlayabilecekleri her yere ulaştırmaları için yola çıkarmaktır. Altı yaşında şiir yazmaya başladım ve hiç bırakmadım. İlk esin kaynağım zamanın kendisiydi. Zamanı yavaşlatmak istedim. Hala da isterim.

―Samet Köse: Şiir ve düzyazılarınızda mekanın önemli bir yeri var, özellikle yaşadığınız ve kökenlerinizi oluşturan mekanların. Sizin için anlamlı olan mekanlardan sözeder misiniz. Örneğin, Kudüs’ten bahseder misiniz.

―Naomi Shihab Nye: Kudüs, babamın sevgili evi, çoğu insan için de yeryüzünün en çekici mekanı. St. Louis’i ise kendi evim olarak görüyorum ve benim için aynı şekilde değerli. Kendi mekanlarımız bizi daha geniş bir uzama bağlayan birer cazibe kordonları değil mi? Mekanları özel kılan nedenleri araştırmak istedim. Onların kokuları, görünüşleri, sesleri ve sayısız gizemlerini. Ailem Kudüs’e geri döndüğünde, kendimi daha görkemli bir dünyaya açılmış hissettim, o yaştaki dünyanın her yerindeki bir gencin aşina olduğu tüm çatışmalarla doluydum. Gençler için yazdığım Sevgilim (“Habibi”) adlı romanımda anılarımı anlattım. Samet, keşke o romanı Türkçe’ye sen çevirsen!

―Samet Köse: Elbette, severek yaparım bunu. Kendinizi öykücü olarak görüyor musunuz?

―Naomi Shihab Nye: Elbette. Bir anlamda herkes öykü anlatır. Öyküler aracılığıyla düşünür ve kendimizi anımsarız. hatta bazılarımız onlara politikacıların retoriğinden daha fazla güveniriz. Öyküler yaşamanın ne anlama geldiğini anımsatırlar bize.

―Samet Köse: En çok beğendiğiniz şairler kimler? Tekrar tekrar dönüp okuduğunuz şiir kitapları var mı?

―Naomi Shihab Nye: William Stafford. Nazim Hikmet. Mahmoud Darwish. Robert Bly. Denise Levertov. Lucille Clifton. Mary Oliver. Charles Simic. Fadwa Touqan. W.S. Merwin. Sevdiğim binlerce şair var ama bazılarını daha çok seviyorum. Bizi besleyen tüm şiir kitaplarını bulmalı ve yanımızdan hiçbir zaman eksik etmemeliyiz.

―Samet Köse: Şiir bir anlamda konuşmak, muhabbet etmek değil mi?

―Naomi Shihab Nye: Evet, elbette öyle. Tatlı bir muhabbet. Kıvrımlı, dolambaçlı ama zengin bir muhabbet.

―Samet Köse: Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri kitabınızı büyükanneniz Sitti Khadra’ya adadınız ve şöyle diyorsunuz: “Babaannemin elleri tanırdı üzümleri, nemli parlaklığını keçi postunun. Hastalandığımda o eller izlerdi beni. Ateşlendiğimde bulmak için uyanırdım başımı kaplayan sakinleştirici bir dua gibi elleri…” Nasıl da tatlı bir anlatım bu! İlginçtir, Sitti’de kendi büyükannem Ayşe’yi buluyorum. Bana biraz Sitti’yi anlatır mısınız.

―Naomi Shihab Nye: Sitti, 106 yaşına dek yaşadı. Sevmediği herkes ölünceye değin ölmeyeceğini söylemişti. İnsanların sürekli kavga etmelerine anlam veremiyordu. 1948’de yurdu işgal edildiğinde bile, kavganın ötesinde insanların bir şeyler yapabileceğine ve uzlaşılabileceğine inanıyordu. Neşe ve nur doluydu ve işittiğimiz en güzel kahkaha onunkisiydi.

Page 7: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

―Samet Köse: “Aşk soluklanmandır senin iki ülkede” dizenizde yarım olmanın ne olduğundan sözediyorsunuz. Anlamama yardım eder misiniz.

―Naomi Shihab Nye: Her insan bir karışım ürünü. Bir başkasını sevmek, hayatınızı sürdüreceğiniz bir eş bulmak daha da fazlasını, harmanlamayı ve mayalamayı gerekli kılıyor. Yaşadıkça ve sevdikçe büyüyoruz – sınırlarımız genişliyor. Böylece daha büyük ülkeler oluyoruz.

―Samet Köse: Yüzyıllardır Arap şairler “ceylan”ı şiirlerinde zarafet sembolü olarak kullandılar. “Ceylan” sizin için ne anlam taşıyor?

―Naomi Shihab Nye: Zerafet. Özgürlük. İncelik. Hayvanlara ait bir bilgelik. Hayvanları yemeyi de bir türlü anlayamıyorum.

―Samet Köse: Kendinizi ve şiirinizi politik buluyor musunuz? “Kudüs” şiirinizde, diyorsunuz ki: “Kimin acısı daha çok beni ilgilendirmez. Üstesinden gelmeye çalışanlar ilgilendirir beni.” Bunu açar mısınız.

―Naomi Shihab Nye: Geçenlerde bir yazar, politikanın yalın biçimde her insanın bir diğerine yaptıkları olduğunu yazdı. Evet, öyleyse politika her şey demek, öyle değil mi? Ben herkesin insan hakları, adalet, güvenlik, konuşma özgürlüğü, kısaca yaşama özgürlüğü, olsun istiyorum. Çocukların, yataklarında, evlerinde, kentlerinde, okullarında kendilerini güvende hissetmelerini istiyorum. Büyükanneme hükümetlerin onurlandığı ve onun da hiçbir zaman kaybetmediği barışı istiyorum. Yeryüzünün herhangi bir yerinde birisine karşı kulanılan silah olmasın istiyorum. İyi silahlara, kötü silahlara inanmıyorum. Kaybedilen yaşamlara acıyorum. Savaşları desteklemiyor, herhangi bir ülkenin işgaline karşı çıkıyorum.

―Samet Köse: “Onca çok acısı olan insanlar, saklayacak yerleri yok…Arapça konuşuncaya dek, acıyı anlayamayacaksın. Acının bir dili var mı?” diyorsunuz bir şiirinizde. Bana Filistin’de her yeni gün acılar ve kayıplar yaşayan insanların bununla nasıl başa çıktığını anlatır mısınız.

―Naomi Shihab Nye: Gerçekten yanıtını bilmiyorum. Her gün insanların bir yolunu bulmak zorunda oldukları bir şey bu, çözüleceğini de sanmıyorum. Ancak sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz üzerine az da olsa ışık parçaları saçabiliriz.

―Samet Köse: 11 Eylül saldırıları sonrasında neler hissettiniz? Bu trajedi sizi ve şiirinizi nasıl etkiledi?

―Naomi Shihab Nye: Kendimi yıkılmış, çok üzgün hissettim, yitip giden onca hayatın üzüntüsüydü bu. Kimsenin yaşamı aynı olmayacaktı, yükselen yas geleceğe doğru uzanan büyük bir girdap olacaktı artık. Birkaç bencil, düşüncesiz, hasta insan sayesinde, zaten çok sıkıntı çekmiş göçmenler için de yaşam daha zor olacakt. Geçenlerde Türkiye’de yaşanan bombalama olaylarına da aynı şekilde çok üzüldüm, onca yitip giden yaşam ve yok edilen ailelere…İnsanlar nasıl olur da böylesi korkunç şiddet örüntüleri sergilerler? Bundan kimin ne kazancı olabilir? William Stafford’un sözüne kulak veririm: HER SAVAŞIN İKİ KAYBEDEN TARAFI VARDIR.

Orta Doğu’yu sevenler artık onun güzelliğini, kültürünü, konukseverliğini yansıtabilmek için iki misli fazla çalışmalı. Bu bizim hem sorumluluğumuz, hem de bizim için bir lütuf. Ama havada kokladığımız hüzün çok fazla. Irak’ta kaybedilen hayatlara olan acımız büyük. Bu savaşın gereksiz ve yasal olmadığını düşünüyorum. Çoğu Amerikalı da aynı şekilde düşünüyor. Diğer ülkelerdeki halkların burada çoğumuzun savaşa nasıl da karşı çıktığını ve hala da karşı çıktığımızı bilmelerini isterdim. Kaos ancak daha fazla kaos doğurur.

Page 8: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Bir ülkeden diğerine son dönemde yaşadığımız trajik olayların temsil ettiğinin ötesine imgelem gücümüzü zorlamalıyız. Bence insanoğlu çok daha iyisini sergileyecek bir kapasiteye sahip.

―Samet Köse: Şiirleriniz, özellikle Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri, ihmal edilmiş, unutulmuş bir dünyanın Orta Doğu’nun kaydedilişi diyebiliriz. Herkes hayatı kendisine verilen bir dilin içinde yaşar, bu nedenle herkesin deneyimleri, o dilin içinde soğurulmuş ve anımsanmıştır. Bir başka dilin, bir başka kültürün anlatımını bir diğer dilde nasıl gerçekleştirebildiniz?

―Naomi Shihab Nye: Bildiğim tek dil bu da ondan! Aslında utanıyorum. Arapça, İspanyolca, Almanca çalıştım ama yalnızca İngilizce’yi akıcı biçimde konuşup, yazabiliyorum.

―Samet Köse: Şiirlerinizin tam da orta yerinde, dille birlikte, coğrafya, yani ayrılıklar, vuslatlar, elvedalar, sürgünler, nostaljiler, sıla özlemleri, ait olma yer alıyor. Bu bir anlamda zaman ve mekan arasında, özellikle uzak zaman, duygular, yaşantılar ve yürekler arasında bir bağ kurmayı sağlayan bir anlatım, bir biyografi. Anlatıcı ve baş karakter olarak kendinizi ironilerden, hatta insanın çekinebileceği anlatımlardan da sakınmıyorsunuz. Naomi, bu eşsiz şiirler için ve bu tatlı söyleşi için teşekürlerimi sunuyorum. Daima muhabbetle!

―Naomi Shihab Nye: Samet, bana gösterdiğin ilgiye, içtenliğine, cömert sorularına ve de nezaketine minnettarım.

Page 9: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Tapınmanın Farklı TürleriSözler Altında SözlerBilmediklerimizeSevgiliCeylanın 19 Türüİki Ülke Eriha’dan Arayan Dajani BeyKanYumruk Yapmak Sokaklar Mülteci Kampından GeçerkenBabam ve İncir AğacıErmeni Kızın BiyografisiSüpürge Yapan AdamDağdaki Muhammed İçinKırmızı SırmaKudüsAkla Gelmeyen HerşeyBaşkanım Ted Kooser Başkanımın Göndermediği Mektuplar

Page 10: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Tapınmanın Farklı Türleri

Diz çökmenin de bir şekli vardı,ince bir şekli, yaşadıysanız bir ülkede eğertaşların dümdüz olduğu.Dizlerini kayalara sokacakları gizli köşeler düşleyen kadınların.Duaları, yıpranmış kaburga kemikleri,ardı sıra dillendirilmiş mini kalsiyum sözcükleri,sanki hecelerin dökülmesiyapıştırırmışcasına o kadınları gökyüzüne.

Adamlar vardı yıllar boyu çobanlık yapan koyun gibi yürüyorlardı şimdi.Altında zeytin ağaçlarının, kollarını kaldırıp-Dinleyin bizi! Acılarımız var yeryüzünde!Öyle acılıyız ki kalmadı saklayacak yerimiz!Ama zeytinler barış içinde sarkmışsirke ve kekik kokulu çanaklarda.Geceleyin iştahla yerdi erkekler, pide ekmek ve beyaz peynir,ve mutluydular acılara rağmen,çünkü mutluluk vardı.

Kimisi hacca gitti,ak kumaşlara bürünerekbinlerce mil çölü aştılar otobüslerle.Ulaşınca Mekke’yetavaf ettiler kutsal mekanları,ayakta, tekrar tekrar,eğilip öptüler toprağıve döndüler, incelmiş yüzlerinde barındırarak gizemler.

Kimi kuzen ve büyükanneler için hac her gün sürse de,kaynağından sular taşıyarakya da üzüm sepetleri dererek.

Bunlardı doğumda varolanlar,terleyen annelere fısıldayanlar.Girift örgüler işleyen giysilerine çocukların,unutarak nasıl da kolay kirlettiklerini onları.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 11: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Sözler Altında SözlerSitt Khadra için, Kudüs’ün kuzeyinde

Babaannemin elleri tanırdı üzümleri,nemli parlaklığını keçi postunun.Hastalandığımda o eller izlerdi beni,Ateşlendiğimde bulmak için uyanırdımbaşımı kaplayan sakinleştirici bir dua gibi elleri.

Babaannemin günleri ekmektendir,yassı bir vuruş ve ağır ağır pişirmedir.Fırının yanında beklerdi, yabancı bir arabasokakta dolaşırken. Belki de alıkoyuyordu oğlunu,Amerika’ya gönderdiği. Çoğu kez, gezginlerdi,diz çöküp ağlayan gizemli türbelerde.Bilirdi hangi sıklıkta ulaştığını postanın,nasıl da enderdi bir mektubun gelişi.Mektup gelirse eğer, bağırırdı, bu bir mucize diye,tekrar tekrar dinlerdiloş aydınlığında akşamın.

Babaannem derdi kihiçbir şey onu şaşırtmaz.Av tüfeği yarası ve kötürüm bebeği bile.Gezip gördüğümüz yerleri bilirdi,gönderemediğimiz haberleri―sözlerimiz nasıl da kısadırve kaybolurlar ya yolda.Elveda eşinin paltosuna,sevdiği ve beslediklerine,derin gökyüzüne ondan tohum gibi saçılanlara.Kendi kendilerine kök verecekler. Hepimiz öleceğiz ya.

Babaannemin gözleri derdi ki Allah her yerdedir, hatta ölüm de bile.Meyve bahçelerinden sözderken ve yeni zeytin sıkıcıdan,Joha’nin masallarını anlatırkenve acemice bilgeliklerini,ilk düşüncesidir O, düşündüğü neyse adıdır O’nun.

Yanıtla, duyarsan eğer sözler altında sözler-yoksa sadece bir dünyadır okenarları pürtüklü,geçip gitmesi güç ve ceplerimizdoludur taşlarla.”

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 12: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Bilmediklerimize

“Sevdiklerimizin sevgisini duyumsamak hayatımızı besleyen yakıttır. Ama bilmediklerimizden gelen sevgiyi

duyumsamak . . . daha görkemli ve daha güzeldir . . .”―Pablo Neruda

1.

Madem ki savaşa girdi ülkemiz, artık olamaz tatlı duraksamalarımız―

yerine, kaygılı dönüşlerbir yerden diğerine,her köşe tıkış doluştur uzakama o denli özelsözleriyle ölülerin,

ağaçlar, balıklar, çocuklar,çağırarak, çağırarak,giyerler rengarenk lastik çarıklarsevgili Orta Doğuda,kafalarından kanayarak,tatlı uzun derin gerdanlarından.

Nedenini unuttum. Değişmişti.Her ne idiysesatıcıyı ezeceğizsusamlı simitleri bir tepsiye dizenarasında taşların kararlı bakışlarının.Dengesini yitirecek sonunda onca kusursuz dengeli yılların.

Yakalayın onu! Her uykunun içindedüşüp duruyor.

2.

Yeryüzünün tüm halklarını desteklerimbedenleri bedenime benzeyen ya da benzemeyen,ciltleri, benleri ve eski yara izleri,gizli açık tüyleri,eğri ayak parmakları. Desteklerim büyük şeyler yapmayanları,mercimek eleyicilerini, bilgelik eleyicilerini,söyleyin. Eğer kimseyi öldürmediysek

Page 13: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

iyi ya da kötü hiçbir şey uğruna,aydınlatsın nur ve beslesin yapraklarla kaplı damarlarımızı.

Desteklerim çamaşır kazanındaki giysileri,bir kadın döndürür de döndürürbir değnekle, kürekle, kirleri çıkartarak, basit giysileri bedenleri gökyüzüne iğnelenmiş.

3.

Ne öğrendiysek bizi bırakıp gitti.Hiçbir şey kalmadı geride.

Şimdi sözcükler tutuşur.Sloganlar düğümlenir boyunlardayüzler çıkıncaya değin.

Kumdan pencereler, kapı aralıkları, kayıp gitme duygusu gözlerini her kırptığında―

o kum tepesi mi? eskiden bir evdi. Ve çölemiyor yankıları―

o bilmediğimiz kimselerşimdi sanacaklar bizi bildiklerini.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 14: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Sevgili

1.

Bu kızarmış ekmeği koparıyorum Lübnan’daki ekmeğin ruhuna.Yarık taş, devrik kapı aralığı.

Birinin çaydanlığı ezilmiş. Birinin kızkardeşinin sağ gözünün üstünde derin bir yara açılmış.

Artık çayımız tatlanmaz. Çilekler yumuşar, küflenir,

geceleyin her elmada bir çürük belirir. Lübnan’ın ayakkabılarını bağlarım.

Tüm gün Teksas’ın gökyüzünde bir damla yaş belirmez Hazirandan bu yana Lübnanın dağlarıysa yaşlıdır, Lübnan’ın ağaçları yaş dolu.

Peki ya hava nemlenirse annelerin isimleriyle, birinci sınıfların berrak sesleri iğnelenirse Lübnan’ın haritasına bir kalkan gibi? Direnenlerin kampını ziyaret ettiğimde

kimsesiz Golan yakınlarında, kuzeye doğru bakarkenSuriye ve Lübnan’a, bir asma dalı baharlanırdı pembece teneke bir kutudan

ve cömert kalçaları olan bir kadın anneminki gibi derdi “İzle beni.”

2.

Birisi oradaydı. Orada olmayan birisi şimdi duruyordu. Yanlış bir yerde sol yanağında minik ay şeklinde bir iz ile ve bir çocuk elinden tutuyor. Şimdi su içtiler, aynı bardaktan. Derin düşüncelere dalmayarakolsa da düşünceleri, ah bilselerdi. Birisi büyümüş, diğeri büyümemiş. Kim düşünebilirdi zamanları farklıydı artan zamandan.

Page 15: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Bu oyun ellerimiz havada sona erirdi, havanın kendisi olurken. Orada olan birisi artık orada değil, sebepsiz. Orada olan ikisi.

Görülemeyecek kadar büyüktü nerdeyse.

3.

Türkiye’li dostumuz der ki dil nasıl da kırılgandır onu bir sevgiliye benzetirdi.

Bu sözü kollarımızın arasına alacağız. Küçülecek ve soluklanacak. Ürkütmek istemeyeceğiz onu. Dudaklarımızı bastırarak her hecenin kıyısına. Başka bir şey kurtarmaz bizi şimdi.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 16: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Ceylanın 19 Türü

Bir manevra yarası bu,uçarak bir fırlayış.

Şimdi gördü onlarıonları görmemişti.

Ceylanın inceliğisoluklanırken ele verir kendini.

Sonrasında ağlama gelebilir.

Sade kahverengi, ince benekli bir renk.

Yıllardır Arap şairler “ceylan”ızarafet sembolü olarak kulllandılar,ama hoplayıp zıplayan bir ceylanlı çimen içinsöylenecek sözleri yoktu.

Ceylan kendi türünden bir diğer ceylanıister miydi?

Yükseklerde uçarlardı tarih gibiboş bir sayfanın üstünde.

Yanı başlarında dev kaplumbağalar öpüşüyorlardı.

Başka ne gördük hayatımızda?Ceylanın 19 türünden daha güzelini değilyabanıl hayat mabedinde hürce sıçrayan . . .

“Oraya boşuna gitme,”demişti oteldeki adam.“çok uzak.”

Oysa küçük bir kum adasındayız,hiçbir şey uzak değil!

Gezindik taş yıkıntıları arasındaYaşam Ağacına doğru.Resmini çektik bir ilanın üstünde YOLU İZLEYİN yazan İngilizce ve Arapça.

Peki ya yol nerede?Söyleyin bana lütfen.Ceylanın da bir yolu var mıdır?Havanın tümü müdür yoksa ceylanın yolu?

Page 17: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Güneş ateşten bir eldi kafalarımızda.İnsanların sözleri vardı―bizim için ne yapmışlardı?

Bir ceylan yokbugünün başlıklarında.

Sonrasında ağlama olabilir . . .Ne zamandan beridir ceylanlarinsanlardan daha bilgedir?

Tatlı ceylanbaşını daldırıyorgümüşten çimenlerin havuzuna.

BahreynCeylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 18: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

İki Ülke

Ten anımsar nasıl da yıllar büyütürdokunulmazsa tene, bir gri tünelitek başınalığın, bir kuşun kuyruğundan kopmuş bir tüy, dönerek bir adım,süpürülür onun bir tüy olduğunu bilmeyenbirince. Ten yedi, yürüdü,uyudu, bildi nasıl kaldıracağını elinigörüşmek üzere dercesine. Ama ten hissettisanki hiç görülmediğini, hiç bilinmediğiniharitada bir belde gibi, kent gibi bir burun, kent gibi bir kalça, parıltılı kubbesi bir camininyüzlerce geçiti tarçının ve kementin.

Tenin bir umudu vardı, hani tenin hep yaptığı.Yaraların üzerini iyileştiren, bir yol yapan.Aşk soluklanmandır senin iki ülkede.Ve anımsar ten—ipek, dikenli çimen,derinlerinde cebin kendi sırlarını tenin.Şimdi bile, yalnız kalmadığında ten,anımsar yalnızlığını ve şükreder daha büyük bir şeyeki gezginler var, daha büyük mekanlara giden insanlar kendi benliklerinden.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 19: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Eriha’dan Arayan Dajani Bey

Dajanı Bey, Eriha’dan ararkitaplardan konuşmak ister.Orada kitap bulmak öyle kolay değilo tarihi kentte, o deniz seviyesindeki kentte.Kitap siparişi verirdi―Bazıları eline geçmezdi.Arkaplanda, ahenkli sesler,Dajani Beyin sesi patırtı arasında kaybolur.Papağanları mı var?“Hayır, kuğularım var benim! Güzelim kuğularımsizin gelip görmenizi bekleyen!Civcivli tavuklarımız var,epeyce de yumurtamız!”

Öğretmen mi o?“Hayır, Eriha’nın meteroloj uzmanıyım!”Eriha’nın havası her zaman buğulu değil midir?Eriha’ya yolumuz düşse ve onun adını versek,herkes yolu gösterirdi bize,kuğular evi gösterirlerdi.

“Hanımefendi, buralarda azıcık sıkıntılıyız biz.”Azımsama kralı mıydı aynı zamanda?“Bu yüzden makale yazıyorum.Yazmaya çalışıyorum, en iyisini yapmaya.Hatırlarsan demiştin ya ‘onlar kuzen, düşman değil’―Katılıyorum buna, ama buna sarılmak biraz zor bu günlerde.Bana mektup yazar, daha fazla anlatır mısın?Bu mümkün olsun isterdim.”

Bu adama kim direnir?Ona kitaplar gönderirim,sayfalar dolusu bohçalar.geceyarısı yazılmış notlar.Telefona not bırakır,can alıcı sayılar sayarak.Telefonumda artık kuğular.

En kötü haberlerin olduğu günlerde yine arar.“Hey, şimdi bizi bombalıyorlar Amerikan uçaklarıyla.Ama kitaplar geldi ya! Bilmeni istedimasla sarılmayı bırakmayacağız zeytin dalınanasıl da küçük mü küçük bir dal olsa da.İstediğimiz tek şey azıcık saygıydı.

Page 20: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Onur ve saygı taneleri.Çok mu umut ettik?İşte dünyanın en yeşil kentinde,çiçekler, limonlar, karpuzlar, sebzeler,yuvarlak masa ve barış görüşmelerine gereksinim var.Ölen kimse için keyiflenmiyoruz.Lütfen hatırlayın bizi!Sizi bekleyeceğiz burada, kuğular ve Ben.Kitaplar ve sayfalar,yürekler arasında bağlantılar.Bu bağı asla kesmeyeceğiz.”

Temmuz 2001 Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 21: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Kan

“Gerçek bir Arap bilir elleriyle nasıl tutulacağını sineğin”,derdi babam. Kanıtlardı da,anında yakalayarak elleriylesineklik elinde evin sahibi bakınıp dururken.

Baharda avuçlarımız soyulurdu yılan derisi gibi.Gerçek bir Arap bilirdi karpuzun elli çeşit yararı olduğunu.Değiştirdim bunları duruma uysun diye.

Yıllar önce, bir kız kapıyı çaldı,bir Araptı görmek istediği.Dedim ki bizde yok. Sonra babam bana masallar anlattı,“Shihab”―“kayan yıldız”―ne güzel isim bu, gökten borç alınmış.Dedim ki bir zamanlar, “Ölünce, geri mi vereceğiz?”Dedi ki bunu ancak gerçek bir Arap söyler.

Bugün başlıklar kanımda pıhtılanıyor.Minik bir Filistinli bir kamyonetten sarkmış ilk sayfada. Evsiz bir incir, berbat köklü bu trajediçok fazla bizim için. Hangi bayrağı dalgalandırabiliriz?Taş ve çekirdekten bir bayrak dalgalandırıyorum,mavi ilmikli bir masa örtüsü.

Babamı ararım, haberlerden konuşuruz.Bunlar çok fazla onun için,ulaşmaz ki iki dili de ona.Taşraya giderim koyun, inek bulmakhava almak için: Kim çağırırır birisini uygar diye?Ağlayan bir yürek nerede berelenir?Gerçek bir Arap şimdi neyi bilebilir?

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 22: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Yumruk Yapmak

İlk kez, Tampico’nun kuzeyinde bir yolda,hayatım ellerimden kayıyor gibi hissetmiştim,sanki çölde bir trampet, giderek daha zor işitilen.Yedi yaşımdaydım, arabanın içinde kayıp gitmiştimpalmiye ağaçları camda ürkünç bir şekil çizmişti dönerken.Midem tenimin altında yarılmış bir karpuz gibiydi.

“Nasıl bilebilirsin öleceğini?”diye sormuştum anneme. Günlerdir gezip duruyorduk.Garip bir güvenle yanıtlamıştı,“Artık yumruk yapamadığın zaman.”

Yıllar sonra gülümseyerek anımsarım o yolculuğu,karşılıksız ah vahlarımızla mühürlü,ayrı ayrı geçmemiz gereken sınırları.Ben ki ölmedim, hala yaşıyorum,hala uzanırım tüm sorularımla arka koltukta,sıkarak yumruğumu, açarak bir minik eli.

Sözcükler Altında Sözcükler: Seçme Şiirler’den

Page 23: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Sokaklar

Birisi göçünce dünyadanyaşadığı sokaklar onunkısalır gider.

Bir karanlık pencere kalırbu kentte, dallarında incileryumuşar kuşlar için.

Sessizce durabilirsek eğer akşamlarıorada büyür gelişirdi beraberliğimizsessizce. birlikte durarakTepesinde gürültülü sığırcıklar ağaçların ve gökyüzü diker de diker biteviye yorulmaksızın,düşürür mor kenarlığını.Her şey vaktinde, mekanında,aynısını insanlar için de düşünmek ne hoş.

Kimisi yapar da. Kesintisiz uyur,zinde kalkar. Ötekilerse yaşar iki ayrı dünyada,yitirilmiş ve anımsanan.İki kez uyurlar, biri yitip giden için,ötekiyse kendileri. Kalın düşler kurar,iki kez düş görür, uyanırlar bir düştendiğerine, dar sokakları dolaşırlarisimler çağırarak, sonra yanıtlarlar kendilerince.

Sözcükler Altında Sözcükler: Seçme Şiirler’den

Page 24: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Mülteci Kampından Geçerken

Biliyorum orada kimlerin olduğunu

Parmağının etrafında ip eğiren bir kız

gözü morartılmış bir oğlan

Güneşe kazara diğer gözünü kaldırıp baksababası kalkar ve der ki “Bekle, bekle”ama bu meyve pek de yavaş

Bu şeftalinin çekirdeği kırar yüzlerce dişi

*

Zeytin rengi üniformalarında askerler kalkar ve kalkarlar

ama zeytin ağaçlarının kalkışına benzemezkampın giriş kapısında

Her iki yolu da gördüklerini düşünürler

Elleri kızının omuzlarında bir dul kadınıngeçişini izlerler

okullu kızın pileli eteğini

daha büyük birşeyi izlerlerya da daha kötüsünü

*

Bir sonraki kasabadaadamın biri masamıza çay koyar

Ama konuşmazmutfaktan süzülür gelir

Su fışkıran bir kapSüt fışkıran bir kap

Erkek kardeşi askerlerce tartaklanmışburnundan kan geldiğini görmüş

Bu yüzden yürüyormuş usulcaöyle ki tek bir damla bile

Page 25: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

kenarını aşmasın

*

Dün askerler parçalamışlarlavabosunu, banyosunu, seramiklerini Lena’nın

Oğullarının önünde kırbaşlamışlar bir babayıyaşları henüz 2 ve 4

Bunu hep yapıyorlar nasılsaevi suyla doldurmuşlar

Kapıları üstlerine kilitlemişler ağlayan çocuklarınbabalarını götürmüşler

İnanın Lena söyledi banaHiçbir gerekçelerinin olmadığını

National Palace Oteli’nin merdivenlerindeaskerler portakal soyuyorlar

Kafalarını arkaya atıyorlar ki portakalın suyu boğazlarından aşağıya aksın

Kahve molaları olmalı onlarınsilahları kenara yaslanmış

Sırıtıyorlar şehvetle soyuyorlar

Tatlı olanın neyin içinde gizli olduğunu biliyorlar daBunu bilip nasıl unutabilirler

O kadar çok şeyi?

*

Zeytinin koyu gri-yeşil gölgesikendi insanlarının hiçbirini yalnız bırakmayacak

Kendi gölgelerinin içinde onları izleyipArtık aşkın kalmadığını düşündüklerinde onları okşayacak

Bir adam ellerini nehre uzatıronu tutup çeken

Page 26: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Düşleri ince suları aşarBirbirinden kopan adama ve düşe

ne olur?

Bazıları tüm bedenlerinibir düşe yerleştirirKadının biri düşten dışarı adımını atarbir havlunun içinde sarılı bademlerle

onları uzatırtüm açık ağızlara

Filistin içinCeylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 27: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Babam ve İncir Ağacı

Diğer meyvelere karşı duyarsızdı babam.Kiraz ağaçlarını işaret eder ve derdi ki,"Şunlrı görüyor musun? Keşke incir ağacı olsalardı."Akşamları yatağımın başucunda otururhalk hikayeleri dokurdu parlak minik eşarplar gibi.İçinde her zaman incir ağacı olurdu.Sığmasa bile bir yolunu bulur sığdırırdı.Bir zamanlar Yahya yoldan ağaıya yürüyormuşbirden bir incirağacına rastlamış.Ya da, devesini incir ağacına bağlamış ve uykuya dalmış.Ya da, onu yakalayıp tutukladıklarında,cepleri incir doluymuş.

Altı yaşımda kuru bir incir yedim ve irkildim."Bahsettiğim bu değil! demişti,"Yeryüzünden kopup gelen bir incirden bahsediyorum –Allah’ın bir lütfu! – aşır bir dalın üzerindeyere değen.En iri, en dolgun, en tatlı incirden sözediyorumyeryüzündeki ve onu ağzıma alışımdan."(Burada durur ve gözlerini kapatırdı.)

Yıllar geçti, pek çok evde yaşadık,hiçbirinde incir ağacı yoktu.Lima fasulyelerimiz, dolmalık kabak, maydanoz ve pancarlarımız vardı."Bir ağaç eksene!" derdi annem.ama babam hiç ekmedi.Gönğlsüzce bahçeye yönelir, sulamayı unuturdu,bamyaların büyümesine izin verirdi."Ne hayalperesttir o. Bak nice başlayıp bitiremediklerine."

Son kez taşındığında, telefon açtı bana,Arapça bir şarkı söylüyordu babam hiç duymadığım bir şarkı. "O da ne?"Yeni evinin arka bahçesine götürdüü beni.Orada, Dallas, Texas’ın göbeğindebir ağaç dünyanın en iri, en dolgun,en tatlı incirleriyle dolu."İncir ağacının şarkısı bu!" dedi,meyvelerini yolarken olgun nişaneleri, işaretleri,güvencesi sayardı kendisine has bir dünyanın.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 28: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Ermeni Kızın Biyografisi

Taş odalardan birinde yaşadımseslerin çok zaman önce altımızdagömülü seslere dönüştüğü.Yıllarca kazabilirsinizaynı tatlı tozu çıkararak.

Ellerim ay çöreklerini düşler,dar damarlı bir dünyada tuzağa düşmüş ayları.Tüm gün ellerimi inceliyorum—onlara

tutunacakları yeni şeyler vererek.

Seyahate çık, derim. Onlar tekneye dönüşür.Git—kuşlar koldan ayrılmak için kıvranır.Avluların arasında, bir radyo sesi yükselir ve patlar.

Avrupa tarihi nedir ki kendi eşlerimizi seçemezsek?

Dün babam bir dulla tanıştı,saçları olmayan bir adam.

Onunla nasıl evlenebilirim, ben ki hiç uyumadım annemden uzakta?

Bir zamanlar kambur satıcıdan bir ekmek almıştırm.

Eve şakıyarak getirmiştim,günlerin kapıları vardıönümde salınıp açılan.

Şimdi üç ayrı dilin alfabesini çalışıyorum,Arapça harflerimdeki halkaları gözlere benzetirim.Gördüklerinden yorgun düşünce ne yaparsın,

gri bedene ne oluryeryüzüne düştüğünde,bunlardır beni ilgilendiren.Ama onlar cebir öğretir.Saçlarımızı çeker, tırnaklarımıza bakarlar.

Her öglen, güneşin beklenen geçişiduvarın karşısında.

Buradan uçar giderim ben. Seyahate çık, derim.Öyle uzaklara giderim ki hayatım

arkamda minik birşey kalır.

Fizik ve kimya öğretirler.Pencereden dışarıya atarım kitaplarımı,sayfaların kanatlar gibi dağılışını izlerim .

Page 29: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Profesörün ceketini masasının arkasına dikerim.

Başka bir doğma nedenimiz var.Nerdeyse hatırlarım. Ben yazarken,bir hayalet yazar aynı levhanın üstüne,farklı bir toplam elde eder.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 30: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Süpürge Yapan Adam

Kafanda bu haritalarla gelirsinve ben beniazarlayan seslerle gelirim“Halkım için konuş”ve biz belleğin bekçileri gibi yürürüzbuluncaya dek kısa taburede oturan süpürge yapan adamı.

Başparmak başparmak üstünde, hasırsa hasır,bakmayacak bize.Taştan köşesinde yer yoksepetler ve ilmikler hariç,üstelik bakışlarımızın ağırlığı üzerindeona caddeden bakarken.Unuttuğu ya da unutmadığı sırlarıdır onun.

Dersin ki diğer insanlar gibidir,fıstık satan adam gibi,halıları yuvarlayan adam gibi.Şimdi daha yaşlısın, kutsallık bulursun herşeydesürekliliği olan, rüya üzre rüya.Derim ki kimseye benzemez o,ördüğü pembe nakışbu süpürgenin düz altın yüzünün karşısındaonun kendi tapınağıdır, unut o gözyaşlarını.

Köyde amcalar kefiyalarını kaldırırlardominolardan ve derler, Amerika’da süpürge yok mu?Ve avluyu süpürmeyi kesen kızlarbir an durup başlarını kaldırırlar.Kısa bir ezgidir bu, başparmak üstünde başparmak,Ama yıllarca bekleyince havanın açılmasını ve duymayı düşüşünü,belki de beklenen tek odur.

Kudüs Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 31: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Dağdaki Muhammed İçin

1.

Muhammed Amca, sen gizemli, sen uzak gizemli yüz,okyanusu aşarsın da omuzlarıma dokunursun“Gördün mü?” Ve neden sözettiğini anlarım,hiç konuşmamış olsak da, hiçbir yere gitmemiş olsan dayirmibeş yıl boyunca, ya da herkesin bildiği.Çocukluğumdan beri, bir tek sendin önemsediğim,amcalarım içinde bir tek sen, ailenin en büyüğü.Babama sorardım, “İyi de neden dağlara gitti?Ne oldu ona?” Ve babam sessizce,omzunu silker ve derdi, “Kim bilir?”Bildiğim, pılını pırtını toplayıp daülara gittiğin,dönmemecesine.Şaşırtırdı beni bu: Yiyecek nerden bulur? Kiminle konuşur?Tüm gün ne yapar?Okulda arkadaşlarımın motorsiklete binen amcaları var,barbekü yapan, sinemaya götürenama ben seni seçerdim yine, tüm sessizliğinle.Zihnimde tanrı gibisin sen bulutlara yakın,pervasız ve güçlü, uykuya dalmasıçin kimsenin şakımadığı.Seni tanımak isterim, ellerine dokunmak, bana bakmanıve kanından olduğumu anlamanı, minik bir çocukçılgınlıkta sana hiç benzemeyen.

2.

Bilmem olan bitenden haberin var mıdır. Naomi, kızkardeşinbenim adımı aldığım, öldü.Kardeşinin biri kendisini vurdu “kazara”—kardeşlerin Izzet and Müfli’nin yirmiikiçocukları var birbiriyle evlenen.babam editörü oldu büyük bir gazetenin Amerika’dakapısının üzerinde Arapça, Hoşgeldiniz Sefalar Getirdiniz,senin hiç girmeyeceğin bir kapı.

Ülkene geldik, Amca, bir yıl kaldık oradakoyunların ve taşların arasında, develerin ve misk kokuların,sen bizi görmeye hiç gelmedin.Hiçbir şey söylemese de babamı incitti bu.Beni de incitti, kulübeni görürürüm diye dağlara bakardım,akrabaları sorgular hiçbir şey öğrenemezdim.Yoksa kızgın mısın bize? Babamın seni unuttuğunu mu düşünüyorsuntorbasını yüklenip gemiye bindikten sonra?İnan bana, Amca, babam yakındır sanateşekkür eder. Bitki ekerkenusulca yürür. Adımları tepelerin şakımasıdır.

Page 32: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Kahvesini karıştırıp kardamom tohumunu öğüttüğündesanır mısın ki Amerika'?Sanır mısın ezan okumayı unutmuştur?

Amcacığım, bağışla beni, sakalın ne kadar uzundur?

3.

Belki de başka nedenlerin vardı.Belki de kızgın olduğun içinçıkmadın dağlara.Öğrendiğim budur, işittiğim sesrsabahın üçünde uyandığımda.Der ki, yaşamak için ne kadar az bilmem gerekli öğret banabilemem ben miyim konuşan, yoksa sen mi,,ya da duvarları odanın. Ne kadar az, ne kadar az,dünya ise kafa bulur benimle ve der ki, ne kadar çok.Para, olaylar, hırslar, planlar, ah Amcacığım,Bu girdapta kendime sakin bir yer yaptım.Senin de beğeneceğin.Dün düzgün bir kaşık tahta için bıçağın ne çok tabaka yonttuğunu öğrendim.Bugün pencereden geçen ışığın açılarını öğreniyorum,önce yere dokurlar, sonra yatağa,herşey parıldayıncaya dek, perdeler açık.Arkadaşlara gelince, az ama candandır onlargeride kalanlar dağları tırmanacak olanlardırfarklı şekillerde, tepede buluşmayı düşlesek de.Orada olacak mısın sen?Vadilere ve zeytin bahçelerine bakarak,bize oturun, oturun diyecek misinhepimizi bekleyecek misin.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 33: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Kırmızı Sırma

Araplar der ki,kapınızda bir yabancı belirdiğinde,onu üç gün besleyinkim oldğunu sormadan önce,nerelidir,nereye gitmektedir.Böylece, yanıtlamayagücü olacaktır.Ya da, o zamana dekcanciğer arkadaş olacaksınızve önemsemeyeceksiniz.

Haydi dönelim ona.Pirinç pilavı? Çam fıstığı?İşte, al kırmızı sırmalı yastığı.Oğlum su verecekatına.

Hayır, geldiğinde meşgul değildim.Herkesin büründüğü bir zırhtır oyeryüzünde.

Birşey istenmeyi dilemem.Tabağın bekliyor.Taze nane koyacağızçayına senin.

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 34: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Kudüs

"Aynı yara olalım seninle eğer kanayacaksak.Yanyana çarpışalım seninle eğer düşman

kendimizsek: ben senim, sense ben."-Tommy Olofsson, İsveç

Kimin daha çok çile çektiğiyle ilgilenmem.Onunla başaçıkanlarla ilgilenirim ben. Bir zamanlar babam genç bir delikanlıykenkafasına bir taş atılmış.Orada saç büyümezdi.Parmaklarımız bulurdu hassas noktayıve onun bilmecesini: düşen çocukturayağa kalkan. Bir sepet dolusu armutannesinin elinde karşılardı onu eşikte.Armutlar ağlamazdı.Sonra ona taşı atan çocuktaşı kuşa attığını söyledi.Babamsa kanatlandı. Herkesin bir hassas noktası var:yaşamlarımızın bize sunmadığı.Bir adam ev inşa eder ve der ki,"Şimdi yerliyim."Bir kadın oğlu yerinebir ağaçla konuşur. Ve zeytinler gelir.Bir çocuğun şiiri der ki,"Savaşları sevmem,hep anıtlarla biter onlar."İki çatıyı kaplayacak kadar geniş kanatları olan bir kuş çizer. Neden böylesine görkemli yavaşız?Askerler bir eczaneyi basar:dev silahlar, minik haplar.Başını usulca eğsengülünçtür. Beynimde bir yer varnefretin yetişmediği.Bilmecesine dokunurum onun: rüzgar ve tohumlar.Uyurken birşey dürter bizi. Geçtir, ama herşey sonra gelir.Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 35: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Akla Gelmeyen Herşey

Bu çocuğun bedenineyeniden nefes üfleyemezsin.

Bir oğlan ve bir kızkardeş oyuncuklarla oynuyorlardıodaları patladığında.

Hangi dildekutsaldır bu?

Mağarada öldürülen Musevi çocuklarokulu ekşyorlardı, bir macera için.

Asel Asleh, Filistin’li, yaşı 17, doğru ya da yanlışın ötesindeinsanların konuşmaya geldiği bir alanın varlığına

inanıyordu. Birine yardım etmek için eğilmiştikaldırmak için vurulmadan önce.

Bu kutsalsa eğer,başka bir din sunar mısınız lütfen?

Mohammed al-Durra babasına sokulducaddede, korkarak. Tüm dünya izledi onun öldürülüşünü.

Koltuk değnekleriyle bir Arap baba gömerken dört aylık kızını ağlıyordu,“Bu çirkin dünyanın suratına tüküreyim.”

*

Çoğumuz toprağa çocuklarımızı tercih ederiz.Sonsuza dek evsiz yürüyebilirizçocuklarımız yanımızdayken,uçurumların altına sokulur, kırıntılar ve yaban üzümleri yeriz,çocuklarımızı yanımızda tutmak için.Uzaklardan söylediğimiz bunlarçünkü canımızın istediğini söyleyebiliriz.

*

Hiç kimse haklı değildi.Herkes yanlıştı.Ya bir araya gelip debunu söylerlerse?Belli bir yerdeyanlış aktaranlar kazanır.

İnsanlar yıllarca aynı hataları tekrarladı.

Page 36: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Herkes farklı zamanlardaaynı şekilde incindi.Kimileri ellerine tutuşturulan silahları kaptı.Kutsallarsa eğer silah kullanmaları haklarıydı.Kimileri yalnızca taşları kaptı.Milyonlarcasını.Şalgam köklerini ya da zeytin çekirdeklerini dekapabilirlerdi.Fırlatmak ve vurmak için birşeyler kaparken:aynı anda okula gidiyor,tarih çalışıyorlşrdı.

*

Bir bebeğin nazenin kulağının buklesi.

Suyu bekleyenbir kovanın durgunuğu.

Her ağacın öyküsünü bilenyaşlı Arabın meyve bahçesi.

Musevi ve Arap kadınlarısessizce duruyorlar.

Kara soylular.

Sadece insanlar mıdır kutsal topraklar?

Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu Şiirleri’nden

Page 37: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Başkanım Ted Kooser

Yurtdışına seyahat ettiğimde, Ted’in şiirlerini okurum kontrol noktalarında:evet, ambarlar, evet, bellek, kibarlık,taşların arasında sakin minik bir rüzgar.Sorarlarsa, Amerikalı mısın diye?derim ki, Ted gibi bir Amerikalıyım.Hayır, ne makas taşırım, ne de kibrit.Ufuklar ve yemek masaları taşırımHava ve onun dürüstlüğünü.Düğmeler, tavuklar taşırım. Dilersenizboşaltın çantamı. Pencereyegideceğim, günlerce dışarıya bakacağım.Aslında ben hiç gitmedimNebraska’ya, Ted ile olan dışında, onlarca kez ev sahipliği yaptı bana,ama hiç karşılaşmadık onunla.Onun derin güvencesi rahatlatır beni.İşkenceden hiç anlamaz o.Ülkenize sokulablirdihiç bakmadığınız zamanve güzel şeyler söyleyebilirdi onun hakkında.O mor çiçekleri farkettiniz mikümelenmiş duvarın yanı başında?

Bal Arısı’ndan

Page 38: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Başkanımın Göndermediği Mektuplar

Sevgili Refik, futbol maçına gidemeyeceğin için üzgünüm çünkü şimdi gideceğin bir sahan yok…

Sevgili Fevziye, bilirsin, benim de annem varne çektiğini iyi bilirim…

Sevgili Şadiye, babanı düşündemokrasiye karşı, eminim sen de seçerdin…Hayır, hayır, Sami, doğru değilyürüyüşte söylediklerin,ülkemizin sizden nefret ettiği gibi,biz gerçekten destekliyoruzözgürlüğe doğru eyleminizi,bu yüzdendir evinizin ailenizinköyünüzün olmayışı…

Sevgili Hasan, keşke sen de görebilseydindaha büyük resmi…

Sevgili Meryem, şaşırdım senin deHristiyan bır adının oluşunaoysa sen…

Sevgili Ribhiya, kalp krizi için üzgünüm,bilirim çok zor olmalı yaşamakbir ömür boyu işgal altında,şimdi birkaç bomba daha yolluyoruzsize baskı yapanları güçlendirmek için,ama günün birinde bçlgede barış için umutluyuz,üzgünüz sen göremeyecek olsan da…

Sevgili Süheyr, birilerinin sesi elbet yükselmeliydi,görmüyor musun dile getiriyoruzsizin menfaatlerinizi…

Sevgili Şerif, şiddet yanlıştıreğer onu biz uygulamıyorsak,neden anlamlı gelmiyor sana…

Sevgili Nadya, bilmiyordumözel çekmeceni, bilirsin ben de biriktiririmbenim için anlamlı olan şeyleri…

Sevgili Remzi, ağlamayı bırakmalısın şimdive kendi işine gücüne bakmalısın…

Page 39: KUTSALLIK BULURSUN HERŞEYDE

Sevgili Dado, bilirim beş çocuğukaybetmek çok gelmeli sana bir defada ama çabalarımızı durduramayız…

Sevgili Fatıma, elbette benm de duygularım varsenin insanlarına, üniversitede oda arkadaşımLübnan’lıydı…

Sevgili Mahmud, keşke zamanım olsaydı damektubunu yanıtlasaydım ama anlamalısınpostanın yığılmakta olduğunu…

Bal Arısı’ndan