KENT VE SAĞLIK

481
Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA Bildiri Özetleri Kitabı

Transcript of KENT VE SAĞLIK

Page 1: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı

Page 2: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı

ISBN 975-6149-23-X

CMS Kongre Yönetim Sistemleri Uluslararası Organizasyon Yayıncılık Bilişim Hizmetleri Limited Şirketi Dedekorkut Sokak No: 16/ 4 Çankaya 06690 Ankara TURKEY Tel : +90 312 442 8845 Fax : +90 312 439 5545 E-mail : [email protected]

Page 3: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı

Page 4: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı

Page 5: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sunuş Yazıları

v

Değerli Katılımcılar, Uludağ Üniversitesi ve Nilüfer Belediyesinin işbirliği ile düzenlediğimiz Kent ve Sağlık Sempozyumuna beklenenin çok üzerinde bir katılım oluştu. Sağlığın çok bilinen belirleyicilerinin ötesindeki sosyal belirleyicilerin enine boyuna tartışıldığı oturumlarda ortaya konan gerçekler alana büyük katkılar sağladı. Sağlık hizmetinin, sadece hastalıkların iyileştirilmesi olarak algılanmasının yanlışlığı da belirgin biçimde ortaya çıktı. Kentsel yaşamın yeniden düzenlenmesinin ya da çeşitli düzeltmeler yapılmasının, insanın sağlıklı yaşaması için ne kadar önemli olduğu gerçeği, herkesin üzerinde anlaştığı bir sonuç olarak kabul edildi. Sempozyumumuza bilimsel katkılarından ötürü tüm katılımcılara, ayrıca sempozyumun gerçekleştirilebilmesi için bizi yüreklendiren ve destekleyen Uludağ Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Mustafa YURTKURAN’a ve Nilüfer Belediye Başkanı Sayın Mustafa BOZBEY’ e sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Prof. Dr. Hamdi AYTEKİN Düzenleme Kurulu Adına Sempozyum Başkanı

Page 6: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sunuş Yazıları

vi

Page 7: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sunuş Yazıları

vii

Bir şehir farklı tür insanlardan oluşur; benzer insanlar bir şehir meydana getiremezler.

Aristotales/Politika

Kentler, uygarlığın ve demokrasinin kaynağı olmanın yanında, siyasal düşüncelerin geliştiği ve üretimin çeşitlendiği yerleşimlerdir. Kent ve kentsel yaşamın insanlık tarihinde taşıdığı önemin yanında, içinde bulunduğumuz yüzyılda dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun kentlerde yaşadığı düşünüldüğünde, kentsel sorunların çözümlenmesi ve bu sorunların çözümüne yönelik politika arayışları öncelik kazanmaktadır. Kentlerimiz hızla büyüyor, kalabalıklaşıyor. Hizmet ihtiyacı artıyor ve çeşitleniyor. Kentin avantajları özellikle yoksullar için dezavantaja dönüşüyor. Kentsel hizmetlere ulaşımda yaşanan eşitsizlikler farklı sosyal gruplarda yer alan yurttaşlarda ortak kentlilik bilincinin dolayısıyla demokratik kent kültürünün oluşmasını engelliyor. Kentsel koşulların herkes için yaşanabilir düzeye dönüştürülmesi uzmanlardan oluşmuş bir ekibin hazırlayacağı, ama her aşamasında kentli yurttaşların müdahale ve etkisine açık, demokratik bir planlama sürecinin ürünü olan kent planlarının kararlı yerel politik irade tarafından uygulanması ile mümkün olduğunu düşünüyoruz. Sağlığın salt hasta-doktor ilişkisine indirgendiği, sağlık hizmetlerinden sadece daha iyi koşullardaki hastanelerin anlaşıldığı bir kavrayış yerine herkese eşit ve ücretsiz sağlık hakkının temel alındığı politikalar kentlerimizdeki yaşamı değiştirme niteliğine sahiptir. Sağlık hizmetlerinin kent planlamasından, okul sayısına, göçten çevresel risklere doğru değişen bir altyapılar zincirine bağlı olduğu gerçeğini tartışmak, bu noktadaki genel bakış açılarının ve paradigmaların değişmesi açısından yaşamsal bir öneme sahiptir. “Kent ve Sağlık Sempozyumu” Uludağ Üniversitesi ile Nilüfer Belediyesi’nin sağlık alanında sürdürdükleri verimli ve anlamlı işbirliğinin bilimsel alanda ulaştığı noktadır. Sağlıklı bir çevrede yaşamak temasıyla düzenlediğimiz Sempozyumda çağımız kentlerinin sorunları olan, kırdan kente göçü, sağlıkta eşitsizlikleri, sokak çocuklarını ve yoksulluğu, sağlıklı kent planlamayı, hava, su, gürültü, elektromanyetik alan gibi kentlerin çevre sorunlarını, sağlığın sosyal belirleyicilerini ve temel sağlık hizmetlerini, şiddeti ve kentin iç dünyasını konunun uzmanları ve halkımızla tartışmak istiyoruz. Sempozyumun ülkemizde yaşayan tüm insanlar yerel yönetimler ve hekimler açısından önemli sonuçlar ortaya çıkaracağına inanıyoruz. Sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamanın en temel insan hakkı olduğu bilincinden hareketle geleceğin kentlerini yaratma çabamıza ve bu bilimsel çalışmaya katkı koyan herkese sonsuz teşekkürler…. Mustafa BOZBEY İnşaat Yüksek Mühendisi Nilüfer Belediye Başkanı

Page 8: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sunuş Yazıları

viii

Page 9: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Düzenleme Kurulu

ix

Düzenleme Kurulu

Page 10: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Düzenleme Kurulu

x

Page 11: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Düzenleme Kurulu

xi

Sempozyum Düzenleme Kurulu

Nalan AKIŞ / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Ayşe ALPOĞUZ / Nilüfer Belediyesi

Seyithan BİNGÖL / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Michaela KENDALL CANGÜL / Uludağ Üniversitesi Mühendislik Fakültesi

Nilgün DÜNDAR / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Evrim EKİZ / Nilüfer Belediyesi

Harika GERÇEK / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Mehmet GÜLAY / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Hande GÜLEKLİ / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Zerrin GÜLEŞ / Nilüfer Belediyesi

Hülya GÜVEN / Nilüfer Belediyesi

Aylin KIRAL / Nilüfer Belediyesi

Özlem KİZEK / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Çiğdem KIZILKAYA / Nilüfer Belediyesi

Erdinç OSMAN / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Kayıhan PALA / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Rukiye ÇETİN SEÇKİN / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Vahap SINMAZ / Nilüfer Belediyesi

Nilüfer ÇAKIR TAVUKÇU / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Selman TUZCU / Nilüfer Belediyesi

Şeref TUZCU / Nilüfer Belediyesi

Alpaslan TÜRKKAN / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Meriç Arzu UTKU / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

İlknur VATAN / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Gökhan ÖLMEZ / CMS Kongre Yönetim Sistemleri

Page 12: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Düzenleme Kurulu

xii

Page 13: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xiii

Sempozyum Programı

Page 14: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xiv

Page 15: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xv

BİRİNCİ GÜN 07 Haziran 2006 Çarşamba

A SALONU B SALONU

08:00-09:00 KAYIT

09:00-10:00 AÇILIŞ OTURUMU

10:00-11:00

A.1.1 KONFERANS “Tarihten Günümüze Kent Kavramı” Oturum Başkanı : Prof. Dr. Ruşen KELEŞ Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Konuşmacı: Y. Müh. Mim. Cengiz BEKTAŞ Bektaş Mimarlık

11:00-11:15 Çay/Kahve Arası

11:15–12:15

A.1.2 KONFERANS “Kent ve Toplumsal Sınıflar” Oturum Başkanı: Gürhan AKDOĞAN Nilüfer Kent Konseyi Başkanı

Konuşmacı: Prof. Dr. Korkut BORATAV Ankara Üniversitesi Siyasal Bil. Fak.

12:15–13:30 Yemek

13:30–14:30

A.1.3 KONFERANS “Eşitsizlikler ve Sağlık” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Necla AYTEKİN Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Konuşmacı: Prof. Richard WILKINSON University of Nottingham Medical School, Division of Epidemiology & Public Health

B.1.3 KONFERANS “Katı Atıklar ve Tıbbi Atıkların

Yönetimi” Konuşmacı: Prof. Dr. Günay KOCASOY Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü

14:30–14:45 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

14:45–16:15

A.1.4 PANEL “Göç ve Kentlerde Sağlıkta Eşitsizlikler”

B.1.4 PANEL “Kent, Çevre ve Enerji Politikaları”

Page 16: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xvi

Konuşmacılar: Prof. Dr. Atilla GÖKTÜRK Muğla Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fak. Kamu Yönetimi Bölümü Doç. Dr. İlker BELEK Akdeniz Üniversitesi Tıp Fak.Halk Sağ. AD.

Uz. Dr. Alpaslan TÜRKKAN Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

Oturum Başkanı: Erdem SAKER Bursa Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı Konuşmacılar: Doç. Dr. Tanay Sıdkı UYAR Marmara Üniversitesi Mühendislik Fak. Makine Mühendisliği Bölümü

Cihan DÜNDAR Çevre Yüksek Mühendisi

Kemal ULUSALER TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Genel Başkanı

16:15–16:30 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

16:30–17:15

A.1.5 KONFERANS “Sağlık Etki Değerlendirmesi” Oturum Başkanı: Doç. Dr. Kayıhan PALA Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Konuşmacı: Erica ISON – Specialist Practitioner National Health Service, Public Health Resource Unit, Oxford U.K.

B.1.5 DAVETLİ BİLDİRİLER “Yoksul Kesimin Sağlık Sorunları”: Ankara ve Diyarbakır Kentlerinde Karşılaştırmalı Bir Araştırma Konuşmacılar: Prof. Dr. Melih ERSOY Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fak. Ş.B.P. Bölümü

“Kadın ve Şiddet”: Kentte Yapılabilecekler Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ Çukurova Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

17:15–17:30 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

17:30-18:30

A.1.6 SÖZEL BİLDİRİLER A2- Kent ve Göç (Gecekondulaşma) 0014 / S1. Türkiye’de İç Göçün Sağlık Hizmet Sunumu Kalitesine Etkisi Çubukçu Mert 0018 / S2. 1990' lar Sonrası Diyarbakır Kentine Göçle Gelenler ve Sağlıkları Elmacı Nuran, Erkan Rüstem 0054 / S3. Göç ve Şiddet Sarmalı İçinde Kentsel Yerleşimlerin Nöbetleşe Yok Edilişinin Hikayesi: GAP Bölgesi Örneği Sami Kamuran

B.1.6 SÖZEL BİLDİRİLER D4- Spor ve Oyun Alanları 0021 / S8. Ankara Şehir Merkezindeki Bir Belediyenin Dokuz Mahallesindeki Çocuk Parklarında Çevre Güvenlik Durumu ve EMA Düzeyi Saptanması Sevencan Funda, Özcebe Hilal, Çilingiroğlu Nesrin, Telatar Gökhan Tahsin, Önder Fatma Gül, Karakaş Gülin Gökçen 0031 / S9. 3–6 Yaş Grubu Çocuklarının Gelişiminde Çocuk Oyun Alanları Tasarımının Yeri Arslan Mükerrem, Kiper Tuğba, Erdinç Lerzan

Page 17: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xvii

0088 / S4. Ötekinin İçindeki Öteki: Çiğdemtepe Gecekondu Mahallesi Örneği Haliloğlu Kahraman Zerrin Ezgi 0138 / S5. Kent, Planlama ve Yerel Yönetimlerin Artan Sorumlulukları Henden Hatice Burçin 0159 / S6. Gecekondulardan Çağdaş Yerleşimlere Doğru Bir Kentsel Dönüşüm Yaklaşımı Uzun Bayram, Yomralıoğlu Tahsin, Nişancı Recep B2- Kentlerin Sağlık Sorunları 0147 / S7. Kentsel Yerleşmelerde Kaybedilen Doğal Değerler: Ankara Atatürk Orman Çiftliği ve Bursa Ovası Örnekleri Atac Ela, Eke Feral

C6- Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık 0024 / S10. Bir Grup Üniversite Öğrencisinin Beslenme Alışkanlıkları ve Etkileyen Faktörler (2003) Telatar Tahsin Gökhan, Üner Sarp, Beyhun Nazım Ercüment 0197 / S11. Toplu Beslenme Hizmeti Veren Kurumların ts 8985’E Göre Değerlendirilmesi: Konya İli Örneği Aktaş Nazan, Özdoğan Yahya D7- Sigarasız Kent 0060 / S12. Çevresel Faktörlerin Astım Hastası Çocukların ve Ebeveynlerinin Yaşam Kalitesine Etkisi Yıldırım Ayşegül, Lüleci Emel, Nuhoğlu Çağatay, Ceran Ömer 0096 / S13. “Sigarasız Kent” Kavramlaştırılması ve Şehir Planlama Terminolojisindeki Anlamı Ergin Şenel, Diktaş Erdal Onur C5- Sağlıklı Yaşlanma 0077 / S14. Yaşlı Sağlığı Örgütlenmesi Model Önerisi Giray Hatice, Meseri Reci, Saatlı Gül, Yücetin Nuray, Aydın Pınar, Uçku Reyhan

18:30–20:00

A.1.7 PANEL “Kent, Siyaset, Medya” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Yılmaz BÜYÜKERŞEN Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Konuşmacılar: İnş. Y. Müh. Mustafa BOZBEY Nilüfer Belediye Başkanı

Oktay EKİNCİ Yüksek Mimar Ahmet Emin YILMAZ Gazeteci Yılmaz AKKILIÇ Gazeteci

B.1.7 SÖZEL BİLDİRİLER

A- Kent ve Toplum

0156 / S15. Kent ve Kentte Bir Kullanıcı Grubu Olarak Gençler Bayraktar Adile Nuray 0167 / S16. Sağlığın Sosyal Belirleyicileri Perspektifinden Türkçe Literatürde Kent ve Sağlık İlişkisine Bir Bakış Arık Hale, Kesgin Coşkun, Kılıç Bülent, Ergör Alp

Page 18: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xviii

A1- Sağlıkta Eşitsizlikler 0123 / S17. Özürlülerin sağlık hizmetlerine ulaşmadaki zorlukları: Ön çalışma Bakırcı Nadi, Erden Elif Altuntaş, Sülün Serdar, Çalhan Dilda, Öz Ece, Kurt Seray, Çifçi Aylin A4- Kent ve Yoksulluk 0139 / S19. Kent Yoksullarının Yoksullukla Mücadele Stratejisi: Enformel İş Alanları, Isparta-İzmir Çöp Toplayıcılarına Yönelik Bir Alan Araştırması Ergun Cem 0162 / S20. “İyi Yaşarken de Çok Kazanabilirsiniz”: Değişen Dünya, Dönüşen Kentler Kaya Esra 0172 / S21. İşsizlik-Yoksulluk İlişkisi ve Kent İşsizliği- Kent Yoksulluğu Özsoy Muzaffer A6- Kadına Yönelik Şiddet 0079 / S22. Kadına Yönelik Şiddete Genel Bir Bakış Ekizceleroğlu Rengül, Zeyrekli Sedef 0188 / S23. Kentlerde Yaşayan Kadınların Çalış(a)mama Nedenleri Bilir Güler Seyhan C8- Hasta Hakları 0061 / S24. Hasta Yakınlarının Hakları Konusundaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi Yıldırım Ayşegül, Gözü Hülya, Sargın Mehmet, Orbay Ekrem A- Kent ve Toplum 0200 / S25. Kentlerde Toplumsal Ruh Sağlığı İçin Yeni Bir Tehdit: Toplumsal Güven(siz)lik ve Şiddet! Aslan Şükrü

20:00 KOKTEYL

Page 19: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xix

İKİNCİ GÜN 08.06.2006 Perşembe

A SALONU B SALONU

09:00-10:30

A.2.1 PANEL “Depresyon, Bağımlılık, “Bedenselleştirme” Süreçleri ve Kişilik: Kentin İç Dünyası”

Oturum Başkanı: Doç. Dr. Doğan ŞAHİN İstanbul Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD. Konuşmacılar: “Kişilik Penceresinden Sokağa Bakmak”: Kent ve Kişilik Doç. Dr. Doğan ŞAHİN İstanbul Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD.

“Kent ve Depresyon” Doç. Dr. Timuçin ORAL Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

Kent Yaşamının “Bedenselleştirme” Sürecine Katkıları Yrd. Doç. Dr. Feryal ÇAM ÇELİKEL Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi Psikiyatri AD Başkanı “Kent ve Bağımlılık”: Hazzın Acı Yüzü Doç. Dr. Kültegin ÖGEL Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi-ÇEMATEM Kliniği

B.2.1 PANEL

“Kentlerde Hava Kirliliği”

Oturum Başkanı: Dr. Michaela KENDALL-CANGUL Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Konuşmacılar: Dr. Dagmar GÖMER Institute of Hygiene and Environment, Hamburg, Germany Resident Twinning Advisor, Air Quality Twinning Project, Ministry of Environment and Forestry, Ankara

Doç. Dr. Yücel TAŞDEMİR Uludağ Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Çevre Mühendisliği Bölümü

Dr. Michaela KENDALL-CANGUL Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

Prof. Dr. Şeref GÜÇER Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Kimya Bölümü Director TUBITAK-BUTAL, BURSA

10:30–10:45 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

10:45–12:15

A.2.2 PANEL “Hava Kirliliğinin Sağlık Etkileri”

Oturum Başkanı: Dr. Michaela KENDALL-CANGUL Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

B.2.2 SÖZEL BİLDİRİLER B2- Kentlerin Sağlık Sorunları 0011 / S26. Kalabalığın İçindeki Yalnızlık. Kalabalık Kentsel Mekanların,Kullanıcı Psikolojisi ve Davranışlarına Etkisi-Beşiktaş örneği Aktürk Dilek

Page 20: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xx

Konuşmacılar: Dr. Wolfgong MUELLER Prof. Dr. Nihat SAPAN Uludağ Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD.

Dr. Michaela KENDALL-CANGUL Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

0059 / S27. Sokak Köpeklerinin Rehabilitasyonu Alanında Yürütülen Veterinerlik Hizmetleri Mumcu Evren Fatih 0070 / S28. Toplu Konut Alanlarında Sağlıklı ve Yaşanabilir Kentsel Mekânların Oluşturulması Açısından Teknik Altyapı Planlaması - Örnek: Oyak Sitesi / İzmir Erdin Evren Hilmi 0115 / S29. Katı Atık Depolama Alanları – Kent İlişkisi Ve Peyzaj (Doğa) Onarım Süreci: İzmir Harmandalı Örneği Yerli Özgür, Yerli Selin Ece, Uzun Osman 0121 / S30. Siyanobakteriler ve Kent Sağlığı Gerçek Ç. Gökçe, Yeşildal Nuray 0129 / S31. Antalya Kentinin İçme Suyu Sorunlarının Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama Teknikleri Yardımı İle Tespit Edilmesi Yıldırım Mustafa, Topkaya Bülent 0141 / S32. Bursa İli Nilüfer İlçesinde 2005 Yılı (Kasım-Aralık) İçerisinde Gürültü Ölçüm Sonuçlarının Değerlendirilmesi Utku Meriç Arzu, Sınmaz Vahap, Güleş Zerrin, Kıral Aylin, Cingöz Hüseyin, Gerçek Harika 0157 / S33. Elektromanyetik Kirlilik, GSM Baz İstasyonları ve Işınımların Ölçülmesi Hamid Ramiz, Çetintaş Mustafa, Kunter Fulya, Karacadağ Hakan 0181 / S34.Kent Ve Sakat Nüfus Kırımlı Yüksel 0184 / S35. Su ve Kanalizasyon Hizmetlerinin Halk Sağlığı ve Kentsel Yaşam Kalitesi Açısından Önemi: Malatya Örneği Görer Tamer Nilgün, Özbilen Vedat C5- Sağlıklı Yaşlanma 0095 / S36. Sağlıklı Yaşlanmaya Yönelik Mimari Tasarım İlkelerinin İrdelenmesi Yüksel Şen

Page 21: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxi

12:15–13:30 Yemek Yemek

13:30–15:00

A.2.3 PANEL “Su Kirliliği”

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hamdi AYTEKİN Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Başkanı Konuşmacılar: Doç. Dr. Ömer Faruk TEKBAŞ Gülhane Askeri Tıp Akademisi Halk Sağlığı AD.

Prof. Dr. Bülent TOPKAYA Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fak. Çevre Mühendisliği Bölümü

Prof. Dr. Ayşe FİLİBELİ Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fak. Çevre Mühendisliği Bölümü

B.2.3 SÖZEL BİLDİRİLER B1- Belediyeler ve Çevre Mevzuatı 0151 / S37. İzmir-Konak İlçesinde Gıda Sicili Belgesi Uygulamasının Değerlendirilmesi Soysal Ahmet, Ergör Alp 0155 / S38. Büyükşehirlerdeki Sosyal Altyapı Tesislerinin Çevre Planlama Sorunları ve Yaşam Kalitesi Çiftçi Çiğdem, Erdem Rahmi 0170 / S39. Konya’da Tarihi Çevrede Kirlenme Oktaç Arife Deniz B3- Kent ve Ergonomi 0080 / S40. Erzurum Kent Merkezindeki Donatı Elemanlarının Ergonomilerinin Değerlendirilmesi Bulut Yahya, Atabeyoğlu Ömer, Yeşil Pervin 0081 / S41. Erzurum Kenti Açık-Yeşil Alanların Fiziksel Engelliler Kullanımı Yönünden Yeterliliğinin Belirlenmesi Yılmaz Hasan, Öz Işık, Demircan Neslihan, Atabeyoğlu Ömer, Toy Süleyman 0101 / S42. Ergonomik Kent ve Engelliler Kalaycı Ayşe, Kutay Elif Lütfiye, Kesim Güniz Akıncı 0160 / S43. Kentsel Mekanda Evrensel Tasarım: Tasarımcının Hiç Bir Kesimi Dışlamama Bağlamında Sosyal Sorumluluğu mu? Diktaş Erdal Onur, Ergin Şenel 0169 / S44. Diyarbakır’daki Konutlarda Düşme Olguları ve Risk Faktörleri Ceylan Ali, Tatlı Mehmet, Güzel Aslan, Kurt Mehmet Emin, İlçin Ersen

Page 22: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxii

0174 / S45. Engelliler Açısından Kentlerin Ergonomisi: Bursa Kenti Örneği Karakurt Tosun Elif D5- Ulaşım 0072 / S46. Ulaşım ve Kentsel Planlamanın Sağlıklı Yaşam Üzerine Etkisi Eryılmaz Semiha Sultan, Eryılmaz Yaşasın

15:00–15:15 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

15:15–16:15

A.2.4 KONFERANS “Kent Ergonomisi ve Sağlık”

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Neslihan DOSTOĞLU Uludağ Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Konuşmacı: Prof. Dr. Çağatay GÜLER Hacettepe Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

B.2.4 KONFERANS “Kentlerde Gürültü” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hüseyin Savaş BAŞKAYA Uludağ Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Konuşmacı: Prof. Dr. Selma KURRA Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fak. Mimarlık Bölümü

16:15–16:30 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

16:30-18:00

A.2.5 PANEL “Kentlerin Dezavantajlı Gruplara Göre Düzenlenmesi”

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hülya KOÇ Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fak. Ş.B.P Bölümü Konuşmacılar: “Kentlerin Kadın ve Çocuklara Göre Düzenlenmesi” Dr. Ayten ALKAN Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Lamia YILDIZ TOKMAN Şehir Plancısı

“Özürlüler ve Yaşlılar İçin Ulaşılabilir ve Özgürleştirici Şehirler” Y. Mim. Şükrü SÜRMEN İstanbul Teknik Üniversitesi

B.2.5 KONFERANS “Kentlerde Elektromanyetik Alan Kirliliği ve Sağlık Etkileri” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Sedat ÜLKÜ Uludağ Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fak. Dekanı Konuşmacı: Doç. Dr. Songül VAİZOĞLU Hacettepe Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD.

Page 23: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxiii

18:00–18:15 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

18:15–19:30

A.2.6 SÖZEL BİLDİRİLER A5- Kimsesizler 0154 / S47. Kent Yaşamında Kimsesizlere Sunulan Hizmetlerin Değerlendirilmesi ve Olası Hizmet Seçeneklerinin Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme Savaşır Gökçeçiçek, Yörür Neriman, Altınörs Ayşegül 0158 / S48. Kent Yaşamında Yaşlılara Sunulan Yaşlı Bakım Evleri ve Huzurevlerinin Yetersizliği ve Yeni Arayışlar Şenol Pervin, Altınörs Ayşegül, Yörür Neriman C4- Okul Sağlığı 0084 / S49. Türkiye'de Okul Sağlığı Bağlamında İlköğretim Binalarının Değerlendirilmesi Yüksel Şen, Tokay Semra 0107 / S50. Ankara’da Bir İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Ve Öğretmenlerinin Ve Konu Uzmanlarının Okul Çevre Algısının Değerlendirilmesi Temel Fehminaz, Sevencan Funda, Boztaş Güledal, Vaizoğlu Songül, Güler Çağatay 0113 / S51. Bursa İli Nilüfer İlçe Merkezinde Yer Alan Okullarda Gıda Satış ve Üretim Yerlerinin Denetimi ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi Seçkin Rukiye Çetin, Pala Kayıhan, Akış Nalan B5- Ekolojik Toplum 0003 / S52. Brüksel Kenti’nde Ekolojik Ağın (Yeşil Ağ) Elemenlarını ve Çevre Değerlerini Korumaya Yönelik Eğitim Etkinlikleri-Kamu ve Sivil Toplum Örgütleri Demirel Öner, Pirselimoğlu Zeynep, Sarıkoç Elif, Özdemir Buket

B.2.6 SÖZEL BİLDİRİLER D2- Güvenli Kent Yaklaşımı 0008 / S56. Kent Güvenliği Konusunda Dikkate Alınmayan Suç: ‘Vandalizm’ Erkan Nilgün Çolpan 0069 / S57. Kent Açık- Yeşil Alanlarına Fiziksel Engellilerin Erişimi; Erzurum ve Tokat Kent Örnekleri Yılmaz Hasan, Demir Metin, Yeşil Murat, Irmak Mehmet Akif, Vural Hüccet 0118 / S58. Yaşlılarına Yaşamı Yasaklamayan Kentler Dönümcü Şadiye 0134 / S59. Ankara’da Bir İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Yaşadıkları Bölgeyi Değerlendirmesi Sevencan Funda, Boztaş Güledal, Temel Fehminaz, Özcebe Hilal 0150 / S60. İlköğretim Tesisleri Çevresinde Çocuk Güvenliğinin İrdelenmesi: Konya Örneği Özkan Ter Ümmügülsüm, Eryiğit Sedef 0161 / S61. Kentte Güvenliğin Sağlanmasına Yönelik Çözümlerin Değerlendirilmesi ve Kent Planlamanın Rolü Altınörs Ayşegül, Yörür Neriman, Çırak Hüseyin 0163 / S62. Kent ve Güven-lik Bal Eylem 0183 / S63. Kentsel Güvenlik ve Kent Planlaması İlişkisi: "Kent Güvenliği Planlaması" Henden Hatice Burçin, Korkmaz Gürol D6- Sanat ve Sosyal Faaliyetler 0097 / S64. Kentli ve Sağlıklı Olmaya Sanatsal Bir Çözüm:"Sanat Yoluyla İnsana Yardım: Sanat Terapisi " Özgür Sayar Özge

Page 24: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxiv

0029 / S53. Çevre Sorunları Farkındalık Düzeyinin İrdelenmesine İlişkin Bir Ön Çalışma: Mersin Örneği Gödelek Ertuğrul B4- Yenilenebilir Enerji Kaynakları 0050 / S54. Çok Katlı Yapılarda Yenilenebilir Enerji Kullanımı Asiltürk Emine Nur 0130 / S55. Yelkenli Rüzgar Çarkları ile Kentlerdeki Küçük Enerji İhtiyaçlarının Karşılanması Yalçındağ Saim, Abdulla Gabil

20:30

SEMPOZYUM YEMEĞİ / FOTOĞRAF YARIŞMASI ÖDÜLLERİ

Page 25: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxv

ÜÇÜNCÜ GÜN 09.06.2006 Cuma

A SALONU B SALONU

09:00-10:30

A.3.1 PANEL “Kentlerde Atık Yönetimi”

Konuşmacılar: “Tehlikeli Atık Yönetimindeki Aksaklıklar, Çözüm Önerileri” Hasan KÜÇÜK TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı “Tehlikeli (Radyokatif) Atık Yönetimi” Dr. Ümit ŞAHİN Çevre İçin Hekimler Derneği Başkanı

B.3.1 PANEL “Kent ve Ruh Sağlığı” Oturum Başkanı: Doç. Dr. Burhanettin KAYA İnönü Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD. Konuşmacılar: “Zorunlu Göç Olgusu ve Ruhsal Sonuçları”: Kentlerin Eskimeyen Yüzü Uz.Dr. Pınar ÖNEN Kocaeli Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD.

“Kent, İş Stresi ve Akıl Sağlığı” Dr. Tolga BİNBAY Ege Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD.

“Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırmalarında Bir Risk Etkeni OlarakKent” Doç. Dr. Burhanettin KAYA İnönü Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD.

10:30-10:45 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

10:45-11:45

A.3. 2 KONFERANS

“Kentlerde Bulaşıcı Hastalık Tehdidi”

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Reşit MISTIK Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları AD. Konuşmacı: Prof. Dr. Necati DEDEOĞLU Akdeniz Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Başkanı

B.3.2 KONFERANS

“Kültür, Kent ve Sağlık”

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Fügen BERKAY Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölüm Başkanı Konuşmacı: Prof. Dr. Taylan AKKAYAN İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak. Antropoloji Bölüm Başkanı

11:45-12:00 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

Page 26: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxvi

12:00-13:00

A.3.3 KONFERANS

“Olağandışı Durumlar ve Kentler”: New Orleans Örneği Oturum Başkanı: Doç. Dr. Emel İRGİL Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Konuşmacı: Prof. Dr. Karen Bollinger DeSALVO Tulane University Health Sciences Center

B.3.3 DAVETLİ BİLDİRİLER Kent, İşsizlik, Güvencesiz Çalışma ve Sağlık Hakkı Konuşmacılar: Kent ve İşsizlik Prof. Dr. Kuvvet LORDOĞLU Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fak. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Kent ve Güvencesiz Çalışma Yrd. Doç. Dr. Özgür MÜFTÜOĞLU Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fak. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Kent ve Sağlık Hakkı Dr. Mustafa SÜTLAŞ Sağlık Hakkı Hareketi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

13:00-14:00 Yemek Yemek

14:00-15:30

A.3.4 PANEL “Sağlık Reformları Kentte Yaşayanların Sağlığını Nasıl Etkiliyor?”

Oturum Başkanı: Dr. Eriş BİLALOĞLU Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey Üyesi Konuşmacı: Prof. Dr. Feride SAÇAKLIOĞLU Ege Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Başkanı

Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU Kocaeli Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Başkanı

B.3.4 SÖZEL BİLDİRİLER D- Kent ve Planlama 0012 / S65. Kentsel Mekan Kurgulanması ve Sağlıklı Kent- Birey- Toplum İlişkisi Uslu Aysel, Kiper Tuğba 0015 / S66. Ölüler Kentinden Sağlıklı Kentlere Dönüşümü Sağlayacak Peyzaj Tasarımı Üzerine Düşünceler Uslu Aysel, Hasgüler Ayça 0083 / S67. Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Dönüşümü Özgen Levin 0085 / S68. Sağlıklı Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması Bağlamında Bir İrdeleme: “Akçaabat”- Sorunlar ve Çözüm Önerileri Aydın Türk Yelda

Page 27: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxvii

0108 / S69. Kent Sağlık ve Mimarlık Seren Berrak 0110 / S70. Kentsel Planlama ve Peyzaj Mimarlığı İlişkisi: Tekirdağ Örneği Şişman Elif Ebru, Paşalıoğlu Tülin, Korkut Aslı 0126 / S71. Başarılı Kentsel Mekanların Nitelikleri Üzerine Bir Tartışma Öztürk Kurtaslan Banu, Demirel Öner 0128 / S72. Kent Planlama ve Kamu Sağlığı Ecemiş Kılıç Sibel D5- Ulaşım 0082 / S73. Sağlık, Kent Planlama İlişkisi Bağlamında İstanbul Tarihi Yarımada Bölgesinin 19.yy. Kent Planlarının İncelenmesi Gürer Tan Kamil, Tuncer Ezgi 0187 / S74. Kent İçi Ulaşımda Yerel Yönetimlerin Sorumluluğu: Edirne Belediyesi Örneği Güler Mahmut

15:30-15:45 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

15:45–16:45

A.3.5 KONFERANS “Kentlerde Çalışanların Sağlığı”: Finlandiya Örneğinde İşçi Sağlığı Örgütlenmesi

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gazanfer AKSAKOĞLU Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Konuşmacı: Dr. Kristiina MUKALA Finnish Institute of Occupational Health

B.3.5 KONFERANS

”Belediyeler ve Çevre Sağlığı Uygulamaları”

Oturum Başkanı:Vahap SINMAZ TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Konuşmacı: Dr. Ahmet SOYSAL Konak Belediyesi Sağlık İşleri Müdürü

16:45–17:00 Çay/Kahve Arası Çay/Kahve Arası

Page 28: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxviii

17:00–18:30

A.3.6 “Sağlıklı Kent Planlama”

Oturum Başkanı: Erhan DEMİRDİZEN Şehir Plancısı Konuşmacılar: Ömer KIRAL Şehir Plancısı Bülent TANIK Şehir Plancısı – Yazar

Doç. Dr. Çağatay KESKİNOK Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fak. Ş.B.P. Bölümü

B.3.6 SÖZEL BİLDİRİLER C1- Temel Sağlık Hizmetlerine Ulaşılabilirlik 0127 / S75. Sayısal Sağlık Verilerinin e-Planlama Sürecinde Değerlendirilmesi ve Sağlık Tesis Kararlarının Üretiminde Kullanılması Aydoğan Muhammed 0146 / S76. Kentler için Coğrafi Bilgi Sistem Tabanlı Sağlık Bilgi Sistemi Uygulaması: Trabzon Kent Örneği Çolak Ebru Hüsniye, Yıldırım Volkan, Aydınoğlu Arif Çağdaş C9- Kentlerde Sağlık Hizmeti Sunumu 0039 / S77. Sağlık Hizmeti Sunumunda Görünmeyen İki Aktör: Hasta Yakını ve Kent Mekanı Okten Ayşe Nur, Evren Yiğit 0041 / S78. Yaşlılarda 112 Acil Sağlık Hizmeti Kullanımı Dündar Cihad, Sünter Ahmet Tevfik, Canbaz Sevgi, Çetinoğlu Erhan Çetin 0057 / S79. Sağlık Hizmetlerinin İmar Planlarında Oluşturulma Biçimine Yönelik Bir Eleştiri Meşhur Mehmet Çağlar, Sağ Mehmet Akif 0063 / S80. Hastanelerin Dış Mekan Tasarımları ve Erzurum Kenti Örneği Atabeyoğlu Ömer, Bulut Yahya 0075 / S81. Kentlerde Sağlık Yapılarının İç Mekanlarının Sürdürülebilir Tasarım Açısından İncelenmesi Sayıl Onaran Bilge 0148 / S82. Çocuklar İçin İyileştirme Bahçeleri Tasarım İlkeleri Akın Zehra Şebnem, Arslan Mükerrem

Page 29: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxix

D1- Sağlık Gelişim Planı 0068 / S83. Aydın Şehir Sağlığı Gelişim Planı Hazırlık Çalışmaları: Kurumların Halk Sağlığı Sorunlarına Yaklaşımı Evci Emine Didem, Güner Ebru, Çelimli Serkan, Elveren Aysun, Atasoylu Gonca, Gülgün Devrim, Beşer Erdal, Küçükyumuk Mehmet

18:30–19:00

KAPANIŞ • Bildiri Ödülleri

• Sempozyum Sonuç Bildirisi

• Kapanış Konuşmaları

• İnş. Y. Müh. Mustafa BOZBEY

/Nilüfer Belediye Başkanı

• Prof. Dr. Hamdi AYTEKİN

/Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk

Sağlığı AD. Başkanı

Page 30: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sempozyum Programı

xxx

Page 31: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Sunuş

Hamdi AYTEKİN Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı v

Mustafa BOZBEY Nilüfer Belediye Başkanı vii

Düzenleme Kurulu ix

Bilimsel Program xiii

Davetli Konuşmacılar

Geçmişten Günümüze Kent Kavramı BEKTAŞ, C. 1

Kent ve Toplumsal Sınıflar BORATAV, K. 4

The Impact of Inequality: Empirical Evidence WILKINSON,R. 5

Katı Atıklar ve Tıbbi Atıkların Yönetimi KOCASOY, G. 12

Kentlerde Sağlıkta Eşitsizlikler TÜRKKAN, A. 25

Health Impact Assessment: Applying It In An Urban Setting ISON, E. 33

Kentsel Alanlarda Yoksul Kesimin Sağlık Sorunları: Ankara ve Diyarbakır Kentlerinde Karşılaştırmalı Bir Araştırmanın Gösterdikleri ERSOY, M.

43

Kadın ve Şiddet: Kentte Yapılabilecekler AĞRIDAĞ , G. 50

Page 32: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Kent Ve Bağımlılık: Hazzın Acı Yüzü ÖGEL, K. 52

Kent ve Depresyon ORAL , T.E. 53

Kent ve Kişilik ŞAHİN , D. 56

Kent Yaşamının Bedenselleştirme Süreçlerine Katkıları ÇELİKEL, F.Ç. 58

Bursa Atmosferindeki Ağır Metallerin Konsantrasyon ve Kuru Çökelme Akı Seviyeleri KURAL,C., CİNDORUK,S.S., TAŞDEMİR, Y.

61

Introduction into The Twinning Project “Air Quality” of The European Commission GÖMER,D., SOMUNKIRANOĞLU, F., TOK , E.

62

Clean Energy Use To Reduce Urban Air Pollution In Bursa KENDALL-CANGÜL,M., GÜÇER , Ş. 67

Exceeding of EU - Air Quality Limit Values Starts Clean Air Planning Examples From Germany And Europe MÜLLER , W.J.

69

Air Quality and Health: Current Understanding DEMOKRITOU, P., KENDALL- CANGÜL , M. 71

Effects of Air Pollution On Child Health SAPAN, N. 72

Hava Kirliliğinin Çocuk Sağlığına Etkisi SAPAN, N. 73

Su Kirliliği Epidemiyolojisi, Su Hijyeni ve Toplum Sağlığı TEKBAŞ, Ö.F. 76

Kent Ergonomisi GÜLER , Ç. 86

Kentlerde Gürültü Kirliliği, Gürültünün Etkileri, Kontrolü ve Mevzuat KURRA, S. 93

“Kentlerin Dezavantajlı Gruplara Göre Düzenlenmesi” Kadın Ve Çocukların Kentli Hakları TOKMAN,L.Y., ALKAN, A.

104

Özürlüler ve Yaşlılar İçin Ulaşılabilir ve Özgürleştirici Şehirler SÜRMEN, Ş. 111

Page 33: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Kentlerde Elektromanyetik Alan Kirliliği ve Sağlık Etkileri VAİZOĞLU, S.A., TEKBAŞ, Ö.F.

115

Tehlikeli (ve Radyoaktif) Atık Yönetimi ve İnsan Sağlığı ŞAHİN , Ü. 122

Türkiye’de Ülke İçinden Yerinden Edilme, Arka Plan ÖNEN P., AKER , T. 130

İş Stresi ve Akıl Sağlığı Sorunları BİNBAY , T.İ. 134

Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırmalarında Bir Risk Etkeni Olarak “Kent” KAYA ,B. 137

Kentlerde Bulaşıcı Hastalık Tehdidi DEDEOĞLU, N. 141

Kültür, Kent ve Sağlık AKKAYAN , T. 148

Restoring Health Services in the Aftermath of Katrina DeSALVO, K. 154

Kent ve Güvencesiz Çalışma MÜFTÜOĞLU , Ö. 157

Kent ve Sağlık Hakkı SÜTLAŞ , M. 163

Belediyeler ve Çevre Sağlığı Uygulamaları SOYSAL , A. 173

Sözel Bildiriler

Kent ve Toplum

0156 Kent ve Kentte Bir Kullanıcı Grubu Olarak Gençler BAYRAKTAR, A.D. 179 0167 Sağlığın Sosyal Belirleyicileri Perspektifinden Türkçe Literatürde Kent ve Sağlık İlişkisine Bir Bakış ARIK H., KESGİN, C., KILIÇ, B., ERGÖR, .A. 181

Page 34: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0200 Kentlerde Toplumsal Ruh Sağlığı için Yeni bir Tehdit: Toplumsal Güven(siz)lik ve Şiddet ASLAN.Ş. 183

Sağlıkta Eşitsizlikler

0123 Özürlülerin Sağlık Hizmetlerine Ulaşmadaki Zorlukları: Ön çalışma BAKIRCI,N., ERDEN, E.A., SÜLÜN, S., ÇALHAN, D., ÖZ, .E., KURT, S., ÇİFÇİ, A. 185

Kent ve Göç

0014 Türkiye’de İç Göçün Sağlık Hizmet Sunumu Kalitesine Etkisi ÇUBUKÇU, M. 187 0018 1990' lar Sonrası Diyarbakır Kentine Göçle Gelenler ve Sağlıkları ELMACI, N., ERKAN, R. 188 0054 Göç Ve Şiddet Sarmalı İçinde Kentsel Yerleşimlerin Nöbetleşe Yok Edilişinin Hikayesi: Gap Bölgesi Örneği SAMİ, K. 190 0088 Ötekinin İçindeki Öteki: Çiğdemtepe Gecekondu Mahallesi Örneği HALİLOĞLU, K.Z.E. 192 0138 Kent, Planlama ve Yerel Yönetimlerin Artan Sorumlulukları HENDEN, H.B. 194 0159 Gecekondulardan Çağdaş Yerleşimlere Doğru Bir Kentsel Dönüşüm Yaklaşımı UZUN, B., YOMRALIOĞLU, T., NİŞANCI, R. 196

Kent ve Yoksulluk

0139 Kent Yoksullarının Yoksullukla Mücadele Stratejisi: Enformel İş Alanları, Isparta-İzmir Çöp Toplayıcılarına Yönelik Bir Alan Araştırması ERGUN, C. 197

Page 35: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0162 “İyi Yaşarken de Çok Kazanabilirsiniz”: Değişen Dünya, Dönüşen Kentler KAYA,E. 199 0172 İşsizlik-Yoksulluk İlişkisi Ve Kent İşsizliği-Kent Yoksulluğu ÖZSOY, M. 201

Kimsesizler

0154 Kent Yaşamında Kimsesizlere Sunulan Hizmetlerin Değerlendirilmesi ve Olası Hizmet Seçeneklerinin Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme SAVAŞIR, G., YÖRÜR, N., ALTINÖRS, A. 202 0158 Kent Yaşamında Yaşlılara Sunulan Yaşlı Bakım Evleri ve Huzurevlerinin Yetersizliği ve Yeni Arayışlar ŞENOL, P., ALTINÖRS, A., YÖRÜR, N. 204

Kadına Yönelik Şiddet

0079 Kadına Yönelik Şiddete Genel Bir Bakış EKİZCELEROĞLU, R., ZEYREKLİ, S. 206 0188 Kentlerde Yaşayan Kadınların Çalış(a)mama Nedenleri BİLİR, G. S. 208

Belediyeler ve Çevre Mevzuatı

0151 İzmir-Konak İlçesinde Gıda Sicili Belgesi Uygulamasının Değerlendirilmesi SOYSAL, A., ERGÖR, A. 210 0155 Büyükşehirlerdeki Sosyal Altyapı Tesislerinin Çevre Planlama Sorunları ve Yaşam Kalitesi ÇİFTÇİ, Ç., ERDEM, R. 212 0170 Konya’da Tarihi Çevrede Kirlenme OKTAÇ, A.D. 213

Page 36: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Kentlerin Sağlık Sorunları 0147 Kentsel Yerleşmelerde Kaybedilen Doğal Değerler: Ankara Atatürk Orman Çiftliği ve Bursa Ovası Örnekleri ATAC, E., EKE, F. 214 0011 Kalabalığın içindeki yalnızlık. Kalabalık Kentsel Mekanların, Kullanıcı Psikolojisi ve davranışlarına etkisi-Beşiktaş örneği AKTÜRK, D. 216 0059 Eskişehir Odunpazarı Belediyesi Ve Tepebaşı Belediyelerince Sokak Köpeklerinin Rehabilitasyonu Alanında Yürütülen Veterinerlik Hizmetleri MUMCU, E.F., KARAOĞLU, F., ORUÇ N. 218 0070 Toplu Konut Alanlarında Sağlıklı ve Yaşanabilir Kentsel Mekânların Oluşturulması Açısından Teknik Altyapı Planlaması - Örnek: Oyak Sitesi / İzmir ERDİN, E.H. 220 0115 Katı Atık Depolama Alanları – Kent İlişkisi Ve Peyzaj (Doğa) Onarım Süreci: İzmir Harmandalı Örneği YERLİ, Ö., YERLİ, S.E., UZUN, O. 222 0121 Siyanobakteriler ve Kent Sağlığı GERÇEK, Ç.G., YEŞİLDAL, N. 224 0129 Antalya Kentinin İçme Suyu Sorunlarının Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama Teknikleri Yardımı İle Tespit Edilmesi YILDIRIM, M., TOPKAYA, B. 226

0141 Bursa İli Nilüfer İlçesinde 2005 Yılı (Kasım-Aralık) İçerisinde Gürültü Ölçüm Sonuçlarının Değerlendirilmesi UTKU, M. A., SINMAZ, V., GÜLEŞ, Z., KIRAL, A., CİNGÖZ, H., GERÇEK, H.

228 0157 Elektromanyetik Kirlilik, GSM Baz İstasyonları ve Işınımların Ölçülmesi HAMİD, R., ÇETİNTAŞ, M., KUNTER, F., KARACADAĞ, H. 230 0181 Kent ve Sakat Nüfus KIRIMLI, Y. 231

Page 37: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0184 Su ve Kanalizasyon Hizmetlerinin Halk Sağlığı ve Kentsel Yaşam Kalitesi Açısından Önemi: Malatya Örneği GÖRER, T. N., ÖZBİLEN, V. 234

Kent ve Ergonomi 0080 Erzurum Kent Merkezindeki Donatı Elemanlarının Ergonomilerinin Değerlendirilmesi BULUT, Y., ATABEYOĞLU, Ö., YEŞİL, P. 236 0081 Erzurum Kenti Açık-Yeşil Alanların Fiziksel Engelliler Kullanımı Yönünden Yeterliliğinin Belirlenmesi YILMAZ, H., ÖZ, IŞIK, DEMİRCAN, N., ATABEYOĞLU, Ö., TOY, S. 238 0101 Ergonomik Kent ve Engelliler KALAYCI, A., KUTAY, E.L., KESİM, G.A. 239 0160 Kentsel Mekanda Evrensel Tasarım: Tasarımcının Hiç Bir Kesimi Dışlamama Bağlamında Sosyal Sorumluluğu mu? DİKTAŞ, E.O., ERGİN, Ş. 241 0169 Diyarbakır’daki Konutlarda Düşme Olguları ve Risk Faktörleri CEYLAN, A., TATLI, M., GÜZEL, A., KURT, M.E., İLÇİN, E. 243 0174 Engelliler Açısından Kentlerin Ergonomisi: Bursa Kenti Örneği KARAKURT, T.E. 245

Yenilenebilir Enerji Kaynakları 0050 Çok Katlı Yapılarda Yenilenebilir Enerji Kullanımı ASİLTÜRK, E.N. 247 0130 Yelkenli Rüzgar Çarkları ile Kentlerdeki Küçük Enerji İhtiyaçlarının Karşılanması YALÇINDAĞ, S., ABDULLA, G. 249

Page 38: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Ekolojik Toplum 0003 Brüksel Kenti’nde Ekolojik Ağın (Yeşil Ağ) Elemenlarını ve Çevre Değerlerini Korumaya Yönelik Eğitim Etkinlikleri-Kamu ve Sivil Toplum Örgütleri DEMİREL, Ö., PİRSELİMOĞLU, Z., SARIKOÇ, E., ÖZDEMİR, B. 251 0029 Çevre Sorunları Farkındalık Düzeyinin İrdelenmesine İlişkin Bir Ön Çalışma: Mersin Örneği GÖDELEK, E. 253

Temel Sağlık Hizmetlerine Ulaşılabilirlik 0127 Sayısal Sağlık Verilerinin e-Planlama Sürecinde Değerlendirilmesi ve Sağlık Tesis Kararlarının Üretiminde Kullanılması AYDOĞAN, M. 254 0146 Kentler İçin Coğrafi Bilgi Sistem Tabanlı Sağlık Bilgi Sistemi Uygulaması: Trabzon Kent Örneği ÇOLAK, E.H., YILDIRIM, V., AYDINOĞLU, A.Ç. 256

Okul Sağlığı 0084 Türkiye'de Okul Sağlığı Bağlamında İlköğretim Binalarının Değerlendirilmesi YÜKSEL, Ş., TOKAY, S. 258

0134 Ankara’da Bir İlköğretim Okulu Öğrencilerinin ve Öğretmenlerinin ve Konu Uzmanlarının Okul Çevre Algısının Değerlendirilmesi TEMEL, F., SEVENCAN, F., BOZTAŞ, G., VAİZOĞLU, S., GÜLER, Ç.

259 0113 Bursa İli Nilüfer İlçe merkezinde yer alan okullarda gıda satış ve üretim yerlerinin denetimi ve sonuçlarının değerlendirilmesi SEÇKİN, R.Ç.,, PALA, K., AKIŞ, N. 261

Sağlıklı Yaşlanma 0077 Yaşlı Sağlığı Örgütlenmesi Model Önerisi GİRAY, H., MESERİ, R., SAATLI, G., YÜCETİN, N., AYDIN, P., UÇKU, R.

263

Page 39: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0095 Sağlıklı Yaşlanmaya Yönelik Mimari Tasarım İlkelerinin İrdelenmesi YÜKSEL, Ş.

265

Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık 0024 Bir Grup Üniversite Öğrencisinin Beslenme Alışkanlıkları ve Etkileyen Faktörler (2003) TELATAR, T.G., ÜNER, S., BEYHUN, N.E. 266 0197 Toplu Beslenme Hizmeti Veren Bazı Kurumların TS 8985’e Göre Değerlendirilmesi: Konya İli Örneği AKTAŞ, N., ÖZDOĞAN, Y. 268

Hasta Hakları 0061 Hasta Yakınlarının Hakları Konusundaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi YILDIRIM, A., GÖZÜ, H., SARGIN, M.T, ORBAY, E. 270

Kentlerde Sağlık Hizmeti Sunumu 0039 Sağlık Hizmeti Sunumunda Görünmeyen İki Aktör: Hasta Yakını ve Kent Mekanı OKTEN, A.N., EVREN, Y. 272

0041 Yaşlılarda 112 acil sağlık hizmeti kullanımı DÜNDAR, C., SÜNTER, A.V., CANBAZ, S., ÇETİNOĞLU ,E.Ç.

274 0057 Sağlık Hizmetlerinin İmar Planlarında Oluşturulma Biçimine Yönelik Bir Eleştiri MEŞHUR, M.Ç., SAĞ, M.A. 275 0063 Hastanelerin Dış Mekan Tasarımları ve Erzurum Kenti Örneği ATABEYOĞLU, Ö., BULUT, Y. 277 0075 Kentlerde Sağlık Yapılarının İç Mekanlarının Sürdürülebilir Tasarım Açısından İncelenmesi SAYIL,O.B. 279

Page 40: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0148 Çocuklar İçin İyileştirme Bahçeleri Tasarım İlkeleri AKIN, Z.Ş., ARSLAN, M. 281

Sağlık Gelişim Planı 0068 Aydın Şehir Sağlığı Gelişim Planı hazırlık çalışmaları: Kurumların Halk Sağlığı Sorunlarına Yaklaşımı EVCİ, E.D., GÜNER, E., ÇELİMLİ, S., ELVEREN, A., ATASOYLU, G., GÜLGÜN, D., BEŞER, E., KÜÇÜKYUMUK, M. 283

Güvenli Kent Yaklaşımı 0008 Kent Güvenliği Konusunda Dikkate Alınmayan Suç: ‘Vandalizm’ ERKAN, N.Ç. 285 0069 Kent Açık-Yeşil Alanlarına Fiziksel Engellilerin Erişimi; Erzurum ve Tokat Kent Örnekleri YILMAZ, H., DEMİR, M., YEŞİL, M., IRMAK, M.A., VURAL, H. 286 0118 Yaşlılarına yaşamı yasaklamayan kentler DÖNÜMCÜ, Ş. 287 0107 Ankara’da Bir İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Yaşadıkları Bölgeyi Değerlendirmesi SEVENCAN, F., BOZTAŞ, G., TEMEL, F., ÖZCEBE, H. 290 0150 İlköğretim tesisleri çevresinde çocuk güvenliğinin irdelenmesi: Konya örneği ÖZKAN, T.Ü., ERYİĞİT, S. 292 0161 Kentte Güvenliğin Sağlanmasına Yönelik Çözümlerin Değerlendirilmesi ve Kent Planlamanın Rolü ALTINÖRS, A., YÖRÜR, N., ÇIRAK, H. 293 0163 Kent ve Güven-lik BAL, E. 295 0183 Kentsel Güvenlik ve Kent Planlaması İlişkisi: "Kent Güvenliği Planlaması" HENDEN H.B., KORKMAZ, G. 297

Page 41: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Spor ve Oyun Alanları 0021 Ankara Şehir Merkezindeki Bir Belediyenin Dokuz Mahallesindeki Çocuk Parklarında Çevre Güvenlik Durumu ve EMA Düzeyi Saptanması SEVENCAN, F., ÖZCEBE, H., ÇİLİNGİROĞLU, N., TELATAR, G.T., ÖNDER, F.G., KARAKAŞ, G.G. 299 0031 3-6 Yaş Grubu Çocuklarının Gelişiminde Çocuk Oyun Alanları Tasarımının Yeri ARSLAN, M., KİPER, T., ERDİNÇ, L. 301

Ulaşım 0072 Ulaşım ve Kentsel Planlamanın Sağlıklı Yaşam Üzerine Etkisi ERYILMAZ, S.S., ERYILMAZ, Y. 302 0082 Sağlık, kent planlama ilişkisi bağlamında İstanbul tarihi yarımda bölgesinin 19.yy. Kent planlarının incelenmesi GÜRER, T.K., TUNCER, E. 304 0187 Kent İçi Ulaşım Sorunu ve Belediyelerin Sorumluluğu: Edirne İncelemesi GÜLER, M. 306

Sanat ve Sosyal Faaliyetler 0097 Kentli ve Sağlıklı Olmaya Sanatsal Bir Çözüm: "Sanat Yoluyla İnsana Yardım: Sanat Terapisi " ÖZGÜR, S.Ö. 308

Sigarasız Kent 0060 Çevresel Faktörlerin Astım Hastası Çocukların ve Ebeveynlerinin Yaşam Kalitesine Etkisi YILDIRIM, A., LÜLECİ, E., NUHOĞLU, Ç., CERAN, Ö. 310 0096 “Sigarasız Kent” Kavramlaştırılması ve Şehir Planlama Terminolojisindeki Anlamı ERGİN, Ş., DİKTAŞ, E.O. 312

Page 42: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Kent ve Planlama 0012 Sağlıklı Kent- Birey-Toplum İçin Kentsel Mekan Kurgulaması ve Kentsel Mekana İlişkin Kullanıcı Beklentileri KİPER, T., USLU, A. 314 0015 Ölüler Kentinden Sağlıklı Kentlere Dönüşümü Sağlayacak Peyzaj Tasarımı Üzerine Düşünceler USLU, A., HASGÜLER, A. 316 0083 Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Dönüşümü ÖZGEN, L. 318 0085 Sağlıklı kentsel gelişme ve kent planlaması bağlamında bir irdeleme: “Akçaabat”- sorunlar ve çözüm önerileri AYDIN, T.Y. 320 0108 Kent Sağlık ve Mimarlık SEREN, B. 322 0110 Kentsel Planlama ve Peyzaj Mimarlığı İlişkisi: Tekirdağ Örneği ŞİŞMAN, E.E., PAŞALIOĞLU, T., KORKUT, A. 324 0126 Başarılı Kentsel Mekanların Nitelikleri Üzerine Bir Tartışma ÖZTÜRK, K.B.,, DEMİREL, Ö. 325 0128 Kent Planlama ve Kamu Sağlığı ECEMİŞ, K.S. 327

Page 43: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Poster Bildiriler

Sağlıkta Eşitsizlikler

0189 Sağlık hizmeti kentlerin büyümesine bağlı yerel politika mı olmalıdır? ÖZAYDIN, L. 331

0043 Deponi Alanında A(r)tık Ayırarak Geçimini Sağlayanlar Ve Sağlık Sorunları USKUN, E., TÜRKOĞLU, H., NAYIR, T., KİŞİOĞLU, A.N., ÖZTÜRK, M. 332

Kent ve Göç

0104 Türkiye’de Sağlık Tesislerinin Mekansal Planlamasında Neoliberal Dönüşümler ÇABUK, S., ONSEKİZ, D. 334 0010 Yalım Erez Mahallesi Aile Ziyaretleri ve Düşündürdükleri ERSOY, F., KAYNAK, C., EDİRNE, T., KUSASLAN, A.D., ASLAN, M., CANER, H. 336 0114 Manisa’da Bir Gecekondu Bölgesinde Göç Etme Süresinin Sağlık Belirleyicileri Üzerine Etkisi CENGİZ, Ö.B., CAMBAZ, S., KAR, S., TOKER, D., ÖZKAN, S., BIÇAKÇIOĞLU, Ö., AKSUT, N. 338 0035 Göç-Gecekondulaşma- Siyaset İlişkisinin Sonuçları Üzerine DURAL, A.B., ZEYREKLİ,S. 340

Kent ve Yoksulluk

0037 Çocuk İhmali ve İstismarı AKKURT, Ö., SARI, N., ŞAHİN, N. 342

Page 44: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Kadına Yönelik Şiddet 0056 Diyarbakır İl Merkezindeki Hastanelerde Çalışan Ebe ve Hemşirelerde Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet CAMUZ, F., ELMACI, N. 343

Belediyeler ve Çevre Mevzuatı

0086 2005 Yılında Gaziantep Halk Sağlığı Laboratuarına Getirilen Numunelerin Kimyasal ve Bakteriyolojik Analiz Sonuçlarının Değerlendirilmesi AYDIN, N., BALCI, Ö., TURAN, H., SONGUR, D., COŞKUN, F., ÖZGÜR, S.

345 0093 Sakarya İli Adapazarı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçindeki Gıda Üreten ve Satan İşyerlerinin Sağlık Mevzuatına Uygunluğunun Araştırılması AYGÜN, Ö., HIDIROĞLU, S., KARAVUŞ, M. 346

0016 Konya Kenti’nde Çevre Sorunu Olarak Hava Kirliliği KOÇU, N., DERELİ, M.

348 0066 Sağlıklı Kentler İçin Gürültü Kirliliği Kapsamında, Yeni Çevrelerin Tasarım İlkelerinin Belirlenmesi TOKAY, S., KÜÇÜKÖZDEMİR, G. 350 0116 AOÇ Süt Fabrikası' nın Atık Suyu Analizi Sonucunun Değerlendirilmesi YENİGÜL, S.B. 351 0045 Gürültü ve Çocuklar: İlköğretim Okullarında ‘Dış Gürültü Seviyesi’ Üzerine Bir Çalışma USKUN, E., NAYIR, T., TÜRKOĞLU, H., KILINÇ, S., KİŞİOĞLU, A.N., ÖZTÜRK, M. 353 0144 Saksılarda Üreyen Küfler İle Hasta Bina Sendromu Arasındaki İlişkinin Araştırılması ÇÖL, A. , SERİN, M., ÖZYARAL, O., KESKİN, Y. 355 0185 Hasta Bina Sendromu (HBS) Tedavisinde Kullanılan Bitkiler ÖZYARAL, O.,KESKİN, Y. 357

Page 45: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0186 Bina İç Ortam Havasında Saptanan Stachybotrys Chartarum İle Astım İlişkisi ÖZYARAL, O., KESKİN, Y., HAYRAN, O. 359 0192 Sağlıklı Kentleşme için Sağlıklı binalarda Yaşam Kalitesi ve Ortam Algısının Hasta Bina Sendromu Açısından Sorgulanması KESKİN, Y., ÖZYARAL, O., BAŞKAYA, R. 361

0193 İstanbul Kadıköy Meydanından Alınan Güvercin Dışkılarının Mikrobiyolojik Analiz Sonuçları İle Kent Sağlığı İlişkisinin Değerlendirilmesi ÖZYARAL, O., KESKİN, Y., BAŞKAYA, R., DERİCİ, K., ÇELİKBAŞ, A.

363

Kent ve Ergonomi 0044 Isparta İl Merkezinde Konut Sağlığı Araştırması USKUN, E., TÜRKOĞLU, H., NAYIR, T., KİŞİOĞLU, A.N., ÖZTÜRK, M. 365 0137 Mardin'de Özürlüler Görmezden Gelinemez, ÖZDENER, N. 367

Yenilenebilir Enerji Kaynakları 0053 Yenilenebilir Enerji Kaynakları ERSOY, İ. 369 0064 Kent Sağlığı Bakımından Güneş Enerjisi-Bina İlişkisinin Örnekler Üzerinden İrdelenmesi KÜÇÜKÖZDEMİR, G., ÖZORHON, İ.F. 372

Ekolojik Toplum 0102 Ekolojik Konut Tasarımı Bağlamında Geleneksel Tarsus Evleri GÜRANİ, F.Y. 373 0020 Kentsel Ağaçlandırmaların Toplum Sağlığı ve Ekolojik Çevre Üzerine Etkileri GÜLTEKİN, Y.S. 375

Page 46: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0025 Bebek Dostu Bir Kent İçin Yaşam Alanlarında “Emzirme Odaları” Bir Başlangıç Olabilir mi? ACIMIŞ, N.M. 377

Kent ve Sağlık Hizmetleri 0055 112 Acil Sağlık Hizmetlerinde Global Konum Belirleme Sistemleri (GPS) ve Coğrafi Bilgi Sistemi (GIS) Uygulamalarının Kullanılması DURDURAN, S.S., KARA, F., ERDİ, A., DURDURAN, Y. 378 0098 Coğrafi Bilgi Sisteminden Yararlanılarak Obezite Hastalarının Dağılımı Ve Obezite Haritasının Oluşturulması: Konya Örneği ÖZATAN, A.C., DURDURAN, S.S. 379

Temel Sağlık Hizmetlerine Ulaşılabilirlik 0051 Coğrafi Bilgi Sistemi Yardımıyla Sağlık Ocaklarının Tespiti, İzlenmesi Ve Planlama Açısından Önemi DURDURAN, S.S., ERDİ, A., BÜYÜKKENDİRCİ, H., DURDURAN, Y. 380 0194 Konya’daki Birinci Basamak Resmi Sağlık Kuruluşlarının Bedensel Engellilerin Hizmet Alımına Uygunluk Durumu KARA, F., SARI, O., ZENGİN, N. 381

Sağlık Etki Değerlendirmesi 0136 İstanbul’da Bir Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Yatan Hastaların Memnuniyet Düzeyleri ÖNSÜZ, M.F., ERTÜRK, S., CÖBEK, U.C., YILMAZ, F., BİROL, S., TOPUZOĞLU, A. 382

Okul Sağlığı

0143 İstanbul Maltepe İlçesi İlköğretim ve Lise Öğrencilerinde Sağlık Taraması Sonuçları KESKİN, Y., ŞALVA, T., ÇEKİN, M., TAŞDEMİR, M., ÖZYARAL, O., LÜLECİ, N.E., DOĞAN, B., KURUÇAY, D., SUR, H., HAYRAN, O.E.

384

Page 47: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Sağlıklı Yaşlanma 0040 Yaşlılarda İşgücüne Katılım ve Etkileyen Etmenler GİRAY, H., ÜNAL, B., DEMİRAL, Y., DURAN, F., ÖZDEMİR, F., KARAMAN, E. 386 0100 Serbest Radikaller ve Antioksidanlarin Yaşlanmaya Etkileri AKKURT, Ö. , SARI, N. , ŞAHİN, N. 388 0117 Sağlıklı Yaşlanma İPÇİ, A. 389

Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık 0089 “Oyun Aktivitesi - Beslenme Niteliği - Mekan” İlişkisi ve Günümüz Kentlerinde Çocuk Yaşam Mekanları ÇUKUR, D., SILAYDIN, M.B. 390 0004 Atatürk Üniversitesi Öğrencilerinde Beden Ağırlığı Durumu ve İlişkili Bazı Faktörler VANÇELİK, S., ÖNAL, S.G., GÜRAKSIN, A. 392

Ruh Sağlığı 0007 Kentsel Açık ve Yeşil Alanların İnsan Psikolojisi Üzerine Etkileri KUTAY, E.L., AKINCI, K.G. 394 0087 Ruh Sağlığı Hizmetlerinde Çalışan Hekim Ve Hemşirelerde Şiddete Maruziyet Sıklığı ve Kaygı Düzeylerine Etkisi GÖKÇE, T., DÜNDAR, C. 395 0090 Ergenlerde İntihar Davranışı AKKURT, Ö., SARI, N., ŞAHİN, N. 396

Hasta Hakları 0149 Konya İli Hasta Hakları Uygulamalarına Genel Bir Bakış KARA, F., ULUDAĞ, A. 397

Page 48: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

Kentlerde Sağlık Hizmeti Sunumu 0062 Sağlık Bahçelerinin İnsanların Fiziksel ve Psikolojik Sağlığı İle Sosyal Yaşantıları Üzerine Etkileri BULUT, Y., GÖKTUĞ, T. H. 398 0067 Türkiye’de Hasta Bakım Ünitesi Planlamasının Kentsel Çevre Bağlamında İrdelenmesi TOKAY, S. 400 0094 Osmanlı Kenti Edirne'de Osmanlı'dan Günümüze Kaybolan Sağlık Kurumları CENKER, M.E. 401 0119 Büyükşehir Belediyeleri, Sağlık Ve Hastane Hizmetleri GÜVEN, K., GÜVEN, H. 402 0005 Hippokratın Sağlık, Etik, Estetik ve Ekserji Bağlamında Kent Planına Yaklaşımı SEVİMLİ, Ş., SEVİMLİ, M.Z. 403 0103 Rekabet Ortamında Kentsel Sağlık Tesislerinin Mekanda Yeniden Biçimlenmesi; Kayseri Örneği ÇABUK, S., DEMİR, K., ONSEKİZ, D., ŞİMŞEK, S. 404 0125 Türkiye'de Kentlerde Sağlık Örgütlenmesi Üzerine Yapılmış Çalışmalar GİRAY, H., KILIÇ, B. 406 0171 Konya'da Belediye Sağlık Birimleri ( Internet Üzerinden Bir Değerlendirme) ZENGİN, N., SARI, O., KARA, F. 408

Spor ve Oyun Alanları 0046 Spor Alanlarında Zemin Özelliklerinin Sporcu Sağlığı Üzerine Etkileri BULUT, Y., DEMİR, M. 410

Ulaşım 0001 Otomobilin Ekolojisi ya da Kent-Otomobil İlişkisi Üzerine Alternatif Bir Bakış KARTAL, M. 412

Page 49: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – İçindekiler

0194 Konya’daki Yaya Üst ve Alt Geçitlerinin Bedensel Engelliler İçin Uygunluk Durumu SARI, O., KARA, F., ZENGİN, N. 413

Sanat ve Sosyal Faaliyetler 0071 Ruhun Gıdası; "Sanat ve Sosyal Faaliyetler" ERTEMLİ, M. 415

Kent ve Planlama 0052 Kent Yönetiminde Coğrafi Bilgi Sistemi ve Sağlık Alanındaki Uygulamaları DURDURAN, S.S., DURDURAN, Y. 417 0131 Kıyı Yerleşimleri Planlama Sorunları: Tekirdağ Örneği SERBEST, D., YETİM, E.L. 418 0180 Sağlık Hizmetinin Sunulduğu Yere Erişebilirlik Ölçüleri ÖZAYDIN, L. 419

Yazar İndeksi 423

Page 50: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

Davetli Konuşmacı Metinleri

Page 51: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

Page 52: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

1

Geçmişten Günümüze Kent Kavramı Cengiz BEKTAŞ Yük. Müh. Mimar , Bektaş Mimarlık Toplamakla ( otoburlukla ), avlamakla ( sindirim düzeneğini değişime uğratarak etoburlukla ) doyunamayan insan, besinini kendi üretmeyi becermek zorundaydı. Yeryüzünün iklimi buna uygun duruma geldiğinde, doğayı gözleyerek mevsimleri algıladığında, tatlı su kıyılarında toprağı sürüp tohumu serpmeyi, ekini elde etmeyi başardı. Toprağın ilk sürüldüğü yer Anadolu’daydı. Ekim alanını, ekini koruma zorunluluğu yerleşmeyi gerektirdi. İlk yerleşmenin gerçekleştiği yer de doğal olarak Anadolu’da... Elazığ’dan Diyarbakır’a giderken Ergani’den 6 km. sağda, Hilar çayı kıyısında, Prof. Dr. Halet Çambel’in verdiği adıyla “Çayönü”, bilinen ilk yerleşme yeryüzünde… Günümüzden 10 000 yıl öncesinden söz ediyorum yalnızca... İnsanın kültür geçmişi, günümüze gelen yaşam çizgisinde birkaç milimetrelik bir çıkıntı topu topu... Çayın taşkın sularının getirdiği millerden, çamurlardan kerpiç yapmayı, kerpici taştan su basman üzerine oturtup sudan korumayı bilmiş. Kısacası doğanın kendisine sunduğu mağara gibi korunaklarından çıkıp, barınağını kendi elleriyle yapmayı becermiş. Orta Anadolu’nun güneyinde, Konya ile Karaman’ın ortasındaki Çumra ilçesinin hemen kuzeyinde, bugün “Çatalhöyük” dediğimiz birbirine bitişik iki höyük üzerinde bir yerleşme var Bakırçağ’da... Çatalhöyük tepeleri günümüzden yaklaşık 9000 yıl öncesinden... Bugüne dek saptanabilen bu... Kazılar ilerledikçe belki daha eskilerde de burada yerleşme olduğu saptanacak. Orta Anadolu’nun doğusunda, Aksaray’ın yakınındaki Aşıklı Höyük’de böyle oldu. Oradaki yerleşme önce Bakırçağ’a tarihlendi... Ama çalışmalar ilerledikçe Çayönü ile çağdaşlık saptandı. Çarşamba ırmağının taşkın sularının kıyısında yerleşen neolitik dönemin insanları, birbirine bitişik, kapısız penceresiz, ancak tepelerindeki delikten merdivenle içlerine girilen evlerde yaşadılar. Ama öyle üç-beş yüz kişi değil, 5-10 bin kişiydiler. Kentsel yaşamı yeşerttiler; hem de 1400 yıl savaş nedir bilmeden... Yaklaşık dört yüz kuşak... Evlerinde bir düzen vardı... Ürettikleri yaşam kültürüyle o günün dünyasını etkilediler. Batılıların inandıkları ya da inanmak istedikleri gibi uygarlık batıdan doğuya değil doğudan batıya yayıldı. (Ex Orient lux...) Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın dediği gibi... Bakırçağ, her yerde eş zamanda yaşanmış değil elbette... Önce doğuda, çok daha sonra batıda yaşanmış Bakırçağ... ( Toprağın ilk sürüldüğü yerden - Anadolu’dan - tarım sözcüklerinin batıya yayılma yolları da saptanabiliyor bugün...) “ Yazı ” nınki gibi... Yazı, Mezopotamya’da, İsa’nın doğumundan dört bin yıl önce var… Anadolu’ya iki bin yıl sonra, İsa’nın doğumundan iki bin yıl önce geliyor. Bugün Yunanistan

Page 53: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

2

dediğimiz yere de Anadolu’ya gelişinden 1200 yıl sonra atlıyor. Örneğin Troya savaşı sırasında Anadolu yazıyı biliyor... Oysa Anadolu topraklarını ele geçirmeye gelenler bilmiyorlar. Troya savaşının öyküsünü Homer olaydan dört yıl sonra anlatıyor. Hellen’ler de onu ancak dört yıl sonra “ sansür ” ederek alıyorlar. İlyada, bütün tanrıların saptandığı bir “ din ” kitabıdır bir bakıma, kökeni de Anadolu’dadır. Kısacası Bakırçağ’ın Troya’sı her yönüyle Anadolu’ludur... Hitit kültürünün kentidir. Oraya yıllarını vermiş Prof: Dr. Manfred Korfmann’ın ortaya çıkardığı kanıtlarla bu iyiden iyiye açığa çıkmıştır. Anadolu’lu tanrı Apollon’un stelleriyle, kale, taş duvar, kerpiç duvar yapım yöntemleriyle, bulunan Hitit mühürüyle... Hititçe adı Wiluşadır Troya’nın... Hitit kayıtlarında böyle geçer... Kullanıla kullanıla değişime uğramıştır; Smyrna’nın İzmir, Angora’nın Ankara olması gibi... Wiluşa, İluşa, İlion, İyon olmuş... İyon’un değişimi de Yunan’ı doğurmuş. Biz bugün Yunan ya da Yunanistan deyince yanlış bir şey anlıyoruz. Oysa Batı Anadolu kent kültürüne sahip çıkmanın yolu bu yanlışlığı düzeltmekten geçiyor. Tüm batının kültür kökeni saydığı coğrafyayı elimizle başkalarına sunuyoruz sanki... Onlar da bundan bu günkü emellerini gerçekleştirmek için yararlanmağa kalkışıyorlar. Tüm Batı Anadolu eskil kentlerinin altlarında, büyük olasılıkla Hitit yerleşmeleri var. Buralar boş alana kurulan “ koloni ”ler değil. İstila edilip yeni bir “ evlenme ”sonucu değişmiş, yeni bir kültürün yaratılış yerleri olmuş kentlerdir. Milet gibi, Efes gibi... Hitit’ ler, kent devletlerini bir örgüt içine alarak, geçmişin ilk imparatorluğunu kurdular. Hattuşaş ya da bu günkü adıyla Boğazköy, neredeyse tüm Anadolu’yu denetim altına alabildikleri başkentleridir. Bir çok alışkanlıklarımız, yemeklerimiz, içitlerimiz, içkilerimiz daha sonraki dönemin tanrılarının, masallarının kökenleri Hititlere dayanır. Güreş, cambazlık, zennelik, saz, gitar, daha pek çok şey Hitit kabartmalarında bulabildiğimiz şeyler. Hititlerin ardından egemen olan Friglerden de bir çok etki var bugünkü yaşamımız da... Sonra da, özellikle Batı Anadolu’nun eskil çağ kentleri girer kültür yaşamımıza... Üst üste gelen deneyimlerin, yaşam kültürünün, birikimimizin sonuçları bu kentler... Hiçbir şey gökten zembille inmiyor. Her şey bir öncekinden ötürü var. Birikim... Her şey birikim. Yeter ki ayrımında olalım… O çağın inanışı: İnsanı kent yaratır. İnsanın kendini yaratması için oluşturduğu en önemli aygıttır kent... Bir yerleşimin “ kent ” olarak adlandırılabilmesi için oturanına verdiklerine bakılıyor. Agorası, tapınağı, okulu, hamamı, tiyatrosu, odeonu, stadyumu varsa o yerleşime “ kent ” deniyor. Bunlar yoksa, ya da bir bölümü eksik ise orası kent sayılmıyor. Kendimizi koyalım örneğin bir Efes’linin yerine. Bütün günümüzü istediğimiz gibi kurgulayabileceğimiz bir kentimiz var. Kitaplığımız, tiyatromuz, bir kültür özeği gibi de çalışan hamamımız, stadyumumuz, pazar yerimiz, ana caddelerimiz, önleri direklikli, güneşten-yağmurdan korunarak içlerine bakabileceğimiz dükkanlar, daha neler neler... O günkü olanaklar içinde isteyebileceğimiz her şey düşünülmüş... Önü, kentin geneline görüş veren teras evlerden biri sizin... Bir yanı açık avlusuna temiz su geliyor. Pis sularınız ana caddenin altındaki bir kanala ulaştırılıyor. Bir de bugün bile kanalizasyonu olmayan yarım milyonluk kentlerimizi düşünün...

Page 54: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

3

Anadolu’muz, hiç duraksamadan “ kent ” tanımlamasını yakıştırabileceğimiz yerleşmelerle, kentlerle dolu eskil çağda... Yeryüzünde baştan tasarlanarak gerçekleştirilmiş ilk kent Priene... Söke’den az ötede... Tasarlayanı, Milet’ li bir vatandaşımız: Hippodomos… O da bütün o çağın kentlerini, daha sonraki yüzyıllardaki kentleri de etkilemiş. Sosyal kültürel bir özek çevresinde eş koşullarda yaşam sağlayan, bir düzen kurulmuş Priene’de... Akıl tanrısı Apollon’un beğeneceği gibi... Milet,Sard, Hierapolis, Laodikya, Afrodisiyas ilk ağızda hemen sayılıverecek olanlar... Bir de tanrı Aranisos’un coşkusuna uygun yapılmış olanlar var, Assos gibi, Bergama gibi. Bergama, baştan sona Anadolu... Bergama kralları, Kızılırmak’a dek bütün batı Anadolu’yu yönetmişler... Onlar da örneğin Antalya gibi kentler kurmuşlar. Hepsinin ortak özelliği sosyal-kültürel bir özeklerinin olması... Büyümeleri durumunda da, yeni bir sosyal-kültürel özekle, oturanlarına sunduğu kentsel yaşam olanaklarının dengelenmesi... Bu ilke, kamudan hırsızlığın önlenebilmesi, kentin bir alanının öteki alana göre dengeyi bozacak denli büyümemesi, 2-3 kuşak öncesine dek sürdü Anadolu’da. Buna en güzel, en açık örnek Bursa’dır. Bursa’da cami diye bilinen ters T planlı yapılar sosyal-kültürel özeklerdir. Bunlar gelişmeye uygun olarak bir çizgi üzerinde birbirlerine eklenirler. Kent, kuşaklar boyu büyüdükçe yeni bir özek eklenmiştir. İstanbul’da böyledir… Ortaçağda bütün bunlar bir yana itilir de sanki güvenlik her şeyden öne çıkar. Oturanlarını koruyabilmek için bir duvarla çevrilir. Koruyucu duvarları olmayan yerleşmeye de kent denmez. İslam dünyasının dilinde “ medeni ” sözcüğü “ Medine ” sözcüğü ile ya da “ kentli ” anlamıyla bağlantılıdır. Yeni çağlarda, işleyim çağında, insanın insana verebilecekleri çoğalır: Her aşamada eğitim, sağlık, taşınım, dinlence, eğlence, tecim vb. vb. vb. ... Kent insanı da, bu ortamın sağlığı, geleceğe açıklığı için çabalayan insandır. Kent bu tür kentlilerce var edilir. Kısacası kentin en önemli özelliği, gelecek insanın içinde var edileceği ortam olabilmesidir. Doğa içinde yeni, yaratılmış bir doğa olan bu ortamı insan yaratıyor. Yarattığı bu ortam da onu... Gelecek kuşağı yaratacak olanakları sunabilme özelliği olmayan bir yer kent sayılamayacaktır elbette... Bütün bunların insanın özgürleşmesiyle ilişkisini görmemek olanaksız. Toplumların birbirlerine göre özgürleşmeleri, çoğunluğun içinde azınlığın var olabilmesi çağımızda çoktan gerçekleşmeliydi… İnsan insana hiçbir ayrım gözetmeden tüm insanlık koşullarını sunabilmeliydi. Düşünceyi dile getirme özgürlüğü eksiksiz sağlanmalıydı. Ne yazık ki bunun için hepimizin daha çok çalışmamız gerekiyor. Bunu sağlayabildiğimiz ölçüde çocuklarımızın, torunlarımızın yüzüne bakabileceğiz. Günümüzde insanın insanlığının ölçütü bu yolda çalışıyor olmasıdır. Özellikle biz Anadolu’ lular, kentsel yaşam konusunda bütün ilkleri yaratmış bir ülkenin çocukları olarak en büyük sorumluluğu taşıyoruz.

Page 55: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

4

Kent ve Toplumsal Sınıflar Korkut BORATAV Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi “Kentsel” olarak nitelendirilmesi mümkün görünen toplumsal sınıf ve tabakaların kuşbakışı bir dökümü yapılacak. Bildiri, büyük ölçüde “kentsel” özellik taşıyan iki temel toplumsal sınıfın, burjuvazi ve işçi sınıfının, son altmış yıl boyunca birbirleriyle ve devletle ilişkilerinin panoramik bir değerlendirilmesini yapacak. 1945’ten bu yana işçi sınıfının kendi program ve örgütlenmesiyle siyaset sahnesine çıkışını engelleyen olgular hatırlatılacak. Burjuvazi ile işçi sınıfı, kentsel yoksul katmanlar ve köylülük arasındaki ilişkileri düzenleyen “popülist” rejimin ana özellikleri tartışılacak. Popülizmin Avrupa-türü bir demokratik model doğrultusunda aşılması seçeneğinin reddedilmesinde; bunun yerine uluslararası sermayenin sınırsız tahakkümünü hedefleyen bir programın oluşmasında Türkiye burjuvazisinin oynadığı rol mercek altına alınacak. Sözü geçen dönüşümler içinde ekonomik krizlerin işlevleri, farklı siyasi hareketlerin rolleri, “alternatif” arayışlarının kaderleri de gözden geçirilecek.

Page 56: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

5

The Impact of Inequality: Empirical Evidence Richard WILKINSON Division of Epidemiology & Public Health, University of Nottingham Medical School, Nottingham NG7 2UH U.K. Attitudes to inequality are perhaps at the core of the political divide between left and right. Many people believe it is socially divisive and adds to the problems associated with relative deprivation. But what inequality does or does not do to us has remained largely a matter of conjecture and personal opinion. Now, however, that is changing. For the first time, we have comparable measures of the scale of inequality in different societies and can begin to see what effect it has. This new evidence shows that inequality is much the most important explanation of why, despite their extraordinary material success, some societies are social failures. The view emerging from the data suggests not only how we can transform society and the quality of our lives, but also how we can rein in the consumerism which increasingly threatens the environment.

What greater equality brings Analyses of data from rich countries show that in those where income differences between rich and poor are smaller, community life is stronger and people are much more likely to trust each other. There is also less violence – including substantially lower homicide rates, health is better, life expectancy is several years longer, prison populations are smaller, birth rates among teenagers are lower, levels of educational attainment among school children tend to be higher, and lastly, there is more social mobility. In all these fields, where income differences are narrower, outcomes are better (Wilkinson 2005). What the data shows is that there are important differences between developed market democracies. That is a lot to attribute to inequality, but all these relationships can be demonstrated with the data, they are statistically significant, and cannot be dismissed as chance findings. Some have already been shown in large numbers of studies – there are over 170 looking at the tendency for health to be better in more equal societies and something like 40 looking at the relation between violence and inequality (Wilkinson & Pickett 2006). As you might expect, inequality makes a larger contribution to some problems than others and is far from being the only factor involved. Inequality seems to explain large differences – perhaps one-third or occasionally half the differences between societies – in average rates of various problems. The relationships tend to be strongest among problems like violence, the health of men of working age, and teenage pregnancies, which are most closely related to relative deprivation and show the sharpest class differences. None of these findings are based on comparisons with some purely hypothetical utopian society with perfect equality. Far from it. All the data come from comparisons between existing market democracies and sometimes even from comparisons between different regions or provinces within the same country – such as among the 50 states of the USA. What they show is that even small differences in inequality matter. But why? How can inequality be so damaging?

Page 57: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

6

Redistribution, not growth The first thing to recognise is that we are dealing with the effects of relative rather than absolute deprivation and poverty. Violence, poor health or school failure are not problems which can be solved by economic growth alone – by everyone getting richer without redistribution. Across the richest 25 or 30 countries there is no tendency whatsoever for health to be better among the most affluent rather than the least affluent countries (Marmot & Wilkinson 2001). The same is also true of levels of violence, teenage pregnancy rates, literacy and maths scores among school children, and even obesity rates. Rich countries have reached a level of development beyond which further rises in absolute living standards do not help reduce social problems nor add to wellbeing or happiness. This contrasts with the situation in poorer countries where further development still brings real benefits. Although in rich countries none of these social problems are helped by further rises in income brought by economic growth, within each country these social problems remain closely associated with income. The implication is that income has social and health effects where it serves as an indicator of social status within countries, but not when it tells us about differences between rich countries – for instance that Americans have bigger cars and television sets than Europeans. Not only is the prevalence of ill health and social problems greater lower down the social status hierarchy, but it is also greater in societies with bigger social status differences and divisions within a society. So for example, why the USA has the highest homicide rates, the highest teenage pregnancy rates, the highest rates of imprisonment, and comes about 26th in the international league table of life expectancy, is because it also has the biggest income differences. In contrast, countries like Japan, Sweden and Norway, although not as rich as the US, all have smaller income differences and do well on all these measures (Wilkinson & Pickett, forthcoming). Even among the 50 states of the USA, those with smaller income differences perform as well as more egalitarian countries on most of these measures. If we had been doing research on violence, or teenage pregnancies, or the educational performance of school children, the importance of psychosocial factors might have seemed obvious from the start. But for those of us trying to explain “health inequalities” (the five or ten year differences in average life expectancy between social classes) it seemed very likely that they were the direct result of differences in material living standards such as poor housing, diet and perhaps air pollution. Behavioural social problems obviously need psychosocial explanations, but we initially thought of health as a physical phenomenon requiring material explanations. What first aroused suspicions that the health differences were not simply a reflection of the direct effects of material circumstances was that health inequalities were not just inequalities between the poor and the rest of society. Instead, there is a health gradient running right across society, from the bottom to the top. Life expectancy decreases at every step down the social ladder, so even those who are comfortably off tend to have shorter lives than those who are very well off. So even leaving out the homeless, the unemployed, and those on benefits, and looking (as the Whitehall studies did) just at office based Civil Servants in secure jobs, it turns out that those in the executive grades have substantially poorer health than more senior administrative staff working in the same offices (Marmot 2004). The material privations of having a house with a smaller garden, or one rather than two cars, hardly seemed plausible explanations for these health differences.

Page 58: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

7

Chronic stress What added weight to these doubts was when statistical research began to show the importance to health of all sorts of psychological and social factors. Friendship, sense of control, and good early childhood experience were all found to be highly protective, while things like hostility, anxiety, and major difficulties, were damaging. At the same time biologists were gradually identifying the many pathways through which chronic stress makes us more vulnerable to disease – and not just to one or two diseases. The emerging picture shows that stress increases our vulnerability to so many diseases that it has been likened to more rapid ageing (Sapolsky 2004; Sapolsky 2005; Brunner & Marmot 2006). The evidence of the effects of psychosocial risk factors, working through the biology of chronic stress, raised the possibility that health inequalities reflected not just the effects of the purely physical hazards to which people were exposed, but also the psychological and emotional impact of living in those circumstances. Very soon this picture received powerful confirmation from studies of non-human primates (Sapolsky 2004; Sapolsky 2005). Although among humans you cannot unambiguously separate out the effects of social status from better material conditions, among animals you can. Studies in which social status among macaque monkeys was experimentally manipulated by moving animals between groups while ensuring material conditions and diets were kept the same, showed that the stress of low social status can produce physiological effects similar to those associated with low status in humans (Shively & Clarkson 1994). Since then, studies of other non-human primates species have shown that the stress effects of social status vary according to the nature of the dominance hierarchy and the quality of social relations (Abbott et al 2003). Three components of this picture were then in place. We had evidence a.) that it was relative income within countries that mattered (rather than differences in living standards between countries); b.) that there were powerful psychosocial risk factors for disease; and c.) evidence from animal studies that social status itself – working through stress as it clearly did in the animal studies – could be a major influence on health. Together, these changed the way we looked at the data which seemed to show that more equal societies were healthier. Instead of looking like a statistical oddity, it begun to look like a confirmation of what we should perhaps have expected all along. Social relations and hierarchy The growing awareness of the importance of the social environment to health raised the question of whether the quality of social relations differed between more and less equal societies. Inequality is often said to be socially corrosive. The data from a number of different sources leaves no room for doubt: people in more unequal societies trust each other less, they are less likely to be involved in community life, and rates of violence are higher (Wilkinson 2005). All suggest that inequality damages the quality of social relations. Indeed, this must be one of the most important ways inequality affects the quality of life for all of us. In the most unequal of the 50 states of the USA, 35 or 40 percent of the population feel they cannot trust other people, compared to perhaps only 10 percent in the more equal states (Kawachi et al 1997). The international differences are at least as large. Measures of social capital and the extent to which people are involved in local community life also confirm the socially corrosive effects of inequality. Given the dysfunctional response to hurricane Katrina

Page 59: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

8

in 2005, it is interesting to note that New Orleans is amongst the most unequal cities in the USA. Some of these patterns are reminiscent of the effects of greater inequalities among monkeys and apes: social relations tend to be more stressful in species which have stronger social hierarchies than they are in more egalitarian species. Among humans, it seems likely that the bigger the income and status differences, the more important social position and competition for status becomes. Although not obvious at the beginning of this research, it is now clear that income inequality tells us about how hierarchical societies are and about the scale of class differentiation within them. The limited comparable data on social mobility in different countries shows that more unequal countries have, as you might expect, less social mobility (Wilkinson & Pickett, forthcoming). Rather than being the “land of opportunity”, the United States now has unusually low rates of social mobility which go with its large inequalities. Similarly, social mobility has diminished in Britain as income inequalities have risen. And whether as a result of social, or market, forces, it also looks as if increased income inequality leads to greater residential segregation of rich and poor in both Britain and the US. Bigger differences seem to mean less mixing – both socially and geographically. With such profound effects on society and health, it would be surprising if inequality did not also exacerbate most of the problems associated with relative deprivation. Indeed, as we expected, we found that greater inequality is associated with higher rates of imprisonment, poorer literacy and maths scores, increased obesity, more violence, and higher teenage pregnancies rates (Wilkinson & Pickett, forthcoming). Inequality and social anxiety But how does inequality really get to us? Why are we so sensitive to it? Some pointers to the mechanisms involved are provided by the psychosocial risk factors for health. Foremost amongst these, as we saw earlier, are three intensely social factors: low social status, weak friendship networks, and poor quality of early childhood experience – all are strongly associated with poor health. Given that we know these work through chronic stress, the research seems to be telling us that these are the most pervasive sources of chronic stress in affluent societies. That is an important point to keep in mind. However, thinking more about these three sources of chronic stress, we can perhaps see an important underlying story. There is little doubt that the insecurities we may carry with us from a difficult early childhood can be exacerbated by the insecurities of low social status. To put it simply, neither helps self-confidence or make you feel valued. Friends come into the picture because they provide positive feedback: they enjoy your company, laugh at your jokes, seek your advice, etc.. In contrast, not having friends, feeling excluded, and thinking people avoid sitting next to you, fills most of us with self-doubt. We worry about being unattractive, boring, unintelligent, socially inept, and so on. Perhaps the underlying message from the psychosocial risk factors for poor health is that the most widespread and potent kind of stress in modern societies centres on our anxieties about how others see us, on our self-doubts and social insecurities. As social beings, we continuously monitor how others respond to us, so much so that it is sometimes as if we experienced ourselves through each other’s eyes. Shame and embarrassment have been called the social emotions as they shape our behaviour to meet acceptable standards and spare us

Page 60: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

9

from the stomach-tightening we feel when we have made fools of ourselves in front of others (Scheff 1988). Confirming this picture are the findings from a review of over 200 experiments in which cortisol, a central stress hormone, was measured among volunteers while they were subjected to various stressors such as loud noises, mathematical problem solving, public speaking etc.. The aim of the review was to find out what kinds of stressors led most reliably to a rise in cortisol. The authors concluded that we are most sensitive to “Tasks that included social-evaluative threat (such as threats to self-esteem or social status), in which others could negatively judge performance” (Dickerson & Kemeny 2004). They went on to suggest “Humans are driven to preserve the social self and are vigilant to threats that may jeopardize their social esteem or status.” Several of the great sociological thinkers have suggested that this is the gateway through which we are socialised and our behaviour controlled within acceptable norms. It now looks as if it is also how society gets under the skin to affect health. The development of individualism and the break up of settled, life-long, communities must have increased our vulnerability to these social evaluation anxieties. Research going through the huge numbers of studies measuring anxiety levels in young people in the period 1952-93, concluded that “The average American child in 1980 reported more anxiety than child psychiatric patients in the 1950s” (Twenge 2000). Without a stable environment of long standing relationships we constantly face new evaluative threats from others: we try to put on our best public face and create a good impression. “Social evaluative threats” are involved in everything from embarrassment and loss of face in a personal context, to issues to do with low social status as they are ratcheted up by inequality in the wider society. Interestingly, the literature on violence points out how often issues of respect and loss of face are the triggers to violence (Wilkinson 2004). The reason why violence is more common where there is more inequality is not only because inequality increases status competition, but also because people deprived of the markers of status (incomes, jobs, houses, cars, etc) are naturally particularly sensitive to how they are seen. Similar processes are involved in the social gradient in children’s educational performance. A recent experiment for the World Bank showed that when children in rural India were unaware of the caste differences between them, high and low caste children performed equally well when asked to solve a series of puzzles; but when made aware of the differences, the performance of children from low castes was substantially reduced (Hoff & Pandy 2004). We can see then that increased social hierarchy and inequality substantially raises the stakes and anxieties about personal worth. We all want to feel valued and appreciated, but a society which makes large numbers of people feel they are looked down on, regarded as inferior, stupid and failures, not only causes suffering and wastage, but also incurs the costs of antisocial reactions to the structures which demean them. Inequality, consumption, and the environment Finally, inequality makes it harder to limit economic activity to levels which are environmentally sustainable. We have already mentioned that, despite its urgency in poorer countries, there is little evidence that continued economic growth brings any real increases in

Page 61: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

10

wellbeing to the populations of the rich developed countries. As Gross National Income per head rises we no longer see rises in measures of happiness or economic welfare (Leyard 2005), and although longevity continues to increase, those increases are unrelated to national rates of economic growth. However, although economic growth brings few real benefits and poses a serious environmental threat, most people want increased wealth more than almost anything else. Given the concern with status, and the use of consumption to express status, much of the desire for higher incomes is of course a desire for the advantages and position enjoyed by the better off in our own societies. Several economists have provided detailed evidence suggesting that status competition is a very important driver behind the desire for ever higher levels of consumption (Frank 1999). Indeed, as income differences widened in the US, it looks as if they increased the pressure to consume: aspirational incomes and debt went up, while savings went down. Advertisers, endlessly suggesting that products enhance attractiveness, sophistication and exclusivity, are very aware of our social insecurities. They know that we hope – consciously or not – that our purchases will shore-up our self image and social identity. If what we want is an income which improves our standing and social attractiveness in relation to others, then it is simply not legitimate to treat our individual desires for higher incomes as if together they amounted to a societal desire for economic growth. Consumerism is driven substantially by social neuroses and insecurities fanned by inequality and increased competition for status. Rather than a sign of our rampant materialism, our insatiable capacity to consume is an indication (aptly labelled “retail therapy”) that we use our purchases as a source of comfort – as in “eating for comfort” – and to provide a sense of wellbeing which we cannot get from society. Our possessions make us feel like more substantial people in each others eyes. As such, our apparent materialism is actually an expression of what a highly social species we are. Without a reduction in inequality, the individualism of the market becomes dysfunctional. If we are to avoid further damage to the natural environment we must first improve the real social quality of our lives. That means reducing inequality and the resort to consumption as a substitute source of comfort. Richard Wilkinson is professor of social epidemiology at the University of Nottingham Medical School and author of: The Impact of Inequality: how to make sick societies healthier (Routledge 2005).

References

1. Abbott DH, Keverne EB, Bercovitch FB, Shively CA, Medoza SP, Saltzman W, et al. (2003). Are subordinates always stressed? A comparative analysis of rank differences in cortisol levels among primates. Hormones and Behavior; 43: 67-82.

2. Brunner E, Marmot M. (2006) Social organization, stress, and health. In: The Social Determinants of Health. Edited by Marmot MG, Wilkinson RG.. OUP.

Page 62: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

11

3. Dickerson SS, Kemeny ME. (2004) Acute stressors and cortisol responses: a theoretical integration and synthesis of laboratory research. Psychological Bulletin; 130(3): 355-91.

4. Frank R. (1999). Luxury Fever: Why money fails to satisfy in an era of success. Free Press, N.Y..

5. Hoff K, Pandey P. (2004) Belief systems and durable inequalities. An Experimental Investigation of Indian Caste. World Bank Policy Research Working Paper 3351.

6. Kawachi I, Kennedy BP, Lochner K, Prothrow-Stith D. (1997). Social capital, income inequality and mortality. American Journal of Public Health; 87: 1491-8.

7. Layard R. (2005) Happiness: lessons from a new science. Allen Lane, London.

8. Marmot MG. (2004). The Status Syndrome. Bloomsbury, London. 9. Marmot M, Wilkinson RG. (2001). Psychosocial and material pathways in

the relation between income and health: a response to Lynch et al.. British Medical Journal; 322: 1233-36.

10. Sapolsky RM. (2004). Why zebras don't get ulcers. A guide to stress, stress-related disease and coping. WH Freeman, N.Y. 3rd edition.

11. Sapolsky R. (2005). Sick of Poverty. Scientific American; 293(6): 92-9. 12. Scheff TJ. (1988). Shame and conformity: the deference-emotion system.

American Sociological Review; 53: 395-406. 13. Shively CA, Clarkson TB. (1994). Social status and coronary artery

atherosclerosis in female monkeys. Arteriosclerosis and Thrombosis; 14: 721-6.

14. Twenge JM. (2000). The age of anxiety? Birth cohort change in anxiety and neuroticism, 1952-1993. Journal of Personality and Social Psychology; 79(6): 1007-21.

15. Wilkinson RG. (2005). The Impact of Inequality: how to make sick societies healthier. Routledge.

16. Wilkinson RG. (2004). Why is violence more common where inequality is greater? Annals of the New York Academy of Sciences; 1036: 1-12.

17. Wilkinson RG, Pickett KE. (2006). Income inequality and health: a review and explanation of the evidence. Social Science and Medicine, 62: 1768-84.

18. Wilkinson RG, Pickett KE. (Forthcoming). The problems of relative deprivation: why some societies do better than others.

Page 63: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

12

Katı Atıklar ve Tıbbi Atıkların Yönetimi Günay KOCASOY Katı Atık Kirlenmesi Araştırma ve Denetimi Türk Milli Komitesi Boğaziçi Üniversitesi, Çevre Bilimleri Enstitüsü, Hisar Kampüs, 34342 Bebek İstanbul

Özet Katı atıkların ve tıbbi atıkların yönetimi gelişmekte olan ülkelerde karşılaşılan en önemli çevre sorunlar arasında yer almaktadır. Ekonomik gelişmeler ve yaşam standartlarının yükselmesi, her gün piyasaya yeni ürünlerin sürülmesi, üretilen katı atık miktarının artmasına neden olmaktadır. Bertaraf işlemlerinin oldukça pahalı olması ve beraberinde ortaya çıkan sorunların gideriminin işlem performansını olumsuz yönde etkilemesi, yeni yöntem arayışlarını hızlandırmıştır. Ülkemizde de, özellikle İstanbul gibi nüfus yoğunluğu çok fazla olan şehirlerde, çok önemli olan katı atık sorununu çözmek için yasal-kurumsal yapının, gerekli kanun ve yönetmeliklerin düzenlenmesi ve ulusal çevre politikalarının oluşturulması, düzenli depolama alanlarında uzaklaştırılan katı atık miktarının azaltılması için atıkların geri dönüştürülerek tekrar kullanımını sağlayacak “atık minimizasyonu” veya “atık geri kazanma” programlarının başlatılması hemen yapılması gereken adımlardır. Hastaneler ve diğer sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıklar ise, toplumsal sağlık risklerine neden olan en önemli tehlikeli atıklar arasındadır. Bu kuruluşlar; bir yandan insan sağlığının gelişimi ve tedavisi yönünde hizmet verirken, bir yandan da toplum sağlığı açısından tehlike yaratabilecek tıbbi atıkların oluşumuna neden olmaktadırlar. Bu nedenle, entegre tıbbi atık yönetim planlarının yapılması, bu risklerin minimize edilmesi için öncelikle gerçekleştirilmesi gereken ilk çalışma olmalıdır. Atıkların kaynağında etkili bir şekilde sınıflandırılması ve ayrıştırılması ile bu atıkların sağlıklı olarak yönetim ve bertarafında sürekli ve uygun sistemlerin uygulanabilmesi için gereklidir. Anahtar Kelimeler: Bertaraf, Düzenli depolama, Geri Kazanım, Katı Atıklar, Tıbbi Atıklar, Yakma 1. Giriş Tüm dünyada katı atıklar önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Sürekli nüfus artışı, hayat standardının giderek yükselmesi, toplumun taleplerini karşılamak için yeni ürünlerin piyasaya çıkması üretilen ve uzaklaştırılması gereken katı atık miktarının her gün artmasına neden olmaktadır. Katı atıklar genellikle üreticisinin gözünde hiçbir değeri olmayarak atılan aslında ise ekonomik değeri olan maddelerdir. Evlerden, tarım alanlarından, maden ocaklarından, parklardan, caddelerden kaynaklanan ve düzenli depolama alanlarında uzaklaştırılan katı atıkların azaltılmasında en önemli yöntem atıkların geri dönüştürülerek tekrar kullanımını sağlayacak “atık minimizasyonu” veya “atık geri kazanma” programlarının başlatılmasıdır.

Page 64: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

13

Katı atıklar heterojen bir yapıya sahip olup, özellikleri ülkeden ülkeye değiştiği gibi aynı ülkede şehirden şehire ve hatta semtten semte farklılık göstermektedir. Katı atıkların özelliklerine etki eden diğer bir faktör de mevsimsel değişimlerdir. Bu nedenle ülkemizde katı atıkların bertaraf yöntemleri planlanırken uzaklaştırılacak katı atıkların kompozisyonunun ve miktarının doğru olarak belirlenmesi şarttır. Bu konuda literatürde verilen değerleri, özellikle ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin katı atık verilerini kullanmak çok hatalıdır. Örneğin ekonomik olarak gelişmiş ülkelerden kaynaklanan katı atıkların nem oranı %40 civarında iken bu değer ekonomik olarak gelişmekte olan ülkemizin katı atıklarında % 80’lere kadar çıkmaktadır. Günümüzde bir çok ülkede katı atıklar vahşi depolama/düzenli deponi alanlarında gömülerek veya yakılarak bertaraf edilmektedir. Katı atıkların yakılarak bertaraf edilmesi çok pahalı yöntemlerdendir. İlk yatırım ve işletme maliyetleri yüksek olan bu yöntemler genellikle ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde uygulanmaktadır. Buna karşılık Türkiye gibi ekonomik olarak gelişmekte olan ülkeler katı atıkları, çoğunlukla hiçbir maliyeti olmayan (gerek ilk yatırım ve gerekse işletme için) vahşi depolama ile bertaraf etmeyi tercih etmektedirler (Curi, 1996). Vahşi depolamada katı atıklar, boş bulunan herhangi bir alana -özellikle çukur alanlara- hiç bir önlem alınmadan atılarak, çöp yığınları/dağları oluşturulmaktadır. Eğimi uygun olmayan (çok dik) tepeler halinde yığılan katı atıklar kayarak çevre sorunlarına, katı atıkların kayması sonucu açığa çıkan metan gazının oksijenle birleşmesi ise patlamalara neden olmaktadır (Curi, 1996). Vahşi depolama alanlarında oluşan sızıntı suları toplanıp arıtılması için gerekli sistem olmadığı için, yüzeysel ve yeraltı sularının kirlenmesine neden olmaktadır. Ayrıca buralar fare, böcek gibi haşerelerin üremesi için ideal ortamlardır. Çevre kirliliğine neden olan en önemli etkenlerden biri de sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıklardır. Tıbbi atıklar miktar olarak az olmalarına rağmen, yüksek oranda risk taşıyan çok önemli bir atık grubudur. Bu atıklar enfekte olmalarının yanı sıra tehlikeli kimyasallar, ilaçlar, toksinler, radyoaktif maddeler gibi çok miktarda tehlikeli ve enfekte maddeleri de içererek, sağlık personeli, hastalar ve toplum sağlığı ve çevre açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Ülkemizde nüfus artışına bağlı olarak mevcut hastane sayısının artması ile tıbbi atık miktarı da her geçen gün hızla artmaktadır. Ayrıca son yıllarda tehlikeli bulaşıcı hastalıkların (AIDS, viral hepatit vb.) artış göstermesi plastik enjektörler ve kan setleri gibi tek kullanımlık malzemelerin kullanımını arttırmış olup, bu da doğrudan tıbbi atık üretim miktarına yansımıştır. Bunların dışında sağlık kuruluşlarında evsel katı atıkların dışında farklı niteliklere sahip patojen mikroorganizma içeren maddeler, organ dokuları, kesici aletler, şırıngalar, kirlenmiş sargılar, ameliyat artıkları vs. gibi tıbbi atıklar da ortaya çıkmaktadır. Sonuçta miktarları gittikçe artan tıbbi atıklar, önemli bir çevre ve sağlık sorunu haline gelmiştir. Tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı bir işleme tabi tutulmaması; başta Hepatit ve H.I.V. gibi çok tehlikeli virüslerin ve birçok hastalığın insanlara geçme riskini arttırmakta, bununla birlikte çok sayıda sağlık, çevre ve maliyet problemini ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıkların sağlık personeline, halk sağlığına ve çevreye zarar vermeden evsel nitelikli atıklardan ayrı olarak toplanması, geçici depolanması,

Page 65: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

14

taşınması ve nihai bertaraflarının sağlanması tüm yetkililer için yerine getirilmesi gerekli bir zorunluluktur (WHO, 1999). 2. Türkiye’de Evsel Katı Atıkların Yönetimi “Katı Atık Yönetimi” ülkemiz için önemli bir sorun olmaya devam etmekte, gerekli önlemler alınmadığı takdirde bu sorunların giderek artması ve Ümraniye-Hekimbaşı çöplüğünde yaşanılan felaketin benzeri olaylarla karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır. İleride üzücü olaylarla karşılaşmamak için neler yapılması gerektiğini irdelemeden önce Türkiye’deki katı atık yönetiminin tarihçesi, evsel katı atıkların mevcut durumu, bu konu ile ilgili yasal-kurumsal yapı anlatılarak ne gibi düzenlemeler yapılması konusunda öneriler sıralanacaktır. 2.1. Türkiye'de Katı Atık Yönetiminin Tarihçesi Ülkemizde değişik kaynaklardan kaynaklanan katı atıkların miktarı ve türü hakkında güvenilir ve istatistiki veriler mevcut değildir. Değişik araştırmacılar bu konuda seçilen bir yörede belli bir süre araştırma yaparak veri toplamakta, araştırma sonuçlandıktan sonra yöredeki katı atıklar ile ilgili çalışmalar yapılmamaktadır. Araştırmacılar tarafından toplanan veriler veri bankasında toplanmadığı için bu bilgilere ulaşmak çok zor ve hatta imkansızdır. 1991 yılında Katı Atıkların Kontrol Yönetmeliği (T.C. Çevre Bakanlığı, 1991)’nin yayınlanmasından sonra T.C. Devlet İstatistik Enstitüsü evsel katı atıklar hakkında sistematik olarak veri toplamaya başlamıştır. Evsel atıklar; evlerden, ticarethanelerden, sanayiden (evsel nitelikli olanlar), park ve caddelerden kaynaklanmaktadır. Ancak hangi kaynaktan ne kadar atık üretildiğine ait bilgi yoktur. Elde edilen veriler araştırmacıların "kaynakta" - evlerde yaptıkları bireysel araştırmalara dayanmaktadır (Curi, 1996). Evsel atıkların miktarı genellikle bertaraf alanına getirilen atık miktarından belirlenmekte olup, bu veriler üretilen gerçek katı atık miktarını yansıtmamaktadır. Katı atıkların miktar ve kompozisyonu, üretildikleri kaynaktan son bertaraf alanına getirilene kadar sürekli olarak değişmektedir. Bunun nedeni belli atıkları (kağıt, gazete, dergi, vb.) ev halkı ve kapıcıların ayrıştırması, konteynerlerden atık ayırıcı/toplayıcıların belli maddeleri ayıklayarak toplamasıdır. Değişik metropol şehirlerde kişi başına üretilen atık miktarı Tablo 1'de verilmiştir (DİE, 2002). Tablo 1. Türkiye’deki değişik metropol şehirlerde kişi başına üretilen katı atık miktarı

(DİE, 2002)

Şehir Nüfus (Kış Ayları) (g/kişi-gün)

(Yaz Ayları) (g/kişi-gün)

Adana 1 129 792 865 473 Ankara 2 802 747 615 635 Bursa 1 015 301 613 793 Diyarbakır 520 195 365 250 Gaziantep 764 649 221 175 İstanbul 7 512 652 554 514 İzmir 1 932 310 724 484 Kayseri 521 754 752 374 Konya 638 400 683 539 Samsun 386 479 542 450

Page 66: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

15

2.2. Türkiye’de Katı Atıkların Bertaraf Edilmesi Türkiye’de katı atıkların uzaklaştırılmasında kullanılan en yaygın yöntem denize dökmek veya vahşi depolama alanlarında depolamaktır. Türkiye’de üç bine yakın “vahşi depolama” alanı mevcut olup, atıklar buraya hiçbir önlem alınmadan atılmaktadırlar. Bu alanlara atılan atıklar sıkıştırılmadığı gibi üstleri de örtülmemekte, açık bırakılmaktadır. “Vahşi depolama” alanlarında oluşan sızıntı sularının ve metan gazının toplanacağı sistemler olmadığı için bunlar sürekli olarak çevreyi kirletmekte ve halk sağlığı açısından büyük tehlikeler yaratmaktadır. Bunlara örnek olarak 28 Nisan 1995 yılında İstanbul’da Ümraniye-Hekimbaşı Vahşi Depolama Alanı’nda meydana gelen felaket verilebilir. Yanlış eğimle, çok dik tepe şeklinde yığılan çöplerin kayması sonucu açığa çıkan metan gazının havadaki oksijenle birleşerek patlaması sonucu 39 vatandaş hayatını kaybetmiş, bir çok gecekondu çöp yığınları altında kalmıştır. Ayrıca çöplerin kayması sonucu kırılan borular nedeni ile yörede kanalizasyon açıkta akmağa başlamış, halk sağlığı ciddi tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Diğer bir olay ise 23 Mayıs 1996’da meydana gelmiş, Kemerburgaz Vahşi Depolama Alanı’ndaki katı atıklar kayarak “depolama alanının” yakınında bulunan yolu tamamen kapatmıştır (Kocasoy ve Curi, 1995). Mevcut olan tüm “vahşi depolama” alanlarının vakit geçirilmeden kapatılması ve gerekli rehabilitasyonların doğru olarak yapılması gerekmektedir. 1991 yılında “Katı Atıkların Kontrol Yönetmeliği” yayınlandıktan sonra yerel yönetimler- belediyeler katı atıkların toplanması, taşınması ve bertaraf edilmesini kapsayan "entegre katı atık yönetimi" programları yapmaya ve uygulamaya başlamışlardır. Bu kapsamda vahşi depolama alanları kapatılarak rehabilitasyonları yapılmağa, düzenli depolama alanlarının inşaasına başlanmıştır. Ancak yerel yönetimler katı atıkların geri dönüştürülmesi, geri kazanılması konularında herhangi bir program yapmamışlardır. Türkiye’de bulunan 3215 belediyeden sadece İstanbul, Bursa, Gaziantep, Antalya, Denizli, İzmir (Foça), Muğla (Marmaris ve Göçek, Erzurum) Belediyeleri düzenli depolama alanları yapmışlardır (DİE, 2002). Ülkemizde katı atıkların % 15,5’i Büyükşehir Belediyesi’nin % 48,8’i belediyelerin katı atık bertaraf alanlarında (vahşi depolama alanlarında), % 27,8’i düzenli depolama alanlarında, % 1,5’i kompost tesislerinde, % 0,8’i açıkta yakılarak, % 0,8’i derelere dökülerek, % 4,8’i ise değişik yöntemlerle bertaraf edilmektedir. 2.3. Türkiye'de Katı Atıkların Geri Dönüştürülmesi/Kazanılması Doğal kaynakların sınırsız olmadığını ve enerji darboğazının gittikçe çok daha fazla önem kazandığını fark eden ekonomik olarak gelişmiş olan ülkeler "atık" olarak atılan maddelerin içinde bulunan değerli maddeleri geri dönüştürebilmek/kazanmak için yöntemler arayışına girmişlerdir. Ancak ekonomik olarak gelişmekte olan ülkeler, geri dönüştürme/kazanma programlarının sanayileşmelerine katkıda bulunacağının, ekonomilerini güçlendireceğinin farkına tam olarak varmamışlardır. Demir, çelik, bakır, kurşun, kağıt, plastik gibi değerli maddelerin geri kazanılması bu maddelerin ithali için harcanacak dövizin yurtiçinde kalması, doğal kaynakların korunması ve enerji kullanımının azaltılması bakımından çok önemlidir. Bu değerli maddelerin geri kazanılması için kullanılacak enerji, maden ocaklarından çıkarılması için gereken enerjiden çok daha azdır. Örneğin bir ton alüminyumun geri kazanılması için harcanacak enerji aynı miktardaki alüminyumun hammaddeden elde edilmesi için gerekli olan enerjinin sadece yüzde dördü (%4) kadardır. Bir ton kağıdın geri kazanılması ile 17 ağacın kesilmesi ve 4100 kw enerjinin zayi edilmesi önlenmektedir. Bu

Page 67: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

16

değerli maddelerin geri kazanılması ile ülke ekonomisine önemli katkılar sağlanmaktadır. Son yıllara kadar ve halen ülkenin büyük bir kısmında değerli maddelerin geri dönüştürülmesi/ geri kazanılma işlemleri çok ilkel yöntemlerle yapılmaktadır. Bu değerli maddelerin ayrıştırılması ilkel bir şekilde bir kaç aşamada yapılmakta olup aşağıda verilmiştir:

• Cam şişeler ve gazete kağıtları evlerde ayrı toplanmakta, gezici seyyar satıcılara/toplayıcılara satılmaktadır. Metropol şehirlerde bu işlem genellikle kapıcılar tarafından yapılmaktadır.

• Caddelerdeki katı atık konteynerlerinde diğer atıklarla birlikte atılmış değerli maddeler belli toplayıcılar tarafından ayrıştırılıp toplanarak bunları işleyen firmalara satılmaktadır. Bu ayrıştırmanın yapılması esnasında atıklar etrafa saçılmakta, çevreyi kirletmektedir.

• Bertaraf alanına (vahşi depolama/düzenli depolama alanları) getirilen katı atıklar burada sağlıksız koşullarda çalışanlar tarafından ayrıştırılarak, daha sonra bu maddeleri işleyen fabrikalara satılmak üzere depolama alanını belediyeden ihale ile kiralamış olan kişiye "çöp ağasına" satarlar. Bu şekilde ayrıştırılmış olan maddeler de diğer atıklarla kirlenmiş olduğu için çoğu geri dönüştürülememekte/geri kazanılamamakta, diğerlerinin ise işlenmeden önce temizlenmesi gerekmektedir ki bu da geri kazanım maliyetini arttırmaktadır (Curi, 1994).

Yukarıda anlatılan katı atıkların ayrıştırılması işlemleri verimli değildir. Doğal maddelerin büyük bir kısmı değerlendirilemediği gibi, düzenli depolama alanlarının ömrünü de kısaltmaktadır. Bütün bu değerli maddeler yağ ve yemek artıklarıyla karışıp kirlenmeden kaynakta ayrıştırılmalı ve geri dönüştürme/geri kazanma merkezlerine götürülmelidir. Türkiye’de geri dönüştürülebilecek/kazanılabilecek katı atıkların çok az bir kısmı değerlendirilebilmekte olup, ihtiyaç olunan bu malzemeler, diğer ülkelerden hurda olarak ithal edilmektedir. Yapılan araştırmalar, İstanbul’daki geri kazanılabilecek malzemelerin sadece %70’inin geri kazanılması durumunda bölgenin ihtiyacının karşılanabileceğini ve hatta kağıt gibi maddelerin ihtiyacı karşıladıktan sonra ihraç edilebilecek miktarlarda olduğunu ortaya koymuştur. Bu suretle ülke bu maddelerin ithaline harcanacak dövizi tasarruf etmesinin yanı sıra ekonomik bir getiri de elde edecektir. Türkiye’deki ilk katı atık geri dönüşüm merkezi Bakırköy, İstanbul’da kurulmuştur. Ancak burası bir geri dönüşüm merkezi olmayıp, atıkların elle ayrıştırıldığı bir atık ayrıştırma merkezidir. Bu program, pilot bölge olarak seçilen Bakırköy ve yöredeki semtleri kapsamaktadır. Seçilen bölgedeki evlerde cam, plastik şişeler, karton ve metal kaplar kendilerine Bakırköy Belediyesi tarafından dağıtılan plastik poşetlerde ayrı olarak toplanmakta ve belirli günlerde Belediye’nin vasıtalarıyla evlerden alınarak “Atık Ayrıştırma Merkezi”ne getirilmektedir. Merkezde çalışan işçiler tarafından elle ayrıştırılan ve preslenerek hacmi küçültülen atıklar tekrar kullanılmak/geri kazanılmak üzere değişik fabrikalara/firmalara gönderilmektedirler. Yakın zamanda Kadıköy Belediyesi de atıkların geri kazanılması için Kadıköy Semti’nde geri dönüşüm programı hazırlamıştır. Evlerde ayrı ayrı toplanan atıklar aynı semtte bulunan “atık ayrıştırma merkezi”ne taşınmakta, burada elle atıklar bir kez daha ayrıştırıldıktan sonra preslenerek/parçalanarak granül haline getirilip geri kazanılması için firmalara satılmaktadır.

Page 68: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

17

2.4. Uygulanan Evsel Katı Atık Yönetimi’nde Görülen Eksikler Evsel katı atıklar evlerden, ticarethanelerden, park, bahçe, yollardan ve benzeri yerlerden kaynaklanmaktadır. Bu atıklarla ilgili eksiklikler aşağıda sıralanmıştır:

• Katı atıkların hangi kaynaktan ne kadar üretildiği hakkında bilgi yoktur. • Kişi başına üretilen katı atık miktarı uzaklaştırma alanına getirilen katı atık

miktarından belirlenmektedir. Bu şekilde elde edilen veriler sağlıklı değildir. • Kişi başına düşen katı atık miktarı 1994 de 1.10, 1995’de 1.27, 1996’da 1.37,

1997’de 1.48, 1998’de 1.51 kg/kişi/gün’dür. 1960-1990 arası bu değer 0.5 kg/kişi/gün olarak belirlenmiştir. Buna göre ülkemizde günlük çöp üretimi 65000 ton'dur. Türkiye’deki çöplerin %15-20’si geri kazanılabilir nitelikte olduğu tahmin edilmektedir.

• Yaz ve kış aylarında üretilen katı atıkların kompozisyonu tam olarak bilinmemekte, ancak DİE’nin 1993 yılı çalışmaları sonucu bazı şehirlerdeki katı atıkların kompozisyonu ve “geri kazanılabilir” maddelerle ilgili veriler elde edilmiştir (DİE, 1995a). Bu çalışmaya göre değişik şehirlerde geri kazanılabilir katı atık miktarı %8 ile % 23 arasında değişmektedir.

• Türkiye’deki büyük şehirlerde kişi başına üretilen katı atık miktarı Tablo 1’de verilmiştir.

• Ülkemizde geri kazanılabilen maddeler gerektiği şekilde geri kazanılmamakta, çöp olarak atık uzaklaştırma alanlarına gönderilmektedir. En çok ayrı olarak toplanan kağıt ve karton gibi maddelerin yarısından çoğu yakılmaktadır.

• Evsel atıklarda ağır ve alkali metaller bulunmaktadır. Ayrıca evsel katı atıkların uzaklaştırıldığı depolama sahalarına (vahşi depolama alanlarına) sanayi katı atıkları da atılmakta, bu şekilde evsel katı atıklarda ağır metaller ve diğer tehlikeli maddelerle karışmakta, bu durum ise evsel katı atıkları tehlikeli atık sınıfına sokmaktadır (Curi, 1993).

• Katı atıkların daire, ev ve apartmanlarda toplama, biriktirme ve bekletme yöntemleri belirtilmemiştir. Ülkemizde evlerin planlarında ve inşaatında katı atıkların geçici olarak depolanması için herhangi bir mekan veya düzenleme düşünülmemektedir.

• Çöp torbalarının, konteynırların, ara depolama konteynırlarının standardizasyonu yoktur. Caddelerde bulunan konteynırlardan sızıntı suları akmakta, konteynırlar temizlenmemekte, belli aralıklarla dezenfekte edilmemekte, kapakları sürekli açık tutulmaktadır (Başdurak, 1990).

• Mevcut uygulamada “kapıdan kapıya” toplama yönteminde çöplerin uzun süre sokakta kalmaları, geri kazanma ve sokak hayvanlarının beslenme amacıyla karıştırılması sonucu çöpler etrafa yayılarak, çevre kirliliği oluşturmakta, halk sağlığını tehdit etmektedir (Kocasoy, 2002).

• Çöplerin toplanma sıklığı ana arterlerde düzenli olarak yapılmasına rağmen, merkezden uzak semtlerde katı atıklar gereken sıklıkta toplanmamaktadır.

• Katı atık toplama araçları bu atıkları nihai uzaklaştırma alanına götürerek uzun mesafeler kat etmektedir. Bu yaklaşım ekonomik olmadığı gibi araçların sık sık arızalanmalarına da neden olmaktadır.

• Geri kazanma programları gereği olan kaynakta ayıklama belediyeler tarafından planlı bir şekilde uygulanmamakta, tüm katı atıklar karışık olarak ayrıştırılmadan konteynırlara atılmaktadır. Geri kazanma işlemleri sadece “gönüllü kuruluşların” girişimleri ile sınırlı bir şekilde uygulanmaktadır. Ayrıca “çevre dostu” vatandaşların evlerinde biriktirdiği geri kazanılabilir maddeleri götürebilecekleri yerler mevcut değildir (Kocasoy, 1996).

Page 69: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

18

• Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ile mecburi kılınmış olan şişe ve benzeri kapların geri kazanılması yeterince uygulanmamakta bu kaplar kaynakta ayıklanmadığı, çöp uzaklaştırma alanlarında ayıklanmakta olduğu için geri kazanılması zorlaşmaktadır. Ayrıca bunları geri kazanmakla yükümlü firmalar gerektiği gibi denetlenmediğinden Yönetmeliğin ilgili maddesi yerine getirilmemektedir.

• Belediyelerin ihale usulü ile kiraya verdikleri katı atık uzaklaştırma sahalarında yapılan iptidai geri kazanma çalışmaları verimsiz olmasının yanı sıra halk sağlığı açısından da sakıncalıdır.

• Katı atıkların büyük bir kısmı “vahşi depolama” diye adlandırılan alanlarda gelişi güzel uzaklaştırılmaktadır. Az bir kısmı ise derelere, denizlere atılmakta, çok az bir kısmı ise bahçelerde, sokaklarda bilinçsizce yok edilmektedir “Vahşi depolama alanları” olarak adlandırılan bu alanlar düzenli depolama alanları standartlarına katiyetle uymamakta, bu alanlarda insanlar geri kazanılabilecek maddeleri gayrı sıhhi şartlarda ayrıştırırken hayvanlar da atılan çöpler arasında beslenmeğe çalışmaktadır (Curi, 1992) .

• Bazı şehirlerimizde (İzmir, İstanbul, Akhisar, Antalya, Edirne, Mersin, vb.) kompost tesisleri mevcuttur. Ancak bu kompost tesislerinin çoğu dışındakiler teknik/ekonomik nedenlerden ötürü faaliyetlerini sürdürememekte veya tatminkar sonuçlar alınamamaktadır (Kocasoy, 1996).

• İzmir, İstanbul, Bursa, Erzurum, Denizli gibi 12 şehrimizde düzenli depolama alanları inşa edilmiş; bir çok şehirde ise (25 civarında) düzenli depolama alanlarının hazırlanması için çalışmalar yapılmaktadır. Mevcut düzenli depolama alanlarında ise biyogazdan yararlanılmamakta, sızıntı suları ise uygun şekilde uzaklaştırılmamaktadır.

• Kocaeli’nde tehlikeli atıkların yakıldığı bir insinerator ve düzenli depolama alanı mevcut olup. Aydın, Antalya ve Balıkesir’de yakma tesisi kurulması için planlar hazırlanmaktadır.

• Mevcut yaklaşık 3000 vahşi depolama alanı yeraltı sularını kirletmekte, bu alanlardan çıkan gazlarla hava kirliliği oluşmaktadır. Bu alanlar potansiyel risklere sahiptir. Rehabilitasyonu yapılan vahşi depolama alanlarının rehabilitasyonu tam ve doğru olarak yapılmamakta, bu alanlar bazen yanlış amaçlarla kullanıma açılmaktadır.

2.5. Yasal ve Kurumsal Durum Ülkemizde 14 Mart 1991 tarihli ve 20814 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği uygulamaya konulmuş ve daha sonraları bazı maddeleri değiştirilerek 25.04.2002 tarih ve 24736 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Aynı şekilde ambalajların çevreye zarar vermeyecek şekilde üretilmesi, ambalaj atıklarının tekrar kullanımı geri kazanımı ve geri dönüşümü amacıyla 30.07.2004 tarih ve 25538 Sayılı Resmi Gazetede “Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği” yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasalarla öngörülen görevlerin kimler tarafından gerçekleştirileceği belirlendiği için hukuksal durumla kurumsal yapı birlikte incelenmiş, bu konu ile ilgili yetki ve sorumluluklar ve karşılaşılan sorunlar aşağıda verilmiştir.

• 1580 ve 3030 Belediye Kanunlarına göre belediye sınırları içinde katı atıkların toplanması ve taşınmasından belediyeler sorumludur. Büyükşehirlerde ise Büyükşehir Belediyesi ve İlçe Belediyeleri bu görevi birlikte yürütmektedirler. Mücavir alanlar dışındaki bölgelerde bulunan sanayi kuruluşları ve turistik tesisler atıklarını kendileri toplamak ve aktarma/nihai uzaklaştırma alanlarına

Page 70: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

19

taşımak/taşıtmakla sorumludurlar. Toplama alanlarında denetleme yetkisi mahallin en büyük mülki amirine verilmiştir.

• Evsel ve evsel nitelikli atıkların atıksu arıtma çamurlarının depolama tesislerine inşaat ruhsatı, katı atıkları işleme tesislerine inşaat ve işletme ruhsatı verme yetkisi belediye sınırları ve mücavir alan sınırları dışında kalan yerlerde mahallin en büyük mülki amiri, belediye sınırları ve mücavir alanlarda belediyeler, Büyükşehir Belediyesi olan yerlerde ise Büyükşehir Belediyelerindedir. Bu merciler Yönetmeliğin 31ci maddesi gereğince nüfusu on bine kadar olan yerlerde Mahalli Çevre Kurulu’ndan, onbinden fazla olan yerlerde ise Çevre Bakanlığı’ndan “uygun görüşü” almak zorundadırlar. Yönetmelik çerçevesinde yapılacak denetimler ise Çevre Bakanlığı’nın yetkisindedir. Yukarıda anlatılan konuda Merkezi ve Yerel Yönetim (belediyeler, mülki amirlikler ve Çevre Bakanlığı) karmaşası vardır. Çevre Bakanlığı görevi olan katı atık yönetimi ve izleme faaliyetlerini gerçekleştirecek örgütsel ve teknik yapıya sahip değildir. Ayrıca pek çok yerde izin, ruhsat alımının Yönetmeliklere uygun olarak gerçekleşmediği görülmektedir.

• Yönetmeliğin 4cü maddesi az atık üreten teknolojinin seçimini, üretimde katı atık miktarının en aza indirilmesini, katı atıkların değerlendirilmesini, geri kazanılmasını ve zararlı madde içermemesini öngörmektedir. Ancak Yönetmelikte bunların nasıl gerçekleştirileceği ve izleneceği, bu maddeye uyulmaması durumunda ne gibi müeyyidelerin uygulanacağı belirtilmemektedir.

• Yönetmeliğin 6cı Maddesinde öngörülen “gerekli eğitim”in nasıl ve kim tarafından verileceği ve nasıl finanse edileceği açıklanmamıştır.

• Düzenli depolama alanlarının ve yakma fırınlarının yer seçiminde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin öngördüğü ÇED etütlerinin ciddi şekilde yapılmadığı, bu nedenle de yanlış yer seçimlerinin gerçekleştiği görülmektedir.

• Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ile diğer yasa ve yönetmeliklerin (1580 sayılı Belediyeler Kanunu, Umumi Hıfzısıhha Kanunu, vb.) arasında bazı uyumsuzluklar vardır.

• Yönetmelikte bazı ambalajlar için konmuş bulunan “kota” zorunluluğu denetlenememekte olup, bu konu ile ilgili Maddenin amacına ulaşmadığı görülmektedir. Bu Maddedeki “kota” yerine “depozito” uygulaması mecburiyeti getirilmelidir.

• “Çöp Vergisi” diye bilinen “Çevre Temizlik Vergisi” bedelinin üretilen katı atık miktarına göre belirlenmediği için atık üretiminin azaltılması için teşvik edici olmamaktadır. Ayrıca alınan vergi amaca uygun olarak kullanılmamakta, cari harcamalar için sarf edilmektedir.

• Bazı belediyeler tarafından atıkların düzenli depolama alanları yerine yakma fırınlarında bertaraf edilme planları yapılmaktadır. Genel olarak ülkemizde üretilen katı atıkların ısıl değerinin çok düşük olması nedeniyle ek yakıt kullanılmadan yakılması mümkün değildir. Ekonomik açıdan ise atıkların düzenli depolama alanlarında bertaraf edilmesinin maliyeti 5-6 E/ton arasında değişmesine karşın ilk yatırım maliyetleri çok yüksek olan yakma fırınlarında bu maliyet 28-170 E/ton arasındadır (Curi, 1988).

• Katı atık hizmetlerini veren belediyelerin kadroları gereksiz elemanlarla şişirilmiştir. Belediyelerdeki başarısız elemanlar katı atıkla ilgili birimlere sürülmekte, bu ise katı atık hizmetlerine verilen önemi göstermektedir.

• Belediyelerin hem hizmeti veren hem de denetleyen kuruluş olması nedeniyle istenilen kalite ve verimde hizmet yapılamamaktadır.

Page 71: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

20

• Katı Atık Deponi Alanları Yönetimi ile ilgili Yönerge birçok belediye tarafından uygulanmamakta, uygulamayanlar için ise Yönerge’de hiç bir müeyyide bulunmamaktadır.

• Katı atıkların yönetimi için “Katı Atık Yönetimi Ulusal Ajansı” adı altında özerk bir birim oluşturulmalıdır.

3. Türkiye’de Tıbbi Atıkların Yönetimi

3.1. Tıbbi Atıkların Yönetimi Tıbbi atık yönetiminin amacı, atık oluşumundan bertarafına kadar insan sağlığı ve çevreyi atıkların tehlikeli ve halk sağlığını tehdit edici etkilerinden korumaktır. Tıbbi atıkların sağlıklı ve ekonomik şekilde yönetilmesinde öncelikle atık oluşmasının en aza indirgenmesi, geri kazanılabilecek atıkların geri kazanılması, atık miktarının belirlenmesi ve atıkların kaynağında düzenli olarak toplanacağı sistemlerin oluşturulması gerekmektedir. Hastanelerde ve diğer sağlık kuruluşlarında oluşan başlıca atık tipleri; evsel nitelikli katı atıklar, enfekte, bulaşıcı, kimyasal ve radyoaktif atıklar olarak sınıflandırılabilir (WHO, 1999; Bennett, 1989; KAKAD, 2004). Radyoaktif atıkların toplanması ve bertarafından Türk Atom Enerjisi Kurumu sorumlu olup, diğer bütün atıkların toplanma ve bertarafından ise belediye ve mücavir alan içerisinde belediyeler, belediye sınırları dışında ise Valilikler sorumludur (T.C.Çevre ve Orman Bakanlığı, 1993). 3.2. Yasal Yaptırımlar Ülkemizde tıbbi atıkların yönetimi esasları, ilk olarak 20 Mayıs 1993 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 21586 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olan ‘Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde belirtilmektedir. Daha sonra mevcut Yönetmelik revize edilerek, yeni “Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin amacı sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıkların halk sağlığına ve çevreye zarar vermeden ayrı olarak toplanması, geçici depolanması, geri kazanılması, taşınması ve nihai bertarafının sağlanmasına yönelik idari, teknik ve hukuki prensip, politika ve programların belirlenerek uygulanmasının sağlanmasıdır. 3.3. Tıbbi Atıkların Kontrolünün Önemi Sağlık kuruluşlarında meydana gelen atıklar doğrudan ve dolaylı olarak sağlık çalışanları, hastane personeli, hasta ziyaretçileri, hastalar ve toplum için ciddi sağlık risklerine neden olurlar. Tıbbi atıkların ciddi bir tehlike olarak algılanmasının temel sebepleri; bazı hastalıkların sonucunun ölüm olması (örneğin AIDS), risk kontrolünün yetersizliği, risk için kimin ya da neyin (kişi, enstitü ya da endüstri) “sorumlu” olduğunu tanımlamanın zorluğudur. Sağlık kuruluşlarında karşılaşılan hatalı uygulama ve eksiklikler ise şu şekilde özetlenebilir:

• Bir çok sağlık kuruluşunda, değişik tipte atıklar için uygun renk kodlaması ve gerekli işaretler bulunmadığı, birçoğunda ise yanlış uygulamalar gözlenmiştir. Hasta bekleme odalarında, mutfakta ve hastane giriş katlarında bulunan evsel atıklar için konulmuş çöp kutularında mavi yerine enfekte atıklar için kullanılan kırmızı torbalar yerleştirilmiştir. Buna karşılık, bazı laboratuarlarda ve hasta müdahale odalarındaki konteynerlerin içerisinde ise mavi torbalara rastlanmıştır. Böylece

Page 72: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

21

bütün evsel, bulaşıcı ve geri dönüşümlü atıkların aynı torbalarda toplandığını söylemek mümkündür.

• Tıbbi ve evsel atıklar ayrı toplansa bile, kurum içinde aynı servis aracı ile taşınmaktadır.

• Yeni yönetmeliğe göre, orijinal atık torbaları 100 mikron kalınlıkta polietilenden imal edilmiş, darbeye ve taşımaya dayanıklı olmalıdır. Atıkların kurum içerisindeki taşınmasından doğan maliyetin azaltılması için, satın alınan plastik torbaların çoğunun bu kriterlere uymadığı görülmüştür. Bu torbalar herhangi bir darbeyle yırtılabilir ve bulaşıcı olabilecek içerikleri konteynıra, araca ve çevreye yayılabilir.

• Kesici ve delici aletlerin darbeye dayanıklı materyalden yapılmış konteynerlerde toplanması gerekirken, bunlar değişik kutularda toplanmakta veya doğrudan kırmızı tıbbi atık torbalarına konulmaktadır.

• Atıklarla ilgilenen personelin özel kıyafetler, uygun eldivenler ve ayakkabılar giymesi ve maske kullanması zorunlu tutulsa da, gözlemlere göre çalışanlar atıkların toplanmasını herhangi bir önlem almadan gerçekleştirmektedirler.

• Sağlık kuruluşlarının çoğunluğunda geçici depolama odası veya konteyneri bulunmamakta, geçici atık deposu bulunan hastanelerde ise yönetmelikte belirtilen teknik şartlara uyulmamaktadır. Değişik renkte torbalar aynı depoda depolanabilmekte, atık torbaları bazen depolama odasının önüne dahi konulmaktadır.

• Hastane depolama alanlarında geçici olarak depolanan atıklar, Yönetmelikte belirtildiği şekilde her gün düzenli olarak toplanmamaktadır.

• Yönetmelik, sağlık kuruluşunun elemanları tarafından tam olarak bilinmemekte, yeterli hizmet içi eğitim yapılmamakta ve genel olarak tıbbi atık sorumlusu bulunmamaktadır. Sorunların başındaki en önemli nedenlerden birisi de eğitim eksikliğidir.

• Sağlık kuruluşlarının bir kısmında temizlik hizmetleri özel sektöre, dolayısıyla düşük maliyetle çalışan bilinçsiz kişilere yaptırılmakta ve bu insanlar çeşitli risklere maruz kaldıkları gibi uygulamaları da aksatmaktadırlar.

3.4. Tıbbi Atıkların Minimizasyonu Sağlık kuruluşları için atıkların biriktirilmesi, taşınması, arıtılması ve bertarafı önemli bir maliyet oluşturmaktadır. Bu maliyetin azaltılmasında en etkili yol, hastane içerisinde atık minimizasyonu programlarının uygulanmasıdır. Atık minimizasyonu, üretilen atık miktarını hastaya verilen hizmet ve kalitesinden ödün vermeden azaltmaya yönelik her türlü uygulamadan oluşmaktadır. Atık üretiminin önlenmesi, atık üretiminin azaltılması, yeniden kullanım ve geri kazanma, atık minimizasyonu programının ana hatlarını oluşturmaktadır. Sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıklar içerisinde, patolojik, enfekte, kimyasal, farmakolojik ve kesici/delici atık yüzdeleri oldukça yüksek olup bu durumun, sağlık kuruluşlarındaki uygun ve etkin olmayan uygulamalardan kaynaklandığı düşünülmektedir. İyi bir atık minimizasyonu programı ve uygulaması başlatılması gerektiği bir gerçektir. Saha çalışmalarındaki gözlemler, çoğu sağlık kuruluşunda planlı bir atık ayrıştırma işlemi yapılmadığını ortaya koymuştur. Bu ise tehlikeli olmayan evsel atıkları da tehlikeli enfekte atık sınıfına koymaktadır.

Page 73: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

22

3.5. Öneriler Çeşitli sağlık kuruluşlarında yapılan incelemeler sonucunda tespit edilen eksikliklerin düzeltilmesi için yapılması gereken işlemler aşağıda özetlenmiştir:

• Yönetim sistemlerinin geliştirilebilmesi için, öncelikle tıbbi atıkların karakterleri,

üretim miktarları ve mevcut yönetimlerini kapsayacak şekilde detaylı bir tıbbi atik veri tabanının hazırlanması gerekmektedir. Bu envanter oluşturulduktan sonra, elde dilen bilgiler dahilinde hem bölgesel, hem de ulusal düzeyde bir tıbbi atik yönetim planı geliştirilmelidir.

• Hastane içerisinde tıbbi atık uygulamalarını geliştirmek ve denetlemek amacı ile bir atık yönetim grubu oluşturulmalı ve bu grup tarafından hazırlanacak bir hastane politikası ile hastane içindeki ve dışındaki tıbbi atık yönetimi sürekli kontrol altında tutulmalıdır.

• Hastane içerisinde üretilen tıbbi atık miktarları düzenli olarak kaydedilmeli ve bu miktarlarla ilgili bir rapor tutulmalıdır.

• Tıbbi atıkların yönetimi konusunda sağlık kuruluşları ve belediyeleri kapsayan etkin bir eğitim projesi gerçekleştirilmeli, bu eğitimler periyodik olarak devam etmelidir.

• Toplum ve kamuoyu tıbbi atıklar ve geri kazanım konusunda bilinçlendirilmeli, daha etkin çevre eğitim programları gerçekleştirilmelidir. Bu kapsamda tıbbi atık konularında uygulamalı eğitimlere ağırlık verilmeli, bu konularda belediyeler bu tür uygulamalar için teşvik edilmelidir.

• Hastane tıbbi atık personelleri ve özel temizlik firması çalışanları için eğitim programlarına katılma ve sertifika alma mecburiyeti getirilmelidir.

• Yönetmelik hükümlerinin uygulanabilmesi amacıyla sağlık kuruluşlarının ve tıbbi atıklardan sorumlu yetkili birimlerin hatalı uygulamaları durumunda yaptırım uygulanabilmelidir.

• Atıkların kaynağında azaltılması, ayrıştırılması ve minimizasyonunu destekleyici faaliyetler benimsenerek hem ekonomik hem de çevresel açıdan kazanç elde edilmeye çalışılmalıdır.

• Tıbbi atık yönetimi konusunda özel sektörün teşvik edilerek, uygun teknolojilere yatırım yapmaları sağlanmalıdır.

• Mevcut atık kompozisyonu tespit edilerek ve bertaraf teknolojilerinin sağlık ve çevresel etkileri sürekli olarak araştırılarak, tıbbi atıkların bertarafı için yöre koşullarına en uygun yöntem ve teknolojiler belirlenmelidir

• Mevcut bertaraf tesisleri gözden geçirilmeli ve düzeltilmelidir. • Bölgesel çözümler için Belediye Birlikleri kanalı ile tıbbi atık bertaraf tesislerinin

yapılması sağlanmalıdır. • Tıbbi atıkları bertaraf alanına taşıyan firma vasıtalarının kriterlere uygunluğu ürekli

olarak edilmelidir. • Atıkların taşınmasında makbuz sistemi uygulanması başlatılmalı ve sürekli kontrol

edilmelidir. • Hastanelerden alınan tıbbi atıklarla ilgili ücret kurumun yatak sayısına göre

belirlenmeyip, üretilen tıbbi atık miktarına göre ücretlendirilmelidir. Bu uygulama sağlık kuruluşlarının atık azaltılması konusunda özen göstermelerini sağlayacaktır.

Page 74: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

23

Sonuç Gerek çevre kirliliğine sebep olan ve gerekse halk sağlığını tehdit eden katı ve tıbbi atıkların yönetiminde mevzuatta gerekli değişikliklerin yapılması ve sürekli denetimlerle mevzuatın doğru uygulanması ile kirli çevreyi temizleme masrafları ile birlikte halk sağlığı için yapılacak harcamalar da azalacak, ülke ekonomisine katkılar sağlanacaktır. Kaynaklar

• Başdurak, M., “Çevre Korumasında Standartların Önemi”, Katı Atıkların Tanımı, Toplanması ve Uzaklaştırılması Kurs Notları, Katı Atık Kirlenmesi Araştırma ve Denetimi Türk Milli Komitesi, İstanbul, 1990.

• Baştürk, A., “Design of Solid Waste Plant and Problems Studies in İstanbul”, Proceedings of The International Symposium on Environmental Problems of İstanbul and Solutions of Them, İstanbul, YTÜ, Sy: 103-109, 1997.

• Cossu, R., “Role of Landfilling in Solid Waste Management”, Sanitary Landfilling: Process Technology and Environmental Impact (Ed. ChristernsenH, Cossu R, Stegmann R), Academic Press, 1992.

• Curi, K., “Solid Waste Characterization and Biogas Production in the Landfills of İstanbul”, Research Project Report, İstanbul, Boğaziçi University Press, 1988.

• Curi, K., “Hastane Atıkları Hakkında Bir Yönetmelik Taslağı”, Katı Atıkların Tanımı, Toplanması ve Uzaklaştırılması Kurs Notları, Katı Atık Kirlenmesi Araştırma ve Denetimi Türk Milli Komitesi, İstanbul, 1990.

• Curi, K., “Katı Atıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması, Katı Atıkların Tanımı, Toplanması ve Uzaklaştırılması”, 1.1-1.4, KAKAD, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1990.

• Curi, K., “Çöp Bilgisi Broşürü”, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1992. • Curi, K., “İstanbul Şehrinin Çöp Sorunu, Geleceğe İlişkin Tahminnler ve Çözüm

Alternatifleri”, Araştırma Raporu, İstanbul, Boğaziçi University Press, 1993. • Curi, K., “Hazardous Waste Management in Economically Developing Countries”,

Boğaziçi University Press, İstanbul, 1992. • Curi, K., “İstanbul’da Katı Atıklar: Toplanması, Nakli, Depolanması ve Bertarafı

Sorunları”, Katı Atık ve Çevre, Vol.19, Sy. 2-15, 1994. • Curi, K., “Solid Waste Characterization and Biogas Production in the Landfills of

İstanbul”, Araştırma Projesi Raporu, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1996. • Curi K, Ekinci E and Kocasoy, “Ulusal Çevre Eylem Planı”, TBMM Press, 1988. • DİE, “Alan Uygulaması Hane Halkı Çöp Kompozisyonu Araştırması ve Hane Halkı

Çöp Eğilim Anketi Geçici Sonuçları”, DİE, Ankara, 1995. • DİE, “1995 Yılı Çevre İstatistikleri”, Türkiye İstatistik Yıllığı, DİE, Ankara, 1995. • KAKAD, Integrated Health-care Waste Management in İstanbul-Final Report,

Turkish National Committe on Solid Wastes, İstanbul, 2004. • Kocasoy, G., “Solid Waste Management Policy for Turkey”, Proceedings of the

Twelfth International Conference on Solid Waste Management, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, C1-C6, 1996.

• Kocasoy, G., “Present and Future of Recycling Activities in İzmir and Antalya”, An Ecocycle Med-Urbs, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1996.

• Kocasoy, G. “Solid Waste Management in Developing Countries : Country Report of Turkey”, Proceedings of the V. National Polish Scientific Conference, Sy: 109-124, Politechniki Koszalinskiej, Koszalin, Poland, 2001.

Page 75: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

24

• Kocasoy, G., “Solid Waste Management in Turkey”, Waste Management World, January-February, Sy. 39-44, 2002.

• Kocasoy, G., Atabarut, T. Nuhoğlu, İ. (Editors), ISWA 2002 World Environment Congress, Proceedings, V. Volumes, ISBN : 975-518-179-2 (TK), Grafika Press, İstanbul, 2002.

• Kocasoy, G., Curi, K., “The Ümraniye Hekimbaşı Open Dump Accident”, Waste Management and Research, 13, 305-314, 1995.

• Marmara Boğazlar ve Belediyeler Birliği, Çevre Envanteri Raporu, MBBB, İstanbul, 1995.

• Öztürk, M., İskenderoğlu,A.U., “İstanbul’da Tıbbi Atık Yönetimi”, İSTAÇ A.Ş., İstanbul, 2002.

• T.C. Çevre Bakanlığı, “Katı Atıkların Kontrolu Yönetmeliği”, T.C. Resmi Gazete, No. 20814, Ankara, 1991.

• T.C. Çevre Bakanlığı, “Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği”, T.C. Resmi Gazete; No: 21586:10-26, Ankara, 1993.

• T.C. Çevre Bakanlığı, “Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği”, T.C. Resmi Gazete; No: 25883, Ankara, 2005.

Page 76: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

25

Kentlerde Sağlıkta Eşitsizlikler Alpaslan TÜRKKAN Uludağ Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD. Sağlık Hakkı Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nda (1947) sağlık hakkının ırk, din, dil, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum ayrımı gözetilmeksizin, doğuşta kazanılan temel insan hakkı olduğu belirtilmiştir. 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de(1), “Herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenci için beslenme, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.” diyerek sağlık hakkını tanımlamıştır. Aynı bildirgede “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.” denerek sağlık hakkının insan haklarından biri olduğu ve eşit şekilde yararlanılacağı belirtilmiştir. T.C. Anayasası’nda (2) sağlık hakkı “ Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler” biçiminde tanımlanmaktadır. Sağlık hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Yasada da ırk, cins, mezhep, sınıf ve yaş faktörü ayrımı gözetmeden eşit sağlık hizmeti sunmak yasanın amacı olarak tanımlanmış, sağlık hizmetlerinden herkes eşit şekilde yararlanacaktır şeklinde yasalaşmıştır. Sağlıkta Eşitsizlik Nedir? Sağlıkta eşitsizlik önlenebilir, önlenebilir olması nedeniyle de gereksiz ve aynı zamanda adil olmayan farklılıklar anlamına gelir ve toplumsal eşitsizlik kavramı bu hali ile ahlaki ve vicdani boyutu da sergiler (3). Doğaya, biyolojik sürece ve gönüllü seçime dayalı kararlar nedeniyle oluşan farklılıklar eşitsizlik değildir. Farklı yaş grubundaki bireylerin sağlık farklılıkları ile kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıktan kaynaklanan sağlık farklılıkları eşitsizlik değil, kaçınılmaz olarak kabul edilir. Bu nedenle her farklılığın eşitsizlik olarak kabul edilmesi yanlıştır. Eşitsizlik; haksız, adaletsiz, önlenebilir ve bu nedenle de gereksiz farklılıklar sonucu oluşmaktadır. Sağlık farklılıklarının haksız olup olmadığına karar verirken; bireyi hastalığa götüren nedenleri kendisinin seçmesi ya da bunların kendi kontrolü dışında oluşması durumu değerlendirmeye alınmalıdır.

Whitehead (4) sağlıkta eşitliği şu şekilde tanımlamaktadır: “İdeal olarak sağlıkta eşitlik, herkesin tam sağlık potansiyeline erişebilme şansına sahip olması ve daha pragmatik olarak, sakınmadıkları sürece bu potansiyele ulaşmak açısından kimsenin dezavantajlı olmamasıdır.” Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi sağlık politikalarının ve uygulamalarının hedefi herkesi eşit sağlık düzeyine ulaştırmak değil, sağlık farklılıklarına yol açan, önlenebilir ve haksız etkenleri ortadan kaldırmak olmalıdır.

Page 77: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

26

Kentsel Değişim Kentleşme, tarıma dayalı ekonominin sanayiye kayması ile endüstrileşme, kentlere göçü artırmıştır. Göç beraberinde bazı sorunları da kente taşımış, göç yoğunluğunu kaldıramayan alt yapı, kısıtlı iş ve barınma olanakları, kentlerin çevresinde yoksul gecekonduların oluşmasına neden olmuştur. Göç; kente hızlı nüfus artışı ile ucuz işgücü sağlamış, işsizliği, güvencesiz ve esnek çalışmayı getirmiştir. Bunların sonucunda da yoksulluk ve yoksullukla şekillenmiş yaşam alanlarında sağlıksızlık belirmiştir. Yoksulluk ve çaresizlikle şekillenmiş gecekondu alanları kentlerde suçun, sefaletin ve sağlıksızlığın yaygın olduğu yerler olmuştur. Bursa’da yapılan çalışmada Bursa’ya göç etmeden önce yaşanılan yerleşim yeri özellikleri ile Bursa’da halen yaşanılan yer özellikleri açısından anlamlı benzerlik olduğu saptanmıştır. Üst toplumsal sınıflar büyükşehirlerden ve düzenli yerleşim alanlarından, alt toplumsal sınıflar ise köy ve mezralardan göç etmişler ve geldikleri yere benzer yerleşim alanlarında yaşamaya başlamışlardır. Göç eden kişiler, göç ettikleri yerdeki birikimlerini, öğrenim, meslek ve yaşamsal beklentileri gibi bireysel değerlerini de beraberinde taşırlar. Göçler; göçenlerin bu özellikleri ile kentleri şekillendirmektedir. Tarih boyunca kent içi yerleşim, yaşayanların sosyal ve ekonomik farklılıklarına paralel olarak şekillenmiştir. Benzeşen özellikleri içeren topluluklar fiziksel açıdan yakın yerleşirken benzeşmeyenler uzak kalmıştır. Böylelikle kendi içinde homojen semt/bölgeler oluşmuştur. Kentler var olan yapılarına ek olarak toplu yaşam olanaklarını sunan toplu konutlar ve sosyoekonomik açıdan üst düzeydeki grubun tercih ettiği modern uydu kentler ile hızla genişlemektedir. Kendi içinde homojen yapıdaki bu genişleme, bütüncül bakıldığında heterojen bir genişlemeye işaret etmektedir. Kentsel genişlemede eskinin gecekondu alanları modern uydu kentlere ev sahipliği-komşuluk yapmakta ya da Bursa’da bir örneği yaşandığı gibi eski çöp toplama alanının yanına modern bir uydu kent kurulabilmektedir. Kent dinamik yapısı ile yaşayan bir organizma gibidir. Bu organizma kendini yenilemekte ve değiştirmektedir. Yine benzer şekilde eski köy statüsündeki yerleşim alanının etrafı modern uydu kentlerle çevrilebilmektedir. Kendi dinamikleri ile eskinin değersiz alanları değişen özellikleri ile gözde alanlar olabilmekte ve kentlinin akınına uğramaktadır. Bu durum kentlerde kendi içinde homojen olan mahalle/semt temelindeki benzeşen yapıyı bozma eğilimindedir. Aynı mahallede lüks uydu kentin yanında kanalizasyon sistemine bağlı olmayan, tek çukurlu ya da şebekeye bağlı olmadığından su gereksinimini cami çeşmesinden sağlayan suyu olmayan evler bulunabilmektedir. Bu değişimler semtleri/mahalleleri eskisi kadar homojen olmaktan çıkarmaya başlamış, ulaşım olanaklarının da artması ile kent içinde, kent dinamikleri doğrultusunda toplumun farklı kesimlerinin yaşamlarını birbiri ile daha fazla kesiştirmeye başlamıştır. Bu kesişmenin bir örneği de 2000 yılında o zaman 10 yaşında olan Leyla’nın mendil satarken müşterileri rahatsız ettiği gerekçesi ile –kapitalizmin olduğu kadar kentsel alanlarında simgesi kabul edilen- McDonalds’ın buzdolabında 3 saat kilitlenmesi ile İstanbul’da yaşanmıştır. Gittikçe heterojenleşen bu kentsel yapıda sağlıkta eşitsizlik araştırmalarının semt/mahallelere dayalı kıyaslamalardan çok kentsel yapıların özelliği olan toplumsal sınıflardaki ayrışmanın incelenmesi şeklinde yürütülmesi daha gerçekçi ve bütüncül olacaktır. Sosyoekonomik açıdan daha homojen yapılar olan toplumsal sınıfların, sağlıkta eşitsizlik araştırmalarının bağımsız değişkeni olması daha uygun görülmektedir.

Page 78: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

27

Toplumsal Sınıflar İnsanlar belli konumlara göre ortak özellikler taşırlar. Bu özelliklerden yola çıkarak yapılan tanımlama ile insanlar belli konum içine yerleştirilir ve sınıflanırlar. İnsan ilişkilerinde de bu sınıflama önemli rol oynar (5). Toplumsal sınıfın birçok tanımı yapılmasına karşın, yapılan tanımların ortak öğeleri sınıf bilincinin varlığı, gelir ve yaşama biçimlerinin benzeşmesidir. Stinchcombe‘a (6) göre sosyolojinin tek bağımsız değişkeni vardır ve o da sınıftır. Toplumsal sınıf topluluk içindeki bireyler bütünü olmasıyla toplayıcı bir tanımlamadır. Toplum içinde belli özellikler açısından homojenliğin sağlandığı sınıflar, bir diğeri ile çeşitli farklılıklar sergilemekte, farklılıklar en alt ile en üst sınıf arasında en belirgin şekilde yaşanmaktadır. Servet ve eğitim sınıfsal yapıda üst, yoksulluk ve düşük eğitim seviyesi alt sınıfsal tabakada yoğunlaşmaktadır. Bu yapısı ile sınıf, toplumsal yaşamın anlaşılmasında önemli bir kavram olmaktadır. Bireyin içinde bulunduğu sınıfsal özellikler onun tüm yaşamı üzerinde etkili olmaktadır. Bireyin doğumdaki toplumsal sınıfı ile 23 yaşındaki çalışma durumu arasında güçlü bir ilişki bulunduğu gösterilmiştir. Bu çalışma sağlık açısından sınıfsal etkinin yanı sıra toplumsal sınıf geçişliliği hakkında önemli veriler sunmaktadır (7). Sağlıkta Eşitsizlikler Ulusal ve uluslararası kabule ve konuya verilen öneme karşın ülkeler arasında ya da ülke içinde bölgesel bazlı, dezavantajlı kimi gruplarda yaşam şansının daha düşük olduğu, hastalıkları daha ağır geçirdikleri, kronik hastalıklara ve sakatlıklara daha erken yaşta maruz kaldıkları, daha hızlı yaşlandıkları ve daha fazla acı çektikleri, düşük yaşam kalitesine sahip oldukları ve yüksek standartlı sağlık hizmetlerinden daha az yararlandıkları, iyi olarak algıladıkları sağlık durumu ile geçirdikleri yaşam diliminin daha az olduğu bilinmektedir (4, 8, 9). Daha fazla eğitimli, baskın etnik kökenli, yüksek statülü iş, yüksek standartlı ev sahibi, daha zengin, ayrıcalıklı kişi ya da gruplar; karşıtlarına göre sağlık göstergeleri bakımından daha uzun ve sağlıklı yaşarken düşük gelir seviyesi ve zayıf sosyal güçteki sosyal gruplar uzun dönemde hastalıklarında daha başarısız tedavi olmuşlar ve yetersiz sonuçlar almışlardır (10-13). Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporuna göre; son 50 yılda sağlık göstergelerinde belirgin düzelme gözlenmesine karşın, ülkelerarası ve bölgesel farklılıkların giderek arttığı, ekonomilerin uygun gelir seviyeleri sağlayamadığı, sosyal güvenlik sistemlerinin çöktüğü ve çevresel kaynakların kötü kullanıldığı yerlerde sağlık göstergeleri giderek kötüleşmektedir. Toplumun genel olarak sağlık göstergelerindeki iyileşme durumu, en alt ve üst toplumsal sınıf arasındaki farkın açılmasına karşın gerçekleşmektedir. Toplumların rutin sağlık istatistiklerinde; yoksul-zengin gruplar arasında sağlık düzeylerinde belirgin farklılıkların gözlenmesi, bozulan toplumsal uzlaşı zemini, sağlık göstergelerinin sosyoekonomik göstergelerin gerisinde kalmasının fark edilmesi 1970’li yılların ortalarından itibaren uluslararası sağlık kamuoyunun dikkatini sağlıkta eşitsizlikler konusuna yöneltti. DSÖ ve UNICEF yürütme kurulları kararı ile Kazakistan’ın başkenti Alma-Ata’da 1978 yılında yapılan toplantı sonrası yayınlanan Temel Sağlık Hizmetleri Bildirgesi’nde sosyal bir hedef ve temel bir insan hakkı olan sağlığın en üst düzeyde gerçekleşmesi için, sağlık yanında diğer sosyal ve ekonomik sektörlerin katkısı da vurgulandı. Bildirgede gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ve ülkelerin içindeki büyük sağlık eşitsizliklerinin politik, sosyal ve ekonomik açıdan kabul edilemez olduğu ve tüm dünya ülkelerini ilgilendirdiği saptandı (15). Bu konferansta sağlığın sosyal ve ekonomik kalkınmaya bağlı olduğu ve aynı zamanda onlara katkıda bulunduğu kabul edilerek, hükümetlerin ulusal kalkınma programlarında kırsal ve

Page 79: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

28

kentsel kalkınma programlarına önem vererek temel sağlık hizmetlerini güçlendirmesi ve işbirliği yapması önerildi(14,15). Böylelikle uluslararası bir platformda sağlıkta eşitsizliklere dikkat çekilmiş ve kaynağına ve çözümüne değinilmiş oldu. Son yıllarda araştırmacılar sağlık durumuna ek olarak sağlığın sosyal belirleyicileri üzerine de odaklanmış ve bu konuda çalışmalar yürütmüştür(16,17). Gittikçe artan şekilde toplumun sağlığının sosyal faktörlerden etkilendiği gösterilmektedir (18). Barış ortamı, barınma, tutarlı ekosistem, sürdürülebilir kaynaklar, eğitim, gıda, gelir, çevre, sosyal adalet ve adalet sağlığın ön koşulları olarak kabul edilirler. Eşitsizlik araştırmaları; bireysel ya da toplumsal düzeyde sağlık durumlarındaki, sağlığı etkileyen sağlığın belirleyicilerindeki ve sağlık hizmetlerine ulaşılabilirlikteki farklılıklar üzerinden yürütülmektedir. Toplumsal düzeyde toplumun sağlık düzeyinin tanımlanmasına olanak sağlayan bebek ölüm hızı, hastalık hızları, çeşitli yaşlarda beklenen yaşam ümidi süreleri gibi ölçekler ile toplumların sağlık farklılıkları incelenmektedir. Günümüzde sağlıkta eşitsizlik araştırmalarında daha çok bireysel sağlık üzerinden, farklı ülkeler, sosyal gruplar, ırklar, sınıflar arasında karşılaştırma yapılmaktadır. Sağlık bağımlı değişken olarak alınırken, başlıca meslek, gelir ve eğitim durumu ile belirtilen sosyoekonomik durum, yaşanılan bölge, cinsiyet, yaş, etnik yapı, dini inanç, göçmenlik durumu bağımsız değişken olarak incelenmektedir. Gelir durumunun sağlığı etkilemesinin yanı sıra toplumda var olan gelirin eşit dağılma durumu da sağlığa ve dolayısı ile sağlık göstergeleri üzerine etki etmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin derin olduğu bölgede yaşayanlarda yaşam ümidi daha az bulunmuştur (19). Epidemiyolojik çalışmalarda sosyoekonomik durumu (SED) saptamak için çoğunlukla öğrenim durumuna ayrı bir önem verilmektedir(20-23). Daha kolay elde edilebilir sınıflanabilir ve kısa sürelerde değişmez olması özellikleri nedeniyle eğitim durumu ön plana çıkmaktadır. Bireyin ulaşabildiği öğrenim seviyesi sosyoekonomik gücünü ve toplumsal sınıfını belirleyen önemli bir etmendir. Gelirin bireysel sağlığı etkilemesi gibi Gayri Safi Milli Hasıla da (GSMH) toplumun sağlığını etkilemektedir. Dünya Bankası 1993 yılı raporunda 1900-1990 yılları arasında 100’den fazla ülkede Gayri Safi Milli Hasıla ile yaşam beklentisi arasındaki ilişki araştırılmış ve GSMH’daki küçük bir artışın yaşam beklentisinde büyük bir artışa yol açtığı belirtilmiştir(24). Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde herkes için sağlık politikasında eşitsizliklere vurgu yapılmakta ve “2020 yılına kadar, ülkelerdeki sosyoekonomik gruplar arasındaki sağlıkla ilgili farklılık, dezavantajlı grupların sağlık düzeyleri geliştirilerek, tüm üye ülkelerde en az dörtte bir azaltılmalıdır.” şeklinde hedef belirtilmekte, gelir düzeyi farklılıklarının, eğitim ve iş imkanına ulaşamama gibi sosyoekonomik durumların sağlığa ters etki ettiği vurgulanmaktadır (25). Bireylerin yaşadıkları yer ile sosyoekonomik durumları ve içinde bulundukları toplumsal sınıfları ilişkilidir. Yoksul bölgelerde oturanlar toplumun düşük gelirli kesimidir(26). Bu bölgelerde oturanlarda daha fazla sağlık sorunu yaşanması da beklenen bir durumdur. Aynı kent içinde farklı toplumsal sınıflarda; sağlığın algılanışı, yeti yitimi, sakatlıklar, hastalanma sıklığı ve ölümler, psikolojik sağlık, sağlık hizmetlerine ulaşabilme, doğum öncesi bakım hizmeti alma, sağlık personeli yardımı ile doğum yapma, doğum sayısı bakımından önlenebilir sağlık eşitsizlikleri olduğu bilinmektedir. İstanbul ilinde ilçelere göre bebek ölümlülüğünü inceleyen bir araştırmada ilçeler arasında belirgin farklılıklar olduğu belirtilmiştir(27).

Page 80: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

29

Bursa Nilüfer İlçesinde Sağlıkta Eşitsizlikler Türkiye İstatistik Yıllığı (28) verilerine göre 2000 yılında Bursa’da ortalama hane halkı büyüklüğü 3,91’dir. Yine Bursa’da farklı iki bölgede yapılan tez çalışmasında ortalama hane halkı büyüklüğü 4,07±1,83 ve 3,31±0,90 olarak bulunmuştur. Bu veriler aynı kent içinde daha kalabalık hanelerde ve sağlık açısından uygun olmayan koşullarda barınmak durumunda kalan toplumsal kesimlerin varlığına işaret etmektedir. Aynı çalışmada iki farklı bölgede yaşayanların; eğitim ve içinde bulundukları toplumsal sınıf açısından da farklı oldukları saptanmıştır. Daha eğitimli ve üst toplumsal sınıfta yer alanlar, karşıtları gibi bir arada yaşamayı tercih etmektedir.(29). Kentsel yoksulluk boyutları ve kentlerde semtler arasındaki büyük farklılıklar, kent yaşamına ilişkin önemli sosyolojik çalışmalarda kullanıldı(30). Daha eğitimli, fazla geliri olan, yüksek statüde işi olan ve yüksek standartlı evlerde yaşayanlar kısaca üst toplumsal sınıflar diğerlerine göre daha sağlıklı bulunmuştur(29, 31). Öğrenim durumu açısından da mahalleler ve toplumsal sınıflar arasında anlamlı farklılıklar bulunmaktadır. Toplumsal sınıflar arasındaki eğitim farklılığı Antalya’da yapılan çalışmada da ortaya konmuştur. Kent içinde eğitim seviyesi açısından ortaya konulan bu farklılığın bireylerin sağlığına eşitsiz şekilde yansıması da doğal kabul edilmelidir. Bursa’da yapılan araştırmada çarpıcı bulgulardan birisi de kişi başına düşen aylık gelir farklılığı ve gelir dağılımındaki eşitsizliktir. Diğer önemli etmen sosyal güvenceye sahip olma durumudur. Sosyal güvence yokluğu da sağlık hizmetlerine ulaşmanın ve sonuç olarak sağlıkta eşitliğin sağlanmasının önünde engeldir. Çalışmada bir bölgede sağlıkta sosyal güvence yokluğu %28,9 iken diğer bölgede %0,6 olarak bulunmuştur. Kentteki toplumsal sınıflar arasında sosyal güvenceye sahip olma konusunda istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur. Alt sosyal sınıflar daha az sosyal güvenceye sahiptir. Nilüfer ilçesinde bölgeler arasında geçim sıkıntısı çekme durumu anlamlı olarak farklı bulunmuştur. Bu farklılık toplumsal sınıflar açısından değerlendirildiğinde de geçerlidir; en fazla geçim sıkıntısı çektiğini belirten sınıf %79,6 ile işsizlerdir. Yaşanılan konut tipi açısından da bölgeler arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Bir bölgede tüm haneler lüks konut iken, diğerinde konutların %52,2’si gecekondudur. Bu konut tipi; hane halkının yaşam koşullarında daha fazla olumsuzluk olduğunu, sağlıklarının risk altında bulunduğunu düşündürmektedir. Sosyoekonomik açıdan daha kötü olan bölgede sağlığını iyiden kötü olarak algılayanlar % 46,4 iken iyi olan bölgede %18,8 olarak bulunmuştur. Bu farklılık toplumsal sınıflarda da gösterilmiştir. Sosyoekonomik açıdan daha iyi olan üst toplumsal sınıf üyeleri kendi sağlıklarını daha iyi olarak algılamaktadırlar. İki bölge arasında kaba ölüm hızları arasında da (‰14,96 ile ‰5,52 ) farklılık bulunmuştur. Kötü koşullarda ve yetersiz sosyal desteği olmayan düşük sosyoekonomik durumda olanlar daha fazla ölmektedir. Sosyoekonomik ve kültürel açıdan daha düşük seviyedeki bölgede özürlü-sakat ya da engelli sayısı diğer bölgedekinden 17 kat daha fazla bulunmuştur. Bölgeler arasında özürlü-sakat ya da engelli sayılarındaki bu büyük farklılık, ekonomik durum, barınma olanakları gibi insan

Page 81: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

30

sağlığını etkileyen yaşam koşullarının farklılığından kaynaklanmaktadır. Kentte sosyoekonomik açıdan düşük seviyede olan toplulukların özürlü-sakat ya da engelli olma açısından risk altında olduğu söylenebilir. Sosyoekonomik açıdan kötü durumdaki bölgede yaşayanlar diğer bölgede yaşayanlara göre son 1 yıl içinde daha fazla hastanede yatarak tedavi olmuştur. Bu durum kent içinde diğerlerine göre daha fazla hastalanan toplulukların olduğunu göstermektedir. Yatarak tedavi olan bu topluluk sağlık hizmetlerine ulaşabilenler ile sınırlıdır. Topluluğa, sağlık hizmetine ulaşamayanlar da katılırsa fark daha anlamlı olacaktır. Bölgeler arasında genel olarak sağlık hizmeti alınan kurumlar da farklılık göstermektedir. Sosyoekonomik açıdan alt seviyede olan bölgede yaşayanlar sağlık hizmetini daha çok kamu kurumlarından almayı tercih etmektedir. Sağlık hizmeti alma ile ilgili en çarpıcı bulgu sosyoekonomik açıdan alt seviyede olan bölgede %12,5 oranında sağlık hizmetinin alınmadığının bildirilmesine karşın diğer bölgede bu durumda kimsenin bulunmamasıdır. Sağlık hizmeti almayan bu kişilerin büyük çoğunluğunun aslında sağlık hizmetine ulaşamayan ve sağlık sorunlarının çözümünü erteleyen kişiler olduğu söylenebilir. Kentsel alanda sağlık hizmetine ulaşamayan topluluklar bulunmaktadır. Bölgeler arasında doğum öncesi bakım hizmeti alma durumu açısından da anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır. Sosyoekonomik açıdan alt seviyede olan bölgede yaşayan kadınlar diğer bölgede yaşayan hemcinslerine göre daha az doğum öncesi bakım hizmeti almıştır. Doğum öncesi bakım hizmetinde olduğu gibi doğumun yapıldığı yer açısından da bölgeler arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Ne yapılabilir? Sağlıkta eşitsizliğin düzeltilmesi, eşitsizliğin saptanmasını ve izlenmesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de sağlıkta eşitsizliğin saptanmasına ve değişiminin izlenmesine olanak tanıyacak ulusal veri tabanına gereksinim duyulmaktadır. Uygulanan sağlık politikası ve sağlık hizmetinin sunum şekli, sağlıkta eşitlik durumunu belirleyen etmenlerden birisidir. Uygulanan sistem ne olursa olsun, risk altındaki gruplara eşit olmayan şekilde, ayrıcalıklı olarak sunulacak sağlık hizmeti, gittikçe daha iyileşen ve iyileşmesi istenen avantajlı grupların sağlık seviyesi ile aralarındaki eşitsizliği azaltacaktır. Sağlık hizmetlerinin nitelik ve nicelik açısından yeterli düzeyde sunulması sağlık hizmeti sunumundaki eşitliği sağlamaya yetmemektedir. Sağlık hizmetlerinin sunumunda eşitliği sağlamanın en önemli koşulu sağlık hizmetlerinin her yerde, her zaman ve herkes için eşit kalitede ulaşılabilir kılınmasına bağlıdır. Bunun gereği olarak, finansmanın en eşitlikçi yol olan genel bütçeden sağlanması ve hizmet sunumunun rekabete değil, sosyal dayanışmaya dayalı olarak düzenlenmesi gereklidir. Sağlık hizmetlerinde bu koşulların sağlanması da sağlıkta eşitliği sağlayamaz. Buna ek olarak eşitsizliğin diğer belirleyicilerinden olan düşük gelir ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, çalışma ve yaşam koşullarının kötülüğü, yoksulluk ve işsizlik ile de savaşılması gereklidir. Sağlıkta eşitsizliklerin düzeltilmesi yalnız sağlık çalışanlarının ve sağlık sektörünün sorunu olmayıp, bireylerin ve toplumun sağlığını olumsuz etkileyen, ahlaki boyutu olan sosyal, politik, kültürel ve ekonomik toplumsal bir sorundur.

Page 82: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

31

Kaynaklar

1. Türk Tabipleri Birliği, Mevzuat. 495-500, 1999 2. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982, Madde: 56. 3. BELEK İ. Sağlıkta Eşitsizlik Kavramlar, Nedenler, Çözüm Politikaları.

Toplumbilim, 13:59-70, 2001 4. WHITEHEAD M. The concepts and principles of equity and health (Eşitlik ve

Sağlık: Kavram ve İlkeler). Çeviren : MARADİT H, Türk Tabipleri Birliği, Ankara, sayfa 5-26, 1992

5. ERCAN F. Toplumlar ve Ekonomiler. Sarmal Yayınevi, Kayhan Matbaası, İstanbul, sayfa 133-147, 1998.

6. EDGELL S. Class (sınıf). Çeviren: ÖZYİĞİT D, Dost Kitabevi, Ankara, sayfa 11–47, 1998

7. POWER C, MATTHEWS S. Ulusal Bir Popülasyon Örneğinde Sağlıkta Eşitsizliklerin Kaynakları. Çeviren: CİVANER M, Toplum ve Hekim, Türk Tabipleri Birliği, 16: 122-128,2001

8. BOSSUYT N, GADEYNE S, DEBOOSERE P, OYEN HV. Socio-economic inequalities in health expectancy in Belgium. The Royal Institute of Public Health, 118 : 3-10, 2004

9. LEHMANN P, MAMBOURY C, MİNDER CE. Health and Social Inequalities in Switzerland. Social Science&Medicine, 31 : 369-386, 1990

10. COBURN D. Beyond the Income Inequality hypothesis; class, neoliberalism and health inequalities, Social Science&Medicine 58: 41-56, 2004

11. CHAPMAN PH. Housing and inequalities in health. Journal of Epidemiology and Community Health 56:645-646, 2002

12. MARMOT M, WİLKINSON R. Psychosocial and material pathways in the relation between income and health: a response to Lynch et al. British Medical Journal, 322 : 1233-1236, 2001

13. BARTLEY M. Health Inequalities in France. Internetional Journal Epidemiology, 30: 628-631, 2001

14. PALA K. Temel Sağlık Hizmetleriyle İlgili Uluslar arası Alma Ata Toplantısı. Toplum ve Hekim, 17:2, 101-106, 2002

15. Küreselleşmenin Temel Sağlık Hizmetleri’ne Etkisi: Küresel ve Ulusal Boyut. Saltık A., II. Temel Sağlık Hizmetleri Sempozyumu Bildiri Kitabı 7-8 Mayıs 2004/Manisa, s:13-16

16. WİLKİNSON R, MARMOT M. Social determinants of health:the solid facts. WHO Regional Office for Europe, Denmark, page 3-33, 2003.

17. ADLER N, OSTROVE J. Socioeconomic status and health : what we know and what we don’t. Annals of the New York Academy of Sciences, 896:3-15, 1999

18. GORİN SH. İnequality in health: İmplicatıon for social work. Health&Social Work, 25:270-276, 2000

19. WILKINSON RG. Income distribution and life expectancy. BMJ 304:165-168, 1992 20. SUNDQUIST J, JOHANSSON S. Indıcators of socıo-economıc posıtıon and their

relation to mortalıty ın Sweden. Social Science Medicine., 45: 1757-1766, 1997 21. LYNCH JW, SMITH GD, KAPLAN GA, HOUSE JS. Income inequality and

mortality : importance health of individual income, psychosocial environment, or material conditions. BMJ, 320: 1200-1204, 2000

22. WAGSTAFF A. Socioeconomic inequalities in child mortality comparisons across nine developing countries. Bulletin of the World Health Organization, page 19-29, 2000

Page 83: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

32

23. BROCKERHOFF M, HEWETT P. İnequality of child mortality among ethnic groups in sub-saharan Africa. Bulletin of the World Health Organization, page 30-41, 2000

24. MARMOT M. The Influence of Income on Health : Views of an Epidemiologist. Health Affairs, 21 :31-46, 2002

25. WORLD HEALTH ORGANİZATİON. Health 21 (Sağlık 21). Çeviren: ÖZTÜRK Y, GÜNAY O, AYKUT M, CEYHAN O, ÇETİNKAYA F, ÖZTÜRK A, GÜN İ, Erciyes Üniversitesi yayını No 126, Kayseri, sayfa 16-17, 2000

26. BELEK İ. Sağlıkta Eşitsizliklerin Değişimi Antalya’da Beş Yıllık Bir Araştırma. Toplum ve Hekim, 19:2, 92-100, 2004

27. SOYER A., Sağlık ve Eşitsizlikler; Mekan, Konut Mülkiyeti ve İşteki Statüye Göre Bebek Ölümleri. Toplum ve Hekim, 14:3, 204208, 1999

28. Türkiye İstatistik Yıllığı 2005. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara, sayfa:49, 2006

29. TÜRKKAN A., Uludağ Üniversitesi –Nilüfer Belediyesi Fethiye Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Merkezi Bölgesinde Sosyoekonomik Açıdan Farklı İki Bölgede Sağlıkta Eşitsizlikler ve Bunu Etkileyen Etmenler. Doktora tezi. Bursa, 79. 2005

30. Sınıf, Tabakalaşma ve Eşitsizlik. Giddens A., Sosyoloji, Ayraç Yayınevi, S:303-565, 2005

31. Housing and inequalities in health. P. Howden-Chapman.Journal of Epidemiology and Community Health. 56:645-646. 2002

Page 84: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

33

Health Impact Assessment: Applying It In An Urban Setting Erica Ison Specialist Practitioner in HIA Affiliated to the Public Health Resource Unit, Oxford, UK Expert Adviser in HIA to the WHO Healthy Cities Network This paper will cover four main topics: • A brief introduction to health impact assessment (HIA); • the application of HIA in an urban setting; • the use of HIA in the World Health Organization (WHO) Healthy Cities Network; • the use of HIA in London – a city of nearly 8 million people. 1 Introduction to health impact assessment Health impact assessment (HIA) is a term that is used in more than one way. HIA is used to describe: • a concept, or a set of ideas exploring how any proposal can have an effect on health and

well-being; • a process, comprising several stages; • a methodology based on scientific methods and procedures; • a model, a way of conducting HIA; • a tool or set of tools for HIA to help during certain stages of the process; • an approach where elements from the HIA process are applied during routine work. 1.1 Definition of HIA There are several definitions of HIA in the published literature but the definition the World Health Organization (WHO) uses was published in the Gothenburg Consensus Paper1 in 1999. In this paper, HIA is defined as: “a combination of procedures, methods and tools by which a policy, a program or project may be judged as to its potential effects on the health of a population and the distribution of effects within the population”. This definition is explicit about the fact that judgement is used in HIA, whereas other definitions use words such as “estimated” or calculated”, which may give a false impression of what HIA can do. In most cases, HIA is used to predict what will happen when any proposal is implemented, and because in general HIA is concerned with prediction it is misleading to imply that it is possible to estimate or calculate exactly what the impacts will

1 World Health Organization European Centre for Health Policy (1999) Health impact assessment: main concepts and suggested approach. Gothenburg Consensus Paper. World Health Organization: Copenhagen.

Page 85: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

34

be. It is important to recognise that the person or people involved in leading and participating in an HIA will need to use their judgment at various points in the process. 1.2 How and why did the HIA as a methodology develop? Canada was one of the first countries to develop a national approach to health impact assessment, and a key influence in the development of the HIA methodology was work at the Canadian Institute of Advanced Research where it was applied to non-health proposals, such as a transport policy, a redevelopment and regeneration programme, or a housing project, to gain health as an added value from such proposals. Generally speaking, HIA was developed to offset what some practitioners perceived as the inadequate appraisal of impacts on human health and well-being in environmental impact assessment (EIA) and social impact assessment (SIA). 1.3 Judging a proposal’s potential effects on health and well-being Any proposal has two main types of effect on health and well-being: • Direct effects; • Indirect effects, through the determinants of health, such as employment, housing

conditions, and access to services and facilities. The main reason for identifying a proposal’s impacts on health and well-being, whether direct or indirect, is to explore the possibilities of changing the proposal to optimise the health gain that could be obtained from it by maximising its positive effects and by minimising its negative impacts on health. Using HIA to identify a proposal’s impacts, it is then possible to frame suggestions to modify that proposal, aimed at: • Protecting health, by minimising its negative impacts; • Improving health, by maximising its positive impacts; • Reducing health inequalities, a combination of minimising its negative and maximising

its positive impacts on the health of vulnerable or disadvantaged groups in the community.

To optimise health gain overall through the use of HIA, it is important: • To achieve health gain from non-health-related proposals – which means getting added

value from these types of proposals; • To maximise health gain from health-related proposals. 1.4 Rationale for HIA: supporting decision-making The main intention when undertaking HIA is to provide information to politicians, and other decision-makers, so that: • They are able to take health into account when making decisions about a particular

proposal; • They can consider ways of changing the proposal to protect and improve health, and

reduce health inequalities.

Page 86: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

35

The main information generated by HIA to support political and strategic decision-making includes: • The potential beneficial and potential harmful effects on health and well-being of a

particular proposal; • Suggestions about ways to modify the proposal to maximise the benefits and to minimise

the harms to health and well-being. As decision-making about a particular proposal can occur at the time of proposal design, proposal development or proposal implementation, the HIA process or an HIA approach can be applied at any of these points. However, it is more likely that an HIA approach is used at the beginning of proposal design, and an HIA process used during proposal development or implementation, in order to support decision-making. 1.5 Characteristics of HIA as a methodology The characteristics of HIA are as follows: • It is multidisciplinary – this is important given that HIA identifies health impacts through

the many determinants of health; • It is intersectoral, encompassing the public, private, voluntary and community sectors; • It uses a range of different methods; • It uses both quantitative and qualitative evidence, which have different functions –

quantitative evidence will indicate whether there is a problem and qualitative evidence will indicate why there is a problem;

• It has a focus on health inequalities; • It is participatory in that the stakeholders for a proposal are consulted – a stakeholder is

anyone involved in or affected by a proposal. 1.6 Values for the application of HIA The main values underpinning HIA, which were laid out in the WHO Gothenburg Consensus Paper, are: • Sustainability – HIA works towards sustainable development or sustainable

communities; • Democracy – HIA can help to extend people’s democratic right to participate in open

and transparent decision-making processes; • Equity – HIA seeks to address health and other inequalities; • Ethical use of evidence – HIA seeks to use information from several sources, including

both quantitative and qualitative evidence, and to use that information ethically. 1.7 Evolution in the development of applying HIA There are two main strands of development in HIA: • Applying the classic or traditional process of HIA, which has 5 or 6 stages (see Table 1); • Using an HIA approach, i.e. taking specific elements from the process and using them

during the design and sometimes the development of a proposal, which is known as desk-top appraisal.

1.7.1 Classic or traditional process of HIA Depending on the authority consulted, the number of stages in the HIA process can vary. Most authorities advocate either 5 or 6 stages for the HIA process. However, the WHO

Page 87: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

36

Healthy Cities Programme has simplified the number of stages involved in the process to three. The stages of HIA as described by various authorities are shown in Table 1. The most important difference is that in the simplified approach put forward by WHO Healthy Cities it does not include influencing or supporting decision-makers as a stage in the process, on the basis that influencing or supporting decision-makers is the main purpose for the HIA process. Table 1: Differences in delineating the stages of HIA as a process HIA as a 5-stage process HIA as a 6-stage process WHO Healthy Cities

simplified HIA process Screening Screening Scoping Scoping

Screening and scoping combined

Appraisal Appraisal, including Report-writing Report-writing Influencing or supporting decision-makers

Influencing or supporting decision-makers

Appraisal, Reporting and Dissemination

Monitoring and evaluation Monitoring and evaluation Monitoring and evaluation Irrespective of these differences in delineating the stages of the HIA process, it is important to be aware that the tasks involved in the HIA process remain the same and all need to be completed. 1.7.1.1 Function of stages in the HIA process Each stage in the HIA process has a specific function, as follows. • Screening – the function of this stage is the selection of proposals for HIA. • Scoping – having decided to do an HIA, the function of this stage is to define the

parameters of the study and the management arrangements for it. • Appraisal – the function of this stage is to identify a proposal’s impacts on health and

well-being, and ways of addressing those impacts? There are two levels or depths of appraisal: o Rapid appraisal – using best available information, i.e. no “new” information is

collected in order to do the HIA, other than stakeholder consultation; o Comprehensive appraisal – primary research is conducted, i.e. “new” information is

generated to do the HIA. • Supporting decision-makers – the function of this stage is to present the results of the

HIA, and negotiate changes to the proposal to optimise health gain from it; • Monitoring and evaluation there are three types of monitoring and evaluation in HIA: • Process evaluation – identifying what worked well, and what needs to be improved about

the HIA process. • Impact or effectiveness evaluation – identifying what impact the HIA had on the

proposal. • Outcome evaluation – identifying the outcomes for health and/or the determinants of

health following proposal implementation (this takes place during the years afterwards)

Page 88: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

37

1.7.2 HIA approach There are times when it is not always possible to undertake the complete HIA process. This may be for one of two main reasons:

1. It is not appropriate on the grounds of proportionality or value for money – the investment would be too great in relation to the value of the results;

2. It is not appropriate on the grounds of practicality or feasibility – there is not enough time or resources available to undertake an HIA.

In such cases, it is possible to take an HIA approach whereby elements of the HIA process can be adapted and applied relatively quickly to obtain helpful results. The elements of the HIA process that are usually adapted are taken from the screening and appraisal stages. Some authorities refer to this as desk-top appraisal. When using desk-top appraisal, it is vital to use an HIA tool to ensure that the proposal has been assessed systematically and to help generate good-quality results that are both useful and usable. Using an HIA approach is one way in which HIA can be integrated into the routine work of a municipality, particularly if HIA tools have been developed that are specific to the municipality and its people. Taking an HIA approach can also be useful foundation when integrating either HIA or a concern for health into other impact assessments and appraisals, such as environmental impact assessment, strategic environmental assessment, and sustainability appraisal. 1.8 Timing of an HIA There are several types of HIA depending on when an HIA is conducted. • If HIA is conducted before a proposal is implemented, it is referred to as prospective

HIA. • If HIA is conducted while a proposal is being implemented, it is referred to as

concurrent HIA. • If HIA is conducted some time after a proposal has been implemented, it is referred to as

retrospective HIA. There are some authorities who do not consider this type of study to be an HIA, and refer to it as evaluation. However, as suggestions are made about ways to protect and improve the health and well-being of the community as a result of the study, this represents one of the hallmarks for HIA and goes beyond the remit of evaluation.

1.9 Main models for HIA There are two main models for HIA, which are based on the two main models of health (see Table 2). When undertaking HIA, it is important to try and achieve a balance between the two models of HIA. This relative balance, however, might be different for different types of proposals. In rapid appraisals, the balance can also be affected by the availability of evidence, whether quantitative or qualitative, local data and other information. Sometimes, the availability of resources may also dictate the balance between the two given that methods such as modelling of data are very expensive.

Page 89: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

38

Table 2: The two main models of HIA Biomedical model of HIA Social or socio-economic model of HIA

• Based on the biomedical model of illness and disease

• Environmental HIA • Features the environmental

determinants of health, e.g. air quality, noise levels

• Tends to rely on quantitative evidence

• Tends towards measurement of factors affecting health, and modelling of those factors

• Based on the social or socio-economic model of health and well-being

• Social or socio-economic HIA • Features the determinants of

health, including socio-economic factors, e.g. social contact, income level

• Tends to rely on qualitative evidence

• Tends towards description of factors affecting health

1.10 Key features of HIA as a methodology There are two key features of HIA as a methodology:

1. HIA is specific - HIA is undertaken on a specific proposal that will impact on a particular community who are living in a particular set of circumstances;

2. HIA is flexible and adaptable, as follows - HIA can be used on:

• national policies through to single projects in a particular part of the city; • any subject or topic;

HIA can be adapted to suit: • time available; • resources available (human, financial, material); • organisational procedures and practices.

2 The application of HIA in an urban setting 2.1 Health and well-being in an urban setting The particular circumstances of people living and working in cities presents city administrations with specific problems that will affect the health and well-being of the population. “… the urban context combines in high concentration, interaction and intensity the most challenging issues in modern public health. … these issues can only be tackled in a framework of integrated health development strategies and policies that address inequalities, social determinants of health, sustainable development, community empowerment, and accountability for health.”2 The health of a city’s people is determined by many factors in the urban environment:

2 Tsouros, A. D. and Farrington, J. L (1999) Epilogue. In Marmot, M. and Wilkinson, R. G. (eds) Social Determinants of Health. Oxford University Press, Oxford.

Page 90: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

39

• Environmental factors – including the natural, physical and built environments; • Social factors; • Economic factors; • Cultural factors – including social aggregation, migration, modernisation and

industrialisation. There are many problems facing municipalities which have responsibility for cities, including: • The large number of people living in the municipality; • The rapid growth of cities, leading to inadequate infrastructure, urban sprawl, and poor

urban planning; • The diversity of communities living in the city, who all have different needs and

demands; • The disparities of wealth where rich and healthy people live in the same city as poor and

disadvantaged people suffering health and other inequalities; • The decline of the inner city, with failing infrastructure, poor access to services and

facilities, low-quality services and facilities, environmental degradation, inadequate housing and overcrowding.

Some of the health problems that occur in an urban setting as a result of the particular conditions and problems in cities include: • Stress and mental health problems; • Accidents; • Violence and its consequences for physical and mental health; • Substance abuse – alcohol, drugs; • Poor life-expectancy; • Limiting long-term illnesses. 2.2 The application of HIA in an urban setting It is particularly useful to apply HIA in an urban setting to proposals dealing with: • Urban or spatial planning; • Economic development; • Redevelopment and regeneration; • Housing; • Transport. In the UK, where there is a long history of conducting HIA, these are popular topics for HIA studies. This is also where HIA can have a role in contributing towards healthy urban planning. However, it is also possible to conduct HIAs on social policies in city municipalities, and also on the provision of services such as health and social care, or education.

Page 91: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

40

3 The use of HIA in the World Health Organisation Healthy Cities Network 3.1 Introduction The aim of the WHO Healthy Cities Network is to enhance the physical, social, mental and environmental well-being of people who live and work in cities. A fundamental principle of the WHO Healthy Cities Network is the recognition that a city can play a key role in promoting and maintaining the health of its citizens, and has a unique capacity to mobilise action for sustainable development.3 HIA is a methodology that can help politicians, administrators and technicians in a municipality achieve these aims. HIA has been made a core theme for Phase IV of Healthy Cities, together with Healthy Urban Planning, Healthy Ageing and Active Living. During Phase IV, which lasts until the end of 2008, all Healthy Cities are expected to introduce HIA into their municipality and to conduct and learn from at least one pilot study in HIA. Cities are also expected to find ways of mainstreaming HIA in their municipality. During Phase IV of Healthy Cities, the methodology of HIA will be developed by a small group of Cities, known as the Sub-Network in HIA. Yalova Healthy Cities is a member of this Sub-Network, which is led by Belfast Healthy Cities. Any developments in HIA methods and practice will be disseminated to all WHO Healthy Cities and to cities in the WHO National Networks, which includes cities in the Turkish National Network. 3.2 Examples of using HIA in the WHO Healthy Cities Network Belfast Healthy Cities has several years of experience in conducting HIA, but in the last year they have conducted or helped to conduct HIAs on the following proposals: • the Air Quality Action Plan for the city; • two Masterplans for the City Centre; • the liquor licensing policy. Geneva Healthy Cities has conducted an HIA on the policy to ban smoking in public places, and Venice Healthy Cities is about to conduct an HIA on the Strategy to support older people because there are particular problems of social isolation and access and mobility in this city. In terms of tool development, technicians in Helsingborg Healthy Cities have been working jointly with politicians to develop a screening tool for HIA. This joint work on a screening tool means that politicians can be reassured that when a decision is made to conduct an HIA the resources are targeted on proposals that are important to the municipality and in accordance with local priorities. Manchester Healthy Cities is currently looking at ways of integrating HIA into other impact assessments, particularly Strategic Environmental Assessment (SEA). 3 Tsouros, A. D. and Farrington, J. L (1999) Epilogue. In Marmot, M. and Wilkinson, R. G. (eds) Social Determinants of Health. Oxford University Press, Oxford.

Page 92: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

41

As the end of 2008 draws near, not only will the WHO Healthy Cities Network be a rich source of examples of HIA conducted in an urban setting but also the examples will represent a range or urban settings covering the politics, administration and culture of many different countries in Europe from Sandnes in Norway, to Seixal in Portugual, from Bursa in Turkey to Pecs in Hungary. 4 HIA in London 4.1 Introduction The Mayor of London has made a political commitment to conducting HIA on all the mayoral strategies. The strategies that have been subjected to HIA include the following: • Transport; • Economic development; • Spatial development; • Waste management; • Noise; • Energy; • Biodiversity; • Air quality; • Culture; • Older people. 4.2 Governance and accountability for the HIAs on the Mayoral strategies The HIAs are undertaken by the London Health Commission (LHC) on behalf of the Mayor of London. Although the London Health Commission is an independent partnership of over 40 organisations in London from the public, private and voluntary sectors involved in promoting the broader public health, the Chair of the London Health Commission is appointed by the Mayor. Thus, the results of the HIA are submitted by the London Health Commission to:

• The Mayor; • The Greater London Assembly; • The strategy team responsible for writing and developing the strategy under

investigation. The strategy team are responsible for reporting back to the London Health Commission about which recommendations or suggestions have been accepted. 4.3 Work involved in the HIAs on the Mayoral strategies The main tasks involved in conducting rapid appraisals of the mayoral strategies, which includes a stakeholder workshop, are shown in Box 1. An example of the questions participants are asked to address in the stakeholder workshop is shown in Box 2. The stakeholder workshop is now held before the public consultation period on the strategy, so that the amendments made as a result of the HIA appear in the version of the strategy which goes out for public consultation.

Page 93: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

42

Box 1: Main tasks involved in the HIAs of the Mayoral strategies in London4 • Scoping the main topic areas from the strategy that the HIA would be focussed on • Preparing for the stakeholder workshop, including summarising the proposal, and

conducting a literature review of the evidence relating to the main topic areas and links to health

• Summarising the evidence • Updating and reviewing the baseline profile of the city’s population, including

demography, health status, and socio-economic variables • Running the stakeholder workshop using rapid appraisal techniques • Reporting the results of the workshop, submitted to the London Health Commission

for comment, amendment and validation • Reporting the results of the HIA to the Mayor, the Greater London Assembly and

the strategy team responsible for writing the strategy Box 2: Questions participants addressed during stakeholder workshop on the Noise Strategy • In view of the evidence, what parts of the strategy need to be kept on the basis of the

impacts on people’s health and well-being? How can we increase those positive impacts? • In view of the evidence, what parts of the strategy need to be changed because of their

impacts on health and well-being? How can we change the proposal to reduce or avoid the negative impacts?

• On the basis of the evidence, what could be added to the strategy to promote health and well-being?

5 Conclusion: what can HIA bring to the city administration? HIA is a systematic framework that enables politicians and senior managers to explore health and health-related issues during decision-making about a proposal. As health may not be the only priority for politicians and other decision-makers, information from HIA needs to be considered in relation to information from other sources relating to other priorities, such as economic development. However, it does mean that decisions are taken with due consideration being given to health. If HIA is undertaken regularly, and the results used by politicians and other decision-makers, it can help to improve the public health by: • Encouraging an awareness and understanding of health at the level of policy- and

decision-making; • Establishing a desire to improve health as routine during policy- and decision-making; • Making policy- and decision-making “healthy”. Thus, HIA can contribute to the development of sustainable communities in cities by helping to protect, promote and maintain their health, and by attempting to reduce health inequalities experienced by many vulnerable or disadvantaged groups living in an urban setting. A healthy community is able to work and contribute to economic development. A healthy community is better able to protect and maintain the environment, whether natural, physical or built. A healthy community is better able to support its members and contribute to its social capital.

4 Bowen, C. (2004) HIA and Policy Development in London. In Kemm, J. et al. Health impact assessment. Oxford University Press, Oxford.

Page 94: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

43

Kentsel Alanlarda Yoksul Kesimin Sağlık Sorunları: Ankara ve Diyarbakır Kentlerinde Karşılaştırmalı Bir Araştırmanın Gösterdikleri Melih ERSOY ODTÜ Mimarlık Fak. Ş.B.P. Bölümü Giriş Bu bildirinin amacı, kentsel alanlarda yaşayan yoksul kesimlerin sağlık sorunlarını Ankara ve Diyarbakır’da yapılan alan çalışmalarında toplanan veriler ışığında tartışarak, ortak yapısal yönler kadar farklılıkları da ortaya koymaktır. Bu çalışmada, kent yoksullarının sağlık sorunlarını araştırmak ortak paydayı oluşturmasına karşın, incelenen kentlerin ülkenin eşitsiz gelişmiş iki mekânsal birimini temsil etmesinin bu kesimler üzerine yüklediği ayrışmanın da küçümsenmeyecek boyutta olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Bu yerleşmelerde yaşamını sürdürmeye çalışan yoksul kesimlerin sağlık sorunlarının boyutları, nitelikleri ve nedenleri bakımından saptanan ayrımların bilincinde olunması, bu kesimlere yönelik olarak geliştirilecek politika ve stratejilerde tekdüze bir yaklaşımın yanlışlığını kavramamıza yardımcı olacaktır. Küresel ölçekte yapılan çok sayıda araştırmada, sağlık ve yoksulluk arasında, diğer bir deyişle kişilerin ve ailelerin sosyo-ekonomik konumları ile sağlık durumları arasında yakın bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Örneğin, 1999 yılında Hollanda’da Eindhoven şehrinde 86 mahallede 8.506 kişi üzerine yapılan araştırmada yoksul ya da zenginlerin yaşadığı bir mahallede oturmak ile ölüm oranları arasındaki ilişki tespit edilmeye çalışılmıştır. Elde edilen bulgulardan, içinde yaşanılan ortamın (mahalle, semt) sosyo-ekonomik koşullarının yetersiz olmasının, başka bir deyişle yoksul bir mahallede yaşamanın, bireylerin ölüm oranını yükseltici bir etken olduğu saptanmıştır. Schrijvers (1998), iş/ meslek sıralamasında üst gruplara oranla daha riskli fiziksel koşullarda çalışan ve iş denetiminde daha az etkin olan alt grup meslek sınıflarında yer almakla sağlık durumları arasında sıkı bir ilişki olduğunu ileri sürmektedir. Whitehall’ın çalışmaları bireysel risklerin sosyal bağlamı ile bireysel yaşam biçimlerini birleştirmeye çalışmaktadır (Aktaran, Marmot vd., 1978). Bu araştırmalar, İngiltere örneğinde farklı sosyal sınıflardaki devlet memurları arasında ölüm oranları açısından açık farklılıkların olduğunu göstermektedir. En düşük ve en yüksek dereceli devlet memuru arasında ölüm oranları açısından üç kat fark vardır. Yazar, çalışma koşulları ve sosyal ilişkilerin, özellikle, niteliğinin, sağlık ve sağlık eşitsizlikleri üzerinde önemli bir oranda etkili olduğunu ileri sürmektedir. Risk faktörleri yaklaşımına Power ve arkadaşlarının çalışmaları örnek olarak verilebilir (Power v.d 1996). Yazarlara göre, yeni doğan çocukların ağırlıkları ebeveynlerinin sosyo-ekonomik konumlarından etkilenir ve bu durum çocuk büyüdükçe ve hatta erişkinliği sırasında risk faktörleri açısından etkinliğini korur. Keynesgil iktisat politikalarının egemen olduğu 1960’lı yıllarda yapılan sosyal refah araştırmalarında vurgu sosyal mücadeleler üzerinedir (Popay vd., 1998). Bu dönemin toplumsal mücadeleleri, sosyal hizmetlere ayrılan kamu harcamalarının payını yükselterek birey ve ailelerin yaşam kalitelerini

Page 95: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

44

arttırmayı amaçlamaktaydı ve ağırlıklı katkısı orta sınıfa yaramış olsa da sonuçta ortalama yaşam süresinde önemli bir iyileşmenin gerçekleşmesini sağlamıştır (Charlton ve Murphy, 1997), (Glennester, 1983). Phillimore’a (1993:176) göre, sağlığın belli bir örüntüsünü anlamada bireylerin özellikleri kadar yaşanan yerleşmenin özellikleri de önemlidir. Phillimore ve Morris (1991), Phillimore (1993) ile Barker ve Osmond’un (1987) çalışmaları benzer sosyo-ekonomik profile sahip yerleşme alanlarında farklı toplum sağlığı profilleri ile karşılaşıldığını göstermektedir. Temel ekonomik eşitsizliklerin sağlık sektöründeki eşitsizlikleri de açıklamakta büyük bir katkı sağlayacağı bilinmekte iken bu tartışmalara yeterince girilmemektedir. Bu eğilime örnek verilecek olursa; gini endeksine göre hesaplanmış ekonomik eşitsizlikler ile çocuk sağlığı arasında sıkı bir ilişki olduğu ve en yoksul %20’lik dilimde bulunan insanların herhangi bir hastalıktan ölme olasılıklarının, daha üst gelir dilimlerindeki insanlara göre çok daha yüksek olduğu gösterilmektedir. Bireysel gelir düzeyi ile bireysel sağlık durumu arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır (Wolfson ve diğerleri 1993). Bu noktada, kişi başına gelir yerine, toplumsal düzeyde gelir dağılımı daha önemli bir değişken olarak görülmektedir (Preston 1975). Genel düşünce, toplumsal düzeyde sağlık sorunlarını açıklamanın yolu, o toplumun toplam zenginliğini değil, o zenginliğin bireyler arasında nasıl bölüşüldüğünün incelenmesi ile yapılmalıdır. Bu anlamda, ulusal zenginlik ne kadar hakça dağıtılırsa, toplum sağlığı da o denli iyileşir. Bu düşünce aynı zamanda toplumsal adalet kavramıyla da örtüşmektedir. Nitekim bir UNICEF araştırması ekonomik düzeylerine göre beklenenden daha iyi performans göstermiş 10 ülkeyi göstermektedir. Çalışmada Hindistan’daki Kerala eyaleti (%0 17) ile Küba (%0 8) ve Kore (%0 5) gibi ülkeler de yer almaktadır. Burada temel nokta bu ülkelerin ekonomik büyümeyi sağlamaya çalışırken sosyal gelişmeyi de göz ardı etmemeleridir. Sosyo-ekonomik kalkınma açısından İngiltere’ye benzeyen ülkeler ile karşılaştırma yapıldığında, Batı Avrupa da yüksek performans gösteren ülkeler Lüksenburg, İsveç ve Finlandiya’dır. Bu ülkelerin ayırıcı özelliği, yoksulluğu ve sosyal eşitsizliği azaltmak için hükümetlerin müdahaleci politikalar uygulamasıdır. Finlandiya ve İsveç, daha yüksek ekonomik ve gelişme harcama miktarına karşın liberal/ serbest piyasa güdümlü sosyal politika hizmetini benimseyen Amerika’dan (%o 7) daha iyi bir performans göstermiştir. Özetle, sağlıkta eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için öncelikle toplumsal düzeyde bölüşüm ilişkilerindeki, yaşam ve çalışma koşullarındaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Aşağıda Ankara ve Diyarbakır kentlerinde yapılan alan çalışmalarında elde edilen verilerin genel bir değerlendirmesi yapılacaktır. Ankara ve Diyarbakır Alan Çalışmalarının Gösterdikleri Çalışmada sunulan veriler Ankara’nın Mamak ilçesine bağlı, bir gecekondu bölgesinde yer alan Akşemsettin mahallesi ile Diyarbakır’ın göç alan ve yoksul kesimlerin yaşadığı 5 Nisan ve Aziziye mahallelerinde yapılan alan araştırmalarında toplanmıştır. 5 Çalışma kapsamında Ankara’da 148 hanede 637 kişi, D.Bakır’da ise 166 hanede 1029 kişi ile ilgili veri toplanmıştır. Aşağıda kentlerde alan çalışması yapılan yoksul mahallerle yaşayan deneklerin sosyal ve ekonomik özellikleri ile sağlık sorunları karşılaştırmalı olarak sunulmaktadır. Karşılaştırmalarda hane reisleri yanı sıra kadınlar ile çocuk ve gençlere ilişkin veriler ayrı ayrı değerlendirilecektir.

5 Çalışma Prof. Dr. Melih Ersoy ile araştırma görevlileri A. Cenap Yoloğlu ve Gülçin Tunç yöneticiliğinde 2004–2005 öğretim yılı I. Dönemi ile 2005–2006 öğretim yılı I. Dönemi arasındaki üç dönem boyunca yüksek lisans öğrencileri ve araştırma görevlilerinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın ilk yılında Doç.Dr. Tarık Şengül de çalışma ekibinde yer almıştır.

Page 96: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

45

Demografik Özellikler Türkiye’de doğurganlık yaşındaki kadın nüfusunun (15–49) toplam kadın nüfusuna oranı % 54’tür, bu oran Ankara alan çalışması örnekleminde %65 ve Türkiye ortalamasının üzerindedir. Doğurganlık çağındaki nüfus oranı Diyarbakır alan çalışmasında ise %48.46 ile Türkiye ortalamasının altında kalmaktadır. Ancak gelecek yıllardaki nüfus artışını tahmininde bu veri tek başına bir değişken olarak alınamaz. Daha belirleyici olan değişkenler kadın/ çocuk oranı ile 0–14 yaş grubundaki kız çocuk oranlarıdır. Her iki oran bakımından da D.Bakır alan çalışmasında ulaşılan oranlar Ankara alan çalışmasının iki katıdır. Türkiye, Ankara il geneli ve alan çalışması verileri birbirlerine yakın değerlere sahipken, Diyarbakır’da hem il geneli hem de alan çalışması değerleri Diyarbakır’ın daha genç bir nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Bu durum, Diyarbakır’da doğurganlığın yüksek olduğunu ve aile planlaması yöntemlerinin, Türkiye ve Ankara ortalamalarından daha düşük oranda kullanıldığını göstermektedir 6. Alan çalışmalarındaki evlilik yaşı ortalamaları gerek Ankara (18) gerekse Diyarbakır (17) için Türkiye genelinin (23) oldukça altındadır. Erken evlilik kadının eğitim ve iş yaşamı açısından olumsuz bir etmen olarak değerlendirilmelidir. Diğer bir deyişle, gelecek 20 yıllık dönemde D.Bakır’da nüfus artışı Ankara ile karşılaştırılmayacak kadar yüksek olacak ve gerekli önlemler alınmaması durumunda eğitim, sağlık v.b. sorunlar dayanılmaz boyutlara çıkabilecektir. Hane Büyüklüğü Başta aile planlaması ve bulaşıcı hastalıklar olmak üzere sağlığa yönelik müdahaleleri yönlendiren bir başka önemli veri ise hane halkı büyüklüğüdür. Akşemsettin Mahallesinde ortalama hane büyüklüğü (4,3) Ankara il merkezinde ulaşılan ortalama hane halkı büyüklüğünün (3,7) üzerinde Türkiye genelinde 4,5 olan ortalamanın altında kalmaktadır. Diyarbakır il merkezinde Türkiye ortalamasının oldukça üzerinde olan ortalama büyüklük (5,8) alan çalışmasının yapıldığı alanda ise daha da artarak 6,2 ye çıkmaktadır. Araştırma kapsamında bilgi toplanan toplam 1018 çocuktan 321’i Ankara’da, 637’si ise Diyarbakır’dadır. Buna göre Diyarbakır’da hane başına çocuk sayısı oranı 3,8 iken, Ankara’da bu oran 2,1 dir.

Eğitim Durumu Bireylerin eğitim düzeyi hem sağlık hizmetlerine ulaşabilirliklerini belirlemekte hem de sağlık hizmetlerinden nasıl ve ne şekilde yararlanacakları konusundaki bilinçleri üzerinde etkili olmaktadır. Ankara alan çalışmasında okuma yazma bilmeyenlerin oranı (%7,7), Türkiye genelinin ( % 17) oldukça altında iken Ankara il merkezi ortalamasının (%5,8) üzerindedir. Alan çalışması verileri göre, lise ve üzerinde eğitim almış nüfusun oranı (% 20) Ankara il merkezi ortalamasının (%35) altında ve Türkiye ortalaması (%21) ile benzer orandadır. Diyarbakır örneğinde ise oldukça farklı bir tablo ile

6 Diyarbakır’da aşırı nüfus artışı yalnızca yoksul aileler için geçerli olan bir durum değildir. Ataerkil bir kültürel ve toplumsal yapının güçlü olarak yaşandığı kentte erkek çocuk isteği, tüm sosyal kesimler için doğurganlık oranını artıran nedenlerin başında gelir. Bu noktada, her iki kente ilişkin öneri politikalar üretilirken, ortaya çıkan bu farklı koşullar dikkate alınmalıdır.

Page 97: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

46

karşılaşılmaktadır. Öncelikle, okuma yazma bilmeyenlerin oranı (%23) Türkiye geneline göre yüksek olması yanı sıra son derece yüksek bir orandır. Bu gruba sadece okuma yazma bilenleri de eklediğimizde, alan çalışması yapılan mahallelerde görüşülenlerin % 40 ının hiç okula gitmediği anlaşılmaktadır. Lise ve üzeri eğitim görmüş olanların oranı (%10) il ortalamasının (%18) da oldukça altındadır. Her iki araştırma alanında da en büyük grubu ilkokul ve ilköğretim okulu mezunları oluşturmaktadır (% 68 ve % 51). İnsan sermayesi bakımından çocuk ve gençlerin aldıkları eğitimin süresi ve niteliği, sağlıklı bir hayat sürmesi ve yoksulluktan kurtulmalarını sağlayabilecek en önemli fırsattır. Bu bağlamda alan çalışması yapılan yerlerde zorunlu eğitim olan ilköğretim yaş grubundaki (7–16) çocukların eğitim durumları incelenmiştir. Buna göre, bu yaş grubundaki çocukların Ankara’da % 1 i okul dışında iken D.Bakır’da bu oran %22 gibi çok yüksek bir düzeye ulaşmaktadır. Bu karanlık tabloyu çok daha ürkütücü kılan ise hanedeki kadınların eğitim düzeyine ilişkin verilerdir. Annenin eğitim seviyesi; ölü doğum sayısını, annenin çocuk gelişimiyle ilgili bilgi düzeyini, bebek ölüm oranlarını, doğurganlık oranını, doğum aralığını, gebelik döneminde izlenme durumunu, 0–5 yaş arası çocukların izlenme oranını etkileyen başlıca etmen olduğu göz önüne alındığında daha da önem kazanmaktadır. Ankara alan çalışmasında kadınların %26 sı, D.Bakır’da ise %76 sı okula gitmiştir. Yine D.Bakır’da okuma yazma dahi bilmeyen kadın oranı %60lardadır. Eğitim düzeyinin özellikle kadınların ve çocukların sağlığını doğrudan etkileyen kararların alınmasında taşıdığı önem düşünüldüğünde konunun ne denli öncelikli bir sorun olduğu anlaşılacaktır. Ailenin Ekonomik Durumu Kişi başına düşen gelir ortalaması, Ankara alan çalışmasında yaklaşık 135,5 YTL ve Diyarbakır alan çalışmasında ise 66,5 YTL çıkmıştır. Diğer bir anlatımla, Ankara örnekleminde kişi başına düşen gelir, Diyarbakır’ın iki katıdır. Bireylerin ekonomik durumlarını nasıl gördükleri, belki de onların nicel olarak kazandıkları gelirden çok daha önemlidir. Buna göre, toplam deneklerin %52’si durumlarını orta derecede görürken, ekonomik durumunu kötü diye tanımlayanlar iyi görenlerin yaklaşık beş katıdır Bu durum Diyarbakır özeline inildiğinde daha da belirginleşmektedir. Diyarbakır’dakilerin yarısı ekonomik durumlarını kötü görürken, bu oran Ankara’daki hane reislerinde ¼’tür. Bu başlık altında hane reisinin yaptığı iş ve işsiz kalma durumuna ilişkin veriler önem kazanmaktadır. Buna göre işsizliğin yüksek olduğu bölgelerde, çocuk işçiliği oranı artmakta, çocuklar daha stresli ortamlarda büyümektedir. Son bir yılda işsiz kalma durumuna bakıldığında Diyarbakır’da işsiz kalanlar %62’lere kadar ulaşmaktayken, Ankara’da bu oran %40’larda kalmaktadır. Bu oranlar Türkiye geneli için verilen değerin çok üzerindedir. Anne ve babanın mesleği, çocukların zihinsel, fizyolojik ve psikolojik gelişimleri açısından önem taşımaktadır. Ücretli işçilerin oranının Ankara’da %46’lara, Diyarbakır’da ise %28’lere ulaşırken düzensiz, enformel işlerde çalışma oranının Diyarbakır’da (%48) Ankara’dan (%22) çok daha yaygın olduğu görülmektedir. Memur, işveren, esnaf gibi güvencesi görece yüksek alanlarda çalışanların oranı her iki kentte de %10 civarındadır. Her iki kentte de kadınların %90 ın üzerinde bir bölümü ev kadını olduklarını belirtmişlerdir. İş arayan ya da çalışmak isteyen kadın oranı da son derece düşüktür. Çalışmama gerekçesi ise her iki ilde de çocukların bakımıdır. Dolayısıyla hanenin geçimi eşler ve çocuklar sağlamaktadır.

Page 98: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

47

Hanede Sosyal Güvenlik Durumu Hane bireylerinin sağlık durumlarını en doğrudan etkileyen değişkenin bir sosyal güvenlik kurumu ve dolayısıyla da sağlık sigortası olup olmadığı ile ilişkili olduğu açıktır. Bu çerçeveden bakıldığında, her iki kentte de deneklerin yaklaşık ¼ ünün hiç bir sağlık sigortası olmaması ne denli büyük bir risk altında yaşadıklarının kanıtıdır. Diğer sağlık sigortalarına göre daha kısıtlı hizmet alımına yol açan yeşil kart sahibi olmak D.Bakırda son derece yaygındır. Nitekim görüşülen deneklerin yarıdan fazlası yeşil kart sahibidir. Özetle, Ankara’daki deneklerin % 60 ı, D.Bakır’dakilerin ise sadece %24 ü SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur üyesidirler. İki yerleşmede eğitim durumunda ortaya çıkan büyük ayrımın sosyal güvence açısından da geçerli olduğu açıktır.

Özürlü Nüfus Oranı Uygulanacak sağlık politikalarının belirlenmesiyle ilgili önemli bir gösterge de özürlü nüfusun büyüklüğüdür. Türkiye genelinde özürlü kişi oranı % 1,8 iken Ankara ve D.Bakır alan çalışmalarında bu oranlar sırasıyla % 2,7 ve 3,8 olarak daha yüksektir. Yapılan çalışmalar özürlülük durumu ile sosyoekonomik koşullar arasında bir ilişki olduğuna işaret etmektedir. Fiziksel ya da zihinsel bir özre neden olabilecek nedenler arasında hamilelik esnasında yetersiz beslenme ve sağlık kontrolünde olmama, bebeklik ve çocuklukta yetersiz beslenme ve gerekli bakımdan yararlanamama ve kötü ve tehlikeli çalışma koşullarına bağlı iş kazaları sayılabilir. Bu nedenlerin ortaya çıkması konusunda yoksul hanelerin sosyoekonomik koşullarının yetersizliğine bağlı olarak diğer toplum kesimlerine göre daha dezavantajlı bir konumda oldukları düşünüldüğünde özürlülük durumunun yoksul kesimlerde daha fazla görülmesi beklenir bir durum olmaktadır.

Genel Olarak Beden ve Ruh Sağlığı Ankara ve D.Bakır’da görüşülen deneklerden beden ve ruh sağlıklarını çok iyi, iyi, orta, kötü, çok kötü seçenekleriyle betimlemeleri istenmiştir. Verilen yanıtlara karşılaştırmalı olarak bakıldığında Ankara’daki erkeklerin % 60 ının, kadınların ise %48’inin beden sağlığını “iyi” olarak tanımladığını görülmektedir. Diyarbakır’da ise bu oranlar sırasıyla, %33 ve %31 dir. Ankara’da beden sağlığını kötü ve çok kötü olarak betimleyenlerin oranı erkeklerde ve kadınlarda aynı düzeyde (% 18) iken D.Bakır’da bu oranlar sırasıyla, % 45 ve % 47 olarak belirlenmiştir. Ruh sağlığı konusunda ise, Ankara’daki erkeklerin % 73 ü, kadınların ise %65 i kendi durumunu “iyi” olarak betimlediği, Diyarbakır’daki ise bu oranların sırasıyla %62 ve %45’e düştüğü görülmektedir. Ancak, Ankara’daki % 7 oranına karşılık Diyarbakır’da kadınların %31’inin ruh sağlığını “kötü” olarak nitelendirdiğini belirtmek gerekir. Erkekler için de durum benzerdir: Ankara’da % 6 olan oran D.Bakır’da % 23’e yükselmektedir. Bu veriler, iki yerleşme arasında Diyarbakır aleyhine, toplumsal cinsiyet açısından ise kadın aleyhine olarak sağlık koşullarının ciddi ölçülerde kötüleştiği konusunda yeterli ipucu verebilecek niteliktedir. 6–25 yaş arası çocuk ve gençlerin genel olarak beden sağlıklarına ilişkin olarak ailelerine sorulan sorulara, Diyarbakır çalışmasında %63’lük bir orana sahip olan denekler “iyi” ve “çok iyi” yanıtını verirken, Ankara’da bu oran %85’e ulaşmaktadır. Beden sağlığını “kötü” ve “çok kötü” olarak betimleyen deneklerin oranı ise Ankara’da %5’e yakın iken, Diyarbakır’da %25, diğer bir anlatımla Ankara oranının 5 katıdır.(Tablo 6.86) Ergenlik dönemini barındıran bu yaş aralıklarında Diyarbakır’daki beden sağlığının kötü çıkması, fizyolojik olarak sağlıklı bir gelişimin ilk adımlarından olan ve ilerideki yaşlarda, kötü beslenme, bakımsızlık gibi nedenlerle, ortaya çıkabilecek çoğu

Page 99: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

48

hastalığın temelinin dayandığı bu dönemde Diyarbakır örneklemindeki çocuk ve gençlerin, Ankara örneklemindekilere göre oldukça olumsuz bir durumda olduklarını göstermektedir. Diğer yandan özellikle gençlik dönemi, ruhsal sağlık açısından en sancılı geçen dönemdir. Buna göre 6–25 arası çocuk ve gençlerin ruhsal sağlığının sorulduğu bu soruda, Ankara’daki ebeveynler, %85 oranında çocuklarının ruhsal durumunun “iyi” ve “çok iyi” olduğunu belirtirken, Diyarbakır’da bu oran, %77’dir. Ancak ruh sağlığının kötü olduğu belirtilen çocuk ve gençlerin oranı D.Bakır’da % 14 ile Ankara’nın 3 katına yakındır.

Sürekli Hastalıklar Ankara’da hane başına ortalama sürekli hastalık sayısı genel ortalamada 0,96 iken Diyarbakır’da bu oran %1,76 ile Ankara ortalamasının iki katına yakındır. Görüşülen hanelerde yaşayan 1473 kişinin Ankara’da % 24 ü Diyarbakır’da ise %36 sı sürekli hastalığı olduğunu belirtmiştir. Her iki ilde de (Ankara’da % 34 e karşılık %46, D.Bakır’da %54 e karşılık %52) kadınlarda bu oran çok daha yüksektir. 0–5 yaş arasındaki bebeklerin sürekli bir hastalığı olup olmadığıyla ilgili sorulan soruda toplam 239 bebekten oluşan örneklem içerisinden 227 denekle ilgili bulgulara ulaşılmıştır. Buna göre Diyarbakır örneklemindeki bebeklerin %22 sini, Ankara’dakinin ise %10 unun sürekli bir hastalığa sahip olduğu görülmüştür. 6–25 yaş arası çocuk ve gençler için ise, Ankara alanındaki toplam 261 ebeveynden 29’u (%11) “evet” yanıtını verirken, Diyarbakır’da %28’lik bir orana sahip olan ebeveynler 6–25 yaş arasındaki çocuklarının sürekli bir rahatsızlığı olduğunu belirtmiştir.

Sonuç Çalışmanın girişinde de belirtildiği gibi, yapılan çok sayıda araştırmada, sağlık ve yoksulluk arasında, diğer bir deyişle kişilerin ve ailelerin sosyo-ekonomik konumları ile sağlık durumları arasında yakın bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Ankara ve Diyarbakır örneklerinde ulaşılan bulgular bu tezi destekler niteliktedir. Ankara alan çalışmasında toplanan veriler Akşemsettin gecekondu mahallesinin birçok değişken açısından Türkiye ortalamaları ile büyük ölçüde uyumlu iken, Ankara il merkezinin gerisinde kaldığı, Diyarbakır verilerinin ise gerek Türkiye ortalaması gerekse Akşemsettin Mahallesi için bulunan ortalamaların çok altında kaldığı görülmektedir. Diğer bir deyişle, kent içindeki sosyo- ekonomik konumlarının benzerliğine karşın farklı gelişmiş düzeyindeki bölge kentlerinde olmanın, ya da mekânsal konumun getirdiği ayrım eşitsizlikleri çok daha dayanılmaz boyutlara çıkartabilmektedir. Geri kalmış yerleşmeler lehine pozitif ayrımcılığın beklendiği bu ortamda, ilk basamak sağlık hizmet birimi olan ve özellikle kadınların üreme sağlığı ve çocukların hastalıklarının önlenmesi gibi temel hizmetler açısından son derece önemli bir rol üstlenen sağlık ocaklarının her iki kenttin incelenen mahallelerdeki nicelik ve nitelikleri açıklanan eşitsizlikleri7 daha da güçlendirecek vasıftadır. Özetlersek, sağlıkta eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, uzun erimde, toplumu sınıflar, ulusları ve bölgeleri ise gelişmişler/gelişmemişler şeklinde dilimleyen ulusal ve uluslar arası ilişkilerin yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmaktadır. Orta ve kısa erimde ise, ülke genelinde tek ve aynı bir sağlık politikası geliştirmenin yukarıda anılan bölgeler ve kentler arası farklılıkları göz ardı etmesi nedeniyle tüm kesimler için aynı sonuçlar vermesi beklenmemelidir. Merkezi ve yerel yönetimlerin bu ayrımları

7 Alan çalışması yapılan Akşemsettin Mahallesinin de içinde yer aldığı Abidinpaşa Sağlık Grubu Bölgesinde 18.000 kişiye bir sağlık ocağı düşerken bu sayı Diyarbakır alan çalışmasınında 45.000 kişiye yükselmektedir.

Page 100: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

49

gözeterek öncelikli sorun alanlarını mekânsal birimlerde yaşayan nüfusun özelliklerini gözeterek belirlemeleri ve çözüm önerilerini buna göre geliştirmeleri daha doğru bir strateji olacaktır. Kaynaklar

1. Schrijvers, C.T.M.; Mheen, H.D.; Stronks, K.; Meckerbach, J.P. (1998) ‘Socio-economic Inequalities in Health in the Working Population: The Contribution of Working Conditions’, International Journal of Epidemology, sayı 27: 1011–1018.

2. Marmot, M.G., Rose, G., Shipley, M. and Hamilton, P.J.S. (1978) Employment grade and coronary heart disease in British civil servants, Journal of Epidemiology and Community Health, vol. 3, p: 244-249.

3. Popay, J., Williams, G., Thomas, C., Gatrell, A. (1998) Theorizing Inequalities in Health: The Place of Lay Knowledge, Sociology of Health & Illness, Vol. 20, Issue 5, p: 619-644.

4. Charlton, D., and Murphy, M. (eds) (1997) Adult Health: Historical Aspects 1850-1980. London: HMSO.

5. Glennester, H. (1983) The Future of the Welfare State: Remaking Social Policy. London: Fabian Society.

6. Power, C., Bartley, M., Davey Smith, G. and Blane, D. (1996) Transmission of social and biological risk across the life course. In Blane, D., Brunner, E. and Wilkinson, R. (eds) Health and Social Organisation. London: Routledge.

Page 101: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

50

Kadın ve Şiddet: Kentte Yapılabilecekler Gülseren AĞRIDAĞ Çukurova Ünivesitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, Adana

Kadının tarihten gelen şiddet sorunu kentleşme ile öneminden bir şeyler kaybetmediği gibi yeni şiddet türlerinin ortaya çıkmasına da yol açmıştır. Kentleşme ile tarım dışı ekonomik yaşama katılma fırsatını yakalayan kadınlar çocuk bakımı ve ev işleri gibi geleneksel görevlerinin yanı sıra birde düşük ücret, göreceli önemsiz işlerde çalıştırılma, kişisel gelişimlerinin engellenmesi, gibi yeni sorunlarla baş etmek zorunda bırakılmıştır. Kentlerde kadına destek olan mekanizmalar bürokratik yapı içerisinde görev alan erkek bakış açılı memurlar tarafından yürütülen örgütlülükler halindedir. Kent içinde nispeten kente şekil olarak benzeyen ancak kentli olamamış insanların yaşadığı çevreler oluşmuş durumdadır. Burada kadınlar kırsal bölgedeki sosyal yaşam ortamını kaybetmiş, kentin olanaklarına ve sosyal yaşamına ulaşamamış üstelik yeni ortamda iktidar erkinin tehlikeye girdiğini düşünen ve kenti anlayamamış erkeklerinin kontrol ve baskısın da yaşamaya başlamışlardır. Kente yaşayan kadına yönelik şiddet olaylarında yapılacaklar öncelikle kadınların başvurabilecekleri destek ve dayanışma görecekleri kadın danışma birimlerinin ve sığınakların kurulmasıdır. Buralarda çalışacak gönüllü kadınları yetiştirmektir. Kadına yönelik şiddetle baş etme çalışmalarının iki temel destek kurum vardır.

1-Danışma ve destek birimleri 2-Kadın sığınakları

Şiddete “dur deme” çalışmaları bu iki kurumla birlikte yapılmadığında kadınların desteksiz kalmasına yol açmakta ve yaşamsal riskler yaratmaktadır. Şiddetin farkına vardırılmış kadınların yüklerini artırmakta yaşamlarını iyice çekilmez hale getirmektedir. Kadın sığınaklarının her 7500 kişiye bir yatak olarak planlanması gerekmektedir. Yasalarımızda nüfusu 50 bini geçen belediyelerin kadın sığınakları yapma yükümlülükleri vardır. Kamu dışındaki kurumların kadın sığınağı açmaları mevcut yasa koşullarında neredeyse olanaksızdır. Kadın çalışması yapan sivil kurumların kamu ile işbirliği yapmaları gereklidir. Kadın destek kurumlarında çalışacak gönüllü kadın grupları oluşturmak için davranış eğitimlerinin yapılacağı kısa süreli ve aşamalı programlar düzenlemek gerekmektedir. Eğitimler şiddetin ne olduğu, sürekli şiddetin sonuçları, kadınlarla görüşme yapmanın özellikleri, yargılamadan, akıl vermeden, eleştirmeden ve tarafız olabilme becerisi, yasal haklar, işbirliği yapma ve iletişim kurma, uygun kayıt tutma, sır tutma ve açık davranma konularını mutlaka içermelidir. Danışmanlık hizmeti verebilecekler gönüllüler bu tür eğitimleri alanların arasında oldukça sınırlı sayıda çıkmaktadır. Çok sayıda düzenlenecek eğitim çalışmaları ile hem danışma birimi ve sığınaklarda dönüşümlü danışmanlık yapma becerisini kazanmış gönüllüler yetişecek hem de gönüllüler içinde diğer kadınları eğitebilecek gönüllüler çıkacaktır. Yapılacak kadın eğitim programına konusu ne olursa olsun mutlaka şiddetin farkına varılmayı sağlayacak oturumlar yerleştirilmesi faydalı olacaktır. Kadınların şiddetten korunmalarında elimizde yetersiz de olsa epey yasal dayanak vardır.4320 Sayılı

Page 102: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

51

Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 5393 Sayılı Belediyeler Kanunu, 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyeler Kanunu gibi. Kadın yönelik şiddet olaylarında görev yüklenecek toplumsal kurumlar: belediyeler, sosyal hizmetler, emniyet güçleri, sağlık kurumları, sendikalar, meslek örgütleri, yerel gündem 21 kadın meclisi, dernekler, siyasi partiler olarak sayılabilir. Toplumsal kurumlarda yapılacak şiddetin farkında olma eğitimlerinin pek çok faydaları vardır. Buralarda yapılacak çalışmalarda özellikle hizmeti sunan ve üyeleri her iki cinsten olan kurumlarda eğitim her iki cinse birlikte verilmelidir. Eğitim çalışmaları sırasında yapılan gözlemler şiddetin farkına varıldığında bazı şiddet uygulayanların bunu toplumsal cinsiyet rolleri ve öğrenilmiş çözüm önerileri olarak uyguladıklarını göstermektedir. Tartışma ve bilgi alışverişi yapıldığında yanlış uygulama algılanıyor şiddet uygulayanın değişmesine yol açabiliyor, şiddetin oluşması veya devamı önlenebiliyor. Kentte mevcut olan kurum ve kuruluşların özellikle sağlık, emniyet ve avukatlık hizmetleri sunanların iyi bilgilendirilmiş ve sorunun bilincinde olmalarının sağlanması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Kadın, kent, şiddet, gönüllü eğitimi

Page 103: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

52

Kent Ve Bağımlılık: Hazzın Acı Yüzü Kültegin ÖGEL Bakırköy Prof Dr Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi-ÇEMATEM Kliniği Madde bağımlılığı bir kent sorunudur. Bu önerme oldukça iddialı görünmekle birlikte günümüz dünyasında yaşanan madde kullanımı ve bağımlılığı sorununun görünümü bu iddiayı destekler niteliktedir. Her önermede olduğu gibi bu önermenin de genelleştirilmesi yanlış olabilir. Ancak bugün için kırsal bölgelerde madde kullanımının daha çok geleneksel nitelik taşıması, geleneksellik içinde bağımlılık sorununun önemli yaygınlığa ulaşmaması, günümüzde anladığımız biçimde bağımlılık sorununun kentleşmenin bir sonucu olduğunu görüyoruz. Tarihte de madde bağımlılığının kentleşme ile giderek tırmandığı ve önem kazandığı açıktır. Daha önceleri dini tören veya gıda amacıyla kullanılan uyuşturucu ve uyarıcı maddeler, kent içinde önceleri birer keyif aracı daha sonra da ticari bir meta haline dönüşmüştür. Ülkemizde de kentleşme ile madde kullanımı arasında ciddi bir ilişkiden söz edilebilir. Özellikle son yıllarda büyük kentlerde madde kullanımında gözlenen artış, ülke nüfusunun kırsal ağırlıklı olmaktan çıkıp kent ağırlıklı olmasıyla eş zamanlıdır. Sağlıksız kentleşmenin de bizzat kendisi madde kullanımını artırmaktadır. Daha önceleri feodal yapının korunduğu gecekondu kavramından, yarı kentsel/varoş kavramına geçiş ile birlikte madde kullanımının da arttığı gözlenmektedir. Feodal yapı içinde ailenin çocuğu kontrolü daha yüksek düzeydeyken, varoşlarda çocuklar özgürlüklerini ilan etmiş, aidiyetlerini aileden değil arkadaş gruplarından almaktadırlar. Kentleşmenin hastalıklarından birisi de, muhakkak ki madde kullanımıdır. Bu hastalığın önlenmesi, doğru kurulacak sosyal politikalardan geçer. Madde kullanımının zararlı olduğunu söylemek çocukların madde kullanımını etkilemeyecektir veya sadece düşük bir oranda etkili olacaktır. Kentin hastalıklarını çözmek için, bir kentli gibi düşünmek gerekir.

Page 104: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

53

Kent ve Depresyon Timuçin E.ORAL Bakırköy Prof Dr Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Depresyon, karamsarlık, ilgi, istek ve enerjinin azalması, sürekli yorgunluk, mutsuzluk ve çaresizlik hissi, bazen kendini suçlama, dikkatini toplayamama ve anımsamada güçlük, uykusuzluk ya da aşırı uyuma, hareketlerin yavaşlaması, iştahsızlık ya da aşırı yeme, cinsel istek ve ilgi azlığı ile ölüm ve intihar düşüncelerinin görülebildiği bir rahatsızlıktır. Toplumda sık görülen bir hastalık olan depresyonun yaygınlığı % 8 ile 20 arasında değişmektedir. Kadınlarda görülme oranı erkekler ile kıyaslandığında iki kat daha fazladır ve bunun yapısal ya da hormonal nedenlere bağlı olduğu düşünülmektedir. Depresyonda genetik yatkınlık söz konusudur ve akrabalar arasında genel nüfus ile karşılaştırıldığında 2 ile 5 kat daha fazla oranda görülür. Depresyon sıklığının toplumlara göre büyük farklılıklar göstermediği bilinmektedir. Öte yandan, halk arasında sıklıkla depresyon hatta “depresyon” olarak ifade edilen ruh hali her zaman hastalık tablosu ya da “psikiyatrik bozukluk” olan depresyona karşılık gelmemekte daha çok kişinin mutsuzluğunu tanımlamaktadır. Oysa psikiyatride yaygın olarak kullanılmakta olan Amerikan Psikiyatri Birliği’nin sınıflandırma sistemi olan DSM’ye göre de, Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflandırma sistemi olan ICD’ye göre de Depresyon tanımlanmış, belirli ölçütleri olan ve bazı özellikleri dışlayan bir hastalık tablosudur. DSM-IV’e göre Majör Depresyon tanısı konulabilmesi için, en az iki hafta boyunca işlevsellik düzeyinde bir değişiklikle birlikte aşağıdaki ölçütlerinden en az beşinin bulunması, bunların yas ya da madde kullanımıyla ortaya çıkmamış olması ve belirtilerden en az birinin 1) çökkün duygudurum ya da 2) ilgi kaybı ve zevk alamama olması gerekir:

1. Hastanın kendi ifadesi ile belirlenen ya da dışardan gözlenen, hemen her gün, gün boyu süren depresif duygudurum

2. Hastanın kendi ifadesi ile belirlenen ya da dışardan gözlenen, hemen her gün, gün boyu süren ilgi kaybı ve zevk alamama

3. Kilo alma ya da kaybetme 4. Hemen her gün uykusuzluk ya da aşırı uyuma 5. Hemen her gün psikomotor ajitasyon ya da retardasyon 6. Hemen her gün yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybı 7. Hemen her gün değersizlik ya da uygunsuz suçluluk duygularının olması 8. Hemen her gün düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma güçlüğü ya da

karar verememe 9. Yineleyen ölüm ya da intihar düşünceleri veya girişimi

ICD sınıflandırmasında da depresyonun hafif-orta-şiddetli olarak derecelendirildiği, tek bir nöbet ya da yineleyici biçimde seyrettiği tıpkı DSM örneğinde olduğu gibi tanımlanmaktadır. Depresyonlar artık eskiden olduğu gibi nevrotik-psikotik ya da endojen-reaktif olarak adlandırılmamakta, ayrıca distimi, bipolar bozukluğun depresif dönemi, siklotimi, bir başka tıbbi duruma bağlı depresyon ve madde kullanımının yol açtığı depresyon gibi alt tipleri de bulunmaktadır. Öte yandan, depresif belirtiler, örneğin uykusuzluk, iştahsızlık, durgunluk, dikkat dağınıklığı ve halsizlik, major depresyon dışında da yaygın olarak görülebilir. Bu nedenle depresyon tanısında zorluklar veya tanının gerekli gereksiz konulması da sık

Page 105: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

54

yaşanmaktadır. Sonuç olarak bir hastalık olarak depresyonun günlük yaşam içinde hemen herkesin kolayca adını koyabileceği denli sık olmadığı unutulmamalıdır, çünkü mutsuzluk ve depresyonun birbiriyle karıştırılmasının sonuçları, kullanılması giderek kolaylaşmış olan antidepresan ilaçların “fast-food” tarzında tüketilmesi anlamına gelebilecektir. Depresyonun bireysel ya da kültürel farklılıklarına ve kent yaşamıyla birlikte artış gösterebileceği öngörüsüne karşın, psikiyatrinin hemen tüm hastalıkları çevresel etkenler ile “reaktif” olarak adlandırdığı dönemler geride kaldı. Artık şizofrenin etkeninin anne çocuk ilişkisindeki bozukluk değil genetik ve biyolojik nedenler olduğunu bilmekteyiz. Bununla birlikte canlılar içinde bulundukları fiziksel çevreden tamamen bağımsız bir var oluş içinde de olamazlar. Örneğin şizofreninin tüm kültürlerde benzer biçimde seyrettiği ve yaşam boyu yaygınlığının tüm dünyada %1 civarında olduğu bilindiği halde, son yıllarda yapılan genetik çalışmalar psikotik belirtilere sebep olan normal dışı mental durumların yaygınlığının kentleşmeyle arttığını ortaya koymaktadır (van Os 2001). Bu durumun psikotik bozuklar ya da şizofreni gibi hemen tüm kültürlerde benzer seyretmeyeceğini düşündüğümüz duygudurum bozukluklarında daha farklı olması da beklenebilir. Duygularımızın fiziksel, toplumsal veya çevre etkenleri ile nasıl değiştiğini düşünürsek, duygudurum bozukluklarının da fiziksel çevre ile yakın bir ilişkide olacağını düşünmek yanlış olmaz. Yine de aynı etkenlerin o duruma maruz kalan herkese aynı değişiklikleri yapmıyor olması elbette biyolojik ve genetik yatkınlığın önemini ortaya koymaktadır. Özellikle erken çocukluk döneminde bulunabilecek anne yoksunluğunun daha geç yaşlarda depresyona sebep olabildiği ve nörofizyolojik düzeyde çeşitli biyolojik değişiklikleri ortaya çıkardığı bilinmektedir. Birbirinden farklı gelişim özelliklerine sahip kişilerin bir arada ve daha yakın biçimde yaşamaya başlamalarının bazı sorunlara yol açacağı açıktır. Nitekim aşırı kalabalığın sağlıksız etkileri, ilk kez 1932’de Zuckerman’ın Londra Hayvanat Bahçesinde maymunlar üzerinde yaptığı çalışmalarla gösterildi. Sıkışık ve düzensiz biçimde yaşayan maymunlarda kanlı kavgaların ve amaçsız saldırganlıkların arttığı, yavruların yetişkinliğe dek sağ kalmasına olanak bırakılmadığı gözlendi. Aynı tür maymunun Afrika’da doğal ortamlarında düzenli ve barışçı gruplar halinde yaşadığı ve bu davranışların türe özgü olmadığı da saptandı. Doğal olarak insanın içgüdüsel davranan canlılara kıyasla daha geniş bir uyum yeteneğine sahip olacağını söyleyebiliriz fakat Hall 1966’da bir konutta insan başına düşen alanın on metrekareden az olduğu durumlarda bedensel ve psikolojik bozuklukların iki katına çıktığını göstermiştir. Alvin Toffler’in 1970’li yıllarda çok ünlü olan “Şok” adlı kitabında da söz ettiği gibi insanın benimseme gücünü aşan toplumsal değişmenin ve erken varılan geleceğin etkisi gelecek şoku biçiminde olacaktır. Hızlı değişimle bir kuşak tarafından benimsenen özelliklerin bir başka kuşak tarafından tümden reddedilmesi bazı ruhsal sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Günümüz insanı bir yandan daha iyi bir yaşama umudu taşırken bir yandan da böyle bir yaşamdan kendisine bir pay düşmeyeceğini bilmenin anksiyetesini ve engellenme duygularını yaşamaktadır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan hızlı kentleşmenin sosyal destek sistemleri ve yaşam olaylarında çok hızlı değişikliklere yol açtığı ve bunun ruh sağlığını etkileyerek depresyon ve anksiyete tablolarının ortaya çıkmasına neden olduğu gösterilmiştir. Bu değişiklik en çok düşük gelir seviyesindeki kadınlarda ortaya çıkmaktadır (Harpham, 1991). Tabii ki, sadece temel sağlık hizmetlerine başvuran bu kişilerin tanı ve tedavilerinin sağlanması sorunun çözümü için yeterli değildir ve psikiyatristlerin yanı sıra sosyal bilimcilerin ve halk sağlığı çalışanlarının katkısıyla çok boyutlu olarak ele alınmalıdır. İnsanın temel ilişki nesnesi aslında doğadır ve onunla baş edebilmek için teknolojiyi geliştirmiş ama bu durum gittikçe doğadan kopmayı, bununla beraber, doğadan koptukça da onun yerini tutabilecek başka bir ilişki kuramaması nedeniyle sonuçta yalnızlığı ve mutsuzluğu getirmiştir (Fromm 1941). Toplumumuzda da köyden kente göçün sonucunda kente gelen insanların kent çevresinde önce kısal alanlarda evlerinin bir benzerini inşa

Page 106: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

55

ettiklerini ve kentin yaşantısı kendilerini yutana kadar da bu geleneksel yaşantıyı sürdürdüklerini gözlenmektedir (Geçtan 1982). Bir yandan doğadan kopmamaya çalışmak, bir yandan da kentin bir parçası olma çabası ve bunun önündeki engellerle karşılaşmak batı toplumlarında çok görülen gettolaşmayı getirmiş, son zamanlara kadar ülkemizde çok da adı konulmamış olan bu geçiş toplumu son yıllarda “varoş” olarak anılmaya başlanmıştır. Öte yandan hızla değişen dünyada yüzyıllardan beri damıtılarak gelen geleneksel örüntü çözülmeye ve dağılmaya başlamış yalnızca geçiş toplumları değil kent merkezinde yaşayan insanlar da yoğun bir kimlik sorgulamasıyla karşı karşıya kalmışlardır. Her ne kadar tek başınalık ve yalnızlık aynı kavramlar değilse de, kentte tek başına olabilmek de yalnızlığı tolere edebilmek de ancak bireyleşmenin tam olmasıyla mümkündür. Oysa, bireyleşemeden yalnız kaldığımız günümüz metro/megapollerinde yalnızlık mutsuzlukla eş anlamlı hale gelmiş görünmektedir. Geçtan (1982) geleneksel Anadolu toplumunda özerklik ve girişimciliği engelleyen etmenlerden birisinin köy çocuğunun oyundan engellenmesi olduğunu söylemekte ve çoğunlukla ekonomik nedenlere dayalı olarak çocuğun işe koşulmasının bunu hazırladığını söylemektedir. Günümüz köy toplumları bu geleneksel yapıyı ne kadar korumaktadır bilinmez ama kent çocuklarının da tamamen farklı gerekçelerle oyundan alıkonulduğu kentte yaşayan hemen herkesin malumudur. Yaratıcılığın sınırlanması, haz alma duygusuna izin verilmemesi ve engellenme duygusunun çok yoğun yaşanması yaşamın amacını yerine getirilmesi gereken işler topluluğu olarak belirlemektedir. Yaşam bir an önce yapılacakları bitirmeyi hedefleyen bir zaman dilimidir ve tamamlanan işlerin verdiği kısa süreli haz yerini daha bir önceki dahi bitmeden yeni projelerin konuşulmasına bırakmaktadır. Bilimsel olan hiçbir şeyin tek bir örnekten yola çıkarak büyük genellemelere ulaşmaması gerektiği konusundaki kaygımız saklı kalmak kaydıyla yine de kentteki yaşam biçimi üzerinde düşünürken, küresel örneklerin yanında bize özel olanlar üzerinde de düşünce üretmemiz gerekmektedir. Kaynaklar

1. Geçtan E. Çağdaş Yaşam ve Normaldışı Davranışlar, Maya Yayınları, 1982 Ankara 2. DSM-IV: American Psychiatric Association-Diagnostical and Statistical Manual of

Mental Disorders 4. Ed., APA Press, Washington DC, 2001 3. Öztürk O. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Nurol Matbaası, Ankara 2004 4. Harpham,T. Urbanization and mental health in developing countries: a research

role for social scientists, public health professionals and social psychiatrists. Soc.Sci.Med., 39:233-245, 1994.

5. van Os J, Hanssen M, Bijl RV, Vollenberg W. Prevalence of Psychotic Disorder and Community Lele of Psychiatric Symptoms: An Urban-Rural Comparison. Arch Gen Psychiatry. 2001; 58:663-668

Page 107: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

56

Kent ve Kişilik Doğan ŞAHİN İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Sosyal Psikiyatri Servisi Kişiliğin temel özelliklerinin kararlılık kazanması büyük ölçüde insanın toplumsal yaşama çok dahil olmadığı bir dönemde, yani okul öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kişiliğin gelişmesinde en önemli etkenler aile içi, özellikle anne babası ile yaşadığı ilişkilere göre şekillenmekte, daha sonra toplumsal yaşama önemli ölçüde belirlenmiş bir kişilik sahibi olarak girmekte ve sahip olduğu kişilik özelliklerine göre toplumsal yaşamı algılamakta ve kendi kişiliğine uygun ilişkiler geliştirmektedir. Öte yandan toplumsal yaşam anne ve babayı etkiledikleri için aile içi ilişkileri de etkilemekte, toplumsal yaşama çok dâhil olmasa bile dolaylı yoldan, yetişmekte olan çocuğu da etkilemektedir. Çağdaş yaşamın ve kentin aile ve insan ilişkileri üzerindeki etkilerini incelersek bundan da kişilik gelişimi üzerinde nasıl etkileri olduğuna ilişkin sonuçlar çıkarabiliriz. Kentler büyük ihtimalle silahların bulunması ile kuruldu. Silah üreten ve köylüleri silah zoruyla köleleştiren ya da haraca bağlayan askeri bir sınıf ve onların yöneticileri iyi korunmuş bölgelerde sürekli yaşamaya başladılar ve çiftçileri sömürerek zenginleştikçe de daha güçlü ve daha büyük binalar, çeşitli hizmetleri görecek insanları yanlarında tuttular. Belki ilk sanatlardan biri olan madenlerden silah üretimi, zenginleşen askeri ve soyluların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik üretimle de gelişti. Üretimin kentin ihtiyaçların üzerine çıkması ise ticaretin gelişmesi kentlerin büyümesini sağladı. Kentli olma tarih boyunca çeşitli değişikliklere uğramış sonunda bugünkü heterojen, çok farklı yaşam biçimlerini ve sınıfları bir arada barındıran bir hale dönüşmüştür. Dolayısıyla kent tek bir yaşam biçiminden ya da tek tip ailelerden oluşmaz. Kentler hep oldukça varlıklı ve gelirin ve varlıkların çok büyük bir kısmına sahip küçük bir nüfus, kamu ya da özel alanda hizmet veren bir orta sınıf ile kentin yaşamını sağlayan geniş yoksul kesimlerden oluşur. Kentin varlığını sürdürmesini sağlayan, ulaşımı, elektrik, su, havagazı gibi temel hizmetleri karşılayan işçiler görece kentin kenar ya da bir zamanlar kenarda olmuş yerlerinde yaşarlar, Kent farklılıklar yanında ortak kullanılan bir yaşam alanı da olduğu için kentin atmosferi, insanlar üzerinde etkide bulunur. Bir kentin trafik , hava kirliliği yada yeşil alanların azalması gibi sorunları insanları etkileyebilir. İnsanın biyolojik evrimi ile kültürel evrimi aynı hızla gelişmemiştir. Son 200 yılda kültürel gelişimin hızına paralel biyolojik bir evrim olmamıştır. İnsanın çalışma saatlerinin fazlalığı, tabiattan bu denli uzaklaşması, sahip olunması ya da elde edilmesi ihtiyaç gibi algıladığı şeylerin fazlalığı bu evrimsel gelişmedeki uyumsuzluğun olası sorun kaynakları olabilir. Bu yazıda aşağıdaki başlıklar halinde kent yaşamının kişilik üzerine etkileri incelenecektir.

Page 108: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

57

Çağdaş Kent yaşamının kişilik üzerindeki ortak etkileri Yalnızlık, yalıtılmışlık İlişkilerin yüzeyselliği ya da daha doğrudan maddi çıkara dayalı olması Farklı olana karşı geliştirilen savunmalar Aile içi ilişkilere ayrılan zamanın azlığı ve aile içi ilişkilerde kopukluk Toplumsal Sınıflara göre Üst sınıflar Kendi içlerine kapanmaya bağlı yabancılaşma ve toplumdan kopukluk. Diğerlerine duyulan korku ve endişeler. Orta Sınıflar Yoksullaşma korkusu Çalışma sürelerinin uzunluğu Tüketici kültürün etkileri Refah ve tüketim peşinde koşarken hayatını ve ilişkilerini tüketme Kimlik sorunları Yoksullar İtilmişlik, küçümsenme Umutsuzluk Maddi ve kültürel yoksunluk

Page 109: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

58

Kent Yaşamının Bedenselleştirme Süreçlerine Katkıları Feryal ÇAM ÇELİKEL Tokat Gazi Osman Paşa Üniv. Psikiyatri AD. Başkanı Bedenselleştirme (somatizasyon), sosyokültürel etkenler ile biyolojik zeminin önemli buluşma alanlarından biridir. Bir beden bozukluğu gibi görüntü vermekte, ancak temelde ruhsal ve sosyal alanda yaşanan sorunlara ilişkin yardım arama davranışı olduğu bilinmektedir. Bedenselleştirme, bir savunma düzeneği, bir belirti, bir bozukluk ya da bir yaşam biçimi olarak değişik anlamlar taşıyabilir. Bedenselleştirme ilk olarak 1943’te Steckel tarafından “derinde yatan bir nevrozun dışavurumu olarak ortaya çıkan bir beden rahatsızlığı” olarak tanımlanmıştır. Bedenselleştirmenin ilk tanımlarında psikolojik sorunlar ile bedensel belirtiler arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurulduğu dikkati çekmektedir. Psikolojik nedensellik yorumu kalkıp bedenselleştirmenin toplumsal boyutuna da yer verilmeye başlanması 1980’lerden sonradır. Lipowski 1988’de bedenselleştirmeye, “patolojik bulgularla açıklanamayan somatik sıkıntı ve belirtiler yaşama, bunları fiziksel hastalıklarla ilişkilendirme ve bunlar için tıbbi yardım arama eğilimi” olarak tanımlama getirmiştir. Kültürel psikiyatrist Kirmayer, bedenselleştirmenin biyopsikososyal bütünlük içerisinde ele alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bireyin yakınmalarına anlam yükleme çabasında, ‘içeriğin oluşturulmasında’ içinde yaşadığı kültürün önemi yadsınamayacak düzeydedir. Bedenselleştirme toplumlar arasında farklı oranlarda görülmekte ve zaman içerisinde değişim gösterdiği bilinmektedir. Batı toplumlarında sorunları ‘psikolojize etme’ eğilimi gözlenirken, doğu toplumlarında ise ‘somatize etme’nin yaygın olduğu kabul edilmektedir. Toplumsal ve kültürel bir yapı olarak bedenselleştirmeyi incelemek için kısaca kültürel psikiyatrik kuramlar ve düşünce sistemlerinden söz etmek gerekir. Modernizm döneminin kültürel psikiyatrisi, bedenselleştirmenin sosyoekonomik düzey, kent ya da kırsal alanda yaşama, cinsiyet, ırk gibi değişkenlerden etkilenmesini, geleneksel tarım toplumlarına özgü bir psikopatoloji olmasıyla açıklamıştır. Batılı hastaların depresyonlarını daha çok psikolojik bir dille anlattıkları, gelişmekte olan ülkelerdeki ruhsal hastalıkların ise bedenselleştirmeyi yeğlediği savı ileri sürüldüğünden beri bedenselleştirme, geri kalmış toplumlara has bir özellikmiş gibi ele alınmış, çoğu zaman da o toplumları küçümseyen, adeta bir az gelişmişlik ölçütü biçiminde kullanılmıştır. Bunun karşıtı olan psikolojizasyon ise yüceltilmiştir. Kültürel psikiyatrinin çağdaş yaklaşımında ise bedenselleştirmenin evrensel olduğu, ancak kültür tarafından biçimlendirildiği, her kültürel grupta ve toplumda sık rastlandığı kabul edilmektedir. Yaygınlığının ve özgün bazı özelliklerinin kültürler arası önemli farklılıklar gösterdiğine ve bu farklılıkların, sıkıntıyı ifade edici kültürel tarzları yansıttığına inanılmaktadır. Bu kültürel tarz da yalnızca kültürel inanış ve pratikle değil ayrıca sağlık sistemlerine alışkın olmakla da ilgilidir.

Page 110: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

59

Gözlemler, alt sosyoekonomik ve kültür düzeyindeki gruplarda bedenselleştirme eğiliminin daha fazla görüldüğüne işaret etmektedir. Bireyler, farklı iletişim seçenekleri bulamadıklarından, kendi bedenlerini kullanmak kolay bir çare olmaktadır. Bu sayede hem ruhsal hastalık stigmasından kurtulmuş olacak hem de bedensel yakınmalar, iletişim işlevi yanı sıra koruyucu bir hoşgörü ile karşılandıklarından, ikincil kazanç sağlayıcı bir niteliği de taşıyacaktır. Türkiye’de 1950 sonrası kırsal alanlardan kentlere ve özellikle büyük kentlere hızlı bir iç göç hareketi başlamıştır. Bugün kentlere göçün daha çok ekonomik nedenlerle olduğu bilgisi ışığında kent insanının azımsanmayacak bir bölümünün de yöresinde mevcut olanakları ile geçimini sağlayamamış, “kendi istekleriyle” göç eden kırsal kesim insanından oluştuğu bilinmektedir. Bu bireyler yabancılık kaygıları yanı sıra iç dünyalarında yalnızlık ve ayrılık ile ilgili kaygılar yaşamaktadır. Göç edenlerden bazılarının geleneksel aile özelliklerine sıkı sıkıya bağlı ve yaşamlarının büyük bir bölümünü kırsal alanda geçirmiş insanlar oluşu, aile yaşamlarındaki hızlı değişime uyum sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Gelenekler ortadan kalkarken, bir anlamda benlik-kimlikleri yenilenmektedir. Psikodinamik yorumla bakarsak, bir (sosyal, ekonomik ya da kimliksel) varoluş tehdidi ve bundan doğan sıkıntı, korku egemen olmaktadır. Kişi, bilişsel düzeyde baş edemediği sorunlar karşısında, kendisine en ait olan alana (bedenine) geri dönerek, kendine bir destek aramakta ve bu araçla da yardım isteğinde veya sorununu iletme eyleminde bulunmaktadır. Kırsal alandan özellikle büyük kentlere göç, bireyin sağlığı ve kimliği üzerine uzun süreli ve kalıcı etkiler yaratan oldukça karmaşık bir biyopsikososyal süreçtir. Yeni plansız yerleşim alanları (gecekondular) farklı bir alt kültürün (ne köylü, ne şehirli) doğmasına neden olmuştur. Alışıldık sosyal gelenekler terk edilmeye ve yaşam tarzları standartlaşmaya zorlanmaktadır. Bireylerin yedikleri yemek, dinledikleri müzik, hatta konuştukları dil ve anlatım biçimleri değişikliğe uğramıştır. Birey, yeni özdeşim modelleri, farklı ideallerle karşı karşıya kalmıştır. Yaşamlarımızı düzenleyici (regulatory) ilişkiler olarak bireye hizmet eden bu destek sistemlerinin kaybı anksiyete yaratır ve bireyin psişik organizasyonlarının stabilitesini bozar. Bir başka deyişle, bundan önceki psikofizyolojik regülasyonu ve uyumu, yeni yaşamıyla tam olarak baş edebilmesinde yetersiz kalır. Psikososyal alandaki savunma mekanizmalarının yetersizliği durumunda daha ilkel psikofizyolojik savunmalar harekete geçer ve psikosomatik ve somatoform bozukluklara yol açabilmektedir. Bedenselleştirme olgusunun duyguların yeterince ayrışamaması ve düzenlenememesi ile bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. Duyguları işleme ve ifade etme güçlüğünün (aleksitiminin) bedensel belirtilere katkısı uzun yıllardan beri araştırmalara konu olmaktadır. Aleksitimik bireylerde duygusal uyaranlar, fiziksel hastalık belirtisi olarak yorumlanabilmektedir. Bu şekilde kentlileş(eme)miş bireylerin dil sorunu, kültür farkı vs. nedeniyle istem dışı bir çeşit aleksitimi içinde olduğu kabul edilebilir. Ülkemize ilişkin saptamalara devam edersek, toplumsal gelişme düzeyi açısından bölgeler arasında farklar olduğu, aynı kentte yaşayan bireyler arasında bile keskin karşıtlıklar olabildiği gözlenmektedir. Her katmandaki birey için geçerli olan hızlı sosyal değişim, geleneksel toplum ile modern toplum arasında sancılı bir geçiş yaratmakta, aile yapısında, kadın-erkek rollerinde farklılaşmayı dayatmaktadır. Türkiyeli kimliği içerisinde etnik ve dinsel farklılıklardan söz etmek hoş karşılanmadığı gibi alt kültürel grupları birbirleriyle karşılaştıran çalışmaların da bulunmaması ileri belirlemelere olanak tanımamaktadır.

Page 111: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

60

Kaynaklar

1. Kellner R: Somatization: theories ans research. The Journal of Nervous and Mental Disease 1990; 178:150-160.

2. Lipowski ZJ: Somatization: The concept and its clinical application. Am J Psychiatry 1988; 145:1358-1368.

3. Simon GE: Somatization and psychiatric disorders. Current Concepts of Somatization’da, Ed. Kirmayer LJ, Robbins JM. Washington DC, American Psychiatric Press, 1991.

4. Holfer MA: Relationships as regulators: A psychobiologic perspective on bereavement. Psychosom Med 1984; 46:183-197.

5. Cimilli C: Somatizasyonun toplumsal evrimi. T Klin Psikiyatri 1999; 1:34-43. 6. Çevik A: Psikosomatik hastalıklarda psikolojik etyoloji. Ege Psikiyatri Sürekli

Yayınları, Bahar, 1997:19-34.

Page 112: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

61

Bursa Atmosferindeki Ağır Metallerin Konsantrasyon ve Kuru Çökelme Akı Seviyeleri

Can KURAL, S. Sıddık CİNDORUK, Yücel TAŞDEMİR * *Uludağ Üniversitesi Müh.Mim.Fak.Çevre Mühemdisliği Bölümü Kuru çökelmenin, bazı bölgelerdeki yüzeysel sulara giren kirleticiler (ör. organik, ağır metaller) için önemli bir kaynak oluşturduğu bulunmuştur. Kuru çökelmenin bu önemini ortaya koymak için doğru ölçümlerin gerçekleştirilmesi gereklidir. Ancak, direkt ölçümlerdeki zorluklar ve belirsizlikler nedenleriyle bu tam olarak gerçekleştirilememektedir. Bu çalışmada, Bursa atmosferindeki iz metallerin kuru çökelme akıları ve atmosferik konsantrasyonları ölçülmüş, bu değerler kullanılarak kuru çökelme hızları hesaplanmıştır. Akı örnekleri gresli yüzeyler kullanılarak alınmıştır. Konsantrasyon seviyelerinin belirlenmesinde ise Yüksek Hacimli Hava Örnekleyicisi ile toplanmıştır. Örnekler Mg, Ca, Cr, Mn, Fe, Co, Ni, Cu, Zn, Cd ve Pb metalleri için analiz edilmiştir. Ayrıca, örnekleme yerinden alınan toprak örnekleri kullanılarak bu metallere ait zenginleştirme faktörleri de hesaplanmıştır. Ortalama kuru çökelme akıları değerlendirildiğinde, toprak kökenli iz metallere (Ca, Mg, ve Fe) ait akıların antropojenik kaynaklı diğer metallere göre daha yüksek seviyelerde bulunduğu tespit edilmiştir. Toprak kökenli metaller arasında en yüksek değer Ca metali (24228,37 µg/m2-gün) için ölçülmüştür. Antropojenik kaynaklı metaller için ise Zn (1004,32 µg/m2-gün) en yüksek değeri almıştır. İz metallerin atmosferde bulundukları konsantrasyon değerlerine göre sıralamaları; Ca > Fe > Mg > Cu > Zn > Pb > Mn > Cr > Ni > Co > Cd şeklinde belirlenmiştir. Akı değerlerinde olduğu gibi toprak kökenli metaller arasında en yüksek konsantrasyon Ca metali (5091,57 ± 3648,11 ng/m3) için elde edilmiştir.

Page 113: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

62

Introduction into The Twinning Project “Air Quality” of The European Commission Dagmar GÖMER*, SOMUNKIRANOĞLU F.**, TOK E.** *City of Hamburg, Germany, Institute for Hygiene and Environment, Marckmannstraße 129b, 20539 Hamburg ** Ministry of Environment and Forestry, Sögütözü caddesi No: 14/E, 06560 Bestepe / Ankara/Turkey, The “Air Quality” Twinning Project of Turkey started in October 2004 and has to fulfill four main tasks:

- Transposition of the Air Quality Framework Directive 96/62/EC and the Large Combustion Plants Directive 2001/80/EC into Turkish (Draft) Regulation

- Draft Agreed Framework Regulation on Air Quality which defines the Roles and the Responsibilities of the involved ministries (considering both directives)

- Strengthening of the qualification of the administration (Know-How-Transfer) – Strengthening of the Quality management and preparation of the accreditation of the two laboratories – Refik Saydam Hygienic Center (RSHC) and Gölbasi

- Agreed strategic Action Plans on further implementation steps of the two directives During the first year legal gap analyses - a structure analysis concerning the administration and assessments - were carried out. Two draft legislation documents have been developed for legal enactment in Turkey, one for a Turkish Air Quality Framework Regulation and one for a Large Combustion Plant Regulation. These Regulations are supposed to fulfill the requirements of the European Air Quality Framework and Large Combustion Directives. Both drafts consider for the transition time from the old regulation. In addition, trainings have taken place and will take place to strengthen the Quality Management in the two above mentioned laboratories. Additional training and working groups lead to information about topics like definition of zones and agglomerations, preliminary assessment and assessment of air quality, emission inventories, modeling, data validation, reporting, permission and inspection procedures etc. All of these activities are required under the new legislation and most will become the legal responsibility of the local Municipality, under direction of the Ministry for Environment and Forestry.

Key words: Air Quality, Air Quality legislation, Quality Management, Large combustion plants, Emission regulation, air quality and emission measurements, data quality assurance

Page 114: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

63

1. Introduction Twinning Projects of the European Commission were introduced as a tool to achieve the same standards and backgrounds in all countries which are interested in a closer cooperation with the European Union. In this paper the Twinning Project “Air Quality” is introduced and explained. 2. The Twinning Project “Air Quality” Institutions in the project The following institutions are involved in the above mentioned project.

• Ministry of Environment and Forestry in Turkey (MoEF) • Ministry of Health in Turkey (MoH) • Refik Saydam Hygienic Center (RSHC) and Gölbasi Reference Laboratory (MoEF) • Federal Ministry for Environment, Nature Conservation and Nuclear Safety of

Germany (BMU) • Hamburg Ministry of Science and Health (BWG), Institute of Hygiene and

Environment (HU) • GTZ, German Technical Assistance Agency, Eschborn • Central Finance and Contract Unit Of Turkey (CFCU)

Aims of the Project

• Transposition of the Air Quality Framework Directive 96/62/EC and the Large Combustion Plants Directive 2001/80/EC into Turkish (Draft) legislation

• Draft Agreed Framework Law on Air Quality which defines the Roles and the Responsibilities of the involved ministries (considering both directives)

• Strengthening of the qualification and the technical structures in the administration (Know-How-Transfer) – Strengthening of the Quality management and preparation of the accreditation of the two laboratories - Refik Saydam Hygienic Center (RSHC) and Gölbasi Reference Laboratory (MoEF)

• Agreed strategic Action Plans on further implementation steps of the two directives

Methods of cooperation • Workshops • Seminars • Trainings • Discussions in smaller working groups • Distribution of information material concerning the workshops, seminars etc.

to the participants

Time schedule

• Start of the project: October 2004 • Duration of the project: 27 months • End of the project: December 2006 • Closing of the budget: November 2007

Page 115: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

64

Results up to now • Drafts for two regulations concerning the Air Quality Framework Directive (and

the four daughter directives) and the Large Combustion Plant Directive were written by the end of June 2005

• Trainings concerning calibration of air pollution monitors and automatic stations, Quality Management issues, sampling of VOC emission and data processing, data evaluation and data transfer took place

Contents of the Draft Regulation on Ambient Air Quality Assessment and Management (RAQAM)

• RAQAM aims to transpose the five European ambient air quality Directives into Turkish law:

- Directive 96/62/EC on ambient air quality and assessment (Air Quality Framework Directive)

- Directive 1999/30/EC relating to limit values for SO2, NO2 and NOX, PM and Pb in ambient air (First Daughter Directive)

- Directive 2000/69/EC relating to limit values for C6H6 and CO in ambient air (Second Daughter Directive)

- Directive 2002/3/EC relating to 03 in ambient air (Third Daughter Directive) - Directive 2004/107/EC relating to As, Ca, Hg, Ni and B(a)P in ambient air (Fourth

Daughter Directive)

• RAQAM integrates the existing air quality standards of the Turkish Regulation on Air Quality Protection (RPAQ) for a transitional time period (2011)

Instruments of the Draft RAQAM - how to achieve ambient air quality

• Standards for ambient air quality related to 13 pollutants (SO2, NO2, NOX, PM, Pb, C6H6 ,CO, 03,As, Ca, Hg, Ni and B(a)P ) are set out

• Preliminary - and continued - assessment of ambient air quality – accuracy of

assessment depends on the level of pollution

• Designation and classification of zones and agglomerations

• Planning processes as a coordinative instrument to identify main sources of pollution and the most (cost) efficient way to improve ambient air quality:

- Clean air planning and - action planning

• (individual) measures to be taken by the competent authority in case of non-compliance with the ambient air quality values

• Public information, reporting

Page 116: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

65

Figure 1 : Transitional arrangements in the draft of RAQAM

time

max. concentration in the agglomeration or zone

above margin of tolerance: clean air plans to develop so that EU limit values are met by the attainment date

below limit value: pollution levels reported. maintain good air quality

between limit value and margin of tolerance: pollution levels reported to Commission, if needed, take measures so that limit value are met by attainment date

start of the attainment period for EU limit values + obligation to take measures [20XX+6]

•SRPAQ standards remain in force; annual decrement ensures smooth transition; excess pollution triggers already measures

•EEU limit values to be used as a basis for assessment (monitoring, emission inventories, modelling) and as a basis for granting permits to plant operators

coming into force of the RAQAM regulation [20XX]

annual decrement

transition period

Margine of tolerance

Page 117: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

66

Figure 2: Scheme for the organisation of a nationwide air pollution network with regional subcentres and a national data centre Contents of the Draft Regulation on Large Combustion Plants

• Draft aims to transpose one European Directive into Turkish law: - Directive 2001/80/EC Large Combustion Plant Directive (LCPD)

• The draft is very similar to LCP-Directive • All emission limit values are incorporated, different for new and existing plants • Additionally, certain requirements of the old regulation RISAPC were taken

Scope of the Draft Regulation on Large Combustion Plants

• Regulation applies to combustion plants including gas turbines of 50MW or more (power plants, combined power and heat plants, heat plants and other combustion plants, e.g. in refineries

• Solid, fluid and gaseous fuels • No application for waste without biomass • No application for special combustion plants as e.g. blast furnaces, cement kilns • Regulation applies to

new plants and existing plants

• New plant means any plant without existing plant • Existing plant means any plant - With operation or license before 01.07.200X or - Starting license procedure before 01.07.200X and operation before 01.07.200(X+1)

Project website: www.havakalitesi.cevreorman.gov.tr

Page 118: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

67

Clean Energy Use To Reduce Urban Air Pollution In Bursa KENDALL-CANGÜL Michaela*, GÜÇER Şeref** * Uludağ University, Bursa, Turkey ** TUBİTAK-BUTAL Bursa is a model city of Turkey with a rapidly increasing population, a vibrant economy and substantial industrial activity. Air pollution sources in Bursa are generally related to the production of energy for our daily lives – energy for electricity generation, heat, transport and industry comes almost exclusively from fossil fuels. The application of “best technology” or “best practice” can reduce air pollution emissions from these sources. The difficulty is that oil, gas and most fossil fuels are expected to run out this century. Energy demand in Bursa and Turkey is set to increase rapidly due to population increases, and rising living standards will require new energy generation on a massive scale. As the infrastructure and economy of Turkey rapidly develops, these two interrelated issues must be addressed; environmental pollution and energy generation. The technical and political challenge is to generate and manage this energy, for long-term sustainability. Public understanding of the impacts of energy and air pollution can certainly help. The local promotion of best practice - the use of safe and clean fuel-burning appliances, cleaner fuels, energy efficient appliances, clean vehicles, public transport, no smoking in public places, etc - are extremely important and covered by incoming EU law. In 2006, EU air quality legislation will become law in Turkey and municipalities will become responsible locally for their local air quality. In Europe, local municipalities became the first to commit to clean energy schemes as part of their Air Quality Action Plans. For example, Municipality vehicles were maintained to operate efficiently, to improve local air pollution, and save up to 20% fuel. Switching to biodiesel, has led some Municipalities to a further 10% saving. Through traffic management and clean air law enforcement, further improvements in air quality have been achieved throughout Europe. In the long-term, Turkey has both an environmental and economic imperative in developing renewable energy systems. Energy sources will be required to meet the varying needs and resources of the country and to protect against energy crises. Strategic development and deployment of clean, local energy generation technologies can provide lower emissions and local energy security. Clean energy technologies allow reductions in air pollution emissions from energy generation even as electricity demand increases. Municipalities in Europe have also been involved in employing clean energy schemes such as fuel cell buses and district heating systems based on renewable energy. TUBİTAK-BUTAL and Uludağ University are embarking on an EU-funded project to analyse the relationship between air pollution and energy use in Bursa. The will estimate how much air pollution can be prevented in Bursa through the replacement of current fossil fuel based technology by clean energy technologies. It focuses on a specific type of fuel cell technology, solid oxide fuel cells (SOFCs). SOFCs are not yet being developed in Turkey, but

Page 119: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

68

are expected to generate energy for CHP systems in distributed energy networks or homes, and for vehicle auxiliary power systems (APUs), in the future. Fuel cells (FCs) are the cleanest and most efficient power-generating devices invented so far. In the long-term, Bursa may benefit both environmentally and economically from such research and product development projects. This project will also promote transnational mobility of researchers between Turkey and the UK and develop further collaborative projects internationally.

Page 120: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

69

Exceeding of EU - Air Quality Limit Values Starts Clean Air Planning Examples From Germany And Europe MÜLLER Wolfgang J. Member of the EU Air Quality Twinning Project Turkey – Germany Former Lower Saxony State Agency for Ecology The system of the European Union air quality guidelines builds up a road map step by step: assessment and monitoring of the air quality situation, recording of exceeding of limit values and abatement planning in a “Clean Air Plan” or in a short term “Action Plan”. All member states of the EU are in an ongoing process to fulfil the ambitious timetable to comply with the limit values. Some examples of Clean Air Plans from Germany and other EU Member states will be shown to demonstrate this process regarding the ambient air pollution situation in Turkey. In this process a main, basic task is the analysis of the spatial and temporal structure of the air pollution and of the reasons for limit value exceedances. It can be done by monitoring or by dispersion modelling. For any ambient air quality monitoring network, quality management (QM) is vital because important decisions on ambient air quality control, and even legal action against operators of polluting sources, will be based completely or partly on the data. Well experienced staff in a teamwork structure of local, regional and national offices and authorities is essentially needed. Except for the rare cases where clear relations between high pollutant concentrations and emission sources can easily be identified from the evaluation of the air quality measurements and the meteorological data, comprehensive investigation and analysis is required to identify the reasons for exceedances of the limit values. As an example, anthropogenic reasons for exceedances should be distinguished from natural events and weather related factors. At least for particulate matter, information on the chemical composition of PM is a means to identify the origin of the pollution. Such speciation measurements might be launched within specific measurement campaigns tailored to the local boundary conditions. Another important factor for abatement planning is to explore the share of air pollution imported into the respective zone or agglomeration, because this regional background pollution cannot be tackled by local measures. This is also true for trans- boundary pollution transport which needs cross-boundary cooperation in order to reduce the large scale pollution level. On the other hand, local pollution hot spots should be the focus of abatement planning. Hence, the contributions of local sources (traffic, industry, domestic fire) to pollution peaks needs to be determined, as well as the share of all the remaining other emissions on the urban

Page 121: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

70

background concentrations in a residential area of an agglomeration, or built up areas elsewhere in a zone. Measures to ensure compliance with the ambient air quality standards should be planned and implemented by the competent authorities in the provinces and municipalities concerned. In order to identify abatement measures tailored to the local situation, specific information of and coordination with the effected sectors is essential. Moreover, monitoring of the implementation of planned measures can only be properly conducted by local authorities. However, it would certainly be necessary to support the local authorities in the estimation of the expected impact of the envisaged abatement measures on air quality. Such estimates especially in the case of traffic require decent experience in the application of emission and dispersion models which is normally not available within local authorities. All authorities responsible for the various sources of pollution may take coordinated actions for ubiquitous sectors like transport, agriculture and energy use. Effective and proportionate measures are to be selected by the competent authorities in the provinces and municipalities concerned. In cooperation with the competent authority technical Air Quality offices supported by consultants provide forecasts of the effect of these measures on the improvement of air quality. The competent authorities take care of participation of all related authorities in the planning process. For this purpose a planning commission should be set up. Chaired by the competent local or regional authority, the planning commission should comprise representatives of the local authorities responsible for the relevant source sectors (industry, transport, domestic heating) and technical Air Quality offices. Even though a Clean Air Plan is related to measures in a particular zone or agglomeration it could be appropriate, to develop a national plan instead of - or as a supplement to - a local clean air plan, in order to tackle large scale pollution problems like photochemical pollution and fine particulates. Such a national plan would envisage country-wide measures within the exclusive jurisdiction of the government. Examples for such measures could be economic instruments like a country-wide tax rebate for cleaner production technologies, products and vehicles.

Page 122: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

71

Air Quality and Health: Current Understanding DEMOKRITOU Philip*, KENDALL- CANGÜL Michaela** *Harvard University, USA and ** TUBITAK-BUTAL, Bursa, Turkey Air pollution may be defined as any substance that interferes with the health, comfort or security of humans. Sources of air pollution may be defined as natural (from volcanoes, wind-blown dust, pollens, biological particles, etc) or anthropogenic (man-made from fossil fuel use, traffic and industry). Over 3000 compounds have been measured in air and only around 200 are regulated at the emission source. In ambient air, only 6 pollutants are regulated under US law and 11 pollutants (including gases, fine particles, metals and PAH) are regulated under EU law. Air quality laws are generally designed to protect the health of humans, because humans have been shown to be sensitive to low concentrations of air pollution. Air pollution has been associated with acute increases in deaths even at levels below US and European air quality standards, in hundreds of studies. Effects on the respiratory and cardiovascular systems are particularly well reported, as are effects on sensitive subgroups in populations, including children and the elderly. Chronic exposure to air pollutants has also been shown to result in health deterioration in populations. Reductions in air pollution in different cities have produced measurable improvements in health. This presentation will examine the most common urban pollutants covered by EU and Turkish law. The sources of pollutant emission, current trends in pollutant concentrations and pollutant health effects will be discussed. Concentrations of many of these pollutants in Bursa are expected to be higher than in cities in Europe and the US. Although comprehensive measurements of air pollutants are not available in Bursa, significant health effects are expected to be measurable in the Bursa population.

Page 123: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

72

Effects of Air Pollution On Child Health SAPAN Nihat Uludağ University, Faculty of Medicine Head of the Department of Child Allergy Air pollution or poor air quality is one of the most common urban problems in the world. Epidemiological studies prove that both indoor and outdoor air pollution affect human health negatively. In particular, air pollution negatively affects vulnerable groups such as the sick, old and children (1). As a result, respiratory diseases are observed in children living in the areas with dense air pollution. Air pollution in the occupational atmosphere causes pulmonary diseases. Radon gas in houses increases the risk of lung cancer. Outdoor air pollution and passive cigarette smoke also cause pulmonary diseases. The most important effect of outdoor air pollution is hospitalization resulting from acute respiratory diseases, asthma, and chronic bronchitis. Increasing non-specific hyperactivity against not only allergens but also various irritant factors and air pollutants is observed in allergic diseases and asthma. Allergic patients are especially sensitive to air pollutants. Environmental pollution may cause Th2 reaction to antigens, sensitization and inflammation and clinical evidence in the persons, who previously got sensitivity (2). Carbon monoxide, lead, sulphur dioxide, nitrogen oxide, ozone, particles and biological agents are typical air pollutants, observed in the indoor and outdoor atmosphere. With the exception of carbon monoxide and lead, there is evidence that all these air pollutants are associated with the increase of asthma symptoms. According to our study in Bursa, asthma prevalence among the children in more polluted areas (7.6%) does not differ statistically from those living in less polluted areas (8.1%). However it has been concluded that asthma symptoms are observed at lower ages in the more polluted areas (3). This agrees well with other international studies. It is therefore very important in terms of public health to investigate the issue by making studies on air pollution in the populations with high asthma prevalence and take precautions by defining the pollution sources. Kaynaklar

1) American Thoracic Society. Committee of Environmental and Occupational Health

Assembly : Health effects of outdoor air pollution. Am J Resp,ir Crit Care Med 153;3,1996.

2) Peden DB. Air pollution: Indoor and Outdoor In: Middleton’s Allergy Principles and Practice Eds. Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW, Bochner B, Holgate ST, Simons FER. Sixth edition 2003 Mosby.pp.515-528.

3) Sapan N, Hekimsoy M,Canıtez Y, Bilgel N. The effect of air pollution on the prevalence of asthma in primary school children in Bursa. Turk J Immunol, 1996;2:35-41.

Page 124: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

73

Hava Kirliliğinin Çocuk Sağlığına Etkisi SAPAN Nihat Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Allerji Bilim Dalı Başkanı

Hava kirliliği günümüzün en önemli ve dünyada en yaygın problemlerden biri olup neden olduğu sağlık problemleri ile insan yaşamını ve yaşam kalitesini son derece kötü etkilemekte ve bir toplum sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuklar hava kirliliğinden daha önemli ölçüde etkilenmektedirler. Çünki akciğer gelişimi 7-8 yaşlara kadar devam etmekte ve yeni alveoller yapılmaktadır (1). Yine bilindiği gibi çocukların dakikadaki solunum sayıları daha fazla ve fizik aktiviteleri daha fazla olduğu için erişkinlere göre solunum yoluyla daha fazla toksik maddeyi akciğerlerine alırlar (2). Hava kirliliğinin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde yaşayan çocuklarda özellikle solunum yolları hastalıklarının sık görülmesi kaçınılmazdır. Çocukların yanında sistemik hastalığı bulunanlar, akciğer hastalığı bulunan erişkinler ve yaşlılar hava kirliliğinden daha fazla etkilenirler (3). Hava kirletici maddeler genel olarak kusma gibi akut semptomlara, kanser gibi kronik hastalıklara, ayrıca immünolojik, nörolojik, üremeyle ilgili, gelişimsel ve solunumsal hastalıklara yol açarlar. ABD’de 1971 yılında Temiz Hava Hareketi oluşturulmuş ve altı kriter hava kirletici madde yani ozon, partikül madde, sülfür dioksit, nitrojen dioksit, karbon monoksit, kurşun ve 189 adet toksik veya tehlikeli hava kirletici madde tanımlanmıştır(4). Dış ortam hava kirliliği genel olarak ısınma ve taşıtlardan kaynaklanmakta, endüstriyel merkezlerde bu kaynakların üzerine endüstri emisyonlarından meydana gelen kirlilik eklenmektedir. Kirli hava ile ev içi yada ev dışı ortamda karşılaşılabilir. Epidemiolojik çalışmalar hem iç ortam hem de dış ortam hava kirliliğinin insan sağlığını olumsuz etkilediğini göstermektedir. Çocukların günlük yaşamlarının büyük bir bölümü iç ortamda geçtiği için aslında iç ortam hava kalitesinin de oldukça önemi vardır. Ülkemiz için iç ortam hava kirliliğinin en önemli nedeni sigara dumanıdır. Sigara dumanında bulunan başlıca toksik maddeler katran, nikotin, karbon monoksit, karbon dioksit, amonyak, nitrojen oksitler, fenoller, katekol ve benzoprindir.. Sigara dumanı en iyi bilinen karsinojenik maddedir. Ayrıca pek çok sistemi ilgilendiren önemli hastalıklara yol açabilir (5). Örneğin gebelikte sigara içen annelerin çocuklar düşük doğum ağırlığı ile doğarlar ve bu çocuklarda vizing daha sık görülmektedir. İş ortamının hava kirliliği mesleki akciğer hastalıklarına yol açabilir. Son yıllarda geniş kapalı alanlar halinde yapılan çarşıların ve iş merkezlerinin yeterince havalandırılmaması durumunda hasta bina sendromuna yol açtığı bildirilmektedir. İç ortam hava kirleticilerinden biri de radon gazıdır. Radon uranyum yıkım ürünleri arasında bir ara basamaktır. Radon bir binaya topraktan, bina temel malzemesinden ve bina yapımında kullanılan malzemeden girer. Bina içi havada bulunan partikül sayısının sigara içilmesi gibi bir nedenle artması durumunda daha fazla miktarda radon bu partiküllere tutunma ve inhale edilme riskine sahiptir (6). Bina içi havada radon miktarının fazla olması akciğer kanseri görülme riskini artırır (7). Kapalı durumda tutulan evlerde yüksek konsantrasyona ulaşan radon evlerin kapı ve pencerelerinin açılması ve havalandırılmasıyla ortamda süratle azalır. Ev yapılması için izin verilen sahaların radon gazı düzeylerinin ölçülmesi çok önemlidir. Dış ortama gelince, en önemli hava kirliliği kaynaklarından biri otomobillerdir. Otomobillerden kaynaklanan dizel egzoz partiküllerinin alerjinin effektör hücrelerinden biri

Page 125: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

74

olan Mast hücrelerinden mediatör salınmasına neden olduğu gösterilmiştir. Bu durum alerji benzeri bulguların başlamasına yol açmaktadır (8). Hava kirleticileri olarak eviçi ve evdışı ortamda karşılaşılan maddeler karbon monoksit, kurşun, kükürt dioksit, azot oksitler, ozon, partikül maddeler ve biyolojik ajanlardır. Karbon monoksit ve kurşun dışında diğer hava kirleticiler astımlı hastalarda bulguları ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Ayrıca karayollarına yakın bölgelerde oturanlarda kurşun zehirlenmesi bulguları görülebilmektedir. Kış aylarında ısınma amacıyla kullanılan fosil yakıtlar nedeniyle dış ortam havasında artan kükürt dioksit özellikle astımlı çocuk ve erişkinlerin yakınmalarının ortaya çıkmasına ve acil başvurularının artmasına yol açar (9). Astımlı çocuklarda havadaki kükürt dioksit seviyesinin artmasının akciğer fonksiyonlarında azalmaya neden olmaktadır (9). Nitrojen dioksit özellikle doğal gaz kullanılan evlerde ev içi kirliliğe neden olan bir gaz olup çocuklarda öksürük, vizing ve bronşit gibi çeşitli solunum bulgularına neden olmaktadır (10). Diğer bir dışortam hava kirleticisi olan Ozon’un astımlı hastalarda bronkospazmı ortaya çıkardığı gösterilmiştir (11). Alerjik hastalıklarda ve özellikle astımda sadece allerjenlere değil aynı zamanda çeşitli irritan etkenlere ve havada bulunan hava kirleticilerine karşı artmış nonspesifik hiperreaktivite bulunmaktadır. Alerjik hastalığı bulunan kişiler özellikle hava kirleticilerine karşı duyarlılık göstermektedirler. Çevresel kirlilik antijenlere karşı Th2 cevap verilmesine veya ve sensitizasyonun başlamasına neden olabileceği gibi, daha önceden duyarlı olmuş kişilerde inflamasyonun başlamasına ve klinik bulguların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir (12). Ülkemizde Sağlik Bakanlığı, “Çevre Sağlığı Hizmetleri” çerçevesinde; ülke genelinde 69 il ve 7 ilçede olmak üzere; 76 yerleşim bölgesindeki toplam 198 istasyonda, Kükürtdioksit (SO2) ve Asılı Partiküler Madde ölçümleri yapılmaktadır. Elde edilen tüm sonuçlar; aylık raporlar şeklinde, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’na gönderilmektedir. Burada, gereken teknik değerlendirmelerin yapılmasından sonra; Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü’ne gönderilerek, aylık bültenler halinde yayınlanmaktadır. Ayrıca Bursa ilimizde Sağlık Müdürlüğü tarafından şehir merkezindeki 10 istasyonda hergün hava kalitesi ölçümleri yapılmakta ve arşivlenmektedir. Bursa’da yaptığımız bir çalışmada kentin hava kirliliğinin daha yoğun olduğu bölgelerinde yaşayan çocuklarda astım (% 7.6) prevalansının hava kirliliği daha az olan bölgelerde yaşayan çocuklardan (% 8.1)anlamlı farklılık göstermediği fakat hava kirliliğinin daha yoğun olduğu bölgelerde yaşayan çocuklarda bulguların anlamlı olarak daha küçük yaşlarda başladığı bulunmuştur (13). Bu çalışmamızın sonuçlarına göre yakınmaları ilk 3 yılda başlayan astımlı çocukların oranı hava kirliliği yoğun olan bölgede % 53 olarak bulunurken bu oran hava kirliliği yoğunluğu daha az olan bölgede yaşayan astımlı çocuklarda % 36 idi. Yapılan istatistiksel değerlendirmede anlamlı farklılık bulunmuştur (p < 0.05). Bilindiği gibi hava kirliliği astımda atakları ortaya çıkaran trigger etkenlerden biri olarak etkilidir. Astımlı olgularda tedavi düzenlemeleri uzlaşı raporlarına göre yapılır ve bir süre sonunda alınan yanıta göre ilaç dozlarında azaltma yapılması amaçlanır. Eğer olumsuz bir çevresel faktörle sürekli bir temas söz konusu ise ilaç dozlarında azaltma yapmak mümkün olmaz ve ilaç ihtiyacı devam eder, bu da hem hastalığın maliyetini arttırır, hem de hastalığın kontrol altına alınabilmesi için yüksek dozlara ihtiyaç duyulabilir ve yüksek dozlarda ilaç yan etkileri görülebilir. Sonuç olarak dış ortam hava kalitesi insan sağlığı açısından çok önemlidir. Dış ortam hava kalitesinin bozulması solunum sistemi hastalıkları başta olmak üzere birçok hastalığa neden olur. Bu nedenle özellikle astım prevalansının yüksek olduğu bölgelerde hava kirliliği ile ilgili

Page 126: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

75

çalışmalar yapılarak konunun güncel tutulması ve kirlilik kaynaklarının bulunarak önlemler alınması toplum sağlığı açısından son derece önemlidir. Kaynaklar 1. Dietert RR, Etzel RA, Chen D, et al. Workshop to identify critical windows of exposure

for children’s health: immune and respiratory systems work group summary. Environ Health Perspect 2000; 108 (suppl 3): 483-490

2. Plunkett LM, Turnbull D, Rodnicks JV. Differences between adults and children affecting exposure assessment. In: Guzelian PS, Henry CJ, Olin SS, (eds). Similarities and Differences Between Children and Adults: Implications for Risk Assessment. Washington, DC: ILSI Press; 1992: 79-96.

3. American Thoracic Society. Committee of Environmental and Occupational Health Assembly : Health effects of outdoor air pollution. Am J Resp,ir Crit Care Med 153;3,1996.

4. Clean Air Act, 33 United States Code Sec. 1241 Et Esq., 1971. 5. Chilmonczyk BA, Salmun LM, Megathlin KN, et al. Association between exposure to

environmental tobacco smoke and exacerbations of asthma in children. N Engl J Med 1993; 328: 1665-1669.

6. Maghissi AA, Seiler MA. Enhancement of exposure to radon progeny as a consequence of passive smoking. Environ Int 1989; 15: 261-264.

7. Kunz E, Serc J, Placek V, Horacek L. Lung cancer in man in relation to different time distribution of radiation exposure. Health Phys 1979; 36: 699-706.

8. Diaz-Sanchez D. Diesel exhaust particles directly induce activated mast cells to degranulate ad increase histamine levels and symptom severity. J Allergy Clin Immunol 2000;106:1140-6

9. American Thoracic Society, Committee of Environmental and Occupational Health Assembly:Health effects of outdoor air pollution. Am J Respir Crit Care Med 153;3,1996.

10. .Brunekreef B, Houthuijs D, Dijkstras L,et al. Indoor nitrogen dioxide exposure and children’s pulmonary function. J Air Waste Manage Assoc 1990;40:1252.

11. Horstman DH, Ball BA, Brown J, et al. Comparison of pulmonsary responses of asthmatic and nonasthmatic subjects performing light exercise while exposeds to a low level of ozone. Toxicol Ind Health 1995;11:369.

12. Peden DB. Air pollution: Indoor and Outdoor In: Middleton’s Allergy Principles and Practice Eds. Adkinson NF, Yunginger JW, Buse WW, Bochner B, Holgate ST, Simons FER. Sixth edition 2003 Mosby.pp.515-528.

13. Sapan N, Hekimsoy M,Canıtez Y, Bilgel N. The effect of air pollution on the prevalence of asthma in primary school children in Bursa. Turk J Immunol, 1996;2:35-41.

Page 127: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

76

Su Kirliliği Epidemiyolojisi, Su Hijyeni ve Toplum Sağlığı TEKBAŞ Ömer Faruk GATA Halk Sağlığı AD. Öğretim Üyesi İnsan ve toplum sağlığını doğrudan etkileyen etmenler arasında belki de en önemlisi içme ve kullanma sularının sağlıklı temiz ve yeteri miktarda topluma ulaştırılmasıdır. Bu görev tek başına bir meslek grubunun ya da bir kurumun sorumluluğuna bırakılmamalıdır. Bu çabalarda yerel yönetimlerin, kamu kuruluşlarının olduğu kadar sağlık personelinin de doğrudan görevi vardır. Her sağlık personeli su kirliliğinin olası nedenlerini ve sağlık etkilerini bilmeli, verilecek sağlık hizmetlerinde bu etkileri göz önünde bulundurmalıdır. Bunun yanında kamu görevi yapan yerel veya merkezi yönetimin ilgili organları, sağlık personelinin danışmanlığından yararlanarak, işbirliği içinde sağlıklı, temiz ve yeteri miktarda içme ve kullanma suyunun topluma ulaştırılması çabalarına katılmalıdır. Halk sağlığı alanında çalışan hekimler ve diğer sağlık personeli ise buna ilaveten su analiz yöntemlerini bilmeli, gelişmeleri, standartları ve mevzuatı takip etmeli gerekli bilgi ve beceriyi kazanmalıdır. Yeryüzünde ilk canlının oluşumundan bugüne canlıların vazgeçemediği en önemli öge şüphesiz sudur. Suyun gerekliliğini öylesine kabullenmişizdir ki "gezegenimiz dışındaki yerlerde hayat var mı ?" sorusuna cevap ararken herşeyden önce suyun varlığını araştırıyoruz. Yerkürede yeni bir yerleşim kurarken öncelikle su kaynaklarını araştırıyoruz. Tarihteki büyük medeniyetlere baktığımızda su kaynaklarının yakınında kurulduklarını görüyoruz. En küçüğünden en büyüğüne bütün biyolojik sistemleri ayakta tutan kavramın su olduğunu görüyoruz. Dolayısı ile su tam anlamıyla hayattır. Su çok eski tarihlerden beri, en değerli doğal kaynaklardan biri olarak kabul edilmektedir. Bu değerlendirmenin gerekçeleri, çeşitli şekillerde ifade edilmektedir: M.Ö IV. yüzyılda Empodekles, “Dünya su ve topraktan meydana gelmiştir.” Diyordu. Daha sonraları bu tanımlamanın sınırları daha da genişletilerek “Dört Eleman Kuramı” ortaya atılmıştır. Buna göre: “Bütün cisimler su, toprak, hava ve ateşten oluşmaktadır.” Şeklinde bir tanımlama yapılmıştır. Yaşamın bir çok boyutu (yiyecek güvenliği, beslenme, sağlık, yaşanabilir dengeli bir çevre gibi) açısından kilit önem taşıdığından, su kaynaklarının yönetimi de insanların mutluluğu, sürekli ve dengeli kalkınma, ekolojik bütünlük ve bir tür olarak insanlığın kendi neslini sürdürmesi açısından vazgeçilmez unsurlardan birini oluşturur. Su, bütün canlı varlıklarda yüksek oranlarda bulunan temel yapı taşıdır Örneğin: İnsan vücudunun % 65’i, kanın % 80-90’ı, kaslarımızın % 75’i, bitkilere ait taze ağırlığın % 60-85’i sudan oluşmaktadır. Dünya yüzeyinin üçte ikisi suyla kaplı olduğu halde insanlar tarafından içme ve kullanma suyu olarak kullanılabilecek olan tatlı suyun miktarı dünya nüfusu göz önüne alındığında çok azdır. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası susuzluk tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yine dünya nüfusunun %70’e yakını temiz sudan yoksundur.

Page 128: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

77

Ülkemizde durum: Türkiye’de yıllık yağış ortalaması yaklaşık 642,6 mm olup, bu yolla ülkemiz topraklarına düşen yıllık yağış, toplam olarak 501 milyar m³ su sağlamaktadır. Bunun tüketilebilecek miktarı 95 milyar m³/yıl olup, gerçekleşen tüketim yaklaşık 26 milyar metreküptür. Bu rakamları ülkemizin “su zengini” olduğu şeklinde yorumlamak yanlıştır. Ülkemiz kurak ve yarı kurak iklimde bulunan, toplumun yarıya yakınının yeteri kadar temiz ve sağlıklı suya ulaşamadığı bir ülkedir. Su kaynaklarının ülkenin her tarafına dengeli dağılmadığı, sanayi kirliliği nedeniyle bazı yerüstü suların artık kullanılamadığı göz önüne alınırsa su kaynaklarını doğru kullanmanın önemi anlaşılacaktır. Buradan da anlaşılacağı üzere artan su kirliliği kaynak yeterli bile olsa önemli sorunlara neden olabilmektedir. Sanayi devrimi, şehirlerin büyümesi ve tarımsal üretimin yoğunlaşması sonucunda büyük bir savurganlık ve ürkütücü boyutta su kirliliği ortaya çıkmıştır. Dünya genelinde günde ortalama 25 – 30 bin kişi sağlıksız su kullanımı nedeniyle ölmekte, tüm ölümlerin üçte biri ve hastalıkların %80' i kirli sulardan kaynaklanmaktadır. Dünyanın en büyük besin kaynağı durumunda bulunan deniz, akarsu ve göllerin kirlenmesi sonucu canlıların hayatı olumsuz yönde etkilenmekte veya yok olmakta dolayısı ile de besin zinciri temelinden sarsılmaktadır. Günümüzde sanayileşme vazgeçilmez bir amaç ve süreç haline gelmiştir. Eğer sağlık görevlilerinin teknik danışmanlığından yeterince yararlanılmaz, teknolojinin niteliği yönlendirilmezse su kaynaklarının tehlikeli bir biçimde kirlenmesi kaçınılmaz olacaktır. Hali hazırda birçok ülkede belirli su kaynakları insan ve diğer canlılar tarafından yararlanılamaz biçimde kirletilmiş bulunmaktadır.

Su kullanımı Su kaynağı bol olan bölgeler aynı zamanda medeniyetlerin de merkezleri olmuşlardır. İnsanlığın gelişmesi ile birlikte su ihtiyacı dramatik bir şekilde artmış ve su farklı alanlarda kullanılmaya başlanmıştır (endüstirü, eğlence gibi). Su kullanımı üç kategoride incelenebilir: Primer kullanım; içme, yiyecek ve içeceklerin hazırlanması, yıkanma ve temizlik Sekonder kullanım; ev ve fabrikalardan atıkların uzaklaştırılması, sanayide su gerektiren işlemlerin gerçekleştirilmesi, yangınların söndürülmesi ve benzeri uygulamalar Tersiyer kullanım; doğal suların balıkçılık, denizcilik, yüzme ve eğlence, tarımsal sulama ve enerji için kullanımı. Bireylerin su gereksinimi kişi başına 24 saatte litre olarak hesaplanır. Kişi başına su gereksinimini veya evlerdeki su musluğu sayısını toplumun sosyo-ekonomik ve sağlık düzeyinin bir ölçütü olarak kabul edenler de vardır. Yetişkin bir kişi bedensel işlevlerini yerine getirebilmek için günde yaklaşık 2,5 litre su almalıdır. Besinlerle bunun ancak 600ml.si alınır. İnsan mecbur kaldığında günde 5 litre su ile günlük işlevlerini sürdürebilir ancak yaşanılan ortamın ve kullanılan eşyaların temizliği de düşünüldüğünde bu miktar en az 30-40 litre olmalıdır. Eğer su ev dışındaki bir kaynaktan taşıma yoluyla temin ediliyorsa kişi başına 30-40 litre yeterlidir. Ama su bir şebeke vasıtasıyla evlere dağıtılıyorsa bu miktar 100litre/kişi olarak hesaplanmalıdır. Kentlerde belediye hizmetleri ve sanayi kuruluşlarının su ihtiyacı da hesaba katıldığında kişi başına 200–500 litre suya ihtiyaç vardır. Okul ve

Page 129: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

78

hastanelerin su ihtiyacı öğrenci başına 65 litre ve hasta yatağı başına 500 litre/gün olarak hesaplanır, bu hesaplama sırasında görevli personel göz önüne alınmaz. Son üç yüzyıl boyunca insanların su tüketimi yaklaşık olarak 35 kat artmıştır. Temiz su ihtiyacı her yıl yaklaşık olarak %4 – 8 oranında artmakta, bu da yılda yaklaşık olarak 3240 kilometreküp ek temiz su ihtiyacı demektir. Batılı gelişmiş ülkelerde kullanılan suyun %69’u tarımda (bunun %25’i atık su olarak geri dönmektedir), %23’ü endüstride ve %8’i evlerde kullanılmaktadır. Ülkemizde ise kullanılan suyun %71,2’si tarımda, %12’si endüstride ve %16,8’i içme ve kullanma suyu olarak evlerde tüketilmektedir. Suların kirlenmesi Kaynağından çıkıp kullanılacağı ana kadar en kolay ve en çok kirlenen madde sudur. Çünkü su eritir, taşır, bırakır ve akar. Bu yüzden hemen her aşamasında kirlenmeyi engelleyecek tedbirler alınmalıdır. Medeni toplumlarda istenilmeyen atıkları uzaklaştırmak için hep su kullanılmıştır. Irmaklar, kanallar, göller ve denizler akla gelebilecek her tür çöp için bir havuz vazifesi görmektedir. Su kirliliği veya su kirlenmesi, istenmeyen zararlı maddelerin, suyun niteliğinin bozulmasını, ölçülebilecek oranda etkileyebilecek miktar ve yoğunlukta suya karışması olayıdır. Başka bir tanımla ise; “Su kirliliği insandan kaynaklanan etkiler sonucunda ortaya çıkan, kullanımı kısıtlayan ya da tamamen engelleyen, ekolojik dengeyi bozan nitelik değişimidir.” Suyun içinde uzun süre bakteri ve enzimlerle ilişki halinde bulunan bir çok materyal özellikle de organik bileşikler zamanla yıkıma uğrayarak veya çözünerek ortadan kaldırılırlar. Bu şekilde dekompoze olan atık maddelere “biodegradable” maddeler denir. Bu tür maddeler metaller, plastikler ve bazı klorlu hidrokarbonlar gibi uzun süre kalıcı olan maddelerle karşılaştırıldıklarında azınlıkta kalırlar. Ama yıkılabilen maddeler de bir su kaynağına uzun süre zarar verebilir. Uluslararası bir sağlık sözleşmesi niteliğinde olan Alma-Ata bildirgesinde sıralanan temel sağlık hizmetlerinde temiz su sağlanması ve sanitasyon maddesi de vardır ve vazgeçilemez olarak değerlendirilmektedir. Tablo 1. Alma - Ata Bildirgesinde Vazgeçilemez Olarak Nitelenen Temel Bakım Kavramları.

1.Toplumun sağlık eğitimi 2.Yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması 3.Temiz su sağlanması ve sanitasyon 4.Ana çocuk sağlığı ve aile planlaması 5.Sık görülen, çok sakat bırakan ve çok öldüren bulaşıcı hastalıklara karşı bağışıklama 6.Endemik hastalıkların denetim altına alınması 7.Sık görülen hastalıklar ve yaralanmaların uygun tedavisi 8.Temel ilaçların sağlanması

1977 yılında UNEP ve WHO tarafından GEMS (Global Environment Monitoring System) / Water Monitoring Project çalışması tüm dünya çapında 344 istasyonda (240 ırmak,43 göl ve 61 yüzeyel suyu) başlatılmıştır. Bu çalışmalar göstermiştir ki su kirliliği sadece az gelişmiş ülkelerin değil tüm dünya ülkelerinin problemidir. Fakat gelişmiş ülkelerde çeşitli yaptırımlarla kirli atıkların sulara arıtıldıktan ve dezenfekte edildikten sonra atılması sağlanmakta ve su kirliliğinin meydana getirebileceği zararlar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bunun yanında bırakın su temizleme tekniklerine sahip olmayı, kullandığı

Page 130: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

79

suyun içinde zararlı bir şey olup olmadığından bile haberi olmayan birçok az gelişmiş ülke su kirliliğinin verebileceği zararları tüm çarpıcılığı ile yaşamaktadır.

Su Kirlenmesinin Nedenleri Konutlar, sanayi kuruluşları, enerji santralleri ve buna benzer kuruluşlardan, içinde sağlığa zararlı olan ve “atık su” olarak adlandırılan kirli sular çevreye verilmektedir. Bunlar yüzey sularına ve yer altı sularına karışarak bu suları kirletmektedir. Bu zararlı atık suların başlıca kaynakları şunlardır: Konutlar, sanayi kuruluşları, enerji santralleri, küçük işletmeler. Tarımda kullanılan gübreler ve zararlılara karşı uygulanan kimyasal mücadele ilaçları. Likit yağ fabrikaları, şeker fabrikaları, deri sanayi, gübre fabrikaları gibi tarımsal sanayi

kuruluşları. Nükleer santraller. Isıl kirlenme Toprak erozyonunun etkili olduğu alanlar.

Bu kaynaklar birbirinden farklı olarak endüstriyel kirlenme, evsel kirlenme, tarımsal

kirlenme ve ısı kirlenmesi gibi çeşitli kirlenme şekillerini meydana getirir. Su Kirliliğine Karşı Alınabilecek Önlemler Su kirliliğine karşı alınabilecek önlemler şu şekilde gruplandırılabilir:

Suyu Tasarruflu Kullanma Önlemleri Teknik Önlemler Sosyal Önlemler

SU KİRLİLİĞİ VE SAĞLIK Bir toplum için en önemli sağlık sorunları "en çok görülen, en çok öldüren ve en çok sakat bırakan" hastalıklardır. Çocuk felcinden barsak enfeksiyonlarına kadar birçok kirli su etkenli hastalığın bu tanıma uyduğu görülmektedir. Suyla bulaşan hastalıklar az gelişmiş ülkelerde sık görülen hastalıklardandır. Az gelişmiş ülkelerde görülen her dört hastalıktan birisi suyla bulaşan hastalıktır. Ayrıca bu ülkelerdeki hastalıkların %80’i temiz su eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Page 131: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

80

Tablo 2. Su Kirliliğine Neden Olan Etkenler Ve Etkileri.

1. Hastalıklara neden olabilen biyolojik ajanlarla meydana gelen kirlenme Bakteriler

a ) Salmonella tipleri b ) Shigella dysenteriae c ) Vibrio cholerae d ) Bacillus anthracis e ) Brucellae tipleri f ) Francisella tularensis g ) Pasteurella tipleri h) Leptospirae tipleri ı) Chlamydiae psittaci Virüsler Poliovirus

Parazitler a ) Trematode b ) Cestode c ) Nematode

2.Organik Maddelerden Kaynaklanan Kirlenme 3.Endüstri Atıkları 4.Yağlar ve Benzeri Maddeler 5.Sentetik Deterjanlar 6.Radyoaktivite 7.Pestisitler 8.Yapay Organik Kimyasal Maddeler 9.Anorganik Tuzlar 10.Yapay ve Doğal Tarımsal Gübreler 11.Atık Isı 12.Kombine çöplerle meydana gelen kirlenme

Su ile bulaşan hastalıklar toplum açısından en tehlikeli hastalıklar grubunu oluşturur, çünkü bu hastalıklar görüldükleri anda genellikle toplumun çoğunluğunu etkilemiş olurlar ve patlamalar tarzında yayılırlar. Aşağıdaki tabloda tarihteki büyük çaplı epidemilerden bazıları gösterilmiştir.

Tablo 3. Dünya tarihine geçmiş su kaynaklı epidemiler (Atakent 1974).

Tarih Yer İnfeksiyon Olgu Sayısı

Ölüm Sayısı

1854 Kırım salgını (Fransız ordusu) Kolera ? 7,000 1854– 55 İngiltere Kolera ? 20,000 1892 Hamburg Kolera 18,000 8,000 1933 Chicago Amipli dizanteri 1,000 20 1937 İngiltere (Croydon) Tifo 341 41

Suyla bulaşan belli başlı hastalıklar ülkemizde önemli bir morbidite ve mortalite nedenidirler. Özellikle enterit vakalarında meydana gelen artış dikkati çekmektedir.

Page 132: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

81

Su ile ilişkisi olan enfeksiyon hastalıkları bulaşma yolları dikkate alındığında dört grupta incelenebilir (Aksakoğlu ve Ellidokuz 1996):

1. Suya patojen mikroorganizmaların bulaşması sonucu meydana gelebilecek hastalıklar 2. Su yokluğundan kaynaklanan hastalıklar 3. Suda yaşayan birtakım canlılarla bulaşan hastalıklar 4. Su ile bağlantılı vektörlerle bulaşan hastalıklar

Tablo 4.Bazı önemli enfeksiyon hastalıklarının su ile ilişkileri (Aksakoğlu ve Ellidokuz 1996).

Grup Hastalık Görülme sıklığı Önemi Kronikleşme

tehlikesi Sudaki düzelmeyle beklenen azalma(%)

1 Kolera Tifo Paratifo V.Hepatit

+ ++ + ++

+++ +++ ++ +++

+

90 80 40 10

1+2 Basilli dizanteri Amipli dizanteri Gastroenteritler

++ + ++

+++ ++ +++

++

50 50 50

2 İmpetigo Trahom Konjuktivit Skabies Lepra Dermatofitler Askariazis

+++ + +++ ++ + + +++

+ +++ + + ++ + +

+ ++ + + ++ +

50 60 70 80 50 5 40

3 Şistozomiyazis ++ ++ ++ 60 4 Sıtma ++ +++ 60

Hatalı Sıhhi Tesisat ve Kimyasal Kirlenme: En sık yapılan hatalardan birisi hatalı tesisat müdahaleleridir. Eğer bu müdahaleler sırasında bağlantı parçaları uygun teknikle monte edilmez, hatalı yan bağlantılar yapılır, bağlantılar sırasında boru ve dirsek çaplarına dikkat edilmez, bakım ve onarım teknik yeterliliği olmayan kişilerce yapılırsa önemli sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Apartmanlarda kullanılan hidrofor sistemi sistem basıncına önemli müdahalelerden birisidir ve kimi zaman su tank ve depolarındaki kirli suların tesisata emilmesine neden olabilir. Bazen çevreden kirlilik etkenlerinin su deposunu besleyen boru sistemine emilmesini de kolaylaştırabilir. Bazen iki ayrı tipteki plastik boru birbirine bağlanırken bu bağlantıyı sağlayacak yapıştırıcı çimentonun bir plastik tipi için uygun diğeri için uygun olmayabileceği unutulabilmektedir. Plastik boruların kemiricilerce kolayca kemirildiği unutulmamalıdır. Bina tesisatlarında kemiricilerin kemirdiği plastik borulara bağlı önemli salgınlar ortaya çıkabilir. S kapanlarının uygun yerleştirilmemesi, yeterli havalanmayı engelleyebilir ve bu yetersiz havalanmaya bağlı patlamalar ve parçalanmalar olabilir. T tipindeki kapanlar uygun biçimde

Page 133: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

82

havalandırılmaları koşulu ile daha uygundur. Sıcak değişim birimlerinde şebeke suyunun kullanılması halinde, soğutma kulesinden çalışmayan ısı dağıtım birimine su pompalandığında problemler ortaya çıkacaktır. Uzun mesafelerde çapı dar borular kullanıldığında da önemli sorunlar çıkabilir. Su ve boru arasındaki sürtünme önemli enerji kaybına neden olacaktır. Sadece su için kullanılması gereken vanalar (gate valves) buhar sistemlerinde kullanıldığında önemli sorunlara neden olur. Sadece buhar vanası olarak kullanılmak üzere yapılmış vanalar (globe valves) su için kullanıldığında uygun olmayacaktır. Bahçe hortumları belki de bina su tesisatının kirlenmesine neden olan en önemli araçlardan birisini oluşturmaktadır. Tesisatta zarara neden olan yüzlerce etmen olabilir. Laboratuvar aspiratörlerinden, kahve, bulaşık, çamaşır makineleri, yüzme havuzları, banyo küvetleri, su muslukları, çöp tenekesi yıkama sistemleri, buz makineleri, buhar masaları, sebze soyucular tesisattaki içme suyu bölümünün kirlenmesinde önemli bir faktör olabilirler. Uygun tesisat yatırımının maliyet -kazanç analizini yapacak yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak hastalık salgınları ve onarım vb için gerekli iş gücü gözönüne alındığında başlangıçtaki maliyet göze alınabilir bir maliyet olarak görülmektedir. Sıhhi Tesisattaki Yetersizliklere Bağlı Bazı Salgın Örnekleri Su nedenli salgınların oranının azalmasıyla sıhhi tesisat teknolojisinin gelişmesi arasında da önemli paralellik bulunmaktadır. Su tesisatında sadece dışarıdan gelen kirleticilere bağlı kirlenme söz konusu değildir. Tesisatın kendisinden kaynaklanan kirlenme de söz konusu olabilir. Şikagoda bilinen en kötü amipli dizanteri salgınlarından birisi 1933 yılında yaşanmıştır. Salgın Chicago Dünya Fuarına gelenlerin konakladığı otellerde meydana gelmiştir. Otellerin tesisatları eski ve bozuktu. Çapraz bağlantılar bulunmakta idi. Banyo tüpleri ve tuvaletlerden olan geri emilim içme suyunun kirlenmesine neden olduğu sonucuna varıldı. Bu tesisat defektine bağlı olarak 98 kişi öldü ve binlercesi hastalandı. 1938 yılında büyük bir üniversitede öğrenciler ateşli ataklar, bitkinli, başağrısı ve anemi ile belirgin bir tablo ile başvurdular. Bu öğrencilerde brusella tanısı konuldu. Bunun öğrencilerin çalıştıkları laboratuvardaki bir musluğa bağlanan hortumla ilgili bulundu. . Bu hortumun diğer ucu brusella etkenini bulunduran su dolu küvete batırılmıştı. Sistemin bir diğer bölümündeki yüksek su talebine bağlı olarak basıncın düşmesi sonucu brusellalı su sisteme emilmiştir. 80 öğrenci hastalanmış ve bunlardan birisi ölmüştür. Okullarda toplu ishal olaylarının çoğunun yemek hanelerle bağlantılı olarak değerlendirildiğini biliyorsunuz. Ancak böyle durumlarda su kaynaklarının durumunun da gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kimi zaman sebze ve meyvelerin yıkandığı küvetlerde suyun içerisine bırakılmış musluk hortumu veya yıkama spirallerininde geri emilim nedeniyle bir takım kirlilik nedenlerinin ana tesisata emilmesine neden olabileceği unutulmamalıdır. Kansas, Newton’da 1942 yılında kentlerden birisinin iki su sağlama şebekesinden birisi Eylül ayında 3 kez hizmet dışı bırakıldı. Bazı bilinmeyen kişiler devre dışı kalmış olan şebeke bölümündeki bir yangın musluğundan su sağlamaya çalıştı. Suyun akmaması nedeniyle vana açık bırakıldı. Bitişik lağımdaki bir tıkanıklık nedeni ile taşan lağım yangın musluğunun yuvasına doldu. Böylece tam iki gün süre ile on ailenin lağım kapsamı yangın musluğundan emildi. Söz konusu şebeke bölümü tekrar hizmete sokulduğunda kentin her tarafındaki 2500

Page 134: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

83

kişi bağırsak enfeksiyonuna yakalandı. Sonuçta Newton’da su almak üzere duran iki tren bakteriyel dizanterili hastaları taşımak zorunda kaldı ve iki kişi öldü. Yine 1942 yılında Pittsburgh’taki 500 kişinin çalıştığı bir fabrikada yeni bir su bağlantısı yapıldı. Bu bağlantı sırasında kentin suyu kesildi. Bu basınç düşüklüğü içme suyu hatlarına ırmak suyunun karışmasına neden oldu. Kentin suyunun bağlanmasından sonra işçilerin çoğu hafif bağırsak enfeksiyonuna yakalanmıştı. Bir kaç hafta sonra benzeri bir su kesintisi uygulandı ve bu kesintiyi de bağırsak enfeksiyonu salgını izledi. Birçok bağırsak enfeksiyonu salgınından sonra şebekenin tümüyle izlenememesi bu ve benzeri salgınların tekrar tekrar ortaya çıkmasına neden olabilecek tehlikeli bir durumdur. 1943 yılında limanda bulunan bir geminin güvertesindeki yangın musluğunu içme suyu sistemine bağlayan bağlantının bozuk olduğu belirlendi. Bu bir gastroenterit salgınına neden oldu. Büyük bir olasılıkla limanın kirli suyu yangın söndürme şebekesine pompalanmıştı ve buna bağlı olarak ta bakteriler içme suyu bağlantılarına girmişti. 1179 kişi hastalandı. Kaliforniya’da, bahçe hortumuna bağlı aspiratörle zararlı otları öldürmek üzere arsenik püskürtmek isteyen işçi suyun kesildiğini fark etti. Hortumu çıkarttı. Hortumu bağladığı musluktan bir bardak su içtiğinde arsenikten zehirlenerek öldü. California’da büyük bir uçak fabrikasında çalışan işçilerin %25–40’ının gastroenterite yakalandıkları belirlendi. Pik dönem sırasında ana şebekeden olan talep nedeniyle aşırı su akıtılmasına bağlı basınç düşmesi söz konusu olduğu anlaşıldı. Meydana gelen bu vakum çapraz bağlantı aracılığıyla ana su şebekesine kirli suların emilmesine neden olmuştu. 1944 yılında Oklahoma’daki bir okulda gastroenterit salgını çıktı. Tuvaletteki basınçlı sifonlardan hiçbirisinde vakum halinde geri emilmeyi önleyecek sistem veya mekanizma bulunmamaktaydı. Ana su şebekesindeki su her akşam kapatılmakta, bu nedenle tesisattaki basınç kesilmekteydi. Tuvalet sistemindeki pis su atmosfer basıncının etkisi nedeniyle içme suyu tesisatına geçebilmekteydi. Hastalanan kişilerin büyük çoğunluğu birinci kattaki musluklardan su içmişti. 1952 yılında büyük bir transatlantik denizin 300 mil açıklarında iken 1000 vakalık bir dizanteri salgını ortaya çıktı. Çapraz bağlantı nedeniyle güvertedeki pis su içme suyu şebekesine karışmıştı. 1958 yılında bir fabrikadaki işçiler içme suyu çeşmesinden akan suyun sarı olduğunu fark ettiler. Mühendis yaptığı incelemede korozyonu önlemek amacıyla kullanılan kromatların suya karıştığını belirledi. Yanlışlıkla vanaların kapatılması unutulmuştu 1960 yılında doğu sahillerindeki büyük bir rıhtımda birisi içme suyunun deniz suyu tadında olduğunu fark etti. Sahile demir atmış olan üç gemi tatlı su musluklarına bağlanmış ve depolarını doldurmaktaydı. Sonunda yüksek basınçlı yangın söndürme sisteminin pompalanmış olan deniz suyunun içme suyu şebekesine karışmasına neden olduğu anlaşıldı. 1961 yılında Midwest’te büyük bir depo tankından etilen glikol antifrizi antifriz dağıtım sistemine pompalandı. Sistemin kent su şebekesi ile çapraz bağlantısı vardı. %60 lık etilen glikol 100 gal dan fazla miktarı ana şebekeye pompalandı. Ana şebeke bu toksik madde ile 20 000 ppm in üzerinde kirlenmiş oldu.

Page 135: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

84

1962 yılında büyük bir limanda 700 kişi gastroenterite yakalandı. Çalışırken liman bölgesinde su içmişlerdi. Yangın söndürme amacıyla ırmak suyunu kullanmakta olan sistemle içme suyu arasındaki geçici çapraz bağlantı nedeniyle ortaya çıktığı belirlendi. 1970 yılında Ohio, Cincinnati’de distilasyon tanklarından birisinin yıkanmasından sonra yanlışlıkla su vana açık bırakıldı. Sonuçta vanalar aracılığıyla kent şebekesine Burgundy şarabı yayıldı. 1969 yılında Pennsylvaniada kromatlı bir iklimlendirme sistemi tıkandı. Borunun tıkanıklığını açmaya çalışan tesisatçı tıkanıklığı su basıncı ile açmak için bir hortumla bağlantı kurdu. Ancak akım ters yönde meydana gledi ve binadaki içme suyunu kullanan 23 öğrenci hastalandı. 1964 yılında Michigan’daki bir hastanede, hastanedeki içme suyu musluklarından birisinden akan paslı sudan yakınmaktaydı. İçme suyu çeşmeleri hastanenin otopsi odasından iki kapı ötedeydi. Hastane otopsi masalarında otopsi işlemlerindeki kalıntıları toplayan çukur hazneler vardı. Bunlara aynı zamanda yıkama işlemlerinde kullanılmak üzere duşlu bir hortum bağlanmıştı. Masada herhangi bir askı bulunmadığından, Patolojist duşlu el hortumunu kullanmadığı zaman masadaki çukur haznenin içerisine bırakıyordu. Otopsi masasında vakum durumunda geri akışı önleyecek tek yönlü vanalar bulunmadığından meydana gelen şiddetli geri emilim sonucu kadavradan akan kan ve diğer otopsi sızıntıları hastane su şebekesine emilmekte ve böylece su musluklarına ulaşmaktaydı. 1974 yılında New York’ta geri akıma bağlı olarak kentin büyük resmi binalarında meydana gelen büyük bir enterik enfeksiyon salgını çıktı. 1939 yılındaki 60 ölümle sonuçlanan 359 vakalık tifo salgınından sonra beri Ilinois’te herhangi bir tifo salgını meydana gelmemişti. 1973 te Homestead’deki South Dade çalışma kampında tifo salgını çıktı. 172 kişi hastaneye yattırıldı ve 38 kişi daha hastalandı. Ölüm meydana gelmeyen bu salgın nedeniyle yapılan incelemede su ve lağım sisteminin 1940 yılında döşendiği ve 1969 yılında yenilendiği belirlendi. Terk edilen eski lağım sistemi su kaynağına çok yakındı. Sistemin içindeki dışkıda Salmonella bulundu. Kuyulardan 3 metre uzağa dökülen boya 15 dakika içerisinde kuyularda belirlendi. Kuru bir kuyunun tabanına dökülen boya 3, 5 dakika içerisinde su şebekesinde belirdi. Kuyuları çevreleyen bölgelerde birçok solüsyon kanalı bulunmaktaydı. Kuyulardan 90 metre kadar uzakta atıkları yağ kapanına sahip bir biriktirme çukuruna boşalan genel bir tuvalet vardı. Kuyulardan 300 metre uzakta 50 000 galonluk bir çöplük vardı ve çöplükte bira tenekeleri, şişe, çerçöp ve dışkı bulunmaktaydı. Bu örnekte söz konusu yerlerden hangisinin salgından sorumlu olduğunun belirlenmesi çok zordu. Ancak mekanizma ne olursa olsun kirletici kaynaklardan birisiyle boru sisteminin bağlantısı temel nedendi. Dünyanın birçok ülkesinde boru sistemlerindeki bağlantı ve basınç değişimlerinin neden olduğu düşünülen yüzlerce salgın çıkmaktadır. Ancak yetersiz kayıt sistemi ve epidemiyolojik değerlendirme nedeniyle bunların çoğunun nedeni tam olarak ortaya konulamamaktadır. Ülkemizdeki her türlü su kaynaklı olabilecek hastalık vakasında bu tip değerlendirmeler ayrıntılı olarak yapılmalıdır. Klorun etkisi için en az 20 dakikalık bir süre geçmesi gerektiğine göre klorlu sularla da yakın mesafe kirliliği söz konusu ise salgın riski bulunduğu unutulmamalıdır. Günümüzde bu tip bağlantılar önemli kimyasal kirlilik nedeni de olabilmektedir. Birçok kimyasal deposu ve tankı hortumla yıkanmakta, bu hortumlardaki su ana su şebekesinden alınmaktadır. Hortum bağlantısındaki bir yetersizlik ana şebekeye çok tehlikeli düzeyde kimyasalın da karışmasına neden olabilecektir.

Page 136: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

85

Kaynaklar

1. Plumbing Inspectors Handbook, Texas State Board of Plumbing Examiners, Austin,Tex.,1957.

2. Koren, H.; Bisesi, M. Handbook of Environmental Health and Safety,(355-395), Lewis Publishers, Florida,1996.

3. Ehlers, V. M., Steel, E. W. , Municipal and Rural Sanitation, (372-408), Mc-Graw Hill Co. , New York, 1965.

4. Bertan, M ve Güler, Ç. (1995). Halk Sağlığı ( Temel Bilgiler ) . Ankara. 5. Güler, Ç ve Çobanoğlu, Z. (1994a). İnsan ve Hayvan Atıkları, Sıvı Atıklar. Çevre

Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No:28. Ankara. 6. Güler, Ç ve Çobanoğlu, Z. (1994b). Katı Atıklar. Çevre Sağlığı Temel Kaynak

Dizisi No:29. Ankara. 7. Güler, Ç ve Çobanoğlu, Z. (1994c). Su Kirliliği. Çevre Sağlığı Temel Kaynak Dizisi

No:12. Ankara. 8. Güler, Ç ve Çobanoğlu, Z. (1994d). Tehlikeli Atıklar. Çevre Sağlığı Temel Kaynak

Dizisi No:30. Ankara. 9. Dirican, R ve Bilgel, N. (1993). Halk Sağlığı ( Toplum Hekimliği ) .Bursa. 10. Birsen, N. (1985). Dünya Uranyum Kaynakları, Yeterliliği ve Türkiyenin Uranyum

Potansiyeli. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı. Teknik Rapor No : 7. Ankara.

11. Bruning, S. C. and Kaneene, J. B. (1993). The Effects of Nitrate, Nitrite and N - Nitroso Compounds on Human Health : A Review. Vet - Human - Toxicol. 35 (6) : 521 – 538

12. Compton's Interactive Encyclopedia. (1997) .Copyright (c) 1994, 1995, 1996 SoftKey Multimedia Inc.

13. Çağlar, S. (?). İçme Suyu Arıtımında Birim İşlemler. İller Bankası Dökümanı. Ankara.

14. Çakmak, L. ve Demir, T. (1997). Su Kirliliği ve Etkileri. Çevre ve İnsan. 36: 26 - 29. 15. ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü Çevre Envanteri Dairesi. (1997). Türkiye

Çevre Haritası - 96. 51 - 101. 16. Franceys, R et al. (1992). A Guide to the Development of On – Site Sanitation.

WHO. Geneva. 17. Tuncay, H. Su Kalitesi. (1994). Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları. İzmir. 18. Tekbaş Ö.F., Güler Ç. Su Su Kirliliği Ve Hijyeni, Temel Kavramlar. Ed: Oğur R.

Tekbaş ÖF. Temel Su Analiz Teknikleri. GATA Halk Sağlığı AD. 2005, Ankara. 19. Çepel N., Ekolojik Sorunlar ve Çözümleri. TÜBİTAK Popular Bilim Kitapları

Dizisi, 2003, Ankara. 20. Oğur R. Tekbaş ÖF. Su Kirliliği. Toplum Sağlığı Dizisi No: 29 Tıbbi

Dokümantasyon merkezi. Ankara. 2000. 21. Aksakoğlu, G ve Ellidokuz, H. Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş İlkeleri. 1996,. İzmir. 22. Atakent, Y. (1974). Kırsal Bölgede İçme ve Kullanma Sularının Dezenfeksiyonu İle

İlgili Bir Çalışma. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Bölümü Uzmanlık Tezi. Ankara.

Page 137: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

86

Kent Ergonomisi GÜLER Çağatay Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD.

Kent planlamacıları kentin yayalara ait olduğu esasından hareket ettiğinde zorunlu olarak ergonomik özelliklere daha büyük önem vermektedir. Uyarı ve işaretlerin kolay görülmesi (trafik işaretleri dahil) , alarmların kolay duyulabilmesi, aydınlatma, yokuş bölgelerdeki merdiven özellikleri, yaşlılarla ilgili düzenlemeler, sakatlara uygun hale getirme, oyun alanları; park, bahçe ve rekreasyon alanları ile ilgili düzenlemelerde göz önüne alınan kurallar örnek verilebilir (1–4). Giderek kentlerde yaşayanların oranı artmaktadır. Kentte yaşayanlar temiz hava, etkin bir atık toplama sistemi, Güvenilir ve sürekli enerji, ulaşım ve iletişim olanakları istemektedir (5).Bunların sağlanması için gerekli altyapı kanalizasyon, enerji üretim merkezleri, kablolar ve teller, yollar, borulardan oluşmaktadır. Giderek yeşil alanlarla ilgili talep de büyümektedir. Bu alanlar dilimizde “mesire alanları” terimiyle karşılanabilir. Uluslararası kaynaklar kent koruluk ve ormanları dâhil bu alanlara yeşil altyapı, diğerlerine gri altyapı terimini kullanmaktadır (5). Kentte yaşayanların temiz hava, etkin atık toplanması, güvenli enerji sağlanması, ulaşım ve iletim beklentileri giderek artmaktadır. Bunların sağlanabilmesi yol, kanalizasyon, boru döşenmesi, enerji santralleri ve kabloların döşenmesini gerektirmektedir. Bütün bunların kent yaşamını en az etkileyecek, kent standardını yükseltecek, kentliye zarar vermeyecek standartlarda sağlanması zorunludur. Günümüzde ağaçlandırma ve yeşil anların düzenlenmesi daha çok üzerinde durulan bir beklenti haline geldiğinden birçok mühendislik disiplininde konuyla ilgili özelleşmeler ortaya çıkmaktadır (6). Çevresel yararlarla ilgili bilinç ve algılama sosyal yararlanma ile yakından ilişkilidir. Bunun psikososyal dinamiklerine yönelik çalışmaların ağırlık kazanması konunun önemini göstermektedir. Kentlerin doğal özellikleri insan sağlığı, iyiliği ve yaşam kalitesi ile yakından ilişkili bir durumdur. Kentler Nüfusu belli bir büyüklüğü ve yoğunluğu aşan, ekonomisi tarım dışı uygulamalarda yoğunlaşan, kendi nüfusunu ve etkisi alanındaki toplumlarda hizmet sağlayan yerleşim bölgelerine kent denmektedir. Uluslararası değerlendirmelerde ve istatistiklerde nüfusu on bini aşan yerleşmeler kent olarak adlandırılmaktadır. Sosyolojik olarak nüfusu 20–50 arasında olan yerleşim yerleri kasaba olarak tanımlanır. Nüfusu 50 000 i aşan yerleşmeler kentsel özellik gösterir ve 100 000 i aşan yerleşmeler büyük kent olarak adlandırılır. Ülkemizdeki tanımlamada il merkezleri nüfusuna bakılmaksızın kent olarak kabul edilmektedir. Kentler megapol veya metropol olarak ayrılabilir. Kentsel çekirdeğin çevresindeki yarı kentsel bölgeler, daha sonra bu bölgelerin kentleşmesi, sonra tekrar yarı kentsel ve gecekondu bölgelerinin oluşması biçiminde halkasal büyüyen kentler için kullanılan bir terimdir.

Page 138: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

87

Metropol ise ana kentin çevresinde geniş alanlar ve bu alanlardan toplu taşım sistemleriyle kolayca ulaşılabilen uydu bölgelerden oluşur. Kentler oluşumlarına göre sanayi kenti, liman, ticaret, dinlence vb biçiminde gruplandırılabilir: Yapılar, yollar ve alanlar kentlerin temel fiziksel özelliklerini oluşturur ve kent kişiliğinin belirlenmesinde önemli rol oynarlar. Yerel yönetimler kentlerin alt yapısının oluşturulması, gelişme planlarının yapılması, hizmetlerin sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Kentlerde kişi başına düşen milli gelirin kırsal kesimden daha yüksek olması, iş bulma, sosyal güvence, eğitim, sağlık ve kültürel alanlarda örgütlenme etkinliği ve olanakların fazlalılığı nedeniyle önemli bir çekim alanı oluşturmaktadır. Artan nüfus birçok çevre sağlığı sorununu da birlikte getirmektedir (7). Kentleşen nüfus oranı 1970’le 1985 arasında %25’ten %33 e çıkmıştır. Yeni bin yılın başlangıcında dünyada kentsel alanlarda yaşayanların oranı %50 yi aşmıştır. 2025 yılında bu oranın %65 veya üzerine çıkacağı tahmin edilmektedir (8) Giderek kalabalıklaşan kentlerde güvenlik sorunları çıkmakta, suç oranı artmakta, çocuk oyun alanları, toplum rekreasyon alanları kısıtlanmaktadır. Toplu taşım ve ulaşımla ilgili önemli sorunlar görülmektedir. Ergonomi Mühendisler ergonomiyi basit olarak “ insan eylemlerinin ve gereksinimlerinin yapısal ya da mühendislik sistemlerinin fiziksel biçimlerine dönüştürülmesi” olarak tanımlamaktadır (5). Kısacası dünyanın insana uygun hale getirilmesi olarak ta tanımlanabilir. Bu iş yaşamı ile ilgili tanımın çok ötesinde bir tanımdır(4) Bütün altyapı sistemlerinin varlığı, niteliği ve performansı ergonominin ögeleri olarak ele alınmalıdır. Bunlar kentte yaşayanların fiziksel, sosyal ve mental iyilik hali, yani sağlıkları üzerinde çok büyük etkilere sahiptir. Gri alt yapının sağlık üzerindeki etkileri açıktır. Yeşil altyapı hizmetleri yağmur suyu yönetimi, ozon seviyeleri dahil olmak üzere hava kirliliği, kentsel sıcaklık adalarının ortadan kaldırılması gibi ögeleri ön plana çıkarmaktadır (5). Kentte insan popülasyonlarının yoğunluğu çok karmaık özellikler gösterdiğinden her ticari birime, konuta ve kişiye hizmetlerin götürülebilmesi için çok iyi planlanmış sistemler gerekmektedir (5,9). Başta toplu taşım olmak üzere kent etkinliklerinde ergonomik ilkelerin uygulanması ile ilgili projeler giderek artmaktadır. Avrupa Birliği üyelerinde toplu taşımla ilgili bilgilendirmede 170 e yakın telematik sistemi kullanılmaktadır. Bunlar zaman çizelgeleri, ağ haritaları vb gibi öğeleri kapsar. Kent içinde yolculuk tüm yolculuk öğelerini kapsar. Planlama, yolu izleme ve değerlendirme. Planlamada temel amaç yolculuğun genel amacının gerçekleştirilmesidir. Yol izlemede yer, yön ve zaman uyumu ve karar aşamaları önem taşımaktadır. Kent sistemlerinden yararlanacak olanlara bunu kolaylaştıracak bilginin uygun yöntemle iletilmesi gerekir. Kent ergonomisi özellikle kentleşme süreci planlı olmayan ancak hızlı kentleşme sürecindeki ülkelerde giderek ağırlık kazanacaktır.

Page 139: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

88

Kent Ergonomisi Basit bir tanımla ergonomi insan etkinlikleri ve gereksinimlerinin basit fiziksel mühendislik biçimlerine ya da yapı sistemlerine dönüştürülmesidir. Görev, iş ve etkinlik çevresinin insan güvenliği, rahatlığı ve durumuna uygun hale getirmeyi amaçlarken optimum performansı da sağlamaya çalışır (4,6). Kent ergonomisiyle ilgili ilk ve en yaygın çalışma konusu kent alt yapısıyla özellikle trafikle ilgilidir. Sözgelimi kaza nedenlerinin analizi ve önlemesinde yol tasarımının geliştirilmesi, sürülücülerin görme kapasiteleri ile ilgili çalışmalar, sürücü stresi, arabanın sürücü kabininin yorgunluğu ve stresi azaltacak biçimde tasarımlanması, kontrol paneli ve araçlarının yerleşimi, sürücü koltuklarının sürücü boyutlarına göre ayarlanma kapasitesinin artırılması, sakatlara yönelik arabalar, sinyal duyma ve algılama etkinliğinin artırılması, olası risklerin algılanarak sürücüye iletilmesini sağlayan elektronik sistemler, kişi faktörünü en aza indirecek fren sistemleri örnek verilebilir. Sürücülerde göz yorgunluğunun ve yinelenen stres hastalıklarının en aza indirilebilmesi için gereken düzenlemeler özellikle önem taşımaktadır. Kent içindeki ya da sokaklarındaki kazaları en dikkatle incelemesi ve izlemesi gereken kuruluşlardan birisi belediyelerdir. Kazaların tümü ergonomik yetersizlik açısından değerlendirilmelidir. Bu açıdan “sokakta kaza” “düşme” vb gibi sorunların gerçek bir kaza analiziyle değerlendirilmesi gerekir. Konuyla ilgili araştırmalara kaynak ayrılmalı, söz konusu analizler ve değerlendirmelerle ilgili karşılaştırılabilir sonuçlar verebilecek yöntemlere ağırlık verilmelidir. J. Rassmussen 2000 yılında San Diego’daki “IEA” Kongresinde şunları söylemektedir : ”Son zamanlardaki büyük kazaların dikkatli bir değerlendirmesi, bunların hata ve yanılgıların rastlantısal olarak bir araya gelmesi sonucu değil, örgütsel davranışın güvenli işletimin sistemli biçimde güvenli işletimin sınırlarına kayması sonucu olduğunu görürüz. Büyük kazalar, farklı örgütlerde ve aynı zamanda farklı noktalarda yerel olarak en iyi yapan birçok karar vericinin kararlarının yan etkisidir” Araç içi enformasyon sistemi tasarımı, sürücü davranışlarının anlaşılması, sürücünün yanlış anlama ve değerlendirme olasılıkları, otomasyonda sürücü rolü, kalabalık trafikte sürmeye yönelik simülasyon sistemleri, özel yol araçlarının ergonomisi, yol bakım onarım çalışmalarının planlanması ve ergonomisi, sürücü kabinlerinde rahat ve etkili insan makine etkileşimleri, ağırlık kazanan çalışma konuları arasındadır (4,10) Uygulanması en zor programlardan birisi kent planlarıdır. Gelişmekte olan ülkelerde en çok gözden geçirilen ve en çok istismar edilen planlardan birisi kent planlarıdır. Kent planlarının uygulama dışı kalması kentleşme alt yapısının, yollar, trafik, resmi kurum ve kuruluşların yerleşimi, kamuya açık binaların yapı özellikleri, yeşil alanlar, rekreasyon alanları, bedensel etkinlik için gerekli bisiklet yolları, yüzme alanları, kapalı salonların yapımı ve yerleşimi dahil önemli şekilde aksamasına neden olmaktadır. Bunların eksikliğinin yarattığı toplum sağlığı sorunlarının yanı sıra daha sonradan bulunan yere kurulmasına yönelik çalışmalar hem bina standardını, hem ulaşım durumunu etkilemektedir. Çoğu tesis daha yapıldığında kentin büyük bir kesimi için ulaşılmaz nitelikte olmaktadır. Ulaşılmazlık sayı ve boyut yetersizliği, ulaşım zorlukları, bunlardan yararlanma

Page 140: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

89

gereksiniminin duyulmaması, yararlanma maliyetleri dâhil birçok faktörden kaynaklanmaktadır. Kent planlamasında “yeşil altyapı” olarak tanımlanan özellik daha değerli hale gelir. Kent yerleşim alanındaki doğal komünitelerin ve özellik taşıyan doğal niteliklerin korunması anlamına gelmektedir (6). Bunların sürdürülebilir gelişme ve verimlilik açısından değerleri çok yüksektir. Bu konularda tek bir kentsel yerleşim alanının korunması yetmeyeceği için giderek kentleşme sürecine katılan komşu tüm bölgelerin özelliklerinin dikkatle değerlendirilmesi zorunlu hale gelmektedir. Kentleşme çok büyük endemik bitki ve hayvan topluluklarının yok olmasına yol açmaktadır. Buna en güzel örnek kuşlardır, birçok kentleşme bölgesi kuşların konaklama ve yaşama alanlarının ortan kalkmasına neden olmaktadır. Tek bir kuş türünün bile mücadele edilmesi gereken zararlı konumuna gelmesi, bir çok ekolojik bağlantının kopması sonucu vermektedir. Kent altyapı sistemlerinin birçok özelliğinin anlaşılabilmesi, kentli beklentilerine yanıt vermesi, kent yaşamının getirebileceği özel kriz ve yüklenmelerin doğurabileceği sorunların öngörülmesi ve önlemlerinin alınabilmesi için ergonomi ilkelerinin uygulanması gerekir. Standart bir kentli tipinden yada “kullanıcıdan” söz edilmesi mümkün değildir. Toplu taşım araçları dahil kentleşmenin bütün sistemler planlanırken, yapılar, yollar sadece sağlıklı yetişkinlere değil çocuk, yaşlı, sakat, hamile bir çok değişik risk grubu göz önüne alınmalıdır. Kentte yaşayan herkes toplu taşım araçlarına binmeli, gideceği yönü önceden görebilmeli, duraklarla ilgili olarak önceden bilgilendirilmelidir. Bir sakatın evinden çıkıp herhangi bir resmi işlemi başkalarına yük olmadan tamamlayabileceği bir tasarım zorunludur. Kent alt yapısına uyamayanın yardımsız evden çıkamayacağı bir gelişme sağlıksız bir gelişmedir. Kaldırım yükseklikleri, okul yerleşimleri, sokak aydınlanma yetersizlikleri söz konusu risk gruplarının sorunlarını daha da ağırlaştırır. Kent ergonomisi “kentli yakınmalarını” “kullanıcı yakınmaları” olarak ele alır. Bunları yaratabilecek planlama, örgütlenme, yapılanma özelliklerinin giderilmesine ağırlık verir. Temel amaç stres, travma yada verimliliğin azalmasına yol açan etmenlerin en aza indirilmesidir. Kentin ergonomik yetersizliklerinin belirlenebilmesi psikoloji, sosyoloji, peyzaj mimarisi, ekonomi, coğrafya, jeoloji vb birçok disiplininin katkısını gerektirir. İnsan yararı ve hizmetlerin ergonomik açıdan değerlendirilmesi de zorunlu olduğundan ne kadar etkin bir uzman katılımı gerektiği açıkça görülebilir. Kentin değişik yerleşim bölgelerinin hizmet beklentileri birbirinden farklıdır. Hizmet analizi burada yaşayanların beklenti ve isteklerinin analizi kadar toprak kullanımının da gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Kimi zaman aynı kişinin evininin bulunduğu bölge ile kentin ticari kesiminin bulunduğu bölgedeki beklentileri de farklı olmaktadır. Kentle ilgili düzenlemeler tek bir kullanıcı kuşağının beklentisine yanıt vermeyecektir. Gelecek kuşakların gereksinimi de göz önüne alınmak zorundadır. Kentteki hizmet binaları birçok özgül işlevlerin yerine getirilmesini gerektirmektedir. Bu binaların yerleşim ve yapı özelliklerinin yetersizliği beklenen verimlilik düzeyini de olumsuz etkileyecektir.

Page 141: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

90

Toplu taşım Toplu taşım türleri, alt yapısı, toplu taşım hatlarının tasarımı. Kullanılacak araçların özellikleri kadın, erkek, çocuk, öğrenci, yaşlı, sakat bütün kent yaşayanlarının gereksinimine cevap vermek zorundadır. Toplu taşım hatlarını gösteren çizelgeler bile anlaşılabilirlik, kullanılabilirlik yönünden önemli araştırmaları gerektirdiği görülmektedir. Öte yandan kentlerin önemli oranda ziyaretçi kabul etme zorunluluğu sorunun önemini daha da arttırmaktadır. İnsanlar yaşlandıkça vücudun fiziksel ve mental bütün işlevlerinde yavaşlama olmaktadır. Bu kişilerin bağımsızlıklarının sürdürülmesi, sosyal bağlantılarının azaltılmaması gereklidir. Yaşlanmaya bağlı psikolojik kapasite azalması verilen bilgilerin anlaşılmasını güçleştirmektedir. Yaşlıların kentte yön tayini, bulundukları yeri tanımaları, inecekleri duraklara karar vermelerini kolaylaştıracak düzenlemeler bu açıdan önemlidir (4,11-21). Yapılan çalışmalar nüfusun %12-13 ünün şu yada bu nedenle özürlülüğü olanların taşınmasında katkı yapmaktadır. Aslında özürlülerin hareket yeteneğinin artırılması toplum geneline de önemli katkılar yapmaktadır. Özürlüler genel topluma göre daha az yolculuk yapmaktadır. Genellikle araç kullanma oranı azdır. Bu nedenle bir başkasının kullandığı araca gereksinimi olan özürlü sayısı çok yüksektir. Toplu taşım özürlülerin eğitim, iş, sağlık hizmeti, sosyal etkinlikler ve eğlenme etkinliklerine katılımları açısından çok önemlidir. Ulaşım kolaylıkları kadar ulaşım bağlantıları da bu açıdan göz önüne alınmalıdır. Birçok kentsel tasarımda kullanıcı durumdaki değişik özürlülerin görüş ve katkılarının alınmaması söz konusu alt yapının onlar tarafından kullanılmaz durumda kalmasına yol açar (4,11-21) Bir yandan sokak aydınlatma yetersizlikleri, kurulan aydınlatma sisteminin bakım ve idamesi göz önüne alınırken kimi zaman da aydınlanma, gürültü, elektromanyetik kirlilik öğelerinin yaratacağı sorunları da çözme zorunluluğu vardır. Kentlerin araçlar esas alınarak planlanması en tehlikeli yaklaşımlardan biridir. Kentin yayalara ait olduğu ilkesinden yola çıkılmadıkça yapılacak her uygulama özel kentli grupları için büyük engellerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Üst geçitler yeterli performansa sahip sağlıklı kişiler göz önüne alınarak planlanacak ve yapılacak olursa hiç kullanılmayan görünüm kirliliği yapıları olmaktan öteye gitmeyecektir. Tüm özel grupları göz önüne alarak yapılacak üst geçitler ise elektrik vb maliyeti açısından kısa süre sonra idamesi mümkün olmayan yapılar durumuna gelmektedir. Kamuya açık yerler, metro, kavşak, sinyalizasyon ve uyarı sistemleri kent ergonomisinin önemli öğelerini oluşturmaktadır. Sinyaller en önemli koruma araçlarından birisidir. Ama uyarılar okuma yazma bilmeyenlerden, gözleri iyi görmeyenlere kadar bir çok kentlinin gereksinimini karşılamalıdır. Kentteki genel tuvaletler, dinlenme yerleri, rekreasyon alanları, tiyatro ve sinema salonları, park yerleri yararlanma ve ulaşılabilirlik açısından aynı özellikleri göz önüne alarak yapılmalıdır. ABD de her sene 200 000 den fazla çocuk oyun alanlarındaki araçlara bağlı travmalar nedeniyle hastanelere başvurmaktadır. Oyun alanlarındaki araçların çevresinin en az 30 cm derinliğinde kum, güvenliği kanıtlanmış lastik yada lastiğimsi materyal, taşlanmış küçük çakıl tanecikleri v bile çevrili olması sağlanmalıdır. Koruyucu alan oyun araçlarının her tarafından

Page 142: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

91

180-200 cm genişliğinde olmalıdır. Açık kancalı, yada dışarı taşan sivri çıkıntıların olmamasına özen gösterilmelidir. Çocukların sıkışabileceği aralıklar olmamalıdır. Çimento, ağaç ve kayalardan oluşan takılıp düşmeye yol açacak çıkıntılar olmamalıdır. Keskin kenarlar ve çıkıntılar önlenmelidir. Araçların bakım ve onarımı zamanında yapılmalıdır. Oynayan çocuklar gözetlenmelidir (14) Ülkemiz açısından durum: Toplumumuzda koruyucu hekimlik uygulamalarının daha gerçekleştirme aşamasında olduğu konular:

• Erken ölümlerin önlenmesi, yaşama süresinin gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarılması, güvenliğin sağlanması

• Fizik gücün korunması ve geliştirilmesi • Mental hijyenin sağlanması • Sağlıklı bir toplum oluşturulması olarak sıralanabilir. • Batı ülkelerinde gerek yaşama koşulları gerekse demografik koşullar sağlık

eğitiminin konularının önemli boyutta değişimine neden olmuştur. (22) • Sağ kalma, yaşama ve güvenlikten performansa • Fizik güçten fiziksel yeterliliğe • Mental hijyenden mental etkinliğe • Sağlıklı toplumlardan sağlıklı çevre ve politikalara kayma söz konusudur. (22)

Dikkat edilirse ikinci aşamaya geçildikçe kent ergonomisinin sağlık üzerindeki etkisinin önemi artmakta, kent bireylerinin talep düzeyi yükselecektir. Kaynaklar 1. Güler, Ç., Ergonomiye Giriş, Çevre Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No. 45, Sağlık Projesi

Genel Koordinatörlügü, Ankara, 1997. 2. Güler, Ç., Vaizoğlu, S. A., Tekbaş, Ö. F. ;Temel ergonomi kavramları, Mesleki Sağlık ve

güvenlik dergisi, ISSN 15513 1302-48-41, 3, 22-26, Temmuz 2000. 3. Güler et al; Ergonomiye Giriş (Ders Notları) , Ankara Tabip Odası; Ankara, 2001. 4. Güler, Ç, Oğur, R.;Vaizoğlu, S., Tekbaş, F.: Kent Ergonomisi, Güler, Ç. (ed);Sağlık

Boyutuyla Ergonomi; Palme Yayıncılık, Ankara, 2004. 5. Wolf, K.L.;Ergonomics of the city:Green infrastructure and Social Benefits,In C. Colin

(ed).Engineering Green:Proceedings of the 11th National Urban FGorest Conference, Washington D.C., American Forests, 2003.

6. Wolf, K. L. 2003, Ergonomics of the City: Green Infrastructure and Social Benefits. In C. Kollin (ed. ) , Engineering Green: Proceedings of the 11th National Urban Forest Conference. Washington D. C. : American Forests, 2003.

7. Güler. Ç., Çobanoğlu, Z, Kentleşme ve Çevre Sağlığı, Çevre Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No:26, TC. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü, TC. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, ISBN 975-7572-27-6, Ankara, 1994

8. Tabibzadeh I, Rossi-Espagnet A, Maxwell R: Spotlight on the cities; improving urban health in the developing world. Geneva: World Health Organization, 1989.

9. Sheladia, S. 1998. Green Infrastructure Definitions. Washington, D.C.: EPA Office of Sustainable Ecosystems and Communities. www.treelink.org/docs/GreenInf_def. pdf (August 27, 2003)

Page 143: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

92

10. Ergonomics for the New Millennium-IEA/HFES 2000, SurfTech, The Newsletter of the Surface Transportation Groupe, 7, 1, 1, June 2000.

11. 7th International Conference on Transport and Mobility for Elderly and Disabled People. Conference Proceedings, Volumes 1 & 2. . 1993.

12. 8th International Conference on Transport and Mobility for Elderly and Disabled People. Conference Proceedings, Volumes 1 & 2, 1998.

13. 9th International Conference on Transport and Mobility for Elderly and Disabled People. http://transed2001. idn. org. pl/, 2001.

14. Public playground Safety Checklist; Consumer Product Safety Commission, CPSC Document #327, US, Washington, 2003. .

15. Bellerby, F (2000) ‘Public transport and the Disability Discrimination Act 1995’. Contemporary Ergonomics. 218-222.

16. DETR (2000). Social Exclusion and the Provision and Availability of Public Transport. London: Department of the Environment, Transport and the Regions.

17. Henderson S and Henderson B (1999). Transport Provision for Disabled People in Scotland. Development Department Research Programme Research Findings No. 76. Edinburgh: Scottish Executive.

18. DPTAC (2002a). Attitudes of Disabled People to Public Transport: research study conducted for Disabled Persons Transport Advisory Committee. London: DPTAC.

19. DPTAC (2002b). Attitudes of Disabled People to Community Transport: research study conducted for Disabled Persons Transport Advisory Committee. London: DPTAC.

20. Mitchell C. G. B., Access to Transport Systems and Services: an international review. Transportation Development Centre, Transport Canada, 1997.

21. World Transport Policy and Practice (2002) , 8, 2. http:// ecoplan. org/wtpp /wt_index. htm

22. Green, W. Lawrence, Prevention and Health Education, Public anod Preventive Medicine (John m. Last, Robert B. Wallace Eds), Prentice Hall International Inc. NewYork 1992)

Page 144: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

93

Kent Gürültüsü Kirliliği, Etkileri Kontrolu ve Mevzuat KURRA Selma Bahçeşehir Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Beşiktaş Kampüsü İstanbul Özet Başta ulaşım olmak üzere çevresel gürültü kaynakları, yüksek düzeyleri ile kentlerde kişi ve toplumu olumsuz etkileyen önemli bir çevre kirliliği oluşturmaktadır. Zamansal, spektral ve uzamsal değişimler gösteren çevre gürültülerini ölçüm ve değerlendirmede ses fiziği temelinde geliştirilmiş birimler, ölçekler ve göstergeler kullanılmaktadır. Gürültüden etkilenmenin koşullara göre değişebilirliği de gözönüne alınarak kabul edilebilecek gürültü düzeyleri (gürültü limitleri) ortaya konulmuştur. Gürültü kirliliği konusu dünyada uzun yıllardanberi sürdürülen alan çalışmalarının yansıra ülkemizde yapılan bazı araştırmalar kapsamında incelenmiştir. Çevre Yasası kapsamında 1986 da çıkarılan Gürültü Kontrol Yönetmeliğinden sonra EU Directive 49 gözönüne alınarak daha kapsamlı olarak hazırlanmış yeni Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği; kentlerde statejik gürültü haritalarının yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Giriş Gürültü; insanlarda işitme sağlığını, fizyolojik ve psikolojik dengeleri bozabilen, iş performansını azaltan, çevrenin hoşluğunu ve sâkinliğini yok eden ve diğer kirlilik türlerine göre daha yaygın bir çevre kirliliği türüdür. Akustik kirlilik veya gürültü; gelişmiş ülkelerde kişisel ve toplumsal yaşam kalitesinde bir düşüklüğün göstergesi sayılmaktadır. Büyük kentlerin dinamik karakteri, kontrol edilemeyen nüfus artışları, plansız kentleşme nedeniyle sanayi ticaret, konut, eğitim sağlık yapılarının içiçe olması, çevre etkisi düşünülmeden sakin yerleşim yerlerinden geçirilen, giderek yoğunluğu ve hızı artan ulaşım sistemleri, özellikle eğlence aktivitelerinin ve bireysel hareketliliğin artması gibi faktörler; daha geniş bir coğrafik alana yayılmış olan, daha çeşitli ve daha güçlü gürültü kaynaklarını ortaya çıkarmıştır. Giderek artan gürültü düzeyleri gün içinde nisbeten sakin olan erken sabah ve akşam saatlerine ve haftasonuna doğru yayılmış ve sonuçta artan gelir ve eğitim seviyesine bağlı olarak daha sakin alanlarda yaşama konusunda toplum beklentileri artmıştır. Bu bildiride konu teknik ve sosyal yönleri incelenecek ve ülkemizde yapılmış bazı çalışmalar özetlenecektir.

1. Gürültü Tanım ve Birimleri Gürültü; ses dalgalarının oluşumu, iletimi, etkileri, işitme konuları, ölçüm teknolojileri ve uygulamaları kapsayan “Akustik: ses bilim ve tekniği” içinde incelenir. Ses fiziğinde ilk çağlara kadar uzanan teori ve hipotezler, yüzyılın son yarısında özellikle ses kirliliğinin önlenmesi alanında kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra gürültü kontrolu; ilgi duyulan yeni çevre bilimlerinden birisi olmuş ve tıp, fizik, biyoloji, fizyoloji, çeşitli mühendislik, mimarlık

Page 145: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

94

ve kent planlaması gibi bilim ve disiplinler ile bütünleşerek bir çeşit bilimler veya disiplinler ararası nitelik kazanmıştır. Akustik açıdan gelişigüzel bir dalga biçimine ve birbirleriyle harmonik ilişkili olmayan birden çok frekans bileşenine sahip, yüksek basınçlı, basıncı zaman içinde değişebilen, ani veya sürekli karmaşık sesler topluluğuna GÜRÜLTÜ adı verilir. Ses dalgalarının bir kaynaktan üretilmesi (emisyon) ve çevrede yayılımı (imisyon) farklı parametrelerin incelenilmesini gerektirmektedir (Şekil 1). Genel ses fiziğinde temel ölçüm birimleri; ses dalgalarının yayılma hızı, dalga numarası, dalga boyu, frekansı, kaynağın ses gücü, şiddeti ve basıncıdır. Ses gücü; (P:Watts) bir ses kaynağının birim zamanda küresel bir düzlem üzerinde yaydığı toplam ses enerjisidir ve ses kaynakları serbest bir alanda (etrafta engel veya yansıtıcı yüzeyin bulunmadığı) yaydığı güçle tanımlanır. Ses şiddeti (yeğinliği) (I : Watt/m2); belirli bir yönde ve birim zamanda birim alandan geçen ses enerjisidir. Ses basıncı: (p: Pascal, Pa veya Newton/ m2 ); ses dalgalarının yayılması sırasında, belirli bir zaman içinde ortamın bir noktasındaki hava basıncının atmosferik denge basıncından olan farkıdır. İnsan kulağının algılama ve subjektif değerlendirme özelliği gözönüne alınarak geliştirilen desibel (dB) birimi kullanılarak ses gücü, şiddeti ve basıncı düzeyleri ölçülebilmektedir. Çevre gürültülerinin daha ileri ölçüm, değerlendirme ve analizlerinde dalgaların frekans ve basınç ilişkilerini gösteren frekans spektrumundan yararlanılır. Kulağın tüm frekanslarda eşit duyarlılığa sahibolmaması özelliğine dayalı olarak geliştirilen ağırlık şebekeleri (dBA ve dBC gibi) gürültü değerlendirmelerinde kolaylık sağlamaktadır, özellikle A ağırlık eğrisi yaygın olarak kullanılan standard bir ölçü olmuştur. Ayrıca ilerde belirtileceği üzere; kaynak, çevre ve kullanıcı etkilenmeleri gözönünde tutularak çevresel gürültüler için geliştirilen ve temel birimlere dayalı metrikler, ölçekler ve istatiksel analizlere dayalı göstergeler de bulunmaktadır. Diğer yandan bir çevrede yayılan ses enerjisinin niceliği konusunda yargıya varabilmek; öncelikle kaynağa ilişkin referans gürültü düzeylerinin belirlenmesine bağlı olmakla birlikte, sesin kaynaktan kullanıcıya ulaştığı ortamın fiziksel özelliklerinin incelenmesini gerektirir. Bilindiği gibi kaynağın akustik niteliğine bağlı olarak gürültünün çevrede küresel, silindirik veya düzlemsel dalgalar halinde yayılması sırasında gürültü düzeyleri üzerinde çevre koşullarının etkisiyle büyük değişimler ortaya çıkmaktadır (Şekil.2). Genel olarak dalga sapması, yutulma, yansıma, kırılma, saçılma, girişim ve katı ortamı titreştirerek iletim gibi ses olayları nedeniyle ortaya çıkan bu uzamsal değişimler; ses dalgasının tonal özelliklerine de bağlı olarak gürültü düzeylerinde önemli artış veya azalımlara neden olmaktadır. Hesaplanabilir olan ve çevre gürültüsü tahminlerinde büyük önemi bulunan bu faktörler şunlardır: Kaynak- alıcı arası uzaklık, havanın ses yutuculuğu, meteorolojik faktörler (özellikle sıcaklığın yükseklikle değişimi, rüzgar ve bağıl nem), topoğrafya, zemin örtüsü, çevredeki yansıtıcı yüzeyler, binalar, özel gürültü perdeleri, orman ve ağaçlık alanlar (en az 30m genişlikte şerit). Genel olarak ses basınç düzeylerinin herhangi bir zaman süresi boyunca gösterdiği değişimler de gürültünün değerlendirilmesinde önem taşır. Zamansal değişimler açısından gürültüler iki gruba ayrılmaktadır:

• Durgun (Kararlı) Gürültüler: Ortalama gürültü düzeyi ve spektral özellikleri uzun zaman sürelerinde sabit olan gürültülerdir ve geniş veya dar band gürültüleri biçiminde olabilirler.

• Durgun olmayan Gürültüler: Ortalama gürültü düzeyleri ve spektral özellikleri değiştirilebilen gürültülerdir ve dalgalı, kesikli ve vuruşlu (darbeli) gürültüler olarak tanımlanırlar.

Page 146: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

95

Gürültü kaynaklarının ses üretimleri, ilerde görüleceği üzere, yapısal ve işlemsel parametrelere göre değişmekte olduğundan, uzun süreli zamansal değişimleri hesaba katan gerçekci tanımlamaları elde etmek üzere istatistiksel çözümlemeler (analizler) yapılmaktadır. Şekil 3 te kararlı olmayan trafik gürültüsünün bir zamansal kaydı ve istatistikesl analizi görülmektedir. 2. Çevre Gürültüsü Kaynakları Akustik özellikleri farklı olabilen gürültü kaynakları çevre sorunu olarak incelendiğinde iki grupta toplanabilir: 1. Yapıların içinde ortaya çıkan gürültüler (İnsan sesleri, ev araçlarının

Şekil 3. Gürültünün istatistiksel analizi Şekil 1. Ulaşım gürültüsünde emisyon ve imisyon

Şekil 2. Sesin açık havada yayılmasında etkili faktörler

dssd Ses kaynağı

Alıcı noktası

Rüzgar yönü

YAPILARDAN KARŞILIKLI YANSIMALAR

AĞAÇ VE BİTKİ ÖRTÜSÜ NEDENLİ SES AZALIMI

RÜZGAR VE SICAKLIK DEĞİŞİMİNİN SES YAYILIMINDA ETKİSİ

ZEMİNİN YANSITICILIK ETKİSİ

Page 147: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

96

gürültüleri; müzik setlerinin yüksek sesleri, adım sesleri, darbeler, büro gürültüleri ve çeşitli makina ve donatımların; asansör, sıhhî tesisat, soğutma sistemleri, havalandırma ve iklimlendirme tesisatı, çöp bacaları ve hidrofor gibi, gürültüleri) 2. Dış çevre gürültüleri: Ulaşım gürültüleri (karayolu, demiryolu, havaalanı gürültüleri), endüstri gürültüleri (endüstriye ait araç, gereç ve makinalar ile işyerlerindeki çeşitli faaliyetlerden doğan gürültüler), yapım (şantiye) gürültüleri (yol ve bina yapım işlerinin ve makinaların gürültüleri), insan faaliyetlerinden çıkan gürültüler (çocuk bahçeleri, spor alanları, atış alanları ve kişisel gürültüler; yüksek sesli konuşmalar gibi), ticarî amaçlı gürültüler (açık hava sinemaları, eğlence yerleri, yükseltilmiş reklâm ve müzik yayınları, sesli satıcılar gibi). Bir çok ülkede yapılan etkilenme analizleri sonucunda kentlerde en yaygın olarak bulunan ve en rahatsız eden gürültü türünün; ulaşım ve özellikle motorlu araç trafiğinden doğan gürültüler olduğu kanıtlanmıştır. Ulaşım gürültüleri genel olarak düzeyleri etkileyen yapısal ve işlemsel faktörlerin çeşitliliği nedeniyle iki ayrı ölçekte incelenir: 1) Tek taşıtlar: (otomobiller, ağır taşıtlar, lokomotifler, vagonlar, uçaklar vb), 2) Ulaşım etkinlikleri: (karayolları, havaalanları vb). Tablo-1; gürültü kaynakları ve gürültü düzeylerini etkileyen faktörleri özetlemektedir. Gürültülerin elektroakustik cihazlarla ölçülmesi, özellikle ulaşım, yapım ve endüstri gürültülerinin; gürültü düzeylerinin hesaplanması ve teknik önlemlerin (yalıtım gibi); hazırlanacak akustik projeler kapsamında ortaya konulması olanaklıdır. Tablo 1. Gürültü kaynaklarının ses üretimini etkileyen yapısal ve işlemsel faktörler

Ulaşım gürültüleri

Tek kaynak Birimi

Taşıtın yaşı ve bakımı, motor ve fan tipi fren sistemi iletim sistemi , ağırlığı ve kalkış gücü, tekerlek ve lastik türü, egzost sistemi, hızı ve ivmesi, uçuş profili

Kaynak grubu Ulaşım türü (duraklı-duraksız), taşıt kompozisyonu (ağır taşıt ve dizel trenlerin yüzdesi), ulaşım hacmi (taşıt, tren, uçuş sayısı/birim zaman)

Karayolu Kaplama tipi, eğim dönemeç ve eğrilik yarıçapı, kavşaklar, yol genişliği, yolun çevreye göre kotu.

Demiryolu Rayların parlaklığı veya pürüzlülüğü, eğrilik yarıçapı, rayların bağlantı türü, demiryolu strüktürü, çevreye göre kotu.

Havaalanı Pist sayısı, pistlerin birbirine ve çevreye göre konumları, uçuş izlerinin koordinatları.

Şantiye ve yapım gürültüsü

Şantiye araçları ve işlemleri

Makinanın yapısı, motor gücü, egzost, fren ve iletim sistemleri, fan tipi, yapılan işin türü ve çalışma süresi, hareket doğrultusu ve işlemsel modu.

Şantiye alanı Aynı anda çalışan araç sayısı ve türleri, araçların şantiye içindeki konumları, şantiye içindeki toprak ve malzeme yığınları, toprak cinsi, şantiyede bulunan yansıtıcı ve engelleyici cisimler ve yapılar

Endüstri gürültüsü

Makina, araç ve donatım Açıkta çalıştırılan makina ve soğutucular

Kaynağın yeri: yapı içinde veya dışında, yapısı, motor gücü ve devir sayısı, fan,egzost ve iletim sistemleri, monte edildiği yüzeyler ve bağlantı türleri, taban ve altlık özellikleri, makinalara bağlı donatım, çevredeki yansıtıcı yüzeyler, çalışma modu ve süresi , işletim özellikleri, yaşı ve bakımı.

Fabrika ve çalışma alanı

Aynı anda çalışan makina sayısı ve türleri , makinaların çalışma modları, makinaların birbirlerine göre konumları, endüstri yapısının mimari ve strüktürel

Page 148: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

97

özelliği, çevredeki yansıtıcı ve yutucu yüzeyler, çevredeki ses engelleri, endüstri yapısının dışarı açılışları (donatım).

Eğlence yerleri ve yükseltilmiş müzik

Açık hava veya yapı içi mekanlar (barlar,restoran, disko vd)

Ses yükseltici sistemlerin sayısı, güçleri, mekan içindeki konumları, yöneltim özellikleri, çevredeki yapılara göre konumu, çevredeki yanısıtıcı yüzeyler ve engeller.

Rekreasyon gürültüleri

Yüksek düzeyli konuşma sesleri, anons sistemleri, sirenler ve dinsel amaçlı ses yükselticiler, çocuk bahçeleri, spor alanları ve seyirci sesleri, otoparklar, eşya taşıma, çöp toplama işleri, çim biçme makinaları, ticari ve reklam amaçlı etkinlikler, atış alanları,model uçak uçurtma alanları, hızlı motorlu deniz araçları, vd

3. Gürültü Ölçümleri Ve Standartlar Çevre gürültülerinin ölçüm ve analizlerinde kullanılan çeşitli fiziksel göstergeler vardır. Bu göstergelerin yanısıra frekans ağırlıklı veya ağırlıksız yığışımlı eğriler, histogramlar, en yüksek ve en düşük değerleri belirten istatistiksel düzeyler de kullanılır. ISO 1996/1 e göre tanımlanan ve Avrupa Birliği Normlarında (EU) önerilen ulaşım gürültüsü ölçüm birimleri şunlardır: Eşdeğer sürekli ses basınç düzeyi, LAeq (veya Leq, dBA): Ses düzeyleri zaman içinde değişen kaynaklar için; ölçülen dalgalı sese karşılık gelmek üzere aynı zaman periyodunda ve aynı efektif ses düzeyine sahip olan durgun ses düzeyi. T: ISO 1996 /2 ye göre gözlem süresi (Örnek: 24 saat), Lp(t) : enstantane ses düzeyi, dBA, t:

örnek (ölçüm süresi), s Ses etkilenim düzeyi (SEL veya LAE), dBA: Sürekli olmayan bir olay ya da işlemden kaynaklanan gürültünün enerjisine eşit enerjiye sahip olan ve 1 s süre ile etkilediği varsayılan sabit A ağırlıklı ses düzeyidir. Tek olayların değerlendirilmesinde özellikle endüstriye ait işyerlerindeki gürültü değerlendirmelerinde kullanılır. Kesikli(darbeli) gürültü ortamlarında ses olaylarının toplam akustik enerjiye katkılarını; bu olayların ortaya çıktğı zaman aralığına bağlı olarak hesaba katan bir birimdir. Leq ile ilişkisi aşağıda verilmiştir:

TLeqN

i

SELi loglog / 1010101

10 −⎟⎟⎠

⎞⎜⎜⎝

⎛= ∑

=

SELi: N sayıda kısa süreli ve darbe türü gürültü olayı T: Gözlem süresi Gündüz, gece, akşam düzeyi, Lden: Avrupa Birliği Yönergesinde (Directive 2002/49/EC) önerilen gürültü birimidir ve A ağırlıklı uzun süreli ortalama ses düzeylerinden elde edilir:

( ) )(10/1log100

10/)(10 AdBdtTL

TtLpT

Aeq⎭⎬⎫

⎩⎨⎧

= ∫

{ } )(***log /)(/)(/ AdBL LgeceLakşakLgündüzden

10101051010 1081041012

24110 ++ ++=

Page 149: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

98

Lgündüz : 07.00-19.00 saatleri arasındaki LAeq , Lakşam : 19.00-23.00 saatleri arasındaki LAeq , Lgece : 23.00-07.00 saatleri arasındaki LAeq .

Çevre gürültüsü ölçümlerinde uygulanacak yöntemler, teknikler ve ölçüm sistemleri uluslararası standartlarda belirtilmiştir. Ölçüm yöntemleri ve birimler gürültünün niteliğine göre, ölçüm sistemleri (cihazlar ) da ölçüm amacına göre değişmektedir. Ancak sorunun niteliğine bağlı olarak gürültü ölçmelerinde aşağıda belirtilen ilkeler uygulanmalıdır: A. Problemin doğru tanımı (ölçümlerin amacının belirlenmesi). B. Doğru ölçüm sistemi seçimi C. Doğru ölçme düzeninin kurulması (uluslararası standartlara uygun ölçüm araç ve gereçlerin kullanılması). D. Doğru kalibrasyonun yapılması (standarda uygun bir referans sinyaline göre mikrofon duyarlığının kontrolu). E. Uygun ölçüm yöntemlerinin kullanılması F. Ölçümlerin istenen doğruluk derecesi ile yapılması (belirsizliklerin saptanması) G. Ölçüm ve değerlendirmeleri yapacak yeteri kadar eğitimli kişilerin kullanılması Ölçüm yapacak kişi ve kuruluşlar için diğer önemli konular şunlardır: gerekli ISO standartlarının sağlanması, incelenmesi, yenilenen standartların izlenmesi, ölçüm parametrelerinin belirlenmesi, ölçüm amacı ile kullanılacak cihazların genel özelliklerinin iyi bilinmesi, ölçüm yapabilme sertifikalarının ve akreditasyonun alınması. Ölçüm sırasında yapılacak işlemler şunlardır: • Sinyal alma ve analiz: Ses gücü, şiddeti ve basıncı • Çevre gürültüsü izleme: Gerçek zamanlı, kısa, orta ve uzun süreli ölçümler • Data biriktirme (depolama) • Gürültü düzeyi analizleri: Spektral, zamansal (kısa süreli,uzun süreli) ve uzamsal Alan ölçmelerinde teknolojini gelişim süresince kullanılan temel temel ölçüm ekipmanı şu sistemleri içermektedir: 1.Ses alıcı sistem: Mikrofonlar (ses basıncı ve ses şiddeti ölçenler), mikrofon kalibratörleri, önyükselteçler. 2.Ses basınç ölçme sistemi: Basit ve duyarlı ses basınç ölçerler,integrasyon yapan ses basınç ölçerler ve ölçme yükselteçleri. 3.Ses şiddet ölçme sistemi: Özel ses şiddet ölçer mikrofonlar ve analizörler. 4.İstatistiksel analiz sistemleri: Dağılım analizörleri, gürültü düzeyi analizörü, bilgisayar yazılımları. 5.Frekans analizi: Filtreler, gerçek zaman analizörleri, bilgisayar yazılımları. 6.Kayıt ve depolama sistemleri: Grafik düzey kaydediciler, manyetik teyp kaydediciler, bilgisayar yzılımları, sürekli gürültü izleme terminalleri ve modemle uzak mesafe iletimi 7. Baskı işlemleri: Yazıcılar. (Şekil 4-6)

Page 150: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

99

4. Gürültü Etkileri Gürültünün insan üzerindeki etkileri 4 grupta incelenir: • Fiziksel etkiler: Geçici veya sürekli işitme hasarları. • Fizyolojik etkiler: Vücut aktivesindeki değişimler, kan basınç artışı, dolaşım bozuklukları,

solunumda hızlanma, ani refleksler, uyku bozuklukları, stres oluşumu, vd. • Psikolojik etkiler: Davranış bozuklukları, öfkelenme, sıkılma, genel rahatsızlık duygusu

(annoyance).

Şekil 4. Alanda gürültü ölçüm örneği

Şekil 5. Kısa süreli Leq ölçümlerine örnek

mikrofon

data kaydedici

portatif bilgisayar(ölçüm ve analiz yazılımları)

çıktı örneği:zamansal dağılımlarfrekans spektrumlarıgürültü birimleri

ses basınç ölçer

Şekil 6. Bilgisayar destekli ölçüm sistemleri

Page 151: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

100

• Performans etkileri: İş veriminin düşmesi (hız ve doğruluk açısından), konsantrasyon bozuklukları, konuşma ile girişim, anlama güçlüğü, vd. Tüm bu etkilere ilişkin bilimsel bulgular [1] de açıklanmıştır.

Çevre gürültüleri sözkonusu olduğunda en yaygın görülen rahatsızlık konusunda ulusal ve uluslararası düzeyde psikoakustik alan çalışmaları yürütülmüş ve ülkemizin de katıldığı uluslararası çalışmalar ile uygulanacak yöntemlerin standart duruma getirilmesi ISO 15666 da gerçekleştirilmiştir [2]. Direktif 49 ve yeni yönetmeliğe göre ülkemizde de yapılması zorunlu duruma gelen bu çalışmalar; farklı ülkelerde yaşayan insanların gürültüden etkilenmeleri arasında büyük farklılıkların olmadığını da göstermektedir [3]. Gürültü etkileme analizleri sonucunda doz /etki ilişkileri belirlenebilmektedir. Örneğin motorlu trafik ulaşım gürültüsü için yüksek derecede rahatsız olan kişilerin yüzdesini tahmin etmek için geliştirilen Schultz eğrisi yeni ISO 1996-1 standardı kapsamına da alınmıştır: %HA = 100 / [ 1+exp (10.4- 0.132 Ldn)] % HA: Alan çalışmalarında uygulanan anketlerde yüksek rahatsızlık belirtenlerin yüzdesi Ldn: Özel birleşik tam gün değerlendirme düzeyi Tüm dünyada; alan araştırmaları ve bilimsel değerlendirmeler sonunda önerilen gürültü ölçütleri (kabul edilecek en yüksek gürültü düzeyleri) daha sonra uygulanması zorunlu limitler olarak yönetmelik ve yasalar kapsamına alınmaktadır. Ancak limitlerin uygulanabilirliğinin özellikle maliyetler açısından ayrıntılı olarak incelenmesi gerekir. Gürültü limitleri açısından bakıldığında, ülkelerde kullanılan limitlerin çeşitli koşullara (yol tipleri, arazinin ve binaların kullanım amacına, gün zamanlarına) göre 45-75 dBA arasında değişmekte olduğunu görülmektedir [4]. Ülkemizde 1980 li yıllardan bu yana çeşitli alan çalışmaları gerçekleştirilmiş olmakla birlikte uluslararası metodolojiye uygun olarak yapılanların sayısı yeterli değildir [5-7]. Elde edilen bazı bulgular özetlenirse; trafik gürültüsünün diğer çevre problemleri arasında 4. derece yer tuttuğunu göstermiştir. Oysa ki; gürültü konusuna verilen önem; OECD 1993 te 14 Avrupa ülkesini kapsayan raporunda 2. sırayı, Fransa’da ise 1. sırayı almaktaydı. Sözkonusu çalışmada ülkemizde insanların %30 unun çok rahatsız olduğu dış gürültü düzeyi Leq: 64 dBA olarak ortaya çıkmıştır [6]. 5. Türkiye’de Gürültü Kirliliği Ve Mevzuat Ülkemizde devlet kuruluşları ve yerel yönetimler olarak gürültü kirliliği ile diğer çevre sorunlarından daha az ilgilenilmiştir ve genelde gürültü kaynaklarına karşı dünyada örnekleri görülen toplumsal tepkiler yerine bireysel tepkiler gözlenmektedir. Ekonomik, sosyal, demografik, endüstriyel ve ticari alanda hızlı değişimler içinde olan ülkemizde gelişmiş ülkelere göre daha ciddi çevresel sorunlarla uğraşılmaktadır. Kuşkusuz farkına varılmış olsa bile; yukarda belirtilen nedenlere ek olarak büyük kentler ve çevresinde kontrolsuz nüfus artışları, hizmetlerdeki yetersizlikler, altyapı eksiklikleri, endüstride yeni tekniklerin uygulanmasında bilgi eksiklikleri, ekonomik yetersizlikler, eğitim eksiklikleri, farklı mevzuatta uyumun sağlanamamış olması, gürültü kontrol uygulamasının özel eğitim gerektirmesi, teknik güçlüklerden kaçınma kaygısı ve en önemlisi ekonomik güçlükler, gürültü kirliliği sorununun çözümünü geciktirmektedir. 1984 yılında cıkarılan Çevre Kanunun 2. maddesinde gürültü çevre kirliliği kapsamına alınmıştır. Bu kapsamda 1986 yılında çıkarılmış olan Gürültü Kontrol Yönetmeliğinin amacı kişilerin sükun ve huzurunu, beden ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin gelişmesini sağlamaktır. Ancak sözkonusu yönetmelik gerekli uygulama kılavuzları ve ölçüm yöntemleri ile desteklenmediğinden ve ilgili devlet kuruluşları arasında gerekli koordinasyon

Page 152: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

101

sağlanamadığından etkin biçimde uygulanamamıştır. Diğer yandan çıkarılan Çevre Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği de gürültü incelemelerini zorunlu kılmakla birlikte benzer nedenlerle doğru işletilememektedir. Son olarak; Avrupa Birliği mevzuatına uyum kapsamında 1.07.2005 tarihinde Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği yayınlanmış olup uygulama konusunda bazı üniversitelerde eğitim çalışmaları sürdürülmektedir. 6. Kentlerde Gürültü Kontrolu Ve Gürültü Haritaları Gürültü kontrolu, herhangi bir ses kaynağından yayılan gürültü niteliğine sahip sesleri, a) kabul edilebilir düzeylere indirgemek, b)akustik özelliğini değiştirmek veya etki süresini azaltmak, c) hoşa giden veya daha az rahatsız eden bir başka ses ile maskelemek gibi yöntemler ile sakıncalı etkilerini tamemen veya kısmen yok etme sürecine denilmektedir. Gürültü kontrolu, ekonomik ve işlemsel düşünceler ile tutarlı ve kabul edilebilir bir gürültü çevresi elde etme teknolojisi olarak da tanımlanabilir. Kabul edilebilir çevre, bir kişi, bir grup insan, tüm bir toplum veya çalışması gürültüden etkilenen duyarlı bir donatım parçası olabilir.Teknik önlemler günümüzde Gürültü Kontrolu Mühendisliği adı altında ayrı bir disiplin kapsamında ele alınmaktadır. 1950 lerden bu yana, çevre gürültüsü kaynaklarının en yaygını olan ulaşım gürültüleri ve endüstriden kaynaklanan gürültülerin kontrolu konusunda bilimsel ve teknolojik alanda büyük gelişmeler elde edilmiştir. Örneğin; gürültü tahmin yöntemleri, ölçüm ve analiz teknolojileri geliştirilmiş, gerek kaynak, gerekse çevre ve yapı akustiği ve ses yalıtımı alanında bilimsel çalışmalar yoğunlaşmış ve bu çalışmaların sonuçları mevzuat ile desteklendiğinde gürültü kontrolu alanında bazı başarılar kazanılmıştır. Örneğin daha sessiz motorlu taşıtlar, uçaklar, emisyon limitlerinin uygulanması ile daha sessiz sanayi ürünleri vd. Ancak çevresel gürültünün önlenmesinde tüm dünyada belirtilen nedenlerle aynı başarı yakalanamaktadır. Gürültü kontrolu öncelikle; kişisel veya toplumsal etkilenme derecelerine göre gürültü limitlerinin belirlenmesine ve sözkonusu limitlere bağlı olarak sağlanacak gürültü azaltım miktarına göre gerçekleştirilir. Gürültü kontrolu; elemanları gürültü kaynağı, çevre ve etkilenenler ( kişi ve toplum) olan bir sistem sorunu olarak incelenmektedir: Kaynakta kontrol: Kaynağın yapımını üstlenenler, üretenler, işletimini yapanlar, kaynağı kullanan veya gürültülü eylemi yapanlar gibi kaynakla doğrudan ilişkisi olanlar açısından önemli olduğundan emisyon kontrolu konusuna girmektedir. Kullanıcıda kişisel kontrol: İşitme korunumu cihazları, işitme korunumu programları (Etkileme süresi düzenlemeleri) ve aktif sistemlerin kullanımıdır. Çevrede gürültü kontrolu: Genel stratejiler olarak: uygun kent planlaması (yer seçimi), ulaşım ağlarının planlanması, tampon bölgeler, bina gruplarının uygun konum ve biçimlendirilmesi, gürültü perdeleri ve diğer fiziksel çevre faktörlerinden yararlanma ve yapıların uygun projelendirilmesi ve ses yalıtımı uygulamaları olarak özetlenebilir. Ekonomik araçlar ise teşvikler, vergiler, ceza sistemleri ve tazminatlar olarak belirtilebilir [8]. Gürültü haritaları: Bir çevrede mevcut veya gelecekte ortaya çıkacak gürültü koşullarının coğrafik harita Üzerinde gösterilmesi bir çok ülkede zorunlu hale gelmiştir. Gürültü haritalarının çıkarılmasındaki hedef; bir çevrede mevcut gürültü koşullarını ve etkilenen nüfusu belirlemek, yapılacak gürültü kontrolu ve planlama çalışmaları için bir temel oluşturmaktır. EC Directive49 e göre Avrupa Birliği ülkelerinde çevre gürültüsü haritaları ve stratejik gürültü haritaları olmak üzere iki tür gürültü haritasının hazırlanması ve 2007 yılına kadar

Page 153: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

102

tüm ülkelerin kent yerleşmeleri ve her türlü açık alan (kentdışı) için stratejik haritaları komisyona teslim etmesi istenmektedir. Direktifte çevresel gürültü kaynaklarından motorlu taşıt trafiği, demiryolları, endüstri tesis ve alanları, havaalanları; gürültü haritalarında yeralması zorunlu kaynaklar olarak öngörülmüştür ve bu kaynakların gürültü tahminleri için önerilen hesaplama yöntemleri (NMPB (Motorlu taşıt trafiği), ISO 9613 (Endüstri gürültüsü), ECAC (Uçak gürültüsü), RMVR 1996 (Demiryolu gürültüsü) olarak belirtilmiştir.

389300

389300

389400

389400

389500

389500

389600

389600

389700

389700

389800

389800

389900

389900

390000

390000

390100

390100

390200

390200

4547

800

4547

800

4547

900

4547

900

4548

000

4548

000

4548

100

4548

100

4548

200

4548

200

4548

300

4548

300

4548

400

4548

400

> -99.0 dB > 35.0 dB > 40.0 dB > 45.0 dB > 50.0 dB > 55.0 dB > 60.0 dB > 65.0 dB > 70.0 dB > 75.0 dB > 80.0 dB > 85.0 dB

Şekil 7. İstanbulda gürültü haritası örneği

Sonuç Akustik kirlilik (ses veya gürültü kirliliği) toplumun bedensel ve ruhsal sağlığını, iş performansını olumsuz etkileyen bir sorun olarak dünyada uzun yıllardan beri bilimsel yönleri araştırılan bir konudur. Çevre sorunu olarak konunun bilimsel, teknik, sağlık, sosyal, psikolojik, ekonomik, hukuksal, planlama, eğitim yönleri vardır. Diğer çevre sorunlarından daha yaygın ve çözümü karmaşıktır, öte yandan etkileme alanı çok daha geniştir. Ülkemizde sorunun boyutlarının giderek arttığı ve yeni mevzuata göre çeşitli kişi ve kuruluşlar tarafından yapılması gerekenler de göz önüne alınarak, araştırmacılar, uygulamacılar ve planlamacıların konuya bir an önce eğilmeleri, sivil toplum örgütlerinin ve medyanın katkısıyla toplumun bilinçlendirilmesi, teknik eğitimin yaygınlaştırılması ve haritalar için gürültü kaynaklarına ilişkin veri sağlama çalışmalarına bir an önce başlanması gerekmektedir. Referanslar 1. Berglund, Lindval, Community Noise, WHO Report 1995 2. M. Fields, R. G. De Jong, S. Kurra et al., “Standardized General-purpose Noise Reaction Questions for Community Noise Surveys” Journal of Sound and Vibration, Vol. 242, No. 4, May 2001, pp. 641-679 3. Kurra, Overview of the Community Noise Studies in Turkey and Introduction to the New Regulation Conforming to Directive 49/EC, Environmental Noise Control, The 2005 Congress and Exposition on Noise Control Engineering, 07-10 August 2005, Brazil, Paper no:1976 4. Tachibana ve Lang, Assessing the effectiveness of Noise Policies and regulations: Final report. INCE Techmical Study Group, 2005

Page 154: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

103

5. Kurra ve Aksugür, “Analysis of Environmental Noise and Determination of Highest Acceptable Noise Levels with Regard to Noise Control in Istanbul”, The International Conference on Noise Control Engineering (Inter-Noise 83), 1983, Edinburgh, s.671-677. 6. Kurra ve Ünal, “İstanbul'da Yapılan Gürültü Kirliliği Analizleri Yardımıyla Gürültü Ölçütlerinin Saptanması ve Gürültü Kontrolu Yönetmelik Taslağı”, Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı çalışması, İTÜ. Ocak 1985 7. Kurra , Tamer ve Rice, “Environmental Noise Pollution Research Project”, Çevre Bakanlığı ve UNDP Report Nov. 1995, ITU. 8. Kurra, Özsoy, “Environmental Strategies and Action Plan: Noise Pollution”, DPT ve Dünya Bankası raporu, 1996 , ITU.

Page 155: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

104

“Kentlerin Dezavantajlı Gruplara Göre Düzenlenmesi” Kadın Ve Çocukların Kentli Hakları TOKMAN L.Yıldız* ALKAN Ayten** *Şehir Plancısı ** Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Giriş 1992 yılında Avrupa Yerel ve Bölgesel İdareler Daimi Konferansı’nda (AYBİK) Avrupa Konseyi tarafından kabul ve ilan edilen Avrupa Kentsel Şartı, kentli haklarını tanımlayan önemli bir uluslararası belgedir. Belge 20 maddelik bir deklarasyon ve 13 maddelik şart ilkelerinden oluşmaktadır. Kentli hakları; güvenlik, kirletilmemiş sağlıklı bir çevre, istihdam, konut, dolaşım, sağlık, spor ve dinlence, kültürlerarası kaynaşma, kaliteli bir mimari ve fiziksel çevre, işlevlerin uyumu, katılım, ekonomik kalkınma, sürdürülebilir kalkınma, mal ve hizmetler, doğal zenginlikler ve kaynaklar, kişisel gelişim, belediyelerarası işbirliği, finansal yapı ve mekanizmalar, eşitlik başlıkları altında tanımlanmaktadır. Kentli hakları bağlamında sağlık hakkı; kentlilerin beden ve ruh sağlığının korunmasına yardımcı olacak bir çevrenin ve buna yönelik kentsel koşulların sağlanması olarak tanımlanmıştır. Yerel yönetimler, kentli haklarından, o kentte yaşayan herkesin eşit olarak yararlanmasını sağlamakla yükümlüdür. Ancak, yasal düzenlemelerde bir ayrım olmasa da bütün kesimlerin bu haklardan eşitçe yararlanabildiğini söylemek olanaklı değildir. Kentli nüfusun yarısını oluşturmakla birlikte dezavantajlı gruplar olarak nitelendirilenler arasında bulunan kadınların, gerçek hayatta kentli haklarını kullanabilmeleri, farklı kentsel politika, program ve stratejileri gerektirmektedir. Bu bildiride; kadın ve çocukların kentli hakları, kent politikaları, kent yönetimi ve kent planlaması çerçevesinde ve toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımıyla irdelenmiştir. Kentli haklarında toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımı Toplumsal cinsiyet eşitliğini öncelikli konularından biri olarak alan AB mevzuatı; Amsterdam Antlaşması’nın ilgili maddelerinde (madde 2-3, bölüm E) politika oluşturma, kaynak dağıtımı ve uygulamayla ilgili tüm programlama süreçlerinde eşitlik sağlama amacına öncelik verilmesini şart koşar.8

8 Son yıllarda gerek uluslararası yazında, gerekse kadın-erkek eşitliğini ve kadınların güçlendirilmesini öncelikli ve ertelenemez konulardan biri olarak ele alan AB mevzuat ve politikalarında, en çok kullanılan kavramlardan biri, “toplumsal cinsiyetin ana politikalara yerleştirilmesi”dir. Bu kavramla kastedilen, ana politika alanlarıyla kurumsal yapıların toplumsal cinsiyet farklılıklarıyla gereksinimlerine duyarlı bir bakış açısından yeniden tasarlanmasıdır.

Page 156: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

105

Bu perspektif, Habitat II (1996) taahhütleri arasında, cinslerarası eşitliğin sağlanması bağlamında, “kadınların, insan yerleşmelerinin planlanmasına ve karar alma süreçlerine tam ve eşit katılımını özendirecek politika ve uygulamaları formüle etmek ve kuvvetlendirmek “ hedefi olarak yer almaktadır. Küresel Eylem Planı, “kentleşen bir dünyada sürdürülebilir insan yerleşmelerinin gelişmesi başlığı” altında (119.nolu uygulama stratejisi), insan yerleşmelerinin cinsiyete duyarlı bir biçimde planlanması ve yönetimi için; yerel yönetimlerin, kadın gruplarıyla işbirliği içinde, kentsel hizmetleri, kadınların gereksinmeleri ile yararlanmalarını gözönüne alarak sağlamasını ve kadınların kent yaşamıyla ilgili her alana ve planlama süreçlerine katılımını teşvik etmesini vurgulamaktadır. Ulusal Eylem Planı’nın öncelikli konuları arasında; “kadınların ev içinde ve kent yaşamında konumunun güçlendirilmesi”(öncelikli konu.16) ve “çocukların fırsat eşitliği içinde kendilerini yetiştirebilecekleri ortamın hazırlanması” (öncelikli konu.17) vardır. Eylem Planı hazırlanma sürecine katılan kadın örgütlerinin konunun önemine ilişkin görüşü; kır–kent ayırımı, kültürel ve sosyo-ekonomik düzey farklılıkları belirleyici olmakla birlikte, ataerkil aile düzeninin hakimiyeti ve bu hakimiyetin sürdürülmesinde aile içi iş bölümünün özellikleri yanında konut ve çevre düzenlenmesi ve bunlarla ilgili ilişkilerin araçsal bir işlev görmekte olduğu yönündedir. Önerilen çözüm; var olan kadın, konut, çevre ve toplum ilişkilerinde değişiklik yaratmak için, kadınların konut sahipliliğinin artırılması, konut alanları ve planlama süreçlerine katılımları, konutun ve konut merkezli yaşamın kadın üstünde erkek egemenliği kurmak ve şiddet uygulamak için araç haline gelmesini engellemek, ekonomik ve toplumsal alanda güvenli yaşam sağlamak olarak belirlenmektedir. Kadınlar; konut dışı mekanlarda günün her saatinde kent yaşamına katılımlarını sağlayacak güvence, yakın çevre düzenlenmesine katılım, biraraya gelebilecekleri ortak mekanlar, belediye meclislerinde temsili artırmak, eve bağımlılığın azalması için çocukların bakım sorununun ev dışında ve kamusal olarak sağlanması ve buna ilişkin mekanların düşünülmesini istemektedirler. Çocuk Hakları Sözleşmesi (1990) bağlamında; her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli yaşam hakkı standardına, oynama ve yaşına uygun etkinliklerde bulunma, kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma ve görüşlerini serbestçe ifade etme hakkına sahip olduğu, bu gruba ulaşmayı hedefleyen eğitim, sağlık, dinlence, spor, kültürel etkinliklere ilişkin kentsel hizmetlerin yetersizliği, çocuk çalışanların, zihinsel ve bedensel engelli çocukların, sokak çocuklarının özel durumunun önemi ve bunlara yönelik kentsel hizmetlerin gerekliliği vurgulanmaktadır. Kent yönetimi ve kentsel hizmetlerin kadın ve çocuklar için önemi Yasalarımızda yönetime katılım ve hizmetlerden yararlanmayla ilgili olarak “hemşehrilik” (kenttaşlık) hukuku çerçevesinde getirilen “hak” tanımı o yerleşmede yaşayan herkesi içerir. O yerleşmede yaşayan kadınların, bir başka deyişle “kadın hemşehriler”in, diğer hemşehriler gibi yerel hizmetlerden yararlanma, yerel yönetimlerin kararlarına katılma ve yerel etkinlikler hakkında bilgilenme hakkı vardır. Kadınların ve erkeklerin yerel yönetimler tarafından sunulan sosyo-ekonomik ve mekânsal hizmetlerden yararlanmaları farklı düzenlemeler gerektirdiği gibi iki grubun gereksinmeleri, sorunları ve beklentileri de aynı değildir. Aynı şekilde “kentsel hizmetler” ile ilgili politikalar ya da politika yokluğu, kadın ve erkekleri farklı biçimlerde etkiler. Örneğin, hizmetler kalite ve maliyet bakımından uygun değilse, bu

Page 157: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

106

yetersizlik kadınlar tarafından, geleneksel kadın etkinliklerinin daha da ağırlaşmasıyla karşılanacaktır (çocuk bakımı, temizlik, alışveriş, yaşlı ve hasta bakımı, vb). Kadınların, kentsel hizmet ve olanakların mahalle ölçeğinde yaygın olduğu bir yapıya gereksinmeleri vardır. Bu gereksinme, yoksul ve kent merkezinden uzak yerleşim alanlarının temel hizmet ve altyapı olanaklarından yoksun kaldığı durumlarda özellikle artar. Bu bölgelerde yerel yönetimler tarafından “kadın dayanışma merkezleri” olarak işlev üstlenecek mekanların ve mahalleye kentsel hizmetlerin ulaşımını kolaylaştıracak “semt birimleri”nin oluşturulması, hem hizmetin mahalleye götürülmesi, hem de bu birimlerde etkin rol alan kadın ve kadın örgütlerinin mahallelerini ilgilendiren kararlara katılımını kolaylaştırıcı bir düzenlemedir. Çocuk, hasta, yaşlı bakımlarına yönelik ücretsiz aşılar ve ücretsiz muayeneler gibi kamusal sağlık hizmetleri ile ücretsiz ya da düşük ücretli okul öncesi eğitim hizmetleri özellikle mahallelerde görülmesi gereken hizmetlerdir. Bu tür hizmet ağlarının oluşturulması, kadınların sosyo-ekonomik hayata katılmasını ve onlarla birlikte bakımından sorumlu tutulageldiği kişilerin de yaşam kalitesinin yükselmesini sağlayacaktır. Kadına yönelik şiddet, kadın sağlığı ile ilgili en önemli sorunlardan biridir. Türkiye’de yaygın bir şiddet istatistiği olmamakla birlikte, her dört kadından birinin kocasının fiziksel şiddetine maruz kaldığı, ailelerin %30’unda fiziksel, %53’ünde sözel şiddet olduğu saptanmıştır.Yeni belediye yasasıyla getirilen hükmün büyükşehir belediyeleri ve nüfusu 50.000 den fazla olan belediyeler için şiddet gören kadın ve çocuklarının sığınabileceği ev dışı bir mekan oluşturmak için açık bir yasal sorumluluk tanımı yapmış olması önemlidir. Öte yandan, ülkemizde kadınların otomobil sahipliği ve kullanımı oranları çok düşüktür. Kadınlar, ağırlıklı olarak, toplu taşıma araçlarını kullanarak ve / ya da yaya olarak kent-içi yolculuk yapmaktadırlar. Dolayısıyla toplu taşımacılığa ve yayalığa ilişkin düzenlemelerin niteliği, kadınların mekansal ve toplumsal hareketliliğini belirleyen unsurlardan biridir. Yerel yönetimlerin kadınlar için yaya olarak ulaşımı kolaylaştıracak çevre düzenlemeleri yapmaları, toplu taşım ulaşımında kolaylıklar getirmeleri (otobüs saatleri ayarlamaları, özel otobüslerde de kullanılan tek tip kart uygulamaları vb) gerekir. Kadınların mekansal hareketliliklerini sınırlandıran en önemli etmenlerden biri de yollar, caddeler ve parklar da dahil olmak üzere kentin kamusal mekanlarını, özellikle belli bir saatten (hava karardıktan) sonra kullanamamalarıdır. Yerel yönetimlerin, mekanın adil ve eşitlikçi kullanılabildiği düşüncesini zedeleyen, kadınların bedensel ve ruhsal sağlığını tehdit altında bırakan bu konuda duyarlı olması gerekir. Türkiye’de kadınlar taşınmazların ancak %9’una sahiptir. Oysa herkesin konut edinme hakkı Anayasal güvenceye bağlanmıştır. Yerel yönetimlerin bu çerçevede tahsis edeceği arsa ve yapacağı konutlarda seçenek, çeşitlilik ve erişilebilirliği artırması, sosyal ve ekonomik olanakları kısıtlı olan kadınların haklarını pazar mekanizmasına bırakmayarak kadınlar için belli oranda arsa ve konut ayırması, bunun önceden belirlenmiş bir ‘kadının konut edinme hakkı kotası’ kapsamında yapılması mümkündür.

Kent yönetimine kadın katılımı Türkiye’de yerel demokrasi ve katılımın temeli olan temsile bakıldığında, yerel meclislerin (il genel ve belediye meclisleri), varolan yapıları içinde kadınlar, yoksullar, engelliler vb. dezavantajlı grupların temsil edilmesinde yeterli olmadığı görülür. Yerel yönetimlerin seçilmiş karar organları olan belediye meclisleri ve İl genel meclislerinde kadınlar ancak %2 oranında temsil edilmektedirler. 3234 belediye başkanından yalnızca 18’i (%0,6) kadındır. (

Page 158: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

107

AB ülkelerinde seçilmiş her 5 yerel yöneticiden biri kadındır. Kadınların belediye meclislerinde temsil oranı İsveç’te %41, Finlandiya’da %30, Almanya ve Hollanda’da %23’tür). Bu sadece kadınların sistematik olarak erkekler tarafından temsil edilmesi anlamına gelmez, aynı zamanda, kadınların gereksinme ve sorunlarının da yerel karar alma mekanizmalarına yansımasının yetersiz olduğunu gösterir. Yeni belediye yasasıyla getirilen “Kent Konseyi” oluşumunun yasaya girmeden önce de, bazı yerel yönetimlerde belediye başkanı ya da valinin inisiyatifiyle oluşturulduğu bilinmektedir. Bu oluşumlar, yerel yönetimlere orada yaşayanların katılımını sağlamakta bir yerel demokrasi ve katılım modeli sunmaktadır. 1997’den bu yana İçişleri Bakanlığının desteklediği bir UNDP projesi olan “Yerel Gündem 21’lerin Teşviki ve Geliştirilmesi” projesi kapsamında 60 dolayında yerel yönetimle sürdürülmekte olan çalışmalar sonucunda, bu yerleşmelerde, kent konseyleri ve bazı kent konseylerinin bünyesinde de “kadın meclisleri”, ‘’kadın komisyonları’’ ya da “kadın platformları’’ kurulmuştur. Çalışmaların önemli başarılar elde ettiği yerleşimlerde, yerel kadın örgütlerinin katılımının önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.

“Yarın İçin Bugünden” “Yarın İçin Bugünden”, Ka-Der Ankara bünyesinde oluşan Yerel Siyaset Çalışma

Grubunun, 2003 yılında başlattığı, 2009 yerel seçimlerine kadar devam edecek olan kampanyanın adıdır. Çalışma grubu, farklı niteliklere, siyasal tercihlere ve deneyimlere sahip 10 feminist kadından oluşmaktadır. Bu kadınların her biri farklı kadın kuruluşlarında aktif olarak çalışmaktadırlar. A.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinden üç akademisyen, yerel siyasette cinsiyete duyarlı yaklaşımlı eğitim materyallerinin hazırlanması, eğitim programlarının oluşturulması ve yürütülmesinde etkin olarak görev almaktadır.

Kampanyanın amaçları;

• Kadın örgütlerinin yerel siyasete katılım hedefi doğrultusunda harekete geçmelerini sağlamak,

• Kadınların yerel yönetimlere aday olmalarını desteklemek ve teşvik etmek, • Siyasal partilerin ve hükümetin yerel yönetimlerle ilgili programlarını etkilemek, yerel

siyaseti cinsiyet eşitliği açısından geliştirecek perspektifler oluşturmak, • Yerel yönetimlerin cinsiyet eşitliği konusundaki duyarlılık ve bilincini yükseltmek • Kadın seçmenlerin duyarlığını artırmak, medyanın dikkatini konuya çekmek, • Kadın örgütleri ile belediyeler arasında işbirliği olanaklarını artırmak, olarak özetlenebilir. Kampanyanın ilk iki yılı, kadınları harekete geçirmek ve örgütlemeye, kadın adayları destekleme ve teşvik etmeye, kadın seçmenlerin duyarlılığını yükseltmeye ve medyanın dikkatini konuya çekmeye odaklanmıştır. Bu süreçte; • Siyasal parti ve sivil toplum örgütlerinin kadın üyeleri için eğitimler yapılmıştır. Mayıs-

Aralık 2003 arasında toplam 23 eğitim gerçekleştirilmiş, bunların altısı siyasal partilerle, üçü kadın kuruluşlarıyla, ikisi sendikalarla, on ikisi ise gecekondu bölgelerinde yapılmıştır.

• Yerel yönetimlerdeki kadınlar arasında bir iletişim ağı kurulmuştur (kadın belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri ve muhtarlar).

• Beş broşür ve iki kitap yayınlanmıştır.

Page 159: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

108

• Kadınların Yerel Seçim Bildirgesi hazırlanmış ve ülke çapında dağıtılmıştır. • Bazı kentlerde (Antalya, Denizli, İzmir ve Ankara) yerel siyasette kadın temsilini

artırmak üzere propaganda toplantıları düzenlenmiştir. • İki değerlendirme toplantısı yapılmıştır. Toplantılar akademisyenlerden yerel basına,

parlamenterlerden kadın belediye başkanlarına ve toplum merkezlerindeki kadınlara kadar geniş bir katılımcı profili içermiştir.

• Kampanya sürecini anlatan ve yapılan etkinlikleri görünür hale getiren “Kadın Başımıza” isimli bir kitap yayınlanmıştır.

• Bunların yanında, çok sayıda seminer, konferans, tartışma toplantısı düzenlenerek kamu oyu yaratılmaya, kadınların yerel siyasetteki eksik temsiline dikkat çekmeye çalışılmıştır.

2004 Yerel seçimlerinden sonraki süreçte ise, yapılan çalışmalar; yerel yönetimler ve yerel kadın örgütleri arasında işbirliğini geliştirmek, kadınların yerel yönetimlere katılımını artırmak, kadın belediye başkanlarına destek vermek ve onları güçlendirmek, kendi aralarındaki bilgi ve deneyim alışverişini artırmak, yerel kamu politikalarının cinsiyete duyarlı hale getirilmesine, politika yapanların duyarlılığının artırılmasna çalışmak olarak özetlenebilir. Kampanyanın hedeflerinden biri olan hükümet ve siyasal parti programlarını etkilemek ve yasal düzenlemeler için politikalar üretmek, 2005 yılından itibaren yoğunlaşılan bir alan olmuştur. Yeni Belediye Kanunu başta olmak üzere, yerel yönetimlere ilişkin yasal düzenlemeler taranarak cinsiyet eşitliğini güçlendirici bir yaklaşımla değerlendirilmiş, yerel kadın örgütlerinin kadınların yerel sorunlarını saptamak, çözüm önerileri geliştirmek ve belediyeler ve yerel kamu kuruluşları ile iletişim ve işbirliğini artırmak üzere eğitim programları ve eğitim materyali hazırlanmıştır (üç eğitim kitapçığı ve bir cd). Genel olarak yerel siyaset ve kadın örgütleri ile yerel yönetimler arasında somut işbirliği olanaklarının araştırılması ve tartışılması için düzenlenen atölye çalışmaları; Muğla, Ankara, Kars, Urfa ve Antalya’da yapılmıştır.

Sonuç Üç yıldır sürdürdüğümüz çalışmalar, yerel hizmetlerin özelikle kentlerde kadınların yaşamlarını kolaylaştırıp, konumlarını güçlendirmekteki önemini tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu çalışmalarda; kadınların ve erkeklerin yerel yönetimler tarafından sunulan sosyo-ekonomik ve mekânsal hizmetlerden yararlanmalarının farklı düzenlemeler gerektirdiği gibi iki grubun gereksinmeleri, sorunları ve beklentilerinin de aynı olmadığı, aynı şekilde “kentsel hizmetler” ile ilgili politikalar ya da politika yokluğunun, kadın ve erkekleri farklı biçimlerde etkilediği, herkese eşit yerel kamu hizmeti anlayışının sonuçta eşitlik sağlamadığı, yerel hizmet sunumunda kadınların gereksinmelerinin özellikle dikkate alınması gerektiği açıkça görülmektedir. Cinsiyete duyarlı hizmetlerin nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda, yerel yönetimlerin kamusal hizmetleri; kadınların gündelik yaşam yükünü azaltmaya yönelik hizmetler gibi kadınlara özel yerel yönetim hizmetleri olarak almaları yanında, tüm hizmetlerin özel olarak kadınların da gereksinmelerini düşünerek programlanması ve uygulaması sözkonusudur. İlki yerel yönetimlerimizde sınırlı bir duyarlılıkla uygulanmakta, her yerel politika, program ve projenin cinsiyet açısından değerlendirilip uygulanması demek olan ve buna yönelik

Page 160: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

109

kurumsal değişiklikler gerektiren ikincisi, temennimiz olarak ancak çalışmalarımızda yer alabilmektedir. Kadınların, gündelik yaşama ve yaşadıkları çevrenin niteliğine ilişkin sorunlar nedeniyle kamusal alanın dışında kaldıkları, Türkiye’nin Habitat II Raporu ve Eylem Planı’nda da ifade edilmiştir. Habitat II’nin yetkili kılma perspektifiyle birlikte, Rio Zirvesinin (1992) sonucu olarak 1997 yılından başlıyarak oluşturulan YG21 inisiyatifleri de projenin başarılı olduğu yerlerde, kadınların aktif rol oynadıklarının altını çizmektedir. Pek çok kentsel hizmet, düzenleme ve politika, cinsiyet açısından tarafsız görünse de, gerçekte yarattığı sonuçlar açısından, kadın yanlısı değildir. Kentsel mal ve hizmetlerin en önemli kullanıcıları olan kadınların mal ve hizmetlerin üretim, sunumu ve dağıtımına ilişkin karar alma süreçlerinin etkin üyeleri haline gelmeleri, kadınların gereksinme ve sorunlarının yansıtılması için uygun kanallar, cinsiyet eşitsizliklerine ve farklılıklarına duyarlı yeni bir kent yönetimi yaklaşımını yaratacaktır. Bu, yerel kalkınma hedefine ulaşmayı kolaylaştıracak, hem kadınların ve dolayısıyla hanelerin yaşam kalitelerini yükseltecek, hem de kadınların vatandaşlık ve kentli haklarından gerçek anlamda yararlanmalarına olanak sağlayacaktır. Sağlıklı, yaşanabilir, sürdürebilir, hakça insani yerleşim ve kentsel çevrelerin ön koşulu budur. Kaynaklar 1. 5393 sayılı Belediye Kanunu, 13.07.2005 tarih ve 25874 sayılı Resmi Gazete 2. AB (2000) Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı (7-9 Aralık 2000) Avrupa Topluluğunun

Çalışma Yaşamında Kadın - Erkek Eşitliğine Dair Düzenlemeleri ve Türkiye (Nurhan Süral, Ankara: KSSGM, 2002) 64-7.

3. AK (Avrupa Konseyi), Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (European Charter of Local Self-Government), Resmi Gazete, Sayı: 21364 (3 Ekim 1992)

4. ALKAN, Ayten (2003) kadınlar tarafından, kadınlarla birlikte ve kadınlar için Yerel Politika (Ankara: KASAUM - KADER Eğitim Materyali) (2006) Belediye Kadınlara da Hizmet Eder! (Ankara: KADER Ankara YSÇG)

5. BERKTAY, Fatma, Kerestecioğlu, Ö,İ-Çubukçu,U,S-Terzi,Ö-Forsman,K,Z, Türkiye’de ve Avrupa Birliği’nde Kadının Konumu:Kazanımlar, Sorunlar,Umutlar, KA-DER yayınları,2004,İstanbul

6. BORA, Aksu, İSAT, Ceren, Düğüm Bilgisi, KA-DER yayınları,2006,Ankara 7. IŞIK, Nazik S. (2002) 1990’larda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Hareketi İçinde Oluşmuş Bazı Gözlem ve Düşünceler, 90’larda Türkiye’de Feminizm (der.Aksu Bora & Asena Günal) (İstanbul: İletişim) 41-72.

8. TOKMAN, Yıldız-ALKAN,Ayten (2005) Yerel Politika ve Planlamayla Cinslerarası Eşitlik Bakış Açısının Bütünleştirilmesi: “Yarın İçin Bugünden Kampanyası” Deneyimi, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 29. Kolokyumu - Planlamada Yeni Politika ve Stratejiler: Riskler ve Fırsatlar, İstanbul: İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü -TMMOB Şehir Plancıları Odası s. 461-471

9. TOKMAN, Yıldız-ALKAN,Ayten,KENDİRCİ,Sema,Yerel Yönetimlere İlişkin Yasal Düzenlemeler Çerçevesinde Kadınlara Yer Açmak,KADER yayınları,2006,Ankara

Page 161: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

110

10. TOKİ(TC. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlıgı),(1999),Habitat Gündemi ve İstanbul Deklarasyonu,s.18

11. TOKİ,(1996),Türkiye Ulusal Rapor ve Eylem Planı, s.116-122 12. WALD,(1999), Avrupa Kentsel Şartı, Yerel Yönetimlerimizin Avrupa Platformu, Avrupa

Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi

Page 162: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

111

Özürlüler ve Yaşlılar İçin Ulaşılabilir ve Özgürleştirici Şehirler SÜRMEN Şükrü Y. Mimar, İstanbul Teknik Üniversitesi ŞEHİRLERİMİZ KADERLERİMİZDİR. İnsanın seçim hakkı çok sınırlı: Bir ya da birkaç şehir. Her insan kendisine sormuştur : “Neden bu şehirdeyim, neden bu şehir bana verildi ?” İnsan; güven içinde, faal ve üretken kalarak, sağlıklı bir bedenle, mutluluk ve haz duyarak yaşamak için şehirlerdeki arayışını hep sürdürdü. Mutsuz olduğu şehirlerden mutlu olabileceğini düşündüğü başka şehirlere kaçtı. Ama şehirden hiç vazgeçmedi. Hakikat şu: Bize güzel şehirler verilmesini istiyoruz. Gerçek anlamda da bir şehirden sınırlı sayıda köşe, meydan, sokak, bina, yeşil alan parçası ve evle tablomuz tamamlanıyor... İnsan bunlardan fazlasına sahip olamadı ve olamaz da. Hayat oyununu bu kadar sahnede oynayabiliyoruz. İşte böylece şehirlerimiz kaderlerimiz oluyoruz. Onlardan onlara kaçabiliyoruz ancak. Öyleyse şehirlerin üzerimizdeki bu etkinliğinin ve gücünün bilincine daha çok varmamız gerekiyor. Çağın akışı olarak ortaya çıkmış bulunan şehirleşme, binalaşma ve yapılaşma sürecinde çevrenin makul sayılamayacak bir ölçüde baskı altına alınması, tabiatın şehirsel çevre ile bütünleşmesinin engellenmesi ve yeryüzünün dev inşaatlarla kirletilmesi söz konusu olabilmektedir. Bilimsel bilginin, yöntemlerin ve yaklaşımların çok daha sistemli bir şekilde yeryüzündeki insan topluluklarının hayatına hâkim olmaya başladığını kabul etmemiz gereken bir ortamda; rasyonel olmayan yerleşim kurma, şehirleştirme, inşa edilmiş çevre oluşturma ve binalaştırma süreçleri şüpheye mahal bırakmayacak şekilde “Mutlu etmeyen şehirler” olarak karşımıza çıkabilmektedir. Tarih boyunca insanlar yeryüzünün kendilerine en çekici gelen köşelerini seçtiler; belli uygun iklim kuşaklarında, belli güzel sahil bantlarında, belli rahat hareket güzergâhlarında, belli tabiat zenginliği noktalarında yerleştiler ve mutlu olmaya çalıştılar. İnsan topluluklarının paylaşmakta güçlük çektikleri bu dünya parçalarında devletler ve uygarlıklar kuruldu; yerleşim yerleri ve şehirler tesis edildi. Buralarda parlak günler geçirildi. Ama sonra da bunların bir kısmı yıkıldı, kayboldu, terk edildi. Çünkü belki o noktalarda insanlar yeryüzünü fazla sömürdüler, kirlettiler ve güçlerini birbirlerine kabul ettirmek için de çatıştılar. Yani nesiller, neticede sınırlı imkânlar ve kaynaklar sunan bir yeryüzünü tam bir sorumluluk içinde kullanmadılar. Dünya da beklenenden daha hızlı şekilde eskitilerek günümüze gelmiş oldu. İletişimin gücü ve bilgi akışının hızı sayesinde insanlık fiziksel çevredeki durum ve gidişattan bugün her zamankinden daha fazla haberdar; ama insanın bencilliği yine de durdurulamıyor. Hayatı ve yaşama zeminlerini teşkil eden bünyelere hızla aktarılan kısa vadeli çıkarlar, ilk bakışta çekici ve kolay gözüken zararlı bireysel çözümler ve sahte bir refah uyuşukluğu hayatlara hâkim olabiliyor; şehirlerimize, yerleşimlerimize kötü ve tehlikeli çizgiler eklenmesine devam ediliyor. Kaderlerimiz bizi mutlu etmeyen, ama bizi mutlu etmesi için fazla çaba da göstermediğimiz şehirlerde şekillendiriliyor.

Page 163: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

112

ŞEHİRLERİMİZ KARAKTERLERİMİZDİR. Uygarlıkları şehirlerde yaşıyoruz. Şehirler çağdaş hayatın ulaştığı düzeyin sunulduğu bir ortam. Bu bakımdan her şehir evrenselin bir parçası. Ama öte yandan her şehrin kendisine özgü, tarihin derinliklerine uzanan bir ruhu var. Toplumun sosyal dokusu, dayanışma duygusu, kültürü, geçmiş ve gelecek bağlantıları şehirde kendisini temsil ortamına çıkarıyor. Şehirlerimiz kendileri içinden davrandığımız karakterlerimizdir. Şehirler, semtler, meydanlar, caddeler, parklar, binalar simgelerdir; insan topluluklarının tarihteki izleridir. Ama acaba yaşadığımız şehrimizin bizi hakkıyla temsil ettiğine inanıyor muyuz? Büyük ihtimalle hayır. Çünkü kendimizi onda yaşarken mutlu hissetmeyebiliyoruz. Özlemlerimizde başka diyarların başka şehirleri yer alabiliyor. Hâlbuki şehrimizin çizgileri, olağan dışı büyük tabiî felaketler dışında, bizim irademizin eseri. Demek ki, bir bakıma kendimizi aldatmaktayız. Üstelik çok da masum değiliz. Şehirliler olarak yaşarken, hareket ederken, tüketirken küçük küçük ihanetlerde bulunuyoruz. Ama bunları önemsemiyoruz ve unutmaya, unutturmaya çalışıyoruz. Herkes için yaşanabilir, ulaşılabilir ve özgürleştirici şehirleri elde etmek için hem bir irade, hem bir çaba, hem de fedakârlık gerekiyor. Ödül oldukça uzakta gibi gözüktüğünden; aldanıp kolayı ve nefsimize hoş görüneni seçersek tabiata, tarihe ve topluma yozlaştırıcı bir etki bırakmış oluyoruz. Üstelik o anki hazzımızın bozulmaması için bencilce davranmakla elde ettiğimiz bir şey de olmuyor; sonunda şartlar ve tablo daha da kötüleşerek hayatımızın ilerideki bir durağında karşımıza daha ağır bir baskı olarak çıkabiliyorlar. Kendimizi derinlemesine tanımaya çalışalım, karakterimizi iyi tahlil edelim. Sonra da bizi tamamen temsil edebilecek bir şehir yaratmak için irade gösterelim. Hint bilgelerinin tespiti her zaman doğrudur: Acıların anahtarıyla açılır sevincin kapıları. Şehrimiz için çekeceğimiz her zahmet hayatlarımıza güzellik olarak dönecektir. Sabah evinizden çıktınız ve yürüdüğünüz kaldırımda çalışmakta olan bir işçinin yeni ve gerekli birtakım düzenlemeleri ihtimamla ve şevkle yapmakta olduğunu gördünüz... Demek ki düşünülüyorsunuz, birbirimizden umut kesmiş değiliz, barış sürüyor ve hayatların daha iyi yaşanması için bir çaba var... Islıkla güzel bir melodi tutturdunuz ve yürüdünüz. Siz de işinizi sevinçle ve iyi bir şekilde yapmaya hazırsınız... ŞEHİRLERDEKİ BÜYÜK YATIRIMLAR HEP İYİYE GİDİŞ ANLAMINA GELMEZ. Günümüzün şehirlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen, hatta zaman zaman bıktırıcı olan inşaat çalışmalarının bir çağdaşlık gereği gibi takdim edildiğini biliyoruz. İnsanlığın birikimi neredeyse şehri oluşturan sistemlerin çalışmaya devam edebilmesi için kullanılıyor. Şehirler insanlığa pahalıya patlıyor. Ama öte yandan, birtakım sosyal grupların şehirdeki hakları ve özgürlükleri konusunda harekete geçilmesinde gecikmeler yaşanıyor. Şehirsel çevreyi de bu bakış açısı içinde incelememiz ve irdelememiz gerekiyor. Özürlüler, yaşlılar, hasta bünyeli insanlar, küçük yapılı kişiler, çocuk arabası süren anneler, kadınlar ve çocuklar için de ulaşılabilir; rahat şekilde, huzur ve mutluluk içinde yararlanılabilir bir şehirsel çevreyi kurarken hayatın ve insanların tamamı için başka bir yaşama düzlemi düşünemeyiz. Özürlüler ve yaşlılar için şehirsel ve inşa edilmiş çevrede gereken fiziksel yapılaşma ya da fiziksel duruş biçimleri aslında bütün insanları da özgürleştirici çizgiler taşıyorlar. Tersi de büyük ölçüde doğru: Makul olan, bilimsel bilgiye dayalı olan, toplumsal ölçeği ve dayanışmayı esas alan, sevgi ve iyi niyetle yola çıkılarak elde edilen her tasarım ve her gerçekleştirme özürlüler ve yaşlılar için de istenir olanı, ya da en azından kabul edilebilir olanı içeriyor.

Page 164: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

113

ÇİRKİN VE YANLIŞ İNŞALAR BEDENİ ÖRSELİYOR, BİLİNCİ KİLİTLİYOR. İnsan bedenlerini zorlayan, hareket özgürlüğünü ve yaşama sevincini daraltan inşalar mümkün güzel geometrilerle ilgili bilincin gelişmesine de set çekiyor. Şu tehlike de dikkatten uzak tutulmamalı: İnsan ilk çocukluk yıllarından itibaren çevresindeki özensizliğe alışabilir ve yaratılıştan hazırlıklı olduğu ahenkli biçim ve geometri arayışlarına uzak kalabilir. Güzel şehirlerin kurulmaları ve korunmaları büyük çabaları gerektirir. Şehir sosyal ve fiziksel olarak kirlendikçe şehirli çirkinlikleri fark etmez ya da bunları umursamaz oluyor. İşte bunun içindir ki, şehir kültürüne yapacağımız olumlu katkılar bizi bekleyen sorumluluklardır. Şehirsel çevredeki küçük özenler bile hayatımızda zincirleme etkilerle yeni enerjiler ve yeni yaşama sevinçleri yaratabilirler. Özürlülerin ve yaşlıların şehirsel çevrede özgür ve bağımsız yaşayabilmeleri için yapılan çalışmalar, ortaya konan standartlar ve uygulamalar şehir plancılarına, mimarlara ve tasarımcılara yeni ufuklar açıyor. Şimdi hangi insanlık durumlarında bulunurlarsa bulunsunlar, bütün insanlar için ulaşılabilir ve yararlanılabilir olan elde edilmeye çalışılırken yeni doğruların bilincine varılıyor. Özürlüler ve yaşlılar da düşünülerek çizilen yeni bakış açıları ve saptanan yeni gerçekler şehirsel çevrede herkes için daha doğru olanı kurmamıza yardım ediyorlar.

BİR ŞEHİRSEL ÇEVRE ELEMANINDA HANGİ AYRINTILARA GİREBİLİRİZ? ÖZGÜRLEŞTİRİCİ ŞEHİRLER İÇİN YAYA GEÇİDİ ÇOK ÖNEMLİ. Özen gösterilen şehirleri anlatırken, ulaşılabilir ve özgürleştirici şehirlere nasıl yöneleceğimize ilişkin bir örnek yaya geçitleri olabilir. Günümüzün şehirlerindeki yoğun araç ve insan hareketliliği, karşımıza giderek artan şekilde trafik sorunları çıkarmaktadır. Ulaşım araçlarının hızlı ve yoğun akışı ise şehirdeki yaya hareketliliği ve özgürlüğünün önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu durumda yayaların cadde ve yolları geçip karşıya ulaşmaları adeta yeni bir dünya alanına ayak basmaları mahiyetini almaktadır. Caddeler, yollar ve sokaklar bu hızlı, yoğun ve tehlikeli araç trafiği yüzünden belki insanları birbirlerine kavuşturmaktan çok birbirlerinden koparmaktadır. Caddelerden karşıya geçmek neredeyse bir ülkeden başka bir ülkeye seyahat etmek gibi olmuştur. Yayaların şehirdeki kesintisiz özgürlüğü için elimizdeki esas düzenleme ise yaya geçitleridir. Yaya geçitlerine ne kadar özen gösterilse azdır. Çünkü çeşitli insanlık durumlarında bulunan bireyler bir caddedeki yaya geçidinden karşıya geçerlerken en kısıtlanmış ve en tehlikeye maruz anlarındadırlar. Bu geçişin belli kısa bir sürede ve dar bir alanda yapılması gerekmektedir. Dikkatler yoğunlaştırılmalıdır. İnsan için kaçınılmaz olan zaaf aralıkları ortadan kaldırılmalıdır. Yaya hareketliliği ve özgürlüğü için bu kadar önemli olan yaya geçitlerinin şehirlerimizdeki durumu nedir? Bu ifadede bir mübalâğa bulunduğu iddia edilebilirse de, kanımızca şehirlerimizde dört başı mamur, tamamen düzgün bir geometriye sahip, bütün insanlık durumları dikkate alınarak düzenlenmiş, gerekli teknik donanıma sahip, modern yaya geçitlerine rastlamak çok zordur. Sürücülerin birbirlerine karşı adaletli davranmadıkları; yaya haklarına ve trafik yasalarına birçok kere aldırış etmedikleri büyük şehirlerde yaya geçitlerinin düzenine özen gösterilmesinin büyük önemi olduğunu düşünüyoruz. Şehirlerdeki yaya özgürlüğüne elimizden gelen katkıyı yapmamız gerekir. Yaya geçitlerinde; ağır yürüyebilen ya da yürüteç

Page 165: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

114

kullanan yaşlılar, tekerlekli sandalyedeki sakatlar, çocuk arabası süren anneler ve görme özürlüler için de düzenlemeler yapılmalıdır. Kaldırım yüksekliği 14 cm’yi aşmamalı, bu yükseklik yaya geçidi noktasında % 6 – 8 eğimle sıfıra yaklaşmalı, trafik ışıkları görme özürlüler için sesli sinyallerle de desteklenmelidir. Bu konudaki çalışmalar gelişmiş ülkelerde de tamamen sonuçlanmış sayılmaz. Bazı noktalardaki araştırma ve tartışmalar devam etmektedir. Ama belirginleşmiş bazı düzenlemeleri şimdi uygulamaya koyabiliriz. Ülkeler arasında bazı farklı uygulamaların bulunması da normal karşılanmalıdır. Uygarlık ve şehir kültürü farklılıkları inşaî üslûplara kısmen yansıyabilir. Yaya geçidinde görme özürlüler için hissedilebilir yüzeyler hazırlanmıştır. İngiliz standardına göre bu yüzeyler 40 x 40 cm lik karolardan meydana gelmektedir. Renk pembemsi kırmızıdır. Karonun yüzeyinde 0,5 cm uzunlukta noktasal çıkıntılar bulunmaktadır. Hissedilebilir yüzey yaya geçidi genişliğince uzanır. Derinlik 80 cm’ dir. Buna dik olarak da kaldırımda 120 cm derinliğinde aynı malzemeden bir yüzey bulunmaktadır. Bu da kaldırımda yürümekte olan görme özürlüyü durdurup yaya geçidine yöneltmek içindir. Direkte görme özürlüler için sesli sinyal sistemi bulunmaktadır. Almanya’da trafik işaret direği yaya geçidinin tam ortasına konulmaktadır. Görme özürlüler için düzenlenen hissedilebilir yüzeylerin rengi de Almanya’da beyazdır. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Ulaşım Dairesi Trafik Müdürlüğü ise yayalar için işaret direğini sağa, araçlar için sola koyuyor. Bizim şeklimiz de buna göre. Almanya’da yaya geçidinin kaldırımla sınır olduğu noktada üç santimlik bir kot farkına yer verilmesi isteniyor. Bu uygulama körler için. Bu üç santimetrelik çıkıntı tekerlekli sandalye, yürüteç ve çocuk arabası için bir engel oluşturuyor. Ama Berlin’de böyle bir yükseklik farkında karar kılınmış. Başka ülkelerde farklı uygulamalar olabilir. Körlerin eğitim sürecinde hissedilebilir yüzeylerin etkinliğine göre bu üç santimetrelik fark olmadan da caddenin karşısına geçildiğine ilişkin bir algılama elde edilmesi sağlanmış olabilir. Bir görme özürlü eğitildiği belli güzergâhlar boyunca gelişmiş özgürlükler yaşayabilir. Meselâ, geometrisini tamamen kavradığı bir yaya geçidinden gören bir insan kadar hızla karşıya geçebilir. Rasyonel eğitim süreçleri, bilimsel bilgiye dayalı malzeme seçimi, özenli uygulama ve kolay kavranır ve mantıklı geometriler muazzam sonuçlar sağlayabilir. Önünü açtığınızda insan mücadele etmesini bilir.

Page 166: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

115

Kentlerde Elektromanyetik Alan Kirliliği ve Sağlık Etkileri VAİZOĞLU A.Songül*, TEKBAŞ Ömer Faruk** * HÜTF Halk Sağlığı AD ** GATA Halk Sağlığı AD

Radyasyon (Işınım), enerjinin bir ortamda dalga veya tanecik halinde yayılması, uzayın bir noktasından diğerine enerji aktarımı olarak tanımlanır. Elektromanyetik (EM) ışınım ise elektromanyetik dalganın herhangi bir ortamda yayılmasıdır. EM alan ışımasına aynı zamanda “iyonlaştırıcı olmayan ışınım” da denir. Maddeleri iyonlaştıracak kadar enerjisi olmayan ışınımlardır (1, 2,3). İyonlaştırıcı olmayan radyasyon, teknolojik ilerlemeler nedeni ile günlük yaşantının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Çeşitli sağlık etkileri oluşturduğu bilinmektedir. Bazı tip kanserlere neden olabilmekte, hastalık benzeri semptomlara, kalıcı bozukluklara hatta ölüme yol açabilmektedir. Bu radyasyon, duyularla hissedilememekte, duvarlardan geçebilmekte, kayalardan geçebilmektedir (4–6). Dünyada elektrik üretim ve dağıtım şirketleri ile elektrikli araçların üreticileri, bu tür aletlerin insan sağlığı için bir tehdit olmadığını ya da çok az tehdit oluşturduğunu belirtmektedirler. Ancak bu konuda çok sayıda araştırma yapan bilim adamları ise insan sağlığı için zararların olduğunu ifade etmektedirler (3.7.8.9). Modern toplumlarda yaşayan hemen herkes sürekli olarak elektromanyetik alan ve dalgaların içinde bulunmaktadır. Elektromanyetik alanların ileri derecede düşük frekansta bulunanları ve elektromanyetik spektrumun 0–300 Hertz (Hz) frekans bandını tutmaktadır. Enerji nakil ve dağıtım hatları ABD’de 60 Hz Avrupa’da 50 Hz’de çalışmaktadır. İletim ve dağıtım hatları, önemli bir iyonlaştırıcı olmayan radyasyon kaynağı olarak kabul edilmektedir ve yüksek güçlü radyodalgalarından farklı bir etki yaptığı düşünülmektedir (10–13). Elektrik, elektrik üretimi yapılan santrallerden çıktıktan sonra ishale hatları ile evlere ve işyerlerine dağıtılmaktadır. Elektrik iletiminde; iletim hattı (ishale) ve dağıtım (şebeke) hattı olmak üzere iki hat bulunmaktadır. İletim hatları, YGH’larıdır. Bunlar genellikle yüksek ve metalden yapılmış kuleler şeklindedir. Bu hatlar dikkat çekicidir ve genellikler ağaçların, binaların bulunmadığı boş alanlardan geçerler. Bu hatların geçtiği yerler, ağaçlar, yapılar ve yangına neden olabilecek diğer yapılardan tamamen temizlenmelidir. Çünkü bunlar toplumun ve çalışanların güvenliğini riske atabilirler. Bu yüksek voltaj taşıyan hatlar, elektriğin çok uzun mesafelere taşınmasını sağlamaktadır. ABD’de bu hatların büyük bir çoğunluğu alternatif akım iletmektedir ve 50–765 kV voltajlarda çalışmaktadır (4). Türkiye’de bu hatlar 154kV ve 380 kV voltajda çalışmaktadır (14) Günlük kullanım için daha düşük akım taşıyan dağıtım hatları bulunmaktadır ve bunlar evlere ve işyerlerine elektrik sağlamaktadır. Dağıtım hatları genellikle 50 kV’un altındaki voltajlarda çalışmaktadır (4). Türkiye’de bu hatlar 35,4 kV ve daha düşük voltajlarda çalışırlar( 14). Evlerde ise voltaj 120–240 volta kadar düşmektedir. Ara istasyonlar, elektriği taşıma ve kontrol etmede çok önemli fonsiyon görmektedir. Trafo merkezleri, iletim hatlarındaki yüksek voltajın düşürülerek dağıtım hatlarına aktarılmasını sağlamaktadır (4).

Page 167: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

116

Hatların geçtiği bölgede çevreye zarar vermesini önlemek üzere bir istimlak sınırı oluşturulmaktadır (ROW-Right of Way) ABD’de istimlak hakkı bulunmaktadır ve bu hak, hattın gerilimine bağlı olarak belirlenmektedir ve ABD’de, 115 ve 230 kV olan hatlar için istimlak için güzergah genişliği 30 m’dir. 345 kV için 45 m, 500 kV için 53 m’dir (5, 14). İngiltere’de yüksek gerilim hatlarının çevresinde hattın sağ ve sol tarafında 91 m’den daha yakına ev yapılması yasaklanmıştır (5). Türkiye’de YGH’ları yapımı sırasında uyulacak kurallar 21 Kasım 1978 tarih ve 16466 sayılı resmi gazetede yayınlanan ‘Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’ ile belirlenmiştir ve bu yönetmeliğin 46. maddesinde emniyetli yaklaşım mesafeleri tanımlanmıştır (15). Güvenli yaklaşım için düşey mesafeler 154 kV iletim hatları altında yapılar için 5 m, ağaçlar için 3 m olarak tanımlanmştır. Aynı iletim hatları için güvenli yatay mesafe binalar için 4 m, ağaçlar için 3 m’dir. Bu mesafeler can ve mal güvenliği açısından tanımlanmış yatay ve düşey mesafelerdir. İletim ve dağıtım hatlarından kaynaklanan elektrik ve manyetik alanlar için güvenli yaklaşım mesafeleri değildir. Hatlardaki manyetik alanlar genellikle akıma bağlı olduğundan, yük değiştiğinde hızla değişmektedir. Elektrik ve manyetik alanların biyolojik etki biçimleri ve özellikleri farklıdır. Elektrik alanlar, iletici bazı maddeler örn. ağaç, bina, toprak, deri vb, ile zayıflatılabilir ya da engellenir (5, 16). Ancak manyetik alanlar için böyle bir şey söz konusu değildir. Ancak her ikisi de kaynaktan uzaklaştıkça zayıflamaktadır. Manyetik akı dansitesinin (sıklıkla manyetik alan denmektedir) birimi Tesla veya Gauss (G) tur. Bir tesla 10000 G, 1 mikroT = 10 mG, 0,1 mikrotesla 1 mG’tur (4.5.6.17.18). Ancak manyetik alanların kalkanlanması çok zordur. Elektriksel alanlar gibi manyetik alanların gücü de kaynağa bağlı olarak mesafeyle azalır. Tek bir telde meydana gelen manyetik alan kaynaktan uzaklıkla ters orantılıdır (1/d). Çoklu kondüktörler için, manyetik alan uzaklığın karesiyle değişim gösterir (1/d2), sarmal veya transformatörler için ise uzaklığın küpüyle ters orantılı değişim gösterir (1/d3). Yerdeki statik manyetik alan ekvatorda 330 mG’tan kutuplarda bunun iki katına kadar değişim gösterir. Evlerde Elektromanyetik Alan Kaynakları Evlerde elektromanyetik alanların 3 temel kaynağı bulunmaktadır; 1. Elektrik iletim ve dağıtım hatları 2. Evin elektrik tesisatı (kablo sistemi) 3. Evde bulunan ve fişe takılarak çalıştırılan elektrikli araç-gereçler (4.5.6.17) Amerikan evlerinin %75 inde EMA 1 mG’un altındadır (19).Oturma odasında EMA 0,7 mG tur. Ankara’da Yüksek Gerilim Hatlarına yakın 73 evde yapılan elektromanyetik alan ölçümlerinin ortalaması 9,1±1,0 mG, ortanca 6,1 mG ve en yüksek ev ortalaması 34,4 mG, bu hatlarından uzak olan evlerde ise bu değerler sırası ile 1,5±0,1 mG, 1,3 mG ve 4,3 mG olarak bulunmuştur (20). İsveç hükümeti şimdiye kadar yapılan çalışmaların sınır değerini belirlemek için yeterli olmadığını ancak şehir merkezinde bulunan evlerin 1 mG’un altında, köylerde ve kırsal kesimde ise 0,1mG’un altında olmasını önermektedir. Yapılan epidemiyolojik çalışmalarda evlerde izin verilecek EMA düzeyi için kesim noktası (cut-off point) 2-2,5 mG olarak belirlenmiştir. Bu düzeylerin altında EMA düzeyi olan evlerde yaşayan kişiler etkilenmeyenler, üzerinde EMA düzeyi olan evlerde yaşayanlar ise etkilenenler olarak değerlendirilmiştir. Bazı araştırmalarda 2 mG’un üzerinde kanser riskinin arttığı gösterilmiştir. 2 mG her ne kadar araştırmaların çoğunda etkilenen grupları göstermek için sınır değer olarak kabul edilmiş olsa da güvenlik eşiği (safety treshold) olarak kabul

Page 168: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

117

edilmemelidir. Laboratuvar çalışmalarında da genellikle 2 mG’un altında sağlık etkileri gözlenmemiştir. Ancak bu da 2 mG’un güvenli olduğu anlamına gelmemelidir. 2 mG’un relatif olarak güvenli olduğu söylenebilir. Ancak uzun dönemli etkilenim sonuçları henüz bilinmemektedir (4, 5). Evlerde kullanılan araç-gereçler, manyetik alan oluşturmaktadır. Toplumun % 40’ının elektromanyetik alan etkileniminin kaynağı evlerinin yakınındaki YGH, %60’ının etkilenim kaynağı ise diğer elektromanyetik alan kaynaklarıdır (16). Diğer kaynaklar arasında tüm akım taşıyan kablolar, elektrikli aletler (radyo, TV, iletişim araçları, bilgisayar ekranları, elektrikli ısıtıcılar, floresan lamba, elektrikli traş makinası, elektrikli battaniye, hastalık tanı ve tedavisinde kullanılan bazı araçlar, endüstride ısınma ve yalıtım amacı ile kullanılan malzemeler vb), televizyon ve radyo antenleri, uydu antenleri ve verici antenlerdir. (1, 10, 21). Mikrodalga fırınların yaydıkları radyasyon mikrodalga/radyofrekans radyasyondur ve sızıntı olması durumunda radyasyon yayabilir. Birimi mW/cm2’dir. 5 mW/cm2’nin üzerinde tehlike oluşturabilir. Bu nedenle evlerde rahatlıkla kullanılabilecek ve sızıntıyı 5 mW/cm2’nin üzerinde olduğunda alarmla gösteren araçlar evlerde bulundurulup, evlerde mikrodalga fırınların yaydıkları radyasyonun kontrolü yapılmalıdır. Bugün tüm dünyada yaygın olarak kullanılan cep telefonlarının da elektromanyetik alanlar oluşturduğu bilinmektedir. Cep telefonlarının yaydığı EMA radyofrekans radyasyondur (RF) (3). Bu araçların küçük, radyasyon yayan antenleri insan kafası ile direkt olarak temas halinde olduğu için, bunları yaygın olarak kullanan halkın ilgi konusu olmuştur. İlk aşamada yapılan çalışmalar, beyindeki lokal spesifik absorbsiyon oranının (SAR) önerilen RF standardlarını geçtiğini göstermektedir. Ancak en önemli sorunlardan birisi lokal SAR değerlendirilmesi için standard bir metodun olmamasıdır. Aynı zamanda aralıklı ve genliği (amplitudü) düzenli RF alanların özel sağlık etkilerinin de olacağı düşünülmektedir. Ancak bu araçların olası sağlık etkileri konusunda araştırmalar yapılmalıdır. Cep telefonlarının P53 geninde hasara yol açtığının gösterilmesi, ve aynı frekansın farelerde beyin lezyonu oluşturduğunun gösterilmesi, cep telefonlarının daha dikkatli ve sınırlı kullanılmasını gündeme getirmektedir (8). ABD’de İngiliz Ulusal Radyolojik Koruma Kurulu (NRPB), Amerikan İdari Endüstri Hijyencileri Konferansı (ACGIH), Uluslar Arası İyonlaştırıcı Olmayan Radyasyondan Koruma Komisyonu (ICNIRP), konuyla ilgili çalışmaları yapan- izleyen ve gözden geçiren belli başlı bağımsız kurullardır. Değişik kurullar tarafından değişik durumlar için standartlar belirlenmiştir. Herhangi bir risk taşımayan kişiler için sürekli etkilenim sınırını 40 mT, riskli gruplar için (pacemaker ve diğer implante elektronik alet taşıyanlar) 0.5 mT. olarak belirlemiştir (22, 23).

Elektro Manyetik Alan Etkileniminin Sağlık Etkileri: EMA etkileniminin çocukluk dönemi lösemileri, diğer kanserler, davranış değişiklikleri, hafızada zayıflama, Parkinson ve Alzheimer hastalıkları gibi pek çok hastalık yanısıra, intihar görülme sıklığında da artışa neden olduğu bildiren bazı çalışmalar bulunmakla birlikte, sağlık etkilerinin olmadığını yada çok düşük olduğunu gösteren çok sayıda araştırma vardır(24-33). Aslında elektrik ve manyetik alanların bu olası sağlık etkilerinin bilimsel olarak daha net bir biçimde açığa kavuşturulması gerekmektedir. EMA etkilenimi dünyadaki tüm toplumları, değişik derecelerde etkilemektedir ve teknoloji ilerledikçe bu tür etkilenimlerin daha da

Page 169: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

118

artacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle, EMA etkilenimi sonucunda ortaya çıkacak küçük bir sağlık etkisi bile, önemli bir halk sağlığı sorunu olarak gündeme gelecektir.

Elektromanyetik Alanlardan Korunmak İçin Alınacak Önlemler (21,22) Elektromanyetik kirlilik ile ilgili olarak sağlık personelinin en çok karşılaştığı sorulardan biri "Cep telefonu kullanmanın, cep telefonu baz istasyonunun yakınında yaşamanın, çalışmanın ya da buraya yakın bir okula gitmenin, YGH’larına yakın oturmanın sağlık sorunlarına yol açıp açmadığıdır". Yapılan ve yapılmakta olan araştırmaların sonuçları düşünüldüğünde bu soruya kesin cevap vermek mümkün değildir. Ancak, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) yaklaşımı en mantıklı yaklaşım olarak ele alınmalıdır. DSÖ; elektromanyetik kirlilik kaynaklarına karşı temkinli olunması gerektiğini, ve bu olası tehlikeyi "sigara" ile eşdeğer tutmak gerektiğini bildirmiş ve çok düşük frekanslı elektromanyetik kirliliği "olası karsinojenler" grubunda sınıflandırmıştır (3, 10). EMA’ların sağlık üzerindeki etkilerine yönelik bilimsel veriler yetersizdir. Bu teknolojinin kanser vb gibi önemli hastalıklara yol açması olasılığı söz konusudur. Bu nedenle söz konusu sonuçtan korkulmaktadır. Bu nedenle ilgili İsveç resmi kurumlarının yayınladığı ortak raporda, “Etkilenimi genel olarak azaltacak önlemler göze alınabilir bir harcama ile ve bütün açılardan makul bir sonuca götürecekse, çevresel açıdan normal olarak kabul edilen değerlerden sapan alanların radikal olarak azaltılması için her türlü çaba harcanmalıdır. Yeni elektriksel bağlantılar ve yapılar söz konusu olduğunda, etkilenimi azaltacak tasarım ve yerleştirme özellikleri daha planlama aşamasında göz önüne alınmalıdır” denmektedir (34). Koruyucu önlemlerin esası EM alan kaynağından olabildiğince uzak durmaktır. Evlerdeki tüm elektrik tesisatını gözden geçirmek ve varsa güvensiz olan tesisatı düzeltmek gereklidir. Yerleşim yerleri YGH’larından daha önce belirtilen uzaklıklarda kurulmalıdır. Eğer yüksek gerilim hatlarının yerleşim yerlerinden geçmesi zorunlu ise bu hatların yeraltından geçirilmesi sağlanmalıdır. Evlerde elektromanyetik alan düzeyi Gaussmetreler kullanılarak ölçülmeli ve kontrol altına alınmaya çalışılmalıdır.

• Televizyon ekranından en az 1m uzakta oturulması, özellikle çocukların televizyonu uzaktan seyretmelerinin sağlanması,

• Bilgisayar ekranından en az 60 cm uzaklıkta oturulması, • TV, çamaşır makinası, bilgisayar vb. aletlerin arkasında bulunan odada, bu araçların

hemen arkasında yatak, sürekli kullanılan koltuk vb. bulundurulmaması, özellikle bu tür araç gereçlerin bulunduğu duvarların arkasında çocuk yatağı olmaması,

• Bulaşık makinası, mikser, konserve açacağı, mikrodalga fırınlar çalışırken karşılarında durulmaması,

• Elektrikli traş makinaları, elektrikli battaniyeler ve cep telefonlarının seyrek kullanılması, elektrikli battaniyeler kullanılacaksa yatağı ısıttıktan sonra fişten çekilmesi ,

• Çalar saatlerin yastıktan en az 1 metre uzağa konulması, • Elektrikli araçların kullanılmadıkları zaman kapatılması hatta fişten çekilmesi, • Evlerin yüksek herilim hatlarından en az 100 m uzakta yapılması için gerekli yasal

düzenlemelerin yapılması,

Page 170: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

119

• Açık alanlarda yüksek gerilim hatlarından ve elektrik dağıtım kablolarından uzakta durulması önerilmektedir Özellikle çocukların YGH’larının altındaki alanlarda oynamasını önlenmelidir

• Cep telefonları ile ilgili olarak; • Bireyler cep telefonu kullanımı konusunda bilinçlendirilmelidir. • Normal telefon varken cep telefonu kullanılmaması, • Cep telefonlarıyla uzun konuşmalar yapmaktan kaçınılması, sadece haberleşmek

amacıyla kısa konuşmalar için kullanılması, • Cep telefonunun vücuttan uzak bir yerde (Örneğin çantada) taşınması, konuşurken

kulaklık takılması, • Düşük SAR (Spesific Absorbtion Rate, Bağıl Soğurma Hızı) değerli cep

telefonlarının kullanılması, • Mümkünse açık alanlarda kullanılması, • Cep telefonlarını vücuttan uzak tutacak teknolojik araçların kullanılması, • Hamilelerin ve çocukların cep telefonu ile konuşmalarının kısıtlanması

önerilmektedir. • Cep telefonu baz istasyonlarının kurulması için yer seçimi de dahil olmak üzere tüm

dünyada olduğu gibi standartların konulması ve uygulanması önerilmektedir. Gelişen teknolojiye bağlı olarak elektromanyetik etkilenim gün geçtikçe artmaktadır. Çok düşük frekanslı elektromanyetik alanlar olası kanserojenler arasında değerlendirilirken radyofrekans radyasyonun sağlık etkileri ile ilgili olarak yapılan epidemiyolojik, hücresel ve hayvan çalışmalarında kesin sonuçlara ulaşılamamıştır. Biyolojik etkiyi gösteren hücre kültürü çalışmaları bulunmakla birlikte insanda kanser geliştiğine dair kanıtlar gösterilememiştir. Hayvan deneylerinin çoğunda negatif sonuç bulunmuştur. Ancak negatif sonuçların sayısının çok olması sağlık etkisinin bulunmadığı anlamına gelmemektedir ve koruyucu önlemlerin alınmasına gereklidir (3, 35). Kaynaklar: 1. Güler Ç. Elektromanyetik Kirlilik. Çevre Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No: Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara. 2. Bilir N. Radyasyon ve Sağlık. Halk Sağlığı Kurumu Derneği, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı, Teknik Rapor No:1 Ankara, 1994. 3. WHO Radiation and Environmental Health Department of Protection of the Human Environment; Estabilishing a Dialogue on Risks from Elektromagnetic Fields. 2002. 4. Fife B., Health Hazards of Electromagnetic Radiation, Health Wise Publication, Colerado Springs, 1998. 5. Cowan D., Girdlestone R., Safe as Houses, Gatewayn Books, Bath , UK, 1995. 6. Prata S., EMF Handbook, Understanding and Controlling Electromagnetic Fields in Your Life, Waite Group Press, 1993. 7. Moulder John E, Foster KR. Biological Effects of power frequency fields as they relate to carcinogenesis, Proc Soc Exper Biol Med 209:309-324,1995. 8. Moulder JE, Power frequency fields and cancer. Crit Rev.Biomed Engineering 26:1-116,1998. 9. John J., “Electromagnetic fields and your health; J of Popular Electronics i. 1993 10. Frank A.L., Slesin L., Nonionising radiation, Maxcy Rosenau-Last, Public Health and preventive Medicine, Wallace R.B.Ed, 14, 526-35, Stamfort, 1998. 11. Moulder J. E.; Foster K. R., Biological effects of power-frequency fields as they relate to carcienogenesis, Proc. Soc. Exper. Biol. Med. 209, 309-324, 1995.

Page 171: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

120

12. Moulder J. E., Power-frequency fields and cancer. Crit. Rev. Biomed. Engineering, 26, 1-116, 1998.

13. Foster K. S. Erdreich L. S., Moulder J. E., Weak electromagnetic fields and cancer in the context of risk assesment, Proc. IEEE, 85, 731-746, 1997. 14. Kınış A., Yüksek gerilimli enerji iletim hatları ve trafo istasyonları. Elektromanyetik Kirlilik Etkileri Sempozyumu, 145-149, Ankara, 1999. 15. T.C. Resmi Gazete Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği, Sayı:16466, 21 Kasım 1978. 16. Handbook of Pediatric Environmental Health, Eztel R A., Balk S.J., American Academy of Pediatrics, 1999 17. Electromagnetic Fields 300Hz-300GHz, Environmental Healh Criteria 137, WHO, Genava, 1993. 18. Sanalan Y., Nükleer olmayan radyasyon da var, Elektromanyetik Kirlilik Etkileri Sempozyumu, 1-4, Ankara, 1999. 19. Zaffanella L.E., Survey of residential magnetic field sources. Goals, results and conclusions, Report No. TR-102759-V.1.:Electric Power Research Institute, Palo Alto, CA, 1993. 20. Vaizoğlu A. S.,Yüksek Gerilim Hatlarına ve Diğer Faktörlere Bağlı Düşük Frekanslı Elektromanyetik Kirlilik Durumu ve Olası Bazı Sağlık Etkileri, Danışman ; Prof. Dr. Çağatay Güler, Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2001 21. Riley K, Tracing EMFs in Building Wiring and Grounding. MagneticScience International,1995. 22. Fife B. Health Hazards of Electromagnetic Radiation. Health Wise Publication, p.36-40, 1998. 23. WHO European Centre for Environment, “Concern For Europe’s Tomorrow, Health and the Environment in the WHO European Region”, Stuttgart, 1995. 24. International EMF Project, Health and environmental effects of exposure to static and time varying electric and magnetic fields, Geneva, WHO, 1999. 25.Wertheimer N., Leeper E., Electrical wiring configurations and childhood cancer. Am. J. Epidemiol. 109, 273-284, 1979. 26. Savitz D., Case control study of childhood cancer and exposure to 60 Hz magnetic fields, Am. J. Epidemiol.,128, 21-38, 1988. 27. Ahlbom A., Biological effects of power line fields, Final report of the New York State power line project, Department of Health, Albany, New York, 1987. 28. Feychting M., Ahlbom A:, Magnetic fields and cancer in children residing near Swedish High-Voltage Power Lines, Am. J. Epidemiol., 138, 467-81, 1993. 29. Ahlbom A., Electromagnetic fields and childhood cancer, The Lancet, 342, 1295-1296, 1993. 30. Washbum E.P., Residential proximity to electricity transmission and distribution equipment and risk of childhood leukemia, childhood lymphoma and childhood nervous system tumors: systematic review, evaluation and meta-analysis, Cancer Causes Control, 5, 299-309, 1994. 31. Li C.Y., Theriault G., Lin R.S., Epidemiological appraisal of studies of residential exposure to power frequency magnetic fields and adult cancers, Occup. Environ. Med. 53, 505-510, 1996. 32. Feychting M., Non-cancer EMF effectets related to children, Rewiev, Bioelectromegnetics, Supp 7, 69-74, 2005 33.Ahlbom A., A review of the epidemiologic literatures on magnetic fields and cancer, Scand. J. Work Environ. Health, 14, 337-343, 1988.

Page 172: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

121

34. National Electrical Safety Board, Electrical and magnetic fields-Swedish practice in relation to the Masatricht Precautionary Principle- guidance for national authorities and desicion- makers, Stockholm, Sweden, 1996. 35. Colonna A. Cellular phones and cancer: current status. Bull Cancer.;92(7):637-43, 2005.

Page 173: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

122

Tehlikeli (ve Radyoaktif) Atık Yönetimi ve İnsan Sağlığı ŞAHİN Ümit Halk Sağlığı Uzmanı Çevre İçin Hekimler Derneğiı Giriş Çevre kirliliği ve insan sağlığının kesişme noktaları, kimyasal, fiziksel ve biyolojik kirleticilerin çevrede bulunma yoğunlukları ve bunların organizmada yarattığı toksik etki düzeyleriyle ilişkilidir. Bugün üzerinde yaşadığımız gezegenin karşı karşıya bulunduğu çevre kirliliğinin insanların hastalık yükündeki doğrudan payının hesaplanmasında çevresel kirleticilerden kaynaklandığı bilinen kalp ve akciğer hastalıkları, kronik hastalıklar, kanser, doğumsal anomaliler ve benzeri sağlık sorunları hesaba katılmaktadır. Ancak kirleticilerden kaynaklanan sağlık sorunlarının saptanmasında ciddi kısıtlar halen devam etmektedir. Bunların başında her gün yenileri üretilen, kullanıma sunulan veya atık olarak açığa çıkan kimyasal bileşiklerin toksikolojik niteliklerinin ortaya konmasındaki teknik ve zamansal sorunlar ve bu bileşiklerin çevredeki yoğunluklarının ölçülmesindeki ve izlenmesindeki teknik, maddi ve politik kısıtlar gelmektedir. Ayrıca elektromanyetik alanlar gibi giderek önemi artan fiziksel kirleticilerin organizma üzerindeki etkilerinin anlaşılmasındaki zorluklar devam etmektedir. Çevresel kirleticilere daha çok işyeri ortamında kısa sürede ve yüksek dozda maruz kalmayla ilgili veya akut zehirlenme durumundaki sağlık etkileri daha iyi bilinmekte, ancak genel populasyonun maruz kalma şekli olan uzun süre, düşük dozda etkilenimin sağlık üzerindeki etkilerinin saptanması epidemiyolojik, etik ve politik güçlükler taşımaktadır. İnsanlar elektromanyetik alanlar ve gürültü gibi fiziksel kirleticilerle daha çok bireysel tüketim düzeyinde karşılaşır (cep telefonu vb.), ya da endüstriyel üretim veya dağıtım yerlerine (yüksek gerilim hatları, baz istasyonları gibi) yakınlık durumunda (ya da işyeri ortamlarında) bu tür kirlilikten etkilenirler. Kimyasal kirleticiler ise çok daha yaygın bir sorundur. İnsanlar kimyasal kirleticilerle hem bireysel tüketim düzeyinde karşılaşırlar (örneğin pestisitlerle kirlenmiş yiyeceklerin yenilmesi, zararlı gıda katkı maddelerinin kullanıldığı hazır besinler vb.), hem de daha yaygın olarak endüstriyel üretim proseslerinden (veya kazalar sonucunda) açığa çıkan ve kontrolsuz biçimde çevreye bırakılan kimyasal atıkların hava, su ve toprağı kirletmesi sonucunda farkına varmadan maruz kalırlar. Bu açıdan çevre sağlığı ile ilgilenen bütün disiplinler kimyasal kirleticilerin çevre ve insana bulaşma nedeni olan atıklarla yakından ilgilenmek zorundadır. Fiziksel kirleticiler arasında sayılan radyoaktif atıklar da bu anlamda kimyasal atıklarla aynı kategoride değerlendirilebilir. Tehlikeli atık kontrolundan söz ederken birkaç nokta özellikle göz önünde tutulmalıdır: Sözü edilen tehlikeli atığın kimyasal (veya radyoaktif) bileşimi nedir?

1. Atık hangi üretim sürecinin ürünü olarak, hangi aşamada ortaya çıkmıştır? 2. Atık çevredeki hangi ortamlara (hava, su, toprak, bitki ve hayvanlar) ne şekilde

bulaşmıştır, bu ortamları hangi yoğunlukta kirletmiştir?

Page 174: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

123

3. Atıktan çevreye bulaşan kimyasal (veya radyoaktif) kirletici ilgili ortamlarda nasıl bir dağılma ve yayılma paternine sahiptir? Kirletici toprakta bağlanma, biyolojik birikim, hava akımlarıyla veya suyla taşınma gibi yönlerden ne gibi nitelikler taşımaktadır?

4. Söz konusu kirleticinin çevredeki yoğunluğu nedir ve hangi yöntemlerle ölçülebilmektedir?

5. Kirletici maddenin ekosistem üzerindeki, yani flora, fauna, popülasyon dinamikleri, besin zinciri, hayvanların göç yolları ve konaklama yerleri vb. açısından ne gibi etkileri vardır?

6. Kirletici maddenin doğa üzerindeki insani faaliyetler, yani tarım, hayvancılık, su ürünleri, ormancılık vb. açılardan ne gibi etkileri vardır?

7. İnsanlar kirletici maddeyi hangi ortamdan hangi yollarla almaktadır? Açık havadan, iç ortamdan veya işyeri havasından soluma, su ve besinler yoluyla organizmaya alınma, cilde temas gibi yollardan hangisi veya hangileri ne ölçüde etkilenime neden olmaktadır?

8. Kirletici maddenin insan organizmasında geçirdiği aşamalar nelerdir? Kana ve diğer dokulara geçme yolu ve hızı, dokularda birikme ve metabolize edilme paterni, organizmada bir başka maddeye dönüşüp dönüşmediği ve vücuttan atılma yolları göz önünde bulundurulmalıdır.

9. Kirletici maddenin insan sağlığı üzerinde ne gibi bilinen etkileri vardır? Maddenin neden olduğu ne gibi kanserojen, teratojen, endokrin bozucu, irritan, metabolizmayı değiştirici vb. sağlık etkileri vardır? Kirleticinin yol açtığı morbidite ve mortalite ne düzeydedir?

10. Kirletici maddenin insan sağlığı ile ilgili neden sonuç ilişkisi tam olarak kanıtlanamamış, ancak gözlem, hayvan deneyleri ve benzer maddelerle karşılaştırma gibi çeşitli yollarla tahmin edilen ne gibi etkileri olabileceği beklenmektedir? Bu tür etkilerle ilgili olarak önlem ilkesi ne ölçüde işletilmelidir?

11. Kirleticilerin insan ve çevre üzerindeki toksik etkisiyle ilgili ne gibi ileri araştırmalar yapılmalıdır?

Tehlikeli kimyasal ve radyoaktif atıkların kontrolu, atığın ortaya çıkışından, insan ve çevre üzerinde toksik etkiler oluşturmasına kadar, yukarıda sayıldığı gibi çok çeşitli aşamalar göz önüne alınarak planlanmak zorundadır. Bu durum tehlikeli atık kontrolu olarak adlandırılan uygulamanın çevre bilimleri, sağlık ve tıp alanındaki hiçbir disiplinin tek başına altından kalkamayacağı ve üstlenmemesi gereken kapsamda bir alan olduğunu göstermektedir. Tehlikeli atıklarla ilgili düşülen en önemli yanlışlar şu başlıklar altında özetlenebilir:

1. Atığın içerdiği kirleticiler içinde sadece en iyi bilinenlere odaklanılması, diğer olası kirleticilerin gözardı edilmesi.

2. Kirleticilerin ortamda bulunduğu konsantrasyondan çok noktasal deşarj ya da emisyon düzeyine odaklanılması.

3. Ortamdaki kirletici yoğunluğunun ölçümünde örnekleme yönteminin yetersizliği ve sonuçta saptanan kirletici konsantrasyonunun ortamdaki kirletici düzeyini yansıtması konusundaki yetersizlikler.

4. Ölçüm yapılan laboratuarlardan kaynaklanan standardizasyon ve kalifikasyon sorunları.

5. Çevre ve insan sağlığı üzerinde en iyi bilinen neden sonuç ilişkilerine odaklanma ve diğer olası etkilerin gözardı edilmesi.

6. Kirleticilerin tek başına ele alınması ve birden fazla kirleticinin organizamda yaratabileceği sinerjik etkinin gözardı edilmesi.

Page 175: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

124

7. Uzun süre düşük doz maruziyeten kaynaklanabilecek daha az bilinen etkilerin görülememesi.

8. Önlem ilkesinin yeterince uygulanmaması veya amaç dışı kullanımı. Tehlikeli atıklar konusunda özellikle vurgulanması gereken diğer başlıklar şöyle sıralanabilir: • Üretim süreçleri ve başlıca tehlikeli atıklar • Çevresel kirleticilerin izlenmesi • Temiz üretim ilkesi ve tehlikeli atıkların kontrol yöntemlerinden (başlıca atık yakma)

kaynaklanabilecek tehlikeli atıklar • Sınır ötesi tehlikeli atık ticareti Bu yazının sonunda Türkiye’den konuyla ilgili bazı güncel örnekler anılmakta ve Türkiye’de çevresel kirleticilerin ve tehlikeli atıkların kontrolu kapsamında kamuoyunu bilgilendirme ve uyarma işlevini yerine getirme amacıyla Çevre İçin Hekimler Derneği’nin öncülüğünde hazırlanmış bulunan Kalıcı Organik Kirleticiler ve Sağlık Bildirgesi’nden ayrıca söz edilmektedir.

1- Üretim Süreçleri ve Başlıca Tehlikeli Atıklar:

Tehlikeli atık, çevre ve insan sağlığı üzerinde tehlikeli ya da potansiyel olarak zararlı özelliklere sahip atıklara verilen isimdir. Tehlikeli atıklar sıvı, katı, gaz veya çamur şeklinde olabilir. Üretim süreçlerinden kaynaklanan istenmeyen yan ürünler olabileceği gibi temizlik malzemeleri ve pestisitler gibi son kullanım ürünlerinden de kaynaklanablir. OECD ülkelerinde 1987 rakamlarına göre azot oksit emisyonlarının %25’i, kükürt dioksit emisyonlarının %40-50’si, biyolojik, kimyasal ve radyoaktif atıkların %75’i ve suya deşarj edilen toksik bileşiklerin %90’ı endüstriyel üretim süreçlerinden kaynaklanmaktadır. Tehlikeli atıkların ortaya çıktığı endüstriyel üretim süreçleri çok özet olarak aşağıdaki gibi sınıflanabilir:

1. Hammadde üretimi: Madencilik, kömür ve petrol çıkarılması, ormancılık, balıkçılık, tarım ve hayvancılık bu grupta ele alınabilir. Özellikle madencilikten kaynaklanan hava ve su kirliliği önemli düzeyde çevre kirliliğine yol açmaktadır. Tarımda kullanılan pestisitler, aşırı üretim ve aşırı avlanma da çevre üzerinde önemli yük oluşturmaktadır.

2. Endüstriyel üretim: Hammaddelerin işlendiği demir çelik endüstrisi, diğer metalurjik faaliyetler, petrokimya endüstrisi, selüloz sanayi, endüstriyel bitkilerin işlenmesi ve çeşitli gıda işleme süreçleri bu grupta ele alınabilir. Ağır metaller, partiküler kirlilik, kükürt ve azot oksitler, klorlu bileşikler, poliaromatik hidrokarbonlar, bitkisel lifler ve ötrifikasyona neden olan büyük mitarlarda organik atıklar bu tip endüstriyel üretimin neden olduğu kirlilikler arasında sayılabilir.

3. İkincil endüstri: Hammeddeler ve işlenmiş maddelerin tüketim maddelerini üretmek için kullanıldığı kağıt sanayi, tekstil, kimya sanayi, elektrik ve elektronik sanayi bu grupta ele alınabilir. Bu tip üretimde de yukarıda sayılan kirlilikler ortaya çıkmaktadır.

4. Hizmet üretimi: Birincil ve ikincil endüstriyel üretim kadar ağır kirlilik oluşturmasa da sağlık, seyahat, turizm, eğlence, iletişim vb. hizmet üretimi de son kullanıcı noktasında üretilen kirliliğin yoğunlaştığı bir aşamadır.

Page 176: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

125

Tüm bu endüstriyel üretim ve son kullanıcı düzeyinde tehlikeli atık olarak açığa çıkan başlıca kimyasal kirleticiler toksik metaller (kurşun, cıva, kadmiyum, arsenik, krom vb.), solventler, gazlar ve organik kirleticilerdir (PCB’ler, dioksinler, furanlar vb.). 2- Çevredeki Kimyasal Kirleticilerin İzlenmesi:

Çevredeki kimyasal kirliliğin etkin bir şekilde analizi 1950’li yılların başlarında gaz likid kromatografi (GLC) ve atomik absorbsiyon spektroskopi’nin (AAS) bulunmasıyla başlamıştır. Çevrede bulunan organik kirleticilerin ve petrol ürünlerinin tespitini sağlayan GLC ve metallerin tespitini sağlayan AAS teknikleri sonraki yıllarda çok daha gelişmiş yöntemlerin ortaya çıkmasına öncülük etmişlerdir. Bugün çevredeki kimyasal kirleticilerin izlenmesi mümkündür, ancak sadece ölçüm ve izlemenin yeterli olmaması ve saptanan kirliliğin biyolojik ve insan sağlığı üzerine etkilerinin kolay ölçülebilir olmaması izlemenin sonuç vericiliğini azaltmaktadır. Her durumda bir kimyasal kirliliğin izlenmesinde aşağıdaki şemada özetlenen stratejinin kullanılması ve müdahale ve sorun belirlemenin birbirine bağlı süreçler olduğunun unutulmaması gerekir.

Soru/Problem İzlemenin Amacının Saptanması Örnekleme Yönteminin Belirlenmesi Çevreden Örnek Alınması Laboratuarda Analiz Raporlama Yönetimsel Eylem

Page 177: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

126

Çevresel bir kirleticinin analizi için örnek alınırken kirleticinin çevrede nasıl davrandığının, alınması gereken örnek tipinin (su, toprak vb.) ve nasıl bir örnekleme yöntemi izleneceğinin önceden bilinmesi gereklidir. Yanlış örnek alınması durumunda analiz yöntemi doğru da olsa, alınan sonuç kirleticinin çevredeki düzeyi ve yeri konusunda yanlış fikir verecektir. Örnekleme yöntemi olarak rasgele, sistematik, ya da mantıksal örnek alma yolları ayrı ayrı ya da ortamın farklı yerleri için değiştirilerek ve kombine olarak kullanılabilir. Çevresel bir kirleticinin izlenmesinde örnek alma sıklığı hava ve su gibi hızlı değişen ortamlarda sık (genellikle günlük, haftalık gibi), toprak gibi sabit ortamlarda genellikle daha seyrektir. Çevresel kirleticilerin izlenmesinde kullanılan kimyasal analiz yöntemlerini çok kısa özetlersek, bu yöntemlerin üç ana kategoride toplandığını söyleyebiliriz: Islak kimyasal analiz, spektrofotometri ve kromatografi. Bu kategorilerde bir araya getirilen ana yöntemler ve kullanıldığı yerlere örnekler Tablo 1’de verilmiştir.

Tablo 1 – Çevresel kirletici analiz yöntemleri Islak Kimyasal Analiz Spektrofotometri Kromatografi

-Trimetrik Yöntem -Elektrod yönetemi -Spektrofotometri -Gravimetrik yöntem

-Atomik absorbsiyon -Atomik emisyon

-Gaz likid kromatografi -Gaz kütle kromatografi -İyon değişimi yöntemi

Örnek kirleticiler: -klorid -amonyak -nitrat -fosfat -sülfid

Örnek kirleticiler: -Cıva -Arsenik -Kurşun -Çoğu metaller

Örnek kirleticiler: -Klorlu pestisidler -PCB’ler -Hidrokarbonlar -Dioksinler

Kullanılan analiz yönteminden istenen sonucun alınması ve uygulanacak önlemlerin anlamlı olabilmesi, analiz yöntemi için kullanılacak kalite kontrol sistemleri ile de yakından ilgilidir. Bunlar arasında boş analiz, aletlerin kalibrasyonu, standard referans maddelerin analizi, laboratuar kontrol örneklerinin analizi, çifte analiz gibi çalışmaların yapılması ve kalifiye personel çalıştırılması, alet ve ekipmanın yeterli olması, uygulamaların süpervizyonu gibi noktalara dikkat edilmesi sayılabilir. 3- Temiz üretim ilkesi ve tehlikeli atıkların kontrol

yöntemlerinden kaynaklanabilecek tehlikeli atıklar: Tehlikeli atık yönetim programları;

• Tehlikeli atığın tanımlanması • Tehlikeli atığın üretim ve taşınmasının kontrol altına alınması • Tehlikeli atığın işlenmesi, depolanması ya da bertarafından sorumlu kişi ve

kuruluşların denetlenmesi aşamalarını içerir.

Page 178: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

127

Tehlikeli atıkların kontrolunda başlıca ilke tehlikeli atık üretiminin minimizasyonudur. Atık minimizasyonu atık hacmini düşüreceği için bertaraf aşamasındaki riskleri azaltır, böylece halk sağlığı üzerindeki olası etkileri daha kabul edilebilir sınırlar içinde tutar, atık yönetiminin ve betarafının maliyetini düşürür ve hammadde tüketimini azaltır. Tehlikeli atık minimizasyonu için kullanılan teknikler şöyle özetlenebilir:

• Toksik olmayan malzemelerin kullanımına öncelik verrilmesi ve bu malzemelerin alımında, depolanmasında ve işlenmesinde temiz yöntemlerin kullanılması.

• Atık üretmeyen ve geri dönüşüme olanak sağlayan ekipman kullanımı. • Üretim prosesinde yapılan değişikliklerle tehlikeli hammaddelerin tehlikeli

olmayanlarla değiştirilmesi, sızıntı ve dökülmelerin önlenmesi, tehlikeli atıkların tehlikeli olmayanlardan ayrılması.

• Geri dönüşüm ve yeniden kullanım. • En az düzeyde üretilen atıkların zararsız yöntemlerle bertarafı.

Tehlikeli atıkların yakılması, atıkların kontrolu için kullanılan, ancak çevreyi önemli ölçüde kirleten bir yöntemdir. Atıkların yakılması bu atıkların içindeki ağır metalleri ve zehirli bileşikleri ortadan kaldırmamakta, bunların aynen ya da form değiştirerek kül ve baca gazında toplanmasını sağlamaktadır. Üstelik baca gazı, PVC ve klorlu sanayi atıkları gibi klorlu organik bileşiklerin yakılması sonucu ortaya çıkan istenmeyen bir yan ürünü, yani atık yakmanın yarattığı kalıcı organik kirleticiler olan dioksin ve furanlaın çevreye yayılmasına neden olur. En kanserojen kalıcı organik kirleticiler olan Dioksin ve Furanlar, atık yakma sonucu baca gazıyla çevreye yayılarak ortamı kirletir, doğrudan veya besinler yoluyla canlılarda ve insan vücudunda birikir ve uzun mesafelere taşınabilir. 1994 yılında ABD Çevre Koruma Ajansı, atık yakma tesislerini, ABD’de dioksin salınımının %84'ünden sorumlu bulmuştur. Yakma tesisleri, toplam dioksin emisyonun, Japonya'da % 93, İsviçre'de %85, İngiltere'de %79, Danimarka'da %70'inden sorumludur. Atık yakma tesislerinin baca gazlarında Dioksin ve Furanlar dışında PCB’ler gibi diğer kalıcı organik kirleticiler, poliaromatik hidrokarbonlar, çeşitli uçucu organik bileşikler ve ağır metaller de bulunmaktadır. Çeşitli ülkelerde atık yakma tesisleri çevresinde yaşayan çocukların ve yetişkinlerin doku ve kan örneklerinde Dioksin ve PCB’ler bulunmuştur. Bugün tehlikeli atık yönetiminde giderek daha önemli hale gelen temiz üretim ilkesi, sıfır atık, eko-vergilendirme, adil ticaret gibi bağlantılı uygulamalarla birlikte artık bir üretim ve tüketim felsefesi haline gelmiş durumdadır. 4- Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınması Sorunu:

Tehlikeli atık ticareti, atıkların doğal yayılımlarıyla sınır tanımayan özelliklerinin ötesinde çevre kirliliğinin küreselleşmesine neden olmaktadır. Kimyasal ve radyoaktif atıkların başka ülkelere taşınması, Batı ülkelerinde çevresel kaygıların yaygınlaşması, ancak bu atıkların üretilmemesi yolunun değil, atıklardan bir şekilde kurtulma yolunun seçilmesinin sonucudur. Her yıl yaklaşık 400 milyon ton tehlikeli atığın büyük ölçüde illegal yollarla sınırlar arasında dolaştığı ve hiçbir izlemeye tabi olmayan depolama alanlarına boşaltıldığı tahmin edilmektedir. Tehlikeli atık ticaretinde alıcı taraftaki ülkenin çevresel standartlarının düşüklüğü ve rüşvet ve benzeri yasadışı para alışverişleri rol oynar. Atıklar çoğunlukla alıcı ülkede yeraltı sularını, tarım alanlarını ve havayı kirletecek şekilde rasgele depolanır.

Page 179: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

128

1989 yılında imzalanan Basel konvensiyonu bu uluslararası atık ticaretini kontrol altına almayı öngörmektedir (bkz. Tablo 2). Ancak Basel Konvansiyonu da atık ticaretini tamamen yasaklamamakta, denetim altına almayı öngörür. Yine de özellikle konvansiyonun ilgili tüm ülkelerin yazılı rızasını ve atığı gönderen ülkenin gerekli koşulların sağlanmaması durumunda atığı geri almasını şart koşan maddeleri tehlikeli atık ticaretine karşı mücadelede önemli araçlar olarak kullanılabilmektedir. TABLO 2 - Basel Konvansiyonunun Maddeleri

1. Atık üretimi ve taşınması öngörülen minimum düzeye düşürülmeli ve atıklar üretildiği yere mümkün olan en yakın yerde depolanmalıdır.

2. Her ülke tehlikeli atık ithalatını yasaklama hakkına sahiptir, imzacı ülkeler tehlikeli atıkları ilgili maddenin ithalini yasaklayan bir ülkeye, bu ülke imzacı olsun ya da olmasın, gönderilmesine izin vermeyecektir. Ayrıca imzacı ülkeler tehlikeli atıkların uygun ve çevresel olarak güvenli bir şekilde depolanmayacağına dair bir şüphenin bulunduğu ülkelere gönderilmesine izin vermeyeceklerdir.

3. İmzacı ülkeler tehlikeli atıkların imzacı olmayan ülkelere gönderilmesine ya da bu ülkelerden alınmasına bu taşınma en az Basel Konvansiyonu kadar sıkı bir anlaşma tarafından yönetilmediği sürece izin vermeyecektir.

4. Atık ihracı yapan ülke, tehlikeli atığın ülke dışına çıkışına atığı alacak ve atığın gönderilme yolu üzerindeki ülkelerin gönderinin içeriğinde ne olduğuna dair bilgiye dayalı yazılı rızalarını almadan izin vermeyecektir.

5. Tehlikeli atığın güvenli bir şekilde taşınması ve depolanması söz konusu olmadığı durumda atık ihraç eden ülke atığı geri almakla yükümlüdür.

6. Bu ilkelere uygun olmayan her türlü işlem yasadışı atık ticareti olarak kabul edilir ve imzacı ülkelerin geliştirmek zorunda olduğu yasal yaptırım ve cezalara konu olur.

TÜRKİYE’DEN GÜNCEL ÖRNEKLER

Türkiye tehlikeli atıkların kontrolu konusunda temiz bir sicile sahip olmayan, üstelik konunun kamuoyunun gündemine ancak kaza ve skandallarla gelebildiği bir ülkedir. Yakın geçmişte yaşanan birkaç olay arasında İskenderun körfezinde termik santral külü yüküyle batan Ulla gemisi, İkitelli’de bir hurdalıkta bulunan radyokatif atıklar, Tuzla’nın Aydınlı beldesinde ve bunu izleyerek çeşitli sanayi bölgelerinde gömülü bulunan atık varilleri, Karadeniz sahilerine vuran ve uygun olmayan şartlarda depolanan tehlikeli atık dolu İtalyan menşeli variller sayılabilir. Bu gibi örneklerin yakından incelenmesi ve çıkarılan sonuçların tehlikeli atık yönetiminde yol gösterici olması gerekmektedir.

Sonuç

Tehlikeli atık konusu ancak ilgili bakanlıklar, kamu kuruluşları, üniversiteler, meslek kuruluşları, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarının ortak sorumluluk alarak kontrol ve izleme sorumluluğunu yüklenebilecekleri, bağımsız kuruluşların rolünün son derece önemli olduğu bir konudur.

Page 180: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

129

Çevre İçin Hekimler Derneği’nin ilgili tarafları bir araya getirmeye çalışarak hazırladığı Kalıcı Organik Kirleticiler Bildirgesi, üniversite, meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte katkıda bulunarak kamuoyunu uyarma ve bilgilendirme işlevini yerine getirdiği örnek bir metin olarak incelenebilir. Tehlikeli atık yönetiminin multidisipliner ve bilimsel bağımsızlık gerektiren niteliği hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalı, halk sağlığı disiplininin bu konudaki rolü vurgulanmalıdır.

Kaynaklar:

1. Dade W. Moeller. Environmental Health, Third ed., Harward Universiy Press, 2005 2. Annalee Yassi, Tord Kjellström, Theo de Kok, Tee L. Guidotti. Basic Environmnetal

Health, Oxford University Press, 2001. 3. Des W. Connell. Basic Concepts of Environmental Chemistry, Second ed., Taylor

and Francis Pub., 2005. 4. Clean Production Action web sitesi: http://cleanproduction.org 5. US Environmental Protection Agency web sitesi: http://www.epa.gov 6. Çevre İçin Hekimler Derneği web sitesi: http://www.cevrehekim.org

Page 181: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

130

Türkiye’de Ülke İçinden Yerinden Edilme, Arka Plan ÖNEN Pınar *, AKER Tamer ** * Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi **Psikiyatri AD, Ruhsal Travma Birimi Zorunlu olarak yapılan iç göçler taşıdıkları önem nedeniyle son yıllarda yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. Bu kavram ülke içinde yerinden edilme olarak da (internal displacement) adlandırılmaktadır. Tanımlamada en kabul gören ölçüt Birleşmiş Milletler (BM)’nin yol gösterici ilkeleridir. Bu ilkelere göre ülke içinde yerinden edilmiş kişiler ‘zorla ya da mecbur kalarak evlerinden veya sürekli yaşamakta oldukları yerlerden, özellikle silahlı çatışmaların etkilerinden, genel olarak şiddet içeren durumlardan, insan hakları ihlallerinden veya doğal ya da insan kaynaklı felaketlerden korunmak için, uluslararası kabul görmüş devlet sınırlarını geçmeksizin kaçan ya da bu yerleri terk eden kişi veya bu tip kişilerden oluşan gruplar’ olarak tanımlar. Bu tanımlama ile ülkeler arasında kabul edilen bir sınırı geçmeyen zorunlu iç göçmenler, yerinden edilmiş kişiler olarak kabul edilmektedir. Tanımın en önemli iki noktası zorlamanın olması ve ülke sınırları içinde kalınmasıdır. Ekonomik göçmenler ya da gönüllü olarak göç edenler bu tanıma dâhil edilmemektedir. Ancak tanım sel ve deprem gibi doğal afetler, açlık ve nükleer santral patlaması veya geniş ölçekli kalkınma projeleri gibi nedenlerle yerinden olanları da kapsamaktadır. Türkiye 1989- 1995 yılları arasında yoğunluklu olmak üzere, yaklaşık son 20 yıl içerisinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki düşük yoğunluklu savaş, güvenlik kuvvetleri ve PKK arasındaki silahlı çatışmalar ve bölgedeki genel veya yerleşim yerlerine özel güvenlik sorunları/endişeleri nedeniyle, çok sayıda köy veya mezra ya tamamen ya da kısmen boşalmıştır. Köy veya mezralarını terk etmek zorunda kalan nüfusa ek olarak, aynı düzeyde olmamakla birlikte, yine bu bölgede il veya ilçe merkezlerinde yaşadıkları halde bu yerleşim yerini terk etmek zorunda kalan nüfusun da olduğu bilinmektedir. Ülke içinde yerinden edilmiş aileler, bölgedeki ilçe ve kentlere ve Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgelerindeki şehir ve metropollere göç etmişlerdir. Halen, Türkiye’de yukarıdaki nedenlerle yerlerinden edilmiş kişilerin sayılarına, coğrafi dağılımlarına, demografik, toplumsal ve ekonomik durumlarına ilişkin net bilgiler bulunmamaktadır. Bu sayılar 350 bin ile 3- 4 milyon arasında değişmektedir. En düşük rakam İçişleri Bakanlığı’nın “Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi” çerçevesinde yapılan başvurular temel alınarak hesaplanmıştır. Sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlar tarafından yaklaşık üç ya da dört milyon olarak yapılan tahminler ise belirli bir veriye dayanmamakta ve daha çok 20 yıl boyunca yaşanan silahlı çatışmalar ve güvenlik sorunlarından etkilenen nüfusu yansıtmaktadır. Daha gerçekçi sayının bir milyon civarında olması beklenmektedir (Ünalan, 2005). Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’nin (TMMOB) yayınladığı Diyarbakır’a ilişkin rapor (1998), zorunlu göçün kentsel sonuçlarına ilişkin gerçekleştirilen ilk önemli araştırmalardan biridir. 1996 yılında kent merkezinde yapılan bir araştırma hanelerin yüzde 34,4’ünü, 1990 sonrasında göç eden “zorunlu göç” grubundan oluştuğunu göstermiştir. Zorunlu göç grubundakilerin yaklaşık yüzde 95’i kentteki hayat koşullarından memnun olmadıklarını ifade etmiştir. Kent yaşamıyla ilgili sorunlarının neler olduğuna ilişkin ve

Page 182: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

131

birden fazla seçeneğin işaretlenebileceği bir soruya, zorunlu göç grubu yüzde 81 işsizlik, yüzde 70 konut sorunu, yüzde 50 sağlık sorunlarının artışı, yüzde 41 çocuklarının okula gidememesi, yüzde 39 kimseden yardım alamama, yüzde 35 aç kalma yanıtlarını vermişler. Mehmet Barut’un kaleme aldığı ve Diyarbakır, Van, Batman, İstanbul, İzmir ve İçel’de yapılan ve 2000 hanelik bir örnek grubundan oluşan çalışmanın bulgularına dayanan rapora (2002) göre, zorunlu göçe maruz olan nüfusun eğitim düzeyi çok düşük (kadınların yüzde 61’i, erkeklerin yüzde 28,5’i okur-yazar değil) ve yüzde 90’dan fazlasının sosyal güvencesi yoktu. Çalışanlardan yüzde 83’ü geçici/dönemsel işlerde çalışmakta idi.. Yaşanılan konutların yetersizliği, kentsel altyapı sorunları, çocuklarını okula gönderememe, çevre ile uyum sağlayamama, dil-kültür farklılığı, potansiyel suçlu gibi görülme, güvenlik eksikliği, tedirginlik, yalnızlık duygusu, bulaşıcı hastalıklar göç sonrasında yaşanılan başlıca sorunlar olarak sıralanmaktadır. Katılımcıların yüzde 72,4’ü, göç sonrası yeni yerleşim bölgelerine uyum gösterememişlerdir. Uyumsuzluğun en temel nedenleri ise sırasıyla, geçim sıkıntısı, iş olanaklarının olmayışı, barınma sorunu, eğitim sorunu, sağlık sorunu ve can güvenliğinin olmaması olarak sıralanmıştır. Çalışmalar, kent yoksulluğuyla zorunlu göç arasında bir bağlantı olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan, büyük şehirlerde yapılan bazı çalışmalar, sokakta çalışan çocuk sorununun 1990’larda büyümesinin en önemli nedeninin zorunlu göç olduğunu göstermektedir (Yükseker, 2005). Göç öncesi bölgede yaşanan düşük yoğunluklu savaşa bağlı travmatik yaşantılar, göçün zorunlu, ani ve lojistik ve psikolojik açılardan hazırlıksız gerçekleşmesi, göç edilen yerde ailelerin karşılaştığı ekonomik, sosyal ve kültürel problemler bu çocuk ve yetişkinlerde çeşitli psikososyal ve kültürel bir takım sonuçlara yol açmıştır. Zorunlu göç, hem medikalize edilmeye hem de politize edilmeye çok açık bir konudur. Çeşitli gruplar, uzmanlar, politik kişiler, bu olguyu yoğunluklu olarak medikal bir dilde veya politik bir dilde ele alıp, konunun sosyoekonomik ve sosyokültürel boyutlarını göz ardı etmektedir. Kentsel bakış açısı, belki de, konunun bu geri planda kalan sosyal bağlamlarda bakılmasına yardımcı olabilecek bir bakış açısı sağlayabilecektir. Türkiye’de Ülke İçinden Yerinden Edilme ve Kent Zorunlu göç mağdurları, geldikleri kentsel ortamlarda sosyal dışlanmaya maruz kalmaktalar. Sosyal dışlanma, bireyin kendi isteğine karşın ekonomik, politik, sosyal ve kültürel etkinliklere katılamama olarak tanımlanabilir (Yükseker, 2005). Zorunlu göç mağduru Kürtler’in dışlanması iki temel yoldan gerçekleşmektedir

(1) Sosyal adaletsizliğin ve ekonomik sistemlerin yol açtığı ekonomik dışlanma ve bu ekonomik dışlanma sonucu yaşam alanlarından dışlanma (sağlık hizmetlerinden yoksunluk, sosyal güvencelerden yoksunluk, eğitim fırsatlarından yoksunluk, kaliteli iş imkânlarından yoksunluk)

2) Toplumsal ve kültürel dışlanma (uyum güçlükleri ve toplumsal önyargılar sonucu sosyal dışlanma) (Yükseker, 2005).

Özellikle metropollerde kentlerin merkezi bölgelerindeki yoksul mahallelerde yaşayan zorunlu göç mağduru Kürtler’in sosyal dışlanma olgusunu en ağır şekilde yaşadıklarını söylemek mümkün (Yükseker, 2005). Kadıköy’de, Merdivenköy adlı bölgede, yüksek apartmanların arasında gecekonduda yaşayan aileler buna örnek.

(1) Ekonomik sistemlerin ve sosyal adaletsizliğin yol açtığı ekonomik dışlanma ve

bu ekonomik dışlanma sonucu yaşam alanlarından dışlanma:

Page 183: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

132

Zorunlu göç, büyük kentlerde artan kentsel yoksulluğun sebeplerinden biri. Köylerinde toprakları olan, çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen ve kentlerdeki iş sektörüne yönelik bilgi ve becerisi olmayan erkekler düzenli iş bulmakta zorluk çekmekte ve genelde inşaat işçiliği gibi geçici işlerde çalışmaktalar. Feodal yapı, kültürel faktörler ve dil problemleri yüzünden kadınların da çalışması çok mümkün olmadığından, ailelerin çoğunda çocuklar çalışmak zorunda kalmıştır. Betül Altuntaş (2003), Ankara’da sokakta çalışan çocuklarla ilgili kitabında, ilköğretim çağındaki bu çocukların önemli bir bölümünün zorunlu göç mağdurları olduğunu ve çok yoksul olan ailelerinin geçimine katkıda bulunabilmek için sokakta çalışmak zorunda kaldıklarını belirtmiştir. Dolayısıyla, kent yoksulluğuyla okul çağındaki çocukların okula gitmemesi veya devam edememesi arasında da doğrudan bir ilişki var (Yükseker, 2005). Bu çocuklar böylece eğitimden mahrum kalmış ve böylece toplumdaki katmanlarda kalıcı yerlerini almışlardır. Sokakları çalışma mekânı olarak kullanmak zorunda olan çocukların “kapkaççı” veya “tinerci” olarak algılanmaları, bir toplumsal tehlike ve risk unsuru olarak görülmelerine neden oluyor. Bu alandaki sosyal politikalar da, genelde sorunun kökenleri ve kalıcı çözümlerinin bulunması yerine bu grubun “gözden ırak” olmasını hedeflemekte (Altuntaş, 2003). Fakat sokakta çalışan çocuklar, çocuk işçilerinin sadece küçük bir kısmı. Konfeksiyon atölyelerinde ve diğer küçük sanayi işletmelerinde çalışan çocuklar ise pek çok kişi tarafından fark edilmeyen işçiler. Oysa bu işletmelerde çalışan çocuklar, hem sayıca muhtemelen daha fazlalar, hem de çalışma koşulları en az sokakta çalışanlar kadar kötü (Altuntaş, 2003). Eğitimden mahrum kalma, sosyal güvencesizlik, yetersiz barınma koşulları, iş güvencesinin olmaması, yaşam ve çalışma koşullarının kötü olması nedeniyle oluşan hastalıklar, sağlık güvencesinin olmayışı sebebiyle sağlık hizmetlerine ulaşımın yetersiz kalması bu grup için en önemli sorunları teşkil ediyor.

2) Toplumsal ve Kültürel Dışlanma:

Batıdaki kent merkezlerine göç etmiş olan aileler, toplumsal ve kültürel dışlanmaya da maruz kalıyor. Kürt aileler, kent hayatına yabancılık, dil farklılıkları, kültürel farklılıklar, eğitimsizlik gibi faktörler dolayısıyla adaptasyon sorunları yaşayabilmektedir. Bu sorunlar, çocuklar için okulda da devam ediyor. Zaman zaman, çocuklar etnik kimlikleri veya Türkçe’yi iyi konuşamamaları yüzünden, sınıf arkadaşları veya öğretmeleri tarafından dışlanabiliyorlar (Yükseker, 2005). Bunun yanı sıra, Kürtler’e yönelik önyargılar da toplumsal dışlanma sürecine katkıda bulunabiliyor. Kürtler’e yönelik toplumsal tarihimiz boyunca var olan önyargılar, medyanın göç ile kentlerdeki kapkaç gibi suçlardaki artış arasında kurduğu ilişki, diğer yandan Kürtler’e “terörist” damgasının vurulması, bu süreci körükleyen etmenler. Kürt olmanın yanına, bir de “bölgeden gelen” sıfatını da eklendiğinde, zorunlu göç mağduru kişilerin “terörist” olarak algılanma olasılığı artıyor. Bu koşullar altında, Kürt göçmenler yerleştikleri mahallelerde “yerliler” veya diğer bölgelerden göç eden komşuları tarafından dışlanabiliyorlar. Bu dışlanma ve kültürel farklılıklar dolayısıyla, kendileri gibi göç etmiş diğer ailelerle ilişki kurarak, kentlerde kendilerine bir alan yaratmaya çalışıyorlar. Bu göçmenlerin, eski göçmenlerin aksine daha dağınık yaşadıklarını söylemek mümkün. Yani, aynı bölgeden göç etmiş kişilerin küçük köyler, mahalleler oluşturduğu eski göçmenlerin aksine, şehrin dağınık bölgelerinde bir birinden daha kopuk yaşam alanlarında yaşıyorlar.

Page 184: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

133

Her iki dışlanma çeşidi de, bu ailelerin kamusal alandan dışlanmalarına yol açıyor. Bir diğer deyişle, katılımları çok daha sınırlı düzeyde kalıyor. Ayrıca devlete olan güvensizlikleri nedeniyle devlet kurumlarıyla ilişkilerinin zayıf olmasının bu katılımı daha da azaltan bir faktör. Sağlık hizmetlerinden yararlanmayan, okul gibi hizmetlerle sınırlı ilişkisi olan, bir kısmı “denizi” dahi görmemiş bu göçmenler, özetle kentte, küçük bir alanda yaşayan ama “kentli” olmayan kesimleri oluşturuyor. Geri Dönüş Projeleri Geri dönüş projeleri, bir yanıyla çok olumlu ve iyi niyetli girişimler olarak değerlendirilse de, “dışlama”nın meşrulaştırılması için bir araç olarak yer bulabilmekte. “Her iki taraftan” da radikal kesimler, ailelerin geri dönme isteğini, “mutsuzlar, yer bulamadılar, adapte olamadılar, yerleri burası değil” şeklindeki tutumların bir ifadesi olarak benimseyebiliyorlar. Göçün çok uzun yıllar önce gerçekleşmiş olması, ailelerin geri dönüşlerini çok ihtimalli kılmayan bir faktör. İkinci kuşak, burada yaşamaya alıştı, kentin iş sektöründe kendilerince bir yer edinmeye çalıştılar, ikinci kuşağın küçük çocukları ve üçüncü kuşak ise, burada doğup büyüdü ve köy yaşamına tamamen yabancılar. Araştırmalarda “geri dönmek ister misiniz soruların cevabı “evet” olduğunda, bu “evet”i hep “ama …..olursa, …..sağlanırsa” şeklinde sonlanıyor. Yani pek çok aile için şu an dönmek mümkün görünmüyor. Gerçekten dönmek isteyenlerin dönmeleri konusunda desteklenmesi gerekmekte, ancak geri dönüş projelerinin, tüm ailelerin dönmek istediği var sayımına dayandırılmaması da çok önemli.

Öneriler: Zorunlu göç olgusu ile kentlerde ortaya çıkan kalıcı sorunların aşılması, göç etmiş ailelerin sosyal koşullarının düzeltilmesi için, eğitim, ekonomik, kültürel alanlar gbi pek çok boyutu kapsayan çözüm önerilerin ihtiyaç vardır. Bu çözümler için, sosyal politikaların oluşturulması ve uygulamaya geçilmesi gereklidir. Kentlerdeki “ayrıksı kentlerin”, daha uyumlu parçalar haline dönüşerek “topluca ve uyum içinde yaşayan bir alan” haline dönüşmesi, yani kent bilincinin oluşabilmesi için, göç edenlere yönelik müdehalalerin yanı sıra, tüm topluma yönelik müdahalelerin yapılması gerekmektedir, göç etmiş bireylere yönelik ayrımcılıkla mücadele örneğinde olduğu gibi. Kaynakça:

1. Altuntaş, B. (2003) Mendile, Simite, Boyaya, Çöpe. Ankara Sokaklarında Çalışan Çocuklar. İletişim, İstanbul.

2. Barut, M. (2002). Zorunlu Göçe Maruz Kalan Kürt Kökenli T.C. Vatandaşlarının Göç Öncesi ve Göç Sonrası Sosyoekonomik, Sosyokültürel Durumları. Göç-Der, İstanbul.

3. Ünalan, T.(2005) Türkiye’de yerinden edilmiş nüfus konusunda bilgi düzeyi ve ihtiyacı. Ülke içinde yerinden edilme sonrası vatandaşlık haklarının yeniden tesisi ve rehabilitasyon araştırma ve izleme grubu raporu.

4. TMMOB. (1998) Bölge İçi Zorunlu Göçten Kaynaklanan Toplumsal Sorunların Diyarbakır Ölçeğinde Araştırılması

5. Yükseker, D. (2005) Türkiye’de yerinden edilme olgusu hakkında yapılan bazı araştırmaların bulguları Ülke içinde yerinden edilme sonrası yurttaşlık haklarının yeniden tesisi ve toplumsal rehabilitasyon. Karşılaştırmalı literatür taramaları.

6. Yükseker, D. (2005) Türkiye’de yerinden edilme sürecinin yarattığı kentsel sorunlar. IV. Uluslar Arası Ruhsal Travma Toplantıları. İstanbul.

Page 185: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

134

İş Stresi ve Akıl Sağlığı Sorunları BİNBAY Tolga İ. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Akıl sağlığı sorunları ile farklı sosyodemografik veriler arasında güçlü bir ilişkilenmenin olduğu iyi bilinmektedir. Epidemiyolojik veriler iş stresi ile bazı akıl sağlığı sorunları arasında da güçlü ilişkilenme olduğunu göstermektedir (1,2). Çalışma ortamı, çalışma koşulları ve çalışma ilişkilerinin oluşturduğu psikososyal iş ortamı akıl sağlığına olumlu etkilerde bulunabileceği gibi olumsuz etkilerde de bulunmaktadır. Tarih boyunca toplumlar farklı üretim ilişkileri temelinde biçimlenmiş ve üretici güçlerin gelişimi duraklamalar ve kesintilere rağmen devam etmiştir. 16. yüzyılda ortaya çıkan ve 19. yüzyıldan itibaren bir dünya sistemi haline gelen kapitalist üretim ilişkileri geniş yığınları kırsal üretim araçlarından ayırmış ve kentlerde, sanayiye dayalı iş kollarında birikmelerini sağlamıştır. Kentlerde ortaya çıkan yeni emekçi toplamı, yaşamlarını idame ettirebilmek için üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde bulunduran sermayedarlara emek güçlerini satmışlardır. Krizler, sınıf mücadeleleri gibi nedenlerle daha fazla teknoloji kullanımı, daha yüksek emek üretkenliği ve daha düşük ücret yönünde seyreden kapitalist üretim biçiminin tarihsel gelişimi, üretim araçlarında ve üreticilerin çalışma koşullarında değişimleri ortaya çıkarmıştır. Fakat bilimsel ve teknolojik devrimin, kol-emeğinden çok, zihni-emeğe olan gereksinmeyi artırması bir yandan emek üretkenliğini arttırırken çalışma koşullarının geniş emekçi yığınlarının aleyhinde gelişmesine neden olmuştur. 20. yüzyıl, işçi sağlığı açısından sağlanan bilimsel gelişmelerin artan işçi sınıfı mücadeleleriyle paralellik gösterebildiği bir dönemi içermiştir. Bu dönemde çalışma kaynaklı birçok risk etmeni tanımlanmış ve meslek hastalıkları kavramı genel tıbbi bilginin içinde yer almıştır. Üretim biçimlerinde özellikle son 30 yılda yaşanan değişim işteki psikososyal risk etmenlerinin daha fazla önem kazanmasını sağlamıştır. Günümüz üretim süreci bir yandan çalışan bireylerden kendilerini sürekli yenilemelerini ve rekabet kapasitelerini arttırmalarını talep ederken diğer yandan da iş güvencesini, dayanışmayı ve kolektif çalışma olanağını ortadan kaldırmaktadır (3,4). Ülkemizde de emekçi bireyler bir yandan ciddi işsizlik tehdidi ile karşı karşıya kalırken bir yandan da ağırlığı giderek artan hizmet sektörü içinde becerilerini körelten, rekabet nedeniyle yeni sorunlar yaşamalarına yol açan bir kısır döngünün içine hapsolmaktadır (5). İşin kendisi akıl sağlığına hem yararlı hem de zararlı olabileceğinden, ayrıca geniş yığınlar yaşamlarının önemli bir kesimini çalışarak geçirdikleri ve çalışmanın doğası değiştirilebilir olduğu için işin akıl sağlığı üzerine etkisini anlamak önemli olmaktadır. İş stresi, çalışma ile akıl sağlığı sorunları arasındaki ilişkinin bazı yönlerinin anlaşılmasını sağlayabilmektedir. Akıl sağlığı söz konusu olduğunda genel anlamda stres ile rahatsızlıklar arasındaki ilişkinin araştırmalarda ele alınması 1930’lu yıllara dayanmaktadır. Stres araştırmalarında Hans Selye bu yıllardan itibaren uzun bir dönem boyunca en önemli katkıyı yapmıştır. Selye bazı fiziksel uyaranlar sonucunda ortaya çıkan bedensel belirtilerden örülü klinik tabloya genel uyum sendromu adını vermiştir (6). Ancak Selye kuramsal tanımlamalarında ve araştırmalarında psikolojik stresi ve stres kaynaklarının oluşturacağı duyumsal yanıtı ihmal etmiştir. R. S. Lazarus ise stresin, bireylerin kendilerinden istenen

Page 186: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

135

taleplerle yeterli düzeyde başa çıkamadıklarını algılamalarıyla ortaya çıktığını vurgulayarak stresin psikolojik yönlerinin gelişimine öncülük yapmıştır (7). Bu modelde stres bir sürecin sonucu olarak ele alınmaya başlamıştır. Kuramsal eksen değişikliği akıl sağlığı sorunları ile yaşam olayları arasındaki ilişkinin gelişmesini sağlamış ve emosyonel olarak olumsuz durumların deneysel, davranışsal ve psikolojik olarak ele alınmasını sağlamıştır. Stres bir sonuç olurken çalışmalardaki odak çeşitli stresörlere yoğunlaşmıştır. İş stresi ile akıl sağlığı arasındaki ilişkinin ele alınmasında çalışma koşullarını da içeren stres algılanmasına dayalı yaklaşımlar modellenmiştir. Bu modeller iş kaynaklı stresin, sağlığın olumsuz yönde etkilenmesinde ara yüzey olduğu kabul etmektedir. Karasek, psikososyal çalışma ortamının iki eksende tanımlamıştır: psikolojik iş gereklilikleri ve karar serbestliği (8). Karar serbestliği, karar verme yetkisinden (iş üzerinde kontrol) ve beceri kullanımından (işin çeşitliliği ve becerilerin kullanımı fırsatı) oluşur. ‘İş gerilimi modeli’ne göre işte yüksek düzeyde psikososyal beklenti (iş yükü) ve düşük düzey karar serbestliği (kontrol) olması hastalıklarla (kalp-dolaşım sistemi, akıl sağlığı sorunları gibi) sonuçlanabilen iş stresi riskini oluşmaktadır. Daha sonraki çalışmaların etkisiyle modele işteki sosyal destek de eklenmiştir. Siegrist, Weber’in sınıf tanımından (ki bu tanımda bireylerin sosyal konumları mesleklerine göre belirlenmektedir) yola çıkarak, ‘Çaba-Ödül Modeli’ni tanımlamıştır (9). Bu modele göre işteki yüksek çaba ile düşük ödülün sağlığın bozulması için güçlü bir risk etmeni olmaktadır. Çaba, bireyin özelliklerine işaret eden rekabetçilik ve düşmanlık gibi içsel (intrinsik) yönler ile işin gerekliliklerini içerir. Ödül ise ücret, değer verilme, ikramiye verilmesi, terfi gibi başlıklardan oluşur. Bu model özellikle iş güvencesi, işsizlik tehdidi gibi günümüzde çalışma yaşamının önemli değişkenlerinin sağlık üzerine etkilerinin açıklanmasında kullanışlı bulunmuştur (10). Kalp-damar hastalıkları için riski belirlemek açısından kullanışlı bulunan (11) bu modellere ait ölçekler son 20 yıl içinde depresyon, anksiyete bozukluğu, özkıyım gibi önemli akıl sağlığı sorunlarının da iş stresi ile ilişkilendirilmesine olanak sağlamıştır. Aynı zamanda modellerde ölçülen iş özellikleri akıl sağlığı açısından koruyucu etmenlerin tanımlanmasına da olanak vermiştir (1). Psikiyatri açısından ise literatürde iş stresi ve psikososyal etmenler arasındaki ilişkiye dair birçok yayın bulunmasına rağmen klinik anlamlılık arayan çalışmalar kısıtlı kalmıştır. Yapılan çalışmalarda ise yüksek iş gereklilikleri, düşük sosyal destek ve düşük ödül arasında depresyon açısından daha yüksek oranlar saptanmıştır (12–14). İş stresi ile alkol/madde kullanım bozuklukları ve özkıyım arasında çeşitli çalışmalarda anlamlı ilişki saptanmıştır (15). Ancak iş stresi ile genetik çerçevesi daha belirgin olan psikiyatrik hastalıklar (şizofreni, biploar bozukluk) arasındaki ilişki söz konusu olduğunda diğer bozuklukllar için varolan anlamlı ilişki farklılaşmaktadır; söz konusu hastalıkların bilişsel işlevlerde oluşturduğu yıkım ve psikososyal kayıplar nedeniyle iş, işsizlik ve hastalıklar arasındaki etiyolojik ilişki zayıflamakta daha çok prognostik bir etken haline dönüşmektedirler (16). İş stresi ile akıl sağlığı sorunları arasına bir diğer belirleyen kişilik özellikleri de girebilmektedir ancak yapılan çalışmalarda iş stresi bağımsız bir etken olarak saptanmıştır (14). İşle ilgili bir diğer önemli psikiyatrik durum ise tükenmişlik sendromudur. Tükenme kavramı ilk olarak Freudenberg tarafından ortaya atılmış ve daha sonra Maslach ve Jackson tarafından geliştirilmiştir (17,18). Uzun dönemli iş stresinin tükenmişliğe yol açtığını söyleyen Maslach, tükenmişliği profesyonel bir kişinin mesleğinin özgün anlamı ve amacından kopması, hizmet verdiği insanlar ile artık gerçekten ilgilenmiyor olması biçiminde tanımlamıştır (19). Tükenmişliğin ana belirtilerini enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı negatif tutum ve aktif olarak diğerlerinden geri çekilme oluşturmaktadır.

Page 187: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

136

İşteki psikososyal etmenler, varolan teorik modellerle ampirik olarak ölçülebilir özelliktedir ve bazı akıl sağlığı sorunları ile yakından ilgilidir. Bu nedenle önlemlerin geliştirilmesi için tanımlayıcı çalışmaların yapılması önem kazanmaktadır. Türkiye açısından değerlendirildiğinde, iş sağlığı alanında, psikososyal etkilenmeye bağlı sorunların da çalışanların sağlığı için risk oluşturabildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Kaynaklar: 1. Work, Personality and Mental Health; Stephen Stansfeld; British Journal of Psychiatry; 181 (2002) 96-98 2. Work-related stress: Can it be a thing of the past? Bonn, D., Bonn, J. Lancet, 355 (2000) 124 3. Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerine Etkileri; Richard Sennnett; çev.: Barış Yıldırım; Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2002 4. Esnek Üretim - Derin Sömürü; İlker Belek; Nazım Kitaplığı; İstanbul, Aralık 2004 5. Global İşletme, Yerel Emek: Türkiye'de İşçiler ve Modern Fabrika; Nadir Suğur, Theo Nichols; İletişim Yayınları, 1.Baskı Mayıs 2005, İstanbul 6. A syndrome produced by diverse nocuous agents; Hans Selye; Nature, 138 (1936) 32 7. R.S. Lazarus (1966). Psychological stress and the coping process. New York: McGraw-Hill. 8. Karasek, R. A. (1979) Job demands, job decision latitude, and mental strain: implications for job redesign; Administrative Science Quarterly, 24, 285-308. 9. Siegrist, J. (1996) Adverse health effects of high-effort/low reward conditions. Journal of Occupational Health Psychology, 1, 27-41. 10. Çalışma yaşamında psikososyal etmenler; Yard. Doç. Dr. Yücel Demiral; Türkiye Psikiyatri Derneği, X. Bahar Sempozyumu, Kongre kitabı, 2006, sf. 36 11. Health Inequalities and The Psychosocial Environment – Two Scientific Chalenges; Johannes Siegrist, Michael Marmot; Social Science and Medicine, 58 (2004) 1463-1473 12. Work Stress As a Risk Factor For Major Depressive Episode(s); Jianli Wang; Psychological Medicine; 34 (2004) 1-7 13. Psychosocial Factors At Work and depression In Three Countries of Central and Eastern Europe; Hynek Pikhart et al; Social Science and Medicine; 58 (2004) 1475–1482 14. Psychosocial Factors At Work, Personality Traits and Depressive Symptoms; Sabrina Paterniti et al; British Journal of Psychiatry; 181 (2002) 96-98 15. Work and Mental Health; Kay Wilhelm, Vivianne Kovess et al; Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 39 (2004) 866-873 16. Schizophrenia and employment: A review; Steven Marwaha, Sonia Johnson; Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology; Volume 39, Number 5, 337 - 349 17. Evans BK, Fischer DG. The nature of burnout: a study of the three-factor model of burnout in human and non-human service samples. J Occup Organizational Psychol 1993; 6:29-38. 18. Maslach C, Jackson SE. Maslach Burnout Inventory Manual. 2nd ed. Consulting Psychologist Pres, Palo Alto, 1986. 19. Maslach C, Schaufeli WB, Leiter MP. Job burnout. Annu. Rev. Psychol 2001, 52, 397-422.

Page 188: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

137

Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırmalarında Bir Risk Etkeni Olarak “Kent” KAYA Burhanettin İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı

Sosyal psikiyatri ve psikiyatrik epidemiyoloji alanına yönelik olan araştırmalar, ruhsal bozuklukların oluşumunda başlatıcı ve sürdürücü nitelik taşıyan ve klinik süreci etkileyen değişkenleri “psikososyal etkenler “ biçiminde sınırları ve kapsamı belirsiz bir kavramla sınırlandırma eğilimindedir. Son yıllarda psikiyatri alanındaki araştırmaların sıklıkla biyolojik alanlara yönelmesi, toplum tabanlı araştırmaların görece azlığı bu eğilimin pekişmesini de kolaylaştırıcı işlev görmektedir Epidemiyolojik ve klinik araştırmalarda sosyo-ekonomik özelliklerin belirlenmesinde çeşitli ampirik ölçütler kullanılmaktadır. Bireylerin toplumsal hiyerarşi içindeki konumları, eğitim, gelir durumu sağlığı etkileyen bireysel düzeyde etkenler olarak kabul edilmektedir (Belek 1999). Bunlar etkileşim içinde olsalar da bağımsız etkileri vardır. Kent olgusu ve kentsel yaşam da bu değişkenler içinde ele alınmaktadır. Fakat kent olgusu özünde bağımsız bir değişken değildir. Sınıfsal farklılaşmanın, sınıflar arası mücadelenin ve uzlaşmazlığın yaşandığı bir mekan olarak önem kazanmaktadır. Epidemiyoloji araştırmalarında kentin, kır ve kent farklılığının yer alış biçimi çalışmalarda değişkenlik göstermektedir. SED ve eğitim gibi bağımsız, tek başına bir değişken olarak ele alınması karışıklık yaratmakta, bütüncül bir tartışmayı sürdürmeyi güçleştirmektedir. Az sayıda çalışma kente yaşamanın akıl ve ruh sağlığı üzerindeki yansımalarını kapsamlı biçimde ele almayı denemiştir. Dünya Sağlık Örgütü içinde ruh sağlığı politikası üreten önemli isimlerden biri olan Norman Sartorius daha 1980’lerde 2000’li yılların psikiyatrisini nelerin belirleyeceği konusunda bazı öngörülerde bulunmuştur. Buna göre, denetlenemeyen kentleşme, yaşamın parçalanması, hızlı nüfus artışı, toplumsal ilişki ağlarının giderek daha yüksek bir akıcılık kazanması, kültürlerin otomatik olarak iç içe geçişi geleceğin psikiyatrisinde gündemi belirleyen temel dinamiklerden olacaktır (Sartorius 1987). Kent ve sağlık… 2000’li yıllara gelindiğinde dünya nüfusunun beklenenin çok ötesinde kentsel alanlarda yaşadığı görülmüştür. Kentleşmenin yoğunlaştığı ve nüfusun büyük kısmının kentte yaşayanlardan oluştuğu bölgelerde ekonomik ve sosyal yoksunluğun yüksek düzeylere ulaştığı, sağlıklı yaşam olanakları olmayan, altyapı ve üstyapısal olarak ciddi yoksunlukları olan bireylerin yaşama alanlarını oluşturduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Kentin içindeki çelişkinin tipik göstergesi olan gecekondular toplumun dar gelirli ve yoksul insanlarını barındıran mekanlardır. Bir çok ülkede gecekondulara yönelen araştırmalar bu bölgelerde yaşayan bireylerin eğitimsiz, niteliksiz ve satın alma gücü çok azalmış, gittikçe yoksullaşan toplum kesimleri olduğunu göstermektedir. Ayrıca ülkemizde gecekonduların oluşturduğu yerleşim yerlerinde yaşayanların üçte birinin sanayi işçisi olduğu, geri kalanının ise “mavi yakalılar” ve düz-niteliksiz işçilerden oluştuğu söylenmektedir (Keleş 1993). Bu sınıfsal yapı uygulanan ekonomi politikalarla ilişkili olarak değişimini sürdürmektedir.

Page 189: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

138

Dünyada kentsel nüfusun %50’si son derece olumsuz sağlık koşullarında yaşamaktadır. Büyük çoğunluğu herhangi bir sosyal güvenlik sistemine bağlı değildir. Gelir düzeyleri sağlık hizmetlerine ulaşma olanaklarını tümüyle ortadan kaldırmaktadır. Özellikle gecekondular çoğunlukla sağlıklı olmayan yerleşim alanlarına, kent çöplüklerine, dere yataklarına kurulmuştur. Ekonomik değişiklikler, kuraklık, seller, depremler, sokak çatışmaları, siyasi baskı ve şiddet uygulamalarına en yoğun biçimde maruz kalan kent bölgeleridir. Gecekondu toplumu, yineleyici ve süreğen bir örselenmenin mağduru olan, nitelikli bir karşı tepki oluşturabilmenin olanaklarından yoksun bireylerden oluşmaktadır. Bu sürecin ruhsal alandaki sonuçları sıklıkla duygusal yaşam ve sosyal ilişkilerde zedelenme, karamsarlık, umutsuzluk, çaresizlik, öfke, ilgi kaybı, benlik gücü ve saygısında azalma, davranış bozuklukları, marjinalleşme, maddeye yönelme ve toplumsal işlevsellikte bozulma olmaktadır (Ebrahim 1983, Kaya 2004).

Varolan araştırmalar bize nasıl bir veri havuzu sağlıyor? Gelişmekte olan ülkelerde sosyoekonomik düzeyi düşük olan kesimlerin ruhsal hastalık sıklığı daha yüksek ve ruh sağlığı hizmetlerinden yararlanma oranı düşüktür. SED durumu yüksek olan, orta düzeyde olan ve düşük olanlarda tanı sıklıkları farklı bulunmuştur. Eski alan araştırmalarında ruh sağlığı bozukluklarının düşük eğitimli, teneke mahallelerde yaşayan, kentin geri kalmış bölgelerinde yaşayan bireylerde daha yüksek oranda görüldüğü gösterilmiştir . Antalya’da kentleşme özellikleri ve sosyoekonomik düzeyleri birbirinden önemli farklar gösteren iki ayrı semtte gerçekleştirilen bir alan araştırmasında, üç ayrı tarihsel dönemde yoğun göç alan ve sosyoekonomik düzeyi düşük olan bir gecekondu bölgesi ile kentin merkezinde bulunan hiçbir altyapı ve kentleşme sorunu bulunmayan, çoğu yüksek eğitimli ve sosyoekonomik düzeyi yüksek olan bireylerin yaşadığı kent bölgesi arasında genel ruh sağlığı düzeyi ve sağlık algısı açısından anlamlı farklılık bulunmuştur (Belek 1999). Diyarbakır’da sokak çocukları üzerinde yapılan bir çalışmada, sokakta yaşamak ya da çalışmak zorunda bırakılan çocukların eğitim eşitsizliğinin mağduru olduklarına vurgu yapılmıştır. Bu çocuklarda daha fazla psikiyatrik bozukluk geliştiği bildirilmektedir. Bu çocuklar niteliksiz işçi yada yoksul köylü çocuklarıdır. Kırsal kesimde tarım ve hayvancılık kentsel kesimlerde ucuz emek kaynağı olarak tümüyle ve her açıdan “güvensiz” bir ortamda yaşamaktadırlar (Oto ve ark. 1998). İntihar epidemiolojisi ile ilgili yapılan çalışmalarda evlilik sorunları, işsizlik, düşük sosyoekonomik düzey, yalnız yaşama, göç öyküsü, stresli yaşam olaylarının varlığı, gözaltında-tutuklu olma, yoksulluk, işsizlik, eğitim düzeyi düşüklüğü, sosyal güvence yokluğu üzerine değinmeler var. Bu değişkenler “kent” kavramı ile yakından ilişkilidir Şizofrenik bozukluklarla kentte oturma arasında ki ilişki önemli bulunmuştur (Jablensky 1999). Kentsel alanda psikoz tehlike değer kırsal alana göre daha yüksek olduğu belirtilmiştir (Torrey ve ark. 1997). Bu risk artışı bulaşıcı hastalıklar ve toksik etkiler (kurşun zehirlenmesi) ve psikososyal etkenlerle ilişkilendirilmiştir. Hollanda’lı afro karayip kökenlilerde dört kat daha fazla psikoz görülmesi biyolojik farklılıklardan çok psikososyal etkenlerle ilişkilendirilmiştir (Selten ve ark. 1997). Fakat bu “psikososyal etkenlerin” ne olduğu ve kapsamı net olarak belirtilmemiştir. Şizofrenide özellikle endüstrileşen ülkelerde, endüstri yoğun yerleşim yerlerinde (ki bu alanlar toplumsal eşitsizliğin boyutlarının katlanarak arttığı

Page 190: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

139

yerlerdir) yaygın olması kentlerde yaşanan toplumsal ekonomik değişme ve düzensizlik ile açıklanmaktadır. Yine Hollanda’da gerçekleştirilmiş olan, 1942 ile 1978 tarihleri arasında yatırılarak tedavi edilen şizofreni ve diğer psikozların incelendiği bir çalışmada da kente doğmak ve kentte yaşamak ile hastalık gelişimi arasında doğrusal bir ilişki olduğu bulunmuştur (Marcelis ve ark. 1998). Kuşkulanılan bu “kentsel risk etkeni”nin olasılıkla kalıtımsal değil ekolojik olmakla birlikte fizik çevre, yaşam tarzı ve diğer sosyal etkenlerle ilişkili geniş bir olasılıklar yelpazesi içinde değerlendirilmesi önerilmektedir . Şizofreni yaygınlığı ve göç ilişkisi de kentsel riskleri de içinde barındıran sosyo ekonomik risk etkenlerinden bağımsız süreçler değildir. Göçmenlerde şizofreni gelişimi köken aldıkları topluluğun sahip olduğu yatkınlıktan çok göç ettikleri ülkelerde yaşamak zorunda oldukları toplumsal koşullarla ilişkilendirilmektedir (Cantor-Graae ve Selten 2005). Psikoz gelişiminde önemli olan nörobiyolojk süreçler (embriyolojik gelişme ve nöron göçü dönemleri) ile açlık, yoksulluk, yoğun strese maruz kalma ve beslenme bozuklukları arasında ilişki bulunmuştur (Cantor-Graae ve Selten 2005). ABD’de 3 ayrı kentsel alanda yapılan kapsamlı epidemiyolojik ilk çalışmalardan biri olan Robins ve arkadaşlarının (1984) ECA çalışmasında üniversite eğitimi olanlarda ruhsal belirti yaygınlığı ve kognitif bozukluların oranının daha düşük olduğu saptanmıştır. Aynı bulgular agorafobi, özgül fobiler, şizofreni, şizofreniform bozukluklar, alkol kötüye kullanımı ve bağımlılığı, somatizasyon bozukluğu için de yinelenen bulgulardır. Kır-kent farklılığı açısından bakıldığında kognitif bozukluklar kent merkezinde daha yaygın görülmektedir. Sadece panik bozukluk kırsal alanda daha sık görülmüştür. Bu çalışmalarda saptanan farklılıklar üzerine toplumsal nedensellik bağlamında herhangi bir tartışma yapılmamış olması altı çizilmesi gereken noktalardan biridir. Dikkati çeken diğer bir nokta ise sınıf farklılığının sonucu olan ele alınabilecek değişkenlerin birer bağımsız değişken gibi görülmesi yada ele alınmasıdır. Bir çok çalışmada hangi kentsel alanlar ve bu bireylerin hangi toplumsal katman içinde yer aldıklarının araştırılmadığı da dikkati çekmektedir. Çalışmalarda seyrekte olsa tek başına ele alınan ve diğer tüm süreçlerden ayrı değerlendirilen kent değişkeninin, sınıf farklılaşmasının ve çatışmasının dinamik bir biçimde içerildiği bir mekan, sınıf temelli bir bakış açısı içinde ele alınması gerektiğini vurgulamamamız gerekir.

Sonuç olarak Bir epidemiyolojik araştırma değişkeni ve risk etkeni olarak tanımlanabilecek olan kent, ekonomi politik bir zeminde ve sınıf temelimde ele alındığında ayakları üstüne basan bir kavram olma şansı yakalayacaktır. Ruh sağlığı araştırmalarında kent olgusunun çok boyutlu ve bütüncül bir çerçevede ele alındığı kapsamlı, kent dinamiği ile ruhsal dinamikleri uygun bir yöntembilim zeminin de birleştiren ve tartışan araştırmalara gereksinim vardır.

Page 191: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

140

Kaynaklar 1. Belek İ Sosyal sınıf, Eğitim, Gelir ve Mahalle: Hangisi Sağlığın en önemli

belirleyenidir? Antalya’da bir araştırma. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi 1999, 2: 49-74.

2. Cantor-Graae E, Selten JP. Schizophrenia and migration. A meta-analysis and review. Am J Psychiatry 2005, 162: 12-24.

3. Ebrahim GI. Primary health care and the urban poor. J of Trop Ped 1983, 29. 4. Jablensky A. Schizophrenia: Epidemiology. Curent Opinion in Psychiatry 1999, 12:

19-28. 5. Kaya B. Küreselleşen Türkiye’nin ruh sağlığına değinmeler: Korku denizini aşmak.

Özgür Üniversite Forumu 2004, 26-27: 110-138. 6. Keleş R. Kentleşme Politikası, İmge kitabevi, Ankara, 1993. 7. Macelis M, Navarro M, Murray R, Selten JP, van O J. Urbanization and psychosis:

A study of 1942-1978 birth cohorts in the Netherlands. Psychol Med 1998, 28: 871-879.

8. Oto R, Ertem M, Sır A ve ark. Bir güneydoğu kenti sokaklarında çalışan çocukların osyo-demografik özellikleri. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi 1998, 5:23-27.

9. Ozankaya Ö. Toplumbilim, Cem Yayınevi, İstanbul 1991, s. 199. 10. Robins LN , Helzer JE, Weissman MM ve ark: Lifetime prevalence of specific

disorders in three sites. Arch Gen Psychiatry 1984, 41: 949-958. 11. Sartorius N., 21. yüzyılda ruh sağlığı politika ve programları. Toplum Hekim 1987,

44: 31-35. 12. Selten JP, Slaets JPJ, Kahn S. Schizophrenia in Surinamese and Dutch Antillaen

immigrants to the Netherlands: Evidence of an increased incidence. Psychol Med 1997, 27: 807-811.

13. Torrey EF, Bowler AE, Clark K. Urban birth and residence as risk factor for psychoses: An analsis of 1880 data. Szhizophr Res 1997, 25: 1569-76.

Page 192: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

141

Kentlerde Bulaşıcı Hastalık Tehdidi DEDEOĞLU Necati Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Kentler bulaşıcı hastalıklar açısından önemli risk taşıyan yerleşim yerleridir. Bu riskin temel kaynağı insanların bir arada bulunmasıdır. Yoğun yaşam kişiden kişiye, vektörle, su ve gıda ile veya hava ile bulaşan hastalıklar için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Aynı su ve gıdayı pek çok insan paylaştığı, iş yerinde, okulda, metroda yüz yüze geldiği için, birkaç bulaşıcı hastalık vakası kolayca bir salgına dönüşebilir. Ancak kentler aynı zamanda sağlık hizmetlerinin ve çevre hizmetlerinin de en üst düzeyde verildiği yerlerdir. Bulaşıcı hastalık riski bulunsa bile gerekli önlemler alındığında bu riskin gerçekleşmesi engellenebilir. Bu açıdan bakıldığında gelişmiş ülke kentlerinin fazla bir bulaşıcı hastalık tehdidi altında olduğu söylenemez. Ancak ülkemiz ve diğer gelişmekte olan ülkelerin altyapısız, organize olmayan sağlıksız kentleri her zaman bulaşıcı hastalık tehdidi altında olup salgınlara sıkça rastlanır. Kentlerde bulaşıcı hastalık tehdidine karşı mücadele yaklaşımı tehlike (risk) yaklaşımı şeklinde olmalıdır. Bu yaklaşımın öğeleri aşağıda sıralanmıştır.

Tehlike belirleme: Kentte bulaşıcı hastalık odakları, buralardan kaynaklanabilecek olası salgın hastalıkların türleri, olası yayılma alanları, kent toplumunda hassas gurup ve bölgeler önceden belirlenmelidir

Kentin su kaynakları, su depoları, su ve kanalizasyon şebekeleri, kanalizasyonun

verildiği ortam, varsa, kanalizasyon suyuyla sulanan sebze bahçeleri, şebekeye dahil olmayan mahalleler, şebekenin yetersiz olduğu mahalleler (özellikle yaz aylarında), buz imalathaneleri

Alınan bakteriyolojik su numunelerinin bozuk çıktığı ve klorlama oranlarının yetersiz bulunduğu noktalar, deniz veya göl kıyısı kentlerde suya kanalizasyon dökülen yerler, alınan bakteriyolojik numunelerin kirli çıktığı bölgeler

Toplu yemek yenen kışla, okul, hastane, huzurevi vb. kuruluşların denetimleri sonucunda sağlık açısından yetersiz bulunan yerler, yemek fabrikaları, gıda imalathaneleri, mandıralar,

Toplu yaşanan ve solunum yolu enfeksiyonları açısından tehdit oluşturan kışla, yurt, huzurevi, yatılı okul, hapishane gibi kuruluşlar,

Vektör üremesi mümkün çöplük alanları, gübrelikler, ahırlar, su birikintileri, jit alanları,

Yukarıda belirtilen risk alanları haritalar üzerine işaretlenmelidir. Ayrıca bölgede zaten görülen ve salgın yapma potansiyeli bulunan endemik hastalıklar, geçmişte salgınlara neden olmuş olan hastalıklar, dışarıdan gelip kentte salgın yapabilecek hastalıklar belirlenir.

Page 193: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

142

Kentteki nüfusun hangi hastalıklara karşı ne kadar bağışık olduğu, beslenme ve direnç durumu, yaşam koşullarının niteliği de riskin belirlenmesinde yarar sağlar. Bunun için aşılama istatistikleri, yapılmış sero-epidemiyolojik araştırmalar, çevre verileri, sosyo-ekonomik veriler de incelenmelidir. Tehlikenin önlenmesi: Burada öncelik çevre sağlığı denetimlerinde ve belediye hizmetlerindedir. Tehlike önlenmesi sağlıkçılar ile yerel yönetimlerin el ele çalışmaları gereken önemli alanlardan birisidir. İl ve İlçe Hıfzısıhha Kurulları ve Mahalli Çevre kurulları bu işbirliğinin yasal platformlarını oluştururlar. Gündem 21 gibi halk ve temsilcilerinin katılımını sağlayacak oluşumlardan en üst düzeyde yararlanılmalıdır. Kent halkının katkısı sağlanmadan önleme çalışmaları başarıya ulaşamaz. Tehlikenin önlenmesi aşamasında bir önceki incelemede saptanmış bulunan tehlike odaklarının yok edilmesine çalışılır. Öncelik kent açısından en çok rastlanabilecek, en fazla hastalık ve ölüme yol açabilecek, salgın potansiyeli taşıyan hastalıklara verilir. Bunların önlenmesi için su ve atık su sağlığı gerçekleştirilecek, gıda üretip satan yerler usulüne uygun olarak ruhsatlandırılacak ve titizlikle denetlenecek, toplu yaşanılan yerlerde hijyen koşulları sağlanacak, vektör üreme yerleri giderilecek, aşılamalar tamamlanacak, halka bulaşıcı hastalıkları önleme ve görüldüklerinde ihbar etme konularında eğitimler verilecektir. Bu eğitim içinde el yıkama, vücut sağlığı, tuvalet ve mutfak temizliği, su ve gıda sağlığı konuları eğitimi ayrıcalık taşır. Aslında sağlık eğitimi ilk eğitim sırasında başlamalı, kitle iletişim araçları kullanılarak yaşam boyu devam etmelidir. Bulaşıcı hastalıkları önlemenin en akılcı ve ahlaki yolu bütün kent sakinlerinin insanca yaşam ve çalışma koşullarına kavuşturulmasıdır. Bireyin bulaşıcı olan ve olmayan hastalıklara karşı direnci ancak böyle sağlanır. Hastalıklar yoksulluğu, cahilliği ve sosyal eşitsizlikleri severler.

Hazırlıklı olma: Salgın riski mümkün oldukça engellendikten sonra yapılacak işlerden birisi bulaşıcı hastalık mücadelesi için eldeki kaynakların belirlenmesidir. İnsan gücü kaynakları arasında bulaşıcı hastalıklar epidemiyolojisi konusunda deneyimli halk sağlığı uzmanlarının bulunuyor olması hayati önem taşır. Bu uzmanlar Sağlık Müdürlüğü veya Belediye kadrolarında çalışıyor olabilirler. Ayrıca yeterli sayıda Çevre Mühendisi, Gıda Mühendisi, Mikrobiyolog, İntaniye Uzmanı ve teknisyenler yeterli sayıda bulunmalıdırlar. Bir salgın anında sahada görev alacak motorize saha ekipleri önceden belirlenmiş ve eğitilmiş olmalıdırlar. Salgın olursa kullanılacak bazı malzeme (klor, kaynağı, klorlayıcı cihaz, klor ölçer, ferdi klorlama şişeleri, laboratuar malzemesi, ORS, I.V Mavi, maske, dezenfektan) önceden stoklandığı gibi salgın anında yapılacak işlerin prosedürleri önceden belirlenir (vaka tanımları sürveyans, numune alma, numune gönderme, dezenfeksiyon vb. kuralları gerekebilecek formlar önceden hazırlanır. Ayrıca, kentteki bir salgın anında yararlanılabilecek olan laboratuar, sağlık kuruluşları, malzeme vb. envanter de hazır bulundurulmalıdır. Bulaşıcı hastalık tehdidine karşı yapılacak hazırlıklardan bir diğeri, çıkabilecek bir salgında yapılması gerekenlere ilişkin eylem planlarının hazırlanmış olmasıdır. Örneğin bir okulda çıkabilecek menenjit salgınında, kentte suyla bulaşan bir hastalık salgınında kimlerin neler yapacağı, ne prosedürler uygulanacağı önceden belli olmalıdır. Planda görev alacak personel bu görevler için eğitilmelidirler.

Page 194: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

143

Erken Uyarı: Kentteki bulaşıcı hastalıkların türleri, sıklığı, yer, kişi ve zaman dağılımları sürekli izlenmelidir. Genelde bu izleme Sağlık Müdürlüğü Bulaşıcı Hastalıklar Şubesince yürütülür. Sağlıklı bir rutin sürveyans için kentteki birinci, ikinci ve üçüncü basamak özel ve resmi kuruluşlardan, laboratuarlardan hem doğru hem yeterli bulaşıcı hastalık ihbarlarının yapılıyor olması gerekmektedir. İhbarların arttırılması için, eğitim, ödüllendirme, uyarma gibi yöntemler yanında aylık bir bulaşıcı hastalık bülteni çıkartılarak veri toplayan birimlere gönderilmesi de etkili olmaktadır. Böylece birimler gönderdikleri ihbarların kullanıldığını, işe yaradığını görerek daha düzenli bildirim yapmaktadırlar. Aylık ihbar yerine haftalık ihbar yapılması çıkabilecek bir salgından erken haber olunmasını sağlayacaktır. İhbarların mümkün olduğunca “kesin olgu”lara dayandırılması istenmelidir. Bu amaçla Sağlık Ocaklarındaki laboratuarlar güçlendirilmeli, hemen her ilde bulunan Halk Sağlığı Laboratuarlarına işlerlik kazandırılmalıdır. Daha önce belirlenmiş prosedürlere göre laboratuarlara örnekler gönderilebilir. Sindirim sistemi enfeksiyonlarının tanısı açısından Sağlık Ocağında kolaylıkla kullanılacak bir sistem Cary-Blair taşıyıcı besi yerleri içeren numune tüplerinin kullanılmasıdır. Hastalıklı olduğu veya taşıyıcı olduğu kuşkulanılan kişilerin gaitasından eküvyonla alınan numune besi yeri içeren tüplerin içine konulur, soğukta bekletilerek çinko kaplı numune nakil kapları içerisinde laboratuara ulaştırılır. Kültür sonucuna göre işlem yapılır. Sağlık Ocaklarında ve hastanelerde saptanan vakaların sayıları belli bir eşiği aştığında salgın alarmı verilmelidir. Bu eşik ilgili hastalığın “5 yıllık ortalama eğri” üzerindeki değerden en az iki misli fazla vaka görülmesi ile aşılır. Ancak, vaka sayısı bu kadar fazla olmasa da hepsi aynı mahalle veya işyerinden geliyorsa yine bir salgından kuşkulanılır. Toplanan verilerle Sağlık Ocaklarında epidemiyolojik incelemeler yapılır. Rutin bir ihbar sisteminin eksikliği, sağlık kurumuna başvurmayan kişilerin kayıtların girmeyişidir. Hem başvurunun düşük, hem bulaşıcı hastalık riskinin yüksek olduğu gecekondu bölgeleri bu açıdan özel önem taşırlar. Sağlık kuruluşuna başvurmayanlar hastalık belirleyebilmek için kapı kapı dolaşarak yapılan aktif sürveyans yöntemleri kullanılır. Örneğin, evler belli aralarla dolaşılarak sıtma için kalın damla alınabilir veya kızamık gibi, vaka tanımı yapılmış hastalıklar soruşturulur. İhbarların yetersiz bulunduğu mahallelerde veya kentlerde yeterli ve güvenilir veri topladığı bilinen hekim veya Sağlık Ocaklarının ihbarı da o bölge veya kent için örnek alınarak hızlar tüm bölge veya kente yansıtılır. Toplanan bulaşıcı hastalık verilerini arttırmak, olası salgınlardan önceden haber almak için kullanılan diğer iki yöntem filyasyon ve değinmişlerin ( contact ) kontrolüdür. Filyasyon, yakalanan bir bulaşıcı hastalığın nereden, kimden alındığının araştırılması iken değinmişlerin kontrolü, yakalanmış bulunan hastanın çevresindeki başka kimselere de hastalık bulaştırıp bulaştırmadığının incelenmesidir. Bu incelemeler hastanın adresinin bulunduğu Sağlık Ocağının ekibi tarafından yapılmalı, saptanan hastalıklar bildirilmeli ve tedavi edilmelidir.

Salgın incelemesi: Bir salgın olasılığında salgın önceden haber alınır ve bastırılabilirse önemli başarı elde edilir. Ancak kentler gibi, bulaşıcı hastalıkların hızla yayılabildiği veya su gibi pek çok kişinin birden etkilendiği ortamlarda genelde salgından ancak iyice ortaya çıktığı zaman haberdar olunur. Örneğin hastanelere yatan gastro-enterit vakaları hızla artmaya başlar veya bir

Page 195: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

144

bölgenin sağlık ocaklarına belli bir hastalıkla başvurular artış gösterir. Bu bölgede zaten bulunan bir hastalık olabildiği gibi yeni ortaya çıkan, daha önce görülmemiş bir hastalık da olabilir. SARS, Kırım-Kongo hemorajik ateşi, kuş gribi gibi yeni hastalıkların ortaya çıktığı veya biyo-terörizm riskinin var olduğu günümüzde sağlık personeli bölgede ilk defa görülebilecek hastalıklara karşı da uyanık olmalıdır. Salgın incelemesinin ilk aşaması sayıca artış gösteriyor olan bulaşıcı hastalığın kesin tanısının konmasıdır. Bu tanı laboratuar analizlerine dayanmalıdır. Bazen pestisid veya diğer bir toksik maddenin neden olduğu hastalıklar bulaşıcı hastalıklarla karıştırılabilir. İkinci aşamada vaka sayısının beklenenden fazla olup olmadığı kararlaştırılır. Eğer bir salgın görüldüğünden kuşkulanılıyorsa vakalarla ilgili olarak mümkün olduğunca çok bilgi toplanmaya çalışılır. Bu amaçla sağlık ocaklarından, hastanelerden, laboratuarlardan, özel poliklinik ve hekimlerden ilgili hastalık vakaları toplanırken, geçerli bir vaka tanımı yapılarak ev ev dolaşarak da aktif sürveyansla vakalara ulaşılır. Her vakadan başlama tarihi, yaş, cins, adres ve bazen de meslek, semptomlar gibi bilgiler toplanır. Günümüzde sahadan bu şekilde toplanan veriler sahada, anında el bilgisayarlarına girilebilmekte, adres yerine GPS koordinatları alınarak harita üzerine doğrudan işaretlenebilmekte, DSÖ’nün EPI INFO 6 gibi bilgisayar programları yardımıyla kolayca işlenebilmektedir. Toplanan veriler haritalara işaretlenir, yaş-cins tabloları yapılır, zaman eğrileri çizilir, hücum ve vaka ölüm hızları hesaplanır. Salgının nasıl çıktığı ve dağıldığı konusunda hipotezler geliştirilir. Gerekirse küçük vaka-kontrol çalışmalarıyla bu hipotezler sınanır. Örneğin; tifo salgınında belli bir çeşmenin kaynak oluşturduğundan kuşkulanılıyor ise, hasta olanlar ve benzer özelliklere sahip sağlam kontrollere o çeşmeden su kullanıp kullanmadıkları sorulur, odds ratio hesaplanır. Kurulan hipotezler doğrulanıp salgın kaynağı belirlendikten sonra, salgın kontrolüne geçilir.

Bulaşıcı hastalık ve salgın kontrolü: Kentteki bulaşıcı hastalıkların kontrolü için götürülen hizmet veya bir salgın anında yapılacaklar çok farklı değildir. Her iki durumda da enfeksiyon zinciri kırılmaya çalışılır. Her hastalığın enfeksiyon zinciri farklılık gösterir. Zincir en zayıf halkasından kırılmalıdır. Örneğin, bir kızamık salgınında bu halka, konakçıya yönelik önlemler içinde olan aşılama iken, bir sıtma salgınında kaynağa yönelik önlem olan hasta kişileri kalın damla incelemesi ile bulup, tedavi etmektir. Bir kolera salgınında ise bulaşma yollarına, suya, müdahale edilir. Aslında salgın anında acilen neler yapılacağı, daha önce düzenlenmiş olması gereken eylem planları doğrultusunda gerçekleştirilir. Genelde bulaşıcı hastalıklar ve salgınlar alt yapısı kötü, yaşam koşulları sağlıksız olan kentlerde ve mahallelerde görüldüğünden buralardaki çevre koşullarının hızla değerlendirilmesi gerekebilir. Bu değerlendirme için “çevre koşullarının hızlı değerlendirilmesi” teknikleri kullanılmalıdır. Salgın kontrolünde vektör kontrolü, suların ferdi dezenfeksiyonu, aşılama gibi önlemlerde halkın bilgilendirilerek katılımlarının sağlanması çok önemlidir. Genelde yetkililer bir salgını saklamak, paniği önlemek için gizlemek eğilimindedirler. Oysa hastalıkla ilgili doğru-yanlış bilgiler zaten hızla kulaktan kulağa yayılmaktadırlar. Doğru yaklaşım, gerçekleri duyurarak hastalığın kontrolünde halkın işbirliğini, katkısını istemektir. Bulaşıcı hastalık kontrolünde genellikle çeşitli kamu kuruluşları (Belediye, Veterinerlik, Sağlık Müdürlüğü, Çevre Müdürlüğü, Tarım Müdürlüğü, Muhtarlıklar vb.) ve sivil toplum kuruluşlarıyla (Gündem 21, Tabipler Odası, dernekler vb.) işbirliğine gitmek gerekmektedir. Bu işbirliği çeşitli şekillerde gerçekleştirilebilirse de yasal bir kurum olan İl ve İlçe Hıfzısıhha

Page 196: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

145

Meclislerinin kullanılması en uygun yol olacaktır. Zoonozlarla mücadele veteriner teşkilatının katılımı olmadan mümkün değildir. Bulaşıcı hastalık kontrolünde önemli işlevi olan karantina insan sağlığı alanında, veba kontrolü dışında çok kullanılmayan bir yöntem olmuştur. En son kullanıldığı ve hastalığın kontrolünde önemli rol oynadığı olay SARS salgınıdır. Hastalığın yayılmasını önlemek için SARS hastasının yakınında bulunduğu için SARS şüphesi olan kişiler, hastalığın en uzun kuluçka süresi olan 10 gün boyunca evlerinde tutulmuşlar, bu süre içinde hastalık belirtisi gösterenler hastaneye alınmış, herhangi bir belirti göstermeyenlerin dışarı çıkmalarına izin verilmiştir. Karantinanın hastalığı kontrolündeki başarısı nedeniyle SARS’a “orta çağ yöntemleriyle önlenen 21.yüzyıl salgını” tabiri yakıştırılmıştır. Hastalık önlemede diğer önemli bir yöntem olan ayırma (izolasyon) pek çok hastalık için kullanılmaktadır. Evde ayırma yanında kentteki hastanelerde ayırma yapmak için de buralarda özel “ayırma ve dezenfeksiyon üniteleri” bulunması gerekmektedir. Kentlerde bulaşıcı hastalık ve salgınların önlenmesinde Sağlık Ocakları ve Sağlık Müdürlüğü ekipleri görevlidir. İşbirliği içinde salgını söndürmeye çabalarlar. Ancak bazen bu çabalar yeterli olmamakta, salgın kontrolünde uzmanlaşmış elemanların desteğine gerek olmaktadır. Bu elemanlar Sağlık Bakanlığı bünyesinde yer almalı, bir salgın anında destek sağlamalıdırlar. Eskiden, kapatılmadan önce, Hıfzısıhha Okulunda böyle bir birim bulunmakta ve önemli hizmetler vermekte idi; şimdi yoktur. En kısa sürede yeniden oluşturulmasında büyük yarar vardır. Kentteki bulaşıcı hastalıkları kontrol çabalarında başarı elde edilip edilemediği insidans hızları, vaka-ölüm hızları, hastalık yan etki oranları, hastanede yatış süresi, maliyet-yarar analizi gibi kriterler kullanılarak değerlendirilmeli, programda ki eksiklikler düzeltilerek yeni eylem planlarına yansıtılmalıdır. Kentte oluşan bir salgını kontrol etme başarısının kriteri ise günlük hücum hızlarıdır. Başarılı bir çalışmada bunlar hızla azalır. Bir salgının sonlanma kriterleri bulaşma yoluna göre farklılık gösterir. İnsandan insana geçen enfeksiyonlarda etkenin en uzun kuluçka süresi içinde yeni vaka görülmemiş olması salgının bittiğini ima eder. Su ve gıda gibi ortak kaynaklı salgınlarda enfeksiyon kaynağı giderildiğinde veya temiz kılındığında salgın sona ermiş sayılır. Eklem bacaklılarla bulaşan salgınlarda ise vektör böcekteki ekstrensek ve insandaki intrensek kuluçka süreleri toplamı boyunca yeni olgu görülmemesi salgının sonlandığının işaretidir (örneğin sıtmada 25 gün). Bir salgın sonlandığında salgınla ilgili rapor hazırlanır ve tekrar benzeri bir salgın olmaması için gerekli önlemler alınır.

Ülkemiz kentlerinde bulaşıcı hastalıklar: Türkiye salgın hastalıklar açısından verimli bir odak oluşturmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yürütülen bulaşıcı hastalık mücadelesi başarılı olmuş ve pek çok hastalık kontrol altına alınabilmişken daha sonraki yıllarda gerek hızlı ve çarpık kentleşme, gerekse sağlık hizmetlerine yeterli önem verilmeyişi kentlerde tekrar salgınların görülmesine yol açmıştır. Tüberküloz, tifo, boğmaca gibi hastalıklar pek çok ülkede tarih olmuşken ülkemiz kentlerinde egemenliklerini sürdürmektedirler. Bulaşıcı hastalıklar “Sosyal” hastalıklardır. Yani, bir ülkede veya bölgede sosyal huzursuzluk, savaş, çevrenin bozulması, yolsuzluk, işsizlik, mutsuzluk varsa, bulaşıcı hastalık da vardır. Engellenmeleri için öncelikle toplumun refah düzeyinin yükseltilmesi gerekmektedir. Çevrenin önemsenmesi, alt yapının tamamlanması, su ve gıda denetimlerinin aksatılmadan yürütülmesi de önem taşır. Bulaşıcı hastalıklar sünger

Page 197: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

146

gibidir. Sağlık örgütü iyi çalışır, sürveyansını tam yapar, aşılamaları ve kontrol çalışmalarını aksatmaz ise hastalık sayısı azalır. Ancak bulaşıcı hastalıklar sistem bozukluklarını, yönetim aymazlıklarını, personel yetersizliklerini affetmezler. Ülkemizde de, ne yazık ki, kesin rakamları bilmesek de, kentlerde bulaşıcı hastalıkların oldukça yaygın olduğunu kestirebiliyoruz. Kolera, tifo, dizanteri, hepatit A gibi hastalıklar aslında büyük kentlerimizin varoşlarında ve bazı kentlerimizde endemik halde bulunurlar. Yayılma için uygun çevre ve iklim koşulları bulduklarında bu hastalıklar kendilerini bazen kentin bütününde bazen de sadece gecekondu semtlerinde salgın bir hastalık olarak gösterirler, endemo-epidemilere yol açarlar.. 1970 İstanbul Sağmalcılar kolera salgını, 1978 Ankara Seyran Bağları hepatit A salgını, 1979 Adana difteri salgını, 1981 Ankara tifo salgını, 1984 Diyarbakır-Çınar tifo salgını, 2001 Alanya paratifo salgını, 2005 Malatya gastro-enterit salgını bunlardan bazılarıdır. Kentlerdeki bu salgınlardan sıklıkla içme ve kullanma suyunun ya kaynağında, ya deposunda veya boru hattında kirlenmesi, kanalizasyonla karışması sorumlu olmaktadır. Kentlerimizin pek çoğunda özellikle yaz aylarında yeterli su verilememekte, sular sık sık kesilmektedirler. Bu kesilmelerde bütünlüğü bozulmuş şebeke borularının içine civardaki pis sular dolmakta, su yeniden verildiğinde ise bütün kente yayılabilmektedir. Su borularının toprak altında sağlıklı olarak kalmasının bir süresi vardır. Bu, borusuna göre 35–40 yıldır. Bu süre sonunda boruların değiştirilmeleri gerekir. Ancak yeni oluşan mahallelere bile su bağlamakta zorlanan belediyeler yüzyıllık boruları kullanmaktadırlar. Bu yüzden zaten pompalanan sular yeraltına sızarak önemli sayılacak kayıplara neden olmaktadırlar. Kaldı ki, sağlam bile olsalar, sık yapılan çeşitli yeraltı tamiratlarında borular patlatılarak kirletilebilmektedirler. Klorlama da her zaman düzenli yapılmamakta, yapılsa da suya verilen klor sudaki bol organik maddelerce tutulduğundan aktivitesi düşmektedir. Gecekondu semtlerinde zaten şebeke suyu yoktur. Su kontamine kuyulardan veya mahalle çeşmelerinden sağlanmaktadır. Kanalizasyon sistemi bulunmadığından atık su için kuru tip helâlar veya fosseptik çukurlar kullanılmaktadır. Bazen pis sular mahallelerin ortasından dereler şeklinden akarlar veya fosseptikler taşıp etrafı kirletirler. Bütün bu içme suyu ve atık su aksaklıkları sindirim sistemi salgınlarının alt yapısını hazırlarlar. Ancak rutin aşılama oranlarının düşüklüğü, sulara veya içkilere katılan buzların pis su ile hazırlanmış olması, kanalizasyon suyu ile çiğ yenen sebzelerin sulanması veya kent içinde vektörlerin üreyeceği alanların çoğalmış olması gibi nedenlerin de kentlerde salgınlara yol açtığı bilinmektedir. Kentlerimizi bulaşıcı hastalık tehdidinden kurtarmak için yapılacakları özetlemek gerekirse:

• İnsanların sağlıklı konutlarda ve mahallelerde yaşamaları, güvenle ve huzurla çalışıp iyi

gelir getirecek işleri olması, sağlıklı ve yeterli beslenmelerinin sağlanması, • İnsanı merkez alan kent planlaması yapılıp bu planlara uyulması • Kentteki olası bulaşıcı hastalıkların, salgınların risklerinin önceden belirlenerek bunlara

yol açabilecek nedenlerin ortadan kaldırılması, • Kentteki su, kanalizasyon, çöp, vektör mücadelesi, gıda denetim ve ruhsatlandırma

hizmetlerinin en üst düzeyde ve aksatmadan götürülmesi, • Bulaşıcı hastalıklar için her zaman hazırlıklı olunması. Bu çerçevede çok iyi bir bulaşıcı

hastalık bildirim sistemi çalıştırılması, aktif ve pasif sürveyansın, filyasyon ve değinmiş kontrollerinin aksatmadan sürdürülmesi, işleyen bir laboratuar sistemi kurulması,

Page 198: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

147

• Belediye veya Sağlık Müdürlüğünde bulaşıcı hastalık mücadelesini bilen, multidisipliner ekipler kurulması,

• Çeşitli resmi kuruluşlar arasında yakın işbirliğinin gerçekleştirilmesi, halkın mücadeleye aktif olarak katılımının sağlanması.

• Sağlık Bakanlığında, ABD’deki CDC benzeri, uzman epidemiyologların görev yapacakları merkezi bulaşıcı hastalık mücadele birimi kurulması

Kaynaklar

1. Bres P., Public Health Action in Emergencies Caused by Epidemics, WHO Geneva,

1986. 2. Leitmann J., Rapid Urban Environmental Assesment, World Bank Washington, 1995. 3. DSÖ, Olağandışı Durumlar İçin Hızlı Sağlık Değerlendirmesi Protokolleri, Tercüme

TTB yayını Ankara, 2001. 4. Wisner B., Adams J., Enviromental Health in Emergencies and Disasters, WHO Geneva,

2002. 5. Chin J. (Ed), Control of Communicable Diseases Manual, 18th Edition, APHA

Washington, 2005.

Page 199: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

148

Kültür, Kent ve Sağlık AKKAYAN Taylan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Giriş Bu çalışmada, ‘Kültür, Kent ve Sağlık’ konusu, antropolojik bakış açısıyla ele alınacaktır. Kültür, kent ve sağlık, çağdaş toplumlar için birbirinden ayrılmaz özelliği ile herkesin ilgisini ve dikkatini çekmektedir. Kent, temelde bir yerleşim tarzını anlatır. Burada yaşayanların kendilerine has bir kültürü vardır (Kottak 1994:450–451). Sağlık, insanın olduğu her yerde onunladır ve bu sorundan uzak kalınamaz. Kültür, Kent ve Sağlık, birbirini etkiler, değiştirir. Ayrıca, yeterli, sürekli ve bilimsel bir organizasyon sağlanamadığı zaman, problem üretirler. Gerçekleri görmemekte direnmek toplum ve kültürün sonunu hazırlar. Kültür, Kent ve Sağlık başlığını oluşturan her bir kavram, teknik bir terim niteliğindedir. Akademik hayatta her biri, bir kaç yarıyıl süren anlatımların konusu olmaktadır. Ayrıca, konuyu yeterli bir şekilde anlamak ve anlatmak, belli bir birikim ve formasyonu gerektirmektedir. Bu konum, yaşanan gerçekler arasında, yoğun, uygulamalı ve özgün yorumlar çıkarmayı gerektirir. Bu nedenle aşağıda anlatılanlar konunun önemini vurgulayan, üzerinde düşünmek isteyenler için ufuk açıcı noktalara dikkat çeken özet sonuçlar olarak şekillendirilmiştir. Anlatılanların sınırlı kantitatif veri ile desteklenmesinin nedeni ise, sempozyum düzenleme kurulunun ilkelerinin oluşturduğu sahife sınırlamasıdır. Bu yaklaşım akademisyenleri doyumsuz kılarken, verilen mesajların ve anlatılanların tabana yayılmasının önemi düşünülünce, izlenen yolun haklılığı kolay kabul edilebilmektedir. Kültür Kültür, zihnin yazılımıdır. Zihinsel bir programlamadır (Hofstede 1997:4-6). İnsanın yaptığı, yarattığı her şeyi kapsar (Saran 993:272). Evrenseldir. İnsan, mavi küremizde var oluşundan hemen sonra oluşturduğu, toplum ve ardından kültür hayatıyla birlikte yaşamını sürdürmektedir. Homo sapiens-sapiens diye adlandırdığımız modern insan, günümüz verileriyle yaklaşık kırkbeşbin (45 000) yıllık bir geçmişe sahiptir. Kısaca kültür, yaklaşık kırkbeşbin (45 000) yıllık bir birikimdir, güçtür, zenginliktir, güzelliktir, bilgeliktir. Her toplumun kendine has bir kültürü vardır. Bu kültür tektir, eşsizdir, diğerine tam olarak benzemez (Saran 1993:268). Bu kadar çok sayıda kültürün oluşmasını sağlayan etken, zihnin yazılımında ortaya çıkan farklardan köken almaktadır. Düşünüş sistemindeki farklar, farklı kültürleri yaratmıştır. Farklı düşünüş sistemini sürdürmekteki ısrar, farkın devamlılığını sağlamaktadır. Oluşturulan bir düşünüş sistemi kendisini koruyup, kolladığı için farklılıkları aşmak kolay olmamaktadır. Gerçeklere, bilimsel verilere, matematik kurallarla uygun düşünüş sistemleri daha özgün üretmekte, ihtiyaçlara daha kolay yanıt vermekte, daha güçlü kültürler oluşturmaktadır. Bu yolda gidenler daha kısa zamanda bağnazlıktan uzak, dengeli, bilge toplum yapısı ve kültürüne ulaşacaklardır. Bütün kültürler hızları farklı olmakla birlikte, değişir. Değişmeyen toplum ve kültür yoktur (Ember – Ember 1973.33). Değişme, kültür ünitelerinin ve komplekslerinin özgün üretilmesi,

Page 200: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

149

yayılması ve çeşitlenmesiyle sağlanır (Haviland 2002:369). Bu özellik, kültürlerin izledikleri yolda çıkmaza girmelerini önler, çaresiz kalmamaları için fırsat verir. Basit teknolojili kültür yapısından, karmaşık kültür aşamalarına ulaşma şansını elde etmelerini sağlar. Değişme, avcı-toplayıcı olarak hayat macerasına başlayan insanın, önce köy, sonra kenti yaratmasını anlatmaktadır. Aynı zamanda biyolojik bir varlık olan insanın, hep yanı başında olan sağlık sorunlarını gidermek için başvurduğu inanç, sihir-büyüye dayalı geleneksel yollardan, bilimsel tıbba erişme hikayesini açıklamaktadır. Kuşkusuz, erişilen son noktadaki başarılara, zaman tünelinin ancak son kilometrelerinde ulaşılabilmiştir. Bu son nokta, büyük bir uğraş, bedel ödeme, ısrarla güçlüklere karşı koyma, daha iyiye ulaşma tutkusunun ürünüdür. Kent Kent, insanın kültür aşamaları içinde ulaştığı son yaşam tarzıdır. Çok uzun olan avcı-toplayıcılık aşamasından sonra, insanın toprağa yerleşerek başlattığı neolitik aşama ile köy yaşantısı ortaya çıkmıştır. Bu değişme teknolojik bir devrimdir. Avcı-toplayıcı olduğu sürede doğanın ona sunduklarıyla yetinen insan, neolitikle birlikte doğa ile kooperasyona girmiş ve verilenle yetinmeyip, istediğini üretmeye başlamış, önce basit teknoloji ile işe koyulmuş, sonra onu geliştirmiştir. Kent yaşantısı ise, kültürel aşamaların sonuncusudur ve organizasyonsal bir devrimdir. Kısaca kent bir organizasyon harikasıdır. Yeterli organizasyonlar gerçekleştiren toplumların ve kültürlerin kentleri daha başarılı, henüz problemlerini yeterince çözemeyenler ise daha sade kent örneklerini sergilemektedirler. Yaklaşık kırkbeşbin (45 000) yıllık insanlık tarihinin, üçte ikisi avcı-toplayıcılıkla geçmiştir. Zamanın son üçte birinde ise, yaklaşık onbin yıl önce köy, beş bin yıl öncede kent yaşantısına geçilmiştir (Hofstede 1997,11–12). Ancak, çağdaş kent yaşantısı, klasik çağ kentlerinden çok farklıdır ve çağdaş kent yaşantısını yüz (100)- iki yüz (200) yıl geriye götürmek olanaklıdır. Çizilen tarih şeridi, avcı-toplayıcı kültürünün, başka bir deyişle ‘sunulanla yetinme geleneğinin’ nasıl uzun bir deneyim olduğunu, terk etmekte nasıl zorlanıldığını ve günümüzde çeşitli eleştirilerin fark etmediğimiz temellerini oluşturduğunu anlatmaktadır. Yaklaşık yüz (100)- iki yüz (200) yıllık çağdaş kent deneyimi, insanlık tarihinin son dakikaları hatta saniyeleri anlamına gelmekte olup, henüz son şeklini de almamıştır. Üstelik kent fenomeninin potansiyeli de yeterince bilinmemektedir. Klasik çağ kentleri ile çağdaş kentler arasında benzerlikler yanında ciddi farklar da vardır. Ancak burada bu tür bir karşılaştırmayı hedeflemiyoruz. Bu nedenle, klasik çağ kentlerinin bir kale ve/ya sur içi ve/ya çevresinde geliştiğini, çağdaş kentlerin pazar etrafında büyüdüklerini söyleyerek; pazarın, internet eşliğinde sanal bir boyuta taşındığına dikkat çekip, kentin henüz bilinmeyen potansiyelini bir boyutta örneklemekle yetinmek istiyoruz. Kent, insan varsa anlamlıdır. Kentli insanın demografik özellikleri, sosyo-kültürel organizasyonu ve değişme boyutu ile ilgili olarak ortaya koyduğu canlılık bir başkadır.

Kentli İnsanın Özellikleri: Kentlerde yaşayanların cinsiyet, yaş, doğurganlık, medeni hal, okur-yazarlık, eğitim, meslek vb. temel demografik ve sosyo-kültürel özellikleri, köylerde yaşayanlardan farklı olduğu gibi, sosyo-kültürel gücü kullanma, seçicilik, eleştiri, tatmin olma vb. özellikleri de farklıdır.

Page 201: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

150

Ayrıca, özgün üretme, üretileni tabana yayma, kaliteyi yükseltme ve standartlar koyma vb. eşitlik sağlayıcı ve refaha erişme yollarını yaygınlaştırma özelliği de vardır. Gerçekten Türkiye’de kentler daha fazla erkek nüfus barındırır. Kentlerde yaşayanların yaş ortalamaları yüksektir. Kentlerde insan ömrü köylerde yaşayanlardan daha uzundur. Kaba doğum oranları ve doğurganlık oranları düşüktür. Temelde insan için hayatta kalmak esastır. İnsan her şartta hayatını korumak ve kollamak üzere programlanmıştır. İntihar gibi, bu genellemeye ters düşen ve ancak on binde (10 000), yüz binde (100 000) lik oranlarlarla anlatılan sapmalar dışında herkes hayata sıkı sıkıya sarılmakta ve yaşamını kalitesi yüksek koşular içinde geçirmek istemektedir. Kalitesi yüksek yaşam koşuları için, çok zor olan alıştıkları ortamdan, geleneklerinden, önceleri yalnız uzaklık olarak sevdiklerinden ve yakınlarından ayrılmayı kabullenmekte ve göç etmektedir. Göç, kentlerin hızla büyümelerini sağlayan ana kaynaktır. İç göç, dış göç, mevsimlik göç, doğrudan göç, kademeli göç, dönüşümlü göç vb. modelleri vardır (Akkayan 1979,21–26). Göç edenlerin tamamı, insanlar kentte daha uzun, daha rahat, daha vasıflı yaşadıklarını fark etmiştir ve bu hedefe koşmaktadır. İnsanlığın geleceği kenttedir. Kentli olarak, kentli düşünüşü içinde, buna uygun plan, eylem yapan, davranışlarını rastlantılar yerine, ne istediğini bilen olarak düzenleyen ve hareket eden insan olarak, yaşantısını sürdürmek istemektedir (Akkayan 2003a:29–61). Bu hedeflere sınaya yanıla erişmek zorunda kaldığında yolunu daha uzun zamanda bulmakta, yap-bozlarla çok zaman kaybetmektedir. Kamu yararı ve kişisel yararı bilgece dengeleyen profesyonel destek, hedefe erişmede kentlilere katkı yapmakta, yeni kentlilere rehber olmakta ve hedefe ulaşmada yolu kısaltmakta, zahmeti azaltmakta, ekonomik kayıpları önlemektedir. Sağlık Sağlık ve ilgili sorunlar, insanın var olmasından bu yana ona eşlik etmektedir. Hatta bazı sağlık sorunları evrim öncesi atalarından kalan mirastır. Bu vurgulamayla konu başlığının evrensel bir boyutu olduğunu, aynı şekilde olmasa da her toplum ve kültürde insanları etkilediğini söyleyebiliriz (Coe 1970:1). Sonuç olarak, her toplum ve kültür bu sorunla farklı yaklaşım modelleri ve/ya düşünüş sistemleri içinde ilgilendiğini ve gelecekte de bunu sürdüreceğini rahatlıkla görebiliriz. Sağlık sorunuyla ilgilenme, basit teknolojili toplumlarda inanç merkezli, sihir-büyü örüntülüdür. Karmaşık toplumlarda ve özellikle çağdaş kentlerde sağlık sorunuyla ilgilenme, geleneksel yaklaşımları tümden terk etmeyip, bilimsel bilgi yanında bu yaklaşımın gölgesinde var olmaktadır. Gerçekten sağlık sorunlarına farklı toplum ve kültür düzeylerinde farklı yaklaşımlar yapılmaktadır. Bir kültür içinde hasta olan kişi, iyileştirici veya tıp doktoruna başvurup bunun için ödeme yaparken, bir başka kültürde veya bir alt grupta hastalık halinde iyileştirici veya tıp doktoruna düzenli yapılan ödeme kesilmekte, hastalık halinin iyileştirici veya tıp doktorunun başarısızlığı şeklinde yorumlanmakta ve ödemenin kesilmesi gerektiği düşünülmektedir. Kısaca farklı zihinsel yazılımlar farklı vaziyet alışlar yaratmakta ve konuya inanılmaz zenginlikte farklı yaklaşımlar yapılmasını sağlamaktadır. Çağdaş kent, insanların yaşamak için seçtikleri bir yerleşim modelidir. Bu yerleşim modelline ait yaşam tarzında sağlık sorunlarına yaklaşım, bilimsel tıp bilgisi ve teknolojisi doğrultusundadır. Ancak, dünyanın en çağdaş kentinde yaşayan ve iyi eğitilmiş, yeterli olanağa sahip olan kimselerin bile, eski geleneksel arayışlara en azından çaresizlik anlarında başvurdukları unutulmamalıdır (Landy 1977,27). Kısaca insanın geleceği kenttedir. Sağlık sorunlarına etkin, hızlı ve ulaşılan son bilgiler eşliğinde cevap aranacak yer yine kenttir. Bilgi türü olarak da çağdaş ve bilimsel tıp bilgi ve teknolojisidir. Çağdaş tıp bilgi ve teknolojisi de öncelikle kentlerdedir. Kentlilerin hizmetindedir. Gelecekte de gelişmeler bu yönde yaşanacaktır.

Page 202: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

151

Kentler, kentlilerin üremesi ile sınırlı da olsa, artmaktadır. Göçler yoluyla oluşan yeni kentliler ve onların üremesiyle de baş döndürücü bir hızla büyümektedir. Her alanda olduğu gibi sağlıkla ve hijyenle ilgili konularda da bilgi hızla artmaktadır. Bu bilgi artışı karşısında kentlileri, yeni sunulan olanaklarla tanıştırmak ve daha akılcı, verimli, sonuç alınabilen bilginin günlük hayata geçirilmesi için profesyonel rehberlere gereksinim duyulmaktadır. Göç edip yeni kentli olanlar için bu rehberlik çok daha önemlidir. Yeni kentlilerin çok farklı alt kültürlerden taşıdıkları en azından sağlıkla ilgili gelenekler, hijyen bilgileri kentin çok dar bir mekanda, çok sayıda ve çok yoğun nüfusun varlığı esasına dayalı yaşantısına ters düşmekte, bu yaşantıyı tehdit etmekte, en azından ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bu sorunun aşılması gerçeklere uygun organizasyonlarla sağlanabilir. Organizasyon, model demektir. Bu modeli işletecek uygun ve yetişmiş profesyonel insan gücüne gerek vardır. Hizmet verilen grubun organizasyonun işleyişini bilmesi, doğal olarak katılabilecek düzeyde olması, işleyişi güvenerek benimsemesi ve yararlanmasını sağlayan iletişim araçlarına sahip olması demektir. Bu ortam ve iklim sağlanamayınca, sınama yanılma yoluyla sorunlara aranacak çözümler, toplumsal değerin sınırlı, verimliliğin düşük, etik değerlerin zayıf, ekonomik kayıpların büyük, refahın tabana yayılmasının olanaksız, insanlık onuruna yakışır adaletin sağlanmasının sığı kaldığı anlamına gelmektedir. Gerçekten, kentli ve yeni kentlinin çok önemsediği sağlık sorununun çözümünde, kamusal ve bireysel dengesi sağlanmış, bilgilendirme, yönlendirme ve katkı yapmayı kapsayan sürdürülebilir organizasyona çok ihtiyacı vardır.

Kentli ve Yeni kentli İnsanın Bazı Sağlık Gereksinim ve Özellikleri: Bir canlı olarak kentli insanın öncelikli olarak, temiz hava, temiz su, temiz gıda ve temiz toprak veya çevreye gereksinimi vardır. Bu temel ihtiyaçlar, kentsel nüfus yoğunluğunun ve talebin fazlalığının yanı sıra, kısıtlı ekonomik ve diğer olanaklar ile yetersiz bilimsel bilgi nedeniyle olması gereken ölçüde karşılanamamaktadır. İnsan, yukarıda söz edilen yaşamın temel gereksinimleri karşılandıktan sonra da, dev boyutlu sağlık sorunlarından uzak kalmayacaktır. Sağlık sorunlarının bir kısmı genetik kökenli ve karmaşık formdadır. Bir kısmı yüzeysel ve kolay baş edilebilir, hatta kendi kendini sonlandırıp, sağlıklı yapıya dönebilen özelliktedir. Bir kısmı da, yeni yaşam koşulları ve değişen şartlar nedeniyle ortaya çıkmakta, kronik özelliklere bürünmekte zaman içinde, kanser gibi yaşamı daha ciddi tehdit eder hale gelmektedir. Örneğin, ömrün uzaması insanın elde ettiği en görkemli hediyedir. Ancak bu hediyeyi verenler, onunla birlikte yeni sorunları da sunmaktadır. Yeni sorunları gidermek ve daha sonra yenileriyle karşılaşmak, yaşanacak sürecin bir ölçüde katlanarak gelen sorunlar yumağı olduğunu göstermektedir. Tüm acılara karşılık, yaşamak her zaman anlaşılır bir tercihtir. Yaşamı en azından biraz daha kolay yaşanabilir kılmak, bir taraftan basit gerçekleri görmek, ilintilerini saptamak, üretilenleri aktarıp yaygınlaştırmak kadar kolaydır. Diğer taraftan ise, zaman, emek, birikim vb. daha fazla değişkenin iyi yönlendirilmesiyle çözülebilecek sertliktedir. Ancak, bunlardan kolay olarak nitelenenler bile zaman zaman aşılamayıp, acı çekmek kader olarak nitelenmektedir. Türkiye’de sağlık politikası ve kültürü tedavi edici sağlık hizmeti ağırlıklı bir görünüm sergilemektedir. Genel olarak tedavi edici sağlık hizmeti, sosyal güvenlik kurumları aracılığı ile sağlanmaktadır. Sosyal güvenlik sisteminden yararlanma şansını erkekler, kadınlardan daha büyük oranda yakalamaktadır. Ancak bu şans genel sağlık standardını yükselten tek

Page 203: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

152

değişken değildir. Herhangi bir sağlık problemi ile karşılaşan kadınlar, erkeklerden; kentliler, yeni kentlilerden daha şanslı durumdadır. Potansiyel risk grubu oluşturma dizilişi de bu yöndedir (Akkayan 1996,34–35). Kentli davranışın bir göstergesi olan ‘spor yapma alışkanlığı’ kentli erkek, kentli kadın, yeni kentli erkek, yeni kentli kadın şeklindedir. Kentleşmeye paralel giden sigara ve alkollü içki tüketimine bakıldığında ise, bu ‘kentli yaşam zaafı’ nı erkeklerin kadınlardan daha çok gösterdiği gerçeği ile karşılaşılmaktadır(Akkayan 2003b:523–535; Kırımlı 2003:536–554). Türkiye’de %2 lerde olan sakat nüfusun %60’ını erkekler oluşturmakta ve sakatlıkların %70’i doğumdan sonra olmaktadır (Kırımlı 1994:443–473). Sonuç ve Öneriler Sağlık, biyolojik, zihinsel ve sosyo-kültürel olarak iyi ve yeterli olma halidir. Bu temel bir hak ve özgürlüktür. Bu hak ve özgürlüğü, insandan başlayarak tüm canlılar için sağlamak, yaymak ve sürdürülebilir kılmak herkesin olmazsa olmaz görevidir. Söz edilen ortama ulaşarak, elde edilecek optimum şartlar birer lütuf değildir, ayrım kabul etmez ve asla bir lüks olarak değerlendirilemez. Bu mütevazı hedefe ulaşmak, yerel, ulusal ve uluslararası lider, yönetici ve tüm karar mercilerini oluşturan görevlilerin sorumluluğundadır. Bu kimseler, yönetip şekillendirdikleri organizasyonları bütüncül (holistic) bir anlayışla (Ember – Ember 1973:4–5) kooperasyona uygun hale sokmalı, güçlerini birleştirmeli adım adım öncelik sırasını gözeterek sorunların aşılmasını sağlamalıdırlar. Bu öneri söz olarak güzeldir. Gerçekleştirilmesi ise çok zordur. Buradaki temel engel, zihnin yazılımındaki farklarda yatmaktadır. Bu nedenle, dünya liderlerinden başlayarak herkesin birbirini anlaması gerekmektedir(Hofstede 1997:3–4). İnsanlığın geleceği buna bağlıdır. Kendi merkezli (etnosentrik) organizasyonların sınırlılığı ortadadır. Kişisel çıkarı ön plana taşıyan organizasyonlardan söz etmek bile gereksizdir.

Sonuç olarak, bilim ve aklın yolunda yürünmeli, güç bu yönde kullanılmalı, sanat yaşamı süslemelidir. Sanatın en ince estetiği, sağlıktır. Sanatın en iyi ustaları, bilimsel özgün bilgiyi üretenlerdir. Bu ustalar içinde sağlık sorununa katkı yapanların yeri özeldir. Bu sağlık mimarları, her zaman var olan statülerin en üst mertebesinde olacaklardır.

Kaynaklar Akkayan, Taylan 1979 Göç ve Değişme, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1996 Kültür, Kent ve Sağlık, Çalışma Ortamı, Sayı 24, Fişek Sağlık Hizmetleri ve Araştırma Enstitüsü Yayını. 2003a Türkiye’de İç Göçler ve Sorunlar, Antropoloji, Sayı 15, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi. 2003b Sağlık ve Sigara, Tütün Kitabı, İstanbul: Kitapevi. Coe, Rodney M. 1970 Sociology of Medicine, York: McGraw-Hill. Ember, Carol R. – Ember, Melvin 1973 Anthropology, New York: Appleton-Century-Crofts. Haviland, William A. 2002 Kültürel Antropoloji, İstanbul: Kaknüs Yayınları Hofstede, Geert

Page 204: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

153

1997 Cultures and Organizations Software of the Mind, New York: McGraw-Hill. Kırımlı, Yüksel 1994 Türkiye’de Sakatlık ve Sakat Nüfusun Özellikleri, Türk Coğrafya Dergisi, İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu. 2003 Rol statü ve Sigara Kullanma Alışkanlığı, Tütün Kitabı, İstanbul: Kitapevi. Kottak, Conrad Phillip 1994 Anthropology, The Exploration of Human Diversity, New York: McGraw-Hill. Landy, David 1977 Culture, Disease, and Healing, Studies in Medical Anhtropology, New York : Macmillan Publishing Co., Inc. Saran, Nephan 1993 Antropoloji, İstanbul: İnkılâp Kitapevi

Page 205: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

154

Restoring Health Services in the Aftermath of Katrina Karen B. DeSALVO, MD, MPH, MSc Tulane University Health Sciences Center Context When Hurricane Katrina slammed into the gulf coast on August 29th, it unleashed a series of catastrophic levee breakages that led to widespread, devastating flooding in the major metropolitan area of New Orleans. Ultimately, 80% of the city, or 120 square miles, was under water. As a result of the storm, over one million people in the New Orleans metropolitan area were displaced and all residents of New Orleans proper, an estimated 480,000 people, lived under a mandatory evacuation for thirty-three days3.Further, the largest health care workforce efflux in US history occurred, including the loss of approximately 4,400 physicians, 35% of which were primary care providers9. Despite this lack of formal infrastructure, first responders and citizens who did not evacuate were in need of care. The health system was completely disrupted across the continuum of care from basic 911 services to quaternary care. Most hospital and ambulatory facilities in the city were severely damaged, some beyond repair. At the end of 5 days of evacuations, the only functioning health facilities in the metropolitan area were three hospitals in the suburbs adjacent to New Orleans, access to these sites was severely limited. These three hospitals (East Jefferson General Hospital, West Jefferson Medical Center, and Ocshner Hospital) in Jefferson Parish, a suburban area of the city, sustained only minor damage and never closed. However, for a brief time they were without basics such as running water and sewerage, effectively rendering them incapable of supporting the needs of the city. Restoring emergency services Federal resources were dispatched to New Orleans in the aftermath of Hurricane Katrina to provide guidance, technical assistance and capacity for the rebuilding of the healthcare infrastructure. The military provided a significant support across the spectrum from basic supplies to transport of seriously ill or injured patients. By day 10, actual care on the ground was provided by an unorganized mix of local and volunteer health professionals who came together to respond to the needs of emergency personnel and citizens who refused to evacuate. In an effort to coordinate these many health service efforts that sprang forth in the days after the storm, the United States Public Health Service (USPHS) Team Orleans unit who partnered with local health leaders to facilitate the resumption of health care services in the greater New Orleans metropolitan area. The USPHS Team Orleans began to coordinate a daily meeting with the leadership of the open hospitals, emergency medical services, the military operating in the area, and physicians in the city at what came to be known as the “9 o’ clock meeting”. They were joined by other health sector leaders from the academic health centers, government

9 Louisiana Department of Health and Hospitals

Page 206: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

155

and other entities in the metropolitan area10. The early focus of the “9 o’clock meeting” was on restoring acute care, including transport of critically ill or injured patients. These efforts included the successful early resumption emergency medical services (EMS) by one week post-storm and “911” services followed shortly afterwards. Pending the resumption of these services, the group was able to develop and coordinate a complex network of emergency transport and treatment that involved complexities and technology available to multiple branches of the armed forces and physicians practicing in tents. Non-hospital care In the immediate aftermath of the storm, physicians-in-training came together to develop a delivery system to meet this need. They drew in faculty for support, and partnered with volunteer organizations and together they delivered care in New Orleans. These doctors practiced primary care in tents, in shelters, in police precincts, mobile vans and borrowed buildings – wherever they were needed11. Most of these clinics were started with only a physician, a stethoscope, a table and a couple of chairs. Providers worked without power, potable water or sewerage. Over time, resources improved as donations of supplies poured in. Open tent structures were replaced by mobile vans and occasionally with buildings changing uses to offer cover from the elements. The early care needs of the patients were generally simple and episodic in nature including unintentional injuries, respiratory infections, tetanus vaccines and medication refills – the most basic of primary care needs. Many came seeking health and safety information. Primary care functioned in its role of “first contact access for each new need”. As the weeks progressed, the population seeking care evolved reflecting both former and new residents of the city seeking a new “medical home” to replace that washed away in the flood. Current state and challenges of the health system By April of 2006, only 6 additional hospitals had opened in the New Orleans metropolitan area. All of these hospitals have been full to capacity as soon as they open their doors12. Some have more available beds to open, but cannot due to severe workforce shortages. Patient demand is increased as well due to a significant increase in mental health disorders including the burden of Post-Traumatic Stress Disorder, depression and substance abuse. The emergency rooms and hospitals also remain inundated because of the continued crippled state of the primary care and specialty ambulatory care network. Patients with ambulatory care sensitive diagnoses are unable to receive timely and evidence-based care which lands them in the acute hospital setting for treatment. Once admitted to the hospital, stays are long due to a lack of aftercare options such as nursing homes. Further, many admitted patients are either homeless or would need to be discharged to trailers incompatible with their health status such as if they are wheelchair bound. What went wrong and right In our disaster planning, we failed to adequately identify the worst case scenario. We envisioned that the worst case would be a massive flood that would sink the city under 10 feet of water. What we didn’t plan for, was what would happen in the months that followed as we

10 DeSalvo, Moises, Uddo. “The nine o’clock meeting.” Health Affairs. Mar-Apr. 2006. 11 DeSalvo. “A letter from New Orleans.” Annals of Internal Medicine. Dec. 2005. 12 Berggren, Curriel. “After the storm – post-Katrina Health Care infrastructure in New Orleans. NEJM. Apr. 2006.

Page 207: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

156

attempted to meet the populations health needs in the absence of any infrastructure. We also failed to have sufficient redundancy in our planning and communication efforts. When traditional means of communication like telephone lines and cell phones broke down, the disaster efforts ground to a halt. What did work was leadership that was flexible, bold, and visionary. Those on the ground willing to listen to their instincts and make rapid decisions with little data, quickly adjusting and improving in response to success or failure were highly successful. Ultimately, what worked was a team approach that built upon existing collaborations and created new ones. Such partnerships spanned the public and private sector, academic and governmental public health agencies. From tactics to strategy The pre-Katrina health system of New Orleans was a fragmented and antiquated model that resulted in the worst health outcomes in the USA at the highest cost per capita13,14. It was a system noted for low ratios of primary care physicians to population and high hospital bed per capita rates. At the center of the Greater New Orleans health system for the past 269 years was Charity Hospital, the dominant source of care for the population, serving approximately 300,000 people and hosting 250,000 outpatient visits per year. In addition to its role as a safety net hospital, it was also a major teaching facility. Patients in this system experienced fragmented care, delivered in clinics located inconveniently downtown and open during hours convenient to the physicians and trainees. Other care in the city was generally provider centric, not supported by interoperable information technology or by health policies that financially supported primary care. Importantly, these were the systems that trained 70% of our physician workforce, creating a health culture rooted in the fragmented, centralized, provider-centered model of care15. In her devastation, Hurricane Katrina has provided an unprecedented opportunity to New Orleans, and indeed the country. Never before has a city had the chance to completely rebuild its health care system without the usual barriers. Most physician practices and hospitals have yet to open. It is a unique opportunity to develop networks of primary care practices that are not housed in clinics but rather in community centers that also have resources, such as exercise facilities, child care, and Internet access for patients. We should scrap the old paradigms of care such as one-on-one physician–patient visits for all occasions, and use innovative formats, such as group visits, which have shown great promise. This post-hurricane health care system we are creating will be proactive and identify at-risk patients before their conditions deteriorate. It will measure and monitor the quality of care in an open and positive way that will lead to continuous improvement. It will be a showcase health system for the world to emulate16.

13 Kaiser Commission on Medicaid and the Uninsured. “Key Facts: States Most Affected by Hurricane Katrina”. Publication #7395. www.kff.org. 14 Baicker and Chandra. “Medicare Spending, The Physician Workforce, and Beneficiaries’ Quality of Care”. Health Affairs. April 7, 2004. 15 DeSalvo, Muntner, Fox. “Community-based care for the ‘city that care forgot’”. J Urban Health. Dec. 2005. 16 DeSalvo, KB. “A letter from New Orleans”. Ann of Int Med. Vol. 143, No. 12, 2005.

Page 208: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

157

Kent ve Güvencesiz Çalışma MÜFTÜOĞLU Özgür Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Öğretim Üyesi Sosyal Güvencenin Tarihsel Seyri Tüm canlılar gibi insanoğlu için de en temel ihtiyaç, kendisi ve ailesinin yaşamını güvenceli bir ortam içerisinde sürdürebilmesidir. İnsan için güvencenin başlıca iki türü vardır. Bunlardan biri, temel özgürlükleri garanti altına alan ve bir hukuk devleti çerçevesinde kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamaya yönelik olan “sivil güvence”lerdir. Diğeri ise kişinin yaşamını sürdürebilecek temel ihtiyaçları karşılaması ve yaşamını sürdürebilmesinin kaynağı olan “sosyal güvence”dir (Castel, 9). Kapitalist toplumlarda sosyal güvenceyi sağlayabilmenin iki temel olanağı vardır. Bunlardan biri bugünü ve geleceği güvence altına alabilecek bir mülkiyete sahip olmak, diğeri ise emek gücünün yaşamı sürdürebilecek bir ücret karşılığında satılabilmesidir. Burjuvazinin siyasi egemenliği ele geçirdiği 1789 Fransız İhtilalinden sonra düzenlenen yasalarla mülkiyet, devlet tarafından güvence altına alınmıştır*. Ancak, mülkiyeti güvence altına alan liberal demokrasi anlayışı, yaşamını sürdürmesini sağlayacak bir mülkiyete sahip olamayan, emek gücünü satarak yaşamını sürdürmek zorunda kalan kesimler için herhangi bir güvence mekanizması oluşturmamıştır. Aksine, piyasa mekanizması içerisinde alınıp satılabilir bir “meta” olarak görülen emek gücü, kapitalist sistemin özünü oluşturan sermaye birikiminin de temel kaynağı olmuştur. Kapitalist sistemin en temel çelişkisi olarak da nitelendirebileceğimiz, emek gücünün ve dolayısı ile onun sahibi olan insanın metalaştırılması, sanayi devriminin ilk yıllarından itibaren yedek işçi ordusu yaratma amacına da uygun olarak yaygınlaşmaya başlamıştır. İşsizlerin oluşturduğu yedek işçi ordusu**, emeğin birbiri ile rekabetini yaratarak, emek maliyetini yani, ücretleri düşürmenin temel yolu olarak görülmüştür. Yedek işçi ordusunun yaygınlaşması, emek gücünün önemli bir kısmının meta dahi olamamasını yani, yaşamlarını sürdürecek geliri sağlayacak bir çalışma olanağından dahi yoksun kalmaları sonucunu ortaya çıkartmıştır. Bu süreçte bir taraftan önemli bir sermaye birikimi yaratılırken, diğer taraftan, iş bulabilenler son derece kötü koşullarda çalışmayı kabullenmek zorunda kalmışlar, iş bulabilme olanağına sahip olamayanlar ise bütünüyle yoksulluğa ve sefalete sürüklenmişlerdir (Müftüoğlu, 84). Kapitalist üretim sistemi ile ortaya çıkan bu koşullar, toplumun mülk sahibi olamayan çok önemli bölümü için güvencesizliğin de kaynağı olmuştur. Geleneksel aile, komşuluk ve din gibi ilişkiler içerisinde yürütülen dayanışma ile bir süreliğine de olsa insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri mümkündür. Oysa kapitalizmde, emek gücünü satarak geçinen insanlar ancak, kendi yaşamları için yeterli olabilecek geçimlik bir ücret almaktadır ve başkalarının

* Bu konuda en temel düzenleme, 1791 tarihli Fransız Anayasası’na önsöz olarak da eklenen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesidir. ** Yedek işçi ordusu konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Marx, Kapital cilt 1, yirmi beşinci

bölüm, üçüncü kesim.

Page 209: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

158

geçimlerini uzun süre karşılayabilmeleri imkansızdır. Bu nedenle yeterli düzeyde mülkiyete sahip olamayan insanlar için tek güvence, emek güçlerini satabilmelerine bağlıdır. Emek gücünü satamaması emeğin, yaşamını sürdürebilme güvencesini ortadan kaldıran en önemli risktir. Bu bağlamda, işsizlik, yaşlılık, sakatlık, iş kazası, hamilelik gibi bir süreliğine yada bütünüyle emek gücünün satılmasını engelleyici durumlar, güvencesizliğe yol açan en önemli risk unsurlarıdır (Arın, 69). Emekçilerin içinde bulundukları yoksulluk ve sefaletten kurtulabilmeleri ve güvence içerisinde yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli koşullar, kapitalist üretim sistemine ve dönemin sermaye birikim modeline bütünüyle aykırıdır. Bu nedenle, 19. yüzyıl başlarında insanca çalışma ve yaşam hakkı, siyasal ve ekonomik eşitlik gibi taleplerde bulunan emekçiler, mülkiyeti korumakla görevli liberal devlet tarafından baskı altında tutulmuş, örgütlenmeleri ve siyaset yapmaları engellenmiştir (Güzel- Okur, 16). Sosyal güvence talepleri liberal devlet tarafından sürekli olarak engellenen emekçi kesimler, işçi sınıfı bilinci içerisinde yüzyıl boyunca sürecek toplumsal bir mücadeleye girişmişlerdir. Sanayi kapitalizmin gelişmesi bir taraftan, kırdan kentlere gelenler, diğer taraftan ise loncaların dağılması, işçileşmenin artmasına neden olmuş bu da işçi sınıfı mücadelesini çok daha etkin bir hale getirmiştir. Öncülüğünü Karl Marx ve Frederich Engels’in yaptığı “bilimsel sosyalizm”in de katkısıyla işçi sınıfı hareketi siyasal bir içerik kazanmış ve sosyalizm, kapitalizme alternatif bir sistem olarak talep edilmeye başlanmıştır. Özellikle, 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren güçlenen işçi sınıfı hareketi, sermaye sınıfı ve onların iktidarda bulunan temsilcileri tarafından kapitalist sisteme karşı bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu tehdidin önlenebilmesi için ise işçi sınıfının kapitalizme olan karşıtlığını önlemek üzere, başta sosyal güvence olmak üzere bir takım demokratik düzenlemelere gidilmiştir. Sosyal güvenlik konusunda ilk kurumsal düzenleme, sosyalist akımların merkezi durumunda bulunan Almanya’da gerçekleştirilmiştir. Almanya’da Bismarck, işçi sınıfından gelen yoğun tehditler karşısında, sosyalizmin etkisini azaltmak ve işçi sınıfını sistemle bütünleştirmek amacıyla, bir taraftan geleneksel baskı politikasını uygularken (sosyalist partileri kapatmak, dernek kurmayı yasaklamak vs.) diğer taraftan da devlete sosyal bir nitelik kazandırmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, 1883’te hastalık sigortası, 1884’te kaza sigortası, 1889’da emeklilik sigortasını yürürlüğe konulmuştur (Sosyalizm Ansiklopedisi, 307). Özellikle, sanayileşmiş Avrupa ülkelerinde sosyal güvenlik sisteminin kurumsallaşması ve mülk sahibi olmayan halk kesimlerine de siyasi hakların tanınması, işçi sınıfı içinde devrimci ve reformist ayrışmalara yol açmış ve 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde işçi sınıfı bilimsel sosyalizmden önemli ölçüde kopmaya başlamıştır. Bu süreçte 1917 Ekim Devrimi, sosyalizm tehdidini tekrar gündeme getirmiş ve özellikle, Avrupa ve ABD işçi sınıfının sosyalizme yönelmesini engellemek amacıyla sosyal haklarda yeniden bir takım iyileştirmeler sağlanmıştır. 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar büyük ölçüde işçi sınıfının ve reel sosyalizmin tehdidi ile gelişme gösteren sosyal haklar, 1929 yılında kapitalist sistemin içsel çelişkileri nedeniyle ortaya çıkan krizle birlikte yeni bir boyuta taşınmıştır. Yoğun emek sömürüsüne dayalı klasik liberal anlayışla belirlenen ücretlerin, gelişen üretim ve yönetim teknikleri sayesinde giderek artan üretime yeterli talebi oluşturamamasından kaynaklanan bu krizi aşmak üzere talep yönlü ekonomi politikaları benimsenmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Keynesyen politikalar adıyla ifade edilen talep yönlü ekonomi politikaları özellikle merkez kapitalist ülkelerde uygulamaya konulmuştur. Çalışma yaşamına ilişkin standartların ve sosyal güvenlik hakkının gelişmesini öngören bu politikalar, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) aracılığı ile de diğer

Page 210: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

159

kapitalist ülkelere yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Yine aynı dönemde Lord Beveridge tarafından hazırlanan raporla sosyal güvence, sadece çalışanlar için değil, tüm yurttaşlar için bir hak olarak öngörülmüştür. II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bu gelişmeler ile sosyal güvenlik, bir yurttaşlık hakkı olarak kurumsal bir yapı içinde düzenlenmiş ve bu haklar hukuksal olarak da güvence altına alınmıştır. Böylece devlet, mülkiyetin teminatı olmanın yanı sıra sosyal hakları da güvence altına alan “sosyal devlet” kimliğine bürünmüştür. 1950’li yılların başlarından 1970’li yılların başlarına kadar geçen yaklaşık 20 yıllık süreçte etkin biçimde uygulanan “sosyal devlet” anlayışı, emek ve sermaye arasındaki temel çelişkiyi ortadan kaldırmamakla beraber, bu dönemde artan refahtan emekçi kesimlerin de pay almaları sağlanmıştır. Ancak, 1970’li yıllarla birlikte kar hadleri yeniden düşmeye başlamış, reel ücretler verimlilik düzeyini aşmış ve istikrarlı sermaye birikim olanakları ortadan kalkmış, diğer bir ifadesi ile kapitalizm tekrar bir krize girmiştir. Kapitalizmin bu yeni krizinin temel sorumlusu olarak da emeğin örgütlü olduğu üretim sistemi ve başta sosyal güvenlik olmak üzere emekçi kesimlere sosyal hakların verilmesini öngören sosyal devleti gösteren anlayış kabul görmüştür. Yeni liberal politikalar olarak da isimlendirilen bu anlayış, 1970’li yılların ortalarından itibaren başta, ABD ve İngiltere olmak üzere kapitalist ülkelerde benimsenmeye başlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Bu politikalar sayesinde sermaye, ucuz emek bölgeleri ve yeni pazarlara yönelmiş; fabrika tipi üretim, işçi sınıfı örgütlülüğünün zayıf olduğu (yada hiç olmadığı) küçük ve orta ölçekli işletmelere kaymış; üretimde teknolojinin yoğunluğu artmış; üretim sürecinde istihdam ve çalışma biçimleri esnekleştirilmiş; işçilerin birbirleriyle rekabetini arttırarak verimliliği yükseltmeye dayanan performansa dayalı ücret sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Öte yandan, yine yeni liberal politikalar doğrultusunda devlet, sosyal işlevlerini terk ederek, liberal anlayış doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya başlanmıştır. . Böylece devlet, bir taraftan üretimden çekilirken diğer taraftan, sosyal devletin gereği olarak gerçekleştirilen (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vd) kamu hizmetleri ya özelleştirilmiş yada piyasa kurallarına göre yeniden düzenlenmiştir (Müftüoğlu, 85). 1970’li yıllarla birlikte kapitalist sistemde yaşanan bu dönüşüm, 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve 1950’lili yıllarla birlikte kurumsallaşan emeğin, sosyal güvence ile buluşmasını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Böylece güvencesizlik, insanlığın çok büyük bir bölümü için tekrar en yaşamsal tehdit haline gelmiştir. Kentte Çalışma ve Yaşam Güvencesi(zliği) Yukarıda da belirtildiği gibi sosyal güvencesizliğin en temel nedeni, sanayileşme ile birlikte derinleşen ve emeği metalaştıran kapitalist üretim ilişkileridir. Kapitalist üretim ilişkileri ile birlikte değişen ve modernizm olarak da ifade edilen toplumsal yapı, öncelikle sanayi üretiminin yer aldığı kentlerde geçerli olmuştur. Bu nedenle kentlerde modernizm öncesi geleneksel aile, soy, akrabalık ve cemaat kültürüne dayalı güvence mekanizması büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Böylece, sadece kendi yaşamını sürdürebilecek kadar bir ücrete sahip olan emekçinin, bu olanaklara sahip olamayan akrabaları ve yakınları bir tarafa kendi aile bireylerinin geçimini dahi, sağlaması olanaksız hale gelmiştir. Öte yandan, yine özellikle kentlerde geçerli olan ibadethane ve imarethanelerin aracılığı ile yürüyen ve “hayır” mekanizmasıyla işleyen yardımlaşma olanakları da önemli ölçüde işlevsiz hale gelmiştir. Kentlerde kapitalist üretim ilişkileri nedeniyle artan güvencesizliğe karşılık, sanayideki gelişme ile birlikte, sanayi üretiminin tarımsal üretime egemen hale gelmesi ve ticaretin

Page 211: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

160

canlanması ile feodal yapı da çözülme başlamıştır. Bununla birlikte, kentlerde artan ekonomik canlılık ve toprak sahiplerinin (landlrordların) serfler üzerindeki yükümlülükleri gevşetmesi, kırdan kente önemli bir nüfus hareketine yol açmıştır (Pirenne, 53–60). Böylece, kentlerde mülksüz ve sanayi üretimi için vasıfsız olarak nitelendirilebilecek nüfus giderek artmıştır. Öte yandan, sanayinin hızla gelişmesi ve sermaye birikiminin de buna paralel olarak çoğalması, fabrika üretimini ve büyük ticari işletmelerin pazara hâkim olmalarını sağlamıştır. Bu nedenle de üretim araçları kendilerine ait olan küçük usta zanaatkârlar ve küçük esnaflar, ellerindeki üretim ve ticaret araçlarına ilişkin mülkiyeti kaybetmişler ve ücretli emekçiler haline gelmişlerdir (Dobb, 235). Bir taraftan, kentlere göç ile gelen nüfus, diğer taraftan ise mülksüz, ücretli emekçiler haline gelen zanaatkâr ve esnaflar, kentlerdeki işgücünün artmasına neden olmuşlardır. Emekçiler için hiçbir çalışma standardının ve hiçbir sosyal hakkının koruma altına alınmadığı bir ortam içerisinde işgücündeki aşırı artış, kentlerdeki sefaletin ve güvencesizliğin daha da derinleşmesine yol açmıştır. 18. ve 19. yüzyıl kapitalizminin, sanayileşme nedeniyle özellikle kentlerde yol açtığı sorunlar, emekçi kesimlerden kapitalizme yönelen tepkilerin de kentlerde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, 19. yüzyılda işçi sınıfı hareketleri sanayi işçileri tarafından, sanayi kentlerinden başlamış ve sürdürülmüştür. Bu nedenle de işçi sınıfı ve sosyalizmin tehdidi ile sağlanan sosyal haklar, büyük ölçüde kentlerde yaşayan emekçi kesimlere yönelik olmuştur. Özellikle, Türkiye gibi sanayileşme sürecini geriden takip eden ve nüfusu büyük ölçüde kırda yaşayan ülkelerde, sosyal devletin uygulandığı dönemlerde dahi yaşam koşullarındaki (eğitim, sağlık, alt yapı gibi) ve sosyal haklardaki gelişmeler sanayileşmenin yoğun olduğu kentler ile sınırlı kalmıştır. Bu nedenle de kapitalizmin 1970’lerin başında ortaya çıkan krizi ve bu kriz sonrasında uygulanan yeni liberal dönüşüm sürecinin etkisi, kentler ve kentlerde yaşayanlar tarafından daha yakından hissedilmiştir. 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve II Dünya Savaşı sonrasında gelişen ve yaygınlaşan sosyal hakların özellikle kentlerde yaşayanlara yönelik olması, 1970’lerin ortalarında uygulamaya konulan yeni liberal dönüşüm sürecinin de kentlerde daha yakından hissedilmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, üretim sürecindeki esnekleşme ile birlikte, kayıt dışı çalıştırma ve işsizlik artmış, kısmi süreli çalışma, part-time çalışma, geçici çalışma gibi güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlık kazanmıştır. Öte yandan, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve alt yapı gibi sosyal nitelikli kamu hizmetleri, piyasa mekanizması içinde büyük ölçüde metalaştırılmıştır. Böylece emekçiler, bir taraftan iş, ücret ve gelecek güvencelerini kaybederken, diğer taraftan da gelirlerinin düşük olması nedeniyle eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, konut gibi temel gereksinimlere ulaşmada önemli sıkıntılar yaşamaya başlamıştır. Bu da emek gücünü satarak geçinmek durumunda olanların 18. ve 19. yüzyıla benzer biçimde yoksulluk ve güvencesiz çalışma-çalışamama durumu ile karşı karşıya olmaları sonucunu ortaya çıkartmıştır. Türkiye’de Kent ve Güvencesiz Çalışma Türkiye’de ekonomik ve sosyal yapıdaki diğer gelişmeler gibi kentleşme ve sosyal güvencenin de genel seyri, kapitalist sistemdeki genel eğilimler ile paralellikler gösterir. Ancak, azgelişmiş bir ülke olarak Türkiye’nin kapitalist sisteme eklemlenmesi gerek zamanlaması bakımından gerekse, niteliksel olarak birebir değildir. Örneğin, 1950’lerin başlarından itibaren etkin biçimde uygulanan talep yönlü ekonomi politikaları ve bunun gereği olan sosyal devlet anlayışı, Türkiye’de 1960 sonrasında kabul görmüş ve ancak, kentte sınırlı bir kesim (kayıt içinde çalışan az sayıdaki işçi ve memurlar) için uygulanabilmiştir. Bu

Page 212: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

161

nedenle, sosyal güvenlik şemsiyesi altındaki veya sendikal örgütlenme içinde yer alan işgücü sayısı son derece sınırlı kalmıştır. Benzer biçimde eğitim, sağlık, alt yapı hizmetleri de yine özellikle, nüfusun kentlerde yaşayan bir kesimi için yeterli düzeyde sağlanmıştır. Kırsal kesimde ise feodal yapının bütünüyle çözülmemiş olmasının da etkisiyle sosyal güvence ve diğer temel gereksinimler, geleneksel yöntemlerle karşılanmaya devam etmiştir. Ancak Türkiye, yeni liberal dönüşüm sürecine kapitalizmin diğer dönüşüm süreçlerinden daha hızlı bir biçimde eklemlenmiştir. Bu bağlamda, 24 Ocak 1980’de alınan kararlarla benimsenen yeni liberalizm, 12 Eylül 1980 darbesi ile fiilen yaşama geçirilmiş ve böylece, gerek üretim sürecinin esnekleşmesi, gerekse sosyal devletin tasfiyesi, kapitalist sistemle eşzamanlı olarak uygulamaya konulmuştur. Yeni liberal uygulamalar, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de özellikle bir önceki dönemin sosyal kazanımlarına sahip olabilen kentli, düzenli ve güvenceli işlerde çalışanları etkilemiştir. Öncelikle bu kesimler, işlerini kaybetmiş ya da geçici ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Özellikle Şubat 2001 krizi, güvencesizleşenlerin sadece eğitim ve vasıf düzeyi düşük olanların değil, hekim, mühendis, üst düzey yönetici gibi yüksek vasıflı çalışanların da güvencesiz çalışma ile karşı karşıya kaldığını göstermiştir. Türkiye’de kentte güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasında önemli bir etken de kır -kent nüfus dengesindeki değişimden kaynaklanmaktadır. Türkiye, 1980’li yıllara kadar nüfusunun yarıdan fazlası kırda, işgücünün de yaklaşık üçte ikisi tarımda istihdam edilen bir ülkedir. Ancak, yeni liberal politikaların uygulamaya konulduğu 1980’li yıllarla birlikte, benimsenen dışa açık büyüme stratejisi, Türkiye’de demografik yapıyı ve işgücünün sektörel dağılımını önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu bağlamda, bir taraftan tarım ve hayvancılığa sağlanan destek azalmış, tarım ve hayvancılık ürünlerinde ithalat artmış böylece, bu alanda elde edilen gelir düşmüştür. Diğer taraftan ise kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle kentin cazibesi daha belirgin hale gelmiştir. Bu da kırdan kente göçün hızlanmasına neden olmuştur. Öte yandan, 1980’li ve 1990’lı yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan sıcak çatışma ortamı da kente göçün hızlanmasında önemli bir etken olmuştur. Tüm bunların bir sonucu olarak 2005 yılına gelindiğinde kırda yaşayanların toplam nüfus içinde oranı üçte bire düşerken, tarımda istihdam edilen işgücünün oranı ise yüzde 40’lara gerilemiştir. Türkiye’de göç, özellikle sanayinin gelişmiş olduğu (İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli, Mersin gibi) kentlere yönelmekle birlikte, 1980’li ve 1990’lı yıllarda çatışma ortamının yaşandığı kırsal alanların yakınında yer alan Doğu ve Güneydoğu (Diyarbakır, Urfa, Şırnak gibi) illeri de önemli ölçüde göç almıştır. Çatışma ortamından kaynaklanan ve özellikle Doğu ve Güneydoğu illerine yönelen göç, ani, kitlesel ve zorunlu olma özelliği taşımaktadır (Erder, 282). Bu nedenle, zaten yeterli iş olanağı ve altyapısı bulunmayan bu illere yönelen göç dalgasıyla birlikte, yoksulluk ve güvencesizlik son derece trajik boyutlara ulaşmıştır. Bunun yanı sıra, daha iyi çalışma ve yaşam olanağına kavuşmak amacıyla sanayileşmiş kentlere yönelen göç dalgaları da önemli sorunları beraberinde getirmiştir. Zira yeni liberal dönüşüm süreciyle beraber diğer azgelişmiş ülkelere benzer biçimde Türkiye’de de sanayi üretimi gerilemiş ve kayıt dışı çalıştırma yaygınlaşmıştır. Bu nedenle, kırdan koparak kentlere gelen nüfus, ya işsiz kalmış ya da güvencesiz, düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda bırakılmıştır. Bir taraftan, 1980’li yıllarla birlikte kırdan kentlere yönelen hızlı göç dalgası ile artan işgücü arzı, diğer taraftan, sanayi sektörünün küçülmesiyle işgücü talebinin azalması ve esnek

Page 213: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

162

çalışma biçimleri, kentlerde güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bu da kentlerde yoksulluk, yolsuzluk ve sağlıksız, düzensiz bir yaşamı beraberinde getirmiştir. Tarihsel ve toplumsal bir perspektif içerisinde bakıldığında, kapitalist sistemden kaynaklanan gelişmelere karşı en hassas alanın kentler olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Zira, yaşayanlarının önemli bir kısmını oluşturan emekçilerin sosyal anlamda güvencesiz bir yaşam sürdüğü kentlerde can ve mal güvenliğini ifade eden “sivil” güvencenin de sağlanması olanaksız hale gelecektir. Bu bakımdan, sadece emekçiler için değil, tüm toplum kesimlerinin güvenceli ve sağlıklı kentlerde yaşayabilmeleri için kapitalist sistemden kaynaklanan sorunların bütünlüklü bir biçimde sorgulanması gerekir. Kaynakça

1. Arın, Tülay. “Sosyal Sigorta Değil, Sosyal Güvenlik Sistemi: Sosyal Riskler, Sosyal Haklar ve Sosyal Güvenceler” 2000’li Yıllarda Sosyal Güvenlik Sistemleri, BASİSEN Yayınları: 30, İstanbul 2002, (67-78)

2. Castel, Robert. Sosyal Güvensizlik, Çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları, İstanbul 2004

3. Dobb, Maurice. Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler, Çev. F. Akar, Belge Yayınları, İstanbul 1992

4. Erder, Sema. “Köysüz “Köylü” Göçü”, Bölgesel Kalkınma Politikalar ve Yeni Dinamikler, Der. Aylan Arı, Derin Yayınları, İstanbul 2006, (281-285)

5. Güzel, Ali – Okur, Ali Rıza. Sosyal Güvenlik Hukuku, Beta Yayınevi, bası. 9, İstanbul 2003

6. Marx, Karl. Kapital, cilt. 1, çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, 1993 7. Müftüoğlu, Özgür. “Tarihsel Süreçte Bir Parantez: “Sosyal Güvenlik

Hakkı””,Toplum ve Hekim, Mart Nisan 2005, Cilt 20, Sayı 2, (83-86) 8. Pirenne, Henri. Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Çev. Uygur

Kocabaşoğlu, İletişim Yayınevi, İstanbul 2005 9. Sosyalizm Ansiklopedisi, cilt. 1, İletişim Yayınları

Page 214: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

163

Kent ve Sağlık Hakkı SÜTLAŞ Mustafa Sağlık Hakkı Hareketi Derneği

İNSANLIK tarihinde “Kent” olgusunu ilk kez ilkel toplumdan köleci topluma geçiş aşamasında görürüz. Yerleşik düzene geçen insan soyu kendi kapalı ekonomilerini genişletmeye çalışırken, birikimlerini ve bu birikimlerinin yönetimini gerçekleştireceği yapı olarak “kent”i var etmişlerdir. Bu dönemde kent “erk”in toplaştığı ve “erk”i oluşturan unsurların birleştiği bir “üst yapı” kurumu niteliğine sahiptir. Onun içinde “din, sanat ve siyaset” bir arada varolmuştur. Kenti çevreleyen doku ise kentin ayakta durmasını sağlayan emek gücünü oluşturan kölelerin bulunduğu bir halka halindedir. Kente bağımlı, kent de ona bağımlıdır. Bu bağlamda Kent devletleri küçük “kale”ler çevresindeki “varoş”larla varolmuştur. Feodal dönemde kent bu unsurlarına “sermaye birikimini” de katmamaya başlamıştır. Giderek gelişen sermaye kendi döngüsü içinde büyürken, onun hedef kitlesi giderek genişleyen emekçi halkalarla yaygınlaşmıştır. Bu halkalar bazen bir “kıta”yı kaplayan, hatta birkaç kıtaya uzanan büyük “imparatorluklar”a dönüşmüştür. Ancak bu dönemde de üretim hâlâ kırlarda ve kırlarda yaşayan köylülerin emeğiyle gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak sermaye bu emeğin henüz “nüve halindeki artık değeri”yle büyümektedir. Diğer yandan da “öteki” kentlerden ve imparatorluklardan adına “savaş” denilen ama aslında “zorla gerçekleşen gasp”dan başka bir şey olmayan çatışmalarla mevcut kaynakların çalınmasıyla sermaye daha da büyümeye başlamıştır. Kapitalist topluma gelindiğinde “kent” artık egemen ve temel unsurdur. Orası, ticaretin, sanayiinin, dinin, kültürün ve siyasetin “üssü”dür. Ne var ki bu “üs” olma durumu onu ortak bir mücadeleyle var eden iki sınıfın bir “mutabakatı”na yani uzlaşmasına dayanmıştır. Bunun adını Rousseau “toplumsal sözleşme”diyerek kayda geçirmiştir. Toplumsal uzlaşma tüm unsurların “bir arada ve karşılıklı çıkar” temelinde yapıldığı var sayılan bir anlaşmadır. Emeğin ve sermayenin bu uzlaşması nedeniyledir ki, taraflar bir yandan “hak” mücadelesi sürdürürken bir yandan da karşıtı da dahil olmak üzere bu “düzen”i korumayı görevleri saymışlardır. Bu görev, onlara bazı sorumluluklar yüklemiş, bu sorumlulukların gereği olarak da bazı organizasyonların oluşmasını zorunlu hale getirmiştir. Toplumsal sözleşmeye göre “yaşama hakkı” en temel haktır. Yaşamayı riske sokan ve ortadan kaldıran durumlara karşı “yaşayanların sağlığı”yla ilgili kurumlar ve hizmetler de aslında kurumsal olarak bu dönemde ortaya çıkar. Çok somut olarak nitelikli emeğin üretkenliğini sürdürmesi için oluşturulan sağlık organizasyonları, bu uzlaşmanın taraflarına bazı yükümlülükler getirmiştir. Bu yükümlülükler günümüze kadar değişerek gelen “sağlık hizmetleri”ni ortaya çıkarmıştır. Başka bir deyişle “sağlık hizmetleri asıl olarak kentle birlikte varolmuştur”.

Page 215: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

164

Kentli Olmak Kentli olmak, kent içinde yaşamak, kentlilere kimi kolaylıklar sağlarken kimi yükümlülükler getirir ve bu yükümlülükler de çeşitli zorluklar doğurur. Kentlilerin yani kentte yaşayanların toplumsal sınıfsal konumundan bağımsız olarak kent içinde iki temel kimliğe sahiptir. Biri kendi yaşadığı dar çevrede, “mahal”de (mahalle)ki kimliği, diğeri ise o kentin bir bireyi olarak kendinde barındırdığı kimliğidir. Her ikisi de ona çeşitli ve farklı görevler yükler. Mahalli kimliği onu yaşadığı yerle ilgili daha doğrudan ve görünen görevlerle yükümlü kılarken, kentli kimliği, başta ortak yaşam alanları ve birlikte karşılanan gereksinimler olmak üzere kentin tümünden sorumlu olmak anlamında yükümlülükler doğurur. Kentin kentliye getirdiği zorluklar ve kolaylıklar da vardır kuşkusuz. Bu zorluklar genellikle “kent yaşamı”nın doğurduğu, trafik, çevre kirliliği, su temini, kanalizasyon, atıklar, endüstrileşmenin neden olduğu kirlenme, barınma, beslenme zorlukları, yabancılaşma gibi sorunlar şeklinde tanımlanabilir. Kolaylıkları ise aynı durumdaki, çıkarları benzer ve bir olan insanların sayısının çokluğu, bir araya gelmenin ve örgütlenmenin bu nedenle daha kolay olması, çeşitli nedenlerle doğrudan gerçekleşen yakın insani ilişkiler, dayanışma duygusu, giderlerin paylaşılarak herkesin yararlanabileceği daha büyük sonuçların elde edilebilmesi, iletişimin kolaylıkları, birbirlerini etkileyebilme olanakları vb. unsurlar olarak sayılabilir. Günümüz kentleri, sermayenin küreselleşme temelinde, “kapitalist toplum sözleşmesi”ni kendi lehine bozmaya yeltenmesi, kentlerin giderek “köleci” dönem kentlerine benzemesine yol açmıştır. Şimdi de sermaye “küçük kaleler” içinde kendisini “koruyarak/hapsederek” yaşarken, kendisini var eden artık hemen hiçbir hakkı kalmadığı için “nesnel olarak” giderek daha çok “köle”ye benzeyen “varoşlardaki” emekçi kitleler her gün her anlamda daha “özgürleşerek/yokolarak” birlikte bu sistemi üretir hale gelmiştir. Bu yapı tıpkı “köleci” toplumdaki “kentler”de de varolan, “yasadışı ama varoşlardaki insanlarca benimsenen ve özenilene, korunan ve sahip çıkılan, mafyatik olan ve olmayan yeni ‘çete’leri sistemin bir unsuru haline getirmiştir.” Bu unsur bir yerde varoşlarda yaşamın sürmesini de sağlayan ve kolaylaştıran bir unsurdur. “İyi ve kötü” eşkiyalar ve eşkiyalıklar, bu dönemin temel görüntülerinden birisidir. Bu durum yaşamın tüm alanını etkilediği gibi “sağlığı” da etkilemektedir. Ülkemizde Kentler Ve Sağlık Tüm bu durum, koşullar ve bunların etkisiyle oluşan yapı sağlık açısından tanımlanmış hizmet biçimlerini ve organizasyonlarını gündeme getirmiş ve somutlaştırmıştır. Ülkemizde “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” ve “Belediyeler Yasası” başta olmak üzere kent içindeki yaşamı düzene koyan onlarca yasa kentin ve kentlinin sağlığını koruyacak ve sağlığın bozulması halinde yapılması gerekenleri kurala bağlamıştır. Bu yasalarda şekillenen kurallar aslında henüz çok yakın tarihlerde “kentli” olmuş Türkiye insanı için, kuşkusuz kendi ürettiği değil, başka benzerlerinden alınmış düzenlemelerdir. Son

Page 216: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

165

dönemde bu düzenlemeler, Avrupa Birliği’ne uyum temelinde, batıdaki benzerlerine daha doğrudan ve daha çok benzer hale gelmektedir. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu(Genel Toplum Sağlığı Yasası:1930 tarihli 1593 sayılı yasa) 4. Bölümündeki 18.maddesinde kent insanının sağlığıyla ilgili olarak; öncelikle il özel idarelerinin kaynaklarından Sağlık Bakanlığı’nın onayıyla belirli miktarlarda payın ayrılmasını ve kentlinin sağlığı için harcanmasını kurala bağlamaktadır. Bu bölümde daha sonra gelen 20. Maddesi’nde sağlıkla ilgili şu görevlerin belediyeler tarafından yerine getirileceğini belirtmektedir: “Belediyenin umumi hıfzıssıhha ve içtimai muavenete taallük eden mesailden ifasiyle mükellef oldukları vazifeler aşağıda zikredilmiştir. (Belediyelerin Genel Sağlık ve Sosyal Yardıma (karşılık gelen işlerden yerine getirmek zorunda oldukları görevler aşağıda belirtilmiştir.) İçilecek ve kullanılacak evsafı fenniyeyi haiz su celbi. (içme ve kullanma suyu sağlanması)

Lağım ve mecralar tesisatı. (Lağım ve kanalizasyon yapılması) Mezbaha inşaatı. Mezarlıklar tesisatı ve mevta defni ve nakli işleri. Her nevi muzahrafatın teb’it ve imhası (Atıkların toplanması ve yokedilmesi). Meskenlerin sıhhi ahvaline nezaret. (Konutların sağlıklı olmasına ilişkin görevler) Sıcak ve soğuk hamamlar tesisi. (Hamamların yapılması) Umumi mahallerde halkın sıhhatine zarar veren amiller izale. (Toplu yaşam yerlerinde

halk sağlığına zararlı maddelerin ortadan kaldırılması) Sari hastalıklarla mücadele işlerine muavenet. (Bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye

yardımcı olma) Hususi eczane bulunmayan yerlerde eczane küşadı. (Özel eczane olmayan yerlerde

özel eczane açılması) İlk tıbbi imdat ve muavenet teşkilatı. (İlk yardım ve acil sağlık hizmetlerini yerine

getirecek bir organizasyonun oluşturulması) Hastahane, dispanser, süt çocuğu, muayene ve tedavi evi, aceze(sakat) ve ihtiyar

yurtları ve doğum evi tesis ve idaresi. Meccani (Ücretsiz) doğum yardımı için ebe istihdamı.” Görüleceği üzere belediyelerin insan ve toplum sağlığıyla ilgili hemen tüm konularda

yetki, görev ve sorumlulukları söz konusudur. Bunlarla ilgili düzenlemeler yasanın sonraki bölümlerinde ayrıntılarıyla ortaya konulmuştur.

Diğer yandan bu görevler yanında kent içinde sağlıkla ilgili kararların alınacağı “genel sağlık meclis”lerinin kurulması da yasanın 5. bölümünde ayrıntılarıyla düzenlenmiştir.

Belediyeler Yasası (2004 tarihli ve 5215 sayılı) ise yine sağlıkla ilgili olarak “Belediyenin Görev, Yetki ve Sorumlulukları” alt başlığı altında yer alan 14. Maddesi’nde aynen “Belediye, kanunlarla münhasıran başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen mahallî müşterek nitelikteki her türlü görev ve hizmeti yapar veya yaptırır, gerekli kararları alır, uygular ve denetler. Belediye öncelikle imar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım, evlendirme, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar; ... sağlıkla ilgili her türlü tesisi açabilir ve işletebilir...” denilmektedir. Bu görevlerin yerine nasıl getirileceği konusunda da bazı ayrıntılar vardı. Buna göre:

Page 217: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

166

Hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırası, belediyenin malî durumu ve hizmetin ivediliği dikkate alınarak belirlenecek.

Belediye hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulacak. Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin durumuna uygun yöntemler uygulanacak.

Belediyenin görev, sorumluluk ve yetki alanı, belediye sınırlarını kapsayacak. Ancak Belediye meclisinin kararı ile mücavir alanlara da belediye hizmetleri götürülebilecektir.

Görüleceği üzere Genel Toplum Sağlık Yasası’nda tanımlanan, birey ve toplumun sağlığını ilgilendiren hemen her türlü hizmet söz konusu yasa da belirtilmiş, dolayısıyla bu konularda kent içinde yaşayanlara çeşitli hakları ve bu hakların gereği hizmetleri tanımlanmıştır.

Bu çerçevede halen yürürlükte olan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Yasa” da 1083’den bu yana tüm ülkede uygulanırken, kentlerde de temel model olarak “sağlık ocakları eliyle verilecek hizmet biçimini” ortaya koymaktadır. Bu yasanın 23. Maddesi ise bu hizmetlere “toplum katılımı”na yönelik bir düzenlemeyi gündeme getirmektedir. AB İçindeki Haklar Uyum kararı verdiğimiz Avrupa Birliği’nin sağlık alanında kentte yaşayanların da yararlanması geren sağlık ve hasta haklarıyla ilgili 14 temel hakkı sıraladıktan sonra “aktif vatandaşlık hakları” alt başlığıyla ortaya koyduğu; şu hak ve görevleri ayrıntılarıyla sıralamıştır. Bunlar şu başlıklarda ortaya konulmuştur. Genel ilgi faaliyetlerinde bulunma hakkı: Vatandaşlar ister bireysel olarak ister bir kurum üyesi olarak sağlık haklarının korunması için genel ilgi faaliyetlerinde bulunma hakkına sahiptir ve bu faaliyetleri onaylayıp destekleyen tüm ilgili kişiler ve kurumların üzerinde ortak bir görev vardır. Savunma faaliyetlerinde bulunma hakkı: Sağlık alanında hakların korunması için vatandaşların faaliyetlerde bulunma hakkı vardır. Bu çerçevede en önemli unsurlardan bir tanesi “Sağlık sisteminde vatandaş haklarının etkinliğini ölçebilmek amacıyla inceleme ve denetleme faaliyetlerini yürütme hakkı” şeklinde tanımlanmıştır ki bu hüküm aşağıda önereceğimiz organizasyonun AB nezdindeki en temel dayanağını oluşturmaktadır. Sağlık alanında politika oluşumuna katılım hakkı: Vatandaşlar, aşağıda yer alan ilkeler doğrultusunda sağlık tedavi haklarının korunmasına ilişkin kamu politikalarını tanımlama, uygulama ve değerlendirme hakkına sahiptir. Çizdiğimiz tüm bu çerçeveyi tamamlayan bir başka unsur da günümüzde “sağlığın giderek daha çok ticarileşmesi ve iyi bir kazanç kapısı oluşturması”dır. Bunun kuşkusuz birçok nedeni ve etki eden birçok dinamiği vardır. Zamanımız bunları ayrı ayrı tartışmaya yeterli değil. Ancak bu etkileri de “sağlık hakkına sahip çıkma” temelinde önereceğimiz bir modelin “arka planı” olarak kabul etme zorunluluğumuz vardır. “Sağlık Hizmeti Sunan Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Dayanışma, Destek, İzleme ve Değerlendirme Kurulları”

Page 218: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

167

Modelimiz aslında yeni bir model değildir. Pek çok başka alanda benzerleri ortaya konulmuş ve uygulanmış bir modeldir. Bu modelin özgünlüğü ve özgüllüğü ilk kez uygulamaya konuluyor olmasıdır. Sağlık Hakkı Hareketi Derneği olarak topluma ilk kez önerdiğimiz bu modelimizin adını “Sağlık Hizmeti Sunan Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Dayanışma, Destek, İzleme ve Değerlendirme Kurulları” olarak belirledik. Bu organizasyon ve model temel olarak “Sağlığımız bizimdir” görüşüne dayanmaktadır. Bu görüş çerçevesinde, bu model; “Sağlık hizmeti veren tüm sağlık kurum ve kuruluşlarına, bu kurumların verdiği hizmete, sağlık hizmetlerini üreten sağlık çalışanlarına ve sorunlarına da sahip çıkmak üzere” önerilen bir modeldir. Söz konusu kurullar; “Sağlık kurumlarının durumu, işlevi, çalışmaları, etkinliği, hizmeti verenlerle ilişkisi gibi konularla” ilgilenecek; “bu kurumların sunduğu hizmetlerden yararlananlar tarafından” kurulacak; ve “Sağlık kurumunun izlenmesi, gerektiğinde denetlenmesi, çalışmalarına ve hizmete katkı ve katılımda bulunulması, hizmet alanların kurumlarla ve kendi aralarında, hizmetle ilgili konularda dayanışmalarının sağlanması için” oluşturulacak; “bağımsız, gönüllülük temelinde çalışan, hizmetin gerektiği şekilde sunulmasını” talep eden kurullar olacaktır.. Dayanaklar Bu kurullar dayanağını Genel anlamda “Sağlık Hakkı ve Toplum Katılımı” bağlamında uluslar arası nitelikteki “Temel İnsan Hakları Sözleşmeleri, Antlaşmaları”ndan alır. Bunların arasında çok bilinenleri bir yana konularak daha az bilinenlerden bir tanesini burada vurgulamak istiyorum. “Halkların Sağlık Hareketi” adındaki çeşitli ülkelerin hak temelinde görev üstlenen sivil sağlık örgütlenmelerinin oluşturduğu “uluslar arası sivil sağlık forumu” benzeri bir yapının “I. Halkların Sağlık Meclisi”nde aldığı ortak kararı yansıtan “Halkların Sağlık Şartı /Fermanı” (http://www.phmovement.org )nda yer alan şu ilke en önemli dayanaklardan birisidir: “İnsanların ödeme gücüne değil, ihtiyaçlarına göre nitelikli sağlık bakımı, eğitim ve diğer sosyal hizmetlere ulaşmasını temin etmek hükümetlerin temel bir sorumluluğudur. Tüm sağlık ve sosyal politika ve programların oluşturulması, uygulanması ve değerlendirilmesinde halkın ve halk örgütlerinin katılımı zorunludur. Sağlık temel olarak politik, ekonomik, toplumsal ve fiziksel çevre tarafından belirlenir ve eşitlik ve sürdürülebilir kalkınmayla birlikte yerel, ulusal ve uluslar arası politika üretiminin temel önceliklerinden biri olmalıdır.” Ulusal ölçekte ise en önemli üçünü yukarıda ortaya koyduğumuz, çok sayıda yasada bu modele dayanak oluşturacak düzenlemeler vardır. Bunların arasında, halen yürürlükte olması bakımından özellikle vurgulanması gereken bir düzenleme “224 Sayılı Yasa”nın 23. Maddesi’dir. Madde aynen şöyle der: “Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri teşkilatı ile halk arasındaki münasebeti temin maksadıyla sağlık ocaklarında, Sağlık merkezlerinde ve illerde, sağlık kurulları kurulur. Bu kurulların kuruluşu, çalışma tarzları ve toplantı zamanları Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından hazırlanan bir yönetmelikle tayin edilir. (Bu yönetmelik 1969 yılında yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.) Bu kurullar halkın sağlık teşkilatından istediği hususları ilgililere duyurur.

Page 219: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

168

Hizmetlerin başarı ile yürütülmesi için halkın eğitilmesine ve teşkilat ile maddi ve manevi işbirliği yapmalarına yardım ederler.” 1998 yılında yürürlüğe giren “Hasta Hakları Yönetmeliği” gereğinde sağlık kurumlarında bir yönergeyle oluşturulmuş bulunan “Hasta Hakları Kurulları”nın oluşumu da asıl olarak oluşumundaki sivil katılım nedeniyle bizim önerdiğimiz yapılara bir dayanak sayılabilir. Dayanaklar bunlarla da sınırlı değildir. Hükümet Programları ve Uygulamalar bunun bir başka dayanağını oluşturmaktadır. Halen iktidarda bulunan AKP tarafından kurulan 58. ve 59. Hükümetlerin programlarında bu organizasyonun başka dayanaklarını bulmak mümkündür: 58. Hükümet Programı “Hükümetimiz, tüm sivil toplum örgütlerine eşit mesafede duracak, sivil toplum örgütleri arasında diyalogu ve işbirliğini destekleyecektir. Hükümetimiz, yönetime katılımı engelleyen yasal ve idari etkenleri kaldırarak, kamu yönetimine sivil toplumun daha aktif katılımını sağlayacaktır. İş dünyası, sendikalar, meslek odaları, çiftçi örgütleri ve gönüllü kuruluşların sorunlarını, hizmet alanlarındaki kamu görevlileri ile birlikte çözmelerini kolaylaştırıcı mekanizmaları geliştirecektir” 59. Hükümet Programı “Katılımcı demokrasinin de farklılıklara temsil olanağı sağlayarak ve siyasal sürece katarak kendisini geliştireceği düşüncesini esas kabul etmekteyiz. Bize göre, demokratik bir toplumda sivil toplum örgütleri büyük önem taşırlar. Sivil ve özgürlükçü bir ortamın oluşabilmesi ve bireyin devlet karşısında korunabilmesi buna bağlıdır. AK Parti iktidarı, sivil siyaseti önemsemekte, siyasette sivil toplumun etkisine inanmaktadır. Bölgesel ve yerel düzeyde özel kesimin ve sivil toplum örgütlerinin kamu yöneticileri ve siyasî yetkililerle bir araya geleceği benzeri yapılar geliştirilerek yaygınlaştırılacaktır” Önerdiğimiz yapının halen işleyen “yasal ve meşru” başka benzerlerinin olması da bu dayanakları güçlendirmektedir. Bunlar arasında “Okul Aile Birlikleri”, “İl/İlçe İnsan Hakları Kurulları”, “Tüketici kurulları” ve nihayet çok büyük bir benzerini bulacağımız “Cezaevleri İzleme Kurulları” bunlar arasındadır. Oluşum ve Nitelikleri Söz konusu izleme kurullarının “topluma sağlık hizmeti sunan; resmi ya da özel tüm her türlü ayaktan ve yatarak sağlık hizmeti sunulan tüm sağlık kurumları” için ayrı ayrı kurulabileceğini düşünüyor ve öneriyoruz. Ancak sağlık hizmetini bütüncül bir şekilde sunan ve hizmetin büyük bir bölümünü üstlenen 1. basamak sağlık kurumlarını, yani sağlık ocaklarını biz de bu işin odağına koyuyoruz. Böylelikle söz konusu kurumlar arasında; sağlık ocakları, sağlık evleri, sağlık merkezi, dispanserler, her türlü poliklinikler, genel ve özel dal hastaneleri, temel ve uzmanlık eğitimi veren kurumların uygulama hastaneleri ve birimleri bulunacaktır. Bu noktada özel ve kamuya ait sağlık kurumlarının bu hizmeti üstlenmesi nedeniyle söz konusu kurumları özel genel ayrımı yapmaksızın oluşturmayı öneriyoruz.

Page 220: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

169

Söz konusu “Dayanışma, Destek, İzleme ve Değerlendirme Kurulları” her sağlık kuruluşu için, ayrı ayrı olmak üzere bu kurumun verdiği hizmetten yararlananlar tarafından kurulacaktır. Sağlık Hakkı Hareketi Derneği bu amaçla bir araya gelenlerin yanındadır; onlara destek olur ve rehberlik yapmayı taahhüt etmektedir. Kurulun oluşumu için sağlık kurumunun bulunduğu ve hizmet verdiği mahalde; bu kurumun hizmetinden yararlanan herhangi bir vatandaş bu çalışmaları başlatabilir. Kendisi gibi dört kişi daha bulduğunda bu kurulun işlerliğe kavuşması söz konusu olacaktır. Bu noktada önerimiz; eğer bu hizmet bölgesinde varsa, sağlık hakkı, hasta hakkı, insan hakları veya herhangi bir hastalık ve/veya hasta grubu ve derneklerinden birinin bir üyesi veya gönüllüsü tarafından da bu faaliyetin başlatılmasıdır. Benzer biçimde aşağıda yer alan kurum ve kesimler de bu kurulun oluşumu için önayak olabilecekleri gibi, başlamış çalışmalara kendiliğinden veya çağrı üzerine katılabilirler ya da bir gönüllü veya temsilci gönderebilirler. Kurul, önerilen kesim veya grupların temsilcileri ve/veya gönüllü en az beş kişinin katılımıyla kendiliğinden oluşur. Kurulda yer alabilecek kesimler ve temsilcileri şunlardır: Sağlık kurumunun bulunduğu mahalde ve hizmet bölgesinde; eğer varsa seçilmiş belediye başkanı veya onu temsil eden bir temsilci, mahallelerle köylerin muhtarları arasından, kendilerinin seçeceği bir temsilci, tüm okulların okul aile birlikleri üyeleri arasından bir gönüllü temsilci ve isterlerse kendilerinin seçeceği bir temsilci, Kızılay, Verem Savaş Derneği, gibi sağlık ve sosyal hizmet alanındaki genel örgütlenmelerle, yerel inisiyatif ve her türlü gönüllü örgütlenmenin üyeleri arasından bir gönüllü veya kendilerince seçilecek bir temsilci, il tabip odasınca o sağlık kuruluşu için görevlendirilecek bir hekim temsilci, sağlık çalışanlarının ekonomik özlük işleriyle ilgili örgütlenmelerini (sendikal) temsil eden, kendi aralarında seçeceği bir temsilci, sağlık hakkı, hasta hakkı, insan hakları veya herhangi bir hastalık ve/veya hasta grubu ve derneklerinden bir gönüllü veya bunların kendi aralarında belirleyeceği bir temsilci, eğer temsilci göndermeyi isterlerse değişik alanlarda oluşmuş, her türlü meslek örgüt ve birliklerinin kendi aralarında seçecekleri bir temsilci, sendika, kooperatif vb. ekonomik ve dayanışma amaçlı örgütlenmelerden bir gönüllü ve onların kendi aralarından belirleyecekleri bir temsilci, kurulun izlediği sağlık kurumunu temsil eden kendi arasında ve kendi usulünce belirleyeceği bir temsilci bu kurulda yer alabilir. Kurul ve bu sağlık kurumunun verdiği hizmetten yararlananlar eğer isterlerse burada söz edilen her bağımsız yapının temsilcilerinden oluşan bir genel kurul da oluşturabilirler. Kurul eylem ve etkinliklerini ilgili sağlık kuruluşu ve çevresinde yürütecektir. Toplantılarını eğer sağlanmışsa sağlık kurumunun içinde, onu yönetenlerin göstereceği bir mahalde, bu mümkün olamamışsa sağlık kuruluna yakın, temsilci gönderen örgüt ve yapılanmaların birinin merkezinde yerine getirebilir. Koşulları olduğunda sağlık kurumuna yakın bir mekanda bir merkezi birim oluşturulması tercih edilebilir. Yapılacak Çalışmalar Kurulun gerçekleştireceği çalışmalar; eğitim, kurumu ve hizmeti izleme, bilgi alma, kayıt ve belgeleme, sorunları ve durumu saptama, talep etme ve öneride bulunma, bilgilendirme ve elde edilen bilgiyi paylaşma, hizmet alanlar ve hizmet verenlerle dayanışma, destek, işbirliği amaçlı faaliyetlerde bulunur.

Page 221: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

170

Bunlar arasında en önemlilerinden birisi olan eğitim; öncelikle temel eğitim sağlık hizmetinden yararlananların sağlıkla ilgili gereksinimleri konusunda olacaktır. Ayrıca bu bölgede hizmetten yararlananlara yönelik olarak; sağlığın ne olduğu ve bileşenleri, sağlık hizmetinin ne olduğu ve unsurları, sağlık hakkı, hasta ve hasta yakını hakları, kurulun görev yapacağı sağlık kurumunun işlev ve görevleri, sağlık kurumunun görevlerine toplumsal katılım konularında gerek doğrudan gerekse konunun uzmanlarının katkı ve katılımıyla eğitimler verilmesi gerekmektedir. Eğitimler olabildiğince birebir ve yüz yüze görüşme yoluyla, küçük sohbet toplantılarıyla, kurulun kendisinin düzenleyeceği veya başka kurumların yapacağı eğitim faaliyetleri içinde halk-toplum eğitimi çalışmalarıyla gerçekleştirilebilecektir. Bu konudaki plân ve programların gerçekleşmesini sağlamak amacıyla başta derneğimiz olmak üzere ilgili diğer resmi ve özel kuruluşlar ile işbirliği yapılması mümkündür. Kurulun asli faaliyet alanı olan izleme çalışması ise; sağlık kurumunun hizmetle ilgili durum, koşul ve olanaklarını, çalışma ve etkinliğini, hizmetin gereklerini ne oranda yerine getirdiğini, toplum ve hizmetten yararlananlarla ilişkisini, sorunlarını ve bu konulardaki değişiklikleri içerecektir. Bu çalışmalar; doğrudan yerinde görerek, hizmet alanlarla görüşerek ve çeşitli anketler yaparak gerçekleştirilebileceği gibi sağlık kurumunun verdiği hizmetler ve görevleriyle ilgili olarak; “Bilgi Edinme Kanunu”nun sağladığı hak ve olanaklardan yararlanılarak; kuruma ait alt yapı, personel, araç gereç ve hizmet durumu ve bunların nitelik ve niceliği, çalışma tarzı, uygulamaları, kendi üst birimleri ve diğer kurumlarla ilişkileri, gereksinimleri ve güçlükleri, geleceğe yönelik plan ve programları, hizmet içi eğitimleri, uygulamaya rehber oluşturan bilgi ve mevzuat gibi tüm konuları içerecek şekilde doğrudan ya da dolaylı alınan bilgilerle tamamlanacaktır. Bu arada hizmetten yararlananlarla ilgili olarak; sunulan sağlık hizmeti konusunda talep ve istekleri, olanak ve güçlükleri, yakınma ve sorunları, hizmet sırasında yaşadıkları olumsuzluklar ve çatışmalarla, hak ihlâlleri ve bunlardan kaynaklanan mağduriyetlerle ilgili konularda doğrudan görüşerek veya çeşitli yolları kullanarak bilgi alınacaktır. Bu bağlamda sağlık hizmetinin sunumuyla ilgili olan diğer kurumların(tabip odası, sağlık çalışanlarının sendikaları, dernekleri vb. yapıları) çalışma ve uygulamaları, görüş ve yaklaşımları, talep ve önerileri, konularında ilişki ve işbirliğinde bulunularak bilgi alınacaktır. Kurul gerek kendi oluşumundan başlayarak, kendi yaptığı tüm çalışmalarla ilgili yazılı, görsel ve sesli kayıtları tutar ve muhafaza edecek, ayrıca hizmetle ilgili konularda gerek kurumla, gerekse diğer kurum ve kuruluşlarla yaptığı yazışma, görüşme ve işbirliği faaliyetleriyle ilgili kayıtları tutar ve belgeleri saklayacak, ulaştığı her türlü bilgiyi ve belgeyi sistemli ve sürekli biçimde muhafaza edecek, saptamaları, ortaya çıkan sorunlarla ilgili olarak düzenli kayıtlar tutar ve bunların gelişim ve değişimlerini kaydedecek, bu kayıt ve belgeleri herkesin ulaşabileceği biçimde açık ve ulaşılabilir bir biçimde ilgili kesimlere sunacaktır. Doğal olarak kurumla ilgili bilgileri de hizmet alanlarla ayrıntılarıyla paylaşacaktır. Kurul toplumun ve hizmetten yararlananların sağlıklarıyla ilgili ve sağlıklarını etkileyen her türlü aksaklıkları saptamaya yönelik çalışmalar gerçekleştirecek, halkın ve vatandaşlarının çoğunluğunun ya da tümünün sağlığını olumsuz etkileyen durumları ortaya koyacak; ayrıca tüm bu olumsuzluk ve aksaklıkların giderilmesi ve çözümlenmesi için, ilgili kesim ve kurumların katkı ve katılımıyla oluşturulmuş, çeşitli uzmanların yardımlarıyla belirlenmiş, benzer başka durumlardaki örnek ve deneyimlerden yararlanarak bulunmuş olanlar dahil,

Page 222: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

171

alınmasını gerekli ve yararlı gördüğü önlemleri topluca belirler ve bunları birer öneri dizisi şekline getirerek kamuoyuna duyuracaktır. Bu saptama ve bilgi paylaşımı sonunda kurul, izlediği sağlık kurumunun sunduğu hizmetle ilgili olarak karşılanmamış gereksinimleri dahil toplumun ve onun içinde yer alan bireylerin sağlık hizmetiyle ilgili tüm gereksinimleri konusunda; bunlara yönelik yapılan saptama ve önerilerin ışığında; ilgili sağlık kuruluşundan, bu kuruluşun bağlı olduğu ilgili diğer tüm sağlık kurum ve kuruluşlarından, konuyla ilgili diğer kurum ve kuruluşlardan, kamu kurum ve kuruluşlarının yöneticilerinden, genel kamuoyundan, kamuoyunda konunun yer almasını ve duyurulmasını sağlayacak medya kurum ve organlarından taleplerde bulunacaktır. Bu talepleri görüşmeler yoluyla teke tek veya topluca dile getirebileceği gibi, bireysel başvurular yoluyla doğrudan talep edebilir veya Sağlık hakkı Hareketi Derneği ve diğer örgütlenmelerin genel talepleri biçiminde dile getirebilir. Bu bağlamda gerekli durumlarda, kurumdan doğrudan yanıt alamadığı koşullarda bireysel ve toplu başvurularla ilgili mekanizmaları harekete geçirerek gerçekleştirir. Kurul gerçekleştirdiği tüm çalışmalar, saptamaları, çözüm önerileri ve dile getirdiği taleplerle sonuçları hakkında; periyodik raporlamalarda bulunacaktır. Raporlarda öncelikle ve özellikle; sağlık hizmetini engelleyen durumları ve bunların nedenlerini ilgili kesimlerin dikkatine sunarak kamuoyunun bilgilenmesini sağlayacak, sonra da bu sorunlar ve çözümleri konusunda ilgililerin ve kamuoyunun tutum alması için çabalarda bulunacaktır. Modelin en önemli unsurlarından birisi de; daha iyi bir hizmet için sağlık hizmetinden yararlananların sağlıklarıyla ve sağlık hizmetleriyle ilgili gereksinimleri ve hizmeti sunan kurumun yine hizmetle ilgili gereksinimleriyle ilgili olarak hizmet alanların kendi olanakları ve dayanışma yoluyla sağlanabilecek ve çözümlenebilecek olanlar için “dayanışma ve karşılıklı destek çalışmaları”dır. Bu bağlamda yerel düzlemde sağlanamayanları sağlamakla yükümlü, yetkili, sorumlu ve görevli kuruluş ve kurumlardan talep edere, sağlanması için girişimde bulunulacak, yapılan taleplerin karşılıkları alınana kadar sonuçlarını takip eder ve bu doğrultuda çaba sarf edilecektir. Kurul; sağlıkla ilgili ve sağlığı etkileyen konularda halkın üstlenebileceği ve yapabileceği hizmetlerde ona yol gösterir ve bu konularda halkla sağlık kurumları ve diğer kuruluşların işbirliği ve bağlantısını sağlayacak, sağlıkla ilgili bölgede oluşturulmuş diğer tüm kurullara bu konularla ilgili olarak katılır ve yaptığı çalışma ve etkinliklerin sonuçlarını o kuruluşlara iletir, alınacak kararlara katılacak, sağlık kurumu çerçevesinde, ilgili kişi ve kesimlerin dahil olduğu genel ve herkese açık toplantıları düzenleyerek, “genel kurul” benzeri yapılar, platformlar oluşturulması konusunda çaba sarf eder ve “özel bir destek örgütlenme”nin yaratılması için çaba gösterecektir. Bunlar Niçin Yapılmalıdır? Çünkü; Toplum ve onu oluşturan bireylerin sağlığını korumak, geliştirmek ve bozulan sağlığını geri kazandırmak için verilen sağlık hizmetlerine ulaşmak ve etkin bir şekilde yararlanmak herkesin bu arada kentte yaşayanların ve kentlilerin en temel ve en doğal hakkı ve görevidir. Sağlık hizmetlerinin sunumu, organizasyonu ve işletilmesiyle ilgili olarak toplumun katkı ve katılımı bu hakkın gereği bir sorumluluk ve ödevdir.

Page 223: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

172

Toplum bu ödevini en başta sağlığını koruyarak ve kendisine hizmet sunan kurumların verdiği hizmetleri yakından izleyerek, işlemesine katkıda bulunarak ve onları denetleyerek yerine getirir. Bu ilke, kural ve bilgilerin ışığında; Halkın sağlık kurumundan talep ve isteklerini saptamak ve öncelik sırasına göre belirleyerek kuruma ve kamuoyuna duyurmak, Sağlık hizmetlerinin halkın ayağına kadar götürülmesini engelleyen, sağlık kurumunun etkin hizmet vermesini engelleyen nedenleri araştırıp, ortaya koymak ve bunlarla ilgili alınması gerekli ve yararlı önlemleri belirlemek ve sağlık kurumuna ve ilgili kamuoyuna duyurmak, Sağlık hizmetlerinin yürütülmesine halkın nasıl ve ne şekilde yardımcı olacağını belirlemek, bunun için vatandaşların ve toplumun yerine getirmesi gereken iş ve etkinlikleri ortaya koymak ve kamuoyuna duyurmak ve yerine getirilmesini izlemek, bu noktada toplumun adet, gelenek, eğilim ve inançlarıyla ilgili olarak topladığı bilgiyi, hizmetin buna göre düzenlenmesi için kurum yetkililerine bildirmek, Halkın sağlık kurumuyla işbirliğini sağlamak için gerek görülen çalışma ve etkinlikleri gerçekleştirmek ve hem sağlık kurumu yöneticilerine, hem genel kamu yöneticilerine, hem de hizmet alan kesimle genel kamuoyuna bildirmek, Bu amaçlar çerçevesinde gerçekleştirilen uygulamalarla sağlık hizmetleri ve onunla ilgili karar süreçlerine toplum etkin ve demokratik bir şekilde katkı ve katılımını sağlamak, toplumun tüm bireylerinin herhangi bir karşılık ve şarta bağlı olmadan bu hizmetlere ulaşmasını ve yararlanmasını sağlamak, için bu faaliyetleri “Sağlık Hizmeti Sunan Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Dayanışma, Destek, İzleme ve Değerlendirme Kurulları”nı oluşturup işleterek gerçekleştirilmesini öneriyor ve uygulamaya çalışıyoruz. Her zaman ve her koşulda “ASLOLAN SAĞLIKTIR” diyoruz.

Page 224: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

173

Belediyeler ve Çevre Sağlığı Uygulamaları SOYSAL Ahmet Halk sağlığı bilim doktoru (Ph.D) 1. Giriş Belediyeler il özel idareleri ile birlikte yerel yönetimleri oluşturmaktadır. Başka bir anlatımla yerel yönetimler; iki bölümden oluşmaktadır:

• Belediyeler • İl Özel İdareleri

Yakın geçmişe kadar; 03.04.1930 tarih ve 1580 sayılı Belediye Yasası, 27.06.1984 tarih ve 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile yönetilen belediyeler ve 1929 tarihli bir yasa ile yönetilen İl Özel İdareleri için bu yasaların gelişen kentlerin ve toplumun gereksinimlerini ve taleplerini karşılamaması nedeni ile toplumda ‘yeni kent yasaları’ beklentisi doğmuştur. Toplumu oluşturan çeşitli çevrelerin katılamadığı; sadece yasama organı komisyonları düzeyinde kalan ve uzun süren bir hazırlık döneminden sonra 2004 yılından itibaren yerel yönetim hizmetlerinin tüm alanlarını içine alan geniş ve kapsamlı değişiklikler getiren ‘yeni kent yasaları’ birbirinin arkasından çıkarılmıştır. 23.07.2004 tarihinde 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası, 04.03.2005 tarihinde 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası, 24.12.2004 tarihinde 5393 sayılı Belediye Yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasalarla yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluk alanları genişletilirken; genişleyen bu alanlarda yetki ve sorumlulukları da artırılmıştır. Yasaların yürürlüğe girmesinden sonra bu yasalara bağlı olarak birçok yönetmelikte değişmiştir. 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile sayıları 16’yı bulan Büyükşehir Belediyelerinin sınırları Valilik binaları merkez olacak şekilde 50 km²’lik çapa ulaşırken; İstanbul’un tamamı Büyükşehir Belediye sınırları içine alınmıştır. Büyükşehir Belediyeleri 5216 sayılı yasa ile yönetilirken; Büyükşehir Belediyesi sınırları içindeki ilçe ve kademe belediyeleri 5216 ve 5393 sayılı yasalarla; diğer belediyeler ise sadece 5393 sayılı yasa ile yönetilmektedir. Yine bu yasalarla özellikle Büyükşehir Belediyeleri önemli derecede maddi kaynaklara sahip olmuşlardır. Yasaların hazırlık döneminde yapılamayan toplumsal tartışmalar yasaların yürürlüğe girmesinden sonra; oldukça gecikmeli olarak yapılmaya başlamıştır. Bu yazıda sadece son yasal düzenlemelerden sonra belediyelerin çevre sağlığı alanındaki yetki, sorumluluk ve uygulamaları tartışılacaktır.

2. Belediyeler ve Çevre Sağlığı 5216 ve 5393 sayılı yasalar çevre sağlığı uygulamalarını belediye sınırları içinde belediyelere aktarmıştır. Belediye sınırları dışında ise bu yetkiler önemli ölçüde 5302 sayılı yasa ile İl Özel İdarelerine bırakılmıştır. Bu yasalarla belediyelere aktarılan çevre sağlığı ile ilgili yetki ve sorumluluklar şunlardır:

Page 225: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

174

• Kente içme suyu sağlamak. İçme suyu kaynaklarını bulmak, su havzalarını korumak ve işletmek; içme suyu dağıtım şebekesini kurmak ve bakımını yapmak

• Atık suları toplamak, kanalizyon sistemlerini oluşturmak; toplanan atık suyu doğaya zararsız hale gelinceye kadar arıtmak; arıtımdan sonra suyu doğaya geri vermek.

• Yeşil alanları, orman ve tarım alanlarını korumak; yeni yeşil alanlar yaratmak, uygun bölgelerde ağaçlandırma yapmak

• Katı atıkları toplamak (büyükşehir belediye sınırları içinde ilçe ve kademe belediyeleri toplama işlemini yürütür.), ayrıştırmak, depolama alanlarına götürmek. Katı atık depolama alanları kurmak, bu alanları işletmek ve korumak. Katı atıklar için alternatif bertaraf yöntemleri araştırmak, katı atık yönetim planları geliştirmek.

• Sanayi ve tıbbı atıklara ilişkin bertaraf hizmetlerini yürütmek, bu grup atıklar için yönetim planları yapmak.

• Deniz araçlarının atıklarını toplamak, arıtmak ve depolamak. Deniz kirliliğini önlemek.

• Gıda işkolu da dahil olmak üzere büyükşehir belediye ve il belediye sınırları içinde 1.,2. ve 3. sınıf Gayrisıhhi Müesseselere (GSM) ruhsat vermek, bu kuruluşları denetlemek. Bunun dışındaki belediye sınırları içinde ise 2. ve 3. sınıf GSM lere ruhsat vermek ve denetlemek (büyükşehir ve il belediyeleri dışındaki belediye bölgelerinde 1. sınıf GSM lere ruhsatlandırma görevi il özel idarelerine aittir.)

• GSM ler için imar planlarında özel bölgeler belirlemek ve bu kuruluşları bu bölgelere toplamak.

• Büyükşehir belediye sınırları içinde büyükşehir belediyesi tarafından gıda tahlil laboratuarları kurmak ve işletmek

• Hava kirliliğini önleyici tedbirler almak; sanayiden, evlerden ve trafikten kaynaklanan hava kirliliğini önlemek için önlemler belirlemek ve uygulamak. Kent içi trafik yoğunluğunu azaltmak, konutlarda kullanılan ısınma amaçlı yakıtları kontrol etmek; sanayi tesislerinin başta baca filtresi olmak üzere önlem almasını sağlamak.

• Hayvan barınakları oluşturmak ve hayvan sağlığı ile ilgili önlemler almak • Mezbahalar kurmak ve işletmek. • Doğal afetlerle ve olağandışı durumlarla ilgili planlamalar yapmak; gerekli

önlemleri almak, ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği geliştirmek. • Mezarlık yerlerinin tespitini yapmak ve defin ile ilişkili hizmetleri yürütmek.

Yukarıda özetlenen maddelerden de anlaşılacağı gibi belediyelerin çevre sağlığı alanındaki yetki ve sorumlulukları son yasal düzenlemelerden sonra genişlemiştir. 3. Tartışma 5216 ve 5393 sayılı büyükşehir belediye ve belediye yasaları ile; 5302 sayılı il idaresi kanunun yürürlüğe girmesi ve yasalara bağlı olarak başta GSM ler ruhsatlandırma yönetmeliği olmak üzere birçok yeni yönetmeliğin yayımlanması belediyelerin çevre sağlığı alanındaki yetki ve sorumluluklarını da gecikmeli olarak tartışmaya açmıştır.

Büyükşehir belediyelerinin bu alanda çalışan birimi ‘Çevre Sağlığı Daire Başkanlıkları’ dır. Bu daire başkanlıkları su ve atık su ile ilgili konular dışındaki tüm çevre sağlığı ile ilgili alanlarda yetkilidir. Ancak büyükşehir belediyelerinin büyük bir kısmında bu birimlerde başta halk sağlığı uzmanları olmak üzere konu ile ilgili uzmanlar çalışmamaktadır.

Page 226: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

175

Bu yasalarla GSM’ lerin ruhsatlandırma ve kontrol yetkisi büyükşehir belediyeleri ve belediyelere geçmiştir. Başka bir anlatımla merkezi yönetim Sağlık Bakanlığı ve Çevre ve Orman Bakanlıkları ile çözemediği ‘ruhsatsız çalışan fabrikalar’ sorununu yerel yönetimlerin üzerine atmıştır. İstanbul, Kocaeli, İzmir, Adana, Gaziantep gibi ülkenin önemli sanayi bölgelerinde yerel yönetimler önemli bir sorunla baş başa bırakılmışlardır. Ayrıca 14.07.2005 tarihinde çıkarılan 9207 sayılı ‘İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’ sağlık koruma bandı, yer seçimi ve tesis kurma izini gibi koşulları hafifletmiş ve özellikle 2. ve 3. sınıf GSM ruhsatlandırmasında tüm koşulları kaldırarak çevre sağlığı açısından risk yaratmıştır. İlgili çevrelerle tartışılmadan 5216 sayılı yasaya dayanılarak çıkarılan yönetmelik ile adeta ‘ne pahasına olursa olsun kalkınma’ ilkesi yaşama geçirilmesi hedeflenmiştir. Çevre, çevre kirliliği gibi kavramlar göz ardı edilmiştir. Bu yönetmeliğe göre 2. sınıf bir GSM olan ‘toplam ısıl gücü 20 MW altında kapasitede olan yakma tesisleri ile termik enerji santralleri’ gibi tesisler için sağlık koruma bandı, yer seçim belgesi, tesis kurma izini,deneme üretimi izini gerekmeden ruhsat verilme ‘zorunda’ kalınacaktır. Bunun anlamı merkezi yönetimin daha önce geçerli yasal zorunlulukları uygulayamadığı bu gibi işletmelere yerel yönetimlerin ‘yerel siyasi dinamiklerin’ çevreyi ve insan sağlığını hiçe sayarak ‘ruhsat’ vermesi olacaktır.

Çevre ve Orman Bakanlığının yasa ve yönetmeliklerine giren ‘sürdürülebilir kalkınma ilkesi’ 5216 sayılı yasaya da girmiştir. Bunun anlamı yerel yönetimlerin çevre ve insan sağlığını ikinci plana itmesidir.

27.05.2004 tarih ve 5179 sayılı yasa ile gıda maddesi üreten, depolayan ve pazarlayan işletmelerin denetimi Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bırakılmıştır. Bu uygulamanın en önemli nedenlerinden biri olarak ‘gıda ile ilgili tüm konuların tek elde toplanması gerekliliği’ gösterilmiştir. Ancak 5216 sayılı yasa ile gıda ile ilgili işletmelerin ruhsatlandırılması belediyelere bırakıldığı gibi; ayrıca büyükşehir belediyelerine ‘gıda kontrol laboratuvarı kurma’ görevi verilmiştir. İki yasa arasındaki yaklaşım farklılığı ve çelişki bu alanda büyük bir kargaşaya yol açmıştır. Ayrıca Danıştay kararı gereği uygulaması tartışmalı olan ‘gıda sicili’ uygulamasının da belediyelere geçmesi bu karışıklığı daha da arttırmıştır. Bugün bir gıda üretim tesisi GSM ruhsatını almak üzere bağlı olduğu belediyeye başvurmakta; ruhsatını aldıktan sonra benzer evraklarla bu sefer gıda siciline kayıt olmak için tekrar belediyeye başvurmaktadır. Bu işletmenin gıda denetimini Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yapmakta; ancak alınan numuneler; eğer kurmuşsa; bağlı olduğu büyükşehir belediyesinin laboratuvarına gönderilmektedir. Bu karışıklığın ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan kaynaklanan denetimsizliğin giderilebilmesi için denetim yetkisi Sağlık Bakanlığı ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğuna bırakılmalıdır.

Bu yasalarla adeta tüm belediye hizmetleri bu arada çevre sağlığı ile ilgili alanlar da özelleştirmeye açılmıştır. Belediyeler gerek görürlerse bazı alanlardaki çalışmalarını yaptırtabileceklerdir. Bu durum kar etme yaklaşımının daha öne çıkması demektir.

Özellikle büyükşehir belediye sınırlarının genişlemesi ile su havzalarının korunması önemli ölçüde büyükşehir belediyelerinin sorumluluğuna girmiştir. Ancak merkezi hükümet 31.12.2004 tarihinde ‘Su Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği’ni değiştirerek bu konuda büyükşehir belediyelerinin elini kolunu bağlamıştır. Yeni yönetmelikle mutlak koruma bandı 100 metreye düşürülmüş; orta mesafeli koruma alanından itibaren havza madencilik ve sanayiye açılmıştır. Çevre için birçok olumsuz madde taşıyan yönetmelikle ilgili Danıştay iptal davaları

Page 227: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Davetli Konuşmacı Metinleri

176

sürmektedir. Danıştay verdiği ilk ara karar da mutlak koruma bandını 300 metreden 100 metreye düşüren maddeyi iptal etmiştir.

İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik’ de 5179 sayılı yasaya dayanılarak 17.02.2005 tarihinde değiştirilmiştir. Yeni yönetmelik belediyelerin sağlıklı içme suyu sağlama görevini yapmasını birçok maddesindeki eksiklikler ve hatalar nedeni ile güçleştirmektedir.

Hava kirliliği ile mücadele konusunda belediyelere verilen yetki ise sınırlı kalmıştır. Hava kirliliğinin sınır değerleri aşması halinde alınması gereken birçok önlem belediyelerin sorumluluğunda olmasına karşın; kirliliğin oluşmasını önleyici önlemlerin alınması, takip ve cezalandırma konusunda belediyelere yetki verilmemiştir.

4. Sonuç Gerek 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası; gerekse 5393 sayılı Belediye Yasası konu ile ilgili kurum, kuruluş ve uzmanlar tarafından kamuoyu önünde yeterince tartışılmadan çıkarılmıştır. Yasalar; belediyelere çevre sağlığı alanında geniş yetkiler sağlıyor gibi görünse de gerçekte çevre ve insan sağlığını ikinci plana iten; ne pahasına olursa olsun ‘sürekli kalkınma’ ilkesini ön plana çıkaran maddeler taşımaktadır. Bu nedenle yeni yerel yönetim yasaları ve bu yasalara bağlı olarak çıkarılan yönetmelikler yeniden ele alınmalı ve çevre ve insan sağlığını her şeyin önünde tutan bir anlayışla yeniden hazırlanmalıdır. 5. Kaynaklar

1. 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası, Resmi Gazete; 23.07.2004 sayı:25531 2. 5393 sayılı Belediye Yasası, Resmi Gazete;24.12.2004 sayı:25680. 3. 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası, Resmi Gazete; 04.03.2005 sayı:25745 4. 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde

Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun. Resmi Gazete; 05.06.2004 sayı:25483

5. T.C. Sağlık Bakanlığı. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik. Resmi Gazete; 17.02.2005 sayı:25730.

6. T.C. Başbakanlık. 9207 Sayılı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik. Resmi Gazete; 10.08.2005 sayı:25902.

7. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı. Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği. Resmi Gazete, 31.12.2004 sayı:25687.

Page 228: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

177

Sözel Bildiriler

Page 229: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

178

Page 230: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

179

A. Kent ve Toplum 0156/ S15.

Kent ve Kentte Bir Kullanıcı Grubu Olarak Gençler BAYRAKTAR Adile Nuray Gazi Üniversitesi Mühendislik – Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Maltepe, Ankara Kentte yaş, cinsiyet, fiziksel özellikler v.b. açılardan birbirlerinden farklılaşan kullanıcı grupları yaşamaktadır. Kentteki bu kullanıcı grupları çoğunlukla; çocuklar, yaşlılar, kadınlar ve özürlüler olarak kategorize edilmektedirler. Toplumsal dönüşümün her zaman merkezinde olan, yaşları ve kentten beklentileri anlamında farklılaşan bir diğer grup ise gençlerdir. Bu nedenle, kent ve kentte bir kullanıcı grubu olarak gençler başlığı altında kentin gençler açısından yaşamsal ve mekansal anlamını sorgulamak, kentin gençler için sunduğu mekansal olanakları tartışmaya açmak oldukça önemlidir. Unesco’nun tanımına göre genç; 15-25 yaş arasında, öğrenim gören, hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı bir konutu bulunmayan kişidir. Gençlik ise biyolojik, psikolojik ve sosyolojik açıdan çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Fırtına, stres, sessiz çalkantı dönemi olarak da ele alınan bu dönem aynı zamanda bir çatışma dönemidir. Cesaretin çekingenliğe, serüven isteğinin rahata üstün geldiği bu dönemde olması gereken ile olan ayrımı oldukça sert yaşanmaktadır. Ülkemizde gençler bu nitelikleri ile toplumsal süreçlerde ve kentlerin değişiminde her dönem önemli bir rol oynamışlardır.1923 sonrası gençlerin sorumluluğu cumhuriyeti korumak ve kollamak olarak belirlenmiş, çağdaş yaşam olanaklarına sahip kentlerde gençlere yönelik mekanlar oldukça önemsenmiştir. 1950 sonrası köyden kente göç ve gecekondu bölgeleri kentlerde toplumsal ve mekansal ikili bir yapıya yol açmıştır. Gençler, göç eden ilk grup olarak köyde ve kentte büyük bir dönüşüme neden olmuşlardır. 1960 sonrası toplumda eşitlik ve adalet söylemleri egemendir. Bu söylemler sonucu gecekondu bölgelerinin mekansal olanaklara sahip olmaya başladıkları görülmektedir. Dönem sonlarında dünyadaki gelişmelere paralel olarak gençlik arasında siyasallaşma başlamıştır.1968 kuşağı; idealizmi ile toplumun ve kentin dönüştürücü gücüdür. 1970 sonrası ilerici söylemler toplumda egemendir. Bu söylemlerin örgütlendiği yerler ise gecekondu bölgeleridir. 1978 kuşağı; toplumsal sorunlara duyarlı öğrenci gençliktir. 1980 sonrası toplumda “depolitizasyon” söylemi egemendir. Muhalefetin örgütlendiği gecekondu bölgeleri düzenli konut alanlarına dönüşmektedir. Sorgulamayı ve katılımı reddeden1980 kuşağı; başarıya odaklanmış, siyasetin korkusuyla büyüyen gençliktir.

Page 231: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

180

1990 sonrası “küreselleşme” ve “tüketim” söylemleri toplumda egemendir. Kentlerde ise marka olmuş yaşam çevreleri belirleyicidir. 1990 kuşağı dış görünüşe önem veren, marka giyinen, tüketim toplumunun bir unsuru olan gençliktir. Tarihsel süreç içinde bir grup olarak ifade edilmelerine rağmen gençler homojen bir yapı göstermezler. Bugün de kentte üst başlık olarak “gençler” kategorisini oluşturan, ancak, sosyo-ekonomik, sosyo- kültürel, fiziksel özür, v.b. nitelikleri açısından farklılıklar gösteren gençler yaşamaktadırlar ve bu gençler açısından kentin anlamı farklıdır. Özellikle büyük kentlerde önemli bir nüfus potansiyeline sahip olan üniversiteli gençler açısından kent kültürel-sosyal donatılar, spor merkezleri, kütüphaneler v.b. mekansal olanaklar anlamındadır. Gecekondu bölgelerinde yaşayan gençler ise tüm bu olanaklardan yoksundurlar. Bu grup genç için kent ikili mekanlara karşılık gelmektedir. Ekonomik açıdan yeterli olanaklara sahip gençler açısından kent ayrıcalıklı yaşam çevreleri anlamındadır. Bu grup kentin eğlence, kültür, spor. v.b. olanaklarından en fazla yararlanan gruptur. Çalışan gençler açısından kent sosyal ve kültürel olanaklarından yararlanılamayan bir yerdir. Enformel sektörde çalışan gençler açısından ise kent, geniş bir çalışma mekanıdır. Sokakta yaşayan gençler açısından kent tümüyle bir barınak anlamındadır. Köprü altları, mazgallar, bina saçakları, bina girişleri vb. tüm sığınma noktalarıyla kent sınırsız bir yaşama mekanıdır. Özürlü gençler açısından ise kent, çıkılamayan merdivenler, gidilemeyen sinemalar, parklar demektir. Üst geçitler, bariyerler, korkuluklar bu gençlerin kente katılımları açısından birer engeldir. Gençlerin yarınlara güvenle bakabilmeleri; toplumsal, mekansal, ekonomik ve siyasal olanaklara sahip olmaları ile mümkündür. Ancak kentte gençlerin çoğunluğu kentin sunması gereken mekansal olanaklardan yoksundurlar. Bu durumun kentlerde son dönem yaşanan şiddet olaylarında önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle bu bildiride gençlerin kentte mekansal ve dolayısı ile yaşamsal yoksunluklarını ifade etmek amaçlanmıştır. Kentin gençlere yönelik mekansal donatılara sahip olması ancak bu yoksunlukları gündeme getirmekle mümkün olacaktır.

Anahtar Sözcükler: Kent, Genç, Kentsel Sunum ve Olanaklar

Page 232: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

181

0167 / S16.

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri Perspektifinden Türkçe Literatürde Kent ve Sağlık İlişkisine Bir Bakış ARIK Hale, KESGİN Coşkun, KILIÇ Bülent, ERGÖR Alp Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İzmir Amaç Bu çalışma, kent ve sağlık ilişkisi ekseninde Türkçe literatürün sağlığın sosyal belirleyicileri üzerinden yola çıkarak dökümünü yapmak, dağılımını belirlemek ve bu alanda erişilen durum ile ilgili bir değerlendirme yapabilmek amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Gerekçe Önümüzdeki on yıllar içince toplum sağlıkçıların önemli uğraş alanlarından biri olmayı sürdürecek “kentsel yaşam” içinde sağlığı, tümelci bir bakışla ve toplumsal düzeyde tanımlayabilmek, bu alanda üretilenleri derleyerek bir yol haritası çıkarabilmek için bir derleme başlatılmıştır. Uzun soluklu olması öngörülen bu projenin ilk aşama sonuçları bu çalışmada sunulmuştur. Yöntem Kent ve sağlık ilişkisi 10 temel alanda incelenmektedir (Marmott): sosyal farklılık, stres, yaşamın erken dönemleri, toplumsal dışlanma, iş, işsizlik, sosyal destek, bağımlılık, beslenme, ulaşım. Türkçe literatür, bu temel alanlarla eklemlenmiş 20 alt başlık anahtar sözcük olarak kullanılarak ULAKBİM veri tabanlarında, tarih kısıtlaması yapılmaksızın taranmıştır. Tarama sırasında her anahtar sözcük (ya da terim) tek tek kullanılmış, yalnızca “beslenme” ve “kardiyovasküler hastalıklar” “sosyoekonomik” terimi ile birlikte taranmıştır. Elde edilen yayınlar yıl, üreten disipliner yapı, gerçekleştirildiği il, başlık ve özetleri içerecek biçimde sınıflanmış ve özetler üzerinden “kent ve sağlık” ekseni ile ilişkili olup olmadığına karar verilmiştir. Türkiye’de gerçekleştirilen ve uluslararası dergilerde yayımlanan çalışmaların da değerlendirilebilmesi için aynı anahtar sözcükler “Türk Medline” ve PubMed veri tabanlarında da kullanılmış ancak bu sonuçlar ön bulgular içinde sunulmamıştır. Bulgular ULAKBİM altında yer alan toplam 1397 yayına ulaşılmış, bunların %26.5’si (369) “kent-sağlık” ekseni ile ilişkilendirilmiştir. Çalışmaların % 93.5’i makale (derleme ya da araştırma), %6.5’i projelerden oluşmaktadır. Yayınların veri tabanlarına göre dağılımı %68.8 Türk Tıp, %17.7 Sosyal Bilimler, %5.0 Mühendislik, %8.5 TÜBİTAK Destekli Projeler biçiminde gerçekleşmiştir. Tarama sonucu 39 ilden yayına ulaşılmıştır. Büyükşehir belediyesi bulunan 16 il içinden Gaziantep ve Sakarya, “Sağlıklı Kentler Birliği” üyesi kentlerden ise Bartın,

Page 233: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

182

Mardin ve Nevşehir kaynaklı yayına erişilememiştir. Projelerin %62.5’i üç büyük kentte gerçekleştirilmiştir. Kent – sağlık ilişkisinde temel alanlar yönünden dağılım %9.4 sosyal farklılık, %5.2 stres, %12.8 yaşamın erken dönemleri, %6.1 toplumsal dışlanma, %23.1 iş, %1.5 işsizlik, %11.9 sosyal destek, %22.5 bağımlılık, %3.6 beslenme, %4.0 ulaşım olarak saptanmıştır. Veri tabanından erişilebilen yayınların %80.5’i 2000 yılından sonra gerçekleşmiştir.

Sonuç Çalışmaların ne kadarının kesitsel, ne kadarının nedenselliği irdeleyen ya da girişimsel nitelikte olduğu değerlendirilmemiştir. Metinlerde benzer kavramların çok farklı sözcük ya da terimler biçiminde yer alması ve anahtar sözcükler ile ilgili Türkçe bir standart bulunmaması verilere erişebilmeyi güçleştirmiştir. Çalışmaların son yıllarda kümelenmesi ve sağlığın sosyal belirleyicilerine göre dengeli dağılmaması kent ve sağlık ekseninde henüz yol haritasının çizilmediğini gösteren bir bulgu olarak değerlendirilebilir. Erişilen yayınların ağırlığının büyük kentlerde gerçekleşmesi sorunun daha dar kapsamda irdelendiğini gösterebilir.

Anahtar Kelimeler: Kent, literatür taraması, sağlık, sosyal belirleyiciler

Page 234: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

183

0200 / S25.

Kentlerde Toplumsal Ruh Sağlığı İçin Yeni Bir Tehdit: Toplumsal Güven(siz)lik ve Şiddet! ASLAN Şükrü Sosyolog, MSGSÜ Günümüz kentlerinde hızla yaygınlaşan ve kentli bireyler olarak her birimizi içine çekecekmiş duygusu yaratan şiddet hareketleri, toplumsal ruh sağlığımızı ciddi bir biçimde etkilemektedir. Burada, ilk akla gelen, hemen her dönemde siyasal iktidarları meşgul etmiş olan politik nitelikli toplumsal hareketler değil, bunu da kapsayacak ama daha çok politik ideallerin dışında gelişen bireysel ya da küçük grupların aktörü olduğu şiddet hareketleridir. Yaygın ifadeyle “çete” olarak adlandırılan yasadışı suç örgütlerinden, okullarda arkadaşlarını yaralayan veya öldüren çocuklara kadar yayılma eğilimi gösteren bu yeni tür şiddet sarmalı, bireysel ve toplumsal ruh sağlığımız açısından son derece ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Birçok faktörden etkilenen bu durum hiç kuşkusuz ulus devletin başlıca düzenleyici güç olduğu toplumsal yapıdaki değişim süreciyle büyük ölçüde ilgilidir. 19. yüzyıldan bu yana toplumsal yapının bütününde yönetim sürecinin asli aktörü olan devlette, “kamu”ya yapılan vurgu her zaman belirgindir. Yurttaşların güvenliği ise, devlete dair yükümlülüklerin merkezinde yer almaktadır. O kadar ki, bu yükümlülük, ulusal anayasaların değişmez maddelerinden biri olagelmiştir. Bununla birlikte özellikle 1980’li yıllardan bu yana neo liberal politikalar sürecinde, devlet söyleminde “kamusallık” vurgusunun zayıfladığını görmekteyiz. Modernleşmenin merkezindeki ulus devlet, geleneksel toplum yapısından sıyrılırken özgürlük, eşitlik, insan hakları, güvenlik, planlama, eğitim, sağlık gibi “kamusallık” alanlarını adım adım terkediyor ve devletin küçültülmesi adına kamusal görevleri piyasaya havale ediyor. Bu eğilimin net şekilde görülebildiği alanlardan birisi de güvenliktir. Yurttaşların “can ve mal güvenliği”nin güvencesi sayılan devlet, kamusal görev olarak tanımlanmış bu alandan giderek çekilmektedir. Özel güvenlik kullanımını kolaylaştıran yasal düzenlemeler, bu alanın kamu dışına kaymasını sağlıyor. İstatistikler, Türkiye’de kamu ve özel güvenlik dengesinin, son yıllarda ikinciler lehine değişmekte olduğunu göstermektedir. Bu yeni durumda “yurttaş” kendi güvenliğini, kendi sağlamak zorunda bırakılıyor. Toplumsal çaresizlik olarak tanımlanabilecek bu durum, doğal olarak her birey için yeni “çare” arayışlarına yol açıyor. Resmi güvenliği olmayanlar da, özel ilişkiler üzerinden aktör ya da müşteri olarak “mafya”nın bir parçası haline geliyor. Çeşitli “Suç Raporları”nda, son bir yıl içerisinde bütün suç türlerinde (hırsızlık, kapkaç, gasp, cinayet, darp, dolandırıcılık vb.) büyük artış olduğu vurgulanmakta ve şiddetin, gündelik hayatın pek çok alanında, ticari, hukuki, kültürel, toplumsal gerilimlerde bir “çözüm aracı” olarak algılandığı görülmektedir.

Page 235: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

184

Kamunun, güvenlik alanından çekilmesinin enformel mekanizmalara davetiye çıkardığı bu yeni güven(siz)lik ortamında dikkat çeken bir başka gelişme de silahlanma düzeyindeki yaygınlıktır. Silahın, insanın kendini savunma meşruiyetini tartışmalı hale getiren bir araç olduğu düşüncesi yerine, kendini savunmanın meşru aracı sayılması ve silah kullanmanın bir tür statü ve güç gösterisi olarak algılandığı kültürel ortamda, kısıtlayıcı koşulların kaldırılması, kullanım kolaylığına olanak sağlıyor. Toplumsal ruh sağlığını tehdit eden bu durum, devletin güvenlik alanından da çekilmesine yol açan radikal değişimle önem kazanıyor. Herkes kendi “adaletini”, kendi gücü oranında gerçekleştirmeye çalıştığı için bir bölümü gerçekten ürkütücü nitelikte vahşi şiddet hareketleri, televizyon ekranlarından “kanımızı dondurmaya” devam ediyor. Medyada yer alan dizilerde ya da sinemada bu rolleri oynayan kişilerin kahramanlaştırılması, kamu görevlilerinin bile açıkça, bu şiddet aktörleriyle özdeşim kurmaları ise, bu yeni eğilimi meşrulaştırmaya katkıda bulunuyor. Kentlerin geleceği ve toplumsal ruh sağlığının korunması, kamunun, güvenlik alanındaki etkin ve düzenleyici rolüyle doğrudan ilgilidir. Zira güvenlik, “piyasaya” bırakılamayacak kadar önemli bir toplumsal görevdir.

Page 236: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

185

A1. Sağlıkta Eşitsizlikler 0123/ S17.

Özürlülerin Sağlık Hizmetlerine Ulaşmadaki Zorlukları: Ön Çalışma BAKIRCI Nadi*, ERDEN Elif Altuntaş*, SÜLÜN Serdar*, ÇALHAN Dilda*, ÖZ Ece*, KURT Seray*, ÇİFÇİ Aylin**

* Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı A.D., İstanbul ** İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sağlık Daire Başkanlığı, İstanbul Giriş Özürlüler sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel yaşam açısından ve ekonomik yönden birçok sorunla karşılaşmaktadır. Devlet İstatistik Enstütüsü ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından yürütülen “Türkiye Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre Türkiye’deki toplam özürlülük oranı %12,3’dür. Yine aynı araştırmaya göre özürlülerin yarıdan fazlası devlet imkanlarından yeterince yararlanamadığını ve % 40,0’a yakını hiç tedavi almadığını belirtmektedir.

Amaç Özürlülerin sağlık hizmetlerinden ne ölçüde faydalanabildiklerini belirlemek; faydalanamıyorlarsa bu alanda karşılaştıkları zorlukları ve nedenlerini tespit edip bu konuda yapılacak iyileştirme çalışmalarına katkı sağlamaktır.

Gereç-yöntem Tanımlayıcı tipte olan araştırmanın veri toplama aşamasında telefonda uygulanabilir bir anket formu kullanılmıştır. Anket formundaki sorular NORBALT II çalışmasındaki (Baltık ülkelerinde yürütülen ulusal sağlık çalışması) standart anket formu ve “Türkiye Özürlüler Araştırması” referans alınarak düzenlenmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kayıtlarından Kadıköy ve Zeytinburnunda saptanmış tüm özürlülerin listesi alınmış bu listeden 545 kişi telefonla aranmıştır. Ulaşılabilen ve araştırmaya katılmayı kabul eden 170 (%31,2) kişi ile görüşülmüştür. Kategorik değişkenler için ki-kare testi yapılmıştır. Bulgular Katılımcıların yaşları 18-110 arasında değişmekte olup, yaş ortalaması 42,55 idi. Katılımcıların %40’ı kadındı. Çalışmaya katılan özürlülerin %33,5’i okur yazar değildi ve %2,9’u üniversite mezunuydu. %84,1’i son bir hafta içinde gelir getirici bir işte çalışmamıştı. Bunların da %27,9’u iş aramaktaydı.

Page 237: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

186

Özürlülerin %11’i rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanmaktaydı. Sağlık güvencesi olmayan özürlülerin %93,3’ü, sağlık güvencesi olanların ise %87,2’si rehabilitasyon hizmeti almamaktaydı. En sık belirtilen hizmet almama nedenleri ekonomik nedenler (%30,4) ve haberdar olmamadır (%29,8). Özürlüler sağlık hizmeti almaya giderken birçok fiziksel koşullardan etkilenmektedir. En fazla zorlandıkları koşullar ortopedik özürlüler için %58,4 ile tek başına gidememe, görme özürlüler için %65,2 ile sıra bekleme, işitme-konuşma özürlüler için %52,6 ile iletişim kurmak konusunda yaşanan zorluklar, zihinsel özürlüler için ise %76,9 ile tek başına gidememedir. Ortopedik özürlüler arasında en az bir zorlukla karşıkarşıya kalma durumu %76,4 iken bu durum görme özürlüler için %82,6, işitme özürlüler için %66,7, konuşma özürlüler için %100, zihinsel özürlüler için %82,1’dir.

Sonuç-Tartışma Bu ön çalışma, toplumu temsil etmemesine rağmen, özürlülerin sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanmalarında önemli zorlukları olduğuna işaret etmektedir. Özürlülerin büyük bir kısmı ekonomik zorluk veya haberdar olmama nedeniyle rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanamamaktadır. Bu hizmetlere ulaşımı kolaylaştırmak için özürlülere yönelik bilgilendirme çalışmalarının yapılması ve evde sağlık hizmetlerini alabilmelerine yönelik gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Diğer yandan, sağlık kuruluşlarının özürlüleri zorlayan fiziksel ve işleyişe ait koşulların uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. İşitme-konuşma özürlülere yönelik en azından büyük merkezlerde işaret dilini bilen rehberlerin istihdam edilmesi, iletişim zorluklarını belli ölçülerde ortadan kaldırabilecektir. Özürlülerin eğitim ve meslek kurslarına katılımının artırılması; istihdamın iyileştirilmesine ait çalışmalar aracılığıyla hem ekonomik faaliyetlerde bulunmaları hem de sosyal yaşama daha fazla dahil olmaları sağlanabilir. Anahtar Kelimeler: özürlüler, sağlıkta eşitsizlikler, sağlık hizmetlerini kullanma

Page 238: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

187

A2 Kent ve Göç 0014 / S1.

Türkiye’de İç Göçün Sağlık Hizmet Sunumu Kalitesine Etkisi ÇUBUKÇU Mert D.E.Ü. Tınaztepe Yerleşkesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, BUCA 3017 Sayılı yasa gereğince koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini yürütmek Sağlık Bakanlığı’nın görevleri içerisindedir. Tedavi edici sağlık hizmeti sunumuna diğer bakanlıklar, kamu kuruluşları, tıp fakülteleri, Sosyal Sigortalar Kurumu ve özel kuruluşlar da katılmaktadır. Ancak, kırdan kente ve kentten kente olan iç göç, sağlık hizmet sunumunun kalitesini düşürebilmektedir. Sunulan sağlık hizmeti ekipman, yatak ve personel sayısı açısından iç göç alan bölgelerde yetersiz kalabilmekte, terk edilen kentlerde ise talebin üzerinde sağlık sunumu doğabilmektedir. Bu çalışmada iç göç ve sunulan sağlık hizmetinin kalitesi arasındaki ilişki incelenmiş ve böyle bir ilişkinin olup olmadığı sayısal açıdan test edilmiştir. Bu amaçla Türkiye İstatistik Kurumu tarafından il bazında toplanan 2000 yılı göç ve sağlık kuruluşu verileri istatistiksel yöntemler kullanılarak değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda, Türkiye genelinde kişi başına düşen sağlık tesisi ile ölçülen sağlık hizmet kalitesinin göç alma ile düştüğü sonucuna ulaşılmıştır. İç göç alan illerdeki hastane açığını özel hastaneler belirli bir düzeyde kapatmakta fakat yeterli seviyeye getirememektedir. Özel hastanelerin kişi başına düşen sağlık kuruluşu sayısına yaptığı katkı sadece Batı Anadolu, Marmara ve Güney Anadolu Bölgeleri’nde kayda değer sayıdadır. Çalışmanın ortaya koyduğu bir başka sonuç ise iç göç ve sağlık hizmet kalitesi arasındaki ilişkinin bölgesel açıdan farklılıklar gösterdiği yönündedir. Yapılan analizler sonucunda Batı Anadolu, Marmara, Güney Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri’nde kişi başına düşen hastane sayısı ile iç göç arasında göreceli olarak zayıf bir ilişki tespit edilmiştir. Başka bir deyişle bu bölgelerdeki göç hareketlerine karşı sağlık servisi sunumu dengelenebilmektedir. Ancak İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde artan iç göçün yetersiz kamuya ait hastane sayısı ile sonuçlandığı, göç veren illerde ise gereğinden fazla sağlık kuruluşunun varlığı saptanmıştır. Bu bölgelerde servis eksiği bulunan illerde, özel sektör tarafından işletilen hastane sayıları da oldukça yetersiz kalmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da kişi başına düşen sağlık kuruluşu sayısı göç veren illerde yüksek, göç alan illerde ise düşük olarak gözlemlenmektedir. Saptanan sorunun giderilebilmesi için sağlık servislerinin yer seçimlerinde mevcut ve muhtemel göç hareketleri dikkate alınma, sağlık servislerinin sayı ve kapasiteleri nüfus hareketlerini göz ardı etmemelidir. Anahtar Kelimeler: Göç, Sağlık Hizmet Kalitesi, Sağlık Hizmet Sunumu

Page 239: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

188

0018 / S2.

1990'lar Sonrası Diyarbakır Kentine Göçle Gelenler ve Sağlıkları ELMACI Nuran*, ERKAN Rüstem** * Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı ** Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Amaç Türkiye’de göçlerin büyük oranını gönüllü göçler oluşturmasına karşın, GAP Bölgesin de göçler daha çok zorunlu göçler şeklinde olmuştur. Bu göçlerin en yoğun. yaşandığı illerden birisi Diyarbakır dır.

Yöntem- Gereçler Bu bildirinin verileri çeşitli bilim dallarınca Diyarbakır da yapılmiş (sosyolojik,antropolojik ve sağlık alanında) araştırmalardan elde edilmiştir.

Bulgular 1990 sonrası bölgede gelişen siyasi olaylar ( terör olayları,) kırsal kesimdeki insanları göçe zorlamıştır. Göçle ilgili araştırmalar zorunlu göçlerin insanlara sosyal, psikolojik zarar verdiğini göstermektedir.. Çünkü zorunlu göçler köylünün köy ayağını tümüyle koparmakta, bu anlamda önemli bir sosyal güvence kurumunu elinden almaktadır. Köye dönme umudu taşımayan, köy ile ilişkilerini sürdüremeyen bu insanlar kentsel çevreye uymakta zorlanmaktadır. Zorunlu göçler ani ve hazırlıksızdır Ancak Diyarbakır kenti de bu göçlere hazırlıksız yakalanmış, yetkililer gerekli önlemleri alamamışlardır. Diyarbakır’ ın tarihi geçmişi ve ekonomik koşulları dikkate alınırsa, Diyarbakır bu göçler sonucu köyleşme, gecekondulaşma, yoksullaşma süreci yaşamıştır. Sonuçta zorunlu göçle gelenler kentle bütünleşmek yerine, kentin formel ve informel ilişkilerinin dışında kalmış, kırsal kesime benzer yaşam sürmüşlerdir.

Sonuçlar Bu sonuçlar zorunlu göçle gelenlerin yaşamlarının çeşitli cephelerinde izlenebilir.. İlk başta bölgede ve Diyarbakır da yapılan sosyal yapıyı açıklayan araştırmalar, geleneksel geniş aile yapısını hala sürdüğünü göstermektedir. Çünkü akraba evliliklerinin oranı % 45 e ulaşmakta., ilk evlilik yaşı 16 ya kadar düşmektedir. Zorunlu göçle gelenlerin % 60 kente yaşamaktan memnun değildirler,. geri dönmeyi istemektedir. Kadınların % 84 ü okuma yazma bilmez, daha ötede Türkçe konuşamazlar.

Page 240: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

189

Göcedenler eski yaşamlarında olduğu gibi düğünlerini evlerinin yakınlarındaki boş alanda yapmakta, parasız kaldıklarında kredi kullanma gibi kentli bir değer yerine, akraba ve yakınlarından borç almayı tercih etmektedirler. Kırsal kesime ait bu davranışlar sağlık ve hastalıkla ilgili anlayışlar ada ve sağlık hizmetlerinden yaralanma düzeyine de yansımaktadır... Zorunlu göçle gelen kadınların %80 i yerli ebelerle doğum yapmaktadır. Kadınların sadece % 22, 5 korunmakta, %77,5 çocuk yapmayı önleyici herhangi bir yönteme başvurmamaktadır. Evlenme yaşı küçük olduğu için adölosan gebelikler yaygındır. İshal, malnutrisyon gibi çocuk sağlığını tehdit eden hastalıkların nedeni ay basması korku, haram süt gibi inanışlarla açıklanmaktadır. Annelerin büyük çoğunluğu bebeklerini ilk bir saat içinde emzirmemekte, kolostrum u pis süt olarak nitelendirmektedirler. Anahtar Kelimeler: Zorunlu göçler, Kentlileşme, Göçle gelenlerin Sağlıkları,

Page 241: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

190

0054 / S3.

Göç Ve Şiddet Sarmalı İçinde Kentsel Yerleşimlerin Nöbetleşe Yok Edilişinin Hikâyesi: Gap Bölgesi Örneği SAMİ Kamuran Dicle Üniversitesi, Müh. Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, 21280-Diyarbakır,

“Kırk bin köyden birer kişi/Göçüyor kırk bin kişi/Kırk bin köyden onar kişi/Göçüyor yarım milyon”… (Hasan Hüseyin; Koçero Vatan Şiiri’nden)

GAP Bölgesi; sosyal, kültürel, ekonomik ve bölge içi toplumsal olayların yarattığı veya dolaylı olarak neden olduğu çelişkileri kendi özünde barındıran kentsel bir yapıya sahiptir. Ülkemizin sorunsalı haline gelen bölgelerarası çelişkiler ve mimari bağlamdaki çoklu kültürel kimliklere duyulan duyarsızlıklar; bölge kentlerini var eden değerleri tanımsız hale getirirken, kentsel yerleşim dokularının nöbetleşe yok edilişinin yolunu açmıştır. GAP Bölgesi kent dokusu ile kentlerin toplumsal yapı bileşenlerini meydana getiren örüntüler; son 15–20 yıl içerisinde ortaya çıkan bölgesel iç göç, terör ve şiddet odaklı toplumsal olaylardan dolayı, kentlerin tarihi kültürel simgeleri ve yerleşim doku bileşenleri üzerinde büyük tahribatlar meydana getirilmiştir. Birbirinden farklı uygarlıkların yaratageldikleri mimari değerleri yerleşim dokuları üzerinde tanımlayan bölge kentleri; birbirinin kültürü üzerine inşa edilen uygarlıkların kültür ve yaşam alışkanlık kodlarıyla süreklilik arz eden zamanın bir yaşam tarzı olarak ortaya çıkmıştır. Kent(ler)in var olma tarihçelerini betimleyen bu düşünce odağında; GAP Bölgesi kentleri arasında Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa ve Gaziantep; mimari ve geleneksel kentsel yapı kimlik dokusunu en iyi temsil eden kentlerin başında gelmektedir. Bölgesel iç göç; GAP’ın kentsel yerleşim bölgeleri arasında toplumsal grupları kendi içinde yeni kodlarla ayrıştırarak, sözü edilen kentlerin çeperlerinde, çöküntü yerleşim alanlarında ve tarihi konut yerleşim bölgelerinde farklı bir yaşam kültür düzen içinde kümeleşmenin önünü açmıştır. Bölge kentlerinin fiziki dokusu üzerinde göçle gelen insanların çaresiz bir tepkiyle yarattıkları yıkım(lar)ın sonuçlarını değerlendirebilmek için; kentlerin son 20 yıl içerisinde hangi aşamalar içinde tanımlandığının bilinmesi sağlıklı bir karar vermenin yolunu açacaktır. Bölgenin kentsel yerleşim dokuları üzerinde, uygarlıkların süregelen yarattıkları mekânsal değerlerin geçmişten günümüze kadar gelen toplumun taşınmaz bir malı olarak; yerel yani yaşamını sürdürdüğü topraklara veya o kültürün yarattığı değerlere hep özgü olmuştur. Bölgenin kentsel kimlik aidiyetine referanslanan ve kentsel yerleşim dokusunu tanımlayan kültürel değerlerini yaratan inanç; yalın bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle; GAP Bölgesi’ni kültürel değerler bütünselliği içinde tanımlayan ve kentsel dokunun ontolojisini belirleyen erk; o değerleri var eden uygarlıkların günümüze kadar

Page 242: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

191

gelebilen ve de geleceğe referans olabilecek bir değer olarak toplumun kültürel alışkanlıklarına bir renk katmıştır. Bu bildirideki amaç; birbirinden farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan GAP Bölgesi kent(ler)inin kentsel kimlik aidiyet vurgusunu kent bütünü içinde tanımlayan yerleşim dokularının son yıllarda ortaya çıkan bölgesel iç göçle birlikte nasıl yok edildiğinin serüveni anlatılmaktadır. Anahtar Kelimeler: GAP; Göç; Kültürel Yozlaşma; Terör ve Yerleşim Sorunsal

Page 243: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

192

0088 / S4.

Ötekinin İçindeki Öteki: Çiğdemtepe Gecekondu Mahallesi Örneği HALİLOĞLU KAHRAMAN Zerrin Ezgi ODTÜ Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü Türkiye’de gecekondulaşma 1950’lerde başlayan ve köyde yaşayan hane halklarının sosyo-ekonomik yapılarını iyileştirme amacıyla kente yaptıkları göçün kent mekanına yansıması sürecidir. Makineleşme ile kırda hızla azalan istihdam olanakları, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi pek çok hizmetin kırsal alanda yetersiz kalışı ve daha rahat bir yaşama olan özlem bu göçü tetikleyen etkenlerdir. Önceleri kentin emek pazarına yakın, dezavantajlı bölgelerinde barakalar şeklinde ortaya çıkan gecekondular zaman içinde yapılan yasal düzenlemelerin sonucu olarak genişleyen halkalar şeklinde kenti saran düşük yoğunluklu mahalleler halini almışlar, hatta kentsel dönüşümlerini tamamlayarak kentin yasal konut dokusunun içine karışmışlardır. Gecekondu bölgeleri zamanla biçim değiştirirken dönemin ekonomik, siyasal ve toplumsal yapısındaki gelişmelere paralel olarak gecekondulu kitlenin de özellikleri değişime uğramıştır. Gecekondulu dezavantajlıdan haksız kazanç sahibine, kent yoksulundan varoşluya pek çok dönemsel adla anılmıştır. Onlar kentin içine karışmışlıkları ve dış görünüşleriyle köylü olamayacak kadar kentli, fakat zevkleri, sosyal yaşantıları ve yine dış görüntüleriyle kentli olamayacak kadar kent kültürünün dışında kalanlardır. Her ne kadar bu süreçte kent seçkinleri için hep ‘öteki’ olmaya devam etseler de kendi içlerinde farklılaşmışlar ve ötekiler olarak kendi ‘öteki’lerini yaratmışlardır. Bu bildirinin amacı bu sürece “kente yerleşen köylü gecekondulu” olarak başlayan ve günümüze gelene dek pek çok aşamadan geçen gecekondulunun kentliler tarafından algılanışındaki ve özellikle gecekondulunun kendisiyle aynı mekanı paylaşan diğer gecekonduluya bakış ve tutumundaki değişimleri bir alan çalışmasıyla gösterebilmektir. Bu çalışma için Ankara Şentepe Bölgesi Çiğdemtepe Mahallesi seçilmiş ve 84 gecekondulu ile anket çalışması yapılmıştır. İlk görüşmede gecekonduluların doğum yeri, eğitim durumu, mesleki statüsü, gecekondu sahipliği-kiracılık, siyasi görüş, bağlı olunan mezhep, suç ve şiddet eğilimleri ve kentsel donatıları kullanım değişkenlerine kendi içerisinde farklılaşıp farklılaşmadığı araştırılmıştır. İkinci görüşmede derinlemesine görüşmeler yöntemi kullanılarak, bu değişkenler bakımından farklı gruplarda yer alan gecekondulunun diğer gecekonduluları “ötekileştirme” eğilimi içinde olup olmadığı sorgulanmıştır. Bu eğilim tespit edilirken bu algının oluşmasını sağlayan etmenler de belirlenmeye çalışılmıştır. Üç bölümden oluşan bildirinin ilk bölümde şimdiye dek yapılan gecekondu ve gecekondulu olgusunun dönüşümü tartışmalarına yer verilmiştir. Bu kapsamda köyden kente ekonomik sorunlarına çözüm bulmak için gelen köylünün barınma amacıyla inşaa ettiği derme çatma barakalardan, yapılan imar afları ve gecekondu ıslah planları ile kentin yasal konut dokusu içerisine dahil edilmelerine kadar Türkiye’nin tanık olduğu gecekondulaşma süreci ve bu süreç içinde kentlinin ve gecekondulunun gecekonduluya yönelik oluşturduğu algıdaki değişimler özetlenmiştir. İkinci bölümde Çiğdemtepe Mahallesi’nin 1950’lerde inşaa edilen ilk gecekondularla başlayan ve 1965’de mahalle olmasıyla devam edip, son birkaç yılda başlayan dönüşümüyle sonuna yaklaşan gecekondulaşma tarihi ele alınmıştır. Bu ele alış içerisinde gecekondu halkının sosyo-ekonomik karakteri de ortaya konulmuştur. Üçüncü bölümde

Page 244: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

193

literatürde gecekonduluya olan genel bakışın alan özeliyle uyumluluğu değerlendirilmiş ve görüşmeler sonrasında ortaya çıkan sonuçlar yorumlanmıştır. Bu sonuçlar mahallede yaşayan gecekondulunun kendisini yine aynı mahallede yaşayan diğer gecekondululardan öncelik sırasıyla hemşehrilik, politik görüş, suç ve şiddet eğilimleri, gelir durumu, mesleki statü ve kadına ve çocuğa karşı tutum açılarından ayırdığı ve bu farklılıkları kullanarak etrafındakileri grupladığı, kendi grubu içerisinde kalanlara karşı yargılar oluşturduğu ve ötekileştirdiği yönündedir. Dışardan aynı gibi görünmesine rağmen gecekondulunun aslında kendi ötekisini üretmiş ve kendi içinde farklılaşmalar ve gruplaşmalar barındırıyor olduğu sonucu son yıllarda gecekonduluyu nesne değil, özne olarak ele alan akademik çalışmaların haklılığını da doğrulamaktadır. Anahtar Kelimeler: Gecekondulaşma, Göç, Farklılaşma, Kentsel Yoksulluk, Ötekileşme

Page 245: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

194

0138 / S5.

Kent, Planlama ve Yerel Yönetimlerin Artan Sorumlulukları HENDEN Hatice Burçin Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Alaplı Meslek Yüksekokulu, Alaplı, Zonguldak Kentler; uygarlığın, gelişmenin, estetiğin, kültürün ve organizasyonel yapının merkezi olarak bilinirler. İnsanların ortak yaşam biçimleriyle şekillenen mekânlar olmanın ötesinde; tarihi, sosyal, kültürel, siyasi ve teknolojik öğeleri de içerirler. Bu karmaşıklıktan bir düzen yaratmanın zorluğu, kentsel hizmet beklentilerinin yüksekliğinden de anlaşılabilmektedir. Söz konusu düzenin organizasyonu aşamasında karşımıza çıkan en önemli kavram “kent planlaması”dır. Kent planlaması; sosyal, fiziksel ve ekonomik çevrelerin etkileşimi sayesinde şehirlerin işleyiş biçimlerinin belirlenmesinde etkilidir. Bu yüzden, bu alanlara ilişkin problemleri belirleme ve hayat kalitesini artırma noktasında anahtar bir role sahiptir. Kent planlama süreçlerindeki beklenti; eşitlik, sektörler arası işbirliği, sürdürülebilirlik ve halk katılımı prensiplerini birleştirerek düzenleme yapılabilmesidir. Buna yönelik olarak; yerel yönetimlerde de; hizmete dönük, halkın katılımını sağlayan, yaratıcı, girişimci, yeniliklere açık, başarıyı özendiren ve ödüllendiren bir yaklaşımla, çağdaş yönetim tekniklerinin geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması gerekmektedir. Yöntemlerin geliştirilmesinde önde gelecek amaçlardan biri, kentsel hizmetlerin yürütülmesinde toplumsal uzlaşmanın sağlanması ve kentlilik bilincinin oluşturulması yoluyla katılımcılığın artırılabilmesi olmalıdır. Kentlerin ihtiyaçlarının, demografik unsurlarla bağlantılı olarak şekillenmesi, kentleşme ve göç sürecinde kendini daha çok göstermektedir. Ekonomik ve toplumsal yapıdaki değişimler, yönetimsel bakış açılarında da farklılık yaratılması gereğini doğurmuştur. Kentli olma bilincinin artırılma çabaları, kente özgü davranış ve ilişki ağına da yansımaktadır. Yaşamımızın her noktasında, kent hizmetlerinin büyük önemi ve etkisi vardır. Sağlık, güvenlik, ulaşım, barınma, altyapı hizmetleri gibi olguların etkinliği ve verimliliği tartışılmalı, insanımıza daha geniş olanaklar ve sorunsuz bir hizmet sunumu götürmenin yolları, bu bakış açısıyla aranmalıdır. Son yıllarda uluslar arası ve ulusal çerçevede, kentlerin kedine has heterojenliğine hitap edebilecek, bilgi toplumu bireylerinin taleplerini karşılayabilecek bir yapılanmaya doğru olumlu adımlar atılma çabaları gözlenmektedir.

Bunlar arasında: Çağdaş planlama yaklaşımı olarak; “Collaborative (işbirlikçi) Planlama Yaklaşımı” Geleneksel yönetim anlayışının yerine, katılımcılığa ve ortaklıklara dayalı “çok aktörlü

yönetim” olarak tanımlanan “yönetişim (governance)” kavramına önem verilmesi,

Page 246: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

195

Kentsel sağlık hizmetlerine ulaşmada eşitsizliği azaltmak, yerel düzeyde sağlıklı toplum politikasını geliştirmek, sağlığı destekleyen fiziksel ve sosyal çevreyi oluşturmak, toplum aktivitesini güçlendirmek amaçlarına yönelik olarak oluşturulan “Sağlıklı Şehirler Projesi”

Kentsel hizmet organizasyonlarında bütünlüğü sağlama amacına yönelik olarak oluşturulan “Kent Bilgi Sistemleri”

“Toplumsal uzlaşma olmadan sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşılamaz.” savından yola çıkılarak, temel gereksinmelerin karşılanmasını, yaşam standartlarının iyileştirilmesini, ekosistemlerin daha iyi korunmasını ve daha güvenli bir geleceğe giden yolun yapı taşlarının döşenmesini sağlayacak yerel&küresel ortaklık kavramını vurgulayan “Gündem 21”

Kente ilişkin verilerin güncel teknolojiye dayalı bilişim teknolojileri sayesinde, kent ve toplum yararına çeşitli bilgiler oluşturabilmesi ve paylaşabilmesine olanak sağlayan “e-belediye” sayılabilmektedir.

Bu bildiride; kent olgusunun tanımından yola çıkılarak kent planlamasının önemi vurgulanacak; yönetsel anlamda da hizmet sunumu iyileştirmesi bakış açısıyla; bilgi toplumu kentleri ve yerel yönetimlerinde gerçekleştirilmeye çalışılan çağdaş planlama, yönetim ve uygulama araçlarından söz edilecektir. Amaç, söz konusu uygulamaların geniş katılımlı platformlarda ele alınabilmesi sayesinde, çağa uygun planlama ve hizmet sunumlarının ülkemiz çapında yaygınlaşabilmesine fayda sağlayabilmektir. Anahtar Kelimeler: Kent, Kent Planlaması, Kentsel Hizmet sunumunda çağdaş yaklaşımlar, Yerel Yönetimler

Page 247: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

196

0159 / S6.

Gecekondulardan Çağdaş Yerleşimlere Doğru Bir Kentsel Dönüşüm Yaklaşımı UZUN Bayram, YOMRALIOĞLU Tahsin, NİŞANCI Recep Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği, Trabzon Gecekondu olarak tanımlanan yasadışı yerleşimler, gelişmekte olan ülkelerdeki temel kentleşme sorunlarından biridir. Türkiye’de 1950’lerde başlayan bu süreç, günümüzde mevcut yapıların yaklaşık yüzde 10’nun gecekondulardan oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Bu yerleşimlerin ortak özellikleri ise, sanayileşmiş şehirler ile erişimin kolay ve kamusal taşınmazların çok olduğu yerlerde ortaya çıkmasıdır. Genel yapı olarak her türlü altyapıdan yoksun, sağlıksız ve güvensiz mekanlar olarak nesnelleşmektedirler. Günümüzde bu alanların kentsel diğer alanlarla nasıl bütünleştirilebileceği, hala bir sorun olarak kamuoyu gündemindedir. Ancak ortak kanı, bu uyumsuz ve sağlıksız gecekondu alanlarının mevcut biçimiyle korunmaması gerektiği yönündedir. Fakat bu alanlar için kaçınılmaz olarak yeni çözüm yaklaşımlarına gereksinim duyulduğu da sıkça yinelenmektedir. Bu çalışmada, kentsel alanlardaki yasadışı yerleşim alanlarının sağlıklı kent alanlarına dönüştürülmesi için mülkiyet ve imar hakkına dayalı bir yaklaşım geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, günümüze değin gecekonduların yasalaştırılmasını sağlamaktan öteye geçmeyen teknik ve yasal yaklaşımların bir analizi yapılarak, önerilen yöntemin temellendirilmesine çalışılmıştır. Türkiye koşullarına uygun bir model tasarımı için, Türkiye’de yapılaşma sürecinde rol oynayan aktörler belirlenmiş ve kamu finansal kaynakları yerine özel sektörün sürece dahil edilmesi amaçlanmıştır. Öte yandan, gecekondulaşmanın sosyolojik temelinde ranta dayalı sermaye biriktirme amacının gecekonducu için zaman içinde temel hedef olmasından dolayı; gecekondu alanlarında mülkiyet hakkının doğrudan imar hakkı sağlamayı güvence altına almaması gerektiği savından hareketle; her bir gecekondunun bir tane konut hakkına sahip olması gerektiği kabulüne model oturtulmuştur. Sonuç olarak, Türkiye’deki yerleşim alanlarının yüzde 92’sinin deprem kuşakları üzerinde bulunması ve bu yapıların teknik kurallara uygun yapılmadıkları gerçeği karşısında, söz konusu alanlar için kentsel dönüşümün kaçınılmaz olduğu; önerilen modelin bu amacın gerçekleşmesinde hem kamu için hem de gecekondu sahipleri için önemli sosyal ve ekonomik yararlar sağlayabileceği anlaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Arsa-Arazi Düzenlemesi, Gecekonduların Dönüştürülmesi, İmar Hakkı

Page 248: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

197

A4 Kent ve Yoksulluk

0139 / S19.

Kent Yoksullarının Yoksullukla Mücadele Stratejisi: Enformel İş Alanları, Isparta-İzmir Çöp Toplayıcılarına Yönelik Bir Alan Araştırması ERGUN Cem Süleyman Demirel Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü, Isparta

Yoksulluk özellikle de kent yoksulluğu son dönemlerde hızlı bir şekilde artan bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerel düzeyde resmi kurumlar ve gönüllü vakıflar, uluslararası düzeyde ise UNDP, Dünya Bankası gibi kuruluşlar yoksulluğu önleme ve yoksullukla mücadele edebilmek adına stratejiler geliştirmektedirler. Yoksulluk yazınına bakıldığında; genel olarak yoksulluğun neden ve sonuçları ile yoksulluğun profilleri üzerinde durulduğu göze çarpmaktadır. Yoksul kişilerin yaşama tutunabilme adına geliştirdikleri çözümler ise genel geçer biçimde ele alınmaktadır. Bu kişiler, istihdam, asgari geçim, barınma, eğitim, beslenme, sağlık gibi bir çok sorunla karşılaşmakta, kriz dönemlerinde ise bu kişilerin yaşadıkları sorunlar daha da derinleşmektedir. Yoksul kişiler genellikle herhangi bir eğitim ya da nitelik gerektirmeyen düşük ücretli-enformel işlerde çalışabilmektedir. Özellikle büyük kentlerde ön plana çıkan enformel iş kolları; inşaat işçiliği, hamallık, turizm işçiliği, minibüs-taksi şoförlüğü, işportacılık, hurdacılık, pazarcılık, küçük esnaf yanında çıraklık-kalfalıktır. Son dönemlerde ise bu iş kollarına sayıları gün geçtikçe artan çöp toplayıcıları eklenmiş durumdadır. Katı atıkların ya da gündelik yaşamda kullanılan ifadesiyle çöplerin geri kazanımında belediyelerin yetersizliği karşısında en önemli rolü kayıtdışı sektör üstlenmiş durumdadır. Bu enformel grupta atık toplayıcıları, atık tüccarları ve çöp depone alanlarındaki ayıklayıcılar yer almaktadır. Bu sektörün en önemli özelliği, sektörde dönen paranın kayıt altına alınamamış olması ve belediye tarafından yapılmayan işlerin yürütülmesidir. Çalışma koşullarının son derece zor ve kötü olmasına ve yüksek sağlık riski taşımasına rağmen, bu iş kolu önemli oranda istihdam yaratmaktadır. Yollarda dolaşan atık toplayıcıları; ekonomiye geri kazandırılabilecek nitelikteki atıkları sokaklardaki konteynerlerden ya da ev önlerinden toplamaktadırlar. Atık tüccarları toplanan bu malları geri kazanım tesislerine satan aracılardır. Çöp depone alanlarına getirilen atıklar arasından geri kazanılabilir türden olanlarının ayıklanması işi, belediyelerle yapılan sözleşme ile bir şirket tarafından üstlenilmekte ya da buralarda belli bir süre için katı atıkları toplama hakkını alan ‘ağa’nın adamları tarafından yapılmaktadır. Hiçbir sosyal hak ve güvencesi olmayan, hijyenik kuralların hiçbirini uygulamayan ve elverişsiz koşullarda çalışan bu kişiler, götürü usulü ile yani topladıkları maddenin miktarına göre ücret almaktadırlar. Çöp toplayıcıları sağlıksız koşullarda, yaşamlarını sürdürebilecekleri geliri elde etmeye uğraşırken bir yandan da yoksulluk ve sosyal dışlanmayı yoğun olarak yaşamaktadırlar. Bu çalışmada, son dönemde giderek yoğunlaşan kent yoksulluğu ve onun en önemli sonuçlarından olan sosyal dışlanma ile

Page 249: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

198

enformel sektöre ve çöp toplayıcılığına yöneliş ele alınmaktadır. Ardından, Isparta ve İzmir’de çöp toplayıcıları ile yapılan derinlemesine görüşmelerden elde edilen bilgiler çerçevesinde; çöp toplayıcılarının sosyo-ekonomik durumları ve çalışma koşulları değerlendirilmektedir. Sonuç bölümünde ise kent yoksulluğuna ve beraberinde çöp toplayıcılarına yönelik geliştirilebilecek politika önerileri tartışılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Çöp Toplayıcılığı, Enformel Sektör, Kent Yoksulluğu, Yoksulluk.

Page 250: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

199

0162 / S20.

“İyi Yaşarken De Çok Kazanabilirsiniz”1: Değişen Dünya, Dönüşen Kentler KAYA Esra Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, Kocaeli 1Andromeda isimli konutların 26 Mart 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki reklam ilanından alınmıştır. Küreselleşmenin koşullarını oluşturan ve aynı zamanda sürekliğini sağlayan kuralsızlaşma ve atomizasyon kavramları dönemi anlamlandırmada kilit bir öneme sahiptir. Kuralsızlaşma olarak adlandırılan politikalar üretim sürecinde karşılaşılacak yasal ve idari sınırlandırmaların kalkmasını, üretilecek metanın mekândan bağımsız olarak üretilebilme koşullarını ifade etmektedir. Atomizasyon ise kuralsızlaşmaya paralel olarak ortaya çıkan, mikro mekanizmaların etkinleşmesini önermektedir. Esnek üretim, taşerolanlaşma, emeğin yarı zamanlı kullanımı gibi gelişmeler üretimin merkeziyetçi bir yapıdan çıkıp daha küçük birim ve düzlemlerde gerçekleşmesine neden olmaktadır. Bir ağ biçiminde örgütlenen bu yapı, dünya düzleminde, kent dediğimiz mekânda kendisini gerçekleştirmekte ve yeniden üretmektedir. Kapitalist üretim biçiminin ve ideolojinin merkezi konumunda olan kentlerden, emek değerinin daha ucuz olduğu çevreye doğru oluşan hiyerarşik diziliş hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzlemde ortaya çıkmaktadır. Kentler arasında yaratılan bu hiyerarşik diziliş, kentlerin içinde yer alan bölgeler için de geçerlidir. Kültürel, siyasal, iktisadi hayatı belirleyen bölgeler merkezde yer alırken, çevre bölgeler daha ziyade toplumsal anlamda dışlanmış, siyasal olarak yok sayılmış, kültürel olarak arada kalmış ve iktisadi olarak da sisteme tabi olanların, “alttakilerin” barındıkları alanlar olarak şekillenmektedir. 1980’lerden sonra artan gelir dağılımındaki eşitsizliğin ve toplumsal kutuplaşmanın, en çok belirginleştiği yerler yine kentsel yaşam alanları ve barınma odakları olmuştur. Sözü edilen kutuplaşmanın “üsttekiler” ucunda duran kesimlerin barınma ihtiyaçlarını karşıladıkları yeni alanlar; barınma işlevini aşan, şehrin içinde varolan diğer öğelerden kendisini yalıtan bir nitelikle kurgulanmaktadırlar. Şehirden yalıtım bir yandan kentin içinde yeni alanlar yaratılması, diğer taraftan ise kentin çevresinde bulunan alanları yaşanabilir hale getirilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Villa tipi evler, özel güvenlikli siteler yada plaza biçiminde yapılandırılmış “residencelar” farklı konut tiplerini oluştursalar da, bu mimarilerin kurgulanışını yaratan düşünsel ve sınıfsal refleks aynı kaynaktan beslenmektedir. Bu mekanların en önemli özelliklerinden birisi ise şehri istila ettiğini düşündüğü ve şehri kirlettiğine inandığı her türlü öğeden kendisini soyutlayarak, içe kapanma eğilimi göstermesidir. Küresel tüketim kültürüne uyumlu değer ve semboller dizini de yine bu merkezler tarafından, eş zamanlı olarak, üretilmektedir. Bu tebliğde yukarıda aktarılan durum, onu ifade eden söyleme içkin simgeler, sözcükler ve ritüeller üzerinden irdelenecektir. Bu tutumun kendisini üzerine konumlandırdığı

Page 251: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

200

sterilizasyon, sakin ve doğal bir çevrede yaşama hakkı gibi yaklaşımlar, özellikle bu konutların pazarlanmasında ve reklamlarında kullanılan mesajlar üzerinden incelenecektir. Bu mekanların tasarımında yaratılan sosyal -fiziki- çevrenin burada barınan kesimler için, zengin ve seçkin bir sosyalleşmeyi de inşa ettiğinin altı çizilecektir. Nitekim kentin içinde başka bir kent yaratan bu yeni yaşam alanlarının satış ve pazarlamasını gerçekleştirenler özellikle “farklılık,” “yeni yaşam biçimi” gibi kavramlara vurgu yapmaktadırlar. Bu nedenle bildiri hazırlanırken kent bağlamlı sosyal teorinin yanısıra, bu konutların satış ve pazarlamasında kullanılan reklâm ve ilanlar içerik analizine tabi tutulacaktır. Kullanılan dil ve örülen söylem konuyla ilgili oluşturulan bildiri, reklâm, web sayfaları, ilan/broşürler ve benzeri mecralar üzerinden irdelenecektir. Ayrıca bu alanların sosyo-mekânsal kurgulanışlarını resmeden fotoğraf ve görüntüler de, tebliğdeki vurguları desteklemek üzere, katılımcılara gösterilecektir. Bu değerlendirmenin sonul amacı, değinilen söylem ve bunların yayılmasında kullanılan mecraların sosyo-ekonomik ve siyasal dayanakları ile - bu mekanların kurgulanışlarından yola çıkarak - bu alanların ürettiği ve taşıyıcısı olduğu değerler sistemini ve kültürel çerçeveyi tartışmaktır.

Page 252: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

201

0172 / S21.

İşsizlik-Yoksulluk İlişkisi Ve Kent İşsizliği- Kent Yoksulluğu ÖZSOY Muzaffer Trakya Üniversitesi İİBF, Edirne İşsizlik; gelir bölüşümünde paylaşım ilişkilerini bozan, bireyin ulusal gelirden pay almasını bütünüyle engelleyen ve bireyi “yoksullaştıran” bir faktördür. İşsiz birey, başta sosyal olmaya ilişkin gereksinimlerinden, sonra da temel yaşam fonksiyonlarını yerine getirebilme olanaklarından yoksun kalmaktadır. Bu durum zamanla, işsiz kalan kişinin birey olabilme yetisini de kaybetmesi anlamına gelmektedir. İşsizliğin yoksulluk etkisi yaratması ve sonrasında yoksulluğun şiddetini arttırması, temelde pek çok faktöre bağlıdır. Bunlar; işsizliğin hangi gelir grubundaki kişileri etkilediği, işsizliğin süresi, kişinin medeni durumu ve çocuk sahibi olup olmadığı, eğitim durumu, işsizliğe maruz kalan kişinin yaşı ve cinsiyeti ile tüm bunlara ek olarak, işsizliğin kırsal alanda mı yoksa kentsel alanda mı yaşandığıdır. İşsizlik ve yoksulluk olgusu kır-kent açısından incelendiğinde, etkileri son derece farklılaşabilen bir ayrım karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle; kırsal alanda gerek işsizliğin gerekse etkilerinin net olarak saptanmasının önünde bir takım zorluklar varken, kentsel alanda işsizliğin ve etkilerinin saptanabilmesi daha kolay olabilmektedir. Bunun nedeni olarak da, kırsal alanda işsizlik ve yoksulluk olgularının toplum tarafından görece olarak tolore edilebilmesi, ancak kentsel alanda tolerans sınırlarının daha dar olmasıdır. Bunun anlamı, kırsal alanda toplum dayanışmasının sıkı, kentsel alanda ise dayanışma olgusunun oldukça gevşek olduğudur. Kalkınma göstergeleri itibarı ile de, kent toplumunun sosyal kalkınmışlık düzeyi, kırsal kesime oranla daha yüksektir. Bu bağlamda, kent toplumunun içerisinde barındırdığı pek çok ekonomik, sosyal ve kültürel birikim, burada yaşayan bireyler açısından bir çekim unsuru olmaktadır. Eğitimden sağlığa, eğlenceden kültürel aktivitelere kadar oldukça geniş olanaklara sahip olan kent toplumu, bu olanaklardan yararlanabilme fırsatını ancak bu sayılan unsurların bedelini ödemek kaydıyla tanımaktadır. Bu fırsatlardan yararlanabilenler de ancak bir işe, dolayısıyla bir gelire sahip bireyler olabilmektedir. “Kent işsizleri” ise sözü edilen fırsatları kullanmaktan yoksun kalmakta, bu durum da kent işsizleri açısından oldukça yaralayıcı olmaktadır. İşsizlik süresinin uzaması, beraberinde yoksulluğun şiddetini artırmakta ve kent işsizleri de kentin sağlamış olduğu fırsatlardan yararlanabilme olanaklarını, önce kayıt dışılıkta, sonra da yasa dışılıkta aramaya başlamaktadırlar. Anahtar Kelimeler: İşsizlik, Kent, Yoksulluk

Page 253: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

202

A5 Kimsesizler 0154 / S47.

Kent Yaşamında Kimsesizlere Sunulan Hizmetlerin Değerlendirilmesi Ve Olası Hizmet Seçeneklerinin Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme SAVAŞIR Gökçeçiçek*, YÖRÜR Neriman**, ALTINÖRS Ayşegül** * Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü,İzmir ** Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fak., Şehir Ve Bölge Planlama Böl., İzmir İktisadi ve sosyal bağlamda faal olamayan kimsesiz insanlar için yoğun bir birikim ve tüketim sürecinin yaşandığı kent yaşamı çok sınırlı olanaklar sunmaktadır. Özellikle de bu durum giderek liberalleşme çabasında ve sosyal devlet anlayışından hızla uzaklaşma eğiliminde olan bir ülke içinde yaşanıyorsa, kapitalist kent yaşamı yoksul ve kimsesizler için ciddi bir hayatta kalabilme çabasına ister istemez sahne olan bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Kimsesizlik olgusu, devletin toplumun tüm kesimlerinin insani haklarını eşit koşullarda sağlamadığı ve yeterli hizmeti veremediği durumlarda, kentsel yaşamda hem bireysel, hem de toplumsal ölçekte çok daha ciddi bir soruna dönüşebilmektedir. Gerçek anlamda toplumsal sağlıklılığın oluşabilmesi ve gelişmenin sağlanabilmesi ancak toplumun tüm kesimlerinin insani haklardan yararlanabilmesinin sağlanması ile gerçekleşebilecektir. Bu da günümüz pratiğinde giderek yok olan sosyal devlet anlayışının gerekliliğine işaret etmektedir. Kimsesizlerin, toplumda ‘sınırda’ diye nitelendirilebilecek bir pozisyonda olmalarından dolayı zorunlu olarak marjinal sektörlere yönelmelerinin engellenmesi ve daha sağlıklı bir toplum yaratılabilmesi açısından gereksinimlerinin karşılanabilmesi yönünde yapılacak olan çalışmalar, ancak sosyal devlet anlayışı içerisinde amacına ulaşacaktır. Bu araştırma kapsamında kent yaşamında kimsesiz kişilere sunulan olanaklar araştırılmak istenmektedir. Çalışmada kimsesiz kişiler olarak tanımlanan grup; toplumsal yaşamda yalnız kalmış, kendi başına yeterli olamayan, barınmasını sağlayabilecek konuta sahip olamayan ve yaşamını sürdürebilecek maddi olanakları bulunmayan kadın, erkek veya çocuklardan oluşmaktadır. Bu gruplar, mevcut iktisadi ve sosyal yapının bir parçası olarak bu yapıya eklemlenemeyen, kısacası sosyo-ekonomik toplumsal yaşamda tutunamayan ve çoğu zaman dışlanan kesim olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Çalışma çerçevesinde “kimsesiz” olarak adlandırılan hedef kitleyle “evsiz (homeless)” bireyler kastedilmektedir. Bu bireylere devletin sunduğu olanaklar modern kentlinin fiziksel ve sosyo-psikolojik gereksinimleri çerçevesinde tartışılacaktır. Barınma, beslenme ve sağlık gibi temel yaşamsal ihtiyaçlar ile eğitim, sosyal dayanışma ve ruhsal sağlık gibi sosyo-psikolojik gereksinmelere devletin sunduğu ve sunması gerektiği düşünülen hizmetler irdelenecektir.

Page 254: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

203

Bu çalışmada, ülkemizde ve diğer ülkelerde devletin bir kentli olarak kimsesiz vatandaşlara sunmakta olduğu olanaklar değerlendirilerek ülkemizdeki kimsesizlerin korunması ve toplumsal yaşama sağlıklı bir biçimde katılabilmelerine dair uygulanabilecek alternatif çözüm önerilerinin tartışılması hedeflenmektedir. Her ulus kendi toplumsal değerleri ve sosyo-ekonomik olanakları içerisinde kimsesiz bireylerin sorunlarına yönelik olarak farklı yaklaşımlar geliştirmektedir. Bu çalışma sonucunda ülkemiz sosyal yapısı içerisinde kimsesizliğin nasıl değerlendirildiği ile yurtdışındaki uygulamalar karşılaştırılmak istenmekte ve ülkemizde devlet politikası bazında uygulanabilecek farklı alternatiflerin araştırılmasına katkıda bulunulması amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Evsizler, Kent yaşamı, Kimsesizler

Page 255: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

204

0158 / S48.

Kent Yaşamında Yaşlılara Sunulan Yaşlı Bakım Evleri ve Huzurevlerinin Yetersizliği ve Yeni Arayışlar ŞENOL Pervin*, ALTINÖRS Ayşegül**, YÖRÜR Neriman**

* Karadeniz Teknik Üniv. Mimarlık Fak., Şehir ve Bölge Planlama Böl., Trabzon ** Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Faki, Şehir ve Bölge Planlama Bö., İzmir İnsan varlığının biyolojik bir evresi olarak “yaşlılık”, insan bedeninin değişimlerine paralel olarak toplumsal ilişkiler bütününden etkilenen ve bu ilişkileri etkileyen bir nitelik taşımaktadır. Yaşlılık, tıpkı diğer evreler gibi (çocukluk, gençlik vd), bedenin, biyolojik gereksinimlerin ve toplumsal ilişkiler düzeyindeki yaşam biçim ve gereksinimlerinin değiştiği bir evredir. Son yıllarda özellikle tıp alanında yaşanan gelişmeler ve doğum oranlarında gözlenen düşüş sonucunda dünya genelinde yaşlı nüfus hızla artmaktadır. Yapılan araştırmalar; dünya genelinde olduğu üzere ülkemizde de yaşlı nüfus oranının giderek artmakta olduğunu ve gelecekte bu artışın daha büyük oranlarda gerçekleşmesinin beklendiğini ortaya koymaktadır. Yaşam bütünlüğü içerisinde sağlıklı bir toplumun oluşabilmesi açısından her yaş grubundan toplum kesimlerinin fiziksel ve psikolojik sağlığının korunması önem taşımaktadır. Bu bağlamda ülkemizde toplumun önemli öğelerinden biri olan yaşlılık evresinin de sağlıklı bir biçimde yaşanması ve toplum yaşamının dengeleri ve sağlığı açısından özellikle kentsel sosyal yaşamın bir parçası olmasına yönelik birtakım hizmetlere gereksinim bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye’de yaşlı vatandaşların hakları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 61. maddesi doğrultusunda “Yaşlılar devletçe korunur, yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir” deyimiyle koruma altına alınmıştır ve bu kanun doğrultusunda devlet, vatandaşlarının yaşlılık dönemlerini geçirebilmeleri için birtakım hizmetler sunmaktadır. Günümüz ülke koşullarında yaşlılık evresi geleneksel aile yapısı içerisinde yaşanabildiği gibi, bu aile yapısının çözüldüğü durumlarda ise ya yalnız ya da bir alternatif olarak yaşlı bakım evlerinde yaşanmaktadır. Türkiye pratiğinde, özellikle büyük kentlerde, yaşlılık evresinin iyi yaşanması ve gereksinimlerinin karşılanabilmesi amacıyla, bir sosyal hizmet olarak önce devlet sonra giderek özel sektör tarafından “Yaşlı bakım evleri” ve “huzurevleri” alternatifi topluma sunulmaya başlanmıştır. Bu bildiri, kentsel alanda ülkemizde giderek artmakta olan yaşlı nüfusa sunulan sosyal hizmet olanaklarını araştırmayı ve yurtdışındaki hizmet olanakları ile karşılaştırarak, ülkemizde de uygulanabilecek olan alternatif olanakları tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada yöntem olarak İzmir örnek alanında devlet veya özel sektör eliyle sunulan yaşlı bakım evleri ve/veya huzurevlerinin kullanıcılarının görüşleri bağlamında ne kadar yeterli olabildiği araştırılacaktır. Bu araştırma sırasında örneklem seçme yöntemi kullanılacaktır. Kullanıcı yaşlı bireylerin gözlem, tespit, dilek ve önerileri bağlamında ülkemizde yaşlı

Page 256: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

205

bireylerin özel ve sosyal yaşamdaki gereksinmelerinin karşılanması açısından ülkemizde başka ne tür seçeneklerin üretilebileceğine yönelik bir değerlendirmenin İzmir örneğinin değerlendirmeleri üzerinden yapılması amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Huzurevleri, Yaşlılar, Yaşlı Bakım Evleri

Page 257: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

206

A6 Kadına Yönelik Şiddet 0079 / S22.

Kadına Yönelik Şiddete Genel Bir Bakış

EKİZCELEROĞLU Rengül*, ZEYREKLİ Sedef** * Trakya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fak., Kamu Yönetimi Böl., Edirne ** Trakya Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Siyasal ve Sosyal BilimlerA.D. 20 Aralık 1993 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler’in “Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi Bildirisi”nin birinci maddesine göre kadına yönelik şiddet “cinsiyete dayalı ve kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik herhangi bir zarar ve üzüntü sonucunu doğuran veya bu sonucu doğurmaya yönelik özel yaşamda veya kamu yaşamında gerçekleşebilen her türlü davranış, tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi biçimde engellenmesidir” (Declaration on the Elimination of Violence against Women G.A. res. 48/104, 48 U.N. GAOR Supp. (No. 49) at 217, U.N. Doc. A/48/49 (1993). Kadına yönelik şiddet çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Bunları beş ayrı kategoride ele almak mümkündür; fiziksel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet ve sözel şiddet gibi. Kadının sayılan şiddet türlerinden birine veya birkaçına maruz kalması hemen hemen her toplumda görülmektedir. 1960’lı yıllara dek ailenin özel hayatı olarak görülmesi gibi nedenlerle kadına yönelik şiddet gündeme gelmemiş, göz ardı edilmiştir. Ancak 1970’lerden itibaren hızla yayılan kadın hareketleri bu konuya dikkat çekilmesinde büyük rol oynamıştır. Zaman içerisinde konu ile ilgili olarak gerek dünyada gerek Türkiye’de bir takım yasal önlemlerin alınmış olması son derece olumlu gelişmeler olarak görülse de kadına yönelik şiddetin fiilen ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir. Türkiye'de kadınlara yönelik şiddet, hakaret ve kadınları ekonomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmaktan dayağa, cinsel şiddetten cinayete kadar uzanan geniş bir yelpazededir. Kadına yönelik şiddetin en uç noktada yaşandığı boyut "namus cinayetleri"dir. Namus cinayetleri ne yazık ki diğer cinayet türlerine göre daha ılımlı karşılanmakta, cinayeti işleyen erkeğe yaşadığı çevrede neredeyse bir hoşgörü gösterilmektedir. Şiddetin kadın sağlığı üzerinde hem fiziksel hem psikolojik birçok olumsuz etkisi bulunmaktadır. İstenmeyen gebelikler, çocuk düşürme, kronik baş ağrıları, alkol/hap bağımlılıkları, sinirsel bağırsak hastalıkları, jinekolojik sorunlar, travma sonrası stres bozuklukları, depresyon, yeme bozuklukları gibi rahatsızlıklar örnek verilebilir. Kadınlara yönelik şiddet çoğunlukla bildirilmemektedir. Bu durumun çok çeşitli nedenleri olabilmekle birlikte temelde ekonomik olanaklarının olmaması, duygusal bağımlılık, çocukları için kaygı duyma gibi sebeplerle kadınların susma ve katlanma yoluna gittikleri görülmektedir. Günümüzde sivil toplum örgütlerinin de katkısıyla, kız çocuklarının eğitimi için yapılmakta olan kampanyalar son derece önemli gelişmelerdir. Bu gibi çalışmaların arttırılması ve okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında da yaygınlaştırılması gerekmektedir. Kadının çalışma

Page 258: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

207

yaşamına katılması, hem toplumsallaşması ve hem de topluma katkısını arttırması bakımından önemlidir. Bu nedenle kadının bağımsız kişilik kazanmasında ve özgürleşmesinde önemli bir adım olarak kadın istihdamının arttırılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Kadına yönelik şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi için sadece hukuki önlemler alınması elbette ki yeterli değildir. 14 Ocak 1998 tarihli “4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun” konusunda bilgilendirme toplantıları yapmada barolara, bu bilgilerin yaygınlaştırılmasında görsel ve yazılı medyaya, kanunun uygulanmasında adli tıptan, sosyal hizmetlere; polis teşkilatından yargı mekanizmasına kadar herkese görev düşmektedir. Anahtar Kelimeler: Şiddet, Kadın, Sağlık, Namus Cinayetleri

Page 259: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

208

0188 / S23.

Kentlerde Yaşayan Kadınların Çalış(a)mama Nedenleri BİLİR Güler Seyhan Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Geleneksel ataerkil yapı; aile, okul, iş, köy, kent ve birey ilişkileri, toplumun her alanında ve her aşamasında varlığını göstermektedir. Bu toplumsal yapı içinde kadının rolü de önemli tartışma konusu olmaktadır. Ataerkil toplumlarda geçerli olan cinsiyetçi işbölümü, kadını ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu tutmaktadır. Bu nedenle de kadınların büyük bir çoğunluğu toplumsal üretimin uzağında kalmaktadır. Bunun sonucu olarak, ataerkil toplumlarda kadınının iş yaşamına katılımı düşük olmaktadır. Kadınlar iş yaşamına genelde ekonomik nedenlerle girmektedirler ve bunun kararını da kendisi yerine babası, kocası ya da diğer erkek büyükleri vermektedir. Türkiye’de de durum bundan farklı olmayıp, işgücüne katılım bakımından kadınlar ikincil konumdadır. Bu veriye ilave olarak, kır-kent ayrımı bakımından konu incelendiğinde de Türkiye’de kadınların kentsel işgücüne katılım oranının kırsal bölgelere oranla daha düşük olduğu gözlenmektedir. 2004 yılı itibarı ile Türkiye’de kentte yaşayan kadının işgücüne katılım oranı % 17.1 iken, bu oran erkeklerde yüzde 68.9 olarak gerçekleşmiştir. Kentte yaşayan kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olmasının temelinde öncelikle sosyo-kültürel etkenlerin yattığı kabul edilmektedir. Bu etkenler de çok net olarak kadını ikincil konuma itmektedir. Kadının ikincil konuma sahip olmasının temel nedeni bu olmakla birlikte, iş yaşamına katıldıktan sonra da bu ikincil konum sürmektedir. Bu noktada kadına özgü işler ve kadına özgü olmayan işler gibi bir takım kriterler dayatılmakta ve toplumsal cinsiyet rollerine uygun olan daha düşük statülü ve kadına özgü olarak nitelendirilen sekreterlik, hemşirelik, öğretmenlik gibi işlerde çalışmaları beklenmektedir. Bu durum da, kadının aleyhine cinsiyetçi işbölümünü ortaya çıkarmaktadır. Yukarıda sayılanlara ek olarak, kadının iş yaşamına katılmasını engelleyen bir diğer faktör de, kadının eğitim olanaklarından yeteri kadar yararlanamaması ve eğitim düzeylerinin erkeklere göre düşük olmasıdır. Kadınların eğitim düzeylerinin düşük olması da, iş yaşamında daha çok ikincil piyasalarda ve düşük ücretli işlerde çalışmalarına neden olmaktadır. Kadın iş yaşamına girdikten sonra da birçok engelle karşılaşmaktadır. Bu engeller; geleneksel kültürün ve cinsiyet ayrımcılığının iş yaşamında yeniden ve farklı şekillerde üretilmesi ile oluşmaktadır. Kadınlar iş yaşamına girseler bile ev işleri ve çocuk bakımı, kadının temel görevleri olarak kabul edilmekte, iş yaşamında da ikincil planda kalmaktadırlar. Ayrıca çalışma koşulları ile ilgili olarak çalışma sürelerinin fazla olması da, kadınların zaten ağır olan iş yükünü daha da arttırmaktadır. Tüm bunlara ek olarak kadınlar, iş ortamında, iş arkadaşlarından ve üstlerinden cinsiyetlerinden dolayı önyargılara, psikolojik baskılara ve cinsel tacize maruz kalmaktadırlar. Bu uygulamaların yanı sıra, evlilik, hamilelik ve çocuk bakımı gibi sorunlar kadınların iş bırakmalarında da önemli rol oynamakta ve dolayısıyla da, kadınların iş yaşamındaki sayılarını azaltmaktadır.

Page 260: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

209

Literatür taraması niteliğindeki bu çalışmada, genel olarak kadının toplumdaki yerine değinildikten sonra, özellikle kentte yaşayan kadınların, iş yaşamındaki durumları ve karşılaştıkları sorunlara değinilecektir. Anahtar Kelimeler: Cinsiyet ayrımcılığı, çalışan kadınlar ve iş yaşamı

Page 261: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

210

B1. Belediyeler ve Çevre Mevzuatı 0151 / S37.

İzmir-Konak İlçesinde Gıda Sicili Belgesi Uygulamasının Değerlendirilmesi SOYSAL Ahmet*, ERGÖR Alp**

* Konak Belediyesi Saglik Isleri Müdürü Izmir ** Dokuz Eylul Universitesi Tıp Fakultesi Halk Sagligi Anabilim Dalı, Izmir Amaç Büyükşehir Belediyeleri Yasası (5216), Belediyeler Yasası (5393), Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki Yasanın (5179) yürürlüğe girmesinden sonra, İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı en büyük ilçe olan Konak Belediyesine, 1 Ocak 2006 - 15 Mart 2006 tarihleri arasında yapılan gıda sicili belgesi başvurularını ve sonuçlarını değerlendirmek; gıda sicili belgesi alma zorunluluğunu tartışmaya açmaktır.

Gerekçe ve Yöntem Gıda sicili belgesi, gıda ve gıda ile temas eden maddeleri üreten, işleyen, ambalajlayan, depolayan, nakleden, pazarlayan işletmelere verilen çalışma izini olup; gayrisıhhı müessese ruhsatlarını (GSM) almış olan işletmelere 27.08.2004 tarihli ‘Gıda ve Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeleri Üreten İş Yerlerinin Çalışma İzni ve Gıda Sicili ve Üretim İzni İşlemleri ile Sorumlu Yönetici İstihdamı Hakkında Yönetmelik’ kapsamınca verilmektedir. Gıda Sicili Belgesi 27.08.2004 tarihine kadar, gıda ile ilgili işletmelerin GSM ruhsatları ile beraber Sağlık Bakanlığı tarafından verilmiştir. Bu tarihten sonra yayımlanan yönetmelik gereği Tarım ve Köyişleri Bakanlığına geçen yetki; Çankaya Belediyesi’nin açtığı dava sonucu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28.04.2005 tarih ve 2005/254 sayılı kararı ile GSM ruhsatlarını da vermeye yetkili olan Belediyelere geçmiştir. Bu çalışmada, 1 Ocak - 15 Mart 2006 tarihleri arasında, yeni yönetmelik çerçevesinde gıda sicili alabilmek için Konak Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğüne teslim edilen ve “ruhsat ve sicil komisyonu” tarafından değerlendirmeye alınan toplam 34 adet dosyanın sonuçları irdelenmektedir. Veri kaynağı olarak Belediyenin çeşitli birimlerinin kayıt sistemlerinden yararlanılmıştır. Bulgular Çalışmaya alınan 34 adet dosyanın %52.9’u (18) pasta, börek, simit imalatı işkoluna, %23.6’sı (8) ekmek ve ekmek çeşitleri işkoluna, %8.8’i (3) baharat, kuruyemiş ve kahve imalatı işkoluna, %5.9’u (2) yemek ve tabldot imalatı işkoluna, %5.9’u (2) yumurta

Page 262: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

211

paketleme işkoluna ve %2.9’u (1) gıda ambalajı üretim işkoluna aittir. Bu tarihler arasında gıda sicili belgesi alan 34 işletmeden %67.6’sı (23) gıda sicili için önkoşul olan GSM ruhsatlarını da yine bu tarihler arasında aldığı ve arkasından gıda siciline başvurduğu; %32.4’nün ise (11) daha önce GSM ruhsatı alıp; gıda siciline başvurmadığı ve yapılan kontroller sonucu yakalanması nedeni ile zorunlu olarak sicil başvurusu yaptığı saptanmıştır. Aynı tarihler arasında Konak Belediyesinden gıda işkolu ile ilgili alanlarda 27 işletmenin ruhsat aldığı ve bunlardan %85.1’nin (23) gıda sicili belgesi aldığı görülmüştür. Aynı dönemde gıda sicili için başvurusu geri çevrilen işletme olmamıştır. Sonuç Büyükşehir Belediye Yasası ile gayrisıhhi müesseselerin ruhsatlandırılmalarının tek elde toplanarak sadeleştirilmesi ve ruhsatsız işyerlerinin daha kolay izlemi amaçlanmışsa da gıda işkolu üzerindeki kontrolünü arttırmak isteyen Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bu düzenlemenin lafsına aykırı olarak yayımladığı yönetmelikle Sağlık Bakanlığı sorumluluğundaki gıda sicili belgesi uygulamasını kendi ukdesine almıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Yönetmeliğin yetki maddesini 5216 sayılı yasaya aykırı bularak gıda sicili yetkisini de belediyelere aktarmış, bunun sonucu olarak belediyeler aynı gıda işkolu işyerine GSM ve gıda sicili adları ile iki defa çalışma izini verir konuma gelmiştir. İşlemlerin sadeleştirilmesi adına GSM yönetmeliklerinin çevre ve insan sağlığını tehlikeye düşürecek ölçüde basitleştirildiği bir ortamda bu durum bir çelişki oluşturmaktadır. Bu nedenle, gıda sicilinin kaldırılması ve GSM yönetmeliğinin gıda sicilinde istenen koşulları da kapsayacak şekilde genişletilmesi doğru olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Anahtar Sözcükler: Gıda sicili belgesi, gayrisıhhi müessese, belediye.

Page 263: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

212

0155 / S38.

Büyükşehirlerdeki Sosyal Altyapı Tesislerinin Çevre Planlama Sorunları ve Yaşam Kalitesi ÇİFTÇİ Çiğdem, ERDEM Rahmi

Selçuk Üniversitesi, Müh.-Mim.Fak. Şehir ve Bölge Planlama Böl., Bölge Plan. AD.;Konya

Çevre sorunları ve yaşam kalitesi konuları 1970'li yıllardan günümüze,uluslararası platformlardaki tartışmaların önemli gündem maddelerinden bir haline gelmiştir. Özellikle metropoliten kent olmuş ya da olma sürecine hızlı bir biçimde giren büyükşehir belediye statüsündeki kentlerde, nüfus yoğunluğunun yüksek düzeyde oluşu ile çevre sağlığı ve yaşam kalitesi daha da önemli bir boyut kazanmaktadır. Önemli hizmet odakları durumundaki büyükşehir ölçekli kentlerin yaşam kalitesi doğal kaynakları kullanma biçimine oluğu kadar, sundukları teknik ve sosyal altyapıya da sıkı bir biçimde bağlıdır. Söz konusu sosyal hizmetler şehir planlama boyutunda eğitim, sağlık, sosyo-kültürel ve yeşil alan kullanımları olarak genellendiğinde; bunların planlama ilkelerine göre uygulama aktarılabilirliği, kentsel çevreyi olumlu ve olumsuz boyutlarda birebir etkilemektedir. Bu süreçte yerel yönetimlerin planlamaya bakış açısı kuşkusuz ilgili sorunsalla doğrudan bağlantılıdır. Bu bildiri kapsamında %30 büyüklüğünde bir örneklem alanı olan ve rastgele seçilen Türkiyedeki beş adet büyükşehir statüsündeki kentlere ( Konya, Kayseri, Gaziantep, Erzurum ve Diyarbakır ) dayalı olarak yerel yönetimlerin sosyal altyapı tesislerinin planlanmasına bakış açısı tartışılacaktır. Bu araştırma için kullanılan materyaller beş kentteki mer'i imar planları, bu planların uygulama aracı olan imar proğramları ve yapılaşmış sosyal tesisleridir. Bu örneklerin birbiriyle istatistiksel olarak karşılaştırılıp genelleneceği sonuç bölümünde, Sosyal Altyapı Tesislerinin Planlaması ile ilgili yazılı literatüre yansımış idari yargı örnekleri incelenerek, örneklem alanındaki sosyal altyapı tesislerinin çevre planlama sorunları ve dolayısıyla yaşam kalitesi hakkında genel planlama sorunları ortaya konulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Sosyal altyapı (donatımlar), Büyükşehir Belediyeleri, Çevre Sorunları, Yaşam Kalitesi

Page 264: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

213

0170 / S39.

Konya’da Tarihi Çevrede Kirlenme ÇİFTÇİ Çiğdem*, OKTAÇ Arife Deniz** * Selçuk Üniversitesi Müh. Mim. Fak Şehir ve Bölge Planlama Böl.Kampus-KONYA ** Selçuk Üniversitesi Müh. Mim. Fak Mimarlık Bölümü Kampus-KONYA Selçuklu başkenti olan Konya sanayileşme hareketlerinin başlangıcı olan 20. yüzyılın ortalarına kadar tarihi kent dokusunu koruyarak gelmiştir. Tüm şehirlerde olduğu gibi Konya’da da sanayileşmenin yoğunlaşmasıyla tarihi çevrede büyük oranda bozulmalar başlamıştır. Bu bozulmalar sonucunda yoğun teknoloji kullanımı öncesine dayalı insan ölçeğinde ve insan merkezli eski kent planlama anlayışının değişerek ulaşım araçları ve çok katlı binaların egemen olduğu yeşil alandan yoksun teknoloji dönemi kentlerini oluşmuştur. Konut ve kent merkezinden oluşan tarihi çevredeki kentsel doku bozulmaları geniş perspektifli koruma vizyonu olmayan yerel yönetim anlayışı, yanlış imar uygulamaları ve gelenekseli koruma bilinci olmayan kullanıcı profilinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda özellikle yerel yönetimlerin planlama ve denetim boyutunda çok önemli sorumluğu bulunmaktadır. Bildiri kapsamında Konya kenti tarihi kent merkezi bu bakış açısıyla analiz edilecektir. Cumhuriyet döneminden günümüze ilgili alandaki tarihi çevre öğeleri ki bunlar; kentsel dokuyu oluşturan binalar, yollar, meydanlar çerçevesinde hem yazılı ve görsel kaynaklardaki durumuna hem de günümüzdeki mevcut durumuna göre karşılaştırılarak analiz edilecektir. Söz konusu analizde özellikle yerel yönetimlerin uyguladığı imar programları değerlendirilecek ve yerinde yapılacak tespit çalışmalarıyla tarihi kent merkezinin günümüzdeki sağlık durumu tespit edilecektir. Sonuç olarak tarihi çevredeki kirlenmeye sebep olan faktörler sınıflandırılarak tartışılacak, kentin günümüzdeki tarihi durumu sorgulanacaktır.

Anahtar kelimeler: Konya, tarihi kent, yerel yönetimler, tarihi çevre kirlililiği

Page 265: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

214

B2 Kentlerin Sağlık Sorunları 0147 / S7.

Kentsel Yerleşmelerde Kaybedilen Doğal Değerler: Ankara Atatürk Orman Çiftliği Ve Bursa Ovası Örnekleri

ATAÇ Elâ, EKE Feral Gazi Üniversitesi Müh.-Mim.Fakültesi, Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü, Ankara Tarih boyunca insanlar doğal kaynakların sınırsız olarak bulunabileceğini düşünmüşler ve ellerindeki yaşam kaynaklarının öneminin farkına varmadan bu alanları tahrip etmişlerdir. Dolayısıyla zamanla doğal kaynakların korunması, korunarak yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasının gereği anlaşılmış ve sürdürülebilirlik, ekoloji gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilirlik, sürekliliği olan herhangi bir sistemin işlerini kesintisiz, bozulmadan, aşırı kullanımla tüketmeden ya da sistemin yaşama bağlı olan ana kaynaklara aşırı yüklenmeden sürdürebilmesidir. Sürdürülebilirlik kavramında her kuşağın bir önceki dönemden emanet olarak aldığı doğal değerleri koruma-kullanma dengesi içerisinde kullanarak, bu değerleri yeni kuşaklara aktarma görev ve sorumluluğu vardır. Bu nedenle bildirinin amacı, kentsel yerleşmelerde yer alan doğal değerlerin, koruma kullanma dengesi içerisinde sürdürülebilirliğinin sağlanmasına yönelik çıkarımlarda bulunmaktır. Sağlıklı ve sürdürülebilir kentlerin oluşumunda kentlerde yer alan doğal değerlerin öncelikli olarak korunması ve yaşatılması şarttır. Günümüzde yaşanan nüfus artışı, çarpık kentleşme ve sanayileşme ile kentlerde verimli topraklar, yeşil alanlar kaybedilmekte ve bu da kentlerin gittikçe daha da sağlıksız ve işgalci bir tavırla gelişmelerine ve doğal kaynakların kaybedilmesine neden olmaktadır. Bu amaçla da bildiri kapsamında kentlerde yer alan doğal değerlerin sürdürülebilirliliğin önemi, gereği ve bu konuda yapılması gerekenler, Ankara’da ekolojik ve tarihi açıdan kent için büyük öneme sahip olan Atatürk Orman Çiftliği ile Bursa’nın en büyük ve en verimli ovası olan Bursa Ovası örnekleri ile açıklanacaktır. Bursa Ovası, Bursa’da yer alan ovalar içersinde en verimli ve en geniş alana sahip olan ova olma özelliğindedir. Ova, verimlilik, iklim koşulları, yetiştirdiği özellikli ürünler ve pazara yakınlık gibi özellikleri ile birinci sınıf tarım toprakları içerisinde de oldukça değerli konumdadır. Bu nedenle her metrekaresinin kullanımında çok dikkatli kararların alınması gereken Bursa Ovası, günümüzde birçok etkenlerle işgal edilmekte ve gittikçe verimini kaybetmektedir. İmar planlarında verilen ana kararlara ve çıkartılan protokollere rağmen ova üzerinde sanayi alanlarının yer seçmesi, doğal gaz çevrim santralinin yapımı, gelişen kaçak yapılaşma ve özellikle çevre yolu projesi ile verimli Bursa Ovası büyük bir tehdit altında bırakılmakta ve ova günden güne toprak kaybına uğramaktadır.

Page 266: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

215

Aynı şekilde Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde de ilgili kanunlara aykırı tavırlar, burada da arazi kayıpları yaşanmasına neden olmuştur. Çiftlik, Ankara’nın başkent olmasından sonra yöredeki tarımsal potansiyeli geliştirmek, diğer işletmelere örnek ve destek olmak, Orta Anadolu ekolojik koşullarında tarım uygulanabileceğini göstermek amacıyla Atatürk’ün kişisel mülkü olarak kurulmuştur. Bu nedenle Ankara için hem tarihi hem de ekolojik açıdan oldukça önemli bir yere sahiptir. Fakat günümüzde ise belirlenen amaçların ve ilgili yasada alınan kararların tam tersine çiftlik ne yazık ki kamu kuruluşları tarafından işgal edilmekte ve arazi bu şekilde parçalanmaktadır. Dolayısıyla örnek olarak belirlenen iki alanın da ortak özellikleri, bulundukları kentin en büyük ve en önemli yeşil alanları olmalarına rağmen, gün geçtikçe toprak kaybına uğruyor olmaları ve bu konuda yasal düzenlemelerin etkisiz ve yetersiz kalmasıdır. Bu nedenle, bu bildiri kapsamında Ankara ve Bursa için büyük öneme sahip olan bu alanlara yönelik olarak, zaman içerisinde imar planlarında alınan kararlar, oluşturulan protokoller, çıkarılan yasalar incelenerek, bu kararlara rağmen alanların tahrip edilme nedenleri ve süreçleri üzerinde durulacak ve kent içerisinde gerek ekolojik, gerekse doğal kaynak olmaları açısından önem taşıyan bu özellikli alanların yeniden kazanılması ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasına yönelik öneriler getirilecektir.

Anahtar Kelimeler: AOÇ, Bursa Ovası, Doğal kaynaklar, Sürdürülebilirlik, Toprak Kaybı.

Page 267: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

216

0011 / S26.

Kalabalığın İçindeki Yalnızlık. Kalabalık Kentsel Mekânların, Kullanıcı Psikolojisi ve Davranışlarına Etkisi-Beşiktaş Örneği AKTÜRK Dilek Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mim. Fak, Şehir Bölge Planlama Bölümü. Amaç Günümüzde kentsel ortamın, birey ruh ve beden sağlığı açısından, olumlu özellikler taşıdığını söylememiz pek mümkün değil. Gittikçe artan fiziksel ve sosyal uyarıcılar, kısacası çevre kirliliği, sorun olarak karşımıza çıkmakta. Aşırı yoğunluk(kalabalık),bireyleri saran özel mekân sınırlarının aşılması; kentlinin ruh sağlığını tehdit eden sorunlardan sadece bir kısmı. Bireyin çevresine karşı geliştirdiği davranış biçimleri ise; ilgililerce kentsel mekânda düşünülmemiş bu sorunun, çözümüne yetmemekte. En temel gereksinimlerimizden olan, özelimizi paylaşma ve zor anımızda yardımımıza koşulma isteğimiz; kalabalık ve ben merkezli tutumlar yüzünden kentsel ortamda karşılığını bulamamakta. Kentsel mekânlarda çözümlenememiş bu sorunlar; günümüz kentlisinin sağlıksız bir ortamda yaşamasına neden olduğu gibi, gelecek nesillerin de kalabalık içinde yalnızlık çekerek yetişmesine ve suçluluğa teşvik edilmesine yol açmaktadır. Söz konusu gereksinimler göz ardı edilmeksizin planlanan ve tasarlanan kentsel mekânlar, sağlıklı bir neslin şartı olmalıdır. Bu bildiride; Günümüz tüm dünya metropollerinde olduğu gibi, İstanbul’da da giderek artan kentli nüfusunun neden olduğu kalabalık mekânlar; çözülmesi gereken bir çevre sorunu olarak ele alınmaktadır. Yapılan alan çalışmasıyla da kullanıcı gözünde sorun tanımlanıp, kentsel mekânda çözüm önerileri getirilmeye çalışılmaktadır

Yöntem ve Gereçler Bildiride kalabalığın kentliler üzerindeki olumsuz etkileri, kalabalık-suçluluk ve kalabalık-komşuluk ilişkilerinin irdelenmesi amacıyla yoğun bir odak olan Beşiktaş yerleşmesinde örnekleme alan çalışması yapılmıştır. Beşiktaş’ta oturan benzer sosyo -ekonomik yapıya sahip ve cinsiyet oranları dengelenmiş farklı iki yaş grubu olarak lise öğrenci ve öğretmenleri ile anket yapılmıştır.

Bulgular Genelde Beşiktaş’ta yaşamaktan mutlu%54,3 ve Çok mutlu %43,4 görünmekte ve %91,3 burada oturmaya devam etmek istemektedirler. Buna rağmen %58,69 Beşiktaş'ı kalabalık%23,9 da çok kalabalık tarif etmekte ve %80,4 hafta sonu daha kalabalık nitelemektedir. Kalabalık olarak görülme nedenleri ise;%39Kara ve deniz ulaşımında terminal noktası olması,%32,6 ulaşılması gereken yerlere göre merkezi konumda olmak,%23,9 Taksim gibi bir kültür ve eğlence merkezine yakınlık,%21,7 buluşma odağı olarak kullanılması,%13

Page 268: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

217

Boğaz köprüsü ayağının ve çevre yolu bağlantısının burada yer almasıdır. Kalabalık olarak değerlendirilen Beşiktaş%47,8 güvenli bir mekân olarak kabul edilmekte ve büyük çoğunlukla kalabalığın suçluluk oranını arttırdığına inanılmaktadır. Araştırmada kalabalığın kentliye verdiği, bedensel fizyolojik rahatsızlık ve suç işleme oranının artışına etkisi ortaya konurken, kalabalık nedeniyle toplum içinde yalnızlığa itilip, mahremiyet gereksinimini karşılayamamanın komşuluk ilişkilerine yansıması üzerinde de durulmaktadır. Kullanıcılar komşuluk ilişkilerini %43,4 iyi, %39 orta olarak değerlendirmektedirler. Yakın çevrede görüştükleri komşularının %56,5u orta yaşta ve apartman komşularıdır. Komşularının konutları uzaklaştıkça görüşme aralıkları da artmaktadır. Dertlerini paylaşan çok yakın%58,6 komşuları olmasına rağmen, mahremiyetlerini aile içinde paylaşmayı yeğlemektedirler %34,7. Genç kesim sanal dostluklara olumlu bakmakta, her gün görüşmekte, yaş ilerledikçe sanal ilişkiler tercih edilmeyip %73,9 hayır, sınırlı sayıda ailenin yaşadığı, herkesin birbirini tanıyıp selamlaştığı, yardımına koştuğu, eski samimi komşuluk ilişkilerini aramaktadırlar. Araştırmada ortaya çıkan diğer bir bulgu da kullanıcıların yakın çevrelerinde komşuluk ilişkilerini destekleyecek mekân bulamadıkları ve eksikliğini hissettikleridir%45,6.Bu mekân; sessiz sakin ve temiz, deniz ve yeşil manzaralı, kapalı mekânı da bulunan bir alan olarak tarif edilmektedir. Spor eğlence olanaklarının bulunduğu, hobilerin gerçekleştirilebileceği, bilgisayarlı ve tüm meslek grubu insanları içeren bir mekân olması istenmektedir.

Sonuçlar Yaşam biçimimizi belirleyen, kullandığımız kentsel mekânları sağlıklılaştırma çalışmalarında; biz plancı, kent tasarımcı ve mimarlara büyük görevler düşmektedir. Çünkü tasarımcı, insanların yaşamını sürdüreceği mekânları yaratırken, aynı zamanda insan ilişkilerini de şekillendirir. Soleri’ye göre binaları düşünmek, toplumu düşünmek; tüm çevreyi düşünmek, insanoğlunu düşünmektir ve kent insan görüntüsüdür. Ancak sağlıklı mekânlarda yaşayan insanlar sağlıklı olabilirler.

Anahtar Kelimeler: Kalabalık, komşuluk, mahremiyet, suçluluk, yalnızlık

Page 269: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

218

0059 / S27.

Eskişehir Odunpazarı Belediyesi ve Tepebaşı Belediyelerince Sokak Köpeklerinin Rehabilitasyonu Alanında Yürütülen Veterinerlik Hizmetleri MUMCU Evren Fatih*, KARAOĞLU H.**, ORUÇ N.* * Odunpazarı Belediyesi, Eskişehir ** Tepebaşı Belediyesi, Eskişehir Bu bildirinin temel amacı sokak köpeklerinin yol açtığı sağlık sorunlarını vurgulayarak bu sorunları en aza indirilmesi için Eskişehir Odunpazarı ve Tepebaşı Belediyelerince yürütülen çalışmaları ilgililerce paylaşmaktır.Başıboş dolaşan sokak köpekleri hiçbir sağlık kontrolüne tabii olmadıkları için hayvanlardan insanlara geçen çeşitli zoonoz hastalıklar büyük önem taşımaktadır.Aynı zamanda sahipli köpekler ve kedilerden de benzeri hastalıkları bu yolla bulaşabilmektedir.En önemli zoonoz hastalıkları kuduz ve kist kist hidatiktir.Kist hidatik hastalığına neden olan ekinekok tenyası köpek bağırsağında yaşamakta ve köpek dışkısı ile her gün insanların serbestçe dolaştığı sokak,cadde ve parklara saçılmaktadır.Basit bir hesaplama ile Eskişehir kent merkezinde 2000 dolayında sokak köpeği yaşadığı varsayımı ile çevre her gün yaklaşık 200 kg köpek dışkısı ile kirletilmektedir.Bu arada Eskişehir Devlet Hastanesine yılda 600 civarı şüpheli ısırık vakası gelmektedir.Bu vakalara neden olan hayvanlar yeni doğum yapmış ve çiftleşme döneminde bulunan köpeklerdir.Kısırlaştırma ile önlenebilecek en önemli vakalardan birisi de ısırık vakalarında azalma ve olası kuduz epidemisinin önüne geçmektir.Ayrıca sokak hayvanlarında bulaşabilecek başlıca zoonoz hastalıklar kuduz,KKK (lyme hastalığı.), salmonellozis, Tüberkülozis, Ringworm, Chagas hastalığı, Ekinokokozis,Taenia Saginata ve diğer paraziter enfeksiyonlardır.Kent merkezinde sağlık sorunlarını en aza indirmek amacı ile iki alt belediye tarafından yürütülen kimi çalışmalar aşağıda kısaca belirtilmiştir. Tepebaşı Belediyesince 1998 yılında kurulan köpek barınma evinde vatandaşlar tarafından bakılmadığı için getirilen köpeklerin ve şikayet üzerine Belediye ekiplerinin topladığı hayvanların ilk klinik muayeneleri yapılmaktadır. Hasta olan hayvanlar tedavi edilmekte ve bir hafta süre ile karantina bölmesinde tutularak kuduz aşısı ve paraziter iğneleri yapıldıktan sonra ana bölmelere nakledilmektedir.Barınaktaki köpeklerin tamamına yılda 1kez kuduz ve 4 kez paraziter hastalıklara karşı aşı ve ilaç uygulanmakta,ayrıca imkanlar dahilinde kısırlaştırma operasyonları yapılmaktadır. Bu arada sokakta toplanan köpeklerin sahiplendirilemeyen ve uysal olanları aşı ve tedavi süreci tamamlandıktan sonra mikroçiple işaretlenerek alındıkları yerlere bırakılmaktadır.01/01/2005-31/12/2005 tarihleri arasında Tepebaşı Belediyesi’nce köpek barındırma evinde kısırlaştırılıp mikroçip takılan, kuduz ve parazit aşıları yapıldıktan sonra sokağa bırakılan hayvan adedi 130,kuduz ve parazit aşıları yapıldıktan sonra kayıt altına alınıp sahiplenen hayvan sayısı 665 ve sokaktan toplanarak tedavi edilip aşılanan hayvan sayısı ise 859 adettir.

Page 270: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

219

Odunpazarı Belediyesi Hayvan Barınağı 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu (24.06.2004 tarih ve 25509 saylı resmi gazete) gereği 19 temmuz 2005 tarihinde kurulmuştır.Barınma evinin toplam kapasitesi 100 köpek olup 22 büyük 5 küçük bölmeden oluşmaktadır.Kurulduğu günden bugüne kadar toplam 200 hayvan kısırlaştırması yapılmıştır.2006 yılı içersinde 600 hayvanın da kısırlaştırılması sonucu,2007 yılı içinde toplam 800 sokak hayvanın eradikasyonu ve bunların neden olacağı olumsuz etkilerin önlenmesi hedeflenmektedir. Barınağa gelen hayvanlara gerekli veterinerlik hizmetleri sunulmakta olup, operasyon sonrası nekahat dönemini geçiren hayvanlara gerekli paraziter uygulamaları yapılmakta daha sonra karma ve kuduz aşıları uygulanıp ilgili Kanunda belirttiği gibi alındıkları yere bırakılmaktadır. Her iki Belediye tarafından yürütülen mikroçip uygulamasında temel hedef sokak hayvanlarını kayıt altına almaktır.

Page 271: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

220

0070 / S28.

Toplu Konut Alanlarında Sağlıklı Ve Yaşanabilir Kentsel Mekânların Oluşturulması Açısından Teknik Altyapı Planlaması - Örnek: Oyak Sitesi / İzmir ERDİN Evren Hilmi Dokuz Eylül Üniv. Mim. Fak., Şehir ve Bölge Plan. Böl., Şehir Plan. A.D., İzmir

Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısında artan plansız kentleşme ve kentsel alandaki hızlı ve düzensiz yapılaşmayı kontrol altına almak ve konut talebini karşılamak için toplu konut projeleri yapılmıştır. Toplu konut projelerinin amacı, kentsel alanda; konut talebini karşılamanın yanında, kamusal hizmetlerin eşit dağıtıldığı, sağlıklı ve güvenilir bir yaşam kalitesine sahip ve halkın gereksinimlerini karşılayan konut çevreleri yaratmaktır. Sağlıklı ve güvenilir kentsel mekânların oluşturulması ve biçimlendirilmesinde, önemli bir role sahip olan ve bir yerleşmenin iskâna açılabilmesi ve iskân sonrasında, sağlıklı bir yaşama ortamının sağlanabilmesi için gerekli tüm iletim kanalları ve bunlara ilişkin tesisler olarak tanımlanan teknik altyapı sistemlerinin dikkate alınması öncelikli olarak gerekmektedir. Bu nedenle, teknik altyapı sistemlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan standartların ve koşulların belirlenmesi ve sorgulanması sağlıklı bir yaşam kalitesine sahip konut çevresinin de hazırlayıcısı ve ön koşulu olmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada, sağlıklı ve yaşanabilir bir toplu konut alanının ve/veya kentsel mekânın oluşturulmasında ve biçimlendirilmesinde önemli bir role sahip olan teknik altyapı sistemleri ve standartları üzerinde durularak, planlamada tasarım ve uygulama aşamasında dikkat edilmesi gereken teknik altyapı ölçütlerinin neler olması ve olabileceği değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu noktadan yola çıkarak, kentsel alanda bir konut çevresinde teknik altyapı türleri açısından sağlıklı ve yaşanabilir kentsel mekânın ölçütleri, sahip oldukları özellikler itibariyle sınıflandırılmaya çalışılmış ve teknik altyapı türleri dokuz ana kategoride (yol, içme- kullanma suyu, kanalizasyon, yağmur suyu, elektrik, katı atık ve çöpler, haberleşme, bölgesel ısıtma ve doğalgaz) değerlendirilmiştir. Bu kategorilerin oluşturulmasında bugün uygulamayı sağlamakta olan yasa ve yönetmelikler, DİE verileri ve TÜBİTAK Yapı Araştırma Enstitüsü standartlarından faydalanılmıştır. Bu standartlara göre, değerlendirme kriterleri ve ölçütleri belirlenmiş ve ideal aralık ve cevaplar oluşturulmuştur. Belirlenen standartlara göre; örnek çalışma alanı olarak seçilen Oyak Sitesi özelinde kategorize edilen her bir teknik altyapı sistemi ve ölçütleri ideal aralığa göre puanlandırılarak bir iyi-orta-kötü değerlendirme matriksi oluşturulmuş ve her bir konut adası için bu standartları ve koşulları ne oranda sağladığının sorgulamasına ve değerlendirmesine gidilmiştir. Sonuç olarak, sağlıklı bir yaşam kalitesine sahip yani yaşanabilir konut adaları ile teknik altyapı açısından yetersiz ve bu yetersizliği gidermek için öncelikli müdahale kararlarının üretilmesi gereken konut adaları ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada uygulanan yöntem, kazandırdığı bakış açısıyla kentsel mekânların planlanması ve tasarımı aşamasında, teknik altyapı planlama kriterlerinin de dikkate alınarak uygulama programları ve projeleri üretilmesinde yardımcı olacaktır.

Page 272: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

221

Oyak Sitesi özelinde yapılan bu araştırma sonucunda; site içinde yer alan konut adalarının, sahip olduğu teknik altyapı nitelikleri bakımından ortanın üstünde ve iyi nitelikli olduğu saptanmıştır. Bunun yanı sıra yapılan detaylı değerlendirme sonucunda yetersiz olan teknik altyapı hizmetleri de ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, gerek konut alanlarının gerekse de kentsel mekânların tasarım ve planlanmasında teknik altyapı özellikleri göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Kentlerin tarihsel gelişim süreçleri ve örneğin salgın hastalıkların kentler üzerinde yaratmış olduğu sonuçlar incelendiğinde, bu durum açıkça görülebilmektedir. Bu nedenle, teknik altyapı sağlıklı bir yaşam kalitesine sahip kentsel konut çevrelerini tanımlamanın ve mevcut sorunlu alanların ve yetersiz hizmetlerin tespit edilmesi ve müdahale kararlarının üretilmesi sonucunda alanda iyileştirmeye gidilmesi için gerekli bir araçtır. Bu anlamda halkın gereksinimlerini karşılayan, sağlıklı, güvenli ve eşit hizmetlerin götürüldüğü konut çevreleri yaratmak için teknik altyapı yeterliliklerinin bir yaşanabilirlik ölçütü olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır.

Anahtar Kelimeler: Kent Planlama, Sağlıklı Planlama, Teknik Altyapı, Toplu Konut, Yaşanabilirlik,

Page 273: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

222

0115 / S29.

Katı Atık Depolama Alanları – Kent İlişkisi ve Peyzaj Onarım Süreci: İzmir Harmandalı Örneği YERLİ Özgür*, YERLİ Selin Ece**, UZUN Osman*

*Abant İzzet Baysal Ü. Orman Fak. Peyzaj Mim. Böl. Konuralp Yerleşkesi / DÜZCE ** Çevre Mühendisi Amaç Günümüzde kentlerin düzensiz ve hızlı gelişmesiyle birlikte, katı ve sıvı atıklar, nükleer ve tıbbi nitelikli tehlikeli ve zararlı atıklar, insan ve kent sağlığı için, iyi bir atık yönetiminin olmadığı kentlerde önemli çevre sorunlarından biri haline gelmiştir. Bu çalışmada İzmir Harmandalı Düzenli Katı Atık Depolama Sahası’nın var olan durumu incelenerek, alana ilişkin katı atık yönetiminin farklı aşamalarındaki; alanın yer seçimi, atıkların toplanması, depolama organizasyonu, peyzaj onarım süreci vb. ile ilgili bazı sorunların ve çözüm önerilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem Çalışma alanının bulunduğu bölgeye ait doğal ve kültürel peyzaj elemanları incelenerek, alana ilişkin daha önce yapılmış çalışmalar, arazi gözlemleri ve fotoğraflardan yararlanılarak peyzaj analizi ve değerlendirmesi yapılmıştır. Bu aşamada sorunların saptanması ve çözümü için veriler elde edilmiştir. Bu verilerden hareketle peyzaj onarım süreci tanımlanmıştır. Alana ilişkin akademik düzeyde bazı çalışmaların bulunması, alanın ekonomik ömrünü dolduracak olması ve bu ölçülerdeki bir katı atık depolama alanının yerleşim birimlerinin içerisinde kalmasının planlama olgusu içinde bir örnek olması konuyu önemli hale getirmiştir.

Bulgular Katı atık yönetimi, deponi alanlarının yer seçiminden başlanarak, depo içerisindeki organizasyonun çevreye en az zararı verecek, gelecekte alanın sürdürülebilirliğine katkı sağlayacak biçimde farklı meslek disiplinleri (Peyzaj Plancıları, Bölge Plancıları, Çevre Mühendisleri, Jeoloji Mühendisleri, Karar vericiler vb.) tarafından yapılmalıdır. Depo alanlarının kullanım sonrası hangi amaçlarla kullanılacağı, planlama aşamasında belirlenmeli ve atıkların alan içerisinde organizasyonu bu amacı destekler nitelikte yapılmalıdır. Özellikle evsel katı atıkların evden çıkmasıyla birlikte sınıflandırılması, belli merkezlerde toplanan farklı niteliklerdeki çöplerin depo alanlarına yönlendirilmesi, çevre zararlarının azaltılmasında olumlu katkılar sağlamaktadır. Bu sistem bazı Avrupa Birliği ülkelerinde halkın etkin ve bilinçli katılımıyla uygulanmaktadır. Bu kriterler araştırma alanı için değerlendirildiğinde bazı yönlerinin aksadığı gözlenmiştir. Depo alanının yer seçimi yapılırken peyzaj plancılarından destek alınmadığı, kentin gelişme yönüne dikkat edilmediği, katı atıkların İzmir’in farklı bölümlerinden, bölgelere göre katı atık nitelik tespiti tam olarak yapılmadan getirildiği, belirli nitelikli atıkların belirli alanlarda

Page 274: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

223

toplanmasının tam olarak gerçekleşmediği, depolama sürecinde uyulması gereken kuralların bazen aksadığı, katı atık toplama ve sonrasındaki organizasyonda bazı aksamaların olduğu, depolama sonrası olası peyzaj onarımı süreci (rehabilitasyon amaçlı peyzaj onarım çalışmasının daha depolama alanı hizmete açılmadan planlanması gerekmektedir) düşünülmeden depolama işlemlerinin yapıldığı belirlenmiştir. Sonuç Alanda kent sağlığına ve ekolojisine katkıda bulunacak, rehabilitasyon çalışması hedeflenmiştir. Onarımı etkileyen faktörler; alanda farklı nitelikte atık depo ünitelerinin homojen gruplar oluşturmaması (asidik, bazik ya da farklı karakterli), doğal bitki örtüsüne ilişkin tohum stokunun bulunmaması, iklim verilerinin ağaççık ve çalı yetişmesine olanak sağlamaması, zararlı hayvanların çevreye yayılması olarak belirlenmiştir. Uygun Peyzaj onarım ve materyalinin seçimi ve plan geliştirilmesi aşamasında; alanın bazı bölümleri için üst toprak örtüsü getirilmeli, arazinin özellikle doğal drenaj hatlarını bozan bölümlerinin eski arazi biçimine kavuşturulması sağlanmalı, yüzey işleme yöntemlerinin sığ (atık tabakasına ulaşmayacak biçimde) olarak yapılması ya da klimaks bitki örtüsünün oluşturulmasında tohum ekiminin püskürtme ya da malçla ekim yöntemleri ile gerçekleştirilmesi, doğal bitki tohumu stokunun en kısa sürede çevreden uzmanlarca doğal bitki örtüsünden toplanarak ya da ilgili firmalarca hazır edilmesinin sağlanması, peyzaj onarımı çalışmasının ana çerçevesini oluşturacaktır. Ayrıca onarım çalışması sonrası bakım faaliyetleri alanın çevreye uyumunun hız kazanmasında önemli bir faktör olacaktır. Peyzaj onarım planı uzman bir grup tarafından depo alanı ekonomik ömrünü tamamlamadan ivedi olarak gerçekleştirilmelidir. Anahtar Sözcükler: Peyzaj planlama, katı atık, deponi alanı, peyzaj onarımı.

Page 275: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

224

0121 / S30.

Siyanobakteriler ve Kent Sağlığı GERÇEK Ç. Gökçe, YEŞİLDAL Nuray Abant İzzet Baysal Üniv., Düzce Tıp Fak., Halk Sağlığı A.D. 81620 Konuralp/Düzce Giriş Siyanobakteriler (mavi yeşil algler) suda çoğalan fotosentetik öbakterilerdir. Ökaryotik alglerin 2002 yılında tamamlanan listesine eklenmiştir. İnsan ve hayvan sağlığını tehdit etmesi, öldürücü toksinlerinin bulunması ve aynı zamanda bazı toksinlerin doğada yok edilmesinde yer aldığı için halk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Gereç-Yöntem İnternet üzerinden Environmental Health and Toxicology (TOXNET), National Center for Biotechnology Information (PubMed ve benzerleri), Agricola ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kütüphanesinden ulaşılabilen diğer tarama sitelerinden tarama yapılarak hazırlanmıştır. Taramada yıl sınırı konulmamıştır. Sonuçlar Tatlı su ile deniz suyunda yaşayabilirler. Toksinler nedeniyle hastalığa yol açabilirler. Nörotoksini (β-N-metil alanin) Alzheimer Hastalığıyla ilişkili olabilir. Hepatotoksini (mikrosistin) deney hayvanlarında; akut etkilenimde karaciğerde hemorajik etkiye yol açmakta, kronik etkilenimde kolon kanseri ve primer karaciğer kanseri riskini arttırmaktadır. Temas durumundaysa; dermatotoksin nedeniyle gözde ve deride irritasyon, alerjik reaksiyonlar izlenmektedir. Toksinler gastroenterite neden olabilmekte ayrıca solunum yoluyla, diyalizde kullanılan sularla da alınabilmektedir. Literatürde çeşitli ülkelerde salgınlar bildirilmiş olup Türkiye’den halk sağlığına etkileri ile ilgili bir yayına rastlanmamıştır. Şüpheli su, sınır değer uyarısı, 1. ve 2. düzey uyarı kriterleri ile değerlendirilmektedir. Sınır değer uyarısı, 1ml su örneğinde 1 koloni ya da 5 filaman siyanobakteri bulunmasıdır. İncelenen suyun mililitresinde 2000 siyanobakteri hücresinin bulunması 1. düzey uyarı kriteridir. Her iki kriter için haftada bir su örneği incelemesi gerekmektedir. Türkiye iç sularının plansız yerleşim ve sanayi atıklarının hemen hemen hiç işlem görmeden iç sulara akıtılması, bir çok göl, baraj gölü ve akarsuda su kalitesinin bozulmasına ve algal kümelerin oluşumuna sebep olmaktadır. Marmara Bölgesi’nde, İstanbul’a içme ve kullanma suyu sağlayan bazı baraj gölleri ile balıkçılık ve rekreasyon alanı olan bazı göllerde (Sapanca, İznik, Kuşgölü) bu duruma sık rastlanmaktadır. Yaz sonu, sonbahar başında ortaya çıkmakta ve 2-4 ay sürmektedir. Korunmada; yüzeyinde kümeler görüldüğünde su sporu yapılmaması, yüzülmemesi, bu suda yüzüldüyse en kısa sürede duşa girilmesi, evcil hayvanların bu sudan uzak tutulması

Page 276: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

225

önerilmektedir. Suların siyanobakteriler ve toksinlerinden temizlenmesinde algisitler, fiziksel temizlik ve ultraviyole, klor, ozon vb. gibi dezenfeksiyon yöntemleri kullanılabilir. Yeraltı sularının ve atık suların nitrattan arıtılmasında, petrol bileşiklerinin, bir pestisit olan lindan gibi organik kirleticilerin temizlenmesinde ve ağır metallerin biyoabsorbsiyonunda, ham petrol kirliliğinin önlenmesinde kullanılmaktadır. Ayrıca steril ortamda üretildiğinde spirülina olarak insanlar için gıda desteği şeklinde ve kirli ortamda bulunan siyanobakteriler içerdikleri toksinler giderildikten sonra hayvan yemi şeklinde tüketilebilmektedir. Yorumlar ABD’de içme sularında rutin incelenmesine karar verilen siyanobakterilerin ülkemizde yüksek riskli alanlarda,içme ve kullanma suyu sağlayan baraj gölleri ile balıkçılık ve rekreasyon alanı olan göllerde izleminin yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Siyanobakteriler, öbakteri, mikrosistin

Page 277: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

226

0129 / S31.

Antalya Kentinin İçme Suyu Sorunlarının Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama Teknikleri Yardımı İle Tespit Edilmesi YILDIRIM Mustafa, TOPKAYA Bülent Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Antalya

Antalya kenti, doğal ve kültürel varlıklarının zenginliği ile mevcut iş olanaklarından dolayı Türkiye’nin turizm başkenti olarak nitelendirilmektedir. Bu özelliği nedeniyle Antalya kenti, sürekli iç göçe maruz kalmakta olup, bu olgu Antalya kentini yıllık ortalama % 4,47’lik nüfus artış hızıyla Türkiye’nin en hızlı kentleşen şehri haline getirmiştir. 1975, 1987 ve 2002 yılı Landsat uydu verilerinden yararlanılarak tespit edilen kent yüzölçümü, aradan geçen 27 yıl içerisinde 25 kat artış göstermiştir. Aynı süre içerisinde kent nüfusu ise sadece 6 kat artmış olup, Antalya kent nüfus yoğunluğu azalırken kentin yayılarak genişlediği görülmektedir. Halen Antalya kentinin içme suyu ihtiyacı yer altı suyu kaynaklarından karşılanmaktadır. Bu kaynaklar kent merkezinin kuzeyinde yer almakta olup, yer altı suyu akımı çeşitli yer altı kanalları aracılığı ile kent altından geçerek denize ulaşmaktadır. Uydu verilerinden elde edilen bilgiler, kentin, içme suyu koruma alanları olarak ayrılması gereken bölgelere doğru genişlediğini göstermektedir. Bu nedenle zaman içerisinde çok sayıda kuyu, kirlenmeden ötürü, devre dışı bırakılmak zorunda kalınmıştır. Kentleşmenin bu boyutta devam etmesi durumunda halen kullanılmakta olan içme suyu kaynakları da halk sağlığı açısından sorunlu duruma düşecektir. Kirlenme tehdidinin ön görülebilmesi amacıyla bu çalışma kapsamında bölgede bulunan gözlem kuyularının verileri DRASTIC modeline uygulanarak, yer altı sularının hassasiyet durumları tespit edilmiştir. Aller ve arkadaşları tarafından 1987 yılında geliştirilen bu model kapsamında, yer altı sularının kirletici faaliyetlere karşı hassasiyetini belirlemek amacıyla, çeşitli hidrojeolojik parametreler dikkate alınarak coğrafi bilgi sistemleri yardımı ile yer altı suyu için hassasiyet haritaları oluşturulabilmektedir. Çalışmanın sonuçları, uydu görsel bilgilerini doğrulamış olup kente içme suyu sağlayan kaynakların önemli derecede kirlenme tehdidi altında olduğu kanıtlanmıştır. Bu negatif etkilenmenin yanı sıra, kıyı bölgelerindeki su kaynakları da tuzlanma tehdidi altında bulunmaktadır. Zira Antalya kent merkezinin doğusunda bulunan, yeni oluşturulmuş turizm bölgesinde, sahil şeridi boyunca inşa edilen turizm komplekslerine ait kuyular vasıtasıyla önemli ölçüde yer altı suyu çekilmektedir. Bu çalışmada, Antalya kentinin içme suyu kaynaklarının karşı karşıya olduğu tehditler, coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama verileri kullanılarak tespit edilmiştir. Çalışmanın sonucunda kirlenme sorununun, hızlı iç göçün neden olduğu altyapı problemleri ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanılmamasından kaynaklandığı bulunmuştur. Mevcut çevre

Page 278: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

227

sorunlarının önlenebilmesi için acilen altyapı problemlerinin giderilmesi, imar planlarının güncellenerek su kaynakları koruma bölgelerinin oluşturulması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Antalya, Coğrafi Bilgi Sistemleri, DRASTIC, Hassasiyet haritaları, Uzaktan algılama, Yeraltı suları

Page 279: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

228

0141 / S32.

Bursa İli Nilüfer İlçesinde 2005 Yılı (Kasım-Aralık) İçerisinde Gürültü Ölçüm Sonuçlarının Değerlendirilmesi UTKU Meriç Arzu*, SINMAZ Vahap**, GÜLEŞ Zerrin**, KIRAL Aylin**, CİNGÖZ Hüseyin**, GERÇEK Harika*

* Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. ** Uludağ Üniv. Halk Sağlığı Eğitim ve Araş. Bölge Koordinatörlük Çevre Bürosu

Giriş Gürültü, belirgin bir yapısı olmayan, kişiyi bedensel ve psikolojik olarak etkileyebilen ses düzensizliği olarak tanımlanmaktadır. Desibel (dBA), sesin şiddetini tanımlamakta kullanılan bir ölçüm birimidir. Gürültünün, başta işitme kaybı olmak üzere, fizyolojik, psikolojik ve performans üzerine etkileri vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü 8 saatlik zamanda 85 dBA üzerinde ki ses düzeyinin geçici veya kalıcı işitme kaybına neden olabileceğini göstermiştir. Gürültü, insanın hem konforunu bozan, hem de sağlığını etkileyen sinsi bir çevre kirliliği problemi olarak, her geçen gün daha çok insanı olumsuz yönde etkilemektedir.

Amaç Bursa ili Nilüfer ilçesinde 2005 yılı ( Kasım-Aralık) içerisinde gürültü ölçüm sonuçlarının değerlendirilmesi

Yöntem Çevre Bürosu 2005 yılı Haziran ayında Nilüfer Belediyesi ve Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma (HSEA) Bölge Koordinatörlük bünyesinde kurulmuştur. Denetlemeler 25/6/2002 tarihli 2002/49/EC Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliğine göre yapılmıştır. Bu yönetmelik 1/5/2003 tarihli ve 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 9.cu maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 14.cü maddesine dayanılarak, 25/6/2002 tarihli 2002/49/EC Çevresel Gürültünün Yönetimi ve Değerlendirilmesi Direktifine paralel olarak hazırlanmıştır. Uludağ Üniversitesi HSEA Bölge Koordinatörlüğüne bağlı Çevre Bürosu tarafından, RION NL-20 gürültü ölçüm cihazı ile 24 mahallede 57 noktada ve 5 ana arterde(karayolları, bulvarlar) 26 noktada gece ve gündüz olarak birer kez 10’ar dakikalık ölçüm yapılmıştır.

Bulgular Nilüfer ilçesinde gürültü ölçümleri 2005 yılında ölçüm bölgesinde gece ve gündüz birer kez,10 dk. ölçülerek gerçekleştirilmiştir.

Page 280: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

229

Buna göre, gündüz ölçüm yapılan 24 mahallenin 57 noktasında gürültü ölçüm

düzeyi % 66.7 oranında 70 dBA altında ve % 33.3 oranında 70 dBA üzerinde bulunmuş iken

Gece ölçüm yapılan 24 mahallenin 57 noktasında gürültü ölçüm düzeyi % 70.1 oranında 70 dBA altında ve % 29.9 oranında 70 dBA üzerinde bulunmuştur.

Gündüz ölçüm yapılan 5 ana arterin 26 noktasında gürültü ölçüm düzeyi % 15.3 oranında 70 dBA altında ve % 84.7 oranında 70 dBA üzerinde bulunmuştur

Gece ölçüm yapılan 5 ana arterin 26 noktasında gürültü ölçüm düzeyi % 23.1 oranında 70 dBA altında ve % 76.9 oranında 70 dBA üzerinde bulunmuştur.

Sonuç Gürültü bugün insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri sebebiyle önemli bir çevre sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebepten gürültü denetimi, insan sağlığı üzerine olumlu katkıları olan önemli bir kamu hizmetidir. Yapılan gürültü ölçümlerinde, 24 mahalle bazında 57 noktada yapılan ölçüm sonuçlarında, insan sağlığını tehdit eden boyutta, herhangi bir gürültü düzeyine rastlanmazken, 5 ana arterde( karayolları, bulvarlar) 26 noktada yapılan ölçümlerin büyük bir kısmında insan sağlığını tehdit eder boyutta ve yönetmelik sınır değerleri (70 dBA) üzerinde gürültü değerlerine rastlanmıştır. 2006 yılından itibaren yıllık rutin gürültü ölçümleri sonucu elde edilen verilerin ışığında alınması gereken önlemler tespit edilecek ve kurumsal bazda gürültü önleme çalışmalarına başlanacaktır. Anahtar Kelimeler: Nilüfer ilçesi, gürültü ölçümü, gürültü

Page 281: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

230

0157 / S33.

Elektromanyetik Kirlilik, GSM Baz İstasyonları ve Işınımların Ölçülmesi HAMİD Ramiz, ÇETİNTAŞ Mustafa, KUNTER Fulya, KARACADAĞ Hakan Tübitak Ulusal Metroloji Enstitüsü, Elektromanyetik Metroloji Lab. Kocaeli

Teknoloji ve iletişimin gelişimiyle DC (0 Hz) ve X-ışınımları (1020 Hz) spektral aralığında çeşitli elektromanyetik dalga kaynakları geliştirilerek kullanılmakta ve insan sağlığını ve elektronik cihazları ise olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Elektromanyetik dalgaların zararlı etkileri göz önüne alınarak teknolojik olarak gelişmiş ülkelerde elektromanyetik dalgaların gerek kontrollü gerekse kontrolsüz ortamlar için insan sağlığını etkileyen sınır değerlerini içeren standartlar oluşturulmuş ve uygulanmaktadır. Etkileşim sınır değerleri, bu elektromanyetik dalgaların; genliğine, frekansına ve etkileşim süresine bağlıdır. Bunların yanı sıra elektriksel-elektronik cihazların da elektromanyetik kirlilikten etkilenmesiyle ilgili olarak elektromanyetik uyumluluk (EMC) standartları ve test ortamları da oluşturulmuştur. Teknolojik olarak gelişmekte olan ülkemizde de DC (0 Hz) - X-ışınımları (1020 Hz) spektral aralığında çeşitli elektromanyetik dalga kaynakları yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu spektral aralıktaki dalga kaynaklarından yüksek gerilim hatları ve trafoları, radyo ve televizyon verici istasyonları, cep telefonları ve baz istasyonları, mikro dalga fırınlar, lazerler, ultraviyolet ve X-ışınım kaynaklarının yaygın bir şekilde ülkemizde kullanıldığı bilinmektedir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak da elektromanyetik dalgaların kullanımı her geçen gün artmakta ve özellikle sayıları artan baz istasyonlarından kaynaklanan elektromanyetik kirlilik seviyesi yükselmektedir. Sonuç olarak da elektromanyetik dalgaların insan sağlığı üzerindeki olası olumsuz etkileri kamuoyunun duyarlılığını arttırmıştır. Bu bildiride; özellikle GSM baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik ışınımların ölçülerek, ölçüm sonuçlarının, gerek uluslar arası gerekse ulusal temelli standartlar kapsamında insan sağlığına olumsuz etki edebilecek sınır değerleriyle yapılan karşılaştırmalar sunulmaktadır. Ölçümler ölçüm noktasındaki kirliliğe neden olan kaynak ayrışımına bakılmaksızın toplam elektromanyetik ışınım değerinin tespiti veya doğrudan kaynağının da tespitine yönelik olarak yapılmıştır. Ortamdaki toplam elektromanyetik kirlilik ölçümlerinde yönden bağımsız izotropik antenler veya kirliliğin kaynağını da tespit etmek amacıyla yönsel kazançlı anten-spektrum analizör ölçüm sistemleri kullanılmıştır. Ayrıca aynı kaynağın tespitinde eş zamanlı olarak kullanılan farklı antenlerle GSM baz istasyonu ölçüm sonuçlarının karşılaştırma sonuçları ve Allan varians istatistiği kullanılarak ölçülen elektrik alan şiddet değerinin zaman içindeki değişimleri de sunulmaktadır. Elde edilen ölçüm sonuçlarının insan sağlığına zararlı olabilecek sınır değerleriyle karşılaştırılması, ulusal ve uluslararası standartlara uygunluğu açısından kullanılan ekipmanların kalibreli olması ve GSM baz istasyonlarından yayılan genlik dalgalanmalarının etkisinden dolayı yapılan ölçümlerde tekrarlanabilirlik ve izlenebilirlilik büyük bir önem arz ettiğinden bu önemli kriterler dikkate alınarak ölçümler gerçekleştirilmiştir. Anahtar Kelimeler: anten, elektrik alan, GSM baz istasyonları

Page 282: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

231

0181 / S34.

Kent ve Sakat Nüfus KIRIMLI Yüksel İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Bu bildiride İstanbul ili Kağıthane İlçesinde yaşayan ortopedik özürlü bireylerin sosyo-ekonomik, kültürel durumlarını saptamak amacıyla yapılan çalışmanın sonuçlarına yer verilecektir. Araştırma İstanbul İli Kağıthane İlçesinin on dokuz mahallesinde yapılmış, araştırma kapsamında; aktif nüfus grubu içinde yer alan, ortopedik sakatlığı olup; kendi yaşamı, sakatlığı ve diğer konularda yetkiyle cevap verebilecek konumda olan, 15-64 yaş arası kişilerden mülakat yoluyla veri toplanmıştır. Mental ve konuşma problemi olan kişiler araştırmaya dahil edilmemiştir. Ayrıca sakat kişiye hane içinde en yakın olan, gerektiğinde sakat kişinin bakımını üstlenen aile üyeleri ve bakıcılardan da veri toplanmıştır. Sahadan veriler, 2003 yılının Haziran-Ekim ayları arasında toplanmıştır. Mülakatlar, 21 kişilik bir ekip tarafından, genellikle sakat bireyin yaşadığı hanede, bazı durumlarda da çalışan sakat bireylerin çalıştıkları iş yerlerinde yapılmıştır. Çalışmanın Kağıthane ilçesinde yapılmasının nedeni, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin 2001 yılında Yaygın Toplumsal Rehabilitasyon çalışmasına başlaması ve bu proje için, Kağıthane’yi pilot bölge olarak seçmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak Belediyenin elinde, sakat bireylerin sosyo-ekonomik, kültürel özelliklerine yönelik ayrıntılı bir veri olmayıp, projenin başarıya ulaşması için, bu verilere ihtiyaç duyulmaktadır. İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin 2001 yılında yaptığı bir araştırma sonucunda, Kağıthane’de yaşayan ve sadece ortopedik sakatlığı olan 1230 kişinin olduğu tespit edilmiştir. Bu listeden yola çıkıldığında, 15-64 yaş grubunda 732 kişinin olduğu tespit edilmiştir. Sözü edilen 732 kişi arasından %40’lık bir örnek seçilerek 293 kişi ile konuşulması hedeflenmiştir. 732 sakat bireyin hepsiyle mülakat, zaman, ekonomik giderlerin fazlalığı ve ekibin tekrar eğitime dönme zorunluluğu nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Sahadan toplanan veriler SPSS programına aktarılarak istatistiki analizler gerçekleştirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda cinsiyet, eğitim, doğuştan ya da sonradan sakat olmak, hane büyüklüğü, eğitim, gelir düzeyi, tıbbi bir cihaz-protez kullanma ya da kullanmama ve çalışma hayatına aktif olarak katılıp katılmama gibi değişkenlerin; sakat bireylerin yaşam kalitesini bütünüyle etkilediğine yönelik çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır. Fakat bu sunuda zamanın çok kısıtlı olması nedeniyle , elde edilen sonuçlar, cinsiyet ayrımı ön plana çıkarılarak grafik ve tablolar yoluyla izleyiciye aktarılacaktır. Kent, ortopedik sakatlık, ortopedik sakatların sosyo-ekonomik kültürel nitelikleri Bulgular Kağıthane’de yaşayan ortopedik sakatlığı olan ve görüşme yapılan 293 kişinin %56’sı Erkek (164 kişi), %44’ü Kadındır (129 kişi).

Page 283: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

232

Görüşme yapılanların ortalama yaşları (mean) 39,1 olup, sakat erkekler (ortalama 38.6), sakat kadınlardan ( ortalama 39.7) ortalama 1 yaş daha gençtirler. 293 kişinin yaklaşık 1/5’i başka birinin bakımına muhtaçtır. Sakat her dört erkekten biri, sakat her altı kadından biri başka birinin bakımına muhtaç durumdadır. Sakat bireylerin %98’i yurtiçi doğumlu olup, Yurtiçi doğumluların %40’ı Karadeniz Bölgesi illerinde doğmuşlardır. Karadeniz Bölgesini, Marmara Bölgesi illerinde doğmuş sakat bireyler izlemektedir. Görüşme yapılan 293 kişinin yaklaşık 3/4’ünün eğitimi vardır. Erkekler kadınlara oranla eğitime sahip olma konusunda daha şanslıdırlar. Erkeklerin %15’inin, kadınların ise %42’sinin eğitimi yoktur. Eğitim imkanına sahip olmuş olanlarında eğitimi ilkokul ile sınırlı olup, erkeklerin ancak %30’u, kadınların ise %23’ü, ilkokul üstü bir okul diplomasına sahiptirler. Nitekim sakat erkeklerin yaklaşık %30’u gördükleri eğitimi yeterli bulurken, kadınların yalnızca %16’sı gördükleri eğitimi yeterli bulmaktadırlar. Kağıthane’de görüşülen 293 ortopedik sakatlığı olan bireyin %70’inin başından bir evlilik geçmiştir. Erkeklerin %68’i, kadınların ise %48’i halen fiilen evliliklerini sürdürmektedirler. Bekar oranı %33 civarında olup, ortopedik sakat bekar kadın sayısı, ortopedik sakat bekar erkek sayısından %7 oranında daha fazladır. Ortopedik sakat bireylerin sadece %30’u çalışmaktadır. Erkeklerin %43’ü çalışma hayatı içinde iken, bu oran kadınlar da %15’le sınırlı kalmaktadır. Çalışan kişi sayısının az olmasına rağmen, görüşme yapılanların %70’inin sosyal güvencesi vardır. Sakatlıkların %13 Doğuştan, %6’sı doğum sırasında, geriye kalan %81’i ise sonradan olmuştur. Erkeklerde sonradan sakat olma oranı %87 iken kadınlarda bu oran %73’dür. Görüşme yapılan 293 kişinin ancak %23’ünün doğumu hastanede gerçekleşmiştir.129 kadının %85’inin, 164 erkeğin %70’inin doğumu ise evde yapılmıştır. Sakat bireylerin yaklaşık 2/3’sine, sakatlıklarına yönelik bir tedavi uygulanmıştır. Erkekler, sakatlıklarına yönelik herhangi bir tedavi görme açısından, kadınlardan daha şanslı durumdadırlar. Ortopedik sakat kadınların ancak %60’ı , erkeklerin ise %70’i tedavi görmüşlerdir. Sakat bireylerin yaklaşık 1/5’i tedavilerinde tıp dışı yöntemlere de başvurmuşlar ve kırıkçı, çıkıkçıların yanı sıra, nefesi güçlü olduğuna inanılan hacı hocalara gitmiş ya da götürülmüşler ve çeşitli türbe yatır ziyaretleri yapmışlardır. Varolan sakatlık, yaklaşık %70 oranında vücudun bacak bölgesini etkilemekte ardından %20 oranıyla kolları etkilemektedir. Tüm vücudu, varolan sakatlıktan etkilenenlerin oranı %3’le sınırlı kalmaktadır. Ortopedik sakatlığı olan 293 kişinin, 4/5’ü sahip oldukları sakatlığın öncelikli olarak, iş-çalışma hayatlarını, ardından sosyal yaşantılarını, aile hayatlarını, eğitim ve sağlıklarını etkilediklerini dile getirerek, tek bir olumsuzluğun, beraberinde nasıl kombine olumsuzluklar getirdiğine dikkat çekmişlerdir. 293 ortopedik sakat bireyin, 2/3’si varolan sakatlıklarının öncelikle ev dışında hareket, sosyal aktivitede bulunma, giyinme, hijyen, ev içi hareket ve beslenme gibi ihtiyaçlarını

Page 284: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

233

karşılamada engel oluşturduğunu dile getirmişlerdir. Görüşme yapılanların %6’sı maalesef ev dışına hiç çıkamamaktadırlar. Her üç kişiden biri , sinema, tiyatro, spor, komşu arkadaş ziyareti, gezi-piknik, café-kahveye gitme ve dernek-parti aktiviteleri gibi sosyal aktivitelere katıldıklarını söylemişlerdir. Ortopedik sakat kadınlar, erkeklere göre daha fazla oranda komşu-arkadaş ziyaretlerine gitmekte, toplumsal yaşam içine katılmayı pek tercih eder görünmemektedirler. Görüşme yapılan her beş kişiden sadece ikisi şehir hayatının sakatlara getirdiği kolaylıklar olduğunu söylerken, geri kalanlar olumsuz görüş bildirmişlerdir. Kentteki sakatlara yönelik ulaşım hizmetlerini yeterli görenler %20 civarındadır.Eğitim hizmetlerini yeterli görme oranı yaklaşık %30’dur. Sunulan sağlık hizmetlerinin de yeterli bulunma oranı yine %20 ile sınırlıdır. 293 kişinin yarısı sağlık kurumlarında güçlüklerle karşılaştıklarını söylemektedirler. Bu güçlüklerin başında, binaların sakat bireylerin kullanımına yönelik olarak inşaa ve dizayn edilmemesi gelmektedir. Sınırlı sayfa sayısında sunulan sonuçların, kentte yaşayan bireylere yaşanabilir imkanlar hazırlama , sunma görevi olan kurum ve kuruluş yetkililerine yol gösterici olmasını ümit ederek sözlerimizi noktalamak istiyoruz.

Page 285: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

234

0184 / S35.

Su ve Kanalizasyon Hizmetlerinin Halk Sağlığı ve Kentsel Yaşam Kalitesi Açısından Önemi: Malatya Örneği GÖRER Tamer Nilgün*, ÖZBİLEN Vedat** *Gazi Üniversitesi Müh.-Mim.Fak.,Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Ankara **GAP İdaresi, Ankara Birleşmiş Milletler, 2002 yılında sağlıklı suya erişimi bir insan hakkı olarak kabul etmiş ve 2005 yılında “yaşam için su” konulu 2005 – 2015 yıllarını içine alan on yıllık bir program dönemini başlatmıştır. Programın hedefi, güvenilir içmesuyuna ve kullanılan suyun uzaklaştırıldığı basit bir sisteme ulaşamayan nüfusun sayısını yarıya indirmektir. Mart 2006’da Meksika’da düzenlenen 4. Dünya Su Forumunda “dünyada her gün beş yaşın altındaki 4.500 çocuğun temiz suya erişemediği ve atıksuların hijyen koşullarına uygun bertaraf edilememesi sonucunda öldüğü” belirtilerek su ve kanalizasyon şebekesinin sağlık açısından önemi vurgulanmıştır. Ancak bugün sağlıklı suya erişim konusunda yaşanan sorunun sadece fiziksel olarak bir şebekeye bağlanmakla sınırlı olmadığı açıktır. Dünyada su kaynaklarının kirlenmesi, artan nüfus ve suyun ekonomik bir değer olarak fiyatlandırılması sonucunda kıtlık, yoksulluk ve yoksunluk üçgeninde suya erişim, özellikle yoksullar için, önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye açısından su ve kanalizasyon hizmetlerine erişim açısından durum değerlendirildiğinde, DİE 2004 yılı verilerine göre, 1911 belediyenin 1910’unda içme ve kullanma suyu şebekesi bulunmaktadır. 2004 yılında şebeke ile dağıtılmak üzere çekilen 4,7 milyar m3 suyun ancak 2,08 milyar m3’ü arıtma tesislerinde arıtılmaktadır. Arıtılmayan içme ve kullanma suyunun toplam içindeki payı % 56,1 dir. DİE 2001 yılı verilerine göre kanalizasyon hizmeti alan belediye sayısı 1879’dur. Kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam belediye nüfusu içindeki oranı ise % 78,7 dir. Tüm bu değerler sağlıklı içme ve kullanma suyunun sağlanmasında ve arıtma konularında Türkiye'de ciddi sorunlar olduğunu göstermektedir. Bu çerçeve içerisinde bildirinin amacı su ve kanalizasyon hizmetlerinin insan sağlığı açısından önemini vurgulamak, özellikle kentlerde halk sağlığı ve yaşam kalitesini etkileyen önemli bir faktör olduğunu, alan çalışması bulgularıyla ortaya koymaktır.

Gereç ve Yöntem Kasım 2005’te Malatya Kenti’nde, şebeke üzerinden kente sağlanan suyun kalitesindeki değişim kısa bir süre içinde 8.000 kişinin sağlık kurumlarına başvurmasına neden olmuştur. Bu olay üzerine Şehir Plancıları Odası Su Komisyonu Malatya Kentinde hanehalkı su kullanımı ve diyare görülme durumunu inceleyen bir anket çalışması yapmıştır. Bildiri, bu ankette elde edilen bilgiler ile yerinde yapılan görüşmelere ve gözlemlere dayanmaktadır.

Page 286: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

235

Bulgular / Sonuç Hastalığın çıktığı dönemde İnönü Üniversitesi’ne İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yollanan su örneklerinde koli basili saptanmıştır. Üniversitenin şehir içmesuyunda ve hastaların dışkısında gerekli laboratuar incelemeleri sonucunda salgına neden olan rotavirus antijeni her iki örnekte de görülmüş ve hastalığın viral kaynaklı olduğu açıklanmıştır. Şebeke sularına kanalizasyon suyu karışımının yanısıra şebeke sularında serbest klor bakiyesinin de az olduğu tespit edilerek şebeke suyunun uç noktalarındaki klor seviyesinin 0,5 ppm den daha düşük olmaması için süper klorlama önlemi alınmıştır (İnönü Üniversitesi Kamuoyu duyurusu, Kasım, 2005). Yukarıda belirtilen nedenler doğrultusunda ŞPO tarafından Malatya kentinde yapılan çalışma sonuçlarında da hastalığın, hanehalkının su kullanım alışkanlıklarına ilişkin hijyen koşullarından daha çok, su ve kanalizasyon hizmetinden kaynaklanan sorunlara dayalı olduğu görülmüştür. Malatya Belediyesi’nde halkın sağlığını doğrudan etkileyen su, kanalizasyon ve atıksu işletme hizmetlerinde işin gerektirdiği bilgi ve deneyime sahip olmayan elemanların istihtam edilmesi, halk sağlığı için bir tehdit oluşturmaktadır. Salgına neden olan etken, içmesuyu şebekesinde tespit edilen E.kolibasilidir. Bu durum içmesuyuna atıksuyun karıştığının bir göstergesidir. Malatya kentinde mevcut su şebekesindeki sızıntının %40 düzeyinde olması da şebekede fiziksel ve teknik sorunların olduğunu göstermektedir. Malatya örneğinde ve benzer çalışmalarda saptanan ortak sonuç, sağlıklı bir kentsel yaşam için güvenilir ve sağlıklı suya erişimin fiziksel olarak sağlanması kadar, hizmetin ödenebilir düzeyde ve kesintisiz olarak kamu hizmeti anlayışı içinde verilmesi gerekliğidir. Bu ise ancak, sağlıklı, güvenilir ve ödenebilir koşullarda suya erişimin, merkezi ve yerel yönetimler tarafından da bir insan hakkı olarak kabul edilmesi ve suyun sosyal bir değer olduğu görüşünden hareketle yönetilmesine bağlıdır. Ayrıca hizmetin doğrudan kentlinin yaşam kalitesine ve sağlığını etkileyen bir kamu hizmeti olduğu bilinci içinde, şebeke suyunun kalitesinin sürekli izlenmesi ve halka duyurulacak şekilde yayınlanmasını sağlayacak şeffaf bir yerel hizmet yönetim anlayışının belediyeler tarafından benimsenmesi gerekir.

Anahtar Kelimeler: halk sağlığı, kamu hizmeti, kentsel yaşam kalitesi, su ve kanalizasyon hizmetleri

Page 287: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

236

B3 Kent ve Ergonomi 0080 / S40.

Erzurum Kent Merkezindeki Donatı Elemanlarının Ergonomilerinin Değerlendirilmesi BULUT Yahya, ATABEYOĞLU Ömer, YEŞİL Pervin Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum Giriş Donatı elemanları, hayatın vazgeçilmez unsurları, bir mekanı yaşanabilir ve anlamlı kılan, insanların fonksiyonel ve estetiksel ihtiyaçlarını karşılayan, tasarımsal ve çözümsel öğelerin başında gelir. Aydınlatma elemanlarından çöp kutularına, kapalı veya açık her türden oturma mekanlarına ve unsurlarına, bitki kasalarından döşeme ve kaplama malzemelerine, çeşme ve su unsurlarına, uyarı ve yön levhalarına ve otobüs duraklarından telefon kulübelerine kadar bir kenti şekillendirmekte ve işlevsel kılmakta kullanılan tüm detaylar donatı elemanları kapsamına girmektedir. Donatı elemanlarının varlığı veya yokluğu kadar, ergonomik özellikleri de büyük önem taşımaktadır. Donatı elemanlarının varlığı fonksiyonel özelliklerin karşılanmasını sağlarken, ergonomik özellikleri de insan sağlığı üzerine önemli etkilerde bulunur. Ergonomik donatı elemanları sağlıklı bir kent ve kentlinin de teminatıdırlar. Bu amaçla, Erzurum kentindeki donatı elemanları da ergonomileri ve insan sağlığına etkileri yönünden ele alınarak, incelenmişlerdir. Gereç ve Yöntem Çalışma alanını Erzurum kent merkezinde yer alan Cumhuriyet Caddesi ve yakın çevresindeki yerleşimler ve parklar oluşturmaktadır. Bu alan içerisinde önemli görülen olumlu ve olumsuz tüm donatı elemanları ele alınarak incelenmiştir. Çalışmada etüd, veri toplama, analiz ve senteze dayalı Peyzaj Araştırma Yöntemleri kullanılmıştır. Bulgular Çalışma alanının yoğun kullanımlara sahip olan kent merkezi ve yakın çevresi olması nedeniyle donatı elemanlarında da çeşitliğe rastlanmaktadır. Uygun örnekler de mevcut

Page 288: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

237

olmakla birlikte, standartlara uygun olmayan ve ergonomik olmadığı tespit edilen donatı elemanlarına da rastlanmıştır. Otobüs durakları oldukça olumlu ancak sayıları bakımından yetersiz bulunurken, çöp kutuları ve oturma mekanları da yine sayıca yetersiz ergonomik anlamda ise bir bölümü iklimsel faktörlere uyumsuzluk nedeniyle olumsuz bulunmuştur. Aydınlatma elemanları çeşitli tiplerde olup kimi dekoratif, kimi standart formlu, yer yer fonksiyonel ve fonksiyon dışı örneklere rastlanmıştır. Ayrıca insan sağlığını tehdit edebilecek ve ergonomik vasıflara uymayan aydınlatma elemanları da tespit edilmiştir. Yaya güzergahları ve döşeme malzemesi bölgenin iklim şartları açısından ve uygulama tekniği yönünden olumlu ve olumsuz yönler ortaya koymaktadır. Ayrıca yaya güzergahları üzerindeki kullanımlar ve bitkilendirmelerde de pek çok olumsuzluğa rastlanmıştır. Ancak, kaldırımlardaki rampalar olumlu bir özellik olarak göze çarpmaktadır. Yön ve işaret levhalarının ise pek çoğunun ergonomik pozisyonlarda olmadıkları ve yaya trafiğini etkileyip, tehlikeli olabildiği belirlenmiştir. Sonuç İncelenen bölgede donatı elemanlarından, kullanımı yerinde ve uygun olan örneklerin yanı sıra pek çok da olumsuz örnekler tespit edilmiştir. Bu olumsuzlukların düzeltilmesi çoğunlukla yer değişimi veya küçük yapısal çalışmalarla çözülebilir. Donatı elemanlarının yoğunluklarının artırılması ise fonksiyonların tam olarak karşılanıp, ihtiyaca cevap verebilmesi adına etkili olacaktır. Bazı elemanlar için bakım yapılması ergonomik özelliklerde de gelişime yol açacaktır. Donatı elemanlarının kullanımı, yer seçimi ve malzeme tercihinde ergonomik kaygılar güdülmemesi bir başka sorundur. Bu çalışmalar sırasında yapılacak olan ergonomi temelli tercihler kent ve kentli gelişimi üzerine doğrudan etki sağlayacaktır. İnceleme alanının kent merkezi olması nedeniyle daha yoğun bir şekilde işlevsel ve estetik unsurlara yer verilmeli, bölgenin iklim koşulları göz önüne alınarak özellikle iklim uyumlu ergonomi sağlanmalı, oturma gurupları, döşeme malzemeleri, otobüs durakları ve telefon kabinlerinde bu unsura bilhassa dikkat edilmelidir.

Anahtar Kelimeler: Ergonomi, donatı elemanları, kent imajı

Page 289: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

238

0081 / S41.

Erzurum Kenti Açık-Yeşil Alanların Fiziksel Engelliler Kullanımı Yönünden Yeterliliğinin Belirlenmesi YILMAZ Hasan, ÖZ Işık, DEMİRCAN Neslihan, ATABEYOĞLU Ömer, TOY Süleyman Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum

Giriş Türkiye genelinde fiziksel engelli nüfusu oldukça yüksek olmasına karşın kamusal veya özel alan kullanımlarında engellilere yönelik planlama ve uygulama örnekleri gelişmiş ülkelere göre oldukça yetersiz konumdadır.

Gereç ve Yöntem Doğu Anadolu Bölgesinin en önemli kentlerinden birisi olan Erzurum’da; mevcut açık-yeşil alanların (park, kaldırım, otapark, ulaşım vb.) fiziksel engellilerce kullanımı yönünde yeterliliğini (FEKY) ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Kentin en önemli 5 parkı; erişebilirlik, ulaşım, güvenlik, rampa, korkuluk, yönlendirici levha, wc, otopark vb. gibi kriterler göz önüne alınarak FEKY değerleri tespit edilmiştir.

Bulgular ve Sonuç Erişilebilirlik yüzdeleri; resmi kurum bahçeleri ve kaldırımlar için %31.25, kent merkezindeki parklardan 100.Yıl Parkı %25, Aziziye Parkı %37.5, Köşk Çay Bahçesi %25, Çeçenistan Parkı %50, Yakutiye Parkı %18,75 olarak belirlenmiştir. Araştırma sonucunda kent açık-yeşil alanlarının FEKY değerleri oldukça düşük olarak belirlenmiş ve alan kullanımları üzerinde önerilerde bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Erzurum, Fiziksel Engelliler, Açık-Yeşil Alan

Page 290: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

239

0101 / S42.

Ergonomik Kent ve Engelliler KALAYCI Ayşe, KUTAY Elif Lütfiye, KESİM Güniz Akıncı Abant İzzet Baysal Üniversitesi,peyzaj Mimarlığı Ana Bilim Dalı, Düzce Amaç Çağdaş kentleşme kriterlerinin sıkça tartışıldığı günümüzde, nüfusun ve dolayısıyla gereksinimlerin hızla artması, kent planlama sürecinde ergonomik özellikte ve herkes için ulaşılabilir nitelikte düzenlemeler yapmayı gerekli kılmaktadır. Kelime anlamı olarak düşünüldüğünde ergonomi, ürünleri, görevleri ve çevreyi içinde yaşayan ve çalışanlara uyumlu hale getirerek kalite, verimlilik ve performansın önündeki bariyerleri kaldıran nitelikler bütünüdür. Doğru planlanmayan, ulaşılabilir olmayan çevrede engelli kişiler iş gücüne katkıda bulunamadıkları gibi, kendi günlük ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorluk çekmektedirler. Bu çalışmada, ergonomik olmayan kent düzenlemesi içinde engelli kişilerin karşılaşabileceği birtakım sorunlardan bahsedilmiş ve bazı çözüm önerileri sunulmuştur.

Yöntem-Gereçler Çalışma kapsamında yerli ve yabancı kaynaklar taranıp, kişisel gözlemlere dayanarak konu hakkında yorum yapılmıştır.

Bulgular Toplum içinde yaşayan her birey fırsat ve olanaklardan eşit derecede yararlanma hakkına sahiptir. Kalıcı engel taşıyan bireylerin yanı sıra, her insan hayatının belli döneminde geçici engellilik durumu taşıyabileceği gibi, gün içinde yorgunluk, uykusuzluk ve dikkat eksikliği gibi bazı nedenlerle sağlıklı bir insan dahi engelli konumuna geçebilmektedir. Kent planlama sürecinde yapılan hatalar sonucu bireylerin hareketleri kısıtlanmakta, kent ergonomik olma niteliğini yitirmektedir. Ulaşılabilir olmayan bir çevre aynı zamanda ergonomik nitelikleri taşımıyor demektir. Engelli bireyler kısıtlanan yaşam alanları dolayısıyla tüketici konumuna geçmekte, ülke nüfusunun yaklaşık %10 unun kalıcı engel durumu olan kişilerden oluşması bu durumun ekonomik açıdan topluma verdiği zararı ortaya koymaktadır.

Sonuçlar Çağdaş, ergonomik bir kent, herkes için ulaşılabilir nitelikte olan bir kent anlamına gelmektedir. Planlama sürecinde bu niteliklerin göz önüne alınması, toplumun tamamının ihtiyaçlarını eksiksiz karşılamasını, her bireyin iş gücüne katkıda bulunmasını ve dolayısıyla sosyal ve ekonomik açıdan ülkenin gelişmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda ergonomik ve ulaşılabilir kent düzenlemeleri için bazı öneriler getirilmiştir:

Page 291: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

240

• Planlama engelli bireylerin hareketlerini kısıtlamayacak şekilde yapılmalı, engelli kişilerin kullanabildiği alanların çoğunluğunu sağlıklı insanların rahatlıkla kullanabildiği unutulmamalıdır.

• Meslek disiplinlerinin ortak çalışmalarıyla özel ve kamu alanlarında engelli bireyler için uygun yaşam alanları oluşturulmalıdır.

• Özellikle kent içi ulaşım alanlarında gerekli önlemler alınmalı ve belirtilen standartlar dahilinde, engelli bir bireyin yardım almadan bir yerden bir yere gidebileceği şekilde ulaşım ağı oluşturulmalıdır.

• Açık alanlarda olduğu kadar yapı içlerinde de engelli bireylerin kullanımları göz önüne alınarak planlama yapılmalıdır.

• Gerekli yasal düzenlemelerle çevre düzenleme planlarında ulaşılabilirlik kriterlerinin uygulanması zorunlu hale getirilmelidir.

Anahtar Kelimeler: engelliler,ergonomi,kent

Page 292: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

241

0160 / S43.

Kentsel Mekânda Evrensel Tasarım: Tasarımcının Hiçbir Kesimi ‘Dışlamama’ Bağlamında Sorumluluğu mu? DİKTAŞ Erdal Onur, ERGİN Şenel Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Tınaztepe Kampüsü Doğuş Cad. No: 209 35160 Kuruçeşme Buca-İzmir Kent -her ne kadar merkez kavramlarından biri olan politikanın içeriği, modern perspektifle birlikte, etik alandan yönetme yeteneğine doğru kaymış olsa dahi- hala politik bir aradalığın, söz söylemenin ve elbette bir takım araçlarla kendini görünür kılmanın ortamı olmayı sürdürmektedir. İnsanın politik varlığını sürdürebilmesi için bir kamusal alanda yer alması, hatta bir kamusal mekânda fiziksel olarak bulunması da hala önemsenmesi gereken koşullardan biridir. Oysa engellilik ve yaşlılıktan ötürü bedenleri tüm işlevlerini tam olarak yerine getiremeyen bireylerin, sanal mekânın araçsal kolaylaştırıcılığı gibi kimi araçlar dolayımıyla kamusal alandan olmasa da, yaratılan fiziksel zorluklar nedeniyle kamusal mekândan uzakta tutulması, özellikle mekân organizasyonu pratiğinde çoklukla süre giden bir durumdur. Sorun kısmen, mekân organizasyonu epistemesinde bu grupların yer alışında devam eden yetersizliklerden de kaynaklanmakla birlikte, alanda üretilen bilginin, gündelik üretim içerisinde, plan ve projelerde yeterince yer alamamış ve nesne olarak mekânsallaşamamış olmasında kendini daha çok göstermektedir. Bu sorunun kaynaklarından belki de en önemlisi mekân organizasyonu sürecinde aktif rol alan plancı, mimar, peyzaj mimarı ve benzeri kişilerden oluşan kesimin politik ve elbette politiği kavrayış tarzlarıyla ilişkili olarak etik sorumlulukları konusunda henüz yerleşikleşememiş ve rasyonel bir karşılık bulamamış duyarlılık düzeyleridir. Fiziksel çevre tasarımı ve üretimi özellikle kentsel mekânda ve kamusala, daha da çok toplumsala yönelik gerçekleştirildiğinde, gerçek ya da tüzel kişiler arasında olsun temelde ekonomik olan bir ilgiyi aşan ve sorumluluk/yükümlülük önceliklerini başka bir noktaya taşıyan ilişkiye sahiptir. “Denklik”, “karşılıklılık” içeren politik/etik bir anlayış “ötekilik” durumunu, olumsuz tınılar veren ideolojik tutumları dışarıda bırakan ve her koşulda birlikte var olabilmeyi tercih eden bir perspektifte eritebilir. Ancak özellikle günümüzde, politik ve toplumsal yaşantının, sözünü ettiğimiz bu koşullarda var olabilmesi için, öncelikle ortama, yaşantıya nüfuz etmiş ve etkinliği nedeniyle de onlara fazla yer bırakmayan ekonomizmin üretmiş olduğu, üretici/tüketici ilişkisi bağlamında oluşan kategorizasyonun aşılması gerekmektedir. Ekonomik temelli bir ilişkide üretici/tüketici ilişkisi somut karşılıklılık ve çoklukla çıkar temelli ilgi ve beklentiler bağlamında bir yükümlülük ilişkisi olarak oluşmaktadır. Oysa

Page 293: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

242

politik/toplumsal ilgide denklik, karşılıklılık sorumluluğa dayalı bir ilişkiyi gereksinir. Bu noktada yükümlülük ve sorumluluk arasındaki farklılık önemlidir. Yükümlülük bir zorunluluğu ifade eder ve tercih söz konusu değildir. Yapılmaması durumunda iki tarafın dışında, örneğin bir yargı kademesinin çözeceği bir sürece girilir. Oysa sorumlulukta tercih söz konusudur. Sorumluluk bağlamında kişilerin diğerleriyle kurdukları ilişki politik temelli etik bir niteliğe sahip olmaktadır. Tercih sorununun kişiselliği sonucunda, tercih yönelimlerini etkileyebilecek ve toplum yararını gözetmeye eğilimli bir etik çerçeveye sahip olunamaması durumunda oluşan boşluk ise hızla diğer egemen çerçevelerce doldurulmaktadır. Bu bağlamda özellikle kentsel mekân üretiminde, kentsel mekânın politik/toplumsal içeriğine bağlı olarak gösterdiği denklik, karşılıklılık durumunun sağlanabileceği ve bundan yararlanacak herkesin en azından fiziksel olarak erişebileceği bir nitelikte olmasının sorumluluğu planlayanın/tasarlayanın omuzlarında olmaktadır. Bu noktada evrensel ya da kapsayıcı tasarım olarak adlandırılan ve mimarlık, şehir ve bölge planlama, endüstriyel ürün tasarımı gibi tasarımın her alanında, ortalama insanlar dışında kaldığı düşünülen grupları göz önünde bulundurarak yapılan tasarım ediminin toplumsal yararla olan ilgisi, yukarıda belirtilen ekonomist ya da politik/etik, toplumsal arasında yaptığı tercihle, yani bir bakıma topluma karşı üstlendiği sorumluluğuyla ilişkili olarak değerlendirilmelidir. Hatta denilebilir ki mekân organizasyonu ile ilişkili tüm alanlar bu perspektifin eleştirel eleğinden geçirilerek yeniden tanımlanmak durumunda kalacaklardır. Anahtar Sözcükler: Kentsel mekân örgütlenmesi, kamusal alan, kamusal mekân, politik/etik/toplumsal sorumluluk, evrensel tasarım.

Page 294: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

243

0169 / S44.

Diyarbakır’daki Konutlarda Düşme Olguları ve Risk Faktörleri CEYLAN Ali*, TATLI Mehmet**, GÜZEL Aslan**, KURT Mehmet Emin*,İLÇİN Ersen* * Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. ** Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji AD.

Amaç Bu çalışma, Diyarbakır il merkezindeki konutlardaki düşme olgularını saptamak ve konutlardaki düşme riskini arttıran yapısal faktörleri ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır.

Yöntem Tanımlayıcı tipte olan bu çalışmada Diyarbakır il merkezinde bulunan üç belediye bölgesinde konut sayılarına orantılı olarak mahalle ve sokaklar belirlenmiş, toplam 15 mahalleden rast gele 5 sokak ve her sokaktan 20 konut olmak üzere 1500 konuta ulaşmak planlanmıtır. Toplam 1445 konuta gidilmiş, konutta oturan kişilerle yüz yüze görüşülerek birer anket uygulanmıştır. Bu konutlarda düşme olup olmadığı ve düşmeye neden olabilecek konutun fizik yapısı ile ilgili riskler sorgulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde kesikli değişkenler için yüzdeler, sürekli değişkenler için aritmetik ortalama ve standart sapmaları hesaplanmış, frekans dağılımlarının gösterildiği çapraz tabloda ki kare analizi yapılmıştır. Bulgular Araştırmaya alınan konutların % 44’ü Bağlar, % 40’I Yenişehir ve % 16’I Sur Belediyesi sınırları içinde idi. Binaların yapısı, % 51.3’ü çok katlı apartman, % 18.3’ü yığma bina, % 18.5’i gecekondu ve % 10.7’si müstakil bahçeli ev şeklindeydi. Görüşme yapılan kişiler 8.9 ± 8.2 yıldan beri aynı konutta oturuyordu. Binaların % 16.3’ünde düşme öyküsü vardı. Düşen olguların yaş ortalaması 15.4+15.2 olup, % 69.1’i 15 yaşından küçük çocuklardı. Cinsiyet dağılımı % 39.4 erkek, % 60.6 kadın şeklindeydi. Düşme olgularının % 49.6’sında damdan, % 26.4’ünde merdivenden, % 11.0’inde balkondan, % 4.9’unda yüksek duvardan, % 1.2’sinde ağaçtan düşme öyküsü vardı. Düşme nedenlerini dağılımı % 98 kaza, % 1.6 intihar, % 0.4 itme şeklindeydi. Olguların % 37’si düşme sonucu hastaneye yatırılmış, % 29.3’ünde tedavi sonrası sekel kalmıştır. Düşme riskini arttıracak yapısal eksiklik yönünden incelenen konutların % 50’sinde çatı olmayan düz dam, % 32.9’unda korkuluksuz pencere, % 19.8’inde korkuluksuz merdiven, % 10’unda korkuluksuz balkon, % 10’unda yetersiz aydınlatma, % 6.2 sinde asansör boşluğu

Page 295: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

244

bulunmaktaydı. Konutların % 19.2’sinyakınında yüksek duvar, % 12.4’ünde çıkılabilen yüksek ağaç vardı. Çatı ya da damın çıkış kapılarında kilit yada herhangi bir kontrol önlemi olmayan konutlarda düşme olgusu oranı % 27.6 iken, kontrollü olan konutlarda aynı oran % 8.7 olup risk 4 kat daha fazla bulundu. Aynı oranlar sırası ile geceleri damda yatılan konutlarda % 28.6, yatılmayan konutlarda % 9.1 olup risk 3.1 kat daha fazla idi. Konutların çatı-damlarının etrafında korkuluk olmaması düşme riskini 2.8 kat, merdivenlerde korkuluk olmaması 1.8 kat arttırıyordu. Düşme öyküsü olan konutların % 61.2’si 1-2 katlı olan konutlardı. Yine düşme öyküsü olan konutlardaki ortalama oda sayısı 2.7 ± 0.9, bu konutlarda ortalama kişi sayısı 7.9 ± 4.5 bulundu. Aynı oranlar üşme olmayanlarda sırasıyla 3.3 ± 0.9 ve 6.6 ± 2.6 kadardı. Sonuç Düşme olgularının yarısının damdan düşme ve düşenlerin % 70’inin 15 yaşından küçük çocukların olması iklimin sıcak olması nedeniyle özellikle yaz aylarında çatı – dam vs açık alanlarda yatma alışkanlığı olan bölgelerde kişilerin özellikle çocukları korumaları konusunda eğitimi önemlidir. Çatı-dam balkon ve merdivenlerin etrafına korkuluk yapılması ve buralara çıkışların kontrollü olması gerekir. Yerel yönetimlerdeki teknik elemanlar tarafından bu tür yapısal eksikler giderildikten sonra binalara ruhsat vermeleri konusunda duyarlı olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Yüksekten düşme, sağlıklı konut, damdan düşme, kafa travması.

Page 296: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

245

0174 / S45.

Engelliler Açısından Kentlerin Ergonomik Yapısı: Bursa Kenti Örneği KARAKURT Tosun Elif Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Yerel Yönetimler Programı Kentlerin gerek fiziksel bakımdan gerekse nüfus açısından büyümeleriyle kentlerde farklı yaş gruplarında, eğitim seviyelerinde, mesleklerde, fiziksel ve ruhsal yapılarda, sosyo-ekonomik statülerde bulunan kişilere rastlamak mümkündür. Kenti var eden ve ona anlam kazandıran bu çeşitliliktir. Yerel ve merkezi yöneticiler, kentlerdeki bu çeşitliliği göz önünde bulundurarak kentteki tüm bireylere eşit şekilde hizmet etmelidirler. Kentlerdeki mevcut mekansal düzenlemeler ve donanımsal altyapı incelendiğinde, merkezi ve yerel yönetimlerin, kentlerdeki çeşitliliği dikkate almadan standart planları ve uygulamaları yürürlüğe koymaları, kentlerde fiziksel-ruhsal yetersizlikleri bulunan engelliler, yaşlılar, hastalar, vb. için olumsuz neticelere yol açmaktadır. Oysa T.C. 1982 Anayasası’nda, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde ve Avrupa Kentsel Şart’ında özürlüler, yaşlılar, hastalar ve sosyo-ekonomik bakımdan engelliler koruma altına alınmışlardır. Bu kişiler toplumdaki diğer bireylerle eşit haklara sahiplerdir. Toplumdaki engelli bireylerin, diğer kentlilerle aynı haklardan ve hizmetlerden yararlanabilmeleri için kentsel ve mimari tasarımlarda fiziksel durumları ve kapasiteleri göz önüne alınmalıdır. Ulaşılabilirlilik ilkesi çerçevesinde; engelli bireylerin kentsel olanaklardan diğer kentliler gibi yararlanabilmeleri için kentin, engellilerin fiziksel yapılarına göre yeniden planlanması ve/veya yapılandırılması gerekir. Ayrıca engellilerin kentsel olanaklara ve hizmetlere ulaşabilmeleri amacıyla ulaşım altyapısının da engellilerin fiziksel ve ruhsal kapasitelerine göre yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Çalışmada; Türkiye’de mekansal planlamanın, mimari düzenlemelerin ve ulaşım altyapısının, kentlerde yaşayan fiziksel ve ruhsal yetersizlikleri bulunan engelliler, yaşlılar, hastaların fiziksel ve ruhsal yapılarına uygunluğunun analizi amaçlanmaktadır. Bu çerçevede, ilk olarak engellilerin kentsel hizmetlerden yararlanabilmelerinde asgari koşulların neler olduğu ortaya konulmuştur. İkinci safhada, kentlerde yaşayan tüm kentlililerin eşit haklardan yararlanmaları gerekliliğini vurgulayan Avrupa Kentsel Şartı ele alınmıştır. Üçüncü olarak, örneklem olarak alınan Bursa’nın mekansal yapısının ve donanımsal altyapısının engelliler açısından ergonomisi irdelenmiştir. Kullanılan yöntem şu şekildedir; birinci ve ikinci bölümde, fiziksel- ruhsal açıdan yetersiz olan kentlilerin hakları; yapıların, mekansal donanımın ve ulaşım sisteminin sahip olması gereken özellikler ortaya kuramsal çerçevede konulmaktadır. Çalışmanın son bölümünde ise, örneklem olarak ele alınan Bursa kentinin mekansal ve donanımsal altyapısının engelliler açısından ergonomik yapısı; gözlemler, yerel yönetim idarelerinde bulunan yetkili kişilerden elde edilen bilgiler, engelli kentlilerle gerçekleştirilecek görüşmeler yoluyla irdelenmiştir. Çalışmada ortaya çıkan sonuç şu şekildedir; ‘Avrupa Kenti’ unvanını taşıyan Bursa’nın, Avrupa Kentsel Şartı’nın engellilere yönelik 7. maddesinde belirtilen hususları yerine getirmediği görülmektedir. Bursa kent merkezi, üç merkez ilçe bağlamında incelenmiştir.

Page 297: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

246

Buna göre; kentin geleneksel idari, ticari, dini ve yerleşim mekanlarını oluşturan Yıldırım ve Osmangazi İlçelerinde, engellileri dikkate almayan kentsel düzenlemelerin, mekandaki fiziksel engellerin ve ulaşım olanaklarındaki yetersizliklerin, engelli kentlilerin kentsel hizmetlerden ve faaliyetlerden diğer kentliler gibi yararlanmasına neden olduğu gözlenmektedir. Kentin yeni yerleşim bölgesi olan Nilüfer İlçesi’nde ise, mekansal düzenlemelerde engellileri de dikkate alan bir anlayışın hakim olduğu fakat engellilere yönelik ulaşım olanaklarının yetersiz olduğu görülmektedir. Bu olumsuzluklara rağmen Bursa, engellilerle ilgili çalışmaların en yoğun yapıldığı kentlerden birisidir. Türkiye’de ilk defa Bursa Valiliği’nin öncülüğünde, engellilerin sorunlarına çözüm bulma amacıyla İl Özürlüler Kurulu kurulmuştur. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından “Engelli ve Yaşlılar İçin Ulaşımı Kolaylaştırma Projesi” hazırlanmış olup, kentin çeşitli bölgelerinde çalışmalar sürdürülmektedir. Neticede ‘Avrupa Kenti’ olan Bursa’da yapılan çalışmalar ve düzenlemeler, engellilerin kentsel hizmet ve olanaklardan diğer kentlilerle eşit şekilde yararlanabilmeleri için yetersizdir. Anahtar Kelimeler; Kentli hakları, fiziksel ve ruhsal açıdan yetersiz kentliler, Ulaşılabilirlilik, Kentsel ve mimari tasarım.

Page 298: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

247

B4 Yenilenebilir Enerji Kaynakları 0050 / S54.

Çok Katlı Yapılarda Yenilenebilir Enerji Kullanımı ASİLTÜRK Emine Nur Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak. İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Böl, Ankara Giderek artan kent nüfusu ve arsa fiyatları, rant hırsı, büyük firmaların güç ve prestij gösterisi, çok katlı yapıların yaygın şekilde inşa edilmesine neden olmuştur. Hızla ilerleyen teknoloji, yeni inşaat teknikleri ve malzemeleriyle gökdelenler şehir siluetleri içinde yerlerini alırken, sebep oldukları çevre sorunları da katlanarak büyümektedir. Her gün binlerce insanın ziyaret ettiği bu yapılar adeta ‘kent içinde kent’ oluşturmakta ve bir takım olumsuz koşulları da gündeme getirmektedir. Bunlar; çevre kirliliği (hava, gürültü kirliliği vb), trafik sıkışıklığı, alt yapı ve atık madde problemi, fazla enerji kullanımı, yapı-insan-yeşil alan ilişkisi şeklinde sıralanabilir. Bu bildirinin amacı, dünyada çok katlı yapılarda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım yöntemlerinin açıklanması ve sürdürülebilir tasarım kriterlerinin oluşturulmasıdır. Bu bağlamda, dünyada sürdürülebilir mimarlık anlayışına örnek oluşturan ve enerji kullanımına alternatif çözümler sunan çok katlı yapılar arasından seçilen örneklerle güncelleşen tasarım kriterleri irdelenirken, ülkemizde konuya yaklaşım tartılaşacaktır. Yapılan araştırmalar; kentlerde, yapıların %40-50 oranıyla enerji kullanımında başı çektiğini ve yoğun olarak hava kirliliğine neden olduklarını kanıtlamıştır. Söz konusu binalarda fiziksel konfor şartlarının sağlanması için kullanılan enerji miktarının fazlalığı tasarımcı ve mühendisleri farklı çözüm arayışlarına yöneltmiştir. Gelecek kuşaklara daha yüksek yaşam standartları bırakabilmek, bugün sahip olduğumuz doğal kaynakların tutumlu ve akılcı kullanımına bağlıdır. 2002 yılında gerçekleşen, 6. Avrupa Çevresel Eylem Programının hazırladığı ‘Çevre 2010: Kendi Geleceğimiz Kendi Seçimimiz’ isimli kongre kapsamında, 2010 yılına kadar ilerleme kaydedilecek tasarım ve çevre temalı hedefler de belirlenmiştir:

• Peyzaj değerlerinin ve kültür mirasının korunması. Toplumsal yaşam kalitesinin

yükseltilmesi. • Küçük ve orta ölçekli işletmelerle çevresel performansın canlandırılmasına yönelik

işbirliği sağlanması. • Çevre dostu malzeme ve ürünleri daha yaygın kullanan tasarım anlayışının

benimsenmesi. • Tasarım, planlama ve uygulama aşamalarında, yenilenebilir enerji dahil, çevre açısından

sorumluluk yansıtan tedbirlerin özendirilmesi. Özetlenen hedefler, ‘sürdürülebilir tasarım anlayışının’ da temelini oluşturmaktadır. ‘Daha az ile daha çok elde edebilmek’ sloganını benimseyen tasarımcılar çok katlı yapıların gereksinim duyduğu büyük miktarlarda enerjiyi daha alt seviyelere taşımayı ve neden oldukları çevre

Page 299: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

248

sorunlarını minimuma indirmeyi hedeflemektedir. Yenilenebilir enerji, doğal havalandırma, alt yapı, geri dönüşümlü malzeme, trafik sorunları, bina içi ve dışında yeşil alan kullanımlarıyla ilgili konularda atılan her olumlu adım daha yaşanılabilir bir çevre için büyük önem taşımaktadır. Büyük hacimlerin ısıtılması-soğutulması için kullanılan klima sistemleri yerlerini havalandırma kuleleri, rüzgar ve su kanalları gibi doğal yöntemlere terk etmektedir. Photovoltaic sistemler, özel cephe kaplamaları gibi yeni yöntemlerle güneş enerjisi bina içinde kullanılabilmektedir. Bina cephesine yerleştirilen hareketli paneller güneş ışınlarının fazlasını yansıtarak mekanların gereğinden fazla ısınmasını engellemektedir. Bina çatısına ve cephesine yerleştirilen düzenekler rüzgarın ve güneş hareketlerinin durumuna göre ölçümler yaparak gereğinden fazla enerji tüketimine engel olmaktadır. Bazı binalarda tasarlanan çift kat cephe arasında kalan boşlukta oluşan doğal hava sirkülasyonu, klima sistemlerine olan gereksinimi neredeyse ortadan kaldırmaktadır. 1970’lerde patlak veren enerji kriziyle eldeki kaynakların sonsuz olmadığı anlaşılmıştır. 2000’lerde geçmiş tecrübelerden elde edilen bu bilinçle, kendi enerjisini üreten ve geri dönüşümlü malzemelerle inşa edilen yapı üretimi hedeflenmektedir. Dünya üzerinde bu anlayışla tasarlanmış çevre dostu yüksek yapıların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bildiri kapsamında, tüm bu güncel tasarım yaklaşımları ve yenilenebilir enerji anlayışını destekleyen teknik çözümler, farklı coğrafyalardan seçilen çok katlı yapı örnekleri eşliğinde sunulacak ve Türkiye’deki çağdaş uygulamalarla kıyaslanacaktır.

Page 300: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

249

0130 / S55.

Yelkenli Rüzgar Çarkları İle Kentlerdeki Küçük Enerji İhtiyaçlarının Karşılanması YALÇINDAĞ Saim, ABDULLA Gabil Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Makine Mühendisliği Ana Bilim Dalı, Antalya Enerji sektörü; üretilmesi, dönüştürülmesi, iletilmesi, depolanması, işlenmesi ve kullanılması yönü ile küresel etkileri olan, insanlığı ve dünyamızı çok yakından ilgilendiren bir sektördür. Bu nedenle dünyanın önde gelen teknik, sosyal, ekonomik, siyasal ve savunma konuları arasındadır. Enerjiyi bu derece önemli kılan, sanayi devrimi sonrası insan nüfusunun artması ve dolayısıyla ihtiyaçlarının da çoğalması ve çeşitlenmesidir. Son çeyrek yüzyılda teknolojik ve siyasal anlaşmalar, ekonomik dalgalanmalar, savaşlar ve konfor şartlarımızı direk etkileyen gelişmeler incelenecek olursa bunların direkt yada dolaylı olarak enerji kaynaklı olduğu görülecektir. 1973 - 79 yıllarında gerçekleşen Arap petrol ambargoları ile en son Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan ve ülkemizde de etkileri hissedilen doğalgaz krizi bunun en açık örneğidir. Gerçekleşen krizler sonucunda ülkeler enerjilerini ulusallaştırma yolunu seçmiş; sağlık, sosyal ve çevresel kaygılarda buna eklenince, çok eskiden beri bilinen, yenilenebilir enerji kaynakları bir anda tekrar gündeme gelmiştir. Yenilenebilir enerji; ‘doğanın kendi döngüsü içinde, bir sonraki gün aynen mevcut olabilen enerji kaynağı’ olarak tanımlanabilir. Doğanın bize sunduğu enerji kaynaklarından bir tanesi de rüzgar enerjisidir. Kaynağının elde edilebilirliği, çevresel etkileri, yatırım ve üretim maliyetleri ve kaynağının ömrü en önemli avantajlarındandır. Rüzgar enerjisinden mekanik enerji elde etme yöntemleri çok eskiden beri bilinen basit sistemlerdir. Bu amaçla çok fazla sayıda yöntem ve farklı konstrüksiyonlar geliştirilmiş, kullanılmış ve hala kullanılmaktadır. İlk kullanım alanları su pompaları, yel değirmenleri ve yelkenli gemiler olmuştur. Bu yöntem ve konstrüksiyonların analizi rüzgar enerjisinin dönüştürülmesinde kullanılan basit ve aynı zamanda en verimli yöntemin; yelkenlerin enerji elde etmek amacıyla kullanılmadığını ortaya koymaktadır. Ağırlığı binlerle tona varan gemilerin yelkenlerle hareket ettirildiği ve bu yöntemin var olan bütün diğer yöntemlerden çok daha ucuz olduğu bilinmektedir. Yelkenlerin kullanılmamasının ana nedeninin yelkenli dönüştürücülerden alınan enerjinin burucu momente çevrilmesi için uygun bir konstrüksiyonun bulunmamasında aramak gerekir. Bölümümüzde yapılan çalışmalar sonucu yelkenden alınan enerjiyi burucu momente dönüştürebilen bir yöntem ve bu yöntemi gerçekleştirecek rüzgar çarkı geliştirilmiştir. Çalışmamızda, düşük aerodinamik performanslarından dolayı diğer rüzgar türbinlerine göre daha az kullanılan, savonius tipi rüzgar çarkı incelenmiştir. Diğer rüzgar çarklarına göre; düşük rüzgar hızlarında iyi başlangıç karakteristiklerine sahip olması, yapımının kolay ve ucuz olması, rüzgarın yönünden bağımsız olması ve kendi kendine ilk harekete başlaması gibi üstünlüklere sahiptir. Düşey eksenli bir rüzgar çarkı olan, Savonius rüzgar çarkı 1925 yılında Finlandiya’lı bir mühendis olan Sigurd Savonius tarafından keşfedilmiştir. Sistem iki yatay disk arasına yerleştirilmiş ve merkezleri birbirine göre simetrik olarak kaydırılmış iki yarım

Page 301: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

250

silindirden oluşmaktadır. Savonius rüzgar çarkı; belirli bir hızla gelen rüzgarın etkisiyle, çarkı oluşturan silindirin iç kısmında pozitif ve dış kısmında negatif bir moment oluşması sonucunda pozitif moment yönünde dönmektedir. Deney amacı ile yapılmış Yelkenli Rüzgar Çarkı üzerinde yapılan gözlemler;

1.Dönerken yelkenlerin kolay açıldıklarını ve rüzgarı yakaladıklarını, 2.Ters yönde hareket esnasında tamamen kapandıklarını, 3.Çarkın rüzgarın yönünden etkilemediğini ortaya koymuştur.

Geliştirilen Savonius rüzgar çarkı; Darrieus rüzgar çarkı gibi diğer düşey eksenli rüzgar çarklarının ilk harekete geçirilmesinde yardımcı düzenek olarak, kırsal kesimlerindeki küçük güç ihtiyaçlarının karşılanmasında, küçük çiftlik ve bahçelerin sulama ve elektrik ihtiyacının karşılanmasında daha etkin bir biçimde kullanılabilir.

Anahtar Kelimeler: Savonius rüzgar çarkı, Yenilenebilir enerji, Yelken

Page 302: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

251

B5 Ekolojik Toplum 0003 / S52.

Brüksel Kenti’nde Ekolojik Ağın (Yeşil Ağ) Elemenlarını ve Çevre Değerlerini Korumaya Yönelik Eğitim Etkinlikleri-Kamu Ve Sivil Toplum Örgütleri DEMİREL Öner, PİRSELİMOĞLU Zeynep, SARIKOÇ Elif, ÖZDEMİR Buket Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Trabzon/Türkiye Amaç Toplumların uygarlık düzeyine koşut bir gelişme gösteren yeşil alan ve nitelikleri günümüzde bir yandan planlı gelişen kentlerin vazgeçilmez öğeleri olurken diğer yandan çağdaş kent kavramında sosyo-kültürel yaşam niteliğinin birer göstergesi durumuna gelmiştir. Peyzajın estetik değerinin ve açık hava rekreatif düzenlemelerin önem kazandığı kentlerde, ağaçlıklı alanlar-yeşil alanlar ve zengin biyolojik değere sahip olan alanlar, öncelikli ve koruma yaklaşımların ağırlık kazandığı bir önemde ele alınmaktadır. Sözü edilen “yeşil ağ”ın kendilerinden beklenen sosyal ve çevresel işlevleri yerine getirebilmeleri; uygun doğal ekolojik şartlar altında olmaları, faydalanmanın sürdürülebilir yönetim esasına göre yapılması ve yasal ve yönetsel açıdan doğal bir statüde tutulabilmesiyle olanaklıdır. Bu bütünsellik içindeki yaklaşımdan hareketle bütün canlı varlıklar için sunduğu işlevler nedeniyle çekim alanı olan ve bunun doğal sonucu olarak çeşitli ve yoğun kullanımlara sahne olan ve bozulmalara uğrayan “kentsel yeşil ağ” için koruma amaçlı bir planlama yaklaşımı yanında çevre değerlerini korumaya yönelik bilinçli bir toplumun-ekolojik toplumun da yaratılması hedeflenmelidir.

Yöntem-Gereçler Çalışma, Brüksel Kenti ve kırsalını da içine alan bir alanda gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada, Belçika’da Brüksel Kenti’nin sahip olduğu yeşil ağ hakkında bilgi verilerek, kentte kamu kurumları ile gönüllü sivil toplum örgütlerinin üstlendikleri çalışmaların tanıtımı yapılmaktadır. Ayrıca Brüksel Kenti’nde yeşil ağın bir parçası olan “Soignes” Kent Ormanın da rekreasyon, turizm ve eğitim etkinliklerinin genel bir tanıtımı yapıldıktan sonra bu etkinlikler sonucu duyarlı orman ekosistemlerinde yaşanan bozulma ve değişim süreci de ortaya konmuştur.

Page 303: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

252

Bulgular Bu kısımda, Brüksel ve Çevresi’nin sahip olduğu zengin çevresel ve biyolojik kaynak değerlerinin bozulmadan korunarak yenilenmesi için Brüksel Çevre Yönetimi Enstitüsü ile Çevre Bakanlığı’nın işbirliğinde gerçekleştirilen Doğal Rezerv Yönetim Anlayışı, Çalışma Ofisleri gibi kamu girişimleri yanı sıra toplumun çevresel kirlilikler ile yeşil alanların çevresel duyarlılıkları konularında inisiyatif üstlenebilecek sivil oluşumlar hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca, örnek çalışma alanı olarak belirlenen “Soignes Kent Ormanı”nda da rekreatif ve turistik amaçlı insan kullanımından kaynaklanan topraklarda gözlenen olumsuz fiziksel etkiler, su-gürültü-görsel ve hava kirliliği konularında da bilgi verilmektedir. Sonuçlar Günümüzde artık yoğun insan kullanımına sahne olan kentlerle, ekoloji arasında nasıl bir uyum yakalanabilir sorusuna cevap aranmaktadır. Kent planlamacıları ve kentin sosyo-ekonomik yaşamında söz sahibi farklı kesimlerin aktörleri, azalan ve kaybolan doğal değerleri kent içinde yeniden oluşturmanın gayreti içindedirler. Sürdürülebilir kent planlamasının ve çevre yönetiminin önündeki mali ve siyasi engelleri yıkma çabalarının ortak bir noktası vardır: görüş alışverişi yapan ve ortak çalışan kararlı insanların dinamizmi. Kentlerin insan uygarlıklarını sağlayan ve sonunda bu uygarlıkları kurtaracak işte bu insan enerjisi yoğunluğudur.

Anahtar Kelimeler: Soignes Ormanı, Orman Rekreasyonu, Eğitim Etkinlikleri, Orman Kirliliği, Kamu ve Sivil Toplum Örgütleri

Page 304: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

253

0029 / S53.

Çevre Sorunları Farkındalık Düzeyinin İrdelenmesine İlişkin Bir Ön Çalışma: Mersin Örneği GÖDELEK Ertuğrul Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü, Mersin Amaç İnsan yaşadığı çevreyi etkiler. Tüm canlılar arasında yaşadığı çevreye bu kadar etki yapan başka bir canlı yoktur. Çernobilde yaşananlar, yağmur ormanlarının her geçen gün yok olması, ozon tabakasındaki deliğin her geçen gün biraz daha büyümesi hep insan eliyle gerçekleşmiş olgulardır. İnsan sevdiğini korur, tanıdığını ve anladığını sever, bildiği şeyi tanır ve anlar. İşte bu nedenle bilmek ve farkında olmak hemen her şey için son derece önemlidir. Çevre sorunları konusunda farkındalık iki temel amaca hizmet eder: Birincisi insanın da içerisinde yaşadığı tüm yaşam çevresinin anlaşılmasını sağlar, ikincisi çevre sorunlarını çözme konusunda olumlu tutum gelişimini gerçekleştirir. Çevre sorunları hakkında bilgi sahibi olmak ya da çevre sorunlarından haberdar olmak günümüz insanı için yaşamsal bir önem arz etmektedir. Bu araştırmanın amacı, Mersin örneğinde değişik yaş ve eğitim grubunda yer alan deneklerin çevresel farkındalıklarını irdelemektir.

Yöntem-Gereçler Araştırmada 1200 denek yer almıştır. Araştırma yöntemi taramadır. Çevre anketi araştırma aracı olarak kullanılmıştır. Söz konusu anketle ilgili olarak geçerlik, güvenirlik çalışması ayrıca yapılmıştır.

Bulgular Eğitim, yaş, sosyo-ekonomik düzey değişkenlerinin çevresel farkındalığı arttırmadığı görülmüştür.

Sonuçlar Araştırma sonucunda, genel olarak deneklerin çevre sorunları hakkında yeterli düzeyde bilgi sahibi olmadıkları bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Çevre anketi, çevresel farkındalık

Page 305: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

254

C1 Temel Sağlık Hizmetlerine Ulaşılabilirlik 0127 / S75.

Sayısal Sağlık Verilerinin E-Planlama Sürecinde Değerlendirilmesi ve Sağlık Tesis Kararlarının Üretiminde Kullanılması AYDOĞAN Muhammed Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlik Fakültesi, Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü, İzmir Kent Planlama birçok disiplin tarafından üretilen bilgi ve kararların kesiştiği, bunların koordine edilerek kullanıldığı bir bilim dalı ve bir meslek alanıdır. Bu durum sadece temel planlama sorunlarının çözümü için ekonomi, istatistik, siyaset bilimi gibi alanlara duyulan ihtiyaç ile ilgili değildir. Aynı zamanda kentlerde her biri farklı ihtiyaçları karşılayan kullanımların, kentlinin ihtiyaç duyduğu alanlarda, büyüklüklerde ve ölçülerde sağlanması zorunluluğu ile ilgilidir. Onlarca farklı sektörü, yüzlerce farklı kullanımı barındıran kentlerin planlanması sırasında, bu kullanımların her birine duyulan gereksinim seviyesinin doğru tespit edilmesi, bu kullanımların gelişimleri için en uygun şekilde ve konumlarda yerleştirilmeleri gerekmektedir. Üstelik bu gereksinimlerin bugünün kenti için değil, plan hedef tarihinin, yani geleceğin kentleri için sağlanması gerekliliği düşünüldüğünde, analiz ve karar süreci çok daha karmaşık hale gelmektedir. Sağlık, eğitim ve sosyokültürel tesisler gibi devletin ve özel sektörün birlikte ya da bağımsız yatırımlar yaptıkları alanlarda bu sorun daha da büyümekte, kimi bölgelerde önerilen tesis miktarına yaklaşılamazken, kimi bölgelerde ihtiyaç fazlası olacak boyutta yatırım yapılmaktadır. Bu durumun klasik planlama yaklaşımı ile çözümlenmesi ise son derece zordur. Ancak son yıllarda gelişmiş ülkelerde kurulmaya çalışılan bir sistem olan e-planlama ile bu sorunun çözümüne yönelik büyük gelişleler kaydedilmiştir. e-Planlama: bilgi sistemlerinin planlama sürecine katılan tüm kurumlara etkin bir koordinasyon ile dâhil edilmesi ve çok çeşitli yeni teknolojilerin yarattığı ek olanaklar dikkate alınarak planlama sisteminin katılımcı bir yaklaşımla yeniden düzenlenmesi olarak tanımlanabilir. Yurtdışındaki birçok uygulama örneğinde e-Planlama olarak adlandırılan bu yeni bir sistem ile farklı kurumların ürettikleri verilerin planlama sürecinde daha etkin kullanımının sağlanmasıyla, geçmişte yapılması mümkün olmayan karmaşık analizlerin kolaylıkla yapılabildiği görülmektedir. e-Planlama sisteminin Türkiye’de ne ölçüde uygulanabilir olduğu, kurumların kullandıkları farklı verilerin hangi formatlarda ve hangi kanallarla paylaşıma açılabileceği, sürdürmekte

Page 306: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

255

olduğum doktora çalışması kapsamında sorgulanmaktadır. Hâlihazırda tamamlanma aşamasında olan bu çalışmayla, farklı kurumlarca üretilmiş çeşitli formatlardaki verilerin entegrasyonu ve planlama sürecinde kullanımı için, veri yapısının nasıl dönüştürülebileceği kurgulanmaktadır. Çok çeşitli alanlarda kullanılabilecek bu model için tez çalışması kapsamında farklı alanlardaki uygulamaların nasıl olabileceği tartışılmaktadır. Bu bildiri ile: yukarıda bahsi geçen e-planlama sistemi kapsamında, toplum sağlığına ilişkin olarak tutulan sağlık kayıtlarının planlama verileri ile nasıl ilişkilendirilebileceği tartışılmak istenmektedir. Sağlığa ilişkin veri üreten kurumlarda, verilerin formatı ve nitelikleri, bunların planlama sürecinde toplanan diğer verilerle ne şekilde koordine edilebileceği değerlendirilecektir. İzmir’den bir örnek alanda toplanan sağlık verilerinin, nasıl kent bilgi sistemine aktarılabileceği ve mekânsal olarak analiz edilebilir hale getirileceği, olası sonuç haritalarıyla gösterilecektir. Burada amaç, yapılabilecek farklı analiz olasılıklarını ve üretilebilecek yeni bilgilerin boyutlarını göstermek olacaktır. Sonuçta (tez kapsamında geliştirilen e-planlama modeli ile oluşacak veri entegrasyonunun küçük bir uygulaması yapılarak) bireysel sağlık verilerinin kentsel mekânda konumlandırılmasının, hem planlama sürecinde doğru yatırım kararlarının verilmesi, hem de kent sağlığı konusunda gerekli müdahale kararlarının verilebilmesi için sağlayabileceği olanaklar gösterilmeye çalışılacaktır.

Page 307: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

256

0146 / S76.

Kentler İçin Coğrafi Bilgi Sistem Tabanlı Sağlık Bilgi Sistemi Uygulaması: Trabzon Kent Örneği ÇOLAK Ebru Hüsniye*, YILDIRIM Volkan, AYDINOĞLU Arif Çağdaş KTÜ.Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü; GISLab 61080 Trabzon Gelişen dünyamızda yaşanan sosyal, ekonomik, çevresel ve teknolojik değişimler, sağlığı daha da önemli bir konu olarak gündeme taşımış ve sağlık hizmetleri yönetiminde sürdürülebilir politikaların belirlenmesini öncelikli bir gereksinim haline getirmiştir. 1999 yılında Rio Zirvesi’nde başlatılan ve ülkemizde 81 ilde hayata geçirilmesi düşünülen “Herkes için Sağlık” ve “Yerel Gündem 21” hedefleri doğrultusunda Sağlıklı Şehirler Projesi hazırlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün öncülüğünde hazırlanan projede, şehirlerde yaşanan sağlık sorunlarının önüne geçilmesi için girişimler başlatılmıştır. AB 6. Çerçeve ve Halk Sağlığı gibi uluslar arası programların ulusal Sağlık Bilgi Sistemi (SBS) oluşturulması gerekliliğini vurgulaması üzerine, Türkiye SBS projesi 2004 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılmıştır. TSBS ile amaçlanan toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi için Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin (BİT) sağlık alanında etkin ve verimli biçimde kullanımını sağlamaktır. Bu çalışmada amaçlanan, kent bazlı bütüncül yaklaşımlarla sağlık hizmetleri yönetim planlamasına katkıda bulunmaktır. TSBS’de kullanılacak Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) teknolojileri yardımıyla, sağlık bilgilerinin demografik verilerle harita tabanlı işlenmesi sonucu, karar verme mekanizmalarına destek sağlayacak sorgu ve analizler gerçekleştirilebilmektedir. Yapılan çalışmada, Trabzon kenti için yollar, mahalleler, bina ve nüfus dağılımı gibi kent dokusunu temsil eden konumsal veri katmanları dijital hale getirilerek, ArcGIS yazılımı ile CBS çalışma ortamında akıllı haritalara dönüştürülmüştür. Sağlık hizmetlerine yönelik çözüm sunmak amacıyla da, sağlık ocakları, hastaneler, dispanserler, poliklinikler, 112 sağlık merkezleri, özel muayenehaneler, eczane ve medikal vb. sağlık hizmeti sunan birimlerin; yeri, kullanım şekli, ambulans durumu, personel durumları ve yatak kapasitesi gibi bilgileri Trabzon kenti için kurulan CBS ile bütünleştirilmiştir. Trabzon kentinde CBS teknolojileri yardımıyla gerçekleştirilen sorgu ve analizler sonucu aşağıdaki bulgular elde edilmiştir;

1- 112 ambulans birimlerinin kent içindeki konumları ve kent içindeki yolların gün

içindeki yoğunlukları dikkate alınarak hesaplanan ortalama sürüş zamanları ile gerçekleştirilen kaynak tahsisi uygulamasında kentin batı kısmında bir, doğu kısmında en az iki adet ambulans konuşlandırılması gereği belirlenmiştir. Bu analizde bir ambulansın en etkin ulaşım zamanı 8 dakika olarak öngörülmüştür.

2- Trabzon Devlet Karayolu üzerinde, Pelitli Mevkiinde meydana gelen bir kazada olay yerine en yakın ambulansın yönlendirilmesi ve bu ambulansın yaralıları en yakın hastaneye ulaştırması için geçen süre (en yakın ambulans İnönü Mahallesi, en yakın hastane

Page 308: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

257

Üniversite Mahallesi Farabi Hastanesi) 26 dakika olarak belirlenmiştir. Kent içindeki yollara ait dönüş, tek yön, trafiğe kapalı yol ve kavşak bekleme süreleri gibi bilgiler dikkate alınarak gerçekleştirilen bu uygulamanın sonucu, 112 sağlık merkezi yerlerinin yeniden değerlendirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır.

3- Kent merkezinde sağlık ocaklarının konumu, mahalle nüfus yoğunlukları, görevli doktor sayıları ve günlük hasta muayene kapasiteleri dikkate alınarak gerçekleştirilen analizde ise, kentin batısında kalan 2 Nolu Beşirli Mahallesinde ve doğu kısmında kalan Kanuni Mahallesinde Sağlık Ocağı kurulması gereği belirlenmiştir. Bu çalışma ile sağlıkla ilgili planlamaların yapılmasında yönlendirici olarak, sağlık hizmeti sunan birimlerin dağılımının gösterildiği haritalar üretilmiştir. Var olan sağlık kuruluşlarının kent içindeki konumu ve kentin nüfus dağılımı konumsal olarak irdelenerek, sağlık kuruluşu gereksinimi olan yerlerin belirlenmesi için örnek çalışmalar yapılmıştır. Kentin var olan ambulans potansiyeli göz önüne alınarak, yerleşim yerlerine en kısa sürede ulaşılabilirliği sağlayacak analizlerle, ambulansların konuşlandırılacağı yerlerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Sonuç olarak; TSBS’nin alt bileşenlerinden biri olan Çekirdek Kaynak Yönetim Sistemi (ÇKYS) ile bütünleşik kurulabilecek CBS’nin, yatırım planlama, acil eylem planları gibi konularda sağlık hizmetlerinin yönetimine katkı sağlayabileceği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS), Sağlık hizmetleri yönetimi, Trabzon, Türkiye Sağlık Bilgi Sistemi (TSBS).

Page 309: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

258

C4 Okul Sağlığı 0084 / S49.

Türkiye'de Okul Sağlığı Bağlamında İlköğretim Binalarının Değerlendirilmesi YÜKSEL Şen*, TOKAY Semra**

* Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fak., Çevre Düzenleme Bilim Dalı, İstanbul ** Maltepe Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, İstanbul Toplumlar, sağlıklı ve iyi yetişmiş bireyler sayesinde güçlenirler. Ancak; insanların hayatını bedensel ve ruhsal bakımdan sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi, yaşamlarının her dönemini sağlıklı çevrelerde geçirmesine bağlıdır. Özellikle çocukların iyi bir insan olarak yetişmesi için gerekli olan temel bilgi ve becerilerini kazandığı 6 -14 yaşlarını kapsayan ilköğretim yılları, yaşamlarında belirleyici bir yer tutmaktadır. Bu dönemlerinde günlerinin büyük bir bölümünü geçirdikleri ilköğretim yapıları çocukların bedensel ve ruhsal açıdan gelişmelerinde önemli bir rol oynar. Ülkemizde, sekiz yıllık eğitimin zorunlu hale gelmesiyle ilkokul ve ortaokul eğitimleri birleştirilerek zaten sayısal olarak yetersiz olan binalarda, birbirinden farklı yaş gruplarında olan çocukların birlikte (aynı mekanlarda), eğitim görmelerine neden olmuştur. Sayısal yetersizliği gidermek ve yeni mekanlar oluşturmak için mevcut ilkokullarda; -Kat ilavesi ve -Ek bina yapımına veya -Tip okul projelerin yeniden yapımına gidilmiştir. Bu uygulama sonucunda, çocuğun gelişimine cevap vermeyen, içinde sadece sınıfların bulunduğu sağlıksız yapılar ortaya çıkmıştır. Ancak; mevcut binalara yapılan ilavelerin ve yeni yapılan tip binaların okul sağlığına uygunluğu tartışılmalıdır. Sağlıklı insan yetiştirebilmek için, sadece eğitim programları değil, eğitim binalarının kalitesine de dikkat edilmelidir. Bu amaca yönelik olarak; Türkiye’deki mevcut ilköğretim yapıları, niteliksel ve niceliksel açıdan değerlendirilerek; gelişme çağındaki çocukların hem bedensel hem de ruhsal sağlıkları üzerindeki etkileri irdelenmiştir. Yapılan alan çalışmasında, farklı gelir ve kültür gruplarına sahip olan İstanbul - Maltepe İlçesi’nde, tesadüfi örnekleme yöntemiyle seçilen ilköğretim okullarında, okul yöneticileri, rehber öğretmenler ve öğrencilerle görüşülmüş ve tespitler yapılmıştır. Elde edilen bulgular; mevcut ilköğretim yapılarında iç ve dış mekanların, nitelik ve nicelik açısından standartların altında olduğunu göstermiştir. Bu yetersizlikler, hem öğrenci hem yönetici hem de öğretmenleri olumsuz yönde etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: İlköğretim binaları, okul sağlığı, sağlıklı çevre

Page 310: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

259

0134 / S50.

Ankara’da Bir İlköğretim Okulu Öğrencilerinin ve Öğretmenlerinin ve Konu Uzmanlarının Okul Çevre Algısının Değerlendirilmesi TEMEL Fehminaz, SEVENCAN Funda, BOZTAŞ Güledal, VAİZOĞLU Songül, GÜLER Çağatay Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD, Ankara Giriş Çocuklar fizik, biyolojik ve sosyal çevreden önemli ölçüde etkilenen bir gruptur. Çevredeki birçok faktörün etkilemesine bağlı olarak çocuklarda önemli sağlık sorunları ortaya çıkabilmektedir. Çocuklar yaşamlarının önemli bir kısmını okul ve çevresinde geçirmektedir, bu yüzden okul ve çevresi, çevresel etmenlerden etkilendikleri önemli yerlerden biridir ve niteliğinin yükseltilmesi gereken özel bir çevre olarak ele alınmak zorundadır. Öğrencilerin ve öğretmenlerin okul ve çevresini nasıl algıladıklarını öğrenmek bu özgül bölgenin niteliğinin artırılması açısından yararlı olacaktır. Bu çalışmada; Ankara şehrinde, bir ilköğretim okulu öğrencilerinin, öğretmenlerinin ve konu ile ilgili uzmanların bu okul ve çevresini nasıl algıladıklarını değerlendirmek amaçlanmıştır.

Gereç – Yöntem Kesitsel tipte olan bu araştırmada, Ankara’da bir İlköğretim Okulu’nun 6., 7., ve 8. sınıflarında öğrenim görmekte olan 350 öğrencinin 325’ine (%92.8), okulda çalışan 38 öğretmenin 23’üne (%60.5) ve bu okulda iki yıldır bir proje kapsamında çalışmalar yapan üniversitede görevli 7 öğretim üyesine ulaşılmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından 9 Mart 2006’da gözlem altında anket yöntemiyle toplanmıştır. Ankette, öğrencilerin, öğretmenlerin ve konu ile ilgili uzmanların okul ve çevresini değerlendirmeleri için bazı özelliklere 1’den (olumsuz) 5’e (olumlu) kadar puan vermeleri istenmiştir. Bu puanlar toplanarak 11 konu ile ilgili toplam puan hesaplanmıştır. Alınabilecek en düşük puan 11, en yüksek puan ise 55’dir. Analizler SPSS 13.0 paket programıyla yapılmıştır. Analizlerde yüzde dağılımları ve ortalamalar arası farkın değerlendirilmesinde t-testi kullanılmıştır.

Bulgular Araştırmaya katılan öğrencilerin %46.6’sı erkek, %53,4’ü kadındır ve yaş ortalaması 13.03±0.94 yıldır (min=11, max=16). Öğretmenlerin %50’si, öğretim üyelerinin biri erkektir. Öğretmenlerin yaş ortalaması 38.9±1.6 yıldır (min=28, max=56). Okul ve çevresinin “düzenini” nasıl algıladıklarını değerlendirmek için birden beşe kadar puan vermeleri istendiğinde öğrencilerin %30.1’i (94 öğrenci) beş puan (düzenli), öğretmenlerin %34.8’i (sekiz öğretmen) bir puan (düzensiz), konu ile ilgili dört uzman ise üç puan vermiştir. Öğrencilerin %44.6’sı (135 öğrenci) okul ve çevresini gürültülü olarak değerlendirmiştir (1

Page 311: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

260

puan), öğretmenlerin %40.9’u (9 öğretmen) üç puan, konu ile ilgili uzmanların ise üçü bir puan vermiştir. Okul ve çevresinin temizliğine öğrencilerin %28.5’i (87 öğrenci) beş puan, öğretmenlerin %39.1’i (dokuz öğretmen) dört puan, uzmanların dördü ise üç puan vermiştir. Okul ve çevresi değerlendirmesinde “dostça” sorusuna öğrencilerin %30.1’i ve öğretmenlerin %30.4’ü beş puan, uzmanların ise dördü dört puan vermiştir. Öğrencilerin en olumlu algıladıkları üç özellik okulun geniş (%47.1), ılık (%38.0) ve düzenli olması (%30.1) iken, en olumsuz algıladıkları üç özellik ise okulun gürültülü (%44.6), kötü kokulu (%27.6) ve konforsuz olmasıdır (%27.2). Öğretmenlerin en olumlu algıladıkları üç özellik ılık (%34.8), dostça (%30.4) ve geniş olması (%21.7) iken, en olumsuz algıladıkları üç özellik ise okulun düzensiz (%34.8), gürültülü (%27.3) ve iyi dekore edilmemiş olmasıdır (%27.3). Konu ile ilgili uzmanlar belirtilen özelliklerin hiçbirini olumlu olarak değerlendirmemiştir. Okul ve çevresinin değerlendirilmesi için öğrencilerin verdikleri puanların ortalaması 31.19±0.63 (min=0, max=55), öğretmenlerin verdikleri puanların ortalaması 30.96±2.16 (min=12, max=51), konu ile ilgili uzmanların verdikleri puanların ortalaması ise 27.57±7.69’dur (min=13, max=35). Öğrenci ve öğretmenlerin okul ve çevresini değerlendirmek için verdikleri ortalama puanlar arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (t=0.095, p=0.924). Öğrencilerin okul ve çevresini değerlendirmek için verdikleri ortalama puanlarda cinsiyete göre anlamlı bir fark bulunamamıştır (t=0.915,p=0.361). Yorumlar Okul ve çevresinin öğrenci, öğretmen ve okulda çalışmalar yapan öğretim üyeleri tarafından nasıl algılandığını öğrenmek amacıyla yapılan bu çalışmada öğrencilerin, öğretmenlerin ve uzmanların algı farklılıkları dikkat çekmektedir. Öğrenciler ve öğretmenlere okul ve çevresini değerlendirmek için verdikleri ortalama puanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmasa da yüzde dağılımları farklı bulunmuştur. Algı konusunda yapılmış çalışmalar az sayıdadır ve bu konuda yeni çalışmalara ihtiyaç vardır. Algı konusunda yapılacak araştırmalar niceliksel verilerle de desteklenmelidir. Okul ve çevresi için yapılacak müdahale çalışmalarında öğrencilerin, öğretmenlerin ve konu ile ilgili uzmanların algılarının göz önüne alınması gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Çevre, Çevre Algısı, Okul, Öğrenci, Öğretmen

Page 312: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

261

0113 / S51.

Bursa İli Nilüfer İlçe Merkezinde Yer Alan Okullarda Gıda Satış Ve Üretim Yerlerinin Denetimi ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi SEÇKİN Rukiye Çetin, PALA Kayıhan, AKIŞ Nalan Uludağ Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Bursa Giriş Tüm dünyada yaygın olan gıda kaynaklı hastalıklar hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde büyüyen bir halk sağlığı sorunudur. Gıdalarla bulaşan hastalıklar sağlık risklerinin yanında bireysel, toplumsal ve ulusal düzeyde önemli ekonomik yük de taşımaktadır. Okullarda satılan ve sunulan gıda maddeleri öğrencilerin beslenmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Toplu gıda üretim ve tüketiminin yaygınlaşmasıyla gıda hazırlama ve tüketimi yapılan işyerleriyle buralarda çalışanların çevresel ve kişisel temizlik kurallarına uyma durumu ve hazırlanan ve tüketilen gıda maddelerinin insan sağlığına üzerine etkisinin önemi giderek artmaktadır. Gıdaların üretiminden tüketimine kadar tüm aşamalarda denetlenmesi gıda güvenliğinin sağlanmasında önemli bir adımdır. Bu çalışmanın amacı Nilüfer Merkez İlçesi’ndeki okullarda gıda üretim ve satış yerlerinin denetlenerek gıda güvenliği ile ilgili sorunların saptanmasıdır.

Gereç-Yöntem Çalışma kesitsel tiptedir. Araştırma evreni Nilüfer Merkez İlçesinde bulunan toplam 54 adet, mutfak, yemekhane ve/veya kantini olan, özel ve resmi kreş, anaokulu, ilköğretim okulları, lise ve dengi okullarla özel eğitim kurumlarıdır. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan bilgiler doğrultusunda tüm okullara denetleme ekibiyle 15 Ekim - 15Aralık tarihleri arasında gidilmiştir. Denetleme ekibi U.Ü.T.F.’ne bağlı olarak çalışan bir asistan doktor, Nilüfer Belediyesi Gıda Denetim Bürosu’nda çalışan bir veteriner doktor ve zabıta görevlilerinden oluşturulmuştur. Denetlemelerde 27/5/2004 tarihli ve 5179 sayılı kanunun bazı maddelerine dayanılarak hazırlanan yönetmelikte yer alan ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından yapılan denetimlerde kullanılmak üzere hazırlanan standart formlar kullanılmıştır. Bulgular Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan okullara ait listede yer alan 54 okuldan 4’ü geçici olarak gıda ile ilgili hizmet vermediğinden çalışma dışında bırakılmıştır. Toplam 50 okulda gıda üretimi ve satışı yapılan 71 işyeri denetlenmiştir.

Page 313: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

262

Bu denetimlerin sonunda kantinlerin 9’u (%31,0), mutfakların 1’i (%4,8), yemekhanelerin 1’i (%5,6) ve hem yemekhane hem de kantin olarak hizmet veren işyerlerinin 2’si (%66,7) uygun olarak değerlendirilmiştir. Gıda ve Gıda ile Temasta Bulunan Madde ve Malzemeleri Üreten İşyerlerine Ait Kontrol ve Denetim Formu kullanılarak denetlenen 28 iş yerinden 23’ünde (%82,1) en az bir uygun olmayan durum saptanmıştır. 19 işyerinde (% 67,8) personel hijyeni, 15(%53,6) işyerinde ise işletme içi koşullarında eksiklik bulunmuştur. Gıda Satış ve Toplu Tüketim Yerlerine Ait Kontrol ve Denetim Formu kullanılarak denetlenen 43 işyerinden 35 (%81,4) işyerinde en az bir eksiklik saptanmıştır. Bunlardan 24’ünde(%55,8) personel hijyeni ile ilgili konularda, 23 (%53,5) işyerinde ise gıda güvenliği, 17 işyerinde (%39,5) ise işyeri hijyenine ilişkin eksiklikler saptanmıştır. Araştırmaya dahil edilen okullardaki 71 işyerinde çalışan 215 kişinin 116 sı (%54,0) kadın, 99’u (%46,0) erkektir. Çalışanların yaş ortalaması 35,7± 9,4 (17-59)dır. Çalışanlardan 156 kişinin (%72,6) sağlık karnesinin olduğu 59 kişinin (%27,4) olmadığı görülmüştür. Sağlık karnesi olanlardan 36 kişinin (%23,1) portör muayenesinin zamanında yapılmadığı saptanmıştır. Çalışanların %42,3’ü ilkokul mezunu ve %39,1’i 30-39 yaş grubunda yer almaktadır. Son bir yılda iş yerlerinin yalnızca 13’ü (%18,3) denetlenmiştir.

Sonuç İşyerlerinde genel olarak personel hijyeni, gıda güvenliği ve işyeri hijyenine ilişkin eksiklikler saptanmıştır. Saptanan eksikliklerin çoğu yapılacak denetimler ve eğitimler sonunda düzeltilebilecek özelliktedir. Bu konuda sektörler arası işbirliği sağlanmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Gıda Güvenliği, Okul Sağlığı, Gıda Denetimi

Page 314: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

263

C5 Sağlıklı Yaşlanma 0077 / S14.

Yaşlı Sağlığı Örgütlenmesi Model Önerisi GİRAY Hatice*, MESERİ Reci*, SAATLI Gül*, YÜCETİN Nuray**, AYDIN Pınar***, UÇKU Reyhan*

* Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dal ** İzmir Konak Sağlık Grup Başkanlığı ** İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Tülay Aktaş Meme Tanı Merkezi Giriş Dünyada toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranı artmaktadır. 1950 yılında dünya nüfusunun %8.1’i, günümüzde ise yaklaşık %10’u 60 yaş ve üzeridedir. 2050 yılında bu oranın %22.1’ye çıkacağı belirtilmektedir. Türkiye’de 2000’de yaşlı oranı %5.7 iken, 2050’de %20.0 olacağı öngörülmektedir. Nüfusun yaşlanmasının, yaşlıların sağlık gereksinimlerinin artmasının yanında toplumsal alanda ekonomik ve sosyal birçok sonuçları bulunmaktadır. Yaşlanma salt gelişmiş ülkelerin sorunu değildir. Şu anda yoğun genç nüfusa sahip olan az gelişmiş ülkeler, yakın gelecekte bu genç nüfusun yaşlanmasıyla çok daha geniş bir yaşlı nüfusla karşı karşıya kalacaklarından, yaşlılar için bir örgütlenme modeli geliştirmelidir.

Amaç Türkiye için yaşlı sağlığına ilişkin bir örgütlenme modeli oluşturmaktır.

Yöntem Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı doktora öğrencileri ve bir öğretim üyesi, 2005–2006 güz döneminde “Yaşlı Sağlığı” dersi kapsamında yaptıkları grup çalışması sonucu Türkiye’de yaşlı sağlığına ilişkin örgütlenme modeli oluşturmuştur.

Bulgular Oluşturulan modelin amacı sağlığın geliştirilmesi, yaşlılığa ilişkin risk etmenlerinin ortadan kaldırılması ile hastalık ve engelliliğin önlenmesi, hastalıkların erken tanısı, sağaltımı ve esenlendirmenin yanında yaşlının sosyal açıdan da desteklenmesidir. Modelin temel özellikleri aşağıda özetlenmiştir:

• Merkezi olarak planlanmalı, ulusal sağlık sistemi ile bütünleşmiş olmalıdır. Temel kurum sağlık ocakları olmalı, verilecek hizmetin kapsamına ve yaşlının sevk edilmesine hekim, ebe, sosyal hizmet uzmanı, aile ve yaşlı birlikte karar vermelidir.

Page 315: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

264

• Verilen hizmetin ulaşılabilirliği ve sürekliliği sağlanmalıdır. Hizmet tüm yaşlıları kapsamalı ve sevk zincirine uyulduğu koşullarda ücretsiz olarak sunulmak üzere tamamen vergilerle finanse edilmelidir.

• Planlanan hizmetin ülkenin ve ailenin kültürel yapısı ve içinde bulunduğu koşullara uygun olması sağlanmalıdır.

• Sağlık hizmetleri ile sosyal hizmetler Sağlık Bakanlığı ile Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü’nün eşgüdümünde bütüncül olarak sunulmalı ve hazırlanmalıdır.

• Hizmetin kapsamı: Hizmet öncelikle “evde bakım” temelli olmalıdır. Evde sağlık bakımı sağlık ocakları tarafından yürütülmelidir. Yıllık izlem sayısı risk etmenlerine ilişkin ölçütlerle, en az riski olanlara yılda iki kez olacak şekilde belirlenmelidir. Kayıt için kişisel sağlık fişi ve yaşlı izlem kartı kullanılmalıdır. Sosyal bakım Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü tarafından birinci basamak sağlık kurumları ile birlikte planlanmalı ve sağlanmalıdır. Sosyal hizmet kapsamındaki hizmetler aylık, haftalık ve günlük yoğunluğuna göre belirlenmelidir. Bu hizmetler günlük yaşam aktivitelerine, günlük kişisel bakım ve temel gereksinimlere yönelik olmalı, eğitim almış bakıcılar tarafından verilmelidir. Evde sosyal bakımı sağlayan ailelere devlet tarafından “vergi indirimi” ya da para yardımı yapılmalıdır. Evde bakımın sağlanamadığı durumlarda, öncelikli grup ölçütleri gözönünde bulundurularak yaşlıların uyum sağlayabilecekleri bakımevi/huzurevi/yaşlı siteleri gibi alternatif yaşam alanları oluşturulmalıdır. Akılsal ya da fiziksel açıdan gereksinim duyulduğunda uygun hastane koşulları sunulmalıdır. Bunların yanı sıra Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü, belediyeler ya da gönüllü kuruluşlar tarafından yapılandırılmış “sosyal etkinlik merkezleri” kurulmalıdır.

• Ekip: Verilecek hizmetlerin kapsamı ve sunumunda temel görevliler hekim, ebe ve sosyal hizmet uzmanıdır. 2-4 sağlık ocağının gereksinimlerinin karşılayan fizyoterapist, diyetisyen, psikolog üst bir sağlık merkezinde çalışmalıdır. Yaşlı bakımı hizmetleri sağlık çalışanlarının lisans ve hizmet içi eğitimleriyle bütünleşmiş olmalıdır.

Sonuç Yaşlı sağlığı hizmetlerinin salt süregen hastalıkların izlemi olarak ikinci ve üçüncü basamakta, “gelene hizmet” mantığı ile yürütülemeyeceği bir gerçektir. Yaşlı bakımı sağlık-sosyal bakımı içermeli ve temelde birincil sağlık hizmetleri kapsamında, eşitsizliklerin engellenmesini sağlayan yasal düzenlemeler ve oluşumlarla kurgulanmalıdır.

Anahtar Kelimeler: yaşlı, sağlık örgütlenmesi, sosyal hizmet

Page 316: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

265

0095 / S36.

Sağlıklı Yaşlanmaya Yönelik Mimari Tasarım İlkelerinin İrdelenmesi YÜKSEL Şen Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Çevre Düzenleme Bilim Dalı, İstanbul

Günümüzde, tıp ve sağlık alanındaki gelişmeler ortalama ömür süresini uzatmış, bu durum yaşlı nüfusunun giderek artmasına neden olmuştur. Tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de yaşlı nüfus artmaktadır. Ancak ülkemizde, bu sayısal artışa karşın yaşlı bireylerin günlük yaşamlarında, konutlarına ve kentsel mekanlara ilişkin pek çok sorunları ortaya çıkmaktadır. Yaşlanma sürecinde, zamana bağlı olarak ortaya çıkan fiziksel, psikolojik ve fonksiyonel değişimler, bireylerin eski yaşam koşullarını etkileyerek, çevreye uyumlarını güçleştirmektedir. Gerekli önlemler alınmadığı zaman, belirli bir yaştan sonra yetenekleri azalmış olan bu insanlar, ruhsal ve fiziksel sağlıklarını da kaybetmeye başlamaktadır. Günümüzde, bu durum hem yaşlanan bireyler hem de toplum için bir sorun olmakta ve bu sorunları önleyici çözümlerin alınması gerekmektedir. Bireylerin yaşamlarını sağlıklı olarak sürdürebilmeleri için fiziksel, psikolojik ve fonksiyonel kayıplarına uygun olarak tasarlanmış ortamlara gereksinimleri vardır. Toplumsal yapımızdaki değişmeler toplumun en küçük birimi olan aileyi etkilemiş, özellikle büyük kentlerde, geleneksel geniş aile tipi, küçük çekirdek aile tipine dönüşmüştür. Aile tipinin değişmesi yaşlıların aile içindeki eski yerlerini kaybetmesine neden olmuştur. Çekirdek aile tipinin özellikleri yaşlıların aileleriyle oturmasını güçleştirirken, yaşlıların da bağımsız yaşamaya eğilimleri olduğu belirlenmiştir. Ancak, ekonomik yetersizlikler ve yardıma gereksinim duymaları çoğu zaman yaşlı bireylerin yalnız oturmalarını da olanaksız hale getirmektedir. Bu noktada yaşlılara çeşitli alternatifler sunmanın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de kentsel mekanlarda, konutlarda ve yaşlı konutlarında yaşlılara yönelik düzenlemelerin nitelik ve nicelik bakımından yetersiz olduğu görülmektedir. Oysa yaşlı gereksinimleri gözardı edilmeden yapılan tasarımlar, bireylerin yaşam kalitesini korurken sağlıklı yaşlanmalarına neden olacak, başkalarına bağımlı olma ve kazalar gibi istenmeyen durumların ortaya çıkmasını da önleyecektir. Dünya Sağlık Teşkilatının önerdiği “sağlıklı yaşlanma” hedefine ulaşabilmek için, sosyal hizmetler, sağlık hizmetleri ve mimarlık gibi konuyla yakın ilişkili bilim dallarının bu konuda önlemler alması gerekmektedir. Kentsel mekanlarda ve mevcut konutlarda yaşlılara yönelik düzenlemeler, gereksinimlere uygun tasarlanmış yaşlı konutları mimarlık alanında yapılacak önemli çalışmalardır. Bu çalışmada sağlıklı yaşlanmaya yönelik olarak;

• kentsel mekanlardaki çevre düzenlemelerinde, • konutlarda ve • yaşlı konutlarındaki mimari tasarım ilkeleri ortaya konacaktır. Önerilen

çözümler, yurt içi ve yurt dışı örnekler içinde değerlendirilerek, irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Kentsel mekan, mimari tasarım, sağlıklı yaşlanma.

Page 317: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

266

C6 Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık 0024 / S10.

Bir Grup Üniversite Öğrencisinin Beslenme Alışkanlıkları ve Etkileyen Faktörler (2003) TELATAR Tahsin Gökhan*, ÜNER Sarp*, BEYHUN Nazım Ercüment** * Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara ** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Erzurum Giriş Sağlıklı beslenme, sağlığı geliştirme kavramının temel taşlarından birisidir. Genç yaşlarda edinilecek sağlıklı beslenme bilgisi ve davranış kalıpları kişinin bütün yaşamında sağlığının en üst seviyede olmasına katkı sağlamaktadır. Bu araştırmada, Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı dört yüksekokulda öğrenim gören öğrencilerin beslenme alışkanlıklarının ve etkileyen faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır.

Yöntem ve Gereçler Tanımlayıcı tipteki araştırmanın evrenini 1357 öğrenci oluşturmaktadır. Bir örneklem belirlenmemiş, ulaşılabilen öğrencilerin tamamından yapılandırılmış bir anket formu aracılığıyla bilgiler toplanmıştır. Dört farklı yüksekokuldan 929 (%68,5) öğrenciye ulaşılmıştır. Değişkenler arasındaki ilişkilerin istatistiksel açıdan değerlendirilmesi t-testi ve varyans analizi kullanılarak yapılmıştır. Katılımcıların beslenme özellikleri ile ilgili verdikleri cevaplardan bir “olumsuz beslenme puanı” oluşturulmuştur. Puanlar 0-10 arasında değişmekte ve düşük puan "olumlu" beslenme alışkanlığını göstermektedir. Puanların hesaplanmasında katılımcıların; düzenli beslendiğine inanma, her gün üç öğün besini düzenli olarak tüketme, düzenli olarak kahvaltı etme, öğün aralarında atıştırma durumları, öğlen yemeğini nereden yediği ve bazı temel besin gruplarını (süt, ekmek,tahıl, sebze-meyve ve zararlılar grupları) ne sıklıkta tükettikleri değerlendirilmiştir.

Bulgular Araştırmaya katılan 929 öğrencinin yaş ortalamaları ve standart sapmaları 22,1±2,0 yıl olarak hesaplanmıştır. Katılımcıların %89,0’ı kadındır ve %12,8’i herhangi bir sağlık güvencesi

Page 318: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

267

olmadığını belirtmiştir. Yüksekokul öğrencilerinin %25,2’si halen sigara kullandığını, %30,8’i çeşitli sıklıklarda alkol kullandığını belirtmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin %69,2si düzenli olarak beslendiklerine inanmadıklarını, %30,2’si hiç fizik egzersiz yapmadığını, %65,3’ü hergün düzenli olarak üç öğünü tüketmediklerini, %83,1’i öğünler arasında abur-cubur atıştırdığını ve %15,6’sı düzenli olarak kahvaltı yapmadığını belirtmiştir. Katılımcıların %41,1’i ideal kilosunda olduğunu düşündüğünü, %47,0’ı da fiziksel ve ruhsal yönden kendilerini çok iyi olarak değerlendirdiğini belirtmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin “olumsuz beslenme puanı” ortalaması 7,6±1,3 olarak hesaplanmıştır. Fiziksel ve ruhsal yönden kendisini çok iyi olarak değerlendiren, her gün ya da gün aşırı fizik egzersiz yapan, alkol kullanmayan, sigara içmeyen ve ideal kiloda olduğunu belirten öğrenciler daha düşük “olumsuz beslenme puanı” almışlardır ve gruplar arası farklılık istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Katılımcıların yaşları, cinsiyetleri ve beyanlarına göre hesaplanan beden kitle indeksleri ile, “olumsuz beslenme puanları” arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Sonuç Yüksekokul öğrencilerinin sağlıklı beslenme davranışları göstermedikleri saptanmıştır. Sigara alkol kullanmama, fiziksel egzersiz yapma gibi sağlığı geliştirme davranışlarına sahip olanların daha dengeli ve yeterli beslendikleri görülmüştür. Anahtar Kelimeler: beslenme, sağlığı geliştirme, üniversite öğrencisi

Page 319: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

268

0197 / S11.

Toplu Beslenme Hizmeti Veren Bazı Kurumların TS 8985’e Göre Değerlendirilmesi: Konya İli Örneği AKTAŞ Nazan, ÖZDOĞAN Yahya Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Beslenme Eğitimi Anabilim Dalı, Konya Giriş Bu araştırma, Toplu Beslenme Hizmeti (TBH) veren özel ve devlet kurumların genel özelliklerini ve TS 8985’e göre taşımaları gereken bazı kuralların uygulanma durumunun belirlenmesi amacıyla planlanıp yürütülmüştür.

Gereç-Yötem Araştırma Konya İlinde rasgele seçilen ve araştırma izni alınan, 16 Toplu Beslenme Hizmeti veren kurum üzerinde yapılmıştır. Toplu Beslenme Servisi (TBS) yönetici diyetisyeni olan kurumlarda diyetisyen ile olmayan kurumlarda ise TBS’den sorumlu çalışanlarla gözlem yapma ve yüz yüze görüşme yönetimiyle Ocak 2006 tarihinde uygulanan anket formu aracılığıyla toplanan veriler TS 8985’de yer alan bazı kurallar açısından değerlendirilmiştir. Verilerin istatistiksel çözümlenmesinde SPSS (10.0) paket programından yararlanılmış olup, frekans- yüzde (%) dağılımı ve aritmetik ortalamalar alınmıştır.

Bulgular Araştırmaya alınan, TBH veren kurumlarda çalışan ortalama (x ) personel sayısı 18.6, TBH yararlanan ortalama birey sayısı ise 1058.4’dür.Çalışanların, %50.0’ının ilkokul,%31.2’sinin ortaokul, %12.5’inin alanla ilgili liseden, % 6.3’ünün ise 2 yıllık yüksek öğretim kurumundan mezun oldukları belirlenmiştir. Kurumların, tamamında kuru depo, % 87.5’inde soğuk depo, % 93.7’sinde de temizlik malzemeleri için ayrı bir depo vardır. TS 8985’de yer alan çalışanlarla ilgili kurala göre “Bulaşıcı salgın hastalıkları bulunmadığına ve bulaşıcı salgın hastalık taşıyıcısı olmadığına dair sağlık raporu almalı ve bu rapor her üç ayda bir yenilenmelidir” kuralına, araştırmamızda yer alan kurumlarda çalışan personelin %37.5’inin portör muayenesini 3 ayda bir yaptırarak uyduğu %62.5’inin ise portör muayenesini 6 ayda bir yaptırarak ilgili kurala uymadıkları belirlenmiştir. Araştırmamız da yer alan kurumlarda çalışan personelin %43.0’ına hizmet içi eğitim verilmemektedir. Mutfak ve yemekhane çalışanlarının, çalışırken giydikleri üniformalarının temiz olmadığı gözlenmiş olup yalnız %6.3’ü her gün üniformasını değiştirmektedir. TS 8985’de “Çalışanlar iş kıyafeti giymeli, mutfakta çalışanların en az iki takım beyaz iş kıyafeti bulunmalıdır” kuralını uygulama oranı %43.7’dir. Kurumlarda, hijyen ve sanitasyon ile ilgili afiş, broşür, resim bulundurma oranı devlete ait kurumlarda %54.5 iken bu oran özel kurumlarda %60.0 olup birbirine yakın oranlardadır. Devlete ait kurumlarda çalışan personelin, %54.5’i, özel

Page 320: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

269

kurumlarda çalışan personelin ise tamamının mutfak ve yemekhane alanlarında ayrı ayakkabı kullandıkları belirlenmiştir. Kurumların %18.7’si standart yemek tarifleri kullanmaktadır. Sonuç Bu araştırmada, TBH kurumların genel durumları tartışılmıştır. Halk sağlığında önemli bir konu olarak karşımıza çıkan toplu beslenme, kentleşmeyle önemi giderek artan bir sektördür. Gıda mühendisi, beslenme uzmanı, kimyager, aşçı, servis elemanı gibi birçok meslek grubunu istihdam eden toplu yemek sektörünün sorunlarına halk sağlığı açısından öncelik verilmelidir. Bu araştırmadan elde edilen veriler doğrultusunda, toplu beslenme hizmetlerinin başarısı, yöneticilere ve çalışanlara uzman kişiler tarafından sık aralıklarla hizmet içi eğitim verilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Kurumlarda standart yemek tarifesi kullanma oranının düşük olduğu belirlenmiş olup, hizmet içi eğitim kapsamında standart yemek tarifesi kullanmanın yararları konusuna da değinilmesi gerekmektedir. Alanla ilgili okullardan mezun olanların TBH veren kurumlarda istihdam edilmesine öncelik sağlanmalıdır. Kurumlar, HACCP, ISO 9000 TSE standart belgesi vb. almaya da özendirilerek kamu kurumlarınca yapılan denetlemelerin işlevselliğine de özen gösterilmelidir. Anahtar Kelimeler: Toplu beslenme, Halk Sağlığı, Hizmet İçi Eğitim

Page 321: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

270

C8 Hasta Hakları 0061 / S24.

Hasta Yakınlarının Hakları Konusundaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi YILDIRIM Ayşegül*, GÖZÜ Hülya**, SARGIN Mehmet**, ORBAY Ekrem** * Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Kartal-Cevizli-İstanbul **Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Ve Araş. Hast. Kartal-İstanbul Hasta hakları alanında uluslar arası ölçekte yaşanan gelişmeler; ülkemizde Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunundaki değişiklikler ile Hasta Hakları Yönetmeliği ve Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Yönergesinin uygulamaya girmesi; hak kullanımı konusunda giderek artan toplumsal bilinç ve duyarlılık ve sivil toplum örgütlerinin konuya sahip çıkmaları nedeniyle hasta hakları, öncelikli bir toplumsal gündem maddesi haline gelmiş bulunmaktadır. Oysa hastası ile beraber aynı davranışlarla karşı karşıya kalarak sıkıntı çeken ve hastalara eşlik eden yakınlarının hakları göz ardı edilmektedir. Araştırmanın amacı hasta yakınlarının, hakları konusundaki tutumlarının ve bilgi düzeylerinin belirlenmesidir. Şubat – Mayıs 2005 tarihleri arasında, Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi diyabet polikliniğine hastası ile birlikte başvuran ve çalışmayı kabul eden 165 hasta yakını çalışma kapsamına alınmıştır. Araştırmacılar tarafından hazırlanmış, 15 sorudan oluşan, hasta yakını hakları konusunda bilgi ve tutumlarını ölçen bir anket formu uygulanmıştır. Hasta yakını hakları araştırma formu(HAYAF) adı verilen ve evet, hayır olmak üzere 2 seçenekten oluşan bu formda en iyi puan 15, en kötü puan ise 0 olarak nitelendirilmiştir. Araştırmada, hasta yakınları ortalama bekleme sürelerinin 22±5.7 dakika olduğunu, hastalarının hekimin yanında kalma süresinin 15±4.7 dakika olduğunu belirtmişlerdir. Hasta yakınlarının %88.9’u kendilerine ve hastalarına ilgi, alaka, güler yüz, anlayış, saygı, itina ve ihtimam gösterildiğini belirtmişlerdir. Fakat, ne hastalarının, nede kendilerinin hasta hakları konusunda kurs veya seminer vb gibi bir eğitim almadıklarını belirtmişlerdir. Hasta yakınlarının hasta hakları konusundaki HAYAF ortalaması 7.00±2.00 olarak belirlenmiştir. Hasta yakınları, 40 yaş üstü ve altı olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Yaş grupları göre HAYAF ortalamaları açısından istatistiksel olarak önemli farklılığın olduğu (F=7.45,p<0.05) tespit edilmiştir. Araştırmada 40 yaş ve daha üstü hasta yakınlarının hasta hakları bilgisi konusundaki HAYAF skor düzeyleri (6.00±3.00), 39 yaş ve altı hasta yakınları grubundan (10.00±2.00) daha düşük çıkmıştır. İki ortalama arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur.(t=4.76; p<0.05). Eğitim seviyesi lise ve üstü olanların HAYAF ortalama skorları (9.00 ±1.00), orta okul ve daha alt seviyede eğitimli(5.00 ± 2.00) olanlara göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek

Page 322: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

271

bulunmuştur. (t=18.91, p<0.001). Cinsiyete göre HAYAF ortalama skorları değerlendirildiğinde; kadınların ortalama HAYAF skorları (10.00±2.00) erkeklerinden (7.00±3.00) istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur(t=6.30, p<0.001). Araştırmanın sonuçlarına göre; 39 yaşından daha genç olanların, lise ve üstü eğitimlilerin, kadınların, hasta yakını hakları konusunda, diğer gruba oranla daha bilgili olduğu saptanmıştır. Hasta yakınlarının, hasta hakları ve kendi hakları konusunda eğitim alabilmeleri için hastanelerde veya birinci basamak sağlık hizmetleri kapsamında, eğitim verme amaçlı hasta okullarının kurulması olumlu bir adım olacaktır. Bilgilendirilmiş hasta ve yakını hem kendi hakkına sahip çıkabilecek olgunluğa erişecek, hem de sağlık çalışanlarının haklarına saygı duyacaktır.

Anahtar Kelimeler: Hasta hakları, Hasta Yakınları, HAYAF.

Page 323: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

272

C9 Kentlerde Sağlık Hizmeti Sunumu 0039 / S77.

Sağlık Hizmeti Sunumunda Görünmeyen İki Aktör: Hasta Yakını ve Kent Mekanı OKTEN Ayse Nur, EVREN Yiğit Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul Giriş Ülkemizde sağlık sektöründe yer alan çeşitli aktörler ve rollerinin yönetmeliklerde detaylı bir biçimde tanımlanmasına karşın, sağlık hizmetlerinin sunumuna informel ve/veya dolaylı yoldan eklemlenen bazı aktörler bu tanımlamaların dışında kalmaktadır. Hasta yakını ve hastanelerin yakın çevresini oluşturan kent mekanı, sağlık sektörü için formel yoldan kurulan organizasyonların yeterince araştırılmamış ve “görünmez” iki elemanıdır (aktörüdür). Hasta yakını kamu hastanelerinin kaynak, personel vb. açılardan yetersiz kaldıkları durumlarda, yasa ve yönetmeliklerde tanımlı olmayan, ancak ona toplumsal olarak atfedilmiş önemli görevler üstlenmektedir. Refakatçi ve diğer hasta yakınları tedavi süresince, yatan hastanın çeşitli sağlık birimleri arasındaki transferlerine yardımcı olur; günlük bakımı ile ilgili hizmet ve malzeme ihtiyaçlarını karşılar; hastanedeki bürokratik işlemlerini yürütür ve gerektiğinde, ameliyat sırasında kullanılan malzemeler ile çeşitli bakım ürünlerini temin eder. Bu durum, büyük operasyonlar yapılan, hasta sayısı çok ve ortalama kalış süresi uzun olan, çeşitli uzmanlaşmış teşhis ve tedavi hizmetlerinin verildiği kamu hastanelerinin, özellikle yardımcı personel açığının olduğu durumlarda, çevrelerindeki kentsel mekan ile etkileşime girmelerine neden olmaktadır. Hasta yakını sağlık hizmetine destek işlevini çoğu zaman hastane yakın çevresindeki, medikal olarak anılan perakendeciler, eczaneler ve laboratuarlar gibi çeşitli birimlerden mal ve hizmet satın alarak yerine getirmektedir. Bu ilişkide hastane giriş-çıkış noktalarının, trafik ışıklarının, yaya geçitlerinin, kentsel mekan dokusunun ve topografyanın belirleyici rol oynadığı gözlemlenmektedir. Özellikle yaya erişebilirlik mesafesi içindeki medikal yer seçimi bu fizik mekan faktörlerine göre oluşmaktadır. Böylece, kent mekanı hastanedeki sağlık hizmeti sunumuna farklı bir biçimde katılmaktadır. Gereç-Yöntem Bu bildiride İstanbul Çapa’da, İÜ Tıp Fakültesi Hastanesi ile yakın çevresindeki kentsel mekanın ve buradaki medikallerin hasta yakını üzerinden etkileşimi incelenmektedir. Hasta yakınlarının davranışları ve sağlık hizmeti sunumundaki rolleri, bu hastanenin bir cerrahi kliniğinde üç ay süre ile gerçekleştirilen bir alan araştırmasıyla gözlemlenmiş ve elde edilen bulgular daha sonra yapılan derinlemesine görüşmelerle desteklenmiştir. Kent mekanı ise hem fiziksel öğeler, hem de ekonomik birimlerin tespiti yoluyla incelenmiştir. Bu süreçte hastane

Page 324: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

273

yaya erişim mesafesi içinde kalan bölgede bir tespit çalışması gerçekleştirilmiş ve mevcut medikallerin tümüyle anket yapılmıştır. Araştırma bulguları, hasta yakınıyla ve mekanla ilgili olan veriler şeklinde iki grupta toplanabilir: Hasta yakınları hastanede bulundukları sürede ondan fazla değişik görev üstlenmektedir. Bunlar yaşa ve cinsiyete göre farklılaşmaktadır. Öte yandan, hastane çevresinde 6.3 hektarlık bir alanda 40 adet medikal bulunmaktadır. Bu medikallerin yer seçimi nedenlerinin başında hasta yakınının erişebilme mesafesi içinde olmak gelmektedir. Sonuç Araştırmanın temel bulgularını iki açıdan değerlendirmek mümkündür. Örgüt kuramı açısından ele alındığında hasta yakını ve kentsel fizik mekan öğeleri, medikal perakendecilerin hastanenin hizmet sunumuna katılmasını sağlamaktadır. Böylece, bu iki aktör hastanelerin resmi organizasyon şemalarında görünmeyen bir rol üstlenmektedir. Yığılma teorileri ve kentsel mekanın oluşumu açısından bakıldığında ise, hasta yakını ve kentsel fizik mekan öğeleri bu kez perakende ticaretin yer seçimini etkileyerek yığılmasını sağlayan bir kuvvet olarak karşımıza çıkmaktadır.

Anahtar Kelimeler: hasta yakını, kent mekanı, medikaller, organizasyon, yığılma

Page 325: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

274

0041 / S78.

Yaşlılarda 112 Acil Sağlık Hizmeti Kullanımı DÜNDAR Cihad, SÜNTER Ahmet Tevfik, CANBAZ Sevgi, ÇETİNOĞLU Erhan Çetin Ondokuz Mayıs Üniversitesi 21.yüzyılın ilk yarısında 65 yaş ve üzeri dünya nüfusunun üçe katlanması beklenmektedir. Birçok sağlık sisteminin majör önceliklerinden biri de yaşlı hastalara verilecek sağlık bakımıdır. Bu tanımlayıcı çalışmada, Samsun ili 112 Acil Hizmetleri Komuta Merkezi 2004 yılı kayıtları incelenerek, ambulans çağrısı sonucunda tedavi edilen ve/veya nakil yapılan tüm olgular içinde 65 yaş ve üzeri olgular çalışma kapsamına alınmış; toplanan veriler cinsiyet, yaş, başvuru saati, mevsim, öntanı ve sonuçlara göre değerlendirilmiştir. 2004 yılında yapılan 9015 başvurunun 2210’unu (% 24.5) 65 yaş ve üzeri olgular oluşturmuştur. 112 acil kullanım hızı 26/1000 kişi/yıl ile en yüksek oranda yine bu yaş grubuna aittir. Yaşlılarda acil çağrıların kış aylarında ve mesai saatleri dışında daha yüksek olduğu; kardiyovasküler, nörolojik ve respiratuvar problemlerin ilk üç başvuru nedenini oluşturduğu, başvuruların dörtte üçünün hastaneye nakil ile sonuçlandığı saptanmıştır. Bu veriler sürekli artan yaşlı populasyonun sağlık gereksinimlerinin daha nitelikli çözüme kavuşturulması için 112 acil başvurularının sürekli monitörize edilmesi ve sağlık planlayıcılarına ışık tutması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: 112, Acil, Ambulans, Yaşlı

Page 326: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

275

0057 / S79.

Sağlık Hizmetlerinin İmar Planlarında Oluşturulma Biçimine Yönelik Bir Eleştiri MEŞHUR Mehmet Çağlar, SAĞ Mehmet Akif Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Sağlık hizmetlerine yönelik alanların belirlenmesi ve bu hizmet alanların üretilmesine ilişkin uygulamalar kent planlama sürecinin önemli parçalarından birini oluşturmaktadır/oluşturmalıdır. Bu anlamda, kentsel sağlık hizmetlerinin nitelik (kalite) düzeyi, büyük oranda, kent planlama süreci ve imar planları ile ilişkilidir. Ne var ki, yaşamsal önem taşıyan bir kentsel hizmetin, İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine Ait Esaslara Dair Yönetmelik kapsamında, sadece teknik standartlar açısından tanımlanması önemli bir kurgu hatasıdır. Söz konusu tanımlamadaki temel yanlışlık, sağlık hizmetlerinin, imar planları kapsamında, yalnızca, kişi başına düşen m2 standardı ve asgari alan büyüklüğü açısından ele alınması; ayrıca, metropollerden kasabalara kadar olan farklı büyüklük ve özellikteki yerleşme kademelerinin aynı teknik standartlar çerçevesinde değerlendirilmesidir. Bu anlamda, kentsel sağlık hizmetlerinin yürütüleceği alanların belirlenmesine yönelik sürece altlık oluşturan Yönetmeliğin, bilimsel açıdan kabul edilebilir olduğunu söylemek güçtür. Bilimsel açıdan sorunlu bir yaklaşım içerisinde şekillenen alanların, yeniden değerlendirilebilmesine yönelik sürecin ise, aynı Yönetmelik kapsamında yer alan hükümlerle ortadan kaldırılmış olması, problemi daha da derinleştirmektedir. Söz konusu sorunun kaynağı, oluşturulan sağlık hizmeti alanlarının kurgusunun doğru veya yanlış olduğuna bakılmaksızın, bu alanlara ilişkin üretilecek imar planı değişikliklerinin, “eşdeğer nitelikte alan oluşturulması” koşuluna bağlanmış olmasıdır ki, bu yaklaşım, kurgusu yanlış sağlık hizmeti alanlarının “dokunulmaz” hale getirilmesi gibi bir sonuç da doğurmaktadır. İmar planlarını yönlendiren mevzuat hükümleri çerçevesinde, “yaşamsal” denilebilecek bir diğer eksiklik ise, sağlık hizmetlerinin yer seçimine yönelik hiçbir açılımın getirilmemiş olmasıdır. Sağlık tesislerinin etkin biçimde hizmet sunabilmesi ve kentli açısından da hakça bir kullanımın sağlanması büyük ölçüde, tesis alanlarının konumlandırılması ile ilintilidir. Bu anlamda, yürüme mesafeleri ve sağlık tesislerinin kent içi ulaşımla ilişkisi, yer seçimi süreci açısından yaşamsal ölçüde önemli kavramlardır. Ne var ki, özelikle semt-mahalle düzeyinde işlev gören ve yaya ulaşımı açısından yoğun kullanımı olan küçük ölçekli sağlık tesisi alanlarına yönelik (yürüme mesafesi, vb) yer seçim kriterlerinin olmaması mevzuat hükümleri açısından önemli bir eksikliktir. Mevcut anlayış içerisinde ortaya çıkan bir diğer önemli kurgu hatası ise, kent düzeyinde hizmet veren hastane alanlarına ilişkin erişilebilirlik tanımlamasının, kent merkezine yakınlıkla özdeşleştirilmesidir.

Page 327: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

276

Söz konusu alanlar, erişilebilirliği yüksek ana taşıt arterlerine yakın yerlere konumlandırılması gerekirken, ifade edilen hatalı yaklaşımın benimsenmesi, kent merkezleri üzerinde zaten var olan trafik baskısı arttığı gibi, özellikle yoğun saatlerde, hastane alanlarına olan erişilebilirliği en alt düzeye indirgemektedir. Sağlık hizmetlerinin konumlandırılmasına yönelik tartışma içerisinde, son olarak vurgulanması gereken nokta, hizmetlerin aciliyet (emergency) boyutu ile ilişkilidir. Acil sağlık hizmetlerini (itfaiye ile birlikte) diğer kentsel hizmetlerden farklılaştıran temel nokta, ilk müdahale süresinin önemidir. Dolayısıyla, söz konusu hizmetlerin, acil durumlara, olabilecek en kısa sürede ulaşması, hizmetlerin kentsel alanda seçeceği yerlerle ilintilidir. Ancak, mevcut yasal düzenlemelerin bu yönü ile de yeterli olduğunu söylemek son derece güçtür. Ortaya konan saptamalar ışığında, sağlık hizmetlerinin kent planlarında oluşturulması gibi kapsamlı ve çok boyutlu bir konunun, kent planlarını yönlendiren mevzuat kapsamında ele alınma şeklinin ciddi eksiklikler içerdiği açıktır. Bu anlamda, çalışma, imar planlarını yönlendiren mevzuatın, sağlık hizmetlerinin sağlanması ile ilgili içerdiği yetersizlikleri tartışmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, kavramsal açıdan tanımlanan sorunların, Konya Kenti ve diğer yerleşmelerde yapılan uygulamalar ışığında somutlaştırılması ve olası çözüm önerilerin ortaya konması çalışmanın bir diğer amacıdır.

Anahtar Kelimeler: İmar Mevzuatı, İmar Planı, Kentsel Sağlık Hizmetleri

Page 328: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

277

0063 / S80.

Hastanelerin Dış Mekan Tasarımları Ve Erzurum Kenti Örneği ATABEYOĞLU Ömer, BULUT Yahya Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum Giriş Hastaneler, kent halkı ve kent sağlığı üzerine esas amaçları ile doğrudan, bahçeleri ve tasarımları ile de psikolojileri üzerine etkili fonksiyon merkezleridir. Genel halk sağlığı ve kullanıcı kitlesi olan hasta ve ziyaretçilerinin psikolojileri üzerine böylesine etkili mekanların tasarımları da büyük bir özen ve tasarım anlayışı gerektirir. Hastane bahçesi, insanlara hayatı hatırlatması, hayatın renklerini ve güzelliğini vurgulaması ve insanların düşüncelerini farklı taraflara yönlendirmeleri adına oldukça önemlidir. Gereç ve Yöntem Çalışmada etüd, veri toplama, analiz ve senteze dayalı Peyzaj Araştırma Yöntemleri kullanılmıştır. Erzurum kenti genelinde merkez noktaları oluşturan ve önemli boyutlarda araziler kaplayan hastaneler tespit edilmiştir. Bu hastanelerin dış mekanları, planlama, bitkisel ve yapısal tasarım ve donatılar yönünden incelenmiştir. Hastanelerin değerlendirilmesinde hastanenin kendi içeriği ve yapısına göre hazırlanmış puantaj tablosu değerlendirilmiştir. Puantaj tablosu ve hastanenin vaziyet planı ile alan içerisinde bizzat gezilerek, puantaj tablosu içerisindeki faktörler yerinde değerlendirilmiştir. Çizelgedeki tüm değerlendirme sonuçları fonksiyonel ve estetik faktörler karşısındaki değerlendirmelerin puansal değerleri toplanarak kurumun estetik, fonksiyonel ve toplam puanları tespit edilmiştir. Kategorilere göre puanları belirlenen hastaneler birbirleriyle karşılaştırılmıştır.

Bulgular Dört ayrı Devlet Hastanesi ele alınmış, incelenen hastanelerin hepsinde bir takım düzenlemeler yapılmış olduğu ancak, yetersiz oldukları göze çarpmıştır. Özellikle yeşil alanların yetersizliği ilk göze çarpan eksiklik olmuştur. Hastanelerin bir kaçında yeterli yeşil alan bulunmasına karşın buralarda da bakımsızlık öne çıkmaktadır. Yine bazı hastanelerde kısmen sağlanıyor olmasına rağmen otopark sıkıntısı da bir başka faktördür. Bu otopark eksikliği zaman zaman yol kenarlarının bile kullanımına ve trafiğin aksamasına neden olmaktadır. Bahçe alanı diğerlerine kıyasla çok daha büyük ve uygun olan Aziziye Araştırma Hastanesi’nde bile rekreatif ihtiyaçlara yer verilmemiştir. Geniş yeşil alanlar oluşturulmuş

Page 329: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

278

olmasına rağmen, diğer hastanelerde de olmadığı gibi yeterli miktarda kapalı ve açık oturma mekanlarına ve gezinti alanlarına dair bahçe kısımları bulunmamaktadır. Bazı bahçelerde unsurların bazıları sağlanıyor olmasına karşın, genelde otopark yetersizliği, yetersiz yeşil alan, yetersiz ve bakımsız donatı elemanları ve rekreatif fonksiyonlar bazında eksiklikler yaşanmaktadır. Sonuç Yapılan araştırmada hastane bahçelerinin mevcut durumu estetik ve fonksiyonel özellikler bakımından değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonucunda bu özellikler bakımından en yüksek puanı Aziziye Araştırma Hastanesi( 564 p) en düşük puanı ise Numune hastanesi almıştır (234 p) (Çizelge 1).Ancak bu hastane bahçelerinin de toplumun ihtiyaçlarına yeterince cevap verebilir nitelikte olmadığı söylenebilir. Bu nedenle hastanelerin bahçeleri yapılırken mutlaka profesyonel destek alınmalı, bir peyzaj projesi doğrultusunda çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Mevcut bahçeler üzerinde yine bir peyzaj mimarının desteğiyle yenileme ve değiştirme çalışmaları yapılmalı, bahçedeki eksiklikler giderilmelidir. Bundan sonraki aşamada hastaneler, hem estetik ve fonksiyon ilkelerini sağlamak ve hem de kent halkına örnek teşkil etmeleri anlamında bahçelerinde yeniden yapılanmaya gitmelidirler. Bahçesi bulunan hastaneler için bu çok daha kolay olmasına karşın, hiç bahçesi bulunmayan veya yetersiz alana sahip hastaneler için de etki ve estetiği artırıcı ve hastane çevresinde oluşturulabilecek minimal peyzaj mimarlığı çalışmalarına yer verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Hastane, bahçe, sağlık, kent

Çizelge 1. Hastanelere göre puan dağılımları

Kurum (Hastaneler) Estetik Puan Fonksiyonel Puan Toplam Puan

Yakutiye Araştırma Hastanesi 161 303 464

Aziziye Araştırma Hastanesi 170 394 564

Numune Hastanesi 119 115 234

SSK Hastanesi 152 160 312

Toplam Puan 602 972 1547

Page 330: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

279

0075 / S81.

Kentlerde Sağlık Yapılarının İç Mekanlarının Sürdürülebilir Tasarım Açısından İncelenmesi SAYIL Onaran Bilge Hacettepe Üniversiesi Güzel Sanatlar Fak., İç Mimarlık Ve Çevre Tasarımı Böl., Ankara Günümüzde enerji, su ve diğer doğal kaynakların giderek azalması, tasarımcıları “sürdürülebilir tasarım” anlayışına yönlendirmektedir. Özellikle 1987’deki Brutland Raporu ile sürdürülebilirlik kavramı tüm dünyada doğal kaynaklardan bugünkü kuşaklar kadar gelecek kuşakların da faydalanabilmesi adına önemini giderek arttırmaya başlamıştır. Bu yıllardan itibaren; yapıların yeşil alanlarına, yapım yöntemlerine, alt yapı sistemlerine, çevreyle uyumlarına tasarım kriterleri olarak önem verilmiş ve iç mekanda kullanılan malzemeler genel olarak değerlendirilmiştir. Şehirlerin oluşumunda katkısı olan pek çok iş alanında, çevreyle ilgili kuruluşlar günümüzde halen sürdürülebilir tasarımlarla gerektiği gibi ilgilenmemektedir. Ancak; Dünya Sağlık Örgütü, Agenda 21 Eylem Planı gibi sağlıkla ilgili düzenlemeler, sürdürülebilirlik kavramı üzerinde titizlikle durmaktadır. Çağdaş bir anlayışla günümüzde; sürdürülebilir büyük ölçekli yapı tasarımlarına önem verilmeye başlanmıştır. Özellikle, iç mekanlarda kullanılan malzemeler ve iç mekan tasarımı insan sağlığını etkilemektedir. Hastane ve diğer sağlık yapılarında da pek çok farklı malzeme ve ürün bir arada kullanılmaktadır. Burada kullanılacak olan tüm ekipmanın çevresiyle uyumlu olması beklenemez, ancak; daha çok hastane mekanlarında kullanılan malzemelerin çevresiyle uyumlu, yerel, geri dönüşümlü ve sağlıklı malzemelerden seçilmesi önemlidir. Malzeme kullanımını minimuma indiren, enerji ve su kullanımını azaltan yapım teknikleri tüm yapılarda olduğu kadar hastane yapılarında da tercih edilmelidir. Tasarımcıların yapılarda kullandıkları malzemeler insan sağlığını etkilemektedir. Malzeme seçimleri özellikle hastane yapılarında farklı rahatsızlıkları olan hastalarında sağlıklarını etkileyecektir. Örneğin; günümüzde pek çok yapının pencere ve kapılarında sıklıkla kullanılan PVC esaslı malzemelerin yüksek miktarda kanserojen toksin içerdikleri, iç mekan havasını kirlettiği ve kişilerin bağışıklık sistemini etkilediği bilinmektedir. Özellikle geri dönüşümü olmayan malzemelerin kullanımları kanser hastanelerinde ve diğer sağlık yapılarında tercih edilmemelidir. Bu gibi malzemelerin mekanda kullanımı ile havalandırma sisteminde dolaşan hava ile yaydıkları toksinler tüm yapıya yayılmaktadır. Bir sağlık yapısında kullanılacak olan iç mekan malzemelerinin sürdürülebilir olması için; malzemelerin doğayla birlikteliğinin sağlanması, çevreyi korumaya yönelik bir ölçekte işlenmesi, yenilenebilir olması, tekrar kullanılmaya olanak sağlaması ve yerel malzemelerin seçilmesi olarak sıralanabilir. Böylelikle, tasarlanacak sağlık yapılarının ekolojik, yaşam kalitesi yüksek, gelecek nesillerinde kullanabileceği uzun vadeli yapılar olmasını sağlamak mümkün olabilir. Hastane yapısında kullanılacak olan zemin, duvar, pencere-kapı, ıslak hacimler ile hastane genelinde kullanılacak olan alt yapı, ısıtma ve aydınlatma sistemlerinin sürdürülebilir yaklaşımlarda olması için, tüm teknolojik yeniliklerin de kullanılması gerekmektedir. Örneğin, ısıtma sistemlerinde hastane genelindeki hasta odalarında, hastanın konfor seviyesini 24 saat boyunca aynı tutabilmek için pasif solar sistemlerin yanı sıra, güneş

Page 331: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

280

enerjisini gün boyu emerek gece boyunca bunu kullanan aktif solar sistemler ile alüminyum yüzeylerin hastane cephelerine yerleştirilerek istenmeyen güneş ışıklarını kesen sistemler kullanılabilir. Hasta odalarında kullanılacak olan elektrik sistemlerinde ise hastanın kolaylıkla ulaşabileceği elektrik seviyesini ayarlayan dimmer sistemleriyle daha az enerji harcayan lambaların kullanılması mümkündür. Bunun yanı sıra; çağdaş bir yaklaşım olan ve gün ışığını direkt olarak elektriğe çeviren photovoltaic sistemler de sürdürülebilir hastane mekanlarının uygun alanlarında kullanılabilecek önemli düzenlemelerdir. Böylece, enerji tüketimi ve enerjinin dengeli kullanımıyla çevreye daha az zararlı, sürdürülebilir mekanlar yaratabilmek unutulmaması gereken bir hedef olmalıdır. Sonuç olarak; sürdürülebilir bir hasta odasının yaratılmasında öncelikle hastanın duyguları ve konfor rahatlığı dikkate alınmalıdır. Sağlık yapılarında kullanılacak olan ekolojik malzemeler hastanın iyileşme sürecinin de hızlanmasını sağlayacaktır. Hasta odalarında havalandırma ve aydınlatma sistemleri ile kullanılan malzeme seçimleri odanın sürdürülebilirliği ve hastanın kendisini rahat hissetmesi açısından önemli parametrelerdir.

Page 332: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

281

0148 / S82.

Çocuklar İçin İyileştirme Bahçeleri Tasarım İlkeleri AKIN Zehra Şebnem*, ARSLAN Mükerrem** * Ankara Üniversitesi, Peyzaj Mimarlığı Ana Bilimdalı, Ankara Giriş Farklı düzeylerde sağlık sorunu olan çocukların tedavilerinin ve toplumsal yaşama katılmalarının sağlanmasında iyileştirme bahçeleri önem taşımaktadır. Ülkemizde konuyla ilgili çalışmalar oldukça sınırlıdır. Farklı ülke örneklerinde olduğu gibi ülkemizde de başta hastane, özürlülere hizmet veren kurum ve yetiştirme yurtlarının bahçeleri olmak üzere belli alanların çocuklara yönelik iyileştirici alanlar olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Böylece tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarına katkı sağlanmış olacaktır.

Gereç ve Yöntem Bu çalışmada iyileştirme bahçelerine ilişkin literatür derlenmiştir. Farklı uygulamalar değerlendirilmiş, sonrasında en iyi beş iyileştirme bahçesi örneği ayrıntılı olarak incelenmiştir. Çocuk ve Ergen Gelişimi Enstitüsü Terapi Bahçesi-Institute for Child and Adolescent Development, Wellesley, MA; Çocuk Anıt Sağlık Merkezi Bahçe Avlusu-Children’s Memorial Center, Chicago, IL.; Çocuk Hastanesi Prouty Bahçesi-The Prouty Terrace and Garden, Children’s Hospital, Boston , MA.; Lucas Bahçe Okulu-Garden at Lucas Gardens School, Canada Bay, South Wales, Avustralya; Leichtag Aile İyileştirme Bahçesi, Çocuk Hastanesi ve Sağlık Merkezi-Leichtag Familiy Healing Garden, Children’s Hospital And Health Center, San Diego, Kaliforniya. Bu beş örnekte, uygulanan terapi çeşitleri ve alanlar arasındaki ilişkileri ortaya konulmuştur. Alan uygulamasında hedeflenen çalışma, kullanılan eleman ve terapi tipine göre alanın değerlendirilmesine göre iyileştirme bahçeleri çeşitleri formal terapi bahçesi; informal, gezinti bahçesi; nonformal oyun ve bitkisel terapi bahçesi ve iletişim temelli, çok kullanımlı, çok amaçlı bahçe olarak tespit edilmiştir. Bu tespitlerde bahçelerin tarihsel ve felsefelerindeki gelişmeler, alanın çevresiyle olan ilişkisi, alanda yapılan düzenlemeler ve kullanılan objeler, bahçelerin kullanım şekli, kullanıcılarda hedeflenen gelişmelerin sağlanmasındaki yöntemler ve bu yöntemler kullanılırken yapılan uygulamalar değerlendirilmiştir. Saptanan veriler doğrultusunda çocuklar için iyileştirme bahçeleri tasarım ilkeleri tespit edilmiştir. Sonuçlar İyileştirme bahçeleri dendiğinde bir yer, bu yerde yaşanacak bir süreçten ve bu iki olgunun bütünleşmesinden bahsedilmektedir. Buralarda çocuklara mutluluk ve dinginliğin sağlanmasına, yaşam kalitesini artırmaya, insanlarla, çevreyle, nesnelerle ve materyallerle etkileşim kurmalarını sağlamaya yönelik ortam oluşturulmalı, çocuğun doğasına uygun ve onun iç dünyasına ulaşabilecek akıl, vücut ve ruh sağlığı açısından gelişmelerini teşvik edici yöntemler sağlanmalıdır. Bu sebeple oyun terapisi, bahçe terapisi, hayvan terapisi ve doğa terapisi gibi yöntemler geliştirilmiştir.

Page 333: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

282

İyileştirici olarak tanımlanan alanlarda; büyüklük, açıklık gibi fiziksel ve algısal boyutların çeşitliliğinin yanında bitki örtüsü, su ve doğanın diğer elemanları da vardır. İyileştirme bahçelerinin amacına uygun çalışması, etkin bir şekilde başarıya ulaşması için uygulanan terapi yöntemlerinin yanı sıra farklı mesleki eğitimlere sahip kadroların bahçenin proje aşamasından itibaren birlikte çalışması gerekmektedir. Profesyonel terapistler ve oyun liderleri, çalışmaları ve çalıştıkları alanlar hakkında peyzaj mimarlarına ve tasarımcılara yeterli veri aktarmalı; ayrıca bitkiler, hayvanlar ve bahçe hakkında kapsamlı bilgiye sahip olmalıdırlar. Bahçe terapistleri, çocuk gelişimi ve oyunun terapideki yeri hakkında deneyimli olmalıdırlar. Peyzaj mimarları, tasarım sürecinde farklı terapi uzmanlarından edindikleri bilgileri, çocukların iç dünyası ve alan potansiyelleri kapsamında değerlendirmelidir. Yorum Dünya örneklerinde iyileştirme bahçelerinin amaca uygun olarak planlandığında buralarda başarılı çalışmalar sürdürüldüğü saptanmıştır. Ülkemizde tedavi hizmetlerindeki sınırlılıklar, özürlülüğün yayınlığı, fiziksel, ruhsal ve sosyal rehabilitasyon olanaklarının sınırlılığı göz önünde tutulduğunda iyileştirme bahçelerine yönelik çalışmalara başlanması gerekmektedir. Halen akademik çalışmalarla sınırlı olan bu alanda başta T.C. Sağlık Bakanlığı ve yerel yönetimler olmak üzere birçok kurum ve kuruluşa önemli görevler düşmektedir. Bu çalışma, ilgili kurumlar için iyileştirme bahçelerine ilişkin verileri sağlamaktadır.

Page 334: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

283

D1 Sağlık Gelişim Planı 0068 / S83.

Aydın Şehir Sağlığı Gelişim Planı Hazırlık Çalışmaları: Kurumların Halk Sağlığı Sorunlarına Yaklaşımı

EVCİ Emine Didem*, GÜNER Ebru*, ÇELİMLİ Serkan**, ELVEREN Aysun**, ATASOYLU Gonca*, GÜLGÜN Devrim**, BEŞER Erdal*, KÜÇÜKYUMUK Mehmet**

*Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Aydın **Aydın Belediyesi Şehir Sağlığı Merkezi Giriş Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün Projesi kapsamında Aydın Belediyesi’nin Sağlıklı Şehir olma çalışmaları 19 Temmuz 2004 tarihinde başlamıştır. Mart 2006 tarihinde Aydın ili sağlıklı şehir kabul edilerek sertifikalandırılmıştır. 2006-2008 yılları arasında Aydın’da tüm kurum ve kuruluşların katılımıyla şehrin sağlığını geliştirici çalışmalar yürütülecektir. Bu araştırmanın amacı; şehir sağlığı çalışmalarına katılacak kurumların Türkiye ve Aydın’ın halk sağlığı sorunlarına yaklaşımını ortaya koymaktır. Gereç-Yöntem “Aydın Şehir Sağlığı Gelişim Planı” hazırlanması aşamasında uygulanan araştırmada yedi kapalı uçlu 18 açık uçlu sorudan oluşan bir anket kullanılmıştır. Plan çalışmasına katılan kurum ve kuruluş temsilcilerine verilen anket örneğinin çoğaltılarak, dağıtılması ve gönüllülük esasına göre doldurulan anketlerin Aydın Şehir Sağlığı Merkezi’ne gönderilmesi istenmiştir. Hedef nüfus veya örneklem büyüklüğü seçilmemiştir. Merkeze ulaşan anketlerdeki veriler SPSS 10.0 Paket Programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Anketteki açık uçlu sorulara verilen yanıtların dökümü, boş bırakılan sorular dahil, 141 sayfa tutmuştur. Bu dökümler bulgularda belirtilen ana başlıklar altında sınıflanarak bulgularda yeralmıştır. Bunun yanı sıra, tüm görüşler şehir sağlığı gelişim planı hazırlığında öncelikler, mevcut durum, amaç, hedef, strateji ve aktiviteler bölümlerinde kullanılmıştır.

Bulgular Anketi 27 kurumdan toplam 239 kişi cevaplamıştır. Anketi cevaplandıranların %61,2’si erkek, %38,8’i kadındır ve yaş ortalaması 42,06 ±9,33 ‘tür. Katılımcıların %92,3’ü evli, %7,2’si bekardır. Araştırmaya katılanların %61,0’ı yüksekokul veya üniversite mezunudur. Çalıştıkları kurumlara göre dağılımları incelendiğinde %29,1’i sağlık sektöründe. %29’u İl Tarım Müdürlüğünde, %22,6’sı Telekom’da, %5,1’i meslek örgütünde (Eczacılar Odası,

Page 335: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

284

EBSO, Baro gibi), %6,4’ü Türkiye İş Kurumunda, %4,7’si İl Nüfus Müdürlüğünde, %4,3’ü İl Müftülüğü’nde, %3,8’i Valilikte, %2,1’i İl Jandarma Komutanlığında, %1,3’ü Milli Eğitim’de çalışmakta, %6,8’i muhtar olarak görev yapmaktadır. Çalışmaya katılanların %68,6’sı Sağlıklı Şehirler Projesini daha önce duymamıştır. Sadece yedi kişi Aydın Şehir Sağlığı Profili çalışmalarında görev almıştır. Katılımcıların yanıtlarına göre; Türkiye’nin halk sağlığı sorunlarının %37,5’ini sağlık hizmetlerindeki yetersizlik, %33,6’sını çevre sağlığı problemleri, %5’ini gıda denetimlerinde ve %4,9’unu eğitimde yetersizlik, %4,4’ünü ise ekonomik yetersizlik oluşturmaktadır. Katılımcıların Aydın’ın halk sağlığı sorunlarını tanımlamaları istendiğinde; sorunların %37,1’ini çevre sağlığı, %32,3’ünü sağlık hizmetlerindeki yetersizlik, %6,9’unu gıda denetimlerindeki yetersizlik, %4,5’ini eğitim yetersizliği, %3’ünü ise ekonomik yetersizlik oluşturmuştur. “Kurumunuzun halk sağlığı konusunda öncelikli görev alanları nelerdir?” sorusuna verdikleri yanıtlar incelendiğinde her kurumun kendi görev alanına giren konuları belirttikleri görülmüştür. Örneğin sağlık çalışanları çoğunlukla halka sağlık hizmeti sunmak, din çalışanları halkın eğitimi için camileri kullanmak, Telekom çalışanları ise her koşulda haberleşmeyi sağlamayı öncelikli görevleri olarak belirtmişlerdir. “Kurumunuzda karşılaştığınız halk sağlığı sorunları nelerdir?” sorusuna verilen yanıtlara göre; sorunlardan ilk beşi sırasıyla sağlık sorunları (%25,9), çevre kirliliği (%14,9), hijyen (%11,0), sağlık hizmetlerinde yetersizlik (%10,2), gıda güvenliği sorunu (%7,8)’dur. Katılımcılar halk sağlığı sorunlarının çözümünü engelleyen hususları eğitimsizliğe, kurumlardaki alt yapı/insan gücü yetersizliğine, ekonomik yetersizliklere, ilgisizliğe, çalışanların mesleki yetersizliklerine, bürokratik engellere, kurumlardaki koordinasyonsuzluğa, çalışanların görevlerini yapmamasına ve denetimsizliğe bağlamışlardır. Yorumlar Katılımcıların yanıtlarına göre Türkiye’nin halk sağlığı sorunlarının başında sağlık sorunları gelirken, Aydın için çevre sağlığı ön plana çıkmıştır. Kurumlarda karşılaşılan halk sağlığı sorunlarından ilk iki sırada yer alanlar Türkiye için belirttikleri sorunlarla benzerdir. Hijyen ve sağlık hizmetlerinde yetersizlik kurumlar tarafından karşılaşılan farklı sorun alanlarıdır. Çözüme ulaşmada temel engel eğitim eksikliği, kurumlardaki alt yapı ve insan gücü yetersizliği ve ekonomik yetersizlik olarak ortaya çıkmaktadır. Araştırma şehir sağlığı çalışmalarında işbirliği yapılan kurumları farkına vardırma, onlara bilgi verme ve katılımlarını sağlamada katkı sağlamıştır.

Anahtar Kelimeler: çevre sağlığı, halk sağlığı, sağlığı geliştirme, şehir sağlığı, toplum katılımı

Page 336: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

285

D2 Güvenli Kent Yaklaşımı 0008 / S56.

Kent Güvenliği Konusunda Dikkate Alınmayan Suç: ‘Vandalizm’ ERKAN Nilgün Çolpan Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul Kentlerde ‘güvenlik’ kavramından söz edildiğinde hırsızlık, gasp, kapkaç gibi konuları kapsayan kriminal güvenlik, trafik güvenliği, kentsel mekânlardaki kazalar ve benzeri konular ile bireylerin can ve mal güvenliği anlaşılmaktadır. Can ve mal güvenliğini tehdit eden unsurlar söz konusu olduğunda, genellikle göz ardı edilen ancak çok önemli kümülatif kentsel sorunlara neden olan bir konu ‘kentsel vandalizm’dir. Vandalizm kısaca kamunun ya da başkasının malına veya mülküne bilerek ve isteyerek zarar vermek anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle sahibinin izni olmadan bir malın veya mülkün hasara uğratılması, şeklinin ya da görünümünün bozulmasıdır. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde çok gündemde olan ve kentsel mekanlarda çok önemli miktarlarda zararlara ve kayıplara neden olan bu eylem ülkemizde kavramsal olarak bilinmemektedir. Buna rağmen kentsel vandalizm İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizde kayda değer maliyetlere ve sorunlara neden olmaktadır. Çalışma öncelikle uluslararası literatürde kavrama ilişkin araştırmalarla başlamıştır. Vandalizmin ne zaman ortaya çıktığı, ismini nereden aldığı, kimlerin, neden bu suçu işlediği gibi konular derlenmeye çalışılmıştır. Sonraki aşamada Avrupa, Amerika ve Avustralya’daki metropoliten kentlerde bu suça ilişkin araştırmalar incelenmiştir; kentlere maliyetleri, önleme yöntemleri, bu çerçevede uygulanan kampanyalar ve bunların başarı oranları irdelenmiştir. Devamında Türkiye’de bu suç ile ilgili yasa maddeleri araştırılmıştır. Buna ek olarak büyük kentlerin yerel yönetimlerinden söz konusu suç bağlamında -kimin yaptığı, en çok nerelerde gerçekleştiği, en çok zarar gören kentsel elemanlar hangileri olduğu gibi konularda- saptamaları ve maliyetleri yazılı olarak talep edilmiştir. Ancak araştırmanın bu aşamasında, bildiride açıklanacak nedenlerden dolayı, yeterli veri elde edilememiştir. Bu sonuç, ülkemizde vandalizmi önleme yöntemleri konusunun, daha geniş bir çerçevede ele alınması gerektiğini göstermektedir. Bildiride vandalizmin türlerine bağlı nedenlerinin yanı sıra kentsel mekan ve toplumsal yaşama verdiği zararlar örneklerle ele alınacaktır. Ayrıca dünyada, ülkemizde kentsel vandalizm, bunun kent güvenliği konusundaki etkileri ile kentsel maliyetleri irdelenecek ve önleme yolları konusundaki öneriler sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Büyük Kentler, Güvenlik, Suç, Vandalizm.

Page 337: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

286

0069 / S57.

Kent Açık-Yeşil Alanlarına Fiziksel Engellilerin Erişimi: Erzurum ve Tokat Kent Örnekleri YILMAZ Hasan*, DEMİR Metin*, YEŞİL Murat**, IRMAK Mehmet Akif*, VURAL Hüccet*** * Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü Erzurum **Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Tokat *** Peyzaj Mimarı Milli Eğitim İl Müdürlüğü, Erzurum Giriş Ülkemizde yaklaşık 9 milyon engelli insan yaşamasına rağmen açık ve kapalı yaşama mekânlarında engellilerin erişimi ve kullanabilirliğini kolaylaştıracak planlama ve uygulamalarda gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kalınmıştır. Bazı büyük kentlerimizde özellikle fiziksel engellilerin yararlanmasına yönelik bazı uygulamalar yeterli düzeyde değildir. Gereç ve Yöntem Bu çalışmada; kentsel açık-yeşil alanlar ve ortak kamu mekânlarının fiziksel engellilerin yararlanma durumlarını, karşılaştıkları sorunları ve beklentilerini ortaya koymak amacıyla Erzurum ve Tokat kentlerinde yürütülmüştür. Her iki kentte Sakatlar Derneğine üye Erzurum’da 260 ve Tokat’ta 367 fiziksel engelliden toplam 131 kişiye ulaşılmış ve birebir standart anket yapılmıştır ve verilerin değerlendirilmesinde SPSS 10.0 for Windows istatistik programı kullanılarak sayı-yüzde dağılımı, ortalama bulunmuştur.

Bulgular ve Sonuç Çalışma kapsamında Erzurum’da 78, Tokat’ta 53 özürlü ankete katılmıştır. Katılımcıların her iki kentte de çoğunluğunu erkek (42 ve 36 kişi) oluşturmaktadır. Erzurum’da katılımcıların %96,2’si, Tokat’ta ise %96,6’sı mevcut kent parklarının fiziksel engelliler için yetersiz olduğunu vurgulanmıştır. Erzurum’da katılımcıların %85,9, Tokat’ta ise %81,1 i yaşadıkları çevreden, kendilerine yönelik düzenleme ve uygulamaların yetersizliğinden dolayı memnun olmadıklarını belirtmişlerdir. Kentlerde engellilerin karşılaştıkları en önemli sorunların başında her iki kentte de kullanım alanlarına erişim/ulaşım olduğu belirlenmiş ve önerilere yer verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Fiziksel engelli, Erzurum, Tokat, Dış mekân düzenlemesi, Anket

Page 338: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

287

0118 / S58.

Yaşlılarına Yaşamı Yasaklamayan Kentler DÖNÜMCÜ Şadiye Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü

Çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması olarak tanımlanan yaşlanma, biyolojik bir süreçtir. Yaşlı bireylere götürülen hizmetler, toplumun refah düzeyine koşut gelişir.(1) Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nca yayımlanan “Yaşlılık İlkeleri” arasında yaşlı bireyin güvenli bir çevrede yaşaması”, Avrupa Kentsel Şartı Belgesi’nde ise; dezavantajlı (yaşlı vb.) grupların temel kişilik haklarını kullanabilmeleri, kentlerin, herkesin her yere erişebilirliğini sağlayabilecek şekilde tasarlanması" ilkesine dayanmaktadır. Yaşlı kullanımına uygun olmayan fiziksel çevre, yaşlının özgüvenini azaltır, yaşam alanını daraltır, toplumla bütünleşmesini engeller.(2) Yaşlılar zorunlu nedenler, pasif rekreasyonel aktiviteler, sosyo-kültürel etkinliklere katılım amacıyla kentsel dış mekanları kullanırlar. Ülkemizde kentleri özürlü / yaşlılar için erişilebilir kılmaya ilişkin yasal düzenlemeler mevcuttur. Ancak bu kuralların tüm mekanlarda istenildiği düzeyde yaşama geçirilmemektedir. Bir kent yaşlısı evi ile gideceği banka arasındaki yolda;

• Kaldırımda butonlu ışık ve yönlendirici ikaz araçları, • çeşme – gölgelik - büfe - tuvalet, oturma birimleri, • üst-alt geçitlerde asansör bulunmuyor, • kaldırımlar alçak / yüksek, • merdivenler standart dışı, • kaldırımlar oynak, • parklar loş, • durak zemini engebeli ise,

o kent, yaşlılara yaşamı yasaklamış demektir. Sağlıklı kentlerde, yaşlılar yürüyerek, tekerlekli sandalye ile, toplu / özel taşıma olanaklarıyla kentsel yaşama dahil olur. Yaşlının yaşamını kolaylaştıran iç mekanlarda (banka, lokanta, hastane, konut, postane, sinema, huzurevi vb.)

• merdiven – asansör minimum kullanılmalı, • basamak / eşik yerine rampa kullanılmalı, • ana katlarda eşiksiz-basamaksız ulaşılabilen, standartlara uygun asansör bulunmalı, • dönel merdiven kullanılmamalı,

Page 339: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

288

• girişte tekerlekli sandalye hareket alanı bulunmalı, • kapı genişliği ve açılım şekline önem verilmelidir.

Yaşlılara yaşamı yasaklamayan bir kentte;

• Yeterli aydınlatılan, çeşme-tuvaletli, üstü kapalı, yaşlı araçlarına özel park yeri ayrılan otoparklar,

• Yüksekliği 15(-), genişliği 150(+)cm. olan, yürümeye uygun zeminli, kesilmeyen başlangıç ve bitişi rampalı, emniyet şeritli, dönüş alanlı, yönlendirme - ikaz araçları bulunan kaldırımlar (yaya yolları),

• Genişliği 90(+)cm., eğimi %8(-) (1:12), başı ve sonunda düz-değişik dokulu alan bulunan, rampalar arası geçişlerde dinlenme alanı bulunan, zemini kaymaz ve az pürüzlü malzeme ile kaplı, gerektiğinde küpeşte konan rampalar,

• Rıht yüksekliği 15, baskıç genişliği 28 cm, iki tarafı küpeşteli, pürüzlü ve kaymayı engelleyici malzeme kullanılan, başı ve sonunda sahanlık bulunan, geceleri aydınlatılan merdivenler,

• 180(+) cm. genişliğinde, uygun geçiş süreli, ışıkları butonlu, iki kademeli olanlarda orta refüjde bekleme yapı adası bulunan, Hemzemin yaya geçitleri,

• Yürüyen merdivenli, tekerlekli sandalyeliler için asansörlü, gece –ve gerektiğinde gündüz- aydınlatılan alt ve üst geçitler,

• Basit - açık sembollerin zemin rengine zıt şekilde kullanıldığı, görme engellilere yolu tanıtan, işitme engellilere görsel uyarı verilen, kolay görünür yerlerde, yeterli sayıda, iyi aydınlatılmış, standart yönlendirme ve ikaz işaretleri,

• Bulvar-cadde-sokaklarında güvenlik ve gölgelik amacıyla yol ağaçları, • Seviye farklılığının azaltılarak engellerden arındırılan, bilgi levhaları uzaktan

görülen –anlaşılan, tren duraklarında görme engellilerin biniş nokta-çizgilerini fark edebilmesi için uygun zemin malzemesi ile kaplanan, işitme engelliler için elektronik yazı levhalı durak yerleri,

• Yürüyen merdivenli, asansörlü, görme engellilere peron kenarlarını hissettirebilen seramik şeritli, metro-hızlı tren-otobüs düzlemlerini birbirine bağlayan asansörlerin olduğu metro - hızlı tren istasyonları bulunur.(4-5)

İnsan onuruna uygun yaşama, gezme, görme, eğlenme, kültürel aktivitelerde bulunma amacı doğrultusunda yapılanan kentler, yaşlılar için de erişilebilir ve yaşanabilir kentler olacak, hızla kentleşen ülkemizde yaşlılar kentlileşebilecektir. Kaynaklar

1. Dönümcü Ş. Yaşlı ve Sosyal Hizmetler. Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi,2006; 52 (Özel Ek):p.42-46

2. Dönümcü Ş. Yaşlılık ve Sosyal Hizmetler. XXXV1.Geleneksel Çubukçu Günleri (Türkiye’de Yaşlı Özürlülüğü, Neredeyiz? Nerede Olmalıyız?) Program ve Özet Kitabı. İstanbul, 2005. p.27-31

3. Dönümcü Ş. Yaşlıya Götürülen Sosyal Hizmetlerin Organizasyonu. 2inci Ulusal Geriatri Kongre Kitabı.Antalya:2003, p:72-76

4. Karamehmetoğlu Ş. Yaşlılar İçin Fiziksel Çevrenin Düzenlenmesi. Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi,2006; 52 (Özel Ek):p.50-52

Page 340: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

289

5. Sönmez Türel H, Malkoç Yiğit E, Altuğ İ. Kamusal Dış Mekan Tasarımında Kullanıcı Gereksinimlerinin Yaşlılar Yönüyle Değerlendirilmesi Üzerine Bir Araştırma. III..Ulusal Yaşlılık Kongre Kitabı. İzmir:2005.p:224-239

6. http://www.sosyalhizmetuzmani.org

Page 341: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

290

0107 / S59.

Ankara’da Bir İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Yaşadıkları Bölgeyi Değerlendirmesi SEVENCAN Funda*, BOZTAŞ Güledal*, TEMEL Fehminaz*, ÖZCEBE Hilal * Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD, Ankara Giriş Toplumların gelişimi sürecinde kentleşme, önüne geçilemez bir olgudur. Kentleşme; kentte yaşayanlar için fiziksel, sosyal ve biyolojik değişimlere neden olmaktadır. Kentleşme ve sağlık ilişkisi son dönemlerde dikkat çeken konular arasındadır. Sağlıklı ve güvenli kent yapısının oluşturulması çocuk sağlığına yönelik koruma önlemlerindendir. Çocukların yaşadıkları bölgeyi nasıl algıladıklarını öğrenmek onların bu çevrede yaşamaktan memnun olma duygularının bir göstergesi olarak kullanılabilir. Yaşam yerinde mutlu yaşam ise yaşama uyum sağlama ve başarılı olmayı beraberinde getirir. Bu çalışmada, Ankara kent merkezinde bir ilköğretim okulu öğrencilerinin kent merkezinde yaşadıkları bölgeyi nasıl algıladıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem Kesitsel tipte olan bu araştırmada, Ankara’da bir İlköğretim Okulu’nun altıncı, yedinci ve sekizinci sınıflarında öğrenim görmekte olan öğrencilerin (350 öğrenci) 322’sine ulaşılmıştır. Araştırmaya katılım %92’dir. Veriler, 9 Mart 2006’da gözlem altında anket yöntemiyle araştırmacılar tarafından toplanmış, analizler SPSS 13.0 paket programıyla yapılmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin kentte yaşadıkları bölgeyi nasıl algıladıklarını saptamak için bölgeyle ilgili bazı özelliklere 1’den (olumsuz) 5’e (olumlu) kadar puan vermeleri istenmiş ve her özellik için ortalama puan hesaplanmıştır.

Bulgular Araştırmaya katılan öğrencilerin %47,3’ü erkek, %52,7’si kadındır. Öğrencilerin yaş ortalaması 13,01±0,05 yıldır (en küçük-en büyük değer: 11-16 yıl). Öğrencilerin %35,7’si kent merkezinde yaşadıkları bölgenin “güzel” olduğunu, %29,6’sı ise “çirkin” olduğunu belirtmiştir. Öğrencilerin en olumlu algıladıkları ilk üç özellik sırasıyla yaşadıkları bölgenin geniş olması (ortalama puan: 3,6), suyun temiz olması (ortalama puan: 3,3) ve ulaşımın rahat olmasıdır (ortalama puan: 3,1). Öğrenciler tarafından kentle ilgili en olumsuz algılanan ilk üç özellik ise

Page 342: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

291

“çocuk parklarının güvensiz olması” (ortalama puan: 2,0), bölgenin “kötü kokulu” olması (ortalama puan: 2,3) ve “trafik işaretlerinin yetersiz olması”dır (ortalama puan: 2,4). Öğrenciler kentte yaşadıkları bölgeyle ilgili en sevdikleri özelliklerin sırasıyla bölgenin okulları (%40,2), insanları (%39,3) ve spor alanları (%37,5) olduğunu belirtmişlerdir. Öğrencilerin en sevmedikleri özellikler ise çöpler (%75,8), bölgelerinde işlenen suçlar (%73,6) ve gürültüdür (%63,0). Öğrenciler, yaşadıkları bölgede acil olarak çözüm getirilmesi gereken en önemli üç sorunu sırasıyla çevre kirliliği (%69,6, hava, gıda, su kirliliği, kentleşme, yollar, kaldırımlar, binalar), güvenlikle ilgili konular (%51,8, suçlar, kavgalar, çeteler, madde kullanımı, şiddet, sokak ve park güvenliği) ve trafik sorunları olarak sıralamışlardır (%24,7, trafik yoğunluğu, trafik işaretleri ve trafik kazaları). Araştırmaya katılan öğrencilere yaşadıkları bölgenin sağlıkları açısından daha güvenli olması için önerilerinin neler olduğu sorulmuş; en az üç öneri belirtmeleri istenmiştir. İlk beş öneri sırasıyla güvenliğin artırılması (%29,8), eğitim koşullarının düzenlenmesi ve geliştirilmesi (%23,6), sağlık hizmetlerinin nitelik ve niceliğinin geliştirilmesi (%17,4), kent düzenlemelerinin yapılması (%16,3) ve çevre kirliliğinin önlenmesi (%15,7) şeklindedir.

Yorumlar Öğrencilerin yaşadıkları bölge hakkındaki algıladıklarını araştırmak amacıyla yapılan bu çalışmada, güvenlik, çevre ve gürültü ile ilgili konuların hem algısal hem de sorunsal düzeyde öne çıktığı saptanmıştır. Öğrenciler, çocuklar için önem taşıyan oyun alanları, sokaklar ve parkların güvenliğini acil çözüm getirilmesi gereken bir sorun olarak görmektedirler. Öğrenciler, bu sorunların çözümünün sağlıkları için öncelikli olduğunu vurgulamışlardır. Öğrencilerin daha sağlıklı bir çevrenin oluşturulması isteği ancak sektörler arası işbirliği ile mümkündür. Bunun için yerel yönetimlerin, emniyetin, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerin ve sivil toplum kuruluşlarının ortak çözüm önerileri üretmeleri ve uygulamaları gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Öğrenci, Kent Algısı, Yaşanılan Bölge

Page 343: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

292

0150 / S60.

İlköğretim Tesisleri Çevresinde Çocuk Güvenliğinin İrdelenmesi: Konya Örneği ÖZKAN Ter Ümmügülsüm, ERYİĞİT Sedef Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü Konya Ulaşım planlamasında her bireyin öncelikle yaya olduğu ve yayanın da ulaşım türleri içerisinde en korumasız olduğu göz önüne alındığında, yapılacak ulaşım planlaması çalışmalarında öncelikli olarak yaya güvenliğinin ve yayanın kentsel fonksiyonlara rahat erişebilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Son yıllarda kentlerimizde özel araç sahipliliğinin hızla artması ile birlikte taşıt trafiği yoğunlaşmakta, sorunların çözümüne yönelik hazırlanan planlarda ise öncelikli olarak taşıt trafiğinin rahatlatılmasına ve taşıt trafiğinin hızlı akışına yönelik kararlarının üretildiği görülmektedir. Ancak bu süreç içerisinde yayaların fiziksel özellikleri, engel durumları ve beklentilerindeki farklılaşmalar dikkate alınmamakta ve sonuçta yayalara güvenli erişim imkanı tanınmamaktadır. Ülkemiz nüfusunun % 20’sini 05-14 yaş aralığındaki çocuk nüfusunun oluşturması nedeniyle, çocuklar tüm yayalar içinde büyük bir orana sahiptir. Bu yaş grubundaki çocukların yolculukları büyük oranda eğitim-konut amaçlıdır. Kentlerin sürekli gelişmesi, kentsel nüfusun artması kentsel alan kullanımlarının çeşitlenmesine ve değişmesine neden olmaktadır. Bu gelişmeler doğrultusunda hazırlanan yeni planlarda ve eski planların revizyonlarında ilköğretim tesislerinin kent merkezlerinde ve genellikle ana ulaşım arterleri üzerinde kaldığı görülmektedir. Tüm bu gelişmeler sonucunda ise ilköğretim tesisleri çevrelerinde özellikle eğitimin başlama ve bitiş saatlerinde yaya ve taşıt trafiği yoğunluğunun arttığı, trafikte sıkışmaların meydana geldiği ve çocuk güvenliğinin tehdit altında olduğu gözlenmektedir. İlköğretim tesislerinin çevresinde yaya güvenliğinin sağlanması için emniyet memurlarının ve trafik sinyalizasyon sistemlerinin yeterli olacağının kabul edilmesi ve farklı çözüm önerilerinin üretilmemesi çocukların kazalara karışma oranını arttırmaktadır. İlköğretim tesislerinin çevresinde çocuk yayaların güvenliğinin ortaya konulmasının amaçlandığı bu çalışmada, örnek alan olarak Konya kentinin ana ulaşım arterleri üzerinde bulunan üç ilköğretim tesisi (Mareşal Mustafa Kemal İlk., İhsaniye İlk., 23 Nisan Egemenlik İlk) seçilmiştir. Seçilen örnek alanlarda alan analizleri ve gözlemler yapılarak, kent için hazırlanan ulaşım planları ve nazım planlar incelenmiş, kaza ve nüfus istatistik bilgilerinden faydalanılmış ve ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınmıştır. Elde edilen tüm verilerin değerlendirilmesi sonucunda, ilköğretim tesislerinin çevrelerinde çocukların güvenliğinin artırılmasına yönelik öneriler ortaya konmuştur.

Anahtar Kelimeler: çocuk güvenliği, yaya erişimi, ilköğretim tesisi, Konya

Page 344: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

293

0161 / S61.

Kentte Güvenliğin Sağlanmasına Yönelik Çözümlerin Değerlendirilmesi ve Kent Planlamanın Rolü ALTINÖRS Ayşegül*, YÖRÜR Neriman*, ÇIRAK Hüseyin**

* Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Plan. Böl.,İzmir ** Nokta Planlama Bürosu Kentler üzerinde yer seçen toplumların sosyo-ekonomik ilişki ağlarının bir yansımasıdır. Kent mekanı ve toplumsal pratik sürekli olarak bir etkileşim içerisinde birbirlerinin dönüşümlerine neden olmaktadırlar. Bu doğrultuda toplumsal yaşamın mekanı olan kentsel alanlarda güvenlik problemi; toplumsal suç eğilimleri ve toplumsal güvenlik problemi ile birlikte düşünülmesi gereken bir içerik taşımaktadır. Bu çalışmada; kentlerde güvenlilik sorunsalı doğal/fiziksel kaynaklı risk faktörü kapsamında değil, toplumsal davranış biçimi kaynaklı risk faktörüne bağlı olarak ele alınacaktır. Son zamanlarda kentsel alanda toplumsal veya insani davranış biçimi kaynaklı olarak güvenlik sorunsalının ulusal ve uluslararası alanda daha yoğun bir biçimde ele alınmakta olduğu gözlenmektedir. Küreselleşme sürecinde özellikle gelişmekte olan ülkelerin küresel veya ulusal büyük birikim merkezleri olan kentlerinde bir yandan hızla biriken zenginliğin yanı sıra aynı hızla yoksulluk da artmaktadır. Sosyal devlet kavramının giderek zayıfladığı ortam içerisinde eğitim, ekonomi vb. gibi çeşitli alanlarda yaşanan eşitsizlikler, ideolojik birtakım ilişki ağları ile de beslenerek son yıllarda suç veya terör eylemlerine eğilimlerde artış gözlenmesine neden olmaktadır. Kentsel alanda giderek ön plana çıkan güvenlik problemine ilişkin olarak uluslararası arenada birtakım çözüm stratejileri geliştirilmeye çalışılmaktadır. 1992 yılında imzalanan ve Avrupalı yerel yönetimlerce kabul edilen “Avrupa Kentsel Şartı”nın içerdiği “Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonu”nda kentsel alanda güvenlik sorunsalının kentin en temel problemlerinden biri olarak görüldüğü ve buna ilişkin gereken önlem ve ilkelerden söz edildiği görülmektedir. 90’lı yılların başında gündeme getirilen bu sorun üzerine deklarasyonda “güvenlik” hakkı; “Mümkün olduğunca suç, şiddet ve yasa dışı olaylardan arındırılmış emin ve güvenli bir kent” biçiminde tanımlandırılmaktadır. Bu tanımın gerçekleşebilirliği önceki söylemlerimizde aktarıldığı üzere toplumsal sosyal ve ekonomik sorunların giderilebilmesi ile paralel bir sürece işaret edebilecektir. Oysa Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonu’nun güvenlik probleminin çözülmesine yönelik olarak geliştirilen stratejilerini genel olarak yasal düzenlemeler ve yaptırımları içerdiği gözlenmektedir. Aynı paralelde ülkemizde yerel yönetimler veya sivil toplum örgütlerince de kentlerde güvenlik sorunu ele alınmalıdır. Bugün kentsel alanda güvenliğin kamusal alanlarda gözlemlerin artması, yasal yaptırımlar vb. yollarla gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. Ancak güvenlik problemine bakma biçiminin değişerek, bu konuya bir toplumsal sorun olarak yaklaşılması ve suça neden olan faktörlerin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların daha hızla yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde kentlerin kamusal alanlarında güvenlik kameraları, uluslar arası literatürde “gated communities” olarak adlandırılan “kapalı-kapılı topluluklar”ı daha sık görebileceğimiz

Page 345: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

294

açıktır. Güvenlik probleminin üst ölçekte ve kuramsal çerçevede ele alınması gerekmektedir. Bu çalışmanın temel amaçlarından biri sorunsalın bu çerçevede değerlendirilmesine yardımcı olmaktır. Bu çalışma; kentlerde güvenlik sorununu, kent mekanında suça neden olan faktörler ve alınmaya çalışılan önlemleri, İzmir kenti örneğinde değerlendirmeyi amaçlamaktadır. İzmir kentinde suçun hangi bölgelerde yoğunlaştığı ve bu suçların işlenmesinde etkili olan faktörler İzmir Emniyet Müdürlüğü verileri doğrultusunda incelenecektir. Bu inceleme sonucunda öncelikle kentin hangi bölgelerinin neden güvensiz olduğu ortaya çıkabilecektir. İzmir’de kent güvenliğine ilişkin olarak merkezi veya yerel yönetim tarafından geliştirilen projeler incelenerek değerlendirilecektir. Bu araştırma ve sentezlerin ardından ise, bir anlamda toplum mühendisliği sayılan kent planlama disiplininde İzmir’de güvenlik problemine ilişkin olarak nasıl bir strateji izlenmesi gerektiği ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda çalışmanın sonucunda kent planlama süreçlerinin kentlerde toplumsal-sosyal temelli olarak güvenlilik sorunsalına nasıl yaklaşılması gerektiğine ilişkin stratejilerin oluşumuna katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Güvenlik, Kent Planlama

Page 346: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

295

0163 / S62.

Kent ve Güven-lik BAL Eylem Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fak., Şehir ve Bölge Plan. Böl., İzmir Günümüzde kentlerin, geride kalan süreçlerden daha karmaşık bir yapı sunmakta olduğu gerçeği, yalnız kent plancılarının değil, kentte yaşayan herkesin kolaylıkla gözlemleyebileceği bir unsur haline gelmiştir. Modernizmin çatısı altında şekillenen ve mekanı değiştirmeye-dönüştürmeye yönelik en önemli araçlardan birisi olan kent planlama yoluyla, bu kaosun şiddeti, ivmesi ve biçimi dönemsel ya da eş zamanlı olarak değişkenlik gösterebilmektedir. İnsanoğlu kendisini dışarıdan gelebilecek tehlikelere ya da süreç içindeki belirsizliklere karşı korumaya çalışırken, bu çabasının karşısına güven/güven-lik arayışını koymaktadır. Modernizmle, bütünsel olarak kavranılabileceğine, düzenlenebileceğine inanılan kent ve bu düşünsel çerçevede geliştirilen kent yaklaşımları süreç içinde yerini, yine söz konusu bütünsel bakış açısı hakimiyetinde gelişen bir diğer sürece bırakmıştır. Bundan böyle kent kendisini daha parçalı mikro alanlarla ve bu alanlarda yaşayan farklı kullanıcı gruplarıyla ifadelendirecektir. Kent, bu sürece paralel olarak küreselleşmeyle birlikte, her türlü tüketim biçiminin fetiş nesnesine dönüşmüştür. Sermaye, dünya üzerinde ülkesel sınırları gözetmeksizin dolaşırken, kentler sermayenin kontrolünün sağlandığı düğüm noktaları olarak öne çıkmaktadır. Kent mekanında, giderek daha yoksul ve daha varsıllaşan kitlelerin yer seçim yönelimleri keskin ayrımlaşmalar sunmaktadır. Kent kendi içinde mikro kentler yaratarak büyümeye devam ederken, bu projeksiyonda her şey öngörüldüğü biçimde yolunda gitmeyerek, arızalar açığa çıkarmaktadır. İşte bu noktada, karşı karşıya gelinen arızaları gidermede kent güvenliği ve güvenli kent yaklaşımları sürecin değişkenlerine bağlı olarak geçmiştekinden biçim ve şiddet açısından farklılaşarak gündemimize düşmektedir. Küreselleşme ile derinleşen yoksulluk ve toplumdaki gelir düzeyleri arasındaki yarılmanın giderek artmasıyla, gelir grupları arasındaki farklılaşma yanız giderler ve yaşam biçimlerinde değil, kendisini yaşam çevrelerinde de açık bir biçimde hissettirmeye başlamıştır. Mekansal anlamda yaşanan ayrımlaşma, üst gelir gruplarının, diğer gelir gruplarından ayrı bir biçimde daha korunaklı ve güven-li mekanlarda yaşama isteklerini artırmaktadır. Bugün özellikle metropollerde üst gelir gruplarının yer seçim kriterlerine baktığımızda yaşanan bu süreci gözlemlemek olanaklı hale gelmektedir. Güvenlik arayışı, giderek biz ve diğerleri olarak değerlendirilebilecek net bir mekansal izolasyona yol açmaktadır. Bu durum bize, gerçekte kent kimin için güvenlidir? Sorusunu sordurtmaktadır. Diğer taraftan, kentteki çalışma, yeme içme, dinlenme, eğitim vb. alanlarının pek çoğunda gelişmiş güvenlik sistemleri yer almaktadır. Burada ilginç olan, bu alanlara girebilmenin ön koşulunun oraya ait olduğunuzu belirten bir simgeyi sisteme okutma zorunluluğudur. Dolayısıyla sistem sizi atomize olmuş bir kimlik kartıyla tanımakta-tanımlamakta ve gerektiğinde sizi devre dışı bırakabilmektedir. Güvenlik gereksinimi özel alanda alınan önlemlerle mikro kentler yaratarak sağlanadursun, sürecin kamusal alandaki yürüme eğilimine baktığımızda, kentteki suç oranlarının önemli

Page 347: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

296

değerlere ulaşması sonucu, güvenlik alanında teknolojinin de yardımıyla, bilim kurgu filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz gelişmelere tanık olmaktayız. Kent bilgi ve güvenlik sistemleri olarak adlandırılan sistemler ile, kentin önemli noktalarına yerleştirilen güvenlik kameraları günün her anında kenti gözetleyebilmekte, göz retinasından teşhis programı vb. programlar suçluların yakalanmasını sağlayabilmektedir. O halde kent her an, her yerde, her şeyin olabileceği bir alandır ve bu yüzden de kontrol altında tutulmalıdır. Bunun bedeli ise, kamusal alanda gözetlenmeyi kabul etmek olmaktadır. Özet olarak bu çalışma, kent ve güvenlik kavramlarının yan yana geldiği yukarıda adı geçen parametrelerden yola çıkarak, yaşam çevrelerinin güvenliğini sağlamak adına, mikro ve makro ölçekte geliştirilen düzenlemelerin irdelenmesini ve kent mekanının altlık ettiği süreçte bu düzenlemeler üzerinden örneklemelere gidilerek, söz konusu eğilimlerin yaşam alanlarımız üzerindeki anlamını/anlamlarını sorgulayabilmeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Güven, Güvenlik, Kent

Page 348: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

297

0183 / S63.

Kentsel Güvenlik ve Kent Planlaması İlişkisi: "Kent Güvenliği Planlaması" HENDEN Hatice Burçin*, KORKMAZ Gürol**

* Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Alaplı Meslek Yüksekokulu, Alaplı, Zonguldak ** Batman Emniyet Müdürlüğü, Batman Kentler; insanların yerleşme, barınma, çalışma, dinlenme ve kültürel gereksinmelerini karşıladığı yaşayan organizmalardır. Kentleşme olgusu, kent ve kentlerde yaşayan insan sayısının artması olarak ele alınsa da; olayın toplumsal yansıması farklı bir nitelik taşımaktadır. Göç kavramı, kentlerde yaşayan insan sayısını artıran etkenlerdendir. Türkiye’de 1950lerden itibaren kırsal kesimden kentlere doğru hızlı bir iç göç başlamıştır. Türkiye’deki göçlerin nedenleri arasında;

• Kırsal kesimdeki hızlı nüfus artışı • Tarım arazisinin miras yoluyla parçalanıp küçülmesi • Tarımda makineleşmenin başlamasıyla oluşan işsizlik • Verimli tarım alanlarının azalması • Kan davaları ve güvenlik sorunu • Kentlerin iş, eğitim ve sağlık bakımından çekiciliği sayılabilmektedir.

1990larda, ülke nüfusu kentlerde yığınlaşmaya başlamıştır. Toplumun şehirlerde yaşaması sürecinde, kentler herkese aynı imkânı sunamamış; özellikle gelişmekte olan ülkelerde sorunlar görülmeye başlamıştır. Türkiye’de iç göçlerin sonuçları bakımından aşağıdaki noktalar sıralanabilir:

1-Kent nüfusu hızla artmaktadır. 2-Alt yapı yetersizliği ve plansız kentleşme sorunları görülmektedir. 3-Kentlerde sağlık, ulaşım, konut, eğitim, istihdam gibi alanlarda sorunlar

oluşmaktadır. 4-Kentlerde güvenlik sorunlarında artış gözlenmektedir. 5-Kırsal alandaki yatırımlar verimsiz hale gelmektedir.

Kentleşme hızının artışı, kentsel suç oranının artması sonucunu da getirmiştir. Bunda, göç edenlerin, beklediği yaşam koşullarına sahip olamamasından doğan etkenlerde rol oynamaktadır. Kentsel yaşamda, suça yönelimin artmasında çeşitli kriterler bulunabilmektedir. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:

• Şehirdeki kalabalık, kargaşa ve yüksek binalar şeklindeki yapılaşma dolayısıyla insan ölçeğinden kopuş

• Komşuluk ilişkilerinin zayıflaması • Toplum ve aidiyet duygusunun yitirilmesi • Yalnızlık, bencillik, sınırsız kazanç ve umursamazlık • Aile, okul ve çevre gibi sosyal kontrol unsurlarının etkinliğinin azalması,

Page 349: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

298

• Şehir imkânlarından faydalanma ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler Suça yönelimdeki artış, güvenlik kavramına dikkat çekmiştir. Güvenlik, birey ve toplumların temel ihtiyaçlarındandır. Kentsel haklar kavramı içerisinde de ön planda ele alınan güvenlik unsuru, kentlerin heterojen yapılarından ötürü giderek önem kazanmaktadır. Kent güvenliği; bireylerin, kentsel yaşamın doğası gereği kurgulanan hizmetlerden faydalanmada huzur ve emniyet içerisinde olabilmeleridir. Güvenliğin sağlanması, tıpkı kent planlaması gibi, bir kamu hizmetidir. Kent planlamasının sosyal boyutu açısından bakıldığında; kent güvenliğinin sağlanabilmesi oldukça önemli bir unsurdur. Yerel halka, kentsel hizmetlerin sunumuyla görevli olan yerel yönetimlerin konuya ilişkin ödevi koordinasyon noktasında daha da önem kazanmaktadır. Özellikle çağdaş yönetim anlayışları açısından bakılırsa; yerel yönetimler, diğer kamu yönetimi kurumları ile ortak paydada buluşmalıdır. Bu işbirliğinin sağlanması gereken platformlardan biri de kent planlamasıdır. Kent planlaması, o kentte yaşayan bireylerin hem fiziki, hem sosyal gereksinimlerine karşılık verebilmelidir. Güvenlikte bunlardan biridir. Bu noktada ortaya çıkan kavramın adı “kentsel güvenlik planlaması” dır. Kentsel güvenlik planlaması, tek başına polisiye hizmetler veya güvenlik kuvvetlerini ilgilendiren bir olgu değildir. Kente hizmet sunan tüm sektörler arasındaki işbirliği, kent güvenliğinin sağlanmasında en başat unsurdur. Kent sakinlerinin güvenliğinin sağlanması, kent planlaması yapılmaya başlandığında, gerçekleştirilmesinin gerekliliğine inanılan ölçütlerden birisi olmalıdır. Bu nedenle, fiziki plan kararlarının alınması sürecinde, (sosyal yapılanmayı da etkileyecek saptamalar yapmadan önce) katılımcı bir anlayışa sahip olunmalı, farklı uzmanlık alanlarından oluşan bir ekiple çalışılmalıdır. Bu bildiride varılmaya çalışılan nokta, kentleşmenin suç oranını artırmasından dolayı ortaya çıkan “kentsel güvenlik” kavramıyla “kent planlaması” arasındaki ilişkinin güçlendirilmesinin gereğidir. Son yıllarda çağdaş yönetim ve planlama anlayışında, katılımcılık ve işbirliği unsurları öne çıkmaktadır. İşbirlikçi planlama anlayışında; o kenti ilgilendiren merkezi yönetim, yerel yönetim, özel sektör, sivil toplum kuruluşları vb… kurumların koordinasyonu hedeflenmektedir. Bu bildiride; çağımızda giderek önem kazanan güvenlik konusunun, çok aktörlü planlama yaklaşımı içerisindeki rolü vurgulanacaktır. Anahtar Kelimeler: Güvenlik, Kent, Kent Güvenliği, Kent Planlaması

Page 350: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

299

D4 Spor ve Oyun Alanları 0021 / S8.

Ankara Şehir Merkezindeki Bir Belediyenin Dokuz Mahallesindeki Çocuk Parklarında Çevre Güvenlik Durumu ve EMA Düzeyi Saptanması SEVENCAN Funda, ÖZCEBE Hilal, ÇİLİNGİROĞLU Nesrin, TELATAR Gökhan Tahsin, ÖNDER Fatma Gül, KARAKAŞ Gülin Gökçen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD, Ankara Amaç Bu çalışmada, Ankara şehir merkezindeki bir belediyenin dokuz mahallesindeki çocuk parklarını ve oyun elemanlarının çevre güvenlik durumlarını değerlendirmek ve elektromanyetik alan (EMA) düzeyini saptamak amaçlanmıştır.

Yöntem-Gereçler Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, Ağustos 2004’te Ankara şehir merkezindeki bir belediye sınırları içerisinde dokuz mahalledeki oyun elemanı bulunan 63 çocuk parkında yapılmıştır. Araştırmada, park yeri ve çevresini, oyun elemanlarının özelliklerini, kaydırakları, salıncakları, diğer bileşenleri, sağlık önlemlerini, parkın içinde çocukların yaralanmasına sebep olacak etkenleri ve acil durumda kullanılabilecek gereçleri değerlendiren dokuz başlıklı ve 85 maddelik kontrol listesi kullanılmıştır. Bu listenin oluşturulmasında Türk Standartları Enstitüsü’nün Çocuk Parkları - Oyun Elemanları Tasarım ve Yerleştirme Kuralları’ndan da yararlanılmıştır. EMA ölçümleri Triaxial Elf Magnetic Field Meter yerden 90 cm yükseklikte, horizontal düzlemde Kaliforniya Sağlık Hizmetleri Departmanının belirttiği usulde, oyun elemanları ölçümleri ise Star 3m Measuring Tape ile yapılmıştır. Ölçümler ve parklara ait diğer bilgiler 09: 00-19: 00 saatleri arasında alınmıştır. EMA ölçümleri; varsa park yakınındaki trafo yanından, parkın köşe noktalarından, ortasından ve oyun elemanlarının yanından yapılmıştır. Veriler Kalaba intern doktor grubu tarafından toplanmıştır. Analiz için SPSS 11.0 paket programı kullanılmıştır.

Bulgular Araştırmaya dahil edilen 63 parkın 46’sı (%73) karayoluna, dokuz’u (%14,3) yüksek gerilim hattına ve 22’si (%34,9) trafoya yakın olarak bulunmuştur. Parkların 38’inde (%60,3) yağmur ve güneşten koruyucu bir sığınak, 62’sinde (%98,4) sakat ve özel hastalığı olan çocuklar için

Page 351: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

300

yumuşak zeminli oyun birimleri bulunmamakta ve 36’sı (%57,1) hava kirliliğine maruz kalacak konumdadır. Parkların 59’unda (%93,7) park çıkışında çocukların hızlı çıkışını engelleyecek bir bariyer, 56’sında (%88,9) yaya geçidi, 62’sinde (%98,4) ise park çıkışında taşıtlar için hız kesici bulunmamaktadır. Parkların hiçbirisinin çevresinde park varlığını belirten levha bulunmamaktadır. Parkların 57’sinde (%90,5) park zemini çakılken, altısında (%9,5) ince kumdur. Araştırmaya dahil edilen parklardan; trafo merkezinin yakınında bulunan 22 parkın 12’sinde (%54,6), yüksek gerilim hattı bulunan dokuz parkın dördünde (%44,5) ölçülen EMA düzeyi 2 mG’ın üzerinde bulunmuştur (sırayla p=0,03, p=0,597). EMA düzeyi ile trafo merkezi bulunması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p=0.03). Araştırma kapsamındaki 63 çocuk parkının 48’inde (%76,2) oyun elemanlarının boyu 2,5 metreyi aşmakta, 25’inde (%39,7) koruyucu birimler bulunmamaktadır. Parkların 54’ünde (%85,7) oyun elemanlarının korkuluklar arası mesafe sıkışmaya neden olacak ölçüde, 52’sinde (%82,5) bitim uçları yuvarlak ve kapalı, 55’inde (%87,3) oyun elemanları arasında yeterli mesafe bulunmamaktadır. Parkların tümünde park içinde sigara içilmekte, 59’unda (%93,7) başıboş/evcil hayvanlar girebilmekte, 51’inde (%81) açıkta yiyecek ve içecek satılmaktadır. Araştırmaya dahil edilen 63 parkın dördünde (%6,3) yangın söndürme düzeneği ve ilk yardım seti bulunmaktadır. Parkların 14 tanesinde ise acil durum müdahalesine ilişkin bilgilere ulaşılamamıştır.

Sonuçlar Çocuk parkı yapmak için belediye tarafından yer seçilirken ana yol üstü, trafo varlığı gibi sağlık açısından risk oluşturabilecek yerlerin seçilmemesine dikkat edilmelidir. Çocukların güvenliği için parkların, park çevresinin ve oyun elemanlarının gerekli koşulları sağlaması gerekmektedir. Çocuk parklarında sağlık önlemleri olarak tuvalet, içme suyu, sigara içilmesi, açıkta satılan yiyecekler ile ilgili önlemler alınmalıdır. Çocuk parkları konusunda standartların geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Uygun standartların geliştirilmesi ve Belediyelerin de geliştirilecek standartlar doğrultusunda kontrol listesi kullanması uygun olacaktır. Toplumun konu ile ilgili bilgilendirilmesine yönelik broşürler, kitaplar, televizyon ve radyo programları, gazete haberleri hazırlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çevre Güvenlik Düzeyi, Çocuk Parkları, EMA Düzeyi

Page 352: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

301

0031 / S9.

3-6 Yaş Grubu Çocuklarının Gelişiminde Çocuk Oyun Alanları Tasarımının Yeri ARSLAN Mükerrem, KİPER Tuğba, ERDİNÇ Lerzan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Ankara

Oyun, çocuğun doğal öğrenme ve kendini geliştirme ortamı olduğu gibi aynı zamanda çocuğun sağlıklı gelişmesinde de önemli etkenlerden biridir. Dolayısıyla tasarımcı ve plancıların sadece çevre koşullarını ve tasarım ilkelerini dikkate alarak düzenledikleri çocuk oyun alanları tek başına yeterli değildir. Çocukların isteklerinin de göz önüne alındığı tasarımlar çocukların daha keyifle oynadıkları, gelişimlerine yardımcı mekanlar olacaktır. Bunun için de öncelikle çocuğun gelişim aşamaları çerçevesinde beklentilerini karşılamaya yönelik olarak tasarımcının bilgi ve deneyimini de ortaya koyduğu mekanlar oluşturulmalıdır. Bu çalışmada 3–6 yaş grubunda yer alan çocukların kişilik özelliklerinin gelişiminde oyun oynadıkları dış mekan tasarımlarının önemi ve etkisi araştırılacaktır. Mangın ve Aral 1990 ‘a göre ilk çocukluk dönemi; çocuğun fiziksel, motor, duygusal, sosyal, zihinsel ve sanat gibi gelişim alanlarında çok hız kazandığı ve kişilik temellerini attığı bir dönem olarak tanımlamıştır. Bu nedenle araştırmada kimlik gelişimi için önemli bir süreç olan 3–6 yaş arası baz alınmıştır. Bu doğrultuda çalışma 3 aşamadan oluşmaktadır. Öncelikle 3–6 yaş grubunu içeren ilk çocukluk döneminde çocukların gerek zihinsel gerekse bedensel gelişimleri ele alınarak diğer yaş grubundaki çocuklardan farklılıkları ortaya konacaktır. Daha sonraki aşamada oyun kavramı, oyunun bu yaş grubu için önemi ve gelişim aşamalarına bağlı olarak çocuğun kimlik kazanmasında etkili olacak beklentilerine cevap verebilecek oyun türlerine değinilecektir. Sonuç olarak da bu grupta yer alan çocukların bedensel ve zihinsel gelişimine uygun olarak çocuk oyun alanlarında oluşturulacak tasarım ilkeleri saptanacaktır. Çalışma; 3–6 yaş grubundaki çocukların gelişiminde oyun alanları tasarımının etkili olacağı hipotezi ile konu ile ilgili yurt içi ve yurt dışında yapılan başarılı örnek çalışmaların incelenmesi esasına dayanmaktadır. Özellikle de “Gelecekte sağlıklı ve düzgün bireyler yaratılmasında oyun alanlarının rolü ve kurgusu nedir, nasıl olmalıdır? Sorusuna yanıt aranmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Oyun, oyun alanı tasarımı, peyzaj tasarımı,çocuk gelişimi

Page 353: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

302

D5 Ulaşım 0072 / S46.

Ulaşım ve Kentsel Planlamanın Sağlıklı Yaşam Üzerine Etkisi ERYILMAZ Semiha Sultan*, ERYILMAZ Yaşasın**

* Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mim. Fak., Şehir ve Bölge Plan. Böl., Kocaeli ** İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi, Ulaştırma Anabilim Dalı, İstanbul Sağlık, beden ve ruh sağlığının korunmasına yardımcı çevrenin ve koşulların sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle yaşadığımız kent mekânı ile insan sağlığı arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Kentsel kamu sağlığı açısından, mekânın temizliği ve güvenliği kadar; kentteki istihdam olanakları, iyi bir yaşam kalitesinin sunulduğu konut-eğlence - kültür - spor - sağlık donatılarının varlığı, yaşama ve çalışma mekanları arasında yolculuk için sürekli kullanılan ulaşım altyapısının durumu ve ulaşım araçlarının çevresel etkileri de önem taşımaktadır. Günlük hayatta iç içe olduğumuz ve kullandığımız bu mekânlar/ donatılar, bireysel ve toplumsal sağlığı etkilemektedir. Fiziksel mekânların nitelikli olarak sunulduğu kentte, yaşam kalitesi artmakta; iyi planlanmış bir kentte bireyin sosyo- kültürel ve ruhsal gelişimi olumlu yönde etkilenmektedir. Konut-işyeri veya konut-diğer donatılar arasında yolculukların giderek arttığı günümüzde ulaşım, bireysel ve toplumsal yaşamı büyük ölçüde etkilemektedir. Özellikle kentleşmenin yoğun olarak görüldüğü metropoliten kentlerde nüfus yoğunluğuna bağlı olarak kentsel ulaşım problemleri giderek artmaktadır. Toplu taşıma olanaklarının yeterli olmaması, farklı ulaşım modları arasında bağlantının iyi sağlanmaması vb. sebeplerle ulaşım, genellikle bireysel araçlarla yapılmaktadır. Araç yoğunluğunun artmasına paralel olarak ulaşımın, insan, doğal yapı, kentsel doku, hava, su ve yaşam çevresine olumsuz etkileri de artmaktadır. Amerika ve Avrupa’da, ulaşım araçlarının insan sağlığına olumsuz etkilerini inceleyen araştırmalarda, kentsel düzeyde görülen tehlikeli boyuttaki hava kirliliğinin temel sebebinin motorlu araç trafiği olduğu belirtilmiştir. Ulaşım araçlarının, karbon monoksit(CO), azot oksit(NOx), hidrokarbon(HC) ve tehlikeli partikül oluşumuna etkilerinin ve oranlarının belirtildiği çalışmalarda; araçların, kentsel zemin seviyesinde sis olarak bilinen ozon kirliliğini oluşturduğu, buna bağlı olarak hava kirliliği kaynaklı astım vb. alerjik hastalıkların, ölüm oranlarının giderek arttığı ifade edilmektedir. Ulaşımın kentsel yaşama ve kamu sağlığına yaptığı olumsuz etkiler göz önüne alınarak, sebep olduğu kamu sağlığı problemlerinin azaltılması için yeni ulaşım politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması zorunludur. Bu kapsamda sürdürülebilir kentsel ulaşım için kararların alındığı ve ulaşımın olumsuz etkilerini hafifletmeye yönelik çalışmaların yapıldığı görülmektedir.

Page 354: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

303

Bu çalışmada; kentsel planlama ve ulaşım sorunu incelenecek ve daha sağlıklı/yaşanabilir bir kentsel yaşam için, olumsuz ulaşım problemlerinin azaltılması yönünde ele alınan/alınması gereken karar ve ilkeler ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Kentsel planlama, Sağlıklı ve yaşanabilir kentler, Ulaşım

Page 355: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

304

0082 / S73.

Sağlık, Kent Planlama İlişkisi Bağlamında İstanbul Tarihi Yarımda Bölgesinin 19.yy. Kent Planlarının İncelenmesi GÜRER Kamil Tan* , TUNCER Ezgi * Yıldız Teknik Üniversitesi, Mim. Fak., Mimarlık Böl., Bina Bilgisi A.D., İstanbul Günümüz kent planlama ilkelerinin başlangıcı Rönesans' a kadar geri gitmesine rağmen bu alanda belirgin dönüşümler 18. yüzyıl Aydınlanma döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde toplumsal yaşama dair birçok konu rasyonalist-bilimsel düşünceler bağlamında yeniden tariflenmiştir. Yeni kent planlarının oluşturulmasında ya da var olanların yeniden düzenlenmesinde bu düşünce anlayışı egemen olmuştur. Aydınlanma Döneminde birçok disiplinin yaptığı gibi kendi kuramlarını yeniden gözden geçirenlerden bir tanesi de tıp bilimi olmuştur. Bu dönemde bu bilim dalının önde gelen isimleri - W., Harvey, T., Willis vb. - yeni bir beden anlayışı geliştirmişler ve sağlıklı, hijyenik bireyi rasyonel düşünce çerçevesinde yeniden tanımlamışlardır. Kanın beden içinde serbest ve mekanik olarak damarlar aracılığıyla dolaşması, yine sinir sisteminin mekanik dolaşım yoluyla anlatılmaya çalışılması bu düşüncenin en iyi örneklerini oluşturmuştur. Tıp alanında yaşanan gelişmelerden mimarlık ve kent planlama da etkilenmiştir. Bu gelişmelerden bir tanesi dolaşıma dayalı kent planlarıdır. Bu anlayışa dayanan planlamaların Karlsruhe, Washington D.C. ve Paris gibi kentlerde uygulandığı görülür. Karlsruhe ve Washington D.C. planlamalarında merkez ve ana arterler diyagonal diğer yollarla birbirine bağlanmış, Paris’te ise geniş bulvarlar açmak yoluyla ulaşımdaki tıkanıklığın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Gelişmelerden bir diğeri ise, sağlıklı beden imgesinin bir yansıması olarak Londra, Paris gibi bazı önemli merkezlerde sokakların pisliklerden arındırılmak amacıyla yıkanmaya başlanmasıdır. Yine bu dönemde trafik sistemlerine ve ulaşıma bedendeki kan dolaşımı sistemini örnek almaya çalışan planlamacılar, tıp bilimine dair bazı terimleri kendi jargonlarına dâhil etmişlerdir: atardamar/arter, toplardamar/arter gibi. 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu döneminde Batıda yaşanan bu gelişmeler İstanbul için yapılan kent planlarında karşılığını bulmuştur. Özellikle İstanbul'un Tarihi Yarımada bölümündeki kent dokusunu daha sağlıklı hale getirebilmek için 1839'da İstanbul yarımadasının ticari ve idari işlerinin yürütüldüğü merkeziyle eski Bizans kapıları arasında geniş yollar açarak kesintisiz ve kolay bir ulaşım ağı geliştirmek isteyen Moltke'nin, 19. yy. sonunda demiryolu inşaatlarında yaşanan artışlara koşut olarak, 1900’de İstanbul’un Asya ve Avrupa yakalarını birbirine bağlamayı ve daha da öte İstanbul’un etrafında kentsel anlamda daha büyük bir çevre yolu projesi öneren Arnodin'in ve her ne kadar kâğıt üzerinde kalsa da İstanbul için tamamıyla yeni bir imaj ve bazı muteber mekânlar için Beaux-arts ilkelerine göre tasarlanmış bir planlama gerçekleştiren Bouvard’ın ve 1900’lerin ikinci çeyreğinde Henri Prost'un İstanbul’un bu bölgesi için önemli planlar gerçekleştirdiği ve halen geçerliliğini koruyan gelişmelere imza attığı görülür.

Page 356: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

305

Bu bildirinin amacı, Batı Aydınlanma Dönemi tıp biliminde ortaya çıkan yeni beden kavrayışına bağlı olarak Avrupa kentlerinde meydana gelen planlama değişimlerinin 19. yüzyıl İstanbul kenti Tarihi Yarımada bölgesi örneğinde izlerinin sürülmesi, kent dokusunda dolaşıma, ulaşıma, alt yapılara ve sağlıklı bir çevre anlayışına dair yarattığı değişimlerin gösterilmesidir.

Anahtar Kelimeler: kan dolaşımı, kentsel planlama, ulaşım

Page 357: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

306

0187 / S74.

Kentiçi Ulaşım Sorunu ve Belediyelerin Sorumluluğu: Edirne İncelemesi GÜLER Mahmut Trakya Üniversitesi İ.İ.B.F, Kamu Yönetimi Bölümü Kamunun özel araba sahibi olmayan dar gelirli vatandaşlarına kent içi ulaşımlarının sağlaması zorunluluğu 1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı yasayla belediyelere verilmiştir. 1960’lardan sonra kentli nüfusun hızlı artışına karşın kent içi ulaşıma yönelik çalışmalar yetersiz kalmıştır. Özellikle 1950’lilerden sonra hızlı artan nüfusun ihtiyacını karşılayacak toplu taşımaya büyük kaynak gerekiyordu. Bir yandan yeni araçların alınması, diğer yandan bu araçların bakım onarım masrafları ve en önemlisi hızla artan petrol fiyatları bu dönemde kaynak sıkıntısı çeken belediyelerin yatırım yapmasına olanak tanımamıştır. Yine 1960-70’li yıllarda belediye meclislerine hakim olan küçük esnaf örgütleri belediyelerin toplu taşıma alanında yapısal çözümler üretmesinde bir engel olarak bulunmuştur. Çünkü küçük esnaf örgütleri belediye meclislerinden kendileri aleyhine bir karar çıkmasına engel olmuş ve küçük esnaf derneği olan dolmuş kooperatifleri kent içi taşımacılıktan doğan rantı kendileri dışında kimse ile paylaşmak istememiştir. 1980’li yıllardan sonra ise yerel yönetim gelirlerinde kısa dönemli bir artış görülmesine rağmen belediyelerin toplu taşımacılık alanına –birkaç büyük belediyenin metro taşımacılığı dışında- el atmadığı görülmüştür. Çünkü bu yeni dönemde Türkiye, politik tercihini yeni sağ (YS) politikalardan yana koymuştur. YS ideoloji, kamunun üretim alanından elini çekmesini kamuya ait olan bütün işlerin özele devrini istemiştir. İdeolojik dönüşüm ile birlikte kent içi taşımacılığın da özelleştirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Özelleştirme kapsamında belediyelere yüklenen görev; toplu taşımacılık işinden çekilmesi, bunun için araç gereçlerini özele devretmesi, rantın bölüşümü için yeni hatlar açması ve sonra kent içi ulaşım için fiyat belirleme işini de özel sektöre bırakmak olarak sıralanıp uygulanması sağlanmıştır. Kent içi taşımanın özelleştirildiği 1980’li yılların başında belediyeler, kent içi ulaşım hizmetlerinde fiyat belirleme yetkisini esnaf örgütlerine bırakmamış, bu yetkiyi kendisi kullanmıştır. Fakat bir süre sonra birçok belediyenin bu yetkiyi esnaf örgütlerine bıraktığı görülmüştür. Bu belediye yönetimleri için iki açıdan avantaj sağlamıştır. İlk olarak kent içi toplu taşımadan kaynaklanan maliyet artışları (bakım-onarım giderleri, personel giderleri, petrol fiyatlarında ki artışlar vs) belediyeleri toplu taşıma ücreti artışlarına mecbur bırakmakta ve yapılan her artış sonrası belde halkına bunu açıklama zorluğudur. İkincisi toplu taşıma işi ile uğraşan büyük bir kesimin desteğini kazanmak belediye başkanları açısından önem verilen bir durum olmuştur. Çünkü bu kesim hem belediye meclislerinde ağılıklı bir yeri hem de yerel seçimlerde aileleri ile birlikte önemli bir seçmen desteği anlamına gelmektedir.

Page 358: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

307

Bu bağlamda kent içi ulaşım konusunda Edirne Belediyesi 1990’lı yıllardan sonra kent içi taşımacılığı özel sektöre, fiyat belirleme yetkisini ise esnaf derneklerine bırakmıştır.1 Fakat şunu da belirtmek gerekir ki; bu yıllarda hiçbir belediyenin kamu taşımacılığında ki payı % 40’ı aşmamaktaydı. Buna karşılık özel sektörün payı (minibüs, halk otobüsü ve servis işletmeciliği) % 35’ler düzeyinde bulunmaktaydı. 1992 yılında Edirne Belediyesinin kent içi ulaşım için elindeki araç sayısı 35 civarındayken aynı yıllarda özel kooperatiflerin elindeki araç sayısı 130 civarındadır. Fakat artık bu oran kamunun aleyhine tamamen küçülmüştür. Örneğin Edirne Belediyesi’nin 1992 yılında kent içi ulaşımda 2.250.000 yolcu taşırken, günümüzde kent içi ulaşım için önemli herhangi bir faaliyeti yoktur. Kent içi taşımanın toplumsal boyutu ticari boyutundan daha önemlidir ve onu pazar koşullarına, piyasa mantığı içine terk etmek doğru bir politik tercih olarak değerlendirilemez. Kent içi taşımayı ticari bir hizmet olarak değil, bir kamu hizmeti olarak görmek gerekmektedir. Çünkü kamu bu işi çevresel faktörleriyle birlikte, örgütlü bir şekilde gerçekleştirmiştir. Kent içi taşıma işi uzun vadeli planlamalar ile gerçekleştirmek gerekmektedir. Bu anlamda kent içi taşımayı sadece insanları bir yerden başka bir yere alıp götürmek ve ücretini tahsil etme işi olarak görmek doğru değildir.

1 2005 yılında çıkarılan 5393 sayılı Belediye Kanunun 15. maddesi fiyat belirleme yetkisini belediyelere vermiştir.

Page 359: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

308

D6 Sanat ve Sosyal Faaliyetler 0097 / S64.

Kentli ve Sağlıklı Olmaya Sanatsal Bir Çözüm: “Sanat Yoluyla İnsana Yardım: Sanat Terapisi” SAYAR Özge Özgür Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Araştırma Görevlisi Sanat, en basit biçimde yaratıcılığın ya da hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılmaktadır. Yaratıcılık ise bireyleri biyolojik, duygusal, zihinsel ve ruhsal düzlemlerde var olan her şeyin doğal süreciyle bağlantıya geçirir. İnsanlar bu temel yaşam gücü enerjisini hem kendi içine hem de dış dünyaya doğru kullanmaya başlayarak, yaratma ve keşfetme dürtüsüyle yeniden bağlantıya geçebilir ve böylece bu basit dürtüler ve kapasiteler ve dolayısıyla içsel zekâ uyandığında ve güçlendiğinde birbiriyle çelişkili ya da tutarsız görünen olaylar arasındaki yaratıcı ilişki kavranabilir. Sanatın bireylere hem “yaşam iyileştirici” hem de “rehabilite edici” yönüyle olumlu katkı sağladığı düşünülmektedir. Sanatın bir biliş formu, normal gelişimin bir parçası, yaşantıyı düzenlemenin bir aracı, grup bağlarını geliştirici ve yaratıcı problem çözme sürecini harekete geçirici, ciddi biçimde zarar görmüşler için başarıyı tatmayı sağlayıcı ve rehabilite edici ortamın “özel kılınmasını” sağlayıcı olduğu vurgulanmaktadır. Bütün bu özelliklerin sonucu olarak sanatın, gelişimsel engeli olan, beyin hasarı olan, konuşma bozukluğu olan ve diğer birçok zihinsel rahatsızlığı ya da yaşama ilişkin problemleri olan birçok birey için işlevselliği artırma ya da sağlama potansiyeli vardır. Bu da sanatın rehabilite edici özelliği olarak kabul edilir. Sanat terapisi, insanların kendi duygu ve düşüncelerini keşfetme ve ifade etmesine yardım etmek için sanat yaratımını ya da sunumunu kullanan bir insana yardım aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kısaca tanımlamak gerekirse sanat terapisi sanat araçlarından, imgelerden, yaratıcı sanat sürecinden ve müracaatçının/hastanın gelişiminin, yeteneklerinin, kişiliğinin, ilgilerinin, isteklerinin ve çatışmalarının yansıması olarak onun yaratılan sanat ürünleriyle olan ilişkisinden yararlanan bir insana hizmet mesleğidir. Sanat terapisi uygulaması, insan gelişimi, eğitim, psikodinamik, bilişsel, kişiler arası ve diğer duygusal çatışmaları çözmede yardımcı olan terapötik araçlar (farkındalığı sağlama, sosyal becerileri geliştirme, davranış yönetimi, problem çözme, kaygıyı azaltma, gerçeklik oryantasyonu yardımı ve benlik saygısını yükseltme) hakkındaki psikososyal teorilere dayanır. Sanat terapisti, psikoloji, sosyal hizmet, danışmanlık gibi disiplinlerin sahip olmadığı başka bir şeyleri daha edinmek durumundadır. Bunlar; sanatçı yaşantısı ve eğitimidir. Dolayısıyla, yardım edici meslek elemanları her ne kadar terapötik yardım becerilerini edinmiş olsalar da, söz konusu yardım ve iyileştirme aracı “sanat” olduğunda, sahip olunan mesleki bilgi ve becerinin yanında sanat konusunda deneyim ve eğitimin gerekliliği de ön plana çıkmaktadır. Kısaca, ne tek başına sanat eğitimi almış olan “sanatçı”lar ve ne de tek başına mesleki eğitimlerini almış olan “yardım edici meslek elemanları” sanat terapisini uygulama

Page 360: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

309

konusunda yetkin ve etkin olabilirler. Bu yöntem, adeta her iki mesleki kimliği taşımakta ve çok disiplinli bir yaklaşımla farklı mesleklerden gelen bilgilerin uyum ve koordinasyonunu gerektirmektedir. Birçok araştırmacı, yaratıcı sanat terapilerinin iyileştirici doğasını vurgulamıştır. Buna göre sanat terapisi; yaratıcı ifade sürecine ve bu süreçte kullanılan stratejilerin biricikliğine dikkat çeker; müracaatçının kendini ve başkalarını daha iyi anlamasına yardımcı olan yaşantıları deneyimlemesini sağlar; müracaatçıların sorunlarıyla başa çıkmasında yeni stratejiler geliştirmelerine yardımcı olur; onların dünü, bugünü ve yarını arasında bağlantı kuran bir araç sağlar; kendi kültür ve geçmişlerinin güçlü yönlerini ifade etmelerini kolaylaştırır. Sanat terapisi, sanatın hemen tüm türlerinden yararlanan bir disiplindir. Bunlar; drama terapisi, müzik terapisi, dans terapisi, resim terapisi, yazı terapisi, anlatı terapisi, kil terapisi, fotoğraf terapisi olarak sıralanabilir. Sanat terapistleri, sanatın ifade ediliş biçimlerini insana yardım teknikleriyle bütünleştirerek müracaatçılarına yaratıcı bir “yardım etme ortamı” sunmaktadır.

Anahtar kelimeler: Sanat, insana yardım, sanat terapisi.

Page 361: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

310

D7 Sigarasız Kent 0060 / S12.

Çevresel Faktörlerin Astım Hastası Çocukların ve Ebeveynlerinin Yaşam Kalitesine Etkisi YILDIRIM Ayşegül*, LÜLECİ Emel*, NUHOĞLU Çağatay**, CERAN Ömer** * Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Kartal-Cevizli-İstanbul ** Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadıköy-İstanbul Giriş ve Amaç Bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınan astım atağının çevre kirliliği ve sigara dumanından etkilendiği bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, 7-14 yaş arası astım hastası çocukların ve ebebeyinlerinin astıma bağlı yaşam kalitesinin çevresel faktörlerden etkilenimini araştırmaktır. Çalışma 2004 yılının 5 Ocak- 30 Haziran tarihlerinde, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, çocuk sağlığı ve hastalıkları bölümünün, ayaktan astım tedavi merkezine başvuran, çalışma hakkında bilgilendirilen ve gönüllük esasına göre çalışmaya katılmayı kabul eden tüm ebe beyinlere ve onların çocuklarına yapılmıştır. Merkeze başvuran çocukların ebebeyinlerinin %71.3 araştırmaya katılmayı kabul etmiştir. Araştırmaya 112 çocuk ve onların ebebeyinleri katılmıştır. Hasta çocukların anne-babalarından çalışma ile ilgili bir bilgilendirme ve onam formu ve beraberinde bir anket formunu doldurmaları istenmiştir. Bu anket formlarında sosyo-demografik özellikler, çocukların beden kitle indeksleri, aile bireylerin sigara alışkanlıkları, hastanın oturduğu çevredeki havayı kirleten fabrikaların varlığı, ısınma araçları, son altı ay içindeki astım ataklarının sayısı, diğer sağlık yakınmaları ve ebebeyinlerde astım hastalığının varlığı sorulmuştur. Çocukların yaşam kalitesi, Türkçe’ye uyarlanmış Pediatrik astım yaşam kalitesi skalası (PAQLQ) ile ebebeyinlerin yaşam kalitesi Türkçe’ye uyarlanmış 15D anketi ile ölçülmüştür. PAQLQ, 3 ana başlık altında toplanmış, 23 sorudan oluşmuştur. PAQLQ skalasında ortalama skorlarının düşüklüğü, yaşam kalitesinin iyi olduğunu belirtmektedir. PAQLQ nün Türkçe’ye uyarlanmış şeklinin Cronbach's alfa katsayısı ön test için 0.84 son test için 0.91 dır. 15D, 15 ana başlık altında toplanmıştır. Her ana başlı altında o anki sağlık durumunu gösteren 5 adet seçenek mevcuttur. Türkçe’ye uyarlanmış ön test son test Cronbach alfa katsayısı 0.98 ve 0.99 dur. O-1 indeks skoruna değerler çevrilerek hesaplama yapılır. 1 en iyi 0 en kötü değeri gösterir. Ortalama skorların yüksekliği iyi yaşam kalitesini, düşüklüğü, kötü yaşam kalitesini gösterir.

Page 362: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

311

Elde edilen bulguların, istatistiksel analizleri SPSS 10.00 Windows programında ortalama, standart sapma, nitelik değişkenlere ilişkin yüzde istatistikleri ile verildi. Verilerin analizinde ikili gruplarda student t testi analizi kullanılmıştır.

Bulgular Çalışmaya alınan hastaların 49’u kız (% 54.88), 41’i erkek (%45.92), yaş ortalaması 9±3.8 dür. Çalışmaya alınan ebebeyinlerin yaş ortalaması 37.16±10.86 dır. 69’u kadın (% 76.7), 21’i erkek (%23.3) dir. Çocukların % 42 si risk sınırı kabul edilen beden kütle indeksi değerinin üzerindedir. Aileler tarafından doldurulan anketler değerlendirildiğinde çocukların 40(%35.71)’inin aile bireylerinin sigara içtiği saptandı. Bu çocukların 25 sinin (% 62.5)’sinin sadece babası, 8(%20)’sinin sadece annesi sigara içerken, 7(%17.5) çocuğun hem annesi hem de babası sigara içicisi olarak bulundu. Hastaların % 21 oturduğu bölgelerde havayı kirleten fabrikaların mevcut olduğu saptandı. Hastaların sadece %23.8 si doğal gaz dışı yöntemlerle ısınmakta olduğu saptandı. Hastaların % 47 sinde son altı ay içindeki astım ataklarının sayısı 5 den fazla; % 53 ünde ise atak sayısı 5 den az olarak bulundu. Hastaların sadece % 4 Tip I diyabet saptanmış olup diğerlerinde kronik başka bir hastalık bulunmadı. Ebeveynleri astım hastası olan çocukların sayısı 14(%12) dür. Sigara içen bireylere sahip ailelerde yaşayan astım hastası çocukların astıma bağlı yaşam kalitesi kötü; PAQLQ (ort. skor 6.91), içmeyen ailelerin çocukların PAQLQ (ort. skor = 6.30) ve yaşam kaliteleri iyi bulunmuştur (t= 7.02; p<0.05). Endüstriyel bölgelerde yaşanların yaşam kalitesi PAQLQ (ort.skor=6.34), yaşadığı yerde böyle bir kurum olmayanlara (PAQLQ ort.skor=6.02) göre kötü bulunmuştur (t= 4.56; p<0.05). Çocuklarının yaşam kalitesi değerleri kötü çıkan ebeveynlerin 15D ortalama skorları düşük ve kötü (0.76), çocuklarının yaşam kalitesi değeri iyi çıkan ebeveynlerin, yaşam kalitesi değerleri (0.87) yüksek ve iyi bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır. (t=2.31; p<0.05).

Sonuç Astım hastası çocukların yaşam kalitesinin çevresel faktörlerden ve aile bireylerinin sigara içiminden etkilendiği saptanmıştır. Çocuklarının yaşam kalitesinin düşüklüğü, ebeveynlerinde yaşam kalitesinin düşüklüğüne yol açmaktadır. Çalışmanın Kısıtlılıkları Çalışmanın sonuçları çalışma grubu ile sınırlıdır. Diğer kentsel çevresel kirleticiler (ısınma biçimi, ulaşım,yerleşim vb) hakkında veriler yetersiz olduğu için çalışmaya dahil edilmemiştir.

Anahtar Kelimeler: Yaşam kalitesi, Astım, Pediatri, PAQLQ,15D,çevre sağlığı, sigara, kentsel yaşam.

Page 363: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

312

0096 / S13.

“Sigarasız Kent” Kavramlaştırılması ve Şehir Planlama Terminolojisindeki Anlamı ERGİN Şenel, DİKTAŞ Erdal Onur Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Tınaztepe Kampusu Doğuş Cad. No: 209 35160 Kuruçeşme Buca-İzmir Kültürel süreçte fiili mekânsal - olgusal bir gerçeklik olan kent, Modernite ve onun olgusal gerçekliği olan Modernizm kapsamında ve bu ideolojinin içsel değer üretim dinamizmini mekâna indirmekle görevlendirilen ve bu bağlamda araçsallık kazandırılan Şehir Planlama Eyleme alanında, teoride, giderek olgusal bir gerçeklik olmaktan kurgusal bir gerçeklik olmaya doğru yönlendirilmiş ve uygulama alanında da kurumsal ve yasal olarak işlerlik kazandırılmıştır. Kent, değer üreten sektörleriyle, sektörler arasında kurulan işlevsel ilişkileriyle planlanan/kurgulanan uzmanlaşmış bir yerleşme birimidir. Dolayısıyla kendisine atfedilen her nitelik, bütünle işlevsellik kurabilmesi için, sistemin diğer unsurlarıyla ve genel işleyiş düzeniyle bağdaşmak zorundadır. Kamu bilincini sigaranın olumsuz etkilerine çevirmek amacıyla oluşturulan “sigarasız kent” tanımı, fiziki planlama disiplini içinde kenti özünde sorgulamaktadır. Çünkü tanım, sigara kullanımından kalkarak sosyal ve sağlık alanında üretilmiştir; kent ise kurgu olarak sosyal boyuta değil, ekonomik boyuta temellendirilir ki, bu da kentin varlık olarak özünü oluşturur. Öncelikle “sigarasız kent” tanımı, sigara ve tütün ayrımını getirmektedir. Kent de bu ayrımı özü itibariyle yapar. Çünkü sigara bir endüstri ürünüdür, böylece ikinci meta üretim sektörü kapsamındadır ve şehir planlama da bu sektör üzerinde kurumsallaşır; tütün ise, endüstriyel bir bitki olarak birinci sektörün ilgi alanı içindedir ve kent bu sektörü/tarımı ontolojik olarak dışlar. Bu halde “sigarasız kent” tanımı bizi çok uluslu sigara üreticileri ile karşı karşıya getirecektir. Çünkü sonuçta, ekonomisini bir kenarda bıraksak dahi, endüstriyel yerleşimden söz etmek zorundayız. Sadece sağlık alanından kalkarak ve sağlık alanını merkeze alarak üretilen “sigarasız kent” tanımı, şehir planlama eylem alanında işlevsiz kalacaktır. Şehir planlamayı işlevsiz bırakarak da “kent” sözcüğü, günümüzde küreselleşen dünyada kullanılamaz. 1990’lı yılların ikinci yarısından günümüze kadar gelen süreçte, özellikle ilgili STK’ların öncülüğünde sosyal mekânda, konuya ilişkin yaşanan hareketlilik, “sigarasız toplum” olarak kavramlaştırıldı. Alan yazını incelendiğinde görüleceği üzere, toplum kavramı sivil ve siyasal bağlamları içerir. Toplumun sivil bağlamı, ulusal-uluslararası örgütlenmeler çerçevesinde sigaranın sağlığa olan olumsuz etkilerine dikkati çekip, gerekli ve yeterli koşul ve önlemlerin oluşturulmasını talep ederken; siyasal bağlam kendi sorumluluk çerçevesinde üzerine düşenleri yapmaya çalışmaktadır. Yasama Organı bir yandan siyasal toplumun (devletin) Modernizmin ekonomi düzlemindeki küresel kapsayıcılık içindeki konumu gereği, çok uluslu sigara tekellerinin lehine, öte yandan ilgili STK’ların da desteğiyle sivil yaşamı tütün ürünlerinin zararlarından korumak amacıyla üretim aleyhine yasalar çıkarmaktadır.

Page 364: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

313

Birbirini olumsuzlayarak anlamsızlaştıran bu tutum, siyasal toplumun varlığına içselleşen özsel bir niteliktir. Çünkü bu durum içinde yaşadığımız küresel – siyasal gerçekliğin devlet tasarımıdır. “Sigarasız Toplum” kavramının, “sigarasız sivil toplum” olarak işlevsel olabileceğinden hareketle, sigaraya karşı örgütlü mücadelede, mücadelenin kişiselleştirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Sigara ile “kişinin özel alanı” doğrudan ilişkilendirilmeli ve bu özel alanın mekânı üzerinde durulmalıdır. Bu özel mekânların kent mekânları içindeki konum ve durumları sistematik bir analizle ele alınabilir. Ancak doğrudan “sigarasız kent” kavramını ifade etmek, alan terminolojisi bağlamında doğru olmayacaktır. Sonuç olarak, slogan tarzı ifadelendirmelerdeki yoğunlaştırılmış anlatım gücünün işlevselliği düşünüldüğünde, mekâna gönderme yapan ve sigarayla ilişkilendirilen bir kavram önemli olacaktır. Bunun için de öncelikle Tarım, Ekonomi, Sağlık, Sosyal Bilimler ve Fiziki Planlama Bilimleri bir araya gelerek, tütün ve sigara konusunun kendi alanlarındaki durumunu ele almalı, oluşturacakları ortak akıl üzerinden ilgili bilim alanlarında kabul edilebilirliği yüksek ortak bir tanım/kavram önermelidirler. Anahtar Sözcükler: sigara, kent, ekonomi, şehir planlama

Page 365: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

314

D8 Kent ve Planlama 0012 / S65.

Sağlıklı Kent- Birey-Toplum İçin Kentsel Mekan Kurgulaması ve Kentsel Mekana İlişkin Kullanıcı Beklentileri

KİPER Tuğba, USLU Aysel Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Dışkapı/ Ankara Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre; “sağlık” , bireyin yalnızca herhangi bir hastalığının olmaması durumu değil aynı zamanda da fiziksel, ruhsal, ve sosyal alanlarda da “kendini iyi hissetme”, “memnun olma” durumu olarak tanımlanır. Yani, sağlık büyük oranda bireyin yaşam kalitesi ve fiziksel çevre kalitesi ile bağlantılı olarak iyi olma durumudur. Bireylerin sağlıklı olma durumları ise toplum sağlığını doğrudan etkiler. Birey ya da toplum yani kentlinin ruhsal, fiziksel ve sosyal kapsamda sağlıklı olması ise büyük oranda ; fiziksel çevrenin dolayısı ile alan kullanımı ve kentsel tasarım kararlarının kentlinin iyi olma halini destekler nitelikte olması ile gerçekleşebilir. Kullanıcı; kentsel mekanlara ( yollar, parklar, yeşil alanlar, meydanlar, açık alanlara vb.) erişimde zorlanmamalı, kolay ulaşabilmeli, hareket özgürlüğü içinde olmalı, diğer sosyal gruplarla etkileşim içinde olabilmeli, güvenlik, konfor gibi özelliklere sahip alanlarda zaman geçirmelidir.Ayrıca; kentsel mekanlar, farklı fiziksel yetiler sahip bireylere alternatif işlevler sunacak niteliklerle kurgulanmaları halinde; kentlinin sağlıklı olma hali desteklenecektir. Dünya kentlerinde gözlenen suçun artışı, işsizlik, madde bağımlılığı ,bireyselleşme, yalnızlık, kent fakirlerinin artışı gibi sosyal alanlarda gözlenen sorunlar ile birlikte obezite, kalp ve damar hastalıkları, astım, alerji gibi çocuk yaşlardan itibaren kentlerde yaşayanlarda görülen fiziksel rahatsızlıklar ve aidiyet duygusunun yok olması, depresyon, stres gibi ruhsal alanlarda görülen sorunlar benzer biçimlerde ülkemizdeki özellikle metropol kentlerde de hissedilmektedir. Kentsel yaşam koşullarından kaynaklanan bu sorunların çözüm yolları da yine kentlerde yatmaktadır. Kentsel mekanların kurgulanması, bakım ve yönetimleri sırasında; kentsel koşulların iyileştirilmesi, kentlinin konforlu, güvenli, sosyalleşmeye olanak sağlayacak özelliklerle donatılmalarına dikkat edilmelidir. Bu çalışmada ; özellikle bireyin, toplum ve kentlerin” iyi olma halinde”, yani sağlıklı olmalarında; fiziksel mekan kurgularının da etkili olacağı öngörüsü ile, farklı yaş, cinsiyet ve sosyal gruba ait kentlilerin kentsel dış mekan işlevleri ve özellikleri hakkındaki görüş ve beklentileri değerlendirilecektir. Bu amaçla; Ankara’da farklı sosyal grup ve cinsiyetteki bireylere anket uygulanarak; özellikle park, sokak, meydan , alışveriş merkezleri gibi günlük yaşamlarında en fazla zaman geçirdikleri kentsel mekanların tasarım özelliklerine ait beklentileri araştırılacaktır. Çalışmada; anket, gözlem ve konu ile ilgili literatürlere dayalı olarak yapılan araştırmalarla ”kentsel mekanlar, sağlıklı toplum yaratılmasında destekleyici olmaları için nasıl kurgulanmalıdır, hangi özelliklerle donatılmalıdır?” sorusuna yanıt

Page 366: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

315

aranmaktadır. Çalışma genel olarak; kentliyi fiziksel aktiviteye teşvik eden, (ya da engelleyen unsurları) , bireyin ruhsal sağlığını destekleyen, sosyal etkileşimi güçlendirecek mekan özelliklerini belirleyerek , kentsel yaşamı zenginleştiren, toplum sağlığına katkı sağlayacak mekan kurgusu üzerinde durmaktadır. Anahtar kelimeler: kentsel mekan, kentsel tasarım, peyzaj tasarımı, kent sağlığı

Page 367: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

316

0015 / S66.

Ölüler Kentinden Sağlıklı Kentlere Dönüşümü Sağlayacak Peyzaj Tasarımı Üzerine Düşünceler USLU Aysel, HASGÜLER Ayça Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Amaç Kentsel alanlarda mutlak yer alması gereken bir alan kullanım tipi olarak mezarlıklar, bazı literatürlerde “ ölüler kenti”, ya da “ sessiz kentler” olarak tanımlanır. Mezarlıklar, toplum için gerek fiziksel gerekse psikolojik açıdan oldukça önemli yer tutarlar. Sosyolojik ve tarihi belge olmalarının yanı sıra mezarlıklar, barındırdıkları fauna ve flora nedeni ile kentlere ekolojik katkı sağlayan( temiz hava temini, erozyon kontrolu, habitat çeşitliliği gb.) ve pek çok sosyal grubun bir araya gelmesine olanak veren yeşil alanlar olarak da değerlendirilmelidirler. Bu çalışma; özellikle yoğun olarak yerleşimler arasında kalmış ve artık gömü yapılmayan terkedilmiş bir mezarlık alanının, kent sağlığına katkı sağlayacak peyzaj tasarımı felsefesini ve gerekçeleri hakkında bilgiler vermeyi hedeflemektedir. Bu amaçla; Ankara kentinde yer alan bir terkedilmiş mezarlık alanı örneğinde; (diğer hızlı kentleşme gösteren kentlere de model olması amacı ile), eski bir mezarlığın kent ekolojisine ve halk sağlığına katkı sağlayacak potansiyel bir “yeşil alan “olarak değerlendirmesi üzerine düşünceleri içermektedir.

Metod Bildiride; çalışma alanından doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen kullanıcı grubuna uygulanan bir anketle bu alan hakkındaki görüşleri ele alınarak, bu alanın canlı ve sağlıklı bir alan olarak yeniden kazanılması amacı ile öneriler geliştirilmiştir. Ülkemizde hızlı ve plansız kentsel gelişim nedeni ile mevcut kentleşme eğilimi kentlerin etrafındaki tarımsal alanlar ve kırsal alanlar üzerindedir. Kent içinde de; kentsel arazi rantının artışı nedeni ile yeşil alan dağılımı ve miktarları, yeterli ve ideal oranlarda olamamaktadır. Ayrıca; mevcut eğilim nedeni ile özellikle yerel yönetimlerin tesis ve bakımından sorunlu oldukları kamusal yeşil alanların maliyetide yüksek olmaktadır. Bu nedenlerle; potansiyel yeşil alan olarak eski mezarlık alanları gibi alanların yeniden kente kazandırılması; 21. yüzyıl kentleri için öncelikli hedef olmalıdır.

Sonuç Bildiri, terkedilmiş mezarlıkların yeniden kente kazandırılması ve kentliye hizmet sunması için çekici, çoklu işlevli ve düşük maliyetli peyzaj tasarımı üzerine düşüncelere yer vermektedir. Bildiri sonuçları; büyük ölçüde çalışma alanında yapılan gözlemler, kullanıcı görüşlerini belirlemek amacı ile yapılan anket değerlendirmesi ve yazarların mesleki öngörüleri ile, çağdaş kentlerde bu tarz alanlara uygulanan yaklaşımların rehberliğinde hazırlanmıştır. Kent içinde terkedilmiş ve boş alanlara yönelik yapılan sağlıklı bir yeşil alan tasarımı yaşam kalitesini de önemli ölçüde arttıracaktır. Sürdürülebilir, yeşil kentler

Page 368: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

317

yaratılmasında terkedilmiş mezarlık alanları gibi, boş, ya da herhangi bir nedenle kullanılmayan alanların peyzaj tasarımları bu anlamda oldukça önemlidir. Çalışma bu yönü ile; kentlerde adeta “atıl alan “olarak kalmış bu tür alanlarda; kent sağlığına katkı sağlayacak, kentsel yaşamın kalite ve canlılığını artıracak ekolojik, sosyal ve ekonomik alanlarda da işlerlik kazandıracak peyzaj tasarımı üzerine düşünceleri tartışmaya açmaktadır.

Anahtar Kelimeler: kentsel yenileme, mekan kalitesi, peyzaj tasarımı, terkedilmiş alanlar, yaşam kalitesi

Page 369: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

318

0083 / S67.

Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Dönüşümü ÖZGEN Levin Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi Küreselleşmiş dünyada kentlerin yeni rolünün ve fiziki yapılanmasının analizi, kent sakinlerinin üzerindeki etkilerinin bulgulanması mimarlık, planlama ve halk sağlığı disiplinleri için katkı sağlayıcı olabilir. Böyle bir çalışmanın gerçekleştirilebilmesi için önce küreselleşmiş dünyada kentlerin yaşadığı dönüşümlere bakmak, zengin ve yoksul ülkelerin kentlerindeki dönüşümlerin farklarını kavramak, farkların Türkiye kentlerinde ortaya çıkış süreçlerini gözlemek, sonuçta bunların kent sakinleri üzerindeki etkilerini irdelemek gerekir. Kapitalist ekonomik politik sistemin 1980lerden itibaren yeniden yapılanması, sistemi küresel bir aşamaya taşıdı. Bu aşamada ekonomik etkinliklerin içeriği, üretim organizasyonu ve aralarındaki önem derecelenmesi değişti. Yeni toplumsal ve demografik yapılanma ortaya çıktı. Siyasal – kültürel normlar değişmelere uğradı. Bunlar, ekonomik, sosyal, politik, kültürel olgu ve fiziksel mekanlar bütünü olan kentin dönüşüm sürecine girmesini getirdi. Dönüşümlerin hem kendileri, hem birbirleriyle etkileşimleri kentin yeni ekonomik, sosyal, yönetsel ve kültürel değerler kazanmasına yol açtı. Aynı zamanda kentin fiziki yapısı ve mekanı da dönüşümler yaşadı. Diğer yandan dünyayı kuşatan ağlar üzerinden işleyen küreselleşmiş dünyada, kent önceki dönemden farklı, yeni roller üstlendi. Bunlardan bir tanesi, yerelin küresel ağlara eklemlenmesinde düğüm noktası olmaktır. Bir diğeri ise küresel pazarlara eklemlenmenin aracı olmaktır. Kentlerin ekonomik, sosyal ve yönetsel yapılanmaları yeni rollere göre değişmeye başladı. Kent, gelişmenin mekansal birimi olan bölgenin yerini almaya yöneldi. Önceki dönemde kırsal etkinlik alanında yayılırken, bu dönemde bölgesi üzerinde yayılma eğilimine girdi. Kent bölgeleri, ya da bölge kentler doğdu. Kentin bu denli yayılması, oluşan kopukluklar nedeniyle yeni yönetim ve karar süreçlerine ve mekanizmalarına gereksinim yarattı. Yeni kentsel yapılar, önceki dönemin büyük kentlerinden, metropol ve megapollerinden içerik, büyüklük ve biçim bakımından farklıdır. Kentin, bölge çapında diğer kentlerle bütünleşerek, yer yer öbeklenerek yayılması, ana kentten koparak saçılması şeklindedir. Fiziksel değişmeler, kent - kır ayrımının ortadan kalkması, kentlileşme oranının yükselmesi nedeniyle kentleşmenin hızlanması, ana kent ve kent merkezi çevresinde yoğunlaşmanın artması, kentin geniş alanları kaplaması, konut, sanayi gibi kentsel etkinliklerin ana kentten uzaklaşması, fiziki ve sosyokültürel altyapı donatılarının, ulaşım seçeneklerinin bu alanlara göre biçimlenmesi şeklinde sayılabilir. Bütün bu değişmelerin kent sakini üzerinde etkisi olacaktır. Bunun başında sosyokültürel değişme, iletişim ilişkilerinin, zaman ve mekan kavramının değişmesi gelir. Gelişmiş Ülkelerin küreselleşmiş kapital yapılanması ve hareketlerinin sonucu olan kentsel dönüşümler, ekonomik, sosyal, politik, kültürel yapılanmaları farklı olduğu için Gelişmemiş

Page 370: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

319

Ülkelerin kentlerinde farklı seyirler izleyecektir. Farklı sonuçlar yaratabilecektir. Türkiye kentleri gözlendiğinde bu farklılıklar görülebilir. Büyük kentler dünyadaki dönüşümleri yaşarken, bunların dışında kalan Anadolu kentlerinin hem dünyadaki dönüşümlerin etkilerini, hem de kendi içsel değişmelerini yaşadıkları görülür. Bunların henüz çoğunlukla tarım kenti olduğu dikkate alındığında ortaya çıkan değişmelerin karmaşa yarattığı açıkça görülebilir. Bu kentlerde yaşanan ve Batı kentlerinden farklı olan dönüşümlerin de sakinleri üzerinde etkileri olacağı açıktır. Dünya kentleri değişmeleri ve dönüşümleri çeşitli düzenlemelerle kontrol altına almaya ve yönlendirmeye çalıştı. Bologna süreci bu düzenlemeler içinde kentlerle ilgili olanlardan biridir. Ağırlıklı olarak ana kentin, merkezinin ve yakın çevresinin fiziksel oluşumunun düzenlemesini içerir. Türkiye düzenlemelerini iki aşamada yapmak zorunda kaldı. Birinci düzey küreselleşmeye eklemlenmeye ilişkindir. İkinci düzey, kent ve bölgesini, ya da kent bölgesi düzlemini ilgilendirdiğini söylemek olanaklıdır. Bu düzenlemeler yasal çerçevelerle netleştirildi. Kamu, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları da süreçlerin içine dahil edilerek belirli sorumluluklarla görevlendirildi. Bunların ve kent sakinleri üzerindeki etkilerinin gözlenmesi önemlidir.

Page 371: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

320

0085 / S68.

Sağlıklı Kentsel Gelişme Ve Kent Planlaması Bağlamında Bir İrdeleme: “Akçaabat”- Sorunlar Ve Çözüm Önerileri AYDIN Türk Yelda Karadeniz Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fak., Şehir Ve Bölge Planlama Böl., Trabzon Giriş Kentler, insanların yerleşme, barınma, çalışma, dinlenme, eğlenme ve özellikle kültürel gereksinmelerini karşıladığı, sürekli toplumsal gelişme içinde bulunan mekanlardır. Yaşayan bir organizma olan kentlerin ve kentte yaşayanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için kentlere özgü niteliklerin olması, temiz ve güvenilir bir çevre, kalıcı ve devamlılığı olan ekolojik sistem vb. özellikler gerekmektedir. Ancak, hızlı kentleşme olgusu ve bunun beraberinde getirdiği sosyal, kültürel ve ekonomik değişimler sonucunda kent yaşamında değişimler kendini göstermeye başlamıştır. Bilinmelidir ki; kentlerin bir gövdesi ve ruhu vardır. Değişim ve gelişim süreci içinde olan kentsel çevrelerde çoğu kez kent dokusu yok olmakta, ulaşım ve çevre sorunları artmakta veya çok nitelikli, yaşanabilir/ sağlıklı kent ve kentsel çevreler yaratılamamaktadır. Dolayısıyla günümüzde kentler, hayat coşkusunun ve heyecanının söndüğü alanlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Gerek sosyal ve kültürel değerlerde gerekse kentsel çevrelerde erozyonun ve büyük çevre sorunlarının yaşandığı bir dönüşüm sürecinde kentte yaşayanların benimsediği kente kimlik kazandıran ve o kenti diğerlerinden farklı ve anlamlı kılan kentsel çevreler kimliklerini kaybetme ve yaşanabilir olmaktan uzaklaşma sorunsalı ile karşı karşıya kalmaktadır. Bunun yanı sıra, kentlerin fiziksel büyümeleriyle artan görsel kirlilik, kentsel dokudaki ve doğal çevredeki bozulmalar, insanların yaşamlarında çok önemli bir etkiye sahip olan yeşil alanların giderek yok oluşu, otomobil sahipliliğinin artması ve sağlıklı ve güvenli yaya mekanlarının kısıtlılığı gibi nedenler sonucu sağlıklı ve yaşanabilir kent ve kentsel çevreler yaratma günümüz kent planlama ve kentsel tasarım çevrelerinin tartıştığı temel konular olmuştur. Bu sorun alanı doğal çevre-yeni yapılaşma ilişkisinden kentteki yeni gelişmelerin, mevcut kentsel dokuda yapılacak olan yeni yapılaşmaların/tasarımların çevreyle ve yaşayanlarla nasıl bir ilişki içinde olacağı ve kentin bütünlüğüne ve sağlıklı kentler oluşturma yolundaki gelişmelerin sürekliliğine nasıl etki edeceği gibi geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Çalışma alanı olarak seçilen Akçaabat eski dönemlerde, doğal limanı ve kıyısı, yeşil doğası, ulu çınar ağaçları ve geleneksel yapı dokusu ile bölgenin en önemli tarihsel ve kentsel yerleşmelerinden biridir ve bu özellikler kente önemli bir özellik kazandırmaktadır. Ancak yaşadığı hızlı nüfus artışı ve kentleşmeyle yoğun bir yapılaşma sürecine girmesi, bunun sonucu kendine özgü mimari özellik ve karakter içeren kentsel çevrelerin ve doğal özelliklerin yok olmaya başlaması, artan nüfusa karşılık artan taşıt sayısının özellikle kent merkezi ve yakın çevresindeki yaya alanları üzerindeki olumsuz etkileri, yeni gelişen kentsel çevrelerin

Page 372: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

321

ise sağlıklı ve yaşanabilirlik olmak gibi endişelerden uzak olması bakımından oldukça dikkat çekicidir. Gereç-Yöntem Çalışmada geniş ölçekli, çevre kalitesi ve karakteriyle ilgili çalışmalara temel oluşturacak SWOT analiz kullanılacaktır. SWOT analizle makro ölçekten mezo ölçeğe kadar çalışma alanına ilişkin değerlendirmeler ortaya konmaya çalışılacaktır. SWOT analizle geleceğe yönelik planlama kararlarında kentin sahip olduğu fırsatlar, güçlü ve zayıf yönler, iç veya dış tehditler ve bunlar arasındaki ilişkiler tanımlanmış olacaktır. SWOT analiz yanı sıra çalışma, alana ilişkin literatüre dayalı bilgiler, haritalar, fotoğraflar, planlar vb. bilgilerle desteklenecektir.

Sonuçlar Alan analizine dayalı bu çalışmada çalışma alanı olarak seçilen Akçaabat’ın kentsel gelişmesi, bunun kentsel çevrelerde yarattığı değişim-dönüşüm, kentsel dokudaki ve mekanlardaki yansımaları irdelenecek, sağlıklı bir kent yaratma yolunda geleceğe ilişkin değerlendirmeler, ilke ve politikalar ortaya konmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: kent planlama, sağlıklı kentsel gelişme, SWOT analiz

Page 373: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

322

0108 / S69.

Kent Sağlık ve Mimarlık SEREN Berrak Mimarlar Odası Mimarlar mesleklerini eski çağlardan beri uygulamakta, kentlerin planlanması, yapılı çevrenin tasarlanması, korunması ve yenilenmesi için gerekli hizmetleri asırlardır sürdürmektedir. Mimarlık diğer mesleklerde olduğu gibi zaman içinde gelişme ve değişme göstermiş, ancak toplumların yaşamlarını ve ilişkilerini sürdürebilmeleri için 'mekan' ve 'yapılı çevre' gereksinimleri biçimde değişse de özde değişmemiştir. Avrupa'da 19. Yüzyılda süratle büyüyen şehirlerde sağlıksız yaşam koşullarının giderilebilmesi doğrultusunda Halk Sağlığı ve Kentsel Planlama alanında çalışmalar başlatılmıştır. 20. Yüzyılın ikinci yarısında mimarlarla birlikte şehir plancılarının, peyzaj mimarlarının, iç mimarların ve çevre bilimcilerin kent planlamasının farklı aşamalarında yer aldıkları görülmektedir. Kent planlamasında öngörülmesine karşın sağlık konularına gerekli önemin verilmesi, DSÖ'nün 'Sağlıklı Kentler' projesi ile gerçekleşebilmiş ve konu bütün boyutlarıyla uzun soluklu bir program kapsamında irdelenmiştir. Sağlıklı Kentler bağlamında toplumun tüm kesimlerinin doğal ve yapılı çevrede birlikte yararlanabileceği, insan sağlığı ve refahına yönelik çözümler üretilerek, adil ve sürdürebilir gelişme hedeflenmiştir. Revizyonu tamamlanan Avrupa Konseyi Avrupa Kentsel Şartı metninde sağlık ve mimarlık konularının örtüştüğü görülmektedir. Avrupa'da Sürdürebilir Topluluklar Üzerine Bristol Mutabakatı incelendiğinde, sürdürebilir toplulukların hedeflerine ulaşabilmeleri için gerekli hizmetlerin sunumunda mimarlık ve sağlık kavramlarının kesiştiği anlaşılmaktadır. Avrupa Mimarlar Konseyi (ACE) politikaları ise mimarlık ve yaşam kalitesinin bir bütün olduğunu, mimarın yapılı çevrenin oluşmasında rol alan diğer aktörlerle birlikte süreçte yeterli düzeyde ve bütünleşmiş olarak yer alması halinde verimlilik ve kalitenin sağlanabileceğini öngörmektedir. Yapıların genel çevresel performansı açısından, Enerji Performansı Direktifi kapsamının ilerisine geçilerek iç mekan ışık ve hava kalitesi, konfor ve yapı performans parametrelerinin göz önüne alınması önerilmektedir. İlerleme kaydedilmesi gerekli görülen konu ise, yapılı çevrede tüm toplumun erişebilirliğinin sağlanması ve 'Evrensel Tasarım'ın hayata geçirilmesi olarak özetlenebilir. Kentsel Tasarımda bütüncül ve bütünleşmiş yaklaşımların gerekliliği yadsınamaz. Çevre, yapılaşma ve ulaşım politikaları arasında başarılan koordinasyon, süreçte bütünleşmeyi ve sürekliliği sağlar. Kent dokusunun oluşmasında ve yenilenmesinde yaşanan planlama ve karar süreçlerinde yetkin uzmanların katılımı çok önemlidir. Ülkemizde mimarların bu süreçlerde etkin oldukları söylenemez, gerekli disiplinlerden uzmanlarla birlikte mimarların, kentsel tasarımın ilk aşamasından itibaren çalışmalara katılımı sağlanmalıdır. Yeterli araştırma yapılmadan tasarlanan, uygulanmasına gereken önem verilmeyen yapılı çevreler, sağlıksız yaşam çevreleri oluşturmaktadır. Yöreye ve doğal çevreye duyarlı, tarihi ve kültürel mirasın korunduğu ve nitelikli mimarinin tüm toplumun hizmetine sunulduğu yapılı çevre, bireylerin ve toplumun ruh ve beden

Page 374: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

323

sağlığını korur ve iyileşmesine yardımcı olur. Ancak toplumun beklentilerine cevap verecek nitelikte yapılar ve çevreler üretmesi beklenen mimara eğitim sürecinde, mimarlığın sosyal, kültürel, estetik boyutlarının yanısıra sağlık boyutunu da içerdiği vurgulanmalıdır. İlköğretim yıllarından başlayarak verilecek eğitimle toplumda bireylere çevre, mekan ve kent bilinci sağlanarak sağlıklı çevrenin yaratılması, kullanılması, korunması ve sürdürülebilmesine yönelik duyarlı kentli kimliği kazandırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: erişilebilirlik, sürdürülebilirlik, yapılı çevre

Page 375: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

324

0110 / S70.

Kentsel Planlama ve Peyzaj Mimarlığı İlişkisi: Tekirdağ Örneği ŞİŞMAN Elif Ebru, PAŞALIOĞLU Tülin, KORKUT Aslı Trakya Üniversitesi Tekirdağ Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Ülkemizde 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve halen devam etmekte olan hızlı kentleşme olgusu ve özellikle küreselleşme ile birlikte yaşanan değişim tüm toplumları etkilemiş, bu bağlamda kentler; ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve mekansal sorunların odakları haline dönüşmüştür. Kentler ekolojik açıdan doğal alanlardan tamamen farklı bir ekosisteme sahiptir. Sağlıklı bir kentsel planlamanın yapılması için, öncelikle kentsel ekosistemlerin ve çevre sorunlarının anlaşılması gerekmektedir. Kentlerde sürekli artan nüfus, yoğun, düzensiz ve kontrolsüz yapılaşmalar, plansız gelişmeler, asfalt ya da betonla kaplı yüzeyler, giderek azalan açık ve yeşil alanlar kent ve çevresinde doğal yapıyı olumsuz etkilemekte, dolayısıyla kentte farklı bir ekosistem ortaya çıkmakta, bu da insan ve diğer canlıların yaşamını tehdit etmektedir. Günümüzde doğal kaynakların sınırlı, kıt ve çoğunun yenilenemez olduğunun anlaşılması ve çevre sorunlarının çözümüne yönelik tartışmalar, planlama olgusuna yeni bir boyut getirmiştir. Buna bağlı olarak sürdürülebilirlik ve ekolojik açıdan duyarlı planlama gibi kavramlar günümüzde sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Doğal ile yapay çevre arasındaki denge ve bağlantı sağlama görevi olan peyzaj mimarlığı disiplini doğanın korunması, onarımı, planlanması ve yönetiminde, dolayısıyla sürdürülebilirliğinde önemli sorumluluklar üstlenmektedirler. Ekolojik veri tabanlı fiziksel planlama yapan tek disiplin olan peyzaj mimarlığı, gelişmiş ülkelerde ekolojik duyarlı tüm planlama çalışmalarında ve kentsel planlamada ilk sırada yer almaktadır. Bu çalışmada; peyzaj mimarlığının kentsel planlamadaki yeri ve önemi açıklanmakta, çalışma alanı olan Tekirdağ kent merkezinde kent planlamasına ilişkin irdelemeler yapılmakta, sağlıklı kent planlama anlayışı slaytlarla desteklenerek açıklanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ekosistem, kent, peyzaj mimarlığı, planlama, Tekirdağ

Page 376: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

325

0126 / S71.

Başarılı Kentsel Mekanların Nitelikleri Üzerine Bir Tartışma ÖZTÜRK Kurtaslan Banu*, DEMİREL Öner**

* Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Konya ** Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fak., Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Trabzon Giriş Yüzyıllar öncesinde toplumsal yaşama olan gereksinim sonucunda ortaya çıkan kentler, zaman içerisinde kendilerine özgü nitelikler kazanmışlardır. Söz konusu nitelikler sosyal, ekonomik, politik, çevresel ve sağlığa ilişkin nitelikler olup “kentsel yaşam kalitesi”nin belirleyicileri olmuşlardır. Kentsel yaşam kalitesi, bireyin ve toplumun gelir durumu, sağlık hizmetlerinin yeterliliği, güvenlik, suç oranları, kent yönetiminden memnuniyet gibi fiziksel olmayan (nesnel ve öznel) göstergelerin yanında, fiziksel çevre kalitesine ilişkin göstergelere de sahiptirler. Kentsel fiziksel çevre ise; örneğin, gürültü kirliliği, kentsel ısı adası oluşumu, hava-su-toprak gibi doğal kaynakların kirliliği, kentsel yaban yaşamı gibi ekolojik konuların yanında, mekana ilişkin problemlerle de direkt olarak ilgilidir. Özellikle kentsel ortamda fiziksel çevrenin en önemli bileşeni olan “mekan”ın “başarılı” organizasyonu kentsel tasarımın konusunu oluşturmuştur. Bir mekanın neden başarılı olarak kabul edildiğini bilmek oldukça zordur. Fakat yine de bu durum bir takım bileşenlerin referans olarak ele alınmasına engel değildir. Kaldı ki bu konuda tarih boyunca üretilmiş pek çok teori mevcuttur. Başarılı bir kentsel mekan, her ne kadar daha çok görsel nitelikleri ile kendini ifade etse de, görsel olmayan bileşenlerin de etkisiyle oluşmaktadır: Başarılı bir kentsel mekan “etkinlik- form –imaj” ölçütleri ile irdelenebilir.

Gereç-Yöntem Bu çalışmada başarılı kentsel mekanların ayırt edicileri araştırılacaktır. Daha sonra bu mekanları tanımlamakta oldukça etkili ve yalın bir yöntem olan “etkinlik- form –imaj” üçgeni tanımlanacak ve irdelenecektir. Birbirleri ile çok yakın ilişkileri olan bu bileşenler irdelenerek kısa örnekler üzerinde tartışılacaktır. Bulgular Başarılı kentsel mekanların oluşumunda ele alınan üç bileşen (etkinlik- form –imaj) birbirleri ile çok yakın etkileşimleri olan bileşenlerdir. Örneğin mekandaki bir etkinlik (kent merkezindeki bir ticari etkinlik vb.), o mekanın formal özellikleri (ölçek, odak noktaları oluşumu, kamusal mekan oluşumu vb.) üzerinde belirleyici olabilmektedir. Bunun gibi, mekanın formu da oradaki etkinliklerin (araç-yaya hareketi, rekreasyon vb.) oluşumunda belirleyici olmaktadır. Kentsel mekandaki etkinlik ve form da mekanın algılanması ile birlikte imaj (sembolize etme, psikolojik memnuniyet vb.) oluşumunu sağlamaktadır.

Page 377: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

326

Sonuçlar Başarılı kentsel mekanlar, kentsel yaşam kalitesinin ayrılmaz parçalarıdırlar. Her ne kadar başarılı kentsel mekanların kesin reçeteleri yok ise de, kentin bir mekanını ya da bir parçasını tasarlarken etkinlik, form ve imajı dikkate almak; birbirleri ile olan ilişkilerini değerlendirmek büyük önem taşımaktadır. Bunu yaparken ise multi-disipliner çalışma gerçekleştirilmeli, oluşturulan mekanların ise zamansal sürekliliği sağlanmalıdır.

Anahtar Kelimeler: görsel algı, kentsel etkinlik, kentsel form, kentsel mekan, mekansal imaj

Page 378: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

327

0128 / S72.

Kent Planlama ve Kamu Sağlığı ECEMİŞ Kılıç Sibel Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Modern kent planlamanın sanayi devrimi sonrasında etkin hale gelişinde, kamu sağlığını olumsuz etkileyecek biçimde kentsel gelişimin yarattığı sorunlar ve salgın hastalıklar önemli bir faktördür. Bu nedenle, bu dönemde yapılan kentsel düzenlemeler ve planlama çalışmalarında kamu sağlığı önemli bir yer tutmuştur. O günden bu güne kadar uzanan pek çok kentsel planlama ilke ve standardının ortaya çıkışında sağlıklı çevreler yaratmaya yönelik bu tür arayışlar olduğu söylenebilir. Sanayi bölgeleri ile konut bölgelerinin ayrıştırılması, kentsel yeşil alanlar ve dinlenim alanları için kişi başına belirli metrekare değerleri ile yer ayrılması, konutların birbirinden gabarileri ile orantılı değerlerle uzaklaştırılarak güneşlenmelerinin sağlanması, yaya ve taşıt trafiğinin ayrıştırılması gibi pek çok ilke aslında sağlıklı çevreler oluşturma endişesini taşır. Buna karşın kent planlama zaman içinde kamu sağlığına ilişkin bu misyonundan giderek uzaklaşmış ve kent ekonomisi ağırlıklı olmak üzere, sosyal meseleler ve estetik kaygılar daha çok ön plana çıkmıştır. Mevcut kent dokusunun ya da planlanan alanların kent sağlığı üzerine etkilerini araştıran, ya da sağlıklı kentin niteliklerinin neler olması gerektiği üzerine yoğunlaşarak tasarım kriterlerini belirleyen çalışmalar sınırlı düzeyde kalmıştır. Yine kamu sağlığı üzerine yapılan çalışmalar ile kent planlama çalışmaları arasında koordinasyon sağlayacak mekanizmalarda yetersizdir. Ancak son dönemlerde gerek sürdürülebilirlik ve yaşanabilirlik tartışmaları ile gerekse de kentsel alanda giderek artan kilo problemleri, kalp hastalıkları, şeker, astım, kansızlık ve kronik depresyon gibi rahatsızlıkların etkisi ile kamu sağlığı kent planlamanın gündemine yeniden girmeye başlamıştır. Özellikle araç trafiğini her alanda ön plana çıkaran, büyük ölçüde onu teşvik eden planlama yaklaşımları kamu sağlığı açısından olduğu gibi, enerji kullanımı açısından ve yaya güvenliği açısından da eleştirilir hale gelmiştir. Bu eleştiriler paralelinde kent planlama da önemli bir yere sahip olan ve farklı kullanımları birbirinden ayırarak bunlar arasındaki ilişkileri zorunlu olarak taşıt erişimine bağlı olarak kuran zonlama yaklaşımına eleştiriler ve onu dönüştürecek/ değiştirecek eleştiri ve öneriler de gelişmeye başlamıştır. Fonksiyonların ayrıştırılması yerine içi içe geçirilmesi, yürümenin ve bisiklet kullanımının teşvik edilmesi, taşıt kullanımının azaltılması ve böylece insanların daha sağlıklı, daha güvenli ortamda yaşamalarının sağlanması yönündeki öneriler giderek ağırlık kazanmaktadır. Yine sosyalleşmenin ve kendilerini ilgilendiren kararlara halkın katılımın sağlanmasına yönelik önerilerle de daha sağlıklı bir toplum yapısının oluşacağı varsayılmaktadır.

Page 379: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Sözel Bildiriler

328

Bu bildiri kapsamında kent planlama ve kamu sağlığı arasındaki bu ilişkinin biçimindeki değişim analiz edilerek, gelecekte bu ilişkinin güçlendirilmesine yönelik olarak yapılabilecekler değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: kamu sağlığı, kent planlama, sağlıklı kentsel çevre, sosyalleşmiş toplum

Page 380: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

329

Poster Bildiriler

Page 381: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

330

Page 382: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

331

A1. Sağlıkta Eşitsizlikler 0189 / P4.

Sağlık Hizmeti Kentlerin Büyümesine Bağlı Yerel Politika mı Olmalıdır? ÖZAYDIN Levent Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir Ve Bölge Planlama Bölümü Kentlerde sağlık, eğitim, işgücü, gelir vb. birçok kavramı içeren yerel gelişme, ekonomide ve nüfusta büyümenin ötesinde çeşitli süreçleri izler. Bu süreçlerin çoğunda olduğu gibi, yerelin sağlık hizmetlerine potansiyel erişim ve sağlık hizmetlerinin yürütülmesi büyük ölçüde ekonominin kaynaklarına bağlı kalır. Yerel gelişme kavramlarından biri olarak sağlık hizmeti, üretim çıktılarında artışı belirten ekonomik büyümenin sosyal yönünün de etkilidir. Ama sağlık sisteminin bilgi birikimine dayanan özelliğinin ve bireylerin sağlığını iyileştirmesinin, büyüme hedefli verimliliği beşeri kapital kapsamında etkilediği çoğu kez önemsenmez. Hatta, beşeri kapitalin ötesinde sağlık sisteminin daha fazla etkileşimde olan sosyal kapital, üretimi etkilemesi yanında, tüketimden yaşam kalitesine kadar uzanan çok sayıda gelişmişlik kavramları arasında görülmektedir. Sağlık sistemleri, evrensel özellikler içermesine karşın, politik vaatlerin ve büyümenin gerisinde kalan değişmelerden öteye gidemedikçe, çoğu yerel toplumun problemi olarak görülmektedir. Birçok ülkede, ekonomisinde büyüme ile sağlık sistemlerinde gelişmenin birlikte değişmediği uluslararası kuruluşların verilerinde belirmektedir. Sağlıkta değişmenin gecikmeli olarak büyümeden etkilenmesi doğaldır, ama diğer harcamalara göre oranının dikkat çeken düşük değerlerde olduğu ampirik olarak ortaya konmaktadır. Bildiride, niceliksel araştırma yöntemleriyle açıklanan bu farklılıklar, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin verilmesiyle ilgili verilerin var olanlarıyla açıklamaya çalışılırken, mekansal istatistik yöntemlerinden yararlanarak analizleri yapılmaktadır. Sorunun nüfus büyümesiyle ve ekonomisinde büyümeyle, hatta diğer gelişmişlik göstergeleriyle birlikte açıklanması sağlık hizmeti politikalarını yönlendire bilecek boyutlarda olduğu bildiride ortaya konmaktadır. Kentlerin büyümesinde kamu hizmetlerinin büyümesi beklenen sonuçtur. Ama sağlık hizmetlerinin sadece kentin büyümesine bağlı kalamayacağı ortaya konarak, gelişmişliğin bir ölçüsü özelliğinde sağlık hizmetleri için politikalarda gereksinimin sonuçları tartışmaya açılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Sağlık yardımı, yerel büyüme, gelişme

Page 383: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

332

0043 / P5.

Deponi Alanında A(r)tık Ayırarak Geçimini Sağlayanlar ve Sağlık Sorunları USKUN Ersin, TÜRKOĞLU Hakan, NAYİR Tufan, KİŞİOĞLU Ahmet Nesimi, ÖZTÜRK Mustafa Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı/Isparta Giriş Tükettikten sonra kalan atıklar belediyelerce şehrin uzağında bir yerde deponi alanında toplanır. Çoğu çocuk yaşta bir çok insan hijyen bakımından son derece kötü ve sağlıksız bu mekanda, kaynakta ayrılmayan çöpleri ayırarak yaşamını sürdürmektedir. Bu araştırma Isparta il merkezinin katı atıklarının toplandığı deponi alanında yaşamlarını atıkları ayırarak sürdüren kişilerin sağlık sorunlarını belirlemek amacıyla planlandı. Materyal Metod Kesitsel tipteki bu araştırma 2006 Şubat ayında Isparta deponi alanında 16 çadırda yaşamakta olan 78 kişi ile yüz yüze görüşülerek yapıldı. Çadırda kalan ailelerin reisleri ile yapılan görüşmede gelir düzeyi, ayrılan atıkların türü, yaşanan sorunlar, ihtiyaçlar ve çözüm önerileri, yaşam koşulları (yiyecek, giyecek, barınma, ısınma, temizlik) ile ilgili bilgiler alındı. Çadırda kalan diğer aile bireyleri ile de görüşülerek sosyo-demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, meslek, göç durumu), atık ayırma ve süresi, son bir yıl içinde sağlık kuruluşuna başvurma durumu, sağlık durumu, mevcut şikayeti, son bir yıl içinde geçirilen solunum yolu enfeksiyonu (SYE), enterit, cilt enfeksiyonu, kesici delici yaralanma sıklığı ile ilgili bilgileri sorgulayan bir anket uygulandı. Onbeş yaş altındaki çocuklar ile ilgili bilgiler ebeveynlerinden elde edildi. Veriler SPSS paket programı kullanılarak bilgisayarda değerlendirildi.

Bulgular Araştırma bölgesinde yaşayanların yaş ortalaması 16.2±14.5 di. Yüzde 52’si (n=41) erkek, 15 yaş üstündekilerin %35.9’u (n=28) evliydi. Zorunlu eğitim yaşında (6-13 yaş arası) olan 22 çocuktan yalnız biri okula devam etmekte, 14 yaş ve üzeri bireylerden biri dışında hiçbiri okuma yazma bilmemekteydi. Yeşil kart güvencesi olan 18 kişi dışında (%23.1) diğerlerinin hiçbir sosyal güvencesi bulunmamaktaydı. Ailelerin tamamı deponi alanına başka bir şehirden göç ederek gelmişti. Araştırma grubunun %56.4’ü (n=44) atık ayırma işinde fiilen çalışmaktaydı. Ortalama çalışma süresi günde 5.9±1.2 saat ve kişi başına günlük kazanç ortalama 1.1±0.7 YTL idi. Grubun %39.7’si (n=31) son bir yıl içinde bir sağlık kuruluşuna başvurmuştu ve %38.5’inin araştırma sırasında mevcut bir hastalığı bulunmaktaydı. Son bir yıl içinde geçirilen üst

Page 384: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

333

solunum yolu enfeksiyonu sayısı ortalama 2.6±2.5, enterit sayısı ortalama 0.9±2.4 ve cilt enfeksiyonu sayısı ortalama 0.2±0.7, kesici delici yaralanma sıklığı ortalama 12.0±20.7 idi. Bireylerin %38.5’i (n=30) sağlık durumunu kötü yada çok kötü olarak değerlendirdi. Atık ayırma işinde çalışanlarda, ÜSYE, enterit, deri enfeksiyonu sıklığı bakımından diğerlerine göre farklılık bulunmazken, kesici delici yaralanma sıklığı diğerlerinden yüksekti (p=0.013). Çadırların tamamında elektrikle aydınlanma sağlanmaktaydı. Çadırların bulunduğu bölgede tuvalet bulunmamaktaydı. Bölgeye şehir şebekesinden gelen iki çeşme aracılığıyla su sunulmaktaydı. Çadırların 6’sında mutfak, 2’sinde banyo olarak kullanılan ayrı bir bölme bulunmaktaydı. İki çadırda buzdolabı, 10 çadırda televizyon bulunmaktaydı. Ailelerin %43.8’i ülkedeki gündemden habersizdi. Çoğunluğun en önemli sorunu barınma ile ilgili idi ve en önemli ihtiyaçlarını ‘yaşanabilir bir ev’ olarak ifade ettiler. Sonuç Bu araştırmada deponi alanında yaşayan ve çoğunluğunu çocukların oluşturduğu bireylerin, geri dönüşüm için topladıklarıyla günlük yiyecek ihtiyaçlarını bile karşılayamadıkları, zorunlu eğitim yaşında olanların bile okula gitmedikleri ve sağlıksız koşullarda yaşamını sürdürdüğü belirlendi. Atıkların kaynakta ayrılmadığı ülkemizde yeniden kazanılabilir maddelerin deponi alanlarında ayrılması ve insan gücünden yararlanılması kısa vadede kaçınılmaz gibi görünmektedir. Sorunların temeli, ayrım için çalışan bireylerin aileleriyle birlikte deponi alanında yaşıyor olmalarıdır. Sorunun en kesin çözümü ise atıkların kaynakta ya da deponi alanına kurulan fabrikalarda ayrımının yapılması ve kişilerin deponi alanında konaklamalarının önlenmesidir.

Anahtar Kelimeler: Katı atıklar, ayırım, sağlık

Page 385: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

334

0104 / P6.

Türkiye’de Sağlık Tesislerinin Mekansal Planlamasında Neoliberal Dönüşümler

ÇABUK Suat , ONSEKİZ Dilşen Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 38039, Kayseri Bu çalışmada özetle Türkiye’de neoliberal politikaların sağlığı ticarileştirmesini, piyasalaştırmasını, sermayeleştirmesini ve özelleştirmesini esas alan uygulamaları ve bu uygulamaların neticesinde sağlık tesislerinin özellikle de özel sağlık tesislerinin kentsel alanda yer seçimine ilişkin ortaya çıkan sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm yaklaşımları ele alınacaktır. Nitekim Türkiye’de şehir ve bölge planlama alanında varolan sağlık tesisi yer seçim modelleri, artık kullanılamaz duruma gelmiştir. Buna karşın, sağlıkta olup bitenlerin kent planlamaya ve kentsel sağlık tesislerine yönelik etkileri üzerine herhangi bir analiz ve bu etkilerin olumsuz yönlerini ortadan kaldıracak bir model de ortaya konulamamıştır. Bu sebeple, kent planlama açısından ortaya çıkan yeni durumun ele alınması ve alternatif bakış açılarının geliştirilmesi gerekmektedir.

Giriş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, önceki döneme göre farklı anlayış ve kurumsallaşma benimsenmiştir. Buna rağmen, değişen küresel ve yerel konjonktüre paralel olarak ilki 1950 sonrasında, ikincisi ise 1980 sonrasında hızlı bir değişim sürecine girilmiştir. Bu iki dönemde yaşanan değişim ve dönüşümler ekonomiden idari yapılanmaya, teknolojiden sağlığa kadar geniş bir yelpazede, yeni fırsatlar ve açılımlar meydana getirmiştir. Her iki dönemde değişim ve dönüşüm süreçlerinin yaşandığı alanların başında kentsel mekan gelmektedir. İlk dönemde, 1950’li yıllardan itibaren, kent ve kentleşme sorunları, Türkiye’nin gündeminde önemli bir yer işgal etmiştir. Özellikle hızlı nüfus artışı, tarımda makineleşme ve kentte iş imkanlarının artması kitlelerin kırsal alanlardan kentsel alanlara doğru göçünü hızlandırmıştır. Bu anlamda birinci dönemde yaşanan değişimler ülkenin kendi iç dinamiklerinin bir yansıması olarak ortaya çıkarken, ikinci dönem değişimleri birincisinden çok farklı dinamikler ve koşullar altında ortaya çıkmıştır. Dünyada 1970 sonrasında, Türkiye’de ise 1980 sonrasında yaşanan bu ikinci değişim dönemi, “Yeni Dünya Düzeni” veya “Küreselleşme” kavramları çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu yeni süreç ekonomik, sosyal, teknik ve politik alanlarda yeni olguları ortaya çıkarmıştır. Sağlık, yeni olguların ortaya çıktığı, hızlı değişimlerin yaşandığı alanların başında gelmektedir. Gerek kamusal sağlık alanında, gerekse özel sağlık alanında önemli değişimler yaşanmaktadır. Sağlık hizmetinin kimin tarafından sunulacağı, teknolojik gelişmenin sağlık sektörünü nasıl etkileyeceği, gelecek için en doğru sağlık politikalarının neler olduğu, kentsel sağlık tesislerinin biçimlendirilmesinde hangi ilkelerin dikkate alınması gerektiği, kentsel sağlık tesislerinin yer seçiminde yaşanan değişimlerin neler olduğu gibi konularda yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Türkiye’de 1980 sonrasında yaşanan değişimler, geleneksel kentsel sağlık tesisleri planlamasının yeniden incelenmesini ve bu tesislere ilişkin yeni yöntemlerin geliştirilmesini

Page 386: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

335

gerektirmektedir. Bu bildiri de özetle, 1980 sonrası dönemde Türkiye’de neoliberal politikalar altında sağlık tesislerinin mekansal planlamasında ortaya çıkan yeni tablo ele alınmaktadır. Gereç ve Yöntem Bu çalışmada, sağlık tesislerinin mekansal planlaması konusu, Türkiye’de değişim sonrası ortaya çıkan yeni durum çerçevesinde ele alınmıştır. Çalışmada neden-sonuç ilişkisi kurmaya dönük, niceliksel verilerle desteklenen, niteliksel araştırma yönteminden yararlanılmıştır. Bu çerçevede 1960-1980 ve 1980-2006 dönemleri için Türkiye’nin sağlık hizmetlerinin bazı parametreler yardımıyla (kamu ve özel sektör ayrı ayrı olmak üzere Gayri Safi Milli Hasıla ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içinde sağlığın payı, toplam harcamalar içerisinde sağlık harcamalarının payı, vb.) karşılaştırılmış ve sağlık tesislerinin kademelenmelerine (sağlık evi, sağlık ocağı, poliklinik, hastane vb.) göre kamu ve özel sektör için ayrı ayrı kentsel ve kırsal mekandaki dağılımları irdelenmiştir. Ayrıca mevcut kentsel planlama sistemine, sağlık tesislerinde yaşanan değişimlerin ne düzeyde yansıtıldığı konusu açıklığa kavuşturulmuştur. Buradan elde edilen bulgulardan yararlanılarak, Türkiye’nin kentsel ve kırsal alanlarına yönelik alternatif bir sağlık tesisi planlama modeli ortaya konulmuştur. Sonuçlar ve Tartışma Çalışma sonucunda ulaşılan temel sonuçlardan birincisi “Dünyada 1970 sonrasında yaşanan ekonomik, sosyal, mekansal ve teknolojik değişimlerin, 1980 sonrasında Türkiye’de de etkili olduğu, yaşanan gelişmelerin sağlık hizmetlerinin her kademesinde değişime yol açtığı, bu değişimlerin Türk şehir planlama sisteminde yeterince ülke ve bölge mekanına yansıtılamadığıdır”. İkinci temel sonuç ise “Türkiye’de özel sağlık tesislerinin mekansal dağılımı incelendiğinde, bunların kapitalist ilişkilerin yoğunlaştığı metropoliten alanlarda kümelendikleridir”. Buna bağlı olarak Türkiye’de kentsel sağlık tesislerinin planlanmasında ve uygulanmasında yararlanılabilecek yeni bir modelin geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışmada geliştirilen modelin ve geliştirilmesi gerekli diğer modellerin disiplinler arası bir çalışma ortamında tartışılması artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Anahtar Sözcükler: Kent Planlama, Değişim, Neoliberalizm, Kentsel Sağlık Tesisleri, Sağlık Tesisleri Planlaması

Page 387: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

336

A2 Kent ve Göç 0010 / P2.

Yalım Erez Mahallesi Aile Ziyaretleri ve Düşündürdükleri ERSOY Füsun*, KAYNAK Canev*, EDİRNE Tamer*, KUSASLAN Avci Dilek*, ASLAN Müslüm*, CANER Hazan** * Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı ** Van Merkez 10 Nolu Sağlık Ocağı Amaç Yalım Erez Bölgesi Van Merkez'de yer alan ve nüfusu terör nedeniyle yaşadıkları köylerden göç etmek zorunda olan 10000 kişiden oluşan bir kırsal bölgedir. Biz bu çalışmamızda alan uygulamalarımız sırasında ziyaret ettiğimiz üç ailenin sosyodemografik özelliklerini ve bu ailelerde göçün yarattığı sorunları inceleyerek, bu bölgede yaşayan populsyon için örnek oluşturan sosyal yapıyı irdelenmeye çalıştık. Yöntem-Gereçler Ekim 2005'de alan uygulamalarımız sırasında Anabilim Dalımız öğretim üye ve araştırma görevlileri Bölge Sağlık Ocağı sorumlu hekimi koordinatörlüğünde internlerle aile ziyaretleri gerçekleştirdi. Bu ailelerdeki sosodemografik özellikler ve sağlık sorunları saptanarak biyopsikososyal yaklaşım çerçevesinde değerlendirildi. Bulgular Ziyaretlerimizde çarpıcı nitelikleri olan üç ailede ortak özellikler, benzer sağlık sorunları ve bölge nüfusuna özgü karakterler saptandı. Her üç aile de gecekondu tarzı tuvaleti dışarıda bir evde yaşamaktaydı, işsizlik, aşırı nüfus, kalabalık aile, genç yaşta evlenme ve çocuk sahibi olma, paylaşılan kronik sağlık sorunu ve bu sağlık sorunun aile bireyleri üzerindeki olumsuz etkileri, sağlık hizmetlerinden maddi olanaksızlıklar nedeniyle gerektiği biçimde yararlanamama her üç ailede de bulunan ortak özelliklerdi. Kronik obstruktif akciğer hastalığı, tedavi edilmemiş tüberküloz ve takiben gelişen akciğer kanseri, ardarda özürlü çocuk sahibi olma, ailelerdeki kronik sağlık sorunları idi. Her üç aile de bölgeye göç etmeden önce daha iyi sosyo-ekonomik koşullarda yaşadığını bildirmekteydi.

Sonuç Gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerdeki aileler Yalım Erez Mahallesi için tipik sosyal yapıyı yansıtmaktaydı. Sağlık sorunlarının çözümü için aillerle işbirliği ve izlem çabalarımız,

Page 388: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

337

ekonomik güçlükler nedeniyle sağlık hizmetlerine ulaşılabilirlikteki kısıtlılık temel nedeniyle sürekli ve gerektiği biçimde gerçekleşemedi. Ana çocuk sağlığı ölçütlerinin iyileştirilmesi, sağlıklı beslenme ve bulaşıcı hastalıklar konusunda devlet ve gönüllü kuruluşlar tarafından verilen eğitim ve hizmetin hedefe ulaşması, bölgede sağlıklı kentleşme ve yapılaşma sağlanamadığı, en basitinden ele alınacak olursa kanalizasyon, okul, iş imkanları sağlanamadığı sürece yetersiz kalacak ve bu bölge Van için kanayan bir yara olmaya devam edecek gibi görünmektedir Anahtar Kelimeler: göç, sağlıksız kent altyapısı, family sağlığı

Page 389: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

338

0114 / P3.

Manisa’da Bir Gecekondu Bölgesinde Göç Etme Süresinin Sağlık Belirleyicileri Üzerine Etkisi CENGİZ Özyurt Beyhan*, CAMBAZ Seval**, KAR Seda***, TOKER Didem*** ÖZKAN Saruhan***, BIÇAKÇIOĞLU Özge***, AKSUT Nurhak***

* Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.d ** Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü *** Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş Göç sağlık düzeyini etkileyen parametrelerden biridir. Bu çalışmada bir gecekondu bölgesinde, bölgeye göç etme süresinin sağlık belirleyicileri üzerine etkisini açıklamak amaçlanmıştır.

Gereç-Yöntem Çalışma Aralık 2005’de Manisa Nurlupınar Sağlık Ocağı bölgesinde yürütülmüş kesitsel tipte bir araştırmadır. Araştırmanın evrenini sağlık ocağı bölgesindeki toplam 3735 adet hane oluşturmuştur. Araştırma için minimum örnek büyüklüğü 210 hane olarak hesaplanmış ve her bir sağlık evi bölgesinden araştırmaya katılacak hane sayıları sağlık evi bölge nüfusuna göre tabakalanarak hesaplanmıştır. Çalışmada örneklem yöntemi olarak, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 30’lu küme örneklemi (her kümede toplam 7 hane) kullanılmıştır. Küme başı olacak haneler sağlık ocağı Ev Halkı Tespit fişlerinden rastgele olarak seçilmiştir. Araştırmanın verileri oluşturulan anket formu aracılığıyla, kadınlardan evlerinde yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmanın verileri SPSS 10.0 bilgisayar istatistik paket programında t testi, ki-kare ve korelasyon testleri kullanılarak analiz edilmiştir.

Bulgular Çalışma katılan hanelerin bölgeye göç etme süreleri ortalama 11.17+9.16 (min 8 ay-max 42 yıl) olarak saptanmıştır. Bölgeye en fazla %38.6 ile Doğu- Güneydoğu bölgesinden göç olduğu bulunmuştur. Çalışmaya katılan hanelerde, hane reisi yaş ortalaması 37.54±11.16, kadınların yaş ortalaması ise 34.39±12.43 olarak bulunmuştur. Araştırma grubundaki hane reislerinin %19.5’inin örgün eğitim almamış ve %10.5’inin işsiz olduğu bulunmuştur. Araştırmaya katılan hanelerin % 81.4’ün de şebeke suyu kullanıldığı, %92.9’unda tuvalet atıklarının kanalizasyona atıldığı saptanıldı. Hane reislerinin %11.0’ının sağlık güvencesi, %30.5’inin de

Page 390: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

339

sosyal güvencesinin olmadığı saptandı. Göç süresi ile bebek ölümlülüğü, evlenme yaşı, ilk doğum yaşı, kendiliğinden ve isteyerek düşük sayısı, evlilik kararı, evlilik türü, hane reisi ve kadının eğitim durumu, kadının çalışma durumu, sağlık sorunu olduğunda ilk başvuru yeri, kadınlarda obesite ve çocuklarda düşük kilolu olma durumu arasında ilişki bulunmuştur. (p<0.05).

Sonuç Çalışmamızda göç süresi artıkça yaşama koşullarının ve sağlık göstergelerinin düzeldiği saptanmıştır. Göç, insanlar üzerinde ilk geldiklerinde uyum problemi, iş problemi, sosyal sıkıntılar yüklese de, ikamet süresi arttıkça temel sağlık hizmetlerinden yararlanma ve ikinci basamak sağlık hizmetine ulaşma açısından olumlu yönde etkili olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler: gecekondu, göç süresi, sağlık belirleyicileri

Page 391: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

340

0035 / P1.

Göç-Gecekondulaşma-Siyaset İlişkisinin Sonuçları Üzerine DURAL Ahmet Baran* , ZEYREKLİ Sedef** * Trakya Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Siyasal ve Sosyal Bilimler AD. ** Trakya Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Siyasal ve Sosyal Bilimler AD.

İç göç bir ülke sınırları içinde genellikle küçük yerleşim yerlerinden büyük kentlere geçici veya sürekli kalmak üzere göç etme hareketini anlatmaktadır. Türkiye’de kırsal kesimlerden kentlere çok hızlı bir göç hareketi olduğu gözlemlenmektedir. Gerek altyapı gerekse iş imkânı açısından oluşan taleplerin karşılanması bu hızlı kentleşme karşısında zorlaşmakta; bu da kent çevrelerinde birer yoksulluk gettoları halinde gecekondu mahallelerinin oluşup, çarpık bir kentleşmenin görülmesine sebep olmaktadır. Göç nüfusu 1990’lardan günümüze, siyasal partilerin seçmen tabakalarını istikrarsızlaştırmıştır. Giderek artan ve kent içinde yüksek bir oy potansiyeli olan kırsal nüfus, birinci kuşağın kır-kent arasındaki “gel-git”ini, kentte yetişen kuşakların ise bir türlü tam olarak kentle bütünleşememesinden kaynaklanan yeni dayanışma arayışlarını içinde barındırmakta; bu ise seçmen tercihlerinde istikrarsızlığa yol açmaktadır. İktidar parametrelerinde değişim yaratan, göç yoluyla oluşan, henüz sınıfsal olarak bilinçlenmemiş nüfusu, siyasetin en çok yer değiştiren kesimini oluşturmaktadır. Bu kişiler, göçün sürekliliği içinde seçenekler çoğaldıkça partiler arasında dağılmakta ve himaye ilişkilerini yeniden üretilmesinin nesnesi olmayı sürdürmektedir. Kısaca göç nüfusu etno-politik eğilimlere yönelmekte ve kararsız davranış yapısını aşma yönünde arayış içinde bulunmaktadır. Bu bağlamda kırdan kente göç eden ilk kuşak kente yabancılaşmayla uyum sağlama arasında gidip gelirken onların çocukları için durum daha farklıdır. Kentte doğup büyüyen ve kente daha iyi adapte olan bireyler büyüklerinden farklı tercih ve anlayışlara sahiptirler. Ailelerinden farklı olarak bu gençler eğitim almış, kentte yaşamayı ve farklı kesimlerin yaşam biçimlerini öğrenmişlerdir. Bu kuşak için daha üst beklentiler söz konusudur ancak bu beklentilerine ulaşamayacaklarını anladıkları anda büyük bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşarlar. Kendi ayakları üstünde durma fikrine yönelen bu gençler, daha geleneksel ve otoriter gördükleri hemşeri komşuluk ilişkilerini kullanmadan, daha güncel ve ben kimim sorusuna da açıklık getirdiğini düşündükleri, kendilerini toplumda senelerdir dışlanmış taşralı kimliğinden uzaklaştıracak etnik / dini / siyasi kimlik ve örüntülerde dayanışma aramaya yönelmektedirler. Bunun siyasi yansıması ise oy patlaması yapan çok farklı, hatta zıt eğilimlerdeki partilerin daha radikal bir kimliğe hitap edebilen partiler olmasıdır. Çoğunlukla toplumun refah ya da görece refah içindeki kesimlerine karşı duyulan öfkenin, kırsal kökenli gecekondulu kızgın ve sisteme güveni sarsılmış kalabalıkları açısından rasyonalize edilmiş halidir siyasal tavır alışlar, eylemler. Genellikle radikal sağ veya radikal sol eğilimlere destek şeklinde ifadesini bulan, kesin olarak teröre başvurma zorunluluğu aranmayan ama dışarıdan bakıldığında “ille de sistemle kavgalıymış imajını yayan” siyasal

Page 392: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

341

hareketlere dönük bu destek arayışı, yüzde 1-2 oy farkının iktidarın rengini belirleyebildiği bir ülkede, siyasi partilerin; gecekondu nüfusuyla arayı en azından soğuk tutmama eğilimleriyle de birleşince, ciddi sıkıntıya yol açabilmektedir. Planlamacıların ısrarla üzerinde durdukları gibi kalkınmayı orta ölçekteki şehirlere yaymak, terör sorununun gündemden kalkmaya başlamasıyla beraber tersine göçü yani “köye dönüş projeleri”ni hızlandırmak ve her şeyden de önemlisi Büyükşehirlerde gecekondu bölgelerinin ıslah edilerek, zamanında göç eden nüfus tarafından işgal edilen kamu arazilerinin daha verimli değerlendirilip ucuz toplu konut yapımına ağırlık tanınması akla gelen önerilerden yalnızca birkaçı. Ayrıca devletin gecekondu bölgelerine kimi yasadışı örgüt veya radikal partilerden önce ulaşıp, hiç değilse asgari güvenlik- eğitim ve sosyal hizmet imkanlarıyla, “kentsel muhtarları”nı arayan gecekondu nüfusa doğru bir adres gösterme işlevini yerine getirmesi azımsanmayacak bir adım olarak görülmelidir.

Anahtar Kelimeler: Gecekondulaşma, içgöç, seçmen davranışı, devlet, sanayileşme.

Page 393: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

342

A4 Kent ve Yoksulluk

0037 / P8.

Çocuk İhmali ve İstismarı AKKURT Ömrüye, SARI Necla, ŞAHİN Nurdan Balıkesir Üniveristesi, Bandırma Sağlık Yüksekokulu Çocuk ihmali; çocuğun sağlığı, fiziksel veya psikolojik gelişimi için gerekli ihtiyaçların karşılanmaması olarak tanımlanmaktadır. Çocuk istismarı ise; çocuğun sağlığını, fizik, psikolojik ve sosyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin yada toplum tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlardır. Fiziksel, cinsel ve duygusal istismar şeklinde görülür; aile yapısından, çocuğun özelliklerinden ve çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır. İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça zordur. Toplumların geleceklerini sağlam temellere oturtabilmeleri ve toplumun sosyal yapısını oluşturacak çocukların beden ve ruh sağlıklarının korunmaları, onların eğitilmeleri tüm bireyler tarafından kabul edildiği halde toplumlarda hala korumasız, güçsüz hakkını savunamayan çocuklar istismar ve ihmal edilmektedir. Sosyoekonomik düzeyi düşük, stresin fazla olduğu ailelerde istismar ve ihmal olaylarına daha fazla rastlanmaktadır. İstismar ve ihmal yalnız aileleri değil, toplumu, sosyal kuruluşları, yasal sistemleri, eğitim sistemini ve iş alanlarını da etkileyen bir toplum sağlığı sorunudur. Toplumun ve toplumu oluşturan bireylerin eğilimli ailelere destek olması ve bu ailelerin eğitilmesi için çaba harcaması istismar ve ihmal olgularının toplumda azalmasında rol oynayacaktır. Bu derlemenin amacı, çocuk istismarını ve tiplerini tanıtmak toplumun ve sağlık çalışanlarının konuya dikkatlerini çekmektir. Anahtar Kelimeler: Çocuk ihmali, Çocuk istismarı, Toplum

Page 394: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

343

A6 Kadına Yönelik Şiddet 0056 / P9.

Diyarbakır İl Merkezindeki Hastanelerde Çalışan Ebe ve Hemşirelerde Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet CAMUZ Funda*, ELMACI Nuran** * Dicle Üniversitesi Diyarbakır Atatürk Sağlık Yüksekokulu Diyarbakır **Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.B.D. Diyarbakır Giriş ve Amaç Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar şiddet görmektedirler. Bu konu da çeşitli araştırmalar yapılmakta; “kadınların ne tür ve neden şiddet gördükleri” toplumun çeşitli sosyal katmanları arasında araştırılmaktadır. Bu araştırma Diyarbakır il merkezindeki hastanelerde çalışan evli ebe ve hemşirelerin aile içi şiddete maruz kalma durumlarını tanımlamak amacıyla yapılmıştır.

Yöntem Araştırmada Diyarbakır il merkezinde bulunan Devlet Hastanesi, Çocuk Hastanesi, Doğumevi ve Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde çalışan yaklaşık 460 evli ebe ve hemşire’nin 1/3’ü sistematik örnekleme yöntemiyle seçilmiş ve 140 Evli Ebe ve Hemşire araştırma kapsamına alınmıştır. Veriler evli ebe ve hemşirelerle yüz yüze görüşülerek elde edilmiş ve bilgisayar ortamına kaydedilmiştir. İstatistiksel olarak yüzde, ortalama, standart sapma, khi-kare testi kullanılmıştır.

Bulgular Araştırma kapsamına alınan evli ebe ve hemşirelerin %63,6’sı yüksekokul mezunudur. Araştırtma örneğinin büyük bir çoğunluğu aile içi kararlara katıldıklarını ve evliliklerinde mutlu olduklarını belirtmişlerdir. Ebe ve hemşireler fiziksel şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadınların %20’si eşi tarafından itelendiklerini, %14,3’ü yüzüne tokat yediklerini %12,1’dayak yediklerini belirtmişlerdir. Ancak %7,1’i dayak sonrası sağlık kuruluşundan yardım almıştır. Araştırma örneğindeki kadınlar bu tarz şiddet davranışlarına daha çok evliliklerinin ilk yıllarında maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir(%64,5). Ebe ve Hemşireler psikolojik şiddete maruz kalmaktadırlar. Bunlar arasında en göze çarpanları; Örneğe alınan ebe ve hemşirelerin %40’nın bakışlarla sindirilmeye çalışıldığını, %27,9’u tartışmada eşinin üzerine yürüdüğünü, %20,7’si eşleri tarafından kendilerine küfür edildiği ifade etmişlerdir. Araştırma evrenine alınan ebe ve hemşirelerin %31,4’ü “cinsel ilişki istemlerinin eşleri tarafından reddedildiğini”; %26,4’ü “cinsel ilişkiyi istemediklerinde eşlerinin ilişkiden vazgeçmediklerini”, %23,6’sı cinsel ilişkiyi reddettiklerinde eşlerinin

Page 395: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

344

kızdığını veya kendilerini dövdüklerini”,%18,1’i “istemedikleri tarzdaki cinsel ilişkilere zorlandıklarını” ve belirtmişlerdir. Ebe ve Hemşirelere gelirlerini nasıl harcadıkları sorulduğunda %79,3’ü eşleriyle ortak karar verdiklerini ifade etmişlerdir. Araştırmada dikkati çeken bir nokta; Araştırma kapsamına alınan kadınların şiddeti algılama biçimlerinin literatürdeki şiddet tanımlamasıyla örtüşmemesidir. Kadınların çoğunluğu kendilerine atılan tokadı ve iteklenmeyi şiddet olarak algılamamaktadırlar. Diğer bir nokta ise bu kadınların çoğunluğu, konuyu mahrem olarak görmekte ve konuşmaktan çekinmektedirler. Sonuç Araştırma kapsamına alınan evli ebe hemşireler fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalmaktadırlar. Ancak araştırma kapsamına alınan kadınların çalışan kadınlar olmaları dolayısıyla ekonomik şiddete daha az maruz kalmaktadırlar. Anahtar Kelimeler: Aile içi şiddet, Diyarbakır, Evli Ebe ve Hemşire

Page 396: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

345

B1. Belediyeler ve Çevre Mevzuatı 0086 / P21.

2005 Yılında Gaziantep Halk Sağlığı Laboratuarına Getirilen Numunelerin Kimyasal ve Bakteriyolojik Analiz Sonuçlarının Değerlendirilmesi

AYDIN Neriman, BALCI Ömer, TURAN Hilal, SONGUR Devlet, COŞKUN Ferhat, ÖZGÜR Servet Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, Gaziantep Giriş İçme ve kullanma suları ile gıda maddelerinin analizlerinin yapılması, İl Halk Sağlığı Laboratuarlarının görevleri arasında yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, Gaziantep ili Halk Sağlığı Laboratuarında 2005 yılı içinde yapılan bakteriyolojik ve kimyasal analiz sonuçlarının değerlendirilmesidir.

Gereç ve Yöntem Bu çalışma, Gaziantep Halk Sağlığı Laboratuarı’nda 2005 yılında analizi yapılan numunelerin kayıtlarının taranması ile gerçekleştirildi. Bulgular ve Sonuç Gaziantep Halk Sağlığı Laboratuarında, 2005 yılında 3882’si bakteriyolojik, 463’ü kimyasal olmak üzere toplam 4345 numunenin analizi yapılmıştır. Bakteriyolojik analizi yapılan numunelerin 3872’sini (%99.7), kimyasal analizi yapılan numunelerin 390’ını (%84.3) içme ve kullanma suları oluşturmaktadır. Kimyasal analizi yapılan numunelerin 25’i (%5.4) gıda maddeleridir. Bakteriyolojik analizi yapılan numuneler içinde gıda maddesi bulunmamaktadır. Analizi yapılan içme ve kullanma sularının 99’u (%25.4) kimyasal açıdan, 937’si (%24.2) bakteriyolojik açıdan sağlığa aykırı bulunmuştur. Bakteriyolojik analizi yapılan numunelerin 1132’si (%29,2) ve kimyasal analizi yapılan numunelerin 50’si (%10,8) askeri birlikler tarafından getirilmiştir. Kimyasal analizi yapılan numunelerin 188’i (%40.6), bakteriyolojik analizi yapılan numunelerin 1209’u (%31,1) yaz aylarında (Haziran, Temmuz, Ağustos) getirilmiştir. Su kaynaklı hastalıkların önlenmesi, su kirliliğinin önlenmesi ile mümkün olabileceği için düzenli su analizinin yapılması büyük önem taşımaktadır. Analizi yapılan içme ve kullanma suyu örnekleri içinde yaklaşık olarak her 4 numuneden birinin sağlığa aykırı bulunduğu göz önüne alındığında su kirliliğinin önlenmesi ile ilgili çalışmalara ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Halk sağlığı laboratuarlarının temel görevlerinden olan içme ve kullanma sularının düzenli olarak analiz edilmesi için ilgili laboratuar, kamu kurumları ve yerel yönetim birimleri görevlerini işbirliği içinde yapmalıdır.

Page 397: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

346

0093 / P22.

Sakarya İli Adapazarı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçindeki Gıda Üreten ve Satan İşyerlerinin Sağlık Mevzuatına Uygunluğunun Araştırılması AYGÜN Özcan*, HIDIROĞLU Seyhan**, KARAVUŞ Melda**

* T.C. Sağlık Bakanlığı Sapanca 112 Acil Yardım İstasyonu Sapanca Sakarya ** Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. İstanbul Giriş Bu amaç çalışmanın amacı, Sakarya ili Adapazarı belediyesi sınırları içindeki gıda üreten ve satışını yapan işyerlerinde bulunan sağlık risklerini, işyeri sorumlularının bilgi düzeylerini ve işyerinin fiziksel özellikleri tespit etmek ve sağlık mevzuatı ile karşılaştırmaktır. Gereç-Yöntem Bu çalışmada 2003 yılı Ocak ve Mayıs ayları arasında; Sakarya ili Adapazarı Büyükşehir belediyesi sınırları içindeki unlu mamul, lokanta, kebap-pide-lahmacun salonu ve fastfood dükkanlarından seçilen toplam 136 işyerine anket ve gözlem uygulanmıştır. İstatistik analizlerde ki-kare testi kullanılmıştır. Bulgular Ankete katılan işyerlerinin %97,8’i kanalizasyona bağlıdır ve %95,6’sı şebeke suyu kullanmaktadır. İşyeri sorumlularının %92,6’sı gıda katkı maddeleri kullanmaktadır. İşyeri sorumlularının %69,1’ilköğretim mezunu ve %94,9’u hiç hizmet içi eğitim almamıştır. İşyeri sorumlularının %38,2’si işyeri ile ilgili mevzuatı bilmemektedir ve %68,4’ünün bulaşıcı hastalıklarla ilgili bilgileri bulunmaktadır. İşyerlerinin %55,2’si zorunlu çalışan sağlık muayenesini (portör muayenesi) 1-3 ayda bir yaptırmakta ve %64’ünde tuvalet ve lavabo bulunmaktadır. İşyerlerinin %37,6’sında bulaşık yıkama sistemi bulunmamakta ve %50,4’ünde dezenfeksiyon yapılmamaktadır. İşyerlerinin %43,4’ünde doğal havalandırma yöntemi kullanılmaktadır. Gözlem yapılan işyerlerinin %17,6’sının ruhsatı bulunmamaktadır. İşyerlerinin %61,8’inde kişisel hijyen kurallarına uyulmamakta, %61,8’inde temiz önlük ve başlık kullanılmamaktadır. İşyerlerinin %30,1’inde kullanılan suyun durumu, %42,6’sının çöp toplama sistemi, %60,9’unun tuvalet ve lavaboları uygun bulunmamıştır. Tuvalet ve lavabolar fast food satan dükkanlarda diğer işyerlerine oranla %8.7 ile daha az bulunmaktadır (p<0.001). İşyerlerinin %50,7 sinde havalandırma uygun değildir ve %59,6’sının aspiratörü bulunmamaktadır. İşyerlerinin %41,9 unda Esnaf Muayene Kartı (EMK) yok yada eksiktir, %68,8 inde çalışanların portör muayenesi yapılmamış ve %80,1 inde ilk yardım malzemesi bulundurulmamaktadır. İşyerlerinin %27,2 sinde bulaşıcı hastalık taşıyıp taşımadığı bilinmeyen personel çalıştırılmaktadır. İşyerlerinin %66.2'si haşere mücadelesi

Page 398: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

347

yapmadıklarını belirtmişlerdir. Haşere gözlemlenen işyerleri ise toplam iş yerlerinin %3.3'üdür. Yorumlar Bu araştırmada, işyerlerinin büyük bir bölümünün uygulanması gereken sağlık mevzuatına uygun hizmet vermediği; işyeri sorumlularının işyerinin sağlıklı bir biçimde çalışması için gerekli önlemleri bilmedikleri ve iş yerlerinde çalışanların gerekli sağlık şartlarını taşımadıkları tespit edilmiştir. Yapılan gözlemlerin değerlendirilmesi sonucunda en kötü gözlem puanlarını fast food dükkanları almıştır. Bunun nedeni ihmalkarlık ve bilgisizlik olabilir. Anahtar Kelimeler: gıda güvenliği, gıda mevzuatı, Sakarya

Page 399: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

348

0016 / P23.

Konya Kentinde Çevre Sorunu Olarak Hava Kirliliği KOÇU Nazım, DERELİ Mustafa Selçuk Üniversitesi, Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü, Konya. Amaç Konya kentinde kış aylarında yoğun olarak yaşanan hava kirliliği önemli bir çevre sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Konya hava kirliliği bakımından bazı kış aylarında SO2 ve PM. (partikül miktarı) açısından ülkemizin en kirli ili durumuna gelmiştir. Yapılan çalışmada “Konya Kentinde Çevre Sorunu Olarak Hava Kirliliği Nedenlerinin Araştırılması” amaçlanmıştır.

Gereç-Yöntem Konya kentinde çevre sorunu olarak hava kirliliğinin nedenleri araştırılmış, Çevre İl Müdürlüğü ve Orman Bakanlığı verileri esas alınarak SO2 ve PM. değerleri incelenmiş, hangi zamanlarda sınır değerlerin aşıldığı araştırılmıştır. Hava kirliliğine neden olan sebepler sıralanmış, ısı yalıtımsız yapılarda kışın kullanılan fosil yakıtlar ve çevre sorunları ilişkisi kurulmuştur. Hava kirliliği yaratmayan, ısı yalıtımlı, standartlara uygun, yapı fiziği şartlarını taşıyan, güneş enerjisinden yararlanabilen sağlıklı yapılaşmaların oluşturulması konusunda mimarların projelerinde ve yapılarında dikkat etmesi gereken tedbirler sıralanmış ve önerilerde bulunulmuştur. Bulgular Konya Çevre il Müdürlüğü verilerine göre Konya kış aylarında hava kirliliği açısından bazı günlerde Türkiye’nin en kirli ili konumuna yükseldiği görülmüştür. Konya kentinde hava kirliliğini tek bir nedene bağlamanın doğru olmadığı, Konya kentinin coğrafi konumu, rüzgar yönü, kentleşme ve sanayi alanları, nüfus yoğunluğu, ulaşım-motorlu araçlar, ağaçlandırma yetersizliği, ısınma-yakıtlar gibi sebeplerin olduğu açıklanmıştır. Hava kirliliği ve yapı ilişkisi kurulmuştur. En önemlisi binaların ısıtılması ve sağlık koşullarına uygun olması için çıkarılan “Binalarda Isı Yalıtım Kuralları”na yeterli düzeyde uyulmadığı, bu nedenle yapıların ısıtılması için kışın fosil yakıt tüketiminin arttığı, çevreyi ve havayı kirleten yapıların oluşturulduğu tespit edilmiştir. Hava kirliliği olarak Çevre Orman Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi, Çevre Referans Laboratuarı ölçüm değerlerine göre Konya için 2005 yılının bazı günlerinde (Aralık ayının) SO2 miktarı maksimum 1506 µg/m3, PM. ise 827 µg/m3 değerleri bulunmuştur. Konya için elde edilen verilerin yüksek çıkması hava kirliliğinin yüksek olduğunu doğrulayıcı niteliktedir. Hava kirliliği oluşturmayan, güneş enerjisinden yararlanan sağlıklı yapılar için projelerin geliştirilmesinde öncelikli hususlar açıklanmıştır.

Page 400: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

349

Sonuç Konya’da bulgularda elde edilen SO2’nin ve PM. (partikül miktarının) kış aylarında yüksek çıkması kentte bulunan yapıların ısıtılması için kullanılan yakıtlar ile doğrudan ilgili olduğu tespit edilmiştir. Konya kentinde hava kirliliğinin önlenmesi için özellikle yapılarda uyulması gereken “Binalarda Isı Yalıtım Kuralları” na uyulmadığı ve yapıların ısıtılması için daha çok enerji harcandığı, fosil enerji kaynakları tüketiminin arttığı, ortama daha fazla havayı kirleten gazların salındığı sonucuna ulaşılmıştır. Çözüm önerileri olarak sağlıklı ve standartlara uygun güneş enerjisinden yararlanabilen yapılaşmalara önem verilmesi, binaların yapı fiziği kurallarına ve ısı yalıtımı standartlarına uygun yapılması gerektiği belirtilmiştir. Kentlerin yaşanabilir, hava kirliliği olmayan, sağlık ve fen kurallarına uygun, güneş enerjisinden yararlanan, temiz çevreye sahip olması konusunda önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Kent, Çevre, Hava Kirliliği, Sağlık

Page 401: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

350

0066 / P24.

Sağlıklı Kentler İçin Gürültü Kirliliği Kapsamında, Yeni Çevrelerin Tasarım İlkelerinin Belirlenmesi TOKAY Semra, KÜÇÜKÖZDEMİR Güliz Maltepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, İstanbul Tarih sahnesine çıktığı günden beri insan, kendi çevresini oluşturmaya başlamış, değişen istek ve ihtiyaçları doğrultusunda çevrenin hem biçimlendiricisi hem de kullanıcısı olmuştur. Toplumların gelişmesi ile yeni çevrelerin yaratılmasında önemli rol alan mimar da günümüzde artık tek bina yapmak yerine, insanın ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek sağlıklı bir çevre yaratma görevini üstlenmiştir. Ancak; hızlı kentleşme ve endüstrileşme bir taraftan yeni çevrenin oluşumuna hız kazandırırken; diğer taraftan da çevreyi oluşturan verilerin zarar görmesine ve çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kent sağlığı kapsamında çevre sorunlarından biri olan gürültü, bugün denetim altına alınması gerek önemli bir çevre kirliliğidir. Gürültü, insanlar tarafından istenmediği ve insanları psikolojik-fizyolojik açıdan olumsuz etkilediği için; bir kişilik öğesi olarak kabul edildiği gibi toplumdan topluma da değişir. Türkiye’de son yıllarda ciddi olarak ele alınan bu konu, gürültü kaynaklarının insan ve çevre üzerindeki etkilerini azaltmak amacıyla yapılan gürültü denetimi yasaları ve yönetmelikleri ile kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Ancak; bu yasaların yaptırım ve denetimleri, bugünkü şekli ile yetersiz kalmasına rağmen insanlarda çevre bilincinin oluşması bu sorunun azalmasında önemli rol oynayacaktır. Biz mimarlar; özellikle yapılaşmaya açılan alanlarda gürültü kirliliğinden en az şekilde etkilenecek yeni çevreler oluştururken; mevcut çevre verilerinden yararlanarak en ekonomik tasarımları üretmeliyiz.

Bu çalışmada; kent sağlığı için gürültüye karşı alınan önlemlerin, o Kent planlaması, o Bina grupları yerleşimi ve o Bina biçimlenişine olan etkisi örneklerle irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Gürültü, Kent Sağlığı, Tasarım

Page 402: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

351

0116 / P25.

AOÇ Süt Fabrikası' nın Atık Suyu Analizi Sonucunun Değerlendirilmesi YENİGÜL Sevinç Bahar Gazi Üniversitesi Müh.-Mim. Fakültesi, Şehir Ve Bölge Planlama Böl., Ankara İnsanların ihtiyaçlarının ve beklentilerinin karşılanması kalkınmanın en başta gelen amacıdır. Kalkınmanın sağlanabilmesi için de sanayi sektörünün gelişmesinin gerekliliği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Sanayinin ve teknolojik bir gelişimin sağlanması tüm ülkelerin ortak amacıdır. Bu amacı gerçekleştirmede izlenen yöntemler ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle yakından ilgili olduğu gibi, ülkenin çevreye olan duyarlılığını ortaya koyma açısından da önemlidir. Çevreyi oluşturan hava, su ve toprakta doğal koşullarda ekolojik bir denge mevcuttur. Doğal dengenin varlığı, canlı yaşamının sürdürülebilinmesinde temel faktördür. Çok çeşitli maddelerin bu ortamlara katılması ve konsantrasyonlarının belirli bir sınır değerinin üzerine çıkması sonucunda anılan maddeler “kirletici” nitelik kazanırlar. Çevresi ile ekolojik uyumda bulunmayan tek canlı insandır. Bilinçsizce yapılan uygulamalar doğanın tahrip edilmesine neden olmaktadır. Sonuç olarak doğa düzenleyici fonksiyonunu yitirmekte ve sorunlu doğa parçaları ortaya çıkmaktadır. Son 20-30 yıl içinde teknolojideki gelişmeye bağlı olarak üretimde ve tüketimde başdöndürücü hızla olan artışlar ciddi ekolojik denge bozulmalarına yol açmaktadır. 20. yy.’da gelişen sanayileşme süreci hızlı nüfus artışı, hayat standartlarının yükselmesi tüm sanayi kuruluşlarını etkilemiş ve gıda sanayi de bu gelişmelerden nasibini almıştır. Teknolojinin ilerlemesi ve modernleşme ile birlikte gıda sektöründe geleneksel yöntemler kullanılan küçük kapasiteli aile işletmeleri yerini büyük kapasiteli modern fabrikalara bırakmıştır. Bunun sonucunda da daha fazla üretim ve daha fazla atık sorununu ortaya çıkarmıştır. Çalışmanın konusu; gıda sanayi içerisinde çevre kirliliği yaratan en önemli sanayilerden biri olan süt endüstrisinin kirletici unsurlarıdır. Çalışmanın amacı; ülkemizde artan nüfusun süt ürünleri ihtiyacını karşılamak üzere her geçen gün sayıları artan süt işletmelerinden kaynaklanabilecek kirlilik unsurlarını açıklamak, yerel yönetimlerin konuya daha duyarlı olmaları gerektiğine dikkat çekmektir. Çalışmada öncelikle süt endüstrisinin yapısına ilişkin bilgi, çevre kirliliği açısından hangi unsurları etkilediğini açıklayarak örnek çalışma alanı olan “Atatürk Orman Çiftliği Süt Fabrikası” kapsamında atık suların analizleri yapılarak değerlendirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), su kaynaklarının kirlenmesi, bu kaynakların kullanılmasını tamamen bozma veya zarar verme düzeyinde suyun içersine organik, inorganik, biyolojik ve radyoaktif herhangi bir unsurun karışmasından kaynaklanan olumsuz yapı değişimi olarak tanımlamaktadır. Süt endüstrisi WHO’nun tanımladığı kirletici unsurları içeren ve su kirliliği yaratan noktasal kaynaklardır. Süt endüstrisinde girdi olarak kullanılan sütün bileşeninin %99’u su ve organik maddelerden oluşmaktadır ve kirliliğin esas kaynağı bu organik maddelerdir. Temmuz Ekim ve Aralık ayları içinde yapılan analizler sonucunda; AOÇ Süt Fabrikası atık suyunun BOİ değerleri değişiklikler göstermekte ve Ankara Su Kanalizasyon

Page 403: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

352

İdaresi Atık Su Deşarj Yönetmeliğinde verilen üst limitlerden daha yüksek değerlerdedir. Aynı zamanda, KOİ değerleri de BOİ değerlerine paralellik arz etmekte ve KOİ değerleri de yüksektir. Bulunan bu sonuçlar arıtım yapılmamış gıda endüstrisi atık suları için verilen değerlerle benzerlik arz etmektedir. Ancak elde edilen sonuçlar atık suyun kanalizasyon şebekesine deşarjına izin verilen değerlerin üzerinde olduğu için arıtımı önem kazanmaktadır.. Arıtma işlemi ile birlikte hem atık durumundaki maddeler yan ürün olarak tekrar değerlendirilerek ticari bir kar sağlayacak; bunun yanında yüksek oranlarda da kirletici unsurlarını azaltacaktır. Bu nedenle yerel yönetimler kirletici unsuru içeren endüstrileri denetlemeli ve bunların deşarj yönetmeliklerine uymalarını sağlamalıdır. Tablo1. AOÇ Süt Fabrikası Atık Suyu Analiz Sonuçları

Parametreler Analizlerinin yapıldığı aylar Analiz sonuçları

Atık su örneğinde izin verilebilir maksimum değer

Temmuz 1864

Ekim 1361

BOİ5 (mg/L)

Aralık 680

500 mg/L

Temmuz 3200

Ekim 2800

KOİ(mg/L)

Aralık 1344

1000 mg/L

Temmuz 210.87

Ekim 90.57

AKM (mg/L)

Aralık 80.39

400 mg/L

Temmuz 20.4

Ekim 91.8

Yağ-gres

Aralık 34.4

200 mg/L

Temmuz 60.066

Ekim 72.57

Serbest klor

Aralık 67.57

5 mg/L

Temmuz 9.6

Ekim 9.0

pH

Aralık 9.6

6.5-10 mg/L

Anahtar Kelimeler: Çevre kirliliği, sanayi, atık su, deşarj, arıtma

Page 404: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

353

0045 / P27.

Gürültü ve Çocuklar: İlköğretim Okullarında ‘Dış Gürültü Seviyesi’ Üzerine Bir Çalışma USKUN Ersin, NAYIR Tufan, TÜRKOĞLU Hakan, KILINÇ Selçuk, KİŞİOĞLU Ahmet Nesimi, ÖZTÜRK Mustafa Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Isparta Giriş Gürültünün insan üzerindeki bildirilen olası etkileri nöroendokrin ve kardiovasküler aktivitede artış, davranış bozuklukları, öfkelenme, genel rahatsızlık duygusu, iş veriminde azalma ve konsantrasyon bozukluğu olarak sayılabilir. Öğrenme için uygun ortam gerekliliği tartışılmaz. Ortamın gürültü düzeyi, uygunluğun değerlendirilme kriterlerinden biridir. Okulların yakınından geçen yolun trafik yoğunluğu nedeniyle, dış gürültü seviyesi istenmeyen düzeylere ulaşabilir. Bu çalışma Isparta il merkezinde bulunan ilköğretim okullarının dış gürültü düzeylerini ve çevredeki trafik yoğunluğunu belirlemek üzere planlandı. Materyal Metod Kesitsel tipteki bu araştırmada Isparta il merkezinde bulunan tüm ilköğretim okulları (n=43) araştırma kapsamına alındı. 2006 yılı Mart ayında yapılan çalışmada, her okul için, okulun hemen yanında bulunan ve trafik bakımından en işlek yolda (cadde ya da sokak) 10’ar dakika süre ile geçen araba sayısı belirlenerek dakikada geçen araç sayısı hesaplandı. İşlek yol tarafında bulunan, yola en yakın okul iç ve dış duvarından ayrı ayrı ölçümler yapıldı. Dış gürültü seviyesi, sabah saat 9: 00-10: 00 saatleri arasında, iç ve dış duvardan 1 m mesafeden, ölçüm aletinin vücuda uzaklığı 50 cm ve 45 derece eğimli olacak biçimde, 1 dakika süre ile aynı araştırmacı ve aynı ölçüm aletiyle yapıldı. Dış ve iç duvarda ölçülen minimum ve maksimum ses düzeyleri, bir dakikalık ortalama, 8 saatlik eşdeğer gürültü seviyesi kaydedildi. Ölçüm yapılan iç ve dış duvarın işlek yola uzaklığı aynı metre ile ölçüldü. Veriler SPSS istatistik paket programında değerlendirildi. İstatistik analizde Pearson’s korelasyon, Mann Whitney U testleri kullanıldı. İstatistik anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak alındı. Ölçüm değerleri Gürültü Kontrol Yönetmeliği’nde şehir konut alanları için belirlenen 35-45dB (+10) değeri baz alınarak değerlendirildi ve iç duvardan ölçülen eşdeğer gürültü seviyesi 55dB üstünde kaydedilen okullar, ‘dış gürültü seviyesi’ yüksek çevrede bulunan okullar olarak belirlendi. Bulgular İlköğretim okullarının bina duvarının yakınındaki en işlek yola uzaklığı ortalama 18.7±12.5 m, dış duvarın uzaklığı ortalama 3.4±6.4 m’ydi. İşlek yoldan dakikada geçen araç sayısı ortalama 2.7±3.8’idi. İç duvardan ölçülen en düşük ses seviyesi (lmin) ortalama 44.5±5.4 dB, en yüksek ses seviyesi (lmax) ortalama 67.7±6.7 dB, bir dakikalık ortalama değer (l/ 1 dakika) ortalama 62.3±6.7 dB ve 8 saatlik eşdeğer gürültü düzeyi (leq-8saat) ortalama 53.7±6.3 dB olarak belirlendi. Okul yakınındaki en işlek yoldan dakikada geçen araba sayısı ile iç duvarda

Page 405: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

354

ölçülen tüm ses düzeyleri; lmin (r=0.762, p=0.000), lmax (r=0.325, p=0.033), l/1dakika (r=0.485, P=0.001, leq-8saat (r=0.632, p=0.000), pozitif yönde korelasyon göstermekteydi. Dış duvarda ölçülen ses düzeyleri de dakikada geçen araba sayısı arttıkça artmaktaydı (lmin; r=0.579, p=0.000, lmax (r=0.574, p=0.000), l/1dakika (r=0.592, P=0.00, leq-8saat (r=0.675, p=0.000). Ölçüm yapılan duvarların (iç ve dış) işlek yola uzaklığı ile ses seviyeleri arasında anlamlı korelasyon belirlenmedi. İlköğretim okullarının 21’inde (%48.8) 8 saatlik eşdeğer gürültü seviyesi 55 dB’in üstündeydi. Gürültülü çevrede olduğu belirlenen okulların yakınından geçen araç sayısı diğerlerinden yüksekti (P=0.000). Sonuç Bu araştırmanın sonucunda, Isparta il merkezinde bulunan okulların yaklaşık yarısının uygun olmayan dış gürültü seviyesine sahip olduğu belirlendi. Gürültünün insan üzerindeki bildirilen olası etkilerinin yanında, özellikle öğrenme ve hafıza üzerindeki etkileri nedeniyle, okul inşası yapılırken uygun yer seçimi önemlidir. Mevcut okulların çevresinde de gürültü düzeyini en aza indirecek, özellikle okul saatlerinde, yoğun araç trafiği ile ilgili önlemler alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: gürültü, çocuklar, okul

Page 406: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

355

0144 / P28.

Saksılarda Üreyen Küfler İle Hasta Bina Sendromu Arasındaki İlişkinin Araştırılması ÇÖL Aydın* , SERİN Memduh**, ÖZYARAL Oğuz***, KESKİN Yaşar ****

* Marmara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ziverbey, İstanbul ** Marmara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Ziverbey, İstanbul *** Stars Crescents Assistance, Tıbbi Projeler Koordinatörlüğü, Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı J Blok,Kurtköy, İstanbul. ****Marmara Üniversitesi, Sağlık Eğitim Fakültesi, Temel Bilimler Bölümü, Kartal, İstanbul. Giriş ve Amaç Bir kapalı alan atmosferi içersinde bulunan ve solunan havanın kalitesini düşüren kirletici faktörlerin ortamda bulunan kişileri hastalandırması sonucu ortaya çıkan sağlık problemlerinin tamamı hasta bina sendromu (HBS) olarak değerlendirilmektedir. Dış ortamda bulunan ve özellikle de doğal gübre üzerinde gelişen Aspergillus glaucus, A.clavatus, A.flavus gibi küfler evde kullanılan kontamine olmuş saksı toprağında hızlı bir gelişim gösterip bulundukları yerden bina içi kapalı ortam atmosferine geçerek yoğun bir kirlenme nedeni olabilmektedirler. Bu tip küflerin uzun sürelerle solunması HBS’nin tetikleyicisidir. Bu nedenle çalışmamızda yaşam alanı farklı ev ve iş yerlerinde herhangi bir korunma yöntemi uygulamaksızın yetiştirilen süs bitkilerine ait saksı toprağında gelişmekte olan küf florasının çeşitliliğinin araştırılması planlanmıştır.

Gereç ve Yöntem Bu araştırma tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Bu çalışmada toplam 100 farklı ev ve işyerlerinde bulunan süs bitkilerine ait saksı topraklarının mikolojik kaliteleri incelenmek üzere laboratuarlarımıza getirilen örneklerin analiz sonuçları değerlendirilmiştir.

Bulgular Çalışmamızda 100 saksı toprağında 144 küf izolatının ayrımı ve tanısı yapılmıştır. Ayrımı yapılan esmer küfler % 50’lik bulunma sıklığı ile baskın flora olarak saptanmıştır. Örneklerinin fiziksel özellikleri ile saksılarının bulundukları ortama ait bazı özelliklerin frekans değerleri karşılaştırmalı olarak gösterilmiştir. Ortam sıcaklığı 13–260C ve aritmetik ortalamasının %27’lik yığılım ile 200C, 2–50 m2’lik bir alanda yer aldıkları ve en fazla 20 m2’de 10 tane saksı bulunduğu, %9’unun iki haftada, %48’inin haftada bir, %31’inin haftada iki ve %12’sinin de haftada ikiden fazla sulandığı, %6’sın düşük, %32’sinin orta ve %62’sinin de iyi derecede güneş gördüğü, odaların pencere alanlarının en az 1-12 m2 ve %23’nün standart 3m2, %1’inin ayda bir, %3’ünün üç ayda bir, %11’inin 6 ayda bir ve %85’inin de yılda bir gübrelenmekte, %3’ünün çok kuru, %29’unun kuru, %44’ünün nemli,

Page 407: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

356

%15’inin çok nemli ve %9’unun da ıslak olduğu, bu ortamların %83’ünün elektrik süpürgesi, %4’ünün fırça, %9’unun ıslak ve %4’ünün de kuru olarak temizlendiği saptanmıştır. Böylelikle örneklerin ekolojik koşullardaki küf üretim durumları değerlendirilmiştir. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda ortam ısısı ile saksı topraklarında oluşan küfler arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.

Tartışma, Sonuç ve Öneriler Çalışmamızda da saptanmış olduğu üzere kapalı ortam atmosferine ait küf florasının tamamının insan için fırsatçı patojenler olduğu bilinmektedir. Sağlık için kesinlikle ortaya çıkan küf kontaminasyonu dikkatlice ve titiz bir şekilde ortamdan uzaklaştırılmalıdır. Küfler hep var ve hep obur olduklarından daha sağlıklı bir yaşam için günlük yaşantımızı ve yaşam alanlarımızı kontrol altına almak gerekmektedir. Aksi takdirde bir kez küflerle karşılaştığımızda ve kontrolü kaybettiğimizde onları yaşam alanımızdan çıkartmanın zorluğunun yanı sıra tedavinin çok kolay olamayacağını unutmamalı ve oldukça uzun sürebileceğini asla göz ardı etmemeliyiz. Bu tip küflerin uzun sürelerle solunması HBS’nin tetikleyicisi olduğu bilindiğinden bunların bulunduğu evlerde yaşayan kişilerde HBS’nin araştırılması için nedensel bir çalışma yapılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: saksı toprağı, toprak kaynaklı küfler, hava kaynaklı küfler, küf alerjisi, hasta bina sendromu

Page 408: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

357

0185 / P29.

Hasta Bina Sendromu (HBS) Tedavisinde Kullanılan Bitkiler ÖZYARAL Oğuz*, KESKİN Yaşar**

* Stars Crescents Assistance, Tıbbi Projeler Koordinatörlüğü, Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı J Blok,Kurtköy, İstanbul. ** Marmara Üniversitesi, Sağlık Eğitim Fakültesi, Kartal, İstanbul. Giriş ve Amaç Son 25 yıldan daha fazla bir zaman diliminde modern ofis ve evlerde değişik tipte birçok havalandırma sitemiyle iç ortam havası temizlenmeye çalışılmıştır. Bu sistemler doğru kullanılmadığı takdirde birer sağlık zararlısı haline dönebilmektedirler. Bugün insan eliyle yaratılan ve ölçülebilir 107 bilinen faktı karsinojen madde yaşam alanlarına devamlı olarak salınmaktadır. Bu uçucu organik bileşikler olarak tanımlanan kimyasal yapılar 1970’de başlayan enerji kriziyle birlikte binaların ısıtılma sorunlarının gündeme gelmesiyle ivme kazanmıştır. Kirleticiler olarak bilinen ve kansere yol açan kimyasal maddelerin miktarı ve kapalı ortam atmosferinde bulunan çeşitliliği bir binanın hastalanması için geçerli bir neden olabilmektedir. Böyle bir binada yaşanılması, çalışılması ya da yaşamın bir bölümünün geçirilmesi Hasta bina sendromunun tetikleyici faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu kimyasalların ortamdan uzaklaştırılması için ucuz ve basit bir yol olan doğal kaynakların kullanılmasıdır. Nasa’nın önerileri doğrultusunda kapalı alanlarda uygun bitki kullanımı ile bir sonuç elde edilebileceği gerçeğinden yola çıkılarak önerilen bitkilerle daha sağlıklı bir yaşam alanı yaratmak mümkün olabilecektir.

Gereç ve Yöntem Ev içine ait kapalı alan atmosferinde meydana gelen ani bir kirlenmenin düzenlenmesinde yeşil bitkilerin doğru olarak kullanım şekilleri burada anlatılmıştır. Nasa’da yapılan araştırmalar temel alınarak iç ortam atmosferi havasını değiştirme/tazeleme ve temizlemede en etkili, ucuz ve kolay çözümün doğru seçilen yeşil bitkiler ile gerçekleştirilebileceği ortaya konulmuştur. Bu derleme çalışmada özellikle dünya literatüründe yer almış bulunan ve iç ortam havasını farklı tip kirletici faktörlerden temizleyen bitkilerin listeleri verilmiştir. Kirlilik kaynağı olarak bir çok Uçucu Organik Kimyasallar (UOK) gösterilebilmektedir. Bu sorunlardan binalarda yalıtım amacıyla kullanılan köpük, kontrplak, çeşitli tipte giyim malzemesi, duvardan duvara döşeli halı, mobilya, kağıt malzeme, temizlik malzemeleri ortama formaldehit salarlar bu sorun için çözüm bitkileri philodendron (devetabanı), örümcek bitki, altın pothos (sarmaşık türü), bambu palmiye, mısır, krizantem, kaynana dili; tütün dumanı, benzin, sentetik lif, plastik malzemeler, mürekkepler, yağlar ve deterjanlar benzen salgılarlar bunun için İngiliz sarmaşığı, Dracena marginata (yuka türü), Janet craig (yuka türü), krizantem, gerbera papatya, warneckii(yuka türü), barış zambağı; kuru temizleme, mürekkepler, boyalar, sürme cilalar, verniklerde atmosfere trikloretilen salarlar, bunun içinse gerbera papatya, krizantem, barış zambağı, warneckii (yuka türü), dracena marginata ’nın bina içersinde kullanılması önerilmektedir.

Page 409: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

358

Sonuç Gerek ev gerekse çalışılan bir ofis ya da içersinde çeşitli aktiviteler nedeniyle bulunulan herhangi bir kapalı alan için mutlaka ortam havasının UOK açısından niteliği saptanılmalı ve bilinçli bir şekilde bitkilerle içersi donatılmalıdır. Çiçekler hem yaşam alanları için estetik bir görüntü kazandırmakta hem de temizleyici bir unsur olarak işlev görmektedirler. Ancak bu işin çok bilinçli yapılması gerekmektedir. Bilindiği gibi bütün bitkiler karbondioksiti kullanarak fotosentez nedeni ile gündüzün iç ortam havasını saldıkları oksijen nedeni ile temizlemektedirler. Diğer taraftan kontrolsüz bir şekilde bina içersine yerleştirilen saksılarla onların toprağı başta küfler olmak üzere birçok çürükçül organizmanın yaşam alanına dönüşebilir ve atmosferi bu şekilde kirletebilirler. Öte yandan bazı bitkiler ortama saldıkları UOK nedeni ile kendileri ortam kirleticisi konuma geçebilir. Bu nedenlerle yapılacak işin ehil kimseler tarafından ve kontrol altında gerçekleşmesi önerilmektedir.

Anahtar kelimeler: hasta bina, iç ortam atmosferi kirleticileri, solunan havanın kalitesi, hasta bina sendromu, süs bitkileri.

Page 410: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

359

0186 / P30.

Bina İç Ortam Havasında Saptanan Stachybotrys Chartarum İle Astım İlişkisi ÖZYARAL Oğuz*, KESKİN Yaşar**, HAYRAN O.**

* Stars Crescents Assistance, Tıbbi Projeler Koordinatörlüğü, Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı J Blok,Kurtköy, İstanbul. ** Marmara Üniversitesi, Sağlık Eğitim Fakültesi, Kartal, İstanbul.

Giriş ve Amaç Rutubetli binalarda sıklıkla rastlanan küfler arasında ilk sırayı penicillium, cladosporium, ulocladium, Geomyces pannorum ve Sistronema brinkmannii’dir. Ancak Stachybotrys’lerin yaşanılan ortam atmosferinde bulunma oranı %12.8, örneklerde görülme sıklığı %4.5 olmasına rağmen diğer bütün küflerden çok daha büyük risk ve önem taşımaktadır. Stachybotrys türleri su tarafından hasar görmüş evlerin %30’unda, özelliklede boru sistemleri, alçı taşı, cam elyafı ilaveli duvar kâğıdı ve alüminyum folyo üzerinde görülmektedir. Hasta binalarda binaya ilişkin hastalıkların oluşumunda Stachybotrys’in ciddi sorunlar yarattığı izlenmektedir. Küflerin kendileri kadar oluşturdukları toksinleri de insan sağlığı için bir tehdit yaratmaktadır. Mikotoksin olarak tanımladığımız toksinlerini uygun ortam şartlarında yaratan küfler arasında özellikle Stachbotrytis chartarum ciddi sorunlar yaratmaktadır. Öncelikle binanın kendisinin hastalanmasına bağlı olarak binada yaşayan/çalışan kişilerde binaya bağımlı bir takım semptomların ortaya çıkmasına Hasta Bina Sendromu (HBS) ya da diğer bir tanımlamayla Binayla İlişkili Hastalık (BİH) ya da Bina Hastalığı (BH) denilmektedir. Bu çalışmamamızda ev ve işlerinden iç ortam atmosferine ve çevreye ait çeşitli tipte örnekler toplanmış ve kapalı ortam atmosferi küf florası saptanmıştır. Bu floradaki S.chartarum’un bulunma insidansı ile ortamda bulunan kişilerden astım şikâyeti arasındaki korelâsyonun gösterilmesi hedeflenmiş ve sağlıklı yaşam için çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır.

Gereç ve Yöntem Tanımlayıcı tipte olan çalışmanın amacına uygun olarak İstanbul’da rasgele örnekleme yoluyla 230 iş yeri ve evden toplanan hava, toz, gözle görülen yerden sürüntü, saksı toprağı, yatak tozu şeklinde toplam 1150 örnek alınmış, mikolojik açıdan analiz ve değerlendirilmeleri yapılmıştır. Örneklerin alındığı ortamlarda yaşayan/bulunan 690 kişiye ortam algılarına yönelik HBS açısından anket yöntemi ile sorgulama yapılmıştır. Bu kişilerden 20’sinin astım ve/veya benzeri şikâyetleri ile bu tip bir hikâyesinin olduğu anlaşılmış ve bulgular kayıt altına alınmıştır. Toplamda herhangi bir şikayeti olmadığını bildiren kişilerin evlerinden 8’inde (%3,6), şikayeti olanların ise 5’inde (%25) S.chartarum varlığına rastlanmıştır.

Tartışma, Sonuç ve Öneriler Çalışmadan elde edilen sonuçlar dünya literatüründe verilen sonuçları kısmen aşmakla birlikte ılıman bir iklim kuşağı için bu veriler uyum sağlamaktadır. Küfler tarafından istila edilmiş

Page 411: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

360

binalarda özellikle Stachybotrys chartarum’un kendisi ve toksini ciddi sorunlar yaratmaktadır. Stachybotrys’in yeni doğan da idiyopatik pulmoner hemorarji (IPH) nedeni olduğu ve vakaların ölümle sonuçlandığı gözlemlenmiştir. Ayrıca üst solunum yolu komplikasyonları ile birlikte baş ağrısı, gözde tahriş, burun kanaması (epistaksis), burun ve sinus tıkanıklığı, öksürük, “soğuk algınlığı ve grip” semptomlarının yanı sıra genel bir takım gastrointestinal yakınmalara neden olduğu sanılmaktadır. Küflerin gelişimi için takriben %75’lik bir bağıl nem yeterli olurken, stachybotrys türleri çok daha fazla ortalama %93’lük bir nem içeriğine ve 25°C’lik bir ısıya gereksinim vardır. Bu şartlar altında metabolik aktiviteleri gerçekleşmektedir. Stachybotrys özellikle sellüloza düşkündür. Bu nedenle de sellüloz yapıya sahip materyal su ile bozulmuş, nemlenmiş, ıslanmış ise ya da aşırı rutubetli bir ortamda bulunuyorsa hızla ve şiddetle stachbotrys’in yanı sıra scadosporium, penicillium ve aspergillus türlerinin gelişimini desteklenmektedir. S.chartarum’un insanda nörotoksik etkiler gösterdiği kaydedilmiştir. S.chartarum’un solunması sonucu yapılan çok yönlü immun parametrelere dayalı ölçümlerde sadece akyuvarlar, CD3 hücreleri ve NK hücrelerin etkilendiği bildirilmiştir. Bütün bu sayılan nedenlere dayanarak hızlı şehirleşmenin olduğu günümüzde sağlıklı bir yaşam için sağlıklı binalara gereksinilmektedir. Dolayısıyla da solunan havanın kalitesini artırabilmek için yaşanılan iç ortam atmosferinin kalitesini arttırmak gerekir. Buda çevre hekimliği adına tartışmasız çalışmaların hızlandırılması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Anahtar kelimeler: küflü bina, rutubet, hasta bina sendromu, astım, Stachybotrys chartarum

Page 412: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

361

0192 / P31.

Sağlıklı Kentleşme İçin Sağlıklı Binalarda Yaşam Kalitesi ve Ortam Algısının Hasta Bina Sendromu Açısından Sorgulanması KESKİN Yaşar*, ÖZYARAL Oğuz**, BAŞKAYA Ruhtan*** *Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi, Kartal, İstanbul, ** Stars Crescent Assistance- Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı,J Blok, Kurtköy, İstanbul, *** Birinci Ordu Gıda Müfreze Komutanlığı, Selimiye, İstanbul. Giriş ve Amaç Kişilerin içersinde bulundukları, iş ya da yaşam alanlarına ait kapalı ortam atmosferine bağlı, solunan havanın kalitesinin bozukluğu, kişiler üzerinde anlaşılması ve tanımlanması oldukça zor ve karmaşık bir takım rahatsızlıklara neden olmaktadır. Bunun sonucu ortaya çıkan bir ya da birden fazla semptom zincirinin oluşturduğu sendrom ya da sendromlar bütününe Hasta Bina Sendromu (HBS) denilmektedir. Bu çalışmaların amacı kapalı alan atmosferine bağlı yaşam ve çalışma alanlarından kaynaklanan olumsuz faktörlerin çalışan ve ortamda bulunanlar üzerindeki etkilerini saptamaktır.

Gereç ve Yöntem Çalışmalar tanımlayıcı tipte olup, araştırmaya binada okuyan öğrenciler ve çalışanların tümü dâhil edilmiştir. Bir kamu binasında çalışan 218 ve bir okul binasında görev yapan 48 öğretmen ile 437 öğrenci olmak üzere toplam 703 kişi kişilerin içersinde bulundukları binaya karşı ortam algısı ve sağlık sorunlarıyla ilgili olarak hissettikleri İngiliz standartları doğrultusunda hazırlanmış ve geçerlilik testleri yapılmış anket sistemi aracılığıyla sorgulanmıştır. Kapalı alan atmosferi hava örneklemesi Air Sampler-Merck aleti ile yapılmıştır. Binalarda geçirilen süre, binadaki ofislerin alanı, ofislerin tavan yüksekliği, ofislerdeki kişi sayısı ile metrekareye düşen kişi oranları saptanmıştır. Bulgular SPSS 11.0 versiyonu ile değerlendirilerek istatistiksel analizleri yapılmıştır.

Bulgular Bina içersinde üreyen toplam mikrobiyal içerik ile burundaki tıkanıklık yakınması ve kontakt lens kullanımında problem; çalışma alanındaki kişi sayısı ile baş ağrısı semptomları, yorgunluk ve bitkinlik hissi; kişilerin çalıştığı oda ısısı, havalandırma ile de uyuşukluk şikayetleri arasında ilişki gözlemlenmiştir (p<0.05). Ortamdaki ışık ve metrekareye düşen kişi ile bina içersinde geçirilen süre ve gürültüden etkilenme saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak binaya bağımlı olarak değişkenlik gösteren kapalı alan atmosferinin çalışanların sağlığı üzerinde çeşitli tipte farklı etkiler yarattığı görülmüştür.

Page 413: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

362

Tartışma, Sonuç ve Öneriler Bulgularımız, hasta bina sendromunun günümüz modern yaşantısı içersinde kendiliğinden oluşan ve aramızda yaşayan görünmeyen bir düşmanla daha ciddi ve daha bilinçli savaşmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu hastalığın önlenmesi için stres giderme ile ilgili yapılanmaların ihmal edilmemesi ve önemi böylelikle bir kez daha vurgulanmış olmaktadır. Çalışmamızda izlendiği üzere kısmen de olsa psikolojik bazı faktörlerin, bunun başında da stresin, hasta bina sendromunda önemli bir faktör olduğu hatırlanmaktadır. İçersinde yaşanılan rutubetli ya da diğer sağlık zararlısı faktörlerin varlığından ötürü çalışanların sağlıklarının bozulması birer iş /meslek hastalığı olarak değerlendirilmelidir. Yaşam ortamından kaynaklanan olumsuz faktörlerin stres yarattığı bilinmektedir Elde edilen sorgulama analizlerinden de anlaşıldığı üzere çalışanlar üzerinde çalışma ortamından kaynaklanan bir takım stres yaratan faktörlerin olduğu saptanmıştır. İçersinde bulunulan binanın hastalanması ve solunan havanın sağlık zararlısı hale gelmesi ile kişilerin hastalanması konusu, sağlık hukuku açısından değerlendirilmelidir. Çalışılan ve /veya günün belli bir bölümünde içersinde bulunulan herhangi bir binanın fiziksel özelliklerini bozmamak ve kapalı ortam atmosferine ait solunan havanın kalitesini sağlık koruyucu standartlara uygun seviyede tutabilmek amacıyla uluslararası standartlar doğrultusunda ulusal sağlık standartlarını oluşturacak ve yaptırımı sağlayacak kuralların oluşturulabilmesi için konu ile ilgili birimlerin yapılandırılması ve gerek toplu gerekse bireysel özel yaşam alanlarında düzenli bir şekilde kontrollerin yapılması gerekmektedir.

Anahtar kelimeler: Hasta Bina Sendromu, Bina ile ilişik hastalıklar, Bina bağımlı hastalıklar, Sıkıcı Bina Sendromu.

Page 414: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

363

0193 / P32.

İstanbul Kadıköy Meydanından Alınan Güvercin Dışkılarının Mikrobiyolojik Analiz Sonuçları İle Kent Sağlığı İlişkisinin Değerlendirilmesi ÖZYARAL Oğuz*, KESKİN Yaşar**, BAŞKAYA Ruhtan*** DERİCİ Koray****, ÇEVİKBAŞ Adile**** * Stars Crescents Assistance, Tıbbi Projeler Koordinatörlüğü, Sabiha Gökçen

Uluslararası Havalimanı, J Blok,Kurtköy, İstanbul. ** Marmara Üniversitesi, Sağlık Eğitim Fakültesi, Kartal, İstanbul. *** 1 No.lu Gıda Kontrol Müfreze Komutanlığı,Selimiye,İstanbul. ****Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik mikrobiyoloji Anabilim

Dalı, Haydarpaşa-İstanbul. Giriş ve Amaç Gerek bina içi gerekse dış ortam atmosferinde hava kaynaklı kabul edilebilir yada edilemez yüzlerce kirletici unsur bulunmaktadır. Bunların arasında sıkıntı verenlerden biriside mikroorganizmalar ile metabolitleri olmaktadır. Bu durum solunan havanın kalitesini bozmanın ötesinde doğrudan sağlığı tehdit edici bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış ortam atmosferinde bulunan kirleticiler bina içlerine, sistematik bir şekilde yapılan havalandırma ve/veya kişi yada evcil hayvanların hareketleriyle, taşınabilmektedir. Çoğunluk burun akıntısının yanı sıra asmatik tablolar ile karışık bir takım solunum sistemi sıkıntıların belirginleştiği genel alerjik bir yanıt ortaya çıkmaktadır. Hava kaynaklı olarak bildirilen ve yabanıl hayvanların bulaş kaynağı olarak gösterildiği sorunlar günümüzde ciddi sıkıntılara sebebiyet vermektedir. Bilindiği gibi güvercinlerin vücut florasında bulunan ve onları hastalandırmayan ancak solunum yoluyla alındığında insanda ciddi klinik tablolar yaratan bir maya olan Cryptococcus neoformans’ın dışkılama yoluyla toprağa, oradan toz partiküllerine karışarak havaya ve solunması sonucunda da ciddi klinik tablolara sebebiyet vermektedir. Bu nedenledir ki İstanbul’da pilot bölge olarak seçilen Kadıköy meydanında yaşam alanı atmosferinde C.neoformans’ın taranması planlanmıştır.

Gereç ve Yöntem Çalışmamızda büyük şehir merkezlerindeki halk sağlığını tehdit edici kirleticilerin saptanılması hedeflenerek, yabanıl kuşlarla paylaşmakta olduğumuz genel yaşam alanlarından Kadıköy merkez iskele meydanı ve civarı pilot bölge olarak seçilmiştir. İstanbul Kadıköy meydanından mümkün olan en kısa ve çabuk şekilde taşıma besi yerlerine steril eküvyonlar aracılığıyla toplanan güvercin dışkıları mikolojik yönden analiz edilmiştir. Bu amaçla Almanya-Berlin-Robert Koch Institut des Bundesgesundheitsamtes’den Prof. Dr.F.Staib ile yapılan özel görüşmelerle ilk kez 1990 yılında ön çalışma olarak başlatılmış ve yürütülmüştür. Örneklem, dışkı ve hava örneklerin toplanması ve analizleri ile değerlendirilmeleri, C.neoformans’ın varlığını saptamak için hızlı analiz yöntemlerinin

Page 415: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

364

kullanımı Staib’a göre yapılmıştır. Bu amaçla bir yıl boyunca her ay açık alanlarda yerden 25x12=300 ve çatılardan 25x12=300 adet olmak üzere 600 örnek toplanmış, daha önce aynı bölgede yapılan pilot çalışmadaki 120(60+60) örneğin sonuçları ile kıyaslanmış ve toplam 720 örneğin sonuçları değerlendirilmiştir. Hızlı yöntemlerle C.neoformans olduğu düşünülen izolatların doğrulama analizleri API ID 32 C kitleri kullanılarak yapılmıştır. Bulgular Bir yıl boyunca yapılan güvercin dışkı örnekleri üzerindeki mikolojik çalışmaların sonuçları incelendiğinde kakalarda maya olarak candida, rhodotorula ve Cryptococcus türlerinin varlığı saptanmıştır. Mevsim ve aylara göre dışkılarda maya izotlarının çeşitliliğinin dağılımında C.neoformans’ın yıl boyunca varlığını koruduğu ve görülme sıklığının da 600 güvercin kakasında %4.3, 216 adet hava örneğinde %6.9 oranında olduğu saptanmıştır. Pilot çalışmada ise120 örnekte %4.2 oranında etken görülmüştür.

Tartışma ve Sonuç Yapılan çalışmamızın sonuçlarına göre yaşam alanlarında solunan hava içersinde %4.3 oranında C.neoformans’ın potansiyel patojen bir faktör olarak bulunması pulmoner bir enfeksiyon riskini arttırabilmektedir. Koruyu hekimlik adına bu mikroorganizmanın eradikasyonu halk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Dünya çapında topraktan ayrılan kriptokoklar genellikle kuş dışkıların kuruması, havaya karışması ve solunması sonucu yıllık 100 000 kişide 1.3, sağlık sorunu olan hastalar arasında da %0.27’lik sıklıkla sorun yaratmaktadır. Hastalıkta ölüm oranı takriben %12 olarak bildirilmektedir. Evlerde beslenen kedi ve köpekler ile kuşlar tozlarla gelen bu maya hücrelerini solur ve çoğunluklada hasta olmayabilirler ancak hastalığı insana bulaştırabilirler. Kriptokokoz daha çok 5 yaşından küçük çocuklar ile genç nüfusu ve yanı sırada kanser tedavisi alan, uzun süreli kemoterapi gören, organ nakli yapılmış, immun yetmezliği olanlarla ve HIV/AIDS’li kişileri tutmaktadır. Araştırmanın sonuçlarına göre risk altındaki populasyonun dış ortamla temasında mutlaka özel maskeler kullanmaları tavsiye edilmelidir. Ayrıca yabanıl yaşamın kontrol altında tutulması gerçeğini de hatırlamamız gerekir. Anahtar kelimeler: solunan havanın mikrobiyal kalitesi, Cryptococcus neoformans, kriptokokoz, yabanıl kuş-güvercin dışkısı, toplum sağlığı.

Page 416: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

365

B3 Kent ve Ergonomi 0044 / P35.

Isparta İl Merkezinde Konut Sağlığı Araştırması USKUN Ersin, TÜRKOĞLU Hakan, NAYIR Tufan, KİŞİOĞLU Ahmet Nesimi, ÖZTÜRK Mustafa Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı/Isparta Giriş Uygun olmayan ev koşulları kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Konut ile hastalıklar arasında birçok bağlantı kurulabilir. Bu nedenle kişilerin sağlığına yönelik halk sağlığı çalışmalarında konut koşullarının düzeltilmesi önemli yer tutmaktadır. Bu araştırma Isparta il merkezindeki konutların mevcut durumunun saptanması ve standartlara uygunluğunun belirlenmesi amacıyla plandı. Materyal Metod Tanımlayıcı tipteki bu araştırma Isparta il merkezinde 2005 Aralık ayında yapıldı. Rasgele örnekleme yöntemiyle 20 mahalle belirlendi. Her mahallede aynı özellikteki noktalardan başlayarak ardı ardına 20 bina araştırma kapsamına alındı. Her binada rasgele örnekleme yöntemiyle belirlenen bir dairenin sakini ile görüşüldü. Toplam 400 hane değerlendirildi. “Meskenlerin Haiz Olacakları Sağlık Şartlarına Ait Talimat” ve “Amerikan Halk Sağlığı Örgütü'nün yayımladığı asgari standartlar dikkate alınarak, konutların arsa özelliklerini, yapı malzemelerini, güvenlik ve mevcut imkanlarını değerlendirmek üzere toplam 64 sorudan oluşan bir konut değerlendirme formu hazırlandı. Veriler bilgisayarda SPSS istatistik paket programı ile değerlendirildi.

Bulgular Konutların %48’i (192) müstakil evdi, %15.5’inin (n=62) arsasının %75’inden fazlası (uygun olmayan biçimde) konut için kullanılmıştı. Konut etrafında yeterince boşluk bırakılmamıştı. Yüzde 4.5’inin (n=18) temel, duvarlar, çatı ve pencereler uygun nitelikli malzemeden yapılmamıştı. Yüzde 7’sinde (n=28) yağış, ısı ve gürültü için yeterince izolasyon sağlanmamıştı. Yüzde 4’ünde (n=16) yangın çıkışı bulunmaktaydı. Yüzde 2.8’inde (n=11) elektrik tesisatında otomatik sigorta bulunmamaktaydı. Konutun kullanım alanı ortalama 99.6±19.4 m2 (min 30 m2-max 250 m2) idi. %47.3’ü (n=189) dört odalı idi. Konutlardaki ortalama kişi sayısı 3.4±1.2 ve kalabalık faktörü 1.8±1.1 idi. Konutların %37.3’ünde (n=149) oda başına düşen nüfus 1.5 kişiden fazla idi. Üç ya da daha fazla kişinin aynı odada uyuduğu evlerin oranı %15.5 (62) idi. Evlerin %10.3’ünün (n=41) tavanı 3 metreden yüksek, %1.0’inin (n=4) 2

Page 417: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

366

metreden alçaktı. Konutların %57.3’ü (n=229) soba ile ısınmaktaydı. Yüzde 21.3’ünün (n=85) evindeki odalarının ¾’ü ya da daha fazlası ısıtılamamaktaydı. Oturma odalarının %40.5 (n=162), yatak odalarının %24.8’inin (n=99) pencereleri güney cepheye bakmakta ve yeterli güneş ışığı almaktaydı. Evlerin %3.3’ünde (n=13) pencerelerin yeterli büyüklükte olmadığı (döşemenin 1/10’unda küçük) belirlendi. Konutların % 2.8’inde (n=11) gündüzleri banyo ve tuvalet dışında da yapay aydınlatmaya gereksinim duyulmaktaydı. Hane kolaylıklarının %17’sinin (67) yerleri ve/veya duvarları uygun su geçirmeyen malzeme ile kaplı değildi. Sonuç Araştırmanın sonucunda değerlendirilen evlerin arsa özellikleri ve yapı malzemeleri bakımından bir çoğunun uygun koşullarda olduğu, ancak kalabalık faktörü bakımından uygun olmadığı, bazı evlerde oda sayısına göre çok sayıda kişinin konakladığı belirlendi. Ülkemizde mevcut konut açığının kapatılması için yapılacak çalışmaların yanında, ailelerin büyüklüklerine göre evlere sahip olmaları ve bu konutların sağlık açısından gerekli standartları taşıması sağlanmalıdır.

Anahtar Kelimeler: konut sağlığı, standartlar, uygunluk

Page 418: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

367

0137 / P36.

Mardin'de Özürlüler Görmezden Gelinemez ÖZDENER Nureddin Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Giriş Kentte yaşayan özürlüler diğer kentliler gibi kentsel hizmetlerden ve olanaklardan eşit şekilde yararlanma hakkına sahiplerdir. Özürlü; “Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeni ile normal yaşamın gereklerine uyamama durumunda olup; bağımsız hareket edebilmesi için yapılarda ve açık alanlarda özel fiziki düzenlemelere gereksinim duyan kişidir” Ülkemizde özürlüler görmezden gelinmektedir. Özürlüleri dikkate almayan kent planlarının neden olduğu kentsel mekandaki fiziksel engeller ve ulaşım olanaklarındaki yetersizlikler, özürlü kentlilerin kentsel hizmetlerden ve faaliyetlerden diğer kentliler gibi yararlanması önünde engel teşkil etmektedir. Günümüzde bunun geçte olsa farkına varılan kentlerde, merdivenlerin, yaya geçitlerinin, tiyatro, sinema, restoran gibi kamusal alanların özürlülerin fiziksel yapıları göz önünde bulundurularak rehabilite edilmesi veya yeniden inşa edilmesi gibi faaliyetler gerçekleştirilmektedir. Özürlülerle ilgili istatistikler incelendiğinde genelde yok olarak varsayılan yada var olduğu bilinerek görmezden gelinene özürlü kişilerin sayılarının toplumda azımsanamayacak boyutlarda olduğu görülür. Dünya Sağlık Örgütü, dünya nüfusunun % 10’unu engellilerin oluşturduğunu kabul etmektedir. Bu oran gelişmişlik düzeyine bağlı olarak artmakta veya azalmaktadır. Türkiye’de toplam nüfus içinde özürlü olanların oranı %12.29'dur.

Amaç Mardin gibi özgün bir kent özelinde özürlü ve kent yaşamı ilişkisini irdeleyerek, eldeki bilgi ve veriler üzerinden görüş ortaya koymak, konuya dikkat çekmektir.

Gereç ve Yöntem Bu çalışma 9. Ulusal Halk Sağlığı Günlerinde, sunulan "Mardin'de bir sokak merdiveninin ergonomik analizi" konulu bildirinin (merdivenlerin değerlendirilmesi, basamakların yükseklik ve derinlikleri ölçülerek yapıldı.) araştırma bulguları, sonuçları ve 2000 yılı Mardin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmaktadır.

Bulgular Merdivenler görev iş ve etkinlik çerçevesinin özürlü güvenliği rahatlığı ve durumuna uygun olmadığı, alternatif rampaları ve tırabzanları olmadığı tespit edildi.

Page 419: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

368

Mardin’de 2000 Nüfus sayımına göre özürlü nüfus sayısının 12835 olduğu, Ortopedik özürlüler 4584, Görme özürlüler 1972, İşitme özürlüler 809, Zihinsel özürlüler 1465, diğer özür grupları toplamı da 1663 kişi olarak tespit edilmiştir. Mardin’de ortopedik özürlü ve kent yaşamı arasındaki ilişki incelendiği zaman, gerek kentin bütününde gerekse kamusal ve özel binalarda özürlüler, yaşlılar için kentin, fiziksel açıdan tamamen yada kısmen yetersiz olduğu, kişileri dikkate almayan bir görünümün var olduğu gözlenmektedir. Bir özürlü kentlinin tek başına hiç kimseden yardım almadan (çoğu zaman bir kişiden yardım alsa dahi) kentsel faaliyetlerden yararlanamadığı hatta bazı durumlarda en insani ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı görülmektedir. Merdiven çıkacak fiziksel güce ve organlara sahip olmayanlara kentte dolaşmak, ihtiyaçlarını gidermek adeta yasaklamaktadır. Merdivenler, yaya kaldırımları özürlüler ve yaşlılar açısından, gerek yüksekliği ve düzensizliği gerekse, rampalarının olmaması nedeniyle özürlüleri sınırlamaktadır.

Sonuç Mardin’deki fiziksel çevre incelendiği zaman gerek mimari gerek kentsel tasarımda toplumda fiziksel, ruhsal, anatomik yönlerden farklı kişilerin (özürlüler, yaşlılar, çocuklar, çocuk arabalı kadınlar) dikkate alınmadığı, bu yaklaşımın günümüz şartlarında sürdüğü görülmektedir. Dünya mirası bir kent olma yolunda ilerleyen ve UNESCO ya bunun için başvuran Mardin‘in yönetiminin, özürlü yurttaşlarının daha sağlıklı, modern, çağdaş ve daha insani bir yaşam sürebilmeleri için ilk olarak gerekli rehabilitasyon için durum tespiti yapılmalı, tasarımlar ve öngörülen değişiklikler için proje çalışmalarını başlatması ve yine hazırlanan bu projelerin bir an önce hayata geçirmesi gerekmektedir. . Anahtar Kelimeler: Ergonomi, kent, Mardin, özürlü, tasarım

Page 420: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

369

B4 Yenilenebilir Enerji Kaynakları 0053 / P10.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları ERSOY İsmail Orman Mühendisi, Mardin İl Çevre ve Orman Müdürü Yenilenebilir enerji doğal kaynaklardan elde edilmektedir. Doğal Kaynak : İnsan Müdahalesi olmadan, doğada kendiliğinden oluşan veya oluşmuş kaynaklardır. Bu kaynaklar gelecek kuşaklara aktarılması gereken en önemli emanetlerdendir. Doğal Kaynakları iki bölümde incelemek gerekir. 1- Tükenmeyen doğal kaynaklar (Güneş, rüzgar, okyanuslar) 2- Tükenebilir doğal kaynaklar Bunlar; a- Yenilenebilen doğal kaynaklar b- Yenilenemeyen doğal kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Tükenmeyen doğal kaynaklar, insan ömrü boyunca tükenmeyen bir devamlılık arz ederler,sonsuza dek faydalanmak mümkündür.Tükenme , yok olma diye bir endişe yoktur. Faydalanma büyük emek ve sermaye gerektirir. Kullanılmaları da kolay değildir. Yenilenemeyen doğal kaynaklar , (Petrol, madenler, mineral kaynaklar, doğalgaz) Bu tip kaynaklar en iyi planlama altında dahi kullanmayla yıpranırlar ve tükenirler. Yenilenebilen doğal kaynaklar veya yenilenebilir enerji kaynakları ise bizim esas konumuzu teşkil etmektedir. Bunlar; Toprak, Orman, Akarsu, Göl, Yaban hayatı v.s. dir. Bu kaynaklar iyi bir planlama disiplini ile artım gösteren, kendilerini yenileyen ve bu nedenle devamlı kılan enerji kaynaklarıdır. Kullanımları yani faydalanmak kolaydır. Doğal enerji kaynaklarının planlama gaye ve metotları birbirinden tamamen farklıdır. Devamlı ve yüksek ürün almak koruyucu bir planlama ile mümkündür. Burada koruma saklama, el sürmeme değildir. İsraf etmeden bilinçli olarak devamlı kullanmaktır. Yenilenebilen kaynakların zamanında kullanılmalarında zorunluluk vardır. Bugün kullanılması gereken bir doğal kaynak, daha sonraya bırakılırsa kalitesinden kaybedeceği gibi kullanılmayan zamandaki ekonomik geliri de kaybolmuş olur. Ormanın zamanında istihsal edilmemesi, yağmur ve kar sularının zamanında kullanılmaması veya depo edilmemesi, yaban hayvanlarının belirli bir popülasyona ulaştıktan sonra avlanılmaması gibi.

Page 421: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

370

Oysaki yenilenemeyen bir kaynağı, ihtiyaçlarımıza ve ekonomik nedenlere uyarak daha sonraki bir zaman dilimin de kullanmak mümkündür. Ülkemiz yenilenebilir enerji kaynaklarının başında ormanlar ve su kaynaklarımız gelmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarından ormanlar, doğada ekosistemler halinde bulunmaktadır. Yeryüzü ekosistemleri içinde en çeşitli, en dengeli, en düzenli, en istikrarlı en sağlıklı en yüksek kapasiteli ve değerli canlıların bulunduğu ekosistemler Orman ekosistemidir. Bunun içindir ki 1993 yılında Helsinki’ de toplanan ikinci orman bakanları konferansında alınan ve ülkemizin de taraf olduğu kararlar çerçevesinde “Sürdürülebilir Orman Yönetimi” nin tanımına göre ;ormanların 3 temel fonksiyonu olduğu kabul edilmiştir. Bunlar; 1- Ekonomik fonksiyon - Orman ürünleri üretim fonksiyonu yani odun üretimi 2- Ekolojik fonksiyon - Doğayı koruma fonksiyonu - Erozyonu önleme fonksiyonu - iklim koruma fonksiyonu - Hidrolojik fonksiyon 3- Sosyal fonksiyon - Toplum sağlığı fonksiyonu - Estetik fonksiyon - Eko turizm ve rekreasyon fonksiyonu - Ulusal Savunma fonksiyonu - Bilimsel fonksiyon Buradan da anlaşılıyor ki insan topluluklarının sağlıklı, huzurlu ve temiz bir çevrede yaşayabilmeleri için mutlak suretle bu doğal kaynağa ihtiyaçları vardır. Doğal kaynakların tamamı birbirinden ayrı olarak mütalaa edilemez. Hepsinin birlikte değerlendirilmesi ve dolayısıyla korunması gerekmektedir. Orman varlığı olmadan yenilenebilir enerji Kaynaklarından ( su, toprak, yaban hayvanı v.s ) söz edilemez. Milli menfaatlerimiz ve katma değer yaratarak istihdam sağlayıcılık bakımından, tükenebilen enerji kaynak yerine, yenilenebilen enerji kaynakların kullanılması gerekmektedir. Fosil kaynaklar, yani tüketilebilen enerjiler dış kaynaklı olduğundan, dışa bağımlılık ve ithalat fazlalığı dolayısıyla ülke ekonomisi yönünden olumlu görülmemektedir. Ülkemizin mevcut doğal kaynak enerji potansiyeli, ihtiyacımız olan enerjiden daha fazladır. Buda gösteriyor ki yenilenebilen doğal enerji kaynaklarının verimlilik esasına göre işletildiği zaman, ithalattan dolayı hem döviz açığı olmayacak, hem de katma değerden dolayı istihdam yaratılmış olacaktır. D.S.İ‘ nin 1999 yılı verilerine göre Türkiye de kullanılabilecek su miktarının 107,2 milyar m3 olduğu ve 38,9 milyar m3 kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım içinde; içme ve kullanma amacıyla 5,7 milyar m3, endüstri amacıyla 4 milyar m3, tarımsal kullanım amacıylada 29,2 milyar m3 su tüketilmiştir. Bu tüketim başka ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça azdır. Su kaynaklarının tam olarak değerlendirilmesi için 1999 yılı başı itibarı ile 730 adet barajın yapılması öngörülmektedir. Su potansiyelimizin tam kullanılması durumunda 7254 454 Ha. Arazinin sulanması, 704 868 Ha. Arazinin taşkından korunması 8,11 milyar m3 suyun içme

Page 422: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

371

ve kullanma suyu olarak yerleşim yerlerine iletilmesi 123040 milyar kwh enerji üretilmesi ve bu enerjinin üretilmesi için kurulu gücü 34 728,4 MW olan 485 adet hidroelektrik santralinin yapılması söz konusu olacaktır. Su demek; enerji, yeşillik, aydınlık, bereket demektir. Yaşanabilir Ülkemiz için su ve onun üreticisi, koruyucusu olan orman varlığımızın muhafazası, korunması ve genişletilmesi gerekmektedir.

Page 423: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

372

0064 / P11.

Kent Sağlığı Bakımından Güneş Enerjisi-Bina İlişkisinin Örnekler Üzerinden İrdelenmesi KÜÇÜKÖZDEMİR Güliz, ÖZORHON İlker Fatih T. C. Maltepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, İstanbul

Yoğun göç, beraberinde kent nüfusunun ve buna bağlı enerji ihtiyacının hızla arttığı, teknolojinin gelişiminin kente ve kent yaşamına olan etkisinin ihmal edilemez olduğu günümüz dünyasında, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve özellikle de güneş enerjisinin kent ve insan sağlığı bakımından önemi bilinmektedir. Tükenmeyen, kaynağına hiçbir ücret ödenmeyen ve atığı olmayan güneş enerjisinin her alanda kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Kentlerde, enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü yapılarda kullanılan enerjinin oluşturduğu düşünüldüğünde; güneş enerjisinin yapı ve özellikle de güneşle direk teması olan yapı kabuğu ile ilişkisinin önemi görülmektedir. Mimari tasarımında güneş enerjisi kullanımının yaygınlaşması, enerji ihtiyacının bir bölümünü ya da tamamını güneş enerjisini dönüştürerek kullanan binaların sayısının hızla artmasını getirmekte ve bu da kentlerin en önemli çevre sorunlarından biri olan hava kirliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Bu gelişmeler petrol ve petrol kökenli yakıt kullanımına daha az bağımlı ve giderek bağımlı olmayan bir kent-toplum dönüşümünü müjdelemektedir. Dünyanın pek çok ülkesinde; ilk yatırım maliyetleri yüksek olan yenilenebilir enerji kaynakları kullanımları, her alanda; devlet ve yerel kurumlarca desteklenmektedir ki bu da uzun vadede düşünüldüğünde kent-ülke-dünya sağlığında ve ekonomisinde südürülebilir gelişmeyi vurgulamaktadır. Çalışma kapsamında dünyanın değişik bölgelerinden yapı örnekleri, kent sağlığına etkileri bağlamında irdelenecek, Güneş Enerjisi kullanılabilirliği açısından dünyanın en şanslı bölgelerinden biri olan ülkemiz için uygulanabilirlikleri tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Güneş, Sağlıklı Kent, Yenilenebilir Enerji

Page 424: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

373

B5 Ekolojik Toplum 0102 / P37.

Ekolojik Konut Tasarımı Bağlamında Geleneksel Tarsus Evleri GÜRANİ Fehime Yeşim Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak. İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Böl. İnsanlar doğdukları andan itibaren tasarlanmış bir çevrede yaşarlar ve çevreleri ile devamlı iletişim içindedirler. İnsanların tüm yaşamını geçirdiği çevre doğadan uzak tasarlandığında, yapılandırılmış (tasarlanmış) bu çevreler uzun süreli ya da sağlıklı olamazlar. İnsan yaşadığı çevrenin bir parçasıdır ve yaşamını devam ettirmek için gerekli konforu enerji tüketimi ile sağlarlar. Düzensiz kentleşme ile ekolojik kriterleri göz önünde bulundurmayan yerleşmeler, hızlı nüfus artışı, bilinçsiz yapılaşma enerji tüketimini artırmaktadır. Ancak enerji kaynakları sınırlıdır ve bunların bilinçsiz tüketimi gelecek nesiller için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Günümüzde mevcut enerji kaynaklarına zarar vermeden kullanıcı gereksinimlerinin karşılanması ile sürdürülebilir bir çevre oluşturmak birçok tasarımcının benimsediği çağdaş bir konudur. Bugün, yeniden doğaya dönüş bilincinin oluştuğu bir dönemde, geçmiş uygulamalardan alınan dersler geleceğe ışık tutacaktır. Binlerce yıldır insanlar oluşturdukları yapay çevreleri biçimlendirirken, doğadan optimum fayda sağlamayı amaçlamışlardır. Endüstri devrimine kadar insanlar yaşam alanlarını; bulunduğu yörenin iklim koşullarına, topografyasına ve yerel malzemeye bağlı kalarak, insan ölçeğine uygun biçimlendirmişlerdir. Bu anlamda geleneksel mimari, yukarıda sözü edilen ölçütlere uyumlu ve sürdürülebilir mimarlık niteliği taşıyan örnekler arasında yer almaktadır. 1992 yılında Rio’da yapılan Yeryüzü Zirvesinde, Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından 21. yy ‘ın hedefi; “çevrenin korunması ve doğal kaynakların güçlendirilmesi ve ekolojik olarak duyarlı bir çevre sisteminin yaratılması” olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede birçok araştırma yapılmakta ve çözüm önerileri sunulmaktadır. Bu çalışmada amaç, Tarsus’un geleneksel kent dokusu ve konut biçimlenişini, ekolojik tasarım kriterleri doğrultusunda irdelemektir. Tarsus yerleşkesinin tarihi Neolitik Çağa dayanır. Tarsus’ta yer alan geleneksel konutların biçimini, birbirine göre konumlandırılışlarını; kültür ve sosyo-ekonomik koşullar dışında önemli ölçüde iklim belirlemektedir. Konut üretiminde; kullanıcı ile binayı yapan usta arasında sıkı bir iletişim vardır. Tipolojik sürekliliği sağlayan yapım tekniği sınırlı olduğu halde (teknolojik olanaklar), Binaların kullanıcı gereksinimlerine ve çevre ile ilişkisine bakarak; mimari dil anlamında çeşitlilik görülmektedir. Kültürümüzün ve fiziksel çevrenin sürekliliğinin sağlanabilmesi için, bu konutların korunmaları gerekmektedir. Konutların, günün gereksinimlerine yanıt verecek biçimde barınma işlevini sürdürmesi ya da yeni işlev kazandırılması, sağlıklı bir çevre yaratılması açısından önemlidir. Bugün yeterli konfor şartlarına sahip olamayan bu konutlar, günümüz gereksinimlerini karşılayamamaktadır. Günümüzde, şehrin merkezinde yer alan geleneksel Tarsus evlerinin iyileştirilmesi ile şehrin ticaret bölgesine yakın, konforlu konut alanları sağlanabilir.

Page 425: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

374

Bu konu kapsamında Tarsus’ta bulunan 167 adet tescilli mimarlık örneğinden 45’inin iç mekanı incelenmiştir. Geri kalan örneklerde cephe ve dış mekan ilişkisi incelenmiştir. İç mekanı incelenen konutların % 55’i dış sofalı, % 45‘i orta sofalı olup geleneksel konut planı anlayışının getirdiği ekolojik tasarım kriterlerine sahiptir. İncelenen yapıların %18‘i tamamen taş, %82’sinin alt katı taş, üst kat hımış tekniğinde inşa edilmiştir. Geleneksel Tarsus evlerinin iç mekan organizasyonunda sofa ve odalar iklimsel özellikler göz önünde bulundurularak konumlandırılması, malzemelerin değiştirilebilir yenilenebilir olması, ekolojik tasarım anlayışını yansıtmaktadır. İncelenen evlerin tamamı tükenebilen enerji kaynaklarını kullanmadan, ısınma gereksinimini karşılayabilmektedir. Ekolojik tasarım kriterlerine kaynak olan geleneksel konutlar incelendiğinde, inşa edildiği dönemin teknolojik olanaklarına uygun bu yapılar, doğal enerji kaynaklarının optimum kullanımı ile kullanıcılarının konfor rahatlığını sağladıkları, sürdürülebilir yaşam alanları oluşturdukları gözlenmektedir. Çağdaş mimari anlayışla tasarlanan günümüz yapıları, ekolojik tasarım kriterlerine uygun inşa edilmesi hedeflenmektedir. Böylece çevre sorunlarına çözüm bulunması, enerji sorunlarının giderilmesi, doğal enerji kaynaklarının dengeli kullanımı ve gelecek kuşaklara daha iyi yaşanabilir bir çevre bırakılması sağlanabilecektir. Anahtar kelimeler: Ekolojik Tasarım, Mimarlık, Tarsus, Geleneksel Konut.

Page 426: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

375

0020 / P40.

Kentsel Ağaçlandırmaların Toplum Sağlığı ve Ekolojik Çevre Üzerine Etkileri GÜLTEKİN Yaşar Selma Abant İzzet Baysal Üniversitesi Düzce Orman Fak.,Orman Ekonomisi A.D., Düzce Amaç Günümüzde patlama noktasına gelen kentleşmeler sonucu kent ormancılığı (Urban Forestry) bir uzmanlık konusu olarak gittikçe gelişmektedir. Kentlerde yaşama standardı arttıkça insanların sağlıklı yaşam gereksinimleri yanında rekreasyon ve eğlence amaçlı istekleri de artmakta, bu da rekreasyonel amaçlı ağaçlandırmaları ön plana taşımaktadır. Ancak bu çok yönlü ağaçlandırma hizmetlerini yaparken istenen amaçları gerçekleştirebilecek ve kent ekolojisine uyum sağlayacak ağaç türlerini seçmek, bunları kullanılacak mekânlarla bağdaştırmak, dikim, koruma ve kültür bakımlarını mevcut koşullara göre gerçekleştirmek gerekir. Bunun için her şeyden önce kentlerin kendilerine özgü ekolojik koşullarının kırsal ve ormanlık alanlardakilerden çok farklı olduğunu dikkate almak gerekir. Bu çalışmada, kentsel ağaçlandırmaların ekolojik çevre ve toplum sağlığı üzerindeki etkileri irdelenmiş ve bazı öneriler getirilmiştir. Yöntem-Gereçler Bu çalışmada yerli ve yabancı literatürler taranarak, konuya ilişkin yorumlar yapılmıştır. Bulgular Genellikle ağaçlarla ve bitkilerle örtülü alanların kent ekolojisine önemli etkileri vardır. Ağaçlandırmanın ana işlevi farklı olsa bile aynı zamanda sağlanacak ekolojik etki ve toplum sağlığı üzerine etkileri planlama yoluyla güçlendirilebilir. Bu etkiler; sıcaklığın dengelenmesi, güneş ışınlarının etkisinin azaltılması, gölgeleme, rüzgâr hızının azaltılması, toz tutma, CO2 tutulması ve O2 üretimi, hava neminin arttırılması, toprağın su içeriğinin dengelenmesi, gürültünün azaltılması, stresi azaltma, görsel değerler kazandırma başlıkları altında özetlenebilir. Kent peyzajını düzenleme yönünden ağaçlar kentin görünümünü etkileyerek, kent halkının özellikle günlük hayatta uzak kaldıkları doğa özlemini, bir ölçüde de olsa giderirler. Sonuçlar Kent içerisinde ve çevresinde mutlaka yapılması gereken kentsel ağaçlandırmaların, oransal olarak büyük bir kısmını parklar, rekreasyonel alanlar, otopark ağaçlandırmaları ve yol ağaçlandırmalarının oluşturması, kentlerde toplum sağlığı ve ekolojik çevre üzerinde çok önemli katkılarda bulunmaktadır. Kentsel ağaçlandırmaların toplum sağlığı üzerindeki olumlu etkileri göz önünde bulundurularak aşağıdaki öneriler getirilmiştir:

Page 427: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

376

• Gerek kent içinde ve gerekse kent çevresinde kentsel ağaçlandırmalara daha

fazla önem verilmelidir. • Toplumun, kentlerdeki ve çevresindeki ağaçlık ve yeşil alanlardan

faydalanmaları temin edilmelidir. • Çeşitli kamu ve özel binaların etrafındaki açık alanlar daha fazla

ağaçlandırılmalı ve bu alanların sayıları artırılmalıdır. • Özellikle günlük yaşamımızda kullandığımız yollar, refüjler ve otopark

alanları ağaçlandırılarak insanların uzak kaldıkları doğa özlemini bir ölçüde de olsa giderebilmeyi sağlamalıdır.

• Özellikle ruhsal rahatsızlıkları olan insanların tedavi sürecinde kent içinde ve çevresindeki ağaçların sağlayacağı olumlu etkilerinden faydalanmalarına olanak sağlanmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Kentsel Ağaçlandırmalar, Çevre, Ekoloji, Toplum Sağlığı.

Page 428: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

377

0025 / P41.

Bebek Dostu Bir Kent İçin Yaşam Alanlarında “Emzirme Odaları” Bir Başlangıç Olabilir mi? ACIMIŞ Nurhan Meydan Denizli Devlet Hastanesi Denizli Günümüzde ülke nüfusunun büyük bir oranı artık kentlerde yaşamaktadır. Ülkemizde özellikle kentlerde, bebekler için emzirme oranlarının düşük olması, zamanından önce ek besinlere başlanılmasının önemli bir sorundur. Emziren tüm annelerin karşılaştıkları güçlüklerin kent merkezlerinde aşılabilmesinin sağlanması, emzirmenin 6 ay içerisinde kesintisiz bir şekilde devam edilebilmesinin, 6-24 ay içerisinde ise anne sütünün ek besinlerle ile birlikte devamının sağlanması yönündeki ulusal sağlık politikalarının uygulanabilmesi için kent merkezindeki annelerin ebeler yolu ile desteklenen emzirme uygulamalarının ev dışındaki yaşama alanlarında; alışveriş merkezleri, iş merkezleri, istasyon, otobüs garı, özel ve kamu hastaneleri, hapishane görüşme odalarında, resmi ve özel kuruluşlarda da n emzirme odalarının açılması ile işlerlik kazandırılabilir. Ayrıca bu fiziki ortamlarda annelerin bulacakları korucuyu sağlık eğitim broşürleri ile “aile planlaması, bulaşıcı hastalıklardan korunma, aşılama, ev kazalarında korunma, beslenme, çocukluk hastalıklarına ön yaklaşım, çocuk eğitimi için anne- baba yaklaşımı, çocuğa dönük şiddet riskleri vb…” konularda bilgilendirme yapılabilir. Bu ortamlara konulacak görsel iletişim araçları ile koruyucu sağlık hizmetlerin görsel ve işitsel yoldan bilgilendirmesi de aracılık eder. Annenin ev dışı ortamlarda emzirmesinin rahatça yapabilmesinin sağlanması ile anne sütü ile emzirme konusunda annelerinin istekleri kent yaşamına uygun bir şekilde artırılmış olacaktır. Bu anne desteğinin kentlerde emzirme oranlarını artırması olasılıklıdır. Bu arada koruyucu çocuk sağlığı konusundaki bilinçlendirmelerin de artması sağlanabilir. Emzirme odaların kullanımı sırasında edinilen veriler diğer sağlık bilgileri ile birleştirilerek anne sütü öncelikli olmak üzere koruyucu sağlık hizmetleri konusunda bir kent haritası çıkarılmasına ve kentlerin yerel yönetimler genelinde bebek dostu hale getirilmesine yardımcı olabilir. Bu uygulamanın denenecek başarısı ile ülke genelinde insan yaşamına uygun ekolojik toplum ve ekolojik kentler oluşturulmasının sağlanması için bir başlangıç noktası yaratılabilir. Bir düş mü?...... Anahtar Kelimeler: Ekolojik Toplum, anne sütü

Page 429: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

378

C Kent ve Sağlık Hizmetleri 0055 / P46.

112 Acil Sağlık Hizmetlerinde Global Konum Belirleme Sistemleri (GPS) ve Coğrafi Bilgi Sistemi (GIS) Uygulamalarının Kullanılması DURDURAN Süleyman Savaş*, KARA Fatih**, ERDİ Ali*,DURDURAN Yasemin**

* Selçuk Universitesi, Müh-mim. Fak. Jeodezi Ve Fotogrametri Müh.kampüs Konya, ** İl Sağlık Müdürlüğü- Konya İnsan hayatını tehdit eden acil durumlarda (trafik kazaları, kalp krizi ve zehirlenme gibi) ilk müdahalenin önemi büyüktür. Bu müdahalenin profesyonel sağlık personelince zamanında ve doğru bir şekilde yapılması acil durumlara bağlı ölüm ve sakatlıkları en aza indirebilir. Gunumuzde bilgi teknolojileri kullanımının hızla ilerlediğini düşünürsek, GPS yöntemiyle vaka yerinin tespiti ve sayısal bir harita üzerinde işaretlenerek yapılan sorgulama ve analizlerle en yakın sağlık merkezinin yerinin tespiti, uzaklığı ve izlenecek yolun belirlenmesi gibi sonuçlar, rahatlıkla belirlenecek ve kolaylıklar sağlayacaktır. Bu çalışmada, Coğrafi Bilgi Sisteminin ve Global Konum Belirleme Sisteminin 112 acil sağlık hizmetlerinde kullanımı ve kullanıcılara zamandan, maliyetten ve işgücünden sağlayacağı faydalara anlatılmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Coğrafi Bilgi sistemi, Global Konum Belirleme Sistemi, 112 Acil Sağlık Hizmetleri,

Page 430: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

379

0098 / P48.

Coğrafi Bilgi Sisteminden Yararlanılarak Obezite Hastalarının Dağılımı ve Obezite Haritasının Oluşturulması: Konya Örneği ÖZATAN Aslı Cemile*, DURDURAN Süleyman Savaş**

* Özel Selçuklu Hastanesi –Konya ** Selçuk Universitesi, Müh-mim. Fak. Jeodezi ve Fotogrametri Müh.kampüs Konya Obezite, insan yaşamında, özellikle son 20 yılda, bütün dünyada süratle artmakta ve bir salgın hastalık gibi yayılmaktadır. Bu salgından ülkemiz de etkilenmektedir. Kadın nüfusumuzun yaklaşık üçte biri, erkek nüfusumuzun da yaklaşık beşte biri obez, yani şişmandır. Şişmanlık (obezite); depo yağlarının yağsız vücut kitlesine oranla artması ve vücut yağ miktarının, sağlığı bozacak düzeye ulaşmasıdır. Şişmanlığın oluşumuna etki eden çeşitli faktörler vardır. Bunlar; fiziksel aktivite, yaş, cinsiyet(kadın), beslenme alışkanlıkları, ırksal faktörler, eğitim düzeyi, evlilik, doğum sayısı, sigarayı bırakma, alkol, psikolojik bozukluklar, metabolik ve hormonal bozukluklardır. Fakat genelde neden, enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olmasıdır. Şişmanlık sadece estetik açıdan düşünülmemelidir. Bazı hastalıkların ortaya çıkışını kolaylaştırarak yaşam kalitesini ve süresini olumsuz yönde etkilemekte, dolayısıyla önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır.Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, Obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır. Bu çalışmada, Obezite hastalarına ait kimlik, adres ve hastalık bilgilerinden yararlanılarak, yaşadığı mekan, çevre, ekonomik durum ve genel sağlık gibi kriterler göz önüne alınarak, toplanan verilerle sayısal bir harita üzerinde ilişkilendirilmesiyle hastaların yaşam ve çevre koşulları, Obezite hastalık tipleri gibi konularda CBS'nin sorgulama ve analiz işlemleriyle yardımıyla Konya merkezine ait örnek bir Obezite haritası üretilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Coğrafi Bilgi Sistemi, Obezite, Sağlık, Kent

Page 431: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

380

C1 Temel Sağlık Hizmetlerine Ulaşılabilirlik 0051 / P47.

Coğrafi Bilgi Sistemi Yardımıyla Sağlık Ocaklarının Tespiti, İzlenmesi ve Planlama Acısından Önemi DURDURAN Süleyman Savaş*, ERDİ Ali*, BÜYÜKKENDİRCİ Hasan**, DURDURAN Yasemin** * Selçuk Universitesi, Müh-mim. Fak. Jeodezi Ve Fotogrametri Müh.kampüs Konya ** İl Sağlık Müdürlüğü- Konya Sağlık hayatımızın en temel yapı taşıdır. Kişilerin ve toplumların sağlıklarını korumak, hastalandıklarında tedavilerini yapmak, tam olarak iyileşmeyip sakat kalanların başkalarına bağımlı olmadan yaşayabilmeleri için rehabilitasyon yapmak ve toplumların sağlık düzeyini yükseltebilmek için yapılan planlı çalışmaların tümüne "sağlık hizmetleri" denilmektedir. 1. Basamak Sağlık Hizmetlerinin yerine getirilmesinin başında, sağlık ocakları gelmektedir. Hızla gelişen bilgi teknolojileri, bilginin önemi ve kullanımı konusunda yeni boyutların ortaya çıkmasına imkân sağlamıştır. Verilerin toplanması, depolanması, analiz edilmesi ve kullanıma sunulması bilginin ileriye dönük sağlayacağı avantajlar nedeniyle önemli olmaktadır. Bilginin elde edilmesi yanında doğru bilginin, doğru yere, zamanında, hızlı, güncel, tam ve bir bütün içinde sunulması gerekmektedir. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada, CBS yardımıyla konumsal olarak sağlık verilerinin toplanması ve sayısal bir altlık üzerinde sunulmasıyla, sağlık ocaklarının yerlerinin tespiti, sağlık-coğrafya ilişkisi, sağlık birimlerinin dağılımı, personel yönetimi, hastane vb birimlerin kapasiteleri, bölgesel hastalık analizleri, sağlık tarama faaliyetleri ve 112 ambulans hizmetleri sağlanabilmektedir. Bu çalışmada, Konya ili sınırlarında tesis edilmiş olan sağlık ocaklarına ait mekânsal bilgiler ve mekânsal olmayan bilgiler toplanarak, sayısal bir altlık üzerinde ilişkilendirilmiş, sorgulama ve analizler yardımıyla da kullanıcı durumunda olan yöneticilere, sağlık elamanlarına, doğru, güncel ve hızlı bilgiler sunulmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Coğrafi Bilgi Sistemi, Sağlık Ocağı, Planlama

Page 432: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

381

0194 / P49.

Konya’daki Birinci Basamak Resmi Sağlık Kuruluşlarının Bedensel Engellilerin Hizmet Alımına Uygunluk Durumu KARA Fatih, SARI Oktay, ZENGİN Nazmi Toplum Sağlığı Araştırma Ve Geliştirme Merkezi Amaç Bu çalışmada Konya şehir merkezinde bulunan birinci basamak sağlık kuruluşlarının bedensel engellilere hizmet vermek için uygun olup olmadığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem Konya şehir merkezinde 24 sağlık ocağı, 2 verem savaş dispanseri ve 2 ana çocuk sağlığı merkezi olmak üzere 28 adet birinci basamak resmi sağlık kuruluşu bulunmaktadır. Kaldırımların ve Sağlık birimlerinin yapısı bedensel engelliler için değerlendirildi. Bahçe girişi, bina girişi, bina girişinde rampa olup olmayışı ve tuvaletlerin bedensel engelliler için uygunluğu değerlendirildi. Bulgular Konya şehir merkezinde bulunan 28 birinci basamak resmi sağlık kuruluşunun 22 (% 79) tanesinin bahçesine bedensel engelli girişi mümkün iken, 6 (% 21) sağlık biriminin bahçesine girmesinin zor olduğu tespit edildi. Bahçesine girilemeyen sağlık birimlerinin bina girişinde bedensel engelliler için uygun bir düzenleme olmadığı gibi, en az 4 basamak merdiven ile hizmet alınan yere ulaşılabilmekteydi. Birinci basamak sağlık birimlerinin sadece 4 (% 14.3)’ünde bedensel engelliler için rampa bulunmakta idi. Rampa bulunan sağlık birimlerinden 2 tanesi son bir yıl içinde inşa edilmişti. Sağlık birimlerinde bedensel engellilerin kullanımı için lavabo ve tuvalet mevcut değildi. Sonuç Bedensel engel, ülkemizde en sık görülen engellilik türüdür. Toplumun bir parçası olan bedensel engelli bireylerin de birinci basamak sağlık birimlerinden yararlanması bir haktır. Bununla birlikte birinci basamak sağlık kuruluşlarının tamamına yakını bedensel engellilerin hizmet alımı için uygun değildir. Birinci basamak sağlık birimlerinin toplumun tüm kesimlerine uygun olacak şekilde tasarlanması gerekir. Zaman içinde bedensel engelliler ile ilgili toplumsal hassasiyet arttıkça hizmet sunum kalitesi ve hizmetten faydalanma artacaktır. Belediyeler ile sağlık kurumlarının ortaklaşa çalışmaları, bedensel engellilerin sağlık hizmeti almasını kolaylaştıracaktır. Anahtar Kelimeler: Bedensel engelli, birinci basamak, Konya

Page 433: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

382

C3 Sağlık Etki Değerlendirmesi 0136 / P12.

İstanbul’da Bir Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Yatan Hastaların Memnuniyet Düzeyleri ÖNSÜZ Muhammed Fatih*, ERTÜRK Serca**, CÖBEK Utku Can**, YILMAZ Fatma**, BİROL Selim**, TOPUZOĞLU Ahmet* * Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ad ** Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş “Kaliteli sağlık hizmeti” sunmak için başlangıç noktası kalitenin tanımlanmasıdır. “Kalite” sağlık hizmetinin her konusunda tecrübe edilenle, arzu edilen arasındaki denge olarak tanımlanabilir. Sağlıkta kalite, eğer yalnızca bir tıbbi bilgi ve beceri konusu olsaydı, bütünüyle hizmet verenin sorumluluğu olurdu. Bu nedenle hizmet verenin hizmette baskın ve tek yanlı rolünün azaltılması için, hizmet kalitesi hakkında olguların ( hastaların) görüşüne başvurmak zorunlu hale gelmiştir. Böylece Kuzey ülkelerinden başlayarak, pek çok kamu hizmetinde de bir kalite ölçüsü olarak tüketici tatmini son 10 yıldır önem kazanmıştır. Hasta tatmini “algılanan kalite ile beklenen kalitenin bir fonksiyonudur”. Bir hastanın hizmeti almadan önce bazı beklentileri vardır ve hizmetin sunulmasından sonra ise geçirdiği tecrübeye dayalı olarak belli algılara sahip olur. Hasta algıladığı kalite ile beklediği kalite arasında yaptığı kıyaslama sonucunda tatmin olup olmadığına karar verir. Hasta tatmini, hasta uyumu ve sonucu üzerinde olumlu olabilecek bir etkiyi de beraberinde getirir. Dolayısıyla tatmin edilmiş bir hasta, sağlık sorunlarının gerektirdiği bazı koşullara uyma konusunda daha açık ve net, kararlı davranışlar içinde olabilir ve bu da sunulan hizmetin sonucu üzerinde olabilecek negatif etkiyi ortadan kaldırabilir veya minimalize edebilir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul’un Anadolu yakasında bir üniversite hastanesi olarak geniş bir yelpazede hasta populasyonuna sahip Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yatan hastaların memnuniyet düzeylerini ve bunu etkileyen faktörleri saptanmasıdır. Gereç-Yöntem Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, hastane servislerinde yatan 134 hasta ve yakınlarına 15-20 Şubat 2006 tarihleri arasında yüzyüze gözlem altında anket tekniği kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular Araştırmaya katılanların %56,3’ü kadın, %43,7’si erkektir. Hastaların %70’inin sosyal güvencesi vardı ve %29,1’i üniversite mezunuydu. Hastaların %42,2’si sosyal güvenceleri olduğu için hastaneyi tercih etmişlerdi. Hastaların %70,0’i genel olarak hastaneden memnun

Page 434: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

383

olduklarını belirtmişlerdir.Katılımcıların %76,7’si hastaneye yeniden başvuracaklarını söylerken, %70,7’si bir yakınına hastaneyi tavsiye edeceğini belirtmişti. Dahili bilimler servislerinde yatanlar, cerrahi ve özel serviste yatan hastalara göre doktorların tıbbi bilgi ve becerilerinden ve oda temizliğinden istatistiksel olarak anlamlı bir farkla daha fazla memnundur (Sırasıyla; p=0,026,p=0,033). Sonuç Katılımcıların büyük bir kısmı hastaneden memnun olduklarını belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan hastaların büyük bir kısmı da tekrar hastaneye başvuracaklarını belirtmişlerdir.Hastane ile ilgili genel memnuniyeti sağlayan en önemli faktör sağlık personeli ile ilgili konulardı. Hastanenin fiziksel özellikleri ile ilgili olarak oda temizliği en önemli faktördü. Anahtar Kelimeler: Yatan hasta, memnuniyet, hastane

Page 435: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

384

C4 Okul Sağlığı 0143 / P42.

İstanbul Maltepe İlçesi İlköğretim ve Lise Öğrencilerinde Sağlık Taraması Sonuçları

KESKİN Yaşar*, ŞALVA Turhan**, ÇEKİN Murat*, TAŞDEMİR Mustafa*,ÖZYARAL Oğuz***,LÜLECİ Nimet Emel*, DOĞAN Başak*, KURUÇAY Didem**, SUR Haydar*, HAYRAN Osman Erol* * Marmara Üniversitesi, Sağlık Eğitim Fakültesi, Kartal, İstanbul ** Maltepe Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü *** Stars Crescent Assistance- Sabiha Gökçen Ulus. Havalimanı, J Blok, Kurtköy, İstanbul Giriş ve Amaç Ülkemizdeki öğrencilerin sağlık sorunlarının tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması yönünde yapılan çalışmalar yeterli değildir. Çocuklar, hekim kontrolünden geçmeden eğitime başlayabilmektedir. Sağlık ocaklarının ve hekim sayısının yetersizliği temel sağlık ve koruyucu hekimlik hizmetlerinin eksik kalmasına neden olmaktadır. Çalışmanın amacı, Maltepe ilçesindeki ilköğretim ve lise öğrencilerinin sağlık sorunlarını tespit etmek ve tedavilerinin yapılmasını sağlamaktır.

Gereç ve Yöntem Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi ve İstanbul Maltepe Belediyesi işbirliği ile gerçekleştirilen bu çalışmaya, Maltepe ilçesi Milli Eğitim Müdürlüğüne kayıtlı okullarda eğitim gören öğrencilerin tamamı dahil edilmiştir. Bu amaçla her biri 2 pratisyen hekim, 3 diş hekimi, 2 hemşire, 2 sekreterden oluşan dört ekip oluşturulmuştur. Öğrencilerin sağlık muayenesi okullarında hazırlanan sağlık kabinlerinde, şubat 2005 – ocak 2006 tarihleri arasında yapılmıştır. Muayene sonuçları hazırlanan formlara kaydedilmiş ve değerlendirilmiştir.

Bulgular Taramada 53622 öğrencinin muayenesi yapılmıştır. Öğrencilerin %6.2’sinde göz, %4’ünde ortodonti, %2.3’ünde kalp, %1.3’ünde kulak burun boğaz, %1.3’ünde üroloji, %0.7’sinde ortopedi, %0.6’sında nöroloji problemi; %66.5’inde diş çürüğü, %3.3’ünde parazitoz, %0.6’sında inmemiş testis, %0.6’sında astım, %0.4’ünde anemi, %0.3’ünde obezite, %0.2’sinde kasık fıtığı, %0.1’inde yarık damak, %0.1’inde guatr tespit edilmiştir.

Page 436: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

385

Öğrencilerin %8.1’inde herhangi bir sağlık sorunu bulunmamıştır. Diş çürüklerinin tedavisi Maltepe Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğünde, diğer problemlerin tedavisi ise kamu veya özel hastanelerde sürmektedir. Sağlık sorunu olanların %80’inin tedavisi tamamlanmıştır.

Tartışma, Sonuç ve Öneriler Diş problemlerinin yüksekliğinin de gösterdiği gibi, öğrencilerimiz kişisel hijyen konusunda yetersizdir. Karşılaşılan sağlık problemlerinin önemli bir kısmının ilk defa bu taramada ortaya çıkması, okul sağlığının ülkemizde yeteri kadar önemsenmediğinin işareti olarak ele alınabilir. Okul öncesinde ve eğitim süresince yapılan sağlık muayeneleri, hastalıkların önlenmesi ve tedavilerinin kolaylaşması açısından önemlidir. Lise müfredatında yer alan sağlık bilgisi derslerinin ilköğretim müfredatına da konması ve ders saatlerinin arttırılması, öğrencilerin sağlık bilgisi düzeylerinin yükselmesini sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Okul sağlığı, sağlık taraması, ağız diş sağlığı

Page 437: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

386

C5 Sağlıklı Yaşlanma 0040 / P13.

Yaşlılarda İşgücüne Katılım ve Etkileyen Etmenler GİRAY Hatice*, ÜNAL Belgin*, DEMİRAL Yücel*, DURAN Fatih**,ÖZDEMİR Filiz**, KARAMAN Erdal** * Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı ** Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş Yaşlılık dönemi sağlık gereksinimlerinin artığı, gelirin azaldığı bir dönem olması nedeniyle, devlet ve yaşlıların yakınları tarafından yaşlılara destek verilmesini gerektirmektedir. Gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte artan maliyetin karşılanması için çalışanlarda emeklilik yaşının artırılması politikaları izlenirken, az gelişmiş ülkelerde yaşlılar kendi gereksinimlerini karşılamak üzere işgücüne katılmak zorunda kalmaktadır. Ayrıca “aktif yaşlanma” nın bir parçası olarak yaşlıların kendilerine uygun formal, informal, evde ya da gönüllü işlerde çalışarak aktif ve üretken olmalarının sağlanmasına ilişkin duyarlılık artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Derya Sağlık Ocağı Bölgesi’nde yaşayan 65 yaş ve üzeri kişilerde işgücüne katılım düzeyinin ve etkileyen etmenlerin belirlenmesidir.

Yöntem Kesitsel tipteki çalışmanın evreni, İzmir İli Derya Sağlık Ocağı Bölgesi’ndeki yaşları 65 ve üzerinde olan 794 kişidir. Bilinen %30.0 görülme sıklığı ve %5.0’lik sapmayla, %95 güven aralığında örneğe alınması gereken en az kişi sayısı 229 olarak belirlenmiştir. Örnek küme örnekleme yöntemi ile seçilmiştir. Çalışmanın örneğini oluşturan 229 yaşlıdan 194’üne ulaşılmıştır (%85.0). Araştırmanın bağımlı değişkeni işgücüne katılımdır. İşgücüne katılım belirlenirken şu anda çalışanlar ve iş arayanlar dikkate alınmıştır. Bağımsız değişkenler; sosyo-demografik ve ekonomik özelliklerle kişinin daha önce, eşinin ise şu anda çalışma özelliklerine ilişkin değişkenlerdir. Veri hazırlanan bir anket formu kullanılarak yüz-yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Ki-kare ve Lojistik Regresyon ile çözümlenmiştir. Bulgular Yaşlıların ortalama yaşı 70.0±4.7(65-85)’dır, %59.3’ü erkek, %30.9’u üniversite mezunu, %71.6’sı evli, %36.1’i eş ve çocuklarıyla yaşamakta, %34.5’inin sağlık güvencesi Emekli Sandığı’dır. Yaşlıların ortalama aylık geliri 497.5±403.5 (0-1800), hane geliri 814.0±523.1(0-3000) Yeni Türk Lirası’dır (YTL). Yaşlıların %18.0’ı şu anda çalışmakta, %5.7’si iş aramaktadır. Böylelikle işgücüne katılım oranı %23.7’dir. Şu anda çalışan yaşlıların %54.2’si kendi hesabına çalışmaktadır. Şu an çalışan yaşlıların %85.7’si ekonomik nedenlerle ve %14.3’ü uğraş amaçlı çalışmaktadır. İş arayan yaşlıların hepsi yarı-zamanlı iş aramaktadır.

Page 438: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

387

Araştırma grubunda erkekler (p<0.001), öğrenimi ortaokul ve üstü olanlar (p=0.043), evliler (p=0.001), aylık kişi başı geliri üst çeyrektekiler (p=0.001) işgücüne daha fazla katılmaktadır. Ancak, yaş grubu, birlikte yaşanan kişiler, kronik hastalık varlığı, ekonomik durum algısı, evin mülkiyeti, eşin çalışma durumu, yaşayan çocuk sayısı ve hanedeki kişi sayısı işgücüne katılımı etkilememektedir. İşgücüne katılımı belirleyen bağımsız değişkenleri saptamak amacıyla yaş, kişisel aylık gelir, kronik hastalık varlığı (yok/var), öğrenim durumu (İlkokul ve altı/ortaokul ve üstü), medeni durum (evli/ dul, bekar, boşanmış), cinsiyet (erkek/kadın) değişkenlerini içeren lojistik regresyon modeli oluşturulmuştur. Modelin son basamağında cinsiyet ve medeni durum işgücüne katılımı belirleyici değişkenler olarak saptanmıştır. Buna göre işgücüne katılım, erkeklerde kadınlara göre 6.8 kat (%95 güven aralığı 2.7-17.4), evli olanlarda dul, boşanmış ya da bekar olanlara göre 5.9 kat (%95 güven aralığı 1.9-17.9) anlamlı olarak daha fazladır. Sonuç Derya Sağlık Ocağı Bölgesi’nde yaşlılarda işgücüne katılım yüksektir. İşgücüne katılımı belirleyen başlıca etmenler cinsiyet, medeni durumdur. Anahtar Kelimeler: aktif yaşlanma, işgücüne katılım, yaşlı

Page 439: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

388

0100 / P14.

Serbest Radikaller ve Antioksidanlarin Yaşlanmaya Etkileri AKKURT Ömrüye , SARI Necla , ŞAHİN Nurdan Balıkesir Üniversitesi, Bandırma Sağlık Yüksekokulu Dünya’da ve ülkemizde yaşlıların sayısı giderek artmakta ve bu yaslanma eğilimi tüm toplumların gelecek için planlama yapmak zorunda olması anlamına gelmektedir. Yaşlılık, yaşamı sürdürme yeteneğinin azaldığı bir olgunlaşma sonrası değişiklikler zinciridir. Yaslanan bir toplumun sağlığını ve yasam kalitesini sürdürme, sosyal ve ekonomik olarak da önem taşımaktadır. Ülkemizde yaşlıların genel nüfusa oranı 1990da %4.3 iken sağlık alanındaki gelişen teknoloji, hastalıkların tanı ve tedavisindeki ilerlemeler, toplumun eğitim düzeyinin artması ile 2000 de % 5.6ya ulaşmıştır. 2025 yılında %9.3 olacağı tahmin edilmektedir. Sağlıklı yaslanmada, beslenme kişinin gelecekteki yasam kalitesini belirleyecek en önemli faktörlerden biridir. Yaşlı insanlar beslenme hatalarına karşı gençlere göre daha duyarlıdır. Yaslanma surecini serbest radikal yaratan kaynaklar, kalıtım, hastalıklar, beslenme ve yasama biçimi gibi değişik faktörler etkiler. Yaşlılıkta ortaya çıkan değişiklerle ilgili sonuçların bir bölümü sağlıklı beslenmeyle geciktirilebilir.

Serbest radikal yaratan kaynaklar radyasyon, virüsler, güneş ışınlarının bir kısmı olan ültraviyole ışınları, hava kirliliğini yaratan fosil kökenli yakıtların yanma sonundaki ürünleri, sigara dumanı, enfeksiyon, stres, yağ metabolizması sonunda çıkan ürünler gibi hücre metabolizmasının toksik ürünleri, bazı tahrip edici kimyasallar, haşere kontrol ilaçları ve birçok başka etkenlerdir. Serbest radikal hücre metabolizması sırasında cereyan eden biyokimyasal redoks reaksiyonları ile ortaya çıkan çiftleşmemiş elektrona sahip moleküllerdir. Serbest radikallerin zararları sonucu erken yaslanma ve dejeneratif hastalıklar oluşur. Yaslanma surecinin geciktirilmesinde antioksidan maddeler serbest radikalleri nötralize eden moleküllerdir ve hücre zarına, nükleik asitlere(DNA), hücre bileşenlerine saldırmadan kendine çeker ve bağlar. Antioksidan en yüksek olan maddeler; Vitamin C, E, A, flavonoidler, selenyum, çinko ve manganez gibi maddelerdir. Antioksidanlar; hastalıklardan korunmada ve özellikle yaslanma surecinin geciktirilmesinde serbest radikallerin zararlı etkilerini ortadan kaldırmaktadırlar. Sağlıklı yaşlılardan oluşan bir toplumda yasamak istiyorsak; yaşlılara yönelik hizmet kapsamında sağlık çalışanları eğitim programlarında antioksidanların önemi üzerinde, yöneticiler ise serbest radikallerin etkilerini kontrol altına alınmasında etkin oynamalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Antioksidanlar, Sağlıklı Yaşlanma, Serbest Radikaller

Page 440: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

389

0117 / P15.

Sağlıklı Yaşlanma İPÇİ Aylin Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Yaşlanma ayrıcalıksız her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, süreğen ve evrensel bir süreç olarak tanımlanabilir. Organizmanın molekül, hücre, doku, organ ve sistemler düzeyinde, zamanın ilerlemesi ile ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan yapısal ve fonksiyonel değişikliklerin tümüdür. Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı; Çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması olarak tanımlamıştır ve yaşlılık dönemini 65 yaş ve üzeri dönem olarak kabul etmiştir. Normal yaşlanma sürecinde, zamana bağlı olarak ortaya çıkan değişiklikler, normal koşullar altında fonksiyon kaybına neden olmazlar, ancak organ sistemlerinin rezervlerinde ve homeostatik kontrolde bir azalma söz konusudur. Bu nedenle vücudun çeşitli stres ve değişen koşullara adaptasyonu azalmıştır. Yaşlılar daha sık hastalanmakta ve çoğu kez birkaç sağlık problemini bir arada yaşamaktalar ve bunun sonucunda sağlık merkezlerine daha sık başvurmakta ve hastanelerde daha uzun süre kalmaktadırlar. Yaşlı sağlığının korunması ve sağlıklı yaşlanma politikaların geliştirilmesi açısından koruyucu sağlık hizmetleri çok büyük önem taşımaktadır. Sağlıklı bir nüfus ekonomik büyümenin öncelikli gereklerinden biridir. Sağlıklı yaşlanmanın temelinde, çocukluğun erken dönemlerinde hatta intrauterin dönemde hastalıkların erken tanısının yapılması yatmaktadır Erken aşamada risk faktörleri belirlenmez ve önleyici tedbirler alınmaz ise; küresel bazda yaşlı insanların sayısının artması ile kronik hastalıklarda çok hızlı bir artış gündeme gelebilecek ve toplum sağlığını büyük ölçüde etkileyebilecektir. Bu önlenebilir sağlık problemleri için, gereğinden fazla miktarda kaynağın tahsis edilmesi zorunlu hale gelecektir. Anahtar Kelimeler: sağlıklı yaşlanma

Page 441: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

390

C6 Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık 0089 / P16.

“Oyun Aktivitesi - Beslenme Niteliği - Mekan” İlişkisi ve Günümüz Kentlerinde Çocuk Yaşam Mekanları

ÇUKUR Duygu , SILAYDIN Mediha Burcu DEÜ Mim.Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Doktora Öğrencisi Tınaztepe Kampusü, Doğuş Cad. No:209, 35160 Buca – İZMİR Bilindiği gibi, insanın çocukluk dönemindeki sağlık durumu, ileriki yaş dönemlerinin sağlık niteliğini etkilemekte; diğer bir deyişle insanın sağlıklı yaşlanma koşullarının önemli bir bölümü çocukluk döneminde oluşmaktadır. Çocuğun sağlıklı gelişimini belirleyen çevresel unsurlardan biri olarak, çocuk kullanımına yönelmiş fiziki mekan kurgusunun varlığı ve niteliği önem kazanmaktadır. Son yıllarda iletişim teknolojisinin gelişimi ve modernist tüketim alışkanlıkları, sırasıyla “oyun aktivitesi” ve “beslenme niteliğini” biçimlendirmekte; mekansal düzenlemeler de bu duruma uygun ortamı sağlayacak şekilde oluşturulmaktadır. Çocukluk döneminde yaşam evrenini ve sağlığın temelini “oyun” oluşturmakta; çocuğun fizyolojik, psişik ve sosyal gelişimi oyun üzerinden sürmektedir. İletişim teknolojisinin gelişimi, oyunun anlamını ve mekanını değiştirmiştir. Daha önce dış mekanda gerçekleşen oyun, iç mekana kaymıştır. Hareket etmeden saatlerce bilgisayar ekranının karşısında oturarak oyun oynayan çocuk, bedensel ve sinirsel yönden olumsuz etkilenmekte; sonuçta gelişim bozuklukları (ör: iskelet bozuklukları) ortaya çıkmaktadır. Çocuklarda dürtü niteliğindeki hareket etme isteği karşılanmayınca organizma olumsuz etkilenmekte ve vegetatif sinir sistemi, kalp-dolaşım-solunum sistemi ile kas ve iskelet sistemi yeterince gelişememektedir. Bu durum organizmanın biyoritm ve dolaşımının bozulmasına, direncini düşürerek hastalıklara duyarlılığının artırmasına neden olmaktadır. İnsanın temel fizyolojik gereksinimlerinden biri olan “beslenme”, fast-food restoranları ile nitelik değiştirmiştir. Bu mekanlarda yağlı, yüksek kalorili yiyecekler hızlı yenilerek tüketilmektedir. Böylece yemek alışkanlığı ve damak tadı değişen çocuklar dengeli beslenmemektedir. Son yıllarda çocuklar arasında obezite (aşırı şişmanlık) oranının artması hem beslenme biçiminin değişimine hem de hareketsiz yaşama bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Beslenmenin yetersiz ve dengesiz oluşuna, sigara lobilerinin çocuklara yönelik etkinlikleri de eklenmiştir. Türkiye’de sigaraya başlama yaşı 11’e inmiş, son 5 yılda 11–19 yaş arası 5 milyon genç sigaraya başlamıştır (1).

Page 442: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

391

Pasif sigara içimi de en çok çocukları etkilemekte, akciğer ve solunum yolu hastalıklarına neden olmaktadır. İnsanın çocukluk dönemindeki sağlıklı gelişimi, ileriki yaş dönemlerinde bedensel ve ruhsal sağlığının niteliğini belirlemektedir. Dolayısıyla, geleceğin toplumunun sağlık niteliği, “oyun aktivitesi - beslenme niteliği - mekan” ilişkisi bağlamında oluşturulan çevresel koşulların, çocukluk dönemini yaşayan kentlinin beden ve ruh sağlığını ne düzeyde geliştirdiği ile önemli ölçüde bağlantılıdır. Fiziki planlama merkezine insanı aldığından kültürel mekan üretme anlayışı, sağlıklı bir erişkinlik dönemi için çocukluk döneminin önemini kavramalı ve ağırlığını çocuk yaşam mekanlarına vermelidir. Çocuğun yaşamını oyun eylemi oluşturduğundan oyunun kesintisiz sürmesi gereklidir. Çocuğun doğal aksiyon çapının sınırlı olması, konut yakın çevresini ve trafik güvenliğini önemli kılmaktadır. Mahalle ölçeğinde doğal aksiyon çapına uygun konut, anaokulu, ilkokulu kapsayan ve trafikten arındırılmış bir “oyun bölgesi” anlayışı içinde çocukların doğayla bütünleşmesini sağlayan kültürel mekanlar üretmek ve buna uygun planlama ve tasarım ilkeleri oluşturmak gerekmektedir. Bu doğrultuda bir araştırma projesi1 başlatılmıştır. “Oyun Bölgesi” kavramının yaratmak istediği mekansal olanağın niteliği, Şehir ve Bölge Planlama ile Peyzaj Mimarlığı bilim alanlarının ortak çalışması sonucunda kuramsal ve kılgısal olarak ortaya konulacaktır. Proje, anılan ortak çalışmanın metodolojisini oluşturmayı hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: Çocuk, Oyun, Beslenme, Mekan, Sağlık. Kaynaklar

1. http://www.sigarasiz.com/istatistik.htm

1 “Günümüz Kültürel Yapısı İçinde Kentsel Alanda Doğa Korumanın Olanak ve Sınırları

İle Sosyalizasyon Sürecinde Çocuklarda Doğa Bilinci Gelişimini destekleyici Kentsel Tasarım Yaklaşımlarının Saptanması” başlıklı Süleyman Demirel Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projesi, BAP No: 01018-m-05.

Page 443: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

392

0004 / P17.

Atatürk Üniversitesi Öğrencilerinde Beden Ağırlığı Durumu ve İlişkili Bazı Faktörler VANÇELİK Serhat*, ÖNAL Sema Gürsel**, GÜRAKSIN Asuman*

* Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, Erzurum ** Gazi Üniversitesi Gazi Hastanesi Beslenme Ve Diyetetik Bölümü, Ankara

Amaç Bu araştırma, Atatürk Üniversitesi öğrencilerinin öğrencilerin ağırlık durumlarını değerlendirmek ve bu durumu etkileyebilecek faktörleri ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Yöntem-Gereçler Araştırma Mayıs-Haziran 2004 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini; Atatürk Üniversitesi Merkez Kampüsünde örgün eğitim gören 17.000 lisans öğrencisi oluşturmuştur. Araştırma kapsamına alınan öğrenci sayısı 1250 olarak belirlenmiş, ancak araştırmaya katılım hızı %89.6 (1120 kişi ) olmuştur. Basit rastgele yöntemle her fakülteden hangi sınıfın örnekleme dahil edileceği belirlenmiştir. Belirlenen sınıftaki tüm öğrenciler araştırma kapsamına alınmıştır. Bulgular Erkek öğrencilerin yüzdesi %60.6, bekar öğrencilerin ise %96.9’dur. Öğrencilerin ortalama yaşları 21.6 ± 1.9 yıl, ortalama beden kitle indeks (BKİ) değeri 21.9 ± 2.7 kg/m2’dir. Aşırı kilolu ve obezite prevalansının erkek öğrencilerde, zayıflığın ise kızlarda daha fazla olduğu saptanmıştır. Sonuçlar Öğrencilerin beslenme öğrenimi alma, sigara içme, alkol kullanma ve düzenli spor yapma durumlarına göre BKİ ortalaması açısından önemli farkın olmadığı belirlenmiştir. Öğrencilerin aylık kişisel gelirleri ile BKİ değeri arasında pozitif yönde önemli ilişki belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Beden kitle indeksi, üniversite öğrencileri, ilişkili faktörler

Page 444: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

393

Tablo 1. Öğrencilerin Bazı Özelliklerine Göre BKİ Gruplarının Dağılımı Sosyodemografik Özellikler Zayıf(%) Normal(%) Aşırı Kilolu(%) Obez(%) TOPLAM

CinsiyetErkek 2.8 80.4 15.8 1.0 100.0Kız 17.0 78.2 4.5 0.2 100.0İstatistiksel Sonuç X2 = 96.59 p < 0.001Medeni DurumEvli 7.7 69.2 19.2 3.8 100.0Bekar 8.5 79.9 11.0 2.6 100.0Dul 0.0 66.7 33.3 0.0 100.0İstatistiksel Sonuç X2 = 10.44 p > 0.05

Page 445: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

394

C7 Ruh Sağlığı 0007 / P50.

Kentsel Açık ve Yeşil Alanların İnsan Psikolojisi Üzerine Etkileri KUTAY Elif Lütfiye, AKINCI Kesim Güniz A.İ.B. Üniversitesi Düzce Orman Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Ana Bilim Dalı, Düzce

Amaç Endüstri devrimi sonrasında hızla büyüyen kentlerin getirdikleri sorunlar, kent insanını fiziksel ve zihinsel olarak olumsuz yönde etkilemektedir. Estetik değeri olmayan, olsa da bir arada anlamlı bir bütünlük ya da kompozisyon oluşturmayan yoğun yapılaşmalar, doğanın bir parçası olan insanların rekreasyon faaliyetlerini karşılamak için yeterli açık ve yeşil alanların varlığına olanak tanımamaktadır. Bunun sonucunda, kent insanının doğal yapısı bozularak, ruh sağlığı olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu çalışmada, kentsel açık ve yeşil alanların insan psikolojisi üzerindeki etkileri irdelenmiş ve bazı öneriler getirilmiştir.

Yöntem-Gereçler Bu çalışmada, konuya ilişkin kaynaklar taranarak, çeşitli yorumlar getirilmiştir. Bulgular İnsanın doğal ortamından kopması ve doğaya ait olma duygusunun körelmesi sonucunda kent insanı doğal davranışlarını kaybederek daha saldırgan, daha mutsuz ve daha içe dönük yaşamaktadır. Bunun tam tersi olarak da doğayı seyretme, aktif veya pasif olarak doğayla ya da doğa parçalarıyla iç içe olma kent yaşamının günlük stresini azaltmaktadır. Sonuçlar Kent içerisinde bir sistemle yer alması gereken açık ve yeşil alanların, oransal olarak büyük bir kısmını kamusal alanların oluşturması, kent insanının sosyalleşme sürecine katkıda bulunmaktadır. Kentsel açık ve yeşil alanların insan psikolojisi üzerindeki olumlu etkileri göz önünde bulundurularak aşağıdaki öneriler getirilmiştir.

• Mesleklerarası işbirliği yapılarak, kentsel açık alanların kullanımına verilen önem artırılmalıdır.

• İnsanların, açık ve yeşil alan kullanımları teşvik edilmelidir. • Hastane, okul gibi çeşitli kamu binalarının etrafındaki kişi başına düşen açık ve

yeşil alan miktarı artırılmalıdır. • Açık ve yeşil alanlar, sadece kent dışında ayrı bir yaşam alanı olarak görülmemeli,

kent içinde de her an ulaşılabilir mesafede olmalıdır. • Özellikle ruhsal rahatsızlıkları olan insanların tedavi sürecinde açık ve yeşil

alanların olumlu etkilerinden faydalanılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Açık ve yeşil alan, insan, kent, psikoloji

Page 446: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

395

0087 / P51.

Ruh Sağlığı Hizmetlerinde Çalışan Hekim ve Hemşirelerde Şiddete Maruziyet Sıklığı ve Kaygı Düzeylerine Etkisi GÖKÇE Tuğrul*, DÜNDAR Cihad**

* Samsun Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ** Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD Türkiye’de son yıllarda şiddete eğilimin artışı, sağlık kurumlarında hizmet veren hekim ve diğer sağlık personelinin şiddete maruz kalma sıklığını da beraberinde getirmektedir. Bu araştırmada, Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi çalışan hekim ve hemşirelerde şiddete maruziyet sıklığı ile durumluk ve sürekli kaygı düzeylerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Kesitsel nitelikteki bu araştırmaya 15 Şubat-10 Mart 2006 tarihleri arasında Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde psikiyatrik olgularla sürekli temas halinde çalışan hekim ve hemşirelerden gönüllü katılım sağlayan 64 personel alınmıştır. Çalışmaya ait veriler, Spielberger Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği ile sosyodemografik sorular içeren anket formları kullanılarak özbildirim yöntemi ile elde edilmiştir. Gruplara ait merkezi ölçüt ve dağılımın yaygınlığı, aritmetik ortalama± standart sapma olarak sunulmuş; istatistiksel değerlendirmede Mann Whitney U, Kruskall Wallis Varyans Analizi ve ki kare testleri kullanılmıştır. Çalışmaya katılan 14 (% 21,9) hekim ve 50 (% 78,1) hemşirenin 56’sı (% 87,5) kadın, 8’i (% 12,5) erkek olup; tüm katılımcıların durumluk kaygı puanı ortalaması 41,8±9,4, sürekli kaygı puanı ortalaması 47,8±6,0 bulunmuştur. Çalışanların 9’u (%14,1) şiddete maruz kalmadığını, 38 (%59,4)’i sözel, 17 (%26,5)’si fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Durumluk kaygı puanı ortalamasının şiddete maruz kalmayanlarda 38,6±9,3, sözel şiddete maruz kalanlarda 41,7±9,2, fiziksel şiddete maruz kalanlarda 43,7±9,9 olduğu ve şiddete maruz kalmanın durumluk kaygı puanını yükseltmekle birlikte istatistiksel olarak anlamlı bir etki göstermediği saptanmıştır (X2=1,7; p>0,05). Sürekli kaygı puanı ortalaması ise şiddete maruz kalmayanlarda 42,7±2,1, sözel şiddete maruz kalanlarda 47,8±5,7, fiziksel şiddete maruz kalanlarda 50,8±6,4 olarak bulunmuş ve şiddete maruz kalmanın sürekli kaygı puanlarında istatistiksel olarak anlamlı bir yükselmeye neden olduğu saptanmıştır (X2=12,5; p<0,01). Şiddete maruziyetle yakın ilişkide olduğu saptanan yüksek kaygı düzeylerinin aşağı çekilmesinde hastalara yönelik tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları ile, sağlık personeline yönelik stresle başa çıkabilme yöntemleri konusunda eğitim verilmesinin hem toplum ruh sağlığı hizmetlerinin daha nitelikli hale getirilmesine, hem de sağlık çalışanlarının ruh sağlığı sorunlarının çözümünde katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Durumluk Kaygı, Sağlık Personeli, Sürekli Kaygı, Şiddet.

Page 447: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

396

0090 / P52.

Ergenlerde İntihar Davranışı AKKURT Ömrüye, SARI Necla, ŞAHİN Nurdan Balıkesir Üniversitesi, Bandırma Sağlık Yüksekokulu İntihar psikolojik, biyolojik ve sosyal faktörlerle ilişkili komleks bir fenomendir.Ergende intihar davranışları;cinsiyet,dürtüsel davranışlar,stresör faktörler,madde kötüye kullanımı depresyon tanısı ve aile iletişimindeki olumsuzluklarla birliktelik göstermektedir. Ergenlerde en sık karşılan intihar yöntemi, yüksek dozda ilaç alma ve ateşli silah ile gerçekleştirilmektedir. Gençlere sorunlarla baş etme ve problem çözme becerilerinin kazandırılması hedeflenmelidir.İntihar olgusunun toplumda daha büyük bir tehlike olmadan önce devlet kurumları, okullar,aileler ve diğer kuruluşlar tarafından gerekli önlemler alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: Ergen, İntihar, Toplum

Page 448: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

397

C8 Hasta Hakları 0149 / P18.

Konya İli Hasta Hakları Uygulamalarına Genel Bir Bakış KARA Fatih*, ULUDAĞ Ayhan** * Toplum Sağlığı Araştırma Ve Geliştirme Merkezi Derneği, Konya ** İl Sağlık Müdürlüğü, Konya Amaç Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde yürütülen çalışmalardan olan hasta hakları uygulamaları, 2003 yılında yayımlanan “Sağlık Tesislerinde Hasta Hakları Uygulamalarına İlişkin Yönerge” doğrultusunda Sağlık Bakanlığı’nca başlatılmış, 2005 yılında yayınlanan “Hasta Hakları Uygulama Yönergesi” ile yeniden düzenlenmiştir. Bu çalışmada, ülkemiz için yeni bir konu olan hasta hakları uygulamalarının Konya İlindeki yansımalarına dikkat çekmeyi amaçladık. Yöntem Bu çalışma Konya İli merkez ve ilçelerinde hasta hakları birimi kurulan 11 hastane ve merkezin hasta hakları birim kayıtlarından yararlanılarak yapıldı. Bulgular Konya İlinde 2004 yılında 3, 2005 yılında 8 olmak üzere 11 adet hasta hakları birimi kurulmuştur. Hasta hakları uygulamaları olan birimlerimize 2005 yılında toplam 190 başvuru yapılmıştır. Başvuruların % 60.5’i erkeklerden, % 39.5’i kadınlardan oluşmaktaydı. Bu başvurulardan 14’ünde sağlık personeli hatalı bulunmuştur. Ayrıca 28 başvuruda ise sistemin işleyişinden kaynaklanan sorunlar olduğu kararına varılmıştır. Başvuruların 106’sında hasta hakkı ihlali olmadığı, 3’nün teknik inceleme gerektirdiği, 7’sinin ise diğer konular olduğu kararlaştırılırken, 32 başvuru ise kapsam dışı olarak değerlendirilmiştir. Sonuç ve Öneriler Başvuru yapan hasta veya yakınlarının aynı birimde sorunu yerinde çözülmüştür. Konya merkez ve ilçelerinde sağlık birimlerine yapılan müracaatlar göz önüne alındığında, bir yıl içinde yapılan 190 başvurunun azlığı göze çarpmaktadır. Hasta hakları uygulamalarından ve birimlerinden haberdar olmayan kişileri bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için Hasta Hakları Uygulamaları çeşitli etkinliklerle halka anlatılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Hasta hakları, Hastane, Sistem

Page 449: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

398

C9 Kentlerde Sağlık Hizmeti Sunumu 0062 / P53.

Sağlık Bahçelerinin İnsanların Fiziksel ve Psikolojik Sağlığı İle Sosyal Yaşantıları Üzerine Etkileri BULUT Yahya , GÖKTUĞ Tendü Hilal Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum Giriş Tarih boyunca insanların doğayı sağlık bulma yönünde çeşitli amaçlarla kullandığı bilinmektedir. Dünya efsanelerinde bahçe; acı ve keder içinde olan insanların dinlenmek, korunmak ve kendilerini toparlamak için bir sığınak olarak seçtikleri güvenilir yerler olarak tarif edilmektedir. İlerleyen süreç içerisinde uygarlığın gelişimi ve sağlık konusunda atılan dev adımlar, insan-doğa ilişkisinin acımasızca zayıflamasına neden olmuştur. Bununla beraber toplum içinde statülerini kaybetmiş, dışlanmış, zihinsel engellilerin, yaşlıların ve psikolojik sorunlu hastaların artmasıyla birlikte sağlığı koruma ve iyileştirme yönünde tasarlanmış bahçelerin önemi tekrar gündeme gelmiştir.

Gereç ve Yöntem Bu çalışmada; rehabilitasyon merkezlerinde tedavi edilen zihinsel ve fiziksel özürlü çocukların, huzurevlerinde kalan yaşlıların ve hastanelerde tedavi gören hastaların psikolojik ve fiziksel sağlıkları ile sosyal yaşantıları üzerine sağlık bahçelerinin olumlu etkileri ve bu etkilerin oluşmasındaki tasarım ilkelerinin belirlenmesini konu alan araştırmalar incelenmiş ve bu araştırmaların sonuçları ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Bulgular Bahçenin tıp bilimine katkısını inceleyen bilim adamları, bahçede yapılan açık, anlamlı ve zevk verici işlerin, sağlığı olumlu yönde etkilediğini ortaya koymuştur. Hastaların bu ortamlarda isteyerek bulunması, aktif veya pasif aktivitelere katılması hastaların sağlıklarını olumlu yönde etkilemektedir. Zihinsel ve fiziksel özürlü çocukların tedavi amacıyla bulundukları rehabilitasyon merkezlerinin dış mekan alanlarının buradaki çocukların rehabilitasyonuna katkıda bulunacak biçimde düzenlenmesi gerekmektedir. Hasta olan çocuklar, bulundukları hastanelerin bahçelerinde oynarken ve dinlenirken bahçenin iyileştirici etkisini görmekte, kendilerini psikolojik yönden huzurlu ve düzenlenmiş hissetmektedirler. Hastanedeki terapi bahçesinde aktif ve pasif oyunlara katılarak, psikolojileri pozitif yönde etkilenmektedir. Çocuklar daha paylaşımcı, daha sakin olmakta, görevlilere ve bakıcılarına karşı daha itaatkar yaklaşmaktadırlar. Bu çocuklar bahçede sürekli değişik şeyler keşfedip bulduklarından dolayı canları sıkılmamakta, daha neşeli ve paylaşımcı olmaktadırlar.

Page 450: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

399

Son zamanlarda yapılan çalışmalar sonucunda, sağlık bahçelerinin ve bu bahçelerde yapılan çeşitli aktivitelerin yaşlıların hayatlarına pozitif etkiler kattığı bulunmuştur. Yaşlılık sürecinde sağlık bahçeleri, yaşam ve ölüm hakkında yaşanan stresi aza indirmeye katkıda bulunmaktadır. Sağlık bahçeleri, yaşlı bireylere sadece sosyalleşme fırsatları vermemekte, aynı zamanda geniş alanda aktivite imkanı (çim biçme, bahçecilik, çelik dikme vs.) sağlamakta, ayrıca önceki ev hayatlarının hatırlanması ve uyarılmasına da imkan vermektedir. Bu tip bahçelerin tasarımları yapılırken; fiziksel ulaşılabilirlik ön planda tutulmalı, bahçenin gözlenebilirliği ve güvenliği yüksek olmalı, zemin kaplamaları doğru seçilmeli, yürüme yollarında süreklilik sağlanmalı, odak noktaları oluşturulmalı, uyarı ve yön tabelalarına yer verilmeli, doğru bir plantasyon çalışması yapılmalı, her çeşit isteğe cevap verecek farklı karakterde alanlar tasarlanmalıdır. Sonuç Batı ülkelerinde ‘’sağlık bahçelerine’’ verilen önem hızla büyümesine rağmen, Türkiye’de henüz yeterli seviyeye ulaşamamıştır. Türkiye’de bu konuyla ilgili yeterince araştırma yapılıp kamu kurum ve kuruluşlarıyla özel sektörün bilinçlendirilememesi, ayrıca yaşanan mali sıkıntılar bu ilgisizliğin temelini oluşturmaktadır. Oysa sağlık bahçelerinin, daha sağlıklı bireyler yetiştirmek konusunda bir ülke için ne kadar değerli olduğu her geçen gün anlaşılmaktadır. Sağlık bahçelerinin tasarlanmasında, peyzaj mimarı, mimar, terapist, psikolog gibi profesyonel disiplinlerin işbirliği içinde olması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Healing garden, horticultural theraphy, outdoor space

Page 451: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

400

0067 / P54.

Türkiye’de Hasta Bakım Ünitesi Planlamasının Kentsel Çevre Bağlamında İrdelenmesi TOKAY Semra T. C. Maltepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Doğduğumuz ve öldüğümüz yer olarak da tanımlanan hastaneler, kentlerde sağlık hizmetlerinin sunumunda önemli bir yer tutan kurumlardır. Özellikle son yıllarda tıp bilimleri ve teknoloji alanlarındaki gelişmeler, hastanelerin insan hayatının her döneminde sadece tedavi amacıyla değil, sağlıklı yaşamak için de hayatımızın vazgeçilmezi haline gelmesine neden olmuştur. Hastanelerde, hastaların hastalıklarının çeşitli evrelerinde kullandıkları hasta bakım ünitesi, hastane tasarımlarında önemli bir yer tutmaktadır. Ancak sağlık hizmetlerinin, sağlıklı ve konforlu mekanlarda daha iyi verilebilmesi nedeniyle, hastaların tedavisi ve normal hayata hazırlanmaları aşamasında kaldıkları hasta bakım ünitelerinin tasarımı, hem hastanın daha kısa sürede iyileşebilmesi, hem de sağlık personelinin bu hizmeti daha iyi sunabilmesinde önemli rol oynamaktadır. Tıbbi donatının yanı sıra, bu mekanın kullanıcı açısından daha sağlıklı ve konforlu olabilmesi için çevre verileri doğrultusunda tasarlanması gerekmektedir. Hasta bakım ünitesinin tasarım aşamasında sağlık personeli, tıbbi ve kişisel konfor donatıları da yönlendirici olmaktadır. Geçmişte hasta koğuşları şeklinde olan, günümüzde ise içinde hasta için gerekli olan tüm donatıları içeren tek kişilik odaların oluşturduğu farklı plan tiplerindeki hasta bakım ünitesi tasarımı, hem her mimari tasarımda olduğu gibi kentsel çevre verileri hem de sağlık hizmetlerinin sunumu doğrultusunda biçimlenir. Bu nedenle mevcut hasta bakım ünitesi örneklerinin incelenmesi, yeni yapılacak olan hastaneler için veri oluşturacaktır. Bu çalışmada; Türkiye’de ve gelişmiş ülkelerde uygulanmış olan, hasta bakım ünitesi planları, sağlık hizmetlerinin sunumu ve kentsel çevreye olan etkileri bağlamında değerlendirilerek belirli bir tipolojik düzen içinde irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Kentsel Çevre–Hasta Bakım Ünitesi–Sağlık Hizmeti Sunumu

Page 452: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

401

0094 / P55.

Osmanlı Kenti Edirne'de Osmanlı'dan Günümüze Kaybolan Sağlık Kurumları CENKER Mehmet Emin Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuarı Edirne Osmanlı Türkiye'sinde Edirne'de sosyal hayatın sürdürülebilmesinde halkın devletin üzerinden büyük bir yükü kaldırmış olduğu görülmektedir. Her ne kadar Osmanlı Devletinin hüküm sürdüğü dönemde, dünyada devletin sağladığı güvence denilince sınır güvenliğinin sağlanması anlaşılmıştır. Devlet’te bunu yapabildiği oranda başarılı kabul edilmiştir. Halkın genellikle ulema ve ümeranın kurduğu vakıflar olarak kabul ettiğimiz hastaneler imaretler ve hamamlar ile halka hizmet verilmeye çalışılmıştır. Bugün insan hakları denilince ilk akla gelen yaşama hürriyeti ki buna bağlı olarak beslenme temizlik ve tedavi ihtiyaçlarının karşılanmaya çalışılmıştır. Bu kurumlar devlet sınırlarını koruduğu ve içeride adaleti sağladığı müddetçe hizmetlerine devam edebilmişlerdir. Ülkemiz zaman zaman işgal edilmeye başladığında maalesef Edirne'de bundan nasibini almıştır. Bunun sonucu bu sağlık kurumlarının özellikle fiziki mekanları tahrip edilmiştir. Bu çalışmada bunların tarihsel süreçte kentin sosyoekonomik hayatına olan katkılarına da değinilecektir. Sağlık ve sosyal yardım kurumları bütün Osmanlı sosyal hayatında olduğu gibi Edirne'de de önemli bir yere sahiptir Bu eski Osmanlı kentinde cüzzam sanayi kışlası redif dairesi Edirne merkez Karaağaç asker ve belediye hastaneleri gibi zamanının tam teşekküllü donanımlı sağlık kurumları ile halkın sağlık ihtiyaçları giderilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda bir garnizon kenti ve eyalet merkezi olan Edirne'de bu sağlık kurumları o günlerin karışık balkan coğrafyasındaki birçok kentin halklarınında sağlık sorunlarının çözümünde ve tedavilerinde bir çare ve umut kapısı olmuş ve dertlerine derman bulmuştur. Bu vesile ile bu kurumları kuranları ve hizmet edenleri de saygı ile anma fırsatını bulmuş bulunmaktayız. Biz bu çalışmamızda yüzyıl öncesinin balkanlarında ve dolayısıyla EDİRNE’de o günkü sağlık kurumlarıyla günümüz EDİRNE’ sindeki modern sağlık kurumlarını karşılaştırarak o günün koşullarında yetersiz imkanlarla bugün yapılmak istenen aile hekimliği müessesesini çok daha başarılı bir uygulamasını olduğunu ve sağlık hizmetlerini çok daha geniş kitlelere az zahmetle ulaştırabilirliğini göstererek bugün çok daha modern tıbbi kuruluşların halka ulaştırılmasında esin kaynağı olacağı düşüncesiyle bu çalışmada yüzyıl öncesinin EDİRNE’ sindeki tıbbi kurumları ve onların halka sağlık hizmeti sunumunda uyguladıkları metotların günümüz modern tıp müesseselerine günümüz anlayışıyla uyarlanmasını hedeflemekteyiz, dolayısıyla bu kurumların tarihsel süreçteki yaşamsal ve fiziksel mekansal orijinlerini daha yakından tanıtmayı hedeflemekteyiz amacımız bu çalışması günümüz halk sağlığı arayışlarına bir nebzede olsa fikir vermesi ve uygulanabilirliğini bulunmasını göstermesidir. Anahtar Kelimeler: Hastane Sağlık Güvence Tedavi Osmanlı

Page 453: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

402

0119 / P56.

Büyükşehir Belediyeleri, Sağlık ve Hastane Hizmetleri GÜVEN Kudret*, GÜVEN Hülya**

* İzmir Büyükşehir Belediyesi ** İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. Maddesi Büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumluluklarını belirler; birinci fıkrasının (v) bendi aynen şöyledir:“Sağlık merkezleri, hastaneler, gezici sağlık üniteleri ile yetişkinler, yaşlılar, engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik her türlü sosyal ve kültürel hizmetleri yürütmek, geliştirmek ve bu amaçla sosyal tesisler kurmak, meslek ve beceri kazandırma kursları açmak, işletmek veya işlettirmek, bu hizmetleri yürütürken üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri, kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapmak.” Bu maddeden görüleceği gibi Büyükşehir Belediyelerine; yalnızca sağlıklı ulaşım, sağlıklı su, sağlıklı konut, sağlıklı çevre ile sınırlı olmayan, kentlilerin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmaları için görevler ve olanaklar verilmiştir. Bunlardan biri de Büyükşehir Belediyelerine hemşehrilerine sağlık hizmeti sunarken, aynı zamanda hastane kurma ve işletme olanağıdır. Fakat “Döner Sermaye İşletmesi” kurma hakkı verilmemektedir. Türkiye’de Sağlık Bakanlığına ait 829, üniversitelere ait 52, Büyükşehir Belediyeleri’ne ait 2 hastane vardır. Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde 209 sayılı yasaya göre, üniversitelerde 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 58. Maddesine göre “Döner Sermaye İşletmesi” kurulabilmektedir. Bu durumda, belediye hastanelerinde çalışanlar yönünden eşitsizlik ve ülkemizde yataklı tedavi kurumlarının işletilmesindeki politikalarda bir çelişki vardır. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yüz yıllık bir geçmişe sahip Eşrefpaşa Hastanesi “Döner Sermaye İşletmesi” olmaksızın çalıştırılan iki hastaneden biridir. Bu bakımdan İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yerel Yönetimlerin, Yataklı Tedavi Kurumu işletmedeki sorunlarına ve çözümlerine vakıf olduğu gibi il’in sağlık sorunlarına da katkılarının neler olduğunun ve olabileceğinin de bilgi ve deneyimine sahiptir. Özelikle de “Döner sermaye işletmesi” olmayan bir hastanenin verimli işletilmesindeki sorunlar başta gelmektedir. Her şeye rağmen İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa hastanesi, yasada tanımlandığı şekilde görevlerini yerine getirmektedir. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan ailelerin de güvencesi olmuştur; 2005 yılı içinde 4500 yeni aile kayda alınmış, yıl içinde 22560 kişi tedavi edilmiştir. Yine İlköğretim okullarında tüm öğrencilerde sağlık taraması ve aileleriyle birlikte parazit tedavisi yapılmıştır. 10 bin öğrenciyi kapsayan “Hepatit B” taraması yapılmış ve ailelere gerekli eğitimler de verilmiştir. Ayrıca kadın sağlığına yönelik çeşitli eğitim ve taramalar yapılmıştır.Büyükşehir Belediyelerinin sağlık hizmeti verme görevinin, hastanelerinde “Döner Sermaye İşletmesi” kurabilme olanağıyla desteklenmesi halinde daha verimli ve etkin olmalarının sağlanacağı şüphesizdir. Anahtar Kelimeler: Büyükşehir Belediyesi, Döner Sermaye, Sağlık Hizmeti

Page 454: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

403

0005 / P57.

Hippokratın Sağlık, Etik, Estetik ve Ekserji Bağlamında Kent Planına Yaklaşımı SEVİMLİ Şükran, SEVİMLİ M. Zeki Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Amaç Kent konumu ve planının sağlık açısından önemini tıbbın babası Hipokrates'in yaklaşımı çerçevesinde aktarmak. Yöntem-Gereçler Arkeolojik bulgular biyoloji, çevre, mimari, antropoloji çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bulgular Arkeolojik bulgular. Sonuçlar Hipokrates'in kentin sağlık, etik, estetik ve ekserji bağlamında değerlendirilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Hipokrat, sağlık, etik, estetik, ekserji

Page 455: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

404

0103 / P59.

Rekabet Ortamında Kentsel Sağlık Tesislerinin Mekanda Yeniden Biçimlenmesi; Kayseri Örneği ÇABUK Suat*, DEMİR Kemal **, ONSEKİZ Dilşen***, ŞİMŞEK Sultan**** * Erciyes Üniversitesi Mim. Fak., Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 38039, Kayseri ** Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, 38039, Kayseri *** Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fak., Şehir ve Bölge Plan. Böl., 38039, Kayseri **** Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, 38039, Kayseri Özet Kentsel hizmetlerin sunumunda giderek genişleyen rekabet ortamı nedeniyle, dünyanın birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkesinde hizmetlerin özelleştiği veya özelleştirildiği bir süreç yaşanmaktadır. Türkiye’nin metropoliten alanlarında, teknik altyapıya ilişkin kentsel hizmetlerin sunumu yanında, sosyal hizmetlerin sunumunda da özel ve sivil toplum kuruluşlarının payı giderek artmaktadır. 1997 yılında Türkiye genelinde 90 ve Kayseri metropoliten alanında 2 olan yataklı özel hastane sayısı, 2006 yılı Mart ayı itibariyle Türkiye genelinde 295’e ve Kayseri’de ise 7’ye ulaşmıştır. 1980 sonrasında başlayan bu değişim ortamında, rekabet içinde sayıları hızla artan sağlık tesislerinin, kentsel mekanda “yeni kent planlama yaklaşımları” çerçevesinde yeniden ele alınmaları gerekmektedir. Bu çalışmada özetle, 2006 Mart ayında gerçekleştirilen araştırmanın bulguları ışığında Kayseri metropoliten alanında, değişen toplumsal, ekonomik ve teknolojik yapıya bağlı olarak rekabet şartlarında kentsel sağlık tesislerinin mekanda yeniden biçimlenmesi ele alınmaktadır.

Giriş 1970 sonrasında dünyada, 1980 sonrasında ise Türkiye’de yeni bir değişim dönemine girilmiştir. Bu yeni süreçte ekonomik, sosyal, teknik ve politik alanlarda yeni olgular ortaya çıkarmaya başlamıştır. Sağlık, yeni olguların ortaya çıktığı, hızlı değişimlerin yaşandığı alanların başında gelmektedir. Fransız devriminden beri sağlık hizmetlerinin sunumunda “eşitlik, adalet ve etkinlik” ilkeleri esas alınırken, günümüzde bu ilkelerin yerini “hizmetin sunumundan elde edilen gelirin maksimize edilmesi ve rekabet” almıştır. Buna bağlı olarak sağlık hizmetlerinin sunumunda özel kesimin ve sivil toplum kuruluşlarının önemi zaman içerisinde artmıştır. Farklı yapısal özelliklere sahip kamu kesimi giderek özel kesim ve sivil toplum kuruluşları ile sağlık hizmetlerinin sunumunda (pahalı hizmetlerde dahil) rekabet ortamına çekilmiştir. Sağlıkta rekabet, bir yandan sermayenin yeniden üretilmesi imkanını ve teknolojik yenileşmeyi meydana getirirken, diğer yandan hizmet sunumunda adalet ve eşitlik ilkeleri göz ardı edilmeye başlamıştır. Nitekim sağlık ve eğitim gibi sosyal hizmetlerde rekabet yaklaşım halkçı bir yaklaşım değildir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, toplumun büyük bir

Page 456: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

405

çoğunluğunu teşkil eden yoksul kesimler, sağlıktaki rekabet şartlarından olumsuz etkilenmektedir. Sağlıkta rekabet şartlarının olumsuz etkilediği konularından biri de sağlık tesisleri ve bunların planlanmasıdır. Yaklaşık iki yüzyıllık tarihi geçmişi olan şehir ve bölge planlamanın gelenekselleşmiş olan yaklaşımı uyarınca, sağlık tesislerinin yeri ve sayısı kullanıcı sayısına göre belirlenmektedir. Kent ya da bölge planında seçilmiş olan alanlara, farklı kademelerde (birinci kademe, ikinci kademe vb.) sağlık tesisleri (sağlık evi, sağlık ocağı, sağlık merkezi, hastane vb.) genellikle kamu eliyle yapılmıştır. Bu tesislerden, toplumun tüm kesimlerinin cinsiyet, ırk, din, mezhep, yaş, gelir, meslek vb. farklılıkları gözetilmeden yararlanmaları sağlanmıştır. Buna karşın günümüzün rekabet ortamında kentsel sağlık tesislerinin mekansal biçimlendirilmesinde hangi ilkelerin dikkate alınması gerektiği, kentsel sağlık tesislerinin yer seçiminde ne gibi değişimlerin yaşandığı gibi konularda belirsizlikler yaşanmaktadır. Gereç ve Yöntem Bu çalışmada, ilk olarak 1970 sonrasında dünyada, 1980 sonrasında ise Türkiye’de yaşanan değişim olgusu ve bu değişimin sağlık hizmetlerinin sunumuna olan etkileri ele alınmakta, daha sonra yeni dönemin temel kavramlarından biri haline gelen rekabet ve rekabet ortamında sağlık hizmeti sunumu konusu incelenmekte, son olarak Kayseri metropoliten alanında rekabete dayalı sağlık hizmeti sunumu ve mekansal planlamasında sağlık tesislerinin yeniden biçimlenmesi irdelenmektedir. Çalışma neden-sonuç ilişkisini belirlemeye yönelik niteliksel araştırma yöntemine dayanmakla birlikte, Kayseri metropoliten alanında sağlık tesislerinin sayısal özellikleriyle kurulan ilişkisi açısından da niceliksel yöntemlerle desteklenmektedir. Bu kapsamda, 2006 yılı Mart ayında Kayseri metropoliten alanında bulanan özel sağlık tesislerinin sağlık hizmeti özellikleri (kuruluş yılı, sahibi, uzmanlık alanı / alanları, personel durumu, teknolojik düzeyi, uluslararası sağlık kuruluşlarıyla ilişkileri, sorunları vb.) ve mekansal özellikleri (kurulduğu alan, parsel alanı büyüklüğü, kapalı alan büyüklüğü, kat adedi, imar planıyla olan ilişkisi, bina proje tipi, bina yapım malzemesi vb.) konularında araştırma gerçekleştirilmiştir. Sonuçlar ve Tartışma Bildiri sonuç olarak, 2006 yılı Mart ayında gerçekleştirilen araştırmanın bulgularından (kuruluş yılı, sahibi, uzmanlık alanı / alanları, personel durumu, teknolojik düzeyi, uluslararası sağlık kuruluşlarıyla ilişkileri, sorunları, kurulduğu alan, parsel alanı büyüklüğü, kapalı alan büyüklüğü, kat adedi, imar planıyla olan ilişkisi, bina proje tipi, bina yapım malzemesi vb.) yola çıkılarak, sağlığın her kademesinde yaşanan değişimin geleneksel kent planlama üzerindeki etkileri tartışılmakta ve bu tartışmalar ışığında, Kayseri metropoliten alanında sağlık tesislerinin yeni döneme özgü mekansal biçimlenme alternatifleri ortaya konulmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Rekabet, Neoliberalizm, Kayseri Metropoliten Alanı, Kentsel Sağlık Tesisleri Planlaması

Page 457: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

406

0125 / P60.

Türkiye'de Kentlerde Sağlık Örgütlenmesi Üzerine Yapılmış Çalışmalar

GİRAY Hatice* , KILIÇ Bülent Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Giriş

“Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun”unun oluşturulmasındaki temel gerekçe halkın %80’inin köylerde yaşaması ve bu alana yeterli bir sağlık hizmeti götürülememesidir. Aradan geçen 45 yıl içersinde Türkiye’de hızlı bir kentleşme süreci yaşanmıştır. Bu nedenle özellikle son 15 yıldır kentlerde sağlık örgütlenmesine ilişkin yapılan çalışmalar artmıştır. Bu çalışmanın amacı Türkiye’de kentlerde sağlık örgütlenmesi modeli oluşturmaya ilişkin olarak 1990-2006 yılları arasında yapılan çalışmaların derlenmesidir. Gereç ve Yöntem Türkiye’de kentlerde sağlık örgütlenmesine ilişkin somut öneriler getiren ve 1990-2006 Mart tarihleri arasında yapılan yayınlanmış/yayınlanmamış çalışmalar araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmaya derleme makaleler, bildiriler, tezler ve grup çalışması (work shop) raporları alınmıştır. Konuyla ilgili kitaplar, Sağlık Bakanlığı’nın yayımlanmış önerileri (grup çalışmaları ve mevzuat dahil) hariç tutulmuştur. Çalışmalar “sağlık örgütlenmesi”, “kent”, “sağlık hizmeti” anahtar sözcükleri kullanılarak ULAKBİM, Pub-Med, halksagligi.org ve Yüksek Öğrenim Kurumu tez veri tabanından taranmıştır. Ayrıca Toplum ve Hekim, Sağlık ve Toplum, Sağlıkta Sınıf Tavrı, Turkish Journal of Public Health dergilerinden, tüm Halk Sağlığı Kongreleri, Günleri ve sempozyumlarının bildiri özetlerinden ve TTB yayınlarından konu ile ilgili çalışmalar taranmıştır. Sonuçlar Yapılan literatür taramasında bir bildiri, dört makale, yedi grup çalışması raporu olmak üzere toplam 12 çalışmaya ulaşılmıştır. İki çalışma dışında tüm çalışmalar kentlerde birinci basamak sağlık hizmetlerine ilişkin bir örgütlenme modeli önermektedir. Makalelerden biri uluslar arası üçü ulusal dergilerde yayınlanmıştır. Grup çalışmalarının 3’ü TTB Halk Sağlığı Kolu, 3’ü Tabip Odaları Halk Sağlığı Komisyonları/Büroları, 1’i Ulusal Halk Sağlığı Kongresi tarafından gerçekleştirilmiştir. İncelenen 12 çalışmanın temel özellikleri şöyledir:

• Çalışmalarda hizmetin öne çıkan temel özellikleri ücretsiz, kapsayıcı, nüfusa dayalı, basamaklandırılmış ve ekip hizmeti ile yürütülmesi olarak belirlenmiştir.

• Çalışmalarda temel birim sağlık ocaklarıdır. Sağlık ocağı başına düşen nüfus dört çalışmada 3000-5000, bir çalışmada 5000-10.000 olarak belirtilmiştir.

• İki çalışmada kent içinde sağlık gereksinimleri birbirinden farklı olan kent merkezi, gecekondu ve sanayi sitesi periferi olarak üç bölge belirlenmiştir. Bu bölgelerdeki sağlık ocaklarının verdiği hizmet ve ekipleri birbirinden farklı yapılandırılmıştır.

Page 458: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

407

Evde izlem öneren çalışmalardan birisinde izlem saatlerinin saat 20.00’a kadar sürmesi planlanmıştır.

• Beş çalışmada 2-5 sağlık ocağının fiziki olarak bir arada bulunması işlevini yerine getiren “Sağlık merkezi” ya da “Merkez Sağlık Birimi” önerilmiştir. Bu birimler içinde sağlık ocaklarının kendi ekipleri ve kendi nüfusları olacak ancak birimde diş hekimi, çevre sağlığı ve laboratuar teknisyeni, sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen, şoför, hizmetli gibi ortak çalışanları ve ortak laboratuar, röntgen araçları bulunacaktır.

• Çalışmalarda tam süreli çalışma koşulu getirilmektedir. İki çalışmada 16 saat iki vardiyalı çalışma kurgulanmaktadır. İki çalışmada sağlık çalışanlarının lisans eğitimlerine, üç çalışmada vergilerle finansmana, iki çalışmada sözleşmeli çalışmaya, üç çalışmada personelin atandığı yerde en az iki yıl çalışması gerekliliğine değinilmiştir.

• Bir çalışmada semt polikliniği önerisi bulunmaktadır. • 5-6 sağlık merkezini kapsayacak şekilde Sağlık Grup Başkanlığı düzeyinde üst

birimler oluşturulmuştur. İl düzeyinde en üst kurum il sağlık müdürlükleridir. • 2-4 Sağlık Grup Başkanlığı bölgesine hizmet veren devlet hastaneleri dışında

üçüncü basamak olarak üniversite hastaneleri önerilmektedir. Yorumlar Türkiye’de kentlere yönelik olarak son 15 yıl içersinde gerçekleştirilen hizmet sunum modeli çalışmalarının sayısal olarak oldukça yetersiz olduğu saptanmıştır. Ayrıca bu önerilerin çoğunlukla kapsamlı olmadığı, örneğin teknoloji, ilaç, insan gücü planlama, finansman vb konuların ya yetersiz düzeyde ele alındığı veya hiç ele alınmadığı görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: kent, sağlık örgütlenmesi, sağlık hizmeti

Page 459: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

408

0171 / P61.

Konya'da Belediye Sağlık Birimleri (Internet Üzerinden Bir Değerlendirme) ZENGİN Nazmi, SARI Oktay, KARA Fatih Toplum Sağlığı Araştırma Ve Geliştirme Merkezi Çağımızda internet ortamı sağlık kurum ve kuruluşlarının halka ulaşması, tanıtımı, iletişim kurması ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirmesi açısından çok önemli bir duruma gelmiştir. Bu gerçekten yola çıkarak, kent sağlığı açısından çok önemli işlevleri olduğunu düşündüğümüz belediye sağlık birimlerinin durumları ve etkinlikleri hakkında Konya ili merkezi ilçe belediyelerinin internet sayfaları üzerinden bir değerlendirme yaptık. Değerlendirmeye aldığımız belediyelerin www.konya.bel.tr, www.selcuklu.bel.tr, www. meram.bel.tr ve www. karatay.bel.tr adreslerindeki sitelerine ulaşarak öncelikle sağlık birimlerine ait bir web sayfasının bulunup bulunmadığı belirlendi. Böyle bir web sayfası varsa belediyenin ana sayfasından bu sayfaya erişimin kolay olup olmadığı, sayfanın müdürlüğün yapılanması, personel durumu, verdiği hizmetler ve sağlık hakkında eğitici bilgiler içerip içermediği değerlendirildi. Konya Büyükşehir Belediyesi'nde Sağlık ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı (SSİDB)'na bağlı bir Sağlık Şube Müdürlüğü bulunduğu ancak web sayfası olmadığı saptandı. Bu müdürlükle ilgili bilgiye sadece SSİDB'nın 2005 yılı faaliyet raporu içinde rastlandı. Selçuklu Belediyesi web sitesi ana sayfasında yer alan menüde müdürlükler başlığına rastalanmadı. Sağlık işleri müdürlüğüne ait bilgilere "faaliyet raporları" başlığı ulaşıldı. Burada personel durumu ve verilen hizmetlere ilişkin kısa bir bilgi bulunduğu görüldü. Meram Belediyesi web sitesinde sağlık birimleriyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmadı. Karatay Belediyesi web sitesinde ana sayfasında bulunan "birimler" linki aracığıyla müdürlüklere, oradan da sağlık işleri müdürlüğü sayfasına ulaşıldı. Karatay Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü web sayfasında müdürlüğün yapılanması, personel durumu ve verdiği hizmetler konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşıldı, ancak sağlıkla ilgili eğitici bilgilerin yer almadığı saptandı. Bulgularımız Konya il merkezindeki belediyelerin web sayfalarında sağlık işleriyle ilgili birimlerin çok sınırlı bir oranda yer aldıklarını, hatta Meram Belediyesi örneğinde olduğu gibi bazen hiç yer almadıklarını, var olan bilgilere ulaşmanın ise oldukça zor olduğunu göstermektedir. Belediyelerin bu birimler aracılığıyla gerçekleştirebilecekleri rutin hizmetler yanı sıra sağlıklı bir şehir oluşturma görevleri olduğu da göz önüne alındığında oldukça dramatik bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Örnek alınmasını düşündüğümüz Ankara, İzmir gibi büyükşehir belediyelerinin sağlık birimlerinin örgütlenmesi dikkate alındığında Konya Büyükşehir Belediyesi’nin sağlık birimleri yapılanmasının son derece yetersiz olduğu görülmektedir. Karatay Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü’nün sayfası bu açıdan istisna oluşturmaktadır.

Çalışmamızın başlığında ve yöntemimizin açıklanmasında belirttiğimiz üzere bu değerlendirme internet üzerinde belediyelerin web sayfalarının incelenmesine dayandığı için gerçek durumu tam olarak yansıtmayabilir. Ancak belediyelerin halka ulaşma, tanıtım,

Page 460: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

409

iletişim kurma ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirme açısından oldukça yaralı bir araç olan web sayfalarını gözden geçirmelerinin daha sağlıklı bir kent ve daha sağlıklı bir toplum hedefıne ulaşmaları için gerekli olduğu ortadadır. Anahtar Kelimeler: belediye, sağlık birimi, internet

Page 461: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

410

D4 Spor ve Oyun Alanları 0046 / P20.

Spor Alanlarında Zemin Özelliklerinin Sporcu Sağlığı Üzerine Etkileri BULUT Yahya , DEMİR Metin Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum Giriş Hızla gelişen teknoloji, insan gücüne duyulan gereksinmeyi giderek azaltmış ve bunun sonucu olarak insan, iş ve sosyal çevreden gelen baskılar, stresler dolaşım ve solunum sistemi hastalıklar, özellikle gelişmiş ülkelerde başta gelen ölüm nedenleri arasına yer almaktadır. Spor, insanın karşılaştığı bu tehlikeye karşı uygun ortamlar sağlayarak sağlıklı yaşam biçimiyle koruyucu tıbba yardımcı olmaktadır. Günümüz endüstri toplumlarında, spor alanları toplumsal gelişim düzeyine uyarak sayıları ve çeşitleri artmış ve kendi başına çok büyük ve karmaşık bir endüstri haline gelmiştir. Gelişen bu endüstriye paralel olarak spor zeminleri de sistematik düzen içinde ele alınıp, sporcu sağlığı, güvenliği ve performansı için en uygun şekilde tasarlanmalıdır.

Gereç ve Yöntem Çalışmada spor zeminleri, doğal (çim, kiremit tozu) ve doğal olamayan (sentetik halı, akrilik, epdm, pvc, asfalt, beton) zeminler olmak üzere iki ana başlıkta incelenmiştir. Çalışmada bu iki guruptaki zeminlerin uygulama aşamaları ortaya konulup, sert ve esnek spor zeminlerin, sağlık, performans ve yaralanma üzerine etkilerini konu alan araştırmalar ve sonuçları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bulgular Her bir adım, atlama, koşma v.b gibi fiziksel faaliyetler sırasında sporcular bir enerji harcarlar. Harcanan bu enerjinin bir kısmını, yüzeyden geri aldıkları oranda performansları artmaktadır. Bu çalışmada incelenen, doğal (çim, kiremit tozu) ve doğal olamayan (sentetik halı, akrilik, epdm, pvc, asfalt, beton) spor yüzeyleri arasında yaralanma bakımından esnek malzeme kullanılan yüzeyler ne kadar yumuşak olursa, yüzeyin deformasyonu o oranda artmakta ve zeminden alınan enerji dönüşü azaldığından bu yüzeyler çok daha yorucu olmaktadır. Performans bakımından incelendiğinde ise sert zeminlerde enerji geri dönüşü fazla olduğundan sporcu performansı artmakta ancak ayak ve bacak yaralanmaları esnek yüzeylere göre daha fazla olduğu sonucuna varılmıştır.

Page 462: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

411

Sonuç Spor yüzeyleri performans ve güvenlik gereksinimleri bakımından spor ekipmanların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu yüzeylerin uygun şekilde tasarlanıp uygulanması, yaralanma olaylarının azalmasında ve sporcu performansının artmasında oldukça önemlidir. Sağlıklı bir toplum için spor alanlarındaki teknolojik değişmeleri yerel yönetimler ve spor yöneticileri titizlikle takip edip insan ergonomisi için en elverişli spor yüzeylerini uygulamaya geçirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Spor zemini, yaralanma, performans

Page 463: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

412

D5 Ulaşım 0001 / P66.

Otomobilin Ekolojisi ya da Kent-Otomobil İlişkisi Üzerine Alternatif Bir Bakış KARTAL Mehmet Nilüfer Yerel Gündem 21, Genel Sekreterliği, Bursa James WATT’ın buhar makinasını bulmasıyla birlikte, insanoğlunun yaşamı köklü bir biçimde değişime uğramıştır. Buhar makinası, öncelikle tarımda çalışan ve toprakla birlikte alınıp satılan nüfusun kentlerde ortaya çıkan gereksinime bağlı olarak yoğun biçimde mülksüzleşmesine ve kente göçüne yol açmıştır. Her ne kadar Avrupa kenti, Rönesans’ın bir eseri olarak görülse de esas itibariyle belirleyici olan süreç üretim araçlarının mülkiyetinde ve üretim tarzının yeniden örgütlenişindeki değişikliğe bağlı olarak şekillenmiştir. Bugün kullandığımız anlam da makinanın icadı ise üretim tarzının ve üretim araçlarının mülkiyetinin farklılaşmasına yol açmıştır. 150 yıllık tarihinde modern çağın sanayisinin gelişimi, kentleşmeyi ve kentli olma kültürünü belirlediği gibi kentlerin mekansal olarak değişimine de yol açmıştır. Bu değişim tüm sonuçlarıyla birlikte ele alındığında gerek “ileri-gelişmiş” olarak tanımlanan batı kentleri olsun ve gerekse “geri kalmış-gelişmekte olan” olarak tanımlanan diğer kentler olsun temelde insanların gereksinimlerine göre şekillenmemiştir. Kentleri ve kentleşmeyi belirleyen makinalar ve onların kolay işleyişinin izleri olmuştur. Mekanların tasarımını belirleyende aynı biçimde makinaların ve özellikle endüstri çağında otomobilin varlığı ve yaygınlaşması olmuştur. İlk montaj hattının oluşturulmasından, otomobilin “dünyayı değiştiren makina”haline dönüşmesine dek geçen süreçte ortaya çıkan tüm oluşumlarda kentlerin geleceğinden, imar planlarının ortaya konuluşuna kadar temel yönelimlerin belirleyici değişkeni otomobil olmuştur. Yaşadığımız kentlerin, mekansal tasarımları insanı temel almayan planlamalarla yapılmış, kentlerdeki yollar, geçitler, araçların kullanımına ilişkin ergonomik tasarımlar bile araçların üretimine ve önceliğine bağlı gerçekleşmiştir. Ülkemizde henüz gelişmemiş olan ancak batı ülkelerinde uzun yıllardır tartışılan yaya hakları ve otomobil kullanımının sınırlanması projeleri çerçevesinde, kutsal bir ritüel haline getirilen araç sahibi olma, araç kullanma-iktidar ilişkisi vb. İlişkilerin sorgulanması zamanının gelip geçmekte olduğunu göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Otomobilin ekolojisi, araçsız kent, dünyayı değiştiren makine, insan merkezli tasarım

Page 464: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

413

0194 / P68.

Konya’daki Yaya Üst ve Alt Geçitlerinin Bedensel Engelliler İçin Uygunluk Durumu SARI Oktay, KARA Fatih, ZENGİN Nazmi Toplum Sağlığı Araştırma Ve Geliştirme Merkezi Amaç Bu çalışmada Konya şehir merkezinde bulunan yaya üst ve alt geçitlerinin, bedensel engellilerin geçişine uygun olup olmadığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Yöntem Konya şehir merkezinde 5 yaya üst geçidi ile 1 yaya alt geçidi bulunmaktadır. Hepsi de Selçuklu ilçesi sınırları içerisindedir. Yaya geçitlerinin basamaklarının genişlik, uzunluk ve dik yüzünün uzunluğu ölçüldü. Bulgular Yaya geçitlerinden ölçülen değerler aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Üst ve alt geçitlerin hiçbirinde bedensel engellilerin geçmesi için asansör bulunmamaktadır. Geçidin adı-Basamak genişliği (cm)-Basamak uzunluğu (cm)-Basamak dik yüzünün uzunluğu (cm) Aydınlıkevler Gazeteci Orhan Samur Üst Geçidi-271-29-19 Sanayi Üst Geçidi-285-32-16 Eski Otogar Üst Geçidi-122-30-18 Doğumevi Üst Geçidi-132-30-17 Kerkük Caddesi Üst Geçidi-150-27-16 Yeraltı Çarşısı Alt Geçidi-252-30-18 Sonuç Şehir yapılanmasında bedensel engellilerin düşünülmemesi, sağlıklı şehirlerin oluşumunun önünde bir engeldir. Şehirleşmede ‘hak’ kavramı yeni yeni oluşmaktadır. Şehir imkânlarından engellilerin de yararlanma hakkı henüz belediyeler tarafından özümsenmemiştir. Konya’da son birkaç yılda yapılan kaldırımlarda, özellikle Nalçacı caddesi ve Hastane caddesinde, bedensel engellilerin çıkabileceği standartlar yakalanmaya çalışılmıştır. Fakat şehir geneli göz önüne alındığında kat edilecek mesafenin çok fazla olduğu gözlenmektedir. Yaya üst ve alt geçitlerinde asansörün bulunması engelliler için bir ihtiyaçtır. Asansör kullanımının suiistimal edilmemesi için engellilere verilecek bir kart ile sorun çözümlenebilir. 2005 yılında yapılan Kerkük Caddesi Üst Geçidi’nde bile asansörün düşünülmemiş olması oldukça düşündürücüdür. Pek çok gelişmiş ülkede, umuma açık yerlerin ve binaların özürlülere yönelik olarak düzenlenmesini sağlayan yasal düzenlemeler mevcuttur.

Page 465: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

414

Japonya’daki yasal düzenlemeye göre merdivenlerin genişliği en az 150 cm, uzunluğu 30 cm ve dik yüzünün uzunluğu en fazla 16 cm olmalıdır. Asansörü olmayan geçitlerde bu değerler sadece düşük düzeyde bedensel engele sahip olanlar için fayda sağlayacak, diğerleri için hiçbir önemi olmayacaktır. Bu kriterlere göre 6 geçitten sadece 2’si standartlara uygundur. Diğerlerinde kriterlerden en az 1 tanesi uygun değildir. Ayrıca Japonya standartlarına göre merdiven basamağının rengi, dik yüzün renginden farklı olmalı ki, bizdeki geçitlerin hiçbirinde bu husus mevcut değildir. Bedensel engelliler toplumun bir parçasıdır. Ayrıca ülkemizde en sık görülen engellilik şeklidir. Toplumun diğer kesimlerinin sahip olduğu imkânlardan yararlandırılmaları, onlara lütuf değil, bir haktır. Bu hakkı onlara öncelikli olarak tanıyacak olan da belediyelerdir. Konya, nüfus olarak Türkiye’nin 7. büyük şehridir. Mevcut 6 alt ve üst geçidin hiçbirinde asansör bulunmaması, merdiven ölçüleri bakımından da yalnızca 2’sinin standartlara uygun olması, belediyelerin henüz bedensel engelli bireylerin varlıklarından tam olarak haberdar olmadıklarını göstermektedir. Anahtar Kelimeler: şehir, bedensel engelli, üst geçit, alt geçit, merdiven

Konya şehir merkezindeki yaya üst ve alt geçitlerinin merdiven ölçüleri

Geçidin adı Basamak genişliği (cm)

Basamak uzunluğu (cm)

Basamak dik yüzünün uzunluğu (cm)

Aydınlıkevler Gazeteci Orhan Samur Üst Geçidi 271 29 19

Sanayi Üst Geçidi 285 32 16

Eski Otogar Üst Geçidi 122 30 18

Doğumevi Üst Geçidi 132 30 17

Kerkük Caddesi Üst Geçidi 150 27 16

Yeraltı Çarşısı Alt Geçidi 252 30 18

Page 466: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

415

D6 Sanat ve Sosyal Faaliyetler 0071 / P43.

Ruhun Gıdası; "Sanat ve Sosyal Faaliyetler" ERTEMLİ Müge Uzman, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık Bölümü, İstanbul

Sosyal bir varlık olan insan, toplu halde yaşamaktadır. Tarih içerisinde göçebelikten yerleşik düzene geçmiş ve bu yerleşimler zamanla büyüyerek kent kavramını ortaya çıkarmıştır. İnsanın, yaşadığı çevreyi benimsediği ve bütünleştiği ölçüde kendini mutlu ve sağlıklı hissetmesi, onun, kentlerin planlanmasında göz önünde bulundurulacak en önemli şeylerden biri olmasına sebep olmuştur. Sağlıklı kent planlaması, insanlar için planlama anlamına gelmektedir. Kentlerde ekonomik ve fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayan insanların, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını da aynı anda karşılayarak ruhsal doyuma ulaşmaları gerekmektedir. Sanatsal ve sosyal faaliyetler, ruhu doyuma ulaştıran en önemli öğelerden biridir. Bu faaliyetler, insanın kendisini tanımasında, kişiliğini geliştirmesinde önemli yer tutmaktadır ve sorgulayan, eleştiren, gelişmeye ve çağdaşlaşmaya açık bireylerin, birbirleriyle olan ilişkilerinde de etkili olarak, uyum, denge ve paylaşımı güçlendirerek, ruh sağlığı açısından sağlıklı bir ortam yaratmaktadır. Bireylerin, kent ortamında sosyal ve sanatsal faaliyetlerde bulunabilmek için çeşitli yaşam alanlarına ihtiyacı vardır. Bu alanlar, yürüyüş, koşu, gezi alanları gibi açık kamusal alanlar olduğu gibi çeşitli aktiviteleri gerçekleştirmeye yönelik kurulmuş mekanlar da olabilir. Sinema, tiyatro, konser vb. faaliyetler ve bunları da içinde barındıran kültür merkezleri, sanat galerileri ve insanların bu faaliyetlere sadece seyirci olarak değil katılımlarının sağlanması amacıyla kurulmuş olan çeşitli aktivitelerle hizmet veren halk merkezleri, bireylerin sosyal faaliyetleri gerçekleştirebilecekleri yerlerden bazılarıdır. Bu tür faaliyetler kentteki yoğun yaşam tarzından dolayı bunalan bireyleri rahatlatmak ya da uyum sağlayamayan bireyleri sosyal hayatın içerisine katmak ve bireylerin sosyal ilişkilerini düzenleyerek, psiko-sosyal gelişimlerinin sağlanması açısından büyük önem taşımaktadırlar. Özellikle toplumuzda kırdan kente göç yaparak yerleşen bireyler, kent yaşamına katılmak yerine kendi içlerine kapalı bir şekilde, toplumdan kopuk bir hayat sürmektedirler. Kentlerdeki bu farklı kesimin kent yaşamına katılması, toplumla diyalog halinde bir yaşam sürerek, ruhsal açıdan rahatlamalarını sağlamak gerekmektedir. Bu nedenle kentlerdeki sanatsal ve sosyal anlamda faaliyet veren toplumsal merkezlerde alınan eğitimlerle, bireylerin, kişisel güçlerinin farkına vararak hatta ortaya çıkartarak, psiko sosyal açıdan gelişmeleri ve kentsel yaşamla daha çok ilgilenmeleri sağlanabilmekte, böylece kente uyum sağlamaları kolaylaşabilmektedir. Bireyler temel ihtiyaçlarını karşılarken çevre ile uyumlu ilişkiler kurmak zorundadır ve ancak bu şekilde sağlıklı ve mutlu bir birey haline gelebilmektedir.

Page 467: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

416

Sağlıklı kentler ancak sağlıklı bireylerle meydana gelir, yaşar ve gelişir. Sağlıklı ve mutlu bireyler, sağlıklı kentlerin yapı taşlarıdır. Sanatsal ve sosyal faaliyetler, bireysel gelişimin yanında, sosyal sınırları kaldırarak, insanları bir araya getirici özelliği sayesinde, kentlerde yaşayan farklı grupları birleştirebilmekte ve toplum tarafından dışarıda bırakılmış, hapishane, akıl hastaneleri veya özel durumdaki çocuklar vs. gibi kesimlerdeki bireyleri de topluma kazandırarak bireysel sağlıklarına dolayısıyla kentsel sağlığa bir ölçüde yardımda bulunmaktadır. Bugün, sosyal faaliyetler ile insanlığın ve uygarlığın gelişiminde önemli bir rol oynayan sanat, bireysel gelişimin yanında, kentsel toplumun sağlıklı gelişiminin sağlanması ve kentsel sağlığın iyileştirilmesi için önemli bir yoldur. Bu faaliyetlerden yoksun bireyler, birbirine ve kente yabancılaşan bireyler olmaktadır. Sanatsal ve sosyal faaliyetler, kentleri diğer yerleşim birimlerinden ayıran önemli özelliklerden biridir. Kentler, diğer çevresel etkilerin yanında sanat ve sosyal faaliyetlerle kalitesini yükseltmekte, insanlar için sosyal ortamlar yaratabilmektedir. Bu ortamlar, bir topluluğa ait olma duygusunu tatmin ederek, bireyin kendine güvenini arttırmakta ve kentlilik bilincini geliştirmekte, dolayısıyla bireylerin topluma daha kolay adapte olmasına, uyum sağlamasına yardımcı olmaktadır. Kent kültürünün halka yayılmasını sağlamak ve kentlilik bilincini geliştirmede, sanatsal ve sosyal mekanların etkisi yadsınamaz bir gerçektir.

Page 468: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

417

D8 Kent Ve Planlama 0052 / P62.

Kent Yönetiminde Coğrafi Bilgi Sistemi ve Sağlık Alanındaki Uygulamaları DURDURAN Süleyman Savaş*, DURDURAN Yasemin**

* Selçuk Universitesi, Müh-mim. Fak. Jeodezi Ve Fotogrametri Müh.kampüs Konya ** İl Sağlık Müdürlüğü- Konya 21. yüzyılda, insanların büyük çoğunluğu kentlerde yaşamakta ve kent yönetimi karmaşık bir yapı içerisinde bulunmaktadır. Büyük yerleşim alanlarına dağılmış kentlilerin yaşam standardının artırılması, kentsel hizmetlerden rahat, ucuz ve etkin bir şekilde faydalanabilmesi ve kentsel problemlerle karşılaşmaması için kentin, gelişen teknolojiyle birlikte planlı bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Çağımız, bilgiyi en iyi şekilde kullanmak ve bilgi teknolojileri sayesinde doğru, güncel, hızlı ve etkin bir şekilde bilgiden yararlanılması çağıdır. Coğrafi Bilgi Sisteminin, kent yönetimde kullanılması bize bu kolaylığı sağlamaktadır. Coğrafi Bilgi Sistemi, kentsel faaliyetlerin yerine getirilmesinde, uygulanmasında ve kentin yönetiminde istediğimiz bilgilere güncel, hızlı ve daha ekonomik bir şekilde ulaşmamızı sağlamaktadır. Coğrafi Bilgi Sisteminin farklı mesleki disiplinlerde uygulanabilir olması ve kent sağlığı için kullanılması son derece önemlidir. Coğrafi Bilgi Sisteminin; kentin sağlık yönetiminde, sağlık politikalarının belirlenmesinde, bulaşıcı hastalıkların kontrolü ve önlemlerin alınmasında, 112 acil hizmetlerin yönlendirilmesinde ve ihbarı zorunlu hastalıklar için risk haritalarının oluşturulması gibi alanlarda yararlar sağlamaktadır. Bu çalışmada, kent yönetimi için bilgi teknolojilerinin önemi, Coğrafi Bilgi Sisteminin sağladığı faydalar ve sağlık alanındaki uygulamaları, yararları ve gerekliliği örneklerle anlatılmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Coğrafi Bilgi Sistemi, sağlık, Kent

Page 469: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

418

0131 / P63.

Kıyı Yerleşimleri Planlama Sorunları: Tekirdağ Örneği SERBEST Derya*, YETİM Erdinç Lerzan**

* Trakya Üniversitesi Tekirdağ Ziraat Fak. Peyzaj Mimarlığı A.D., Tekirdağ ** Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı A.D., Ankara Ülkemiz, 6480 km’ si Anadolu, 786 km’ si Trakya, 1067 km’ si adalar kıyısında olmak üzere toplam 8333 km’ lik bir sahil şeridine sahip, üç tarafı denizlerle çevrili bir yarım ada niteliğindedir. Kıyılar, su ve karasal yaşamların iç içe girdiği, ekolojik koşullar nedeniyle başlı başına ekosistem sayılan oluşumlardır. Bu özellik, kıyıları çeşitli işlevler açısından değerlendirilmesi gereken önemli bir kaynak haline getirmektedir. Tekirdağ il sınırları içinde, Marmara kıyılarında 133 km, Karadeniz kıyılarında 2.5 km olmak üzere toplam 135.5 km uzunluğunda bir kıyı şeridi yer almaktadır. İlin coğrafi konumu, iklimsel avantajları ve ulaşım kolaylıkları gibi nedenlerle kıyı şeridi yoğun olarak kullanılmaktadır. Diğer kıyı yerleşimlerinde de olduğu gibi, Tekirdağ’da kıyı alanlarının planlanması, yönetimi ve kullanımına ilişkin tutarlı politikalar benimsenmediğinden sağlıklı bir sistem kurulamamıştır. Tekirdağ ilinin sahip olduğu en önemli turizm potansiyeli olan kıyılar, yerel yönetimler tarafından bugüne kadar kısa vadeli, parçacıl, günübirlik plan kararlarıyla kullanılmıştır. İlin doğal ve kültürel potansiyeli İstanbul’un yükünü hafifletmeye yönelik kullanımlara terkedilmiştir. Yasal boşluklar, yerel yönetimlerin doğal kaynaklar konusundaki duyarsızlığı ve bilinç eksikliği sonucu kıyı şeridi sanayi tesisleri başta olmak üzere, ikinci konutlar ve yerleşim birimleriyle işgal edilmiş, doğal yapısı bozulmuş, kent ekosistemini olumsuz etkileyen çevresel sorunların giderek arttığı bir kıyı şeridi ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada, planlama kavramına ilişkin kuramsal temeller açıklanmakta, Tekirdağ ili kıyı şeridinin mevcut alan kullanımları analiz edilerek, kıyı şeridinin bütüncül kullanımına ve kent bütününe yönelik genel bir çerçeve niteliğinde olan master plan çalışmasına ilişkin öneriler sunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kıyı yerleşimleri, planlama, master plan, çevre sorunları, Tekirdağ

Page 470: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

419

0180 / P64.

Sağlık Hizmetinin Sunulduğu Yere Erişebilirlik Ölçüleri ÖZAYDIN Levent Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Sağlık hizmetine gereksinimin mekansal boyutu genişledikçe, niceliksel araştırma yöntemlerinin çeşitlenmesi ve yeni tartışmalarda mekansal bilgi akışının farklılaşması yanında, sosyal grupların istemlerini var olan sistemin karşılayabilmesi ve teknik yenilikler doğrultusunda veritabanı sunumun genişleyen potansiyelinin etkileri, göstergelerin geliştirilmesini hızlandırmıştır. Niceliksel betimleme ve analizler, genelde, bulguları değerlendirmek ve etkilerini belirlemek üzere, sorumluların değerlerine ve amaçlarına yönelik değer verme olanağı sağlayabilecek özelliklerde gelişmesi (Bauer, Raymond A. ve diğerleri,1966) sosyal göstergelerin dar çerçevede kullanımını sağlamıştır. Bu nedenle yerel düzeyde 1970’lerde yayılmaya başlayan sosyal göstergelerin kullanımı kamu yönetimi birimlerinde, üniversitelerde ve diğer araştırma kurumlarında başlamıştır. Healty Cities Project, sağlığın tanıtımını ve çevre sorunlarını öne çıkararak 1986’da Dünya Sağlık Örgütü tarafından oluşturulduğunda, yöntemleri oldukça fazla kabul görmüştür. Bu projenin göstergeleri halen de siyasi karar verenlerin yanında, sosyal kesimler tarafından yaygın biçimde kullanılmaktadır. Mekanda daha iyi yaşamı korumayla ilgili olarak, bireysel ve sosyal grupların daha iyi yaşama koşullarını koruma ve tanıtma hedefli kamu siyasetini genişletmeyi amaçlayan göstergeler öne çıkmıştır (Miringoff, Marc L. 1994 ve Coulton, Claudia J. 1995.) Sağlıkla ilgili göstergelerin, temel ilke olarak, bilgiyi alanlar ile verenler arasında katılımcı süreçlerde formüle edilmesi ve bunların sosyal eylem yanında siyasi karar almayı etkileme kapasitesinde olması beklenir. Göstergelerin kullanımında bu beklentiler çeşitli biçimlerde ortaya çıkar: Uluslar arası ve yerel nitelikte daha fazla kabul edilir kılma, merkez ve yakın çevresinde anlamlı değişmeyi ölçen istatistikleri yaratma, göstergeleri sistematik biçimde biriktirme ve dağıtma kapasitesini kurma, karşılaştırmalı modeller geliştirme, bir yerelin ve yakın ve çevresine var olan ve önerilen politikaların olası etkilerini değerlendirme, kır ve kentsel bölge içinde ve aralarında mekansal eşitsizliği ölçme, merkez ve yakın çevrenin ilerleme sürecine yönelik amaçları gruplama, mekanın sosyal farklılıklarının rolünü anlama amaçlanır. Bu çerçevede sağlık hizmetine erişimin göstergelerini ortaya koyarken sorun, çok sayıda kapsamlı yöntemler yanında var olan veri tabanıyla uygulana bilecek hangi yöntemin seçilmesidir. Sağlık hizmetinin bireysel ve sosyal karakterine bağlı olarak bireylerin sağlığını iyileştirmeye yönelik gerçekleşen sağlık hizmeti yanında, teşhis ve tedavi hizmeti olsa da olmasa da sağlık sistemine erişimin devamlılığı için erişimi kapsayan yöntemler çoğu kez kullanılır. Ama bu tür çalışmalar genelde, veri tabanı birikiminin boyutuna uygun olarak geliştirilebilir. Örneğin kapsamlı bir mekansal etkileşim modelinde (Clarke, G. ve diğerleri 2002), sürekli oturulan bir yer ile sağlık hizmetine erişilecek yer arasında her bir farklı gelir grupları için sağlık harcamasını; bir yerde her bir grupta hane halkı bütçesinde ve sağlık sigorta imkanlarında sağlık harcama düzeyi, harcama düzeyini yerelinde düzeltme faktörü ve sağlık hizmetine erişme noktasının çekiciliği ile uzaklık değişkenleriyle, belirli hata

Page 471: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Poster Bildiriler

420

düzeyinde, açıklayabilme çok sayıda değişken veri tabanının bulunmasına bağlıdır. Böyle kapsamlı modeller yerine, çok basit biçimde bir yerin nüfusuna ve başka yerde sağlık hizmetinin verilmesi büyüklüğüne göre ve aralarındaki uzaklıklar dikkate alınarak oluşturulan sağlık hizmeti kapasitesini belirten (Division of Government Research, University of New Mexico DGR modeli 1997) yöntemler kullanılabilir. Posterin sunumu için seçilen yöntemde, harita kare hücrelere bölünerek bir hücre için erişilebilirlik ölçüsü, diğer başka kare hücrelere uzaklıklarla ağırlık verilmiş nüfus ve hizmet kapasitesine göre bulunmuştur. Burada kritik erişim süresi olan 45 dakika için yaklaşık 60 km kritik uzaklık olarak alınmıştır. Poster için seçilen alan, Çanakkale ili genelinde nüfusları ve doktoru olan yerlerle belirlenen sağlık hizmetinin il sınırı içinde kalan alanıdır. Sağlık hizmetine erişebilirliğin temel ölçüsü olarak bulunan sonuçlar, hizmetin sunulmasında eşitsizlikler harita üzerinde gösterilmiş ve buradan sonuçların ilişki düzeylerine göre alanı gruplama olanağı yaratılmıştır. Kaynaklar

1. Bauer, Raymond A. ve diğerleri,1966. Soscail Indicators. Cambridge, MIT Pres 2. Calrke, Graham H. Eyre ve C. Guy 2002. Deriving Indicators of Access to Food

Retail Provision in British Cities. Urban Studies, Vol. 39, No. 11 3. Coulton, Claudia J. 1995. Using Community-Level Indicators of Childeren’s Well-

Being in Comprehensive Community Initiatives. Edit. James P. Conell ve diğerlerin yayınladığı New Approaches to Evaluating Community Initiative.: The Apsen Institute

4. Miringoff, Marc L. 1994. The Index of Social Index: Monitoring the Social Well-being of the Nation. Fordham University

5. SWUG poster 2002. Division of Government Research, University of New Mexico web sayfası

Page 472: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Yazar İndeksi

Page 473: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Abdulla,G. 249 Acımış,N.M. 377 Ağrıdağ,G. 50 Akın,Z.Ş. 281 Akıncı,K.G. 394 Akış,N. 261

Akkayan,T. 148 Akkurt,Ö. 342,388,396 Aksut,N. 338 Aktaş,N. 268 Aktürk,D. 216 Alkan,A. 104,202,204,293 ArıkH. 181 Arslan,M. 281,301 Asiltürk,E.N. 247 Aslan,M. 336

Aslan.Ş. 183 Atabeyoğlu,Ö. 236,238,277

Atac,E. 214 Atasoylu,G. 283

Aydın,N. 345 Aydın,P. 263

Aydın,T.Y. 320 Aydınoğlu,A.Ç. 256 Aydoğan,M. 254 Aygün,Ö. 346 Aytekin,H. v Bakırcı,N. 185 Bal,E. 295 Balcı,Ö. 345

Başkaya,R. 361 Başkaya,R. 363 Bayraktar,A.D. 179 Bektaş,C. 1 Beşer,E. 283

Beyhun,N.E. 266

Page 474: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Bıçakçıoğlu,Ö. 338 Bilir,G.S. 208 Binbay,T.İ. 134 Birol,S. 382

Boratav,K. 4 Bozbey,M. vii Boztaş,G. 259

Boztaş,G. 290

Bulut,Y. 236,277,398,410 Büyükkendirci,H. 380 Cambaz,S. 338 Camuz,F. 343 Canbaz,S. 274 Caner,H. 336

Cengiz,Ö.B. 338 Cenker,M.E. 401 Ceran,Ö. 310

Ceylan,A. 243 Cindoruk,S.S 61 Cingöz,H. 228 Coşkun,F. 345

Cöbek,U.C. 382

Çabuk,S. 334,404 Çalhan,D. 185

Çekin,M. 384

Çelikbaş,A. 363 Çelikel,F.Ç. 58 Çelimli,S. 283

Çetinoğlu,E.Ç. 274 Çetintaş,M. 230 Çırak,H. 293

Çifçi,A. 185

Çiftçi,Ç. 212 Çilingiroğlu,N. 299 Çolak,E.H., 256 Çö,LA. 355 Çubukçu,M. 187

Page 475: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Çukur,D. 390 Dedeoğlu, N. 141 Demir,K. 404

Demir,M. 286,41 Demiral,Y. 386

Demircan,N. 238

Demirel,Ö. 251,325 Demokritou,P. 71 Dereli,M. 348 Derici,K. 363 Desalvo,K. 154 Diktaş,E.O. 241,312 Doğan,B. 384

Dönümcü,Ş. 287 Dural,A.B. 340 Duran,F. 386

Durduran,S.S. 378,379,380,417 Durduran,Y. 378,380,417

Dündar,C. 395,274 Ecemiş,K.S. 327 Edirne,T. 336

Eke,F. 214 Ekizceleroğlu,R. 206 Elmacı,N. 188,343 Elveren,A. 283

Erdem,R. 212 Erden,E.A. 185

Erdi,A. 378,38

Erdin,E.H. 220 Erdinç,L. 301 Ergin,Ş. 241,312 Ergör,.A. 181,21 Ergun,C. 197 Erkan,N.Ç. 285 Erkan,R. 188 Ersoy,F. 336 Ersoy,İ. 369

Page 476: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Ersoy,M. 43 Ertemli,M. 415 Ertürk,S. 382

Eryılmaz,S.S. 302 Eryılmaz,Y. 302 Eryiğit,S. 292 Evci,E.D. 283 Evren,Y. 272 Gerçek,Ç.G. 224 Gerçek,H. 228 Giray,H. 263,386,406 Gödelek,E. 253 Gökçe,T. 395 Göktuğ,T.H. 398 Gömer,D. 62 Görer,T.N. 234 Gözü,H. 270

Güçer,Ş. 67 Güler,Ç. 86,259 Güler,M. 306 Güleş,Z, 228 Gülgün,D. 283

Gültekin,Y.S. 375 Güner,E. 283

Güraksın,A. 392 Gürani,F.Y. 373 Gürer,T.K. 304 Güven,H. 402 Güven,K. 402 Güzel,A. 243

Haliloğlu,K.Z.E. 192 Hamid,R. 230 Hasgüler,A. 316 Hayran,O. 359 Hayran,O.E. 384 Henden,H.B. 194,297 Hıdıroğlu,S. 346

Page 477: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Irmak,M.A. 286 Ison,E. 33 İlçin,E. 243

İpçi,A. 389 Kalaycı,A. 239 Kar,S. 338 Kara,F. 378,381,397,408,413

Karacadağ,H. 230

Karakaş,G.G. 299 Karakurt,T.E. 245 Karaman,E. 386 Karaoğlu,F. 218 Karavuş,M. 346 Kartal,M. 412 Kaya,B. 137 Kaya,E. 199 Kaynak,C. 336

Kendall-Cangül,M. 67,71 Kesgin,C. 181 Kesim,G.A. 239

Keskin,Y. 355,357,359,361,363,384Kılıç,B. 181 Kılıç,B. 406 Kılınç,S. 353

Kıral,A. 228 Kırımlı,Y. 231 Kiper,T. 301,314 Kişioğlu,A.N. 332,353,365

Kocasoy,G. 12 Koçu,N. 348 Korkmaz,G. 297 Korkut,A. 324 Kunter,F. 230

Kural,C. 61 Kurra,S. 93 Kurt,M.E. 243

Kurt,S. 185

Page 478: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Kuruçay,D. 384 Kusaslan,A.D. 336

Kutay,E.L. 239,394

Küçüközdemir,G. 350,372 Küçükyumuk,M. 283

Lüleci,E. 310

Lüleci,N.E. 384

Meseri,R. 263

Meşhur,M.Ç. 275 Mumcu,E.F. 218 Müftüoğlu,Ö. 157 Müller,W.J. 69 Nayır,T. 332,353,365

Nişancı,R. 196 Nuhoğlu,Ç. 310

Oktaç,A.D. 213 Okten,A.N. 272 Onsekiz,D. 334,404 Oral,T.E. 53 Orbay,E. 270

OruçN. 218 Ögel,K. 52 Önal,S.G. 392 Önder,F.G. 299 ÖnenP.,Aker,T. 130 Önsüz,M.F. 382 Öz,.E. 185

Öz,I. 238

Özatan,A.C. 379 Özaydın,L. 331,419 Özbilen,V. 234 Özcebe,H. 290,299

Özdemir,B. 251

Özdemir,F. 386

Özdener,N. 367 Özdoğan,Y. 268 Özgen,L. 318

Page 479: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Özgür,S. 345

Özgür,S.Ö. 308 Özkan,S. 338 Özkan,T.Ü. 292 Özorhon,İ.F. 372 Özsoy,M. 201 Öztürk,K.B. 325 Öztürk,M. 332,353,365

Özyaral,O. 355,357,359,361,363,384Pala,K. 261

Paşalıoğlu,T. 324 Pirselimoğlu,Z. 251

Saatlı,G. 263

Sağ,M.A. 275 Sami,K. 190 Sapan,N. 72,73 Sargın,M.T 270

Sarı,N. 342,388,396 Sarı,O. 381,408,413 Sarıkoç,E. 251

Savaşır,G. 202 Sayıl,O.B. 279 Seçkin,R.Ç., 261 Serbest,D. 418 Seren,B. 322 Serin,M. 355 Sevencan,F. 259,290,299

Sevimli,M.Z. 403 Sevimli,Ş. 403 Sılaydın,M.B. 390 Sınmaz,V. 228 Somunkiranoğlu,F. 62 Songur,D. 345

Soysal,A. 173,21 Sur,H. 384 Sülün,S. 185

Sünter,A.V., 274

Page 480: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Sürmen,Ş. 111 Sütlaş,M. 163 Şahin,D. 56 Şahin,N. 342,388,396 Şahin,Ü. 122 Şalva,T. 384

Şenol,P. 204 Şimşek,S. 404

Şişman,E.E. 324 Taşdemir,M. 384

Taşdemir,Y. 61 Tatlı,M. 243

Tekbaş,Ö.F. 76 Tekbaş,Ö.F. 115 Telatar,G.T. 266,299 Temel,F. 259,29 Tok,E. 62 Tokay,S. 350 Tokay,S. 400 Toker,D. 338 Tokman,L.Y. 104 Topkaya,B. 226 Topuzoğlu,A. 382

Toy,S. 238

Tuncer,E. 304 Turan,H. 345

Türkkan,A. 25 Türkoğlu,H. 332,353,365

Uçku,R. 263

Uludağ,A. 397 Uskun,E. 332,353,365 Uslu,A. 314,316 Utku,M.A. 228 Uzun,B. 196 Uzun,O. 222 Ünal,B. 386

Üner,S. 266

Page 481: KENT VE SAĞLIK

Kent ve Sağlık Sempozyumu 07/09 Haziran 2006 BURSA

Bildiri Özetleri Kitabı – Yazar İndeksi

Vaizoğlu,S. 259

Vaizoğlu,S.A. 115 Vançelik,S. 392 Vural,H. 286 Wılkınson,R. 5 Yalçındağ,S. 249 Yenigül,S.B. 351 Yerli,Ö. 222 Yerli,S.E. 222 Yeşil,M. 286 Yeşil,P. 236

Yeşildal,N. 224 Yetim,E.L. 418 Yıldırım,A. 270,31 Yıldırım,M. 226 Yıldırım,V. 256 Yılmaz,F. 382

Yılmaz,H. 238 Yılmaz,H. 286 Yomralıoğlu,T. 196 Yörür,N. 202,204,293 Yücetin,N. 263

Yüksel,Ş. 265 Yüksel,Ş.,Tokay,S. 258 Zengin,N. 381,408 Zengin,N. 413 Zeyrekli,S. 206,34