KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı....

24
Aydınlık BU SAYIDA 30 KİTAP TANITILIYOR 30 Kasım 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 40 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1323 Zamana direnen yazar Gerçekte savrulan kim? Gerçeği kusurda arayan bir yazar: Jodi Picoult Ülkesi gibi, bu gezegen gibi, hepimiz gibi, arafta Latin Amerika’nın devrimi ve evrimi Kendi türünde bir klasik Max Beer’den “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi”

Transcript of KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı....

Page 1: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

AydınlıkBU SAYIDA

30KİTAP

TANITILIYOR

30 Kasım 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 40

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1323

Zamanadirenen yazar

Gerçektesavrulan kim?

Gerçeği kusurdaarayan bir yazar:

Jodi Picoult

Ülkesi gibi,bu gezegen gibi,

hepimiz gibi, arafta

Latin Amerika’nındevrimi ve evrimi

Kendi türünde bir klasik

Max Beer’den “Sosyalizmin ve SosyalMücadelelerin Genel Tarihi”

Page 2: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek
Page 3: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Bu sayıda Max Beer’in dünya sosyalist yazınında önemli yere sa-

hip “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi” başlıklı ça-

lışmasını kapak dosyamızdan işliyoruz. Kaynak Yayınları tarafından

yeniden basımı yapılan kitap İlkçağ’dan 20. yüzyıla; insanlık tarihinde

özgürlük, eşitlik, barış ve refah uğruna yürütülen mücadelelerin ta-

mamını kapsıyor. Bu çalışmaya dair geniş bir değerlendirme yazısı-

nı kapak sayfalarımızda bulabilirsiniz. İlginize sunuyoruz.

* * *

Yalçın Doğan’ın kısa süre önce basılan “Savrulanlar” başlıklı ki-

tabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-

sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı

sayılabilecek Mehmet Bedri Gültekin Aydınlık Kitap için yazdı. Tar-

tışmalara açıklık getireceğini düşünüyoruz.

* * *

Orhan Kemal’in ölümünün ardından 40 yıl geçmiş. Oğlu Işık Öğüt-

çü’nün titiz çalışmaları sayesinde yazarın farklı yönlerini keşfetme-

ye devam ediyoruz. Yakın zamanda yayımlanan “Zamana Karşı Or-

han Kemal” başlıklı kitap 50’li yıllardan bu yana çeşitli yayın or-

ganlarında Orhan Kemal hakkında yazılmış eleştiri yazılarını bir ara-

ya getiriyor. Olumlu olumsuz tüm yazıları içinde bulunduran çalış-

mada Attila İlhan, Melih Cevdet gibi birçok yazar ve edebiyat eleş-

tirmeninin Orhan Kemal’e ilişkin değerlendirmeleri bulunuyor. Bun-

ların birçoğu elbette biliniyor fakat hepsini tek bir eserde toplamak

özellikle konu hakkında araştırma yapanlar için büyük bir olanak.

Eser, tüm bu yazıları farklı yayın kuruluşlarından bulmasıyla ciddi

bir arşiv çalışmasının ürünü. Bu açıdan Öğütçü’nün sunduğu, bü-

yük bir hizmet. Bu değerlendirme yazıları sadece Orhan Kemal’i ye-

niden keşfetmeye yaramıyor. Aynı zamanda Türk edebiyatında var

olan eleştiri kültürünü hatırlamamızı, dönemin tartışmalarındaki de-

rinliği görmemizi sağlıyor. Kitaba ilişkin yazıyı iç sayfalarımızda bu-

labilirsiniz.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

İÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Fernando Pessoa s. 4

Orhan Kemal s. 5

Gerçekte savrulan kim? s. 6

Dört duvar dört kaçak s. 7

s. 8

Yüksek dozda vitamin s. 9

s. 10

s. 11

Kapak: Kendi türünde bir klasik s. 12

Don ve Volga’da yolculuk s. 14

Latin Amerika’nın devrimi ve evrimi s. 15

Arkeolojinin yıktığı tabular s. 16

s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuk-Genç: Kuyrukluyıldızın gizemi s. 20

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

Sahaf: Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le beraber

Tanpınar: “Atatürk bizi özlediğimizbütünlüğe götürdü.”

Gerçeği kusurda arayan bir yazar:Jodi Picoult

Ülkesi gibi, bu gezegen gibi,hepimiz gibi, arafta

Kozmopolitan hayatlar,Diasporik kimlikler

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

Page 4: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

İthaki Yayınları’nın “Başka Kitaplar”

isimli serisine bir kitap daha kazandırıldı:

“Tahsilli Bir Domuzun Anıları”. Yazar

Russell Potter’ın son kitabı dilimize ka-

zandırılmış ilk kitabı olma özelliğini taşıyor.

Hip hop kültürü, pop müzik ve 19. yüzyıl-

da İngilizlerin Kuzey Kutbu’ndaki keşifle-

ri üzerine araştırmaları ile dikkat çeken ya-

zar edebiyat ve erken dönem medya ders-

leri de vermektedir. Türkiye’de basılmamış

olsa da 1995 yılında çıkmış “Muhteşem Dil:

Hip Hop Kültürü ve Postmodernizmin

Politikaları” ve 2007 yılında basılmış “Ku-

tup Manzaraları: Görsel Kültürde Buzlar

İçindeki Kuzey” isimli iki kitabı mevcuttur.

Arka kapağında “Normallerin ulaşa-

mayacağı raflarda saklayı-

nız…” şeklinde bir uyarıy-

la okuyucuyu bekleyen ki-

tap, 19. yüzyıl İngilteresin-

de geçiyor. Roman, bir çift-

likte yaşayan sıradan bir

domuzun okumayı öğrene-

rek gelişen birtakım olaylar

sonucunda insanlarla ileti-

şim kurabilmesini ve bu ye-

teneğinin keşfedilmesiyle

eğitim alıp üniversiteden

mezun olmasını anlatıyor.

Kitap, “Toby” isimli domu-

zun otobiyografisi esasında.

Okumayı öğrendikten sonra

yazabileceği bir makine ge-

liştiren Toby, hayatını kaleme almış ve “ki-

tapta belirtildiği üzere” esasında kitap 19.

yüzyılda basılmış ve günümüzde yeniden

okuyucuyla buluşmuştur.

Kitabın konusu gerçekten ilginç. Arka

kapakta herhangi bir bilgi yer almaması da

belki de ilgi çekiciliğe katkıda bulunuyor. Ki-

tap sayesinde, 18. ve 19. yüzyıl İngilteresi-

ni ve domuzun gelişen olaylar sonucunda

yeteneğinin keşfi ile panayırlar dünyasını an-

layabiliyorsunuz. Özellikle dilinin akıcı ve

güzel oluşu sıkılmadan okumanızı sağlıyor.

Ancak tüm bunlar gerçekten güzel ve de-

ğişik bir kitap okudunuz mu sorusunun ak-

lınızdan çıkmasına sebep olamıyor.

Başlangıçta ilk hissettiğiniz hayvan sev-

gisini hissettirmek ve onların da en az in-

sanlar gibi değerli olduğu düşüncesi oluyor.

Ancak sadece bu amaçla kitap yazılmıştır

diye düşünmemeye başlıyorsunuz bir süre

sonra. Çünkü tam olarak hissedebildiğiniz

net bir fikir sunmuyor kitap. Sadece do-

muzun yaşamından ibaret. Domuz üniver-

site eğitimi aldıktan sonra da düşünceleriyle

sizi etkileyen veya size bir şeyler ifade

eden bir karaktere dönüşmüyor maalesef.

Sadece Shakespeare’i sevdiğini ve Latince

dil bilgisinin muazzam olduğunu öğreni-

yoruz. Dünyayı bir domuzun gözünden

görmeye çalışıyoruz, ancak bir yerde bir so-

run olduğu ve sizi hep te-

dirgin ettiği kesin. Sonu

nereye bağlanacak veya ya-

zarın değişik bir tarzla oku-

yucunun karşısına neden çı-

kıyor sorularının cevapla-

rını ben bulamadım ve bu

sebeple kitabın büyük bir

etkileyiciliği olduğu kanı-

sında değilim.

Genel olarak kitaptan

alabildiğim “hayvanları

sevme ve onlara eziyet et-

meme” oldu. Ancak bir

domuzun bile entelektüel

bir seviyeye gelebilmiş-

ken çoğu insanın gelemiyor olu-

şu eleştirilmek isteniyorsa oldukça farklı bir

noktaya ulaşılmak isteniyor. Ancak kitabın

sadece hayvan sevme temalı kaldığını umut

etmek istiyorum.

Sonuç olarak bir domuzun gözünden

eski İngiltere panayırlarını ve hayatının konu

olarak ilginç olduğunu düşünüyorsanız,

okunabilecek sıkıcı olmayan bir kitapla

karşı karşıyasınız. Ancak kitaplardan bir şey

bekleyenlerdenseniz umduğunuz gibi çık-

mayacağını söyleyebilirim.

( Tahsilli Bir Domuzun Anıları,Russell Potter, İthaki Yayınları,

Çev: İnci Katırcı, 229 s.)

HAFTANIN PORTRES�

Ünlü Portekizli yazar, şair ve ressam

Fernando Pessoa 1888 yılında Lizbon’da

doğdu. Erken yaşta babasını kaybeden

Pessoa, annesinin tekrar evlenmesiyle

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Durban’a

taşınır. 1905 yılında üvey babasını kaybe-

dince Lizbon’a geri dönerler ve 1921 yı-

lına kadar ekonomik zorluklar nedeniy-

le zor günler geçirir. Geçimini yabancı dil-

lerde iş mektupları yazarak kazanan Pes-

soa döneminin ve özellikle de ülkesinin

önde gelen yazarlarından olmuştur.

Portekiz modernizminin öncülerin-

den Pessoa önceleri önce İngiliz klasik-

lerinden Poe, Shakespeare’den ve daha

sonra Fransız sembolistlerinden Mal-

lerme ve Baudelaire’den etkilenmiş ve ilk

şiirlerini 1905’te yazmaya başlamıştır. Liz-

bon’a döndükten sonra dönemin mo-

dernist dergilerinde şiirleri yayımlanmaya

başladı. 1912’de şiirleri yayımlanmaya

başlandığında simgeci şiirin ve “geçmi-

şe özlem”in etkisi altındaydı. Takip eden

yıllarda eleştiri ve denemeler de yazdı.

1913 yılında fütürist harekete katıldı ve

“paulismo” akımını başlattı.

Pessoa yapıtlarını kendi adıyla yazdığı

kadar başka adlarla da yazdı. Ancak bu

sadece takma ad kullanmaktan ibaret de-

ğildi. Pessoa; Alberto Caeiro, Alvaro de

Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soa-

res gibi takma adları oluştururken yazı-

larında onlar arasında diyalog da sağla-

yarak kurmaca bir gerçeklik kazanma-

larına sebep olmuştur. Bu adlarının her

birinin ayrı bir yaşam öyküsü vardır. Ör-

neğin Alberto Caeiro kötü bir Porte-

kizceyle doğa şiirleri yazmaktadır. Ri-

cardo Reis pagan dinlere inanan bir he-

kimdir. Bernardo Soares ise önemli

eserlerinden “Huzursuzluğun Kitabı”

yazarı olarak yaratılmıştı. Soares, gün-

düzleri bir kumaş mağazasında çalışan,

geceleri yağmurun sesinde, ayak sesle-

rinde yalnızlığını duyumsayan bir Liz-

bonluydu. Pessoa hayali yaşamlar oluş-

tururken gerçek sanılması için de uğ-

raşmıştır. Yarattığı bu kimlikler bir an-

lamda kendisinin farklı yönlerinden

oluşmaktadır.

Yaşamında pek tanınmayan yazar, ve-

fatıyla beraber bulunan yazılarıyla ün-

lenmiştir. Pessoa’nın eserleri ise şunlar-

dır: “Şeytanın Saati”, “Sırların Cebiri”,

“Denize Övgü”, “Düşsel ve Gerçek”,

“Anarşist Banker”, “Huzursuzluğun Ki-

tabı”. Şiirleri de meşhur olan Pessoa’yu

şiirleriyle de hatırlamak gerekmektedir:

Sayısız insan yaşar içimizde,

hissetsem de düşünsem de bilemem

kim düşünür içimde kim hisseder.

Düşünceler ya da hisler için

yalnızca sahneyim ben.

Ruhsa, birden fazla var bende.

Ben’se benden daha fazlası.

Herkes kayıtsız oysa

yaşadığım hayata:

Susturuyorum onları,

kendim konuşurken.

Hislerim, hissetmediklerim -

onlardan doğup da birbiriyle

çelişenler. Farkına varmıyorum

hiçbir şeyin - yalnızca yaşıyorum ben,

olmak istediğime kimsenin bir

sözü yok.

Fernando Pessoa(13 HAZİRAN 1888 - 30 KASIM 1935)

Pessoa yap�tlar�n�kendi ad�ylayazd��� kadarba�ka adlarla dayazd�. Ancak busadece takma adkullanmaktanibaret de�ildi.Pessoa; AlbertoCaeiro, Alvaro deCampos, RicardoReis, BernardoSoares gibi takmaadlar� olu�tururkenyaz�lar�nda onlararas�nda diyalogda sa�layarakkurmaca birgerçeklikkazanmalar�nasebep olmu�tur

Kitap sayesinde, 18. ve 19.yüzy�l �ngilteresini vedomuzun geli�en olaylarsonucunda yetene�inin ke�fiile panay�rlar dünyas�n�anlayabiliyorsunuz. Özellikledilinin ak�c� ve güzel olu�us�k�lmadan okuman�z�sa�l�yor. Ancak tüm bunlargerçekten güzel ve de�i�ikbir kitap okudunuz musorusunun akl�n�zdanç�kmas�na sebep olam�yor

30 KASIM 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Domuzgözüyle hayat

Russell Potter

Page 5: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

5Aydınlık KİTAP

Zamanadirenen yazar

“Zamana Karşı Orhan Kemal” Işık

Öğütçü tarafından hazırlanıp geçtiğimiz ay-

larda raflarda yerini aldı. Kitap, geçmişten bu-

güne Orhan Kemal’le ilgili çeşitli yayın or-

ganlarında yer almış yazıların ve yazarla ya-

pılan röportajların bir derlemesi. Bugüne dek

kaleme alınan tüm eleştiri yazılarını bir ara-

ya getirdiği için gerçek bir kaynak kitap ni-

teliğinde. Öğütçü, daha önce de Orhan Ke-

mal’in gün ışığına çıkmayan “Yüz Karası”,

“Önemli Not”, “Yazmak Doludizgin” adlı

yapıtlarını okurla buluşturmuştu.

YAZI VE RÖPORTAJLARIşık Öğütçü, Orhan Kemal’e ilişkin ka-

leme alınan yazılarla, yazarla yapılan söyle-

şileri tarih sırasına göre okura sunuyor.

1940’lı yıllardan başlayarak 1970’li yıllara uza-

nan bir zaman dilimi içerisinde Orhan Ke-

mal’in eserlerini değerlendiren yazıları ve

onunla yapılmış söyleşileri sunuyor. Yazıla-

rın tarih sırasına göre verilmesi bir yerde bir-

birini izleyen yazılar ve yapıtlar arasındaki

bağlantıyı da kurduruyor okura.

Orhan Kemal’in yapıtları hakkında ya-

zılan yazılar kitapta çoğunluğu oluşturuyor.

Yazılara imza atanlar arasında, Attila İlhan,

Necati Cumalı, Oktay Akbal, Oktay Rıfat,

Vedat Günyol, Ömer Faruk Toprak, Doğan

Hızlan, Tarık Buğra, Melih

Cevdet Anday’ı adları ilk ak-

lıma gelenler arasında sayı-

yorum.

Işık Öğütçü sadece yuka-

rıda anlattığım derleme işini

yapmıyor. Kitabı okurken der-

lemeden öte bir çalışma yaptığı

göze çarpıyor. Yazılarda sözü

edilen bir konuyu yerine göre

özel arşivine başvurarak zen-

ginleştiriyor. Örnek vermek ge-

rekirse; Orhan Kemal bir yapı-

tı hakkında yapılan eleştirilere

Fikret Otyam’a yazdığı bir mek-

tupta yanıt veriyor. İşte bu yanı-

tı da kitapta bulmak mümkün:

“ ‘Suçlu’ insanların bozduğu dünyayı

gene insanların düzene koyacağına inanan bir

yazarın romanıdır her şeyden önce. ‘Suçlu’da

insanların insanlara yardımı vardır, arkadaşlık

vardır. Aydınlık bir gerçekçiliktir o. Basit bir

gözlemcilik değil.” (s.119)

Böylece Orhan Kemal’in yapılan eleşti-

ri hakkında ne düşündüğünü de öğrenmek

mümkün oluyor. Bu açıdan kitap, Orhan Ke-

mal’i tanımak ve daha iyi anlamak adına bu-

lunmaz bir imkan sunuyor okura.

EDEB�YAT TAR�H�M�Z“Zamana Karşı Orhan Kemal” bir yö-

nüyle Orhan Kemal’i anlatırken, bir yönüy-

le de 1940-70 arasındaki edebiyatımızın

otuz yıllık tarihine de katkıda bulunuyor. Otuz

yıllık zaman diliminde edebiyatımızda tartı-

şılan ve konuşulan konuları okuyoruz; usta

yazarımız Orhan Kemal’e düşen kadarıyla.

Dünden bugüne uzanan düzlemde edebiyatın

kapanmayan yaralarına da parmak basıldı-

ğını görüyoruz; özellikle Orhan Kemal rö-

portajlarında. Işık Öğütçü bu çalışmada

1940-70 yılları arasında yayın yaşamımızda

varlığını duyumsatan yazarlar ve yayın or-

ganlarını birer belge olarak aktarıyor. Bu dö-

nem her açıdan incelemeye değer. Dikkat çe-

ken önemli yanlarından birisi de kitaptaki

yazı ve röportajların II.

Dünya Savaşı ve sonrasına

rastlaması. Dünya savaş-

ları sonrasında yaşanan

sosyo-ekonomik çalkantı-

ların edebiyatı da derinden

etkilediği su götürmez bir

gerçek olarak karşımıza çı-

kıyor.

“Zamana Karşı Or-

han Kemal” yukarıda an-

latmaya çalıştıklarımızın

dışında bir yanıyla da

Orhan Kemal’in düşün

dünyasının kapılarını açı-

yor bizlere.

“Sanat öncülüğü bence, öncü sanatçının

içinde yaşadığı toplumun sosyal, ekonomik

itmesiyle meydana gelen bir çeşit görevdir.

Öncü sanatçı da her bakımdan bu niteliğe sa-

hip kişidir. Öncü sanatçı çıkarcı politikanın

önündedir.” (s.270)

Işık Öğütçü’nün Orhan Kemal ve yapıt-

larıyla ilgili yazı ve röportajları bir araya top-

ladığı, birkaç yerde de aile arşivini devreye

soktuğu “Zamana Karşı Orhan Kemal” sa-

dece Orhan Kemal okurlarının değil, her ede-

biyatseverin ve edebiyat alanında çalışma ya-

panların kitaplığında bulunması gereken

bir kitap.

(Zaman Karşı Orhan Kemal,Işık Öğütçü, Everest Yayınları, 450 s.)

MUSTAFA ASLAN

Orhan Kemal

Otuz y�ll�k zaman diliminde edebiyat�m�zda tart���lan vekonu�ulan konular� okuyoruz; usta yazar�m�z Orhan

Kemal’e dü�en kadar�yla

Page 6: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Her kitap sonuç olarak bazı

mesajlar verir ve yayınlanan her ki-

tap genellikle o günlerde yaşa-

nan gelişmelerle de ilişkilidir. Yani

kitap, olduğu varsayılan bir “ihti-

yaç” karşılamak, bir “boşluk” dol-

durmak iddiasındadır.

Bu açıdan bakıldığında Yal-

çın Doğan’ın Kırmızı Kedi Ya-

yınları’ndan çıkan “Savrulanlar –

Dersim, 1937-1938 Hatta 1939”

adlı kitabında öne sürülen görüş-

ler ile, Başbakan Yardımcısı Bekir

Bozdağ’ın 21 ve 22 Kasım 2012 ta-

rihlerinde çeşitli vesilelerle açık-

ladığı “Tekke ve Zaviyelerin Kal-

dırılması Hakkındaki Kanun, Al-

evileri hedef almıştır” şeklindeki

açıklamaları arasındaki paralel-

lik son derece dikkat çekicidir.

DERS�M �SYANI VEALEV�L�K

Yalçın Doğan bu konudaki gö-

rüşlerinde iddialıdır: “Bugüne ka-

dar (Dersim isyanı üzerine olan ya-

zılar) Kürtlüğün Türkleştirilmesi,

Türkleştirme, Kürtçülüğü yok

etme üzerine oluşturulan politi-

kalar ve eylemlerden söz ediyor.

Oysa Türkleştirmenin yanı sıra

Sunnileştirme de, temel

politika olarak karşı-

mıza çıkıyor.” (s.36)

Yalçın Doğan,

Dersim İsya-

nı’nın sadece

aşiretlerin ver-

gi, askerlik,

yol, okul gibi

düzenlemelere

karşı tepki ola-

rak ortaya çıktı-

ğını iddia etme-

nin yanlış olduğu-

nu, isyanın en önem-

li nedenlerinden birinin

de Dersimlilerin Alevi, Kema-

list iktidarın ise Sunni olması ol-

duğunu belirtir.

“Cumhuriyet Sunni bir Türk

toplumu yaratmak istiyor. Der-

sim tedibinde bir de bu amaç var.”

(s.261)

Doğan, 1925 yılında çıkarılan

“Tekke ve Zaviyelerin Kaldırıl-

ması Hakkındaki Kanun”un da

esas olarak Alevileri hedef aldığı

kanısındadır. “Resmi Tarih bu ya-

sayı hep laikliğin ölçüsü olarak ta-

nıtır, öyle bir algı yaratmaya çalı-

şır. Oysa ... hedefte Alevilik var.”

(s.261)

Tekke ve zaviyelerin kapatıl-

masıyla Şark Islahat Planı’nda

amaçlanan “Kürtlerin asimile edil-

mesi” bir bütünlük taşıyor. (s.265)

Kitapta bir yanda bu iddialar sı-

ralanmakta, öte yanda Dersimli-

lerin neden bugüne kadar CHP’yi

destekledikleri ise laiklik ile açık-

lanmaktadır. Tekke ve zaviyelerle

ilgili kanunun Cumhuriyet’in en

önemli laiklik uygulamalarından

biri olduğunu unutuyor Yalçın

Doğan.

Gerçekte ise Dersim İsyanı’nın

Alevi-Sunni çekişmesi ile en ufak

bir ilgisi yoktur. Kemalist iktidarı

“sunni” bir iktidar olarak nitele-

mek ise ancak her türlü gerçeklik

duygusunu kaybetmekle açıkla-

nabilir. Kemalistlerin en büyük

muhaliflerinin Devrim yıllarından

bugüne kadar “Sunnilik” adına

politika yaptıklarını iddia edenler

olduğunu düşünmek bile konuyu

aydınlatmaya yeter.

Aleviler ise Atatürk’ü yaptığı

devrimlerden dolayı hep kendile-

rinden saymışlardır. Evet, Tekke ve

Zaviyelerin Kapatılması Hakkın-

daki Kanun’la kendi tekkeleri ka-

panmıştır ama ondan önce yüz-

yıllardır kendilerini ezen

tarikatların tekkeleri

kapanmıştır. Yani

artık herkesle

“kanun önün-

de eşit” yurt-

taş konumu-

na yüksel-

m i ş l e r d i r.

Dolayısıyla

söz konusu

yasadan ra-

hatsızlık duy-

maları bir yana,

seve seve benimse-

mişlerdir.

SEY�T RIZA’NIN S�YAS�K�ML���

Yalçın Doğan’ın kitabında ger-

çekleri yansıtmayan bir diğer tes-

pit ise, Seyit Rıza’nın bilinçli bir

Kürt milliyetçisi olduğu iddiasıdır.

Seyit Rıza’nın idam sehpasına

giderken söylediği iddia edilen

“Şehit oluyorum, Kürdistan şe-

hitlerine karışıyorum. Dersim

mağlup oluyor, fakat Kürtlük ve

Kürdistan yaşayacaktır. Kürt gen-

ci intikam alacaktır.” şeklindeki

sözleri gerçek dışıdır. Bu sözler

sonraki yıllarda Seyyit Rıza’dan bir

Kürdistan isyan kahramanı yarat-

mak isteyen Kürt milliyetçileri-

nin imalatıdır.

İdama doğrudan tanıklık eden

İhsan Sabri Çağlayangil bilindiği

üzere 1970’li yıllarda Seyit Rı-

za’nın idamı sahnesini büyük bir

açıksözlülükle anlatır. Seyit Rıza,

idam sehpasına giderken “Evladı

Kerbelayık, bihatayık, ayıptır, gü-

nahtır, zulümdür” demiştir.

Gerçekte ise Seyit Rıza, feodal

aşiret sistemini tasfiye ederek

Cumhuriyet’in otoritesini Der-

sim’de kurmak istenmesine karşı,

eski düzenlerini olduğu gibi sür-

dürmek isteyen aşiretlerin temsil-

cisi olarak ayaklanmıştır. Nitekim

isyanın hemen ön-

cesinde devlet yet-

kilileri ile görüşen

aşiret temsilcileri-

nin biricik istekle-

ri kendi düzenleri-

nin bozulmaması-

dır. Hatta üzerin-

de anlaştıkları bir

vergiyi de vermeye

razıdırlar, yeter ki

okul, yol gibi, dev-

letin kendi içlerine

girmesi anlamına

gelecek adımlar atıl-

masın.

Nuri Dersimi,

Alişer gibi eski Kürt mensupları-

nın Dersim’deki varlığı birer “sı-

ğınmacı” olmanın ötesine varma-

mıştır. Aşiretlerin silaha sarılma-

larında belirleyici değillerdir.

Keza İngiltere, Fransa, Hoy-

buncular ve Ermeniler Dersim is-

yanında Kemalist iktidarı zayıfla-

tacak bir “fırsat” olarak bakmış

olabilirler. Hatta bu “fırsat”ın

daha da büyümesini istemiş ola-

bilirler. Ama bunun ötesinde Der-

sim aşiretlerinin, milliyetçi bir

amaçla bazı ilişkilere girdiğinin de

hiçbir kanıtı yoktur.

DERS�ML�LEREKURULAN TUZAK

1937-38 Dersim İsyanı sırasın-

da olup bitenler bugün yoğun ola-

rak gündemde. Herkesin unut-

maması gereken gerçek şudur:

Dersim İsyanı

ve halkın çektiği

acılar bugün; bi-

rinci olarak Ke-

malist Devrime ve

Cumhuriyet’e kar-

şı yürütülen sal-

dırının bir parça-

sı olarak; ikinci

olarak ise bugüne

kadar Kemalist

Devrimi samimi-

yetle benimsemiş

Alevileri Cum-

huriyet Devrimi

cephesinden ko-

parmak amacıy-

la gündeme getirili-

yor. Bu çabaların halkın yaşadığı

acılarla bir ilgisi yoktur.

(Savrulanlar: Dersim 1937 –38 Hatta 39, Yalçın Doğan,

Kırmızı Kedi Yayınevi, 288 s.)

Yalç�n Do�an’�n kitab�nda öne sürdü�ü görü�ler ile, Ba�bakan Yard�mc�s� Bekir Bozda�’�n“Tekke ve Zaviyelerin Kald�r�lmas� Hakk�ndaki Kanun, Alevileri hedef alm��t�r” �eklindeki

aç�klamalar� aras�ndaki paralellik son derece dikkat çekicidir

Gerçekte savrulan kim?

MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN

Dersim İsyanı vehalkın çektiğiacılar bugün;birinci olarak

Kemalist Devrimeve Cumhuriyet’ekarşı yürütülen

saldırının birparçası olarak;

ikinci olarak isebugüne kadar

Kemalist Devrimisamimiyetlebenimsemiş

AlevileriCumhuriyet

Devrimicephesinden

koparmakamacıyla gündeme

getiriliyor

YALÇIN DOĞAN’IN KİTABI “SAVRULANLAR - DERSİM, 1937-1938 HATTA 1939”

KitaptaDersimlilerin

neden bugünekadar CHP’yi

destekledikleri ise laiklikile aç�klanmaktad�r. Tekke

ve zaviyelerle ilgilikanunun Cumhuriyet’in en

önemli laiklikuygulamalar�ndan biri

oldu�unu unutuyor Yalç�n Do�an

Page 7: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

Dört duvar dört kaçakFilm tad�nda okunan birkitap olan ‘”Güzel Kaçak”;ritminin yan�nda diliyle deçabucak okunacakkitaplardan. Yazar, mizahbar�nd�ran diyaloglarladillendiriyor adeta kitab�ve kitab� okurken, bir andaSimon’un arabas�nda,Yenge Carine’yesöylenirkenbuluveriyorsunuzkendinizi

7Aydınlık KİTAP

Fransız Edebiyatı’nın popüler kadın ya-

zarlarından biriymiş Anna Gavalda. Ka-

rakterlerin, konusunun ve olayların ritminin

size film tadını verdiği bu romanı okuduk-

tan sonra ufak çaplı araştırmamda öğreni-

yorum bunu ve sonradan fark ediyorum ki,

iki sene kadar önce izlediğim, “Bir Arada-

yız, Hepsi Bu” filminin öyküsü de Anna Ga-

valda’ya aitmiş. Filmin sıcaklığını hatırlıyo-

rum ve ısınıyorum yeniden. Audrey Tau-

tou’nun muhteşem oyunculuğuyla yer aldı-

ğı bu filmde oldukça basit bir şey anlatılı-

yordu: Sevginin yanı başımızda durduğu ger-

çeği. Tıpkı filmdeki gibi, kitabı okuduktan

sonra da aynı gerçeğin farkına varıyorsunuz.

Fakat bu sefer 68 kuşağının ye-

tiştirdiği sıra dışı dört kardeşin

öyküsüyle.

Güzel kaçak, bu beraber

büyümüş dört kardeşin yakın

bir akrabanın düğün davetinde

bir araya gelme hikayesini konu

alıyor. Her şey Lola, Simon ve

Garange’ın Vincet’in davete

gelmediğini öğrenmesiyle baş-

lıyor. Üç kardeş, hep beraber

olmanın özlemiyle ani bir ka-

rar vererek düğünden kaçıp

Vincent’ı rehberlik yaptığı şa-

toyu ziyarete gidiyorlar. Özgür

ruhlu kardeşlerin, hapsol-

dukları yetişkin hayatlarına

bir mola niteliğindeki bu buluşma; her biri-

nin hayatlarında yeni değişimler yaratıyor.

Kitap, bu dört kardeşin ilişkilerini bize an-

latırken aynı zamanda insanın kendini ye-

nilemesi konusuna da değiniyor.

Kitabı okurken, sizin de çocukluk anı-

larınız canlanıyor gözlerinizin önünde ve ço-

cukluğunuzun saf mutluluklarını arıyorsunuz.

Büyümekle çocuk kalmak arasındaki o çiz-

giyi ne zaman geçtiğinizi ve o mutluluğu ne-

rede bıraktığınızı sorgulatıyor size bu kitap.

Yazar hikayesiyle, bize büyürken kendimiz

ve çevremiz arasında ördüğümüz duvarların

bizi ne kadar yalnızlaştırdığı ve mutsuz et-

tiğini göstermek istiyor. Ve aslında kitabı

okurken ben; bu dört kardeşin düğünden ka-

çış hikayesini, dört kardeşin ayrı ayrı ha-

yatlarından, kendi duvarlarından kaçış hi-

kayesi olarak nitelendiriyorum. Her biri

kendi hayatlarına sıkışmış olan bu dört kar-

deşin “bir arada” olma özlemi de bundan

kaynaklanıyor olsa gerek. Anna Gavalda, di-

ğer kitaplarında da olduğu gibi bir arada ol-

manın mutluluğunu anlatmak istiyor bizle-

re. Bir arada müzik dinlemenin, bir arada

uyumanın, bir arada gülmenin, bir arada ağ-

lamanın… Aynı zamanda hikayede mizaha

da yer veren yazar; bu sıradışı karakterlerin

gözünden yetişkin dünyasının absürtlükle-

rini mizahi bir şekilde dile getirip, bizim bu-

nun farkına varmamızı sağlıyor.

YÜKSEK TEMPO VE M�ZAHFilm tadında okunan bir kitap olan

“Güzel Kaçak”; ritminin yanında diliyle de

çabucak okunacak kitaplardan. Öyle ki, ya-

zar daha ilk sayfalarda

kitaba bağlıyor sizi. Aynı

zamanda mizah barın-

dıran diyaloglarla dil-

lendiriyor adeta kitabı

ve kitabı okurken, bir

anda Simon’un araba-

sında, Yenge Carine’ye

söylenirken buluveriyor-

sunuz kendinizi.

Bu arada tüm kitap-

larında sevgiyi işleyen

Anna Gavalda’nın, yazar-

lığın yanı sıra edebiyat öğ-

retmenliği ve okuldan son-

ra da veterinerlik yaptığı-

nı öğreniyorum onu araş-

tırırken, buna çok da şaşırmıyorum. Nitekim

içinde bu derece sevgi barındıran bir insa-

nın bunları çevresine aktarması gerek. Ya-

zarın tavsiye edebileceğim bir diğer roma-

nı tüm diğer kitapları gibi yine Doğan Ki-

tap’tan çıkan “Onu Seviyordum”. Nitekim

yazar en çok bu romanıyla tanınıyor. Diğer

bir büyük başarı kazanan eseriyse “Bir Bek-

leyenim Olsa” isimli öykü derlemesi. Eser-

leri birçok dile çevrilmiş olan yazarın, insan

ilişkilerinin, özellikle yetişkinlerin dünya-

sındaki ilişkilerin 68 kuşağının yetiştirdiği, ay-

kırı dört kardeşin gözünden sorgulandığı

”Güzel Kaçak” adlı son romanını okurken

siz de bir süreliğine duvarlarınızdan vazge-

çip, çocukluğunuzdaki mutlulukları araya-

bilirsiniz.

(Güzel Kaçak, Anna Gavalda, DoğanKitap, Çev: Yaşar İlksavaş, 128 s.)

CEREN [email protected]

Anna Gavalda

Page 8: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

“İdealin öldüğü bir dünyada gerçeği güzelde aramak boşunalıktır.”- B. F.

“Kız Kardeşim İçin”, “Yapboz”,

“Cam Çocuk”, “Taş Kağıt Makas”,

“Bir Daha Bak” ve en son A”nlaş-

ma”… Tüm dünyada 20 milyondan

fazla okur sahibi, kırktan fazla dilde

tercümesi olan bir yazar ile karşı

karşıyayız: Jodi Picoult. Sıradan bir ço-

cukluk, Harvard’da tamamlanan bir

eğitim ve devamında zorlu konulara

cesurca yaklaşan genç bir kadın. Tüm

kitapların ortak sorusu ise aynı: Peki

siz olsaydınız ne yapardınız?

İnteraktif okuma deneyimi, aynı

olayın birden fazla karakter üzerinden

farklı açılardan anlatımı, her defa-

sında sorunlu, riskli bir konu üzerine

inşa edilen bir hikâye ve sürpriz bir

son.

P�COULT ST�L�:ROMANT�ZMDEN ÖTE

Amerikan edebiyatında artık bir

Picoult stilinden söz edebiliyoruz.

Her kitabında ortak özellik aynı ola-

yı romanın her bir kahramanı üze-

rinden tekrar ve her defasında farklı

açılardan anlatıyor olması. Batı dün-

yası yazarlarının yazmaya çok

da yanaşmadığı, yaz-

dıklarında da ortalama

okura yönelik roman-

tik bir anlayışla çatıla-

rını kurdukları konular

Picoult’nun yazarlığın-

da özel alanlar olarak

ortaya çıkıyor. Türki-

ye’de yayınlanan ro-

manlarına baktığımız-

da bu zorlu konuların

dökümünü görüyoruz.

İlk olarak “Kız Kar-

deşim İçin” adlı roma-

nıyla Türkiyeli okurla

buluşan Picoult, bir laboratuar ço-

cuğunun hikâyesini anlatmıştı. Kar-

deşini yaşatmak için doğan ve tüm ha-

yatını kardeşine bedenini parça par-

ça bağışlamakla geçiren kahraman,

bir gün bir avukata gidiyor ve ailesi-

ne dava açıyordu. Devamında vicdan,

aile bağlarının sınırları ve bağışlama

temaları yakıcı bir biçimde inceleni-

yordu. “Kız Kardeşimin Hikâyesi”

adıyla filmleştirilen roman, tüm dün-

yada olduğu gibi Türkiye’de büyük ilgi

gördü.

Devamında “Cam Çocuk” adlı ro-

manıyla Picoult osteogenesis imper-

fecta hastalığı taşıyan bir kızı anlattı,

kemikleri cam kadar kırılgan olan, ne-

reye saklanacağı, nerede korunacağı

bir türlü bulunamayan, küçük bir kı-

zın hikâyesiydi bu. Okurun beklenti-

si kızın dramını yaşamak iken Picoult

yine dehasını kullanarak böylesi bir

çocuğa sahip olmayı ve ailenin çözü-

lüşünü anlatmayı seçti. Mutlak doğ-

ru, vicdan, aile bağları ve hastalık yö-

netimine dair sarsıcı bir romandı

“Cam Çocuk”, eleştirmenlerin bir

kısmı yazarı vicdanını satma kaygısıyla

kaybetmekle suçlarken, bir kısım

eleştirmen ise gerçekçi romanın en

önemli örneklerinden biri olarak

“Cam Çocuk”u gösterdiler.

“Yapboz”da bu kez yazar çocuk

tacizi konusuna yöneldi. Güçlü, sert

ve disiplinli bir ailenin oğlu gün geç-

tikçe içine kapanmaya, hırçınlaşma-

ya, değişmeye başlıyor ve sonunda ta-

ciz ve tecavüze uğradığı anlaşılıyordu.

Aile fertleri, komşular, kilisedekiler

şüpheli duruma düşüyor ve sonunda

beklenmeyen bir isimle hikâye bağ-

lanıyordu. Picoult sanılan ve tahmin

edilenin aksine tehlikenin çok yakında

olduğunu anlatıyordu

“Yapboz”da, ailelere

düşen yalnızca parça-

ları birleştirmekti.

“Bir Daha Bak”ta

Kızılderililer üzerin-

den “ırk temizliği” fa-

ciasını anlatırken, “Ev

Kuralları”nda Asper-

ger sendromlu bir ço-

cuğun cinayet zanlısı

olarak mücadelesini

kaleme aldı.

Her defasında

sorunlu bölgelere

dokundu, Amerikan

toplumun içini oydu, cesur konuları

özel bir teknikle ve okuru zorlamak

pahasına işledi. İdeal Amerikan top-

lumunu, sonsuz sınırsız rüyayı söz-

cükleriyle dağıttı, kusursuz görünen

bir sistemi tekniği ve diliyle darma-

duman etti. Üstelik bütün bunları bir

çok satan yazar olarak yaptı.

Kasım ayında April Yayıncılık

bu sefer “Anlaşma” adlı kitabıyla

okuru buluşturdu. İlişkilerin kay-

paklığı, görünen ile hakikat arasındaki

uçurumun en basit insan ilişkilerinde

bile nasıl ortaya çıkabildiğine dair et-

kileyici bir roman “Anlaşma”.

Çevirmenliğini Cihat Taşçıoğ-

lu’nun üstlendiği roman mutlak doğ-

ru ve mutlak yanlışı tartışıyor her şey-

den çok.

YA H�ÇB�R �EYGÖRÜNDÜ�Ü G�B�DE��LSE?

On sekiz yıl boyunca yan yana ev-

lerde yaşayan iki aile Harte ve

Gold’lar. En mahrem sırlardan aile

buluşmalarına birlikte kurulmuş ve

büyümüş bir hayat yaşadıkları. İdeal

Amerikan rüyasının bir banliyödeki

yansımaları adeta. Çocukları Chris ve

Emily de bu ideal tablonun biricik fi-

gürleri: aynı yaştalar, güzeller, akıllı-

lar, popülerler… Belli ki zamanı gel-

diğinde aileler daha da büyüyüp güç-

lenecek onlar üzerinden, ailelerin

birbirine olan bağlılığı bir de çocuk-

larının evliliğiyle perçinlenecek.

İdeal tablo bir gece yarısı çalan bir

telefonla kapkaranlık bir hal alıyor.

Emily başından vurulmuş, Chris olay

yerindeki tek kişi ve silahta bir kurşun

daha var, onu da kendine ayırdığını

söylüyor.

Ve Picoult bu noktadan sonra

ustalığını konuşturuyor, ya hiçbir şey

göründüğü gibi değilse? Ya birbirine

böylesine bağlı bu iki aile arasında

dostluğu çok aşan bir duygu fırtına-

sı için için yaşanıyor ve birlikte geçi-

rilen tüm vakitlerde söylenenlerden

çok söylenmeyenler kulaklarda uğul-

duyorsa? Ölesiye aşkın, sınırsız bağ-

lılığın, en büyük dostlukların yücel-

tildiği bir rüyada tek kurşun tüm

duyguların çökmesine ve en baştan

sorgulanmasına neden oluyor.

KUSURSUZLARAKALKAN BALTA

Jodi Picoult’nun kişisel hikâyesi

aslında yazdığı romanlara yön veren.

Dışarıdan bakıldığında mutlu bir aile

sahibi, geniş çiftliğinde hayvanlarıy-

la yaşayan, çok yazan ve çok kazanan

bir yazar profiliyle karşı karşıyayız.

Oysa ki hayatı boyunca büyük mü-

cadeleler vermiş bir yazar Jodi Pico-

ult, elitist yazar çevresinde hala kabul

görmüyor, gay ve lezbiyen haklarıyla

ilgili verdiği mücadele ve yazdığı ki-

tap (Singing You Home) Ameri-

ka’nın muhafazakar çevreleri tara-

fından lanetlenmiş durumda, dahası

kitabın hikâyesi aslında gay olan oğ-

lunun hikâyesi üzerine kurulu, ensest

mağdurlarını ısrarla romanlarına

konu ediyor, dini, sistemi, özellikle

adalet kurumunu sorguladığı ro-

manları büyük ilgi ve tepki çekiyor.

Baltasını tüm kusursuzlara kaldıran

bir yazar Picoult.

YÜZLE�MEYE DAVETBaşa dönersek, siz olsaydınız ne

yapardınız sorusu üzerine kurulu,

yoğun ve tempolu romanlarıyla Jodi

Picoult tüm dünyadaki okurlarını

yüzleşmeye davet ediyor. Güzellikler,

kusursuzluklar ve ideal olanlar üze-

rine yerleştirilmeye çalışılan bir dün-

yada sakat, sorunlu ve eksik olanlar

üzerinden bir edebiyat kuruyor. Çok

satan yazar olarak edindiği şöhret ve

gücü, istenmeyenden yana kullanıyor

ve en büyük özelliği, eli her defasın-

da yükseltiyor. Şimdi sıra okurda,

elindeki okuma ve eleştirme gücünü

farkında olan okurda: Peki siz olsay-

dınız ne yapardınız?

(Anlaşma, Jodi Picoult,April Yayıncılık, Çev: Cihat

Taşçıoğlu, 528 s.)

Gerçeği kusurda arayanbir yazar: Jodi Picoult

Jodi Picoult tüm dünyadaki okurlar�n� yüzle�meye davet ediyor. Güzellikler, kusursuzluklar veideal olanlar üzerine yerle�tirilmeye çal���lan bir dünyada sakat, sorunlu ve eksik olanlar

üzerinden bir edebiyat kuruyorNAZLI BERİVAN AK [email protected]

Her defasındasorunlu

bölgeleredokundu,Amerikan

toplumun içinioydu, cesur

konuları özel birteknikle ve

okuru zorlamakpahasına işledi.İdeal Amerikan

toplumunu,sonsuz sınırsız

rüyayısözcükleriyle

dağıttı, kusursuzgörünen bir

sistemi tekniğive dilliyle

darmadumanetti

Jodi Picoult

Page 9: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 9BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP

“Hayattaki her şey bir süreliğinedir.” Philip K. Dick, A Scanner Darkly

Babil Balığı’nda işlediğimiz türleri

göz önüne alırsak, bazı haftalar içine hap-

solunan bunalımlara düşmemiz kaçınıl-

mazdı. Bunalımların çoğunlukla kayna-

ğını işlediğim türlerde yeni yayınların

ulaşmaması, yeterli tercümelerin o haf-

ta bulunmaması, çeşitli nedenlerle elime

geçmemesi oluşturuyordu. “Ne yazaca-

ğım bu hafta?” diye dövündüğüm ve bir

kaçış şekli olarak, daha önce elime geç-

miş fakat işleme fırsatı bulamadığım ya-

yınlara yöneldiğim haftaların aksine, bu

hafta da olduğu gibi bir güzellik bom-

bardımanına tutulduğum ve “Hangi bi-

rini yazacağım şimdi?” diye dövündüğüm,

yüksek dozda okur vitaminiyle karşılaş-

tığım da -şükür ki- oluyor. Bu hafta eli-

me geçen kitaplar arasında özellikle üç

kitap öne çıkıyordu. Eşit derecede öne-

me, okurla buluşturulma ihtiyacına ve kıy-

mete sahiplerdi. Ben bu güzellikler sil-

silesi için geride bıraktığımız TÜYAP Ki-

tap Fuarı’nı sorumlu tutuyorum. Pek

çok yayınevi yeni kitaplarını fuara yetiş-

tirebilmek için canla başla emek sarf et-

tiler ve bizi de uzun süre sayfaların ara-

sına hapsedecek bir macera bekliyor.

Bahsettiğim öne çıkan bu üç kitap, say-

fa adedi az ve kısa sürede okunup biti-

rilebilecek, önümüzdeki haftaya kadar

ancak karın tokluğu yaratabilecek (ki dü-

zenli kitap okuma alışkanlığı olan oku-

run, bir anda üç kitabı da bitirince şaş-

kınlıkla “Daha yok mu?” demesine yol

açacak) kitaplar olduğu için, üçünü aynı

yazıda tanıtmaya karar verdim.

YARI NOIR YARI FANTEZ�Hiç vakit kaybetmeden

ilk kitaptan başlayalım. Mü-

rekkep Basın Yayın, Neil

Gaiman’ın kaleme aldığı öy-

künün (radyo oyunu versi-

yonu da bulunuyor), Craig

Russell tarafından çizilen

ve çizgi-roman haline geti-

rilen, “Cinayet Sırları”nı

dilimize, kalın kapakla, ha-

rika bir baskı kalitesiyle ve

özenli bir tercümeyle ka-

zandırdı. Kesin bir çizgiy-

le çocuklar için değil, ye-

tişkinler için olan çizgi-ro-

manın konusunu iki faktör

katmanlaştırarak belirli-

yor. İncil’den alıntılanan

bir hikâye, Tanrı’nın planlamasını biraz

daha fanteziye kaçan, zaman zaman ür-

kütücü bir kalıba sokarken, bu öykünün

anlatımına olanak sağlayan bir diğer

katmandaki öyküde Los Angeles’taki

bir cinayet öyküsüne tanıklık ediyoruz.

Bütünde ise her iki öykü katmanı birle-

şiyor ve yarı Noir, yarı fantezi unsurları

örtüşüyor. Craig Rus-

sell’ın -ki kendisi pek

çok ödülü süpüren,

yılların çizgi-roman

emekçisidir (özellik-

le “Fairy Tales of

Oscar Wilde” unu-

tulamayacak bir ça-

lışmadır), çizimin-

deki kıvrımlar bir

yana özellikle ger-

çek zamanı içeren

bölümlerdeki Noir

yaklaşımı oldukça

güzel bir hava ka-

tıyor. Bunun hari-

cinde ise hayran

kitlesini karşıma

almayı da göze ala-

rak itiraf etmeliyim ki genel olarak ne ya-

zık ki Craig Russell’ın çalışmalarını es-

tetik açıdan klişe ve sıkıcı bulurum. Kul-

landığı paneller ve açılar bende hep

Hollywood izlenimi uyandırır. Özetle

bir Amerikan çizgi-romancısı için dahi

fazlaca Amerikan çizgi-romanı kokar.

Neyse ki “Cinayet Sırları”nın Noir ta-

banıyla bu çizim tarzı örtüştüğünden, faz-

laca rahatsız etmediği gibi, Neil Gai-

man’ın leziz öyküsü sayesinde tamamen

göz ardı da edilebilir.

MODERN MANGAÖNCÜLÜ�Ü

Bu haftaki bir diğer önemli kitap, uzun

bir süredir birbirinden harika çizgi-romanı

büyük özveriyle dilimize kazandıran Mar-

mara Çizgi’den geldi. Sıkı durun çünkü ol-

dukça önemli, klasik bir seri raflardaki ye-

rini alıyor: “Yalnız

Kurt ve Yavrusu”

(Lone Wolf and

Cub, Kozure Oka-

mi)! İlk olarak 1970

yılında Japonya’da

yayınlanan Man-

ga’nın (kısa tanı-

mıyla Japon çizgi-

romanı), konusunu

epik bir samuray öy-

küsü oluşturuyor.

Yayınlandığı tarih-

ten bu yana dünya

çapında milyonlarca

satan 28 ciltlik bu

dev seriyi önemli kı-

lan unsurlar arasında,

modern manganın şe-

killenmesinde yaptığı öncü rol, destansı

öykü yapısı, tarihi detaylardaki tutarlılı-

ğı, bushido etiğine yaptığı nostaljik ara-

cılık ve yayınlandıktan 42 yıl sonra dahi

pek çok modern örneğinden daha güzel

duran efsanevi sanatı gelir. Aksiyonu

yansıtan panellerin dışındaki çoğu panel

Ukiyo-e (Japon tahta blok baskısının

ana sanatsal türüdür,

Türkçesi: “Seyyar Dünya-

nın Resimleri”) tarzında

Japon tarihinden mekân-

lar, gelenekler ve doğa tas-

virleriyle doludur. Serinin

yazarı Kazuo Koike’nin, çi-

zer Goseki Kojima ile bir-

likte “Yalnız Kurt ve Yav-

rusu” haricinde, “Samurai

Executioner” (10 cilt) ve

“Path of The Assasin” (15

cilt) adında iki serisi daha

bulunuyor. Ayrıca Koike’nin

başka çizerlerle “Crying

Freeman” ve “Lady Snowb-

lood” serilerinin mevcut ol-

duğunu da ekleyelim. “Yalnız

Kurt ve Yavrusu”nun 300 sayfalık 1. cil-

dini bir çırpıda yıllar sonra tekrar oku-

mamın ardından, serinin devamını da tek-

rar Türkçe okumak için sabırsızlanıyorum.

Marmara Çizgi’den Emre Yavuz’a özen-

li tercümesi, cilde eklediği sözlük (son say-

fada olmadığı için gözden kaçabilir, söz-

lük 295. sayfada) ve tıpkı

Okko’yu incelediğimiz ya-

zıda (bkz. 3 Ağustos 2012

tarihli yazım) değindiği-

miz Japonca terimlere

gösterilen dikkat için te-

şekkür edelim. Frank

Miller’ın 1. cildin arka-

sında da bulunan, seriyi

harika şekilde özetle-

yen cümlelerini hatırla-

yalım: “Sizi başka bir

zamana ve rüzgârlarla

süpürülmüş, gri, kor-

kutucu, yabancı bir ül-

keye götürüyor. Koike

ve Kojima, hikâyeleri-

ni sanatsal bir ustalık-

la anlatıyorlar ve bunu yaparken de bir

adamı, bir çocuğu ve cehenneme gider-

lerken onlara eşlik eden bir ülkeyi res-

mediyorlar.”

GERÇEK DÜNYADAN KAÇI�Üçüncü kitabımız Altıkırkbeş Yayın-

ları’ndan: bBilim-kurgunun peygamberi

Philip K. Dick’in 1965 yılında kaleme al-

dığı ve kitap halinde de yayımlanan “Şi-

zofreni ve Değişimler Kitabı” isimli ma-

kalesi. (Dick’in “ ‘Aksın Gözyaşlarım’

Dedi Polis”, kitabının incelemesi ve hak-

kında daha fazla kişisel -çoğunlukla da öv-

güsel- gözlem ve birikim için bkz. 27 Tem-

muz 2012 tarihli yazım) Dick’in entelek-

tüel birikimini ve çeşitli konularda gö-

rüşlerini açıkladığı makaleleri, pek çok

okuru tarafından bilinmez. Ancak Dick’in

dünyasının ve birikiminin anlaşılmasında

hayati önem taşımalarının ötesinde bu

makaleler ayrıca başlı başlarına çeşitli

alanlarda öneme sahiptir. “Şizofreni ve

Değişimler Kitabı”, bu anlamda Dick’in

şizofreni anlayışı göz önüne alındığında

(genel olarak ise birincil anlayışı “We Can

Build You” -yazım tarihi 1962 yayınlan-

ma tarihi 1972- romanının temelindedir),

ilk kez şizofreniyi, erken dönem çocuk-

luk çağıyla ilişkilendirdiği yazısıdır. Şi-

zofreniyi, “gerçek dünyadan fanteziye

doğru bir kaçış” olarak tanımlar, psiko-

seksüel olgunluğa erişmede ve koinos kos-

mos’a (idios kosmos’un tersidir, “ortak

dünya” anlamına gelir) doğuşta başarı-

sızlıkla ilişkilendirir. Bahis edilen “De-

ğişimler Kitabı” (asıl adı Çince “I Ching”,

Yi Çing –Pin Yin-) Fu Xi tarafından ya-

zılan, bilinen en eski Çin metinlerinden

biridir. 3000 yılı kapsayan sürede Çin üze-

rinde etkisini sürdürmüş ve Batı dünya-

sında da takip alanı bulmuştur. Gizemli

yönü yadsınamayan bu metin üzerine in-

celeme ve araştırmalar günümüzde de

sürmektedir. İnsanın evrende kendini

konumlandırması üzerine ilk deneme-

lerdendir, Tao’yu anlatan ilk metindir ve

en sık kullanım alanı

tüm yaşamı yöneten

değişim sürecini anla-

mak üzerinedir. Dick’in

“I Ching” üzerine göz-

lem ve ilişkilendirmele-

rini okumak hayranlık

uyandırıcı. Zaten ol-

dukça kısa olan kitabın

(50 sayfa) içeriğini çok

fazla deşifre ederek oku-

ma serüveninizi baltala-

mak istemediğimden

geri duruyorum. 6.45’in

Harry G. Frankfurt ve

Philip K. Dick’le başla-

yan, bu bez ciltli (bir okur

olarak bu bez ciltleri o ka-

dar özledim ki anlatamam) yeni serisini

takibinize almanızı tavsiye ederim. Yal-

nız 6.45’den ricamız ileriki baskılarda,

özellikle “Şizofreni ve Değişimler Kita-

bı”nda çokça mevcut bulunan yazım ve

baskı hatalarından kaçınmaları, dolayı-

sıyla redaksiyon için daha fazla özen

harcamaları olacaktır. Ne yazık ki tercü-

mesi bulunmadığından, sadece İngilizce

bilen okur için, Philip K. Dick’in bu ki-

tabının yanında, Samuel J. Umland’ın

“Philip K. Dick: Contemporary Critical

Interpretations” kitabıyla yapılacak pa-

ralel okumaların çok daha özel bir oku-

ma serüveni ve Dick’in yazınına derin bir

bakış sunacağını vurgulayalım. Her haf-

ta bizleri memnun edecek bu kadar çok

yayını işleyebilmek ve haftaya görüşmek

dileğiyle…

M. SALİH [email protected]

Yüksek dozda vitamin

Page 10: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

Immanuel Wallerstein’ın “dün-ya sistemindeki hegemonik taba-kaların, kendi gerçeklerini genel-leştirip evrensel insan gerçeklikle-ri haline getiren ve böylece insan-lığın önemli kesimlerini, yalnızca tö-zel önermelerinde değil araştırma-larının epistemolojisinde bile unu-tan görüşlerine karşı bir saldırı” ol-duğunu söylediği (2000, 206) kül-türel çalışmalara, “göç ve göçmen-lik deneyimi” gibi güncel konular-da önemli bir katkı kısa süre önceakademisyen Bora Ataman tara-fından yapıldı. Almanya’ya göçeden birinci kuşak “gurbetçi” bir ai-lenin üyesi olarak ilk elden göç-menlik deneyimlerini yaşayan Ata-man, akademik çalışmaları için git-tiği İngiltere ve Amerika BirleşikDevletleri’nde bu deneyimlerinidaha ileriye taşır. Onun 90’ların or-tasından bugüne değin yaşadığı ki-şisel göç deneyimleri ve göçmenlikleilgili bütün dertlerinden kaynakla-nan sorunlar ve bu sorunları araş-tırma merakı ilk kitabı olan “Koz-mopolitan Hayatlar, DiasporikKimlikler”in arka alanını oluşturur.

Ataman’ın çalışması temeldegöçmenlerin çok kat-manlı ve karma-şık kimlik oluş-turma süreçleri-ne ve bu karma-şıklığın içindeönemli bir sosyalaktör olarak gö-rülen medya vegöçmenlerin med-ya ile dolayımlan-mış yaşamlarınaeğiliyor. 2006-2008yılları arasındaLondra’da bulunanAtaman aynı kent-te gerçekleştirdiğia r a ş t ı r m a l a r d auzun süreli göç-menlik hayatı sonucunda oluşmuşkimlikler yerine, Türk diasporasıiçinde yer alan Türkiyeli lisansüstüöğrencileri tarafından oluşturulangeçici bir alt kümenin, ön-göç-

menlerin kimlik oluşum süreçleri-ne odaklanıyor ve bu süreçte med-ya tüketim alışkanlıklarını inceliyor.Bölüm, göçmenlik, diasporik kim-likler, kozmopolitizm, çok kültür-lülük, küreselleşme bağlamların-daki metodolojik ve teorik yakla-şımları çözümleyerek, medya izle-yicisinin kimlik inşa süreçlerininne derece karmaşık olduğunu gös-terme amacı güdüyor. Ancak çalış-ma bununla da kalmayarak Lon-dra’da yaşayan sosyalist-“ulusalcı”Türk diasporasını inceliyor. Bu in-celeme göçmenliğin tek bir haliolmadığı, bu nedenle farklı bağ-lamlarda ele alınması gerektiğinigöstermesi bakımından önem taşı-yor.

Ataman, Londra’da yaşayanTürkiyeli gruplar içinde yapmış ol-duğu çalışmalarının odağını oluş-turan ön-göçmenlik kavramını, onuilk kullanan Harry Hiller ve TaraFranz’dan (2004) farklı bir şekildeele alıyor. Bu araştırmacılar, ön-göçaşamasını fiziksel göçten önce ge-len dönem olarak tanımlayarak ile-tişim teknolojilerinin ön-göçmen-lere yerleşmeyi amaçladıkları yer

hakkında bilgi sağladı-ğını öne sürerken Ata-man ise ön-göçmenliğimekânsal ve zamansaldeğişimlere duyarlı ol-makla birlikte, fizikselhareketliliği göçmen-liğin söz konusu ilkfazı için tek bileşenkabul etmeyerek,daha çok bir “bilinçhali” olarak kavram-sallaştırıyor. Ona göreön-göçmenler, hernerede yaşarlarsa ya-şasınlar, sınırlar ara-sında yapılacak uzunsüreli ve belki de geridönüşsüz seyahatle-

re hazırlanan ve/veya uzun sürelikonaklamalara ilişkin kararlar ver-me aşamasında olan insanlardır.

Ataman çalışmasının ilk bölü-münde ön-göçmenlerin varoluş ve

dönüşümlerindemedyanın rolü-ne odaklanırken,ikinci bölümdeise kozmopolitanhayatlar ve ulus-ötesi medya at-mosferi bağla-mında diasporikkimliklerin inşa-sı olgusunu vesabit kimlikler-den daha akış-kan, melez veyakarışık kimlikle-re geçiş sürecini ele almaktadır.Kimlikler durağan bir “oluş” olarakdeğil evrilen ve dönüşen bir sürecinçıktıları olarak tartışılmakta ve busüreçte medyanın rolü incelen-mektedir. Onun ifadeleriyle bu ça-lışma; “siyasi ve kültürel kimlikle-ri anlamada daha yapısal olan kim-lik kategorileri göz önünde bulun-durularak köken ve sınıf bazlı ka-tegorizasyonlardan daha açık uçlu,akıl bazlı ve bireyci kategorizas-yonlara bir dönüştür.” Yine onagöre “ulusötesi medya kullanı-mı/tüketimi ile beslenen belirli birdiasporik grubun siyasi dünya gö-rüşlerinin küreselleşmiş/kozmopo-litan bir dünya karşısında günlükhayatlarını ve sosyal dünyalarınınasıl biçimlendirdiği milliyetleribağlamında sosyalist görüşlerinetutunmalarını nasıl sağladığı; aynızamanda, ulusötesi hayatlarınınkimlikleri ve ideolojileri açısındanonları konumlarını müzakere et-meye ne ölçüde teşvik ettiği ince-lenmiştir.” Bu incelemeler ile Lon-dra’nın kozmopolit ortamında be-lirli bir sosyo-politik çevrenin ideo-lojik duruşu günlük yaşantılarını vesosyal dünyalarını nasıl şekillen-dirdiği; bu ideolojik duruşun sos-yalist-“ulusalcı” fikirlere tutunma-larını nasıl sağladığı ve bu süreç-lerde medyanın rolünün ne olduğuaçıklanmaya çalışmaktadır.

Londra’da yapılan araştırma-ların önemli sonuçları var. Yapılanaraştırmalar katılımcıların Lon-

dra’ya geldiklerigünden itibaren ya-şadıkları çarpıcı de-ğişimlerden birininmedya tüketimle-rindeki büyük çe-şitlenme olduğunugösteriyor. Katı-lımcıların küreselsorunlara ilgileriartmakta ve bu ar-tış küresel medya-ya olan ilgilerindede görülmekte.Dünya sorunlarına

karşı farkındalıklarının ön-göçlebirlikte arttığı ve medya tüketim-lerinin çeşitlendiği gözlenmiş. Ay-rıca, kültürel kimliklerin dönüşümhalinde olduğu ve milliyetçi yöne-limlere karşı kozmopolit dünya gö-rüşünün filizlendiği gözlenmiş. Ata-man’ın çalışmasının bu güne değinyapılmış kültürel çalışmalara ve iz-leyici araştırmalarına iki temel kat-kıda bulunduğu söylenilebilir: Bi-rincisi, bu çalışmayla diasporik kim-lik ve cemaatlerin inşa süreçlerinigünlük medya tüketimleri ve med-ya ile kurulan ilişkiler çerçevesindeortaya çıkarılmıştır. İkinci olarak, is-ter anavatan, isterse diaspora kay-naklı olsun, belirli bir topluluğu he-defleyen tikelci medyanın artık bupazara tikelci bir yayın anlayışıylaulaşımının çok sınırlı kaldığı tespitedilmiştir.

(Kozmopolitan Hayatlar,Diasporik Kimlikler,

Bora Ataman,Libra Kitapçılık, 156 s.)

HILLER, H. ve T. FRANZ. (2004).“New Ties, Old Ties and Lost Ties: The Useof the Internet in Diaspora”, New Media &Society, S.6 (6), ss.731-52.

WALLERSTEIN, I. (2000). BildiğimizDünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçinSosyal Bilim. T. Birkan (çev.), İstanbul:Metis Yayınları (orijinal baskı tarihi 1999).

30 KASIM 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Büyükşehir yaşamındagöçmen sorunsalı

Ataman’�n çal��mas� temelde göçmenlerin çok katmanl� ve karma��k kimlik olu�turma süreçlerineve bu karma��kl���n içinde önemli bir sosyal aktör olarak görülen medya ve göçmenlerin medya

ile dolay�mlanm�� ya�amlar�na e�iliyor

AYDIN ÇAM

Ataman ön-göçmenliği

mekânsal vezamansal

değişimlereduyarlı olmaklabirlikte, fiziksel

hareketliliğigöçmenliğin sözkonusu ilk fazıiçin tek bileşen

kabul etmeyerek,daha çok bir“bilinç hali”

olarakkavramsal-

laştırıyor

Bora Ataman

KAYNAKÇA

Page 11: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAP

Bir özlemi en yalın biçimde ifade

eden, geçmişle yüzleşip bugünü sor-

gulayan bu cümle bana sorarsanız

her şeyi özetliyor.

İç savaşın gölgesindeki bir coğ-

rafyadan, Beyrut’tan, dostlukları, se-

vinçleri, umutları, acıları bütün bir

gençliği geride bırakarak dünyanın

dört bir yanına dağılan bir arkadaş

grubu. Ve günün birinde Murad isim-

li arkadaşlarının cenazesi dolayısıyla

yeniden bir araya gelişlerinin roma-

nı “Doğu’dan Uzak’ta”.

Dünya edebiyatının merak edilen

ve beğenilen yazarları arasında olan,

kitapları milyonlarca satan Lübnan

asıllı Amin Maalouf’un beklenen bu ki-

tabı bir süre önce raflardaki yerini aldı.

Romanlarının ülkemizde yayım-

lanmaya başladığı 90’lı yıllardan bu

yana geniş ve sıkı bir okuyucu kitlesi-

ne sahip olan ve en çok da “Semer-

kand”, “Afrikalı Leo”, “Doğu’nun

Limanları” gibi kitaplarıyla tanıdığımız

Maalouf, bir insanın yapmaktan asla

vazgeçmemesi gereken bir şeyi, yani en

iyi bildiği işi yapıyor; Doğu’yu anlat-

maya devam ediyor…

BA�IMIZA GELENLER�NTEK SUÇLUSU…

“Adımda doğmakta olan insanlı-

ğı taşıyorum, ama ben nesli giderek tü-

kenen insanlığa aidim, diye kayıt dü-

şecekti Adam not defterine acı olay-

dan iki gün önce”.Adam (Adem), Maalouf’un ken-

disi gibi ülkesini terk ederek Fransa’yayerleşen roman kahramanının adı.Kitabı bitirdiğinde şu soruyu sormadanedemiyor insan; Adam ne kadar Maa-louf’un kendisi ne kadar değil.

Ali Berktay’ın çevirdiği “Doğu’dan

Uzakta” bütünü itibariyle bakıldığında

tam da bir yüzleşme romanı. Kahra-

manımız Adam’ın “eve dönüş”üyle

birlikte başlayan ve Ortadoğu’nun

uzun yıllardır kanayan yaralarıyla on altı

günlük bir yeniden yüzleşmenin romanı.

Kitapta da ifade edildiği gibi “Her

şeyin bir tek gerçek suçlusu var: Savaş”.

1970’lerin ortasında başlayarak

1990’lara kadar Müslümanlar ve Hı-

ristiyanlar arasında süren bir iç savaş.

İsmi hiç geçmese de anlatılan yer

Beyrut. Ve Amin Maalouf Adam’ın di-

linden bir yandan 1970’ler Lübnanını

anlatırken bir yandan da sanki kendi

yaşamını anlatıyor.

Adam’ın eski arkadaşı Murad’ın

ölümüyle birlikte uzun yıllar sonra dön-

düğü “evi”ne, Beyrut’a gidişiyle birlikte

zaman zaman not defterine düştüğü

satırlardan, zaman zaman arkadaşla-

rına yolladığı elektronik postalardan,

zaman zaman da sohbetlerinden ço-

cukluğunu, gençlik yıllarını ve sonra-

sında ülkesinden ayrı geçirdiği yıllara

zaman tüneli misali tanıklık ediyoruz.

Anlatılan kimine göre ülkesinde

kaçmak zorunda kalanların, kimine

göre kaçanların, kimine göre ise mül-

teciliğe zorunlu bir geçiş yapanların hi-

kâyesi.

Adam’a göre hepsi

bir mülteci. O kendini

Fransa’da buluyor. Arka-

daşları Naim Brezilya’da,

Semiramis Mısır’dan ay-

rılmak zorunda kalıyor.

Ve diğerleri…

Üniversite kendilerine

“Bizanslı” adını veren ve

her biri bir köşeye dağılan

kadim bir arkadaş grubu…

Arkadaşları Murad’ın ölü-

mü nedeniyle yıllar sonra

bir araya gelmeye çalışırlar. Adam

bu buluşmanın öncüsüdür. Her biri

dünyanın başka başka yerlerinde, baş-

ka başka kaygılar içerisindedir. Hep-

sine ulaşmaya çalışır Adam. Bu yolda

çaba sarfeder.

Kimdi bu arkadaşlar? Sanki bütün

Ortadoğu yahut Doğu, belki de en

doğru bir ifadeyle belirtmek gerekir-

se bütün bir gezegenimizdi.

“Müslümanlar arasında en iyi ar-

kadaşım Ramiz’di; Yahudiler arasın-

da en iyi arkadaşım Naim’di. Hıristi-

yanlar arasında en iyi arkadaşım da

Adam’dı…”

Savaşın etkisiyle kimliklerdeki dö-

nüşüm, gidenlerde oluşan noksan yan-

lar, bölünmüşlükler; kalanların değişen

ruh halleri, dünya görüşleri, yaşam bi-

çimlerini bulabiliyorsunuz kitapta.

GÖSTER��S�Z VE SADEB�R YOLCULUK

Doğu’yu Batı’ya taşıyan usta yazar

Amin Maalouf, sancılı bir coğrafyada

yetişen bireylerin ruh hallerini ortaya

koyuyor “Doğu’dan Uzakta” roma-

nında. Gösterişsiz ve sade bir yolculuğa

çıkarıyor bizi. Maalo-

uf’un otobiyografisinde

yapılmış bir yolculuk da

diyebiliriz buna.

Maalouf’un ülkesi-

nin adını hiç geçirme-

mesi bu romanın en

dikkat çekici yanı. San-

ki ismini andığında ya-

rasının daha beter ka-

namasından çekinmiş

gibi.

Ama bu geri dö-

nüş esnasında birçok

soru soruyor ve tespitte bulunuyor

Maalouf; ama her seferinde de özle-

mini, düşsel kırıklıklarını dışa vur-

maktan geri durmuyor: “İnsan geç-

mişin yok olması karşısında kolay

avunur; asıl kaldırılamayan, geleceğin

yok olmasıdır. Yokluğu beni üzen ve

aklımdan hiç çıkmayan ülke, gençli-

ğimde tanıdığım değil, gençliğimde ha-

yalini kurduğum ve asla güneşin al-

tında yerini alamayan ülkedir.”

Ve sık sık bir hesaplaşma ve bağ-

ları yeniden örme gayreti gösteriyor.

“O değişti, ben değiştim, ülke değişti,

dünyamız da aynı değil. Dünün ön-

cüleri geriye itildi ve artçı kuvvetleri en

ön saflara kadar ilerledi.”

Kitapta dikkatimi çeken başka bir

noktada Maalouf’un çok kere yinele-

diği “Çağın Ruhu” “Çağın Nabzı”

olgusu oldu. Maalouf birçok kez ir-

deliyor “Çağın Ruhu”nu ve sorgulu-

yor. Çağın nabzına uygun davran-

mak, vakitsiz yürürlükten kalkmış

başka bir çağa ait olmak…

ÇOK �Y� B�LD���CO�RAFYAYI YAZMAYADEVAM ED�YOR

Asya ve Akdeniz çevresi kültürü-

ne ait söylenceleri de eserlerinde usta

bir dille ve örgüyle işliyor. İlk kitabı olan

“Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri”

(1983’te yayımlandı) ile adını duyuran

ve büyük bir başarıya imza atan Maa-

louf, 1986’da yayınlanan ve ikinci kitabı

olma özelliğine sahip “Afrikalı Leo” ile

Fransız-Arap Dostluk Ödülü’nü ka-

zanmıştı. Ve eseri klasik olarak kabul

görmekte. “Afrikalı Leo” aynı za-

manda O’nun ilk romanı.

Bu yapıtları sırasıyla “Semerkant”,

“Işık Bahçeleri”, “Tanios Kayası”,

“Doğunun Limanları”, “Ölümcül

Kimlikler”, “Yüzüncü Ad-Baldassa-

re’nin Yolculuğu ve Yolların Başlan-

gıcı” (“Doğu’dan Uzakta”dan önceki

romanı) takip etti.

Maalouf ayrıca, “Uzaktan Aşk” ve

“Adriana Mater” adında iki libertoya

ve 2009’da ilk denemesi “Çivisi Çıkmış

Dünya”ya da imza attı.

Amin Maalouf, daha önce de be-

lirttiğimiz gibi çok iyi bildiği bir coğ-

rafyayı yazmaya devam ediyor. “Do-

ğu’dan Uzakta” da bu coğrafyayı an-

latıyor ve Doğu’yla Batı arasında ince

ince dokunmuş bir köprü kurmaya

çalışıyor.

(Doğu’dan Uzakta,Amin Maalouf, Yapı Kredi

Yayınları, Çev: Ali Berktay, 460 s.)

Ülkesi gibi, bu gezegengibi, hepimiz gibi, arafta

ŞENOL Ç[email protected]

Gösterişsiz vesade bir

yolculuğaçıkarıyor bizi.

Maalouf’unotobiyografisinde

yapılmış biryolculuk da

diyebiliriz buna.Maalouf’un

ülkesinin adınıhiç geçirmemesi

bu romanın endikkat çekici

yanı. Sankiismini andığında

yarasının dahabeter

kanamasındançekinmiş gibi

Amin Maalouf

“…Hiç sava� ç�kmasayd�, elli ya��nda olaca��m�za yirmi ya��ndaolsayd�k, aram�zdan hiç kimse ölmeseydi, aram�zdan hiç kimse

ihanet etmeseydi, aram�zdan hiç kimse sürgüne gitmeseydi, ülkemizhâlâ Do�u’nun incisi olsayd�, dünyan�n alay konusuna, saplant�s��na,

öcüsüne ve �amar o�lan�na dönmeseydik, hayat güzel olurdu.”

Page 12: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

“SOSYALİZMİN VE SOSYAL MÜCADELELERİN GENEL TARİHİ”

1990 yılından beri, yani 22 yıl-

dır baskısı yapılmayan ve piyasada

bulunmayan Max Beer’in ünlü

klasiği, “Sosyalizmin ve Sosyal

Mücadelelerin Genel Tarihi” ki-

tabı, Kaynak Yayınları tarafından

yayımlandı.1

Kitabın yazarı Max Beer,

1864-1943 yılları arasında yaşamış

Galiçya (Avusturya) doğumlu bir

Alman sosyalist gazeteci ve tarih-

çi. Almanya’ya göç ettiği 1889 yı-

lından başlayarak Alman Sosyal

Demokrat Partisi’nin merkez ya-

yın organları Die Neue Zeit (YeniÇağ), Vorwärts (İleri) ve Sozial De-mokratie (Sosyal Demokrat)’ta ve

diğer parti gazetelerinde tarih,

ekonomi, felsefe, sosyalizm, kül-

tür ve emekçi hareketleri üzerine

tahliller, incelemeler ve haberler

yazdı. Alman devriminin yenilme-

sinden sonra kendini daha çok

sosyalizm ve sosyal mücadeleler

tarihi çalışmalarına veriyor. “Sos-

yalizmin ve Sosyal Mücadelelerin

Genel Tarihi”, onun bu çalışması-

nın ilk ürünü…

Max Beer’in kitabı ilk önce

İngilizce olarak ve 1922-1925 yıl-

ları arasında beş cilt halinde Lon-

dra’da yayımlanmıştır. Daha son-

ra hem kendi sağlığında hem de

ölümünden sonra, başta ana dili

Almanca olmak üzere, dünyanın

belli başlı bütün dillerinde ve de-

falarca basılmıştır.

K�TABIN KONUSU VEKAPSAMI

Kitap, İlkçağ’dan başlayarak

1924’e kadar, yeryüzünün Ön

Asya, Mezopotamya, Akdeniz,

Avrupa ve Kuzey Amerika coğ-

rafyalarındaki eşitlikçi ve özgür-

lükçü toplumsal hareketleri, bas-

kıya, haksızlığa ve sömürüye karşı

mücadeleleri inceliyor. Bu hare-

ketleri ve mücadeleleri etkilemiş,

onlara esin kaynağı olmuş ya da

yol göstermiş düşünce akımlarını

ve siyasi örgütlenmeleri konu edi-

niyor.

Kitap kendini, başlangıcı bakı-

mından zaman olarak sınırlamı-

yor. Yazılı tarih kay-

naklarına dayana-

rak incelemesini

İlkçağ’a kadar götü-

rüyor.

Ama çalışma

kapsamını, coğrafya

ve toplum olarak sı-

nırlıyor. Kitapta İlk-

çağ’dan Yeniçağ’ın

20. yüzyılı başına

kadar, Musevi-Hı-

ristiyan coğrafyasın-

daki toplumlarla sı-

nırlamaktadır.

Kitapta, “İlkçağ”

kapsamında, Filis-

tin, Mısır, Yunan

(Atina, Isparta),

Roma ilkçağındaki iz

bırakan toplumsal

mücadeleler ve dü-

şünce akımları ince-

lenmektedir. Bu bö-

lüm, Filistin İbrani

toplumu içindeki sos-

yal adaletçi ve ilkel

komünist düşünce ve

akımlarla başlamakta,

2. yüzyıla kadar olan

İlkel Hıristiyanlıktaki

komünizan düşünce

ve hareketlerle son

bulmaktadır.

Ortaçağ’daki eşit-

likçi ve özgürlükçü

toplumsal hareketlere

ve düşünce akımları-

na geçildiğinde coğra-

fi kapsam daha da da-

ralmakta, kitap, Ak-

deniz ve Avrupa top-

lumları üzerinde yo-

ğunlaşmaktadır. Bu bölümde

Roma, Orta Avrupa ve Balkan-

lar’daki düşünce akımları ve top-

lumsal mücadeleler, incelemenin

ana eksenini oluşturmaktadır.

Yeniçağ’dan itibaren kitap ar-

tık bütünüyle, Reform hareketle-

rinin ve Rönesans’sın merkezi

olan toplumlara, doğmakta olan

kapitalizm coğrafyasına odaklan-

maktadır. Bu bölümde, Avru-

pa’daki köylü isyanları, Kilise bağ-

nazlığına karşı gelişen ve din dışı-

na çıkmaya çalışan (materyalist)

düşünce ve hareketler, Hüma-

nizm, görece gelişmiş sınıfsız (ko-

münist) toplum tasarıları olarak

Ütopyalar incelenmektedir.

İngiltere’de 17. yüzyılda başla-

yan ve toplumsal

planda burjuva

devrimi ile bilim

ve teknoloji ala-

nında sanayi

devriminin birbi-

rine eşlik ettiği

“Kapitalizm

çağı” ya da “Ya-

kınçağ”, kitabın

en kapsamlı bö-

lümünü oluştur-

maktadır.

1650’lerdeki

İngiliz Cromwell

Devrimi ile baş-

layıp, 20. yüzyı-

lın son çeyreğine kadar süren yak-

laşık üçyüz yıllık, inişli çıkışlı bir

Devrimler Çağı… İnsanlık tarihi-

nin en gelişmiş, en köklü, en kap-

samlı ve en büyük devrimlerinin

gerçekleştiği çağ... Eşitlik ve öz-

gürlük bakımından İlkel Komü-

nalliğin “altınçağ”ından bu yana

insanlığın sınıfsız, sömürüsüz,

baskısız bir toplum düzenine en

çok yaklaştığı; böyle bir toplumsal

düzeni yaratmanın ve yaşatmanın

maddi manevi koşullarına en çok

yaklaştığı çağ… Max Beer kita-

bında haklı olarak, incelemesinin

temel konusunu oluşturan “sosya-

lizm ve sosyal mücadeleler” bakı-

mından en verimli çağ olan “Yeni-

çağ” ve onunu devrimleri üzerin-

de duruyor.

Bu bölümde de, sınıf mücade-

lesinin en gelişmiş biçimlerde ya-

pıldığı 19. ve 20. yüzyılın mücade-

lelerine özel bir önem veriyor. Ka-

pitalizm, başka bir dizi özellikleri-

nin yanında, aynı zamanda sınıf

mücadelelerinin en gelişmiş ideo-

lojik, siyasi, felsefi akımlar öncü-

lüğünde, en gelişmiş, en çeşitli ör-

gütlenmeler, taktikler, savaş bi-

çimleriyle yapıldığı çağdır.

Max Beer’in incelemesi, kapi-

talizmin emperyalizm aşamasına

ulaştığı ve toplumsal çelişmeleri

sosyalizm ve milli demokratik

halk devrimleri ile çözmeyi zo-

runlu kılacak ölçüde keskinleştir-

diği 20. yüzyılın başında bitmek-

tedir. 1924’e kadar olan bu tarih,

1. Emperyalist Paylaşım Savaşını

ve savaş ertesinde gerçekleşen

Ekim Devrimi ile başarıya ulaşa-

mayan Avrupa devrimlerini kap-

samaktadır.

MAX BEER’�N EKS�KL���Yukarıda belirttik, Max Be-

er’in sosyalizm ve sosyal mücade-

leler tarihi çalışması, coğrafya ve

toplum olarak Asya, Latin Ameri-

ka ve Afrika’yı kapsamamaktadır.

Oysa tarihin en eski uygarlık (sı-

nıflı toplum) merkezleri olan

Asya ve Latin Amerika’da da eşit-

likçi ve özgürlükçü idealler ve öz-

lemler taşıyan büyük toplumsal

mücadeleler yaşanmış, bunlara

öncülük eden büyük düşünce

akımları ortaya çıkmıştır.

Çin, Hindistan, Rusya, İran

gibi Asya’nın büyük uygarlık ve

Kendi türünde bir klasikKitap, �lkça�’dan ba�layarak 1924’e kadar, yeryüzünün Ön Asya, Mezopotamya, Akdeniz, Avrupa

ve Kuzey Amerika co�rafyalar�ndaki e�itlikçi ve özgürlükçü toplumsal hareketleri, bask�ya,haks�zl��a ve sömürüye kar�� mücadeleleri inceliyor

ARSLAN KILIÇ

Çevirmen ZühtüUyar, Atatürk’ün

Özel KalemMüdürlerindendir.

Ve kitabı ilkin,1935 ya da 1936’da

Atatürk’ün isteğiüzerine ve onun

okuması içinAlmancadan

çevirmiştir.Atatürk kitabın ilk

müsveddeçevirilerini, altını

çizerek vekenarlarına notlardüşerek okumuş vesonra Milli Eğitim

Bakanlığıncayayımlanmasını

istemiştir

Max Beer

Page 13: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP

imparatorluk merkezleri, Ortaçağ önce-

sinin büyük İslam uygarlığının bağrında

doğmuş eşitlikçi düşünce akımları, hiçbir

bakımdan böyle bir genel tarih kitabının

dışında tutulamaz. Uzağa gitmeye gerek

yok. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluk-

ları dönemlerindeki tarihe damgasını

vurmuş halk hareketleri ve düşünce

akımları, Beer’in kitabında incelenmiş

olanlardan çok daha önemli ve büyük-

tür. Örneğin Anadolu’nun batısını ve

Balkanları kapsayan geniş coğrafyada et-

kili olmuş, düşünsel etkisi ise bütün bir

İslam coğrafyasına ve yüz yıllara yayılmış

Bedrettin hareketi, Max Beer’in incele-

me alanına giren Bilimsel Sosyalizm ön-

cesi çağların sosyalizm hareketlerinin en

büyüklerindendir.

Rusya ve Çin’de 18 ve 19. yüzyıl ile

20. yüzyılın başında gerçekleşen ve ro-

manlara, filimlere konu olan köylü ayak-

lanmaları; Rusya’daki Narodnik hare-

ket, Çin’deki antiemperyalist ve antifeo-

dal halk hareketleri, Sun Yat-Sen’in ön-

derlik ettiği 1911 devrimi; Türkiye’de

1908 Jöntürk Devrimi ve 1923 Cumhuri-

yet Devrimi, 1905-1911 İran Devrimi,

Beer’in inceleme alanına giren, tarihte iz

bırakmış büyük sosyal mücadelelerdir.

Beer’deki eksikliğin biri öznel,

diğeri de nesnel iki nedeni var.

Öznel neden, Batı düşün-

cesine 18. yüzyıldan başlaya-

rak 19 ve 20. yüzyılda ege-

men olan Batı merkezlilik-

tir. Halen sürmekte olan

bu durum Bilimsel Sosya-

lizmin Avrupalı bir akım

olduğu dönemde onu da et-

kilemiştir. Max Beer de bu

dönemin marksistlerinden

olan bir sosyalist aydındır.

Nesnel neden ise, yazarın za-

man ve bilgi sınırlılığıdır. Kaynak ve

kaynaklara ulaşmasındaki olanaksızlık-

lar sınırlılığıdır.

Bütün bu eksikliklerine rağmen kuş-

kusuz ki Beer’in çalışması, türündeki en

önemli çalışmalardandır. Bu kitapta in-

celediği ve Musevi-Hıristi-

yan coğrafyasının toplum-

larındaki eşitlikçi, özgür-

lükçü düşünce akımları ve

toplumsal hareketler, hele

de 16. yüzyıl ve sonrasın-

dakiler, örneğin Mark-

sizm, yüzyıllar boyu dün-

yanın her yerine yayılmış

ve her yerinde etkili ol-

muş akımlar ve hareket-

lerdir.

TÜRKÇEDE MAXBEER

Max Beer’in kitabı

Türkçede ilk kez 1941 yılında Zühtü

Uyar’ın çevirisiyle Milli Eğitim Bakanlığı

Yayınevi tarafından yayımlanmıştır.2

Çevirmen Zühtü Uyar, Atatürk’ün

Özel Kalem Müdürlerindendir. Ve kitabı

ilkin, 1935 ya da

1936’da Atatürk’ün

isteği üzerine ve

onun okuması

için Almanca-

dan çevirmiş-

tir. Atatürk

kitabın ilk

müsvedde çe-

virilerini, altı-

nı çizerek ve

kenarlarına not-

lar düşerek oku-

muş ve sonra Milli

Eğitim Bakanlığınca

yayımlanmasını istemiştir.3

İlk baskıya önsözü, Cumhuriyet’in

devrimci yıllarının İktisat ve Adliye Ba-

kanı, ateşli devrimci Mahmut Esat Boz-

kurt yazmıştır. Bozkurt’un övücü öns-

özü, daha sonraki bütün Türkçe baskı-

larda korunmuştur.

İlk baskıdan sonra

kitabın bir daha, 1965

yılına kadar basılmadı-

ğını görüyoruz. Araya,

Türkiye’nin İkinci Dün-

ya Savaşı sonrasında sü-

rüklendiği Atlantik

kampı yılları, bu yıllara

egemen olan “antiko-

münizm” gericiliği gir-

miştir.

Kitabın ikinci baskısı,

24 yıl aradan sonra,

Cumhuriyet döneminin

ikinci aydınlanma, çağ-

daşlaşma ve demokratik

devrim atılımını yaratan 27 Mayıs Devri-

mi sonrasında; 1960’ların devrimci atılım

yıllarında yapılmıştır. 1965’te gerçekle-

şen ikinci basım, Kitaş Yayıncılık tarafın-

dan, Zühtü Uyar çevirisi esas alı-

narak, Galip Üstün ve Hüseyin

Baş’ın çeviri katkısıyla beş cilt ha-

linde yayımlanmıştır. Kitaş Yayın-

cılık’ın bu ikinci baskıya koyduğu

kısa sunuşta, Max Beer’in kitabı-

nın yeniden yayımlanmasıyla ilgili

şu bilgiler verilmektedir:

“‘Sosyalizmin ve Sosyal Mücade-lelerin Tarihi’ 1941 yılında Milli Eği-tim Bakanlığı tarafından basılmış,yayınlanmış ve kısa bir sürede bittiğiiçin çok aranır bir eser olmuştur. MaxBEER'in beş kitaptan meydana gelendeğerli, öğretici eserinin tam olarak vebugünkü dille çevrilmesine özellikledikkat edilmiştir. Birinci ve ikinci ki-taplar Galip Üstün, üçüncü kitap HüseyinBaş tarafından gözden geçirilmiştir. Dör-düncü ve beşinci kitabı da Galip Üstünçevirmiştir.

“KİTAŞ bu yeni baskıda beşciltlik bu büyük bilim eseri-ni yeniden gözden geçi-rerek toplu halde yep-yeni şekilde yayınla-maktadır. Cumhu-riyet Hükümetle-rinin örnek Ba-kanlarındanMahmut EsatBozkurt’tun 25 yılönce, eserin ZühtüUray tarafından ilkçevrilişi dolayısıylayazmış olduğu önsöz,yeni bir önsöz yazılmasınıgereksiz kılmaktadır. Aynensunuyoruz.”4

Kitaş Yayıncılık kitabın kendi ikinci,

Türkçedeki üçüncü baskısını 1969 yılın-

da yapıyor.

1969 son-

rasında araya

12 Mart geri-

ciliği giriyor

ve “Sosyaliz-

min ve Sosyal

Mücadelele-

rin Genel Ta-

rihi” kitabı,

baskısı tü-

kendiği ve

arandığı hal-

de. 1974 yılı-

na kadar ba-

sılamıyor.

1974’te

Türkçe üçüncü bası-

mı, tek cilt olarak ve 1969 baskısı aynen

korunarak May Yayınları yapıyor. Kitap,

1980 yılına kadar May Yayınları tarafın-

dan dördüncü ve beşinci kez basılarak,

12 Eylül’e kadar piyasada bulunuyor.

1980’de araya bu kez 12 Eylül ge-

riciliği yılları giriyor. Altıncı

basım, önceki basımların çe-

virisi ve Mahmut Esat

Bozkurt önsözü kullanıla-

rak 1989’da Can Yayın-

ları tarafından yapılıyor.

Kaynak Yayınları bu

çok aranan eserin Türk-

çede yedinci basımın

gerçekleştirdi.

Max Beer’in kitabı,

Türkiye’nin her devrimci

atılım döneminin aranan ve

okunan el kitabı olarak yeniden

okurla buluşmasının yine bir devrim-

ci atılım dönemine rastlaması, onun top-

lumsal mücadeleler konusunda devrimci

ve bilimsel tarih bilinci kazandıran özel-

liğine denk düşüyor.

Beer’inçal��mas�, Asya,Latin Amerika ve

Afrika’y� kapsamamaktad�r

Çin, Hindistan, Rusya, �ran

gibi Asya’n�n büyük uygarl�k ve

imparatorluk merkezleri,

Ortaça� öncesinin büyük �slam

uygarl���n�n ba�r�nda do�mu�

e�itlikçi dü�ünce ak�mlar�,

böyle bir genel tarihkitab�n�n d���nda

tutulamaz

�lkbask�dan sonrakitab�n bir daha,1965 y�l�na kadar

bas�lmad���n� görüyoruz.

Araya, Türkiye’nin �kinci

Dünya Sava�� sonras�nda

sürüklendi�i Atlantik kamp�

y�llar�, bu y�llara egemen

olan “antikomünizm”gericili�i girmi�tir

[1] Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi, Kaynak Yayınları, Dördüncü (Altıncı) Basım, 15 Kasım 2012, İstanbul.[2] Kitabın bu baskısı ile ilgili, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, “Ana İlim Kitapları Tercüme Serisi”nde kayıtlı bilgiler şöyledir: “ Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi, Çev: Zühtü Uyar, Önsöz: Mahmut Esat Bozkurt, Bir İzah: Zühtü Uyar, Başlangıç: Marcel Olliver, Maarif Vekaleti Yayınları, 1941, birinci defa 1 000 sayı basılmıştır”.[3] Bu konudaki bilgileri, Sadi Borak’ın Atatürk ve Edebiyat kitabından (Kaynak Yayınları, İkinci Basım, Eylül 1998, İstanbul, s. 135) aldık. S. Borak da bu konuda, kendi özel bilgileri yanında, Afet İnan’ın Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler kitabındaki bilgilere ( s.292) dayanmaktadır.[4]Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, Kitaş Yayıncılık, Çev: Zühtü Uyar, Çevrilen dil: Almanca, Önsöz: Mahmut Esat Bozkurt, ikinci basım, 1965, İstanbul.

Kaynakça

Page 14: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Uğur Kökden 70’li yıllardan bu

yana çeşitli dergi ve gazetelerde ya-

yımlanan denemeleriyle bilinir. Kök-

den, yazılarında çoğunlukla gezdiği

coğrafyaya ilişkin gözlemlerini, gör-

dükleri üzerine düşüncelerini akta-

rıyor. Yazarla “Gece’ye Evet” isimli

öyküsü ve gezileri üzerine bir sohbet

gerçekleştirdik.

Uzun öykünüzün konu aldığıyolculuğu ne zaman yaptınız?

1964 yılında. O tarihlerde, Fran-

sa’nın başkenti Paris’te, genç bir mü-

hendis olarak çalışıyordum. Bağlı

bulunduğum uluslararası mühendis-

lik bürosu, büyük ırmaklar üstünde

kurulacak hidroelektrik barajlara

ilişkin proje çalışmaları yapıyordu.

Dolayısıyla, yaz başlangıcında, Sov-

yetler Birliği’ndeki Don ve Volga

nehirlerinde ger-

çekleştirilecek

nehir gezisi prog-

ramı elime geçin-

ce hemen değer-

lendirmek iste-

dim. Daha sonra

yolculuk boyunca

yaşadıklarımı öy-

küleştirme fikri

doğdu. Dolayısıyla,

öyküm de çok kişi-

li bir toplu yolcu-

luğu yansıtır. Kaldı

ki, ırmaklar, benim

için son kertede

özel, yaşamsal ve

sevgili varlıklardır.

Bu uzun yolculuk nasıl bir seyirizledi?

Vapur, tren, vapur ve de dönüş-

te uçakla. İlkin, Paris’ten Manş De-

nizi’ne bakan Le Havre limanına

dek trenle gidildi. Sonra da, oradan

bir grup Fransız turistle, Nadezda

Krupskaya isimli (Lenin’in eşinin

adını taşıyan) yolcu vapuruna bine-

rek önce Kuzey Denizi, sonra Baltık

Körfezi üstünden Leningrad’a (şim-

diki Petersburg) ulaştık.

Leningrad ile Moskova arası yol-

culuk, yataklı bir gece treninde ger-

çekleşti. Onun ardından da, özel bir

nehir teknesi olan Yuri Krimov’la

Don Nehri’ndeki yolculuğumuz baş-

lamış oldu; daha sonra Tsimlianski

Gölü’nden ve kanallardan geçerek

Volga’ya ulaştık. Geceleri vapurda ya-

tıyor, orada yemek yiyor, piyanoda ça-

lınan “Beethoven sonatları (adagio

bölümü)” ve “Çaykovski” dinliyor;

sonra da değişik insanlarla sohbet

ediyorduk. Bu arada, zaman zaman

bazı iskelelere de uğramadık değil.

Böylece, Volgagrad’a dek gidildi.

Paris’e dönüşte, sıcağı sıcağına -

hiçbir ayrıntıyı unutmadan- bu sıcak

ve renkli izlenimleri yazmaya ko-

yuldum. Kitabın bir yerinde de söz

edildiği gibi, beş deniz (Kuzey Denizi,

Baltık Denizi, Azak Denizi, Kara-

deniz ve Hazar Denizi), aynı za-

manda öykünün çerçevesini oluştu-

ruyordu. Zaten evcil Volga’nın uyu-

şukluğunun arkasında da, söz konusu

o beş denizin hırçın dalgalarının şa-

pırtısı duyulur.

Yine de, “Gece’ye Evet” öykü-

sünü Paris’te tam olarak bitiremedim.

1966 yılı başında, Türkiye’ye dönmek

zorunda kaldım ve o yılın martında

da askerlik görevimi yapmaya başla-

dım. Bu nedenle öyküme

son noktayı, ancak 1967’nin

son ayında Çankırı’da koy-

muş oldum.

Kitabınız gezi izle-nimlerinden oluşuyor. Ne-den tür olarak uzun öy-küyü seçtiniz?

O yıllarda, yani 60’la-

rın ilk yarısında, ABD’nin

kışkırttığı soğuk savaş

propagandasının etkisiy-

le, Türkiye’de tam bir

“SSCB fobisi” vardı. De-

ğil bir Türk yazarının

Rusya’da gezi yapması,

Suat Hayri Ürgüplü sonra-

sında herhangi bir Türk

Başbakanı Moskova’ya

siyasal amaçlı ziya-

rette dahi bulun-

muyordu. Bu ko-

şullarda ben de

yazacaklarımı

edebi bir tür

çerçevesinde

vermeyi yeğle-

dim. Ayrıca Vi-

etnam Savaşı do-

layısıyla dönemin

SSCB’sine yönelik

kimi eleştirilerimi de an-

cak bu biçimde kağıda döke-

bilirdim. Öyle de yaptım.

Öykünüzün geçtiği coğrafyayıbiraz anlatır mısınız?

Öyküde geçen coğrafyada Vol-

gagrad’ın (eski ismiyle Stalingrad)

ayrı bir yeri var bende. Öyle ki, bu ko-

nuda daha sonra, “Gece’ye Evet”den

ayrı olarak bir edebi deneme daha ya-

yınladım: “Analar El Bağladı Ma-

mayef’de” (Tiksinti Çağı, De Ya-

yınevi, Ekim 1985, İstanbul). Vol-

gagrad, İkinci Dünya Savaşı’nda, Al-

man Orduları için Sovyet toprakla-

rında varılmış olan son noktadır. Ev

ev sürdürülmüş sokak savaşları, -

özellikle, kentte savaşın simgesi ola-

rak son durumu nasılsa öylece bıra-

kılmış olan o dev bina iskeleti- tutsak

alınan Alman Generali von Paulus ve

onun askerleri için kaçınılmaz sonu

anımsatır.

Şimdi bile Volgagrad’da kentin

savunmasını temsil eden Mamayef

Tepesi’ndeki büyük granit anıt Ba-

buşka’dan “Analar’ın Üzüntüsü Ala-

nı”na inişi, “Dikilitaş”ı, sonra “Dost-

luk Çeşmesi”ni, “Barış Sokağı”nı -

bence Volgagrad’ın en güzel soka-

ğıydı - bir ucunda Savunma Müze-

si’nin bulunduğu daracık Gogol So-

kağı’nı, ve bu çizgi- kenti ikiye bölen

Volgagrad’ın en uzun caddesini (Le-

nin Caddesi), Kızıl Ekim Çelik Fab-

rikaları’nı, Çalışma Sarayı’nı anım-

sıyorum bir bir.

Zaten öyküde de, genç Sovyet

gazetecisi Nogin, sanki Volgagrad

topraklarında bilinmeyen bir gerçeği

arar. Bu bir kemik parçası ya da obüs

kalıntısı mıdır? Yoksa taze ve sıcak bir

kan pıhtısı mı? Avucunda sıkmış ol-

duğu gevşek toprak, neyin simgesi sa-

yılmalı? Ayakkabısının uçlarıyla top-

rağı kazıyan gazeteci, orada, nasıl bir

kesinliğin ardındaydı acaba? Savaşın

üstünden yıllar geçince de bu kez Si-

menov’un ünlü “İnsan Asker

Doğmaz” isimli roma-

nını okudum. Ardın-

dan, bir kez de, Var-

şova ya da Mos-

kova’da, yazarın

kendisiyle karşı-

laştım ve konuş-

tum.

Öte yandan

öykünüzde, yer

yer Neva Neh-

ri’ne, Leningrad’a

(doğal olarak, o ta-

rihteki ismi), Moskova’ya,

Rostov’a, dahası Prag’a gön-

dermeler var. Böylece, nehirler ve ka-

ralarla, kocaman bir Sovyetler Birli-

ği tablosu çizmiş oluyorsunuz.

Bütünüyle değilse bile evet. Öy-

künün kahramanı gazeteci Nogin,

aslında Rostovlu. Rostov Tarım Ma-

kinaları Fabrikası’nda işçiyken, fabri-

ka’nın verdiği bursla gazetecilik oku-

muş. Bu arada, bir süre de, Prag’da staj

yapıyor. Tiyatro oyuncusu Maya’ysa,

Leningradlı. Onu orada, Rostov Dram

Tiyatrosu’ndan tanıyor. Maya’nın an-

nesi de, İspanya İç Savaşı’nda çevir-

men olarak görev yapmış.

Don’dan Volga’ya geçişte, birta-kım kanallardan söz ediyorsunuz. Bubağlantının geçmişte Osmanlı İm-paratorluğu’nun sahiplendiği ka-nal projesiyle bir ilişkisi var mı?

Elbette... Sokollu Mehmet Pa-

şa’nın girişimiyle, XVI. yüzyılın ikin-

ci yarısında, Hazar Denizi’ni Kara-

deniz’e bağlamak için Aşağı Don ve

Volga ırmakları arasında bir kanal

açılmasına karar verilmiş. Ancak o

dönem Kırım Hanı’nın olumsuz tav-

rı, Rus saldırıları karşısında da Kefe

Valisi’nin etkisiz kalışı yüzünden, bu

önemli proje gerçekleşememiş. Os-

manlı donanmasının İnebahtı yenil-

gisiyle eş zamanlı.

Son olarak, kitabınızın isminedeğinelim. Neden “Gece”?

“Gece” sözcüğü, ABD’nin Gü-

neydoğu Asya’da yol açtığı sıcak ça-

tışma karşısında SSCB’nin suskunluğu

nedeniyle -taşıdığı sorumluluk anlayışı

sonucu- Vietnam’a savaşmaya git-

mek isteyen genç bir insanın (gazeteci

Nogin) önünde ortaya çıkmış olan be-

lirsizlikleri, bilinmeyen ve karanlık ge-

leceği simgeler. Yoksa, yoğun bir

umutsuzluğu değil! Nogin’e göre, o

yıllarda,Vietnam, bir ayna ödevi gör-

mekteydi. “Sanki herkes orada ken-

di öz çehresini seyrediyordu.”

Yine genç adam için “gece”,

“umutsuz bir bugün ve -o haliyle, da-

yanışmasız kaldıkça da- katlanılmaz

bir yarındır”!

Don ve Volga’da yolculuk“60’lar�n ilk yar�s�nda, Türkiye’de tam bir ‘SSCB fobisi’ vard�. De�il bir Türk yazar�n�n Rusya’da gezi

yapmas�, Suat Hayri Ürgüplü sonras�nda bir Türk Ba�bakan� Moskova’ya siyasal amaçl� ziyarette dahibulunmuyordu. Bu ko�ullarda ben de yazacaklar�m� edebi bir tür çerçevesinde vermeyi ye�ledim”

EMEL TELCİ

“ ‘Gece’ sözcüğü,ABD’nin

GüneydoğuAsya’da yol açtığı

sıcak çatışmakarşısındaSSCB’nin

suskunluğunedeniyle -taşıdığı

sorumlulukanlayışı sonucu-

Vietnam’asavaşmaya gitmek

isteyen genç birinsanın (gazeteci

Nogin) önündeortaya çıkmış olan

belirsizlikleri,bilinmeyen ve

karanlık geleceğisimgeliyor”

U�ur Kökden

“GECE‘YE EVET”

“Öyküdegeçen

co�rafyadaVolgagrad’�n ayr� bir

yeri var bende,Volgagrad, �kinci Dünya

Sava��’nda, AlmanOrdular� için Sovyet

topraklar�nda var�lm�� olan son

noktad�r”

Page 15: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Latin Amerika toprakları kan-

la ve ateşle, tarihiyse işgaller ve kö-

lelikle yoğrulmuştur. Bugün yir-

miye yakın ulusun bulunduğu kı-

tanın temelde tek bir hikâyesi var-

dır. Birçok ülkenin tek bir tarihi

paylaşması ilk bakışta çelişkili gibi

görünür ama zaten Latin Amerika

pek çok şeyin yanında karşıtlıklar

ve çelişkiler coğrafyasıdır:

Bir kere henüz gençtir; çoğu ül-

kede yaş ortalaması ergenlik ça-

ğındadır ve gençlikten kaynaklanan

bir dinamizm içerir. Aynı zaman-

da yaşlıdır; küçük ve basit barınaklı

köylerden oluşan tarihi yıkıntılar-

da insanlar binlerce yıl yaşamıştır.

Kimi Latin Amerikalılar hâlâ muz

ve manyok yetiştirerek küçük ara-

zilerde yaşamını sürdürürken, kimi

de pek çok ülkeye göre daha çok

kentleşmiş olan gürültülü ve hu-

zursuz şehirlerde yaşamaktadır.

Tüm nüfusun onda dokuzu bir

Avrupa dilini konuşmakta ve bir

Avrupa dinine bağlı yaşamaktadır.

Orta sınıfa mensup az sayıda La-

tin Amerikalı, Amerika Birleşik

Devletleri orta sınıfına benzer bir

hayat yaşarken, büyük bir çoğun-

luk satın alma gücünden yoksun-

dur. Bütün bunlara rağmen bugün

çoğu Latin Amerikalı Batı’nın tü-

ketici kültürüne kapılmış görün-

mektedir.

Ülkeler arasında da karşıtlıklar

vardır: Brezilya kıtanın neredeyse

yarısını kaplar ve nüfusu iki yüz

milyona ulaşırken, diğer ülkeler ol-

dukça küçüktür. Öyle ki, Pana-

ma, Porto Riko, Paraguay, Nika-

ragua, Honduras ve El Salvador’un

toplam nüfusu, Mexico City nüfu-

sundan azdır. Sosyal göstergeler de

çelişki içerir: Arjantin ve Urugu-

ay’daki okur-yazarlık oranı Ame-

rika ve Kanada ile kıyaslanabilecek

kadar yüksekken, Guatemala’da

yetişkinlerin %30’u okuma yaz-

ma bilmemektedir. Kosta Rika’da

yaş ortalaması yetmişken, Boliv-

yalılar altmışı biraz aşabilmektedir.

LAT�N AMER�KA’NINÇE��TL�L���

Akıl almaz etnik karışıma ge-

lince; ırklar arasındaki çeşitlilik

Latin Amerika tarihinin temelini

oluşturur. 1500 ile

1850 yılları arasın-

da Afrika’dan sade-

ce Brezilya’ya getiri-

len köle sayısı 3,5

milyondur. Bu köle-

ler, Karayiplarden

başlayarak Güney

Amerika sahillerine

kadar binlerce işte ça-

lıştırılmışlar ve özel-

likle şeker pancarı ye-

tiştirmişlerdir. Za-

manla yerli halklarla

ve Avrupalılarla karı-

şarak son derece kar-

maşık ırklar meydana getirmişler-

dir. Arjantin, Kosta Rika, Urugu-

ay ve Güney Brezilya’daki nüfusun

çoğunluğu Avrupa kökenlidir.

Meksika, Paraguay, El Salvador ve

Şili’de yerli ve Avrupalı ırkların ka-

rışımı olan Mestizolar yaşamakta-

dır. Peru, Guatemala ve Boliv-

ya’da yaşayanlar kendilerini Mes-

tizolardan ayrı tutmakta, daha çok

yerli dilleri konuşmaktadır. Giysi-

leri ve yiyecekleri gelenekseldir.

Birçok ülkede siyahlar ve beyazlar

sahil kesimlerinde yaşarken, yerli

ve beyaz karışımı nüfus, iç kısım-

larda yaşamayı tercih etmektedir.

Bu kadar büyük farklılıklar ve

çelişkilere rağmen tek bir öykü on-

ları birleştirir: Hepsi Avrupalıların

fethini ve sömürgeleştirmesini ya-

şamıştır. Hepsi aşağı yukarı aynı za-

manlarda bağım-

sızlıklarını kazan-

mıştır. Hepsi so-

runlarla benzer bi-

çimde başa çıkmış,

bağımsızlık sonrası

hepsi benzer politik eği-

limlerin hakimiyetini ya-

şamıştır.

Kazananlar ve kaybedenler.

Zenginler ve yoksullar. Fatihler

ve fethedilenler. Patronlar ve kö-

leler. İşte Latin Amerika tarihinin

kökeninde yatanlar. Bu çelişkiler ve

çatışmalar bugün de sürmektedir.

1990’larda Birleşik Amerika ile

imzalanan ticaret anlaşmalarını

protesto eden Mayalar yıllar süren

bir ayaklanma baş-

latmışlardır. Çoğu

yerlilerden oluşan

bu insanlar, 1900’le-

rin başında toprak

reformu için müca-

dele verenlerin anı-

sına kendilerine

Zapatista adını seç-

tiler. Bolivyalılar ise

2006’da ilk yerli

başkanlarını seç-

meyi başardılar

ama yerli olmayan

halkın büyük di-

renciyle karşılaştılar.

LAT�N AMER�KA’NINH�KÂYES�

İşte tüm bu çatışmaların kökeni

1492’ye kadar uzanmaktadır. Kuzey

Carolina Üniversitesi tarih profe-

sörlerinden John Charles Chasteen,

Latin Amerika’nın hikâyesini bu

tarihten başlayarak anlatmayı amaç-

lamakta. Özetle, ilk olarak 1500’ler-

den başlayarak İspanyol ve Portekiz

sömürgecilerinin, madenlerde ve

tarlalarda onlar için çalışan ve evle-

rinde ve yataklarında da onlara hiz-

met eden yerli Amerikalılara ve

köle Afrikalılara kendi dillerini,

kendi dinlerini ve kendi sosyal ku-

rumlarını kabul ettirdikleri üç yüz yı-

lın hikâyesi. İkinci olarak, üç yüz yı-

lın sonunda ortaya çıkan iki yeni po-

litik gücün; Amerikan ve Fransız

devrimleri sonucu ortaya çıkan ve

inanç yerine mantığı, yerel değerler

yerine evrensel değerleri, devlet de-

netimi yerine piyasa ekonomisini

koyan liberalizme ve emperyalizme

karşı ideolojik bir savunma, sosyal

eşitlik için olumlu bir güç ve beyaz-

ların üstünlüğüne karşı bir direniş

olarak algılanan milliyetçiliğin Latin

Amerika’yı değiştirme ve dönüş-

türme hikâyesi.

Latin Amerikalı yazarlar sa-

yesinde acılı ve hüzünlü hikâyesi-

ne aşinayız bu toprakların. Çoğu

zaman kendi tarihimizle paralel-

likler kurar, bir çeşit kader ortak-

lığı atfederiz. Bu nedenle Chaste-

en’in “Latin Amerika Tarihi”, coğ-

rafi olarak ne kadar uzaksa, duygu

olarak o kadar yakın bir okuma

vaat ediyor bizlere...

(Latin Amerika Tarihi,John Charles Chasteen, Say

Yayınları, Çev: Ekim Duru, 400 s.)

1500’lerden ba�layarak �spanyol ve Portekizsömürgecilerinin, madenlerde ve tarlalarda onlar içinçal��an ve evlerinde ve yataklar�nda da onlara hizmeteden yerli Amerikal�lara ve köle Afrikal�lara kendidillerini, kendi dinlerini ve kendi sosyal kurumlar�n�kabul ettirdikleri üç yüz y�l�n hikâyesi

IRAZ MAYA

BirleşikAmerika ile

imzalanan ticaretanlaşmalarınıprotesto eden

Mayalar yıllarsüren bir

ayaklanmabaşlatmışlardır.

Çoğu yerlilerdenoluşan buinsanlar,

1900’lerin başındatoprak reformu

için mücadeleverenlerin anısına

kendilerineZapatista adını

seçtiler

Latin Amerika’nındevrimi ve evrimi

Page 16: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Son yıllarda arkeolojik yayın-

larda artan yükseliş, alan ile ilgili ça-

lışmaların hem daha zengin kay-

naklara doğrudan kendi dilimizde

ulaşmamız, hem de yeni arkeoloji ça-

lışmalarına olanak vermesi açısından

sevindirici. Farklı yayınevlerinin ya-

yın programlarına arkeolojik yayın-

lar almasının talep noktasında da

ciddi bir yönelişin olduğunun gös-

tergesi diyebiliriz. Tabii yayınevleri

arttıkça konuyla ilgili basılan kitap-

ların da çeşitlenmesi kaçınılmaz gö-

rünüyor.

DO�U’YU YOK SAYMAKVE �T�RAZ SESLER�

Bu yayınlara iyi bir tarih dizisi

katkısıyla giren İthaki Yayınları, art

arda yayımladığı eserler ile ilgimizi

hak eden kaliteli, özenle basılmış

eserler sundu. Bu yayınlardan Wal-

ter Burkert’in “Yunan Kültüründe

Yakındoğu Etkileri”, konu ile ilgi ça-

lışmalarda ülkemizde de pek giril-

memiş bir alanla ilgili olması bakı-

mından, içerik ve savlarına getirdi-

ği açıklamalar ve yaklaşım olarak tar-

tışılması gereken bir kitap. Burada

ilk baskısını Kaynak Yayınları’nın

yaptığı Martin Bernal’in “Kara Ate-

na” kitabını özellikle anmakta fay-

da var, keza konunun bütün olarak

ele alınışı, getirdiği tezler ve ortaya

koyduğu verilerle

ciddi bir alan açan

yayın olarak önemi-

ni fazlasıyla koru-

makta. Arkeolojinin

bu pek tartışılmamış

alanında dikkat çek-

mek istediğimiz nok-

ta, Avrupa-merkezci

yaklaşımların arkeo-

lojik verilerle des-

teklenerek tüm dün-

yaya sunulması ve bu-

nun yarattığı erozyo-

na karşı, konunun

önem bakımından

çok daha fazla tartı-

şılması ve çalışmaların artmasıyla

ciddi bir yanlışın ortadan kaldırılması

yönündedir. 18.yy ile başta Alman

entelektüelleri arasında filizlenen bu

yaklaşımın temel argümanı, Batı

kültürünün temellendirildiği Antik

Yunan’ın bağımsız, kendi içinde ge-

liştiği özellikle de Doğu etkisinin ol-

madığı ve de bağımsız bir gelişmey-

le süreklilik arz eden bir üstünlük bi-

çiminde olduğuydu. Bu kurgunun

materyal olarak desteklenmesi de ar-

keolojik verilerin tersyüz edilmesi, bi-

linçli olarak çarpıtılması ya da yok sa-

yılmasıyla inşa edilmeye çalışıldı.

Özellikle Batı’nın kendi hegemon-

yasına meşruluk kazandırmak üze-

re imal ettiği tarih anlayışı, içinde bu-

lunduğu krize uygun olarak, yine

özellikle kendi içinden itirazlarla

hızlanan bir karşı tezler ve eleştiri-

ler süzgecinden geçirilmeye başlan-

masıyla, yıllarca öne sürülen tezle-

rin ve aslında kurgulanan tarih yak-

laşımının ne derece yanlış bilgilerle

sunulduğunu da ortaya çıkarmaya

başladı. Giderek artan başta arkeo-

lojik buluntular olmak üzere, elde

edilen yeni veriler ile itiraz sesleri

daha da güçlendi ve konuyla ilgili ya-

yınlar artmaya başladı. Bu yayınla-

rın yavaş yavaş dilimize de kazandı-

rılması ümit verici.

SOMUT ÖRNEKLERLETAÇLANDIRMA

Burkert, kitabının giriş kısmını

“Yunan uygarlığı Doğu etkisini, tam

da şekillendiği bir dönemde yaşa-

mıştı” cümlesiyle noktalarken, kita-

bın genel çerçevesini de bizlere ver-

miş oluyor. Yine Burkert, bu giriş bö-

lümünde Bernal’in “Ari Model”

olarak andığı sürecin

nasıl oluşturulduğu-

nun kısa bir özetini

yaparken, konuyla il-

gili Batılı çalışmacıla-

rın, Batı merkezli an-

layışı nasıl kurdukla-

rını, nasıl bir süreç

içinde şekillendiğini

anlatırken, aynı za-

manda bu anlayışa

karşı oluşan tepki-

nin de kısa bir özeti-

ni veriyor. Doğu’nun

Batı’yı etkilemesini

üç ana başlıkta ince-

liyor Burkert; ilk bölümde

“Göçmen Zanaatkarlar -Halkın Ya-

rarına Çalışan Zanaatkarlar”, ikin-

ci bölümde “Bir Kahin Ya Da Bir Şi-

facı –Doğu’dan Batı’ya Büyü ve

Tıp”, üçüncü bölümde, “Ya Da

Aynı Zamanda Tanrısal Bir Şair –

Akadca ve Erken Dönem Yunan

Edebiyatı”. Burkert, kitabın oluş-

turduğu her üç bölümde de bol

kaynaklarla destek-

leyip, savlarının so-

mut örneklemeleri-

ni vererek, okunma-

sı kolay, anlaşılır ve

konuya hakim oluşu-

nu bizlere gösteriyor.

Yazar, “Klasik fi-

loloji, Çiviyazısı ve

hiyeroglifin çözül-

mesi, Eski Yakın

Doğu ve Mısır'ın ye-

niden keşfi, Miken

uygarlığının ortaya

çıkarılışı ve arkaik

Yunan sanatının ge-

lişiminde kuvvetli

Doğu etkisinin gö-

rüldüğü bir dönemin

varlığının anlaşılma-

sı”, Batı merkezli sav-

ların gerilemesinde

önemli adımlar ol-

duğunu belirtir.

Burkert kitabın-

da, bolca antik kay-

naklardan da yarar-

lanmaya özen gös-

termiş; edebi ve siya-

sal metinler ile diğer

antik kaynaklara, sav-

larını doğrulaması

bakımından sıkça başvurmuş ve ti-

tiz bir çalışmaya imza atmış. Bunla-

rı yaparken başta belirttiğimiz gibi

alıntılar konusunda da kısa ve öz bil-

gilerle yetinmiş. Kitabın birçok bö-

lümünde karşımıza çıkan kelime

geçişlerini, köken ve fonetik açıdan

incelemeye çalışan Burkert, bu ge-

çişlerle ilgili olarak da önemli tes-

pitler sunuyor. Diğer taraftan Bur-

kert, Suriye-Filistin bölgesindeki en

önemli başarının, okuma yazmanın

ciddi şekilde kolaylaşıp yaygınlaş-

masını sağlayan alfabetik yazının

geliştirilmesi olarak görmekte ve

bu yazının kökeninin Bronz çağına

kadar gittiğini vurguluyor. Yunan ya-

zısının ilk örneklerinin ise çok son-

ra M.Ö. VIII. yy sonlarında ticari

faaliyet yollarıyla ilgili olarak orta-

ya çıktığını belirtiyor.

�LET���M VAR ETK� YOKHer çağda yer ve uzam farkı ol-

maksızın, kültürlerarası etkileşimin

başta ticari faaliyetler olmak üzere

birçok alanda kaçınılmazlığı ile, Ba-

tıcı yaklaşımların kesin olarak Do-

ğu'yla iletişimi kabul eden fakat et-

kiyi reddeden bakış açısını somut-

layarak iddianın yanlışlığını ortaya

koyan yazar, bu gerçekliği verilerle

desteklerken nesnelliği de elden bı-

rakmıyor.

Dilimize daha önce “İlkçağ Gi-

zem Tapıları” kitabı çevrilen Bur-

kert, 1931 Almanya doğumlu. Yunan

dini ve Yakındoğu etkileşimleri ko-

nusunda başta gelen uzmanlardan

biri olup, Zürih Üniversitesi’nden

fahri profesör ünvanına sahip. Bir-

çok yayını bulunan yazarın dilimize

henüz iki kitabının çevrilmiş olma-

sı ise üzücü.

Walter Burkert’in bu çalışmasıyla

ilgili benzer yayınların artması, ar-

keoloji biliminin hak ettiği ilginin

karşılık bulması ve gerekli özenin

gösterilmesi, gelecek kuşaklar için

nesnelliği elden bırakmayan yayın-

lara dair ülkemizden de gelecek

katkılarının çoğalması ümidiyle.

(Yunan KültüründeYakındoğu Etkileri, Walter

Burkert, İthaki Yayınları,Çev: Mehmet Fatih Yavuz, 160 s.)

Arkeolojinin yıktığı tabular18.yy ile ba�ta Alman entelektüelleri aras�nda filizlenen bu yakla��m�n temel argüman�, Bat�

kültürünün temellendirildi�i Antik Yunan’�n ba��ms�z, kendi içinde geli�ti�i özellikle de Do�uetkisinin olmad��� ve de ba��ms�z bir geli�meyle süreklilik arz eden bir üstünlük biçiminde

oldu�uydu. Bu kurgunun materyal olarak desteklenmesi de arkeolojik verilerin tersyüz edilmesi,bilinçli olarak çarp�t�lmas� ya da yok say�lmas�yla in�a edilmeye çal���ld�

UFUK DEMİRBAŞ[email protected]

Yazar her çağdayer ve uzam farkı

olmaksızın,kültürlerarası

etkileşimin baştaticari faaliyetler

olmak üzerebirçok alanda

kaçınılmazlığı ile,Batıcı

yaklaşımlarınkesin olarak

Doğu’yla iletişimikabul eden fakat

etkiyi reddedenbakış açısını

somutlayarakiddianın

yanlışlığınıortaya koyuyor

Page 17: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAP

TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nda

(17-25 Kasım) bulunduğum her üçlü

beşli buluşmada konuştuğumuz ilk

konu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın si-

yasal yönelimleri ve sanatçı kişiliği ara-

sında bir kopukluk olmadığı halde kırk

yıldır bu gerçeğin göz ardı edilmesi ya

da gizlenmesiydi. Teori Dergisi’nin ya-

yın yönetmeni Arslan Kılıç başta ol-

mak üzere birçok yoldaş, nice yazar ar-

kadaş ve her yaştan okur bu konu et-

raflıca aydınlatılıncaya kadar tartış-

mayı ısrarla sürdürmemi istedi. Ke-

pirtepe’den çocukluk arkadaşım ve ya-

zar dostum Kemalettin Kaya, Tanpı-

nar’ın Atatürk’ü anlatan bir yazısını

(Ulus, 21 Kasım 1960), bu tartışma ve-

silesiyle kendisi değerlendirmek ye-

rine, bana getirdi. Ona müteşekkirim.

Köşemizin elverdiği çerçevede, bu

yazıdan başlıca belirlemeleri Aydınlık

Kitap okurlarıyla paylaşmak istiyorum:

ATATÜRK’TEN ALINACAKBÜYÜK DERS AHMETHAMD� TANPINAR

Bir vaziyeti olduğu gibi görmek,

bütün ihtimallerini tartmak, sıralamak,

en lüzumluyu, acele cevap verilmesi

gereğini ayırmak, can alacak kilit

noktayı bulmak ve oraya bütün kuv-

vetleriyle yüklenmek. İşte büyük ma-

nasında hareket adamının belli başlı

vasfı.

Her an uyanık olacaksın ve bu

ameliyeyi [işlem] her an için yeniden

yapacaksın. Mustafa Kemal’in haya-

tı üzerine birazcık eğilen her insanın

onda ilk gördüğü şey budur. Onun ze-

kâsı daima hareket halindedir. Sanki

daima matematik terkipler [bileşim]

içinde, onları tanzim ederek ve ce-

vaplandırarak yaşadı. Daha Anafar-

talar’da, biz onu kısa bir vaziyet mü-

talaasından [durum değerlendirmesi]

sonra kararını vermiş, elindeki kuv-

vetleri, seçtiği noktaya tereddütsüz

boşaltır görürüz.

Modern harp tarihi tek bir ku-

mandanın omzuna yüklenmiş bu cins-

ten bir karar ve icra mesuliyetini [yü-

rütme sorumluluğu] pek az kaydeder.

«Böyle olmalıdır, yalnız böyle olabi-

lir.» Ve hareket bittiği anda eski pa-

yitaht kurtulmuş, Çarlık Rusya’sının

akıbeti belirmiş, dünya gömlek de-

ğiştirmeye hazırlanmıştır.

Pek az kumandan kendi tarihine

bu kadar parlak ve kati bir zaferin ka-

pısından girer. Fakat biz onu daha ev-

vel Balkan Harbi’ne tekaddüm eden

[ön gelen] büyük manevrada da aynı

sarih [açık] vaziyet mütalaasında

görürüz.

Atatürk’ün çıraklık devri yoktur. O,

daima karşısına geçer geçmez kavra-

dığı vaziyetin tek adamı olmuştur.

Hakikatte vaziyet fikriyle, onun de-

hasıyla doğmuş olanlardandı. [...]

1918’de mağlup İmparatorluğun

geniş kumanda kadrosu içinde yalnız

onun çehresinin ortaya çıkması, bütün

bir milletin onun etrafında toplanması

hiçbir şekilde tesadüf değildir. Eğer İs-

tiklâl Savaşı’nda tesadüfün veya tali-

hin bir yardımı varsa, şüphesiz ki bu,

Mustafa Kemal’in Mustafa Kemal

olarak, o ruh ve imanla, o irade ve va-

ziyet dehasıyle aramızda doğmuş ol-

masıdır. Atatürk her yeni işe, biraz ev-

vel bırakmış gibi giren adamlardandır.

Asıl yapılacağı adeta içgörüsü ile se-

çer, Milli Mücadele’de dikkat israfı de-

nen şeyi bulamazsınız. Dumlupınar za-

feri tam zamanında yapılan bir hasa-

da benzer. [...]

Hakikatte Milli Mücadele’de her

şeyden evvel o vardır. 26 Ağustos’ta

bütün gücüyle ayağa kalkan ve etra-

fını hurdahaş eden Dev’in belkemiği

ve düşünen kafası odur, seçtiği birkaç

arkadaşıdır. [...]

ATATÜRK VE �NÖNÜİşi ne kadar da iyi biliyordu. Ana-

dolu’ya geçer geçmez bu işin ancak bir

teşekkülle olabileceğini anladı ve Bü-

yük Millet Meclisi Hükümeti’ni o

meşru ve milli hayata tasarruf hakkı

olan cihazı [aygıt] kurdu. Filhakika [as-

lında] muharebe dahi ancak teessüs et-

miş [kurulmuş] bir hukuk devleti ile

olabilirdi. Ve hemen arkasından or-

duyu kurdu. Milli Mücadele’nin ilk za-

ferlerinden biri muntazam ordunun

katıksız olarak kurulması kararının

Büyük Millet Meclisi’nden çıktığı gün

idrak edildi. Bu işte İsmet İnönü’nün

hemen hemen onun kadar payı var-

dır ve zaten onun Anadolu’ya geçişi de

Mustafa Kemal’in kazandığı bu ilk za-

ferlerden biridir.

Atatürk ve İnönü, ne kadar necip

[soylu] duygulara dayanırsa dayansın,

ihtiyarînin keyfî ile kapı bir komşu ol-

duğunu gayet iyi biliyorlardı. Onu

hesaplarından tarh etmişlerdi [çıkar-

mışlardı]. Atatürk’ün büyük mezi-

yetlerinden biri de arkadaş seçmesi-

ni bilmesidir. Bir kere seçtiği ve de-

ğerlendirdiği adamı kolay kolay bı-

rakmaz ve daima tutardı. Bütün ha-

yatında hâkim olan ölçü fikri bu de-

ğerlendirme işinde hâkimdi. Herke-

sin onun nazarında ayrı bir yeri vardı.

İnönü daha ilk günden itibaren en gü-

vendiği arkadaşıdır. Yeni kurulan

devletin içindeki gizli mücadelelerin

çoğu bu tercihin etrafında uyanan kıs-

kançlık hissi ile başlar. Sofra adamla-

rı bu sarih düşünce ve nizam adamı-

nı bir türlü çekemezler. Kaldı ki İnö-

nü her şeyden evvel bir otorite idi. Pek

az dostluk bu kadar samimi ve karşı-

lıklı anlayışa dayanır.

[...] İsmet Paşa vazgeçmek denen

kelimeyi lügatinden silmiş adamdı. Ri-

cat [gerileme] onun için sadece bir ta-

biye ıstılahı [doğallık terimi] veya

usulü idi. Nitekim yeni kurulan Cum-

huriyet bu sarih ve başarılı düşünce-

den en sağlam iç kalesini buldu. İkin-

ci Cihan Harbi’nde bu kale bir kaptan

köprüsü oldu.

Atatürk Milli Mücadele yıllarında

sade büyük asker ve büyük devlet

adamı değildir. O her şeyden evvel bel-

ki de sari [bulaşıcı] bir ruh, bir iman ve

kalp adamı idi. Tarihimizde hiç kimse,

büyük halefi hariç, onun kadar iyi ve gü-

zel konuşmadı. Türk demokrasisi her

hareketini halkımıza en geniş şekilde

izah eden ve onun tasvibinden geçiren

Atatürk’le başlar. [...] Burada bir mu-

kayese yapmak zaruridir: Muharebe

meydanında hiç şaşırmayan Napolyon

hemen her meclisten mağlûp çıkardı.

Darıltmadan ağız açtığı pek az vaki idi.

Mustafa Kemal ise sözü ile karşısın-

dakini kendine bağlardı.

Bütün bunlara, sihirli varlığını,

şahsiyetinde kendiliğinden mevcut

otoriteyi de ilave etmek lazımdır.

Onda kudret denen şey bir mıknatıs

gibiydi. [...]

Yahya Kemal’den dinlediğim bir-

kaç anektot Mustafa Kemal’in mizaç

kudretini bana öğretti. Yazık ki, bu ka-

dar şey, gördüğünü tespit etmeye bir

türlü alışamayan muasırlarının ih-

mali yüzünden kaybolacak.

Hiçbir ciddi ifrata [aşırılık] düş-

medi. Bütün Müslüman Şark tarihi-

ni bize öğreten Garp, kovduğu hane-

danın yerine geçeceğini sanıyordu.

Hepsi Mustafa Kemal için kabildi. O,

kurduğu yeni Türkiye Cumhuriye-

ti’nin bir numaralı vatandaşı olmak-

la kaldı, Atatürk oldu. [...] İyi bir cer-

rah gibi milli hayatın teşhisini yaparak

inkılaplarını vücuda getirdi.

H�ÇB�R �NKILÂBIYÜZEYSEL DE��LD�

Mustafa Kemal inkılâpları yuka-

rıda bahsettiğimiz vaziyet fikrinde en

iyi izahını bulur. Vaziyet fikri, realite

fikridir ve Batılı insanın en büyük si-

lahı ve en büyük kuvvet ekonomisidir.

Türkiye’nin ihtiyaçlarını nefsinde ya-

şamış gibi biliyordu. Kendisinden yüz

sene evvel hangi şartlar altında ve sı-

fırdan başlayarak yürüdüğümüzün

farkında idi. Garp medeniyetinin ışı-

ğına ve insan haklarına büyük bir

şevkle koşmuş, fakat mazi başlarını ge-

reği gibi koparamadığımız için dur-

madan bir pervane gibi yolun fener-

lerine çarpmıştık. Mustafa Kemal üst

üste inkılâplarıyla bu cansız ve yol ke-

sici bağları kopardı.

Hiçbir çiftçi, tarlasını bu kadar dik-

katle ayıklamaya çalışmamıştır. Bütün

kuvvetiyle memlekette hüküm süren

ikililiğe ve onları besleyen müessese-

lere yüklendi. Devrinde o kadar ten-

kit edilen, halâ bile sathî bir iş gibi gö-

renler bulunan kıyafet inkılâbı haki-

katte bizi, bir lahzada, şüpheli bir va-

ziyetten çağdaş bir vaziyete getirmiş-

tir. Hakikatte Mustafa Kemal inkı-

lapları bir tereddüdün, bir eşikte du-

raklamanın sona ermesiydi. [...]

Eski hukuk, Müslüman medeni-

yetinin çerçevesinden çıktığımız gün

örf olmuştu. Örf [töre], büyük manâ-

sıyle medeniyet ve kültüre karşı gelirse

terk edilir. İnsan değişen mahluktur.

Çünkü tecrübelerini birbirine nakle-

den, birbirinden değiştiren mahluktur.

Atatürk’ün yaptığı veya başladığı hiç-

bir şey yoktur ki, bizi özlediğimiz bü-

tünlüğe götürmesin. [...]

Kitleye yolunu işaret etti ve oraya

doğru beraber yürüdü. Her haliyle,

«Bugün belki itiyatlarınızda [alışkan-

lık] rahatsız olursunuz, fakat yarın ço-

cuklarınız mes’ut olur.» der gibiydi.

[...] Düşünce daima bütünü ister.

Ancak hakiki aksiyon adamıdır ki ol-

duğu yerde dönmekten ve kuvvetlerini

beyhude yere israftan başka bir şey ol-

mayan bu sabırsızlığı, iyi niyet hoşnut-

suzluğunu işleri sıraya koyarak müspet

bir kuvvet haline getirir. Bu çabada bize

Atatürk türlü meziyetleriyle daima en

iyi örnek olacaktır. Hayatının her mer-

halesi, şahsiyetini yapan her çizgi gibi bi-

çim için sonsuz bir tecrübe, nesilden nes-

le kudreti artacak bir derstir. [...]

Demokrat Parti idaresi bu derse ve

bu büyük tecrübeye gözlerini kapadığı

için on senemizi ve bu kadar imkânı yak-

tı, kül etti. İkinci Cumhuriyet’in de [27

Mayıs Devrimi] Yeni Türkiye’nin ku-

rucusunun yolunda hiç tereddütsüz yü-

rüyeceğine eminiz ve bununla mesuduz.

“Atatürk'ün ç�rakl�k devri yoktur. O, daima kar��s�na geçer geçmez kavrad��� vaziyetintek adam� olmu�tur. Hakikatte vaziyet fikriyle, onun dehas�yla do�mu� olanlardand�.”

ARAKABLO

Tanpınar: “Atatürk biziözlediğimiz bütünlüğe götürdü”

[email protected]

SEYY�T NEZ�R

Page 18: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Umut Yolu

“Kağıt Kayıklar”, farklı kesimlerden

gelen beş kadın ve beş erkeğin psiko-

terapi süreçlerini anlatan bir öykü seç-

kisi. Her bir bölümle bizi başka dünya-

ların içine çekiyor. Bir öyküde, gençli-

ğinde sistematik işkenceye maruz kal-

mış bir şairin feryadına şahit olurken, bir

diğerinde kadın cinselliğinin çocuk yaş-

lardan itibaren toplumsal ve dinsel

motiflerle nasıl şekillendiğini görüyoruz.

Delilikle dâhilik arasındaki ince çizgi-

de yürüyen bir adam, ruhsal acılarını be-

deniyle ifade eden bir kadın, aile bas-

kısına karşı direnen bir alkol bağımlısı

kitapta bizi bekliyor... Şebnem Kartal,

kısa öykülerle derinlemesine giriyor

hayatlarımıza. Kendimizi keşfetmek

için eşsiz bir kaynak armağan eden ya-

zar, tüm satırlarını “anlamak” ve “far-

kında olmak” üzerine kurguluyor.

Ka��t Kay�klar

Takvimler 11 Aralık 2012’yi göste-

rirken Los Angeles sıradan bir güne

daha uyanmıştır. Ancak günün sonun-

da, ender görülen salgın hastalıklar ko-

nusunda dünyanın en önde gelen uzman

doktoru, sergilediği semptomlar karşı-

sında şaşkına dönüp dehşete düştüğü bir

hastayla uğraşmak zorunda kalırken,

Maya uygarlığıyla ilgili çalışmaların

parlak yıldızı Chel’in elinde bir zaman-

lar atalarının yaşadığı antik şehirde bu-

lunmuş paha biçilmez bir yazıt vardır.

Devrin saray kâtibi tarafından gizlice tu-

tulmuş bu olağanüstü tarihi kayıt Maya

Krallığı’nın bir gecede yok oluşuyla il-

gili tarihin o büyük bilmecesine de ce-

vap olacaktır. Çünkü Maya Krallığı’nı bir

gecede tarih sahnesinden silen o kor-

kunç tehlike yeni silahlar kuşanarak me-

deniyetimizi ortadan kaldırmak için

çoktan harekete geçmiştir bile.

21.12

Modern düşüncenin kurucuların-

dan biri olan Georg Wilhelm Friedrich

Hegel genel olarak Prusya mülkiyet-

çiliğinin dar kafalı savunucusu, anla-

şılmayacak şekilde ve anlaşılmamak

için yazmış asık suratlı bir felsefeci ola-

rak tanınır. Onun Fransız devriminin

etkisiyle coşan bir devrimci; Alman mil-

liyetçiliğine karşı çıkan bir evrenselci;

kağıt oynamayı, arkadaşlarıyla tartış-

mayı, meyhanelerde yarışırcasına iç-

meyi seven ve dolayısıyla birçok kez di-

sipline verilen bir öğrenci; dans et-

mekten, kızların çevresinde olmaktan

hoşlanan neşeli bir genç olabileceği pek

akla getirilmez. Oysa Hegel, olumlu ki-

şisel özellikleri, bilgisi, geniş ufku ve bü-

yük ilgi gören dersleri sayesinde için-

de yaşadığı toplumun en etkin şahsi-

yetlerinden biri haline gelmiştir.

Hegel

Kudüs, 1947. İsrail devletinin

kurulmasına birkaç ay kalmıştır.

İngiliz işgali altında büyümüş

olan 12 yaşındaki Profi, işgalci kuv-

vetlere karşı direnişin coşkulu ha-

vasına kapılmış ve İngilizleri doğup

büyüdüğü topraklardan kovmak

için iki arkadaşıyla bir yeraltı örgü-

tü kurmuştur.

Hayallerinin arasında İngiliz

kraliyet sarayını havaya uçurmak;

dünyanın dikkatini, ülkesinde ya-

şanan haksızlığa çekmek de vardır.

Ama hayallerinden bazıları çok

da kahramanca değildir.

Şeytan, gerçek bir erkek olmaya

çalışan delikanlıyı ayartmak için

her yerde pusuya yatmıştır; ihanet

çok uzak değildir.

Pusudaki Panter

“Gövden mi var, derdin var. Etin

markası olmaz. İnsanların öldürülmesi

hoş bir şeydir. IQ’lar eşit olmadıkça,

insanlar eşit değildir. Botobur bir ulu-

sa faşizm ne güzel de yaraşır. Yerinde

kullanılan şiddeti savun. Kimseyle

uyumlu olmak zorunda değilsin. Ce-

sur, özgür ve güçlüysen yenersin. Aksi

halde defol! İnkâr et tüm sana öğre-

tilenleri.” Akla gelen her kötü dü-

şünceyi zararlı sanmamalı; bazen kötü

düşünmek hayat kurtarır, ilişki kurtarır,

ülke kurtarır, gezegen kurtarır. Şey-

tanın dürttüğü yer bir yol ayrımıdır. O

noktada gülümsemeli ve silah, kalp, öç

son kez kontrol edilmeli. Tek ortak ana

dil, ruhtur. Küçük İskender’den vah-

şet, şehvet, romantizm, alay, aşağıla-

ma, cezaya teşvik, suç arşivi içeren

“666” isimli pis bir kitap daha.

666

Yusuf Akçura, Türk milliyetçili-

ğinin öncülerinden ve Kemalist Dev-

rim’in ideologlarındandır. Yaşamını

Türk toplumlarının ilerlemesi, yük-

selmesi, çağdaşlaşması davasına ada-

yan Akçura, bunun için, Türk milli-

yetçiliğinin halkçı, antifeodal, anti-

emperyalist ve birleştirici olmak zo-

runda olduğunu belirtmiştir. Bütün

millet ve kavimlerle eşitlik ve barış

içinde yaşamak, onun savunduğu

Türk milliyetçiliğinin temel özellik-

lerindendir. Bu kitapta Akçura’nın,

Türk toplumu için; halkçı, bağımsız ve

çağdaş bir Türk devletinin zorunlu-

luğunu ve bu konuda Türk aydınına

düşen görevleri işlediği makaleleri

bir araya getirilmiştir. Makaleler,

1921-1925 yılları arasında yayımlanmış

yazı ve konferanslarından seçilmiştir.

Ayd�nlara Dü�en Vazife

“Kanlı Kumpas”ın senaryosunu

CIA yazdı, ama figüranlık yerli isimlere

düştü. Kenan Evren’den Fethullah

Gülen’e, Süleyman Demirel’den Bülent

Ecevit’e, Alparslan Türkeş’ten Ab-

dullah Öcalan’a kadar herkes “Kanlı

Kumpas” tiyatrosundaki rolünü oyna-

dı. Kan, gözyaşı, acı ve hüznün yolu hep

darbelere çıktı... Derin devletin kurul-

ması için imza koyan başbakan kim?

Darbelere zemin hazırlayan gladyo

yapılanmalarında CIA’nın rolü nedir?

Amerikalı çavuşun parkasını tutan ge-

neral kimdi? Humeyni’nin arkasında

namaz kılmak hangi başbakana kısmet

oldu? Anadolu’da Alevi-Sünni çatış-

masını körükleyen CIA ajanı kimdi?

Türk askerinin başına çuval geçiril-

mesini, “pratik bir uygulama” sözleri ile

kim savundu?

Kanl� Kumpas

Küçük �skender (Derman �skenderÖvel), Sel Yay�nc�l�k, 212 s.

Edgar Morin, Stephane Hessel,Say Yay�nlar�, Çev: �smail

Yerguz, 88 s.

Stéphane Hessel 95 yaşında Fransız

yazar, filozof ve diplomat. Türkiye’de,

yaklaşık 30 dile çevrilen, Fransa’da sa-

tışı 2 milyonu aşan “Öfkelenin” adlı ki-

tabıyla tanınıyor. Edgar Morin ise 91 ya-

şında Fransız yazar, filozof ve sosyolog.

Her ikisi de direniş savaşçısı olan ya-

zarlar evrensel nitelikte bir uygarlık si-

yasetinin mümkün ve gerekli olduğunu

ileri sürüyor ve umudun yolunu açı-

yorlar. Yeşil enerjileri, dayanışmacı

ekonomiyi, megapollerin insanileşme-

sini, kültürü hedef alan düzenlemeleri

önceleyen; endüstriyel tarımı, nükleer

enerjileri, savaş sanayisini, savurganlık

ekonomisini dışlayan; finans kapital ej-

derhasına, etnik-dinsel çatışmalara, bi-

yosferin bozulmasına karşı çıkan bu yeni

siyaset, liberter, sosyalist, komünist ve

çevreci kaynaklardan besleniyor.

Dustin Thomason, Alt�n Kitaplar,Çev: Seda Hauser, 384 s.

Necdet Pekmezci,Tanyeri Kitap, 272 s.

�ebnem Kartal,3P Yay�nc�l�k, 219 s.

Terry Pinkard, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Mehmet Bar��

Albayrak, 772 s.

Amos Oz, Do�an Kitap,Çev: Elif Ayla, 152 s.

Yusuf Akçura,Kaynak Yay�nlar�, 112 s.

Page 19: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

30 KASIM 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Unutmak

Neoliberal iktisadi rejim bütün

dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sos-

yal politikaları alt üst etti. Bu kitap, ko-

nuya toplumsal cinsiyet ve kadın açı-

sından yaklaşıyor. Piyasa, özel ve ka-

musal ataerkilliğin üçlü kıskacındaki ka-

dın emeği nasıl bir rejime, ne gibi dış-

lama ve sömürü mekanizmalarına tâ-

bidir? Sosyal güvenlik reformları, ne

gibi cinsiyetçi farklılaşmalar kuruyor ve

yeniden üretiyor? Kadınlar nasıl bir sos-

yal güvence tahribatına maruz kalıyor?

Bu durum karşısında toplumsal cinsi-

yet eşitliği taleplerinin anlamı ve pers-

pektifi nedir? Sosyal politikanın bütün

özgül alanlarını, kadının ücretsiz bakım

emeğini, ev içi emeği, enformel sektörü

de hesaba katan, ayrıntılı, titiz incele-

melerden oluşan bir derleme.

Türkiye’de RefahDevleti ve Kad�n

Türkler muazzam çaba ve kararlı

çalışmayla modern Türkiye’yi Asya’dan

çıkarmaya çabalıyorlar. Yeni nesil Türk,

kaderci zihniyetini yenmeye muktedir

olacak. Devlet başkanına ve bakanla-

rına, yabancı uzmanlardan oluşan mu-

azzam bir kadro yardım ediyor. Uz-

manların işi zor, çünkü yabancı çevre-

de idrak daha zor; çoğu kez, daha az ay-

dına sahip olan ama yine de büyük ma-

kamı dolduran, sıklıkla uzmanların

yanında daha uzman olmayı isteyen eski

Türklerin kıskançlığıyla ve güvensizli-

ğiyle baş edebilmeleri gerekiyor. Mu-

cize kâbilinden bir görevle, bugünkü

Türkiye’yi yüz yıllık geri kalmışlığından

çıkarmak konusunda başarılı olacak

olan Gazi Kemal Paşa’nın aydın ve is-

tekli birçok kurmayı var.

Türk MeteorolojisininKurulu�u - Aksakall�

Havabakan Antal Bey

19. yüzyılın sonlarında Balkan-

lar’dan Anadolu’ya göç etmiş bir

Müslüman-Türk ailenin tek erkek

çocuğunun II. Abdülhamit döne-

minde geçen okul yılları, Osmanlı İda-

ri Teşkilatı’nda yaşadığı deneyimler,

1908 Devrimi, 31 Mart Olayı, Yunan

İşgali, Milli Mücadele ve Kurtuluş,

Yahya Sezai Uzay’ın birinci el tanık-

lığıyla anlatılıyor. Cumhuriyet’in ku-

ruluş yıllarına da uzanan bu tanıklık,

Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümün-

den bir yıl önce Trabzon’u ziyaretini

de kapsıyor. Yahya Sezai Uzay’ın ya-

şamı yıkılan İmparatorluğun öykü-

süyle, onun küllerinden yaratılan

genç Cumhuriyet’in kuruluş öykü-

sünü birleştiriyor ve Türk tarihinin en

sancılı yıllarına ayna tutuyor.

Osmanl�’dan Cumhuriyet’eSanc�l� Y�llar

Aleviler Neden Ramazan

Orucu Tutmazlar?

Aleviler Neden Tavşan

Yemezler?

Alevilerde Abdest ve Anlamı

Alevilerde Kıble

Aleviler Yıkanmaz mı?

Aleviler Sünnet Olmaz mı?

Alevilikte Musahiplik

Alevilikte Miraç

Alevilikte Kırklar Söylencesi

İbni Arabî ile Derrida arasındaki

ilişki tam olarak nedir? Yapısökü-

mün metaforları, stratejileri ve motif-

leri bütün anlamlarını tasavvufla bir

mukayese bağlamında değiştiriyor

mu? İbni Arabî bize Derrida’yı farklı

şekilde okumayı öğretebilir mi; ya da

Derrida İbni Arabî’yi? Son dönem-

lerde tüm dünyada karşılaştırmalı din

ve teoloji bölümlerindeki akademis-

yenler kendi dini geleneklerindeki çe-

şitli örnekleri Derrida’nın yapısö-

kümcü yazıları için yeniden keşfeder-

ken, Georgia State University’de post-

kolonyal edebiyat teorisi üzerine ders-

ler vermekte olan ve daha önce Tür-

kiye üniversitelerinde de çalışan Ian Al-

mond da, bu kitapta, pek çok soruya

yanıt aramakta ve iki ayrı düşünürü

karşılaştırmalı olarak ele almaktadır.

�bni Arabi ve Derrida

Murat Çulcu ‘’Siyonizm’in ilk dö-

nemi’’ olarak adlandırırdığı 1895-1922

sürecini kendine özgü bir yöntemle ve

tarafsızca irdeliyor. Siyonizm’in “Ber-

lin-Londra İkilemini” ve “Herzl-

Rothschild” yapılanmalarını büyüteç

altına alıyor. “Herzl öncesine” pa-

rantez açıyor. Çanakkale’de çarpışan

Sion Alayı’nın “siyasal misyonu”nu

saptıyor. Pro-Palestina’nın izlediği

stratejiyi özgün belgeleriyle anlatıyor.

Max Cohen’in tarihsel konferansını

tam metin olarak okura sunuyor. Os-

manlı yönetiminin “Filistin’e Yahudi

iskanı’’ politikasını ve yasağını sorgu-

luyor. Herzl - II.Abdülhamid ilişki-

sindeki yanılsamalara dikkat çekerken

Ağa Han’ın Londra-İstanbul ekse-

nindeki “federasyon-konfederasyon”

önermelerini masaya yatırıyor.

Gelecek Y�l Kudüs’te

Llosa “Genç Bir Romancıya Mek-

tuplar”da roman sanatı hakkındaki

düşüncelerini aktarıyor. Yazım sana-

tıyla yaşam arasındaki ilişkiyi sorgulu-

yor. 2010 Nobel Edebiyat Ödülü sahi-

bi yazar, edebiyat tutkusunun filizlen-

diği Peru’daki gençlik günlerinden

başlayan on iki mektupta, Miguel de

Cervantes, Gabriel García Márquez,

Jorge Luis Borges, Julio Cortázar, Ja-

mes Joyce, Gustave Flaubert, Virginia

Woolf, Ernest Hemingway, Alain Rob-

be-Grillet, Herman Melville, Marcel

Proust ve Franz Kafka’nın da arala-

rında bulunduğu birçok yazarın eser-

lerini ve fikirlerini ele alıyor, hem

genç romancılar için bir yol haritası çı-

karıyor hem de roman sanatına aşina

olanların alışkanlıklarını gözden ge-

çirmelerini öneriyor.

Genç Bir Romanc�yaMektuplar

Ian Almond, Ayr�nt� Yay�nlar�,Çev: Kadir Filiz, 176 s.

�nci Aral,K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 372 s.

İnci Aral, otuz yılı aşan edebiyat uğ-

raşının bu noktasında duruyor ve Tol-

ga Meriç’in sorularına verdiği yanıtlarda

kendini, tıpkı romanlarından birinin

kahramanıymışçasına irdeliyor. Parça-

lanıp dağılmış bir aile, beslemelerle pay-

laşılmış odalar, parasız yatılı okullar,

mektuplar, yolculuklar, uçurumlar, şe-

hirler, şarkılar ve tabii öldürücü aşklar

ama hepsinden daha büyük bir aşkla

bağlanılmış kitaplarla kâğıtlar... “İnsan

unutmak zorundadır. Ama bu unut-

manın kendisi değildir. Unutmak yok-

tur” diyen İnci Aral’ın, hem özel hem

de yazarlık dünyasını okuruna açtığı, bu

anlatı, hayatına edebiyatın, edebiyatı-

na hayatın ışıklarını düşürebilen bir ya-

zarı daha iyi tanımak, yazdıklarının

derinine girmek ve yazma tutkusunun

ne olduğunu anlamak isteyenler için...

Melek Çolak,Yap� Kredi Yay�nlar�, 152 s.

Mario Vargas Llosa, Can Yay�nlar�,Çev: Emrah �mre, 128 s.

Kolektif,�leti�im Yay�nevi, 368 s.

Lale Uzay Akal�n,Tarihçi Kitabevi, 239 s.

Do�an Do�an,Uyum Yay�nlar�, 280 s.

Murat Çulcu,E Yay�nlar�, 278 s.

Aleviler Neden NamazK�lmazlar?

Page 20: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

Kuyrukluyıldızıngizemi

III. Murat’ın fermanıyla 1575 yılında

Tophane sırtlarında gökbilimci Takiyüd-

din’in yönetimi altında bir rasathane ku-

rulmuş. Ancak çok geçmeden birtakım

dini ve siyasi çekişmeler nedeniyle rasathane

yıkılmış. Osmanlı’nın uzaydaki gözü olan bu

rasathanenin hazin sonu hakkında pek

çok söylenti var. 1577 yılında gözlenen

kuyrukluyıldız, ertesi sene baş gösteren veba

salgını, aynı dönemlere denk gelen dep-

remler… Osmanlı halkını çileden çıkaran

bu olayların yanı sıra, Takiyüddin ve gözlem

ekibinin uygunsuz bir biçimde melekleri iz-

lediği iddiası da rasathanenin sonunu ha-

zırlamış ve rasathane 1580 yılında Kılıç Ali

Paşa’ya yıktırılmış. Bu bilgilerin çoğu ta-

rihçiler arasında tartışılıyor, tarihler, kişiler

ve iddialar her kaynakta farklı belirtiliyor.

Fakat rasathanenin yıkılışındaki siyasi se-

beplerden başka asıl ilginç olan Osmanlı

halkının “uzayı gözleme” eylemini “me-

lekleri gözleme” eylemine dönüştürüp

bunu sakıncalı bularak rasathaneyi yıktır-

dıkları söylentisi. Henüz bilim geleneğinin

yerleşmediği 16. yüzyılda böyle bir olayın ya-

şanma ihtimali elbette var. Sonuç olarak,

“Takiyüddin kimdir?” diye sorulduğunda zi-

hinlerde, trigonometri terimlerinin tanım-

larını yapan matematikçi ve dünya ekseni-

nin 23 derece 27 dakikalık eğikliğini 1 da-

kika 40 saniye farkla gerçeğine en yakın ola-

rak hesaplayan gökbilimci ile birlikte ra-

sathanede oturup sabah akşam melekleri iz-

leyen bir hasta da canlanıyor. Zaten efsa-

neler de böyle doğuyor.

Takiyüddin’den bahsetmemin sebebi

elimdeki kitap: “Rasathane'de Bir Gece”.

Kelime Yayınları’ndan çıkan Özlem Tok-

man'ın yazdığı bu macera kitabının can da-

marını Takiyüddin Rasathanesi oluşturuyor.

Özlem Tokman 1978 Ankara doğumlu,

Uluslararası İlişkiler mezunu. Lisans eği-

timinin ardından İngiltere’de lisanüstü eği-

tim almış, Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış

ve Pekin Büyükelçiliği’ne diplomat olarak

atanmış. Bu başarılı kariyerin ardından

anne olduğunda iş hayatına kısa süreliğine

ara verip kızı Ada’dan aldığı ilhamla çocuk

kitapları yazmaya başlamış. Kitabın çizim-

lerini üstlenen Canan Barış ise uzun yıllar

reklam ajanslarında sanat yönetmenliği

yapan, şu sıralar serbest illüstratör olarak

çalışan başarılı bir çizer. Gelelim bu ilginç

konulu maceranın öyküsüne.

GERÇEKLE HAYALARASINDA

Kitabımızın çocuk kahramanı Elif, evin

tek çocuğu. On üç yaşına basacağı gün, anne

babası doğumgününü unuttuğu için Elif çok

öfkeleniyor. Sinirle odasına girip pencere-

nin kenarına oturuyor ve gökyüzünü izle-

meye başlıyor. Bir yandan hem anne ba-

basına kendisine bir kardeş yapmadıkları

için kızarken bir yandan da tek çocuk ol-

duğu halde nasıl doğumgününü unutmayı

başarabildiklerini düşünüyor. Saat 21:09'u

gösterdiğinde gökyüzünde kayan bir kuy-

rukluyıldızdan yeryüzüne doğru bir ışık

hüzmesi inmeye başlıyor ve bu yoğun ay-

dınlık o gecenin bitiminde Elif için yeni bir

başlangıca dönüşüyor. 21:09 Elif'in doğum

saati! Düşünün ki bir sabah uyanıyorsunuz,

anne babanız çalıştığı için evde yalnız ol-

duğunuzu bilerek salona doğru ilerliyor-

sunuz. Sonra mutfaktan birtakım sesler du-

yuyorsunuz. Mutfağa doğru yöneldiğinizde

karşınıza çıkan manzara şu: Anneniz işe git-

mek yerine mutfakta kahvaltı hazırlıyor, ba-

banız aynı şekilde masada gazetesini oku-

yor ve yanlarında biri kız diğeri erkek, iki

küçük çocuk var. Siz daha rüyadan uyanıp

uyanmadığınızı anlamaya çalışırken anne-

niz size “Hadi gel kardeşlerinin yanına otur,

omletin hazır olmak üzere” diyor. “Olamaz,

benim kardeşim yok ki!”

“Kitabın Gizemi” serisinin ilk kitabı olan

“Rasathane’de Bir Gece”de Elif’le birlik-

te, Takiyüddin’in rehberliğinde aydınlık

ve karanlık güçlere karşı heyecan verici bir

fantastik maceraya çıkacaksınız.

İyi okumalar diliyoruz.

(Rasathane’de Bir Gece, Özlem Tok-man, Kelime Yayınları, 144 s.)

30 KASIM 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

“Kitab�n Gizemi”serisinin ilk kitab� olan“Rasathane’de BirGece”de Elif’le birlikte,Takiyüddin’inrehberli�inde ayd�nl�k vekaranl�k güçlere kar��heyecan verici birfantastik macerayaç�kacaks�n�z

İREM HALIÇ[email protected]

Geçmi�e T�rmanan Merdiven

Yazarlık üzerine, mizahla renklenen eğlenceli

bir öykü! Evrensel konuları, sıradan insanların sı-

radışı halleriyle anlatan, sosyal sorunları güçlü bir

mizah dili ve renkli karikatürlerle işleyen Behiç

Ak, çocukların gözdesi “Gülümseten Öyküler” di-

zisinin 10. kitabında, mahalle yaşamı, aile tarihi

ve yazarlık üzerine etkileyici bir öykü anlatıyor.

Sahipsiz köşke yeni taşınan yazarın izini süren bir

çocuk, geçmişe doğru yolculuk yaparken, kendi

ideallerini de keşfeder. Yaşamı değişik açılardan

algılayabilme ve anlamanın önemini işleyen

öykü, gözlem yapmanın bazen deneyimlemekten

daha anlamlı olabileceğini düşündürürken, hayal

gücüne ve bireysel keşiflere bırakılan payın, yaratıcılığı nasıl körüklediğine dik-

kati çekiyor. Behiç Ak’ın bu kitabı, çocukları yazmaya ve çizmeye heveslendir-

diği “ÇizeYaza Öyküler” projesine de yeni bir davet niteliğinde. (Bu projeye ka-

tılan çalışmalar cizeyaza.tumblr.com adresinde sergilenmektedir.) Çocukların bah-

çesinde oyun oynadığı tarihi bir Boğaziçi köşküne bir yazar taşınır. Bütün mahalle,

hiç ortalarda görünmeyen yazarın nasıl yaşadığını merak eder. Bir yazar nasıl bu

kadar zengin olmuştur? Evde kaç hizmetçi çalıştırıyordur? Yazar, mahalledeki

berbere ya da kahveye neden uğramıyordur? Yazarın köşkünü keşfetme cesaretini

bulan tek kişi, küçük Doğaç'tır. Köşkün merdivenlerini tırmanırken, hem Yazar'ın

hem de yazarlığın sırlarını çözmeye başlayacaktır...

Tav�an Peter Masal�İş Bankası Kültür Yayınları minik okurları için yine

renkli ve eğlenceli bir kitap yayınladı. Kültür Yayınları

Oscarlı senarist ve oyuncu Emma Thompson’ın

küçükken babasından dinlediği ve İngiltere’de bir fe-

nomen olan Beatrix Potter’in orijinal hikayesinden

esinlenerek kaleme aldığı yeni bir “Tavşan Peter Ma-

salı”nı minik okurlarıyla buluşturdu. Sevimli ve afa-

can tavşan Peter’in yeni ve renkli maceralarını konu

alan kitap, Eleanor Taylor’un muhteşem çizimleriyle

masal tutkunlarına ulaşıyor. Thompson’un yeni ma-

salında can sıkıntısı ve başka yerlere gitmenin özle-

miyle içinde Bay Yeşilbahçe’nin bahçesine dalan Tav-

şan Peter beklenmedik tesadüfler sonucu istediği he-

yecana kavuşuyor. Tavşan Peter İskoçya’nın yemyeşil dağlarında yaşadığı mace-

ralarla minikler için renkli ve sıcacık bir dünyanın kapılarını aralıyor. Daha önce

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Tavşan Peter ile Pofuduk Tavşancıklar”,

“Tavşan Peter ile Saklambaç” ve “Tavşan Peter” isimli kitaplarla miniklere ula-

şan Tavşan Peter bu yeni sevimli masalın sonunda minik okurlarına Thompson’un

yazacağı yepyeni maceralarla geri döneceğinin sinyallerini veriyor.

Aç�l Maske Aç�l

Aytül Akal’ın düşlerinden dökülen sözcükler,

Mustafa Delioğlu’nun paletinden sıçrayan renklerle

birleşerek, serinin ilk iki kitabında olduğu gibi yine

kapıların birbiri ardına açıldığı büyüleyici bir gör-

sel ve edebi şölen vaat ediyor minik okurlarına.

“Abla olmak zor iş! Kardeşinin haylazlıklarına kat-

lanmak yetmezmiş gibi bir de yıl sonu gösterisini

izlemeye gitmek, çekilecek dert değil. Üstüne

üstlük, kulisteki kalabalık arasından kardeşini

bulup çıkarmak da cabası! Hoop, yakaladım! Çı-

kar maskeni bakalım, gösteri bitti. Nasıl olur, sen

kardeşim değilsin ki! Hah, şimdi buldum! Ay, yine

o değil! Öff, şu kardeşim yok mu!..” Çocuk ede-

biyatının renkli kalemlerinden Aytül Akal, evrensel motifler kullanarak her kül-

türün kendine özgü farklılıkları olduğunu hatırlattığı bu öyküsünde; okurlarını,

özgünlük ve hoşgörü kavramları üzerine düşünmeye yönlendirirken, satır ara-

larına serpiştirdiği küçük mesajlar yoluyla da “tek tip birey” olmaya karşı eleş-

tirel bir yaklaşımda bulunuyor. Şiirsel dili ve gökkuşağının renkleriyle boyanan

resimleriyle “Açıl Maske Açıl”, çocukları farklı kültürlerle tanıştırarak hoşgö-

rüye yönlendiren, cesur ve yaratıcı bir kitap.

Behiç Ak, Gün�����Kitapl���, 92 s.

Aytül Akal, MustafaDelio�lu, Uçanbal�k

Yay�nc�l�k, 36 s.

Emma Thompson,�� Bankas� KültürYay�nlar�, Çeviren:

Cumhur Öztürk, 65 s.

Page 21: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

Müzik literatürüne ismini altın

harflerle yazdırmış İngiliz alternatif

rock grubu The Cure, melankolik

ve kasvetli tarzıyla gotik rock mü-

ziğin temsilcilerinden. Solisti Ro-

bert Smith ise çılgın saçları, sür-

düğü kırmızı ruj ve gözlerine yap-

tığı siyah makyajla hafızalarımıza

kazınan bir isim olmanın ötesinde

güçlü bir söz yazarı da ayrıca. Bu

hafta dünyaca ünlü müzik grubu

The Cure'un müziğinin edebiyat-

la ilişkilendirmesini ele alıyoruz.

The Cure'un dinleyicisine ver-

diği en güzel şeylerden biri, solis-

ti Robert Smith'in etkilendiği ede-

biyatçıları, yazarları okuma isteği

uyandıracak denli güçlü bir felse-

feye ve sözlere sahip olmasıdır.

Şarkı sözünün bir melodiyle gelip

geçerliğin ötesine taşındığı müzi-

ğe sahip olmak The Cure'un gü-

cünü arttıran en büyük etmenler-

den. Roberth Smith dinleyicisini

iyileştiren müzik adamlarından

biri.

Robert Smith'in “The Narnia

Chronicles” (C.S. Lewis) ile baş-

layan okuma serüveni, Kafka, Al-

bert Camus ve Jean-Paul Sartre

gibi varoluşçuları okumakla etki-

leşim sürecini sürdürmüştü. Son-

raları Robert Smith röportajla-

rında Sartre'ın önemli eseri “The

Nausea”dan alıntılar görülecekti.

Smith'in edebiyatla kurduğu bağ

zamanla şarkılara ilham vermeye

başlamıştı. Charlotte Sometimes,

The Outsider, At Night gibi par-

çalar buna örnek gösterebilecek-

lerimiz.

22 aralık 1978 tarihine geldi-

ğimizde The Cure “Killing an

Arab” çalışmasını piyasaya sürdü.

Fransız varoluşçu yazar Albert

Camu'nun “Yabancı” kitabından

etkilenerek yazılmış olan bu par-

ça grubu büyük bir karışıklığın

içine soktu ve isimden kaynaklı

olarak “ırkçılık” suçlamasıyla kar-

şı karşıya kalan grubun albümü pi-

yasadan toplatıldı. Grup bu duru-

ma çareyi ırkçılık karşıtı bir am-

blemi albüm kapağına yerleştir-

mekte buldu.

“How Beautiful You Are”

Charles Baudelaire'in “Les Yeux

des Pauvres” adlı kısa öyküsünden

etkilenerek yapılan bir The Cure

parçasıdır. Patrick White’ın “The

Cockatoos” adlı eseri “Love Cats”

parçasına ilham kaynağı olmuştur.

Robert Smith’in en beğendiği ya-

zarlar arasında yer alan şair Dylan

Thomas'ın “Love In The Asylum”

adlı şiirinin sözleri “The Top” al-

bümünde henüz melodi halinde-

ki olan “Birdmad Girl” parçasına

okumuştu. “The Top” albümü yer

alan diğer bir diğer parça “Bana-

nafishbones”, J.D. Salinger’ın “Do-

kuz Öykü”kitabındaki ilk ve en

çarpıcı öyküsü olan “Muzbalığı

İçin Mükemmel Bir Gün” adlı

öyküden etkilenerek yazılmıştır.

Jean Cocteau’nun “Les En-

fants Terribles” adlı eseri Robert

Smith’i gözyaşları içinde bıraktığı

söylenir.

Smith, okuduğu en iyi kitabın

Thomas Nagel'in “The Point of

View of Nowhere”olduğunu söy-

ler.

William S. Burroughs'un “Çıp-

lak Şölen”i, Vladimir Nabokov'un

“Lolita”sı yazarın severek oku-

duğu ama eserlerinde yer vere-

mediği kitaplardandır.

Robert Smith kayıt stüdyosu-

nun hatta evinin duvarlarında bile

beğendiği yazarlardan alıntılar ka-

raladığı söylenir. Yıllardan beri

Robert Smith kendi kısa öyküle-

rinden oluşan bir kitap yazacağı ve

adının “The Glass Sandwich” ola-

cağı da söylentiler arasında. İler-

leyen süreçte bu söylentilerin ger-

çeğe dönüşüp dönüşmeyeceğini

bekleyip göreceğiz.

SES - SÖZ

Mazhar Müfit

Kansu, Cumhuriyet

D e v r i m i ’ m i z i n

önemli tanıkların-

dandır. Atatürk’ün

başlattığı harekâta

Erzurum’da katılır

ve ölümüne kadar

da birlikte olur. Bu beraberliği de

“Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le

Beraber” isimli kitabıyla ölümsüzleştirir.

B�TL�S’TEN ANKARA’YAİki ciltlik kitap 1966 yılında Türk Tarih

Kurumu tarafından basılmıştır. Kansu,

Bitlis Valisi iken hakkında Ermeni meza-

limi gerekçe gösterilerek soruşturma açı-

lır. Mütareke yıllarıdır. İstanbul’a gitse tu-

tuklanıp Boğazlıyan Kaymakamı Kemal

Bey’in başına gelenler onun da başına ge-

lecektir. Millici olduğu için tarihi kararı ve-

rir ve yolunu değiştirir. Bu hayırlı yolculuk

devrimle sonuçlanır ve çok önemli olayla-

ra da tanık olur. Bunları günü gününe not-

lara aktarır. Mazhar Bey’in hususiyeti de

budur. Notları öyle işe yarar ki, Mustafa Ke-

mal Paşa birşey hakkında takıldığında he-

men onun notlarına başvurur. Notlarda ne-

ler yok ki: Erzurum ve Sivas Kongresi ha-

zırlıkları ve oralarda yaşananlar, çekilen sı-

kıntılar, kaybedilmeyen umutlar, zaferler,

bir de Mustafa Kemal Paşa’nın “yaz” de-

dikleri tabi...

ÇAY PARALARI B�LE YOKTUGerici kesimin meşhur yalanı vardır ya

“Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı

Samsun’a 40 bin altınla gönderdi” diye...

Mazhar Bey’in notlarını okursanız bunun

ne kadar saçma bir yalan olduğunu gö-

rürsünüz. Çünkü Erzurum ve Sivas’ta

öylesine para sıkıntısı çekilir ki; kimi za-

man çay ve şeker alacak paraları bile yok-

tur. Muzhar Bey, o anlarda Paşa’dan ricada

bulunur, bankadan borç almak için, ancak

“Sen bize şimdi de bankaları dolandırı-

yorlar mı dedirttireceksin” diye geri çe-

virtir. O anda ise “Allahtan ümit kesilmez”

sözleri devreye girer. Bunlardan birisi

Erzurum’dan Sivas’a gidileceği günlerde

yaşanır. Bin lira para lazımdır. 4 araba tu-

tulacaktır. Ortada para yoktur. Gelenler-

den birisine “Çay içmezsiniz değil mi?” de-

nilmiştir. O, durumu anlamış ve eve gi-

derek biriktirdiği 900 lirayı getirerek ver-

miştir. İşte bu özverilerle yola düşülür. Si-

vas’a gidiş öyle

kolay olmamıştır.

Dersim geçitlerini

eşkıyalar tutmuş-

tur. Yarı gerçek

yarı yalan! Ya

doğruysa. Dön-

mek yok. Mustafa

Kemal Paşa ge-

rekli tedbiri ala-

rak “ölüm pahasına” yola düşer. Sivas’a va-

rılır. Yolda yedikleri yemek ise ekmek, so-

ğan ve zeytindir. İştahla yerler...

VAKT� ZAMANI GEL�NCEMazhar Bey’in kitabında öylesine ilgi

çekici olaylar edebi bir dille anlatılır ki,

koca kitabı bitirmeden bırakasınız gelmez!

Unutulmaz satırlardan birisi de Mustafa

Kemal Paşa’nın Mazhar Bey’e “Yaz ba-

kalım” deyip de “Vakti zamanı gelince hü-

kümetin şekli Cumhuriyet olacaktır” söz-

leri... Bunların yazıldığı an, Mazhar Bey

şaşkınlığını gizleyemez. Ama olmuştur.

Vakti zamanı gelince de sorulur. “Şimdi

neredeyiz” diye! Atatürk ve Cumhuriyet

dönemi meraklıları bu kitabı okumamış-

larsa “Kitap okudum” demesinler. Uzun

yıllar milletvekilliği yapan Mazhar Bey’i,

12 Kasım 1948 günü kaybettik. Saygıyla

anıyoruz. İyi ki günü gününe not tutmuş-

sunuz. Sayenizde neler öğrenmedik ki...

Erzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraber

ERCAN DOLAPÇI

GÖKÇE KALE

MazharMüfit Kansu

Mazhar bey

Sivas Kongresi heyeti, 4 Eylül 1919

30 KASIM 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

The Cure ve esin kaynağı

Robert Smith

Page 22: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

30 KASIM 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Her şey sıfırın altında başlar. Kar maskeleri ge-çirildikçe başların etrafına, gerçek yüzler or-taya çıkar. İnsan, saklanınca kendisi olur.Kalınkumaşlara gömülünce çıplak kalır. Her şey sı-fırın altında biter. Hayaller de, gerçekler kadarbuz tozuna dönüşünce.

1Benim hakikatim senin için bir yalan olabilir,Mümkündür bu, elbette, kuşku duymak uzunyaşamış olanın ayrıcalığıdır, işte belki bu yüz-den, benim gözüme yalancılık gibi gelen şey-leri gerçek kabul etmeye beni ikna edemezsin.

Belli çok düşünmüş beni. Anlamış. Ama anla-yamadığı bir şey yok mu, benim bile anlaya-madığım? “annem diyor ki...” gibi gitme kaldediğimde “bugün olmaz” demesi gibi... Bu-günün çok uzun olduğunu bilmiyor mu?

3

a) Murathan Mungan - Kullanılmış Biletler

b) Hakan Günday - Ziyan

c) Hikmet Temel Akarsu - Dekadans Geceleri

d) Murat Menteş - Korkma Ben Varım

e) Hakan Yaman - Fotoğraftaki Kadın

a) Hermann Hesse - Siddartha

b) Virginia Woolf - Dalgalar

c) Jose Saramago - Kabil

d) Albert Camus - Düşüş

e) D.H. Lawrence -Bakire ile Çingene

a) Yusuf Atılgan - Aylak Adam

b) Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar

c) Tezer Özlü - Kalanlar

d) Ahmet Altan - Tehlikeli Masallar

e) Tomris Uyar - Ödeşmeler

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(c) 3-(a)

SOLDAN SAĞA1. Resimdeki yazar - Kiloamper (kısa)2. Otlar - Çıplak - İpotek, tutu3. Beynin parçaları, bölümleri - Brom’un simgesi - Pozitif

elektrot - “... Güler” (fotoğrafçı)4. Bir bilim veya sanata özgü kelime, deyim, terim - Yüzyıl

(kısa) - Bir iş, bir görev için yetiştirilmekte olan kimse,namzet

5. Köpek - “Hay hay”, “olur” anlamında bir sözcük - Türklirası (kısa) - Rutenyum’un simgesi

6. Düşünce, kavrama ve anlama gücü, us - Hastalık yapıcıözelliği olan mikroorganizma veya madde

7. Beyaz - Kimi zaman - Hz.Muhammed’i övmek amacıylayazılan kaside

8. Özel gezinti gemisi - Voltamper (kısa) - Sahip, malik - Çinsatrancı

9. Güçlükleri, engelleri yenme kararlılığı - Mezopotamya pan-teonunda tüm tanrıların babası ve kralı olan gök tanrısı

10. Son, sonunda - Tel, sicim veya iplikten kafes şeklinde ya-pılmış örgü - Türk Standartları Enstitüsü (kısa)

11. Yanan şeylerden geri kalan toz madde - Tesir - “... Far-row” (aktris) - Yabancı

12. Mana; meal - Doğru veya düz olmayan - Olan, olmuş 13. Film seslendirmelerinde, tiyatro oyunlarında hareketlere

uygun seslerin bazı özel yöntemlerle çıkartılması işlemi -Başlangıçta yer alan - Molibden’in simgesi

14. Bir haber ajansı - Bir Afrika ağacı - Şöhret - Üzeri emaylakaplanmış olan

15. İnsan yüzü kalıbı - Sarıya çalan açık yeşil renk - En kısa za-man parçası, lahza

YUKARIDAN AŞAĞIYA1. Kılıcın ya da bıçağın keskin yüzü - Resimdeki yazarın bir

eseri2. Osmiyum’un simgesi - “... Gündüz Kutbay” (ney üstadı) -

Kan - Ayak3. Kuşkucu, şüpheci - Devrimden önce Fransa’da soylu olma-

yanlardan alınan bir vergi4. Tümör - Köleye ya da cariyeye özgürlüğünü geri verme -

Zirkonyum’un simgesi - Dört bir taraf5. Hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler arasında geçtiği ha-

yal edilen öğretici masallar - Bir resmi sulandırılmışrenklerle boyama ya da gölgeleme biçimi - Uzun, yorucuve özenli çalışma

6. Tanrı - Araba koşumlarında atların boynuna geçirilen ağaççember - Kuruyarak veya çürüyerek içi boşalmış olan

7. Tantal’ın simgesi - Her zaman, daima, sürekli olarak - Engel8. Seciye, karakter - Lantan’ın simgesi - İplik eğirmekte kulla-

nılan, ağaçtan yapılmış bir alet - Herhangi bir sefer içinmerkez olarak seçilip ona göre donatılmış olan yer

9. Bir kömür türü - Dünya zevklerini hoşgören, dünyaya önemvermeyen, kalender

10. Rey - Kimononun üstüne takılan, biçimi ve boyutu cinsiye-te, yaşa, mevkiye ve bölgeye göre değişen, bir düğümle bir-leştirilen geniş ipek kuşak - Asıl sebep, etken, faktör

11. Geri; peş - Çin’in plakası - Düşman, hasım - Bir tür tatlıçörek

12. Bir soru sözü - Herkesin gözü önünde, açıktan açığa - Şi-kar - Bir nota

13. Sınır, uç - Sodyum’un simgesi - Bir çalgı türü - Japon-ya’da buda rahibesi

14. Yineleme - Gümüş’ün simgesi - Kaliforniya’da yetişen,yüksek boylu ve çok uzun ömürlü kozalaklı ağaç

15. Resimdeki yazarın bir eseri - Genişlik

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek
Page 24: KITAP Aydınlıktabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı sayılabilecek