Bir Çöküş Sürecinin Anatomisi_Lütfullah Kutlu_4 Haziran 2013
Kollektif Çöküş
-
Upload
aykut-sahin -
Category
Documents
-
view
244 -
download
9
description
Transcript of Kollektif Çöküş
Aykut Şahin
Kollektif Çöküş
2
Aykut Şahin
Kollektif Çöküş
“Kollektif çöküşü sağlamadan kolletif
hareket yaratılamaz.”
3
4
Hiçbir hakkı saklı değildir.
Bu yayında yer alan görüşler ister kaynak gösterilerek
ister gösterilmeyerek bu yazıların hepsi çoğaltılabilir
ve her şekil altında kullanılabilir.
5
İsimlerini Bilmediğimiz Devrimcilerin Anısına…
6
İçindekiler
1.Bölüm: Kollektif Çöküş‟ün Nedenleri Üzerine
Kitap Arka Kapağındaki Not .............................. 12
Saat Nedir, Ne İşe Yarar? .................................. 13
Yeni Gine, Eski Yeni Gine Değil ........................... 18
Çocukların Oyuncakları Üzerine .......................... 27
“Devrimci Müzik” Saçmalığı Üzerine .................... 32
Avrupa Birliği Ülkelerin, “Sakallı” ve “Başörtülü” İşçileri, İşten
Atma Yöntemleri Üzerine .................................. 33
Sanat “İlerici” Veya “Gerici” Olur Mu? .................. 35
Demokrasi Eşitsizliktir. ...................................... 43
İşçilerin Fabrika da 1 Ocak Akşamı Eğlenceleri ..... 45
Yunanistan'daki Seçimleri, Ayrıcalıklı İşçiler Kazandı.. 47
“Hillary Clinton Defol” Demek Irkçılıktır ve Beyaz Adam Gibi
Konuşmaktır. ................................................. 50
“Sevgili”si İçin Kopardığı Gül Öldü ...................... 52
“Tasmalı” Köpekler Üzerine ............................... 55
“Komünist Manifesto Eleştirilemez” Diyenlere Açık Mektup
...................................................................... 56
7
1 Mayıs 2012‟de “Leningrad” St. Petersburg‟a Teslim Oldu.
...................................................................... 58
305 Yıl Önce [1] Sir Clowdisley Shovell‟in Ölüm Nedeni Yerli
Kadının Yaşamını Tehdit Etmesidir. .................... 60
Ayrıcalıklı Sanatçı Fazıl Say'a Destek Veren Komünistler Üze-
rine ................................................................ 62
BDP Kadın Meclis‟i Erkek Egemenliğine Saldırıyor.
...................................................................... 64
Bedaş İşçilerin Gazi Barajındaki “Etiği” Zehirlidir 67
Cezayirdeki Operasyonda “Batılı” Öldürülürse ……69
Devekuşu Ayakkabısının "Canlı" Üretilme Tarzı Üzerine
...................................................................... 72
Ezilenlerin İdeoloji‟sinde “Hırsız” ........................ 73
Genel Af Tartışması........................................... 74
Güney Afrika‟da 34 Siyahî İşçiyi Unutmayacağız. 76
Hugo Chavez, İsrail Büyükelçisini Kovduğundan Irkçıdır. 77
İşçilerin İlk Reflekslerinden Protesto, Komünistlerin Refleksi
Olamaz. .......................................................... 79
Komünist Ölmüşse, İbadethanelerden Kaldırılamaz. 81
8
Modern Bilim, Ar-Ge ve Patent Üzerine ............... 84
Mültecilerin Evleri Yok, Manchester‟da 193 Yıl Önce İşçilerin
Evleri Yoktu. ................................................... 91
Ölümsever “Komünistler” Yaşamaktan Korkandır 92
Papa 16. Benediktus‟a Twitter'da Devrimcilerin Soru Sorması
Etiksel Değildir. ............................................... 96
Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlarda “Sanat” 97
Stadyumda Solculuk Dansı ................................ 106
Taksim‟deki İki Bolşevik‟in Heykeli Neden Yıkılmıyor? 108
Üniversite Öğrencileri İle Komünist Gençlerin Talepleri Bir Ve
Aynı Olamaz. .................................................. 109
Yaşasın Halkların Kardeşliği Diyen Komünistlerin Unuttuğu;
Komünist Siyasi İradedir. .................................. 111
Yoldaş! Yoldaş‟ın Çocuğuna Bakabilir Misin? ........ 112
Komünistlerin Çocukları için "21 Koşul" .............. 113
Yunanistan‟daki Genel Grev, Sınıf Mücadelesi Değildir. 116
“İşçi Kıyımı” Demek, Ekonomist Reformculuktur. 120
"1 Mayıs" Afişi Cinsiyetçidir ................................ 122
Ateistin Gündelik Bakışı .................................... 123
9
Avrupa Birliği, Mültecileri Öldürmek İçin Frontex‟e Milyarlarca
Avro Harcıyor. ................................................. 125
Avrupa‟lı Sosyalistler Kadın İşçiler Konusunda
Proudhon‟cudurlar ............................................ 129
Beyaz Adam‟ın Sinema Filmlerinde de İşgal Etme ve Yabancı-
laşma Üzerine ................................................. 130
Bilinçli Heykelin Soyut Canlanması ...................... 132
Devrimci “Şehitler” Ölümsüzdür Üzerine Politik Kültürü Tar-
tışmak ............................................................ 133
Devrimci Dergi Çıkaranlar, Neden Kürtçe Sayı Çıkartmıyorlar?
...................................................................... 136
Fokun Tutuşu ................................................... 137
Kameraman‟ın Kamera İle Kadın Spiker‟i Taciz Etmesi 139
Mahalle Halkı Yani “Sakinlerin” Irkçı Sloganı “Okmeydanı
Sulukule Olmayacak” ....................................... 140
Yunanistan‟daki İşçilerin Belediye Bina İşgalleri Siyasi Değil-
dir. ................................................................ 142
Venezuella‟daki Hugo Chavez‟e Destek Veren Komünistler
Üzerine ........................................................... 144
Türkiye Solu Oblomovcudur. .............................. 146
Mumia Abu-Jamal'a Mektup Yollayabilseydim. ...... 151
10
2. Bölüm: Kollektif Çöküş‟ün Somut Belirtileri –Solculara
Eleştiri-
“Müjde” Değil Kazanım Yazısına Eleştiri .............. 152
AKP Burjuva Hükümetini Göreve Çağıran UİD-DER‟in “İşçi
Ölümlerini Durduralım!” Kampanyası Üzerine ....... 155
ESP'nin Çalışma Bakanının İstifasını İstemesi Sistem Tamirci-
liğidir. ............................................................. 159
İşçi Mücadele Derneği‟nin 14 Haziran 2012‟de İnternet Site-
sinde Yayınlanan “Avrupa‟daki Emekçilerin Keyfi Tıkırında
Diyenler” Konu Başlıklı Yazısı Üzerine ................. 160
Kapitalizme Rağmen Okullarda, Üniversitelerde Özerklik İs-
temi Üzerine ................................................... 163
Kızıl Bayrak‟ın “Emperyalist Savaşın Faturasını Reddedelim”
Anti-Komünistliği Üzerine .................................. 168
Yürüyüş Dergisi‟nin Angelina Jolie‟a Yönelik Aşağılayıcı Ve
Egemen Dille İfade Ettiği “Emperyalizmin Fahişesi” Üzerine
...................................................................... 170
Sürekli Devrim Hareketi'nin, Pınar Selek'in Mahkeme Kararına
'Yargı Rezaleti' Demesi Üzerine........................... 173
TKP‟nin Patriot Nöbeti: Komünist Parti Olmadığının İspatı
Üzerine ........................................................... 175
11
12
1.Bölüm: Kollektif Çöküş’ün Nedenleri
Üzerine
Kitap Arka Kapağındaki Not
“Gerçek olan her zaman somuttur” Lenin
Diyalektik bir bilgi teorisi, bir bilgi aletidir. Bu teorideki pra-
tikle bağlantılıdır. Pratikteki analizler ve değerlendirmeler,
teorinin içerisindeki konuları değiştirme durumlarını oluştu-
rur.
Teori-pratikte çöküş durumları da yaşanabilir. Bu durumlar
kolektif yeniden düşünülerek ve eleştiri, özeleştiri kültürünün
geleneğiyle, somut ve gerçekçi bilgilerin tartışılmasıyla olu-
nur. Yani Çöküş sağlanmalı ve bu Çöküş‟ün yerine eleştirilen
ve tartışılanların konmasıdır.
Kollektif Çöküş‟ün nedeni teorinin ve teorilerin bütünselliği ile
alakalı yoksa içerisindeki konularla mı alakalı olduğu çözüm-
lenmeli.
Kollektif Çöküş aslında bizlere, kopyalamaların geçen zaman-
da değiştiğini anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bu durum-
da kopyalama yöntemlerle değil, canlı ve heyecanla Kollektif
Çöküş‟ün çelişkisinin oluşturulması gerekmektedir.
Kollektif Çöküş‟ün temelinde çelişki, hareket, hayat ve varlık
vardır.
13
Saat Nedir, Ne İşe Yarar?
Gündelik hayatın kapitalist ekonominin işleyebilmesi için saat
önemli bir araçtır. Yemek, uyku bir ihtiyaçta saat ihtiyaç mı-
dır?
Saat yeryüzündeki işçilerin uyumasını, uyanmasını, çalışma-
sını, otobüse koşmasını, servis aracının beklemesini, yemek
yemesini, eğlenmesini vs. insan etkinliklerini; kapitalist düzen
tarafından “kontrol” altına alınmasını, denetlenmesini ve di-
siplin edilmesini sağlayan bir araçtır.
Kapitalizm Antonio Gramsci‟ye göre salt şiddet, siyasi ve
ekonomik zor yoluyla değil aynı zamanda ideolojik olarak
burjuva değerlerinin herkesin „ortak düşüncesi‟ haline geldiği
egemen kültür yoluyla da yönetiliyordu. Böylece bir uzlaşma
kültürü gelişiyor ve işçi sınıfındaki kişiler kendi iyiliklerini bur-
juvazinin iyiliğiyle özdeşleştiriyor, karşı çıkmak bir yana sta-
tüko mevcut durumun devamına yardımcı oluyorlardı [1]
Saat Her Mekâna Girdi.
Cebimizde veya çantamızda taşıdığımız cep telefonlarında,
bilgisayarlarda, otomobillerde, evde, işte, okulda, hastane
de, mutfakta, oturma odasında çalar saat ve bir sürü saat
çeşidi bulunmaktadır.
Saatlerin Üretilmesi ve İcat Edilmesi
Günümüzden 642 yıl önce [2] Kral V.Charles, Paris‟in birçok
yerine “saat kuleleri” inşa ettirmiştir.
14
Tüm Paris halkının özel, ticari, endüstriyel etkinliklerini bu
saat dizgisine göre uydurmaları ve Paris‟teki kiliselerinde çan-
larını bu saate göre çalmaları buyrulmuştur.
Günümüzden yüzyıllar önce saat kuleleri ile başlayan ve üre-
tilen saatler; günümüzdeki aile de “çalar saat” icat edilmiştir.
Bu icadı yapanlar kapitalist sistemin paralı veya “parasız”
okullarında yetiştirilmiş mühendisler vs. icat etmiştir.
Sabahları saatin çalmasıyla birlikte kapitalist sistemin örgüt-
lediği kurumlar da uyanır. Bu kurumlar aile kurumu, babalık
kurumu ve annelik kurumudur. Aile kurumu sınıflı toplumla
erkek egemenliği tarafından kadınların silahları elinden alına-
rak kuruldu. (başka nedenlerde vardır)
Kapitalist düzende bu sınıflı toplumun geleneğini, halkın de-
ğerlerini savunmaya devam ediyor. Bu sebeple aileyi “kutsu-
yor” ve oyun başlıyor.
Bir kadın ile bir erkek devletin kurumlarında evlenerek, aile
kuruyor ve aile sözleşmesi de başlıyor. Bununla birlikte er-
kek, babalık kurumu ile birlikte “kan bağı” üzerinden baba
oluyor, çocuğu ve karısı onun mülkiyetine giriyor. Evlenen
kadına ise annelik kurumu veriliyor, anne de “kan bağı” üze-
rinden “kendi çocuğuna” bakıyor.
Anne çalar saatlin çalmasıyla bir saat erken uyanma “özgür-
lüğüne” kavuşuyor. Kahvaltıyı hazırlayıp, kocasını uyandırıyor
ve giydiriyor. Yani “işe hazırlıyor”. Bu da öğretilmiş sevgi ile
yapılıyor.
Egemen Dildeki Atasözleri ve Deyimler Üzerine
15
Egemen sınıfın kullandığı bir de dil vardır. Bu dili ezilenlerde
kullanmaktadır.
Atasözleri:
Her şeyin bir zamanı vardır.
Ne oldum dememeli. Ne olacağım demeli
Terazi tartıyla, her şey vaktiyle
Zaman sana uymazsa sen zamanı uy
Deyimler:
Saat bu saat: En uygun zaman, an.
Saat tutmak: bir işin ne kadar süreceğini saate bakarak bek-
lemek
Sabahın köründe: ortalık aydınlanmadan, erkenden.
Yaşadığımız Mekânlardaki Saatleri Kaldıralım
Evdeki, salondaki saatleri kaldıralım bir daha duvara saat
koymayalım. Vapura binmeden önce vapur iskelesindeki saa-
te bakmayalım. Okuldaki, hastanedeki saatleri de kaldıralım.
Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlarda Geronimo zengin
olmak istiyordu. Apaçi kabilesindeki insanlar Geronimo‟nun
bu isteğini reddetti. Apaçi kabilesinin geleneğinde zengin-
fakir olmak yoktur. Kuzey “Amerika” Apaçi kabilesinde dev-
lette yoktu.
16
Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumda saatin icat edildiğine
dair bir veri yoktur. Yaşamlarını, gündelik hayatlarını saatin
hareketin, tik taklarına; sabah beş, öğlen on iki, akşam on
olmasına göre ayarlamıyorlardı. Canları istediğinde günde 3
saat çalışıp, üretilenleri günlerce şenliklerde tüketiyorlardı.
Yani günlerce ve haftalarca çalışmadan yaşıyorlardı. Yoksul-
luk nedir bilmiyorlardı.
Kapitalist toplumlarda saat ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç ola-
rak gösterilip, bağımlılık olarak araçsallaştırıp içselleştirdiler.
Evlenmeyen kadınlar, bir saat erken kalkmak zorunda kalmı-
yorlar.
Devrimci Bürolarda Saat Olmamalı
Devrimci büroya işçi, işsiz, güvencesiz, vasıfsız bir insan gel-
diğinde farklı bir izlenimle karşılaşırlar.
Kitapların çok olması,
Siyasi dergilerin ve kitapların kitaplıklarda olması,
Komünistlerin resimlerinin olması,
İşçilerin sınıf mücadelesini anlatan resimlerin olması.
Bu farklılıkları “bozan” bir saat var yoldaşlar. Bu saatin kırıl-
ması, çöpe atılması gerekmektedir.
Bir komünist işin ve çalışmanın işçileri köleleştirdiğini bilip,
hatta ücretli köleliği yıkmak isteyip { Kahrolsun İş} diyorlar-
17
sa. Bürolarında, yaşadıkları mekânlarda saat bulundurmaları
politik kültür olarak yanlıştır.
Gündelik yaşamın yeniden üretimi belirli bir zamanda ve me-
kân da olur. Yeniden üretim toplumsal ve doğal yaşam tara-
fından belirlenir. Sınıfsal yeniden üretimin sürekliliği de kapi-
talizmin tarihsel istenci ve eylemidir.
Kapitalizm emeği ücretli-emek olarak kurgularken, emeğin
değerini belirli bir zamandaki artık-değer yaratması biçiminde
kurar, kurgular. Zamanın ölçülebilir, değer biçilebilirlilik dö-
nemi kapitalizmle birlikte belirgin olarak ortaya çıkmıştır.
Zaman ölçülür, kurgulanır, düzenlenirdir artık kapitalizmle
birlikte.
Bu düzenleme sürecini, sermaye kendini yeniden birikim bi-
çiminde üretmektedir. Kapitalizm evrensel bir sistem olma-
sında da zamanı kurgulaması, kâr hırsının doğal sonucudur.
Üretim, dolaşım, tüketim sürecinin daha hızlı işleyebilmesi
için üretim araçlarının ve ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi
gerekir. Sermayenin düzenlenme süreci sermaye içi çatışma-
lardan dolayı ve sınıflar arası biçiminde olabilir. Bu haliyle
zaman, kapitalizm de artık-değer yaratma, biçimdir.
O halde komünistler yeryüzündeki bütün saatleri kaldırmalı
ve Kahrolsun İş diyebiliyorlarsa o vakit ücretli köleliği de kar-
şıdırlar.
Açıklayıcı Notlar
[1] Antonio Gramsci- Vikipedi internet
18
[2] 2012 yılı, Beyaz adamın zaman ölçüsüne göre
Yeni Gine, Eski Yeni Gine Değil [1]
Ölüm ve yaşam, sömürgeciler Yeni Gine‟deki insanları tüfek-
leri, mikropları ve çelikleri ile öldürdüler.
Ölüm ve yaşam, Yeni Gine‟de oranın Yerlileri yine yaşıyor.
Ölüm ve yaşam, Yeni Gine‟ye giden Batılı sömürgeciler, sıtma
ve tropik hastalıklardan öldüler, sonrakiler hastalığın tedavi-
sini bulduğundu 1960 [2] yılına gelinmiş oldu
Ölüm ve yaşam, Batılı sömürgeciler Yeni Gine‟deki „zenginlik-
leri‟ Batıya taşıdılar.
1)Yeni Gine’ye Batılı Sömürgeciler Nasıl Yerleşti?
1511 yılına, yani Portekizlilerin Moluccas'a geldiği ve Endo-
nezya‟nın ilerlemeler kervanının önünü kestiği zamana kadar
böyle bir şey olmadı. Bundan kısa bir süre sonra Avrupalılar
Yeni Gine'ye geldiğinde oradaki insanlar hâlâ obalar ya da
tamamen bağımsız küçük köyler halinde yaşıyor, hâlâ yont-
ma taş aletler kullanıyorlardı [3]
Yeni Gine'yi Portekizli bir gemici 1526'da "keşfetti". Hollanda
1828'de batı yarısı üzerinde hak iddia etti, Britanya ile Al-
manya 1884'te doğu yarısını bölüştüler. İlk gelen Avrupalılar
kıyıya yerleşti, iç bölgelere yayılmaları uzun zaman aldı, ama
1960'ta Avrupa yönetimleri Yeni Gine'nin büyük bir bölümünü
siyasal denetimleri altına aldılar.
19
Avrupalılar 1930'larda uçakla yüksek bölgelerin üstünde ilk
uçtuklarında aşağıda Hollanda manzarasına benzer bir man-
zara görünce çok şaşırmışlardı. Ormanları tamamıyla yok
edilmiş geniş vadilerde benek benek köyler vardı, bütün vadii
tabanı yoğun yiyecek üretimi için kullanılan, suyu kurutulmuş
ve çevresine çit çekilmiş tarlalarla kaplıydı. Bu manzara
yontma taş aletlere sahip çiftçilerin yüksek bölgelerde yoğun
nüfus düzeyine ulaştıklarının bir kanıtıdır [4]
2)46 Bin Yıllık Geçmişi Olan Yeni Gine
Yeni Gine ve Avustralya topraklarındaki yerleşimin ilk olarak
sallar ve kanolarla Asya‟dan Endonezya Adaları üzerinde do-
ğuya doğru hareket eden insanlar tarafından bundan 46 bin
yıl önce oluşmaya başladığı ortaya çıkmıştır.
Avustralya'nın hemen kuzeyinde büyük bir ada olan Yeni Gi-
ne'nin toprakları ekvator boyunca uzanmaktadır, bu nedenle
düzlük arazileri sıcak tropik yağmur ormanları ile kaplıdır,
ancak dağlık iç kesimler beş kilometre yüksekliği olan buzul
kaplı dağlarla sonlanan küçük tepeler ve vadilerden oluşmak-
tadır.
Birkaç ağaç kümeleriyle dolu açık vadiler, sulama ve drenaj
arklarıyla birbirinden ayrılmış göz alabildiğince uzanan düzen-
li şeklide planlanmış bahçeler sıra halinde dizilmiş ve dik ya-
maçlar ve koruma amaçlı çitlerle çevrili köyler.
Burada yaşayanların taro, muz, Hint yer elması, şeker kamı-
şı, tatlı patates yetiştirip, tavuk ve domuz besleyen çiftçiler
olduğunu öğrendiler.
20
Bu büyük birliklerin (ve diğer küçük) ilk dört tanesinin Yenii
Gine'nin içindeki yerliler olduğunu, Yeni Gine tepelerinin dün-
yada yalnızca dokuz tane olan bağımsız bitki ehlileştirme
merkezlerinden biri olduğunu ve 7 bin yıldan bu yana bu top-
raklarda tarım yapıldığını ve bunun sürdürülebilir gıda üretimi
alanında dünyanın en uzun süreli deneyimi olduğunu artık
biliniyor.
Üstü sazdan yapılmış kulübelerde yaşıyorlar, birbirleriyle kro-
nik olarak savaşıyorlardı, başlarında herhangi bir kral, hatta
şef bile yoktu, okuma yazma bilmiyorlar, ağır yağmur altında
soğuk koşullarda bile çok az veya hiç kıyafet giymiyorlardı.
Hemen hemen hiç metal kullanmıyorlar ve aletlerini metal
yerine taştan, tahtadan ve kemikten yapıyorlardı. Örneğin
ağaçları taş baltalarla kesiyor, bahçeleri ve olukları ahşap
sopalarla kazıyor ve birbirleriyle ahşap mızraklar ve oklar ve
bambu bıçaklar kullanarak savaşıyorlardı. [5]
3)Yeni Gine’de Karşılıklılık ve Akrabalığa Dayalı Top-
lumsal Mevki
Toplumsal mevkinin ve liderliğin başlatıcısı bir mekanizma
olarak ekonomik dengesizlik, cömertliğin ve genelleşmiş kar-
şılıklılığın oluşmasında kilit önem taşır. Henüz karşılığı veril-
memiş bir hediye, öncelikle “kişiler arasında bir şeyler” yara-
tır: En azından karşılık verme zorunluluğu ortadan kalkana
dek, ilişkide bir süreklilik ve dayanışma meydana getirir.
İkincisi, hediyeyi alan kişi, üzerine “borçluluk gölgesinin düş-
mesiyle” birlikte veren kişiyle ilişkilerinde belirli kısıtlamalara
maruz kalır.
21
Kendisine fayda sağlanan kişi, bu faydayı sağlamış olan kişiy-
le ilişkilerinde barışçı, ihtiyatlı ve duyarlı bir tutum içine girer.
Gouldner, “karşılıklılık normunun… Birbiriyle ilişkili iki asgari
talep oluşturduğuna” dikkat çeker: “ (1) insanlar kendilerine
yardım etmiş olanlara yardım etmelidir, (2) insanlar kendile-
rine yardım etmiş olanlara zarar vermemelidir” (1960, s.171)
Bu talepler Yeni Gine‟nin dağlık bölgelerinde, Peoria ovaların-
da olduğu kadar zorlayıcıdır: “[Gahuka-Gama halkı arasında]
hediyelerin karşılığı verilmelidir.
Hediyelere bir borç oluşturur ve bu borç ödenene kadar süre-
ce dahil olan bireyler arasındaki ilişkiler dengesiz bir durum-
dadır.
Borçlu, kendi üzerinde böylesi bir avantaja sahip olanlara
karşı ihtiyatlı davranmak zorundadır, aksi halde gülünç du-
ruma düşme riskiyle karşı karşıya kalır” (Read, 1959, s.429)
Cömert adamın payına düşen saygınlığı bir yana bırakırsak,
cömertlik yararlı bir şekilde liderliği başlatan bir mekanizma
olarak işlev görür, çünkü yandaşlık yaratır. Denig, yükselme
arzusu içindeki Asinibo hakkında yazarken, “zenginlik… Tıpkı
başka vesilelerle her yerde olduğu gibi burada da ona arka-
daşlar kazandırır”der (Denig, 1928-29, s.525) [6]
4)Yeni Gine’de Biriken Yiyecek Şenliklerle Herkese Da-
ğıtılırdı.
Sahlins, Büyük Adam'ın karakteristiklerini kişisel güç, edinil-
miş statü, sadık bir yandaş grubunu cezp etme yetisi ve nu-
tuk çekerek yandaşlarına istediklerini yaptırabilmek olarak
22
özetlemektedir; bir kahraman olarak liderlik özelliği yoktur,
savaşta, büyücülükte, kâhinlikte ve bahçecilikte maharetlidir.
Buna doğallığında becerikli bir arabulucu olmasını da ekleye-
biliriz.
Ekonomik ve siyasi manipülasyonlarının amacı mal biriktir-
mek, bunu ayin ve ziyafetlerle dağıtmak, böylece cömert bir
adam olarak prestij kazanmaktır. [7]
5)Toprağı Verimleştirme Yöntemi
Bu yeni Ginelilerin yılda 10 metre yağmur alan, sık sık dep-
remlerin oluştuğu, toprak kayması ve (daha yükseklerde)
don görülen topraklarında binlerce yılda deneme yanılma
yöntemiyle geliştirdikleri tekniklerden sadece biridir.
Özellikle yeterince gıda üretebilmek için çok kısa nadas dö-
nemi hatta sürekli ekim gerektiren yüksek nüfus yoğunluğu-
na sahip topraklarda toprağın verimliliğini sürdürebilmek için
her 0,4 hektar toprağa 16 tona kadar yabani ot, çim, eski
üzüm asmaları ve diğer organik maddeler ekliyorlardı.
Toprağın yüzeyinde gübre olarak, nadasa bırakılmış toprak-
lardan kesilmiş sebzeleri, yangınlardan toplanmış kül ve çö-
pü, çürük kütükleri ve tavuk gübresi kullanıyorlardı. Su sevi-
yesini alçaltmak ve suyun birikmesini engellemek için tarlala-
rın etrafına arklar kazıyor ve kazdıkları bu arklardan çıkan
organik gübre artıklarını toprak yüzeyine taşıyorlardı. Fasulye
gibi atmosferik nitrojenle birleşen baklagil türünden gıda
ürünleri, diğer ürünlerle birlikte dönüşümlü olarak ekiliyordu.
6)Kasuarinalar (Demir Ağaçları)
23
Binlerce yıllık boyunca yapılan tarım ile birlikte birçok bölgede
ağaçlar yok edildi.
Bu ağaç grubunun Yeni Gine tepelerine has bir türü de, dağlık
arazide bulunan birkaç milyon ağacın doğal yollardan dere
kenarları boyunca yayılan tohumlarını naklederek yetiştirdik-
leri kasuarina oligodondu.
Bu bölgede yaşayan dağlılar birkaç başka ağaç türünü de
aynı şekilde yetiştiriyordu, ancak kasuarina en çok kullandık-
ları türdü.
Kasuarinaların dağlık bölgelere taşınarak ekilmesi öylesine
geniş ölçüde yapılan bir uygulamaydı ki, artık tarlalarda gele-
neksel tarımda olduğu gibi mahsuller yerine ağaçların yetişti-
rilmesi anlamına gelen (Latince‟de sırasıyla ormanlık alan,
tarla ve ekim anlamına gelen silva, ager ve cultura kelimele-
rinden türetilmiş) “silvikültür” olarak adlandırılmaktaydı.
Bu tür hızla büyür. Ahşabı ise kereste ve yakıt olarak bir ve-
rime sahiptir. Nitrojen bağlaması yapan kök nodülleri ve bol
miktarda yaprak dökmesi toprağa bol miktarda nitrojen ve
karbon katkısı sağlamaktadır.
7)Sulama Kanalları
7 bin yıl öncesine ait sulama kanalların görülmesi dağlık böl-
ge tarımının kökenine ilişkin işaretler göstermektedir.
Birbirinden 804 km uzakta iki vadi olan batıdaki Bailem Vadisi
ve doğudaki Wahgi Vadisi‟nde neredeyse aynı anda çok sayı-
da Kasuarina poleninin ortaya çıktığı yaklaşık 1200 yıl önce-
24
sinden bu yana orman polenlerinin sayısı ormanlara ait olma-
yan polenlerle karşılaştırıldığında düşmeye devam etmekte-
dir.
8)Batılıların Yeni Gine Tarımına Müdahalesi ve Tarımın
Yıkıma Uğraması
Örneğin Avrupalı tarım danışmanlarından biri ıslak bir alan-
daki dik yamaçlardan birinin üzerinde kurulu bir Yeni Gine
tatlı patates tarlasında yamaçtan aşağıya doğru dümdüz akan
dikey drenaj olukları olduğunu gördüğünde gerçekten dehşe-
te kapılmıştı.
Köylüleri yaptıkları bu büyük hatayı düzeltmeleri ve bunun
yerine Avrupai uygulamalara uygun şeklide sınırlar boyunca
yatay olarak devam eden oluklar yapmaları konusunda ikna
ettiler. Köylüler yaptıkları olukların yönünü değiştirince, bu-
nun sonucu olarak olukların arkasında suyun biriktiğini ve bir
sonraki yoğun yağmur yağışında oluşan toprak kaymasının
bütün bahçeyi yamaçtan aşağı kaydırarak nehrin içine taşıdı-
ğını gördüklerinde şaşkına uğradılar. İşte tam da bu sondan
kaçınmak için, Yeni Gineli çiftçiler Avrupalıların gelişinden çok
önce, tepelerde oluşan yağmur ve toprak koşullarında dikey
oluklar kullanmalarının ne denli faydalı olduğunu öğrenmiş-
lerdi.
Batılıların gelmesi ve nüfus oranını artması ile çocukların öl-
dürülmesi arasında bir ilişki var mıdır?
Batılılar, sınıflı topluma geçmemiş kabileler ve diğer oluşum-
lara yönelik yaptıkları iğrenç deneyleri de anlatan olacak mı?
25
Bu deneylerde ilaçlar kullanılıp, kabilede yaşayan insanlar
öldürülüyor, sakat bırakılıyor.
“Avrupalı olası göçmenleri engelleyen son bir şey de Avrupa
tarım bitkilerinin, hayvan varlığının, geçim yöntemlerini, Yeni
Gine'nin doğal çevresi ve iklimi içinde her yerde başarısız
olmasıdır. Balkabağı, mısır, domates gibi Amerika'dan gelen
tropik tarım bitkileri bugün küçük miktarlarda yetiştiriliyor,
kahve ve çay tarımı işletmeleri Papua Yeni Gine'nin yüksek
bölgelerinde iyice benimsenmiş durumda ama buğday, arpa,
bezelye gibi Avrupalıların temel tarım bitkileri burada tutu-
namadı. Yeni Gine'ye sokulmuş olan sığır ve keçi az sayıda
üretiliyor ve tıpkı Avrupalı insanlar gibi tropik hastalıklardan
zarar görüyor. Yeni Gine'deki yiyecek üretimine Yeni Ginelile-
rin yüz binlerce yıl içinde kusursuzlaştırdıkları tarım bitkileri
ve tarım yöntemleri egemen” [8]
9)Sömürgeciler Yeni Gine’ye Tatlı Patates Getirdi.
İspanyollar tarafından Filipinler üzerinden Yeni Gine‟ye ulaşan
ve Güney Amerika‟dan getirilen tatlı patates Yeni Gine‟nin
yüksek bölgelerinde baş ürünü olan taronun yerini aldı.
Çünkü daha kısa zamanda yetişiyor, dönüm başına daha fazla
ürün veriyor olmasıdır.
10)“Batılı Keşif” Kavramı
Bir kelimenin önüne batılı koyarsanız, mutlaka burada bir
pisliğin ve bir pislik bir şeyin oluştuğunun kokusudur.
26
“batılı keşif”lerde amaç yeni sömürgelerin, yeni talanların,
yeni soykırımların, yeni ticari alanların açılmasıdır. Yer altı,
yer üstü ve insan emeğinin ürettiği artıkdeğerlerin batıya
taşınarak, zenginliğin batıda birikmesidir.
11)Batılı Sömürgecilerin Yeni Gine’deki Belası: Sıtma
1880‟lerde Fransız Marki ile Rays‟in yakın adalardan New
Ireland‟e yerleşmesi ile üç yılda 1000 sömürgeciden 930‟u
sıtma ve öteki tropik hastalıklardan dolayı öldüler.
12) Açıklayıcı Notlar
[1] Yeni Gine'deki insanların yaşamı ve gündelik hayatına
Batılı emperyalistler, kapitalistler müdahale etmiştir. Bu mü-
dahale sonucu Yeni Gine, Eski Gine değildi artık.
[2] Beyaz adamın zaman ölçüsüne göre
[3] Tüfek, Mikrop ve Çelik- Jared Diamond – Sayfa 411
[4] Aynı kitap- sayfa 401
[5] Çöküş, Jared Diamond, sayfa 345
[6] Taş Devri ekonomisi, Marshall Sahlins sayfa 204, 205
[7] Efendisiz Halklar, Harold Barclay, sayfa 94
[8] Tüfek, Mikrop ve Çelik- Jared Diamond – Sayfa 424
Çocukların Oyuncakları Üzerine
27
Parkta dedesi ile gezen erkek çocuğunun gündelik hayatından
bir kesit anlatmaya çalışacağız. Bir gözlemle bir nedeni bulup
sonuçları üzerine düşünmek ve yazmak kolay değildir fakat
toplumsal konularla ilgili kitaplar, siyasi dergiler, makaleler
okunduğunda durum biraz daha somutluk kazandırılabilir.
Oyuncak Yaşama Bakışı “Minikleştiriyor”
Adınız, yaşadığınız yer neresi olursa olsun. Oyuncaklar ile
ilgilenmeye, ilgi duymaya, almaya, oynamaya, saklamaya
başladıysanız. Bu sistemin ne olduğunu bilmiyorsanız ve öğ-
renmek için sorgulamıyorsanız. Günde üç kez yemek yiyen
çocuk ile günde bir kez yemek yiyen çocuk arasındaki farkı
anlayamazsınız. Günde bir kez yemek bulup, onlarca saat aç
kalan çocuğun ne gözüne bakabilir ne de acısını paylaşabilir-
siniz.
Yaşam kumandanın bir tuşuna basıp hareket eden arabanın
ötesinde “muazzam” bir şeydir. Sahip olma duygun ile birlikte
kopardığın çiçeğin “acısını” hissedebildiniz mi?
Yüzleri morarmış dilenci çocukların yüzlerine baktınız mı? Bir
lira para dilenebilmek için soğukta, sıcakta insanların peşin-
den koşan (bunlar insan olsaydı çocuklar yalvarmazdı) çocuk-
ların neden gözlerinin morardığını sordunuz mu?
Tinerci çocukların neden tiner içtiğini, neden zulümcü babala-
rından, annelerinden, ağabeylerinden, dayılarından kaçtığını
sordunuz mu? Polisten, zabıtadan, korumadan neden kaçtık-
larını.
28
Mini etek giydirilip otomobil parklarında ve duraklarında dile-
nen genç kadınların neden dilendiklerini, neden mini etek
giydiklerini sordunuz mu?
Oyuncağı olan çocuklar, gençler. Siz daha “büyümediniz”
ama her şeyi görmektesiniz ve bu görüş açınızla da olsa suç
ortağısınız. Oyuncakları olan çocuklar şimdi bunları duyduk-
tan sonra “banane, anne babaları yok mu?” deyip suç ortağı
olmadığınızı söyleyeceksiniz.
Hadi o zaman aç çocuk ile ekmeğinizi paylaşın, paylaşabilir
misiniz? Ellerinden tutun gözü morartılmış çocuğun, dayak
yemelerine izin vermeyin yoksul çocukların ki. Onların acıları-
nı “paylaşın” ki suç ortağı olmayın yetişkinlerin, zalimlerin,
düzenin…
Oyuncağı Olanlar İle Oyuncağı Olmayanlar
Erkek çocuğun elinde olan oyuncağına, elindeki kumanda ile
basıp bir ileri geri hareket ettirmesine kimse ilgi göstermezse
o erkek elindeki oyuncağın bir “ilgi” yaratmadığını anlayacak-
tır. Sürekli ağlayıp istediği yerine getirilmeyen çocuk gibi.
Yaşadığımız toplumda böyle bir “ilgi”nin olmadığını söylemek
mümkün değil. Çocukla ilgilenmek yerine elindeki oyuncakla
ilgilenen çocuklar olacaktır.
İhtiyacın Bağımlısı Olmak
29
Kumandalı oyuncak arabanın elinden alınacağı korkusu ile
yatağının altına, dolabının içine saklayacaktır. Kardeşi varsa
onunla kavga edip, ona vermemek için direnecektir. Sahip-
lenme ile birlikte oyuncağın sahibi olan çocuk bir zaman son-
ra ona bağımlısı olacaktır. Bu bağımlılık erkek olması ile bir-
likte “erkeklik”, “baba gibi” ve “güç” elde etme isteklerini yaşı
ilerledikçe öğrenecek ve bunlara sahip olmak için uğraşacak-
tır.
Kumandalı araba bir zaman sonra onun yaşamını “yönlendi-
recektir” bu da ailesinin çocuk yetiştirme işini kolaylaştıracak-
tır. Çocuk bilmese de bilinen bir şey var o da kumandalı ara-
banın kumandası ellerinin “işlevsizleştirilmesi” ve “kelepçe-
lenmesi” görevlerini yerine getirecektir. Çünkü çocuk elindeki
kumandayı bırakmak isteyecek dedesi buna izin vermeyecek-
tir. Bu sebeple başka çocuklarla oynamak, yerlerde yuvar-
lanmak, koşmak, yürümek, düşünmek vs. “işlevsizleştirilmiş”
olacaktır. Bu hem dedenin çocuk üzerindeki “kontrolünü”
sağlamış olacak hem de ailenin, toplumun “adamı” olma yo-
lunda ilerleyecektir. Bu ilerleyiş ile birlikte doğaya, kendisine
ve diğer çocuklara yabancılaşarak olacaktır.
Oyuncaklar Yabancılaşma Araçlarıdır.
Bir mahalle düşünelim. Bu mahalle de hiçbir çocuğun oyun-
cağı yok ve bir çocuk kumandalı arabası ile gelip oynamaya
başlıyor. Onunla arkadaş ve oyuncağı ile oynama “fırsatı”
bulmak isteyen bazı çocuklar kavgalar yapıyor. Kumandalı
oyuncağı olan çocukta bu oyuncağın vermiş olduğu imtiyaz
ile arkadaşlarını seçip, oyun oynamaya başlıyor.
30
Başka bir mahalle düşünelim. Bu mahalle de hiçbir çocuğun
oyuncağı yok ve bir çocuk kumandalı arabası ile gelip, oyna-
maya başlıyor. Bunu gören çocuklar onunla oynamak için
kavga etmiyor hatta oyuncağı ile hiç ilgilenmiyorlar. Kuman-
dalı arabası olan çocuk “sizlerle oynayabilir miyim?” diyor,
çocuklar “bizimle oynamak için kumandalı arabanı kırmak
gerekiyor” diyorlar.
İmtiyaz (ayrıcalık) elde edemeyen çocuk ya tek başına oyna-
yacak ya da oyuncağını kıracaktır.
Kumandalı arabası olan çocuk “sizinle oynamak istiyorum
fakat oyuncağımı kırmakta istemiyorum” dedi, çocukların
cevabı “oyuncak araban seni bağımlı kılıyor ve sende ondan
ayrılmadan hareket edemiyorsun. Bak bize yanımız da oyun-
caklarımız yok hepsini kırdık. Şimdi birbirimizle oyuncak yü-
zünden kavga etmiyoruz. Eğleniyoruz, geziyoruz”
Oyuncakları olan bütün çocuklar! Oyuncaklarınızı kırınız, par-
çalayınız, parçaladıktan sonra çöpe atıp yenisi de almayınız.
Kendinizi yetişkinlerin kontrolünden kurtarmak istiyorsanız,
dışarı çıkmak istiyorsanız, doyasıya koşup yuvarlanmak isti-
yorsanız.
Yavru köpekleri besleyip onları sevmek istiyorsanız (yavru
canların boyunlarına ip, tasma gibi “iğrenç” şeyle takmadan)
Oyuncaklar size evlerinize, okullarınıza hapseden araçlardır.
Ve…
31
Dilenci, tinerci, yoksul çocukların (insanların) yanında olmak-
la “çocukluktan” çıkıp insan olmak istiyorsanız.
32
“Devrimci Müzik” Saçmalığı Üzerine
Devrimciler kendi aralarındaki dili yaygın ve genel tutmak için
müzik alanında “devrimci müzik” gibi bir saçmalık üretmişler-
dir.
Müziğin bir ideolojik alana hapsetmek ne kadar anlamlıdır?
Müziği “daraltma” ve devrimcilerin müzik dilini de “monoton-
laştıran” bir konuma getirmektedir.
Müziğe evrensel, „enternasyonal‟, „dünya‟, „yerküre‟, „herkesin
dili‟ olmasını nasıl sağlayacağız. Farklı dillerdeki müziği nasıl
kolektif anlayışın bir unsuru haline getireceğiz.
“Devrimci Müzik” kendini “daraltıp” yerel coğrafya ya hapse-
dilmektedir. Bir yandan da kapitalistlerin değirmenine su ta-
şıyorlar. Çünkü farklı dilde farklı renkte müzikleri dinlemeyip,
kapitalistlere milliyetçilik dilini kullanmasına kolaylık tanınmış
oluyor.
Bir devrimci sürekli aynı müzikleri dinlemesi ile onu dinleyen
kişi veya kişilerin canının sıkılmasına neden olur. Devrimcinin
müzik dili, “monoton” kalmış olur, Çin‟deki müziğin hakkında
bilgi sahibi değilse Çin‟deki işçilerin müzik dilini nasıl anlaya-
cağız.
“Devrimci Müzik” Yoktur Evrensel Müzik Vardır.
“Devrimci” müzik dersek, enternasyonal dilin oluşumunu ve
ortak mücadeleyi örgütlemek de zorlaşacaktır. Onun için
“devrimci müzik” tanımını reddetmemiz gerekmektedir.
33
Politik kültürümüzde de bunu uygulamamız gerekmektedir.
Sürekli bir etkinlikte aynı marşı çaldığımızı düşünsenize
Avrupa Birliği Ülkelerin, “Sakallı” ve “Başörtülü” İşçi-
leri, İşten Atma Yöntemleri Üzerine
“Af Örgütü'nün ayrımcılık uzmanı Marco Perolini "Müslüman
kadınlar işe alınmıyor, kızlar geleneksel giysilerle, örneğin
baş örtüsü takarak okula gittikleri zaman sınıflarına giremi-
yorlar. Erkeklerin iş başvuruları sakalları yüzünden reddedile-
biliyor" diyor” (BBC Türkçe Haber sitesi, Nisan 2012)
Avrupa Birliği ülkeleri, Yüce! Avrupa Uygarlığı ve Demokra-
si‟si çıldırmıştır. Ayrıcalıklı Batılı işçilerin ayrıcalığını korumak
için göçmenlerin gemilerini batırıp yüzlerce yoksul Afrikalı‟nın
öldürülmesine neden olmaktadır. Ayrıcalıklı Batılı işçiler ve
„sosyalist‟lerde bunu desteklemektedir.
Avrupa Birliği Sömürü ve Talan “Uygarlığı”dır.
Afrika, Asya, Latin “Amerika”, Kuzey “Amerika”yı vahşice
sömüren bir uygarlık insanlığın uygarlığı olamaz. Yüz milyon-
larca insanın kanını akıtan Batı Uygarlığı ve Demokrasi‟si yı-
kılmalıdır.
“Müslüman” İşçilerin İşten Atılması
Bir işçi, iş başvurusunda işe alınmaması nedeni, sakalının
olması veya baş örtüsü var diye almıyorsa, bu işçiye ayrımcı-
lık yapıldığının kanıtıdır. Bir işçi din anlayışı üzerinden mah-
kûm edilmektedir. Bir işçi, işçi alınması veya alınmaması
onun işçi kimliği üzerinden ifadesidir. Yani bir işçi ile kapitalist
34
arasındaki pazarlık sonucunda işe girer ve emeğini satar. İşe
alınmazsa kapitalist düzende işsizler ordusuna katılır.
Batılı Kapitalistlerin İşten Atma Oyunu
“Müslüman” olduğu için işe alınmıyorlar, Batılı Kapitalistler
bunu sürekli yapıyor. Yüzyıllarca Afrika‟lı işçileri köleleştirdiler
ve açlıktan öldürdüler. Sonra da Afrika‟dan Batı Uygarlığına
gitmek isteyenlerin gemilerini batırmaya başladılar.
Batılı kapitalistler, bunları hep yapıyor. Göçmenleri, mülteci-
leri en iğrenç koşullarda hapis ediyor, en aşağılık işleri yaptı-
rıyor.
Müslümanlar yıllardır fabrikalarda, iş yerlerinde çalışıyordu da
şimdi ne oldu; neden Müslüman kimliği üzerinden işçileri işe
almıyorlar? Batılı kapitalistler bunları yapar da buradan Batılı
ayrıcalıklı işçileri ve „sosyalistleri‟ sorgulamak gerekmektedir.
Neden Batılı „sosyalistler‟ sakallı da işçilerin çalışmasını sağ-
lamıyor, baş örtülü işçilerin işe alınmasını sağlamıyor. Batılı
„sosyalistler‟ bunu yapmayacaktır çünkü Batılı „sosyalistler‟
kendi ayrıcalıklı Batılı beyaz işçilerin hakları korumaktadır. Bu
hakları kapitalistler verdi, onu geri almak isteyen kapitalistler
pazarlık yapıyorlar.
Göçmen İşçileri Fabrikalara Almayanlar, Sakallı İşçileri
De Almıyorlar
35
Batılı işçiler ve Batılı „sosyalistler‟ Göçmen işçilerin fabrikalar-
da çalışmasını engellemek için yollara barikatlar kurdular.
Şimdiler de sakallı işçileri, baş örtülü işçilerin fabrikalara gir-
mesini engelliyorlar.
Ne yapmalı?
İşçilerin serbest dolaşımı için mücadele etmeliyiz ki, bunlar
bir daha yaşanmasın. Mısırlı bir işçi nasıl Mısır‟da iş bulup
çalışabiliyorsa, Avrupa Birliği ülkelerinde de çalışabilmelidir.
Sanat “İlerici” Veya “Gerici” Olur Mu?
Platon der ki: “Sanat ideal olanın taklididir”, Aristoteles der
ki: “ Sanat gerçeğin taklididir”, Kant der ki: “Sanatın kendi
dışında, hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Gü-
zel Sanatı ancak deha yaratabilir”, Hegel der ki: “Sanattaki
güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının
ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulma-
dır”, Karl Marx der ki: “Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın
karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karak-
ter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı,
yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar
gelişebilir”
Benedetto Croce der ki: “Güzelliğin yerine anlatımı öne çıka-
rır. Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik
bir etkinliktir. Doğa, sanatçının yorumu ile güzel olabilir”.
“Marx, << Ekonomi Politiğin Eleştirilmesine Giriş>>te, bilim-
sel ve teknik açıdan, 19.yüzyıldaki gelişme düzeyinin, antik
köleci düzendeki gelişme düzeyini fersah fersah geçtiğini;
36
oysa, antik sanat yapıtlarının, 19.yüzyılda hâlâ, <<bir bakı-
ma bir norma ve erişilmez bir örnek oluşturduğunu>> nu
yazar. Peki, o halde, Karl Marx‟ın bu sözleriyle, Antik yara-
tımlara karşıt, kişinin manevi dünyasına kıyaslanmayacak
derinlikte inen Shakespeare‟in daha önce değindiğimiz görüş-
leri arasında bir çelişme yok mudur burda? Yani, Marx‟ın bu
sözleri, önünde sonunda, insanoğlunun sanatsal gelişmesinin
ilerici değil, gerici bir süreç olduğunu bize burda göstermiyor
mu?
Hiç kuşkusuz, böyle bir anlam taşımaz Marx‟ın sözleri. Marx‟a
göre, sanat alanında ilerleme, mutlak değil, görece‟dir;
<<…ilerleme kavramını, alışılageldik bir soyutlama içinde ele
almamak>> gerekmektedir. Aslında, sanatın tüm kendi ge-
lişme süreci içinde, olanakları sadece genişlememiş, daral-
mıştır da. Sanat, hep bir şeyler keşfetmiş, bir şeyler kazan-
mış, ama kaçınılmaz bir şekilde, bir şeyler de yitirmiştir. İşte
bu kaçınılmaz, üstesinden gelinmez çelişme nedeniyledir ki,
insanoğlunun sanatsal gelişmesi ile bilimsel ve teknik geliş-
mesi birbirinden temelde ayrılır.” [1]
“İlerlemeci ideolojinin “kaderci iyimserliği” denen şeyden
esinlenen Marks ve Engels, burjuvazinin düşüşünü ve prole-
taryanın zaferini “eşit derecede kaçınılmaz” şekilde hiç tered-
dütsüz ilan ettiler, Tarihi, sonuçları bilim tarafından, tarihin
yasaları tarafından ya da sistemin çelişkileri tarafından ga-
rantilenmiş bir süreç olara gören yaklaşımın siyasal sonuçları
üzerinde fazlaca durmaya gerek yok. Böyle bir yaklaşım ken-
di mantıksal sonuçlarına vardırılacak olsa – Manifesto‟nun
yazarları tabii ki bunu yapmadı- devrimci bilince, örgütlenme
ve inisiyatife yani öznel etmenlere hiç gerek kalmazdı,
37
Plekhanov‟un da belirttiği gibi eğer “programın zaferi, güne-
şin yarın doğacak olması kadar kaçınılmaz”sa, neden siyasi
bir parti, kurulsun, bir gösteriş için insanların hayatları, tehli-
keye atılsın? Yarın güneşin doğmasını garantilemek için bir
hareket örgütlemeyi kimse hayal etmeyecektir” [2]
“Kapitalizmden ileriye doğru geçiş çağında, sanatsal kültürün
demokratikleştirilmesiyle, sanatsal değerleri tüketecek genel
yüksek düzeyde bir kitlenin estetiksel olarak varlığının hemen
kurulamayacağı arasında bir çelişme vardır, ki buna gözleri
kapalı kalamıyacağımız gibi, amaçlardan biri de bu çelişmeyi
ortadan kaldırmaktır. Kafa ve kol işçiliği arasında kopukluk
sürdükçe, toplumun bütün üyeleri aydın düzeyine ulaşmadık-
ça, sanat yapıtı tüketiminin nitel ve nicel yanları arasındaki
ayrılıklarda kaçınılmazdır. Ama geçici mahiyette‟dir bunlar.
İlerde bu tür ayrılıklar da ortadan silinecektir. İnsanoğlunun
sanatsal gelişmesi, herkesin, bütün sanat hazinelerine özgür-
ce el atabileceği, herkesin estetik kültürünün maksimum de-
recede gelişeceği bir aşamaya ulaşacaktır. O zaman, insanoğ-
lunun sanatsal gelişmesinin ilerici karakteri, bütün sonuçla-
rıyla ve doluluğuyla insanoğluna kucak açmış olacaktır” [3]
“Dünya sanatsal kültür tarihi birçok önemli farklar gösteren,
bir takım tiplere ayrımlanabilir. Ne var ki, bütün bu farklılık-
lar, yine o sanatsal kültür tipi‟nin üstünde yükseldiği ekono-
mik alt yapının özelliklerine dayanır” [4]
“Bu tiplerden ilki, ilkel toplum kolektif kültürüdür. Bu sanatın
asli çizgilerini folklor korumuştur. İlkel toplum sanatında,
profesyonel olarak yürütülen, hemen hemen hiçbir sanatsal
faaliyet olmamıştır; bu kültürün kendiliğinden bir karakteri
38
olup, üretim sürecine katılan herkesi içine alıyordu. Av ve
savaş dansı, çalışma türküleri ve dansları, herkesce yapılı-
yordu. Mithos, efsane ve menkıbeler kadar, el işlerinin de
söylenip yapılışına herkes katılıyor, onu devam ettiriyordu.
Sanatın, toplumsal yaşam faaliyetinin en önemli biçimlerin-
den biri haline gelmesini sağlayacak şekilde, toplumun bütün
üyelerinin yaratıcılık yeteneği bu yoldan gelişmiş bulunuyor-
du. Sanat, geneli ilgilendiren ve toplumsal önemde bir içerik-
le doluydu.” [5]
“ilkel toplum” yerine “sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplum”
denmelidir. Bu toplumlar da devlet, bürokrasi, işbölümü, şef,
lider yoktu. Aşamalı bir mantıkla „birinci tip sanatsal kültür‟,
„ikinci tip sanatsal kültür‟, „üçüncü tip sanatsal kültür‟ hareket
edilmiş olmaktadır. Böyle anlatmak yerine sınıflı toplum ön-
cesi sınıfsız toplumda sanat nasıldı ve sanat var mıydı?
“Toplumsal iş bölümünün ortaya çıkışıyla birlikte, toplumdaki
sanatsal gelişme de altüst olmuştu. İkinci tip sanatsal kültür
başlamıştı. Sanatsal yaratımın, toplumsal iş bölümü çerçeve-
si içinde yer alışı; meslekî, özel bir insan faaliyeti alanına dö-
nüşmüş olması ve bu arada, toplumun üyelerinin büyük bir
bölümünün, sanatsal değer tüketicileri durumuna düşmüş,
<<müstehlik>> haline gelmiş olması, bu sanatsal kültürün
özelliklerindendi. Bu arada, Marx ve Engels‟in belirttikleri gibi,
<<sanatsal yetinin tek tek kişilerde yoğalımı ve bununla bir-
likte, geniş kitlelerin ezilmesi>> olayı ortaya çıkmıştı; öyle ki,
bu kişiler, yaşamca gerekli malların üretimiyle uğraşmakta,
gördükleri bu işle, profesyonel sanatçıların varoluşunu gü-
vence altına almaktaydılar.
39
Maddi ve sanatsal üretimin kökenindeki birliğin bu şekilde,
bozularak parçalanması, ki bu sanat –tarihsel gelişmedeki
diyalektik mantığın bir başka yönüdür, sanatın gelişmesi üs-
tünde yalnız olumsuz değil, ama aynı zamanda olumlu bir
etki de yaratmıştır. Şöyle ki, sanatsal yaratımın meslekî ola-
rak yürütülüşü, sanatın ileriye doğru gelişmesinin de bir itici
gücü olmuştur.
Doğal istidata sahip kişilerin, sanatsal faaliyetle baş başa ka-
larak, maddi üretime katılmaktan kurtulmaları, sanatsal yara-
tımın gittikçe yetkinleşmesi için gerekli koşulları da birlikte
getirmişti. Böylesine bir sanatsal yaratım, gittikçe meslekten
usta sanatçı olmaya başlayan, tüm faaliyetini buna ayırabilen
yetili insanların gücünü ve enerjisini soğurmuş; kitlelere ka-
palı duran uygarlığın başarılarını tanıyıp öğrenme olanağına
sahip sanatçıların yüksek düzeyde kültürel ve entelektüel bir
gelişme göstermelerini sağlamıştı.” [6]
Aydın – entelektüel – sanatçı olarak kabul görenler, tam da
görmüş oldukları bu özel eğitim nedeniyle içinde bulundukları
toplumlarda statüleri bakımından itibarlı bir pozisyona sahip
olmuşlar ve hemen her bakımdan ayrıcalıklı bir yaşam sür-
müşler, sürmektedirler.
“İsimlerin önünde profesör, doçent, doktor, mühendis, mi-
mar, gazeteci, yazar, araştırmacı, şair, edebiyatçı, sanatçı,
tarihçi, uzman, bilirkişi vs. vs. gibi çeşitli unvanların olması,
ayrıcalıklı parçası oldukları düzene toplumsal bir meşruiyet
kazandırmak, ezilen ve sömürülenlerin bilinçlerini dumura
uğratarak egemenlere biat etmelerini sağlamak ve egemenle-
40
rin düzeni için gerekli olan asıl işlevlerini gizlemek, dahası
yalanı gizlemek içindir.
Ne zaman haksız bir durum yaşanmışsa, o zaman mutlaka bir
yalana da ihtiyaç duyulmuştur. İnsanlığın sınıflı tarihi, ege-
men sınıfın çıkarlarını gözeten, amaçlı ve sistemli yalanının
da tarihidir. Ama tüm toplumu ilgilendiren meselelerde yalan-
cılık öyle herkesin yapabileceği bir iş değil, özel bir iştir. Zira
kapitalist kültürle ve ahlakla biçimlenmiş bugünkü toplumda
özel itibarı olmayan herhangi birinin söylediği yalana inanı l-
maz, dahası rasgele birinin söylediği yalan inandırıcı olmaz.
Yalanı söyleyenin inandırıcı olabilmesi için, dahası yalanın
toplum üzerinde etkili olabilmesi için, onun söyleyenin önce-
likle içinde bulunduğu toplumda, o topluma egemen olan de-
ğerlerle itibar ve ayrıcalık kazanmış birisi olması gerektir.
Kısacası, sınıflı toplumlarda toplumu ilgilendiren şeylerle ilgili
yalan işi, özel nitelikler kazanmışların, uzmanlaşmışların işi-
dir. Bu nedenle kapitalizm yalan üreten uzmanlar, yalanı or-
ganize eden ve yaygınlaştıran mekanizmalar olmadan kendi-
sini var edemez. Bunlar kapitalizmin ideologları ve ideolojik
aygıtlarıdır.” [7]
“Özetlersek, sanatsal üretimin toplumsal işbölümü ve müba-
dele sistemi içindeki yeri, sanatı, ayrıcalıklı kesimlerin siyasal,
dinsel, etiksel ve estetiksel taleplerine göre bağlı kılıyordu”
[8]
“Toplumsal üretim sisteminin toplumca düzende uğradığı de-
ğişim, sanatsal üretimin tarihsel yazgısı üstünde geniş bir etki
bulunmuştur. Böylece, yeni, üçüncü bir sanatsal kültür tipi
41
oluşmaya başlamıştır. Bunu ana çizgileriyle şöylece göstere-
biliriz. Birincisi: Toplumcu üretimde başlıca amaç, artı-
değer‟in elde edilmesi değil, toplumun bütün üyelerinin mad-
di ve manevi gereksinimlerinin karşılanması olduğu için, sa-
natsal üretim, nesnelde, aynı başlıca amacı, yani, tüm toplu-
mun fikirsel-estetiksel gereksinimlerinin karşılanması amacını
üstlenir. İkincisi: Toplumcu düzende, sanatçı, piyasadan ba-
ğımsız olup, sanatçının emeği, kâr getirme ölçüsüne göre
değil, yaratılan ürünün fikirsel – sanatsal nitelikleri‟ne, göre
ölçülür.
Üçüncüsü: emeğin yeni toplumsal örgütlenişinden doğan ide-
oloji, sanatçı aydınları, uzun yıllardır yitip gitmiş olan, top-
lumla birlik bilincini yeniden edinmeye; sanatta, toplumun
fiilen neyi harekete geçirdiğinden, neyin acısını çektiğinden
ve ne gibi özlemler içinde olduğundan söz etmeye götürür.
Dördüncüsü: Halk sanatlarında ve amatörce yaratımlardaki
atılımlar, meslekten sanat ile halk kitlesi arasında salt tüke-
tim çıkarlarına dayanan ilişki düzeyini, ortak-yaratıcı sanat
algısı ve alımı ile kendinde etkin yaratım arasında yer alan bir
ilişki düzeyine çıkaracak şekilde, meslekten sanat ile halk
kitlesi arasında büyük bir yakınlaşmanın doğması‟na yol
açar.” [9]
Sanatta Ne Demeli?
İnsanlık tarihinde, sınıflı toplumda ve kapitalizmde sanatı
araştırırken “ilerici” ve “gerici” kavramlarını kullanmamalıyız.
Bunlar aşamacı ve ilerlemeci, Batı Merkezli ideolojinin ve kül-
42
türün etkilerini taşımaktadır. Bunlarla ezilenlerin hikâyeleri
anlatılamaz ve onların yaptıkları şeyleri net bir şekilde ortaya
koyamaz.
Kapitalist düzen de sanatçılar kapitalizmin değerlerini koru-
mak üzerine faaliyet yürütürler. Onu aşmak ve yerine başka
bir şey koymak için değil.
Sınıftı toplum da sanat kimin için üretiliyordu, kime hizmet
ediyordu. Sınıfsız toplumda nasıl olacaktır şeklinde ifade edi-
lebilirdi ve bu konu da bilgi verilebilirdi. İlerlemeci anlayış
insanlık tarihi tarafından mahkûm edilmiş ama ifadelerde,
analizlerde ve açıklamalarda yine de ilerlemeci, aşamacı, ev-
rimci, kendiliğindenci, Batı merkezli, Batı merkezli ideoloji,
Batı merkezli kültür bulunmaktadır. Yapılması gereken bunla-
rı eleştirip yerine anti ilerlemeci, anti aşamacı, anti evrimci,
anti kendiliğindenci, anti Batı merkezli, anti Batı merkezli
ideoloji, anti batı merkezli kültür ve bütün kültürler sorgu-
lanmalı ve eleştirilmelidir.
Sanat kendi başına soyut bir şey değildir. İdeoloji ile bağlan-
tılıdır, toplumun sınıflı yapısı ile alakalıdır. Sanat kimin için
yapılıyor, egemen sınıfın ihtiyaçları veya dönemsel çıkarları
için üretiliyor veya yok sayılıp başka şeylere geçiyorlar. Ama-
cı kitleleri kandırmak, korkutmak, entegre etmektir.
Açıklayıcı Notlar
[1] Güzellik bilimi olarak estetik ve sanat – Moissej Kagan –
Altın kitapları yayınları – sayfa 506
[2] Küreselleşme ve Enternasyonalizm – Michael Löwy
43
[3] Aynı kitap sayfa 511, 512
[4] Aynı kitap sayfa 515
[5] Aynı kitap sayfa 515
[6] Aynı kitap sayfa 517
[7] Komünist Zemin Dergisi, sayı 13, sayfa 20
[8] Aynı kitap sayfa 518
[9] Aynı kitap sayfa 521, 522
Demokrasi Eşitsizliktir.
İnsanların sınıflı toplumda eşit, özgür olması mümkün değil-
dir. Bunu bir örnekle ifade edeceğiz. Demokrasinin, adaletin,
insan haklarının nasıl bir şey olduğunu göstereceğiz.
“Özellikle 1990‟lı yıllarda çok sayıda operasyona katılan ve
gözaltına alınan kişilere yaptığı işkenceler nedeniyle Türkiye
mahkemelerinde hüküm giyen ve üstelik bir de Avrupa İnsan
Hakları mahkemesinde Türkiye‟nin mahkûm olmasına yol
açan polis şefi Sedat Selim Ay‟a amirlerinden destek geldi”
Yukarıdaki haberin ana teması demokrasi ve adaletin ne ol-
duğunu anlatmaktadır. Demokrasi egemenlerin yönetme bi-
çimlerinden biridir. İlle devlet demokratik, ileri demokrasi
44
oldu diye kendi geleneğinden vazgeçmez. İşkencelerden, kat-
liamlardan, tecavüzlerden vazgeçmez bu devletin var eden
geleneğidir. Devletler bu şekilde var oldu ve bu şekilde de-
vam ediyorlar.
Demokrasi ve adalette bir devlet geleneğidir.
Komünistler polis şefinin “görevden alınsın” veya “yargılan-
sın” demeleri karşı devrimci politikalarının bir sonucudur.
Diyelim ki devlet polis şefini görevden aldı ve hapise attı.
Diğer bütün polis şefleri bu olaydan etkilenip veya “korkup”
ezilenlere, Kürtlere, devrimcilere işkence yapmayacak mı? Bu
mümkün mü? Hayır.
O zaman neden demokrasi, insan hakları, demokratik haklar,
Avrupa insan hakları mahkemesine gidilip, devrimci mücade-
leyi “ayaklar altına aldırıyorlar” bu devrimciler. Demokrasi
eşitsizliktir, demokrasi işkencedir, demokrasi tecavüzdür,
demokrasi soykırımdır.
Demokratik talepler isteyip, devletin anti-demokratik olduğu-
nu söyleyen devrimciler şunu bilmeli ki, “demokrasi” ege-
menlerin yönetme biçimi buna “anti-demokratik” demekle
“demokratik” demek arasında pek bir fark yoktur. Bunla işçi-
leri oyalamaya dönüktür, yani köyünüze içme suyu, sağlık
ocağı, ormanlık alan açılacaktır diyip arada “bunlar sizin de-
mokratik haklarınızdır” diyen milletvekillerine inanmaya de-
vam ederseniz, köyünüzdeki dereden, sudanda olursunuz.
45
Bugün HES‟lerle birlikte yüzlerce köy boşaltıldı. Bu boşaltma
silah, bombalama ile yapılmadı. Kapitalizmin doğası budur
insana ve doğaya yıkım getirmeden gelişemez, yenilenemez.
Demokrasi eşitsizliktir, demokrasiye inanmaya ve istemeye
devam etmek yarın parasız olan havayı da parayla almanıza
neden olacaktır.
İşçilerin Fabrika da 1 Ocak Akşamı Eğlenceleri
Facebook‟ta izlenilen bir video da işçiler halay çekmekte ve
kapitalist de onları seyretmektedir. Kapitalist ve işçiler birlik-
te 1 Ocak yılbaşı eğlencesini birlikte kutluyorlardı. Pastalar,
kolalar, içkiler, müzik, dans akşama kadar eğlendiler ve kapi-
talizmin tüketim kültürünü yerine getirdiler.
Bu işçilerde tüketiyor, tüketirken mutlu oluyorlardı. İşçiler
eğlenirken birbirleri ile hiçbir şey paylaşmıyorlardı. Roma İm-
paratoru Jül Sezar tarafından Mısırlı astronomi bilgini
Sosigenes‟e hazırlattığı ve Sezar‟ın adını taşıyan takvim Gü-
neş takvimidir ve binlerce yıldır Mısırlılar ve Mayalar tarafın-
dan kullanılmaktaydı. Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve De-
mokrasisinin çaldığı bir icattır.
Aynı fabrika da beş ay sonra kapitalist araç servislerini kal-
dırma kararı aldı. 1 Ocak akşamı birlikte yılbaşı kutladıkları,
yiyip, eğlendikleri kapitalist servislerini elinden aldı. Video da
dans eden kadın artık işi gidip gelebilmek için 4 kez otobüse
binecek ve bunların parasını cebinden ödeyecekti. Video da
içkisini içen erkek de işe gidip gelebilmek için 6 kez otobüse
binmek yerine kendi arabasıyla gidecekti.
46
Kapitalist düzenin tüketim kültürünü uygulayanlar ile suç or-
taklığı yaptıkları düzenle; düzenin yaratmış olduğu bedeli de
ödüyorlardı. 12 saat çalışarak bu yaparken bir de yıllardır var
olan servisleri ellerinden alındı.
Servisleri elinden alınan işçiler 1 Ocak‟taki yaratmış oldukları
videoyu izlemeliler, kiminle eğlendiklerini ve kimin kültüründe
eğlendiklerini, neden o gün tükettiklerini ve çok tükettiklerini
sorgulamalılar. Yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü, babalar
günü gibi kapitalizmin tüketim kültüründe neden böyle dav-
ranışlar sergilediklerini okuyup, araştırmalılardır.
1 Ocak akşamı işçiler gülüyordu şimdi neden gülmüyorlar. 1
Ocak akşamı gülmelerinin nedeni eğlendikleri kültür de şimdi
gülmemelerinin nedeni araç servislerinin alınması mı? Gele-
cek yılki 1 Ocak akşamı aynı eğlenceyi yapacaklar mı? Tü-
ketmek için aynı mekân da kapitalistle buluşacaklar mı? Ya
da gelecek yılki 1 Ocak‟ı kutlamayacaklarını söyleyecekler
mi? Bu bizim kültürümüz değildir diyecekler mi?
47
Yunanistan'daki Seçimleri, Ayrıcalıklı İşçiler Kazandı.
Yunanistandaki gelişmeler bizlere yanıltacak durumlarla dolu-
dur. Bunlardan birincisi, "iktidar" boşluğunun olduğu yanılgı-
sıdır, bu seçimlerinden sonra iktidara kurma girişimi, ulusla-
rarası kapitalizmin ihtiyacını karşılayacak bir partinin veya
koalisyonun gelmesi gerekliliğidir ondandır ki partiler kemer
sıkma, Avrupa birliği, IMF karşıtı olduğunu söyleyip, ayrıcalık-
ları ve sömürgeciliği kabul eden aşırı solun hükümet kurma-
sına izin verilmedi. "iktidar" kurumama, sistemin iktidarının
olmadığı anlamına gelmez ki. Zaten kapitalistler ülkeleri yö-
netendir, istisna olan ülkelerde vardır.
İkinci yanılgı "iktidar" boşluğunun sonucunda işçiler vs. dev-
rime gidecektir deyip tek eksiliğinin devrimci parti olmasıdır.
Bu da yanılgıdır çünkü işçilerin üye olduğu 'sosyalist' partiler,
sendikalar vardır. Asıl soru nasıl bir parti olmalıdır programı
ne olmalıdır. Fakat devrimci bir mücadelenin olmazsa olmazı-
nı sadece partinin olmamasına bağlamak "gerçekleri" gizleme
"girişimidir" çünkü Yunanistan‟daki işçiler, emekçiler diğer
Avrupa Birliği ülkelerindeki işçiler ve emekçiler gibi bal gibi de
sömürgecilikten, talandan pay alıyorlar. Bunları anlatın da
insanlara sadece bir partinin olmadığı üzerinden devrimin
gelmediği yalancılığına düşmeyiniz.
Üçüncü yanılgı kemer sıkma politikalarına karşı yüz binlerce
işçinin ve emekçinin sokaklarda barikat kurması bir yanılgıdır
çünkü "barikatı" ayrıcalıklarının alınmaması üzerine kuruyor-
lar. Sömürgecilikten gelen paraların, maaşların sorgulanma-
dığı bir toplumda (işçiler, sosyalistler) nasıl oluyorsa kapita-
lizmi tehdit edemiyorlar. Örneğin, Kolombiya'da işçiler eylem
48
yaptığında devlet anında tepki, şiddet uyguluyor çünkü bu
ülke kapitalistlerinin sömürdüğü bir ülke, talan ettiği bir yer
bulunmamaktadır ki ondan işçilerin maaş arttırma, iş saatle-
rinin kısaltılması isteği sert biçimde bastırılıyor.
Kolombiya'da bir maaş artırımı ile Yunanistan, Almanya'daki
işçilerin maaşların aratırımı taleplerinin karşılanmasında Yu-
nanistan, Almanya'daki işçilerin maaşı artabiliyor, yüksek
maaşlar, kaliteli sağlık ve eğitim imkânları, ayrıcalıklı işçinin
çocuğu doğmadan bankada biriken paralar vs. Bu imkânlar
neden Kolombiya, Afrika'daki işçilerde yok çünkü oralar kapi-
talizm tarafından sömürülüyor, talan ediliyorsa ondan. Kapi-
talizm bu şekilde işlediği içindir ki böyle oluyor.
"Yunan siyasi yaşamının son 40 yılındaki başlıca parti olan
Pasok, 300 üyeli parlamentoda sadece 41 sandalye kazana-
rak büyük bir oy kaybı yaşadı. Hükümet arayışları
Samaras'ın Yeni Demokrasi Partisi,108 sandalye alarak birinci
parti oldu. Ancak Samaras, hükümet kuramadı. Radikal sol
blok Syriza'nın lideri Alexis Tsipras ise, AB ve IMF'nin talep
ettiği kemer sıkma önlemlerinin reddi konusunda ısrarcı oldu-
ğu için hükümet kurmayı başaramadı. Pasok ve Yeni Demok-
rasi'nin toplam sandalye 149. İki partinin hükümet kurabil-
mek için gereken çoğunluğa ulaşmak için iki milletvekiline
daha ihtiyacı var." [ABHaber sitesi, Mayıs 2012]
Syriza Ayrıcalıklı İşçilerin Kuyrukçusudur.
Radikal sol blok Syriza şimdi garip bir söylem içindeler kendi-
leri bunun farkındalar mı bilinmez. Hem kemer sıkma politi-
49
kalarına karşılar hem de ayrıcalıklı işçilere sömürgelerden,
talandan verilen ayrıcalıkları korumaya kalkıyorlar bu sayede
seçimlerde yüksek oy alıyorlardı. Bu bir çelişkidir hem kapita-
list sistemin işçinin sömürülmesine karşı çıkacaksın hem de
başka coğrafyalardaki işçilerin sömürülmesine ses çıkarma-
yacaksın.
İkinci çelişki, Avrupa Birliğine ve IMF'ye karşı bir söylem ta-
kınmalarıdır, birinci çelişkinin ikinci çelişkisini oluşturuyor.
Avrupa Birliği ve IMF sayesindedir ki, Yunanistan'daki ayrıca-
lıklı işçiler oluşmakta, oluşturulmaktadır. Oy aldığın kitle, ay-
rıcalıklı işçi sınıfıdır bunların oyunu almak için söylenen bir
söylemden öte değildir. Hatta ayrıcalıklı işçiler bile buna
"inanmamışlardır" bu inançsız oldukları anlamına gelmez.
İnandıkları tek şey ayrıcalıklarının korunmasıdır. Syriza'yı
yükselten kuyrukçuluğunu yaptığı ayrıcalıklı işçiler ve onların
talepleridir. Syriza'yı indiren de ayrıcalıkları olan işçilerin kuy-
rukçuluğundan vazgeçtikleri gün olacaktır.
Kim "kemer sıkma" politikalarına karşı çıkarsa, artık ne dü-
şündüğüne, ne program yaptığına bakılmaksızın seçimleri
kazanıyor olsa da uluslararası kapitalistlerin ihtiyaçları doğ-
rultusunda hükümetlerin başa geçmesi sağlanır. Bunun ya-
pılması için de her türlü yolu denerler. Burada önemli olan
"kemer sıkma" nedir, nedir değildiri açıklamak gerekmekte-
dir.
"Kemer sıkma" nedir, ne değildir?
Batılı kapitalistler devrimci bir durumun şimdilik kalmamasın-
dan dolayı önlerinde engel olmadığı için Batılı işçilere verdik-
50
leri ayrıcalıkları, "hakları" geri almaya başlıyor. Buna da "ke-
mer sıkma" politikaları adı veriliyor. Batılı kapitalistlerin ver-
diği ayrıcalıkları geri almasına karşı çıktığı için sokağa çıkılı-
yor, eylem yapılıyordu. Yoksa geçinememe durumundan de-
ğil, hatta Kolombiyalı işçiler gibi değil durum.
Kolombiyalı işçiler ile Yunanistan'daki işçilerin mücadelesini
bir ve aynı gösterip ona göre hareket edilirse. Bütün hatalar
ortaya çıkar ve çıkmaktadır. Burada bir başka belirtilmesi
gereken durum da sınıf mücadelesidir. Kapitalizme karşı veya
onun sınıf karakterine, değerlerine karşı mücadele edenler ile
etmeyenleri bir ve aynı göstermekte doğru değildir.
Kolombiyalı işçilerin verdikleri mücadele sınıf mücadelesidir
bunun gideceği durum kapitalist değerlere saldırıya dönüşe-
cektir. Yunanistan'daki böyle olmayacaktır ve olmuyorsa.
Batılı işçilerin "hayranı" olmanın da anlamı yoktur. Yunanis-
tan'daki, Fransa'daki seçimlerde "kazanan" ayrıcalıklı batılı
işçiler olmuştur.
“Hillary Clinton Defol” Demek Irkçılıktır ve Beyaz
Adam Gibi Konuşmaktır.
Batı Uygarlığı yeryüzüne kendi yüzünü “giydirmeye” devam
ediyor. Beyaz (ayrıcalıklı) Adam‟ın yarattığı ırkçılık, ırkçı dil
devrimci partilerin, kurumların beyin hücrelerinde de birik-
miştir ve bu birikme yaptıkları eylemlerde ortaya çıkmaktadır.
“Hillary Clinton Defol” bu defol egemen sınıfa hizmet eden bir
Bakan‟a söylendiğinde çoğu devrimci bunun devrimci bir ifade
olduğunu söylemektedir. Bu dil Beyaz Adam‟ın dilidir. Beyaz
51
Adam‟ın dili zaten ırkçıdır. Hillary Clinton Beyaz Adam‟ın yü-
zünü giyenlerdendir bunu teşhir ederken yine Beyaz Adam‟ın
diliyle bu yapılmaz.
“Hillary Clinton Defol” demek ulusalcı devrimcilerin (bir dev-
rimci asla ulusalcı olamaz) söylediği sözlerdir. Ulusalcılık ya-
nında bir sınır içine giren başka birine karşı söylenen sözler-
dir. Şimdi konuyu başka örnekle devam edeceğiz. Türk işçile-
ri şöyle bir şey dedi “Göçmenler Türkiye‟den Defol” dedikle-
rinde Türk işçileri gibi ırkçı ve ulusalcı diğer yandan da Türk
işçi sınıfının kuyrukçusu oluyorlar sonra da kapitalizmi yani
yıkmak istedikleri sistemi “en güzel” şekilde yeniden güçlen-
mesine hizmet ediyor bu devrimciler.
Sadece Türk işçilerinin refahı ve mutluluğu için, yeryüzünü
yok saymak gibi bir şey oluyor. Ama bu ulusalcı solcular
cümlenin sonuna da “bütün ülkelerin işçileri birleşin” ile biti-
yor da bunu Komünist Manifesto‟dan almışlar belli diğerlerini
yanı “defol” demeyi Türk Devletinin okullarında, liselerinde,
üniversitelerinde öğrenip devrimci mücadelelerine
“mantolamışlar”
Devrimci olanlar, birinin bir yerden başka bir yere gelirken
“defol” diyemez. Devimci olanlar kapitalizmi yıkmak için mü-
cadele ederler. Bu “defol”la ancak ırkçı, şovenist ve anti-
enternasyonalist Türk işçilerinin linç kültürü hareket geçirebi-
lir bunla da gidip Kürtleri, Alevileri, Eşcinselleri dövüp, öldü-
rürler. Bu sonucu ulaşması bu ulusalcı devrimcilerin Türk
Devletinden daha “Devletçi” olduklarının ispatı ve devrimci
olmadıklarının kanıtı olur.
52
“Sevgili”si İçin Kopardığı Gül Öldü
Yazları, Metin sevgilisine çiçek almayı hiç sevmez. Hep şunu
der “Paramı niye ziyan edeyim” gidip güllerin büyüdüğü bah-
çelere, parklara, saksılara el atıp bir tane gül koparırdı.
Nilay‟ın gülü sevdiğini bilir ve gül koparmayı alışkanlık haline
getirmişti. Metin lise son sınıfta okumaktaydı, Nilay tekstil
atölyesinde çalışmaktaydı.
Cumartesi akşamları buluşabiliyorlardı, Pazar günleri Nilay‟ın
ailesi dışarıya çıkmasına izin vermiyordu. Metin elinde bir
gülle, Nilay‟ın önüne geçip, gülü uzattı. Nilay gülümsedi ve
gülü aldı.
Nilay, Metin‟in mavi gözlerine vurgundu. Onun gözlerine aşık
olmuştu. Metin‟de Nilay‟ın bacaklarına dokunma aşkına vu-
rulmuştu. Nilay‟ın yanına oturduğunda bacaklarını okşuyordu;
Nilay‟da Metin‟in mavi gözlerine bakıyordu.
Metin yıllar sonra kopardığı güllerin öldüğünü diyalektik ola-
rak anlayacaktı. Bayram günü Nilay Metin‟i arayarak evine
çağırdı. Bir saat on dakika sonra Metin zile bastı. Nilay oto-
matiğe basarak kapıyı açtı. Metin üçüncü kata çıktı ve Nilay
evin kapısını açtı.
Nilay
-Hoş geldin Metin‟ciğim.
Metin
-Hoş bulduk Nilay‟cığım.
53
Nilay
-Yatağı hazırladım, soyunda sevişelim dedi.
Metin acele ile soyundu ve ilk kez bir kadınla ilişkiye girecek-
ti. Korkuyordu ve heyecan içindeydi. Nilay üzerindeki havluyu
çıkardı ve yatağa girdi, Metin‟de yatağa girdi.
Beş dakika sonra Nilay
-Cinsel ilişkiye girdik ve ilişkimiz bitmiştir. Artık beni arama
ve sorma yoksa canını yakarım dedi.
Metin
-Devam edelim, bu kadar kısa sürmemeli
Nilay
-Hayır, kopardığın gülleri hatırladın mı?
Metin, ilişkinin devam edeceğini anladı.
-Evet, senin için kopardığım ve senin sevdiğin çiçekti.
Nilay
-Beni sevdiğim çiçek koparılmayan çiçekti.
Metin
-Sen istediğin için kopardım.
Nilay
54
-Ben sana demedim ki, git gülü kopar, sen gittin kopardın.
Şöyle diyebilirdin; ben senin sevdiğin çiçeği koparmak iste-
miyorum çünkü koparırsam ölür demedin.
Metin
-Doğru söylüyorsun Nilay, sen demedin ben kopardım.
Nilay
-Neden bu davranışı yaptın çevrendeki erkeklerde bu davra-
nışı yaptığı için ya gülü parayla aldılar ya da çiçekleri kopardı-
lar. Sen ikincisini denedin ama paran olsaydı birincisini de
yapacaktın.
Metin düşünceli düşünceli üzerini giydi.
Nilay
-Sevgili değiliz, aşık değiliz, sadece sen istediğini aldın bende
istediğimi aldım. Birbirimizin yaşamına karışmadan gündelik
yaşantımıza devam edelim.
Metin
-Doğru, bende seni evlenelim diye yalan söyleyip cinsel ilişki-
ye zorlamaya çalıştım ama sen benden daha aceleci çıktın.
Yani yalan söylemeye de gerek kalmadı.
Nilay
-Demin ki söylediklerim de doğrulandı, iyi akşamlar…
55
“Tasmalı” Köpekler Üzerine
İnsanlar sahilde, caddede, yolda, sabah veya akşam yürü-
yüşlerinde elinde tasmayı tutan iplerler gezerler ve bu iple
tasmaya takılan canlı köpeklerdir.
Çocuklar, yaşlılar, genç kadınlar, genç erkeklerin yanında bir
köpek türü var ve bu köpeklerin hepsinde tasma ve tasmaya
ip takılmış bu ipi tutanlardır. Bu iple köpeğin her hareketine
bir müdahale yapılmaktadır. Köpeğin yaşamına müdahaledir.
Bu köpekler kendi doğalarında yaşarken, doğal yaşamın için-
de insan müdahalesi olmadan yaşıyorlardı. Köylerde köpekler
şehir köpeklerine göre daha geniş bir hareket alanı vardır,
köylerde köpekler akşamları ipe bağlanmaktadır.
Şehirdeki köpekler kafeslerde, barınaklarda, tasmalı tama-
mıyla insana bağımlı halde yaşamaktadırlar. Kendi yaşam
alanları olan ormanlar, ovalar, bahçeler insanların apartman-
ları ile dolmuştur.
Sokakta yaşayan bir köpeği kuyumcunun görmesiyle yüzüne
göz yaşartıcı bir sprey sıkılmakta ve bu acıyla köpek inlemek-
tedir. Çocukların köpeklere taş atması bir gelenek haline
gelmiştir. Nerede köpek görseler taş atıyorlar. Yaşlılar köpek-
lere bastonlarıyla vurmaktadırlar. Bunlar doğalarına yabancı-
laşmış insanlardır.
Bilgisayar tamircisi sokaktaki köpeklere yemek vermekte, su
vermekte ve başka insanların köpeklere vurmasına karşı çık-
maktadır. Parkta çocukların yavru köpeğe ip takmasına kızan
genç erkek, bu ipi çözmek için uğraşmaktadır. Uydu montajı
56
yapan işçi köpeklere taş atan çocukları uyarmaktadır. Bunlar
doğalarına yabancılaşmamış insanlardır.
Ayrıca insanlara saldırı yapmayacak köpeklere, yavru köpek-
lere “tasma” takan insanlarda doğalarına yabancılaşmıştır.
Köpeklere demir sopalarla vuranlar, kurşunlarla vuranlar aynı
kategoridedir. Hepsi bir bütün ve aynı değildir. “Tasma” ta-
kan köpeğin bütün yaşamına müdahale etmektedir. Kurşunla
öldüren ise vahşet uygulamaktadır.
İnsanda olsan başka canlıların doğal yaşamına müdahale
edilmemesi gereken durumlarda edilmemelidir. Kafeste yaşa-
tılan kediler, akvaryuma konan balıklar, kafese konan kuşlar
ve diğer yaşam alanları insan tarafından yeniden “mekânlara”
hapsedilen bütün canlılar içinde geçerlidir.
Köpeklerin “tasmalı” gezmediği bir dünya umuduyla…
“Komünist Manifesto Eleştirilemez” Diyenlere Açık
Mektup
Başka Devrimci kurumdan olan arkadaşımın ifade ettiği “Ko-
münist Manifesto Eleştirilemez” açıklamasını değerlendirece-
ğim.
Komünist Manifesto‟nun yazarlarının yanlış belirlemelerinden
biri ise, “işçilerin refah düzeylerinin artması ve boz zamanla-
rının fazlalaşmasına paralel olarak, işçi sınıfının kendisi için
sınıf olma bilincine daha kolay ulaşacağı” bilimindeki belirle-
medir.
57
Bu belirlemeye iki nokta da itiraz edilecektir. Birincisi, ne ya-
zık ki yaşamın acımasız pratiği bize bunun tam tersini gös-
termiştir. İşçilerin refah düzeylerinin arttığı bölgelere baktı-
ğımızda görürüz ki, buralardaki işçi sınıfı, adeta dünya prole-
ter devrimin önünde fren işlevi görmüş ve bu işlevini sürdür-
meye devam etmektedir. Refah düzeyi artmış olan işçiler,
adeta burjuvazinin dünya işçi sınıfının içindeki kolu olarak
işlev görmektedir.
İkincisi; bu yaklaşım ekonomist bir yaklaşımdır. Kapitalizmin
egemenliği altında işçi sınıfının kültürü ve bilinci de kapitaliz-
min yarattığı kültür ve bilinçtir.
Bu egemen kültür ve bilinçle, kapitalizmin egemenliği altında
işçi sınıfının refah düzeyinin artması, işçi sınıfını, bir tüketim
toplumu olan kapitalist düzende kapitalizmin kendisini yeni-
den ve yeniden üretebilmesine, yaşam kaynaklarının aşırı
tüketimine, dolayısıyla da kapitalizmin yeryüzü yaşamına
karşı işlediği suçlara ortak eder. Refah düzeyi artmış Batılı
işçilere baktığımızda, boş zamanlarında tüketmekten, seya-
hat etmekten ve eğlenmekten başka bir şey düşünmedikleri
görülmektedir.
Komünist Manifesto‟daki bu anlayış; devrimci gelenekte de
ekonomist, dolayısıyla da reformist bir anlayışın geleneksel-
leşmesine hizmet etmiş, devrimci hareketin önemli bir kesi-
minin işçi mücadelelerinde kendilerini ücret ve hak talepleriy-
le sınırlamalarına, dolayısıyla da sendikalizmin batağına sap-
lanmalarına yol açmıştır.
58
Sevgili arkadaş, bu eleştiri sadece sana değil. “Komünist Ma-
nifesto eleştirilemez” olduğunu söyleyen bütün devrimcilere-
dir. Bir yandan eleştiri yaparken, diğer yandan kendimin bu
hatalara düşmemem için özeleştiri de oluyor. Yani başka bir
kurumdan bir devrimci ile konuşurken ondan öğrendim bilgi-
lerin olduğunu, tartışmayı politik alanda tutmaya çalıştığımı,
bilgim olmadığı alanda konuşmadığımı, egemen kültürün bir
etkeni olan yenmek ve yarışmak davranışlarını sergilemedi-
ğimi belirterek özeleştiri de yapmış oluyorum.
Bir devrimcinin kendisine (kendi kurumuna) eleştirel yaklaş-
malı ayrıca kendisini de eleştirerek özeleştirisini de yapmalı-
dır. Sevgili arkadaşın Komünist Manifesto eleştirilemez deme-
si “dinci” bir yaklaşımdır. Dinler de sorgulanmaz ve eleştiri-
lemez ifadeleri bulunmaktadır.
Komünistler, Komünist Manifesto‟yu eleştirebilir hatta kendi
devrimci kurumlarını da eleştirebilir yeter ki bu yönde iradeye
sahip olsun.
Komünist Manifesto eleştirilemez demek, onun kutsanması
anlamına da gelmektedir. Komünistler, Komünist Manifes-
to‟yu hak ettiği zemin üzerinde yeniden ayağa kaldırmak zo-
rundadırlar.
1 Mayıs 2012’de “Leningrad” St. Petersburg’a Teslim
Oldu.
“St. Petersburg (eski Leningrad) 1 Mayıs özgürlük yürüyüşü-
ne katılan 11 homofobi karşıtı gökkuşağı bayrağı taşıdığı için
Rus polisince tutuklandı. Şehir yönetimi tarafından izin veril-
59
miş olan bu yılki 1 Mayıs yürüyüşünün barışçıl bir gösteriden
ibaret olması bekleniyordu. LGBT aktivistleri yürüyüşte St.
Petersburg‟un çeşitli sivil toplum gruplarının da aralarında
bulunduğu demokratik ve insan hakları grupları bölümünde
yer aldı. Yürüyüş başladıktan 5 dakika sonra polis gökkuşağı
bayraklarının kaldırılmasını istedi. Aktivistler reddedince zorla
gözaltına alındılar ve şu an “eşcinsellik propagandası” ve poli-
se direnme suçlaması ile karşı karşıyalar. Diğer bir aktivist
ise “homofobi yasal değildir” pankartı taşıdığı için gözaltına
alındı.” [1]
Ezilenlerin 1 Mayıs‟ta egemenlerin polisi tarafından tutuklan-
ması trajik değil komiktir çünkü bu olayı gören komünistler,
Bolşevikler yok muydu? Yoksa buna bir şey denmez fakat
komünistler, Bolşevikler eşcinsellerin polis tarafından tutuk-
lanmasını görüp, sessiz kalmışlarsa “Leningrad”ı unuttunuz
mu? 1917‟de yoldaşlarınızın yaptıklarını unuttunuz mu?
“Hepimizi birimiz, birimiz hepimiz içindir” sloganını yaşama
geçirecek, komünistler nerede? Bolşevikler nerede?
Enternasyonalistler nerede?
1 Mayıs‟ta eşcinsellerin tutuklanmasına karşı çıkmayıp olayı
gören yüzlerce işçi neden bu olaya müdahale etmedi, 1 Ma-
yıs‟ın anlamını mı unuttular yoksa. Ayrıca 1917‟te işçilerin,
emekçilerin yaptıklarını da mı unuttunuz?
Ezilenlerin ortak kurtuluşunu somutlaştıran sizlerin (hepimi-
zin) yoldaşları değil miydi? 11 eşcinselin gözleriniz önünde
tutuklanması 1 Mayıs‟ı bayram mı sanmanızdan kaynaklandı
eğer bayram olarak gördüyseniz bir şey denmez fakat 1 Ma-
60
yıs bayram değil “sınıf savaşı” diyorsanız, eşcinsellerin tutuk-
lanmasına neden göz yumdunuz?
Korkak mısınız yoksa ihtiyaçlarınızın bağımlısı mı oldunuz?
Komünistler ayrımcılığa karşı çıkar da neden eşcinsellerin
tutuklanmasına göz yumdu? Paris Komün‟ünden ders alıp
Ekim Devrimi‟nde “devrim ateşini” yakan yoldaşlarımıza ko-
münist selamlarımızı yolluyoruz. Onların yolunda yürüyenlere
de.
Açıklayıcı Not
[1] Pembe Hayat internet sitesi, Mayıs 2012
305 Yıl Önce [1] Sir Clowdisley Shovell’in Ölüm Nedeni
Yerli Kadının Yaşamını Tehdit Etmesidir.
Sir Clowdisley Shovell‟in gemisi Association, 22 Ekim 1707‟de
boylam hesaplama hataları veya o günkü cihazların neden
olmasıyla battı. Söylendiğine göre Clowdisley Shovell baygın
bir şekilde kumsala yığılmış sahili gezmekte olan bir yeri ka-
dın onu bulmuş. Clowdisley Shovell yeri kadının parmağında
gördüğü zümrüt yüzüğü almaya çalışırken, baygın bir şekilde
olduğundan kadın tarafından öldürülmüş.
Yukarıda kısaca anlatılan hikâyenin “kahramanı” Beyaz adam
olarak gözükmektedir, çünkü o egemenlerin sınıfında oldu-
ğundan egemenlerin hikâyeleri anlatılır. Ezilenlerin, yerli
halkların hikâyeleri anlatılmaz. Bura da yerli kadın “suçlu”
konumuna itilmiştir. Zümrüt yüzüğü verseydi Sir Clowdisley
61
Shovell öldürmemiş olacaktı. Bir de olasılık üzerinden hareket
edersek Sir Clowdisley Shovell baygın veya gemisi batmadan
yerli kadının elindeki zümrüt yüzüğü görseydi, yerli kadını
öldürecekti. Beyaz Adam bunu yüzyıllardır yaptı/yapıyorda.
Sir Clowdisley Shovell gibilerin amacı kendi devletlerine hazi-
ne bulmak, hazine getirmek, savaşmak, savaşarak ganimet
elde etmek, kendileri de bu ganimetlerden pay almak, gittik-
leri coğrafyalarda kadınlara tecavüz etmek, öldürmektir.
Sir Clowdisley Shovell neden öldü, aslında onu yerli kadın
öldürdü ise de anlatılan hikâye böyle gerçeği nasıl bilinmiyor.
Yerli kadın kendi yaşamının tehlikeye girdiğini düşündüğü için
öldürmüş olabilir. Karşısında bir Beyaz Adam bu Beyaz
Adam‟ın silahı var ama gemisinin batması sonucu baygın bir
haldedir. Yerli kadın kendini savunmuştur ve doğru olanı
yapmıştır.
Eğer Beyaz Adam zümrüt yüzüğü gibi ganimet elde etme
bilincinde hareket etmeseydi belki de yaşıyor olacaktı ama bu
mümkün değil çünkü o Beyaz Adam, Beyaz Adam‟ın gerçek
hikâyelerinde vahşet, zulüm, açlık, savaş, köleleştirme, soy-
kırımlar, sömürme, talan etme, çalma vardır. Bunların hepsi-
ne ve daha fazlasını yapan Beyaz Adam‟dır, Beyaz
Adam‟lardır.
Açıklayıcı Not
[1] 2012 yılına göre, günümüzden geçmişe zamanlama ya-
pılmıştır.
62
Ayrıcalıklı Sanatçı Fazıl Say'a Destek Veren Komünist-
ler Üzerine
Bu yazı Fazıl Say‟a yönelik bir yazı değildir. Komünistlerin
tutumu üzerinden ve Fazıl Say‟ın “sanatçı” mesleği üzerine
yazılan bir yazıdır.
"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesini ve sanık
tarafının taleplerini dinleyen mahkeme heyeti, duruşmayı 18
Şubat 2013'e erteledi.
Say'a, çok sayıda sanatçı ile sivil toplum örgütü ve solcu si-
yasi parti temsilcileri destek veriyor.
Türkiye'nin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ise Say'ın,
"saçmalama özgürlüğünü kullanmış" sayılması gerektiği gö-
rüşünde." (bbc türkçe haber, 18 Ekim 2012)
Komünistlerin bu konuda ki, iki açmazı vardır.
1- Zaten toplumun çoğunluğu karşısında ayrıcalıklı olan sa-
natçı bir kez de ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılınmak
istemektedir.
2-Komünistlerin düşünce özgürlüğü tanımı ile burjuvazinin
düşünce özgürlüğü tanımı aynı yerde buluşmaktadır.
"İnternette Twitter hesabı aracılığıyla paylaştığı ve Ömer
Hayyam'a ait olduğunu belirttiği bir rubaide geçen ifadeler
nedeniyle hakkında dava açılan Fazıl Say, İstanbul 19. Sulh
Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor.
63
Say'ı 25 gönüllü avukatın savunduğu duruşmayı, kalabalık
nedeniyle sadece ajans muhabirleri izleyebildi. Ressam Bedri
Baykam, müzisyen Edip Akbayram ve İstanbul Bağımsız Mil-
letvekili Levent Tüzel de duruşmayı takip etti.
"Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağı-
lama" suçu atfedilen Say hakkında 9 ay ila 1,5 yıl arasında
hapis cezası isteniyor.
Twitter mesajlarına yer verilen iddianamede, Say'ın kullandığı
ifadelerin "kamusal barışı bozmaya elverişli olduğu" iddia
edilerek şöyle deniliyor: "Yeryüzünde yaşayanların büyük
çoğunluğunun mensubu oldukları üç büyük dinin mensupları-
nın ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kav-
ramlara yönelik hislerini nedensiz yere incitecek ve bu kav-
ramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini
uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazıl-
dığı kanaatine varılmıştır."
Savcının iddianamesini dinleyen Say, "Hakkımdaki suçlamala-
rı reddediyorum. Beraatime karar verilmesini istiyorum" diye-
rek, duruşmalardan izinli sayılmayı talep etti." (bbc türkçe
haber, 18 ekim 2012)
Bu açıklama bize burjuva devlet hukukunun suçunu kabul
eden Fazıl Say, suçlamayı reddetmektedir.
Bu duruşmayı teşhir etmek isteyen komünistlere ne demeli
yani Fazıl Say ile aynı konuma düşmekte, burjuva hukukunu
meşrulaştırmakta ve kabul etmektedir.
64
Ayrıcalıklıları savunarak komünizm gelir mi? Hayır, bin kere
hayır. Ayrıcalık ezilenlerin zulüm ve sömürü görmesiyle
oluşmaktadır.
Komünizm ayrıcalık ve ayrımcılığın olmadığı bir toplumdur.
Komünistler sanatçıların, gazetecilerin, yazarların ayrıcalıklı
yaşamını yeniden organize ederek kapitalist kültürün suç or-
tağı olmamalıdır.
Komünistler, mahkeme kapısında Fazıl Say‟ın yanında olarak;
a-Ayrıcalıklı “sanatçı”yı meşru kılıyorlar.
b-Ayrıcalıklı sanatçıyı ikinci kez ceza yasaları karşısında ayrı-
calıklı kılıyorlar
c-Burjuva devletinin hukukunu meşru kılıyorlar
d-Kapitalist kültürün tamirciliğini yapıyorlar.
e-Popülistlik yapıyorlar
f-İradesiz, ilkesiz komünist olduklarını kanıtlıyorlar.
BDP Kadın Meclis’i Erkek Egemenliğine Saldırıyor.
“BDP Kadın Meclisi öncülüğünde ev kadınlarının durumuna
dikkat çekmek amacıyla Wan, Mêrdîn, İstanbul, İzmir ve An-
kara‟da “Ev işçisi kadınlar greve gidiyor” sloganıyla grev ça-
dırları kuruldu. Riha‟da ise ev işçisi kadınların kurmak istediği
grev çadırı valilik tarafından engellendi.
65
Kadınlar adına konuşan BDP Kadın Meclisi üyesi Leyla Işık,
yaptıkları eylemin 1 Mayıs‟a hazırlık amaçlı olduğunu belirte-
rek, kadınlar olarak sabahtan akşama kadar ev işleri ve ya-
şam için emek harcadıklarını söyledi. Verdikleri bütün emek
ve çabanın önemsiz bırakıldığını söyleyen Işık, işlerini yap-
madıkları ve bıraktıklarını, akşama kadar grevde olacaklarını
dile getirdi. Işık, tutuklu bulunan bütün kadınların durumuna
da dikkat çekti. Işık‟ın ardından konuşan VAKASUM üyesi
sosyolog Ceyhan Timur, “Bize bütün üstlenen ev işlerinin ro-
lünün terk ederek, bugün buradayız. Bu emeği daha görül-
mek için sesimizi yükselteceğiz ve direnişimiz devam edecek”
dedi.
BDP İstanbul İl Kadın Meclisi, ev kadınlarının 1 Mayıs işçi
bayramı‟na katılım sağlamaları için Bakırköy Cumhuriyet
Meydanı‟nında grev çadırı kurdu. Çadırın kurulduğu alanda
toplanan onlarca BDP‟li kadına, sosyalist kadın kurumlarının
yanı sıra yurttaşlarda yoğun ilgi gösterdi” [1]
BDP (Barış ve Demokrasi Partisi)‟nin Kadın Meclisi‟nin aldığı
kararlar ve uyguladığı eylemler erkek egemenliğini teşhir
etmektedir. Erkek egemenliğinin yarattığı zulümün gözler
önüne sermektedir.
Kadınların görünmeyen emeği, mutfaklar girmeyeceğiz, ev işi
yapmayacağız politik bir tavırdır. Bu tavırların gündelik ya-
şamın her anında uygulanması gerekmektedir. Bu da komü-
nist kadınların yapacağı çalışmalardır.
Kadınların bedeninin, emeğinin sömürüsüne karşı BDP Kadın
Meclis‟sinin yürüttüğü çalışmalar önemlidir ve desteklenmeli-
66
dir. Buradaki çalışmalar tartışıp komünistler kendi çalışmala-
rında evlilik kurumunu yok saymaya, anne, baba yani kendi
ailesinin şiddetini, akrabaların şiddetini, toplumun şiddetine
karşı kolektif bir çalışma yürütmelidirler.
BDP Kadın Meclisi‟nin kadının sömürüsüne karşı yürüttüğü
çalışmaları ve eylemleri ile işgalci sermaye partilerinin kadın-
lar için yaptıkları karıştırılmamalıdır.
İşgalci partiler CHP, AKP, MHP kadınlar için yaptıkları toplan-
tılarda, kadının emeğinin ve bedeninin sömürülmesini yeni-
den örgütlemektedirler yani kadını aşağılayanlardır.
BDP kadınların görünmeyen emeğinden bahsederken, işgalci
AKP, CHP ve MHP kadının daha çok eve, aileye “hapsetme”
çalışmalarını örgütlemektedirler.
BDP kadınların erkek egemenliğine karşı mücadele ederken,
işgalci AKP kadınların erkek egemenliğini yeniden örgütleyip,
kocalarının “dizleri dibinden” ayrılmamalarını ve kocalarının
her sözünü “emrini” yerine getirmelerini buyurur.
BDP kadınların mutfaktan çıkmasını isterken, işgalci AKP
ürettirdiği reklamlarda kadınlar mutfakta yemek yapıyor, ço-
cuğuna yemek yapıyor, bulaşıkları yıkıyor ve “mutlu” oluyor!
(ne saçma ve aşağılayıcı bir reklam)
BDP kadınların bedeninin özgür, emeğinin özgür olması için
mücadele ederken; işgalci AKP kadınların daha çok kocaları
tarafından öldürülmesini destekliyor, daha çok kocasının “em-
rine” girmesini istiyor.
67
Açıklayıcı Not
[1] Özgür Gündem Gazetesi, Nisan 2012, sayfa 2
Bedaş İşçilerin Gazi Barajındaki “Etiği” Zehirlidir.
Bedaş işçilerinin direnişinde yani dar zümre çıkarları etkinli-
ğinde yani panayırında bu etkinliğin düzenlenmesi için 10 lira
para toplandı. Bu 10 liraların nasıl harcandığı konusu bu ya-
zıda yazılmayacaktır. Bu 10 liraları veren esnaf, işçilerin dra-
mını anlatmaya çalışacağız.
Bedaş işçileri, 20 Temmuz 2012 de Gazi barajında düzenledi-
ği panayıra birçok sanatçı geldi ve şarkılar söyledi. Bedaşlı
işçiler konuşmalar yaptı. Burada dikkatten kaçan bir konu
var. O da 10 lira para veripte gelemeyen esnaflar, işçilerdir.
10 lira parayı veripte panayıra katılamayan esnafların, işçile-
rin dramını kim anlatacak diye düşünürken, böyle bir yazı
yazmaya karar verdim.
10 lira büyük para değil fakat neye hizmet ettiğinden ve neye
yol açtığından hareketle politik bir kültürün unsuru olmaktan
bu konuyu da politikleştirmek istedim
10 lira parayı veripte gelemeyen esnaflar, işçilerin nasıl mağ-
dur olduğunu göstermek için ve bu insanların gece gündüz iş
yerlerinden, cafelerinden, bayilerinden ayrılmadığının bilin-
cinde 10 liranın ne kadar önemli bir para olduğu ortadadır.
Politik olarak da bu 10 lira aslında devrimci bir mücadeleye!
Verilmiş görünmektedir. Dar zümre çıkarlarına verilen paralar
68
aslında devrimci bir mücadelenin değil, panayırcılığın için ve-
rildiği gözlenmektedir. Bu insanlar 10 lirayı verirken ister işle-
rinin çıkarı için versin, isterse kendi istekleri ile versin. Bura-
daki 10 liranın alınma davranışı devrimci bir etik değildir.
Neden devrimci bir etik değildir, Bedaş direnişçi işçileri man-
gal yapıp, türkü dinleyip eğlenecek, 10 lira para veren esnaf-
lar ve işçiler bu etkinliğe katılamayacak.
Yahu, bu esnafın oraya birkaç saatin için araçlarla götürmek
zor muydu? Onlar insan değil mi? Bedaş direnişçi işçileri, lafa
gelince sınıf mücadelesi, sınıf dayanışması kelimelerinde ma-
şallah çok iyisiniz. Tabii sizi dinleyenlerin bu sözlerden anla-
dığı yok ayrıca sizlerinde bu sözlerden bir şey anladığınızdan
değil, laf olsun torba boş kalması misali. Neden sizinle para-
sını şu ya da bu nedenle paylaşan esnafların, işçilerin bu et-
kinliğe taşımıyorsunuz. Bedaş işçileri asıl sınıf dayanışması siz
yapmıyorsunuz.
Bedaş işçileri, aslında işçi kavramını da kullanmasa olayın ne
kadar vahim, trajik bir şey olduğunu etkinliğe katılan diğer
devrimci kurumlardaki devrimcilerde anlayacak ama bu uy-
kudan uyanmak için politik sorgulamaya ve eleştiri kültürünü
yaygınlaştırmayla olacaktır.
İşçilerin kendi güçleri ile yaptığı veya bazı devrimci kurumla-
rın katkısı ile düzenlediği etkinlikteki etik tehlikelidir çünkü bu
etikle işçilerin birliği sağlanamaz, sınıf mücadelesi sadece
lafta kalır somutlaşmaz.
69
Onun içindir ki, Bedaş işçileri yaptıkları bu tehlikeli ve zehirli
etikten vazgeçmelidir ya da kendilerini doğru tarif etmelidir-
ler. Şunu demelidir Bedaşlı işçiler: “Biz kendi dar zümre çı-
karlarımız ve cebimizin dolması için mücadele ediyoruz yine
işçiyiz yine işçi kalacağız” demelidirler.
Bedaş işçileri ya 10 lirasını aldığı esnafı ve işçiyi etkinliğe
araçlarla taşıyacak ya da 10 lira almayacaktır. Bu davranış
devrimci mücadeleye karşı yapılan zehirli bir davranıştır. Bu
konularda, etik anlayışında devrimcilerin neyin devrimci etik
neyin devrimci etik olmadığını yeniden gözden geçirmelidir.
Bedaş işçilerinin direnişe katılan devrimciler şunu söylemedir.
“Ey Bedaş İşçileri, sizin eyleminiz dar zümre çıkarlarına da-
yanmaktadır bu dar zümre çıkarlarını bırakıp sınıf mücadelesi
verelim” denmelidir.
Cezayirdeki Operasyonda “Batılı” Öldürülürse…
Beyaz Adam‟ın yüzünü giyen Cezayir Devleti de, yüzünü gi-
yindiği Beyaz Adam gibi öldürmekte, vahşice katletmektedir.
„Rehin alma‟ durumu Mali‟nin işgali „protestosu‟ ile olduğu
açıklandı. Bu açıklamadan sonra „operasyon‟ başlatılacaktı.
Bu operasyonda namlunun ucunda gözükenlerin Beyaz tenli
olması, Batılıları harekete geçirdi. Operasyonun “Beyazlara
zarar vermeden” yapılması istendiği söylenebilir.
Operasyon başlatıldı ve Beyazlar da öldürüldü.
Beyazlar öldürülmeseydi olay bu kadar süreli burjuva medya-
sının ve politikacılarının gündeminde kalmayacaktı.
70
Batı buna tepki gösterdi.
“Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg, rehinelerin can güvenli-
ği nedeniyle Cezayir‟den askeri operasyon düzenlememeleri
için resmi başvuru yapıldığını söyledi. Norveç, Cezayirli yetki-
lilerin, devam eden bir operasyon hakkında kendilerine bilgi
verdikleri eleştirisinde bulundu.
Cezayir hükümeti, ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cum-
hurbaşkanı Francois Hollande, Japonya ve Norveç başbakan-
larıyla telefon görüşmeleri yapan İngiltere Başbakanı David
Cameron da, “Bu operasyonla ilgili bize önceden haber veril-
medi. Cezayir başbakanı operasyon yapılırken bana haber
verdi” dedi.” (Haberler)
Batılı kapitalistlerin sözcülerinin yaptıkları açıklamalarda,
“operasyonun Batı‟ya sorulmadan” yapıldığı açıklamalarıdır.
Bu nasıl bir yalandır ki, Batının yeryüzünde kurduğu ve işlet-
tiği devletlerin böyle bir davranışta cesaret göstereceğidir.
Cezayir Devletinin operasyondaki “aceleciliği” Batı‟dan tepki
almamaktı. Olmadı. Öldürülenler Beyaz olmasaydı. Batılılar
Cezayir Ordusunu “kahraman” ilan edecekti.
“Bizim ölülerimizin onun zerrece umurunda değil. Haklı bir
yanı var, değil mi? Zira biz, bugün masum rehineler katledil-
diği için değil, Cezayir ordusunun onları alıkoyanlarla birlikte
öldürdüğü rehinelerin çoğu, esmer-kara gözlü değil de beyaz
tenli- mavi gözlü adamlar olduğu için öfkeleniyoruz.
71
Tüm „Batılı‟ rehineler kurtarılsaydı da, masum ölüler Cezayirli
olsaydı, buralarda „operasyon rezaletinden‟ söz eden olmaz-
dı.
Cezayir helikopterlerinin bombardımanında katledilenlerin
hepsi Cezayirli olsaydı, operasyonun „trajik sonuçlarını‟ dile
getirirdik, ama manşetlere Cezayir ordusunun cesareti ve
yetkinliğini çıkarırdık, tabii Batılı ailelerle yapılan röportajlar
eşliğinde” [Robert Fisk, Eski Batı Müdahalelerinin Müstehcen
Yeniden Yapımı- Radikal gazetesi, 24 Ocak 2012- sayfa 18]
Cezayir‟deki operasyonda gündem ne Mali‟deki öldürülenler,
ne de Cezayir Devletinin öldürdüğü insanlar vardı.
Batı merkezli ideolojinin can damarlarından biri olan Beyaz
Adam‟ın “üstün Irkı” yine kendini ortaya çıkardı. Hiçbir zaman
da kaybolmamıştı. 500 yıldır yeryüzünde dolaşmakta ve can-
lar almaktadır.
Bu ideoloji ile yoksulların gemileri Batılı açık askeri servislerle
gözler önünde batırılmakta ve yüzlerce Dünya Yoksulu öldü-
rülmektedir. Kimse buna tepki göstermemekte.
Beyaz Adam‟ın ideolojisinin ve varlığının insanları öldürmeden
duramayacağıdır. Her an öldürme davranışına sahiptir.
Kapitalist düzen siyah tenli-beyaz tenliyi de öldürerek varlığı-
nı sürdürür.
Beyaz tenli öldürülünce Batılı, “ırkçı acı” göz yaşları döker.
Öldürülen siyah olunca bir damla göz yaşı dökmez, burada
„duygusuzlaşır‟.
72
Devekuşu Ayakkabısının "Canlı" Üretilme Tarzı Üzerine
Üretim tarzı ve üretim ilişkileri ve bu sistemin bir bütünüyle
işlemesini sağlayan şirketler, kurumlar yani Kapitalizm genel-
lemesi yapılmalıdır.
Devekuşunun, yılanın, vatoz balığının canlı canlı öldürülmesi
olayını kapitalist işletmelerin birlikte çalışması sonucu ortaya
çıkan iştir.
Bu işte Devekuşu ayakkabısı üretilmekte.
Bu üretimin pazarlandığı kişilerde yüksek gelire, maaşa sahip
olanlara dönük bir üretim ve pazarlamadır.
Yüksek maaşı olanlar böyle bir şeyin üretimine karşı çıksa da,
kapitalist üretim de bunlarda olacaktır. Yani Devekuşu ayak-
kabısı satılmasa da yine de ondan bir tane daha üretilecektir.
Kapitalizmde kar ve paraya dönüştürülmeyen her şey "gerek-
siz" görünmektedir. Bu nedenle Devekuşu ayakkabıları, Ayı
Kürkleri ve diğerlerinde öldürülen canlı canlı kesilen hayvan-
ların öldürülmesini durdurmak için kapitalizmi durdurmak
gerekmektedir.
Bu Devekuşu ayakkabısını alanlara yönelik kızmak yerine
teşhir edilebilir. Bu teşhirlerde fiziksel şiddet yanlış bir yön-
temdir. Bu olay, bu kişilere anlatılmalı, kapitalist üretimde
canlıların ne hale getirildiği söylenmelidir.
Bu davranışı sergileyenler "tüketim çılgınlığı" yaşamak iste-
yenlerdir. Bunların değişmesini beklemek değil, kapitalist
73
kültürün de değişmesine neden olacak, davranışlarda ve kül-
türlerde bir yaşam organize etmek gerekir.
Bunun için "suni" ve ihtiyacımız olmayan şeyleri almamaktan
geçmektedir. Cebinden bir cep telefonu varken 3 tane ile
gezmek ihtiyaç değil, tüketim ve 'gösteriş' yapmaktır.
Ezilenlerin İdeoloji’sinde “Hırsız”
Hafta sonu oldu, dışarı çıkıp gazete alacaktım. Kapıyı açtım,
ayakkabılarım yoktu. Balkona mı koydum diye düşündüm
koymamışım.
Diğer ayakkabılarımı giydim ve dışarıya çıktım. Kapıda komşu
kadın “ayakkabıları hırsız çaldı” dedi. Ben de benim ayakkabı-
larımdan mı bahsediyor diye düşündüm. Dedim ki:”Benim
ayakkabıları almışlar” komşu kadın “hırsızlar benimkini de
almışlar” dedi. Apartmandan iki çift ayakkabı alınmıştı.
Dedim ki:”Onlar hırsız değil, sadece izinsiz aldılar” Komşu
kadın cevap vermedi, öylece bana baktı.
İki gün sonra sohbet edeceğim arkadaşa da ayakkabı mese-
lesini anlattım. O da “hırsızlar almıştır” dedi. Ben de ona “hır-
sız” olmadıklarını söyledim.
Arkadaşım solcu, reformist biriydi. Konuyu biraz daha açtım:
“Hırsızlık, burjuva hukukunda yer alan bir gelenek ve anlayış-
tır. Örneğin bir işçi kapitalistin makinesini çalarsa “hırsızlık”
ile suçlanır. İşçi de yakalandığında egemenleri ideoloji ile dü-
şündüğü için suçunu kabul eder. Eğer ezilenlerin ideoloji ze-
74
hirli kavramlardan aşılmazsa, işçiler böyle düşünmeye devam
edecektir.
Komünistler bu zehirli kavramları teşhir etmeleri gerekmek-
tedir. Yoksa gündelik yaşamda işçilerin politik kültür oluşma-
sını sağlamayacaklardır.”
Devamında dedim ki:
“Kapitalistlerde “hırsız” değildir”
Arkadaş: “neden” diye sordu?
“Kapitalistler, işçilerin emeğini satın alırlar yani işçi işe baş-
lamadan önce kapitalist ile pazarlık, uzlaşma yapar ve böyle-
ce çalışır. Yani hem işçiler hem de kapitalistler “hırsız”, “hır-
sızlık” kavramlarını kullanmamalıyız” dedim.
Mesela “kız” kavramını da kullanmamalıyız çünkü kadınları
aşağılayan ve küfür eden bir kavram. Bir erkek günlük yaşa-
mında bunu hergün söyler ve hergün kadına küfreder.
Genel Af Tartışması
Devrimci bir kurumdan yoldaşla görüşmem de
“Genel affı” reddetmeliyiz dedim. Açıklamamın devamında
“Devletin suçla beslendiğini söylemek devrimci bir duruştur.
Cezaevine giren yoldaşlarımızın serbest bırakılması için “ge-
nel af” talep etmek karşı devrimci bir duruştur.”
Devrimci bir kurumdan olan yoldaş
75
“Cezaevinde yoldaşlarımızın çıkması için gerekli olduğunu ve
onların yalnız bırakılmaması gerektiğini ve “genel af” isteye-
rek yoldaşlarımızın çıkmasını sağlamak gereklidir” dedi.
Bende
“Asıl suçlu egemen iken, egemen olan kendisini, üstelik de
kurbanı üzerinden temize çekmiş olur. Devleti meşru görmek
oluyor” dedim.
Bana
“Bunun yanlış olduğunu, serbest bırakılmaları için elimizden
geleni yapmamız gerektiğini söyledi, sen rahat rahat evinde
otururken, onlar cezaevinde yaşıyor” dedi.
Yoldaşa anlatamadığım konu ise şu; ben rahat rahat oturdu-
ğum doğrudur fakat cezaevinde yoldaşlarımızın yalnızlığa
hapsedilmesine karşı olduğumu ifade edemedim.
Cezaevindeki yoldaşlarımızın, bütün ezilenlerin ve cezaevinde
olan kapitalistlerin de çıkması için uğraşmalıyız. Cezaevinde
olan herkesi hapse, kapitalist hukuk atmıştır. Bizlerde kapita-
list hukuka karşı isek onun yaptıkları eylemleri de reddetme-
liyiz.
Cezaevlerinin bir kısmı yıkılabilir, Dünya Devrimi yapıldıktan
sonra hepsi yıkılır.
76
Güney Afrika’da 34 Siyahî İşçiyi Unutmayacağız.
“Siyah isyan, beyaz zulmün kalelerini sarsmaya devam edi-
yor. Siyah isyan, beyaz zulmün zindanlarında boyun eğme-
yenlerin şarkısını söylemeye devam ediyor” [1]
Güney Afrika‟da Siyahî 34 maden işçilerini Beyaz Adam‟ın
polisleri kurşun yağdırdı. Beyaz Adam (ayrıcalıklı) bunu hep
yapıyorlar. Zulüm ve katliamlar onun (Beyaz Adam‟ın) varlık
nedenidir.
“Apartheid (Afrika dilinde "ayrılık" anlamına gelmektedir),
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1948 - 1994 yılları arasında,
Ulusal Parti hükümeti tarafından uygulanan ırkçı ayrımcılık
sistemidir.
Uzun yıllar boyunca beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afri-
ka'da zencilere uygulanan ayrımcılık, 1948 yılı genel seçimle-
rinden sonra resmileşerek sürdü. 1958 yılından itibaren yasa-
larla da desteklenen Apartheid sistemi, insanların derilerinin
renklerine göre sınıflandırılmaları sonucu, beyaz azınlık dışın-
da kalanların vatandaşlık hizmetlerinden daha az yararlanma-
ları, devletin sağladığı sağlık hizmetleri, eğitim vb.lerinden
daha az yararlanmaları gibi ırkçılıklara zemin olmuştur.” [2]
Apartheid rejimi, askeri rejimler Beyaz Adam‟ın varlığını ve
kapitalist sistemini sürdürmek için devam ediyor. Yukarıdaki
açıklamada bittiği söylense de Beyaz Adam‟ın ideoloji yani
Avrupa Merkezli İdeoloji devam etmektedir.
Avrupa‟nın zenginliği devam ediyor bu zenginliği yaşayan
Batılı kapitalistler ve ayrıcalıklı Batılı işçilerdir. Ve bu zenginli-
77
ği yaşarlarken; 34 Siyahi işçinin ölmesiyle zenginlik korun-
ması ve savunulması sağlanmıştır. Öldürülenler Batının zen-
ginliğinin garantisidir. Ölmeleri Beyaz Adam‟ın refah ve sosyal
devletinin teminatıdır. Bu garanti ile „tüketim hastalığına‟ ya-
kalandı Batılı ayrıcalıklı işçiler. Siyah Kıta‟nın yoksullarının
payına tükenerek yok olmak düşmüştür.
Batılı işçilerin çocuklarına bankalarda kumbara hesapları açı-
lırken, Siyahi işçilerin çocuklarına ölüm, açlık düşmüştür.
Devrimci mücadeleyi harekete geçirmek ve Batı işçi sınıfının
gerici Beyaz ayrıcalıklarına karşı olmalıyız.
Açıklayıcı Notlar
[1] Komünist Zemin Dergisi, 1.sayı, sayfa 54
[2] Apartheid internet vikipedi
Hugo Chavez, İsrail Büyükelçisini Kovduğundan Irkçı-
dır.
Bu konunun incelenme nedeni, egemenlerin hukuku ile ezi-
lenlerin hukukunun bir olmadığının netleşmesidir. Örneğin
“Hillary Clinton Defol” demekte Amerika‟dan Türkiye‟ye gelen
birine söylenen sözler devrimci bazı kurumlar tarafından söy-
lenmiştir ve ırkçıdır. Başka örnekte ise Angelina Jolie, Birleş-
miş Milletler adına Türkiye‟ye gelip Suriyeli Mültecilerin yaşa-
dığı yere gitmesine “emperyalizmin fahişe” gibi kendisine
sosyalist diyen kurumların ve Hugo Chavez‟in Filistin‟i destek-
lemek adına İsrail Büyükelçisini ve çalışanları koyması da
ırkçılıktır.
78
“İsrail Büyükelçisi Sholomo Cohen ve 6 büyükelçilik çalışanı,
İsrail Devleti'nin Filistin halkına karşı yürüttüğü asimetrik ve
kanlı saldırılardan dolayı Venezüella'dan sınır dışı edildi.” [7
Ocak 2009, haber]
Hugo Chavez‟in bu davranışını selamlayan bazı devrimci ku-
rumlar veya muhalefet eden solcular oldu. Bunun temel ne-
deni ulusalcı olmalarındandır. Birinin bir yerden kovulması
ulusalcılıktır ve ırkçılıktır.
Bir devletin başka devlet üzerinde bir takım kendi hukukunu
veya gücünü uygulayabiliyor fakat bu uygulamada egemenle-
rin hukukuna göre oluyor. Ezilenlerin ideoloji veya hukukuna
göre değil ki.
Hugo Chavez‟i “sosyalist” diyorlar, desinler. Sosyalizm öyle
tek ülkede olabilecek bir şey değil.
Bolşevikler ve Lenin Dünya Devrimi için mücadele etti. Tek
ülkede “sosyalizm” demediler.
Filistin halkının yanında olmak için, İsrail Büyükelçisini sınır
dışı eden Hugo Chavez‟i desteklemekte olmaz. Bolivar‟ı ağ-
zından düşürmeyen biridir Hugo Chavez, Simon Bolivar bur-
juva karaktere sahiptir
Siyonizm, Yahudi halkı ile hiçbir tarihsel, maddi ve manevi
ortaklığı yoktur. Siyonizm Yahudi halkının ve onun trajedisini,
Siyonizm‟in işgalci azınlık amaçları için kullanmıştır.
Dünya Siyonist örgütü kongresi 1933‟te Hitler‟e karşı eylem
çağrısına 43‟e karşı 240 oyla geri çevirdi.
79
Nazilerle birlikte kendi Siyonist planlarına uygun olmayan
Yahudilerin listesini hazırlayarak onların ölüm kamplarına
götürülmesine yardımcı olmuştur.
Filistinlilerin yanında olmak için emperyalist ve Siyonist sö-
mürgecilere karşı olmak gerekmektedir.
Hugo Chavez burjuva devletinin hukukuna göre bir davranış
sergilemiştir. Bu davranış devletlerin yaptığı bir şeydir.
Ezilenlerin ideoloji, siyasi bir sınıf bilincini yaratmalıdır, bu
yaratım gelenekselleşip işçilerin düşünce fikirlerini genişlete-
cek türden olmalıdır.
İşçilerin İlk Reflekslerinden Protesto, Komünistlerin
Refleksi Olamaz.
1- Bir davranış, düşünce veya uygulamayı haksız ve gereksiz
bularak karşı çıkma, kabul etmeme
2- Bir davranış, düşünce veya uygulamanın gereksiz görüle-
rek onaylanmadığını, karşı çıkıldığını bildiren resmi açıklama
anlamına gelmekte protesto yani iki anlamı vardır. İkinci an-
lamı bize şunu anlatmaya çalışmaktadır, protestoyu devlet-
lerde kendi burjuva hukukları çerçevesinde kullanmaktadırlar.
Komünist ile işçi aynı olmadığı gibi, aynı davranışları da ser-
gileyemez. İşçilerin ilk reflekslerinden, işçi sınıfının oluşu-
munda bu oluşum Batı‟da başladı. Kapitalistlere tepkilerini,
eylemliliklerini protesto yoluyla ilettiler.
80
Protesto kültürü, sürekli devrim anlayışı değil, aşamacı dev-
rim anlayışının bir kültürüdür.
Mesela komünist kurumun dergisi toplatıldığında, belirlenen
bir yerde polis protesto edilir. Burada polis polisliliğini yap-
mıştır.
Polis, polistir yani A; A‟ya eşittir. Bir şey her zaman kendisine
eşittir (özdeşlik kanunu)
Polis ve komünist bir ve aynı değildir.
A; A-olmayan‟dan farklıdır; A hiçbir zaman A-olmayana eşit
olamaz (çelişki kanunu)
Komünistin kültürü ile işçinin kültürü aynı olamaz.
Ya A, ya da A-olmayan vardır; bir şey aynı zamanda hem A
hem, hem de A-olmayan olamaz.
Mesela işçiler, işten atılıp tekrar işe girmek için eylem ve pro-
testo yaparken, komünistler de orada olurken; işçilerin işçi
geri alınması için mücadele etmez. İş saatlerinin düşürülmesi
için mücadele eder, o fabrikaya Kürt işçinin, Göçmen işçinin,
Mülteci işçinin, Alevi işçinin girmesini ve çalışmasını da sağ-
lar.
Komünistler yakın bağ kurdukları işçilere protesto kültürün-
den vazgeçirmek için uğraşır. Bu kültürün işçilerin ilk refleks-
lerinden olduğu ve o günlerde pek işe yaramadığını anlatma-
lıdırlar. İşçilerin mücadelesinde sistem tamirciliğine yol aç-
maktadır.
81
Komünist Ölmüşse, İbadethanelerden Kaldırılamaz.
Komünistler ve komünist kurumlar hala egemenlerin dili ve
araçları ile kapitalizmi yıkmayı düşünürken bir anda egemen
düşünce ve fikir sistemini kendisi içinde oluşturmakta ve
yaymaktadır. Komünist ölmüşse nasıl davranacağız veya bu-
nu dinlerin, inançların o coğrafyadaki yaygın durumuna göre
mi veya kendimizin inandığı inancın ibadet mekânlarında da
komünistin gömme (komünist nasıl istemişse de) yerine geti-
receğiz.
Komünist kültür ve etik anlayış, kendi geleneğini ve kültürü-
nü oluşturmakta eleştirel ve yeniden düşünme hareketini
yerine getirmemektedir. Böyle olunca birinci hata yapılırken
(komünistlerde hata yapabilir) ikinci hatayı yapıyor sonra
üçüncü şunu demiyoruz üçüncü hatayı neden yaptın sonra
ikinci hatayı neden yaptın birinci hatayı neden yaptım. Eleştiri
ve özeleştiri kültürünün yaygın olmayışından bürokratik ve
merkezileştirmeyi 40 yıl boyunca aynı kişinin eline teslim et-
mesinin hatalarını eklersek durum bir kar tanesinin dağdan
aşağı yuvarlanırken büyüyüp çığ yaratmasına nasıl yol açı-
yorsa, bir hata (bilinen ve sürekli yapılan hata) yapıldıkça bu
hata çığa dönüşüp, kendi önünde barikat oluşturmasına yol
açmaktadır.
Komünistin “cenazesi” derken cenaze kavramı ölüyü gömmek
için yapılan törenlerdir. Komünistler egemenlerin ve on bin-
lerce yılda oluşturulmuş yapıların her şeyi eleştirerek yol al-
malıdır. Bu yaşadıkları coğrafyanın değil bir bütün olarak yer-
yüzünün “eleştirisini” yaparak olmalıdır. Bir komünist enter-
nasyonal düşünmelidir, enternasyonal düşünürken kendisini
82
kalıplaştırmamalı; düşüncelerini, fikirlerini, teorilerini yeniden
ve yeniden gözden geçirmelidir. Müzik dinlerken sadece belli
bir yörenin değil bütün tür müzikleri dinleme özelliğini gös-
termelidir. Film izlerken, sadece toplumsal ve geleneksel dev-
rimci değerleri anlatan değil, başka konularda ve yeryüzün-
deki birkaç filmi izlemelidir veya izlemeyi düşünmelidir.
Komünist ölmüşse bunun “törenini” cemevlerinden, camiler-
den, kiliselerden veya başka inanç mekânlarından kaldırıl-
maktadır, bu da o komünistin vasiyeti deniyor veya komünist
kurumun kendisinin benimsediği inanç mekânlarında yerine
getiriliyor. Bu yapılırken, bu mekânların kendi törenleri de
yerine getirilerek, komünist gömülüyor. Konu komünistti
gömmek değil nasıl gömüldüğü hangi etik anlayışla yapıldığı-
dır.
Komünist ölmeden önce o istedi diye onu kiliseden,
cemevinden, camiden kaldırılamaz. Komünist kurumun kendi
etiği bunun yapılmayacağını söylüyorsa o komünist eğer beni
ibadethanelerden kaldırın derse, ortak etiği oluştururken ve
tartışırken sende vardın ve sende buna uyacağını söyledin
açıklamaları yapılmalı ve o komünist diretirse, komünist ku-
rum karar alarak iki seçeneği önüne sunmalıdır. Ya “ortak
etiğin” belirttiği şekilde hiçbir ibadethaneden kaldırılmayaca-
ğını söylemek ve ona göre hareket edip ya da kendisinin iste-
diği inancın törenleri şekilde olursa komünist kurumu oluştu-
ranlar, komünistin “cenazesine” katılmazlar veya bir gönüllü
komünist seçerek katılmasını sağlarlar.
83
Bir komünist diretiyor diye komünist etikten ve gelenekten
vazgeçilemez. Bir komünist cemevinden, kiliseden, camiden
kaldırılamaz.
Komünist kurumun kendi anlayışı böyle ise bu etiğin yanlış
olduğu söylemektedir ve tartışma konusu haline veya gün-
dem haline getirilmesini sağlanmalıdır.
Komünist ölmüşse ne yapmalıdır. Komünisti hiçbir inanç me-
kânından kaldırılmaz ve onun törensel değerleri de yerine
getirilmemiş olur. Komünist kurum kendi bayrakları ve slo-
ganları ile mezarlıkta komünisti gömerler. Bu yaparken; dua
etmezler. Komünistin hayatı ve verdiği mücadele anlatılır.
Komünistin 1. Ölüm yılı, 2.ölüm yılı gibi ifadelerde bulunma-
malı o komünist o kurumun içindedir yaşamını ve yaptıkları
sözlü olarak yaşatılır ve yazılı olarak birtakım yazılarla ifade
edilebilir.
Egemenlerin oluşturduğu ölüm törenlerini yerine getirmeden
yapmalıdır. Ölüm törenleri de egemenlerin bir kültürüdür.
Egemenin ezilenleri kontrol altına aldığı araçlardan biridir.
Devletin kültüründe ölen asker camiden kaldırılacaksa cami-
den kaldırılır. Askerin başka inançtan olmasından dolayı izin
verilmez. Devlet bunu yaparken kendi mantığı çerçevesinde
doğru olanı yapmaktadır, kendisini vareden araçları yeniden
örgütleyerek yerine getirebilir. Komünist kurumlarda kendi
anlayışlarını ve etiklerini yaratarak ibadethane, tören, dua
etmeden yapmalıdır ve mezarlıkta şu inancın veya bu inancın
mezarlığı ise o mezarlıkta gömme olmamalıdır.
84
Mezarlıkta ezilenlerin gömüldüğü yerler olabilir. Komünistler,
komünist kavramının uğradığı tahribatı ve yılgınlığı üzerinden
kaldırarak komünist olarak hareket etmelidirler. Komünist
kavramını “ayakları üzerine” yeniden getirmek için eleştiri ve
özeleştiri kültürüne ve esnekliğine sahip olmalıdır
Modern Bilim, Ar-Ge ve Patent Üzerine
Bilimsel çalışmaların finansmanı da güç ve iktidar sahiplerinin
tekeline geçmiştir. Bilimsel araştırmaların, içeriğini, kapsamı-
nı, yönünü, v.b. belirleyenler de onlardır.
“Modern bilim” -Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi
yani Kapitalist Kültür ve Gündelik Yaşamın- oluşturduğu bir
değerdir.
“Modern bilimin temelleri, Batı uygarlığının kabuk değiştirdiği
bir dönemde atılmıştır. Avrupa‟da özellikle 16.yy.dan itibaren
başlayan iki önemli gelişme vardır: Modern bilim hareketi ve
yükselen kapitalizm. Bir yanda, Newton, Descartes, Galileo
gibi bilim hareketinin öncüleri; diğer yanda da feodal engel-
lerden ve kilisenin baskılarından kurtuldukça gelişen ekono-
mik girişimciler. Bu iki önemli gelişmenin birlikte yol alabil-
mesinin tarihsel ve sınıfsal temelleri bulunmaktadır. Her ikisi
de feodal-aristokratik kurumlardan ve kiliseden özerkleştikçe,
ortaçağın kurumlarını toplumdan ve evrenden izole ettikçe
genişlemektedir. Bu engeller aşıldıkça yeni bir evren de ken-
dini göstermektedir: Modernite.” [1]
“Modern bilimin yükseldiği dönemin Aydınlanma çağı olması,
bilim ile ideoloji arasındaki geçişlilikleri kavrayabilmek bakı-
85
mından önemli ipuçları sağlayabilir. Aydınlanma döneminin
karakteristik özellikleri (klasik) liberal ideoloji tarafından bi-
çimlendirilmiştir. Bu özellikleri şöyle özetleyebiliriz: İlerlemeci
ve iyimser bir tarih felsefesi, faydacı teorinin sonucu olarak
beliren ekonomik liberalizm. Bu özelliklerin her ikisinin meş-
rulaştırıcı düzlemi ise, akıl ve bilim tarafından kurulmaktadır.
İyimser tarih felsefesine göre, insan aklındaki ve bilimdeki
„ilerleme‟ler insanlığı yetkin bir geleceğe doğru sürüklemek-
tedir. Yine bu görüşün gerekçelerinden biri olarak, doğadaki
mekanik işleyiş gibi ekonominin de kendiliğinden düzeni var-
dır. Bu kendiliğinden düzenin, doğanın yasaları gibi yasaları
ve kendiliğinden işleyişi bulunmaktadır ve bu düzenin öznele-
ri Descartes‟ın varlığının bilincine -toplumsallığı ve tarihselli-
ğiyle değil de- bireyselliğiyle ulaşan tarihten ve toplumdan
soyutlanmış; Newton‟un atomlardan oluşan maddesinde ol-
duğu gibi atomik bir yapı arzeden toplumda yaşayan ve me-
kanikliğin bir gereği olarak kendi iyisini gerçekleştirince top-
lumun iyisini de gerçekleştirdiği düşünülen varlıklardır.
Aslında, modern bilim ve kapitalizme farklı yerlerden yönelti-
len eleştirilerin bir noktada uzlaşması da, bu ikilinin ortak bir
dünyanın (modernite) parçaları olduğu yolundaki tezi kuvvet-
lendirmesi bakımından anlamlıdır. Örneğin, modern bilime
yöneltilen Hermenötik eleştiri ile kapitalizme yöneltilen Mark-
sist eleştirilerinin dayandığı noktalardan biri, tarih ve tarihsel-
lik kavramlardır. Hermenötiğin modern bilimi eleştirisinde
esas vurgu, özgüllük ve tekilliğe dayanan evrensellik ve tü-
mellik eleştirisi, tarihselliğe dayanan tarih dışılık eleştirisi ve
toplumsallığa dayanan soyut birey eleştirisidir. Marksist eleş-
tiri de klasik iktisadın evrensel olduğu yolundaki anlayışa,
86
tarihsellik aracılığıyla yaptığı eleştiri bakımından Hermenötik
ile bir yerde buluşmaktadır. Sonuçta, modern bilimin episte-
molojisi ile kapitalizmi eleştiren iki yaklaşım, ortak bir düzlem
bulabilmektedir” [2]
Kapitalizm, kıtalararası sömürü ve talanın sonucu olarak te-
sadüfi bir olay olarak değil, somut ve tarihsel olguların sonu-
cu olarak Batı‟da ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin ortaya çıkışı
da, bugün varlığını sürdürebiliyor olması da, uluslar arası bir
sömürüye ve yağmaya dayanmaktadır.
Kapitalizmin, her ne kadar da kendisini “ulus” ve “ulus dev-
let” olgularına dayandırarak örgütlediyse de; hiçbir zaman
ulusal bir karakter taşımamıştır. Kapitalizm, doğası gereği
uluslar arası davranış içerisindedir.
“Felsefi zeminde yer alan iki önemli kavram, akıl ve bilimdir.
Bunlar tarih felsefesinde ilerlemeci bir yaklaşım ile uyum için-
dedir. İlerleme fikri, modern bilim ile klasik liberalizm arasın-
da kurulan bağlantıların bir başka boyutunu oluşturmaktadır.
Zira klasik liberalizmin en önemli ilkesi olan negatif özgürlük
ilkesine dayanan birey yaklaşımı, ilerlemenin modern bilim-
deki gelişmeler sonucu elde edileceğine de inanan bir evren-
de, ilerlemenin diğer bir koşulu olarak görülebilmektedir. Bir
başka deyişle, „ilerlemenin itici gücü‟nü oluşturan unsurlardan
biri, modern bilim olurken diğeri de klasik iktisadın „engel-
lenmemiş bireyi‟ olmaktadır.
Bu bireysel özgürlük anlayışının ilerleme fikri ile bağlantısı,
klasik iktisadın ve faydacılık akımının varsayımlarıyla birlikte
düşünülmektedir. Klasik iktisadın insan ihtiyaçlarının sınırsız,
87
bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların ise kıt olduğu varsa-
yımı faydacılık akımı içinde yer alan ve doğal insan davranışı-
nın acıdan kaçınma, zevk ve mutluluk verecek şeylere yö-
nelme olduğu düşüncesiyle birleştiğinde sınırsız ihtiyaçlar ile
sınırlı kaynaklar arasındaki dengenin en iyi bir biçimde insa-
nın özgür ve akılcı iradesiyle kurulacağı, yani insana karışı l-
madığı sürece mutluluğun sürekli artacağı varsayımı ortaya
çıkmaktadır.
Bu temel varsayım kabul edilince, her bireyin kendi özgür ve
akılcı iradesiyle kendi bireysel mutluluğunu arttırması sonucu
„en çok sayıda insanın mutluluğu‟nu gerçekleştireceği de -
insanların ihtiyaçları arasında doğal bir uyumun bulunduğu
varsayımının yardımıyla- rahatlıkla benimsenmiş olur. Kısaca-
sı, bu anlayışın ağırlık noktası, „bireyin engellenmemiş eyle-
minin tüm ilerlemenin itici gücünü oluşturduğu inancı‟dır“ [3]
“Rousseau, ilk eserinden sonra yazdığı İnsanlar Arasındaki
Eşitsizliğin Kaynağı‟nda tohum halindeki bu düşünceleri geliş-
tirecek ve bir önceki eserinde daha az yer verdiği klasik libe-
ralizm eleştirisini daha sistemli bir hale getirecektir. Burada
önemli olan nokta, modern bilim ve klasik iktisadın birbirin-
den ayrı olarak düşünülmemesidir. Modern bilim eleştirisi ile
başlayan süreci, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı‟nda
klasik iktisadın „kutsal‟ olarak nitelediği özel mülkiyetin eleşti-
risi takip etmektedir:
“Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Bu, bana aittir”
diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk in-
san, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu” ” [4]
88
“On dokuzuncu. Yy.ın sonlarına doğru, modern bilim ve pozi-
tivizmin temel varsayımlarına karşı „labaratuvarlarda‟ başla-
yan bir eleştiri süreci söz konusudur. Modern bilimin neden-
sellik ve kesinlik ilkesi tarafından oluşturulan genel çerçevesi
yine doğa bilimlerindeki bir dizi gelişme sonucunda sorgu-
lanmaya başlamıştır. Özellikle „kuantum teorisindeki gelişme-
ler‟, atom altı parçacıklara gidildikçe kesinlik ve nedenselliğin
arttığını kabul eden modern bilimin varsayımlarını değiştir-
miştir” [5]
“Modernite evreninin bu (doğa bilimlerinin içinden ya da
labaratuvarlardan) sarsılışını sosyal bilimlerdeki eleştirel yak-
laşımlar da izlemiştir. Çözülmenin sosyal ve düşünsel ayağı,
romantiklerin karamsar düşünceleri, Nietzche‟in biraz da batı
medeniyetinin selameti için gerekli gördüğü „süper insan‟ dü-
şüncesi, Spengler‟ın „batının çöküşü‟ne ilişkin düşünceleri,
Toynbee‟nin ve bazı tarihçilerin ilerleme felsefesinin dışına
çıkan düşünceleri ve diğer bazı gelişmeler sonucunda yavaş
yavaş belirginleşmişti.” [6]
Modern bilimin eleştiri her alanda yapılmalıdır ki -Batı Uygar-
lığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist Kültür ve
Gündelik Yaşamı- eleştirilip yeni bir kültür yaratılabilsin. Bu
kültür içinde biliminde yeri olmalıdır.
Patentin Anlamı Nedir?
Buluş sahibine, buluşun başkaları tarafından izinsiz olarak
kullanılmasını, üretilmesini, satılmasını, satışa sunulmasını
veya ithal edilmesini belirli bir süre için engelleme hakkını
veren koruma belgesine denir.
89
“Neden patent verilir? Patent sistemi buluş sahiplerine belli
bir süre koruma hakkını vermesi yanı sıra, patentte yer alan
tüm bilgileri kamuoyuna açarak, aynı konuda çalışan başkala-
rının aynı buluşu yeniden üretmek için emek, zaman, maliyet
vs. harcamasını engellemesi için vardır. Bu özelliğe patentin
bilgi işlevi diyoruz” [7]
Patent uygulaması kapitalist üretimi ilişkilerinde üretimi en-
gellemeye dönük bir çelişkisi de oluşmaktadır. Tarımda artık
genetiği değiştirilmiş ürünler üretime başlandı, bunları birkaç
kez tohumları kullanılabilir. Ektiğiniz ürünün tohumunu sü-
rekli almak zorunda kalınacaktır. Bu da üretimin birkaç kişi-
nin elinde servete dönüşmesine katkı sağlamaktadır.
“Dünya çapında yapılan Ar-Ge yatırım harcaması 500 milyar
euro. En fazla Ar-Ge yatırımını yapan sektörler sıralamasında
ilk sırayı bilgisayar- elektronik, ikinci sırada ilaç ve üçüncü
sırada ise otomotiv var.
Otomotivin toplam yatırımı 85 milyar euro civarında. En çok
yatırım yapan marka ise Toyota. Onu VW, BMW ve Mercedes
izliyor” [8]
Burjuva gazetesindeki alıntı da silah sektöründen ve onun ne
kadar Ar-Ge yatırımları yaptığı anlatılmamıştır. Silah sektörü-
ne kapitalist devletin yaptığı yıllık harcamalar 800 milyar do-
lar ile 1 trilyon dolar arasında olduğu söylenmektedir. Bu yeni
silahları uzmanlar, mühendisler üretiyor, tatbikatta, törenler-
de, savaşlarda tanıtımı yapılıp, satılıyordu.
90
Modern bilimin yeni yarattığı “icatlar” arasında yer alan, Ar-
Ge ve Patent uygulamaları kapitalist kültürün yeniden inşa
edilmesine olanak tanımaktadır. Bu yüzden kapitalist kültü-
rün eleştiri her alanda ve her yerde yapılmalıdır. Avrupa Mer-
kezli ideoloji de yer alan „ilerlemeci‟ anlayışında aşılması ge-
rekmektedir. Endüstrinin ve yeniden oluşturulmasının olabil-
mesi için ormanların, denizlerin, havanın kirletilmesi, yakıl-
ması, tahrip edilmesine neden olmaktadır. Bunun nedeni „iler-
lemeci‟ anlayış ve insan merkezli düşüncedir.
Açıklayıcı Notlar
[1] Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken Bir Eleştirisi: J. J.
Rousseau‟nun Felsefesi adlı yazıdan – Fırat Mollaer
[2] aynı yazıdan alıntı.
[3] aynı yazıdan alıntı.
[4] aynı yazıdan alıntı.
[5] aynı yazıdan alıntı.
[6] aynı yazıdan alıntı.
[7] ArGe dünyası sitesinden alıntıdır.
[8] Burjuva gazetesi, 14 Mayıs 2012
91
Mültecilerin Evleri Yok, Manchester’da 193 Yıl Önce
İşçilerin Evleri Yoktu.
“Fabrika işçileri gözle görünür biçimde yıpranmış ve çökmüş-
tü. En çok rastlanan meslek hastalıkları diz sakatlanması,
görme kaybı, omurga eğriliğiyken, birçok kişi de makineler
de uzuvlarını kaybetmişti…
Nasıl yaşıyorlardı sorusuna gelirsek: Peterloo yakınlarındaki
Manchester‟da incelenen 7.000 evden 2.200‟ünün tuvaleti
yoktu, 900‟ünün ise oturulamaz durumda olduğuna hükmet-
mişti” [ Çalışarak Yaşamak Ya da Savaşarak Ölmek- Paul Ma-
son – Çevirenler; Gözde Orhan – Mehmet Ertan –Yordam
Yayınları]
Hatırlıyoruz, Hatırlayacağız.
Manchester‟de 1819‟da [Beyaz Adam‟ın zaman ölçüsüne gö-
re] 193 yıl önce “Peterloo Katliamında” 11 işçi öldürüldü,
140‟ı kılıç darbesiyle olmak üzere 400 işçi yaralandı. Bunu
yapan kapitalizmdi.
Günümüzde Mültecilerin, Göçmenlerin evlerinin olmamasının
nedeni ve yaşadıkları yerlerden göç etme nedeni de kapita-
lizmdir.
Manchester‟de 193 yıl önce çoğunun evleri yoktu ve evlerinde
tuvaletleri olmayanlar da vardı.
Günümüzün Batılı işçileri ve Batılı sosyalistleri “kendi evimin
yangını söndürürüm yanımda yanan işçinin evinin yangınını
92
söndürmem” zehirli mantığından ve bilincinden kurtulması
gerekmekte.
Bu zehirle mantıktan kurtulmanın en önemli sorumluluğu,
Göçmenlere ve Mültecilere yönelik serbest dolaşım hakkının
tanınması mücadelesini vermektir ve bu mücadele sınıf mü-
cadelesidir.
Ölümsever “Komünistler” Yaşamaktan Korkandır
Gündelik yaşamdaki davranışların ve eylemlerin nedenleri
vardır. Bu nedenler yapılan davranışın sonuç olduğunu belir-
ler.
Yani her eylemin, her davranışın, her rüyanın bir nedeni var-
dır. İnsan doğasında hiçbir şey kendiliğinden oluşmaz.
“Ölümsever Komünistler Yaşamaktan Korkan” diye bir başlık
kullandım ve bu başlığın somut deneyini anlatmak zorunda-
yım.
Devrimci kurumlar, „şehit‟, „ölümsüzdür‟, „kahraman‟, „şehidin
yolundan gitmeli‟, „ölü mitosları‟ bu kavramları zenginleştiren
bir hal içindeler. Neden mi?
Yaşamaktan korkuyorlar.
Yaşam- Ölüm diyalektiğini anlamamışlardır.
“Ölümsever” mantığı egemenlerin mantığıdır. Kapitalistler
insanların ölmesini ve kanının akmasını isteyen ve ezilenlerin
bilincine bunu sınıflı toplumun varlığından bugüne bilinçlerine
93
yerleştirmiştir. Bunu kapitalistlerin istemesi onların kapitalist
sisteminin varlığı bu yöndedir.
Kapitalist istese de bunu değiştiremez. Böyle bir gücü yoktur.
Bir hayvanı canlı canlı derisini yüzüp, bu deriyi giyen Kapita-
list Kadınların da ölümsever bir bilinçleri vardır. Yani yaşa-
maktan korkuyorlar. Yaşamın anlamında değillerdir.
Kapitalist kadın, geçmişteki sınıflı toplumdaki egemenlerin ve
“ölümsever” komünistleri yansıtmaktadır.
Yaşam nedir?
Yaşam bir canlı gibi yaşamaktır.
Kapitalist toplumda yaşamak nedir?
Kapitalist toplumda işçiler ve kapitalistlerin kendi sınıflarıyla
aynı çizgide buluşmaktadırlar. Yaşamı aynı şekilde anlamlaş-
tırmakta ve aynı şekilde anlamsızlaştırmaktadırlar. Kapitalist
geçmişteki egemen tiplemeleri gibidirler. Ezilenler de geçmiş-
teki ezilenlerin bilinciyle yaşamaktadır.
Kapitalist toplumda komünist olmak nedir?
Bu sorunun cevabı kesin olmamakla birlikte, “ölümsever”
olmamaktadır. “Ölümsever” yaşamın, kültürü, eylemi red-
detmektir diye düşünüyorum.
Bir komünistin gözüne baktığınızda yaşamın sevincini görme-
niz gerekmektedir. Eğer komünistin gözüne bakıp, yaşama
sevincini göremiyorsanız. Yüzüne aynen şunu söylemelisiniz.
94
“Sende yaşama sevinci yok, “ölümsever” gibisin” eğer biraz
bu konuda düşünmüşsek “ölümsever komünist olamaz” diye
mantıksal hipotezimizi kurup söyleriz.
“Ölümsever” komünistler yaşatmak için uğramıyor.
Kendi yoldaşlarının üzerinde bomba patlattırıyorlar.
Kendi yoldaşlarını gereksiz silahlı çatışmalara yolluyorlar.
Bunların nedeni “ölümsever” olmaktır.
Komünist yoldaşının üzerine bomba taktıramaz.
Komünist yoldaşını „ölüme‟ yollayamaz.
Sınıf mücadelesinde yaşamakta oluyor ve ölümde oluyor.
Bunu bizi tepki olarak yansıtanların bilinçlerinde ne yatıyorsa
o şekilde davranıyorlar. Onların bilincinde bir yoldaşı öldür-
mek varsa onu öldürmek için tasarı ve harekete geçiyorlar.
Biz bu yoldaşımızı saklamak ve yaşaması için mücadele et-
meliyiz.
Yoldaşımızın yaşaması bizim yaşamdan yana olduğumuz an-
lamına gelmektedir.
Ayrıca yoldaşına bomba takan bir yoldaş duygusuzdur ve
yoldaşlığı anlayamamıştır. Ne insanlık kalmıştır ne de insana
değer kalmıştır. İnsanın yaşamak gibi bir değeri vardır.
Bu değer bütün ezilenler ve egemenler içinde korunması ge-
rekmektedir.
95
Komünist, sınıf mücadelesi ve siyasi mücadelesini verirken;
egemenlerin ve ezilenlerin hepsinin yaşamını korumalı ve
sahiplenmelidir.
Örneğin, kaza yapmış bir kapitalistin olduğunu bilip, onu kur-
tarmak için uğraşmıyorsak ve onun için ambulansı aramıyor-
sak, benim bu komüniste tek sözüm vardır.
“Sen Komünist değilsin”
Benim gözümde ve etiğimde komünist değilsindir.
Bizler yaşamda olmalıyız, yaşamak için uğraşmalıyız.
Yaşamda mücadele vermek zordur. Bu zorluk yaşamın sevin-
cini kavrayıp, “ölümsever” geleneğini yıkıp bir de insan mer-
kezli düşünceyi ve Avrupa Merkezli ideoloji de tahribata uğra-
tıp (bunların hepsi beynimizin içindeki fonksiyonlarda kendi-
miz değiştireceğiz) bu zorluğu yaşamın kolaylığına çevirece-
ğiz.
Yoldaşının yaşaması için kolektif bütün birikimi ve bilinciyle
hareket etmelidir. Dünya Partisi‟nin aslında temel ilkesi şu
olmalıdır.
“Bütün insanların yani ezilenlerin – egemenlerin hepsinin ya-
şamasını savunacağız. Yaşatmak bizim için en temel ilkedir.”
…
Bugünün ezilenleri ve kapitalistleri (istisnaları mutlaka vardır)
ölüm, ölüm diye bir mantıkla yaşıyorlar. Komünistlerde ya-
şam, yaşam diye bir mantıkla yaşamalıdır.
96
Çekiç, Orak Umutlu Gelecektir.
Komünizm Yaşamaktır.
Papa 16. Benediktus’a Twitter'da Devrimcilerin Soru
Sorması Etiksel Değildir.
“Papa 16. Benediktus, Noel yaklaşırken Katolik Kilisesinin
görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla @pontifex adı altında
Twitter hesabından mesaj göndermeye başlayacak.
Vatikan'dan bir yetkili, Papa'nın,12 Aralık'tan itibaren kendi-
sine sorulan soruları İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca,
Lehçe, Portekizce, İspanyolca ve Arapça dillerinde yanıtlaya-
cağını açıkladı. Papa'nın ilk olarak inançla ilgili soruları yanı t-
layacağı belirtildi ve soruların gönderilmesi istendi.
Vatikan yetkilisi, "pontifex" sözcüğünün "Papa"yı ifade etme-
sinin yanı sıra "köprü kurucu" anlamına gelmesi bakımından
seçildiğini kaydetti.
Açıklama ardından Papa 16. Benediktus'un takipçi sayısı hızla
artmaya başladı. Papa'nın Twitter sayfasında çeşitli dillerde
'Hoşgeldiniz" mesajı yer alıyor.” (haberler)
Vatikan‟ın Noel‟de insanların aşırı tüketim yapan araştırmaları
önemlidir ve kapitalizmin ne olduğunu öğreten bilgileri sun-
duğundan dolayı teşekkür ederim.
Kapitalizm çok değişken bir yapıya sahiptir. Her an, her şe-
kilde biçim değiştirebilir fakat niteliği değişmez. Bir yerde
aşırı üretim diğer yanda açlık çeken insanlar vardır. Kapita-
97
lizm bütün insanları esir almıştır, mülkiyete bağımlılaştırmış-
tır.
Papa‟nın insanlarla iletişime geçmesi için Twitter‟dan açıkla-
ma yapması önemlidir. Papa 16. Benediktus olarak bir kişiye
temsil ederek mesajları yazılsa da sorumluluk sahibi olduğu
inanca inanan insanlar bulunmaktadır. Devrimciler, eğer Papa
16. Benediktus‟a twitter mesajı atacaklarda küfür etmeden,
duygularına ve fikirlerini yazarken, inancı sorgulamayan so-
rular ve cevaplar yazmalıdır. Çünkü karşınızdakinin inancı
belli, fikirleri, belli, duruşu bellidir.
Papa 16. Benediktus‟a devrimcilerin, komünistlerin soru sor-
ması etiksel değildir. Karşınızdaki din inancı olan biri var,
devrimci ateisttir. Bu nedenle etiksel değildir.
Devrimciler Papa 16. Benediktus twitter‟dan takip edebilir,
yazıların okuyabilir, yazdığı ve yazılan cevapları okuyabilir.
Devrimciler; ırkçı değil, dinsel inançlardaki insanlara hakaret
etmeyenlerdir.
Ezilenlerin umudu, ellerindeki orakta ve çekiçtedir.
Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlarda “Sanat”
Toplumsal örgütlenme imkânı ve zorunluluğu insandaki bu
nitelikler ve yetersizlikler bileşiminden doğar. İnsan ne birey-
sel olarak hayatta kalabilir ne de türünün diğer üyeleriyle
işbirliği dışında geçimini sağlayabilir.
98
Çok az gelişmiş fiziksel organları ona doğrudan doğruya gıda
maddelerine erişme imkanı vermez. Onları, bu organları uza-
tan ve mükemmelleştiren aletler yardımıyla kolektif olarak
üretmek zorundadır. Söz konusu üretimi sağlayan bir grup
insanın ortaklaşa eylemidir. İnsan çocukları grupla bu kade-
meli toplumsallaşma sayesinde bütünleşirler ve grup üyeleri
olarak hayatta kalmanın kurallarını ve tekniklerini öğrenirler.
[1]
Alet ağzı ortaya çıkarır ve ağız da dili ve soyutlama yeteneği-
ni mükemmelleştirerek aleti daha üstün nitelikli hale getirir.
El beyni geliştirir ve beyin de elin kullanımını mükemmelleşti-
rerek beynin mükemmelleşmesinin koşullarını yaratır [2]
“Üretim /iletişim” diyalektiği insanlığın durumuna bütünüyle
hakimdir. İnsanın tüm yaptıkları “kafasından geçer”. İnsani
üretim, hayvanın gıdasını elde etme biçiminden özellikle iç-
güdüsel bir faaliyet olmamasıyla ayrılır. Söz konusu üretim
genel olarak öncelikle kafada kurulan bir “tasarım”ın gerçek-
leştirilmesidir. [3]
İnsanlık tarihi bundan yaklaşık 50.000 yıl önce, benim Büyük
Sıçrama dediğim şeyle birlikte başladı. Bu sıçramanın ilk ke-
sin işaretini Doğu Afrika‟da, bir örnek taş el aletlerinin ve
günümüze kadar ulaşmış ilk süs eşyalarının (deniz kabuğu
kolyelerin) bulunduğu yerleşim yerinde görüyoruz. Benzer
gelişmeler kısa süre sonra Ortadoğu‟da, Güneydoğu Avru-
pa‟da, daha sonra (40.000 yıl kadar önce) Güneybatı Avru-
pa‟da meydana geldi, burada bulunan pek çok sayıda eşya,
Cro-Magnon olarak adlandırılan insanların tam anlamıyla bu-
99
günkü insanlarınkine benzeyen iskeletleriyle ilişkilendirildi.
[4]
Yazarın “büyük sıçrama” dediği bu konuda tartışılmayacaktır.
Özel amaca yönelik süslemeler yaygındı kuşkusuz; ancak
bunların tümünün temelinde, belki de çoğu artık yerleşim ve
derin bir bağlılıkla yerine getirilen törelere dayalı toplum ya-
pısının kuralları yatıyordu. Chicago Üniversitesi‟nde antropo-
log Terrence Turner‟in belirtmiş olduğu gibi: “Vücudun yüzeyi
toplumsallaşma oyununu oynandığı simgesel bir sahneye
…bedensel bezemeler de… bunun anlatım aracını dönüşüyor.
Süslenme ve süslenmiş vücutlarını başkalarına sergileme,
bireysel açıdan ne denli anlamsız ya da önemsiz görünürse
görünsün, toplumsal açıdan ciddi bir olgudur” [5]
Fildişi oyulmuş mükemmele yakın minyatür at betimlemeleri,
mağara duvarlarına yapılmış, görenleri ürperten, dev boyut-
larda renkli bizon, at ve mamut resimleri, rengeyiği boynuzu-
na işlenmiş ilginç kompozisyonlar (bir fok, bir somon, bir yı-
lan, bir minik çiçek, kimi yapraklar ve başka işaretler), ger-
danlık olarak, pek çok etçil hayvan (aslan ve tilki) dişi, mağa-
ralarda gizemli biçimde düzenlenmiş imgeler, yarı insan, yarı
hayvan canavar figürleri. Buzul çağı sanatını işte bunlar oluş-
turuyordu. [6]
Atlar, bizonlar ve diğer hayvanlara ilişkin betimlemeler birey-
sel olarak, kimileyin de kümeler biçiminde görünüyorlar, ama
doğaya uygun bir düzenlemeye yaklaşan bir çevrede ender
olarak yer alıyorlar. Betimlemeler gerçeğe uygun olmalarına
karşın, doğal ortamlarından kopukturlar. (John) Halverson‟a
100
göre bu, Buzul Çağı sanatçılarının, çevrelerinde gözledikleri
şeyleri, onlara herhangi bin mitolojik anlam katmadan betim-
lediklerini gösteriyordu.
Sanatçıların, düşünceye dayanmayan “imgeler üreten oto-
matlara benzediğini söylüyordu” Halverson. İmgeler yalın,
anlatımsallıktan yoksun olup, açıkça “dinsel güdülemelere
bağlanabilecek hiçbir şey” içermiyor. Sahip olduğumuz biçi-
miyle insan bilincinin, tarihöncesi dönemin bu evresinde he-
nüz gelişmemiş olduğunu düşünen Halverson, “Zihinsel ge-
lişmenin bu erken evresinde algı ve kavramın ayırtına varıl-
mamış olabilir” demektedir. [7]
İlkel toplum sanatının çözümlenişinde de buna benzer bir
duruma rastlanır. Av dansının, daha ava gitmeye hazırlanış-
tan av başlayıncaya kadar sürdürülmesi halinde, hayvana
büyü yapılabileceğini sanıyordu insanlar. Oysa kendilerine <<
büyü yapıyorlardı>> aslında; yani, ava her yönden hazırlanı-
yorlardı, gerek fiziksel ve zihinsel yönden, gerekse pratik ve
psikolojik yönden. Bir başka deyişle, büyü dansı, bütün bu
dansa katılanlar için bir toplumsal eğitim aracı idi; gerek fiziki
ve mesleki eğitimin, gerekse etik ve estetiksel eğitimin ara-
cıydı. [8]
Öte yandan, ilkel toplumun dramatikleştirilmiş, cimnastikvari
dansının, avcıların üreticilik gücünü arttırdığı da sık sık söy-
lenmiştir. Ne var ki, bu konuda, örneğin, mağaralarda bu-
lunmuş, kilden hayvan çizimleri kalıntılarının, balta ve kargı
izleri taşıdığını, ya da üstünde buna benzer izler bulunan ma-
ğara resimlerinin bir çeşit <<hedef tahtası>> olabileceğini ve
avcıların bu << hedef tahtası>> üstünde <<mesleki eği-
101
tim>> yaptığını sanan araştırmacıların düşüncelerine burda
katılmıyoruz.
Boyanmış ya da şekillendirilmiş hayvan çizimleri üstündeki
darbeler, hiç kuşkusuz, düpedüz eğitim görmenin bir ifadesi
değil, av hayvanı üstünde büyüsel etki uyandırmanın usulen
bir biçimidir. Ama bu arada, avcı için gerekli mesleki yeti de
etkin bir şekilde gelişmektedir; örneğin, göz keskinliğinin
artması, mızrak atma gücünün yükselmesi; sıçrama tekniği-
nin, sessizce koşmanın mükemmelleşmesi; toplu dansın rit-
mine ayak uydurabilmek için, her dansçının kendi yaptığı ha-
reketleri öbür dansçıların yaptığı hareketlerle uyumlu kılabil-
mesi.
İşte bütün bunlar, hayvan postuna giren ya da bu anlamda
bir mask takan bir avcının av dansındaki rolüne benzemekte-
dir. Av dansının, dans edenler üzerine uyandırdığı etkinin
göze en az görünen ama belki de en önemi yanı, bu kişilerin
psişe‟si ve duygular‟ı ile ahlaksal, dinsel ve estetiksel tasa-
rımları üstünde bıraktığı etkiydi.
Çünkü dans, katılan her kişiyi kollektiv‟e manen bağlıyordu;
her birinin kendisini, örgütlü topluluğun bir parçası olarak
duymasına yol açıyor; bir ötekiyle dayanışma duygusunu ge-
liştiriyor, kollektiv‟in gücüne olan inancını pekiştiriyor, vücu-
duna ustaca hakim olabilme yeteneği karşısında övünme
duygularını kamçılıyor, hayvandan duyulan korkuyu yenme-
sine yardım ederek, zafere olan güvencesini arttırıyordu. [9]
İlkel toplum insanı kendi vücudunu ve yüzünü çiziklerle,
döğmelerle ya da boyalarla süslediği; sedef kabuklarla, kolye
102
ve bileziklerle, alışılmadık saç tokaları ve kemerlerle kendini
bezediği zaman, burda, ilkel toplum insanını çağdaş insandan
ayıran şey, bireysel zevkler değil, gens‟in ya da aşiret‟in ge-
nel ilkeleri‟dir.
Bu bakımdan şu da açığa çıkıyor ki, boyanarak süslenme,
ilkel toplum insanını, nerden geldiği belli olmayan , başlı ba-
şına bir güzellik duygusunu doyurmak için yapılmış bir şey
değil; tam tersine, insanları toplumsal kollektiv‟e bağlamak,
soydaşlarına ve kendi aşiret üyelerine bağlılık duygusunu
pekiştirmek ve öbür aşiretlerin üyelerinden kendini farklı kıl-
mak için yapılmış bir şeydir. [10]
İnsanların kendi yaptıkları nesneler üstüne kendine özgü es-
tetiksel bir fikir edinmesinin kaynağı da burda gelir. Bu fikir
bir kez ortaya çıktıktan sonra, yeni nesnelerin üretimi üstün-
de sürekli etkide bulunur artık; üretim faaliyetindeki yararsal,
dinsel, sanatsal değer-yönlendirimini, estetiksel yönlendirme
ile bütünleştirir.
Bu konuda şöyle yazmaktadır Karl Marx: <<Tüketim, doğal
ham tüketim halinden, dolayımsız üretim olmaktan çıktığı
zaman (ki bu tüketimin aksaması, tüketimin bu doğal ham
haline bağlı üretimin bir sonucudur) bir itki olarak, tüketile-
cek nesneye geçer. Tüketime duyulan ihtiyaç, tüketilecek
nesnenin algısıyla ortaya çıkar. (Bütün öbür ürünler gibi),
sanatın nesnesi de sanat duyusuna ve güzellikten haz alabil-
me yeteneğine sahip bir izleyici kitlesi doğurur.
103
Demek ki, üretim, sadece özne için bir nesne yaratmakla
kalmaz, ama aynı zamanda, nesne için bir özne yaratır>>
[11]
Demek, sanat, gerçek yaşamın sınırlarını aşarak bir tasarım
dünyasının içine girmekte, ama insanların davranışlarını kendi
yasalarına göre düzenlediğinden, gerçekliğe bağlı olanı kendi
içinde korumaktadır. Bu yasalardan en başta geleni ise, ger-
çek yaşam faaliyetinin çok-yönlülüğünü, çalışmayı, insanların
birbiriyle ilişkisini, insanların bütünsel bir sistem üstüne bilgi-
sini ve bu sisteme göre değer – yönlendirişini bir arada içine
alır.
Bu bakımdan, daha ilk anlarından bu yana, sanatın da bu
sisteme göre modellenmesi, hem pratik eylemin özel bir bi-
çimi olarak, hem insanların birbirleriyle ilişkisinin ve birbirle-
riyle anlaşmasının bir biçimi olarak, hem de bilginin ve değer
– yönlendirmenin özel bir biçimi olarak iş görmesi gerekmiş-
tir. [12]
“İlkel Toplum” Değil Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Top-
lumlar
“İlkel” kavramı evrimci bir anlayışın ürünü olarak ifade bul-
maktadır. Bu “ilkel” kavramının yerine “sınıflı toplum öncesi
sınıfsız toplumlar” demeyi uygun gördük.
Evrimci anlayış, Devletin, özel mülkiyetin, yazının olmaması
vs. üzerinden “ilkel” kavramının kullanıldığı gözlenmektedir.
Burada evrimci anlayışı mahkûm etmiş oluyoruz. Çünkü onlar
gibi düşünmüyoruz.
104
Evrimci anlayış toplumları Devletsiz düşünemiyor. Yapılan
araştırmalar göstermiştir ki, Devletsiz toplumların var olduğu
ve günümüzde de var olanlarının bulunduğunu göstermekte-
dir.
Batı‟da “ilkel”, “barbar”, “ileri”, “geri”, “uygarlık” kavramları
çok popüler durumdadır. Çünkü Batı‟lı araştırmacılar, bu kav-
ramlar sayesinde gerçekleri gizliyorlar ve herkese inandırıyor-
lar. Batı Uygarlığı ve Demokrasi‟sinin aslında çalıntı kıtalar,
çalıntı zenginlikler, çalıntı buluşlar vs. sayesinde oluşmuş-
tur/oluşturulmuştur. Gizlenenler bunlardır.
Farklı iki toplumu karşılaştırırken, bir toplumun tüfeği ile di-
ğer toplumun yayını birbiri ile kıyaslamanın anlamı ve mantığı
yoktur.
Devlete Karşı Toplum‟da Pierre Clastres‟den aldığımız alıntı
da: “İlkel toplum, devletsiz toplum ekonomisinin işleyişinde,
zengin-fakir ayrımı yapmayı gerektirecek hiçbir şey yoktur,
çünkü hiç kimse komşusundan daha fazla çalışmaya, daha
fazlasına sahip olmaya, daha üstün görünmeye istekli değil-
dir. Herkesin, eşit biçimde, kendi maddi ihtiyaçlarını karşıla-
yacak durumda olması ve zenginliklerin özel mülkiyet yarata-
cak şekilde birikmesini sürekli engelleyen bir mal ve hizmet
mübadelesinin bulunması, aslında güç isteğinden başka bir
şey olmayan sahip olma isteğinin doğmasına izin vermez. İlk
bolluk toplumu olan ilkel toplum, herhangi bir aşırı bolluk
isteğine yer bırakmamaktadır.” Diyor yazar.
Bu alıntı da “ilkel toplum” geçmektedir fakat “ilkel toplum”
olarak ifade edilen aslında “ilkel” kavramından vazgeçmeyip,
105
“sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumları” çok güzel anlatmak-
tadır. Burada devletten, özel mülkiyetin olmamasından şika-
yet duyulmuyor.
Yazar “devletsiz toplum” ifadesine kullanmaktadır.
Demek ki kabilede kral değil, bir şef –ama devlet önderine
benzemeyen bir şef- vardır. Bu ne demektir? Bu, şefin hiçbir
otoritesinin olmaması, hiçbir zorlayıcı gücünün bulunmaması,
emir vermesini sağlayacak her türlü olanaktan yoksun olması
demektir.
Şef bir komutan değildir; kabile üyelerinin ona uymak gibi bir
yükümlülükleri yoktur. Şeflik makamı, iktidarın uygulandığı
yer değildir ve “şef” (hiç de yerinde bir adlandırma olduğu
söylenemez) figüründe, geleceğin despotunu çağrıştıracak
hiçbir özellik gösterilemez. (Genel olarak devlet aygıtının,
ilkel şeflik kurumundan türediğini elbette söyleyemeyiz) [13]
Açıklayıcı Notlar
[1]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 186 – Yazın ya-
yınları [2]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 187 – Yazın ya-yınları
[3]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 187 – Yazın ya-yınları [4]Tüfek, Mikrop ve Çelik – Jared Diamond – Sayfa 34 – Tübitak yayınları [5]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 178 – Tübitak yayınları
[6]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 180 – Tübitak yayınları
106
[7]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 181– Tübitak yayınları
[8]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 240 – Altın Kitaplar Yayınları [9]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan –
Sayfa 241 – Altın Kitaplar Yayınları [10]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 242 – Altın Kitaplar Yayınları
[11]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 244 – Altın Kitaplar Yayınları [12]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 247 – Altın Kitaplar Yayınları [13]Devlete Karşı Toplum – Pierre Clastres
Stadyumda Solculuk Dansı
Stadyumlar ve Stad yapımları devam etmekte. Boş arazi par-
sellerine birbirinden farklı tasarımlarda stadlar yapılmaktadır.
Bu stadlar, toplumsal eşitsizlerin yansıtılmasına da büyük
hizmetler vermektedir.
Irkçı sloganlar attırılarak oyunculara, Halklara hakaretler etti-
ren Devletler kendi varlıklarının resmini çektirmektedirler.
Stadyumlarda yapılan maçlara, oyunlara binlerce emekçi ve
kapitalistlerin buluştuğu mekânlardan biridir. Birçok mekânda
buluştukları halde burada oyun esnasında buluşuyorlar.
Farklı yerlerde oturarak, emekçilerin üzerine yağmur yağıyor,
kapitalistlerin kulislerinde yağmur üzerlerine yağmayacak
şekilde tasarlanıyor.
107
Bu yazıda mekânsal sosyolojik durumu anlatmak değildi.
Stadyumların doğaya verdiği zararı anlatmaya çalışacağım.
Boş arazilere, ormanlık alanlara dikilen stadyumlar;
onbinlerce ağacın kesilmesi ve canlı türlerinin yok olmasına
neden olmaktadır.
Bu stadyumların yerine ağaçları hayal ettiğimizde durum da-
ha da somutlaşacaktır.
Stadyumlarda solculuk yapanlar, kendince bir popülist anla-
tımla yer almaktadır.
Takımların logolarının bulunduğu bayraklarla 1 Mayıs‟ta siyasi
bir mücadeleyi değil; popülist ve eğlence mekanlarına çevire-
rek onlara teşekkür mü? Etmeliyiz.
1 Mayıs‟ın anlamı siyasi ve işçilerin birliğinin ortak taleplerle
devrimci partinin öncülüğünde yapılan sınıf mücadelesidir.
Stadyumlar ve bu solculuk yaparken, siyasi bir anlam yük-
lenmesi ve eylemliliği nasıl sağlanır?
Stadyumlara gitmeyerek, stadyumların doğaya zarar verdiği-
ni anlatmakla olunur.
Stadyum Solculuğu dağa küsen fare gibidir. Devrimcilikle
alakaları yoktur. Onlarla 1 Mayıs‟ta yürürken; Stadyumların
doğaya zarar verdiğini ve stadyumlara hayır denilerek yol
alınabilir. Stadyum yapmayın, ağaç dikelim.
108
Taksim’deki İki Bolşevik’in Heykeli Neden Yıkılmıyor?
Rusya‟da Lenin‟in heykelleri yıkıldı, yıkılması da iyi oldu çün-
kü Lenin demedi ki benim heykellerimi dikin. Putları, zincirle-
ri, bir bütün olarak sınıflı toplumu yok etmek isteyen Lenin
neden heykelim dikilsin desin ki. Lenin‟in ölüsünden korkan
ihanetçiler diktirdi.
Taksim‟deki 1928 yılında açılan Taksim Anıtı heykeli günümü-
ze kadar yıkılmadan yerinde kaldı. Bunun nedenleri ne olabi-
lir? Ya da Türk Devletinin böyle bir ihtiyaca gereği kalmadığı
halde.
İki Bolşevik var heykellerin arasında…
Kliment Yefremoviç Voroşilov ve Mihail Vasilyeviç Frunze bu
iki Bolşevik kimdir, devrimci ve sınıf mücadelesinde ne yaptı-
lar o konulara girmeyeceğiz.
Türk Devletinin ihtiyacı kalmadığı halde, iki Bolşevik‟in heyke-
li neden yıkılmıyor? Taksim anıtının hepsinin yıkılmasından
bahsetmiyoruz sadece iki Bolşevik‟in heykelinin neden yıkıl-
madığını soruyoruz.
Bolşeviğin mirası sınıfsız toplum için mücadele etmektir. Hey-
keller dikerek sistem tamirciliği yapmak değildir. Kemalizm
sınıflı toplumu yeniden örgütlemek için mücadele etti/ediyor.
Bolşevizm sınıflı toplumu yıkmak için mücadele etti/ediyorlar.
Bu anıtta ki çelişkiyi göstermek için olayı anlatmaya çalışıyo-
ruz.
Bolşeviklerle Kemalistler aynı yerde duramaz.
109
Kemalistler devletin varlığı, kapitalist düzen ve emperyalistle-
rin çıkarları için mücadele eder. Bolşevikler ise işçi sınıfının
iktidarını ve Sovyetlerin kurulması için mücadele eder.
Bolşevikler, Taksim anıtındaki iki Bolşevik‟in heykelini yıka-
caktır. Bu sınıf mücadelesine bir anlam katmasa da devrimci
kültür bunu gerektirmektedir. Gereksiz gibi görünen bu olay,
büyük bir etki yaratacaktır.
Yeryüzündeki bütün Bolşevikler‟e sevgi ve saygılarla…
Üniversite Öğrencileri İle Komünist Gençlerin Talepleri
Bir Ve Aynı Olamaz.
Üniversite Öğrencilerinin parolalarında “Parasız Eğitim İstiyo-
ruz, Harçlara Hayır” şiarı yükselebilir.
Bu onlar için anlamlı ve gerçekçi bir durumdur.
Bilinçlerinde egemenlerin fikirleri ve bu fikirleri hayata geçir-
me alanları üniversitelerden mezun olduktan sonra vasıflı ve
yüksek maaşlı bir yaşam kurgulamaktadırlar.
Bunlarda onlar için anlamlı ve somut davranıştır.
Bu “parasız eğitim” hangi araçlarla ve hangi paralarla sağla-
nacağını asla bilinçlerine getirmezler üniversite öğrencileri
Taksim akşamlarında “parasız eğitim için ileri” sloganı ile do-
laşabilirler. Zaten yaptıkları bir durumdur bu.
Bu talepler onlar için politik gibi gözükebilir.
110
Geleceklerini tasarlayıp yeniden oluşturmak için üniversite
diplomasının gerekli olduğunu artık küçük çocuklar daha bi-
linçlerinde içselleştirmiş durumdadır. Bu üniversiteye gitmek
isteyen ve üniversite de okuyanlar için daha da kuvvetli bir
etki yaratmaktadır.
Üniversite gençleri diploma aldıktan sonra mutluluk, sevinç,
başarı, kazanç gibi anlayış, duygu ve fikirlerde olabilirler.
Komünistler gençlerin “parasız eğitim” talebi demeden önce
şunu düşünmeleri gerekmektedir. Bu para nasıl sağlanacak.
Cevabı çok basit
İşçilerin sömürüsünden, işçilerden kesilen vergilerle sağlana-
cak.
Bu somut durum, komünist gençlerin yanlış bir taleple karşı
karşıya oldukları ortadadır.
Bu taleple sosyalizm değil, ütopik sosyalizm bile kurulamaz.
Komünist gençler “parasız eğitim” için ileri değil “parasız eği-
timi” teşhir ederek mücadele etmeli.
“Parasız eğitim” isteyen Üniversite Öğrencilerinin kuyrukçulu-
ğunu yapmamalıdır.
111
Yaşasın Halkların Kardeşliği Diyen Komünistlerin Unut-
tuğu; Komünist Siyasi İradedir.
Komünist çevrelerden kurumdan veya partiden devrimcilerin
eylemlerde kullandıkları sloganlardan biri olan “Yaşasın Halk-
ların Kardeşliği”nin komünist siyasi bir söylemi yoktur.
Komünistler bu sloganı neden söylemektedir.
Kürt Özgürlük Hareketinin yarattığı direnç ve savunma basın-
cının, egemen ve işgalci kapitalist devletin/ devletlerin para-
digmasını etkilemesi ve zamanla da bu paradigmayla ortak-
laşma süreçlerinde Kürt Özgürlük Hareketi, bu sloganı atması
onların mücadele ve programına aykırı bir durum değildir.
Halk sosyolojik ve heterojen bir kavramdır.
Komünistler bu sloganı atamaz. Yaşasın Halkların Kardeşliği
ne Türkçe ne de Kürtçe söylememelidir.
Bu sloganı söylerken, Komünist Siyasi İradelerini terk etmiş
ve sadece Kurumlarının bayraklarıyla eylemde imgesel bir
konuma gelmiştir. Siyasi yanı gitmiştir.
Bu sloganın yerine daha radikal sloganlar üretilebilir ve atıla-
bilir.
Böyle uzlaşmacı, barışçı sloganı Komünistler atamaz.
Uzlaşmanın olmadığını anlatacak slogan veya pankartlar aça-
bilirler.
112
Yoldaş! Yoldaş’ın Çocuğuna Bakabilir Misin?
Evli veya evliliği karşı olupta çocuk yapan (aynı Kurumdan
veya farklı kurumdan) yoldaşların doğan çocuklarına bakma
veya bakabilme anlayışı komünistler tarafından sorgulanma-
mıştır.
Tarihte yoldaşların çocuğuna bakanlar olmuştu. Günümüzde
bu kültürü yeniden yaygınlaştırmak ve esnek fikirlerle sahip-
lenmek gerekmektedir.
Bunun nedenlerinden biri, evlilik kurumunu reddetmemek
ikincisi çocuğa bakan kadının analık olgusunu karşı gelme-
mektir.
Bir kadın yoldaşın, doğan çocuğuna sürekli bakması yanlış
komünist politik kültürdür. (Kadının ille de yoldaş olması ge-
rekmiyor)
Bu çocuk, bütün yoldaşların çocuğudur.
Bu fikirle, çocuğun bakımını, gezmesini, hastanesini ve başka
ihtiyaçlarını yerine komünistlerin sırayla getirmesi gerekmek-
tedir.
Bu çocuğun, kapitalist fikirlerden, ihtiyaçlarından farklı bir
bakış açısıyla büyümesinin sorumluluğu komünistlerindir. Bu
çocuk kesinlikle okula, anaokuluna gitmemelidir.
İleri de bir takım işlerde çalışabilmesi için meslek kurslarına
yönlendirilebilir.
113
Kadın yoldaşın annelik veya analık duygusu saçmalığından
kurtarmak ancak komünist birlikte sağlanır.
Kadın yoldaşın sevgilisinin de işten geldikten sonra mutfak ve
temizlik işlerine kesinlikle el atmalıdır.
Eğer kadın yoldaş, evliliği reddetmiş ve “evlilik dışı” çocuk
yapmışsa. Komünistler kadın yoldaşın yanında, yakınında
olmalıdır. Kadın yoldaşın toplumsal ve ailesel baskı ve psiko-
lojik stresten kurtulabilmesi kollektif birlikle ve hareketle
mümkündür.
Kadın yoldaşta kendi sorularını ve sorunlarını yoldaşlarına
anlatması gerekmektedir.
Çocuk yapan yoldaşlarının yanında olmak istemeyenler, ko-
münist politik kültür olarak eleştirdikleri ne ve kim varsa
onun gerisinde bir anlayışta olduklarını gösterir.
Yoldaşlar!
Yoldaşın çocuğu aslında bütün komünistlerin çocuğudur. Bu
farklı kurumlar arasındaki geçmişteki bir takım olayların etki-
sinin de kırılıp, bu çocuğa bakmaları gerekir.
Günümüzde yeni evlenmeyi düşünen komünistlerin, evlilik
kararından kesinlikle vazgeçirilmesi gerekmektedir. Doğacak
çocuk kollektifin çocuğudur.
Komünistlerin Çocukları için "21 Koşul"
1- Doğan bebeğe (hamilelik ve sonrasında da) komünistlerin
kollektif bir bakış açısıyla yaklaşmaları
114
2-Bebeğin yiyeceğini, ihtiyaçlarını, gezisini, hastanesini "bü-
tün komünistlerin birliği" ile kollektif sağlanmalıdır.
3-Bebeğin bakımını erkeklerde yapmalıdır.
4-Bebeği doğuran veya diğer kadınlara bütün iş bırakılmama-
lıdır. İş bölümüne karşı çıkılarak hareket edilmelidir.
5-Çocuk hiçbir zaman okula, liseye, üniversiteye yollanma-
malıdır.
6-Öğrenmesi gereken dili Kürtçeyi, Türkçeyi, İngilizceyi
kollektif bir şekilde yapmalıdırlar.Egemenlerin zehirli dilini
teşhir ederek öğretilmelidir.
7-Çocuğa yaşamda rekabet etmemeyi, küfür etmemeyi öğre-
tilmelidir.
8-Çocuğa cinsellik konusunda açık ve net konuşulmalıdır.
9-Çocuğun kendi kararlarına saygı gösterilmeli ve uygulan-
ması sağlanmalıdır.
10- Çocuğun yaşamı boyunca Komünistlerin kollektif yaşa-
mındaki mücadelesi hissettirilmelidir.
11- Çocuğa dini değerler öğretilmemeli ve bunların nasıl bir
tarihsel süreçten geçtikleri anlatılmalı
12- Evrimin nasıl bir şey olduğu gündelik yaşamda sürekli
anlatılması gereken konulardır.
115
13- Diyalektik materyalist düşünce sistemi ve fikirleri kısa
hikayeler olarak anlatılmalıdır.
14- Sınıflı toplum anlatılmalı ve onun araştıracağı yöntemler
gösterilmelidir.
15- Araştırmacı, kitap okuyan, şüpheci, eleştirici ve özeleşti-
rinin devamlılığı ile yaşamdaki tarafını belli etmelidir.
16- Çocuğun Doğa Merkezli yetiştirilmesi sağlanmalıdır
17- Çocuğun hayvanlara zincir takmayan, kuşları kafese
koymayan bir kültür oluşturulmalıdır
18- Çiçekleri koparmayan, gereksiz ağaçların dallarını kes-
meyen bir kültür oluşturulmalıdır.
19-Komünistlerin tarihi, neden komünist oldukları ve kimlerin
oldukları kısa görsellerle öğretilmeye başlanmalıdır.
20- Okuyacakları kitaplar dikkatle seçilmelidir. Zehirli
yüzbinlerce kitap vardır, bunların 'ayıtlanması' gerekli hatta
çocuk yazarların, şairlerin, ressamların yetiştirilmesi sağlan-
malıdır.
21- Bunların hepsinden önemlisi yüzlerinin gülmesidir (Bura-
da ayrımcılık yapmıyorum diğer emekçi çocukların yüzleri de
gülmelidir, bütün emekçi çocuklarına ve sokaklarda, gece-
kondu mahallelerinde çadırlarda, teneke evlerde yaşayan,
ailesinden dayak yiyen çocuklara kolletif yanlarında olmalıdır)
116
Yunanistan’daki Genel Grev, Sınıf Mücadelesi Değildir.
Bir çatışmanın ya da eylemin karakterini belirleyen, çatışma-
nın içinde yer alan kesimlerin sınıf tabiatları değil, bu çatış-
manın stratejik olarak neyi hedeflediğidir.
Marksizm‟de üretim ve üretim araçları “kutsaldır” ve ancak
bir disiplin dahilinde cereyan eden işçi hareketleri sınıf müca-
delesi olarak kabul edilebilir. Komünistlerin bu ön şartı eleşti-
rip değiştirmeleri gerekmektedir.
Dünyanın hiçbir yerinde, reel ücretlerde senede 150-200
Euro‟luk bir düşüş olacak, emeklilik yaşı yükseltilecek diye
devrim olmaz. Bu Avrupa Birliği ülkeleri ise hiç olmaz. Yuna-
nistan ise hiç hiç olmaz.
Söz konusu olan taraflar arasında pay dalaşıdır, bir taraf or-
tadaki pastadan daha fazla pay almak istiyor, diğer taraf ise,
yani pastayı kontrol eden taraf ise karşı tarafa daha az pay
vermek istiyor, olan bitenin hepsi bu.
Dolayısıyla da pay almak üzerine yapılan bir çatışmayı sınıf
mücadelesi ya da sınıf savaşı olarak adlandırmak olacak iş
değildir.
“18 Ekimde Avrupa Birliği liderleri Brüksel‟de Avrupa‟nın için-
de bulunduğu krizi tartışırken, on binlerce kişi sokaklara çıktı.
Başta Atina olmak üzere Yunanistan‟ın pek çok şehrinde pro-
testo gösterileri düzenlendi. Yunanistan Kamu Çalışanları Fe-
derasyonu (ADEDY) ve Yunanistan İşçi Sendikaları Konfede-
rasyonu‟nun (GSEE) çağrısıyla yapılan eyleme birçok farklı
sektörden işçiler katıldılar. Yalnızca Atina‟da 80 bin işçi
117
Sintagma Meydanı‟nda toplandı. “Yeter Artık Yeter!” diyen
işçiler, hükümete “AB ve IMF ile birlikte Defolun!” sloganıyla
seslendiler. Yunanistan‟da ulaşım durdu. Tren ve feribot se-
ferleri yapılmazken yüzlerce uçuş ya iptal edildi ya da erte-
lendi.” [Uluslararası işçi dayanışma derneği, 20 Ekim 2012]
“Global finans kapital ve emperyalist hükümetlerce kibirli bir
biçimde “PIGS” olarak adlandırılan aşırı borçlu kapitalist ülke-
lerin işçi sınıfları ve halk kitleleri şu anda kontrol edilemez bir
isyan halinde. AB ve IMF tarafından dayatılan sosyal yam-
yamlık tedbirlerine karşı halk öfkesinin oluşturduğu bir
tsunami bütün Güney Avrupa‟yı yalayıp yutuyor. Son birkaç
günde Lizbon, Madrid ve Barselona‟dan Atina‟ya, oradan da
Roma‟ya, yüz binlerce işçi sokaklara ve meydanlara akın et-
miş durumda.
10.5 ila 13.5 milyarı bulan ücret, emeklilik maaşı, sosyal
tazminat, sağlık ve eğitim kesintisi, emeklilik yaşının 65‟den
67‟ye çıkarılması, küçük burjuvaziye yönelik yeni vergiler,
bütün bunlar iflas etmiş Yunanistan‟ın daha şimdiden perişan
edilmiş halkının ardından dolanılarak AB/AMB/IMF troykası ve
onun yerel enstrümanı olan yeni seçilmiş koalisyon hükümeti
tarafından devreye sokulmakta (Samaras‟ın önderlik ettiği
sağcı Yeni Demokrasi, “sosyalist” PASOK artıkları ve 2010
yılında reformist Syriza‟dan ayrılmış, daha önceleri
Avrokomünist sağcı bir grup olan Demokratik Sol {DIMAR}
tarafından oluşturulmuş bu hükümet, Yunan halkı tarafından
gayet isabetli bir biçimde “dahili troyka” olarak adlandırılı-
yor).
118
Hâkim sınıflar, ikinci kurtarma paketine iliştirilmiş bir kitle
imla silahı olan İkinci Muhtıra aracılığıyla resmi rakamlarla
10.5 milyar avroluk (aslında daha fazla, belki 13.5 milyar,
hatta Alman kaynaklarına bakılırsa 20 milyar avro!) kesintiye
hazırlanırken, patlak veren yeni bir skandal halkı çılgına çe-
virdi. Yeni Demokrasi‟nin üç eski bakanı, halihazırdaki meclis
başkanı Vangelis Meimarakis ile birlikte 2005-2008 yılları
arasında (yani Yunanistan‟ın resmen ilan edilmemiş iflasına
giden dönemde) 10.5 milyar avroluk bir meblağı aklamakla
itham ediliyor – yani neredeyse ücretler, maaşlar ve engelli
ödeneklerinde yapılması düşünülen kesintilerle aynı miktarda
bir meblağı!!! Yeni seçilmiş hükümet daha şimdiden bütün
kredisini ve “Muhtıra koşullarını yeniden müzakere etmek”
yolundaki seçim öncesi vaatlerinden cayarak bütün meşruiye-
tini yitirmiş, skandal üzerine skandala batmış durumda.
GSEE ve ADEDY gibi bürokratik konfederasyonlar, Stalinist
KKE‟nin sendikal kolu olan PAME, daha militan federasyonlar,
sınıf mücadeleci sendikalar, radikal sol örgütler tarafından
çağrısı 26 Eylül gibi çok geç bir tarihe ve sadece 24 saat için
yapılmış. Genel Grev, işçi sınıfının dostları için olduğu kadar
düşmanları için de umulmadık bir zaferle sonuçlandı.
Sendika bürokrasilerinin sabotajına – GSEE ve ADEDY önder-
liğinin teşvik babında tek yaptığı grevin iki gün öncesinde
televizyondan reklam yapmak oldu! – ve yaz aylarının görü-
nüşte “sakin” geçmiş olmasına rağmen, ülke baştan başa
felce uğrayarak sadece Atina‟da değil, bütün büyük şehirler-
de, yani kuzeydeki Selanik‟den merkezdeki Volos‟a, batıdaki
Patras‟dan güneydeki Iraklion ve Girit‟e dek her yerde devasa
gösterilere sahne oldu.
119
Atina‟daki gösteriye, İngiliz gazetesi Guardian‟a göre iki yüz
bin işçi katıldı. En önde, kesintiler nedeniyle perişan edilmiş
militan belediye işçileri yer almaktaydı. Onları, özellikle sağlık
ve eğitim işkollarında güçlü olan militan federasyonlar, sınıf
mücadeleci sendikalar, SYRIZA, ANTARSYA, EEK, diğer radi-
kal sol örgütler ve anarşistler takip ediyordu.” [Gerçek Gaze-
tesi internet sitesi, 28 Eylül 2012]
Genel Grev hakkı için mücadele etmek ve daha yüksek ücret
talebi, daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma vb. talepler
için grev yapmak, Marksizm tarafından sınıf mücadelesi ola-
rak değerlendirilirken; komünistlerin bunu değiştirip, grev
hakkı için mücadele etmeyi ve bu hakkı kullanmayı sınıf mü-
cadelesi zemininde değerlendirirken, daha yüksek ücret tale-
bi, daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma vb. talepler sınıf
mücadelesi olarak değerlendirilmemelidir.
İşçi sınıfının grev hakkı için mücadele etmesiyle, daha iyi ya-
şam koşulları ve yüksek standart için grev yapması bir ve
aynı şey değildir.
Birincisi, sınıf mücadelesine denk düşerken, ikincisi hiç de
sınıf mücadelesine denk düşmez. Çünkü grev hakkı için mü-
cadele, işçi sınıfının bütününü kapsadığı, burjuva devletin
yasağı ve zoru karşısında sınıfın bütünsel çıkarları doğrultu-
sunda burjuvaziye olduğu kadar burjuva devlete karşı da bir
mücadeleyi işaret ettiği için devrimcidir.
Daha yüksek ücret talebi ve daha kısa ve daha iyi koşullarda
çalışma ile sınırlı talepler için mücadele ise, sistem içinde
120
kalmayı ve sistem içinde bir yer edinmeyi hedeflediği ve ör-
gütlediği için devrimci değildir.
Eğer bir hareket doğrudan ya da dolaylı olarak emekçilerin
evrensel kurtuluşuna hizmet eden ve kapitalizmin varlık ne-
denlerini hedef alan bir karaktere sahip ise, bu hareket bir
sınıf hareketidir ve sınıf mücadelesi zemininde değerlendiril-
meyi hak eder.
Komünistler, Marksizm‟in eleştirilecek yanlarını eleştirmeli,
yüz elli yıl önceki Marksizm‟i günümüze “kopyalayarak” sınıf
mücadelesi oluşturamadığı Dünya‟da sınıf hareketinin olma-
dığından somut bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
“İşçi Kıyımı” Demek, Ekonomist Reformculuktur.
Bursa‟da üretim yapan Tofaş fabrikasındaki üretim vardiyası
3‟ten 2‟ye düşünce 1.000 işçinin de iş “garantisi” bitmiş oldu.
6.000 işçinin çalıştığı bilinen fabrikada şimdi 5.000 işçi çalışı-
yor.
Türk Metal Sendikasının kapitalist örgütlenmesinin bulunma-
sıyla 1.000 işçinin işten çıkarılması kolaylaştı.
Solcu sitelerde olaya bakış açısı ve başlık atma sıkıntıları göz-
lenmektedir. Birileri “işçi düşmanlığı Koçbaşı” diyor, “işçi kı-
yımı” diyenler var. Bu kavramlarla teşhircilik yapılamaz.
Bu fabrika 750 lira ile 2.000 lira üzerinde farklı maaş alan
işçiler bulunmaktadır. Bu maaş “eşitsizliği” yaygın bir kulla-
nımdır. İşçiler arasındaki rekabet araçlarından biridir.
121
Fabrika içinde ve dışında farklı ve eşitsizliklerin ortadan kaldı-
rıcı ve egemenlerin bölmüş oldukları arasındaki ezilenin ezile-
ni yanında olarak devrimci mücadele yürütmek gerekmekte-
dir.
Fabrikanın içinde farklı ücretlerin ortadan kaldırılması için
uğraşılmalı, işçilerle konuşulmalı. Fabrikanın dışında ise bu
fabrikaya çalışılmasına sistemin izin vermediği Kürtlerin,
Göçmenlerin, Mültecilerin çalışmasını sağlayacak şekilde ça-
lışma ve vardiya saatlerinin indirilmesi istenebilir.
İşten atılanlar için “işçi kıyımı” tanımı teşhirciliğe yol açmaya-
caktır. Bu açıklama programsız ve plansız devrimcilerin oldu-
ğunu göstermektedir.
“İşçi kıyımı” diyenler olaya işçilerin maaşları ve geçinmelerini
sağladığı insanlar üzerinde böyle bir ifade kullanmıştır bu
ifade ekonomik reformculuktur. İşçi birliği sağlamak için işten
atılanlar, işsizler ve çalışanlar arasındaki bölünmüşlüğün ana-
lizini tespit edip, bunun üzerinden mücadele yürütmelidir.
İşten çıkarılanlar ile işsizlerin işe alınması için mücadele edil-
meli, çalışma saatlerinin düşürülmesi için mücadele edilmeli-
dir. İşçi ile işsiz arasındaki rekabeti önleyecek taktikler geliş-
tirilmelidir. Mesela işsizlerin verdiği saatlerin düşürülmesi ile
işçilerin de daha çok maaşa ve zamanı olacağı ifade edilmeli-
dir. Bu anlatılmalıdır.
Solcular “krizin faturasını kapitalistler ödesin” diye ajitasyon
yapmaktadırlar. Bu ajitasyon siyasi bir hareket oluşturmaz.
Çünkü işlevsiz, pasiflik içeren bir slogandır. Sistem tamircili-
122
ğidir. Bu diyalektik materyalist bilimsel açıklamalarla da
mümkün değildir.
"1 Mayıs" Afişi Cinsiyetçidir
Afişlerin de anlattığı bir dil vardır.
Bu dilin neye hizmet ettiği de önemlidir.
1 Mayıs Afişi diye resimler çizilebilir. Burada bu afişi sorgula-
madan, tartışmadan, gündem yapıp eleştirmeden kendi site-
lerine koymanın anlamı nedir?
Anlamı, anti-eleştirel ve anti-kollektif olduğunun kanıtıdır.
Yani birlikte konuşup, tartışmadıklarının ve sadece 'birilerinin'
demesi, yazmasına göre hareket ettiklerinin kanıtlarıdır.
"1 Mayıs" afişlerinden birinin nasıl cinsiyetçi olduğunu göste-
receğim.
Bir Dünya üzerine 1 Mayıs yazılmış ve dünyayı elleriyle tutan
"erkek elleri"dir.
Bu dünyanın kararlarını erkeklerin verdiğini gösterir, bunun
Komünist mücadele de böyle olmadığı ve olamayacağı orta-
dayken, neden bazı Devrimci Kurumlar bunu sitelerine koyu-
yor.
Sorgulamanın, eleştirinin, somut düşüncenin, materyalist
anlatımın yaşamda yer edinmemesinden kaynaklanmaktadır.
123
Komünistler Cinsiyetçi, Irkçı, Ayrımcı ve Ayrıcalıklı resimler-
den, afişlerden, heykellerden, sanattan, tiyatroyu eleştirmeli
ve teşhir etmelidir.
Cinsiyetçi afişleri sitelerine koyarak, Emekçi Kadınlar ile
Emekçi Erkeklerin enternasyonal mücadelesini oluşturamaz-
lar.
Ateistin Gündelik Bakışı
"Biz Tanrıya inanmıyoruz ama ona inanların olduğuna inanı-
yoruz." Karl Marx
Kelimenin anlamı bir inancı, mitosu, dine mensupluğu olma-
yandır.
Bir de herkesin farklı yorumladığı ateist kavramı vardır. Ateis-
tin kendisini açıklama ve belirtme durumuna gerek yoktur.
Zaten inanca, dine, mitosa inananların yanında kalıp, onlarla
aynı kültürü, davranışı sergilemediğinde ateist olduğu ortaya
çıkıyor. Bunu direk ifade etmiyorlar. Farklı farklı anlamlarda
anlatıyorlar (Ateist olduğunu öğrenmek için yapılan davranış-
lar)
Samimi oldukça, selamlaştıkça kafasında tasarladığı şeyi ye-
rine getirmek için uygun fırsat bulduğunda sen sucusun, sen
bucusun diyerek kendini belirtmeni ve ne olduğunu öğrenmek
istiyor. Çünkü onun yaptığı bir takım davranışları, fikirleri,
düşünmüyorsun.
Herkesin bu ateistleri öğrenme yöntemleri farklıdır. Ateistin
karşı tarafa asla kendi fikirlerini dayatmadığı, baskılamadığı
124
bir anlatım tarzı ve yöntemine sahip olmalıdır. Ateist olmak;
insanların fikirsel ufuklarının değişmesini ve yaşamlarındaki
bir takım fikirlerden, düşüncelerden sıyrılmasını sağlamalıdır.
Ateist olduğunu açıklamak veya açıklamamak ateistin kendi-
sine kalmıştır. Gündelik yaşamda bir duruş istiyorsa ateist
olduğunu açıklar. Bunun bir bedeli de olabilir; korkutma, dine
döndürmeye çalışma.
Ben de çalıştığım işyerinde birkaç kişiye ateist olduğumu
açıkladım. Beni dine döndürmeye çalıştılar. Kendilerince bir
şeyler anlattılar. Ben de “ateist fikirlerle yaşamımın daha iyi
olduğunu söyledim”.
Ben ise onları dinsiz yapmak için uğraşmadım. Kendi fikirle-
rimi dayatmadım, korkutmadım. Kendimce yorumladığım
ateist ve materyalist fikirlerden bahsettim.
Ateist ve dine inanan insanın aynı otobüste olduğunda, dine
inanan bir dini kitap okuyorsa, onun hakkında olumsuz dü-
şünceler üretmemelidir. Eğer iki kişi de konuşma durumları
olursa konuşmalı, burada ateist kendi fikirlerini somut, mad-
deci bir anlatımla anlatmalıdır.
Yani hem ateist hem de anti-maddeci olması çelişkilerini do-
ğurur. Dini, inançları, mitosları ve efsaneleri anlamaya ve
anlatmaya çalışırken, diyalektik tarihsel materyalist bir anla-
tım dili ile anlatmalıdır.
Bilim çalışmaları yapan insanlara baktığımızda bir yandan
materyalisttir yöntemleri ve çalışmalarının ve okumalarının
bütünü olarak diğer yanda inançları olduklarını dile getirirler.
125
Bu bilim çalışmaları yapanların çelişkileridir fakat bu çelişkiler
kapitalist toplumda bir anlam ifade etmemektedir. Ancak
devrimciler, ateistler, materyalist düşünenler için durum fark-
lıdır onların gözünde çelişkili bir durumdur.
Ateistlerin yaşadıkları kapitalist toplumda taraflı olanları var-
dır, tarafsız olanları vardır. Tarafsız olanları bir zaman sonra
inançsal bir duruma bürünüyor fakat farklı bir şekilde, ken-
dince bir fikirsel küme oluşturuyor, bu kümeye hoşuna giden-
leri katarak yaşamı öyle yorumluyor.
Taraflı olanları ise kendilerine göre bir yaşamsal ilkeler ve bu
ilkelerin gündelik yaşamda uygulandığı bir yaşam tarzı oluş-
turarak hareket ediyorlar. Örneğin, kuaförde çalışan bir ço-
cuk, kuaförcü erkek tarafından tokat yiyorsa, buna müdahale
etmelidir.
Her ateistin kendine göre bir yaşam tarzı vardır.
Ateist, materyalist ve komünist üç kavramı ve direnişi yan
yana getirenlerin de sürekli okumalı, eleştirel ve özeleştirel
hareket edilmelidir.
Avrupa Birliği, Mültecileri Öldürmek İçin Frontex’e Mil-
yarlarca Avro Harcıyor.
Dış sınırlar anlamındaki Frontex, Avrupa Birliği Sınır Güvenliği
Birimi'nin resmi adı. AB üyesi ülkelerin komşularıyla olan sı-
nırlarının korunmasını ve güvenliğini sağlamak amacıyla oluş-
turulmuş bir Avrupa Birliği kurumu. AB'nin birliğe üye olma-
yan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması,
ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla
126
ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla kuruldu. 3 Ekim
2005 tarihinde hizmete giren kurumun genel merkezi Polon-
ya'nın başkenti Varşova'da. Avrupa Birliği'nin, bünyesine yeni
katılan ülkelerde genel merkezini kurduğu ilk daire olan
Frontex'in elinde 20 uçak, 30 helikopter ve 100 gemi var.
Mültecileri öldürmek için her türlü araç ve gereçlere sahip.
"2009'da Frontex en az 1570 kişiyi kapsayan 32 ”joint return
operations” u koordine ve (kısmen) finanse etti. Bu 2007 den
beriki toplu sınır dışı etmelerin üç katı anlamına geliyor. Bu
uçakların çoğunluğu Nijerya, Kamerun ve Gambia gibi Afrika
ülkelerine, bir kısmında Kosova ve Arnavutluk‟a gittiler. İngil-
tere ve Fransa‟da Irak ve Afganistan‟a birlikte sınır dışı uçuş-
ları düzenlemeye çabaladılar. 2009'da Frontex ”return
cooperatıon” (Geri sürme/göndermek için birlikte çalışma)
için 5,25 Milyon Avro harcadı. Bu Paranın 1,7 Milyon Avrosu,
Göçmenlerin kökenleri ve kimliklerinin belirlenmesi amacıyla
ifade alımı ve (göçmenlere) Seyahat belgesi düzenlemek için
harcandı. 2010 yılı için bu bütçe 9,341 Milyon Avroya yüksel-
tildi ve Frontex istiyor ki 2009'un iki katı ortaklaşa sınırdışı
uçuşlarını organize etsin ve kendi uçaklarını satın alsın." [
Crossing Borders – Movements and Struggles of Migration
Uluslarötesi Haber Bülteni 8. Sayı, Mayıs 2010 alıntıdır.]
"İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avrupa Birliği Sınır Koruma
Ajansı Frontex tarafından Türk-Yunan sınırında yakalanan
göçmenlerin, Yunan merkezlerinde kötü muameleye maruz
kaldıklarını bildirdi. Sivil toplum örgütü uygulanan insanlık
dışı gözaltı şartlarının durdurulmasını talep etti.
127
İnsan Hakları İzleme Örgütü yetkilisi Reed Brody şöyle ko-
nuştu: “AB Sınırı Koruma Ajansı Frontex göçmenlerin yakala-
nıp Yunan gözaltı merkezlerine gönderilmesi için görev üste-
lenmişse, o zaman oradaki standartların yükseltilmesi için de
baskı yapmalı. Veya göçmenler diğer ülkelerde tutulabilir.
Ancak duruma göz yumularak bu kişiler insanlık dışı koşullar-
da barındırılamaz. Bütün bunları görmezlikten gelemezler.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayınlana raporda
Frontex‟İn Meriç bölgesindeki faaliyetleri hedef alınıyor. Göç-
menlerin aşırı kalabalık ve insanlık dışı koşullarda gözaltında
tutulduğu belirtiliyor. Avrupa Komisyonu ise bu durumdan
Yunan hükümetini sorumlu tutuyor. Avrupa Komisyonu Söz-
cüsü Michele Cercone şöyle konuştu: “Açık konuşmalıyız. Yu-
nanistan‟daki operasyonlar sırasında Frontex‟te çalışan gö-
revlilerinin göçmenlere yönelik insan haklarını ihlal ettiğine
dair hiç bir kanıt bulunmuyor.”
Avrupa içişleri bakanları Frontex‟in sertleştirilmesi için çalış-
malar yürütmeye devam ediyor." [ euronews haber sitesi,
eylül 2012]
"Türkiye dâhil kapitalist devletler, göçmen politikaları aracılı-
ğıyla, “yasadışı göçmen” statüsünde gördükleri bu insanlara,
ölümlerini “devletin güvenlik zafiyeti” olarak yorumlayıp sa-
vaş açıyor. AB, yana yakıla Türkiye‟yi bu politikalar konusun-
daki uyarılarına uymaya çağırıyor. Emperyalist-militarist dü-
zenin sınır rejiminin uygulayıcısı ise Avrupa Birliği Sınır Gü-
venliği Birimi Frontex. AB‟nin komşularıyla olan sınırlarının
korunmasını –yani “kaçak” işçilere karşı güvenliğini- sağla-
mak amacıyla oluşturulmuş bir AB kurumu… 2004 yılında
128
kurulan ve AB sınırlarına dair “güvenlik riski ve düzensiz göç
raporları” da hazırlayan Frontex, denizlerde tam olarak “kelle
avcılığı” ve sınır bekçiliği yapıyor. Göçmenlere karşı askeri
operasyonlar düzenliyor, Yunanistan, İtalya ve Fransa sınırla-
rında yakaladığı göçmenleri, musluklarından lağım akan top-
lama kamplarına sevk ediyor. Göçmenlere ateş açma konu-
sunda mutlak yetkisi bulunan Frontex ekipleri, Ege Denizi‟nde
de icraatlarına devam ediyor. Bu ekiplerden kaçmaya çalışan
pek çok tekne batıyor ya da batırılıyor. Tabii genellikle, batın-
ca haber olan göçmen dolu tekneler, Frontex tarafından “av-
landıklarında” burjuva medyasında anılmıyor. Oysa durum,
2010‟dan beri Türkiye-Yunanistan sınırında at oynatan bu
ölüm timleri bakımından vaka-ı adiyeden sayılır." [Leyla Edip-
'in Bir Acıdan Bin Acıya Göçenler yazısından alıntıdır, Gerçek
Gazetesi Ekim 2012]
Yunanistan‟daki mültecilerin öldürülmesi ve yakalanması
olaylarına açıklama yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü,
Frontex‟den farklı düşünmüyor. Mültecilerin geri ülkelerine
gönderilmesini istiyor, Frontex‟den onun savunmasını yapıyor
zaten. Avrupa merkezli ideoloji böyle bir şey, kendilerini her
zaman “üstün ırk” olarak görmeye devam ediyorlar. Bu ne-
denle sürekli ırkçılık yapmaktadırlar. Yani İnsan Hakları İzle-
me Örgütü‟de ırkçılık yapmaktadır.
Batı işçi sınıfı, dünyanın talanından elde edilen zenginliğin bir
sonucu olan bugünkü refahını daha da yükseltmek, en azın-
dan korumak için mücadele ederken; Batı dışında kalan coğ-
rafyaların emekçileri, yaşamda kalabilmek için direniyorlar.
129
Batılı işçiler, zengin Batı‟nın kapılarını yoksullaştırılmış dün-
yanın yok olmakla yüz yüze bırakılmış emekçilerine kapatan
ve onların ölüm rezarvuarlarına kapatılması anlamına gelen
NAFTA ve MAASTRİCHT adı verilen savaş stratejilerini ateşli
savunucusu iken; Batı dışında kalan coğrafyaların emekçile-
rin, Maastricht ve Nafta sınırlarını zorlamaktadır.
Bu uğurda canlarını insan tacirlerine teslim ederek, zengin
Batı‟ya sızmaya çalışmaktadırlar. Ve bunların bir çoğunu taşı-
yan tekneler, bizzat Batılı devletlerin gizli ve açık servisleri ve
askeri güçleri tarafından batırılmakta ve bir çok mülteci daha
zengin Batı‟nın sınırlarına ulaşamadan yaşamını yitirmektedir.
Avrupa’lı Sosyalistler Kadın İşçiler Konusunda
Proudhon’cudurlar.
Pierre Joseph Proudhon, kadınların fabrikalarda çalışmasına
izin verilmemesini 1860‟larda söyledi ve şöyle diyor-
du:”Eylemin gücünü öncelikli olarak erkekler oluşturur, ka-
dınlarsa cazibenin gücüdür”
Proudhon‟un açıklamasında görüldüğü gibi kadınlar fabrika-
larda çalışmamalı diyor, günümüzde buna benzer ve yakın
tutum alan Avrupa‟lı Sosyalistler ve Hareketi devam etmek-
tedir. Belki buna yakın söyledikleri kadın işçiler ile erkek işçi-
lerin eşit olması için mücadele etmiyorlar, uzaklığı ise fabri-
kalarda çalışmalarına karşı değiller.
Kadılar ile erkekler eşit ücret almıyorlar ve bu konuda Batı‟lı
Sosyalist Hareket hiçbir adım atmıyor. Vasıflı işlerde erkekler
çalıyor ve daha yüksek ücret alıyorlar.
130
Kadınlar, erkeğin yaptığı işlerde yardımcı mesleklerde vasıfsız
çalışıyorlar ve ücretleri erkeklere oranla düşüktür. Yani Ba-
tı‟da kadın ile erkek eşit değildir.
Batı‟da kadın vitrine konup objeleştiriliyor. Her üründe bir
kadın mutlaka metalaştırılıyor. Reklam panolarında, internet-
te, televizyonlarda
Batı‟lı ayrıcalıklı bir işçi sınıfı vardır. Bunun çoğunluğunu er-
kekler oluşturmakta, azınlığını da kadınlar oluşturur.
Batılı Sosyalistler, Proudhon‟a yakınlaşmakta ısrarcılar ve bu
ısrarları ve kararlılıkları onları kadın işçilerin mücadele anlayı-
şında Proudhon‟cu yapmaktadır.
Kadın işçiler, feministler, 8 Mart‟ın kadın işçi hareketine gönül
verenler; Batılı Sosyalist Hareketi teşhir etmelidirler ve bu
sosyalist hareket ile kadınlar ile erkeklerin eşit olamayacağı
için “yeni” bir “Batılı” Dünya Sosyalist Hareketi yaratmalıdır-
lar. Bu harekette kadınlar, mülteciler, göçmenler mutlaka
olmalıdır.
Beyaz Adam’ın Sinema Filmlerinde de İşgal Etme ve
Yabancılaşma Üzerine
Beyaz Adam‟ın sinema sektöründe ürettiği filmler, her yıl
çektiği onlarca film; Beyaz Adam‟ın gerçek yüzünü gizlemek-
tedir. Bu filmlerin izleyici kitlesi ayrıcalıklı işçilerdir. Bu üreti-
len filmler sadece Avrupa Birliğinde, Kuzey “Amerika”da gös-
terilmiyor. Asya‟dan Afrika‟ya, Afrika‟dan Güney “Amerika”ya
kadar kendi sömürdükleri, talan ettikleri ülkelerin işçilerini,
emekçilerini, köylülerine de sinema salonları, televizyon, bil-
131
gisayarlar aracılığıyla izletilmektedir. Bunun nedeni Beyaz
Adam‟ın kendi yüzünü gizlemesi, zenginliğini gizlemesidir.
Yoksullaştırılmış insanların yaşadığı şehirlerde, köylerde, ka-
sabalarda milyon dolarlık / elli milyon dolarlık filmler çekil-
mektedir. Yoksulların yaşadığı yerdeki alanları, evleri, orman-
ları yakıp yıkıyorlar.
İşgal ettikleri coğrafyalardaki yaptıklarını sinema filmi ile
yapmaktadırlar. Bu üretilen filmleri Kuzey “Amerika”, Avrupa
Birliği ülkelerindeki işçiler, emekçiler izlemeye gidiyor ve hâ-
sılatı yüz milyonlarca dolara çıkıyor. Bu filmler kapitalistleri
zenginleştirmeye devam ediyor.
Yabancılaşma adına da yoksullaştırılmış insanlardan bazıları
filmlerde rol almaktadır. Bu rollerde hep “kötü” oluyorlar,
“iyi” Beyaz Adam oluyor.
Dayak yiyenler yoksullar oluyor, dayak atanlarda Beyaz
Adam oluyor.
Tecavüz edilen kadınlar yoksullar oluyor, tecavüz eden Beyaz
Adam oluyor.
Aşağılanan, küfür yiyen yoksullar oluyor, aşağılayan ve küfür
eden Beyaz Adam oluyor.
Evleri, sokakları yakılan yoksullar oluyor, evleri sokakları ya-
kan Beyaz Adam oluyor
132
Beyaz Adam bir filmde milyonlarca dolar harcıyor, filmin çe-
kildiği yoksullaştırılmış ülkelerde insanlar açlıktan ve açlığın
neden olduğu hastalıklardan ölüyor.
Beyaz Adam bir filmden yüz milyonlarca dolar kazanıyor, fil-
min çekildiği yerlerdeki barakalar da yıkılıyor.
Beyaz Adam Kimdir?
Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist
Kültür ve Gündelik Yaşamın- ta kendisidir.
Bilinçli Heykelin Soyut Canlanması
İnsanlar gündelik cinselliği yaşamak için evlenmeyi düşünüp,
evliliğin kadını köleleştirdiği bir sürece doğru gidiyorlar. Ka-
dınların evlenmediği ilişkilerde de erkek kadının sahibi oldu-
ğunu söylüyor. İki durumda da kadın köleleştirilmektedir.
Yaşamın cinselliğindeki “heykelliliğini” ortadan kaldırmak ge-
rekmekte, bilinçli heykeli soyut canlandırılması gerekmekte-
dir.
Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlardaki gibi veya benzeri
fikirlerle cinsellik oluşturulmalıdır ve bunları günümüzdeki
bazı fikirleri de katarak daha da özgür hale getirmeliyiz.
Auguste Rodin‟in öpücük adlı mermer heykeli, günümüz top-
lumlarındaki insanların beklentilerini ve bu beklentilere nasıl
cevap vereceklerini söylemektedir.
133
Kadınla erkeğin çıplak olması ve doğal bir yaşamın yansıtıl-
ması.
Heykeldeki cinsellik hep cinsellik içeren bir yaşamı değil, do-
ğal bir yaşamın görüntüsünü vermektedir.
Rudin‟in heykeli canlanmalı soyutluğunun somut yaşama
yansıması için insanların birbirleri hayatına karışmayan, bir-
birleri hayatını ekonomik ve egemenlik ilişkilerinde sürdür-
meyen bir süreç oluşturmalıdırlar.
Kimsenin birbiri üzerinde çıkar ve objeleştirme olmamalıdır
Bir an için, heykeli soyut anlamda canlandırdık diyelim, bu
insanlar doğal bir yaşamın gününü yaşamaktadır.
Devrimci “Şehitler” Ölümsüzdür Üzerine Politik Kültürü
Tartışmak
Konuyu incelerken, „Devrimci şehitler ölümsüzdür‟, „devrimci
şehitleri unutmadık‟, „Devrimci şehitler‟ ifadelerini politik kül-
türünü kendi kültürü olarak görmeyen devrimci kurumlar
makalenin muhatabı değildir.
Şehit, kaderci, ölümsever, ölümsüz, klasik Marksizm‟in insan
merkezli ifadelerini tartışacağız. Şehit kavramının ne anlama
geldiğini bir görelim. Şehitin sözlük anlamı; kutsal bir amaç
uğruna ölen kimse diye geçmektedir. Kapitalist devletlerin
“şehit” kavramını kullanmasında ise özel mülkiyeti koruyanla-
rın çatışmalarda, savaşlarda ölmesine şehitlik makamlığı ve-
rilmektedir. Şehiti ölümsüzleştirip, egemenler çıkar rantlarını
yaratmaktadır. Irkçılığı, linç kültürünü, şovenizmi harekete
134
geçirmesine hizmet etmektedir. Şehit kavramı egemenlerin
çıkarlarına uygun olarak ve bilinçli bir şekilde yapılmaktadır.
Şehitlik kavramını kullanan kapitalist devletler ile devrimci
kurumları ayırt etmek imkânsızlaşacaktır. Ortak bir politik
kültür izlenimi yaratmaktadır. „Devrimci şehit‟ ne demektir?
„Devrimci şehit‟ nedir sorusunun cevabı halkın değerleri ile
bağlantılı olmasındandır. Halkın değerlerine sahip çıkan bazı
devrimci kurumlar şehitlik kavramını tartışmaktan kaçınmak-
tadır.
Halkın değerleri halk denilen kitlenin içindeki ayrıcalıklı kişileri
kastedilmektedir. Halk heterojen ve sosyolojiktir; halkın de-
ğeri olan şehitlik, ölümsüzlük ifadelerini devrimcilerin kullan-
ması onları politik değil apolitik konuma iter.
Devrimcilerin, ölen veya öldürülen yoldaşlarını unutmaması
önemlidir ve aynı anlamda etiktir. Ancak iki konunun tartış-
ması sürdürecek birincisi öldürülen devrimcilerin anılması
etkinliklerinde „onların yolundan giden gençler‟ ifadesini kul-
lanmak yanlıştır, bu ölümsever bir politik kültürü ve ölümün
yaşayan „devrimci gençler‟ içinde olacağını izlemini kaderciliği
beslemektedir. Bu söylem gençleri devrimci mücadeleden
soğutacak ve apolitik tavır takınmalarını sağlayacaktır.
Egemen sınıfın devletlerinde hem şehitlik hem kadercilik hem
de ölümseverlik önemli bir anlam yüklenmiştir. Kitleleri zehir-
leme araçlarına dönüşmüştür/dönüştürülmüştür. Ölümsüzlük
kavramı dinlerin ve egemen sınıfların kullandığı ve kitleler
üzerinde büyük bir “tesir” etkisi yaratmış olmasının verdiği
egemen sınıfın iktidarını meşrulaştıran araçlardan bir tanesi-
135
dir. Bazı devrimci kurumların yaptığı diğer zehirli politik kül-
türlerden biri de Klasik Marksizm‟de “insanın kutlanması” ve
merkeze konması yani insan merkezli bir düşünce vardır. Bu
düşünce hem dinlerin hem de kapitalist devletin; üretim, tü-
ketim, insanın yeniden üretimi gibi durumlarda ön plana çı-
kardığı bir diğer değeridir. Klasik Marksizm‟deki bu insan
merkezli anlayış Avrupa Merkezli İdeolojinin ürünlerindendir.
„Devrimci Şehitler Ölümsüzdür‟ pankartı taşıyan ve sloganını
atan „devrimciler‟ politik kültürü ve devrimci sınıf savaşında
düşünüldüğünde apolitik ve karşı devrimci bir davranış sergi-
lemektedir. Bu karşı devrimci durum kültürü ve geleneği ile
ilgilidir. Sosyalizmin kendi değerleri, kendi kültürü, kendi ge-
leneği olacaktır.
6 bin ila 12 bin yıllık sınıf toplumlardaki değerlerle sosyalizm
inşa edilemez, edilse de örneğin bir kültür ve geleneği olan
özel mülkiyet fikri hâlâ insanların düşlerinde yer edinir ve onu
elde etmek için devrimci konumunu bırakıp, özel mülkiyeti
savunanlar konumuna geçer.
Şehitlik, Ölümsüzlük, İnsan Merkezli Politik Kültürü
Yapan Devrimci Kurumlar Ne Yapmalıdır?
Şehitlik, ölümsüzlük, kadercilik, ölümseverlik, insan merkezli
kavramları tartışıp yeniden gözden geçirmelidir.
Halkın değerlerini tartışmalıdır.
Klasik Marksizm‟deki insan merkezli düşünceyi sorgulayıp,
yerine Doğa Merkezli düşünceyi nasıl hayata geçireceklerini
araştırmalıdır.
136
Egemen sınıfın değerlerinden olan şehitlik, ölümsüzlük,
ölümsever, kadercilik kavramları arasına devrimciler keskin
ve kalın çizgiler çekmelidir.
Politik kültürü yeniden inşa etmelidir.
Sosyalizm sınıfsız ve Tanrısızdır. “Dinsiz bir tarihte hiçbir za-
man ayin yapılmaz” [1]
Açıklayıcı Notlar
[1] 1968 Son ve Devam – Daniel Bensaïd, Alain Krivine –
Yazın Yayıncılık
Devrimci Dergi Çıkaranlar, Neden Kürtçe Sayı Çıkart-
mıyorlar?
Devrimi dergiler, gazeteler, fanzinler çıkaran yoldaşlar.
Neden Kürtçe sayı çıkartmıyorsunuz?
Mutlaka her devrimci kurumda Kürt vardır.
Kürtçe sayı yayınlamak zor mudur? Elbette değil.
Bugünün matbaa teknoloji bunun yayınlanma sürecini hızlan-
dırmaktadır. Yani 22. Sayısını Türkçe çıkaranlar 22. Sayısını
Kürtçe çıkartmaya çalışacaklar. Hepsi bu.
İmkânlar dolayında birkaç sayı Kürtçe çıkarılabilir.
Kürtçe sayı çıkarın ki, Kürtlerin devrimcilerin ne demeye, ne
yapmaya, ne düşündüklerini bilsin. Bu Kürtlerin bir şeyler
137
bilmedikleri anlamında değil. Kürtlerin kendi dili ile yazılması
anlamında böyle bir ifade kullandım.
Neden hâlâ Kürtçe sayı veya sayılar çıkmadı. Bunun belki
nedenleri vardır. Bu nedenler bunu sesli ifadeyi engelleye-
mez. Devrimciler, Çin‟de mücadele yürütürken, Türkçe mi
sayı çıkaracaklar elbette değil. (Türkçe bilenler için sayı çıka-
rılabilir)
Genel olarak Çinçe sayı çıkaracaklardır. Ya da Almanya‟da işçi
sınıfının tümüne seslenirken Almanca sayı çıkaracak (Alman-
ya‟da Türkçe, Kürtçe, İngiliz vs sayılar veya bildiriler çıkartı-
labilir)
Kürt Özgürlük Hareketine nasıl baktığınızı anlatmak istiyorsa-
nız, onların dili ile yazmalısınız. Kürtçe sayılar çıkarmak ge-
rekmektedir. Bu birilerinin dayatması ile değil, devrimcilerin
ortak kararı ile olmalıdır.
Fokun Tutuşu
Resimde gördüğünüz foklardan birini aşırı tüketimci insanlar
tarafından yakalanan fok vardır. Diğer fok ise fok „yoldaşını‟
kurtarmak için onu tutuyor.
Foku avlayanlar veya onun üzerinde çalışma yapanlar yani
foku ister öldürsünler ister öldürmesinler diğer fok bunların
suç ortağı olmuyor.
Fok burada „yoldaşını‟ teslim etmiyor.
138
Fokun insanın meşru yasalarını tanımadığını da kanıtlıyor.
Nedir o yasalar, kapitalist düzende avlama yasaları
Sen (insan) olarak beni avlayacaksın. Ben de bunu kabul
edeceğim.
Kabul etmiyorum.
Duydun mu insan
Hangi insan
Eski insanlar daha yürekliydi, aşırı tüketim çılgınlığı yarataca-
ğı kapitalist sistemleri yoktu.
Fok gibi diğer canlılarda “canlı” olmanın verdiği şeyleri koru-
maya çalışıyorlar.
Arabalara kafa atan filler
Ormanlarına giren insanların üzerine sıçan kuşlar
Yaşam alanları çalınan maymunlar şehirleri basıyor
Köpekler zincir takan sahiplerini ısırıyor
Kafesteki kuş kafesi dişliyor
Hayvanat bahçesinden kaçan pitonlar…
Ve diğerleri
139
Hayvanlar doğa merkezli yaşamlarını sürdürmek için ellerin-
den geleni yapıyor, insanlar ise insan merkezli yaşam için
uğraşıyor.
Hayvanlar „hayvan‟ merkezli yaşam için uğraşmıyor. İnsan-
larda artık doğa merkezli düşünmeye başlamalıdır.
Günümüzde bunun örnek toplulukları vardır.
Doğa merkezli yaşam, hayvanların, insanların, bitkilerin, di-
ğer cansız maddelerin birlikte milyonlarca yıldır yaşadığı ya-
şamın yaşamıdır.
Beyaz Adam‟ın Kapitalist sistemiyle birlikte ve daha öncelerin
sınıflı toplumun insan merkezli fikirleriyle insan doğaya karşı
insan merkezli bir yaşam geliştirdi. Bu yaşamın yıkıcılığı kapi-
talist düzende ortaya çıkmıştır. Kapitalist düzende insanlar
aşırı üretim yaparak doğaya zarar vermekte ayrıca bu aşırı
üretimle de milyonlarca insanı aç bırakmaktadır.
Kameraman’ın Kamera İle Kadın Spiker’i Taciz Etmesi
Kadın spikerlerin, televizyon kanalındaki iş hayatının günlük
yansımaları ve psikolojik davranışları üzerine düşünürken;
kameraman ile arasındaki ilişkiden bahsedeceğiz
Bir televizyon kanalında haber izlenmesinde, kameraman
(erkek) kadın spikerin haberi vermeye başlaması ile bacakla-
rından yüzüne doğru bir görüntüleme yapıyor. Kadın spiker
ikinci haberine başladığında yine kameraman kamera ile ba-
caklardan yüzüne doğru görüntülüyor.
140
Aynı kameraman erkek spikeri görüntülerken direk yüzünü
görüntülüyor. Kameraman‟ın Kadın Spiker‟i görüntülemesi
erkek egemen kültürden mi kaynaklanıyor yoksa televizyon
kanalının sahibi, kapitalist böyle istediği için mi yapıyor?
Kadın spikerin taciz edilmesinde birinci etken kapitalistin ka-
nalının kâr oranını cinsiyetçi tacizci mantıkla yükseltmeye
çalışması, ikincisi izleyici kitlesinin erkekler olması, üçüncüsü
erkek egemenliğindeki toplumdaki yansımaların olması, dör-
düncüsü erkek‟in “üstün” olduğunu belirten cinsiyetçi politika-
lardır.
Kadın spikerler, bu psikolojik tacizden kurtulmak istiyorlarsa
mücadelesini vermeliler. Feminist sosyalist kadınlarla da ve-
rebilirler.
Çalışma saatlerinin kısaltılması, çalışma koşullarının kendi
istekleri doğrultusunda hazırlanması, tacizlere karşı birlikte
mücadele edebilirler.
Mahalle Halkı Yani “Sakinlerin” Irkçı Sloganı “Okmey-
danı Sulukule Olmayacak”
Kapitalistler kendi dillerini oluşturmaktadır. Ürettikleri kav-
ramlardan biri de “mahalle sakinleri” kim bu mahalle sakinleri
adından da belli olacağı gibi kapitalist sistemin ihtiyaçlarına
göre hareket eden kişilere verilen ödüldür.
İnsanlara eskiden biz “vatandaşız” diyorlardı. Bundan vazgeç-
ti. Çünkü vatandaşın içini bir türlü taşeron devlet doldurama-
141
dı. Bunu dolduranlar da yeryüzünde onlarca ülkeyi sömüren
Avrupa Birliği emperyalist ülkeleri oldu.
“Okmeydanı Sulukule Olmayacak” sloganını dövizine yazan-
lar, Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonudur. Bu komis-
yondakilere sormak lazım.
Bu ırkçı dille ezilenler olarak bir yere varılabilir mi? Varılsa da
bu dil doğru bir dil midir?
Devlette uzlaşırken, Devletin diliyle de uzlaşmış bulunmakta-
dırlar.
Sulukule‟de yaşayan ve orada doğup büyüyen insanlar zorla
yerlerinden yaşam alanlarından koparıldılar.
Bu devletin varlığını gösteren bir durumdur çünkü devlet ezi-
lenlere zulüm yapmadan var olamaz. Bu bütün devletler için-
de geçerlidir.
Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu, bu dövizle sokak-
ta protesto yapması uzlaşmacı olmalarına rağmen etikleri
zehirli ve yanlıştır.
Başka ezilenlerin üzerinden ve onlara benzemeyecek denile-
rek, yol yol değildir.
“Tapularımızı İstiyoruz” bu slogan tamamıyla devletle uzlaş-
macı ve barışçıl bir slogandır. Devlet işine gelir tapu sahibi
yapar, işine gelmez tapu sahibi yapmaz. Okmeydanı Tapu ve
Plan Takip Komisyonu “tapuları istiyoruz” derken ırkçı dille bu
142
talipte devletin meşruluğunu kabul etmişlerdir. Bununu dışın-
da düşünmeleri mümkün değil.
Devletin işlediği suçlardan Sulukule “Halkının” ne suçu vardı?
Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu bunu Okmeydanı
Halkının elindeki dövizlere yazması ve onlara taşıtması bizlere
Halkları Kardeşliğinin yalandan başka bir şey olmadığını gös-
termektedir.
Buradan Yaşasın Halkların Kardeşliği Saçmalığı üzerine birkaç
not eklemek istiyorum. Okmeydanı “sakinleri” yani halkı,
eğer Sulukule Halkının kardeşi olsaydı. Onun zulüm görmesi-
ne izin vermez ve elinden gelen her şeyi yapardı.
Buradan da ve slogandan da anlaşılacağı gibi.
Yaşasın Halkların Kardeşliği bir saçmalıktır.
Halk, heterojen ve sosyolojik bir olgudur.
Yunanistan’daki İşçilerin Belediye Bina İşgalleri Siyasi
Değildir.
Belediye işçileri, 18 Kasımdan bu yana belediye binalarında
ve bazı bakanlıklarda oturma eylemi yapıyorlar. İşçiler, ey-
lemlerinin 5. gününde ülke genelinde 330 belediye binasını ve
çok sayıda bakanlığı işgal ettiler.
Devlet dairesi çalışanı, kreş öğretmeni, bahçıvan, çöp toplayı-
cısı, polis ve defin işleri çalışanı olarak kamu sektöründe 40
bin işçi var. Bu işçilerden 27 bini işten atılacaklar listesinde
yer alıyordu.
143
İşçilerin böyle bir tepkiye etkileri normaldir. Bu siyasi bir ey-
lemlilik değildir. Sadece tepkidir. İşten çıkarılmasalar ve ma-
aşları düşürülmese bu eylemlilikler dahi olmayacaktı.
Sadece işten atılıp geri işe getirilme olayı siyasi bir mücadele
değildir. Bu mücadelenin siyasi hale gelmesi için önemli iki
adım atılması gerekmektedir. Birincisi Göçmenlerin de işçi-
işsiz olduğu ve Serbest Dolaşımlarının sağlanması için müca-
dele edilmeli. İkincisi ise ayrıcalıklarında vazgeçip, ayrıcalıkla-
rı korumak adına eylemlilikler yapılmamasıdır.
Eğer Yunanistan‟daki işçiler, işsizler Göçmenlerin de işe alın-
ması ve aynı saat, aynı maaşları almalarını sağlamaktır siyasi
mücadele. Sadece kendi çıkarları veya bir iş kolundaki işçile-
rin çıkarları için mücadele etmek ve bu mücadeleye destek
olmak siyasi değildir.
Siyasi özne işçilerdir. İşçilerin birliği işçilerin aralarındaki du-
varlar yıkılarak sağlanır. Bu duvarların üzerinden atlayıp işçi-
leri ülke hapishanelerine kapatmak siyasi değildir. Bu ulusal-
cılık, demokrasi, uygarlık kavramları ile açıklanır.
Mesela polislerin Göçmenleri sokakta toplayarak faşizm ya-
ratmasına karşı çıkarak siyasi bir mücadele verebilir Yunanlı
işçiler. Göçmenlerin yalnız olmadığını göstererek onların acı-
larını paylaşarak olur.
Yunanistan‟daki işçilerin Avrupa Birliği emperyalist programını
sorgulamadan bunu sahiplenmesinin devrimci bir yeri yoktur.
144
Bugünkü koşullar Yunanlı işçilerini sokağa dökmüşse, bu so-
kağa dökülenlerin bilinçlerindeki ırkçılık, milliyetçilik, ayrıca-
lıklar gibi anlayışlarla da mücadele etmek gerekmektedir.
Göçmenlerin sınır dışı edilmesine karşı çıkarak olur.
Göçmenlerin fabrikalarda aynı maaşlarla çalışması sağlanarak
olur.
Venezuella’daki Hugo Chavez’e Destek Veren Komü-
nistler Üzerine
Hugo Chavez 4. Kez başkan ve 14 yıldır iktidarda durmakta
burjuva sosyal demokratı. Burjuva karakterine sahip birini
neden bazı komünistler, sendikalar destek vermekte?
Hugo Chavez‟i seçilmesine neden destek verdiler?
Troçki sonrası Troçkistler neden Hugo Chavez‟i seçmiş olabi-
lir?
1-Chavez‟in mevcut düzene darbe girişinde bulundu ve başa-
ramadı. Şimdi iktidar da burjuva sosyal demokratı olarak
görevini yapmaktadır. Darbe yaparak sosyalizm gelmez ki.
2- Chavez‟in, askeri darbe ile iktidardan edildiği iki gün bo-
yunca, destekçileri ölümü göze alarak Başkanlık Sarayı‟nı
kuşattı. Onun göreve tekrar gelmesini sağladılar. Anti-darbeci
olduğundan mı? desteklendi.
Birinci ve ikinci maddelerde çelişki var, belki bu çelişkiden
dolayı Hugo Chavez‟i desteklemiş olabilirler.
145
3- Chavez ise bağımsız Filistin Devleti‟ni tanıyan ilk ülkeler-
den oldu. İsrail büyükelçisini ülkelerinden kovdular. Peki Hu-
go Chavez, burjuva hukukundan ve burjuva devletinden vaz-
geçti mi? Hayır. Filistin halkının yanında olabilmek için
Nazizim, Siyonizm, Avrupa Birliğini karşısına alması gerekir.
Bu karşına almayı da devlet adına, burjuva karakter adına
yapabilir ancak işçi sınıfı adına yapamaz. Bunları karşısına
alması için devletçilikten vazgeçmeli. Bir de İsrail büyükelçi-
sini kovmak hem ulusalcılıktır hem de ırkçılıktır.
4- Chavez iktidara geldiğinde, imtiyazlı ABD şirketlerinin im-
tiyazlarını elinden aldı. Petrol sektörünü millileştirdi. Onun
döneminde Venezuela, Güney Amerika ortak pazarı Mercosur
(Merkusor) örgütüne üye oldu. ABD‟nin “ateş püskürmesine”
rağmen, Küba‟ya ucuz petrol verdi. Tamamıyla imtiyazları
kaldırmadı ve anti-amerikancı olduğu için mi? komünistler
seçtiler.
5- Venezuela‟da bir tane NATO üssü bulunmaması için des-
tekledilerse bu ulusalcılıktır.
6- Chavez petrol gelirlerini kullanarak işsizlikle mücadele etti
deniyor yani işsizlik bitti mi? hayır. İşsizlik azaldı deniyor,
kendinizi kandırmayı bırakınız.
7- Fakirlere yardım programları gerçekleştirdi. Komünistler
yoksulluğa, fakirliğe karşı mücadele etmez, zenginliğe karşı
mücadele eder.
8-Hugo Chavez devrimci olduğunu söylüyor, CHP genel baş-
kanı Kemal Kılıçdaroğlu‟da söylüyor, şimdi bunlar devrimci
146
olduğunu söylediği için mi devrimci oluyor. İkisi de devrimci
olamaz. Sermaye partilerinin yöneticileri olabilirler /oluyorlar
fakat devrimci olamazlar.
9- Hugo Chavez, “savaş karşıtı” olduğundan desteklendi dü-
şüncesi, Venezuella kapitalistlerinin çıkarı “savaş karşıtı” ol-
masını gerektiriyorsa, Hugo Chavez‟de öyle olur. Eğer kapita-
listler savaş istediğinde Hugo Chavez‟de savaş ister.
Troçki sonrası Troçkizm‟i savunanların, Sosyal demokrasinin
sol kanadına dönüşerek, gündelik yaşam da burjuva demok-
ratlarının söylemlerini sahiplenmekte ve savunmaktadırlar.
Türkiye Solu Oblomovcudur.
Türkiye Solu; Sosyalist, Komünist, Bolşevik olduğunu söyler
ve bunun üzerinde mücadele yürütür. Yine de ne sosyalist
olabilir, ne de komünist ne de Bolşevik.
Yine de pankartlarından, isimlerinden bellidir
Oblomovculuğu Türk İşçi sınıfına benzeyerek yaşamaktadır.
Türk İşçi sınıfının dilinden, geleneğinden, Resmi Tarihinden,
Resmi ideolojisinden, ahlakından, inançlarından, ilişkilerin-
den, sohbetlerinden kurtulmamıştır.
Türkiye Solu, Türk İşçi Sınıfına benzemiş ve oblomovcu ol-
muştur.
Türkiye Solu olarak, materyalist ve tarihsel materyalist anla-
yıştan uzaklaşmış. Marksizmin “ilerlemeci” anlayışıyla Türk
İşçi sınıfını tanımlamaya çalışmış, bunda başarılı olamayınca
147
“kendi içlerine” kapanmış ve konjoktürel süreçlerde hareketli-
lik sağlamış yine bu hareketlilik oblomovculuk anlayışa nede-
niyle sönümlemiştir.
Türkiye Solu, Devrimci harekete yön verecek bir sorumluluğu
kalmamıştır. Bunun yerine gündelik İşçi hareketlerine, Dünya
gündemindeki gelişmeler üzerinden rantçı bir analizle hareket
edilmektedir.
Nereden iki işçi, nereden bir devrimci militan kazanırım he-
saplarına girmiştir. Sürekli bir yerleri “fethetme” anlayışla
hareket etmiştir. Sendika bürokratlarının yerine geçmeyi,
Meclis‟e milletvekili göndermeyi düşünmüştür. Bu düşünceler
zamanla Türkiye Solu‟nu sistem tamircisi, istese de istemese
de ulusalcı, Avrupa Birlikçi, barışçı, işçi sınıfına zamanla uzak-
laşan zamanla yakınlaşan fakat siyasi bir bağ kurmayan ko-
numda bırakmıştır.
Türkiye Solu, kendini bulmuştur. Türkiye Solu Oblomovcudur.
Devrimci, Komünist olmaya çalışmışlar her adımlarında her
eylemlerinde komünist gelenekten uzaklaşmışlar. Kendilerini
Komünist olarak görmeleri Oblomovcu olmalarıyla alakalıdır.
Programlarında, tüzüklerinde, gündelik yaşamlarında eleştirel
ve özeleştirel bir kültür oluşturmamış. Akraba ilişkileriyle,
yöre ve mekân ilişkileriyle siyasi bir mücadele vermeyi onlar-
ca yıl sürdürmektedirler.
Türkiye Solundan Komünist hareket olma özelliğini beklemek
beyhudedir. 1 Mayıslarda “fethetmek” istedikleri sendikaların
148
bürokratlarıyla aynı alanla yürüyüp, kendilerini dövdürmeye
devam etmektedirler.
Türk İşçi Sınıfı Da Oblomovcudur.
Oblomovculuk; herkesi etkileme yeteneğine sahip, uyuşukluk
ve itaat etmekten oluşmaktadır.
Türk işçi sınıfı, hareketli bir sınıftır. Bu hareketliliğinin karak-
teristiği oblomovcudur.
Ani atılgan grevler, yürüyüşler, eylemler düzenlemekte. Bun-
ların ikinci adımında iki geri adım atarak, uyuşukluk ve itaat
etmeye dönüşmektedir.
Türk işçileri kendi aralarında birbirlerini insan yerine koyma-
yan ender işçi sınıflarından biridir.
Türk işçileri birbirlerine karşı acımasız, anti-kolektif davran-
maktadırlar. Bir işçi iş kazasında yaralandığında, acil kana
ihtiyacı olduğunda yol parası olmadığını bahane ederek kan
vermeye gitmezler.
Türk İşçileri Devletin Linç Kültüründe “Birleşirler”
Türk işçileri, kendilerine “Türk” olarak tanımlayanlar veya
“Türk ırkından” geldiğini söyleyenlerin birlikte hareket ettikle-
ri alanlardan biridir.
“Türk ırkı” yoktur. Irk kavramı günümüzden 300 yıl önce ve
bugüne kadar devam eden süreçte hayatımıza girmiştir. Bu
kavramın içeriğini dolduranlar kapitalistlerin “ulus” devlet
projeleridir.
149
Irk, antropolojik olmadığı gibi, sosyolojik bir olgu da değildir.
Çakma bilimsel teoriler yaratılarak, “Türk ırkı” olduğunu yay-
gınlaştıranlar Türk Resmi Tarih yazıcılarıdır.
“Türk ırkı” olmadığının bilimsel kanıtlarından biri, Kazak dev-
let başkanı Nursultan Nazarbayev‟in Süleyman Demirel‟e “Biz
sizi çekik gözlü ve buğday tenli olarak gönderdik, siz mavi
gözlü ve beyaz tenli olarak geri geldiniz” demesidir.
Türk İşçi sınıfı sokaklarda Devletin “sesini” duymasıyla Kürt-
leri, Göçmenleri, Romanları, Alevileri, Hristiyanları, Turistleri,
futbolcuları, sanatçıları linç ederler, dövlerler, hakaret ederler
ve öldürürler.
Türk işçi sınıfı linçte “birleşir” linçin dışında birbirlerine de
döver, öldürürler.
Sokakta bir kadın dövüldüğünde veya bir trafik kazası oldu-
ğunda izlerler yani Oblomovculuk yaparlar.
Dövülen kadının dayak yemesini engellemezler. Trafik kaza-
sında ilk yardım uygulamazlar.
Kendilerini TV yarışma programlarında rezil ederek, izleyicile-
rin kendileri ile dalga geçmesine olanak tanırlar.
Okudukları kitaplar; büyü, macera, fetihçi, dedektif konuları-
na yer veren kitapları okurlar.
Sokaklarda çocuklarını ve başkalarının çocuklarını döverler.
150
Sevgileri yapay çiçekler gibidir. Sevgi, aşkları sanal ortamlar-
da yürütülür. Gerçek konuma gelince kavga ederler, ayrılma-
ya çalıştıklarında kadınlar ve erkekler biri diğerini döver, öl-
dürür.
Türk işçi sınıfı ekonomik gelirleri yükseldiğinde aşırı tüketime
doğru yönelirler. Arabalar alırlar, imkânlarını geliştirdikçe
ikinci evlerini satın alırlar. İşbitiricilikle paraları ve villaları
olur.
Ekonomik gelirleri azaldığında dilencilik yaparlar. Linç ettikleri
insanların yanında selpak, cep telefonu satarlar.
Bu ikiyüzlü yaşamları ve yalancı yaşamları gündelik hayatla-
rının her alanında vardır.
Bunun nedenleri kendilerinin eleştirel, özeleştirel bir kültür
oluşturmadıklarıdır. Gelenekler, Resmi Tarih ve Avrupa Birli-
ğinin kapitalist kültürleri arasında dolanıp durmalarındandır.
Türk işçi sınıfının yaşamı sadedir; ne bir heyecan vardır ne bir
umut.
Çocuklarına en çok verdikleri isimlerden biri de Umut‟tur.
Türk İşçisi Nasıl Dünya İşçisi Olur?
Türk işçisi kendini bir eve, bir dükkâna, bir okula, bir hasta-
neye, bir askere “kapatmadan” yaşamaya başladığında Dün-
ya işçisi olabilir.
151
Dünya işçisi olabilmesi için Kürtlerin, Göçmenlerin, Alevilerin,
Romanların ve diğer insanların sokakta dövülmesini engelle-
yerek olur.
Atatürk posterlerini duvarlarına yapıştırmadığında olur.
Resmi Tarihin törenlerine katılmayarak ve o günleri kutlama-
yarak olur.
Mumia Abu-Jamal'a Mektup Yollayabilseydim.
Sevgili Mumia Abu-Jamal
Seni tanımadığım yıllar da sen siyasi bir mücadele veriyor-
dun. Seni tanıdığım zamanda sen siyasi mücadele veriyorsun.
Senin duruşunu, mücadeleni öğrenerek devrimci oluyorum.
Kime karşı mücadele ediyorsun; Beyaz Adam'a, Beyaz Adam-
'ın egemenliğine karşı ve onun saltanatını yıkmaya yönelik.
Senin mücadelen siyasi bir mücadeledir, hukuksal bir müca-
dele değildir.
Senin yanında olamadığım için üzgünüm.
Beyaz Adam'a inat, onların zindanlarına inat; daha uzun ya-
şaman dileğiyle...
Devrimci selamlarımı iletiyorum
Siyah isyan, beyaz zulmün kalelerini sarsmaya devam ediyor.
152
Siyah isyan, beyaz zulmün zindanlarında boyun eğmeyenlerin
şarkısını söylemeye devam ediyor.
2. Bölüm: Kollektif Çöküş’ün Somut Be-
lirtileri –Solculara Eleştiri-
“Müjde” Değil Kazanım Yazısına Eleştiri
"Özellikle ikinci öğretimde okuyan öğrencilerin büyük çoğun-
luğu işçi - emekçi çocuklarıdır. Maaşlarına %4 zam yapılan,
kıdem tazminatı hakkı elinden alınmak istenen işçilerin –
emekçilerin çocuklarıdır. Gündüz çalışan, akşam iş yorgunlu-
ğuyla derslere gelenlerdir ve tüm öğrenciler gibi onların
umudu da alacağı diploma sayesinde iyi bir iş sahibi olmaktır.
Oysa ki bu umut artık bir efsaneye dönüşmüş durumda. Üni-
versiteler artan kontenjanlarla olsa olsa işsizliği gizliyorlar.
İşçiye “nasıl olsa çalışmak zorunda” diye zam yapmayan pat-
ron gibi, Recep Tayyip Erdoğan'ın da yanılgısı, umudunu bir
kağıt parçasına bağlayan özellikle de çoğunluğunu işçi –
emekçi çocuklarının oluşturduğu, gündüz bir işte çalışan, ak-
şam ise “sözde daha iyi bir iş” için ders çalışmak zorunda
olan ikinci öğretim öğrencilerinin isyan etmeyeceğini zannet-
mesidir.. İşte burjuvazinin sansar psikolojisi! Öğrenciler bo-
ğazlanacak tavuklar değildir! Üniversiteler ise gelecekte kanı
emilecek tavukların yetiştirildiği yerler hiç değildir!" [1]
Üniversiteler emekçi, işçi çocuklarının beyinlerinin kapitaliz-
min zırvalarıyla doldurulduğu yerlerdir. Buralara giden emek-
çi çocuklarından devrimci olmaz. Üniversiteyi bitirip ayda
153
2.000 lira maaş alan bir emekçi çocuğu devrimci bir mücade-
leye mi katılacak yoksa Taksim gecelerine mi?
"Yıllarca mücadele ettik bu uğurda, cop yedik, tekme yedik,
gaz yedik, kimilerimiz haklarımız için savaşırken uydurma
iddianamelerle tutuklandı; pes etmedik! Ve kısmi olarak ka-
zandık. Ama şimdi sermaye daha da büyük ataklar yapacak.
Bizim ise ne yapmamız gerektiğini Şili‟li, Kanada‟lı öğrenciler
gösteriyor. Sokaklar bizim!
İkinci öğretim ve uzaktan öğretimin de harçlarının kaldırılma-
sını istiyoruz, hepsinin! Öğrenim kredisi değil karşılıksız burs
istiyoruz! Yurtlar, ders araç gereçleri, yemekhane ve kantin-
lerin parasız olmasını istiyoruz! Verilecek mücadele sadece
üniversite için değildir. Aynı zamanda geleceğimiz içindir."
[2]
Üniversite öğrencileri yedikleri cop, tekmenin nedeni "biz üni-
versite okuyup, devrimci olacağız" değil, üniversite okuyup
kapitalizmin yaşamını yaşamak için cop yediler. Üniversite
gençleri böyle düşünüp hareket edebilir onların başka ne dü-
şünmesini bekleyeceğiz. Üniversiteleri ele geçirip, ücretsiz ve
devletten hiçbir katkı almadan yürütülen yerler mi olarak
göreceğiz veya hayal edeceğiz. Bırakın saçma şeylerle uğ-
raşmayı da devrimci teorileri hayata geçiriniz.
"O yüzden de okuduğumuz bölüme göre insanca bir yaşamı
karşılayabilecek bir ücret karşılığında iş güvencesi istiyoruz!
Bunların kaynağı nasıl olacak diye mi soruyorlar? İşte onlara
kaynak;
154
Ulusal ve uluslararası tefecilere ödenen borçlar reddedilsin!
Holdingler ve zenginler artan oranlı vergilerle daha fazla ver-
gilendirilsin!
Özel üniversiteler kamulaştırılsın!" [3]
Bırakın bu devrimci, enternasyonalist ayaklarını, ulusalcı söy-
lemlerle Dünya Devrimini mi yapacaksınız. "borçlar silinsin"
demek ulusalcılıktır. Neyin borcunu siliyorsunuz. işçilerin bor-
cunu mu yoksa devletin borcunu mu bunu biraz daha detaylı
anlatın ki, yanlış eleştirilerde bulunmayalım.
Şimdi üniversitelerde ve bir bütün olarak bütün okullardaki
masrafın parasını kapitalist kendi cebinden vermiyor onun
cebi işçilerin sömürülmesiyle oluşan ceptir. Bundan dolayıdır
ki, sevgili Enternasyonalistler (ulusalcılar) işçinin cebinden
çıkacak para ile öğrenciler ücretsiz eğitim alacaklar yani işçi-
lerin sömürülmesine göz yummak adına ücretsiz eğitim. Za-
ten ulusalcılar da demiyor mu ücretsiz eğitim, ücretsiz sağ-
lık...
Kapitalist düzende paralı ve parasız eğitime hayır
Kapitalist sistemin bir bütün olarak eğitimine hayır
Açıklayıcı Notlar
[1] DİP (Devrimci İşçi Partisi) İstanbul Gençlik Komitesinin
“Müjde” Değil Kazanım yazısı üzerine, 28 Ağustos 2012
[2] aynı alıntı
155
[3] aynı alıntı
AKP Burjuva Hükümetini Göreve Çağıran UİD-DER’in
“İşçi Ölümlerini Durduralım!” Kampanyası Üzerine
Alışveriş mağazalarındaki gibi kampanyalar yapılmaz. Dev-
rimci mücadele reformcu, ulusalcı, burjuva partilerini göreve
çağırarak yapılmaz. Bunların reddi ile devrimci bir mücadele
yürütülebilir.
Pahalılığa Son! İşsizliğe Son! Özelleştirmeye Son! Savaşa
Hayır! Cinsiyetçiliğe Hayır! Irkçılığa, Ayrımcılığa Hayır! Paralı
Eğitime Hayır! Baskıya, İşkenceye Son!
İşçi Ölümlerini Durduralım!...
Bu liste daha da uzatılabilir ama bu kadarı bile bu hareketle-
rin karakterini anlamaya yeter. Yukarıda sıralananları talep
etmek için devrimci olmak gerekmiyor; bütün bunları pekâlâ
bir burjuva partisi de talep edebilir. Hatırlanacak olursa, sos-
yal demokrat hareketin yükselişi her daim tam da bu talepler
üzerinden olmuştu.
Bütün bu talepler, ezilenlerden yana ve oldukça masum görü-
lebilir, ilk bakışta öyle de görülmektedir, ama tuzaklarla do-
ludur ve uzun vadede ezilenlerin nihai kurtuluşu mücadelesi-
nin önünde engel teşkil eder.
Neden mi? Nedeni çok basit; pahalılık, özelleştirme, işsizlik,
savaş, cinsiyetçilik, ırkçılık, paralı eğitim ve da birçok şey,
tam da kapitalizmin varlık nedenleridir. Bunlar olmadan kapi-
talizm var olamaz. Dolayısı ile de kapitalizmin egemenliği
156
altında bunları elde etmeyi tasarlamak; havanda su dövmek-
ten başka bir şey değildir.
Tabii ki, kapitalizmin, bu talep edilenlerin bir kısmını bir ülke-
de gerçekleştirebilmesi mümkündür ama bunu bile kendi iç
dinamikleri ile değil, ancak uluslararası bir talana dayanarak
yanı başka ülkelerdeki yaşamları talan ederek gerçekleştire-
bilir. Dolayısı ile de, kapitalist sistemden bütün bunları talep
etmek, ondan, onun doğasına aykırı olanı talep etmek; ezi-
lenlerin tamda kapitalistlerin istedikleri yönde bir bilinç edin-
melerine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.
Bu konuya uygun kampanyalardan birini de UİD-DER (Uluslar
arası İşçi Dayanışması Derneği)nin çalışmalarıdır. UİD-DER‟in
kampanyaya ilgili açılmalarından alıntılar yapalım.
“Hiç kuşkusuz ki, patronlar ve AKP hükümeti.
Çünkü patronlar “masraflı” olduğu gerekçesiyle gerekli iş ve
işçi güvenliği önlemlerini almıyorlar. AKP hükümeti ise, ge-
rekli denetimleri yapmıyor ve yaptırım uygulamıyor. Tersine,
patronları cesaretlendiriyor.
İş kazalarını ve işçi ölümlerini “kader” diyerek açıklayan ve
ölümleri geçiştirmeye çalışan bizzat AKP hükümeti değil mi?
Gelin hep birlikte soralım: Sürekli olarak işçilerin canını alan
bu “kader”, neden bir kere olsun patronların semtine uğramı-
yor?
Kardeşler!
157
İş kazalarında Türkiye‟nin dünyada üçüncü sırada olduğunu
biliyor muydunuz? Resmi verilere göre, Türkiye‟de her yıl 77
bin iş kazası gerçekleşiyor. Her sene yüzlerce işçi ölürken,
binlercesi yaralanıyor ve sakat kalıyor.” (İşçi Ölümlerini Dur-
duralım! Yazısı UİD-DER‟in internet sitesi)
UİD-DER bu açıklamalarında kendilerinin reformist olduklarını
diğer yazılarında olduğu gibi beyan etmektedirler.
AKP hükümetini göreve çağırmak reformistliktir. AKP hükü-
metinin kendi burjuva yasalarını istediği şekilde uygular, uy-
gulamaz. AKP hükümeti zaten burjuvaların istediği ve Asıl
Devlet partisinin istediği şekillerde yasalar çıkartıyor.
İkincisi kapitalizmin doğasında var olan bir şeyi yok etmek
imkânsızdır ve anti-materyalist olmaktır. Bu cümleye örnek
verirsek; Batılı feodalist imparatorluklarda uçağa binmek gibi
bir durumla karşılaşıyoruz.
İş kazalarında ülke sıralaması yapmakta ulusalcığa girmekte-
dir. Ulusal kanallardaki programlarda ülke sıralaması bolca
söylenmektedir.
“UİD-DER, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının son bulma-
sı için bir mücadele kampanyası başlatıyor. Bunun bir parçası
olarak topladığımız imzaları Türkiye Büyük Millet Meclisi‟ne
teslim edecek ve işçilerin ölmesine sessiz kalmayacağımızı
haykıracağız! Hükümet harekete geçmelidir. İşyerlerinde iş
ve işçi güvenliği önlemlerinin eksiksiz alınması ve uygulan-
ması için gerekli adımlar atılmalı, bu yönde işçilerden yana
yasal düzenlemeler yapılmalı ve işçi ölümleri durdurulmalıdır!
158
Tüm emekçi kardeşlerimizi “İş Kazaları Kader Değildir! İşçi
Ölümlerini Durduralım!” kampanyasına katılmaya, imza ver-
meye ve aktif olarak desteklemeye çağırıyoruz!
-İşçi ölümlerine sessiz kalmayalım!
-İş sağlığı ve güvenliği kurulları tüm işyerlerinde kurulsun ve
işçilerin yönetimine verilsin, bu kuruldaki işçi temsilcilerinin
işten atılması yasaklansın!
-İşyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının ücretleri,
sendikaların ve meslek örgütlerinin denetimindeki bir devlet
fonundan karşılansın!
-Gerekli önlemleri almayan, denetimleri engelleyen patronla-
ra ağır para ve hapis cezaları getirilsin!
-İşçilere, gerekli önlemler alınmadığı takdirde topluca üretimi
durdurma hakkı tanınsın!
-Ağır ve tehlikeli işlerde gece vardiyaları yasaklansın!
-Ücretler yükseltilsin, iş saatleri düşürülsün!” (İşçi Ölümlerini
Durduralım! Yazısı UİD-DER‟in internet sitesi)
Almanya‟da Yeşiller‟in nasıl Alman kapitalizmini güçlendirdiği-
ni ve yeniden örgütlendiğini gördük. UİD-DER‟in topladıkları
imzaları Meclis‟e götürmesi de Türk burjuvazisinin güçlenme-
sine hizmet edeceğini şimdiden görmekteyiz.
Ben bir materyalist olarak geleceği göremem fakat şimdiki
davranışların ilerde nelere yol açacağını tahmin edebilirim.
159
UİD-DER‟de tam bu noktada “patronlara ceza verilmesini”
istemesi de kapitalizmi güçlendirmektedir. Kapitalist hukukla-
rı yazanlar kapitalistleri de mahkemelere çağırabiliyor, para
cezaları verebiliyor.
Kapitalist toplumda, kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalizm
var olduğu müddetçe işçilerin öldürülmesi, sakat kalması, aç
kalması, hastalanması da devam edecektir.
Bu kampanyalarla devrimci bir mücadele değil, muhalefet
etmenin ötesine geçmeyen bir durum ifade edilebilir.
Komünist asla muhalefet etmez, imha etmeyi düşündüğü bir
şeyi tamirciliğine soyunmaz.
ESP'nin Çalışma Bakanının İstifasını İstemesi Sistem
Tamirciliğidir.
"Her geçen yıl artan iş kazaları, yaralanmalar, ölümler işçile-
rin alın yazısı değildir, bunlar bir sistematiğin, politikanın
ürünüdür. AKP Hükümeti işçi sınıfının çıkarlarını gözetmekten
tamamen uzak yasaları sermayenin çıkarlarına göre yeniden
düzenlemeye devam ediyor ve işçi ölümlerini kader veya tekil
örnekler olarak adlandırarak sorumluluktan kaçmaya çalışı-
yor. İş cinayetlerinin asıl sorumlusu AKP Hükümeti ve onun
Çalışma Bakanı Faruk Çelik'tir. Gerçek sorumlular ölen işçile-
rin ruhuna rahmet okumakla kurtulamazlar, halka hesap
vermeliler. Çalışma Bakanı iş cinayetlerinin suç ortağıdır ve
istifa etmelidir." (Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Ocak 2013)
160
Çalışma Bakanı Faruk Çelik, temsil ettiği kapitalist devletin
yasalarını uygulamıştır ve onu görevden alması gereken, onu
o göreve atayan güçtür.
Emekçiler ve devrimciler, kendileri tarafından seçilmeyen bir
Bakanın istifasını isteyerek onun meşruluğunu kabul etmiş
olurlar.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik'i devlete şikayet edip, devletten
onun görevden alınmasını talep etmek, Çalışma Bakanlığı ile
devlet arasındaki suç ortaklığı bağını koparmak ve devletin
Çalışma Bakanlığı üzerinden kendisini temize çekmesine yar-
dımcı olmak demektir.
İşçi Mücadele Derneği’nin 14 Haziran 2012’de İnternet
Sitesinde Yayınlanan “Avrupa’daki Emekçilerin Keyfi
Tıkırında Diyenler” Konu Başlıklı Yazısı Üzerine
"Yunanistan‟ın durumu ortada. Yunan işçi sınıfı ülke ekonomi-
sinden öyle rahatsız ki, desteğini almak için sadece lafta sos-
yalist olmak bile yetmiyor. İspanya geçen Cumartesi günü
“borç krizinden ötürü kurtarma paketi” başvurusunda bulu-
nan dördüncü Avrupa Birliği ülkesi oldu. İspanya‟da işçi sınıfı
ve gençlik ayakta.
Bugün ise burjuvazinin “saygın” ekonomi gazetelerinden
Financial Times‟ta İngiltere‟den bazı veriler aktarılıyor. İngiliz
Ulusal İstatistik Bürosu'nun 2011 verilerini aktaran gazeteye
göre İngiltere'de 1 milyon 410 bin kişi emekli olmak yerine
(emeklilik yaşı kadınlarda 61, erkeklerde 65) çalışmaya de-
161
vam ediyor. 1993‟te yüzde 7,6 olan yaşlı nüfusun çalışma
oranı 2011‟de yüzde 12'ye çıktı.
İşin önemli kısmı, çalışanların % 61'inin kadın olması ve 60
yaş üstü kadınların, daha çok fiziksel iş gücü gerektiren te-
mizlik gibi alanlarda iş bulmalarıdır. Yani “keyifleri yerinde,
sağlıkları çok iyi, yerlerinde duramıyorlar” diye çalışmıyorlar.
Gazetenin de itiraf ettiği gibi, bu insanlar geçinemedikleri için
çalışıyorlar (zaten Mart ayı sonunda emekli maaşlarının kırpı-
lacağı açıklanmıştı). Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere
duyurulur!"
İşçi Mücadelesi Derneği sitesinde yazılan yazının kime yazıl-
dığı tam olarak ifade edilmemiş durumda, bir yandan
Financial Times‟a gönderme yapıyor diğer yanda Avru-
pa‟dakilerin yani işçilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur
diye açıklama da bulunuyor. Burada Financial Times‟e gön-
derme yapması pek mümkün değil yazı İngilizce olmadığın-
dan ve bu yazının burjuva medyasında tartışılmadığından
mümkün değil.
“Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifadesi
kime yöneliktir belirtilmemiş, bu yazı önemli bir konuya de-
ğinmiştir fakat içeriğini doldurmamıştır. Belki bu sitenin işçi-
lere dönük site olduğundan mıdır kesin açıklamalar konma-
mış. Eleştireceğin kurumların adını yazmamış, niye böyle bir
mantık var?
Türkiye‟de Batı işçi sınıfının yanı Avrupa Birliği işçilerinin ayrı-
calıklı olduğunu söyleyen Komünist bir kurum var, bu Avrupa
162
Birliği ülkelerindeki emperyalist devletlerin verdiği “hakları”
kullanan işçilere dönük ayrıcalıklı ifadesini kullanmaktadır.
“Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifade-
sini benim politik görüşlerime eleştiri olarak algılayacağım
çünkü bu yazı içerik olarak bir kuruma yazılmamış fakat Tür-
kiye‟deki batılı işçilerin ayrıcalıklı olduğunu söyleyen bir ku-
rum var adını vermiyorum çünkü etik olarak yanlış olur.
Gerçekten de “Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere du-
yurulur!” ifadesinde yer alan Avrupa‟daki ayrıcalıklı batılı işçi-
lerin rahatlarının bozulmasının nedeni kapitalizme yani kapi-
talistlerle onlarca yıldır yaptıkları uzlaşma kapitalistler tara-
fından bozulmuş ve kapitalistler Batılı işçi sınıfına verdiği ay-
rıcalıkların bir kısmını almıştır yani hepsini daha geri almadı
eğer batılı işçilerin bütün ayrıcalıkları geri alınsaydı bugün bu
yazıda batılı işçilerin ayrıcalıklı olmadığın yazılırdı maalesef
bugün bile batılı işçileri ayrıcalıklıdır.
Batılı yani Avrupa Birliğinin emperyalist ülkelerinde yaşayan
ayrıcalıklı işçilerin yaşamları Afrika‟daki işçilerin yaşamları ile
karşılaşıldığında Dünya işçi sınıfının nasıl bölündüğünü ve bu
bölünmüşlüğün devam etmesini Avrupa Birliği ülkelerindeki
işçilerin istediği ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerin-
deki ayrıcalıklı beyaz işçilerin yaşam ortalaması 80-90‟dır.
Afrika, Asya‟daki işçilerin yaşam ortalaması 35-40‟dır.
Avrupa birliği ülkelerindeki işçiler aşırı tüketim yapıp „tüketim
hastalığı‟ yaşarken, Afrika‟lı çocuklar açlıktan ölmemek için
hareket etmiyorlar. Bu düzenin devamlılığını sağlayan kapita-
lizmdir. Eğer kapitalizmi yok etmek istiyorsak, kapitalizmin
163
yarattığı bütün kurumları, değerleri, yapıları yıkmamız ge-
rekmektedir. Bu esnada Avrupa Birliği yani batılı işçilerin ay-
rıcalıklı olduğunu teşhir etmeliyiz ayrıca dünyadaki işçilerin
serbest dolaşımı propaganda yapmalıyız ki, kapitalizmin oluş-
turduğu 400 yıllık yapının ayaklarından biri yok olsun.
Kapitalizme Rağmen Okullarda, Üniversitelerde Özerk-
lik İstemi Üzerine
Kapitalizme rağmen başka bir dünya mümkün diyenlerin
açıklaması yapılmadığı halde okullarda özerklik talebinde ve
mücadelesinde bulunan devrimci gençlerin bu fikirleri üzerine
tartışma yapılacaktır.
Yaşamın değişmesine istekli olmak ile bu yaşamın nasıl ve
hangi ilkelerde ve fikirlerle değişeceği de önemlidir. Bir kilo
kirazı sol elinizde sattığınız ile sağ eliniz ile sattığınız arasında
ki fark, kullandığınız eldir; bu sermayenin dışarı demekle
sermayeyi dışarıya değil, varlığını sahiplenmekle alakalıdır.
Belki biraz karışık açıklama oldu ama yaptığım alıntıları anla-
maya çalışmamdan kaynaklanmaktadır.
“Sermaye dışarı” diyor, maaşları devletin ödemesini istiyor
bir de özerklik okullar, üniversiteler istiyor bunların hepsi
örgütlenmenin fikirleridir, gündelik hayatı değiştirecek ve
sosyalist fikirleri yaygınlaştıracak hiçbir şey yok ortada.
Gündelik hayat ile örgütlenme arasında bir paralellik yok hat-
ta örgütlenme bile kapitalist sistemi tamir etmekten öteye
gitmiyor. Çünkü kendisini okulun komitesi, yürütme komis-
164
yonu dese de okulun duvarlarının dışına çıkarmıyor ve çıka-
mayacakta.
Okullarda, üniversitelerde özerklik istemi, kapitalist bir tarla-
da ekilen bir domatesin mavi olması gibi bir şey; domates
mavi renkte olmayabilir fakat olduğunu düşünelim. “Mavi
domates”i yetiştiren kapitalist düzen, sulayan kapitalist dü-
zen, satan kapitalist düzen sadece rengi mavi, renginin mavi
olması güzelde, bu rengin mavi olması onu nitelikli kılmıyor
ki.
“Hepimizin aklında bir sorun; okul müdürlerinin işlevi nedir?
Ne işe yararlar? Bir öğrenciler okula kedi imkânlarımızla gidi-
yoruz ve eve aynı şekilde dönüyoruz. Servisle gidip gelenle-
rimiz için de aynısı geçerli. Servis şoförlerini sabah erkenden
müdür mü arayıp uyandırıyor? Güzergâhı bizim için o mu
belirliyor? Yoksa yakıt parasını cebinden mi ödüyor?
Öğretmenler derslere giriyorlar, idari işler muhasebe ve sek-
reterlik bölümünün sorumluluğunda, kol emeği gerektiren
işler okul işçilerinin omuzlarında. Herkesin özelinde olan işler
ve sorumluluklar, bahsi geçen kimselerin inisiyatifinde, pekiyi
müdürler ne yapıyor? Hiç?
Özür dileriz, resmi törenlerde ve Cuma günlerinde konuşma
yapıyorlar…
Tıpkı fabrika patronları gibi, okul patronları da tarihsel
miadlarını da çoktan doldurmuşlardır! Politik miladlarını dol-
durup doldurmayacakları ise bize bağlıdır! Bir diyoruz ki okul-
lar bizler, komitelerimiz aracılığıyla yönetelim! Kendi kendi-
165
mizi yönetelim! “Okul komiteleri”mizi kuralım ve bu komiteler
öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçilerinden oluşun!
Müfredat belirlemede ve eğitim kurumlarında işçi-öğrenci
denetimi! Okul işçilerinin maaşını devlet versin. [
Enternasyonalist Öğrenci, sayı 5, eylül 2012]
Müdürün niteliğini ve disiplinini çok güzel ifade etmişler ki
müdürün başka bir şey yapmasını bekleyemeyiz. Kapitalizmin
yasaları varsa bu yasaları disipline eden insanlarda vardır ve
bu yasaların uyacağı kişilerde.
Kapitalist sistemin Bologna deklarasyonunda karşı olacak bir
duruş sergilerken, anti-devrimci bir duruştur. Kapitalizmin
fabrikalarda çalışan işçilerden aldığı vergilerle öğretmenlerin
maaşını karşılamasına hiç ses çıkarmıyorlar. Yani kapitalistin
cebini aslında işçilerin sömürgesi ve emeğini satmasıyla olu-
şan bir ceptir. İşçilerin sömürüsüyle ücretsiz eğitim isteyip,
Bologna deklarasyonuna karşı geleceksin nasıl olacak.
Bologna deklarasyonunda üniversiteler ile sanayi daha da
bütünleştirilecektir yani eskinden üniversiteler sanayi için
nitelikli işçi yetiştirmiyor muydu? İnsanları öldüren topları
üniversite okumuş nitelikli işçiler üretmedi mi, tasarlamadı
mı? Üniversite öğrencilerinin yarısı sanayi ve silah sektörüne
diğer yarısı ise diğer bütün sektörlerin, işletmelerin ihtiyaçla-
rına göre eğitim veriyor.
Kapitalizm var olacak, devlet var olacak eğitimde müdür,
Bologna deklarasyonu, sınavlar olmayacak peki özerlik iste-
166
mek ile enternasyonalist düşünce arasında ne gibi yakınlık
var?
Hiçbir yakınlık yoktur. Uzakta bir çizgi bile olamazlar. Paralel
daha geçemezler. Enternasyonalist düşünce yeryüzünde bü-
tün ayrıcalıkları ortadan kaldırmaya dönük ve ayrımcılığa kar-
şı gelen bir düşünce ve eylem kılavuzudur.
“Biz bütün okulların parasız, bilimsel ve anadilde eğitim ver-
mesini talep ediyoruz. Bu, bütün okulların devletleştirilmesini
istediğimiz anlamına gelmez. Birbirimizi kandırmaya lüzum
yok, hangi devlet okulu gerçekten ücretsiz? Şahsen biz hiç
kırtasiye, kitap ve sınav parasını veren bir devlet okulu gör-
medik. Ya siz?
Olayın bir diğer boyutu ise, mevcut sınıflar arası güç dengesi
uyarınca, bütün okulların devletleştirilmesinin ne demek ol-
duğudur? Bu, eğitimin devlet tarafından tekeline alınacağı
anlamına gelir. Pekiyi, o zaman bu eğitimin içeriği ne olacak?
Devlet propagandası!
Bizim istediğimiz, eğitim kurumlarına ne sermaye ve para
babalarının, ne de burjuva devletinin sahip olmamasıdır.
Sermaye ve devlet, dışarı!
Bizim talebimiz, eğitim gördüğümüz kurumların, kuracağımız
Okul Komitelerinin programı aracılığıyla dönüştürülmeleridir.
Bu komiteler öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçilerin-
den oluşmaktadır. Sermayenin ve devletin bu komitelerde
yeri yoktur!
167
1)okul komiteleri, bağımsız olarak çalışıp kendi inisiyatifini
yaratan, gerek devlet merkezince, gerekse belediyelerce
özerklik tanınmış, öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul
işçilerinden oluşmuş yapılanmalardır “[ Enternasyonalist Öğ-
renci, sayı 5, eylül 2012]
Bu meseleyi otomobilin kapitalist düzendeki 110 yıla yakın
tarihinde nasıl ölüm makinesi olmuşsa, bu otomobilin “benzi-
nini” bitkilerden karşılayarak ölüm makine olma niteliğini
kaybetmez çünkü bu sefer bitkilerin üretildiği toplumlardaki
insanlar, köylüler, işçiler bitkilerini, meyvelerini yiyemeyecek
konuma gelecekler /geldiler. Diğer yandan da kazalarda ölen
insanların sayısında artışın devam edeceğini göstermekte.
Kapitalizme rağmen, okullar kalacak yerinde. Okul duvarları,
okul binaları, okul disiplini her şeyi, kültürü ve geleneğiyle.
Okul, diploma, nitelikli işçi birbirinin tamamı ve birbirini oluş-
turan unsurlardır. Okulun devletin kontrolünde olmadığını
varsaysak bile, okuldaki nitelikli işçi resmi tarih, resmi ideolo-
ji, ırkçılık, şovenizm, militarizm öğrenmese bile hatta diplo-
mayı ayrıcalık olarak kullanmasa bile, düzenin yasaları yerli
yerinde ise içinden bir şeyi değiştirip yani A harfini sola biraz
daha eğik olması ile A harfi yine A harfidir. Kısacası kapita-
lizme rağmen paralı ve parasız eğitim mümkün değildir.
Özerklik ile öğrencilerin kendilerine güveni veya sınıf bilinci
oluşacak mı derseniz. Bunun oluştuğu ülkelerdeki örnekleri
yazmalısınız. Ayrıca üniversitenin ayrıcalık değil de ayrıcalık-
sızlık olduğunu ve böyle bir yapıya dönüşmek istediğini ifade
ettiğinizde, yanınızda bir tane üniversiteli, liseli, öğretmen
168
bulamayacaksınız. Onların kapitalist düzendeki statükosu
budur. Ayrıcalık elde etme rekabetidir.
Ücretsiz, özerk bir eğitim alan öğrencinin fikirlerini kolektif
fikirlerle bir anlayış, gelenek olmayacak; o üniversite gençleri
yine Taksim Gecelerine gideceklerdir? Burada bir komedi ya-
zılmadı veya yazılmıyor. Traji komedi yazılıyor, devrimci
gençlerin ne halde olduğunu gösteriyor. Bırakın artık Batılı
üniversite öğrencileri gibi ayrıcalıklı fikirlerini eğer böyle ol-
mak istiyorsanız.
Güney Afrika‟daki maden direnişinde 34 siyahi işçiyi katleden
Beyaz Adamın (Kapitalizmin) resimlerini korsunuz
fanzinlerinize, dergilerinize. Ellerindeki sopalarla direnen si-
yahi işçilerin değil.
Kızıl Bayrak’ın “Emperyalist Savaşın Faturasını Redde-
delim” Anti-Komünistliği Üzerine
Harun Yahya sitesinde Lenin‟in yazılarını okuyanlar bile Ko-
münist olabilirken, Kızıl Bayrak‟ın bu duruşu ile de anti-
komünist oluyor yaşam böyle bir şey, materyalist.
“Bugün işçi sınıfı ve emekçiler, sermaye devletinin kestiği
savaş faturasını ödemeyi reddederek, emperyalist savaş ve
saldırganlığa karşı mücadeleyi büyütmediği sürece fatura her
geçen gün daha da ağırlaşacaktır. Bir taraftan kardeş halkla-
rın acıları büyürken öte taraftan Türkiye işçi sınıfının ve
emekçilerinin boyunlarındaki kölelik zincirleri daha da kalınla-
şacaktır.
169
Dolayısıyla önümüzdeki günlerde işçi sınıfı ve emekçiler kapi-
talist krizin ve emperyalist savaşın faturasını ödemeyi redde-
derek emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı “işçilerin birliği
halkların kardeşliği” çizgisinde mücadeleyi büyütmelidirler.”
[Şubat, 2013 Kızıl Bayrak sitesi]
Fatura ödeme olayı, kapitalist sistemde ezilenler öder, bunun
hipotezi böyle.
Emekçi emeğini satar ya da iş yeri açar bu iş yerinde günde
15 saatten fazla kalarak geçimin sağlar. Bu iki durumda da
emekçiler ve esnaflar vergileri devlete öder.
Kapitalist düzende faturayı kapitalistlere ödetmek mümkün
değildir. Bu politik bir duruştur.
Başka bir politik duruş örneği, internet faturalarını ödemeyin
deyin ve milyonlarca emekçi 1 ay internet faturalarını öde-
mesin böyle bir şey olduğunda internet kullanımı ortadan
kalkar, bu kapitalist düzen için bir sorun yaratmaz. Bu inter-
net faturalarını farklı vergilerle alır. Yani fatura almanın bir
yolunu bulur, o kadar üniversite okumuş memur ne güne
duruyor, onların bilgileri ve yetenekleri ile bu sorun çözülür.
Harun Yahya sitesinde anti-komünist propaganda yaptığını
sansa da, komünist propaganda yapmaktadır. Devrimcilerin
yazılarından alıntılar, devrimcilerin ve devrimci olmak iste-
yenlerin ufkunu zorlayacaktır.
Kızıl Bayrak‟ta komünist olduğunu söyleyip, sistem tamirciliği
yaparak anti-komünist konuma düşmektedir.
170
Yaşam Diyalektik Materyalisttir.
Yürüyüş Dergisi’nin Angelina Jolie’a Yönelik Aşağılayıcı
Ve Egemen Dille İfade Ettiği “Emperyalizmin Fahişesi”
Üzerine
Angelina Jolie ne kadar kapitalist düzenin yaşamına ve gün-
delik diline, geleneğine, yaşamına göre hareket ediyorsa,
komünistler de egemenlerin, kapitalistlerin dili, gündelik ya-
şamı, geleneği, ahlakı, kültürü, siyaseti ile hareket edemez.
Burada bireysel olarak Angelina Jolie ile komünist aynı ve bir
değildir. Eğer böyle değilse neden ikisi de aynı dili konuşuyor.
Kapitalizm daha sınıflı toplumların tarihi boyunca sınıf ege-
menliği ile şekillenmiş dilin egemen yapısı, toplumların sınıflı
yapısında niteliksel olarak kökten bir değişim yaşanmadıkça
bu egemen içeriği, ezilenler ve sömürülenler üzerindeki bas-
kıcı, uyuşturucu ve zehirleyici özelliğini koruyacaktır.
Komünistler ve komünist kurumları kullandıkları dilde nelere
dikkat etmesi gerektiğini iki kez veya daha fazla düşünerek
ve eleştirel bir şekilde yazıya dökmelidir. Bunları yaparken,
insanları aşağılamayan, şiddete, linçe yöneltmeyen bir dil
seçmelidir.
"yakın zamana kadar su ve temel gıda maddeleri kendilerine
yeterince verilmediği için kampta yaşaya Suriyeliler gösteri
yaptı. Kadınlara, genç kızlara tecavüz edildi. Bunun gibi daha
pek çok olay yaşanırken Angelina Jolie'nin bunlardan bah-
setmeyip, kampın ne kadar güzel, konforlu olduğunu söyle-
171
mesi yalandan, göz boyamadan başka bir şey değildir." (yü-
rüyüş dergisi, Eylül 2012)
"AKP'nin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin; sözde muhafaza-
kâr. "BM mülteciler yüksek komiserliği özel temsilcisi" sıfatıy-
la mülteci kamplarını görmeye gelen emperyalizmin fahişesi
Angelina Jolie ile görüşüyor." (yürüyüş dergisi, Eylül 2012)
Angelina Jolie, Birleşmiş Milletler adına oraya gidiyor ve Bir-
leşmiş Milletlerin kimin ve ne şekilde çalıştığını bilmemesi
diye bir şey yoktur. Bildiği için bunu yapıyor veya yapmıyor.
Neden mülteci kamplarını dolaştı yaşadığı villa varken. Neden
ezilenlerin acısını paylaşmış fotoğrafları çektirdi çünkü komü-
nistler enternasyonal bir sınıf bilincini oluşturamadıkları için,
ezilenler kendilerinin evlerini başına yıkan emperyalistlerle,
kapitalistlerle kucaklaşması doğaldır. Burada öfkelenecek bir
şey varsa o da öfkenin bir bireye, kadına yöneltilip linçe dö-
nüşmemesidir.
Yaşadığımız coğrafyanın katil devletin varlığını var ederken,
milyonlarca çoğunluğu yok etti, sürdü ve linç etti. Bu nedenle
bir bireye, bir gruba veya fikirleri olan insanlara yönelik ifade
de bulunurken linç kültürünü, linç dilini kullanmamalı buna
dikkat edilmelidir.
Angelina Jolie kadındır, bu kadını erkek egemen dille eleştiri,
teşhir yapılamaz. Erkek egemen dil, aşağılayıcı, küfürbaz bir
dildir. Küfürü üreten erkeklerdir bu küfürleri kadınların da
söylemesi bunun kadınların küfürü başlattığı anlamına gel-
mez. Komünist kurum kadını aşağılayan, küfür eden bir dil
kullanmamalı bunu yaparken de komünist kavramını kendi
172
adından ve mücadelesinden çıkarmalıdır. Komünistler kapita-
list toplumda kendilerini soyutlayarak yaşayamaz mutlaka bir
şekilde bu erkek egemen dili öğrendi/öğreniyordu. Erkek
egemen dili, geleneğini öğretildi diye yaşamı boyunca bunu
uygulayacağı anlamına gelmez çünkü komünist.
“Emperyalizmin fahişesi” derken egemenlerin dilini güçlen-
dirmiş oluyorlar, egemenlerin kültürünü yeniden yapılandır-
mış ve tamir etmiş oluyorlar. Fahişe derken yeryüzünde mil-
yonlarca kadının da yaşamak için bedenini kullanmasına ifade
edilen bir durumdur. Fahişe kavramını üreten egemenlerdir,
egemen erkeklerdir. Kadınlara fahişe, cadı, kız, bayan gibi
kavramlar aşağılayıcı kavramlardır; komünist kurumlar bu
kavramları kullanmamalı ve işçilere de bu kavramların neye
yol açtığını söylemelidir.
“Yeni dil” tasarlanırken ve gündelik yaşama uygulanırken,
kadınları, eşcinselleri aşağılayan kavramları, kelimeleri kul-
lanmadıkça, kadınların ve eşcinsellerin sizlere bakışları, din-
lemeleri değişecektir. Bu dinleme sizler (komünistler) aranız-
daki yabancılaşmayı kaldırmaya ve yıkmaya başlayacaktır.
Bu makalede Yürüyüş Dergisini teşhir etmek vardır, kullandığı
egemen dile yönelik bir eleştiridir. Yürüyüş Dergisi emperya-
lizmi teşhir etmeye çalıştığı yazı da kendisi eleştiriye uğra-
maktadır. Emperyalizmi anlatmak için “aşamacı devrim” an-
layışından kurtulup “sürekli devrim” anlayışı ile hareket ede-
rek bu anlatılabilir. Emperyalizm kapitalizmin “taşeronudur”
beyin kapitalizmdir.
173
Bunlar olurken, komünist kurum adındaki kurumun ne işe
yaradığını sormak gerekir. Kurum birlikte dil, davranış, eylem
ve bir yaşam ifade etmektedir. Bu yaşamın nasıl kurgulandı-
ğını, tasarlandığını Horlananlar Birliğinden günümüze kadar
devam etmektedir. Komünist kurum, kendisini ifade edecek
ve kapitalist toplumda yaşayan ezilenlerin zehirlenmiş dilini,
kültürünü ortadan kaldırmak için hareket etmek için vardır.
Komünist kurumlar varlığı daha başından itibaren kapitaliz-
min üretim ve mülkiyet ilişkileriyle şekillenmiş olan siyasal,
kültürel, ahlaki değerlerinin, toplumsal geleneklerinin, günde-
lik yaşam alışkanlıklarının ve sınıf aidiyetlerinin reddini ol-
mazsa olmazı olarak kabul eden siyasal bir perspektife da-
yanmak, eylemin ve mücadelesini bu anlayışla yerine getir-
melidir.
Sürekli Devrim Hareketi'nin, Pınar Selek'in Mahkeme
Kararına 'Yargı Rezaleti' Demesi Üzerine
Pınar Selek'i mahkemenin ağırlaştırılmış müebbet cezası
vermesi üzerine bir yazı değil, sosyalistlerin Pınar Selek'in
mahkeme kararına bakış açıları üzerine yazılan bir yazıdır.
Bu yazı Pınar Selek'e yönelik kişisel eleştiri değil, Sosyalistle-
rin burjuva düşünce özgürlüğü üzerinden Sosyalist düşünce
özgürlüğünü yorumlamasıdır.
"Bugün de yine bir yargı rezaletine tanıklık ettik. Bir başka
siyasi davada yargı bir başka muhalifin darağacını kurdu.
Pınar Selek‟in yılan hikâyesine dönen davasının son kararı
açıklandı: ağırlaştırılmış müebbet!" [Sürekli Devrim Hareketi,
174
Mahkemeleriniz Yıkılsın, Adaletiniz Batsın! Yazısından alıntı-
dır. 24 Ocak 2013]
Bolşevik olan Sürekli Devrim Hareketi de "sosyologlara" ve
"aydınlara" ceza karşısında ayrıcalık tanımak için kolları sı-
vamış durumdadırlar.
Sürekli Devrim Hareketinin başlığı devrimcidir; "Mahkemele-
riniz Yıkılsın, Adaletiniz Batsın" fakat yazının içeriğine okudu-
ğumuzda bu başlıkla çeliştiği ortadadır.
Çelişkisi bir yandan „mahkemeler yıkılsın‟ derken diğer yan-
dan mahkemenin verdiği karara 'yargı rezaleti' diyebiliyor.
İkinci çelişki 'adaletiniz batsın' derken, burjuvanın düşünce
özgürlüğünden bahsetmekte ve devrimci bir tanımdır. Yazının
içeriğinde ise bu 'ağırlaştırılmış müebbet' diyebiliyor. Bu der-
ken 'adaletiniz batsın'ı meşrulaştırıyor. Yani burjuva hukuku-
nu ve düşünce özgürlüğü ile kendi sosyalist düşünce özgürlü-
ğünün aynı yerden bakmasıdır.
Birinci açmaz şudur: Zaten toplumun çoğunluğu karşısında
ayrıcalıklı olan gazeteciler, yazarlar ve sanatçılar, bu kez de
ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılınmak istenmektedir.
İkinci açmaz ise şudur: Sosyalistlerin düşünce özgürlüğü ta-
nımı ile burjuvazinin düşünce özgürlüğü tanımı aynı yerde
buluşmaktadır.
Sosyalistlerin nazarında her şeyden önce suçun tanımı farklı
olmak durumundadır. Eğer ortada bir suç var ise, bu, kapita-
lizmin bizatihi kendi varlığıdır. Dolayısıyla da ona ve onun
175
yasalarına karşı yapılan her şey meşrudur. Bu bakımdan ona
karşı yazı yazmakta meşrudur.
Sosyalistler, suç ve ceza meselesine bu şekilde bakmadıkları
sürece, niyetleri ne olursa olsun, isteseler de istemeseler de
kaş yaparken göz çıkarmaktan kaçınamayacaklardır.
Düşünce özgürlüğü kapsamında bir kısım insanları savunalım
derken, diğerlerinin tutuklanmasını ve mahkûm edilmesini
üstü örtülü de olsa meşru kabul etmiş, kapitalist devletin suç
ve ceza hukukunu onaylamış olacaklardır.
TKP’nin Patriot Nöbeti: Komünist Parti Olmadığının
İspatı Üzerine
TKP‟nin Patriot Nöbetindeki çizgisi ve duruşu, “Bütün Ülkele-
rin İşçileri, Birleşin!” enternasyonalist sloganına karşı bir du-
ruşu da ifade etmektedir.
"Amerikan Uşağı Satılmış Tayyip", "Bu memleket bizim, Kah-
rolsun Emperyalizm", "Katil ABD, Ülkemizden Defol", "Savaşa
Geçit Vermeyeceğiz"
Türkiye Komünist Partisi (TKP) ne kapitalizmi, ne „ulus‟ proje-
sini, ne de Devletin ne olduğunu doğru anlayabilmiştir. Kapi-
talizmi anlasaydı “Amerikan Uşağı Satılmış Tayyip” sloganı
atmazdı. Tayyip egemenlerden olsa da bu slogan ırkçı, aşağı-
layıcı ve küfürbaz bir slogandır.
„Ulus‟un egemenlerin sınıfının aracı olduğunu anlasaydı “Bu
memleket bizim, Kahrolsun Emperyalizm” slogan birleştiril-
mesi ve bu sloganı söylemezdi.
176
Türkiye Devletini anlasaydı, “Katil ABD, Ülkemizden Defol”
sloganı da olmazdı. Eğer ABD bir kapitalist devlet ise, Katil-
dir; aynı şekilde Türkiye Devleti‟de Devlet ise Katildir. Burada
Türkiye Devletinin öldürdüğü milyonlarca ezilenin, Öldürenini
meşrulaştırmış olmaktadır.
“Savaşa Geçit Vermeyeceğiz” sloganı da ne Enternasyonalist
ne de Komünist bir slogandır.
Hangi savaş, bu savaş yeni mi başladı?
Ezen- Ezilen diyalektiğini anlayamamışsınız. Bu diyalektiği
anlamadan ne Devleti, Ne Kapitalizmi ne de „Ulus‟ projelerini
anlayabilirsiniz. Burada anlamak derken, bilmediğiniz anla-
mında değil, Komünist olmadığınız için anlamadığınızı söylü-
yorum.
Türkiye Komünist Partisi, Komünist Bir Parti Değildir.
TKP‟lilerde Komünist Değildir.
Yurtsever Cephe örneğiyle TKP‟nin başı çektiği bu coğrafyanın
solunun burjuva ulusalcılığı ABD ve AB karşıtlığı üzerinden
“antiemperyalizm” maskesinin ardına saklanılarak şekilleni-
yor. Bunu politik tutumlarını ve taleplerini ifade eden slogan-
larıyla ete-kemiğe bürünen duruşlarında görmekteyiz.
“IMF defol bu ülke bu halk satılık değil”, “ABD defol bu mem-
leket bizim”, “Ne ABD ne AB bağımsız Türkiye” ve benzer
sloganlarını kullanan sol çevrelerin, örgütsel ayrılıklarına ve
aynı sloganları kullanırlarken ki aralarındaki nüans farklılıkla-
rına rağmen hepsini aynı zeminde buluşturan ortak payda;
177
ideolojik olarak bu ulusalcı ve yurtsever temele sahip olmaları
ve politik olarak bu temel üzerinden hareket etmeleridir. İş-
te; siyasal ve sınıfsal kökleri itibariyle burjuva kavramlar olan
ulus devlet, yurtseverlik-vatanseverlik, ulusal savunma-
anayurdun savunulması, ulusal bağımsızlık gibi argümanların
bu coğrafyanın solunun siyaset yöntemine ve diline pelesenk
olması, onu burjuva siyasetin ve burjuva demokrasisinin ek-
seninde tutmakta, bu durum ise kapitalizme nefes aldıracak
yeni refleksler kazanmasına hizmet sunmaktadır.
Neresinden bakılırsa bakılsın ulusal alan, uluslararası karakte-
re sahip sermayenin hem en güçlü ve güvende olduğu alandır
ve hem de karşıtı olan ve olabilecek olan güçleri içine hapse-
dip uyuşturan bir tuzaktır. Nasıl ki sınıflı toplumların ortaya
çıkışından bu yana din, egemenlerin çıkarları için ezilenleri
uyuşturan bir afyonsa, kapitalizmin egemenliği altında da
yurtseverlik benzer bir işlev görür. Ezilen-sömürülenler ara-
sında yurtseverlik bilincinin hâkim bilinç olarak örgütlenmesi
kapitalistler lehine iki önemli sonuç yaratır. Birincisi; farklı
uluslardan ezilen-sömürülenlerin çıkarlarını birbirinden ayrış-
tırır. Böylece her ulusun kendi çıkarlarını diğerinin üstünde
görmesine, gerektiğinde zorla elde edilmesine, dolayısıyla da
birbirlerine düşmanlaşmasına yol açar.
İkincisi; ulus devletlerin sınırları içine hapsedilmiş, kapitaliz-
min yarattığı mağduriyet ve yoksulluk altında yaşayan ve
birbirlerine karşı yabancılaştırılarak düşmanlaştırılan farklı
uluslardan ezilen-sömürülenlerin birbirlerine karşı ortak du-
yarlılık ve sorumluluk hissetmeleri ve kader birliği yapabilme-
leri olanaklı olmaz.
178
Bu durumda; ezilen-sömürülenler arasında ortak düşman
burjuvaziye karşı onları birleştirecek sınıf bilincinin ortaya
çıkması ve kapitalizmi yıkmayı hedefleyecek enternasyonalist
karakterde bir mücadelenin örgütlenebilmesi de olanaklı ol-
maz. Kapitalizmin egemenliği altında ulusal bilinçle uyuştu-
rulmuş ve bilinçleri zehirlenmiş olan farklı ülkelerin ezilen-
sömürülenleri, ancak kendileri için sınıf olma bilinciyle zehir-
lenmiş “bilinçlerinden” kurtulabilir, kendi sınıf çıkarları için
birleşerek kader birliği yapabilir ve ortak düşman olan burju-
vazinin emperyalist-kapitalist düzenine karşı dövüşebilirler.
179
180
181
182
“Gerçek olan her zaman somuttur” Lenin
Diyalektik bir bilgi teorisi, bir bilgi aletidir. Bu teorideki pra-
tikle bağlantılıdır. Pratikteki analizler ve değerlendirmeler,
teorinin içerisindeki konuları değiştirme durumlarını oluştu-
rur.
Teori-pratikte çöküş durumları da yaşanabilir. Bu durumlar
kolektif yeniden düşünülerek ve eleştiri, özeleştiri kültürünün
geleneğiyle, somut ve gerçekçi bilgilerin tartışılmasıyla olu-
nur. Yani Çöküş sağlanmalı ve bu Çöküş‟ün yerine eleştirilen
ve tartışılanların konmasıdır.
Kollektif Çöküş‟ün nedeni teorinin ve teorilerin bütünselliği ile
alakalı yoksa içerisindeki konularla mı alakalı olduğu çözüm-
lenmeli.
Kollektif Çöküş aslında bizlere, kopyalamaların geçen zaman-
da değiştiğini anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bu durum-
da kopyalama yöntemlerle değil, canlı ve heyecanla Kollektif
Çöküş‟ün çelişkisinin oluşturulması gerekmektedir.
Kollektif Çöküş‟ün temelinde çelişki, hareket, hayat ve varlık
vardır.