Kollektif Çöküş

182
Aykut Şahin Kollektif Çöküş

description

Kollektif Çöküş'ün değerlendirilmesi, analizi ve yorumlarından oluşan bir kitaptır.

Transcript of Kollektif Çöküş

Page 1: Kollektif Çöküş

Aykut Şahin

Kollektif Çöküş

Page 2: Kollektif Çöküş

2

Aykut Şahin

Kollektif Çöküş

“Kollektif çöküşü sağlamadan kolletif

hareket yaratılamaz.”

Page 3: Kollektif Çöküş

3

Page 4: Kollektif Çöküş

4

Hiçbir hakkı saklı değildir.

Bu yayında yer alan görüşler ister kaynak gösterilerek

ister gösterilmeyerek bu yazıların hepsi çoğaltılabilir

ve her şekil altında kullanılabilir.

Page 5: Kollektif Çöküş

5

İsimlerini Bilmediğimiz Devrimcilerin Anısına…

Page 6: Kollektif Çöküş

6

İçindekiler

1.Bölüm: Kollektif Çöküş‟ün Nedenleri Üzerine

Kitap Arka Kapağındaki Not .............................. 12

Saat Nedir, Ne İşe Yarar? .................................. 13

Yeni Gine, Eski Yeni Gine Değil ........................... 18

Çocukların Oyuncakları Üzerine .......................... 27

“Devrimci Müzik” Saçmalığı Üzerine .................... 32

Avrupa Birliği Ülkelerin, “Sakallı” ve “Başörtülü” İşçileri, İşten

Atma Yöntemleri Üzerine .................................. 33

Sanat “İlerici” Veya “Gerici” Olur Mu? .................. 35

Demokrasi Eşitsizliktir. ...................................... 43

İşçilerin Fabrika da 1 Ocak Akşamı Eğlenceleri ..... 45

Yunanistan'daki Seçimleri, Ayrıcalıklı İşçiler Kazandı.. 47

“Hillary Clinton Defol” Demek Irkçılıktır ve Beyaz Adam Gibi

Konuşmaktır. ................................................. 50

“Sevgili”si İçin Kopardığı Gül Öldü ...................... 52

“Tasmalı” Köpekler Üzerine ............................... 55

“Komünist Manifesto Eleştirilemez” Diyenlere Açık Mektup

...................................................................... 56

Page 7: Kollektif Çöküş

7

1 Mayıs 2012‟de “Leningrad” St. Petersburg‟a Teslim Oldu.

...................................................................... 58

305 Yıl Önce [1] Sir Clowdisley Shovell‟in Ölüm Nedeni Yerli

Kadının Yaşamını Tehdit Etmesidir. .................... 60

Ayrıcalıklı Sanatçı Fazıl Say'a Destek Veren Komünistler Üze-

rine ................................................................ 62

BDP Kadın Meclis‟i Erkek Egemenliğine Saldırıyor.

...................................................................... 64

Bedaş İşçilerin Gazi Barajındaki “Etiği” Zehirlidir 67

Cezayirdeki Operasyonda “Batılı” Öldürülürse ……69

Devekuşu Ayakkabısının "Canlı" Üretilme Tarzı Üzerine

...................................................................... 72

Ezilenlerin İdeoloji‟sinde “Hırsız” ........................ 73

Genel Af Tartışması........................................... 74

Güney Afrika‟da 34 Siyahî İşçiyi Unutmayacağız. 76

Hugo Chavez, İsrail Büyükelçisini Kovduğundan Irkçıdır. 77

İşçilerin İlk Reflekslerinden Protesto, Komünistlerin Refleksi

Olamaz. .......................................................... 79

Komünist Ölmüşse, İbadethanelerden Kaldırılamaz. 81

Page 8: Kollektif Çöküş

8

Modern Bilim, Ar-Ge ve Patent Üzerine ............... 84

Mültecilerin Evleri Yok, Manchester‟da 193 Yıl Önce İşçilerin

Evleri Yoktu. ................................................... 91

Ölümsever “Komünistler” Yaşamaktan Korkandır 92

Papa 16. Benediktus‟a Twitter'da Devrimcilerin Soru Sorması

Etiksel Değildir. ............................................... 96

Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlarda “Sanat” 97

Stadyumda Solculuk Dansı ................................ 106

Taksim‟deki İki Bolşevik‟in Heykeli Neden Yıkılmıyor? 108

Üniversite Öğrencileri İle Komünist Gençlerin Talepleri Bir Ve

Aynı Olamaz. .................................................. 109

Yaşasın Halkların Kardeşliği Diyen Komünistlerin Unuttuğu;

Komünist Siyasi İradedir. .................................. 111

Yoldaş! Yoldaş‟ın Çocuğuna Bakabilir Misin? ........ 112

Komünistlerin Çocukları için "21 Koşul" .............. 113

Yunanistan‟daki Genel Grev, Sınıf Mücadelesi Değildir. 116

“İşçi Kıyımı” Demek, Ekonomist Reformculuktur. 120

"1 Mayıs" Afişi Cinsiyetçidir ................................ 122

Ateistin Gündelik Bakışı .................................... 123

Page 9: Kollektif Çöküş

9

Avrupa Birliği, Mültecileri Öldürmek İçin Frontex‟e Milyarlarca

Avro Harcıyor. ................................................. 125

Avrupa‟lı Sosyalistler Kadın İşçiler Konusunda

Proudhon‟cudurlar ............................................ 129

Beyaz Adam‟ın Sinema Filmlerinde de İşgal Etme ve Yabancı-

laşma Üzerine ................................................. 130

Bilinçli Heykelin Soyut Canlanması ...................... 132

Devrimci “Şehitler” Ölümsüzdür Üzerine Politik Kültürü Tar-

tışmak ............................................................ 133

Devrimci Dergi Çıkaranlar, Neden Kürtçe Sayı Çıkartmıyorlar?

...................................................................... 136

Fokun Tutuşu ................................................... 137

Kameraman‟ın Kamera İle Kadın Spiker‟i Taciz Etmesi 139

Mahalle Halkı Yani “Sakinlerin” Irkçı Sloganı “Okmeydanı

Sulukule Olmayacak” ....................................... 140

Yunanistan‟daki İşçilerin Belediye Bina İşgalleri Siyasi Değil-

dir. ................................................................ 142

Venezuella‟daki Hugo Chavez‟e Destek Veren Komünistler

Üzerine ........................................................... 144

Türkiye Solu Oblomovcudur. .............................. 146

Mumia Abu-Jamal'a Mektup Yollayabilseydim. ...... 151

Page 10: Kollektif Çöküş

10

2. Bölüm: Kollektif Çöküş‟ün Somut Belirtileri –Solculara

Eleştiri-

“Müjde” Değil Kazanım Yazısına Eleştiri .............. 152

AKP Burjuva Hükümetini Göreve Çağıran UİD-DER‟in “İşçi

Ölümlerini Durduralım!” Kampanyası Üzerine ....... 155

ESP'nin Çalışma Bakanının İstifasını İstemesi Sistem Tamirci-

liğidir. ............................................................. 159

İşçi Mücadele Derneği‟nin 14 Haziran 2012‟de İnternet Site-

sinde Yayınlanan “Avrupa‟daki Emekçilerin Keyfi Tıkırında

Diyenler” Konu Başlıklı Yazısı Üzerine ................. 160

Kapitalizme Rağmen Okullarda, Üniversitelerde Özerklik İs-

temi Üzerine ................................................... 163

Kızıl Bayrak‟ın “Emperyalist Savaşın Faturasını Reddedelim”

Anti-Komünistliği Üzerine .................................. 168

Yürüyüş Dergisi‟nin Angelina Jolie‟a Yönelik Aşağılayıcı Ve

Egemen Dille İfade Ettiği “Emperyalizmin Fahişesi” Üzerine

...................................................................... 170

Sürekli Devrim Hareketi'nin, Pınar Selek'in Mahkeme Kararına

'Yargı Rezaleti' Demesi Üzerine........................... 173

TKP‟nin Patriot Nöbeti: Komünist Parti Olmadığının İspatı

Üzerine ........................................................... 175

Page 11: Kollektif Çöküş

11

Page 12: Kollektif Çöküş

12

1.Bölüm: Kollektif Çöküş’ün Nedenleri

Üzerine

Kitap Arka Kapağındaki Not

“Gerçek olan her zaman somuttur” Lenin

Diyalektik bir bilgi teorisi, bir bilgi aletidir. Bu teorideki pra-

tikle bağlantılıdır. Pratikteki analizler ve değerlendirmeler,

teorinin içerisindeki konuları değiştirme durumlarını oluştu-

rur.

Teori-pratikte çöküş durumları da yaşanabilir. Bu durumlar

kolektif yeniden düşünülerek ve eleştiri, özeleştiri kültürünün

geleneğiyle, somut ve gerçekçi bilgilerin tartışılmasıyla olu-

nur. Yani Çöküş sağlanmalı ve bu Çöküş‟ün yerine eleştirilen

ve tartışılanların konmasıdır.

Kollektif Çöküş‟ün nedeni teorinin ve teorilerin bütünselliği ile

alakalı yoksa içerisindeki konularla mı alakalı olduğu çözüm-

lenmeli.

Kollektif Çöküş aslında bizlere, kopyalamaların geçen zaman-

da değiştiğini anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bu durum-

da kopyalama yöntemlerle değil, canlı ve heyecanla Kollektif

Çöküş‟ün çelişkisinin oluşturulması gerekmektedir.

Kollektif Çöküş‟ün temelinde çelişki, hareket, hayat ve varlık

vardır.

Page 13: Kollektif Çöküş

13

Saat Nedir, Ne İşe Yarar?

Gündelik hayatın kapitalist ekonominin işleyebilmesi için saat

önemli bir araçtır. Yemek, uyku bir ihtiyaçta saat ihtiyaç mı-

dır?

Saat yeryüzündeki işçilerin uyumasını, uyanmasını, çalışma-

sını, otobüse koşmasını, servis aracının beklemesini, yemek

yemesini, eğlenmesini vs. insan etkinliklerini; kapitalist düzen

tarafından “kontrol” altına alınmasını, denetlenmesini ve di-

siplin edilmesini sağlayan bir araçtır.

Kapitalizm Antonio Gramsci‟ye göre salt şiddet, siyasi ve

ekonomik zor yoluyla değil aynı zamanda ideolojik olarak

burjuva değerlerinin herkesin „ortak düşüncesi‟ haline geldiği

egemen kültür yoluyla da yönetiliyordu. Böylece bir uzlaşma

kültürü gelişiyor ve işçi sınıfındaki kişiler kendi iyiliklerini bur-

juvazinin iyiliğiyle özdeşleştiriyor, karşı çıkmak bir yana sta-

tüko mevcut durumun devamına yardımcı oluyorlardı [1]

Saat Her Mekâna Girdi.

Cebimizde veya çantamızda taşıdığımız cep telefonlarında,

bilgisayarlarda, otomobillerde, evde, işte, okulda, hastane

de, mutfakta, oturma odasında çalar saat ve bir sürü saat

çeşidi bulunmaktadır.

Saatlerin Üretilmesi ve İcat Edilmesi

Günümüzden 642 yıl önce [2] Kral V.Charles, Paris‟in birçok

yerine “saat kuleleri” inşa ettirmiştir.

Page 14: Kollektif Çöküş

14

Tüm Paris halkının özel, ticari, endüstriyel etkinliklerini bu

saat dizgisine göre uydurmaları ve Paris‟teki kiliselerinde çan-

larını bu saate göre çalmaları buyrulmuştur.

Günümüzden yüzyıllar önce saat kuleleri ile başlayan ve üre-

tilen saatler; günümüzdeki aile de “çalar saat” icat edilmiştir.

Bu icadı yapanlar kapitalist sistemin paralı veya “parasız”

okullarında yetiştirilmiş mühendisler vs. icat etmiştir.

Sabahları saatin çalmasıyla birlikte kapitalist sistemin örgüt-

lediği kurumlar da uyanır. Bu kurumlar aile kurumu, babalık

kurumu ve annelik kurumudur. Aile kurumu sınıflı toplumla

erkek egemenliği tarafından kadınların silahları elinden alına-

rak kuruldu. (başka nedenlerde vardır)

Kapitalist düzende bu sınıflı toplumun geleneğini, halkın de-

ğerlerini savunmaya devam ediyor. Bu sebeple aileyi “kutsu-

yor” ve oyun başlıyor.

Bir kadın ile bir erkek devletin kurumlarında evlenerek, aile

kuruyor ve aile sözleşmesi de başlıyor. Bununla birlikte er-

kek, babalık kurumu ile birlikte “kan bağı” üzerinden baba

oluyor, çocuğu ve karısı onun mülkiyetine giriyor. Evlenen

kadına ise annelik kurumu veriliyor, anne de “kan bağı” üze-

rinden “kendi çocuğuna” bakıyor.

Anne çalar saatlin çalmasıyla bir saat erken uyanma “özgür-

lüğüne” kavuşuyor. Kahvaltıyı hazırlayıp, kocasını uyandırıyor

ve giydiriyor. Yani “işe hazırlıyor”. Bu da öğretilmiş sevgi ile

yapılıyor.

Egemen Dildeki Atasözleri ve Deyimler Üzerine

Page 15: Kollektif Çöküş

15

Egemen sınıfın kullandığı bir de dil vardır. Bu dili ezilenlerde

kullanmaktadır.

Atasözleri:

Her şeyin bir zamanı vardır.

Ne oldum dememeli. Ne olacağım demeli

Terazi tartıyla, her şey vaktiyle

Zaman sana uymazsa sen zamanı uy

Deyimler:

Saat bu saat: En uygun zaman, an.

Saat tutmak: bir işin ne kadar süreceğini saate bakarak bek-

lemek

Sabahın köründe: ortalık aydınlanmadan, erkenden.

Yaşadığımız Mekânlardaki Saatleri Kaldıralım

Evdeki, salondaki saatleri kaldıralım bir daha duvara saat

koymayalım. Vapura binmeden önce vapur iskelesindeki saa-

te bakmayalım. Okuldaki, hastanedeki saatleri de kaldıralım.

Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlarda Geronimo zengin

olmak istiyordu. Apaçi kabilesindeki insanlar Geronimo‟nun

bu isteğini reddetti. Apaçi kabilesinin geleneğinde zengin-

fakir olmak yoktur. Kuzey “Amerika” Apaçi kabilesinde dev-

lette yoktu.

Page 16: Kollektif Çöküş

16

Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumda saatin icat edildiğine

dair bir veri yoktur. Yaşamlarını, gündelik hayatlarını saatin

hareketin, tik taklarına; sabah beş, öğlen on iki, akşam on

olmasına göre ayarlamıyorlardı. Canları istediğinde günde 3

saat çalışıp, üretilenleri günlerce şenliklerde tüketiyorlardı.

Yani günlerce ve haftalarca çalışmadan yaşıyorlardı. Yoksul-

luk nedir bilmiyorlardı.

Kapitalist toplumlarda saat ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç ola-

rak gösterilip, bağımlılık olarak araçsallaştırıp içselleştirdiler.

Evlenmeyen kadınlar, bir saat erken kalkmak zorunda kalmı-

yorlar.

Devrimci Bürolarda Saat Olmamalı

Devrimci büroya işçi, işsiz, güvencesiz, vasıfsız bir insan gel-

diğinde farklı bir izlenimle karşılaşırlar.

Kitapların çok olması,

Siyasi dergilerin ve kitapların kitaplıklarda olması,

Komünistlerin resimlerinin olması,

İşçilerin sınıf mücadelesini anlatan resimlerin olması.

Bu farklılıkları “bozan” bir saat var yoldaşlar. Bu saatin kırıl-

ması, çöpe atılması gerekmektedir.

Bir komünist işin ve çalışmanın işçileri köleleştirdiğini bilip,

hatta ücretli köleliği yıkmak isteyip { Kahrolsun İş} diyorlar-

Page 17: Kollektif Çöküş

17

sa. Bürolarında, yaşadıkları mekânlarda saat bulundurmaları

politik kültür olarak yanlıştır.

Gündelik yaşamın yeniden üretimi belirli bir zamanda ve me-

kân da olur. Yeniden üretim toplumsal ve doğal yaşam tara-

fından belirlenir. Sınıfsal yeniden üretimin sürekliliği de kapi-

talizmin tarihsel istenci ve eylemidir.

Kapitalizm emeği ücretli-emek olarak kurgularken, emeğin

değerini belirli bir zamandaki artık-değer yaratması biçiminde

kurar, kurgular. Zamanın ölçülebilir, değer biçilebilirlilik dö-

nemi kapitalizmle birlikte belirgin olarak ortaya çıkmıştır.

Zaman ölçülür, kurgulanır, düzenlenirdir artık kapitalizmle

birlikte.

Bu düzenleme sürecini, sermaye kendini yeniden birikim bi-

çiminde üretmektedir. Kapitalizm evrensel bir sistem olma-

sında da zamanı kurgulaması, kâr hırsının doğal sonucudur.

Üretim, dolaşım, tüketim sürecinin daha hızlı işleyebilmesi

için üretim araçlarının ve ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi

gerekir. Sermayenin düzenlenme süreci sermaye içi çatışma-

lardan dolayı ve sınıflar arası biçiminde olabilir. Bu haliyle

zaman, kapitalizm de artık-değer yaratma, biçimdir.

O halde komünistler yeryüzündeki bütün saatleri kaldırmalı

ve Kahrolsun İş diyebiliyorlarsa o vakit ücretli köleliği de kar-

şıdırlar.

Açıklayıcı Notlar

[1] Antonio Gramsci- Vikipedi internet

Page 18: Kollektif Çöküş

18

[2] 2012 yılı, Beyaz adamın zaman ölçüsüne göre

Yeni Gine, Eski Yeni Gine Değil [1]

Ölüm ve yaşam, sömürgeciler Yeni Gine‟deki insanları tüfek-

leri, mikropları ve çelikleri ile öldürdüler.

Ölüm ve yaşam, Yeni Gine‟de oranın Yerlileri yine yaşıyor.

Ölüm ve yaşam, Yeni Gine‟ye giden Batılı sömürgeciler, sıtma

ve tropik hastalıklardan öldüler, sonrakiler hastalığın tedavi-

sini bulduğundu 1960 [2] yılına gelinmiş oldu

Ölüm ve yaşam, Batılı sömürgeciler Yeni Gine‟deki „zenginlik-

leri‟ Batıya taşıdılar.

1)Yeni Gine’ye Batılı Sömürgeciler Nasıl Yerleşti?

1511 yılına, yani Portekizlilerin Moluccas'a geldiği ve Endo-

nezya‟nın ilerlemeler kervanının önünü kestiği zamana kadar

böyle bir şey olmadı. Bundan kısa bir süre sonra Avrupalılar

Yeni Gine'ye geldiğinde oradaki insanlar hâlâ obalar ya da

tamamen bağımsız küçük köyler halinde yaşıyor, hâlâ yont-

ma taş aletler kullanıyorlardı [3]

Yeni Gine'yi Portekizli bir gemici 1526'da "keşfetti". Hollanda

1828'de batı yarısı üzerinde hak iddia etti, Britanya ile Al-

manya 1884'te doğu yarısını bölüştüler. İlk gelen Avrupalılar

kıyıya yerleşti, iç bölgelere yayılmaları uzun zaman aldı, ama

1960'ta Avrupa yönetimleri Yeni Gine'nin büyük bir bölümünü

siyasal denetimleri altına aldılar.

Page 19: Kollektif Çöküş

19

Avrupalılar 1930'larda uçakla yüksek bölgelerin üstünde ilk

uçtuklarında aşağıda Hollanda manzarasına benzer bir man-

zara görünce çok şaşırmışlardı. Ormanları tamamıyla yok

edilmiş geniş vadilerde benek benek köyler vardı, bütün vadii

tabanı yoğun yiyecek üretimi için kullanılan, suyu kurutulmuş

ve çevresine çit çekilmiş tarlalarla kaplıydı. Bu manzara

yontma taş aletlere sahip çiftçilerin yüksek bölgelerde yoğun

nüfus düzeyine ulaştıklarının bir kanıtıdır [4]

2)46 Bin Yıllık Geçmişi Olan Yeni Gine

Yeni Gine ve Avustralya topraklarındaki yerleşimin ilk olarak

sallar ve kanolarla Asya‟dan Endonezya Adaları üzerinde do-

ğuya doğru hareket eden insanlar tarafından bundan 46 bin

yıl önce oluşmaya başladığı ortaya çıkmıştır.

Avustralya'nın hemen kuzeyinde büyük bir ada olan Yeni Gi-

ne'nin toprakları ekvator boyunca uzanmaktadır, bu nedenle

düzlük arazileri sıcak tropik yağmur ormanları ile kaplıdır,

ancak dağlık iç kesimler beş kilometre yüksekliği olan buzul

kaplı dağlarla sonlanan küçük tepeler ve vadilerden oluşmak-

tadır.

Birkaç ağaç kümeleriyle dolu açık vadiler, sulama ve drenaj

arklarıyla birbirinden ayrılmış göz alabildiğince uzanan düzen-

li şeklide planlanmış bahçeler sıra halinde dizilmiş ve dik ya-

maçlar ve koruma amaçlı çitlerle çevrili köyler.

Burada yaşayanların taro, muz, Hint yer elması, şeker kamı-

şı, tatlı patates yetiştirip, tavuk ve domuz besleyen çiftçiler

olduğunu öğrendiler.

Page 20: Kollektif Çöküş

20

Bu büyük birliklerin (ve diğer küçük) ilk dört tanesinin Yenii

Gine'nin içindeki yerliler olduğunu, Yeni Gine tepelerinin dün-

yada yalnızca dokuz tane olan bağımsız bitki ehlileştirme

merkezlerinden biri olduğunu ve 7 bin yıldan bu yana bu top-

raklarda tarım yapıldığını ve bunun sürdürülebilir gıda üretimi

alanında dünyanın en uzun süreli deneyimi olduğunu artık

biliniyor.

Üstü sazdan yapılmış kulübelerde yaşıyorlar, birbirleriyle kro-

nik olarak savaşıyorlardı, başlarında herhangi bir kral, hatta

şef bile yoktu, okuma yazma bilmiyorlar, ağır yağmur altında

soğuk koşullarda bile çok az veya hiç kıyafet giymiyorlardı.

Hemen hemen hiç metal kullanmıyorlar ve aletlerini metal

yerine taştan, tahtadan ve kemikten yapıyorlardı. Örneğin

ağaçları taş baltalarla kesiyor, bahçeleri ve olukları ahşap

sopalarla kazıyor ve birbirleriyle ahşap mızraklar ve oklar ve

bambu bıçaklar kullanarak savaşıyorlardı. [5]

3)Yeni Gine’de Karşılıklılık ve Akrabalığa Dayalı Top-

lumsal Mevki

Toplumsal mevkinin ve liderliğin başlatıcısı bir mekanizma

olarak ekonomik dengesizlik, cömertliğin ve genelleşmiş kar-

şılıklılığın oluşmasında kilit önem taşır. Henüz karşılığı veril-

memiş bir hediye, öncelikle “kişiler arasında bir şeyler” yara-

tır: En azından karşılık verme zorunluluğu ortadan kalkana

dek, ilişkide bir süreklilik ve dayanışma meydana getirir.

İkincisi, hediyeyi alan kişi, üzerine “borçluluk gölgesinin düş-

mesiyle” birlikte veren kişiyle ilişkilerinde belirli kısıtlamalara

maruz kalır.

Page 21: Kollektif Çöküş

21

Kendisine fayda sağlanan kişi, bu faydayı sağlamış olan kişiy-

le ilişkilerinde barışçı, ihtiyatlı ve duyarlı bir tutum içine girer.

Gouldner, “karşılıklılık normunun… Birbiriyle ilişkili iki asgari

talep oluşturduğuna” dikkat çeker: “ (1) insanlar kendilerine

yardım etmiş olanlara yardım etmelidir, (2) insanlar kendile-

rine yardım etmiş olanlara zarar vermemelidir” (1960, s.171)

Bu talepler Yeni Gine‟nin dağlık bölgelerinde, Peoria ovaların-

da olduğu kadar zorlayıcıdır: “[Gahuka-Gama halkı arasında]

hediyelerin karşılığı verilmelidir.

Hediyelere bir borç oluşturur ve bu borç ödenene kadar süre-

ce dahil olan bireyler arasındaki ilişkiler dengesiz bir durum-

dadır.

Borçlu, kendi üzerinde böylesi bir avantaja sahip olanlara

karşı ihtiyatlı davranmak zorundadır, aksi halde gülünç du-

ruma düşme riskiyle karşı karşıya kalır” (Read, 1959, s.429)

Cömert adamın payına düşen saygınlığı bir yana bırakırsak,

cömertlik yararlı bir şekilde liderliği başlatan bir mekanizma

olarak işlev görür, çünkü yandaşlık yaratır. Denig, yükselme

arzusu içindeki Asinibo hakkında yazarken, “zenginlik… Tıpkı

başka vesilelerle her yerde olduğu gibi burada da ona arka-

daşlar kazandırır”der (Denig, 1928-29, s.525) [6]

4)Yeni Gine’de Biriken Yiyecek Şenliklerle Herkese Da-

ğıtılırdı.

Sahlins, Büyük Adam'ın karakteristiklerini kişisel güç, edinil-

miş statü, sadık bir yandaş grubunu cezp etme yetisi ve nu-

tuk çekerek yandaşlarına istediklerini yaptırabilmek olarak

Page 22: Kollektif Çöküş

22

özetlemektedir; bir kahraman olarak liderlik özelliği yoktur,

savaşta, büyücülükte, kâhinlikte ve bahçecilikte maharetlidir.

Buna doğallığında becerikli bir arabulucu olmasını da ekleye-

biliriz.

Ekonomik ve siyasi manipülasyonlarının amacı mal biriktir-

mek, bunu ayin ve ziyafetlerle dağıtmak, böylece cömert bir

adam olarak prestij kazanmaktır. [7]

5)Toprağı Verimleştirme Yöntemi

Bu yeni Ginelilerin yılda 10 metre yağmur alan, sık sık dep-

remlerin oluştuğu, toprak kayması ve (daha yükseklerde)

don görülen topraklarında binlerce yılda deneme yanılma

yöntemiyle geliştirdikleri tekniklerden sadece biridir.

Özellikle yeterince gıda üretebilmek için çok kısa nadas dö-

nemi hatta sürekli ekim gerektiren yüksek nüfus yoğunluğu-

na sahip topraklarda toprağın verimliliğini sürdürebilmek için

her 0,4 hektar toprağa 16 tona kadar yabani ot, çim, eski

üzüm asmaları ve diğer organik maddeler ekliyorlardı.

Toprağın yüzeyinde gübre olarak, nadasa bırakılmış toprak-

lardan kesilmiş sebzeleri, yangınlardan toplanmış kül ve çö-

pü, çürük kütükleri ve tavuk gübresi kullanıyorlardı. Su sevi-

yesini alçaltmak ve suyun birikmesini engellemek için tarlala-

rın etrafına arklar kazıyor ve kazdıkları bu arklardan çıkan

organik gübre artıklarını toprak yüzeyine taşıyorlardı. Fasulye

gibi atmosferik nitrojenle birleşen baklagil türünden gıda

ürünleri, diğer ürünlerle birlikte dönüşümlü olarak ekiliyordu.

6)Kasuarinalar (Demir Ağaçları)

Page 23: Kollektif Çöküş

23

Binlerce yıllık boyunca yapılan tarım ile birlikte birçok bölgede

ağaçlar yok edildi.

Bu ağaç grubunun Yeni Gine tepelerine has bir türü de, dağlık

arazide bulunan birkaç milyon ağacın doğal yollardan dere

kenarları boyunca yayılan tohumlarını naklederek yetiştirdik-

leri kasuarina oligodondu.

Bu bölgede yaşayan dağlılar birkaç başka ağaç türünü de

aynı şekilde yetiştiriyordu, ancak kasuarina en çok kullandık-

ları türdü.

Kasuarinaların dağlık bölgelere taşınarak ekilmesi öylesine

geniş ölçüde yapılan bir uygulamaydı ki, artık tarlalarda gele-

neksel tarımda olduğu gibi mahsuller yerine ağaçların yetişti-

rilmesi anlamına gelen (Latince‟de sırasıyla ormanlık alan,

tarla ve ekim anlamına gelen silva, ager ve cultura kelimele-

rinden türetilmiş) “silvikültür” olarak adlandırılmaktaydı.

Bu tür hızla büyür. Ahşabı ise kereste ve yakıt olarak bir ve-

rime sahiptir. Nitrojen bağlaması yapan kök nodülleri ve bol

miktarda yaprak dökmesi toprağa bol miktarda nitrojen ve

karbon katkısı sağlamaktadır.

7)Sulama Kanalları

7 bin yıl öncesine ait sulama kanalların görülmesi dağlık böl-

ge tarımının kökenine ilişkin işaretler göstermektedir.

Birbirinden 804 km uzakta iki vadi olan batıdaki Bailem Vadisi

ve doğudaki Wahgi Vadisi‟nde neredeyse aynı anda çok sayı-

da Kasuarina poleninin ortaya çıktığı yaklaşık 1200 yıl önce-

Page 24: Kollektif Çöküş

24

sinden bu yana orman polenlerinin sayısı ormanlara ait olma-

yan polenlerle karşılaştırıldığında düşmeye devam etmekte-

dir.

8)Batılıların Yeni Gine Tarımına Müdahalesi ve Tarımın

Yıkıma Uğraması

Örneğin Avrupalı tarım danışmanlarından biri ıslak bir alan-

daki dik yamaçlardan birinin üzerinde kurulu bir Yeni Gine

tatlı patates tarlasında yamaçtan aşağıya doğru dümdüz akan

dikey drenaj olukları olduğunu gördüğünde gerçekten dehşe-

te kapılmıştı.

Köylüleri yaptıkları bu büyük hatayı düzeltmeleri ve bunun

yerine Avrupai uygulamalara uygun şeklide sınırlar boyunca

yatay olarak devam eden oluklar yapmaları konusunda ikna

ettiler. Köylüler yaptıkları olukların yönünü değiştirince, bu-

nun sonucu olarak olukların arkasında suyun biriktiğini ve bir

sonraki yoğun yağmur yağışında oluşan toprak kaymasının

bütün bahçeyi yamaçtan aşağı kaydırarak nehrin içine taşıdı-

ğını gördüklerinde şaşkına uğradılar. İşte tam da bu sondan

kaçınmak için, Yeni Gineli çiftçiler Avrupalıların gelişinden çok

önce, tepelerde oluşan yağmur ve toprak koşullarında dikey

oluklar kullanmalarının ne denli faydalı olduğunu öğrenmiş-

lerdi.

Batılıların gelmesi ve nüfus oranını artması ile çocukların öl-

dürülmesi arasında bir ilişki var mıdır?

Batılılar, sınıflı topluma geçmemiş kabileler ve diğer oluşum-

lara yönelik yaptıkları iğrenç deneyleri de anlatan olacak mı?

Page 25: Kollektif Çöküş

25

Bu deneylerde ilaçlar kullanılıp, kabilede yaşayan insanlar

öldürülüyor, sakat bırakılıyor.

“Avrupalı olası göçmenleri engelleyen son bir şey de Avrupa

tarım bitkilerinin, hayvan varlığının, geçim yöntemlerini, Yeni

Gine'nin doğal çevresi ve iklimi içinde her yerde başarısız

olmasıdır. Balkabağı, mısır, domates gibi Amerika'dan gelen

tropik tarım bitkileri bugün küçük miktarlarda yetiştiriliyor,

kahve ve çay tarımı işletmeleri Papua Yeni Gine'nin yüksek

bölgelerinde iyice benimsenmiş durumda ama buğday, arpa,

bezelye gibi Avrupalıların temel tarım bitkileri burada tutu-

namadı. Yeni Gine'ye sokulmuş olan sığır ve keçi az sayıda

üretiliyor ve tıpkı Avrupalı insanlar gibi tropik hastalıklardan

zarar görüyor. Yeni Gine'deki yiyecek üretimine Yeni Ginelile-

rin yüz binlerce yıl içinde kusursuzlaştırdıkları tarım bitkileri

ve tarım yöntemleri egemen” [8]

9)Sömürgeciler Yeni Gine’ye Tatlı Patates Getirdi.

İspanyollar tarafından Filipinler üzerinden Yeni Gine‟ye ulaşan

ve Güney Amerika‟dan getirilen tatlı patates Yeni Gine‟nin

yüksek bölgelerinde baş ürünü olan taronun yerini aldı.

Çünkü daha kısa zamanda yetişiyor, dönüm başına daha fazla

ürün veriyor olmasıdır.

10)“Batılı Keşif” Kavramı

Bir kelimenin önüne batılı koyarsanız, mutlaka burada bir

pisliğin ve bir pislik bir şeyin oluştuğunun kokusudur.

Page 26: Kollektif Çöküş

26

“batılı keşif”lerde amaç yeni sömürgelerin, yeni talanların,

yeni soykırımların, yeni ticari alanların açılmasıdır. Yer altı,

yer üstü ve insan emeğinin ürettiği artıkdeğerlerin batıya

taşınarak, zenginliğin batıda birikmesidir.

11)Batılı Sömürgecilerin Yeni Gine’deki Belası: Sıtma

1880‟lerde Fransız Marki ile Rays‟in yakın adalardan New

Ireland‟e yerleşmesi ile üç yılda 1000 sömürgeciden 930‟u

sıtma ve öteki tropik hastalıklardan dolayı öldüler.

12) Açıklayıcı Notlar

[1] Yeni Gine'deki insanların yaşamı ve gündelik hayatına

Batılı emperyalistler, kapitalistler müdahale etmiştir. Bu mü-

dahale sonucu Yeni Gine, Eski Gine değildi artık.

[2] Beyaz adamın zaman ölçüsüne göre

[3] Tüfek, Mikrop ve Çelik- Jared Diamond – Sayfa 411

[4] Aynı kitap- sayfa 401

[5] Çöküş, Jared Diamond, sayfa 345

[6] Taş Devri ekonomisi, Marshall Sahlins sayfa 204, 205

[7] Efendisiz Halklar, Harold Barclay, sayfa 94

[8] Tüfek, Mikrop ve Çelik- Jared Diamond – Sayfa 424

Çocukların Oyuncakları Üzerine

Page 27: Kollektif Çöküş

27

Parkta dedesi ile gezen erkek çocuğunun gündelik hayatından

bir kesit anlatmaya çalışacağız. Bir gözlemle bir nedeni bulup

sonuçları üzerine düşünmek ve yazmak kolay değildir fakat

toplumsal konularla ilgili kitaplar, siyasi dergiler, makaleler

okunduğunda durum biraz daha somutluk kazandırılabilir.

Oyuncak Yaşama Bakışı “Minikleştiriyor”

Adınız, yaşadığınız yer neresi olursa olsun. Oyuncaklar ile

ilgilenmeye, ilgi duymaya, almaya, oynamaya, saklamaya

başladıysanız. Bu sistemin ne olduğunu bilmiyorsanız ve öğ-

renmek için sorgulamıyorsanız. Günde üç kez yemek yiyen

çocuk ile günde bir kez yemek yiyen çocuk arasındaki farkı

anlayamazsınız. Günde bir kez yemek bulup, onlarca saat aç

kalan çocuğun ne gözüne bakabilir ne de acısını paylaşabilir-

siniz.

Yaşam kumandanın bir tuşuna basıp hareket eden arabanın

ötesinde “muazzam” bir şeydir. Sahip olma duygun ile birlikte

kopardığın çiçeğin “acısını” hissedebildiniz mi?

Yüzleri morarmış dilenci çocukların yüzlerine baktınız mı? Bir

lira para dilenebilmek için soğukta, sıcakta insanların peşin-

den koşan (bunlar insan olsaydı çocuklar yalvarmazdı) çocuk-

ların neden gözlerinin morardığını sordunuz mu?

Tinerci çocukların neden tiner içtiğini, neden zulümcü babala-

rından, annelerinden, ağabeylerinden, dayılarından kaçtığını

sordunuz mu? Polisten, zabıtadan, korumadan neden kaçtık-

larını.

Page 28: Kollektif Çöküş

28

Mini etek giydirilip otomobil parklarında ve duraklarında dile-

nen genç kadınların neden dilendiklerini, neden mini etek

giydiklerini sordunuz mu?

Oyuncağı olan çocuklar, gençler. Siz daha “büyümediniz”

ama her şeyi görmektesiniz ve bu görüş açınızla da olsa suç

ortağısınız. Oyuncakları olan çocuklar şimdi bunları duyduk-

tan sonra “banane, anne babaları yok mu?” deyip suç ortağı

olmadığınızı söyleyeceksiniz.

Hadi o zaman aç çocuk ile ekmeğinizi paylaşın, paylaşabilir

misiniz? Ellerinden tutun gözü morartılmış çocuğun, dayak

yemelerine izin vermeyin yoksul çocukların ki. Onların acıları-

nı “paylaşın” ki suç ortağı olmayın yetişkinlerin, zalimlerin,

düzenin…

Oyuncağı Olanlar İle Oyuncağı Olmayanlar

Erkek çocuğun elinde olan oyuncağına, elindeki kumanda ile

basıp bir ileri geri hareket ettirmesine kimse ilgi göstermezse

o erkek elindeki oyuncağın bir “ilgi” yaratmadığını anlayacak-

tır. Sürekli ağlayıp istediği yerine getirilmeyen çocuk gibi.

Yaşadığımız toplumda böyle bir “ilgi”nin olmadığını söylemek

mümkün değil. Çocukla ilgilenmek yerine elindeki oyuncakla

ilgilenen çocuklar olacaktır.

İhtiyacın Bağımlısı Olmak

Page 29: Kollektif Çöküş

29

Kumandalı oyuncak arabanın elinden alınacağı korkusu ile

yatağının altına, dolabının içine saklayacaktır. Kardeşi varsa

onunla kavga edip, ona vermemek için direnecektir. Sahip-

lenme ile birlikte oyuncağın sahibi olan çocuk bir zaman son-

ra ona bağımlısı olacaktır. Bu bağımlılık erkek olması ile bir-

likte “erkeklik”, “baba gibi” ve “güç” elde etme isteklerini yaşı

ilerledikçe öğrenecek ve bunlara sahip olmak için uğraşacak-

tır.

Kumandalı araba bir zaman sonra onun yaşamını “yönlendi-

recektir” bu da ailesinin çocuk yetiştirme işini kolaylaştıracak-

tır. Çocuk bilmese de bilinen bir şey var o da kumandalı ara-

banın kumandası ellerinin “işlevsizleştirilmesi” ve “kelepçe-

lenmesi” görevlerini yerine getirecektir. Çünkü çocuk elindeki

kumandayı bırakmak isteyecek dedesi buna izin vermeyecek-

tir. Bu sebeple başka çocuklarla oynamak, yerlerde yuvar-

lanmak, koşmak, yürümek, düşünmek vs. “işlevsizleştirilmiş”

olacaktır. Bu hem dedenin çocuk üzerindeki “kontrolünü”

sağlamış olacak hem de ailenin, toplumun “adamı” olma yo-

lunda ilerleyecektir. Bu ilerleyiş ile birlikte doğaya, kendisine

ve diğer çocuklara yabancılaşarak olacaktır.

Oyuncaklar Yabancılaşma Araçlarıdır.

Bir mahalle düşünelim. Bu mahalle de hiçbir çocuğun oyun-

cağı yok ve bir çocuk kumandalı arabası ile gelip oynamaya

başlıyor. Onunla arkadaş ve oyuncağı ile oynama “fırsatı”

bulmak isteyen bazı çocuklar kavgalar yapıyor. Kumandalı

oyuncağı olan çocukta bu oyuncağın vermiş olduğu imtiyaz

ile arkadaşlarını seçip, oyun oynamaya başlıyor.

Page 30: Kollektif Çöküş

30

Başka bir mahalle düşünelim. Bu mahalle de hiçbir çocuğun

oyuncağı yok ve bir çocuk kumandalı arabası ile gelip, oyna-

maya başlıyor. Bunu gören çocuklar onunla oynamak için

kavga etmiyor hatta oyuncağı ile hiç ilgilenmiyorlar. Kuman-

dalı arabası olan çocuk “sizlerle oynayabilir miyim?” diyor,

çocuklar “bizimle oynamak için kumandalı arabanı kırmak

gerekiyor” diyorlar.

İmtiyaz (ayrıcalık) elde edemeyen çocuk ya tek başına oyna-

yacak ya da oyuncağını kıracaktır.

Kumandalı arabası olan çocuk “sizinle oynamak istiyorum

fakat oyuncağımı kırmakta istemiyorum” dedi, çocukların

cevabı “oyuncak araban seni bağımlı kılıyor ve sende ondan

ayrılmadan hareket edemiyorsun. Bak bize yanımız da oyun-

caklarımız yok hepsini kırdık. Şimdi birbirimizle oyuncak yü-

zünden kavga etmiyoruz. Eğleniyoruz, geziyoruz”

Oyuncakları olan bütün çocuklar! Oyuncaklarınızı kırınız, par-

çalayınız, parçaladıktan sonra çöpe atıp yenisi de almayınız.

Kendinizi yetişkinlerin kontrolünden kurtarmak istiyorsanız,

dışarı çıkmak istiyorsanız, doyasıya koşup yuvarlanmak isti-

yorsanız.

Yavru köpekleri besleyip onları sevmek istiyorsanız (yavru

canların boyunlarına ip, tasma gibi “iğrenç” şeyle takmadan)

Oyuncaklar size evlerinize, okullarınıza hapseden araçlardır.

Ve…

Page 31: Kollektif Çöküş

31

Dilenci, tinerci, yoksul çocukların (insanların) yanında olmak-

la “çocukluktan” çıkıp insan olmak istiyorsanız.

Page 32: Kollektif Çöküş

32

“Devrimci Müzik” Saçmalığı Üzerine

Devrimciler kendi aralarındaki dili yaygın ve genel tutmak için

müzik alanında “devrimci müzik” gibi bir saçmalık üretmişler-

dir.

Müziğin bir ideolojik alana hapsetmek ne kadar anlamlıdır?

Müziği “daraltma” ve devrimcilerin müzik dilini de “monoton-

laştıran” bir konuma getirmektedir.

Müziğe evrensel, „enternasyonal‟, „dünya‟, „yerküre‟, „herkesin

dili‟ olmasını nasıl sağlayacağız. Farklı dillerdeki müziği nasıl

kolektif anlayışın bir unsuru haline getireceğiz.

“Devrimci Müzik” kendini “daraltıp” yerel coğrafya ya hapse-

dilmektedir. Bir yandan da kapitalistlerin değirmenine su ta-

şıyorlar. Çünkü farklı dilde farklı renkte müzikleri dinlemeyip,

kapitalistlere milliyetçilik dilini kullanmasına kolaylık tanınmış

oluyor.

Bir devrimci sürekli aynı müzikleri dinlemesi ile onu dinleyen

kişi veya kişilerin canının sıkılmasına neden olur. Devrimcinin

müzik dili, “monoton” kalmış olur, Çin‟deki müziğin hakkında

bilgi sahibi değilse Çin‟deki işçilerin müzik dilini nasıl anlaya-

cağız.

“Devrimci Müzik” Yoktur Evrensel Müzik Vardır.

“Devrimci” müzik dersek, enternasyonal dilin oluşumunu ve

ortak mücadeleyi örgütlemek de zorlaşacaktır. Onun için

“devrimci müzik” tanımını reddetmemiz gerekmektedir.

Page 33: Kollektif Çöküş

33

Politik kültürümüzde de bunu uygulamamız gerekmektedir.

Sürekli bir etkinlikte aynı marşı çaldığımızı düşünsenize

Avrupa Birliği Ülkelerin, “Sakallı” ve “Başörtülü” İşçi-

leri, İşten Atma Yöntemleri Üzerine

“Af Örgütü'nün ayrımcılık uzmanı Marco Perolini "Müslüman

kadınlar işe alınmıyor, kızlar geleneksel giysilerle, örneğin

baş örtüsü takarak okula gittikleri zaman sınıflarına giremi-

yorlar. Erkeklerin iş başvuruları sakalları yüzünden reddedile-

biliyor" diyor” (BBC Türkçe Haber sitesi, Nisan 2012)

Avrupa Birliği ülkeleri, Yüce! Avrupa Uygarlığı ve Demokra-

si‟si çıldırmıştır. Ayrıcalıklı Batılı işçilerin ayrıcalığını korumak

için göçmenlerin gemilerini batırıp yüzlerce yoksul Afrikalı‟nın

öldürülmesine neden olmaktadır. Ayrıcalıklı Batılı işçiler ve

„sosyalist‟lerde bunu desteklemektedir.

Avrupa Birliği Sömürü ve Talan “Uygarlığı”dır.

Afrika, Asya, Latin “Amerika”, Kuzey “Amerika”yı vahşice

sömüren bir uygarlık insanlığın uygarlığı olamaz. Yüz milyon-

larca insanın kanını akıtan Batı Uygarlığı ve Demokrasi‟si yı-

kılmalıdır.

“Müslüman” İşçilerin İşten Atılması

Bir işçi, iş başvurusunda işe alınmaması nedeni, sakalının

olması veya baş örtüsü var diye almıyorsa, bu işçiye ayrımcı-

lık yapıldığının kanıtıdır. Bir işçi din anlayışı üzerinden mah-

kûm edilmektedir. Bir işçi, işçi alınması veya alınmaması

onun işçi kimliği üzerinden ifadesidir. Yani bir işçi ile kapitalist

Page 34: Kollektif Çöküş

34

arasındaki pazarlık sonucunda işe girer ve emeğini satar. İşe

alınmazsa kapitalist düzende işsizler ordusuna katılır.

Batılı Kapitalistlerin İşten Atma Oyunu

“Müslüman” olduğu için işe alınmıyorlar, Batılı Kapitalistler

bunu sürekli yapıyor. Yüzyıllarca Afrika‟lı işçileri köleleştirdiler

ve açlıktan öldürdüler. Sonra da Afrika‟dan Batı Uygarlığına

gitmek isteyenlerin gemilerini batırmaya başladılar.

Batılı kapitalistler, bunları hep yapıyor. Göçmenleri, mülteci-

leri en iğrenç koşullarda hapis ediyor, en aşağılık işleri yaptı-

rıyor.

Müslümanlar yıllardır fabrikalarda, iş yerlerinde çalışıyordu da

şimdi ne oldu; neden Müslüman kimliği üzerinden işçileri işe

almıyorlar? Batılı kapitalistler bunları yapar da buradan Batılı

ayrıcalıklı işçileri ve „sosyalistleri‟ sorgulamak gerekmektedir.

Neden Batılı „sosyalistler‟ sakallı da işçilerin çalışmasını sağ-

lamıyor, baş örtülü işçilerin işe alınmasını sağlamıyor. Batılı

„sosyalistler‟ bunu yapmayacaktır çünkü Batılı „sosyalistler‟

kendi ayrıcalıklı Batılı beyaz işçilerin hakları korumaktadır. Bu

hakları kapitalistler verdi, onu geri almak isteyen kapitalistler

pazarlık yapıyorlar.

Göçmen İşçileri Fabrikalara Almayanlar, Sakallı İşçileri

De Almıyorlar

Page 35: Kollektif Çöküş

35

Batılı işçiler ve Batılı „sosyalistler‟ Göçmen işçilerin fabrikalar-

da çalışmasını engellemek için yollara barikatlar kurdular.

Şimdiler de sakallı işçileri, baş örtülü işçilerin fabrikalara gir-

mesini engelliyorlar.

Ne yapmalı?

İşçilerin serbest dolaşımı için mücadele etmeliyiz ki, bunlar

bir daha yaşanmasın. Mısırlı bir işçi nasıl Mısır‟da iş bulup

çalışabiliyorsa, Avrupa Birliği ülkelerinde de çalışabilmelidir.

Sanat “İlerici” Veya “Gerici” Olur Mu?

Platon der ki: “Sanat ideal olanın taklididir”, Aristoteles der

ki: “ Sanat gerçeğin taklididir”, Kant der ki: “Sanatın kendi

dışında, hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Gü-

zel Sanatı ancak deha yaratabilir”, Hegel der ki: “Sanattaki

güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının

ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulma-

dır”, Karl Marx der ki: “Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın

karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karak-

ter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı,

yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar

gelişebilir”

Benedetto Croce der ki: “Güzelliğin yerine anlatımı öne çıka-

rır. Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik

bir etkinliktir. Doğa, sanatçının yorumu ile güzel olabilir”.

“Marx, << Ekonomi Politiğin Eleştirilmesine Giriş>>te, bilim-

sel ve teknik açıdan, 19.yüzyıldaki gelişme düzeyinin, antik

köleci düzendeki gelişme düzeyini fersah fersah geçtiğini;

Page 36: Kollektif Çöküş

36

oysa, antik sanat yapıtlarının, 19.yüzyılda hâlâ, <<bir bakı-

ma bir norma ve erişilmez bir örnek oluşturduğunu>> nu

yazar. Peki, o halde, Karl Marx‟ın bu sözleriyle, Antik yara-

tımlara karşıt, kişinin manevi dünyasına kıyaslanmayacak

derinlikte inen Shakespeare‟in daha önce değindiğimiz görüş-

leri arasında bir çelişme yok mudur burda? Yani, Marx‟ın bu

sözleri, önünde sonunda, insanoğlunun sanatsal gelişmesinin

ilerici değil, gerici bir süreç olduğunu bize burda göstermiyor

mu?

Hiç kuşkusuz, böyle bir anlam taşımaz Marx‟ın sözleri. Marx‟a

göre, sanat alanında ilerleme, mutlak değil, görece‟dir;

<<…ilerleme kavramını, alışılageldik bir soyutlama içinde ele

almamak>> gerekmektedir. Aslında, sanatın tüm kendi ge-

lişme süreci içinde, olanakları sadece genişlememiş, daral-

mıştır da. Sanat, hep bir şeyler keşfetmiş, bir şeyler kazan-

mış, ama kaçınılmaz bir şekilde, bir şeyler de yitirmiştir. İşte

bu kaçınılmaz, üstesinden gelinmez çelişme nedeniyledir ki,

insanoğlunun sanatsal gelişmesi ile bilimsel ve teknik geliş-

mesi birbirinden temelde ayrılır.” [1]

“İlerlemeci ideolojinin “kaderci iyimserliği” denen şeyden

esinlenen Marks ve Engels, burjuvazinin düşüşünü ve prole-

taryanın zaferini “eşit derecede kaçınılmaz” şekilde hiç tered-

dütsüz ilan ettiler, Tarihi, sonuçları bilim tarafından, tarihin

yasaları tarafından ya da sistemin çelişkileri tarafından ga-

rantilenmiş bir süreç olara gören yaklaşımın siyasal sonuçları

üzerinde fazlaca durmaya gerek yok. Böyle bir yaklaşım ken-

di mantıksal sonuçlarına vardırılacak olsa – Manifesto‟nun

yazarları tabii ki bunu yapmadı- devrimci bilince, örgütlenme

ve inisiyatife yani öznel etmenlere hiç gerek kalmazdı,

Page 37: Kollektif Çöküş

37

Plekhanov‟un da belirttiği gibi eğer “programın zaferi, güne-

şin yarın doğacak olması kadar kaçınılmaz”sa, neden siyasi

bir parti, kurulsun, bir gösteriş için insanların hayatları, tehli-

keye atılsın? Yarın güneşin doğmasını garantilemek için bir

hareket örgütlemeyi kimse hayal etmeyecektir” [2]

“Kapitalizmden ileriye doğru geçiş çağında, sanatsal kültürün

demokratikleştirilmesiyle, sanatsal değerleri tüketecek genel

yüksek düzeyde bir kitlenin estetiksel olarak varlığının hemen

kurulamayacağı arasında bir çelişme vardır, ki buna gözleri

kapalı kalamıyacağımız gibi, amaçlardan biri de bu çelişmeyi

ortadan kaldırmaktır. Kafa ve kol işçiliği arasında kopukluk

sürdükçe, toplumun bütün üyeleri aydın düzeyine ulaşmadık-

ça, sanat yapıtı tüketiminin nitel ve nicel yanları arasındaki

ayrılıklarda kaçınılmazdır. Ama geçici mahiyette‟dir bunlar.

İlerde bu tür ayrılıklar da ortadan silinecektir. İnsanoğlunun

sanatsal gelişmesi, herkesin, bütün sanat hazinelerine özgür-

ce el atabileceği, herkesin estetik kültürünün maksimum de-

recede gelişeceği bir aşamaya ulaşacaktır. O zaman, insanoğ-

lunun sanatsal gelişmesinin ilerici karakteri, bütün sonuçla-

rıyla ve doluluğuyla insanoğluna kucak açmış olacaktır” [3]

“Dünya sanatsal kültür tarihi birçok önemli farklar gösteren,

bir takım tiplere ayrımlanabilir. Ne var ki, bütün bu farklılık-

lar, yine o sanatsal kültür tipi‟nin üstünde yükseldiği ekono-

mik alt yapının özelliklerine dayanır” [4]

“Bu tiplerden ilki, ilkel toplum kolektif kültürüdür. Bu sanatın

asli çizgilerini folklor korumuştur. İlkel toplum sanatında,

profesyonel olarak yürütülen, hemen hemen hiçbir sanatsal

faaliyet olmamıştır; bu kültürün kendiliğinden bir karakteri

Page 38: Kollektif Çöküş

38

olup, üretim sürecine katılan herkesi içine alıyordu. Av ve

savaş dansı, çalışma türküleri ve dansları, herkesce yapılı-

yordu. Mithos, efsane ve menkıbeler kadar, el işlerinin de

söylenip yapılışına herkes katılıyor, onu devam ettiriyordu.

Sanatın, toplumsal yaşam faaliyetinin en önemli biçimlerin-

den biri haline gelmesini sağlayacak şekilde, toplumun bütün

üyelerinin yaratıcılık yeteneği bu yoldan gelişmiş bulunuyor-

du. Sanat, geneli ilgilendiren ve toplumsal önemde bir içerik-

le doluydu.” [5]

“ilkel toplum” yerine “sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplum”

denmelidir. Bu toplumlar da devlet, bürokrasi, işbölümü, şef,

lider yoktu. Aşamalı bir mantıkla „birinci tip sanatsal kültür‟,

„ikinci tip sanatsal kültür‟, „üçüncü tip sanatsal kültür‟ hareket

edilmiş olmaktadır. Böyle anlatmak yerine sınıflı toplum ön-

cesi sınıfsız toplumda sanat nasıldı ve sanat var mıydı?

“Toplumsal iş bölümünün ortaya çıkışıyla birlikte, toplumdaki

sanatsal gelişme de altüst olmuştu. İkinci tip sanatsal kültür

başlamıştı. Sanatsal yaratımın, toplumsal iş bölümü çerçeve-

si içinde yer alışı; meslekî, özel bir insan faaliyeti alanına dö-

nüşmüş olması ve bu arada, toplumun üyelerinin büyük bir

bölümünün, sanatsal değer tüketicileri durumuna düşmüş,

<<müstehlik>> haline gelmiş olması, bu sanatsal kültürün

özelliklerindendi. Bu arada, Marx ve Engels‟in belirttikleri gibi,

<<sanatsal yetinin tek tek kişilerde yoğalımı ve bununla bir-

likte, geniş kitlelerin ezilmesi>> olayı ortaya çıkmıştı; öyle ki,

bu kişiler, yaşamca gerekli malların üretimiyle uğraşmakta,

gördükleri bu işle, profesyonel sanatçıların varoluşunu gü-

vence altına almaktaydılar.

Page 39: Kollektif Çöküş

39

Maddi ve sanatsal üretimin kökenindeki birliğin bu şekilde,

bozularak parçalanması, ki bu sanat –tarihsel gelişmedeki

diyalektik mantığın bir başka yönüdür, sanatın gelişmesi üs-

tünde yalnız olumsuz değil, ama aynı zamanda olumlu bir

etki de yaratmıştır. Şöyle ki, sanatsal yaratımın meslekî ola-

rak yürütülüşü, sanatın ileriye doğru gelişmesinin de bir itici

gücü olmuştur.

Doğal istidata sahip kişilerin, sanatsal faaliyetle baş başa ka-

larak, maddi üretime katılmaktan kurtulmaları, sanatsal yara-

tımın gittikçe yetkinleşmesi için gerekli koşulları da birlikte

getirmişti. Böylesine bir sanatsal yaratım, gittikçe meslekten

usta sanatçı olmaya başlayan, tüm faaliyetini buna ayırabilen

yetili insanların gücünü ve enerjisini soğurmuş; kitlelere ka-

palı duran uygarlığın başarılarını tanıyıp öğrenme olanağına

sahip sanatçıların yüksek düzeyde kültürel ve entelektüel bir

gelişme göstermelerini sağlamıştı.” [6]

Aydın – entelektüel – sanatçı olarak kabul görenler, tam da

görmüş oldukları bu özel eğitim nedeniyle içinde bulundukları

toplumlarda statüleri bakımından itibarlı bir pozisyona sahip

olmuşlar ve hemen her bakımdan ayrıcalıklı bir yaşam sür-

müşler, sürmektedirler.

“İsimlerin önünde profesör, doçent, doktor, mühendis, mi-

mar, gazeteci, yazar, araştırmacı, şair, edebiyatçı, sanatçı,

tarihçi, uzman, bilirkişi vs. vs. gibi çeşitli unvanların olması,

ayrıcalıklı parçası oldukları düzene toplumsal bir meşruiyet

kazandırmak, ezilen ve sömürülenlerin bilinçlerini dumura

uğratarak egemenlere biat etmelerini sağlamak ve egemenle-

Page 40: Kollektif Çöküş

40

rin düzeni için gerekli olan asıl işlevlerini gizlemek, dahası

yalanı gizlemek içindir.

Ne zaman haksız bir durum yaşanmışsa, o zaman mutlaka bir

yalana da ihtiyaç duyulmuştur. İnsanlığın sınıflı tarihi, ege-

men sınıfın çıkarlarını gözeten, amaçlı ve sistemli yalanının

da tarihidir. Ama tüm toplumu ilgilendiren meselelerde yalan-

cılık öyle herkesin yapabileceği bir iş değil, özel bir iştir. Zira

kapitalist kültürle ve ahlakla biçimlenmiş bugünkü toplumda

özel itibarı olmayan herhangi birinin söylediği yalana inanı l-

maz, dahası rasgele birinin söylediği yalan inandırıcı olmaz.

Yalanı söyleyenin inandırıcı olabilmesi için, dahası yalanın

toplum üzerinde etkili olabilmesi için, onun söyleyenin önce-

likle içinde bulunduğu toplumda, o topluma egemen olan de-

ğerlerle itibar ve ayrıcalık kazanmış birisi olması gerektir.

Kısacası, sınıflı toplumlarda toplumu ilgilendiren şeylerle ilgili

yalan işi, özel nitelikler kazanmışların, uzmanlaşmışların işi-

dir. Bu nedenle kapitalizm yalan üreten uzmanlar, yalanı or-

ganize eden ve yaygınlaştıran mekanizmalar olmadan kendi-

sini var edemez. Bunlar kapitalizmin ideologları ve ideolojik

aygıtlarıdır.” [7]

“Özetlersek, sanatsal üretimin toplumsal işbölümü ve müba-

dele sistemi içindeki yeri, sanatı, ayrıcalıklı kesimlerin siyasal,

dinsel, etiksel ve estetiksel taleplerine göre bağlı kılıyordu”

[8]

“Toplumsal üretim sisteminin toplumca düzende uğradığı de-

ğişim, sanatsal üretimin tarihsel yazgısı üstünde geniş bir etki

bulunmuştur. Böylece, yeni, üçüncü bir sanatsal kültür tipi

Page 41: Kollektif Çöküş

41

oluşmaya başlamıştır. Bunu ana çizgileriyle şöylece göstere-

biliriz. Birincisi: Toplumcu üretimde başlıca amaç, artı-

değer‟in elde edilmesi değil, toplumun bütün üyelerinin mad-

di ve manevi gereksinimlerinin karşılanması olduğu için, sa-

natsal üretim, nesnelde, aynı başlıca amacı, yani, tüm toplu-

mun fikirsel-estetiksel gereksinimlerinin karşılanması amacını

üstlenir. İkincisi: Toplumcu düzende, sanatçı, piyasadan ba-

ğımsız olup, sanatçının emeği, kâr getirme ölçüsüne göre

değil, yaratılan ürünün fikirsel – sanatsal nitelikleri‟ne, göre

ölçülür.

Üçüncüsü: emeğin yeni toplumsal örgütlenişinden doğan ide-

oloji, sanatçı aydınları, uzun yıllardır yitip gitmiş olan, top-

lumla birlik bilincini yeniden edinmeye; sanatta, toplumun

fiilen neyi harekete geçirdiğinden, neyin acısını çektiğinden

ve ne gibi özlemler içinde olduğundan söz etmeye götürür.

Dördüncüsü: Halk sanatlarında ve amatörce yaratımlardaki

atılımlar, meslekten sanat ile halk kitlesi arasında salt tüke-

tim çıkarlarına dayanan ilişki düzeyini, ortak-yaratıcı sanat

algısı ve alımı ile kendinde etkin yaratım arasında yer alan bir

ilişki düzeyine çıkaracak şekilde, meslekten sanat ile halk

kitlesi arasında büyük bir yakınlaşmanın doğması‟na yol

açar.” [9]

Sanatta Ne Demeli?

İnsanlık tarihinde, sınıflı toplumda ve kapitalizmde sanatı

araştırırken “ilerici” ve “gerici” kavramlarını kullanmamalıyız.

Bunlar aşamacı ve ilerlemeci, Batı Merkezli ideolojinin ve kül-

Page 42: Kollektif Çöküş

42

türün etkilerini taşımaktadır. Bunlarla ezilenlerin hikâyeleri

anlatılamaz ve onların yaptıkları şeyleri net bir şekilde ortaya

koyamaz.

Kapitalist düzen de sanatçılar kapitalizmin değerlerini koru-

mak üzerine faaliyet yürütürler. Onu aşmak ve yerine başka

bir şey koymak için değil.

Sınıftı toplum da sanat kimin için üretiliyordu, kime hizmet

ediyordu. Sınıfsız toplumda nasıl olacaktır şeklinde ifade edi-

lebilirdi ve bu konu da bilgi verilebilirdi. İlerlemeci anlayış

insanlık tarihi tarafından mahkûm edilmiş ama ifadelerde,

analizlerde ve açıklamalarda yine de ilerlemeci, aşamacı, ev-

rimci, kendiliğindenci, Batı merkezli, Batı merkezli ideoloji,

Batı merkezli kültür bulunmaktadır. Yapılması gereken bunla-

rı eleştirip yerine anti ilerlemeci, anti aşamacı, anti evrimci,

anti kendiliğindenci, anti Batı merkezli, anti Batı merkezli

ideoloji, anti batı merkezli kültür ve bütün kültürler sorgu-

lanmalı ve eleştirilmelidir.

Sanat kendi başına soyut bir şey değildir. İdeoloji ile bağlan-

tılıdır, toplumun sınıflı yapısı ile alakalıdır. Sanat kimin için

yapılıyor, egemen sınıfın ihtiyaçları veya dönemsel çıkarları

için üretiliyor veya yok sayılıp başka şeylere geçiyorlar. Ama-

cı kitleleri kandırmak, korkutmak, entegre etmektir.

Açıklayıcı Notlar

[1] Güzellik bilimi olarak estetik ve sanat – Moissej Kagan –

Altın kitapları yayınları – sayfa 506

[2] Küreselleşme ve Enternasyonalizm – Michael Löwy

Page 43: Kollektif Çöküş

43

[3] Aynı kitap sayfa 511, 512

[4] Aynı kitap sayfa 515

[5] Aynı kitap sayfa 515

[6] Aynı kitap sayfa 517

[7] Komünist Zemin Dergisi, sayı 13, sayfa 20

[8] Aynı kitap sayfa 518

[9] Aynı kitap sayfa 521, 522

Demokrasi Eşitsizliktir.

İnsanların sınıflı toplumda eşit, özgür olması mümkün değil-

dir. Bunu bir örnekle ifade edeceğiz. Demokrasinin, adaletin,

insan haklarının nasıl bir şey olduğunu göstereceğiz.

“Özellikle 1990‟lı yıllarda çok sayıda operasyona katılan ve

gözaltına alınan kişilere yaptığı işkenceler nedeniyle Türkiye

mahkemelerinde hüküm giyen ve üstelik bir de Avrupa İnsan

Hakları mahkemesinde Türkiye‟nin mahkûm olmasına yol

açan polis şefi Sedat Selim Ay‟a amirlerinden destek geldi”

Yukarıdaki haberin ana teması demokrasi ve adaletin ne ol-

duğunu anlatmaktadır. Demokrasi egemenlerin yönetme bi-

çimlerinden biridir. İlle devlet demokratik, ileri demokrasi

Page 44: Kollektif Çöküş

44

oldu diye kendi geleneğinden vazgeçmez. İşkencelerden, kat-

liamlardan, tecavüzlerden vazgeçmez bu devletin var eden

geleneğidir. Devletler bu şekilde var oldu ve bu şekilde de-

vam ediyorlar.

Demokrasi ve adalette bir devlet geleneğidir.

Komünistler polis şefinin “görevden alınsın” veya “yargılan-

sın” demeleri karşı devrimci politikalarının bir sonucudur.

Diyelim ki devlet polis şefini görevden aldı ve hapise attı.

Diğer bütün polis şefleri bu olaydan etkilenip veya “korkup”

ezilenlere, Kürtlere, devrimcilere işkence yapmayacak mı? Bu

mümkün mü? Hayır.

O zaman neden demokrasi, insan hakları, demokratik haklar,

Avrupa insan hakları mahkemesine gidilip, devrimci mücade-

leyi “ayaklar altına aldırıyorlar” bu devrimciler. Demokrasi

eşitsizliktir, demokrasi işkencedir, demokrasi tecavüzdür,

demokrasi soykırımdır.

Demokratik talepler isteyip, devletin anti-demokratik olduğu-

nu söyleyen devrimciler şunu bilmeli ki, “demokrasi” ege-

menlerin yönetme biçimi buna “anti-demokratik” demekle

“demokratik” demek arasında pek bir fark yoktur. Bunla işçi-

leri oyalamaya dönüktür, yani köyünüze içme suyu, sağlık

ocağı, ormanlık alan açılacaktır diyip arada “bunlar sizin de-

mokratik haklarınızdır” diyen milletvekillerine inanmaya de-

vam ederseniz, köyünüzdeki dereden, sudanda olursunuz.

Page 45: Kollektif Çöküş

45

Bugün HES‟lerle birlikte yüzlerce köy boşaltıldı. Bu boşaltma

silah, bombalama ile yapılmadı. Kapitalizmin doğası budur

insana ve doğaya yıkım getirmeden gelişemez, yenilenemez.

Demokrasi eşitsizliktir, demokrasiye inanmaya ve istemeye

devam etmek yarın parasız olan havayı da parayla almanıza

neden olacaktır.

İşçilerin Fabrika da 1 Ocak Akşamı Eğlenceleri

Facebook‟ta izlenilen bir video da işçiler halay çekmekte ve

kapitalist de onları seyretmektedir. Kapitalist ve işçiler birlik-

te 1 Ocak yılbaşı eğlencesini birlikte kutluyorlardı. Pastalar,

kolalar, içkiler, müzik, dans akşama kadar eğlendiler ve kapi-

talizmin tüketim kültürünü yerine getirdiler.

Bu işçilerde tüketiyor, tüketirken mutlu oluyorlardı. İşçiler

eğlenirken birbirleri ile hiçbir şey paylaşmıyorlardı. Roma İm-

paratoru Jül Sezar tarafından Mısırlı astronomi bilgini

Sosigenes‟e hazırlattığı ve Sezar‟ın adını taşıyan takvim Gü-

neş takvimidir ve binlerce yıldır Mısırlılar ve Mayalar tarafın-

dan kullanılmaktaydı. Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve De-

mokrasisinin çaldığı bir icattır.

Aynı fabrika da beş ay sonra kapitalist araç servislerini kal-

dırma kararı aldı. 1 Ocak akşamı birlikte yılbaşı kutladıkları,

yiyip, eğlendikleri kapitalist servislerini elinden aldı. Video da

dans eden kadın artık işi gidip gelebilmek için 4 kez otobüse

binecek ve bunların parasını cebinden ödeyecekti. Video da

içkisini içen erkek de işe gidip gelebilmek için 6 kez otobüse

binmek yerine kendi arabasıyla gidecekti.

Page 46: Kollektif Çöküş

46

Kapitalist düzenin tüketim kültürünü uygulayanlar ile suç or-

taklığı yaptıkları düzenle; düzenin yaratmış olduğu bedeli de

ödüyorlardı. 12 saat çalışarak bu yaparken bir de yıllardır var

olan servisleri ellerinden alındı.

Servisleri elinden alınan işçiler 1 Ocak‟taki yaratmış oldukları

videoyu izlemeliler, kiminle eğlendiklerini ve kimin kültüründe

eğlendiklerini, neden o gün tükettiklerini ve çok tükettiklerini

sorgulamalılar. Yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü, babalar

günü gibi kapitalizmin tüketim kültüründe neden böyle dav-

ranışlar sergilediklerini okuyup, araştırmalılardır.

1 Ocak akşamı işçiler gülüyordu şimdi neden gülmüyorlar. 1

Ocak akşamı gülmelerinin nedeni eğlendikleri kültür de şimdi

gülmemelerinin nedeni araç servislerinin alınması mı? Gele-

cek yılki 1 Ocak akşamı aynı eğlenceyi yapacaklar mı? Tü-

ketmek için aynı mekân da kapitalistle buluşacaklar mı? Ya

da gelecek yılki 1 Ocak‟ı kutlamayacaklarını söyleyecekler

mi? Bu bizim kültürümüz değildir diyecekler mi?

Page 47: Kollektif Çöküş

47

Yunanistan'daki Seçimleri, Ayrıcalıklı İşçiler Kazandı.

Yunanistandaki gelişmeler bizlere yanıltacak durumlarla dolu-

dur. Bunlardan birincisi, "iktidar" boşluğunun olduğu yanılgı-

sıdır, bu seçimlerinden sonra iktidara kurma girişimi, ulusla-

rarası kapitalizmin ihtiyacını karşılayacak bir partinin veya

koalisyonun gelmesi gerekliliğidir ondandır ki partiler kemer

sıkma, Avrupa birliği, IMF karşıtı olduğunu söyleyip, ayrıcalık-

ları ve sömürgeciliği kabul eden aşırı solun hükümet kurma-

sına izin verilmedi. "iktidar" kurumama, sistemin iktidarının

olmadığı anlamına gelmez ki. Zaten kapitalistler ülkeleri yö-

netendir, istisna olan ülkelerde vardır.

İkinci yanılgı "iktidar" boşluğunun sonucunda işçiler vs. dev-

rime gidecektir deyip tek eksiliğinin devrimci parti olmasıdır.

Bu da yanılgıdır çünkü işçilerin üye olduğu 'sosyalist' partiler,

sendikalar vardır. Asıl soru nasıl bir parti olmalıdır programı

ne olmalıdır. Fakat devrimci bir mücadelenin olmazsa olmazı-

nı sadece partinin olmamasına bağlamak "gerçekleri" gizleme

"girişimidir" çünkü Yunanistan‟daki işçiler, emekçiler diğer

Avrupa Birliği ülkelerindeki işçiler ve emekçiler gibi bal gibi de

sömürgecilikten, talandan pay alıyorlar. Bunları anlatın da

insanlara sadece bir partinin olmadığı üzerinden devrimin

gelmediği yalancılığına düşmeyiniz.

Üçüncü yanılgı kemer sıkma politikalarına karşı yüz binlerce

işçinin ve emekçinin sokaklarda barikat kurması bir yanılgıdır

çünkü "barikatı" ayrıcalıklarının alınmaması üzerine kuruyor-

lar. Sömürgecilikten gelen paraların, maaşların sorgulanma-

dığı bir toplumda (işçiler, sosyalistler) nasıl oluyorsa kapita-

lizmi tehdit edemiyorlar. Örneğin, Kolombiya'da işçiler eylem

Page 48: Kollektif Çöküş

48

yaptığında devlet anında tepki, şiddet uyguluyor çünkü bu

ülke kapitalistlerinin sömürdüğü bir ülke, talan ettiği bir yer

bulunmamaktadır ki ondan işçilerin maaş arttırma, iş saatle-

rinin kısaltılması isteği sert biçimde bastırılıyor.

Kolombiya'da bir maaş artırımı ile Yunanistan, Almanya'daki

işçilerin maaşların aratırımı taleplerinin karşılanmasında Yu-

nanistan, Almanya'daki işçilerin maaşı artabiliyor, yüksek

maaşlar, kaliteli sağlık ve eğitim imkânları, ayrıcalıklı işçinin

çocuğu doğmadan bankada biriken paralar vs. Bu imkânlar

neden Kolombiya, Afrika'daki işçilerde yok çünkü oralar kapi-

talizm tarafından sömürülüyor, talan ediliyorsa ondan. Kapi-

talizm bu şekilde işlediği içindir ki böyle oluyor.

"Yunan siyasi yaşamının son 40 yılındaki başlıca parti olan

Pasok, 300 üyeli parlamentoda sadece 41 sandalye kazana-

rak büyük bir oy kaybı yaşadı. Hükümet arayışları

Samaras'ın Yeni Demokrasi Partisi,108 sandalye alarak birinci

parti oldu. Ancak Samaras, hükümet kuramadı. Radikal sol

blok Syriza'nın lideri Alexis Tsipras ise, AB ve IMF'nin talep

ettiği kemer sıkma önlemlerinin reddi konusunda ısrarcı oldu-

ğu için hükümet kurmayı başaramadı. Pasok ve Yeni Demok-

rasi'nin toplam sandalye 149. İki partinin hükümet kurabil-

mek için gereken çoğunluğa ulaşmak için iki milletvekiline

daha ihtiyacı var." [ABHaber sitesi, Mayıs 2012]

Syriza Ayrıcalıklı İşçilerin Kuyrukçusudur.

Radikal sol blok Syriza şimdi garip bir söylem içindeler kendi-

leri bunun farkındalar mı bilinmez. Hem kemer sıkma politi-

Page 49: Kollektif Çöküş

49

kalarına karşılar hem de ayrıcalıklı işçilere sömürgelerden,

talandan verilen ayrıcalıkları korumaya kalkıyorlar bu sayede

seçimlerde yüksek oy alıyorlardı. Bu bir çelişkidir hem kapita-

list sistemin işçinin sömürülmesine karşı çıkacaksın hem de

başka coğrafyalardaki işçilerin sömürülmesine ses çıkarma-

yacaksın.

İkinci çelişki, Avrupa Birliğine ve IMF'ye karşı bir söylem ta-

kınmalarıdır, birinci çelişkinin ikinci çelişkisini oluşturuyor.

Avrupa Birliği ve IMF sayesindedir ki, Yunanistan'daki ayrıca-

lıklı işçiler oluşmakta, oluşturulmaktadır. Oy aldığın kitle, ay-

rıcalıklı işçi sınıfıdır bunların oyunu almak için söylenen bir

söylemden öte değildir. Hatta ayrıcalıklı işçiler bile buna

"inanmamışlardır" bu inançsız oldukları anlamına gelmez.

İnandıkları tek şey ayrıcalıklarının korunmasıdır. Syriza'yı

yükselten kuyrukçuluğunu yaptığı ayrıcalıklı işçiler ve onların

talepleridir. Syriza'yı indiren de ayrıcalıkları olan işçilerin kuy-

rukçuluğundan vazgeçtikleri gün olacaktır.

Kim "kemer sıkma" politikalarına karşı çıkarsa, artık ne dü-

şündüğüne, ne program yaptığına bakılmaksızın seçimleri

kazanıyor olsa da uluslararası kapitalistlerin ihtiyaçları doğ-

rultusunda hükümetlerin başa geçmesi sağlanır. Bunun ya-

pılması için de her türlü yolu denerler. Burada önemli olan

"kemer sıkma" nedir, nedir değildiri açıklamak gerekmekte-

dir.

"Kemer sıkma" nedir, ne değildir?

Batılı kapitalistler devrimci bir durumun şimdilik kalmamasın-

dan dolayı önlerinde engel olmadığı için Batılı işçilere verdik-

Page 50: Kollektif Çöküş

50

leri ayrıcalıkları, "hakları" geri almaya başlıyor. Buna da "ke-

mer sıkma" politikaları adı veriliyor. Batılı kapitalistlerin ver-

diği ayrıcalıkları geri almasına karşı çıktığı için sokağa çıkılı-

yor, eylem yapılıyordu. Yoksa geçinememe durumundan de-

ğil, hatta Kolombiyalı işçiler gibi değil durum.

Kolombiyalı işçiler ile Yunanistan'daki işçilerin mücadelesini

bir ve aynı gösterip ona göre hareket edilirse. Bütün hatalar

ortaya çıkar ve çıkmaktadır. Burada bir başka belirtilmesi

gereken durum da sınıf mücadelesidir. Kapitalizme karşı veya

onun sınıf karakterine, değerlerine karşı mücadele edenler ile

etmeyenleri bir ve aynı göstermekte doğru değildir.

Kolombiyalı işçilerin verdikleri mücadele sınıf mücadelesidir

bunun gideceği durum kapitalist değerlere saldırıya dönüşe-

cektir. Yunanistan'daki böyle olmayacaktır ve olmuyorsa.

Batılı işçilerin "hayranı" olmanın da anlamı yoktur. Yunanis-

tan'daki, Fransa'daki seçimlerde "kazanan" ayrıcalıklı batılı

işçiler olmuştur.

“Hillary Clinton Defol” Demek Irkçılıktır ve Beyaz

Adam Gibi Konuşmaktır.

Batı Uygarlığı yeryüzüne kendi yüzünü “giydirmeye” devam

ediyor. Beyaz (ayrıcalıklı) Adam‟ın yarattığı ırkçılık, ırkçı dil

devrimci partilerin, kurumların beyin hücrelerinde de birik-

miştir ve bu birikme yaptıkları eylemlerde ortaya çıkmaktadır.

“Hillary Clinton Defol” bu defol egemen sınıfa hizmet eden bir

Bakan‟a söylendiğinde çoğu devrimci bunun devrimci bir ifade

olduğunu söylemektedir. Bu dil Beyaz Adam‟ın dilidir. Beyaz

Page 51: Kollektif Çöküş

51

Adam‟ın dili zaten ırkçıdır. Hillary Clinton Beyaz Adam‟ın yü-

zünü giyenlerdendir bunu teşhir ederken yine Beyaz Adam‟ın

diliyle bu yapılmaz.

“Hillary Clinton Defol” demek ulusalcı devrimcilerin (bir dev-

rimci asla ulusalcı olamaz) söylediği sözlerdir. Ulusalcılık ya-

nında bir sınır içine giren başka birine karşı söylenen sözler-

dir. Şimdi konuyu başka örnekle devam edeceğiz. Türk işçile-

ri şöyle bir şey dedi “Göçmenler Türkiye‟den Defol” dedikle-

rinde Türk işçileri gibi ırkçı ve ulusalcı diğer yandan da Türk

işçi sınıfının kuyrukçusu oluyorlar sonra da kapitalizmi yani

yıkmak istedikleri sistemi “en güzel” şekilde yeniden güçlen-

mesine hizmet ediyor bu devrimciler.

Sadece Türk işçilerinin refahı ve mutluluğu için, yeryüzünü

yok saymak gibi bir şey oluyor. Ama bu ulusalcı solcular

cümlenin sonuna da “bütün ülkelerin işçileri birleşin” ile biti-

yor da bunu Komünist Manifesto‟dan almışlar belli diğerlerini

yanı “defol” demeyi Türk Devletinin okullarında, liselerinde,

üniversitelerinde öğrenip devrimci mücadelelerine

“mantolamışlar”

Devrimci olanlar, birinin bir yerden başka bir yere gelirken

“defol” diyemez. Devimci olanlar kapitalizmi yıkmak için mü-

cadele ederler. Bu “defol”la ancak ırkçı, şovenist ve anti-

enternasyonalist Türk işçilerinin linç kültürü hareket geçirebi-

lir bunla da gidip Kürtleri, Alevileri, Eşcinselleri dövüp, öldü-

rürler. Bu sonucu ulaşması bu ulusalcı devrimcilerin Türk

Devletinden daha “Devletçi” olduklarının ispatı ve devrimci

olmadıklarının kanıtı olur.

Page 52: Kollektif Çöküş

52

“Sevgili”si İçin Kopardığı Gül Öldü

Yazları, Metin sevgilisine çiçek almayı hiç sevmez. Hep şunu

der “Paramı niye ziyan edeyim” gidip güllerin büyüdüğü bah-

çelere, parklara, saksılara el atıp bir tane gül koparırdı.

Nilay‟ın gülü sevdiğini bilir ve gül koparmayı alışkanlık haline

getirmişti. Metin lise son sınıfta okumaktaydı, Nilay tekstil

atölyesinde çalışmaktaydı.

Cumartesi akşamları buluşabiliyorlardı, Pazar günleri Nilay‟ın

ailesi dışarıya çıkmasına izin vermiyordu. Metin elinde bir

gülle, Nilay‟ın önüne geçip, gülü uzattı. Nilay gülümsedi ve

gülü aldı.

Nilay, Metin‟in mavi gözlerine vurgundu. Onun gözlerine aşık

olmuştu. Metin‟de Nilay‟ın bacaklarına dokunma aşkına vu-

rulmuştu. Nilay‟ın yanına oturduğunda bacaklarını okşuyordu;

Nilay‟da Metin‟in mavi gözlerine bakıyordu.

Metin yıllar sonra kopardığı güllerin öldüğünü diyalektik ola-

rak anlayacaktı. Bayram günü Nilay Metin‟i arayarak evine

çağırdı. Bir saat on dakika sonra Metin zile bastı. Nilay oto-

matiğe basarak kapıyı açtı. Metin üçüncü kata çıktı ve Nilay

evin kapısını açtı.

Nilay

-Hoş geldin Metin‟ciğim.

Metin

-Hoş bulduk Nilay‟cığım.

Page 53: Kollektif Çöküş

53

Nilay

-Yatağı hazırladım, soyunda sevişelim dedi.

Metin acele ile soyundu ve ilk kez bir kadınla ilişkiye girecek-

ti. Korkuyordu ve heyecan içindeydi. Nilay üzerindeki havluyu

çıkardı ve yatağa girdi, Metin‟de yatağa girdi.

Beş dakika sonra Nilay

-Cinsel ilişkiye girdik ve ilişkimiz bitmiştir. Artık beni arama

ve sorma yoksa canını yakarım dedi.

Metin

-Devam edelim, bu kadar kısa sürmemeli

Nilay

-Hayır, kopardığın gülleri hatırladın mı?

Metin, ilişkinin devam edeceğini anladı.

-Evet, senin için kopardığım ve senin sevdiğin çiçekti.

Nilay

-Beni sevdiğim çiçek koparılmayan çiçekti.

Metin

-Sen istediğin için kopardım.

Nilay

Page 54: Kollektif Çöküş

54

-Ben sana demedim ki, git gülü kopar, sen gittin kopardın.

Şöyle diyebilirdin; ben senin sevdiğin çiçeği koparmak iste-

miyorum çünkü koparırsam ölür demedin.

Metin

-Doğru söylüyorsun Nilay, sen demedin ben kopardım.

Nilay

-Neden bu davranışı yaptın çevrendeki erkeklerde bu davra-

nışı yaptığı için ya gülü parayla aldılar ya da çiçekleri kopardı-

lar. Sen ikincisini denedin ama paran olsaydı birincisini de

yapacaktın.

Metin düşünceli düşünceli üzerini giydi.

Nilay

-Sevgili değiliz, aşık değiliz, sadece sen istediğini aldın bende

istediğimi aldım. Birbirimizin yaşamına karışmadan gündelik

yaşantımıza devam edelim.

Metin

-Doğru, bende seni evlenelim diye yalan söyleyip cinsel ilişki-

ye zorlamaya çalıştım ama sen benden daha aceleci çıktın.

Yani yalan söylemeye de gerek kalmadı.

Nilay

-Demin ki söylediklerim de doğrulandı, iyi akşamlar…

Page 55: Kollektif Çöküş

55

“Tasmalı” Köpekler Üzerine

İnsanlar sahilde, caddede, yolda, sabah veya akşam yürü-

yüşlerinde elinde tasmayı tutan iplerler gezerler ve bu iple

tasmaya takılan canlı köpeklerdir.

Çocuklar, yaşlılar, genç kadınlar, genç erkeklerin yanında bir

köpek türü var ve bu köpeklerin hepsinde tasma ve tasmaya

ip takılmış bu ipi tutanlardır. Bu iple köpeğin her hareketine

bir müdahale yapılmaktadır. Köpeğin yaşamına müdahaledir.

Bu köpekler kendi doğalarında yaşarken, doğal yaşamın için-

de insan müdahalesi olmadan yaşıyorlardı. Köylerde köpekler

şehir köpeklerine göre daha geniş bir hareket alanı vardır,

köylerde köpekler akşamları ipe bağlanmaktadır.

Şehirdeki köpekler kafeslerde, barınaklarda, tasmalı tama-

mıyla insana bağımlı halde yaşamaktadırlar. Kendi yaşam

alanları olan ormanlar, ovalar, bahçeler insanların apartman-

ları ile dolmuştur.

Sokakta yaşayan bir köpeği kuyumcunun görmesiyle yüzüne

göz yaşartıcı bir sprey sıkılmakta ve bu acıyla köpek inlemek-

tedir. Çocukların köpeklere taş atması bir gelenek haline

gelmiştir. Nerede köpek görseler taş atıyorlar. Yaşlılar köpek-

lere bastonlarıyla vurmaktadırlar. Bunlar doğalarına yabancı-

laşmış insanlardır.

Bilgisayar tamircisi sokaktaki köpeklere yemek vermekte, su

vermekte ve başka insanların köpeklere vurmasına karşı çık-

maktadır. Parkta çocukların yavru köpeğe ip takmasına kızan

genç erkek, bu ipi çözmek için uğraşmaktadır. Uydu montajı

Page 56: Kollektif Çöküş

56

yapan işçi köpeklere taş atan çocukları uyarmaktadır. Bunlar

doğalarına yabancılaşmamış insanlardır.

Ayrıca insanlara saldırı yapmayacak köpeklere, yavru köpek-

lere “tasma” takan insanlarda doğalarına yabancılaşmıştır.

Köpeklere demir sopalarla vuranlar, kurşunlarla vuranlar aynı

kategoridedir. Hepsi bir bütün ve aynı değildir. “Tasma” ta-

kan köpeğin bütün yaşamına müdahale etmektedir. Kurşunla

öldüren ise vahşet uygulamaktadır.

İnsanda olsan başka canlıların doğal yaşamına müdahale

edilmemesi gereken durumlarda edilmemelidir. Kafeste yaşa-

tılan kediler, akvaryuma konan balıklar, kafese konan kuşlar

ve diğer yaşam alanları insan tarafından yeniden “mekânlara”

hapsedilen bütün canlılar içinde geçerlidir.

Köpeklerin “tasmalı” gezmediği bir dünya umuduyla…

“Komünist Manifesto Eleştirilemez” Diyenlere Açık

Mektup

Başka Devrimci kurumdan olan arkadaşımın ifade ettiği “Ko-

münist Manifesto Eleştirilemez” açıklamasını değerlendirece-

ğim.

Komünist Manifesto‟nun yazarlarının yanlış belirlemelerinden

biri ise, “işçilerin refah düzeylerinin artması ve boz zamanla-

rının fazlalaşmasına paralel olarak, işçi sınıfının kendisi için

sınıf olma bilincine daha kolay ulaşacağı” bilimindeki belirle-

medir.

Page 57: Kollektif Çöküş

57

Bu belirlemeye iki nokta da itiraz edilecektir. Birincisi, ne ya-

zık ki yaşamın acımasız pratiği bize bunun tam tersini gös-

termiştir. İşçilerin refah düzeylerinin arttığı bölgelere baktı-

ğımızda görürüz ki, buralardaki işçi sınıfı, adeta dünya prole-

ter devrimin önünde fren işlevi görmüş ve bu işlevini sürdür-

meye devam etmektedir. Refah düzeyi artmış olan işçiler,

adeta burjuvazinin dünya işçi sınıfının içindeki kolu olarak

işlev görmektedir.

İkincisi; bu yaklaşım ekonomist bir yaklaşımdır. Kapitalizmin

egemenliği altında işçi sınıfının kültürü ve bilinci de kapitaliz-

min yarattığı kültür ve bilinçtir.

Bu egemen kültür ve bilinçle, kapitalizmin egemenliği altında

işçi sınıfının refah düzeyinin artması, işçi sınıfını, bir tüketim

toplumu olan kapitalist düzende kapitalizmin kendisini yeni-

den ve yeniden üretebilmesine, yaşam kaynaklarının aşırı

tüketimine, dolayısıyla da kapitalizmin yeryüzü yaşamına

karşı işlediği suçlara ortak eder. Refah düzeyi artmış Batılı

işçilere baktığımızda, boş zamanlarında tüketmekten, seya-

hat etmekten ve eğlenmekten başka bir şey düşünmedikleri

görülmektedir.

Komünist Manifesto‟daki bu anlayış; devrimci gelenekte de

ekonomist, dolayısıyla da reformist bir anlayışın geleneksel-

leşmesine hizmet etmiş, devrimci hareketin önemli bir kesi-

minin işçi mücadelelerinde kendilerini ücret ve hak talepleriy-

le sınırlamalarına, dolayısıyla da sendikalizmin batağına sap-

lanmalarına yol açmıştır.

Page 58: Kollektif Çöküş

58

Sevgili arkadaş, bu eleştiri sadece sana değil. “Komünist Ma-

nifesto eleştirilemez” olduğunu söyleyen bütün devrimcilere-

dir. Bir yandan eleştiri yaparken, diğer yandan kendimin bu

hatalara düşmemem için özeleştiri de oluyor. Yani başka bir

kurumdan bir devrimci ile konuşurken ondan öğrendim bilgi-

lerin olduğunu, tartışmayı politik alanda tutmaya çalıştığımı,

bilgim olmadığı alanda konuşmadığımı, egemen kültürün bir

etkeni olan yenmek ve yarışmak davranışlarını sergilemedi-

ğimi belirterek özeleştiri de yapmış oluyorum.

Bir devrimcinin kendisine (kendi kurumuna) eleştirel yaklaş-

malı ayrıca kendisini de eleştirerek özeleştirisini de yapmalı-

dır. Sevgili arkadaşın Komünist Manifesto eleştirilemez deme-

si “dinci” bir yaklaşımdır. Dinler de sorgulanmaz ve eleştiri-

lemez ifadeleri bulunmaktadır.

Komünistler, Komünist Manifesto‟yu eleştirebilir hatta kendi

devrimci kurumlarını da eleştirebilir yeter ki bu yönde iradeye

sahip olsun.

Komünist Manifesto eleştirilemez demek, onun kutsanması

anlamına da gelmektedir. Komünistler, Komünist Manifes-

to‟yu hak ettiği zemin üzerinde yeniden ayağa kaldırmak zo-

rundadırlar.

1 Mayıs 2012’de “Leningrad” St. Petersburg’a Teslim

Oldu.

“St. Petersburg (eski Leningrad) 1 Mayıs özgürlük yürüyüşü-

ne katılan 11 homofobi karşıtı gökkuşağı bayrağı taşıdığı için

Rus polisince tutuklandı. Şehir yönetimi tarafından izin veril-

Page 59: Kollektif Çöküş

59

miş olan bu yılki 1 Mayıs yürüyüşünün barışçıl bir gösteriden

ibaret olması bekleniyordu. LGBT aktivistleri yürüyüşte St.

Petersburg‟un çeşitli sivil toplum gruplarının da aralarında

bulunduğu demokratik ve insan hakları grupları bölümünde

yer aldı. Yürüyüş başladıktan 5 dakika sonra polis gökkuşağı

bayraklarının kaldırılmasını istedi. Aktivistler reddedince zorla

gözaltına alındılar ve şu an “eşcinsellik propagandası” ve poli-

se direnme suçlaması ile karşı karşıyalar. Diğer bir aktivist

ise “homofobi yasal değildir” pankartı taşıdığı için gözaltına

alındı.” [1]

Ezilenlerin 1 Mayıs‟ta egemenlerin polisi tarafından tutuklan-

ması trajik değil komiktir çünkü bu olayı gören komünistler,

Bolşevikler yok muydu? Yoksa buna bir şey denmez fakat

komünistler, Bolşevikler eşcinsellerin polis tarafından tutuk-

lanmasını görüp, sessiz kalmışlarsa “Leningrad”ı unuttunuz

mu? 1917‟de yoldaşlarınızın yaptıklarını unuttunuz mu?

“Hepimizi birimiz, birimiz hepimiz içindir” sloganını yaşama

geçirecek, komünistler nerede? Bolşevikler nerede?

Enternasyonalistler nerede?

1 Mayıs‟ta eşcinsellerin tutuklanmasına karşı çıkmayıp olayı

gören yüzlerce işçi neden bu olaya müdahale etmedi, 1 Ma-

yıs‟ın anlamını mı unuttular yoksa. Ayrıca 1917‟te işçilerin,

emekçilerin yaptıklarını da mı unuttunuz?

Ezilenlerin ortak kurtuluşunu somutlaştıran sizlerin (hepimi-

zin) yoldaşları değil miydi? 11 eşcinselin gözleriniz önünde

tutuklanması 1 Mayıs‟ı bayram mı sanmanızdan kaynaklandı

eğer bayram olarak gördüyseniz bir şey denmez fakat 1 Ma-

Page 60: Kollektif Çöküş

60

yıs bayram değil “sınıf savaşı” diyorsanız, eşcinsellerin tutuk-

lanmasına neden göz yumdunuz?

Korkak mısınız yoksa ihtiyaçlarınızın bağımlısı mı oldunuz?

Komünistler ayrımcılığa karşı çıkar da neden eşcinsellerin

tutuklanmasına göz yumdu? Paris Komün‟ünden ders alıp

Ekim Devrimi‟nde “devrim ateşini” yakan yoldaşlarımıza ko-

münist selamlarımızı yolluyoruz. Onların yolunda yürüyenlere

de.

Açıklayıcı Not

[1] Pembe Hayat internet sitesi, Mayıs 2012

305 Yıl Önce [1] Sir Clowdisley Shovell’in Ölüm Nedeni

Yerli Kadının Yaşamını Tehdit Etmesidir.

Sir Clowdisley Shovell‟in gemisi Association, 22 Ekim 1707‟de

boylam hesaplama hataları veya o günkü cihazların neden

olmasıyla battı. Söylendiğine göre Clowdisley Shovell baygın

bir şekilde kumsala yığılmış sahili gezmekte olan bir yeri ka-

dın onu bulmuş. Clowdisley Shovell yeri kadının parmağında

gördüğü zümrüt yüzüğü almaya çalışırken, baygın bir şekilde

olduğundan kadın tarafından öldürülmüş.

Yukarıda kısaca anlatılan hikâyenin “kahramanı” Beyaz adam

olarak gözükmektedir, çünkü o egemenlerin sınıfında oldu-

ğundan egemenlerin hikâyeleri anlatılır. Ezilenlerin, yerli

halkların hikâyeleri anlatılmaz. Bura da yerli kadın “suçlu”

konumuna itilmiştir. Zümrüt yüzüğü verseydi Sir Clowdisley

Page 61: Kollektif Çöküş

61

Shovell öldürmemiş olacaktı. Bir de olasılık üzerinden hareket

edersek Sir Clowdisley Shovell baygın veya gemisi batmadan

yerli kadının elindeki zümrüt yüzüğü görseydi, yerli kadını

öldürecekti. Beyaz Adam bunu yüzyıllardır yaptı/yapıyorda.

Sir Clowdisley Shovell gibilerin amacı kendi devletlerine hazi-

ne bulmak, hazine getirmek, savaşmak, savaşarak ganimet

elde etmek, kendileri de bu ganimetlerden pay almak, gittik-

leri coğrafyalarda kadınlara tecavüz etmek, öldürmektir.

Sir Clowdisley Shovell neden öldü, aslında onu yerli kadın

öldürdü ise de anlatılan hikâye böyle gerçeği nasıl bilinmiyor.

Yerli kadın kendi yaşamının tehlikeye girdiğini düşündüğü için

öldürmüş olabilir. Karşısında bir Beyaz Adam bu Beyaz

Adam‟ın silahı var ama gemisinin batması sonucu baygın bir

haldedir. Yerli kadın kendini savunmuştur ve doğru olanı

yapmıştır.

Eğer Beyaz Adam zümrüt yüzüğü gibi ganimet elde etme

bilincinde hareket etmeseydi belki de yaşıyor olacaktı ama bu

mümkün değil çünkü o Beyaz Adam, Beyaz Adam‟ın gerçek

hikâyelerinde vahşet, zulüm, açlık, savaş, köleleştirme, soy-

kırımlar, sömürme, talan etme, çalma vardır. Bunların hepsi-

ne ve daha fazlasını yapan Beyaz Adam‟dır, Beyaz

Adam‟lardır.

Açıklayıcı Not

[1] 2012 yılına göre, günümüzden geçmişe zamanlama ya-

pılmıştır.

Page 62: Kollektif Çöküş

62

Ayrıcalıklı Sanatçı Fazıl Say'a Destek Veren Komünist-

ler Üzerine

Bu yazı Fazıl Say‟a yönelik bir yazı değildir. Komünistlerin

tutumu üzerinden ve Fazıl Say‟ın “sanatçı” mesleği üzerine

yazılan bir yazıdır.

"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesini ve sanık

tarafının taleplerini dinleyen mahkeme heyeti, duruşmayı 18

Şubat 2013'e erteledi.

Say'a, çok sayıda sanatçı ile sivil toplum örgütü ve solcu si-

yasi parti temsilcileri destek veriyor.

Türkiye'nin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ise Say'ın,

"saçmalama özgürlüğünü kullanmış" sayılması gerektiği gö-

rüşünde." (bbc türkçe haber, 18 Ekim 2012)

Komünistlerin bu konuda ki, iki açmazı vardır.

1- Zaten toplumun çoğunluğu karşısında ayrıcalıklı olan sa-

natçı bir kez de ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılınmak

istemektedir.

2-Komünistlerin düşünce özgürlüğü tanımı ile burjuvazinin

düşünce özgürlüğü tanımı aynı yerde buluşmaktadır.

"İnternette Twitter hesabı aracılığıyla paylaştığı ve Ömer

Hayyam'a ait olduğunu belirttiği bir rubaide geçen ifadeler

nedeniyle hakkında dava açılan Fazıl Say, İstanbul 19. Sulh

Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor.

Page 63: Kollektif Çöküş

63

Say'ı 25 gönüllü avukatın savunduğu duruşmayı, kalabalık

nedeniyle sadece ajans muhabirleri izleyebildi. Ressam Bedri

Baykam, müzisyen Edip Akbayram ve İstanbul Bağımsız Mil-

letvekili Levent Tüzel de duruşmayı takip etti.

"Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağı-

lama" suçu atfedilen Say hakkında 9 ay ila 1,5 yıl arasında

hapis cezası isteniyor.

Twitter mesajlarına yer verilen iddianamede, Say'ın kullandığı

ifadelerin "kamusal barışı bozmaya elverişli olduğu" iddia

edilerek şöyle deniliyor: "Yeryüzünde yaşayanların büyük

çoğunluğunun mensubu oldukları üç büyük dinin mensupları-

nın ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kav-

ramlara yönelik hislerini nedensiz yere incitecek ve bu kav-

ramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini

uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazıl-

dığı kanaatine varılmıştır."

Savcının iddianamesini dinleyen Say, "Hakkımdaki suçlamala-

rı reddediyorum. Beraatime karar verilmesini istiyorum" diye-

rek, duruşmalardan izinli sayılmayı talep etti." (bbc türkçe

haber, 18 ekim 2012)

Bu açıklama bize burjuva devlet hukukunun suçunu kabul

eden Fazıl Say, suçlamayı reddetmektedir.

Bu duruşmayı teşhir etmek isteyen komünistlere ne demeli

yani Fazıl Say ile aynı konuma düşmekte, burjuva hukukunu

meşrulaştırmakta ve kabul etmektedir.

Page 64: Kollektif Çöküş

64

Ayrıcalıklıları savunarak komünizm gelir mi? Hayır, bin kere

hayır. Ayrıcalık ezilenlerin zulüm ve sömürü görmesiyle

oluşmaktadır.

Komünizm ayrıcalık ve ayrımcılığın olmadığı bir toplumdur.

Komünistler sanatçıların, gazetecilerin, yazarların ayrıcalıklı

yaşamını yeniden organize ederek kapitalist kültürün suç or-

tağı olmamalıdır.

Komünistler, mahkeme kapısında Fazıl Say‟ın yanında olarak;

a-Ayrıcalıklı “sanatçı”yı meşru kılıyorlar.

b-Ayrıcalıklı sanatçıyı ikinci kez ceza yasaları karşısında ayrı-

calıklı kılıyorlar

c-Burjuva devletinin hukukunu meşru kılıyorlar

d-Kapitalist kültürün tamirciliğini yapıyorlar.

e-Popülistlik yapıyorlar

f-İradesiz, ilkesiz komünist olduklarını kanıtlıyorlar.

BDP Kadın Meclis’i Erkek Egemenliğine Saldırıyor.

“BDP Kadın Meclisi öncülüğünde ev kadınlarının durumuna

dikkat çekmek amacıyla Wan, Mêrdîn, İstanbul, İzmir ve An-

kara‟da “Ev işçisi kadınlar greve gidiyor” sloganıyla grev ça-

dırları kuruldu. Riha‟da ise ev işçisi kadınların kurmak istediği

grev çadırı valilik tarafından engellendi.

Page 65: Kollektif Çöküş

65

Kadınlar adına konuşan BDP Kadın Meclisi üyesi Leyla Işık,

yaptıkları eylemin 1 Mayıs‟a hazırlık amaçlı olduğunu belirte-

rek, kadınlar olarak sabahtan akşama kadar ev işleri ve ya-

şam için emek harcadıklarını söyledi. Verdikleri bütün emek

ve çabanın önemsiz bırakıldığını söyleyen Işık, işlerini yap-

madıkları ve bıraktıklarını, akşama kadar grevde olacaklarını

dile getirdi. Işık, tutuklu bulunan bütün kadınların durumuna

da dikkat çekti. Işık‟ın ardından konuşan VAKASUM üyesi

sosyolog Ceyhan Timur, “Bize bütün üstlenen ev işlerinin ro-

lünün terk ederek, bugün buradayız. Bu emeği daha görül-

mek için sesimizi yükselteceğiz ve direnişimiz devam edecek”

dedi.

BDP İstanbul İl Kadın Meclisi, ev kadınlarının 1 Mayıs işçi

bayramı‟na katılım sağlamaları için Bakırköy Cumhuriyet

Meydanı‟nında grev çadırı kurdu. Çadırın kurulduğu alanda

toplanan onlarca BDP‟li kadına, sosyalist kadın kurumlarının

yanı sıra yurttaşlarda yoğun ilgi gösterdi” [1]

BDP (Barış ve Demokrasi Partisi)‟nin Kadın Meclisi‟nin aldığı

kararlar ve uyguladığı eylemler erkek egemenliğini teşhir

etmektedir. Erkek egemenliğinin yarattığı zulümün gözler

önüne sermektedir.

Kadınların görünmeyen emeği, mutfaklar girmeyeceğiz, ev işi

yapmayacağız politik bir tavırdır. Bu tavırların gündelik ya-

şamın her anında uygulanması gerekmektedir. Bu da komü-

nist kadınların yapacağı çalışmalardır.

Kadınların bedeninin, emeğinin sömürüsüne karşı BDP Kadın

Meclis‟sinin yürüttüğü çalışmalar önemlidir ve desteklenmeli-

Page 66: Kollektif Çöküş

66

dir. Buradaki çalışmalar tartışıp komünistler kendi çalışmala-

rında evlilik kurumunu yok saymaya, anne, baba yani kendi

ailesinin şiddetini, akrabaların şiddetini, toplumun şiddetine

karşı kolektif bir çalışma yürütmelidirler.

BDP Kadın Meclisi‟nin kadının sömürüsüne karşı yürüttüğü

çalışmaları ve eylemleri ile işgalci sermaye partilerinin kadın-

lar için yaptıkları karıştırılmamalıdır.

İşgalci partiler CHP, AKP, MHP kadınlar için yaptıkları toplan-

tılarda, kadının emeğinin ve bedeninin sömürülmesini yeni-

den örgütlemektedirler yani kadını aşağılayanlardır.

BDP kadınların görünmeyen emeğinden bahsederken, işgalci

AKP, CHP ve MHP kadının daha çok eve, aileye “hapsetme”

çalışmalarını örgütlemektedirler.

BDP kadınların erkek egemenliğine karşı mücadele ederken,

işgalci AKP kadınların erkek egemenliğini yeniden örgütleyip,

kocalarının “dizleri dibinden” ayrılmamalarını ve kocalarının

her sözünü “emrini” yerine getirmelerini buyurur.

BDP kadınların mutfaktan çıkmasını isterken, işgalci AKP

ürettirdiği reklamlarda kadınlar mutfakta yemek yapıyor, ço-

cuğuna yemek yapıyor, bulaşıkları yıkıyor ve “mutlu” oluyor!

(ne saçma ve aşağılayıcı bir reklam)

BDP kadınların bedeninin özgür, emeğinin özgür olması için

mücadele ederken; işgalci AKP kadınların daha çok kocaları

tarafından öldürülmesini destekliyor, daha çok kocasının “em-

rine” girmesini istiyor.

Page 67: Kollektif Çöküş

67

Açıklayıcı Not

[1] Özgür Gündem Gazetesi, Nisan 2012, sayfa 2

Bedaş İşçilerin Gazi Barajındaki “Etiği” Zehirlidir.

Bedaş işçilerinin direnişinde yani dar zümre çıkarları etkinli-

ğinde yani panayırında bu etkinliğin düzenlenmesi için 10 lira

para toplandı. Bu 10 liraların nasıl harcandığı konusu bu ya-

zıda yazılmayacaktır. Bu 10 liraları veren esnaf, işçilerin dra-

mını anlatmaya çalışacağız.

Bedaş işçileri, 20 Temmuz 2012 de Gazi barajında düzenledi-

ği panayıra birçok sanatçı geldi ve şarkılar söyledi. Bedaşlı

işçiler konuşmalar yaptı. Burada dikkatten kaçan bir konu

var. O da 10 lira para veripte gelemeyen esnaflar, işçilerdir.

10 lira parayı veripte panayıra katılamayan esnafların, işçile-

rin dramını kim anlatacak diye düşünürken, böyle bir yazı

yazmaya karar verdim.

10 lira büyük para değil fakat neye hizmet ettiğinden ve neye

yol açtığından hareketle politik bir kültürün unsuru olmaktan

bu konuyu da politikleştirmek istedim

10 lira parayı veripte gelemeyen esnaflar, işçilerin nasıl mağ-

dur olduğunu göstermek için ve bu insanların gece gündüz iş

yerlerinden, cafelerinden, bayilerinden ayrılmadığının bilin-

cinde 10 liranın ne kadar önemli bir para olduğu ortadadır.

Politik olarak da bu 10 lira aslında devrimci bir mücadeleye!

Verilmiş görünmektedir. Dar zümre çıkarlarına verilen paralar

Page 68: Kollektif Çöküş

68

aslında devrimci bir mücadelenin değil, panayırcılığın için ve-

rildiği gözlenmektedir. Bu insanlar 10 lirayı verirken ister işle-

rinin çıkarı için versin, isterse kendi istekleri ile versin. Bura-

daki 10 liranın alınma davranışı devrimci bir etik değildir.

Neden devrimci bir etik değildir, Bedaş direnişçi işçileri man-

gal yapıp, türkü dinleyip eğlenecek, 10 lira para veren esnaf-

lar ve işçiler bu etkinliğe katılamayacak.

Yahu, bu esnafın oraya birkaç saatin için araçlarla götürmek

zor muydu? Onlar insan değil mi? Bedaş direnişçi işçileri, lafa

gelince sınıf mücadelesi, sınıf dayanışması kelimelerinde ma-

şallah çok iyisiniz. Tabii sizi dinleyenlerin bu sözlerden anla-

dığı yok ayrıca sizlerinde bu sözlerden bir şey anladığınızdan

değil, laf olsun torba boş kalması misali. Neden sizinle para-

sını şu ya da bu nedenle paylaşan esnafların, işçilerin bu et-

kinliğe taşımıyorsunuz. Bedaş işçileri asıl sınıf dayanışması siz

yapmıyorsunuz.

Bedaş işçileri, aslında işçi kavramını da kullanmasa olayın ne

kadar vahim, trajik bir şey olduğunu etkinliğe katılan diğer

devrimci kurumlardaki devrimcilerde anlayacak ama bu uy-

kudan uyanmak için politik sorgulamaya ve eleştiri kültürünü

yaygınlaştırmayla olacaktır.

İşçilerin kendi güçleri ile yaptığı veya bazı devrimci kurumla-

rın katkısı ile düzenlediği etkinlikteki etik tehlikelidir çünkü bu

etikle işçilerin birliği sağlanamaz, sınıf mücadelesi sadece

lafta kalır somutlaşmaz.

Page 69: Kollektif Çöküş

69

Onun içindir ki, Bedaş işçileri yaptıkları bu tehlikeli ve zehirli

etikten vazgeçmelidir ya da kendilerini doğru tarif etmelidir-

ler. Şunu demelidir Bedaşlı işçiler: “Biz kendi dar zümre çı-

karlarımız ve cebimizin dolması için mücadele ediyoruz yine

işçiyiz yine işçi kalacağız” demelidirler.

Bedaş işçileri ya 10 lirasını aldığı esnafı ve işçiyi etkinliğe

araçlarla taşıyacak ya da 10 lira almayacaktır. Bu davranış

devrimci mücadeleye karşı yapılan zehirli bir davranıştır. Bu

konularda, etik anlayışında devrimcilerin neyin devrimci etik

neyin devrimci etik olmadığını yeniden gözden geçirmelidir.

Bedaş işçilerinin direnişe katılan devrimciler şunu söylemedir.

“Ey Bedaş İşçileri, sizin eyleminiz dar zümre çıkarlarına da-

yanmaktadır bu dar zümre çıkarlarını bırakıp sınıf mücadelesi

verelim” denmelidir.

Cezayirdeki Operasyonda “Batılı” Öldürülürse…

Beyaz Adam‟ın yüzünü giyen Cezayir Devleti de, yüzünü gi-

yindiği Beyaz Adam gibi öldürmekte, vahşice katletmektedir.

„Rehin alma‟ durumu Mali‟nin işgali „protestosu‟ ile olduğu

açıklandı. Bu açıklamadan sonra „operasyon‟ başlatılacaktı.

Bu operasyonda namlunun ucunda gözükenlerin Beyaz tenli

olması, Batılıları harekete geçirdi. Operasyonun “Beyazlara

zarar vermeden” yapılması istendiği söylenebilir.

Operasyon başlatıldı ve Beyazlar da öldürüldü.

Beyazlar öldürülmeseydi olay bu kadar süreli burjuva medya-

sının ve politikacılarının gündeminde kalmayacaktı.

Page 70: Kollektif Çöküş

70

Batı buna tepki gösterdi.

“Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg, rehinelerin can güvenli-

ği nedeniyle Cezayir‟den askeri operasyon düzenlememeleri

için resmi başvuru yapıldığını söyledi. Norveç, Cezayirli yetki-

lilerin, devam eden bir operasyon hakkında kendilerine bilgi

verdikleri eleştirisinde bulundu.

Cezayir hükümeti, ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cum-

hurbaşkanı Francois Hollande, Japonya ve Norveç başbakan-

larıyla telefon görüşmeleri yapan İngiltere Başbakanı David

Cameron da, “Bu operasyonla ilgili bize önceden haber veril-

medi. Cezayir başbakanı operasyon yapılırken bana haber

verdi” dedi.” (Haberler)

Batılı kapitalistlerin sözcülerinin yaptıkları açıklamalarda,

“operasyonun Batı‟ya sorulmadan” yapıldığı açıklamalarıdır.

Bu nasıl bir yalandır ki, Batının yeryüzünde kurduğu ve işlet-

tiği devletlerin böyle bir davranışta cesaret göstereceğidir.

Cezayir Devletinin operasyondaki “aceleciliği” Batı‟dan tepki

almamaktı. Olmadı. Öldürülenler Beyaz olmasaydı. Batılılar

Cezayir Ordusunu “kahraman” ilan edecekti.

“Bizim ölülerimizin onun zerrece umurunda değil. Haklı bir

yanı var, değil mi? Zira biz, bugün masum rehineler katledil-

diği için değil, Cezayir ordusunun onları alıkoyanlarla birlikte

öldürdüğü rehinelerin çoğu, esmer-kara gözlü değil de beyaz

tenli- mavi gözlü adamlar olduğu için öfkeleniyoruz.

Page 71: Kollektif Çöküş

71

Tüm „Batılı‟ rehineler kurtarılsaydı da, masum ölüler Cezayirli

olsaydı, buralarda „operasyon rezaletinden‟ söz eden olmaz-

dı.

Cezayir helikopterlerinin bombardımanında katledilenlerin

hepsi Cezayirli olsaydı, operasyonun „trajik sonuçlarını‟ dile

getirirdik, ama manşetlere Cezayir ordusunun cesareti ve

yetkinliğini çıkarırdık, tabii Batılı ailelerle yapılan röportajlar

eşliğinde” [Robert Fisk, Eski Batı Müdahalelerinin Müstehcen

Yeniden Yapımı- Radikal gazetesi, 24 Ocak 2012- sayfa 18]

Cezayir‟deki operasyonda gündem ne Mali‟deki öldürülenler,

ne de Cezayir Devletinin öldürdüğü insanlar vardı.

Batı merkezli ideolojinin can damarlarından biri olan Beyaz

Adam‟ın “üstün Irkı” yine kendini ortaya çıkardı. Hiçbir zaman

da kaybolmamıştı. 500 yıldır yeryüzünde dolaşmakta ve can-

lar almaktadır.

Bu ideoloji ile yoksulların gemileri Batılı açık askeri servislerle

gözler önünde batırılmakta ve yüzlerce Dünya Yoksulu öldü-

rülmektedir. Kimse buna tepki göstermemekte.

Beyaz Adam‟ın ideolojisinin ve varlığının insanları öldürmeden

duramayacağıdır. Her an öldürme davranışına sahiptir.

Kapitalist düzen siyah tenli-beyaz tenliyi de öldürerek varlığı-

nı sürdürür.

Beyaz tenli öldürülünce Batılı, “ırkçı acı” göz yaşları döker.

Öldürülen siyah olunca bir damla göz yaşı dökmez, burada

„duygusuzlaşır‟.

Page 72: Kollektif Çöküş

72

Devekuşu Ayakkabısının "Canlı" Üretilme Tarzı Üzerine

Üretim tarzı ve üretim ilişkileri ve bu sistemin bir bütünüyle

işlemesini sağlayan şirketler, kurumlar yani Kapitalizm genel-

lemesi yapılmalıdır.

Devekuşunun, yılanın, vatoz balığının canlı canlı öldürülmesi

olayını kapitalist işletmelerin birlikte çalışması sonucu ortaya

çıkan iştir.

Bu işte Devekuşu ayakkabısı üretilmekte.

Bu üretimin pazarlandığı kişilerde yüksek gelire, maaşa sahip

olanlara dönük bir üretim ve pazarlamadır.

Yüksek maaşı olanlar böyle bir şeyin üretimine karşı çıksa da,

kapitalist üretim de bunlarda olacaktır. Yani Devekuşu ayak-

kabısı satılmasa da yine de ondan bir tane daha üretilecektir.

Kapitalizmde kar ve paraya dönüştürülmeyen her şey "gerek-

siz" görünmektedir. Bu nedenle Devekuşu ayakkabıları, Ayı

Kürkleri ve diğerlerinde öldürülen canlı canlı kesilen hayvan-

ların öldürülmesini durdurmak için kapitalizmi durdurmak

gerekmektedir.

Bu Devekuşu ayakkabısını alanlara yönelik kızmak yerine

teşhir edilebilir. Bu teşhirlerde fiziksel şiddet yanlış bir yön-

temdir. Bu olay, bu kişilere anlatılmalı, kapitalist üretimde

canlıların ne hale getirildiği söylenmelidir.

Bu davranışı sergileyenler "tüketim çılgınlığı" yaşamak iste-

yenlerdir. Bunların değişmesini beklemek değil, kapitalist

Page 73: Kollektif Çöküş

73

kültürün de değişmesine neden olacak, davranışlarda ve kül-

türlerde bir yaşam organize etmek gerekir.

Bunun için "suni" ve ihtiyacımız olmayan şeyleri almamaktan

geçmektedir. Cebinden bir cep telefonu varken 3 tane ile

gezmek ihtiyaç değil, tüketim ve 'gösteriş' yapmaktır.

Ezilenlerin İdeoloji’sinde “Hırsız”

Hafta sonu oldu, dışarı çıkıp gazete alacaktım. Kapıyı açtım,

ayakkabılarım yoktu. Balkona mı koydum diye düşündüm

koymamışım.

Diğer ayakkabılarımı giydim ve dışarıya çıktım. Kapıda komşu

kadın “ayakkabıları hırsız çaldı” dedi. Ben de benim ayakkabı-

larımdan mı bahsediyor diye düşündüm. Dedim ki:”Benim

ayakkabıları almışlar” komşu kadın “hırsızlar benimkini de

almışlar” dedi. Apartmandan iki çift ayakkabı alınmıştı.

Dedim ki:”Onlar hırsız değil, sadece izinsiz aldılar” Komşu

kadın cevap vermedi, öylece bana baktı.

İki gün sonra sohbet edeceğim arkadaşa da ayakkabı mese-

lesini anlattım. O da “hırsızlar almıştır” dedi. Ben de ona “hır-

sız” olmadıklarını söyledim.

Arkadaşım solcu, reformist biriydi. Konuyu biraz daha açtım:

“Hırsızlık, burjuva hukukunda yer alan bir gelenek ve anlayış-

tır. Örneğin bir işçi kapitalistin makinesini çalarsa “hırsızlık”

ile suçlanır. İşçi de yakalandığında egemenleri ideoloji ile dü-

şündüğü için suçunu kabul eder. Eğer ezilenlerin ideoloji ze-

Page 74: Kollektif Çöküş

74

hirli kavramlardan aşılmazsa, işçiler böyle düşünmeye devam

edecektir.

Komünistler bu zehirli kavramları teşhir etmeleri gerekmek-

tedir. Yoksa gündelik yaşamda işçilerin politik kültür oluşma-

sını sağlamayacaklardır.”

Devamında dedim ki:

“Kapitalistlerde “hırsız” değildir”

Arkadaş: “neden” diye sordu?

“Kapitalistler, işçilerin emeğini satın alırlar yani işçi işe baş-

lamadan önce kapitalist ile pazarlık, uzlaşma yapar ve böyle-

ce çalışır. Yani hem işçiler hem de kapitalistler “hırsız”, “hır-

sızlık” kavramlarını kullanmamalıyız” dedim.

Mesela “kız” kavramını da kullanmamalıyız çünkü kadınları

aşağılayan ve küfür eden bir kavram. Bir erkek günlük yaşa-

mında bunu hergün söyler ve hergün kadına küfreder.

Genel Af Tartışması

Devrimci bir kurumdan yoldaşla görüşmem de

“Genel affı” reddetmeliyiz dedim. Açıklamamın devamında

“Devletin suçla beslendiğini söylemek devrimci bir duruştur.

Cezaevine giren yoldaşlarımızın serbest bırakılması için “ge-

nel af” talep etmek karşı devrimci bir duruştur.”

Devrimci bir kurumdan olan yoldaş

Page 75: Kollektif Çöküş

75

“Cezaevinde yoldaşlarımızın çıkması için gerekli olduğunu ve

onların yalnız bırakılmaması gerektiğini ve “genel af” isteye-

rek yoldaşlarımızın çıkmasını sağlamak gereklidir” dedi.

Bende

“Asıl suçlu egemen iken, egemen olan kendisini, üstelik de

kurbanı üzerinden temize çekmiş olur. Devleti meşru görmek

oluyor” dedim.

Bana

“Bunun yanlış olduğunu, serbest bırakılmaları için elimizden

geleni yapmamız gerektiğini söyledi, sen rahat rahat evinde

otururken, onlar cezaevinde yaşıyor” dedi.

Yoldaşa anlatamadığım konu ise şu; ben rahat rahat oturdu-

ğum doğrudur fakat cezaevinde yoldaşlarımızın yalnızlığa

hapsedilmesine karşı olduğumu ifade edemedim.

Cezaevindeki yoldaşlarımızın, bütün ezilenlerin ve cezaevinde

olan kapitalistlerin de çıkması için uğraşmalıyız. Cezaevinde

olan herkesi hapse, kapitalist hukuk atmıştır. Bizlerde kapita-

list hukuka karşı isek onun yaptıkları eylemleri de reddetme-

liyiz.

Cezaevlerinin bir kısmı yıkılabilir, Dünya Devrimi yapıldıktan

sonra hepsi yıkılır.

Page 76: Kollektif Çöküş

76

Güney Afrika’da 34 Siyahî İşçiyi Unutmayacağız.

“Siyah isyan, beyaz zulmün kalelerini sarsmaya devam edi-

yor. Siyah isyan, beyaz zulmün zindanlarında boyun eğme-

yenlerin şarkısını söylemeye devam ediyor” [1]

Güney Afrika‟da Siyahî 34 maden işçilerini Beyaz Adam‟ın

polisleri kurşun yağdırdı. Beyaz Adam (ayrıcalıklı) bunu hep

yapıyorlar. Zulüm ve katliamlar onun (Beyaz Adam‟ın) varlık

nedenidir.

“Apartheid (Afrika dilinde "ayrılık" anlamına gelmektedir),

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1948 - 1994 yılları arasında,

Ulusal Parti hükümeti tarafından uygulanan ırkçı ayrımcılık

sistemidir.

Uzun yıllar boyunca beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afri-

ka'da zencilere uygulanan ayrımcılık, 1948 yılı genel seçimle-

rinden sonra resmileşerek sürdü. 1958 yılından itibaren yasa-

larla da desteklenen Apartheid sistemi, insanların derilerinin

renklerine göre sınıflandırılmaları sonucu, beyaz azınlık dışın-

da kalanların vatandaşlık hizmetlerinden daha az yararlanma-

ları, devletin sağladığı sağlık hizmetleri, eğitim vb.lerinden

daha az yararlanmaları gibi ırkçılıklara zemin olmuştur.” [2]

Apartheid rejimi, askeri rejimler Beyaz Adam‟ın varlığını ve

kapitalist sistemini sürdürmek için devam ediyor. Yukarıdaki

açıklamada bittiği söylense de Beyaz Adam‟ın ideoloji yani

Avrupa Merkezli İdeoloji devam etmektedir.

Avrupa‟nın zenginliği devam ediyor bu zenginliği yaşayan

Batılı kapitalistler ve ayrıcalıklı Batılı işçilerdir. Ve bu zenginli-

Page 77: Kollektif Çöküş

77

ği yaşarlarken; 34 Siyahi işçinin ölmesiyle zenginlik korun-

ması ve savunulması sağlanmıştır. Öldürülenler Batının zen-

ginliğinin garantisidir. Ölmeleri Beyaz Adam‟ın refah ve sosyal

devletinin teminatıdır. Bu garanti ile „tüketim hastalığına‟ ya-

kalandı Batılı ayrıcalıklı işçiler. Siyah Kıta‟nın yoksullarının

payına tükenerek yok olmak düşmüştür.

Batılı işçilerin çocuklarına bankalarda kumbara hesapları açı-

lırken, Siyahi işçilerin çocuklarına ölüm, açlık düşmüştür.

Devrimci mücadeleyi harekete geçirmek ve Batı işçi sınıfının

gerici Beyaz ayrıcalıklarına karşı olmalıyız.

Açıklayıcı Notlar

[1] Komünist Zemin Dergisi, 1.sayı, sayfa 54

[2] Apartheid internet vikipedi

Hugo Chavez, İsrail Büyükelçisini Kovduğundan Irkçı-

dır.

Bu konunun incelenme nedeni, egemenlerin hukuku ile ezi-

lenlerin hukukunun bir olmadığının netleşmesidir. Örneğin

“Hillary Clinton Defol” demekte Amerika‟dan Türkiye‟ye gelen

birine söylenen sözler devrimci bazı kurumlar tarafından söy-

lenmiştir ve ırkçıdır. Başka örnekte ise Angelina Jolie, Birleş-

miş Milletler adına Türkiye‟ye gelip Suriyeli Mültecilerin yaşa-

dığı yere gitmesine “emperyalizmin fahişe” gibi kendisine

sosyalist diyen kurumların ve Hugo Chavez‟in Filistin‟i destek-

lemek adına İsrail Büyükelçisini ve çalışanları koyması da

ırkçılıktır.

Page 78: Kollektif Çöküş

78

“İsrail Büyükelçisi Sholomo Cohen ve 6 büyükelçilik çalışanı,

İsrail Devleti'nin Filistin halkına karşı yürüttüğü asimetrik ve

kanlı saldırılardan dolayı Venezüella'dan sınır dışı edildi.” [7

Ocak 2009, haber]

Hugo Chavez‟in bu davranışını selamlayan bazı devrimci ku-

rumlar veya muhalefet eden solcular oldu. Bunun temel ne-

deni ulusalcı olmalarındandır. Birinin bir yerden kovulması

ulusalcılıktır ve ırkçılıktır.

Bir devletin başka devlet üzerinde bir takım kendi hukukunu

veya gücünü uygulayabiliyor fakat bu uygulamada egemenle-

rin hukukuna göre oluyor. Ezilenlerin ideoloji veya hukukuna

göre değil ki.

Hugo Chavez‟i “sosyalist” diyorlar, desinler. Sosyalizm öyle

tek ülkede olabilecek bir şey değil.

Bolşevikler ve Lenin Dünya Devrimi için mücadele etti. Tek

ülkede “sosyalizm” demediler.

Filistin halkının yanında olmak için, İsrail Büyükelçisini sınır

dışı eden Hugo Chavez‟i desteklemekte olmaz. Bolivar‟ı ağ-

zından düşürmeyen biridir Hugo Chavez, Simon Bolivar bur-

juva karaktere sahiptir

Siyonizm, Yahudi halkı ile hiçbir tarihsel, maddi ve manevi

ortaklığı yoktur. Siyonizm Yahudi halkının ve onun trajedisini,

Siyonizm‟in işgalci azınlık amaçları için kullanmıştır.

Dünya Siyonist örgütü kongresi 1933‟te Hitler‟e karşı eylem

çağrısına 43‟e karşı 240 oyla geri çevirdi.

Page 79: Kollektif Çöküş

79

Nazilerle birlikte kendi Siyonist planlarına uygun olmayan

Yahudilerin listesini hazırlayarak onların ölüm kamplarına

götürülmesine yardımcı olmuştur.

Filistinlilerin yanında olmak için emperyalist ve Siyonist sö-

mürgecilere karşı olmak gerekmektedir.

Hugo Chavez burjuva devletinin hukukuna göre bir davranış

sergilemiştir. Bu davranış devletlerin yaptığı bir şeydir.

Ezilenlerin ideoloji, siyasi bir sınıf bilincini yaratmalıdır, bu

yaratım gelenekselleşip işçilerin düşünce fikirlerini genişlete-

cek türden olmalıdır.

İşçilerin İlk Reflekslerinden Protesto, Komünistlerin

Refleksi Olamaz.

1- Bir davranış, düşünce veya uygulamayı haksız ve gereksiz

bularak karşı çıkma, kabul etmeme

2- Bir davranış, düşünce veya uygulamanın gereksiz görüle-

rek onaylanmadığını, karşı çıkıldığını bildiren resmi açıklama

anlamına gelmekte protesto yani iki anlamı vardır. İkinci an-

lamı bize şunu anlatmaya çalışmaktadır, protestoyu devlet-

lerde kendi burjuva hukukları çerçevesinde kullanmaktadırlar.

Komünist ile işçi aynı olmadığı gibi, aynı davranışları da ser-

gileyemez. İşçilerin ilk reflekslerinden, işçi sınıfının oluşu-

munda bu oluşum Batı‟da başladı. Kapitalistlere tepkilerini,

eylemliliklerini protesto yoluyla ilettiler.

Page 80: Kollektif Çöküş

80

Protesto kültürü, sürekli devrim anlayışı değil, aşamacı dev-

rim anlayışının bir kültürüdür.

Mesela komünist kurumun dergisi toplatıldığında, belirlenen

bir yerde polis protesto edilir. Burada polis polisliliğini yap-

mıştır.

Polis, polistir yani A; A‟ya eşittir. Bir şey her zaman kendisine

eşittir (özdeşlik kanunu)

Polis ve komünist bir ve aynı değildir.

A; A-olmayan‟dan farklıdır; A hiçbir zaman A-olmayana eşit

olamaz (çelişki kanunu)

Komünistin kültürü ile işçinin kültürü aynı olamaz.

Ya A, ya da A-olmayan vardır; bir şey aynı zamanda hem A

hem, hem de A-olmayan olamaz.

Mesela işçiler, işten atılıp tekrar işe girmek için eylem ve pro-

testo yaparken, komünistler de orada olurken; işçilerin işçi

geri alınması için mücadele etmez. İş saatlerinin düşürülmesi

için mücadele eder, o fabrikaya Kürt işçinin, Göçmen işçinin,

Mülteci işçinin, Alevi işçinin girmesini ve çalışmasını da sağ-

lar.

Komünistler yakın bağ kurdukları işçilere protesto kültürün-

den vazgeçirmek için uğraşır. Bu kültürün işçilerin ilk refleks-

lerinden olduğu ve o günlerde pek işe yaramadığını anlatma-

lıdırlar. İşçilerin mücadelesinde sistem tamirciliğine yol aç-

maktadır.

Page 81: Kollektif Çöküş

81

Komünist Ölmüşse, İbadethanelerden Kaldırılamaz.

Komünistler ve komünist kurumlar hala egemenlerin dili ve

araçları ile kapitalizmi yıkmayı düşünürken bir anda egemen

düşünce ve fikir sistemini kendisi içinde oluşturmakta ve

yaymaktadır. Komünist ölmüşse nasıl davranacağız veya bu-

nu dinlerin, inançların o coğrafyadaki yaygın durumuna göre

mi veya kendimizin inandığı inancın ibadet mekânlarında da

komünistin gömme (komünist nasıl istemişse de) yerine geti-

receğiz.

Komünist kültür ve etik anlayış, kendi geleneğini ve kültürü-

nü oluşturmakta eleştirel ve yeniden düşünme hareketini

yerine getirmemektedir. Böyle olunca birinci hata yapılırken

(komünistlerde hata yapabilir) ikinci hatayı yapıyor sonra

üçüncü şunu demiyoruz üçüncü hatayı neden yaptın sonra

ikinci hatayı neden yaptın birinci hatayı neden yaptım. Eleştiri

ve özeleştiri kültürünün yaygın olmayışından bürokratik ve

merkezileştirmeyi 40 yıl boyunca aynı kişinin eline teslim et-

mesinin hatalarını eklersek durum bir kar tanesinin dağdan

aşağı yuvarlanırken büyüyüp çığ yaratmasına nasıl yol açı-

yorsa, bir hata (bilinen ve sürekli yapılan hata) yapıldıkça bu

hata çığa dönüşüp, kendi önünde barikat oluşturmasına yol

açmaktadır.

Komünistin “cenazesi” derken cenaze kavramı ölüyü gömmek

için yapılan törenlerdir. Komünistler egemenlerin ve on bin-

lerce yılda oluşturulmuş yapıların her şeyi eleştirerek yol al-

malıdır. Bu yaşadıkları coğrafyanın değil bir bütün olarak yer-

yüzünün “eleştirisini” yaparak olmalıdır. Bir komünist enter-

nasyonal düşünmelidir, enternasyonal düşünürken kendisini

Page 82: Kollektif Çöküş

82

kalıplaştırmamalı; düşüncelerini, fikirlerini, teorilerini yeniden

ve yeniden gözden geçirmelidir. Müzik dinlerken sadece belli

bir yörenin değil bütün tür müzikleri dinleme özelliğini gös-

termelidir. Film izlerken, sadece toplumsal ve geleneksel dev-

rimci değerleri anlatan değil, başka konularda ve yeryüzün-

deki birkaç filmi izlemelidir veya izlemeyi düşünmelidir.

Komünist ölmüşse bunun “törenini” cemevlerinden, camiler-

den, kiliselerden veya başka inanç mekânlarından kaldırıl-

maktadır, bu da o komünistin vasiyeti deniyor veya komünist

kurumun kendisinin benimsediği inanç mekânlarında yerine

getiriliyor. Bu yapılırken, bu mekânların kendi törenleri de

yerine getirilerek, komünist gömülüyor. Konu komünistti

gömmek değil nasıl gömüldüğü hangi etik anlayışla yapıldığı-

dır.

Komünist ölmeden önce o istedi diye onu kiliseden,

cemevinden, camiden kaldırılamaz. Komünist kurumun kendi

etiği bunun yapılmayacağını söylüyorsa o komünist eğer beni

ibadethanelerden kaldırın derse, ortak etiği oluştururken ve

tartışırken sende vardın ve sende buna uyacağını söyledin

açıklamaları yapılmalı ve o komünist diretirse, komünist ku-

rum karar alarak iki seçeneği önüne sunmalıdır. Ya “ortak

etiğin” belirttiği şekilde hiçbir ibadethaneden kaldırılmayaca-

ğını söylemek ve ona göre hareket edip ya da kendisinin iste-

diği inancın törenleri şekilde olursa komünist kurumu oluştu-

ranlar, komünistin “cenazesine” katılmazlar veya bir gönüllü

komünist seçerek katılmasını sağlarlar.

Page 83: Kollektif Çöküş

83

Bir komünist diretiyor diye komünist etikten ve gelenekten

vazgeçilemez. Bir komünist cemevinden, kiliseden, camiden

kaldırılamaz.

Komünist kurumun kendi anlayışı böyle ise bu etiğin yanlış

olduğu söylemektedir ve tartışma konusu haline veya gün-

dem haline getirilmesini sağlanmalıdır.

Komünist ölmüşse ne yapmalıdır. Komünisti hiçbir inanç me-

kânından kaldırılmaz ve onun törensel değerleri de yerine

getirilmemiş olur. Komünist kurum kendi bayrakları ve slo-

ganları ile mezarlıkta komünisti gömerler. Bu yaparken; dua

etmezler. Komünistin hayatı ve verdiği mücadele anlatılır.

Komünistin 1. Ölüm yılı, 2.ölüm yılı gibi ifadelerde bulunma-

malı o komünist o kurumun içindedir yaşamını ve yaptıkları

sözlü olarak yaşatılır ve yazılı olarak birtakım yazılarla ifade

edilebilir.

Egemenlerin oluşturduğu ölüm törenlerini yerine getirmeden

yapmalıdır. Ölüm törenleri de egemenlerin bir kültürüdür.

Egemenin ezilenleri kontrol altına aldığı araçlardan biridir.

Devletin kültüründe ölen asker camiden kaldırılacaksa cami-

den kaldırılır. Askerin başka inançtan olmasından dolayı izin

verilmez. Devlet bunu yaparken kendi mantığı çerçevesinde

doğru olanı yapmaktadır, kendisini vareden araçları yeniden

örgütleyerek yerine getirebilir. Komünist kurumlarda kendi

anlayışlarını ve etiklerini yaratarak ibadethane, tören, dua

etmeden yapmalıdır ve mezarlıkta şu inancın veya bu inancın

mezarlığı ise o mezarlıkta gömme olmamalıdır.

Page 84: Kollektif Çöküş

84

Mezarlıkta ezilenlerin gömüldüğü yerler olabilir. Komünistler,

komünist kavramının uğradığı tahribatı ve yılgınlığı üzerinden

kaldırarak komünist olarak hareket etmelidirler. Komünist

kavramını “ayakları üzerine” yeniden getirmek için eleştiri ve

özeleştiri kültürüne ve esnekliğine sahip olmalıdır

Modern Bilim, Ar-Ge ve Patent Üzerine

Bilimsel çalışmaların finansmanı da güç ve iktidar sahiplerinin

tekeline geçmiştir. Bilimsel araştırmaların, içeriğini, kapsamı-

nı, yönünü, v.b. belirleyenler de onlardır.

“Modern bilim” -Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi

yani Kapitalist Kültür ve Gündelik Yaşamın- oluşturduğu bir

değerdir.

“Modern bilimin temelleri, Batı uygarlığının kabuk değiştirdiği

bir dönemde atılmıştır. Avrupa‟da özellikle 16.yy.dan itibaren

başlayan iki önemli gelişme vardır: Modern bilim hareketi ve

yükselen kapitalizm. Bir yanda, Newton, Descartes, Galileo

gibi bilim hareketinin öncüleri; diğer yanda da feodal engel-

lerden ve kilisenin baskılarından kurtuldukça gelişen ekono-

mik girişimciler. Bu iki önemli gelişmenin birlikte yol alabil-

mesinin tarihsel ve sınıfsal temelleri bulunmaktadır. Her ikisi

de feodal-aristokratik kurumlardan ve kiliseden özerkleştikçe,

ortaçağın kurumlarını toplumdan ve evrenden izole ettikçe

genişlemektedir. Bu engeller aşıldıkça yeni bir evren de ken-

dini göstermektedir: Modernite.” [1]

“Modern bilimin yükseldiği dönemin Aydınlanma çağı olması,

bilim ile ideoloji arasındaki geçişlilikleri kavrayabilmek bakı-

Page 85: Kollektif Çöküş

85

mından önemli ipuçları sağlayabilir. Aydınlanma döneminin

karakteristik özellikleri (klasik) liberal ideoloji tarafından bi-

çimlendirilmiştir. Bu özellikleri şöyle özetleyebiliriz: İlerlemeci

ve iyimser bir tarih felsefesi, faydacı teorinin sonucu olarak

beliren ekonomik liberalizm. Bu özelliklerin her ikisinin meş-

rulaştırıcı düzlemi ise, akıl ve bilim tarafından kurulmaktadır.

İyimser tarih felsefesine göre, insan aklındaki ve bilimdeki

„ilerleme‟ler insanlığı yetkin bir geleceğe doğru sürüklemek-

tedir. Yine bu görüşün gerekçelerinden biri olarak, doğadaki

mekanik işleyiş gibi ekonominin de kendiliğinden düzeni var-

dır. Bu kendiliğinden düzenin, doğanın yasaları gibi yasaları

ve kendiliğinden işleyişi bulunmaktadır ve bu düzenin öznele-

ri Descartes‟ın varlığının bilincine -toplumsallığı ve tarihselli-

ğiyle değil de- bireyselliğiyle ulaşan tarihten ve toplumdan

soyutlanmış; Newton‟un atomlardan oluşan maddesinde ol-

duğu gibi atomik bir yapı arzeden toplumda yaşayan ve me-

kanikliğin bir gereği olarak kendi iyisini gerçekleştirince top-

lumun iyisini de gerçekleştirdiği düşünülen varlıklardır.

Aslında, modern bilim ve kapitalizme farklı yerlerden yönelti-

len eleştirilerin bir noktada uzlaşması da, bu ikilinin ortak bir

dünyanın (modernite) parçaları olduğu yolundaki tezi kuvvet-

lendirmesi bakımından anlamlıdır. Örneğin, modern bilime

yöneltilen Hermenötik eleştiri ile kapitalizme yöneltilen Mark-

sist eleştirilerinin dayandığı noktalardan biri, tarih ve tarihsel-

lik kavramlardır. Hermenötiğin modern bilimi eleştirisinde

esas vurgu, özgüllük ve tekilliğe dayanan evrensellik ve tü-

mellik eleştirisi, tarihselliğe dayanan tarih dışılık eleştirisi ve

toplumsallığa dayanan soyut birey eleştirisidir. Marksist eleş-

tiri de klasik iktisadın evrensel olduğu yolundaki anlayışa,

Page 86: Kollektif Çöküş

86

tarihsellik aracılığıyla yaptığı eleştiri bakımından Hermenötik

ile bir yerde buluşmaktadır. Sonuçta, modern bilimin episte-

molojisi ile kapitalizmi eleştiren iki yaklaşım, ortak bir düzlem

bulabilmektedir” [2]

Kapitalizm, kıtalararası sömürü ve talanın sonucu olarak te-

sadüfi bir olay olarak değil, somut ve tarihsel olguların sonu-

cu olarak Batı‟da ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin ortaya çıkışı

da, bugün varlığını sürdürebiliyor olması da, uluslar arası bir

sömürüye ve yağmaya dayanmaktadır.

Kapitalizmin, her ne kadar da kendisini “ulus” ve “ulus dev-

let” olgularına dayandırarak örgütlediyse de; hiçbir zaman

ulusal bir karakter taşımamıştır. Kapitalizm, doğası gereği

uluslar arası davranış içerisindedir.

“Felsefi zeminde yer alan iki önemli kavram, akıl ve bilimdir.

Bunlar tarih felsefesinde ilerlemeci bir yaklaşım ile uyum için-

dedir. İlerleme fikri, modern bilim ile klasik liberalizm arasın-

da kurulan bağlantıların bir başka boyutunu oluşturmaktadır.

Zira klasik liberalizmin en önemli ilkesi olan negatif özgürlük

ilkesine dayanan birey yaklaşımı, ilerlemenin modern bilim-

deki gelişmeler sonucu elde edileceğine de inanan bir evren-

de, ilerlemenin diğer bir koşulu olarak görülebilmektedir. Bir

başka deyişle, „ilerlemenin itici gücü‟nü oluşturan unsurlardan

biri, modern bilim olurken diğeri de klasik iktisadın „engel-

lenmemiş bireyi‟ olmaktadır.

Bu bireysel özgürlük anlayışının ilerleme fikri ile bağlantısı,

klasik iktisadın ve faydacılık akımının varsayımlarıyla birlikte

düşünülmektedir. Klasik iktisadın insan ihtiyaçlarının sınırsız,

Page 87: Kollektif Çöküş

87

bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların ise kıt olduğu varsa-

yımı faydacılık akımı içinde yer alan ve doğal insan davranışı-

nın acıdan kaçınma, zevk ve mutluluk verecek şeylere yö-

nelme olduğu düşüncesiyle birleştiğinde sınırsız ihtiyaçlar ile

sınırlı kaynaklar arasındaki dengenin en iyi bir biçimde insa-

nın özgür ve akılcı iradesiyle kurulacağı, yani insana karışı l-

madığı sürece mutluluğun sürekli artacağı varsayımı ortaya

çıkmaktadır.

Bu temel varsayım kabul edilince, her bireyin kendi özgür ve

akılcı iradesiyle kendi bireysel mutluluğunu arttırması sonucu

„en çok sayıda insanın mutluluğu‟nu gerçekleştireceği de -

insanların ihtiyaçları arasında doğal bir uyumun bulunduğu

varsayımının yardımıyla- rahatlıkla benimsenmiş olur. Kısaca-

sı, bu anlayışın ağırlık noktası, „bireyin engellenmemiş eyle-

minin tüm ilerlemenin itici gücünü oluşturduğu inancı‟dır“ [3]

“Rousseau, ilk eserinden sonra yazdığı İnsanlar Arasındaki

Eşitsizliğin Kaynağı‟nda tohum halindeki bu düşünceleri geliş-

tirecek ve bir önceki eserinde daha az yer verdiği klasik libe-

ralizm eleştirisini daha sistemli bir hale getirecektir. Burada

önemli olan nokta, modern bilim ve klasik iktisadın birbirin-

den ayrı olarak düşünülmemesidir. Modern bilim eleştirisi ile

başlayan süreci, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı‟nda

klasik iktisadın „kutsal‟ olarak nitelediği özel mülkiyetin eleşti-

risi takip etmektedir:

“Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Bu, bana aittir”

diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk in-

san, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu” ” [4]

Page 88: Kollektif Çöküş

88

“On dokuzuncu. Yy.ın sonlarına doğru, modern bilim ve pozi-

tivizmin temel varsayımlarına karşı „labaratuvarlarda‟ başla-

yan bir eleştiri süreci söz konusudur. Modern bilimin neden-

sellik ve kesinlik ilkesi tarafından oluşturulan genel çerçevesi

yine doğa bilimlerindeki bir dizi gelişme sonucunda sorgu-

lanmaya başlamıştır. Özellikle „kuantum teorisindeki gelişme-

ler‟, atom altı parçacıklara gidildikçe kesinlik ve nedenselliğin

arttığını kabul eden modern bilimin varsayımlarını değiştir-

miştir” [5]

“Modernite evreninin bu (doğa bilimlerinin içinden ya da

labaratuvarlardan) sarsılışını sosyal bilimlerdeki eleştirel yak-

laşımlar da izlemiştir. Çözülmenin sosyal ve düşünsel ayağı,

romantiklerin karamsar düşünceleri, Nietzche‟in biraz da batı

medeniyetinin selameti için gerekli gördüğü „süper insan‟ dü-

şüncesi, Spengler‟ın „batının çöküşü‟ne ilişkin düşünceleri,

Toynbee‟nin ve bazı tarihçilerin ilerleme felsefesinin dışına

çıkan düşünceleri ve diğer bazı gelişmeler sonucunda yavaş

yavaş belirginleşmişti.” [6]

Modern bilimin eleştiri her alanda yapılmalıdır ki -Batı Uygar-

lığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist Kültür ve

Gündelik Yaşamı- eleştirilip yeni bir kültür yaratılabilsin. Bu

kültür içinde biliminde yeri olmalıdır.

Patentin Anlamı Nedir?

Buluş sahibine, buluşun başkaları tarafından izinsiz olarak

kullanılmasını, üretilmesini, satılmasını, satışa sunulmasını

veya ithal edilmesini belirli bir süre için engelleme hakkını

veren koruma belgesine denir.

Page 89: Kollektif Çöküş

89

“Neden patent verilir? Patent sistemi buluş sahiplerine belli

bir süre koruma hakkını vermesi yanı sıra, patentte yer alan

tüm bilgileri kamuoyuna açarak, aynı konuda çalışan başkala-

rının aynı buluşu yeniden üretmek için emek, zaman, maliyet

vs. harcamasını engellemesi için vardır. Bu özelliğe patentin

bilgi işlevi diyoruz” [7]

Patent uygulaması kapitalist üretimi ilişkilerinde üretimi en-

gellemeye dönük bir çelişkisi de oluşmaktadır. Tarımda artık

genetiği değiştirilmiş ürünler üretime başlandı, bunları birkaç

kez tohumları kullanılabilir. Ektiğiniz ürünün tohumunu sü-

rekli almak zorunda kalınacaktır. Bu da üretimin birkaç kişi-

nin elinde servete dönüşmesine katkı sağlamaktadır.

“Dünya çapında yapılan Ar-Ge yatırım harcaması 500 milyar

euro. En fazla Ar-Ge yatırımını yapan sektörler sıralamasında

ilk sırayı bilgisayar- elektronik, ikinci sırada ilaç ve üçüncü

sırada ise otomotiv var.

Otomotivin toplam yatırımı 85 milyar euro civarında. En çok

yatırım yapan marka ise Toyota. Onu VW, BMW ve Mercedes

izliyor” [8]

Burjuva gazetesindeki alıntı da silah sektöründen ve onun ne

kadar Ar-Ge yatırımları yaptığı anlatılmamıştır. Silah sektörü-

ne kapitalist devletin yaptığı yıllık harcamalar 800 milyar do-

lar ile 1 trilyon dolar arasında olduğu söylenmektedir. Bu yeni

silahları uzmanlar, mühendisler üretiyor, tatbikatta, törenler-

de, savaşlarda tanıtımı yapılıp, satılıyordu.

Page 90: Kollektif Çöküş

90

Modern bilimin yeni yarattığı “icatlar” arasında yer alan, Ar-

Ge ve Patent uygulamaları kapitalist kültürün yeniden inşa

edilmesine olanak tanımaktadır. Bu yüzden kapitalist kültü-

rün eleştiri her alanda ve her yerde yapılmalıdır. Avrupa Mer-

kezli ideoloji de yer alan „ilerlemeci‟ anlayışında aşılması ge-

rekmektedir. Endüstrinin ve yeniden oluşturulmasının olabil-

mesi için ormanların, denizlerin, havanın kirletilmesi, yakıl-

ması, tahrip edilmesine neden olmaktadır. Bunun nedeni „iler-

lemeci‟ anlayış ve insan merkezli düşüncedir.

Açıklayıcı Notlar

[1] Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken Bir Eleştirisi: J. J.

Rousseau‟nun Felsefesi adlı yazıdan – Fırat Mollaer

[2] aynı yazıdan alıntı.

[3] aynı yazıdan alıntı.

[4] aynı yazıdan alıntı.

[5] aynı yazıdan alıntı.

[6] aynı yazıdan alıntı.

[7] ArGe dünyası sitesinden alıntıdır.

[8] Burjuva gazetesi, 14 Mayıs 2012

Page 91: Kollektif Çöküş

91

Mültecilerin Evleri Yok, Manchester’da 193 Yıl Önce

İşçilerin Evleri Yoktu.

“Fabrika işçileri gözle görünür biçimde yıpranmış ve çökmüş-

tü. En çok rastlanan meslek hastalıkları diz sakatlanması,

görme kaybı, omurga eğriliğiyken, birçok kişi de makineler

de uzuvlarını kaybetmişti…

Nasıl yaşıyorlardı sorusuna gelirsek: Peterloo yakınlarındaki

Manchester‟da incelenen 7.000 evden 2.200‟ünün tuvaleti

yoktu, 900‟ünün ise oturulamaz durumda olduğuna hükmet-

mişti” [ Çalışarak Yaşamak Ya da Savaşarak Ölmek- Paul Ma-

son – Çevirenler; Gözde Orhan – Mehmet Ertan –Yordam

Yayınları]

Hatırlıyoruz, Hatırlayacağız.

Manchester‟de 1819‟da [Beyaz Adam‟ın zaman ölçüsüne gö-

re] 193 yıl önce “Peterloo Katliamında” 11 işçi öldürüldü,

140‟ı kılıç darbesiyle olmak üzere 400 işçi yaralandı. Bunu

yapan kapitalizmdi.

Günümüzde Mültecilerin, Göçmenlerin evlerinin olmamasının

nedeni ve yaşadıkları yerlerden göç etme nedeni de kapita-

lizmdir.

Manchester‟de 193 yıl önce çoğunun evleri yoktu ve evlerinde

tuvaletleri olmayanlar da vardı.

Günümüzün Batılı işçileri ve Batılı sosyalistleri “kendi evimin

yangını söndürürüm yanımda yanan işçinin evinin yangınını

Page 92: Kollektif Çöküş

92

söndürmem” zehirli mantığından ve bilincinden kurtulması

gerekmekte.

Bu zehirle mantıktan kurtulmanın en önemli sorumluluğu,

Göçmenlere ve Mültecilere yönelik serbest dolaşım hakkının

tanınması mücadelesini vermektir ve bu mücadele sınıf mü-

cadelesidir.

Ölümsever “Komünistler” Yaşamaktan Korkandır

Gündelik yaşamdaki davranışların ve eylemlerin nedenleri

vardır. Bu nedenler yapılan davranışın sonuç olduğunu belir-

ler.

Yani her eylemin, her davranışın, her rüyanın bir nedeni var-

dır. İnsan doğasında hiçbir şey kendiliğinden oluşmaz.

“Ölümsever Komünistler Yaşamaktan Korkan” diye bir başlık

kullandım ve bu başlığın somut deneyini anlatmak zorunda-

yım.

Devrimci kurumlar, „şehit‟, „ölümsüzdür‟, „kahraman‟, „şehidin

yolundan gitmeli‟, „ölü mitosları‟ bu kavramları zenginleştiren

bir hal içindeler. Neden mi?

Yaşamaktan korkuyorlar.

Yaşam- Ölüm diyalektiğini anlamamışlardır.

“Ölümsever” mantığı egemenlerin mantığıdır. Kapitalistler

insanların ölmesini ve kanının akmasını isteyen ve ezilenlerin

bilincine bunu sınıflı toplumun varlığından bugüne bilinçlerine

Page 93: Kollektif Çöküş

93

yerleştirmiştir. Bunu kapitalistlerin istemesi onların kapitalist

sisteminin varlığı bu yöndedir.

Kapitalist istese de bunu değiştiremez. Böyle bir gücü yoktur.

Bir hayvanı canlı canlı derisini yüzüp, bu deriyi giyen Kapita-

list Kadınların da ölümsever bir bilinçleri vardır. Yani yaşa-

maktan korkuyorlar. Yaşamın anlamında değillerdir.

Kapitalist kadın, geçmişteki sınıflı toplumdaki egemenlerin ve

“ölümsever” komünistleri yansıtmaktadır.

Yaşam nedir?

Yaşam bir canlı gibi yaşamaktır.

Kapitalist toplumda yaşamak nedir?

Kapitalist toplumda işçiler ve kapitalistlerin kendi sınıflarıyla

aynı çizgide buluşmaktadırlar. Yaşamı aynı şekilde anlamlaş-

tırmakta ve aynı şekilde anlamsızlaştırmaktadırlar. Kapitalist

geçmişteki egemen tiplemeleri gibidirler. Ezilenler de geçmiş-

teki ezilenlerin bilinciyle yaşamaktadır.

Kapitalist toplumda komünist olmak nedir?

Bu sorunun cevabı kesin olmamakla birlikte, “ölümsever”

olmamaktadır. “Ölümsever” yaşamın, kültürü, eylemi red-

detmektir diye düşünüyorum.

Bir komünistin gözüne baktığınızda yaşamın sevincini görme-

niz gerekmektedir. Eğer komünistin gözüne bakıp, yaşama

sevincini göremiyorsanız. Yüzüne aynen şunu söylemelisiniz.

Page 94: Kollektif Çöküş

94

“Sende yaşama sevinci yok, “ölümsever” gibisin” eğer biraz

bu konuda düşünmüşsek “ölümsever komünist olamaz” diye

mantıksal hipotezimizi kurup söyleriz.

“Ölümsever” komünistler yaşatmak için uğramıyor.

Kendi yoldaşlarının üzerinde bomba patlattırıyorlar.

Kendi yoldaşlarını gereksiz silahlı çatışmalara yolluyorlar.

Bunların nedeni “ölümsever” olmaktır.

Komünist yoldaşının üzerine bomba taktıramaz.

Komünist yoldaşını „ölüme‟ yollayamaz.

Sınıf mücadelesinde yaşamakta oluyor ve ölümde oluyor.

Bunu bizi tepki olarak yansıtanların bilinçlerinde ne yatıyorsa

o şekilde davranıyorlar. Onların bilincinde bir yoldaşı öldür-

mek varsa onu öldürmek için tasarı ve harekete geçiyorlar.

Biz bu yoldaşımızı saklamak ve yaşaması için mücadele et-

meliyiz.

Yoldaşımızın yaşaması bizim yaşamdan yana olduğumuz an-

lamına gelmektedir.

Ayrıca yoldaşına bomba takan bir yoldaş duygusuzdur ve

yoldaşlığı anlayamamıştır. Ne insanlık kalmıştır ne de insana

değer kalmıştır. İnsanın yaşamak gibi bir değeri vardır.

Bu değer bütün ezilenler ve egemenler içinde korunması ge-

rekmektedir.

Page 95: Kollektif Çöküş

95

Komünist, sınıf mücadelesi ve siyasi mücadelesini verirken;

egemenlerin ve ezilenlerin hepsinin yaşamını korumalı ve

sahiplenmelidir.

Örneğin, kaza yapmış bir kapitalistin olduğunu bilip, onu kur-

tarmak için uğraşmıyorsak ve onun için ambulansı aramıyor-

sak, benim bu komüniste tek sözüm vardır.

“Sen Komünist değilsin”

Benim gözümde ve etiğimde komünist değilsindir.

Bizler yaşamda olmalıyız, yaşamak için uğraşmalıyız.

Yaşamda mücadele vermek zordur. Bu zorluk yaşamın sevin-

cini kavrayıp, “ölümsever” geleneğini yıkıp bir de insan mer-

kezli düşünceyi ve Avrupa Merkezli ideoloji de tahribata uğra-

tıp (bunların hepsi beynimizin içindeki fonksiyonlarda kendi-

miz değiştireceğiz) bu zorluğu yaşamın kolaylığına çevirece-

ğiz.

Yoldaşının yaşaması için kolektif bütün birikimi ve bilinciyle

hareket etmelidir. Dünya Partisi‟nin aslında temel ilkesi şu

olmalıdır.

“Bütün insanların yani ezilenlerin – egemenlerin hepsinin ya-

şamasını savunacağız. Yaşatmak bizim için en temel ilkedir.”

Bugünün ezilenleri ve kapitalistleri (istisnaları mutlaka vardır)

ölüm, ölüm diye bir mantıkla yaşıyorlar. Komünistlerde ya-

şam, yaşam diye bir mantıkla yaşamalıdır.

Page 96: Kollektif Çöküş

96

Çekiç, Orak Umutlu Gelecektir.

Komünizm Yaşamaktır.

Papa 16. Benediktus’a Twitter'da Devrimcilerin Soru

Sorması Etiksel Değildir.

“Papa 16. Benediktus, Noel yaklaşırken Katolik Kilisesinin

görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla @pontifex adı altında

Twitter hesabından mesaj göndermeye başlayacak.

Vatikan'dan bir yetkili, Papa'nın,12 Aralık'tan itibaren kendi-

sine sorulan soruları İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca,

Lehçe, Portekizce, İspanyolca ve Arapça dillerinde yanıtlaya-

cağını açıkladı. Papa'nın ilk olarak inançla ilgili soruları yanı t-

layacağı belirtildi ve soruların gönderilmesi istendi.

Vatikan yetkilisi, "pontifex" sözcüğünün "Papa"yı ifade etme-

sinin yanı sıra "köprü kurucu" anlamına gelmesi bakımından

seçildiğini kaydetti.

Açıklama ardından Papa 16. Benediktus'un takipçi sayısı hızla

artmaya başladı. Papa'nın Twitter sayfasında çeşitli dillerde

'Hoşgeldiniz" mesajı yer alıyor.” (haberler)

Vatikan‟ın Noel‟de insanların aşırı tüketim yapan araştırmaları

önemlidir ve kapitalizmin ne olduğunu öğreten bilgileri sun-

duğundan dolayı teşekkür ederim.

Kapitalizm çok değişken bir yapıya sahiptir. Her an, her şe-

kilde biçim değiştirebilir fakat niteliği değişmez. Bir yerde

aşırı üretim diğer yanda açlık çeken insanlar vardır. Kapita-

Page 97: Kollektif Çöküş

97

lizm bütün insanları esir almıştır, mülkiyete bağımlılaştırmış-

tır.

Papa‟nın insanlarla iletişime geçmesi için Twitter‟dan açıkla-

ma yapması önemlidir. Papa 16. Benediktus olarak bir kişiye

temsil ederek mesajları yazılsa da sorumluluk sahibi olduğu

inanca inanan insanlar bulunmaktadır. Devrimciler, eğer Papa

16. Benediktus‟a twitter mesajı atacaklarda küfür etmeden,

duygularına ve fikirlerini yazarken, inancı sorgulamayan so-

rular ve cevaplar yazmalıdır. Çünkü karşınızdakinin inancı

belli, fikirleri, belli, duruşu bellidir.

Papa 16. Benediktus‟a devrimcilerin, komünistlerin soru sor-

ması etiksel değildir. Karşınızdaki din inancı olan biri var,

devrimci ateisttir. Bu nedenle etiksel değildir.

Devrimciler Papa 16. Benediktus twitter‟dan takip edebilir,

yazıların okuyabilir, yazdığı ve yazılan cevapları okuyabilir.

Devrimciler; ırkçı değil, dinsel inançlardaki insanlara hakaret

etmeyenlerdir.

Ezilenlerin umudu, ellerindeki orakta ve çekiçtedir.

Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlarda “Sanat”

Toplumsal örgütlenme imkânı ve zorunluluğu insandaki bu

nitelikler ve yetersizlikler bileşiminden doğar. İnsan ne birey-

sel olarak hayatta kalabilir ne de türünün diğer üyeleriyle

işbirliği dışında geçimini sağlayabilir.

Page 98: Kollektif Çöküş

98

Çok az gelişmiş fiziksel organları ona doğrudan doğruya gıda

maddelerine erişme imkanı vermez. Onları, bu organları uza-

tan ve mükemmelleştiren aletler yardımıyla kolektif olarak

üretmek zorundadır. Söz konusu üretimi sağlayan bir grup

insanın ortaklaşa eylemidir. İnsan çocukları grupla bu kade-

meli toplumsallaşma sayesinde bütünleşirler ve grup üyeleri

olarak hayatta kalmanın kurallarını ve tekniklerini öğrenirler.

[1]

Alet ağzı ortaya çıkarır ve ağız da dili ve soyutlama yeteneği-

ni mükemmelleştirerek aleti daha üstün nitelikli hale getirir.

El beyni geliştirir ve beyin de elin kullanımını mükemmelleşti-

rerek beynin mükemmelleşmesinin koşullarını yaratır [2]

“Üretim /iletişim” diyalektiği insanlığın durumuna bütünüyle

hakimdir. İnsanın tüm yaptıkları “kafasından geçer”. İnsani

üretim, hayvanın gıdasını elde etme biçiminden özellikle iç-

güdüsel bir faaliyet olmamasıyla ayrılır. Söz konusu üretim

genel olarak öncelikle kafada kurulan bir “tasarım”ın gerçek-

leştirilmesidir. [3]

İnsanlık tarihi bundan yaklaşık 50.000 yıl önce, benim Büyük

Sıçrama dediğim şeyle birlikte başladı. Bu sıçramanın ilk ke-

sin işaretini Doğu Afrika‟da, bir örnek taş el aletlerinin ve

günümüze kadar ulaşmış ilk süs eşyalarının (deniz kabuğu

kolyelerin) bulunduğu yerleşim yerinde görüyoruz. Benzer

gelişmeler kısa süre sonra Ortadoğu‟da, Güneydoğu Avru-

pa‟da, daha sonra (40.000 yıl kadar önce) Güneybatı Avru-

pa‟da meydana geldi, burada bulunan pek çok sayıda eşya,

Cro-Magnon olarak adlandırılan insanların tam anlamıyla bu-

Page 99: Kollektif Çöküş

99

günkü insanlarınkine benzeyen iskeletleriyle ilişkilendirildi.

[4]

Yazarın “büyük sıçrama” dediği bu konuda tartışılmayacaktır.

Özel amaca yönelik süslemeler yaygındı kuşkusuz; ancak

bunların tümünün temelinde, belki de çoğu artık yerleşim ve

derin bir bağlılıkla yerine getirilen törelere dayalı toplum ya-

pısının kuralları yatıyordu. Chicago Üniversitesi‟nde antropo-

log Terrence Turner‟in belirtmiş olduğu gibi: “Vücudun yüzeyi

toplumsallaşma oyununu oynandığı simgesel bir sahneye

…bedensel bezemeler de… bunun anlatım aracını dönüşüyor.

Süslenme ve süslenmiş vücutlarını başkalarına sergileme,

bireysel açıdan ne denli anlamsız ya da önemsiz görünürse

görünsün, toplumsal açıdan ciddi bir olgudur” [5]

Fildişi oyulmuş mükemmele yakın minyatür at betimlemeleri,

mağara duvarlarına yapılmış, görenleri ürperten, dev boyut-

larda renkli bizon, at ve mamut resimleri, rengeyiği boynuzu-

na işlenmiş ilginç kompozisyonlar (bir fok, bir somon, bir yı-

lan, bir minik çiçek, kimi yapraklar ve başka işaretler), ger-

danlık olarak, pek çok etçil hayvan (aslan ve tilki) dişi, mağa-

ralarda gizemli biçimde düzenlenmiş imgeler, yarı insan, yarı

hayvan canavar figürleri. Buzul çağı sanatını işte bunlar oluş-

turuyordu. [6]

Atlar, bizonlar ve diğer hayvanlara ilişkin betimlemeler birey-

sel olarak, kimileyin de kümeler biçiminde görünüyorlar, ama

doğaya uygun bir düzenlemeye yaklaşan bir çevrede ender

olarak yer alıyorlar. Betimlemeler gerçeğe uygun olmalarına

karşın, doğal ortamlarından kopukturlar. (John) Halverson‟a

Page 100: Kollektif Çöküş

100

göre bu, Buzul Çağı sanatçılarının, çevrelerinde gözledikleri

şeyleri, onlara herhangi bin mitolojik anlam katmadan betim-

lediklerini gösteriyordu.

Sanatçıların, düşünceye dayanmayan “imgeler üreten oto-

matlara benzediğini söylüyordu” Halverson. İmgeler yalın,

anlatımsallıktan yoksun olup, açıkça “dinsel güdülemelere

bağlanabilecek hiçbir şey” içermiyor. Sahip olduğumuz biçi-

miyle insan bilincinin, tarihöncesi dönemin bu evresinde he-

nüz gelişmemiş olduğunu düşünen Halverson, “Zihinsel ge-

lişmenin bu erken evresinde algı ve kavramın ayırtına varıl-

mamış olabilir” demektedir. [7]

İlkel toplum sanatının çözümlenişinde de buna benzer bir

duruma rastlanır. Av dansının, daha ava gitmeye hazırlanış-

tan av başlayıncaya kadar sürdürülmesi halinde, hayvana

büyü yapılabileceğini sanıyordu insanlar. Oysa kendilerine <<

büyü yapıyorlardı>> aslında; yani, ava her yönden hazırlanı-

yorlardı, gerek fiziksel ve zihinsel yönden, gerekse pratik ve

psikolojik yönden. Bir başka deyişle, büyü dansı, bütün bu

dansa katılanlar için bir toplumsal eğitim aracı idi; gerek fiziki

ve mesleki eğitimin, gerekse etik ve estetiksel eğitimin ara-

cıydı. [8]

Öte yandan, ilkel toplumun dramatikleştirilmiş, cimnastikvari

dansının, avcıların üreticilik gücünü arttırdığı da sık sık söy-

lenmiştir. Ne var ki, bu konuda, örneğin, mağaralarda bu-

lunmuş, kilden hayvan çizimleri kalıntılarının, balta ve kargı

izleri taşıdığını, ya da üstünde buna benzer izler bulunan ma-

ğara resimlerinin bir çeşit <<hedef tahtası>> olabileceğini ve

avcıların bu << hedef tahtası>> üstünde <<mesleki eği-

Page 101: Kollektif Çöküş

101

tim>> yaptığını sanan araştırmacıların düşüncelerine burda

katılmıyoruz.

Boyanmış ya da şekillendirilmiş hayvan çizimleri üstündeki

darbeler, hiç kuşkusuz, düpedüz eğitim görmenin bir ifadesi

değil, av hayvanı üstünde büyüsel etki uyandırmanın usulen

bir biçimidir. Ama bu arada, avcı için gerekli mesleki yeti de

etkin bir şekilde gelişmektedir; örneğin, göz keskinliğinin

artması, mızrak atma gücünün yükselmesi; sıçrama tekniği-

nin, sessizce koşmanın mükemmelleşmesi; toplu dansın rit-

mine ayak uydurabilmek için, her dansçının kendi yaptığı ha-

reketleri öbür dansçıların yaptığı hareketlerle uyumlu kılabil-

mesi.

İşte bütün bunlar, hayvan postuna giren ya da bu anlamda

bir mask takan bir avcının av dansındaki rolüne benzemekte-

dir. Av dansının, dans edenler üzerine uyandırdığı etkinin

göze en az görünen ama belki de en önemi yanı, bu kişilerin

psişe‟si ve duygular‟ı ile ahlaksal, dinsel ve estetiksel tasa-

rımları üstünde bıraktığı etkiydi.

Çünkü dans, katılan her kişiyi kollektiv‟e manen bağlıyordu;

her birinin kendisini, örgütlü topluluğun bir parçası olarak

duymasına yol açıyor; bir ötekiyle dayanışma duygusunu ge-

liştiriyor, kollektiv‟in gücüne olan inancını pekiştiriyor, vücu-

duna ustaca hakim olabilme yeteneği karşısında övünme

duygularını kamçılıyor, hayvandan duyulan korkuyu yenme-

sine yardım ederek, zafere olan güvencesini arttırıyordu. [9]

İlkel toplum insanı kendi vücudunu ve yüzünü çiziklerle,

döğmelerle ya da boyalarla süslediği; sedef kabuklarla, kolye

Page 102: Kollektif Çöküş

102

ve bileziklerle, alışılmadık saç tokaları ve kemerlerle kendini

bezediği zaman, burda, ilkel toplum insanını çağdaş insandan

ayıran şey, bireysel zevkler değil, gens‟in ya da aşiret‟in ge-

nel ilkeleri‟dir.

Bu bakımdan şu da açığa çıkıyor ki, boyanarak süslenme,

ilkel toplum insanını, nerden geldiği belli olmayan , başlı ba-

şına bir güzellik duygusunu doyurmak için yapılmış bir şey

değil; tam tersine, insanları toplumsal kollektiv‟e bağlamak,

soydaşlarına ve kendi aşiret üyelerine bağlılık duygusunu

pekiştirmek ve öbür aşiretlerin üyelerinden kendini farklı kıl-

mak için yapılmış bir şeydir. [10]

İnsanların kendi yaptıkları nesneler üstüne kendine özgü es-

tetiksel bir fikir edinmesinin kaynağı da burda gelir. Bu fikir

bir kez ortaya çıktıktan sonra, yeni nesnelerin üretimi üstün-

de sürekli etkide bulunur artık; üretim faaliyetindeki yararsal,

dinsel, sanatsal değer-yönlendirimini, estetiksel yönlendirme

ile bütünleştirir.

Bu konuda şöyle yazmaktadır Karl Marx: <<Tüketim, doğal

ham tüketim halinden, dolayımsız üretim olmaktan çıktığı

zaman (ki bu tüketimin aksaması, tüketimin bu doğal ham

haline bağlı üretimin bir sonucudur) bir itki olarak, tüketile-

cek nesneye geçer. Tüketime duyulan ihtiyaç, tüketilecek

nesnenin algısıyla ortaya çıkar. (Bütün öbür ürünler gibi),

sanatın nesnesi de sanat duyusuna ve güzellikten haz alabil-

me yeteneğine sahip bir izleyici kitlesi doğurur.

Page 103: Kollektif Çöküş

103

Demek ki, üretim, sadece özne için bir nesne yaratmakla

kalmaz, ama aynı zamanda, nesne için bir özne yaratır>>

[11]

Demek, sanat, gerçek yaşamın sınırlarını aşarak bir tasarım

dünyasının içine girmekte, ama insanların davranışlarını kendi

yasalarına göre düzenlediğinden, gerçekliğe bağlı olanı kendi

içinde korumaktadır. Bu yasalardan en başta geleni ise, ger-

çek yaşam faaliyetinin çok-yönlülüğünü, çalışmayı, insanların

birbiriyle ilişkisini, insanların bütünsel bir sistem üstüne bilgi-

sini ve bu sisteme göre değer – yönlendirişini bir arada içine

alır.

Bu bakımdan, daha ilk anlarından bu yana, sanatın da bu

sisteme göre modellenmesi, hem pratik eylemin özel bir bi-

çimi olarak, hem insanların birbirleriyle ilişkisinin ve birbirle-

riyle anlaşmasının bir biçimi olarak, hem de bilginin ve değer

– yönlendirmenin özel bir biçimi olarak iş görmesi gerekmiş-

tir. [12]

“İlkel Toplum” Değil Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Top-

lumlar

“İlkel” kavramı evrimci bir anlayışın ürünü olarak ifade bul-

maktadır. Bu “ilkel” kavramının yerine “sınıflı toplum öncesi

sınıfsız toplumlar” demeyi uygun gördük.

Evrimci anlayış, Devletin, özel mülkiyetin, yazının olmaması

vs. üzerinden “ilkel” kavramının kullanıldığı gözlenmektedir.

Burada evrimci anlayışı mahkûm etmiş oluyoruz. Çünkü onlar

gibi düşünmüyoruz.

Page 104: Kollektif Çöküş

104

Evrimci anlayış toplumları Devletsiz düşünemiyor. Yapılan

araştırmalar göstermiştir ki, Devletsiz toplumların var olduğu

ve günümüzde de var olanlarının bulunduğunu göstermekte-

dir.

Batı‟da “ilkel”, “barbar”, “ileri”, “geri”, “uygarlık” kavramları

çok popüler durumdadır. Çünkü Batı‟lı araştırmacılar, bu kav-

ramlar sayesinde gerçekleri gizliyorlar ve herkese inandırıyor-

lar. Batı Uygarlığı ve Demokrasi‟sinin aslında çalıntı kıtalar,

çalıntı zenginlikler, çalıntı buluşlar vs. sayesinde oluşmuş-

tur/oluşturulmuştur. Gizlenenler bunlardır.

Farklı iki toplumu karşılaştırırken, bir toplumun tüfeği ile di-

ğer toplumun yayını birbiri ile kıyaslamanın anlamı ve mantığı

yoktur.

Devlete Karşı Toplum‟da Pierre Clastres‟den aldığımız alıntı

da: “İlkel toplum, devletsiz toplum ekonomisinin işleyişinde,

zengin-fakir ayrımı yapmayı gerektirecek hiçbir şey yoktur,

çünkü hiç kimse komşusundan daha fazla çalışmaya, daha

fazlasına sahip olmaya, daha üstün görünmeye istekli değil-

dir. Herkesin, eşit biçimde, kendi maddi ihtiyaçlarını karşıla-

yacak durumda olması ve zenginliklerin özel mülkiyet yarata-

cak şekilde birikmesini sürekli engelleyen bir mal ve hizmet

mübadelesinin bulunması, aslında güç isteğinden başka bir

şey olmayan sahip olma isteğinin doğmasına izin vermez. İlk

bolluk toplumu olan ilkel toplum, herhangi bir aşırı bolluk

isteğine yer bırakmamaktadır.” Diyor yazar.

Bu alıntı da “ilkel toplum” geçmektedir fakat “ilkel toplum”

olarak ifade edilen aslında “ilkel” kavramından vazgeçmeyip,

Page 105: Kollektif Çöküş

105

“sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumları” çok güzel anlatmak-

tadır. Burada devletten, özel mülkiyetin olmamasından şika-

yet duyulmuyor.

Yazar “devletsiz toplum” ifadesine kullanmaktadır.

Demek ki kabilede kral değil, bir şef –ama devlet önderine

benzemeyen bir şef- vardır. Bu ne demektir? Bu, şefin hiçbir

otoritesinin olmaması, hiçbir zorlayıcı gücünün bulunmaması,

emir vermesini sağlayacak her türlü olanaktan yoksun olması

demektir.

Şef bir komutan değildir; kabile üyelerinin ona uymak gibi bir

yükümlülükleri yoktur. Şeflik makamı, iktidarın uygulandığı

yer değildir ve “şef” (hiç de yerinde bir adlandırma olduğu

söylenemez) figüründe, geleceğin despotunu çağrıştıracak

hiçbir özellik gösterilemez. (Genel olarak devlet aygıtının,

ilkel şeflik kurumundan türediğini elbette söyleyemeyiz) [13]

Açıklayıcı Notlar

[1]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 186 – Yazın ya-

yınları [2]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 187 – Yazın ya-yınları

[3]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 187 – Yazın ya-yınları [4]Tüfek, Mikrop ve Çelik – Jared Diamond – Sayfa 34 – Tübitak yayınları [5]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 178 – Tübitak yayınları

[6]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 180 – Tübitak yayınları

Page 106: Kollektif Çöküş

106

[7]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 181– Tübitak yayınları

[8]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 240 – Altın Kitaplar Yayınları [9]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan –

Sayfa 241 – Altın Kitaplar Yayınları [10]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 242 – Altın Kitaplar Yayınları

[11]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 244 – Altın Kitaplar Yayınları [12]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 247 – Altın Kitaplar Yayınları [13]Devlete Karşı Toplum – Pierre Clastres

Stadyumda Solculuk Dansı

Stadyumlar ve Stad yapımları devam etmekte. Boş arazi par-

sellerine birbirinden farklı tasarımlarda stadlar yapılmaktadır.

Bu stadlar, toplumsal eşitsizlerin yansıtılmasına da büyük

hizmetler vermektedir.

Irkçı sloganlar attırılarak oyunculara, Halklara hakaretler etti-

ren Devletler kendi varlıklarının resmini çektirmektedirler.

Stadyumlarda yapılan maçlara, oyunlara binlerce emekçi ve

kapitalistlerin buluştuğu mekânlardan biridir. Birçok mekânda

buluştukları halde burada oyun esnasında buluşuyorlar.

Farklı yerlerde oturarak, emekçilerin üzerine yağmur yağıyor,

kapitalistlerin kulislerinde yağmur üzerlerine yağmayacak

şekilde tasarlanıyor.

Page 107: Kollektif Çöküş

107

Bu yazıda mekânsal sosyolojik durumu anlatmak değildi.

Stadyumların doğaya verdiği zararı anlatmaya çalışacağım.

Boş arazilere, ormanlık alanlara dikilen stadyumlar;

onbinlerce ağacın kesilmesi ve canlı türlerinin yok olmasına

neden olmaktadır.

Bu stadyumların yerine ağaçları hayal ettiğimizde durum da-

ha da somutlaşacaktır.

Stadyumlarda solculuk yapanlar, kendince bir popülist anla-

tımla yer almaktadır.

Takımların logolarının bulunduğu bayraklarla 1 Mayıs‟ta siyasi

bir mücadeleyi değil; popülist ve eğlence mekanlarına çevire-

rek onlara teşekkür mü? Etmeliyiz.

1 Mayıs‟ın anlamı siyasi ve işçilerin birliğinin ortak taleplerle

devrimci partinin öncülüğünde yapılan sınıf mücadelesidir.

Stadyumlar ve bu solculuk yaparken, siyasi bir anlam yük-

lenmesi ve eylemliliği nasıl sağlanır?

Stadyumlara gitmeyerek, stadyumların doğaya zarar verdiği-

ni anlatmakla olunur.

Stadyum Solculuğu dağa küsen fare gibidir. Devrimcilikle

alakaları yoktur. Onlarla 1 Mayıs‟ta yürürken; Stadyumların

doğaya zarar verdiğini ve stadyumlara hayır denilerek yol

alınabilir. Stadyum yapmayın, ağaç dikelim.

Page 108: Kollektif Çöküş

108

Taksim’deki İki Bolşevik’in Heykeli Neden Yıkılmıyor?

Rusya‟da Lenin‟in heykelleri yıkıldı, yıkılması da iyi oldu çün-

kü Lenin demedi ki benim heykellerimi dikin. Putları, zincirle-

ri, bir bütün olarak sınıflı toplumu yok etmek isteyen Lenin

neden heykelim dikilsin desin ki. Lenin‟in ölüsünden korkan

ihanetçiler diktirdi.

Taksim‟deki 1928 yılında açılan Taksim Anıtı heykeli günümü-

ze kadar yıkılmadan yerinde kaldı. Bunun nedenleri ne olabi-

lir? Ya da Türk Devletinin böyle bir ihtiyaca gereği kalmadığı

halde.

İki Bolşevik var heykellerin arasında…

Kliment Yefremoviç Voroşilov ve Mihail Vasilyeviç Frunze bu

iki Bolşevik kimdir, devrimci ve sınıf mücadelesinde ne yaptı-

lar o konulara girmeyeceğiz.

Türk Devletinin ihtiyacı kalmadığı halde, iki Bolşevik‟in heyke-

li neden yıkılmıyor? Taksim anıtının hepsinin yıkılmasından

bahsetmiyoruz sadece iki Bolşevik‟in heykelinin neden yıkıl-

madığını soruyoruz.

Bolşeviğin mirası sınıfsız toplum için mücadele etmektir. Hey-

keller dikerek sistem tamirciliği yapmak değildir. Kemalizm

sınıflı toplumu yeniden örgütlemek için mücadele etti/ediyor.

Bolşevizm sınıflı toplumu yıkmak için mücadele etti/ediyorlar.

Bu anıtta ki çelişkiyi göstermek için olayı anlatmaya çalışıyo-

ruz.

Bolşeviklerle Kemalistler aynı yerde duramaz.

Page 109: Kollektif Çöküş

109

Kemalistler devletin varlığı, kapitalist düzen ve emperyalistle-

rin çıkarları için mücadele eder. Bolşevikler ise işçi sınıfının

iktidarını ve Sovyetlerin kurulması için mücadele eder.

Bolşevikler, Taksim anıtındaki iki Bolşevik‟in heykelini yıka-

caktır. Bu sınıf mücadelesine bir anlam katmasa da devrimci

kültür bunu gerektirmektedir. Gereksiz gibi görünen bu olay,

büyük bir etki yaratacaktır.

Yeryüzündeki bütün Bolşevikler‟e sevgi ve saygılarla…

Üniversite Öğrencileri İle Komünist Gençlerin Talepleri

Bir Ve Aynı Olamaz.

Üniversite Öğrencilerinin parolalarında “Parasız Eğitim İstiyo-

ruz, Harçlara Hayır” şiarı yükselebilir.

Bu onlar için anlamlı ve gerçekçi bir durumdur.

Bilinçlerinde egemenlerin fikirleri ve bu fikirleri hayata geçir-

me alanları üniversitelerden mezun olduktan sonra vasıflı ve

yüksek maaşlı bir yaşam kurgulamaktadırlar.

Bunlarda onlar için anlamlı ve somut davranıştır.

Bu “parasız eğitim” hangi araçlarla ve hangi paralarla sağla-

nacağını asla bilinçlerine getirmezler üniversite öğrencileri

Taksim akşamlarında “parasız eğitim için ileri” sloganı ile do-

laşabilirler. Zaten yaptıkları bir durumdur bu.

Bu talepler onlar için politik gibi gözükebilir.

Page 110: Kollektif Çöküş

110

Geleceklerini tasarlayıp yeniden oluşturmak için üniversite

diplomasının gerekli olduğunu artık küçük çocuklar daha bi-

linçlerinde içselleştirmiş durumdadır. Bu üniversiteye gitmek

isteyen ve üniversite de okuyanlar için daha da kuvvetli bir

etki yaratmaktadır.

Üniversite gençleri diploma aldıktan sonra mutluluk, sevinç,

başarı, kazanç gibi anlayış, duygu ve fikirlerde olabilirler.

Komünistler gençlerin “parasız eğitim” talebi demeden önce

şunu düşünmeleri gerekmektedir. Bu para nasıl sağlanacak.

Cevabı çok basit

İşçilerin sömürüsünden, işçilerden kesilen vergilerle sağlana-

cak.

Bu somut durum, komünist gençlerin yanlış bir taleple karşı

karşıya oldukları ortadadır.

Bu taleple sosyalizm değil, ütopik sosyalizm bile kurulamaz.

Komünist gençler “parasız eğitim” için ileri değil “parasız eği-

timi” teşhir ederek mücadele etmeli.

“Parasız eğitim” isteyen Üniversite Öğrencilerinin kuyrukçulu-

ğunu yapmamalıdır.

Page 111: Kollektif Çöküş

111

Yaşasın Halkların Kardeşliği Diyen Komünistlerin Unut-

tuğu; Komünist Siyasi İradedir.

Komünist çevrelerden kurumdan veya partiden devrimcilerin

eylemlerde kullandıkları sloganlardan biri olan “Yaşasın Halk-

ların Kardeşliği”nin komünist siyasi bir söylemi yoktur.

Komünistler bu sloganı neden söylemektedir.

Kürt Özgürlük Hareketinin yarattığı direnç ve savunma basın-

cının, egemen ve işgalci kapitalist devletin/ devletlerin para-

digmasını etkilemesi ve zamanla da bu paradigmayla ortak-

laşma süreçlerinde Kürt Özgürlük Hareketi, bu sloganı atması

onların mücadele ve programına aykırı bir durum değildir.

Halk sosyolojik ve heterojen bir kavramdır.

Komünistler bu sloganı atamaz. Yaşasın Halkların Kardeşliği

ne Türkçe ne de Kürtçe söylememelidir.

Bu sloganı söylerken, Komünist Siyasi İradelerini terk etmiş

ve sadece Kurumlarının bayraklarıyla eylemde imgesel bir

konuma gelmiştir. Siyasi yanı gitmiştir.

Bu sloganın yerine daha radikal sloganlar üretilebilir ve atıla-

bilir.

Böyle uzlaşmacı, barışçı sloganı Komünistler atamaz.

Uzlaşmanın olmadığını anlatacak slogan veya pankartlar aça-

bilirler.

Page 112: Kollektif Çöküş

112

Yoldaş! Yoldaş’ın Çocuğuna Bakabilir Misin?

Evli veya evliliği karşı olupta çocuk yapan (aynı Kurumdan

veya farklı kurumdan) yoldaşların doğan çocuklarına bakma

veya bakabilme anlayışı komünistler tarafından sorgulanma-

mıştır.

Tarihte yoldaşların çocuğuna bakanlar olmuştu. Günümüzde

bu kültürü yeniden yaygınlaştırmak ve esnek fikirlerle sahip-

lenmek gerekmektedir.

Bunun nedenlerinden biri, evlilik kurumunu reddetmemek

ikincisi çocuğa bakan kadının analık olgusunu karşı gelme-

mektir.

Bir kadın yoldaşın, doğan çocuğuna sürekli bakması yanlış

komünist politik kültürdür. (Kadının ille de yoldaş olması ge-

rekmiyor)

Bu çocuk, bütün yoldaşların çocuğudur.

Bu fikirle, çocuğun bakımını, gezmesini, hastanesini ve başka

ihtiyaçlarını yerine komünistlerin sırayla getirmesi gerekmek-

tedir.

Bu çocuğun, kapitalist fikirlerden, ihtiyaçlarından farklı bir

bakış açısıyla büyümesinin sorumluluğu komünistlerindir. Bu

çocuk kesinlikle okula, anaokuluna gitmemelidir.

İleri de bir takım işlerde çalışabilmesi için meslek kurslarına

yönlendirilebilir.

Page 113: Kollektif Çöküş

113

Kadın yoldaşın annelik veya analık duygusu saçmalığından

kurtarmak ancak komünist birlikte sağlanır.

Kadın yoldaşın sevgilisinin de işten geldikten sonra mutfak ve

temizlik işlerine kesinlikle el atmalıdır.

Eğer kadın yoldaş, evliliği reddetmiş ve “evlilik dışı” çocuk

yapmışsa. Komünistler kadın yoldaşın yanında, yakınında

olmalıdır. Kadın yoldaşın toplumsal ve ailesel baskı ve psiko-

lojik stresten kurtulabilmesi kollektif birlikle ve hareketle

mümkündür.

Kadın yoldaşta kendi sorularını ve sorunlarını yoldaşlarına

anlatması gerekmektedir.

Çocuk yapan yoldaşlarının yanında olmak istemeyenler, ko-

münist politik kültür olarak eleştirdikleri ne ve kim varsa

onun gerisinde bir anlayışta olduklarını gösterir.

Yoldaşlar!

Yoldaşın çocuğu aslında bütün komünistlerin çocuğudur. Bu

farklı kurumlar arasındaki geçmişteki bir takım olayların etki-

sinin de kırılıp, bu çocuğa bakmaları gerekir.

Günümüzde yeni evlenmeyi düşünen komünistlerin, evlilik

kararından kesinlikle vazgeçirilmesi gerekmektedir. Doğacak

çocuk kollektifin çocuğudur.

Komünistlerin Çocukları için "21 Koşul"

1- Doğan bebeğe (hamilelik ve sonrasında da) komünistlerin

kollektif bir bakış açısıyla yaklaşmaları

Page 114: Kollektif Çöküş

114

2-Bebeğin yiyeceğini, ihtiyaçlarını, gezisini, hastanesini "bü-

tün komünistlerin birliği" ile kollektif sağlanmalıdır.

3-Bebeğin bakımını erkeklerde yapmalıdır.

4-Bebeği doğuran veya diğer kadınlara bütün iş bırakılmama-

lıdır. İş bölümüne karşı çıkılarak hareket edilmelidir.

5-Çocuk hiçbir zaman okula, liseye, üniversiteye yollanma-

malıdır.

6-Öğrenmesi gereken dili Kürtçeyi, Türkçeyi, İngilizceyi

kollektif bir şekilde yapmalıdırlar.Egemenlerin zehirli dilini

teşhir ederek öğretilmelidir.

7-Çocuğa yaşamda rekabet etmemeyi, küfür etmemeyi öğre-

tilmelidir.

8-Çocuğa cinsellik konusunda açık ve net konuşulmalıdır.

9-Çocuğun kendi kararlarına saygı gösterilmeli ve uygulan-

ması sağlanmalıdır.

10- Çocuğun yaşamı boyunca Komünistlerin kollektif yaşa-

mındaki mücadelesi hissettirilmelidir.

11- Çocuğa dini değerler öğretilmemeli ve bunların nasıl bir

tarihsel süreçten geçtikleri anlatılmalı

12- Evrimin nasıl bir şey olduğu gündelik yaşamda sürekli

anlatılması gereken konulardır.

Page 115: Kollektif Çöküş

115

13- Diyalektik materyalist düşünce sistemi ve fikirleri kısa

hikayeler olarak anlatılmalıdır.

14- Sınıflı toplum anlatılmalı ve onun araştıracağı yöntemler

gösterilmelidir.

15- Araştırmacı, kitap okuyan, şüpheci, eleştirici ve özeleşti-

rinin devamlılığı ile yaşamdaki tarafını belli etmelidir.

16- Çocuğun Doğa Merkezli yetiştirilmesi sağlanmalıdır

17- Çocuğun hayvanlara zincir takmayan, kuşları kafese

koymayan bir kültür oluşturulmalıdır

18- Çiçekleri koparmayan, gereksiz ağaçların dallarını kes-

meyen bir kültür oluşturulmalıdır.

19-Komünistlerin tarihi, neden komünist oldukları ve kimlerin

oldukları kısa görsellerle öğretilmeye başlanmalıdır.

20- Okuyacakları kitaplar dikkatle seçilmelidir. Zehirli

yüzbinlerce kitap vardır, bunların 'ayıtlanması' gerekli hatta

çocuk yazarların, şairlerin, ressamların yetiştirilmesi sağlan-

malıdır.

21- Bunların hepsinden önemlisi yüzlerinin gülmesidir (Bura-

da ayrımcılık yapmıyorum diğer emekçi çocukların yüzleri de

gülmelidir, bütün emekçi çocuklarına ve sokaklarda, gece-

kondu mahallelerinde çadırlarda, teneke evlerde yaşayan,

ailesinden dayak yiyen çocuklara kolletif yanlarında olmalıdır)

Page 116: Kollektif Çöküş

116

Yunanistan’daki Genel Grev, Sınıf Mücadelesi Değildir.

Bir çatışmanın ya da eylemin karakterini belirleyen, çatışma-

nın içinde yer alan kesimlerin sınıf tabiatları değil, bu çatış-

manın stratejik olarak neyi hedeflediğidir.

Marksizm‟de üretim ve üretim araçları “kutsaldır” ve ancak

bir disiplin dahilinde cereyan eden işçi hareketleri sınıf müca-

delesi olarak kabul edilebilir. Komünistlerin bu ön şartı eleşti-

rip değiştirmeleri gerekmektedir.

Dünyanın hiçbir yerinde, reel ücretlerde senede 150-200

Euro‟luk bir düşüş olacak, emeklilik yaşı yükseltilecek diye

devrim olmaz. Bu Avrupa Birliği ülkeleri ise hiç olmaz. Yuna-

nistan ise hiç hiç olmaz.

Söz konusu olan taraflar arasında pay dalaşıdır, bir taraf or-

tadaki pastadan daha fazla pay almak istiyor, diğer taraf ise,

yani pastayı kontrol eden taraf ise karşı tarafa daha az pay

vermek istiyor, olan bitenin hepsi bu.

Dolayısıyla da pay almak üzerine yapılan bir çatışmayı sınıf

mücadelesi ya da sınıf savaşı olarak adlandırmak olacak iş

değildir.

“18 Ekimde Avrupa Birliği liderleri Brüksel‟de Avrupa‟nın için-

de bulunduğu krizi tartışırken, on binlerce kişi sokaklara çıktı.

Başta Atina olmak üzere Yunanistan‟ın pek çok şehrinde pro-

testo gösterileri düzenlendi. Yunanistan Kamu Çalışanları Fe-

derasyonu (ADEDY) ve Yunanistan İşçi Sendikaları Konfede-

rasyonu‟nun (GSEE) çağrısıyla yapılan eyleme birçok farklı

sektörden işçiler katıldılar. Yalnızca Atina‟da 80 bin işçi

Page 117: Kollektif Çöküş

117

Sintagma Meydanı‟nda toplandı. “Yeter Artık Yeter!” diyen

işçiler, hükümete “AB ve IMF ile birlikte Defolun!” sloganıyla

seslendiler. Yunanistan‟da ulaşım durdu. Tren ve feribot se-

ferleri yapılmazken yüzlerce uçuş ya iptal edildi ya da erte-

lendi.” [Uluslararası işçi dayanışma derneği, 20 Ekim 2012]

“Global finans kapital ve emperyalist hükümetlerce kibirli bir

biçimde “PIGS” olarak adlandırılan aşırı borçlu kapitalist ülke-

lerin işçi sınıfları ve halk kitleleri şu anda kontrol edilemez bir

isyan halinde. AB ve IMF tarafından dayatılan sosyal yam-

yamlık tedbirlerine karşı halk öfkesinin oluşturduğu bir

tsunami bütün Güney Avrupa‟yı yalayıp yutuyor. Son birkaç

günde Lizbon, Madrid ve Barselona‟dan Atina‟ya, oradan da

Roma‟ya, yüz binlerce işçi sokaklara ve meydanlara akın et-

miş durumda.

10.5 ila 13.5 milyarı bulan ücret, emeklilik maaşı, sosyal

tazminat, sağlık ve eğitim kesintisi, emeklilik yaşının 65‟den

67‟ye çıkarılması, küçük burjuvaziye yönelik yeni vergiler,

bütün bunlar iflas etmiş Yunanistan‟ın daha şimdiden perişan

edilmiş halkının ardından dolanılarak AB/AMB/IMF troykası ve

onun yerel enstrümanı olan yeni seçilmiş koalisyon hükümeti

tarafından devreye sokulmakta (Samaras‟ın önderlik ettiği

sağcı Yeni Demokrasi, “sosyalist” PASOK artıkları ve 2010

yılında reformist Syriza‟dan ayrılmış, daha önceleri

Avrokomünist sağcı bir grup olan Demokratik Sol {DIMAR}

tarafından oluşturulmuş bu hükümet, Yunan halkı tarafından

gayet isabetli bir biçimde “dahili troyka” olarak adlandırılı-

yor).

Page 118: Kollektif Çöküş

118

Hâkim sınıflar, ikinci kurtarma paketine iliştirilmiş bir kitle

imla silahı olan İkinci Muhtıra aracılığıyla resmi rakamlarla

10.5 milyar avroluk (aslında daha fazla, belki 13.5 milyar,

hatta Alman kaynaklarına bakılırsa 20 milyar avro!) kesintiye

hazırlanırken, patlak veren yeni bir skandal halkı çılgına çe-

virdi. Yeni Demokrasi‟nin üç eski bakanı, halihazırdaki meclis

başkanı Vangelis Meimarakis ile birlikte 2005-2008 yılları

arasında (yani Yunanistan‟ın resmen ilan edilmemiş iflasına

giden dönemde) 10.5 milyar avroluk bir meblağı aklamakla

itham ediliyor – yani neredeyse ücretler, maaşlar ve engelli

ödeneklerinde yapılması düşünülen kesintilerle aynı miktarda

bir meblağı!!! Yeni seçilmiş hükümet daha şimdiden bütün

kredisini ve “Muhtıra koşullarını yeniden müzakere etmek”

yolundaki seçim öncesi vaatlerinden cayarak bütün meşruiye-

tini yitirmiş, skandal üzerine skandala batmış durumda.

GSEE ve ADEDY gibi bürokratik konfederasyonlar, Stalinist

KKE‟nin sendikal kolu olan PAME, daha militan federasyonlar,

sınıf mücadeleci sendikalar, radikal sol örgütler tarafından

çağrısı 26 Eylül gibi çok geç bir tarihe ve sadece 24 saat için

yapılmış. Genel Grev, işçi sınıfının dostları için olduğu kadar

düşmanları için de umulmadık bir zaferle sonuçlandı.

Sendika bürokrasilerinin sabotajına – GSEE ve ADEDY önder-

liğinin teşvik babında tek yaptığı grevin iki gün öncesinde

televizyondan reklam yapmak oldu! – ve yaz aylarının görü-

nüşte “sakin” geçmiş olmasına rağmen, ülke baştan başa

felce uğrayarak sadece Atina‟da değil, bütün büyük şehirler-

de, yani kuzeydeki Selanik‟den merkezdeki Volos‟a, batıdaki

Patras‟dan güneydeki Iraklion ve Girit‟e dek her yerde devasa

gösterilere sahne oldu.

Page 119: Kollektif Çöküş

119

Atina‟daki gösteriye, İngiliz gazetesi Guardian‟a göre iki yüz

bin işçi katıldı. En önde, kesintiler nedeniyle perişan edilmiş

militan belediye işçileri yer almaktaydı. Onları, özellikle sağlık

ve eğitim işkollarında güçlü olan militan federasyonlar, sınıf

mücadeleci sendikalar, SYRIZA, ANTARSYA, EEK, diğer radi-

kal sol örgütler ve anarşistler takip ediyordu.” [Gerçek Gaze-

tesi internet sitesi, 28 Eylül 2012]

Genel Grev hakkı için mücadele etmek ve daha yüksek ücret

talebi, daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma vb. talepler

için grev yapmak, Marksizm tarafından sınıf mücadelesi ola-

rak değerlendirilirken; komünistlerin bunu değiştirip, grev

hakkı için mücadele etmeyi ve bu hakkı kullanmayı sınıf mü-

cadelesi zemininde değerlendirirken, daha yüksek ücret tale-

bi, daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma vb. talepler sınıf

mücadelesi olarak değerlendirilmemelidir.

İşçi sınıfının grev hakkı için mücadele etmesiyle, daha iyi ya-

şam koşulları ve yüksek standart için grev yapması bir ve

aynı şey değildir.

Birincisi, sınıf mücadelesine denk düşerken, ikincisi hiç de

sınıf mücadelesine denk düşmez. Çünkü grev hakkı için mü-

cadele, işçi sınıfının bütününü kapsadığı, burjuva devletin

yasağı ve zoru karşısında sınıfın bütünsel çıkarları doğrultu-

sunda burjuvaziye olduğu kadar burjuva devlete karşı da bir

mücadeleyi işaret ettiği için devrimcidir.

Daha yüksek ücret talebi ve daha kısa ve daha iyi koşullarda

çalışma ile sınırlı talepler için mücadele ise, sistem içinde

Page 120: Kollektif Çöküş

120

kalmayı ve sistem içinde bir yer edinmeyi hedeflediği ve ör-

gütlediği için devrimci değildir.

Eğer bir hareket doğrudan ya da dolaylı olarak emekçilerin

evrensel kurtuluşuna hizmet eden ve kapitalizmin varlık ne-

denlerini hedef alan bir karaktere sahip ise, bu hareket bir

sınıf hareketidir ve sınıf mücadelesi zemininde değerlendiril-

meyi hak eder.

Komünistler, Marksizm‟in eleştirilecek yanlarını eleştirmeli,

yüz elli yıl önceki Marksizm‟i günümüze “kopyalayarak” sınıf

mücadelesi oluşturamadığı Dünya‟da sınıf hareketinin olma-

dığından somut bir şekilde gözler önüne serilmektedir.

“İşçi Kıyımı” Demek, Ekonomist Reformculuktur.

Bursa‟da üretim yapan Tofaş fabrikasındaki üretim vardiyası

3‟ten 2‟ye düşünce 1.000 işçinin de iş “garantisi” bitmiş oldu.

6.000 işçinin çalıştığı bilinen fabrikada şimdi 5.000 işçi çalışı-

yor.

Türk Metal Sendikasının kapitalist örgütlenmesinin bulunma-

sıyla 1.000 işçinin işten çıkarılması kolaylaştı.

Solcu sitelerde olaya bakış açısı ve başlık atma sıkıntıları göz-

lenmektedir. Birileri “işçi düşmanlığı Koçbaşı” diyor, “işçi kı-

yımı” diyenler var. Bu kavramlarla teşhircilik yapılamaz.

Bu fabrika 750 lira ile 2.000 lira üzerinde farklı maaş alan

işçiler bulunmaktadır. Bu maaş “eşitsizliği” yaygın bir kulla-

nımdır. İşçiler arasındaki rekabet araçlarından biridir.

Page 121: Kollektif Çöküş

121

Fabrika içinde ve dışında farklı ve eşitsizliklerin ortadan kaldı-

rıcı ve egemenlerin bölmüş oldukları arasındaki ezilenin ezile-

ni yanında olarak devrimci mücadele yürütmek gerekmekte-

dir.

Fabrikanın içinde farklı ücretlerin ortadan kaldırılması için

uğraşılmalı, işçilerle konuşulmalı. Fabrikanın dışında ise bu

fabrikaya çalışılmasına sistemin izin vermediği Kürtlerin,

Göçmenlerin, Mültecilerin çalışmasını sağlayacak şekilde ça-

lışma ve vardiya saatlerinin indirilmesi istenebilir.

İşten atılanlar için “işçi kıyımı” tanımı teşhirciliğe yol açmaya-

caktır. Bu açıklama programsız ve plansız devrimcilerin oldu-

ğunu göstermektedir.

“İşçi kıyımı” diyenler olaya işçilerin maaşları ve geçinmelerini

sağladığı insanlar üzerinde böyle bir ifade kullanmıştır bu

ifade ekonomik reformculuktur. İşçi birliği sağlamak için işten

atılanlar, işsizler ve çalışanlar arasındaki bölünmüşlüğün ana-

lizini tespit edip, bunun üzerinden mücadele yürütmelidir.

İşten çıkarılanlar ile işsizlerin işe alınması için mücadele edil-

meli, çalışma saatlerinin düşürülmesi için mücadele edilmeli-

dir. İşçi ile işsiz arasındaki rekabeti önleyecek taktikler geliş-

tirilmelidir. Mesela işsizlerin verdiği saatlerin düşürülmesi ile

işçilerin de daha çok maaşa ve zamanı olacağı ifade edilmeli-

dir. Bu anlatılmalıdır.

Solcular “krizin faturasını kapitalistler ödesin” diye ajitasyon

yapmaktadırlar. Bu ajitasyon siyasi bir hareket oluşturmaz.

Çünkü işlevsiz, pasiflik içeren bir slogandır. Sistem tamircili-

Page 122: Kollektif Çöküş

122

ğidir. Bu diyalektik materyalist bilimsel açıklamalarla da

mümkün değildir.

"1 Mayıs" Afişi Cinsiyetçidir

Afişlerin de anlattığı bir dil vardır.

Bu dilin neye hizmet ettiği de önemlidir.

1 Mayıs Afişi diye resimler çizilebilir. Burada bu afişi sorgula-

madan, tartışmadan, gündem yapıp eleştirmeden kendi site-

lerine koymanın anlamı nedir?

Anlamı, anti-eleştirel ve anti-kollektif olduğunun kanıtıdır.

Yani birlikte konuşup, tartışmadıklarının ve sadece 'birilerinin'

demesi, yazmasına göre hareket ettiklerinin kanıtlarıdır.

"1 Mayıs" afişlerinden birinin nasıl cinsiyetçi olduğunu göste-

receğim.

Bir Dünya üzerine 1 Mayıs yazılmış ve dünyayı elleriyle tutan

"erkek elleri"dir.

Bu dünyanın kararlarını erkeklerin verdiğini gösterir, bunun

Komünist mücadele de böyle olmadığı ve olamayacağı orta-

dayken, neden bazı Devrimci Kurumlar bunu sitelerine koyu-

yor.

Sorgulamanın, eleştirinin, somut düşüncenin, materyalist

anlatımın yaşamda yer edinmemesinden kaynaklanmaktadır.

Page 123: Kollektif Çöküş

123

Komünistler Cinsiyetçi, Irkçı, Ayrımcı ve Ayrıcalıklı resimler-

den, afişlerden, heykellerden, sanattan, tiyatroyu eleştirmeli

ve teşhir etmelidir.

Cinsiyetçi afişleri sitelerine koyarak, Emekçi Kadınlar ile

Emekçi Erkeklerin enternasyonal mücadelesini oluşturamaz-

lar.

Ateistin Gündelik Bakışı

"Biz Tanrıya inanmıyoruz ama ona inanların olduğuna inanı-

yoruz." Karl Marx

Kelimenin anlamı bir inancı, mitosu, dine mensupluğu olma-

yandır.

Bir de herkesin farklı yorumladığı ateist kavramı vardır. Ateis-

tin kendisini açıklama ve belirtme durumuna gerek yoktur.

Zaten inanca, dine, mitosa inananların yanında kalıp, onlarla

aynı kültürü, davranışı sergilemediğinde ateist olduğu ortaya

çıkıyor. Bunu direk ifade etmiyorlar. Farklı farklı anlamlarda

anlatıyorlar (Ateist olduğunu öğrenmek için yapılan davranış-

lar)

Samimi oldukça, selamlaştıkça kafasında tasarladığı şeyi ye-

rine getirmek için uygun fırsat bulduğunda sen sucusun, sen

bucusun diyerek kendini belirtmeni ve ne olduğunu öğrenmek

istiyor. Çünkü onun yaptığı bir takım davranışları, fikirleri,

düşünmüyorsun.

Herkesin bu ateistleri öğrenme yöntemleri farklıdır. Ateistin

karşı tarafa asla kendi fikirlerini dayatmadığı, baskılamadığı

Page 124: Kollektif Çöküş

124

bir anlatım tarzı ve yöntemine sahip olmalıdır. Ateist olmak;

insanların fikirsel ufuklarının değişmesini ve yaşamlarındaki

bir takım fikirlerden, düşüncelerden sıyrılmasını sağlamalıdır.

Ateist olduğunu açıklamak veya açıklamamak ateistin kendi-

sine kalmıştır. Gündelik yaşamda bir duruş istiyorsa ateist

olduğunu açıklar. Bunun bir bedeli de olabilir; korkutma, dine

döndürmeye çalışma.

Ben de çalıştığım işyerinde birkaç kişiye ateist olduğumu

açıkladım. Beni dine döndürmeye çalıştılar. Kendilerince bir

şeyler anlattılar. Ben de “ateist fikirlerle yaşamımın daha iyi

olduğunu söyledim”.

Ben ise onları dinsiz yapmak için uğraşmadım. Kendi fikirle-

rimi dayatmadım, korkutmadım. Kendimce yorumladığım

ateist ve materyalist fikirlerden bahsettim.

Ateist ve dine inanan insanın aynı otobüste olduğunda, dine

inanan bir dini kitap okuyorsa, onun hakkında olumsuz dü-

şünceler üretmemelidir. Eğer iki kişi de konuşma durumları

olursa konuşmalı, burada ateist kendi fikirlerini somut, mad-

deci bir anlatımla anlatmalıdır.

Yani hem ateist hem de anti-maddeci olması çelişkilerini do-

ğurur. Dini, inançları, mitosları ve efsaneleri anlamaya ve

anlatmaya çalışırken, diyalektik tarihsel materyalist bir anla-

tım dili ile anlatmalıdır.

Bilim çalışmaları yapan insanlara baktığımızda bir yandan

materyalisttir yöntemleri ve çalışmalarının ve okumalarının

bütünü olarak diğer yanda inançları olduklarını dile getirirler.

Page 125: Kollektif Çöküş

125

Bu bilim çalışmaları yapanların çelişkileridir fakat bu çelişkiler

kapitalist toplumda bir anlam ifade etmemektedir. Ancak

devrimciler, ateistler, materyalist düşünenler için durum fark-

lıdır onların gözünde çelişkili bir durumdur.

Ateistlerin yaşadıkları kapitalist toplumda taraflı olanları var-

dır, tarafsız olanları vardır. Tarafsız olanları bir zaman sonra

inançsal bir duruma bürünüyor fakat farklı bir şekilde, ken-

dince bir fikirsel küme oluşturuyor, bu kümeye hoşuna giden-

leri katarak yaşamı öyle yorumluyor.

Taraflı olanları ise kendilerine göre bir yaşamsal ilkeler ve bu

ilkelerin gündelik yaşamda uygulandığı bir yaşam tarzı oluş-

turarak hareket ediyorlar. Örneğin, kuaförde çalışan bir ço-

cuk, kuaförcü erkek tarafından tokat yiyorsa, buna müdahale

etmelidir.

Her ateistin kendine göre bir yaşam tarzı vardır.

Ateist, materyalist ve komünist üç kavramı ve direnişi yan

yana getirenlerin de sürekli okumalı, eleştirel ve özeleştirel

hareket edilmelidir.

Avrupa Birliği, Mültecileri Öldürmek İçin Frontex’e Mil-

yarlarca Avro Harcıyor.

Dış sınırlar anlamındaki Frontex, Avrupa Birliği Sınır Güvenliği

Birimi'nin resmi adı. AB üyesi ülkelerin komşularıyla olan sı-

nırlarının korunmasını ve güvenliğini sağlamak amacıyla oluş-

turulmuş bir Avrupa Birliği kurumu. AB'nin birliğe üye olma-

yan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması,

ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla

Page 126: Kollektif Çöküş

126

ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla kuruldu. 3 Ekim

2005 tarihinde hizmete giren kurumun genel merkezi Polon-

ya'nın başkenti Varşova'da. Avrupa Birliği'nin, bünyesine yeni

katılan ülkelerde genel merkezini kurduğu ilk daire olan

Frontex'in elinde 20 uçak, 30 helikopter ve 100 gemi var.

Mültecileri öldürmek için her türlü araç ve gereçlere sahip.

"2009'da Frontex en az 1570 kişiyi kapsayan 32 ”joint return

operations” u koordine ve (kısmen) finanse etti. Bu 2007 den

beriki toplu sınır dışı etmelerin üç katı anlamına geliyor. Bu

uçakların çoğunluğu Nijerya, Kamerun ve Gambia gibi Afrika

ülkelerine, bir kısmında Kosova ve Arnavutluk‟a gittiler. İngil-

tere ve Fransa‟da Irak ve Afganistan‟a birlikte sınır dışı uçuş-

ları düzenlemeye çabaladılar. 2009'da Frontex ”return

cooperatıon” (Geri sürme/göndermek için birlikte çalışma)

için 5,25 Milyon Avro harcadı. Bu Paranın 1,7 Milyon Avrosu,

Göçmenlerin kökenleri ve kimliklerinin belirlenmesi amacıyla

ifade alımı ve (göçmenlere) Seyahat belgesi düzenlemek için

harcandı. 2010 yılı için bu bütçe 9,341 Milyon Avroya yüksel-

tildi ve Frontex istiyor ki 2009'un iki katı ortaklaşa sınırdışı

uçuşlarını organize etsin ve kendi uçaklarını satın alsın." [

Crossing Borders – Movements and Struggles of Migration

Uluslarötesi Haber Bülteni 8. Sayı, Mayıs 2010 alıntıdır.]

"İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avrupa Birliği Sınır Koruma

Ajansı Frontex tarafından Türk-Yunan sınırında yakalanan

göçmenlerin, Yunan merkezlerinde kötü muameleye maruz

kaldıklarını bildirdi. Sivil toplum örgütü uygulanan insanlık

dışı gözaltı şartlarının durdurulmasını talep etti.

Page 127: Kollektif Çöküş

127

İnsan Hakları İzleme Örgütü yetkilisi Reed Brody şöyle ko-

nuştu: “AB Sınırı Koruma Ajansı Frontex göçmenlerin yakala-

nıp Yunan gözaltı merkezlerine gönderilmesi için görev üste-

lenmişse, o zaman oradaki standartların yükseltilmesi için de

baskı yapmalı. Veya göçmenler diğer ülkelerde tutulabilir.

Ancak duruma göz yumularak bu kişiler insanlık dışı koşullar-

da barındırılamaz. Bütün bunları görmezlikten gelemezler.”

İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayınlana raporda

Frontex‟İn Meriç bölgesindeki faaliyetleri hedef alınıyor. Göç-

menlerin aşırı kalabalık ve insanlık dışı koşullarda gözaltında

tutulduğu belirtiliyor. Avrupa Komisyonu ise bu durumdan

Yunan hükümetini sorumlu tutuyor. Avrupa Komisyonu Söz-

cüsü Michele Cercone şöyle konuştu: “Açık konuşmalıyız. Yu-

nanistan‟daki operasyonlar sırasında Frontex‟te çalışan gö-

revlilerinin göçmenlere yönelik insan haklarını ihlal ettiğine

dair hiç bir kanıt bulunmuyor.”

Avrupa içişleri bakanları Frontex‟in sertleştirilmesi için çalış-

malar yürütmeye devam ediyor." [ euronews haber sitesi,

eylül 2012]

"Türkiye dâhil kapitalist devletler, göçmen politikaları aracılı-

ğıyla, “yasadışı göçmen” statüsünde gördükleri bu insanlara,

ölümlerini “devletin güvenlik zafiyeti” olarak yorumlayıp sa-

vaş açıyor. AB, yana yakıla Türkiye‟yi bu politikalar konusun-

daki uyarılarına uymaya çağırıyor. Emperyalist-militarist dü-

zenin sınır rejiminin uygulayıcısı ise Avrupa Birliği Sınır Gü-

venliği Birimi Frontex. AB‟nin komşularıyla olan sınırlarının

korunmasını –yani “kaçak” işçilere karşı güvenliğini- sağla-

mak amacıyla oluşturulmuş bir AB kurumu… 2004 yılında

Page 128: Kollektif Çöküş

128

kurulan ve AB sınırlarına dair “güvenlik riski ve düzensiz göç

raporları” da hazırlayan Frontex, denizlerde tam olarak “kelle

avcılığı” ve sınır bekçiliği yapıyor. Göçmenlere karşı askeri

operasyonlar düzenliyor, Yunanistan, İtalya ve Fransa sınırla-

rında yakaladığı göçmenleri, musluklarından lağım akan top-

lama kamplarına sevk ediyor. Göçmenlere ateş açma konu-

sunda mutlak yetkisi bulunan Frontex ekipleri, Ege Denizi‟nde

de icraatlarına devam ediyor. Bu ekiplerden kaçmaya çalışan

pek çok tekne batıyor ya da batırılıyor. Tabii genellikle, batın-

ca haber olan göçmen dolu tekneler, Frontex tarafından “av-

landıklarında” burjuva medyasında anılmıyor. Oysa durum,

2010‟dan beri Türkiye-Yunanistan sınırında at oynatan bu

ölüm timleri bakımından vaka-ı adiyeden sayılır." [Leyla Edip-

'in Bir Acıdan Bin Acıya Göçenler yazısından alıntıdır, Gerçek

Gazetesi Ekim 2012]

Yunanistan‟daki mültecilerin öldürülmesi ve yakalanması

olaylarına açıklama yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü,

Frontex‟den farklı düşünmüyor. Mültecilerin geri ülkelerine

gönderilmesini istiyor, Frontex‟den onun savunmasını yapıyor

zaten. Avrupa merkezli ideoloji böyle bir şey, kendilerini her

zaman “üstün ırk” olarak görmeye devam ediyorlar. Bu ne-

denle sürekli ırkçılık yapmaktadırlar. Yani İnsan Hakları İzle-

me Örgütü‟de ırkçılık yapmaktadır.

Batı işçi sınıfı, dünyanın talanından elde edilen zenginliğin bir

sonucu olan bugünkü refahını daha da yükseltmek, en azın-

dan korumak için mücadele ederken; Batı dışında kalan coğ-

rafyaların emekçileri, yaşamda kalabilmek için direniyorlar.

Page 129: Kollektif Çöküş

129

Batılı işçiler, zengin Batı‟nın kapılarını yoksullaştırılmış dün-

yanın yok olmakla yüz yüze bırakılmış emekçilerine kapatan

ve onların ölüm rezarvuarlarına kapatılması anlamına gelen

NAFTA ve MAASTRİCHT adı verilen savaş stratejilerini ateşli

savunucusu iken; Batı dışında kalan coğrafyaların emekçile-

rin, Maastricht ve Nafta sınırlarını zorlamaktadır.

Bu uğurda canlarını insan tacirlerine teslim ederek, zengin

Batı‟ya sızmaya çalışmaktadırlar. Ve bunların bir çoğunu taşı-

yan tekneler, bizzat Batılı devletlerin gizli ve açık servisleri ve

askeri güçleri tarafından batırılmakta ve bir çok mülteci daha

zengin Batı‟nın sınırlarına ulaşamadan yaşamını yitirmektedir.

Avrupa’lı Sosyalistler Kadın İşçiler Konusunda

Proudhon’cudurlar.

Pierre Joseph Proudhon, kadınların fabrikalarda çalışmasına

izin verilmemesini 1860‟larda söyledi ve şöyle diyor-

du:”Eylemin gücünü öncelikli olarak erkekler oluşturur, ka-

dınlarsa cazibenin gücüdür”

Proudhon‟un açıklamasında görüldüğü gibi kadınlar fabrika-

larda çalışmamalı diyor, günümüzde buna benzer ve yakın

tutum alan Avrupa‟lı Sosyalistler ve Hareketi devam etmek-

tedir. Belki buna yakın söyledikleri kadın işçiler ile erkek işçi-

lerin eşit olması için mücadele etmiyorlar, uzaklığı ise fabri-

kalarda çalışmalarına karşı değiller.

Kadılar ile erkekler eşit ücret almıyorlar ve bu konuda Batı‟lı

Sosyalist Hareket hiçbir adım atmıyor. Vasıflı işlerde erkekler

çalıyor ve daha yüksek ücret alıyorlar.

Page 130: Kollektif Çöküş

130

Kadınlar, erkeğin yaptığı işlerde yardımcı mesleklerde vasıfsız

çalışıyorlar ve ücretleri erkeklere oranla düşüktür. Yani Ba-

tı‟da kadın ile erkek eşit değildir.

Batı‟da kadın vitrine konup objeleştiriliyor. Her üründe bir

kadın mutlaka metalaştırılıyor. Reklam panolarında, internet-

te, televizyonlarda

Batı‟lı ayrıcalıklı bir işçi sınıfı vardır. Bunun çoğunluğunu er-

kekler oluşturmakta, azınlığını da kadınlar oluşturur.

Batılı Sosyalistler, Proudhon‟a yakınlaşmakta ısrarcılar ve bu

ısrarları ve kararlılıkları onları kadın işçilerin mücadele anlayı-

şında Proudhon‟cu yapmaktadır.

Kadın işçiler, feministler, 8 Mart‟ın kadın işçi hareketine gönül

verenler; Batılı Sosyalist Hareketi teşhir etmelidirler ve bu

sosyalist hareket ile kadınlar ile erkeklerin eşit olamayacağı

için “yeni” bir “Batılı” Dünya Sosyalist Hareketi yaratmalıdır-

lar. Bu harekette kadınlar, mülteciler, göçmenler mutlaka

olmalıdır.

Beyaz Adam’ın Sinema Filmlerinde de İşgal Etme ve

Yabancılaşma Üzerine

Beyaz Adam‟ın sinema sektöründe ürettiği filmler, her yıl

çektiği onlarca film; Beyaz Adam‟ın gerçek yüzünü gizlemek-

tedir. Bu filmlerin izleyici kitlesi ayrıcalıklı işçilerdir. Bu üreti-

len filmler sadece Avrupa Birliğinde, Kuzey “Amerika”da gös-

terilmiyor. Asya‟dan Afrika‟ya, Afrika‟dan Güney “Amerika”ya

kadar kendi sömürdükleri, talan ettikleri ülkelerin işçilerini,

emekçilerini, köylülerine de sinema salonları, televizyon, bil-

Page 131: Kollektif Çöküş

131

gisayarlar aracılığıyla izletilmektedir. Bunun nedeni Beyaz

Adam‟ın kendi yüzünü gizlemesi, zenginliğini gizlemesidir.

Yoksullaştırılmış insanların yaşadığı şehirlerde, köylerde, ka-

sabalarda milyon dolarlık / elli milyon dolarlık filmler çekil-

mektedir. Yoksulların yaşadığı yerdeki alanları, evleri, orman-

ları yakıp yıkıyorlar.

İşgal ettikleri coğrafyalardaki yaptıklarını sinema filmi ile

yapmaktadırlar. Bu üretilen filmleri Kuzey “Amerika”, Avrupa

Birliği ülkelerindeki işçiler, emekçiler izlemeye gidiyor ve hâ-

sılatı yüz milyonlarca dolara çıkıyor. Bu filmler kapitalistleri

zenginleştirmeye devam ediyor.

Yabancılaşma adına da yoksullaştırılmış insanlardan bazıları

filmlerde rol almaktadır. Bu rollerde hep “kötü” oluyorlar,

“iyi” Beyaz Adam oluyor.

Dayak yiyenler yoksullar oluyor, dayak atanlarda Beyaz

Adam oluyor.

Tecavüz edilen kadınlar yoksullar oluyor, tecavüz eden Beyaz

Adam oluyor.

Aşağılanan, küfür yiyen yoksullar oluyor, aşağılayan ve küfür

eden Beyaz Adam oluyor.

Evleri, sokakları yakılan yoksullar oluyor, evleri sokakları ya-

kan Beyaz Adam oluyor

Page 132: Kollektif Çöküş

132

Beyaz Adam bir filmde milyonlarca dolar harcıyor, filmin çe-

kildiği yoksullaştırılmış ülkelerde insanlar açlıktan ve açlığın

neden olduğu hastalıklardan ölüyor.

Beyaz Adam bir filmden yüz milyonlarca dolar kazanıyor, fil-

min çekildiği yerlerdeki barakalar da yıkılıyor.

Beyaz Adam Kimdir?

Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist

Kültür ve Gündelik Yaşamın- ta kendisidir.

Bilinçli Heykelin Soyut Canlanması

İnsanlar gündelik cinselliği yaşamak için evlenmeyi düşünüp,

evliliğin kadını köleleştirdiği bir sürece doğru gidiyorlar. Ka-

dınların evlenmediği ilişkilerde de erkek kadının sahibi oldu-

ğunu söylüyor. İki durumda da kadın köleleştirilmektedir.

Yaşamın cinselliğindeki “heykelliliğini” ortadan kaldırmak ge-

rekmekte, bilinçli heykeli soyut canlandırılması gerekmekte-

dir.

Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlardaki gibi veya benzeri

fikirlerle cinsellik oluşturulmalıdır ve bunları günümüzdeki

bazı fikirleri de katarak daha da özgür hale getirmeliyiz.

Auguste Rodin‟in öpücük adlı mermer heykeli, günümüz top-

lumlarındaki insanların beklentilerini ve bu beklentilere nasıl

cevap vereceklerini söylemektedir.

Page 133: Kollektif Çöküş

133

Kadınla erkeğin çıplak olması ve doğal bir yaşamın yansıtıl-

ması.

Heykeldeki cinsellik hep cinsellik içeren bir yaşamı değil, do-

ğal bir yaşamın görüntüsünü vermektedir.

Rudin‟in heykeli canlanmalı soyutluğunun somut yaşama

yansıması için insanların birbirleri hayatına karışmayan, bir-

birleri hayatını ekonomik ve egemenlik ilişkilerinde sürdür-

meyen bir süreç oluşturmalıdırlar.

Kimsenin birbiri üzerinde çıkar ve objeleştirme olmamalıdır

Bir an için, heykeli soyut anlamda canlandırdık diyelim, bu

insanlar doğal bir yaşamın gününü yaşamaktadır.

Devrimci “Şehitler” Ölümsüzdür Üzerine Politik Kültürü

Tartışmak

Konuyu incelerken, „Devrimci şehitler ölümsüzdür‟, „devrimci

şehitleri unutmadık‟, „Devrimci şehitler‟ ifadelerini politik kül-

türünü kendi kültürü olarak görmeyen devrimci kurumlar

makalenin muhatabı değildir.

Şehit, kaderci, ölümsever, ölümsüz, klasik Marksizm‟in insan

merkezli ifadelerini tartışacağız. Şehit kavramının ne anlama

geldiğini bir görelim. Şehitin sözlük anlamı; kutsal bir amaç

uğruna ölen kimse diye geçmektedir. Kapitalist devletlerin

“şehit” kavramını kullanmasında ise özel mülkiyeti koruyanla-

rın çatışmalarda, savaşlarda ölmesine şehitlik makamlığı ve-

rilmektedir. Şehiti ölümsüzleştirip, egemenler çıkar rantlarını

yaratmaktadır. Irkçılığı, linç kültürünü, şovenizmi harekete

Page 134: Kollektif Çöküş

134

geçirmesine hizmet etmektedir. Şehit kavramı egemenlerin

çıkarlarına uygun olarak ve bilinçli bir şekilde yapılmaktadır.

Şehitlik kavramını kullanan kapitalist devletler ile devrimci

kurumları ayırt etmek imkânsızlaşacaktır. Ortak bir politik

kültür izlenimi yaratmaktadır. „Devrimci şehit‟ ne demektir?

„Devrimci şehit‟ nedir sorusunun cevabı halkın değerleri ile

bağlantılı olmasındandır. Halkın değerlerine sahip çıkan bazı

devrimci kurumlar şehitlik kavramını tartışmaktan kaçınmak-

tadır.

Halkın değerleri halk denilen kitlenin içindeki ayrıcalıklı kişileri

kastedilmektedir. Halk heterojen ve sosyolojiktir; halkın de-

ğeri olan şehitlik, ölümsüzlük ifadelerini devrimcilerin kullan-

ması onları politik değil apolitik konuma iter.

Devrimcilerin, ölen veya öldürülen yoldaşlarını unutmaması

önemlidir ve aynı anlamda etiktir. Ancak iki konunun tartış-

ması sürdürecek birincisi öldürülen devrimcilerin anılması

etkinliklerinde „onların yolundan giden gençler‟ ifadesini kul-

lanmak yanlıştır, bu ölümsever bir politik kültürü ve ölümün

yaşayan „devrimci gençler‟ içinde olacağını izlemini kaderciliği

beslemektedir. Bu söylem gençleri devrimci mücadeleden

soğutacak ve apolitik tavır takınmalarını sağlayacaktır.

Egemen sınıfın devletlerinde hem şehitlik hem kadercilik hem

de ölümseverlik önemli bir anlam yüklenmiştir. Kitleleri zehir-

leme araçlarına dönüşmüştür/dönüştürülmüştür. Ölümsüzlük

kavramı dinlerin ve egemen sınıfların kullandığı ve kitleler

üzerinde büyük bir “tesir” etkisi yaratmış olmasının verdiği

egemen sınıfın iktidarını meşrulaştıran araçlardan bir tanesi-

Page 135: Kollektif Çöküş

135

dir. Bazı devrimci kurumların yaptığı diğer zehirli politik kül-

türlerden biri de Klasik Marksizm‟de “insanın kutlanması” ve

merkeze konması yani insan merkezli bir düşünce vardır. Bu

düşünce hem dinlerin hem de kapitalist devletin; üretim, tü-

ketim, insanın yeniden üretimi gibi durumlarda ön plana çı-

kardığı bir diğer değeridir. Klasik Marksizm‟deki bu insan

merkezli anlayış Avrupa Merkezli İdeolojinin ürünlerindendir.

„Devrimci Şehitler Ölümsüzdür‟ pankartı taşıyan ve sloganını

atan „devrimciler‟ politik kültürü ve devrimci sınıf savaşında

düşünüldüğünde apolitik ve karşı devrimci bir davranış sergi-

lemektedir. Bu karşı devrimci durum kültürü ve geleneği ile

ilgilidir. Sosyalizmin kendi değerleri, kendi kültürü, kendi ge-

leneği olacaktır.

6 bin ila 12 bin yıllık sınıf toplumlardaki değerlerle sosyalizm

inşa edilemez, edilse de örneğin bir kültür ve geleneği olan

özel mülkiyet fikri hâlâ insanların düşlerinde yer edinir ve onu

elde etmek için devrimci konumunu bırakıp, özel mülkiyeti

savunanlar konumuna geçer.

Şehitlik, Ölümsüzlük, İnsan Merkezli Politik Kültürü

Yapan Devrimci Kurumlar Ne Yapmalıdır?

Şehitlik, ölümsüzlük, kadercilik, ölümseverlik, insan merkezli

kavramları tartışıp yeniden gözden geçirmelidir.

Halkın değerlerini tartışmalıdır.

Klasik Marksizm‟deki insan merkezli düşünceyi sorgulayıp,

yerine Doğa Merkezli düşünceyi nasıl hayata geçireceklerini

araştırmalıdır.

Page 136: Kollektif Çöküş

136

Egemen sınıfın değerlerinden olan şehitlik, ölümsüzlük,

ölümsever, kadercilik kavramları arasına devrimciler keskin

ve kalın çizgiler çekmelidir.

Politik kültürü yeniden inşa etmelidir.

Sosyalizm sınıfsız ve Tanrısızdır. “Dinsiz bir tarihte hiçbir za-

man ayin yapılmaz” [1]

Açıklayıcı Notlar

[1] 1968 Son ve Devam – Daniel Bensaïd, Alain Krivine –

Yazın Yayıncılık

Devrimci Dergi Çıkaranlar, Neden Kürtçe Sayı Çıkart-

mıyorlar?

Devrimi dergiler, gazeteler, fanzinler çıkaran yoldaşlar.

Neden Kürtçe sayı çıkartmıyorsunuz?

Mutlaka her devrimci kurumda Kürt vardır.

Kürtçe sayı yayınlamak zor mudur? Elbette değil.

Bugünün matbaa teknoloji bunun yayınlanma sürecini hızlan-

dırmaktadır. Yani 22. Sayısını Türkçe çıkaranlar 22. Sayısını

Kürtçe çıkartmaya çalışacaklar. Hepsi bu.

İmkânlar dolayında birkaç sayı Kürtçe çıkarılabilir.

Kürtçe sayı çıkarın ki, Kürtlerin devrimcilerin ne demeye, ne

yapmaya, ne düşündüklerini bilsin. Bu Kürtlerin bir şeyler

Page 137: Kollektif Çöküş

137

bilmedikleri anlamında değil. Kürtlerin kendi dili ile yazılması

anlamında böyle bir ifade kullandım.

Neden hâlâ Kürtçe sayı veya sayılar çıkmadı. Bunun belki

nedenleri vardır. Bu nedenler bunu sesli ifadeyi engelleye-

mez. Devrimciler, Çin‟de mücadele yürütürken, Türkçe mi

sayı çıkaracaklar elbette değil. (Türkçe bilenler için sayı çıka-

rılabilir)

Genel olarak Çinçe sayı çıkaracaklardır. Ya da Almanya‟da işçi

sınıfının tümüne seslenirken Almanca sayı çıkaracak (Alman-

ya‟da Türkçe, Kürtçe, İngiliz vs sayılar veya bildiriler çıkartı-

labilir)

Kürt Özgürlük Hareketine nasıl baktığınızı anlatmak istiyorsa-

nız, onların dili ile yazmalısınız. Kürtçe sayılar çıkarmak ge-

rekmektedir. Bu birilerinin dayatması ile değil, devrimcilerin

ortak kararı ile olmalıdır.

Fokun Tutuşu

Resimde gördüğünüz foklardan birini aşırı tüketimci insanlar

tarafından yakalanan fok vardır. Diğer fok ise fok „yoldaşını‟

kurtarmak için onu tutuyor.

Foku avlayanlar veya onun üzerinde çalışma yapanlar yani

foku ister öldürsünler ister öldürmesinler diğer fok bunların

suç ortağı olmuyor.

Fok burada „yoldaşını‟ teslim etmiyor.

Page 138: Kollektif Çöküş

138

Fokun insanın meşru yasalarını tanımadığını da kanıtlıyor.

Nedir o yasalar, kapitalist düzende avlama yasaları

Sen (insan) olarak beni avlayacaksın. Ben de bunu kabul

edeceğim.

Kabul etmiyorum.

Duydun mu insan

Hangi insan

Eski insanlar daha yürekliydi, aşırı tüketim çılgınlığı yarataca-

ğı kapitalist sistemleri yoktu.

Fok gibi diğer canlılarda “canlı” olmanın verdiği şeyleri koru-

maya çalışıyorlar.

Arabalara kafa atan filler

Ormanlarına giren insanların üzerine sıçan kuşlar

Yaşam alanları çalınan maymunlar şehirleri basıyor

Köpekler zincir takan sahiplerini ısırıyor

Kafesteki kuş kafesi dişliyor

Hayvanat bahçesinden kaçan pitonlar…

Ve diğerleri

Page 139: Kollektif Çöküş

139

Hayvanlar doğa merkezli yaşamlarını sürdürmek için ellerin-

den geleni yapıyor, insanlar ise insan merkezli yaşam için

uğraşıyor.

Hayvanlar „hayvan‟ merkezli yaşam için uğraşmıyor. İnsan-

larda artık doğa merkezli düşünmeye başlamalıdır.

Günümüzde bunun örnek toplulukları vardır.

Doğa merkezli yaşam, hayvanların, insanların, bitkilerin, di-

ğer cansız maddelerin birlikte milyonlarca yıldır yaşadığı ya-

şamın yaşamıdır.

Beyaz Adam‟ın Kapitalist sistemiyle birlikte ve daha öncelerin

sınıflı toplumun insan merkezli fikirleriyle insan doğaya karşı

insan merkezli bir yaşam geliştirdi. Bu yaşamın yıkıcılığı kapi-

talist düzende ortaya çıkmıştır. Kapitalist düzende insanlar

aşırı üretim yaparak doğaya zarar vermekte ayrıca bu aşırı

üretimle de milyonlarca insanı aç bırakmaktadır.

Kameraman’ın Kamera İle Kadın Spiker’i Taciz Etmesi

Kadın spikerlerin, televizyon kanalındaki iş hayatının günlük

yansımaları ve psikolojik davranışları üzerine düşünürken;

kameraman ile arasındaki ilişkiden bahsedeceğiz

Bir televizyon kanalında haber izlenmesinde, kameraman

(erkek) kadın spikerin haberi vermeye başlaması ile bacakla-

rından yüzüne doğru bir görüntüleme yapıyor. Kadın spiker

ikinci haberine başladığında yine kameraman kamera ile ba-

caklardan yüzüne doğru görüntülüyor.

Page 140: Kollektif Çöküş

140

Aynı kameraman erkek spikeri görüntülerken direk yüzünü

görüntülüyor. Kameraman‟ın Kadın Spiker‟i görüntülemesi

erkek egemen kültürden mi kaynaklanıyor yoksa televizyon

kanalının sahibi, kapitalist böyle istediği için mi yapıyor?

Kadın spikerin taciz edilmesinde birinci etken kapitalistin ka-

nalının kâr oranını cinsiyetçi tacizci mantıkla yükseltmeye

çalışması, ikincisi izleyici kitlesinin erkekler olması, üçüncüsü

erkek egemenliğindeki toplumdaki yansımaların olması, dör-

düncüsü erkek‟in “üstün” olduğunu belirten cinsiyetçi politika-

lardır.

Kadın spikerler, bu psikolojik tacizden kurtulmak istiyorlarsa

mücadelesini vermeliler. Feminist sosyalist kadınlarla da ve-

rebilirler.

Çalışma saatlerinin kısaltılması, çalışma koşullarının kendi

istekleri doğrultusunda hazırlanması, tacizlere karşı birlikte

mücadele edebilirler.

Mahalle Halkı Yani “Sakinlerin” Irkçı Sloganı “Okmey-

danı Sulukule Olmayacak”

Kapitalistler kendi dillerini oluşturmaktadır. Ürettikleri kav-

ramlardan biri de “mahalle sakinleri” kim bu mahalle sakinleri

adından da belli olacağı gibi kapitalist sistemin ihtiyaçlarına

göre hareket eden kişilere verilen ödüldür.

İnsanlara eskiden biz “vatandaşız” diyorlardı. Bundan vazgeç-

ti. Çünkü vatandaşın içini bir türlü taşeron devlet doldurama-

Page 141: Kollektif Çöküş

141

dı. Bunu dolduranlar da yeryüzünde onlarca ülkeyi sömüren

Avrupa Birliği emperyalist ülkeleri oldu.

“Okmeydanı Sulukule Olmayacak” sloganını dövizine yazan-

lar, Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonudur. Bu komis-

yondakilere sormak lazım.

Bu ırkçı dille ezilenler olarak bir yere varılabilir mi? Varılsa da

bu dil doğru bir dil midir?

Devlette uzlaşırken, Devletin diliyle de uzlaşmış bulunmakta-

dırlar.

Sulukule‟de yaşayan ve orada doğup büyüyen insanlar zorla

yerlerinden yaşam alanlarından koparıldılar.

Bu devletin varlığını gösteren bir durumdur çünkü devlet ezi-

lenlere zulüm yapmadan var olamaz. Bu bütün devletler için-

de geçerlidir.

Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu, bu dövizle sokak-

ta protesto yapması uzlaşmacı olmalarına rağmen etikleri

zehirli ve yanlıştır.

Başka ezilenlerin üzerinden ve onlara benzemeyecek denile-

rek, yol yol değildir.

“Tapularımızı İstiyoruz” bu slogan tamamıyla devletle uzlaş-

macı ve barışçıl bir slogandır. Devlet işine gelir tapu sahibi

yapar, işine gelmez tapu sahibi yapmaz. Okmeydanı Tapu ve

Plan Takip Komisyonu “tapuları istiyoruz” derken ırkçı dille bu

Page 142: Kollektif Çöküş

142

talipte devletin meşruluğunu kabul etmişlerdir. Bununu dışın-

da düşünmeleri mümkün değil.

Devletin işlediği suçlardan Sulukule “Halkının” ne suçu vardı?

Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu bunu Okmeydanı

Halkının elindeki dövizlere yazması ve onlara taşıtması bizlere

Halkları Kardeşliğinin yalandan başka bir şey olmadığını gös-

termektedir.

Buradan Yaşasın Halkların Kardeşliği Saçmalığı üzerine birkaç

not eklemek istiyorum. Okmeydanı “sakinleri” yani halkı,

eğer Sulukule Halkının kardeşi olsaydı. Onun zulüm görmesi-

ne izin vermez ve elinden gelen her şeyi yapardı.

Buradan da ve slogandan da anlaşılacağı gibi.

Yaşasın Halkların Kardeşliği bir saçmalıktır.

Halk, heterojen ve sosyolojik bir olgudur.

Yunanistan’daki İşçilerin Belediye Bina İşgalleri Siyasi

Değildir.

Belediye işçileri, 18 Kasımdan bu yana belediye binalarında

ve bazı bakanlıklarda oturma eylemi yapıyorlar. İşçiler, ey-

lemlerinin 5. gününde ülke genelinde 330 belediye binasını ve

çok sayıda bakanlığı işgal ettiler.

Devlet dairesi çalışanı, kreş öğretmeni, bahçıvan, çöp toplayı-

cısı, polis ve defin işleri çalışanı olarak kamu sektöründe 40

bin işçi var. Bu işçilerden 27 bini işten atılacaklar listesinde

yer alıyordu.

Page 143: Kollektif Çöküş

143

İşçilerin böyle bir tepkiye etkileri normaldir. Bu siyasi bir ey-

lemlilik değildir. Sadece tepkidir. İşten çıkarılmasalar ve ma-

aşları düşürülmese bu eylemlilikler dahi olmayacaktı.

Sadece işten atılıp geri işe getirilme olayı siyasi bir mücadele

değildir. Bu mücadelenin siyasi hale gelmesi için önemli iki

adım atılması gerekmektedir. Birincisi Göçmenlerin de işçi-

işsiz olduğu ve Serbest Dolaşımlarının sağlanması için müca-

dele edilmeli. İkincisi ise ayrıcalıklarında vazgeçip, ayrıcalıkla-

rı korumak adına eylemlilikler yapılmamasıdır.

Eğer Yunanistan‟daki işçiler, işsizler Göçmenlerin de işe alın-

ması ve aynı saat, aynı maaşları almalarını sağlamaktır siyasi

mücadele. Sadece kendi çıkarları veya bir iş kolundaki işçile-

rin çıkarları için mücadele etmek ve bu mücadeleye destek

olmak siyasi değildir.

Siyasi özne işçilerdir. İşçilerin birliği işçilerin aralarındaki du-

varlar yıkılarak sağlanır. Bu duvarların üzerinden atlayıp işçi-

leri ülke hapishanelerine kapatmak siyasi değildir. Bu ulusal-

cılık, demokrasi, uygarlık kavramları ile açıklanır.

Mesela polislerin Göçmenleri sokakta toplayarak faşizm ya-

ratmasına karşı çıkarak siyasi bir mücadele verebilir Yunanlı

işçiler. Göçmenlerin yalnız olmadığını göstererek onların acı-

larını paylaşarak olur.

Yunanistan‟daki işçilerin Avrupa Birliği emperyalist programını

sorgulamadan bunu sahiplenmesinin devrimci bir yeri yoktur.

Page 144: Kollektif Çöküş

144

Bugünkü koşullar Yunanlı işçilerini sokağa dökmüşse, bu so-

kağa dökülenlerin bilinçlerindeki ırkçılık, milliyetçilik, ayrıca-

lıklar gibi anlayışlarla da mücadele etmek gerekmektedir.

Göçmenlerin sınır dışı edilmesine karşı çıkarak olur.

Göçmenlerin fabrikalarda aynı maaşlarla çalışması sağlanarak

olur.

Venezuella’daki Hugo Chavez’e Destek Veren Komü-

nistler Üzerine

Hugo Chavez 4. Kez başkan ve 14 yıldır iktidarda durmakta

burjuva sosyal demokratı. Burjuva karakterine sahip birini

neden bazı komünistler, sendikalar destek vermekte?

Hugo Chavez‟i seçilmesine neden destek verdiler?

Troçki sonrası Troçkistler neden Hugo Chavez‟i seçmiş olabi-

lir?

1-Chavez‟in mevcut düzene darbe girişinde bulundu ve başa-

ramadı. Şimdi iktidar da burjuva sosyal demokratı olarak

görevini yapmaktadır. Darbe yaparak sosyalizm gelmez ki.

2- Chavez‟in, askeri darbe ile iktidardan edildiği iki gün bo-

yunca, destekçileri ölümü göze alarak Başkanlık Sarayı‟nı

kuşattı. Onun göreve tekrar gelmesini sağladılar. Anti-darbeci

olduğundan mı? desteklendi.

Birinci ve ikinci maddelerde çelişki var, belki bu çelişkiden

dolayı Hugo Chavez‟i desteklemiş olabilirler.

Page 145: Kollektif Çöküş

145

3- Chavez ise bağımsız Filistin Devleti‟ni tanıyan ilk ülkeler-

den oldu. İsrail büyükelçisini ülkelerinden kovdular. Peki Hu-

go Chavez, burjuva hukukundan ve burjuva devletinden vaz-

geçti mi? Hayır. Filistin halkının yanında olabilmek için

Nazizim, Siyonizm, Avrupa Birliğini karşısına alması gerekir.

Bu karşına almayı da devlet adına, burjuva karakter adına

yapabilir ancak işçi sınıfı adına yapamaz. Bunları karşısına

alması için devletçilikten vazgeçmeli. Bir de İsrail büyükelçi-

sini kovmak hem ulusalcılıktır hem de ırkçılıktır.

4- Chavez iktidara geldiğinde, imtiyazlı ABD şirketlerinin im-

tiyazlarını elinden aldı. Petrol sektörünü millileştirdi. Onun

döneminde Venezuela, Güney Amerika ortak pazarı Mercosur

(Merkusor) örgütüne üye oldu. ABD‟nin “ateş püskürmesine”

rağmen, Küba‟ya ucuz petrol verdi. Tamamıyla imtiyazları

kaldırmadı ve anti-amerikancı olduğu için mi? komünistler

seçtiler.

5- Venezuela‟da bir tane NATO üssü bulunmaması için des-

tekledilerse bu ulusalcılıktır.

6- Chavez petrol gelirlerini kullanarak işsizlikle mücadele etti

deniyor yani işsizlik bitti mi? hayır. İşsizlik azaldı deniyor,

kendinizi kandırmayı bırakınız.

7- Fakirlere yardım programları gerçekleştirdi. Komünistler

yoksulluğa, fakirliğe karşı mücadele etmez, zenginliğe karşı

mücadele eder.

8-Hugo Chavez devrimci olduğunu söylüyor, CHP genel baş-

kanı Kemal Kılıçdaroğlu‟da söylüyor, şimdi bunlar devrimci

Page 146: Kollektif Çöküş

146

olduğunu söylediği için mi devrimci oluyor. İkisi de devrimci

olamaz. Sermaye partilerinin yöneticileri olabilirler /oluyorlar

fakat devrimci olamazlar.

9- Hugo Chavez, “savaş karşıtı” olduğundan desteklendi dü-

şüncesi, Venezuella kapitalistlerinin çıkarı “savaş karşıtı” ol-

masını gerektiriyorsa, Hugo Chavez‟de öyle olur. Eğer kapita-

listler savaş istediğinde Hugo Chavez‟de savaş ister.

Troçki sonrası Troçkizm‟i savunanların, Sosyal demokrasinin

sol kanadına dönüşerek, gündelik yaşam da burjuva demok-

ratlarının söylemlerini sahiplenmekte ve savunmaktadırlar.

Türkiye Solu Oblomovcudur.

Türkiye Solu; Sosyalist, Komünist, Bolşevik olduğunu söyler

ve bunun üzerinde mücadele yürütür. Yine de ne sosyalist

olabilir, ne de komünist ne de Bolşevik.

Yine de pankartlarından, isimlerinden bellidir

Oblomovculuğu Türk İşçi sınıfına benzeyerek yaşamaktadır.

Türk İşçi sınıfının dilinden, geleneğinden, Resmi Tarihinden,

Resmi ideolojisinden, ahlakından, inançlarından, ilişkilerin-

den, sohbetlerinden kurtulmamıştır.

Türkiye Solu, Türk İşçi Sınıfına benzemiş ve oblomovcu ol-

muştur.

Türkiye Solu olarak, materyalist ve tarihsel materyalist anla-

yıştan uzaklaşmış. Marksizmin “ilerlemeci” anlayışıyla Türk

İşçi sınıfını tanımlamaya çalışmış, bunda başarılı olamayınca

Page 147: Kollektif Çöküş

147

“kendi içlerine” kapanmış ve konjoktürel süreçlerde hareketli-

lik sağlamış yine bu hareketlilik oblomovculuk anlayışa nede-

niyle sönümlemiştir.

Türkiye Solu, Devrimci harekete yön verecek bir sorumluluğu

kalmamıştır. Bunun yerine gündelik İşçi hareketlerine, Dünya

gündemindeki gelişmeler üzerinden rantçı bir analizle hareket

edilmektedir.

Nereden iki işçi, nereden bir devrimci militan kazanırım he-

saplarına girmiştir. Sürekli bir yerleri “fethetme” anlayışla

hareket etmiştir. Sendika bürokratlarının yerine geçmeyi,

Meclis‟e milletvekili göndermeyi düşünmüştür. Bu düşünceler

zamanla Türkiye Solu‟nu sistem tamircisi, istese de istemese

de ulusalcı, Avrupa Birlikçi, barışçı, işçi sınıfına zamanla uzak-

laşan zamanla yakınlaşan fakat siyasi bir bağ kurmayan ko-

numda bırakmıştır.

Türkiye Solu, kendini bulmuştur. Türkiye Solu Oblomovcudur.

Devrimci, Komünist olmaya çalışmışlar her adımlarında her

eylemlerinde komünist gelenekten uzaklaşmışlar. Kendilerini

Komünist olarak görmeleri Oblomovcu olmalarıyla alakalıdır.

Programlarında, tüzüklerinde, gündelik yaşamlarında eleştirel

ve özeleştirel bir kültür oluşturmamış. Akraba ilişkileriyle,

yöre ve mekân ilişkileriyle siyasi bir mücadele vermeyi onlar-

ca yıl sürdürmektedirler.

Türkiye Solundan Komünist hareket olma özelliğini beklemek

beyhudedir. 1 Mayıslarda “fethetmek” istedikleri sendikaların

Page 148: Kollektif Çöküş

148

bürokratlarıyla aynı alanla yürüyüp, kendilerini dövdürmeye

devam etmektedirler.

Türk İşçi Sınıfı Da Oblomovcudur.

Oblomovculuk; herkesi etkileme yeteneğine sahip, uyuşukluk

ve itaat etmekten oluşmaktadır.

Türk işçi sınıfı, hareketli bir sınıftır. Bu hareketliliğinin karak-

teristiği oblomovcudur.

Ani atılgan grevler, yürüyüşler, eylemler düzenlemekte. Bun-

ların ikinci adımında iki geri adım atarak, uyuşukluk ve itaat

etmeye dönüşmektedir.

Türk işçileri kendi aralarında birbirlerini insan yerine koyma-

yan ender işçi sınıflarından biridir.

Türk işçileri birbirlerine karşı acımasız, anti-kolektif davran-

maktadırlar. Bir işçi iş kazasında yaralandığında, acil kana

ihtiyacı olduğunda yol parası olmadığını bahane ederek kan

vermeye gitmezler.

Türk İşçileri Devletin Linç Kültüründe “Birleşirler”

Türk işçileri, kendilerine “Türk” olarak tanımlayanlar veya

“Türk ırkından” geldiğini söyleyenlerin birlikte hareket ettikle-

ri alanlardan biridir.

“Türk ırkı” yoktur. Irk kavramı günümüzden 300 yıl önce ve

bugüne kadar devam eden süreçte hayatımıza girmiştir. Bu

kavramın içeriğini dolduranlar kapitalistlerin “ulus” devlet

projeleridir.

Page 149: Kollektif Çöküş

149

Irk, antropolojik olmadığı gibi, sosyolojik bir olgu da değildir.

Çakma bilimsel teoriler yaratılarak, “Türk ırkı” olduğunu yay-

gınlaştıranlar Türk Resmi Tarih yazıcılarıdır.

“Türk ırkı” olmadığının bilimsel kanıtlarından biri, Kazak dev-

let başkanı Nursultan Nazarbayev‟in Süleyman Demirel‟e “Biz

sizi çekik gözlü ve buğday tenli olarak gönderdik, siz mavi

gözlü ve beyaz tenli olarak geri geldiniz” demesidir.

Türk İşçi sınıfı sokaklarda Devletin “sesini” duymasıyla Kürt-

leri, Göçmenleri, Romanları, Alevileri, Hristiyanları, Turistleri,

futbolcuları, sanatçıları linç ederler, dövlerler, hakaret ederler

ve öldürürler.

Türk işçi sınıfı linçte “birleşir” linçin dışında birbirlerine de

döver, öldürürler.

Sokakta bir kadın dövüldüğünde veya bir trafik kazası oldu-

ğunda izlerler yani Oblomovculuk yaparlar.

Dövülen kadının dayak yemesini engellemezler. Trafik kaza-

sında ilk yardım uygulamazlar.

Kendilerini TV yarışma programlarında rezil ederek, izleyicile-

rin kendileri ile dalga geçmesine olanak tanırlar.

Okudukları kitaplar; büyü, macera, fetihçi, dedektif konuları-

na yer veren kitapları okurlar.

Sokaklarda çocuklarını ve başkalarının çocuklarını döverler.

Page 150: Kollektif Çöküş

150

Sevgileri yapay çiçekler gibidir. Sevgi, aşkları sanal ortamlar-

da yürütülür. Gerçek konuma gelince kavga ederler, ayrılma-

ya çalıştıklarında kadınlar ve erkekler biri diğerini döver, öl-

dürür.

Türk işçi sınıfı ekonomik gelirleri yükseldiğinde aşırı tüketime

doğru yönelirler. Arabalar alırlar, imkânlarını geliştirdikçe

ikinci evlerini satın alırlar. İşbitiricilikle paraları ve villaları

olur.

Ekonomik gelirleri azaldığında dilencilik yaparlar. Linç ettikleri

insanların yanında selpak, cep telefonu satarlar.

Bu ikiyüzlü yaşamları ve yalancı yaşamları gündelik hayatla-

rının her alanında vardır.

Bunun nedenleri kendilerinin eleştirel, özeleştirel bir kültür

oluşturmadıklarıdır. Gelenekler, Resmi Tarih ve Avrupa Birli-

ğinin kapitalist kültürleri arasında dolanıp durmalarındandır.

Türk işçi sınıfının yaşamı sadedir; ne bir heyecan vardır ne bir

umut.

Çocuklarına en çok verdikleri isimlerden biri de Umut‟tur.

Türk İşçisi Nasıl Dünya İşçisi Olur?

Türk işçisi kendini bir eve, bir dükkâna, bir okula, bir hasta-

neye, bir askere “kapatmadan” yaşamaya başladığında Dün-

ya işçisi olabilir.

Page 151: Kollektif Çöküş

151

Dünya işçisi olabilmesi için Kürtlerin, Göçmenlerin, Alevilerin,

Romanların ve diğer insanların sokakta dövülmesini engelle-

yerek olur.

Atatürk posterlerini duvarlarına yapıştırmadığında olur.

Resmi Tarihin törenlerine katılmayarak ve o günleri kutlama-

yarak olur.

Mumia Abu-Jamal'a Mektup Yollayabilseydim.

Sevgili Mumia Abu-Jamal

Seni tanımadığım yıllar da sen siyasi bir mücadele veriyor-

dun. Seni tanıdığım zamanda sen siyasi mücadele veriyorsun.

Senin duruşunu, mücadeleni öğrenerek devrimci oluyorum.

Kime karşı mücadele ediyorsun; Beyaz Adam'a, Beyaz Adam-

'ın egemenliğine karşı ve onun saltanatını yıkmaya yönelik.

Senin mücadelen siyasi bir mücadeledir, hukuksal bir müca-

dele değildir.

Senin yanında olamadığım için üzgünüm.

Beyaz Adam'a inat, onların zindanlarına inat; daha uzun ya-

şaman dileğiyle...

Devrimci selamlarımı iletiyorum

Siyah isyan, beyaz zulmün kalelerini sarsmaya devam ediyor.

Page 152: Kollektif Çöküş

152

Siyah isyan, beyaz zulmün zindanlarında boyun eğmeyenlerin

şarkısını söylemeye devam ediyor.

2. Bölüm: Kollektif Çöküş’ün Somut Be-

lirtileri –Solculara Eleştiri-

“Müjde” Değil Kazanım Yazısına Eleştiri

"Özellikle ikinci öğretimde okuyan öğrencilerin büyük çoğun-

luğu işçi - emekçi çocuklarıdır. Maaşlarına %4 zam yapılan,

kıdem tazminatı hakkı elinden alınmak istenen işçilerin –

emekçilerin çocuklarıdır. Gündüz çalışan, akşam iş yorgunlu-

ğuyla derslere gelenlerdir ve tüm öğrenciler gibi onların

umudu da alacağı diploma sayesinde iyi bir iş sahibi olmaktır.

Oysa ki bu umut artık bir efsaneye dönüşmüş durumda. Üni-

versiteler artan kontenjanlarla olsa olsa işsizliği gizliyorlar.

İşçiye “nasıl olsa çalışmak zorunda” diye zam yapmayan pat-

ron gibi, Recep Tayyip Erdoğan'ın da yanılgısı, umudunu bir

kağıt parçasına bağlayan özellikle de çoğunluğunu işçi –

emekçi çocuklarının oluşturduğu, gündüz bir işte çalışan, ak-

şam ise “sözde daha iyi bir iş” için ders çalışmak zorunda

olan ikinci öğretim öğrencilerinin isyan etmeyeceğini zannet-

mesidir.. İşte burjuvazinin sansar psikolojisi! Öğrenciler bo-

ğazlanacak tavuklar değildir! Üniversiteler ise gelecekte kanı

emilecek tavukların yetiştirildiği yerler hiç değildir!" [1]

Üniversiteler emekçi, işçi çocuklarının beyinlerinin kapitaliz-

min zırvalarıyla doldurulduğu yerlerdir. Buralara giden emek-

çi çocuklarından devrimci olmaz. Üniversiteyi bitirip ayda

Page 153: Kollektif Çöküş

153

2.000 lira maaş alan bir emekçi çocuğu devrimci bir mücade-

leye mi katılacak yoksa Taksim gecelerine mi?

"Yıllarca mücadele ettik bu uğurda, cop yedik, tekme yedik,

gaz yedik, kimilerimiz haklarımız için savaşırken uydurma

iddianamelerle tutuklandı; pes etmedik! Ve kısmi olarak ka-

zandık. Ama şimdi sermaye daha da büyük ataklar yapacak.

Bizim ise ne yapmamız gerektiğini Şili‟li, Kanada‟lı öğrenciler

gösteriyor. Sokaklar bizim!

İkinci öğretim ve uzaktan öğretimin de harçlarının kaldırılma-

sını istiyoruz, hepsinin! Öğrenim kredisi değil karşılıksız burs

istiyoruz! Yurtlar, ders araç gereçleri, yemekhane ve kantin-

lerin parasız olmasını istiyoruz! Verilecek mücadele sadece

üniversite için değildir. Aynı zamanda geleceğimiz içindir."

[2]

Üniversite öğrencileri yedikleri cop, tekmenin nedeni "biz üni-

versite okuyup, devrimci olacağız" değil, üniversite okuyup

kapitalizmin yaşamını yaşamak için cop yediler. Üniversite

gençleri böyle düşünüp hareket edebilir onların başka ne dü-

şünmesini bekleyeceğiz. Üniversiteleri ele geçirip, ücretsiz ve

devletten hiçbir katkı almadan yürütülen yerler mi olarak

göreceğiz veya hayal edeceğiz. Bırakın saçma şeylerle uğ-

raşmayı da devrimci teorileri hayata geçiriniz.

"O yüzden de okuduğumuz bölüme göre insanca bir yaşamı

karşılayabilecek bir ücret karşılığında iş güvencesi istiyoruz!

Bunların kaynağı nasıl olacak diye mi soruyorlar? İşte onlara

kaynak;

Page 154: Kollektif Çöküş

154

Ulusal ve uluslararası tefecilere ödenen borçlar reddedilsin!

Holdingler ve zenginler artan oranlı vergilerle daha fazla ver-

gilendirilsin!

Özel üniversiteler kamulaştırılsın!" [3]

Bırakın bu devrimci, enternasyonalist ayaklarını, ulusalcı söy-

lemlerle Dünya Devrimini mi yapacaksınız. "borçlar silinsin"

demek ulusalcılıktır. Neyin borcunu siliyorsunuz. işçilerin bor-

cunu mu yoksa devletin borcunu mu bunu biraz daha detaylı

anlatın ki, yanlış eleştirilerde bulunmayalım.

Şimdi üniversitelerde ve bir bütün olarak bütün okullardaki

masrafın parasını kapitalist kendi cebinden vermiyor onun

cebi işçilerin sömürülmesiyle oluşan ceptir. Bundan dolayıdır

ki, sevgili Enternasyonalistler (ulusalcılar) işçinin cebinden

çıkacak para ile öğrenciler ücretsiz eğitim alacaklar yani işçi-

lerin sömürülmesine göz yummak adına ücretsiz eğitim. Za-

ten ulusalcılar da demiyor mu ücretsiz eğitim, ücretsiz sağ-

lık...

Kapitalist düzende paralı ve parasız eğitime hayır

Kapitalist sistemin bir bütün olarak eğitimine hayır

Açıklayıcı Notlar

[1] DİP (Devrimci İşçi Partisi) İstanbul Gençlik Komitesinin

“Müjde” Değil Kazanım yazısı üzerine, 28 Ağustos 2012

[2] aynı alıntı

Page 155: Kollektif Çöküş

155

[3] aynı alıntı

AKP Burjuva Hükümetini Göreve Çağıran UİD-DER’in

“İşçi Ölümlerini Durduralım!” Kampanyası Üzerine

Alışveriş mağazalarındaki gibi kampanyalar yapılmaz. Dev-

rimci mücadele reformcu, ulusalcı, burjuva partilerini göreve

çağırarak yapılmaz. Bunların reddi ile devrimci bir mücadele

yürütülebilir.

Pahalılığa Son! İşsizliğe Son! Özelleştirmeye Son! Savaşa

Hayır! Cinsiyetçiliğe Hayır! Irkçılığa, Ayrımcılığa Hayır! Paralı

Eğitime Hayır! Baskıya, İşkenceye Son!

İşçi Ölümlerini Durduralım!...

Bu liste daha da uzatılabilir ama bu kadarı bile bu hareketle-

rin karakterini anlamaya yeter. Yukarıda sıralananları talep

etmek için devrimci olmak gerekmiyor; bütün bunları pekâlâ

bir burjuva partisi de talep edebilir. Hatırlanacak olursa, sos-

yal demokrat hareketin yükselişi her daim tam da bu talepler

üzerinden olmuştu.

Bütün bu talepler, ezilenlerden yana ve oldukça masum görü-

lebilir, ilk bakışta öyle de görülmektedir, ama tuzaklarla do-

ludur ve uzun vadede ezilenlerin nihai kurtuluşu mücadelesi-

nin önünde engel teşkil eder.

Neden mi? Nedeni çok basit; pahalılık, özelleştirme, işsizlik,

savaş, cinsiyetçilik, ırkçılık, paralı eğitim ve da birçok şey,

tam da kapitalizmin varlık nedenleridir. Bunlar olmadan kapi-

talizm var olamaz. Dolayısı ile de kapitalizmin egemenliği

Page 156: Kollektif Çöküş

156

altında bunları elde etmeyi tasarlamak; havanda su dövmek-

ten başka bir şey değildir.

Tabii ki, kapitalizmin, bu talep edilenlerin bir kısmını bir ülke-

de gerçekleştirebilmesi mümkündür ama bunu bile kendi iç

dinamikleri ile değil, ancak uluslararası bir talana dayanarak

yanı başka ülkelerdeki yaşamları talan ederek gerçekleştire-

bilir. Dolayısı ile de, kapitalist sistemden bütün bunları talep

etmek, ondan, onun doğasına aykırı olanı talep etmek; ezi-

lenlerin tamda kapitalistlerin istedikleri yönde bir bilinç edin-

melerine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.

Bu konuya uygun kampanyalardan birini de UİD-DER (Uluslar

arası İşçi Dayanışması Derneği)nin çalışmalarıdır. UİD-DER‟in

kampanyaya ilgili açılmalarından alıntılar yapalım.

“Hiç kuşkusuz ki, patronlar ve AKP hükümeti.

Çünkü patronlar “masraflı” olduğu gerekçesiyle gerekli iş ve

işçi güvenliği önlemlerini almıyorlar. AKP hükümeti ise, ge-

rekli denetimleri yapmıyor ve yaptırım uygulamıyor. Tersine,

patronları cesaretlendiriyor.

İş kazalarını ve işçi ölümlerini “kader” diyerek açıklayan ve

ölümleri geçiştirmeye çalışan bizzat AKP hükümeti değil mi?

Gelin hep birlikte soralım: Sürekli olarak işçilerin canını alan

bu “kader”, neden bir kere olsun patronların semtine uğramı-

yor?

Kardeşler!

Page 157: Kollektif Çöküş

157

İş kazalarında Türkiye‟nin dünyada üçüncü sırada olduğunu

biliyor muydunuz? Resmi verilere göre, Türkiye‟de her yıl 77

bin iş kazası gerçekleşiyor. Her sene yüzlerce işçi ölürken,

binlercesi yaralanıyor ve sakat kalıyor.” (İşçi Ölümlerini Dur-

duralım! Yazısı UİD-DER‟in internet sitesi)

UİD-DER bu açıklamalarında kendilerinin reformist olduklarını

diğer yazılarında olduğu gibi beyan etmektedirler.

AKP hükümetini göreve çağırmak reformistliktir. AKP hükü-

metinin kendi burjuva yasalarını istediği şekilde uygular, uy-

gulamaz. AKP hükümeti zaten burjuvaların istediği ve Asıl

Devlet partisinin istediği şekillerde yasalar çıkartıyor.

İkincisi kapitalizmin doğasında var olan bir şeyi yok etmek

imkânsızdır ve anti-materyalist olmaktır. Bu cümleye örnek

verirsek; Batılı feodalist imparatorluklarda uçağa binmek gibi

bir durumla karşılaşıyoruz.

İş kazalarında ülke sıralaması yapmakta ulusalcığa girmekte-

dir. Ulusal kanallardaki programlarda ülke sıralaması bolca

söylenmektedir.

“UİD-DER, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının son bulma-

sı için bir mücadele kampanyası başlatıyor. Bunun bir parçası

olarak topladığımız imzaları Türkiye Büyük Millet Meclisi‟ne

teslim edecek ve işçilerin ölmesine sessiz kalmayacağımızı

haykıracağız! Hükümet harekete geçmelidir. İşyerlerinde iş

ve işçi güvenliği önlemlerinin eksiksiz alınması ve uygulan-

ması için gerekli adımlar atılmalı, bu yönde işçilerden yana

yasal düzenlemeler yapılmalı ve işçi ölümleri durdurulmalıdır!

Page 158: Kollektif Çöküş

158

Tüm emekçi kardeşlerimizi “İş Kazaları Kader Değildir! İşçi

Ölümlerini Durduralım!” kampanyasına katılmaya, imza ver-

meye ve aktif olarak desteklemeye çağırıyoruz!

-İşçi ölümlerine sessiz kalmayalım!

-İş sağlığı ve güvenliği kurulları tüm işyerlerinde kurulsun ve

işçilerin yönetimine verilsin, bu kuruldaki işçi temsilcilerinin

işten atılması yasaklansın!

-İşyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının ücretleri,

sendikaların ve meslek örgütlerinin denetimindeki bir devlet

fonundan karşılansın!

-Gerekli önlemleri almayan, denetimleri engelleyen patronla-

ra ağır para ve hapis cezaları getirilsin!

-İşçilere, gerekli önlemler alınmadığı takdirde topluca üretimi

durdurma hakkı tanınsın!

-Ağır ve tehlikeli işlerde gece vardiyaları yasaklansın!

-Ücretler yükseltilsin, iş saatleri düşürülsün!” (İşçi Ölümlerini

Durduralım! Yazısı UİD-DER‟in internet sitesi)

Almanya‟da Yeşiller‟in nasıl Alman kapitalizmini güçlendirdiği-

ni ve yeniden örgütlendiğini gördük. UİD-DER‟in topladıkları

imzaları Meclis‟e götürmesi de Türk burjuvazisinin güçlenme-

sine hizmet edeceğini şimdiden görmekteyiz.

Ben bir materyalist olarak geleceği göremem fakat şimdiki

davranışların ilerde nelere yol açacağını tahmin edebilirim.

Page 159: Kollektif Çöküş

159

UİD-DER‟de tam bu noktada “patronlara ceza verilmesini”

istemesi de kapitalizmi güçlendirmektedir. Kapitalist hukukla-

rı yazanlar kapitalistleri de mahkemelere çağırabiliyor, para

cezaları verebiliyor.

Kapitalist toplumda, kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalizm

var olduğu müddetçe işçilerin öldürülmesi, sakat kalması, aç

kalması, hastalanması da devam edecektir.

Bu kampanyalarla devrimci bir mücadele değil, muhalefet

etmenin ötesine geçmeyen bir durum ifade edilebilir.

Komünist asla muhalefet etmez, imha etmeyi düşündüğü bir

şeyi tamirciliğine soyunmaz.

ESP'nin Çalışma Bakanının İstifasını İstemesi Sistem

Tamirciliğidir.

"Her geçen yıl artan iş kazaları, yaralanmalar, ölümler işçile-

rin alın yazısı değildir, bunlar bir sistematiğin, politikanın

ürünüdür. AKP Hükümeti işçi sınıfının çıkarlarını gözetmekten

tamamen uzak yasaları sermayenin çıkarlarına göre yeniden

düzenlemeye devam ediyor ve işçi ölümlerini kader veya tekil

örnekler olarak adlandırarak sorumluluktan kaçmaya çalışı-

yor. İş cinayetlerinin asıl sorumlusu AKP Hükümeti ve onun

Çalışma Bakanı Faruk Çelik'tir. Gerçek sorumlular ölen işçile-

rin ruhuna rahmet okumakla kurtulamazlar, halka hesap

vermeliler. Çalışma Bakanı iş cinayetlerinin suç ortağıdır ve

istifa etmelidir." (Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Ocak 2013)

Page 160: Kollektif Çöküş

160

Çalışma Bakanı Faruk Çelik, temsil ettiği kapitalist devletin

yasalarını uygulamıştır ve onu görevden alması gereken, onu

o göreve atayan güçtür.

Emekçiler ve devrimciler, kendileri tarafından seçilmeyen bir

Bakanın istifasını isteyerek onun meşruluğunu kabul etmiş

olurlar.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik'i devlete şikayet edip, devletten

onun görevden alınmasını talep etmek, Çalışma Bakanlığı ile

devlet arasındaki suç ortaklığı bağını koparmak ve devletin

Çalışma Bakanlığı üzerinden kendisini temize çekmesine yar-

dımcı olmak demektir.

İşçi Mücadele Derneği’nin 14 Haziran 2012’de İnternet

Sitesinde Yayınlanan “Avrupa’daki Emekçilerin Keyfi

Tıkırında Diyenler” Konu Başlıklı Yazısı Üzerine

"Yunanistan‟ın durumu ortada. Yunan işçi sınıfı ülke ekonomi-

sinden öyle rahatsız ki, desteğini almak için sadece lafta sos-

yalist olmak bile yetmiyor. İspanya geçen Cumartesi günü

“borç krizinden ötürü kurtarma paketi” başvurusunda bulu-

nan dördüncü Avrupa Birliği ülkesi oldu. İspanya‟da işçi sınıfı

ve gençlik ayakta.

Bugün ise burjuvazinin “saygın” ekonomi gazetelerinden

Financial Times‟ta İngiltere‟den bazı veriler aktarılıyor. İngiliz

Ulusal İstatistik Bürosu'nun 2011 verilerini aktaran gazeteye

göre İngiltere'de 1 milyon 410 bin kişi emekli olmak yerine

(emeklilik yaşı kadınlarda 61, erkeklerde 65) çalışmaya de-

Page 161: Kollektif Çöküş

161

vam ediyor. 1993‟te yüzde 7,6 olan yaşlı nüfusun çalışma

oranı 2011‟de yüzde 12'ye çıktı.

İşin önemli kısmı, çalışanların % 61'inin kadın olması ve 60

yaş üstü kadınların, daha çok fiziksel iş gücü gerektiren te-

mizlik gibi alanlarda iş bulmalarıdır. Yani “keyifleri yerinde,

sağlıkları çok iyi, yerlerinde duramıyorlar” diye çalışmıyorlar.

Gazetenin de itiraf ettiği gibi, bu insanlar geçinemedikleri için

çalışıyorlar (zaten Mart ayı sonunda emekli maaşlarının kırpı-

lacağı açıklanmıştı). Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere

duyurulur!"

İşçi Mücadelesi Derneği sitesinde yazılan yazının kime yazıl-

dığı tam olarak ifade edilmemiş durumda, bir yandan

Financial Times‟a gönderme yapıyor diğer yanda Avru-

pa‟dakilerin yani işçilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur

diye açıklama da bulunuyor. Burada Financial Times‟e gön-

derme yapması pek mümkün değil yazı İngilizce olmadığın-

dan ve bu yazının burjuva medyasında tartışılmadığından

mümkün değil.

“Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifadesi

kime yöneliktir belirtilmemiş, bu yazı önemli bir konuya de-

ğinmiştir fakat içeriğini doldurmamıştır. Belki bu sitenin işçi-

lere dönük site olduğundan mıdır kesin açıklamalar konma-

mış. Eleştireceğin kurumların adını yazmamış, niye böyle bir

mantık var?

Türkiye‟de Batı işçi sınıfının yanı Avrupa Birliği işçilerinin ayrı-

calıklı olduğunu söyleyen Komünist bir kurum var, bu Avrupa

Page 162: Kollektif Çöküş

162

Birliği ülkelerindeki emperyalist devletlerin verdiği “hakları”

kullanan işçilere dönük ayrıcalıklı ifadesini kullanmaktadır.

“Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifade-

sini benim politik görüşlerime eleştiri olarak algılayacağım

çünkü bu yazı içerik olarak bir kuruma yazılmamış fakat Tür-

kiye‟deki batılı işçilerin ayrıcalıklı olduğunu söyleyen bir ku-

rum var adını vermiyorum çünkü etik olarak yanlış olur.

Gerçekten de “Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere du-

yurulur!” ifadesinde yer alan Avrupa‟daki ayrıcalıklı batılı işçi-

lerin rahatlarının bozulmasının nedeni kapitalizme yani kapi-

talistlerle onlarca yıldır yaptıkları uzlaşma kapitalistler tara-

fından bozulmuş ve kapitalistler Batılı işçi sınıfına verdiği ay-

rıcalıkların bir kısmını almıştır yani hepsini daha geri almadı

eğer batılı işçilerin bütün ayrıcalıkları geri alınsaydı bugün bu

yazıda batılı işçilerin ayrıcalıklı olmadığın yazılırdı maalesef

bugün bile batılı işçileri ayrıcalıklıdır.

Batılı yani Avrupa Birliğinin emperyalist ülkelerinde yaşayan

ayrıcalıklı işçilerin yaşamları Afrika‟daki işçilerin yaşamları ile

karşılaşıldığında Dünya işçi sınıfının nasıl bölündüğünü ve bu

bölünmüşlüğün devam etmesini Avrupa Birliği ülkelerindeki

işçilerin istediği ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerin-

deki ayrıcalıklı beyaz işçilerin yaşam ortalaması 80-90‟dır.

Afrika, Asya‟daki işçilerin yaşam ortalaması 35-40‟dır.

Avrupa birliği ülkelerindeki işçiler aşırı tüketim yapıp „tüketim

hastalığı‟ yaşarken, Afrika‟lı çocuklar açlıktan ölmemek için

hareket etmiyorlar. Bu düzenin devamlılığını sağlayan kapita-

lizmdir. Eğer kapitalizmi yok etmek istiyorsak, kapitalizmin

Page 163: Kollektif Çöküş

163

yarattığı bütün kurumları, değerleri, yapıları yıkmamız ge-

rekmektedir. Bu esnada Avrupa Birliği yani batılı işçilerin ay-

rıcalıklı olduğunu teşhir etmeliyiz ayrıca dünyadaki işçilerin

serbest dolaşımı propaganda yapmalıyız ki, kapitalizmin oluş-

turduğu 400 yıllık yapının ayaklarından biri yok olsun.

Kapitalizme Rağmen Okullarda, Üniversitelerde Özerk-

lik İstemi Üzerine

Kapitalizme rağmen başka bir dünya mümkün diyenlerin

açıklaması yapılmadığı halde okullarda özerklik talebinde ve

mücadelesinde bulunan devrimci gençlerin bu fikirleri üzerine

tartışma yapılacaktır.

Yaşamın değişmesine istekli olmak ile bu yaşamın nasıl ve

hangi ilkelerde ve fikirlerle değişeceği de önemlidir. Bir kilo

kirazı sol elinizde sattığınız ile sağ eliniz ile sattığınız arasında

ki fark, kullandığınız eldir; bu sermayenin dışarı demekle

sermayeyi dışarıya değil, varlığını sahiplenmekle alakalıdır.

Belki biraz karışık açıklama oldu ama yaptığım alıntıları anla-

maya çalışmamdan kaynaklanmaktadır.

“Sermaye dışarı” diyor, maaşları devletin ödemesini istiyor

bir de özerklik okullar, üniversiteler istiyor bunların hepsi

örgütlenmenin fikirleridir, gündelik hayatı değiştirecek ve

sosyalist fikirleri yaygınlaştıracak hiçbir şey yok ortada.

Gündelik hayat ile örgütlenme arasında bir paralellik yok hat-

ta örgütlenme bile kapitalist sistemi tamir etmekten öteye

gitmiyor. Çünkü kendisini okulun komitesi, yürütme komis-

Page 164: Kollektif Çöküş

164

yonu dese de okulun duvarlarının dışına çıkarmıyor ve çıka-

mayacakta.

Okullarda, üniversitelerde özerklik istemi, kapitalist bir tarla-

da ekilen bir domatesin mavi olması gibi bir şey; domates

mavi renkte olmayabilir fakat olduğunu düşünelim. “Mavi

domates”i yetiştiren kapitalist düzen, sulayan kapitalist dü-

zen, satan kapitalist düzen sadece rengi mavi, renginin mavi

olması güzelde, bu rengin mavi olması onu nitelikli kılmıyor

ki.

“Hepimizin aklında bir sorun; okul müdürlerinin işlevi nedir?

Ne işe yararlar? Bir öğrenciler okula kedi imkânlarımızla gidi-

yoruz ve eve aynı şekilde dönüyoruz. Servisle gidip gelenle-

rimiz için de aynısı geçerli. Servis şoförlerini sabah erkenden

müdür mü arayıp uyandırıyor? Güzergâhı bizim için o mu

belirliyor? Yoksa yakıt parasını cebinden mi ödüyor?

Öğretmenler derslere giriyorlar, idari işler muhasebe ve sek-

reterlik bölümünün sorumluluğunda, kol emeği gerektiren

işler okul işçilerinin omuzlarında. Herkesin özelinde olan işler

ve sorumluluklar, bahsi geçen kimselerin inisiyatifinde, pekiyi

müdürler ne yapıyor? Hiç?

Özür dileriz, resmi törenlerde ve Cuma günlerinde konuşma

yapıyorlar…

Tıpkı fabrika patronları gibi, okul patronları da tarihsel

miadlarını da çoktan doldurmuşlardır! Politik miladlarını dol-

durup doldurmayacakları ise bize bağlıdır! Bir diyoruz ki okul-

lar bizler, komitelerimiz aracılığıyla yönetelim! Kendi kendi-

Page 165: Kollektif Çöküş

165

mizi yönetelim! “Okul komiteleri”mizi kuralım ve bu komiteler

öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçilerinden oluşun!

Müfredat belirlemede ve eğitim kurumlarında işçi-öğrenci

denetimi! Okul işçilerinin maaşını devlet versin. [

Enternasyonalist Öğrenci, sayı 5, eylül 2012]

Müdürün niteliğini ve disiplinini çok güzel ifade etmişler ki

müdürün başka bir şey yapmasını bekleyemeyiz. Kapitalizmin

yasaları varsa bu yasaları disipline eden insanlarda vardır ve

bu yasaların uyacağı kişilerde.

Kapitalist sistemin Bologna deklarasyonunda karşı olacak bir

duruş sergilerken, anti-devrimci bir duruştur. Kapitalizmin

fabrikalarda çalışan işçilerden aldığı vergilerle öğretmenlerin

maaşını karşılamasına hiç ses çıkarmıyorlar. Yani kapitalistin

cebini aslında işçilerin sömürgesi ve emeğini satmasıyla olu-

şan bir ceptir. İşçilerin sömürüsüyle ücretsiz eğitim isteyip,

Bologna deklarasyonuna karşı geleceksin nasıl olacak.

Bologna deklarasyonunda üniversiteler ile sanayi daha da

bütünleştirilecektir yani eskinden üniversiteler sanayi için

nitelikli işçi yetiştirmiyor muydu? İnsanları öldüren topları

üniversite okumuş nitelikli işçiler üretmedi mi, tasarlamadı

mı? Üniversite öğrencilerinin yarısı sanayi ve silah sektörüne

diğer yarısı ise diğer bütün sektörlerin, işletmelerin ihtiyaçla-

rına göre eğitim veriyor.

Kapitalizm var olacak, devlet var olacak eğitimde müdür,

Bologna deklarasyonu, sınavlar olmayacak peki özerlik iste-

Page 166: Kollektif Çöküş

166

mek ile enternasyonalist düşünce arasında ne gibi yakınlık

var?

Hiçbir yakınlık yoktur. Uzakta bir çizgi bile olamazlar. Paralel

daha geçemezler. Enternasyonalist düşünce yeryüzünde bü-

tün ayrıcalıkları ortadan kaldırmaya dönük ve ayrımcılığa kar-

şı gelen bir düşünce ve eylem kılavuzudur.

“Biz bütün okulların parasız, bilimsel ve anadilde eğitim ver-

mesini talep ediyoruz. Bu, bütün okulların devletleştirilmesini

istediğimiz anlamına gelmez. Birbirimizi kandırmaya lüzum

yok, hangi devlet okulu gerçekten ücretsiz? Şahsen biz hiç

kırtasiye, kitap ve sınav parasını veren bir devlet okulu gör-

medik. Ya siz?

Olayın bir diğer boyutu ise, mevcut sınıflar arası güç dengesi

uyarınca, bütün okulların devletleştirilmesinin ne demek ol-

duğudur? Bu, eğitimin devlet tarafından tekeline alınacağı

anlamına gelir. Pekiyi, o zaman bu eğitimin içeriği ne olacak?

Devlet propagandası!

Bizim istediğimiz, eğitim kurumlarına ne sermaye ve para

babalarının, ne de burjuva devletinin sahip olmamasıdır.

Sermaye ve devlet, dışarı!

Bizim talebimiz, eğitim gördüğümüz kurumların, kuracağımız

Okul Komitelerinin programı aracılığıyla dönüştürülmeleridir.

Bu komiteler öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçilerin-

den oluşmaktadır. Sermayenin ve devletin bu komitelerde

yeri yoktur!

Page 167: Kollektif Çöküş

167

1)okul komiteleri, bağımsız olarak çalışıp kendi inisiyatifini

yaratan, gerek devlet merkezince, gerekse belediyelerce

özerklik tanınmış, öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul

işçilerinden oluşmuş yapılanmalardır “[ Enternasyonalist Öğ-

renci, sayı 5, eylül 2012]

Bu meseleyi otomobilin kapitalist düzendeki 110 yıla yakın

tarihinde nasıl ölüm makinesi olmuşsa, bu otomobilin “benzi-

nini” bitkilerden karşılayarak ölüm makine olma niteliğini

kaybetmez çünkü bu sefer bitkilerin üretildiği toplumlardaki

insanlar, köylüler, işçiler bitkilerini, meyvelerini yiyemeyecek

konuma gelecekler /geldiler. Diğer yandan da kazalarda ölen

insanların sayısında artışın devam edeceğini göstermekte.

Kapitalizme rağmen, okullar kalacak yerinde. Okul duvarları,

okul binaları, okul disiplini her şeyi, kültürü ve geleneğiyle.

Okul, diploma, nitelikli işçi birbirinin tamamı ve birbirini oluş-

turan unsurlardır. Okulun devletin kontrolünde olmadığını

varsaysak bile, okuldaki nitelikli işçi resmi tarih, resmi ideolo-

ji, ırkçılık, şovenizm, militarizm öğrenmese bile hatta diplo-

mayı ayrıcalık olarak kullanmasa bile, düzenin yasaları yerli

yerinde ise içinden bir şeyi değiştirip yani A harfini sola biraz

daha eğik olması ile A harfi yine A harfidir. Kısacası kapita-

lizme rağmen paralı ve parasız eğitim mümkün değildir.

Özerklik ile öğrencilerin kendilerine güveni veya sınıf bilinci

oluşacak mı derseniz. Bunun oluştuğu ülkelerdeki örnekleri

yazmalısınız. Ayrıca üniversitenin ayrıcalık değil de ayrıcalık-

sızlık olduğunu ve böyle bir yapıya dönüşmek istediğini ifade

ettiğinizde, yanınızda bir tane üniversiteli, liseli, öğretmen

Page 168: Kollektif Çöküş

168

bulamayacaksınız. Onların kapitalist düzendeki statükosu

budur. Ayrıcalık elde etme rekabetidir.

Ücretsiz, özerk bir eğitim alan öğrencinin fikirlerini kolektif

fikirlerle bir anlayış, gelenek olmayacak; o üniversite gençleri

yine Taksim Gecelerine gideceklerdir? Burada bir komedi ya-

zılmadı veya yazılmıyor. Traji komedi yazılıyor, devrimci

gençlerin ne halde olduğunu gösteriyor. Bırakın artık Batılı

üniversite öğrencileri gibi ayrıcalıklı fikirlerini eğer böyle ol-

mak istiyorsanız.

Güney Afrika‟daki maden direnişinde 34 siyahi işçiyi katleden

Beyaz Adamın (Kapitalizmin) resimlerini korsunuz

fanzinlerinize, dergilerinize. Ellerindeki sopalarla direnen si-

yahi işçilerin değil.

Kızıl Bayrak’ın “Emperyalist Savaşın Faturasını Redde-

delim” Anti-Komünistliği Üzerine

Harun Yahya sitesinde Lenin‟in yazılarını okuyanlar bile Ko-

münist olabilirken, Kızıl Bayrak‟ın bu duruşu ile de anti-

komünist oluyor yaşam böyle bir şey, materyalist.

“Bugün işçi sınıfı ve emekçiler, sermaye devletinin kestiği

savaş faturasını ödemeyi reddederek, emperyalist savaş ve

saldırganlığa karşı mücadeleyi büyütmediği sürece fatura her

geçen gün daha da ağırlaşacaktır. Bir taraftan kardeş halkla-

rın acıları büyürken öte taraftan Türkiye işçi sınıfının ve

emekçilerinin boyunlarındaki kölelik zincirleri daha da kalınla-

şacaktır.

Page 169: Kollektif Çöküş

169

Dolayısıyla önümüzdeki günlerde işçi sınıfı ve emekçiler kapi-

talist krizin ve emperyalist savaşın faturasını ödemeyi redde-

derek emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı “işçilerin birliği

halkların kardeşliği” çizgisinde mücadeleyi büyütmelidirler.”

[Şubat, 2013 Kızıl Bayrak sitesi]

Fatura ödeme olayı, kapitalist sistemde ezilenler öder, bunun

hipotezi böyle.

Emekçi emeğini satar ya da iş yeri açar bu iş yerinde günde

15 saatten fazla kalarak geçimin sağlar. Bu iki durumda da

emekçiler ve esnaflar vergileri devlete öder.

Kapitalist düzende faturayı kapitalistlere ödetmek mümkün

değildir. Bu politik bir duruştur.

Başka bir politik duruş örneği, internet faturalarını ödemeyin

deyin ve milyonlarca emekçi 1 ay internet faturalarını öde-

mesin böyle bir şey olduğunda internet kullanımı ortadan

kalkar, bu kapitalist düzen için bir sorun yaratmaz. Bu inter-

net faturalarını farklı vergilerle alır. Yani fatura almanın bir

yolunu bulur, o kadar üniversite okumuş memur ne güne

duruyor, onların bilgileri ve yetenekleri ile bu sorun çözülür.

Harun Yahya sitesinde anti-komünist propaganda yaptığını

sansa da, komünist propaganda yapmaktadır. Devrimcilerin

yazılarından alıntılar, devrimcilerin ve devrimci olmak iste-

yenlerin ufkunu zorlayacaktır.

Kızıl Bayrak‟ta komünist olduğunu söyleyip, sistem tamirciliği

yaparak anti-komünist konuma düşmektedir.

Page 170: Kollektif Çöküş

170

Yaşam Diyalektik Materyalisttir.

Yürüyüş Dergisi’nin Angelina Jolie’a Yönelik Aşağılayıcı

Ve Egemen Dille İfade Ettiği “Emperyalizmin Fahişesi”

Üzerine

Angelina Jolie ne kadar kapitalist düzenin yaşamına ve gün-

delik diline, geleneğine, yaşamına göre hareket ediyorsa,

komünistler de egemenlerin, kapitalistlerin dili, gündelik ya-

şamı, geleneği, ahlakı, kültürü, siyaseti ile hareket edemez.

Burada bireysel olarak Angelina Jolie ile komünist aynı ve bir

değildir. Eğer böyle değilse neden ikisi de aynı dili konuşuyor.

Kapitalizm daha sınıflı toplumların tarihi boyunca sınıf ege-

menliği ile şekillenmiş dilin egemen yapısı, toplumların sınıflı

yapısında niteliksel olarak kökten bir değişim yaşanmadıkça

bu egemen içeriği, ezilenler ve sömürülenler üzerindeki bas-

kıcı, uyuşturucu ve zehirleyici özelliğini koruyacaktır.

Komünistler ve komünist kurumları kullandıkları dilde nelere

dikkat etmesi gerektiğini iki kez veya daha fazla düşünerek

ve eleştirel bir şekilde yazıya dökmelidir. Bunları yaparken,

insanları aşağılamayan, şiddete, linçe yöneltmeyen bir dil

seçmelidir.

"yakın zamana kadar su ve temel gıda maddeleri kendilerine

yeterince verilmediği için kampta yaşaya Suriyeliler gösteri

yaptı. Kadınlara, genç kızlara tecavüz edildi. Bunun gibi daha

pek çok olay yaşanırken Angelina Jolie'nin bunlardan bah-

setmeyip, kampın ne kadar güzel, konforlu olduğunu söyle-

Page 171: Kollektif Çöküş

171

mesi yalandan, göz boyamadan başka bir şey değildir." (yü-

rüyüş dergisi, Eylül 2012)

"AKP'nin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin; sözde muhafaza-

kâr. "BM mülteciler yüksek komiserliği özel temsilcisi" sıfatıy-

la mülteci kamplarını görmeye gelen emperyalizmin fahişesi

Angelina Jolie ile görüşüyor." (yürüyüş dergisi, Eylül 2012)

Angelina Jolie, Birleşmiş Milletler adına oraya gidiyor ve Bir-

leşmiş Milletlerin kimin ve ne şekilde çalıştığını bilmemesi

diye bir şey yoktur. Bildiği için bunu yapıyor veya yapmıyor.

Neden mülteci kamplarını dolaştı yaşadığı villa varken. Neden

ezilenlerin acısını paylaşmış fotoğrafları çektirdi çünkü komü-

nistler enternasyonal bir sınıf bilincini oluşturamadıkları için,

ezilenler kendilerinin evlerini başına yıkan emperyalistlerle,

kapitalistlerle kucaklaşması doğaldır. Burada öfkelenecek bir

şey varsa o da öfkenin bir bireye, kadına yöneltilip linçe dö-

nüşmemesidir.

Yaşadığımız coğrafyanın katil devletin varlığını var ederken,

milyonlarca çoğunluğu yok etti, sürdü ve linç etti. Bu nedenle

bir bireye, bir gruba veya fikirleri olan insanlara yönelik ifade

de bulunurken linç kültürünü, linç dilini kullanmamalı buna

dikkat edilmelidir.

Angelina Jolie kadındır, bu kadını erkek egemen dille eleştiri,

teşhir yapılamaz. Erkek egemen dil, aşağılayıcı, küfürbaz bir

dildir. Küfürü üreten erkeklerdir bu küfürleri kadınların da

söylemesi bunun kadınların küfürü başlattığı anlamına gel-

mez. Komünist kurum kadını aşağılayan, küfür eden bir dil

kullanmamalı bunu yaparken de komünist kavramını kendi

Page 172: Kollektif Çöküş

172

adından ve mücadelesinden çıkarmalıdır. Komünistler kapita-

list toplumda kendilerini soyutlayarak yaşayamaz mutlaka bir

şekilde bu erkek egemen dili öğrendi/öğreniyordu. Erkek

egemen dili, geleneğini öğretildi diye yaşamı boyunca bunu

uygulayacağı anlamına gelmez çünkü komünist.

“Emperyalizmin fahişesi” derken egemenlerin dilini güçlen-

dirmiş oluyorlar, egemenlerin kültürünü yeniden yapılandır-

mış ve tamir etmiş oluyorlar. Fahişe derken yeryüzünde mil-

yonlarca kadının da yaşamak için bedenini kullanmasına ifade

edilen bir durumdur. Fahişe kavramını üreten egemenlerdir,

egemen erkeklerdir. Kadınlara fahişe, cadı, kız, bayan gibi

kavramlar aşağılayıcı kavramlardır; komünist kurumlar bu

kavramları kullanmamalı ve işçilere de bu kavramların neye

yol açtığını söylemelidir.

“Yeni dil” tasarlanırken ve gündelik yaşama uygulanırken,

kadınları, eşcinselleri aşağılayan kavramları, kelimeleri kul-

lanmadıkça, kadınların ve eşcinsellerin sizlere bakışları, din-

lemeleri değişecektir. Bu dinleme sizler (komünistler) aranız-

daki yabancılaşmayı kaldırmaya ve yıkmaya başlayacaktır.

Bu makalede Yürüyüş Dergisini teşhir etmek vardır, kullandığı

egemen dile yönelik bir eleştiridir. Yürüyüş Dergisi emperya-

lizmi teşhir etmeye çalıştığı yazı da kendisi eleştiriye uğra-

maktadır. Emperyalizmi anlatmak için “aşamacı devrim” an-

layışından kurtulup “sürekli devrim” anlayışı ile hareket ede-

rek bu anlatılabilir. Emperyalizm kapitalizmin “taşeronudur”

beyin kapitalizmdir.

Page 173: Kollektif Çöküş

173

Bunlar olurken, komünist kurum adındaki kurumun ne işe

yaradığını sormak gerekir. Kurum birlikte dil, davranış, eylem

ve bir yaşam ifade etmektedir. Bu yaşamın nasıl kurgulandı-

ğını, tasarlandığını Horlananlar Birliğinden günümüze kadar

devam etmektedir. Komünist kurum, kendisini ifade edecek

ve kapitalist toplumda yaşayan ezilenlerin zehirlenmiş dilini,

kültürünü ortadan kaldırmak için hareket etmek için vardır.

Komünist kurumlar varlığı daha başından itibaren kapitaliz-

min üretim ve mülkiyet ilişkileriyle şekillenmiş olan siyasal,

kültürel, ahlaki değerlerinin, toplumsal geleneklerinin, günde-

lik yaşam alışkanlıklarının ve sınıf aidiyetlerinin reddini ol-

mazsa olmazı olarak kabul eden siyasal bir perspektife da-

yanmak, eylemin ve mücadelesini bu anlayışla yerine getir-

melidir.

Sürekli Devrim Hareketi'nin, Pınar Selek'in Mahkeme

Kararına 'Yargı Rezaleti' Demesi Üzerine

Pınar Selek'i mahkemenin ağırlaştırılmış müebbet cezası

vermesi üzerine bir yazı değil, sosyalistlerin Pınar Selek'in

mahkeme kararına bakış açıları üzerine yazılan bir yazıdır.

Bu yazı Pınar Selek'e yönelik kişisel eleştiri değil, Sosyalistle-

rin burjuva düşünce özgürlüğü üzerinden Sosyalist düşünce

özgürlüğünü yorumlamasıdır.

"Bugün de yine bir yargı rezaletine tanıklık ettik. Bir başka

siyasi davada yargı bir başka muhalifin darağacını kurdu.

Pınar Selek‟in yılan hikâyesine dönen davasının son kararı

açıklandı: ağırlaştırılmış müebbet!" [Sürekli Devrim Hareketi,

Page 174: Kollektif Çöküş

174

Mahkemeleriniz Yıkılsın, Adaletiniz Batsın! Yazısından alıntı-

dır. 24 Ocak 2013]

Bolşevik olan Sürekli Devrim Hareketi de "sosyologlara" ve

"aydınlara" ceza karşısında ayrıcalık tanımak için kolları sı-

vamış durumdadırlar.

Sürekli Devrim Hareketinin başlığı devrimcidir; "Mahkemele-

riniz Yıkılsın, Adaletiniz Batsın" fakat yazının içeriğine okudu-

ğumuzda bu başlıkla çeliştiği ortadadır.

Çelişkisi bir yandan „mahkemeler yıkılsın‟ derken diğer yan-

dan mahkemenin verdiği karara 'yargı rezaleti' diyebiliyor.

İkinci çelişki 'adaletiniz batsın' derken, burjuvanın düşünce

özgürlüğünden bahsetmekte ve devrimci bir tanımdır. Yazının

içeriğinde ise bu 'ağırlaştırılmış müebbet' diyebiliyor. Bu der-

ken 'adaletiniz batsın'ı meşrulaştırıyor. Yani burjuva hukuku-

nu ve düşünce özgürlüğü ile kendi sosyalist düşünce özgürlü-

ğünün aynı yerden bakmasıdır.

Birinci açmaz şudur: Zaten toplumun çoğunluğu karşısında

ayrıcalıklı olan gazeteciler, yazarlar ve sanatçılar, bu kez de

ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılınmak istenmektedir.

İkinci açmaz ise şudur: Sosyalistlerin düşünce özgürlüğü ta-

nımı ile burjuvazinin düşünce özgürlüğü tanımı aynı yerde

buluşmaktadır.

Sosyalistlerin nazarında her şeyden önce suçun tanımı farklı

olmak durumundadır. Eğer ortada bir suç var ise, bu, kapita-

lizmin bizatihi kendi varlığıdır. Dolayısıyla da ona ve onun

Page 175: Kollektif Çöküş

175

yasalarına karşı yapılan her şey meşrudur. Bu bakımdan ona

karşı yazı yazmakta meşrudur.

Sosyalistler, suç ve ceza meselesine bu şekilde bakmadıkları

sürece, niyetleri ne olursa olsun, isteseler de istemeseler de

kaş yaparken göz çıkarmaktan kaçınamayacaklardır.

Düşünce özgürlüğü kapsamında bir kısım insanları savunalım

derken, diğerlerinin tutuklanmasını ve mahkûm edilmesini

üstü örtülü de olsa meşru kabul etmiş, kapitalist devletin suç

ve ceza hukukunu onaylamış olacaklardır.

TKP’nin Patriot Nöbeti: Komünist Parti Olmadığının

İspatı Üzerine

TKP‟nin Patriot Nöbetindeki çizgisi ve duruşu, “Bütün Ülkele-

rin İşçileri, Birleşin!” enternasyonalist sloganına karşı bir du-

ruşu da ifade etmektedir.

"Amerikan Uşağı Satılmış Tayyip", "Bu memleket bizim, Kah-

rolsun Emperyalizm", "Katil ABD, Ülkemizden Defol", "Savaşa

Geçit Vermeyeceğiz"

Türkiye Komünist Partisi (TKP) ne kapitalizmi, ne „ulus‟ proje-

sini, ne de Devletin ne olduğunu doğru anlayabilmiştir. Kapi-

talizmi anlasaydı “Amerikan Uşağı Satılmış Tayyip” sloganı

atmazdı. Tayyip egemenlerden olsa da bu slogan ırkçı, aşağı-

layıcı ve küfürbaz bir slogandır.

„Ulus‟un egemenlerin sınıfının aracı olduğunu anlasaydı “Bu

memleket bizim, Kahrolsun Emperyalizm” slogan birleştiril-

mesi ve bu sloganı söylemezdi.

Page 176: Kollektif Çöküş

176

Türkiye Devletini anlasaydı, “Katil ABD, Ülkemizden Defol”

sloganı da olmazdı. Eğer ABD bir kapitalist devlet ise, Katil-

dir; aynı şekilde Türkiye Devleti‟de Devlet ise Katildir. Burada

Türkiye Devletinin öldürdüğü milyonlarca ezilenin, Öldürenini

meşrulaştırmış olmaktadır.

“Savaşa Geçit Vermeyeceğiz” sloganı da ne Enternasyonalist

ne de Komünist bir slogandır.

Hangi savaş, bu savaş yeni mi başladı?

Ezen- Ezilen diyalektiğini anlayamamışsınız. Bu diyalektiği

anlamadan ne Devleti, Ne Kapitalizmi ne de „Ulus‟ projelerini

anlayabilirsiniz. Burada anlamak derken, bilmediğiniz anla-

mında değil, Komünist olmadığınız için anlamadığınızı söylü-

yorum.

Türkiye Komünist Partisi, Komünist Bir Parti Değildir.

TKP‟lilerde Komünist Değildir.

Yurtsever Cephe örneğiyle TKP‟nin başı çektiği bu coğrafyanın

solunun burjuva ulusalcılığı ABD ve AB karşıtlığı üzerinden

“antiemperyalizm” maskesinin ardına saklanılarak şekilleni-

yor. Bunu politik tutumlarını ve taleplerini ifade eden slogan-

larıyla ete-kemiğe bürünen duruşlarında görmekteyiz.

“IMF defol bu ülke bu halk satılık değil”, “ABD defol bu mem-

leket bizim”, “Ne ABD ne AB bağımsız Türkiye” ve benzer

sloganlarını kullanan sol çevrelerin, örgütsel ayrılıklarına ve

aynı sloganları kullanırlarken ki aralarındaki nüans farklılıkla-

rına rağmen hepsini aynı zeminde buluşturan ortak payda;

Page 177: Kollektif Çöküş

177

ideolojik olarak bu ulusalcı ve yurtsever temele sahip olmaları

ve politik olarak bu temel üzerinden hareket etmeleridir. İş-

te; siyasal ve sınıfsal kökleri itibariyle burjuva kavramlar olan

ulus devlet, yurtseverlik-vatanseverlik, ulusal savunma-

anayurdun savunulması, ulusal bağımsızlık gibi argümanların

bu coğrafyanın solunun siyaset yöntemine ve diline pelesenk

olması, onu burjuva siyasetin ve burjuva demokrasisinin ek-

seninde tutmakta, bu durum ise kapitalizme nefes aldıracak

yeni refleksler kazanmasına hizmet sunmaktadır.

Neresinden bakılırsa bakılsın ulusal alan, uluslararası karakte-

re sahip sermayenin hem en güçlü ve güvende olduğu alandır

ve hem de karşıtı olan ve olabilecek olan güçleri içine hapse-

dip uyuşturan bir tuzaktır. Nasıl ki sınıflı toplumların ortaya

çıkışından bu yana din, egemenlerin çıkarları için ezilenleri

uyuşturan bir afyonsa, kapitalizmin egemenliği altında da

yurtseverlik benzer bir işlev görür. Ezilen-sömürülenler ara-

sında yurtseverlik bilincinin hâkim bilinç olarak örgütlenmesi

kapitalistler lehine iki önemli sonuç yaratır. Birincisi; farklı

uluslardan ezilen-sömürülenlerin çıkarlarını birbirinden ayrış-

tırır. Böylece her ulusun kendi çıkarlarını diğerinin üstünde

görmesine, gerektiğinde zorla elde edilmesine, dolayısıyla da

birbirlerine düşmanlaşmasına yol açar.

İkincisi; ulus devletlerin sınırları içine hapsedilmiş, kapitaliz-

min yarattığı mağduriyet ve yoksulluk altında yaşayan ve

birbirlerine karşı yabancılaştırılarak düşmanlaştırılan farklı

uluslardan ezilen-sömürülenlerin birbirlerine karşı ortak du-

yarlılık ve sorumluluk hissetmeleri ve kader birliği yapabilme-

leri olanaklı olmaz.

Page 178: Kollektif Çöküş

178

Bu durumda; ezilen-sömürülenler arasında ortak düşman

burjuvaziye karşı onları birleştirecek sınıf bilincinin ortaya

çıkması ve kapitalizmi yıkmayı hedefleyecek enternasyonalist

karakterde bir mücadelenin örgütlenebilmesi de olanaklı ol-

maz. Kapitalizmin egemenliği altında ulusal bilinçle uyuştu-

rulmuş ve bilinçleri zehirlenmiş olan farklı ülkelerin ezilen-

sömürülenleri, ancak kendileri için sınıf olma bilinciyle zehir-

lenmiş “bilinçlerinden” kurtulabilir, kendi sınıf çıkarları için

birleşerek kader birliği yapabilir ve ortak düşman olan burju-

vazinin emperyalist-kapitalist düzenine karşı dövüşebilirler.

Page 179: Kollektif Çöküş

179

Page 180: Kollektif Çöküş

180

Page 181: Kollektif Çöküş

181

Page 182: Kollektif Çöküş

182

“Gerçek olan her zaman somuttur” Lenin

Diyalektik bir bilgi teorisi, bir bilgi aletidir. Bu teorideki pra-

tikle bağlantılıdır. Pratikteki analizler ve değerlendirmeler,

teorinin içerisindeki konuları değiştirme durumlarını oluştu-

rur.

Teori-pratikte çöküş durumları da yaşanabilir. Bu durumlar

kolektif yeniden düşünülerek ve eleştiri, özeleştiri kültürünün

geleneğiyle, somut ve gerçekçi bilgilerin tartışılmasıyla olu-

nur. Yani Çöküş sağlanmalı ve bu Çöküş‟ün yerine eleştirilen

ve tartışılanların konmasıdır.

Kollektif Çöküş‟ün nedeni teorinin ve teorilerin bütünselliği ile

alakalı yoksa içerisindeki konularla mı alakalı olduğu çözüm-

lenmeli.

Kollektif Çöküş aslında bizlere, kopyalamaların geçen zaman-

da değiştiğini anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bu durum-

da kopyalama yöntemlerle değil, canlı ve heyecanla Kollektif

Çöküş‟ün çelişkisinin oluşturulması gerekmektedir.

Kollektif Çöküş‟ün temelinde çelişki, hareket, hayat ve varlık

vardır.