Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve...

16
Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının Değerlendirilmesi: İstanbul Tarihi Yarımada’dan Örnekler Bilal Bilgili İ.T.Ü Mimarlık Fakültesi, Restorasyon Programı, Taşkışla, Taksim, İstanbul. E-Posta: [email protected] Özet İstanbul ve Anadolu’da günümüze ulaşamamış çok sayıda kültür varlığının olduğu bilinmektedir. Kültür varlıkları yangınlar, depremler, savaşlar gibi afetlerin yanında hukuki, idari, kültürel, ekonomik ve sosyal/toplumsal nedenlerle yok olmuştur. Koruma bakımından rekonstrüksiyon en son başvurulmak istenen bir yöntem olsa da kısmen ya da tamamen yok olmuş bir yapı belgelere dayandırılarak, korunmuş ya da kurtarılmış olan kendi malzemesi veya yeni malzeme ile yeniden inşa edilebilmektedir. Yeniden yapımlarda simgesellik, bellek değeri, toplum psikolojisi, ihtiyaçlar, kentsel doku/siluete katkı ya da tarihi/kültürü ihya etmek gibi duygusal yaklaşımlar gerekçe olarak gösterilmektedir. Bu çalışmada İstanbul Tarihi Yarımada’da gerçekleştirilen rekonstrüksiyon ve yeni yapı örnekleri incelenmiştir. Araştırmalar Koruma Kurulu arşivlerinde ve yerinde yapılan gözlemlerle yürütülmüştür. Kullanılan malzemeler, yapım teknikleri ve rekonstrüksiyon/yeni yapı uygulamalarının gerçekleştirilme gerekçeleri örneklerin seçiminde etkili olmuştur. Uygulama örnekleri farklı tarihlerden seçilmiş, alınan kararlarda yaklaşım bakımından bir dönem analizi yapma imkânı da elde edilmiştir. Buna karşılık edinilen bilgilere göre İstanbul’da zaman içinde sayısı yüzlerle ifade edilen rekonstrüksiyon uygulaması yapılmıştır. İstanbul’un genelinde ve Anadolu’nun bütününde hızla hayata geçirilmeye çalışılan projeler günden güne artmaktadır. Bu çalışmada, rekonstrüksiyon uygulamaları ile ilgili incelenen örnekler üzerinden değerlendirmeler yapılacaktır. Bunun yanında; rekonstrüksiyon uygulamalarında başlanılan yer, gelinen nokta ve varılacak yer neresi olacaktır, rekonstrüksiyonlar doğru gerekçelerle ve olması gerektiği gibi evrensel ilkelere uygun olarak yapılmakta mıdır, bir tehlikeyi beraberinde getirmekte midir ya da aksine bir kazanım olarak mı görülmelidir gibi sorulara da cevap aranmaktadır. Anahtar sözcükler: İstanbul, Tarihi Yarımada, Rekonstrüksiyon, Yeniden Yapım, Restorasyon. Giriş Bir koruma yaklaşımı olarak rekonstrüksiyon 19.yy’den itibaren tartışılan konulardan biri olmuştur 1 . 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndan sonra tahrip olan İngiltere, Belçika, 1 19. yy’deViollet-le-Duc’ün stilistik rekompozisyon yaklaşımı çoğunlukla rekonstrüksiyondur. Henüz restorasyon adıyla gerçekleştirilen uygulamalar Avrupa’da restorasyon karşıtlığına varan büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından büyük kayıpların yaşanması , 415 5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Transcript of Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve...

Page 1: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının Değerlendirilmesi: İstanbul Tarihi Yarımada’dan Örnekler

Bilal Bilgili İ.T.Ü Mimarlık Fakültesi, Restorasyon Programı, Taşkışla, Taksim, İstanbul.

E-Posta: [email protected]

Özet

İstanbul ve Anadolu’da günümüze ulaşamamış çok sayıda kültür varlığının olduğu bilinmektedir. Kültür varlıkları yangınlar, depremler, savaşlar gibi afetlerin yanında hukuki, idari, kültürel, ekonomik ve sosyal/toplumsal nedenlerle yok olmuştur. Koruma bakımından rekonstrüksiyon en son başvurulmak istenen bir yöntem olsa da kısmen ya da tamamen yok olmuş bir yapı belgelere dayandırılarak, korunmuş ya da kurtarılmış olan kendi malzemesi veya yeni malzeme ile yeniden inşa edilebilmektedir. Yeniden yapımlarda simgesellik, bellek değeri, toplum psikolojisi, ihtiyaçlar, kentsel doku/siluete katkı ya da tarihi/kültürü ihya etmek gibi duygusal yaklaşımlar gerekçe olarak gösterilmektedir. Bu çalışmada İstanbul Tarihi Yarımada’da gerçekleştirilen rekonstrüksiyon ve yeni yapı örnekleri incelenmiştir. Araştırmalar Koruma Kurulu arşivlerinde ve yerinde yapılan gözlemlerle yürütülmüştür. Kullanılan malzemeler, yapım teknikleri ve rekonstrüksiyon/yeni yapı uygulamalarının gerçekleştirilmegerekçeleri örneklerin seçiminde etkili olmuştur. Uygulama örnekleri farklı tarihlerden seçilmiş, alınan kararlarda yaklaşım bakımından bir dönem analizi yapma imkânı da elde edilmiştir. Buna karşılık edinilen bilgilere göre İstanbul’da zaman içinde sayısı yüzlerle ifade edilen rekonstrüksiyon uygulaması yapılmıştır. İstanbul’un genelinde ve Anadolu’nun bütününde hızla hayata geçirilmeye çalışılan projeler günden güne artmaktadır. Bu çalışmada, rekonstrüksiyon uygulamaları ile ilgili incelenen örnekler üzerinden değerlendirmeler yapılacaktır. Bunun yanında; rekonstrüksiyon uygulamalarında başlanılan yer, gelinen nokta ve varılacak yer neresi olacaktır, rekonstrüksiyonlar doğru gerekçelerle ve olması gerektiği gibi evrensel ilkelere uygun olarak yapılmakta mıdır, bir tehlikeyi beraberinde getirmekte midir ya da aksine bir kazanım olarak mı görülmelidir gibi sorulara da cevap aranmaktadır.

Anahtar sözcükler: İstanbul, Tarihi Yarımada, Rekonstrüksiyon, Yeniden Yapım, Restorasyon.

Giriş

Bir koruma yaklaşımı olarak rekonstrüksiyon 19.yy’den itibaren tartışılan konulardan biri olmuştur1. 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndan sonra tahrip olan İngiltere, Belçika, 1 19. yy’deViollet-le-Duc’ün stilistik rekompozisyon yaklaşımı çoğunlukla rekonstrüksiyondur. Henüz restorasyon adıyla gerçekleştirilen uygulamalar Avrupa’da restorasyon karşıtlığına varan büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından büyük kayıpların yaşanması,

415

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 2: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

2

Almanya, Polonya gibi Avrupa ülkelerinde kentler ve yapılar yeniden yapılmıştır. İnsanlara barınabilecekleri mekânların temin edilmesi, kent belleğinin geri kazandırılması, toplum belleğindeki travmatik izlerin bir parça giderilmesi yeniden inşa sürecinin temel gerekçelerinden olmuştur. Buna karşılık Venedik Tüzüğü ile devam eden süreçte yeniden yapım yöntemi, sınırları daha net çizilen ve ancak belirli koşulların oluşması durumunda gerçekleştirilebilecek bir koruma yöntemi olarak tarif edilmiştir. Kentler için simge değeri taşıyan, anıtsal özellikleriyle kent dokusunda ve siluetinde önemli bir yere sahip olan yapıların, doğal yollarla ya da insana bağlı nedenlerle yok olması durumunda başvurulan yöntemdir. Fakat tarihi değerden soyutlanmış olmaları, yapıldığı dönemin teknik ve estetik özelliklerine uygun olarak yeniden yapılmalarının çoğu zaman imkânsız olması nedeniyle mümkün olduğunca kaçınılan ya da son çare olarak başvurulan bir yöntem olmuştur. Zira gerekli ve yeterli bilgi ve belgeyi toplamak zordur. Uygulama sırasında faraziyelerle hareket etme olasılığı yüksektir. Ayrıca gerçekleştirilen uygulamalarda özgünlük, bütünlük, tarihi değer, estetik değer gibi temel koruma esasları yapıyla birlikte ihya edilemeyecek değerler olduğundan sakıncalıdır. Rekonstrüksiyondan mümkün olduğunca kaçınılması konusunda koruma alanının fikir öncülerinin uzlaşması, rekonstrüksiyonun yapılmaması anlamına gelmez. Özgünlükle ilgili tartışmaları beraberinde getirse de rekonstrüksiyon olmasına rağmen Dünya Miras Listesi’nde yer alan Polonya’nın 2. Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde yok olan Varşova kenti tarihi merkezi, Bosna Hersek’teki Mostar Köprüsü, İran’da Irak savaşı sırasında bir kısmı yıkılan Mescid-i Cuma, İran’da depremle tahrip olan ve kısmi rekonstrüksiyonu yapılan Bam Şehri, Japonya’da periyodik rekonstrüksiyonlarla prestijli bir seremoni halini alan Şinto Tapınakları gibi örnekler bunun en iyi kanıtıdır. O halde rekonstrüksiyonlar hangi gerekçelerle ve nasıl yapılmalıdır?

Mazlum (2014) “Koruma Kuramının Mimari Rekonstrüksiyona Bakışı” başlıklı makalesinde yöntemin 19. yüzyıla kadar uzanan kuramsal temellerini ve sorunun cevabını ayrıntılı olarak aktarmaktadır. Dünya Kültür ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin 86. maddesine göre; rekonstrüksiyon ancak istisnai durumlarda, ayrıntılı belgelere dayandırılarak ve kesinlikle faraziyelerden uzak durulmak koşuluyla gerçekleştirilebilir (URL 1). Burra Tüzüğü’nün 20. maddesinde bütünlüğünü kaybeden bir yerin yeterli veri olması durumunda yeniden yapımının uygun olabileceği ve yeniden inşa sonrasında yeni yapıldığının anlaşılır olması gerektiği belirtilmiştir (URL 2). Dresden Deklerasyonuyla, bir anıtın önemine binaen yeniden yapımının kabul edilebilir olduğu, titiz ve bilimsel bir çalışma yürütülerek savaşta yıkılmış ya da tahrip olmuş yapıların/yerleşmelerin rekonstrüksiyonunun, savaşın travmatik izlerinin silinmesi gibi kazanımlar bakımından anlamlı olacağı vurgulanmıştır (URL 3). Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Tüzüğü’nün 7. maddesine göre; yeniden yapımlar deneysel araştırma ve yorum gibi hedeflere hizmet edecekse mevcut arkeolojik verilere zarar vermemek ve yeniden yapım olduğu anlaşılacak biçimde olmak koşuluyla gerçekleştirilebilir. Uygulamaların bilgi ve belgeye dayalı olması, özgün durumuna uygun ve özenli bir şekilde gerçekleştirilmesi esastır (URL 4). Nara Özgünlük Belgesive Riga Tüzüğü’nde de benzer ifadeler yer almaktadır.

Geçtiğimiz 10 yıllık sürede başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun genelinde rekonstrüksiyon uygulamalarının sayısının hızla artmasıyla rekonstrüksiyon yöntemi,gündemi gittikçe meşgul eden ve sorunlarıyla birlikte tartışılması gereken öncelikli bir rekonstrüksiyon uygulamalarının artması ve tartışmalar, günümüze kadar tüzüklerin ve doktrinal metinlerin oluşmasında etkili olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mazlum (2014).

3

konu haline gelmiştir. Rekonstrüksiyon uygulamalarına “bir tarihin ihyası”, “bir kültürün ihyası” gibi2 duygusal ifadelerle İstanbul’un özlenen kimliğinin yeniden kazandırılması gerekçe olarak gösterilmektedir. Bu çalışmada, Tarihi Yarımada’daki rekonstrüksiyon uygulamaları araştırılmış, koruma kuramının rekonstrüksiyona dair evrensel ilkeleriyle ilişkisi incelenmiştir.

Kültür Varlıklarının Yok Olma Nedenleri

Cumhuriyetin kuruluş yıllarından özellikle 1950’li yıllara kadar çok yoğun bir yıkım dönemi olmuştur, 1970’lere kadar bu süreç devam etmiştir (Çal 1990; Madran 1997).Sadece Tarihi Yarımada’da 200 civarında tespiti yapılmış kayıp cami ve mescit bulunmaktadır (Kala 2014). Anadolu’nun her yanında başta cami, mescit, tekke, türbe vb. yapılar olmak üzere her tip yapının yok edilişi tahribatın arkasındaki nedenleri analiz etmeyi gerekli kılmaktadır.

1973 yılına kadar yürürlükte kalan Asâr-ı Atika Nizamnameleri hazırlandığı dönem itibariyle taşınmaz eserlerin korunması konusunda etkili olsa da ilerleyen zamanlarda yetersiz kalmıştır. Örneğin nizamnamelerde bir tarihi esere zarar vermenin cezası 1aydan 1 yıla kadar hafif hapis cezası olarak belirlenmiş, cezai müeyyidelerin yaptırım gücü zayıf kalmıştır. 1973 yılı/1710 sayılı “Eski Eserler Kanunu” ve 1983 yılı/2863sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve para cezası ağırlaştırılmıştır (Mumcu 1972). Ayrıca GEEAYK’ın (Gayrımenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu) 1951’de kuruluşunakadar bir yapıyı eski eser olarak tanımlayabilecek yetkin bir karar merciinin olmaması da eski eserlerin yok olmasında önemli bir etkendir (Çal 1990). GEEAYK Dönemi’nde tahribatın bir nebze önüne geçilmiş olsa da kişi ve kurumların bilinçsiz tutumlarıyla tarihi eserler tahrip olmaya devam etmiştir. Örneğin, Eyice (1984) İstanbul’un Menderes dönemindeki imar faaliyetleri sırasında alınan yıkım ve taşıma kararlarının etraflıca düşünülmeden alındığını belirtmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk yıllarında devletin idari yapısı şekillendirilmiş, ardından kamu kurumlarının kurumsallaşmasına çalışılmıştır. Koruma alanının ülkemizdeki örgütlenmesi bakımından çok önemli olan ilk 30 yıllık süreçte eski eserlerin kurumlara pay edildiği bilinmektedir. “Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu” ile Şer'iye ve Evkaf Nezareti veya hususi vakıflarca idare edilen bütün medreseler ve mektepler Maarif Vekaleti'ne (Gülekli 1948); “Hilafetin Kaldırılmasına Dair Kanunun” ile saraylar, kasırlar ve köşkler Milli Emlak’e; “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine Dair Kanun” ile kapatılan zaviye, tekke ve türbelerin şahıs mülkiyetinde olanlarında şahıs haklarının devamına (Mumcu 1972), kanunlarla diğer kurumların sorumluluğuna bırakılan eserlerin dışındakilerin Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne; sebil, çeşme ve şadırvanların bakım ve onarımları Belediyelere;köprülerin bakım ve onarımı Nâfia Vekaleti'ne (Akozan 1977), “Mezarlıklar Hakkında Nizamname” ile vakıflara ait bütün mezarlıklar Belediyelere; 05.06.1935 tarih 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'na göre eski eser niteliği taşıyan vakıf eserlerin bakımı ve onarımı Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bırakılması bunlardan bazılarıdır. Yetki ve mülkiyetin farklı kurumlarda olması, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün koruma

2 Recep Tayyip Erdoğan, 29.05.2013 tarihinde 3. Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu’nun temel atma töreninde yapılan konuşma (URL 5).

416

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 3: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

2

Almanya, Polonya gibi Avrupa ülkelerinde kentler ve yapılar yeniden yapılmıştır. İnsanlara barınabilecekleri mekânların temin edilmesi, kent belleğinin geri kazandırılması, toplum belleğindeki travmatik izlerin bir parça giderilmesi yeniden inşa sürecinin temel gerekçelerinden olmuştur. Buna karşılık Venedik Tüzüğü ile devam eden süreçte yeniden yapım yöntemi, sınırları daha net çizilen ve ancak belirli koşulların oluşması durumunda gerçekleştirilebilecek bir koruma yöntemi olarak tarif edilmiştir. Kentler için simge değeri taşıyan, anıtsal özellikleriyle kent dokusunda ve siluetinde önemli bir yere sahip olan yapıların, doğal yollarla ya da insana bağlı nedenlerle yok olması durumunda başvurulan yöntemdir. Fakat tarihi değerden soyutlanmış olmaları, yapıldığı dönemin teknik ve estetik özelliklerine uygun olarak yeniden yapılmalarının çoğu zaman imkânsız olması nedeniyle mümkün olduğunca kaçınılan ya da son çare olarak başvurulan bir yöntem olmuştur. Zira gerekli ve yeterli bilgi ve belgeyi toplamak zordur. Uygulama sırasında faraziyelerle hareket etme olasılığı yüksektir. Ayrıca gerçekleştirilen uygulamalarda özgünlük, bütünlük, tarihi değer, estetik değer gibi temel koruma esasları yapıyla birlikte ihya edilemeyecek değerler olduğundan sakıncalıdır. Rekonstrüksiyondan mümkün olduğunca kaçınılması konusunda koruma alanının fikir öncülerinin uzlaşması, rekonstrüksiyonun yapılmaması anlamına gelmez. Özgünlükle ilgili tartışmaları beraberinde getirse de rekonstrüksiyon olmasına rağmen Dünya Miras Listesi’nde yer alan Polonya’nın 2. Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde yok olan Varşova kenti tarihi merkezi, Bosna Hersek’teki Mostar Köprüsü, İran’da Irak savaşı sırasında bir kısmı yıkılan Mescid-i Cuma, İran’da depremle tahrip olan ve kısmi rekonstrüksiyonu yapılan Bam Şehri, Japonya’da periyodik rekonstrüksiyonlarla prestijli bir seremoni halini alan Şinto Tapınakları gibi örnekler bunun en iyi kanıtıdır. O halde rekonstrüksiyonlar hangi gerekçelerle ve nasıl yapılmalıdır?

Mazlum (2014) “Koruma Kuramının Mimari Rekonstrüksiyona Bakışı” başlıklı makalesinde yöntemin 19. yüzyıla kadar uzanan kuramsal temellerini ve sorunun cevabını ayrıntılı olarak aktarmaktadır. Dünya Kültür ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin 86. maddesine göre; rekonstrüksiyon ancak istisnai durumlarda, ayrıntılı belgelere dayandırılarak ve kesinlikle faraziyelerden uzak durulmak koşuluyla gerçekleştirilebilir (URL 1). Burra Tüzüğü’nün 20. maddesinde bütünlüğünü kaybeden bir yerin yeterli veri olması durumunda yeniden yapımının uygun olabileceği ve yeniden inşa sonrasında yeni yapıldığının anlaşılır olması gerektiği belirtilmiştir (URL 2). Dresden Deklerasyonuyla, bir anıtın önemine binaen yeniden yapımının kabul edilebilir olduğu, titiz ve bilimsel bir çalışma yürütülerek savaşta yıkılmış ya da tahrip olmuş yapıların/yerleşmelerin rekonstrüksiyonunun, savaşın travmatik izlerinin silinmesi gibi kazanımlar bakımından anlamlı olacağı vurgulanmıştır (URL 3). Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Tüzüğü’nün 7. maddesine göre; yeniden yapımlar deneysel araştırma ve yorum gibi hedeflere hizmet edecekse mevcut arkeolojik verilere zarar vermemek ve yeniden yapım olduğu anlaşılacak biçimde olmak koşuluyla gerçekleştirilebilir. Uygulamaların bilgi ve belgeye dayalı olması, özgün durumuna uygun ve özenli bir şekilde gerçekleştirilmesi esastır (URL 4). Nara Özgünlük Belgesive Riga Tüzüğü’nde de benzer ifadeler yer almaktadır.

Geçtiğimiz 10 yıllık sürede başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun genelinde rekonstrüksiyon uygulamalarının sayısının hızla artmasıyla rekonstrüksiyon yöntemi,gündemi gittikçe meşgul eden ve sorunlarıyla birlikte tartışılması gereken öncelikli bir rekonstrüksiyon uygulamalarının artması ve tartışmalar, günümüze kadar tüzüklerin ve doktrinal metinlerin oluşmasında etkili olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mazlum (2014).

3

konu haline gelmiştir. Rekonstrüksiyon uygulamalarına “bir tarihin ihyası”, “bir kültürün ihyası” gibi2 duygusal ifadelerle İstanbul’un özlenen kimliğinin yeniden kazandırılması gerekçe olarak gösterilmektedir. Bu çalışmada, Tarihi Yarımada’daki rekonstrüksiyon uygulamaları araştırılmış, koruma kuramının rekonstrüksiyona dair evrensel ilkeleriyle ilişkisi incelenmiştir.

Kültür Varlıklarının Yok Olma Nedenleri

Cumhuriyetin kuruluş yıllarından özellikle 1950’li yıllara kadar çok yoğun bir yıkım dönemi olmuştur, 1970’lere kadar bu süreç devam etmiştir (Çal 1990; Madran 1997).Sadece Tarihi Yarımada’da 200 civarında tespiti yapılmış kayıp cami ve mescit bulunmaktadır (Kala 2014). Anadolu’nun her yanında başta cami, mescit, tekke, türbe vb. yapılar olmak üzere her tip yapının yok edilişi tahribatın arkasındaki nedenleri analiz etmeyi gerekli kılmaktadır.

1973 yılına kadar yürürlükte kalan Asâr-ı Atika Nizamnameleri hazırlandığı dönem itibariyle taşınmaz eserlerin korunması konusunda etkili olsa da ilerleyen zamanlarda yetersiz kalmıştır. Örneğin nizamnamelerde bir tarihi esere zarar vermenin cezası 1aydan 1 yıla kadar hafif hapis cezası olarak belirlenmiş, cezai müeyyidelerin yaptırım gücü zayıf kalmıştır. 1973 yılı/1710 sayılı “Eski Eserler Kanunu” ve 1983 yılı/2863sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve para cezası ağırlaştırılmıştır (Mumcu 1972). Ayrıca GEEAYK’ın (Gayrımenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu) 1951’de kuruluşunakadar bir yapıyı eski eser olarak tanımlayabilecek yetkin bir karar merciinin olmaması da eski eserlerin yok olmasında önemli bir etkendir (Çal 1990). GEEAYK Dönemi’nde tahribatın bir nebze önüne geçilmiş olsa da kişi ve kurumların bilinçsiz tutumlarıyla tarihi eserler tahrip olmaya devam etmiştir. Örneğin, Eyice (1984) İstanbul’un Menderes dönemindeki imar faaliyetleri sırasında alınan yıkım ve taşıma kararlarının etraflıca düşünülmeden alındığını belirtmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk yıllarında devletin idari yapısı şekillendirilmiş, ardından kamu kurumlarının kurumsallaşmasına çalışılmıştır. Koruma alanının ülkemizdeki örgütlenmesi bakımından çok önemli olan ilk 30 yıllık süreçte eski eserlerin kurumlara pay edildiği bilinmektedir. “Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu” ile Şer'iye ve Evkaf Nezareti veya hususi vakıflarca idare edilen bütün medreseler ve mektepler Maarif Vekaleti'ne (Gülekli 1948); “Hilafetin Kaldırılmasına Dair Kanunun” ile saraylar, kasırlar ve köşkler Milli Emlak’e; “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine Dair Kanun” ile kapatılan zaviye, tekke ve türbelerin şahıs mülkiyetinde olanlarında şahıs haklarının devamına (Mumcu 1972), kanunlarla diğer kurumların sorumluluğuna bırakılan eserlerin dışındakilerin Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne; sebil, çeşme ve şadırvanların bakım ve onarımları Belediyelere;köprülerin bakım ve onarımı Nâfia Vekaleti'ne (Akozan 1977), “Mezarlıklar Hakkında Nizamname” ile vakıflara ait bütün mezarlıklar Belediyelere; 05.06.1935 tarih 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'na göre eski eser niteliği taşıyan vakıf eserlerin bakımı ve onarımı Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bırakılması bunlardan bazılarıdır. Yetki ve mülkiyetin farklı kurumlarda olması, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün koruma

2 Recep Tayyip Erdoğan, 29.05.2013 tarihinde 3. Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu’nun temel atma töreninde yapılan konuşma (URL 5).

417

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 4: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

4

konusunda yetersiz kalması, başta belediyeler olmak üzere kurumların eski eserleri yıkması, satması, gelişi güzel onarımlar yapması ya da mimari bütünlüğüne aykırıişlevlerle kullanılmasını beraberinde getirmiş böylece yapılar ağır hasar görmüş ya da yok olmuştur (Çal 1990). Örneğin “Belediyeler Kanunu’na” göre harap durumdaki kale ve kulelerin arsaları belediyelere devredilmiştir. Ayrıca belediyeler Vakıf ya da şahıs mülkiyetindeki kapalıçarşı, bedesten, han vb. binaların onarımı ile ilgili uyarıyı yapmakla vazifelidir. Gerekli onarımın yapılmaması durumunda sorumluluk belediyeye geçecek, bir bölümü ya da tümünün yıkılması durumunda belediyeler yıkılanın yerineyeni yapı yapabilecek ve bir kamulaştırma bedeli de ödenmeyecektir. 1933 yıl/2290 sayılı Yapı ve Yollar Kanunu’na göre yıkılacak halde olan ve yenilenmesine imkânolmayan yapılar belediye ya da mal sahibi tarafından yıktırılacaktır (Madran 1997). Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere yasalarda kimin, hangi gerekçelerle yıkım kararı verebileceği tanımlı değildir ve suistimale açıktır. Bu durum kültür varlıklarının hızla ve kontrolsüz bir şekilde yok olmasına yol açmıştır.

Madran’a (1997) göre ilk 30 yılda maddi kaynakların kısıtlı olması nedeniyle kurumlarda, yetişmiş teknik ve idari personel istihdam edilememiştir. Bunların dışında 1973 yılına kadar kent dokusunun bozulmasını önleyecek bir düzenleme gündeme gelmemiştir. Bugünkü koruma öğretisinde kentsel dokunun korunması da hedeflenmektedir. Zira anıtsal yapılar çevreleriyle bir bütünlük arz eder. Ancak özellikle yerel idareler Cumhuriyet’in ilk 30 yılında imar faaliyetlerini korumaya nispeten öncelikli görmüştür. Günümüzde bile Anadolu’nun çeşitli kentlerinde benzer tutumların devam ettiği söylenebilir. Yerel yönetimlerin Koruma Amaçlı İmar Planlarınınhazırlanması ya da yürürlüğe koyulması konusundaki olumsuz tutumlarına hâlâ şahit olmaktayız.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluş yıllarında aydın ve okumuş kesimden büyük kayıplar vermiştir. Devletin işleyişinde eğitim seviyesi nispeten daha düşük bir kesimgörev almıştır. Bir rejimin gidişinin ardından gelen yeni rejimle eski rejime dair izler silinmeye çalışılır, eskiyle olan bağlar koparılmak istenir (Çal 1990). Dünyanın birçok yerinde farklı coğrafyalarda, ülkeler ve tarihleri bunun örneğini gösterir. Devletin üst yönetiminin engellemeye çalışmasına rağmen bazı yöneticiler devrimlerle kurumların kaldırılmasını kurumların hizmet verdiği yapıların da kaldırılması biçiminde yorumlamıştır (Madran 1997). Hem sosyal düzeyde eğitim seviyesinin düşmesi, hem de kurumlar düzeyinde yetkili kişilerin tutumları çok sayıda eserin yok olmasında önemli bir etken olmuştur. 1933 yılında Atatürk’ün isteği üzerine hükümet bu konunun üzerine eğilmiş, yayınlanan genelge ile imar hareketleri ile eserlerin yıktırıldığının görüldüğü, Maarif Vekâlet’ine sorulmadan hiçbir eserin yıktırılmaması istenmiştir. 1935 yılında idarecilerin ve belediye başkanlarının vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır mesuliyet altına girecekleri belirtilmiştir (Arık 1947). 1940 yılında yayınlanan genelgede vakıf eser arsalarını istimlak etmek için üzerindeki yapıların harap olduğu gerekçesiyle yıkıldığı ve bunlara izin verilmemesi gerektiği bildirilmiştir (Akozan 1977; Madran 1997).

Eski eserlerin tahrip oluşunda doğrudan ya da dolaylı olarak ekonomik nedenler de söz konusudur. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından ekonomik kaynakların kullanımında koruma konusu öncelikli konular arasında yer almamıştır. Yaşanan ekonomik buhranlar nedeniyle yapıların bakım ve onarımları yapılamamıştır. Cami ve mescit gibi yapılardaki görevliler ekonomik gerekçelerle başka yerlere tayin edilmiş, eserler sahipsiz kalmıştır. Kurumlar harap olan yapıların arsalarını, molozlarını 25.12.1932

418

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 5: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

4

konusunda yetersiz kalması, başta belediyeler olmak üzere kurumların eski eserleri yıkması, satması, gelişi güzel onarımlar yapması ya da mimari bütünlüğüne aykırıişlevlerle kullanılmasını beraberinde getirmiş böylece yapılar ağır hasar görmüş ya da yok olmuştur (Çal 1990). Örneğin “Belediyeler Kanunu’na” göre harap durumdaki kale ve kulelerin arsaları belediyelere devredilmiştir. Ayrıca belediyeler Vakıf ya da şahıs mülkiyetindeki kapalıçarşı, bedesten, han vb. binaların onarımı ile ilgili uyarıyı yapmakla vazifelidir. Gerekli onarımın yapılmaması durumunda sorumluluk belediyeye geçecek, bir bölümü ya da tümünün yıkılması durumunda belediyeler yıkılanın yerineyeni yapı yapabilecek ve bir kamulaştırma bedeli de ödenmeyecektir. 1933 yıl/2290 sayılı Yapı ve Yollar Kanunu’na göre yıkılacak halde olan ve yenilenmesine imkânolmayan yapılar belediye ya da mal sahibi tarafından yıktırılacaktır (Madran 1997). Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere yasalarda kimin, hangi gerekçelerle yıkım kararı verebileceği tanımlı değildir ve suistimale açıktır. Bu durum kültür varlıklarının hızla ve kontrolsüz bir şekilde yok olmasına yol açmıştır.

Madran’a (1997) göre ilk 30 yılda maddi kaynakların kısıtlı olması nedeniyle kurumlarda, yetişmiş teknik ve idari personel istihdam edilememiştir. Bunların dışında 1973 yılına kadar kent dokusunun bozulmasını önleyecek bir düzenleme gündeme gelmemiştir. Bugünkü koruma öğretisinde kentsel dokunun korunması da hedeflenmektedir. Zira anıtsal yapılar çevreleriyle bir bütünlük arz eder. Ancak özellikle yerel idareler Cumhuriyet’in ilk 30 yılında imar faaliyetlerini korumaya nispeten öncelikli görmüştür. Günümüzde bile Anadolu’nun çeşitli kentlerinde benzer tutumların devam ettiği söylenebilir. Yerel yönetimlerin Koruma Amaçlı İmar Planlarınınhazırlanması ya da yürürlüğe koyulması konusundaki olumsuz tutumlarına hâlâ şahit olmaktayız.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluş yıllarında aydın ve okumuş kesimden büyük kayıplar vermiştir. Devletin işleyişinde eğitim seviyesi nispeten daha düşük bir kesimgörev almıştır. Bir rejimin gidişinin ardından gelen yeni rejimle eski rejime dair izler silinmeye çalışılır, eskiyle olan bağlar koparılmak istenir (Çal 1990). Dünyanın birçok yerinde farklı coğrafyalarda, ülkeler ve tarihleri bunun örneğini gösterir. Devletin üst yönetiminin engellemeye çalışmasına rağmen bazı yöneticiler devrimlerle kurumların kaldırılmasını kurumların hizmet verdiği yapıların da kaldırılması biçiminde yorumlamıştır (Madran 1997). Hem sosyal düzeyde eğitim seviyesinin düşmesi, hem de kurumlar düzeyinde yetkili kişilerin tutumları çok sayıda eserin yok olmasında önemli bir etken olmuştur. 1933 yılında Atatürk’ün isteği üzerine hükümet bu konunun üzerine eğilmiş, yayınlanan genelge ile imar hareketleri ile eserlerin yıktırıldığının görüldüğü, Maarif Vekâlet’ine sorulmadan hiçbir eserin yıktırılmaması istenmiştir. 1935 yılında idarecilerin ve belediye başkanlarının vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır mesuliyet altına girecekleri belirtilmiştir (Arık 1947). 1940 yılında yayınlanan genelgede vakıf eser arsalarını istimlak etmek için üzerindeki yapıların harap olduğu gerekçesiyle yıkıldığı ve bunlara izin verilmemesi gerektiği bildirilmiştir (Akozan 1977; Madran 1997).

Eski eserlerin tahrip oluşunda doğrudan ya da dolaylı olarak ekonomik nedenler de söz konusudur. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından ekonomik kaynakların kullanımında koruma konusu öncelikli konular arasında yer almamıştır. Yaşanan ekonomik buhranlar nedeniyle yapıların bakım ve onarımları yapılamamıştır. Cami ve mescit gibi yapılardaki görevliler ekonomik gerekçelerle başka yerlere tayin edilmiş, eserler sahipsiz kalmıştır. Kurumlar harap olan yapıların arsalarını, molozlarını 25.12.1932

419

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 6: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

6

Vedat Bey yapılarında genellikle çağdaş teknolojiyi kullanmasına karşılık Hobyar Mescidi’ni kâgir olarak tasarlamıştır. Bezeme programında ve mimari öğelerde ise Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin yapı özelliklerini yeniden yorumlamış ve “1. Ulusal Mimari Akım’ın” örneklerinden birini meydana getirmiştir. Ayrıca çini sanatının Hobyar Mescidi’nde kullanılması terkedilmeye yüz tutan bu sanatın devamına vesile olmuştur. Hobyar Mescidi bugün itibariyle tescilli bir kültür varlığı olarak mimari mirasımız içerisinde önemli bir yere sahiptir. Çağdaş koruma kuramı ortaya çıkmadanve koruma kaygısı güdülmeden gerçekleştirilmiş bir uygulamadır. Ancak yok olan bir yapının yerine aynı işlevde yeni bir yapı inşa edilmesi yönünden bugünkü yaklaşımla benzerlik göstermektedir. Bu bakımdan incelenen örnekler içerisinde en erken olanı olup estetik ve tasarımındaki fikirsel incelikleri ve mimari mirasımıza katkılarıyla yakın tarihli örnekleri değerlendirmek için önemli bir örnektir.

Yayla Camii (Kambur Mustafa Paşa C)

Kambur Mustafa Paşa Camii, Fatih ilçesi, İskenderpaşa Mahallesi, 1993/28 ada/parsel üzerinde yer almaktadır. Banisi Kambur Mustafa Paşa tarafından 17.yy’de yapılmıştır.Cami Bizans Dönemi’nden kalma, 23mx12m boyutlarında bir sarnıcın üzerine inşa edilmiştir. İstanbul’daki 1918 Cibali-Fatih yangınında harap olmuştur. 1945 yılına kadar harabe olarak ayakta kaldığı bilinmektedir. 1945 yılından sonra hızlanan şehirleşme hareketleriyle caminin çevresi apartmanlarla dolmuş, kalıntıları da zamanla yok olmuştur. “İstanbulun Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri” başlıklı makalesinde Eyice(1972), eserin üç beden duvarının ve haziresinin görülebildiğini ancak minaresinin kaybolduğunu, 1954 yılında yaptığı ziyarette ise camiden artık iz kalmadığını,haziredeki mezarlardan çoğunun taşlarının parçalanmış olarak etrafa saçıldığınıbelirtmektedir. Hemen hemen kare bir plana sahip olan cami, Eyice’ye (1972) göre düzgün kesme taştan inşa edilmiştir. Her cephede altlı üstlü dört penceresi bulunmaktadır. Caminin mevcut duvarlarında girişin duvardan olduğuna dair bir iz yoktur. Buna göre giriş kısmı ahşap olup, 1918 yangınında yok olmuş olabilir. Caminin planı kare olup, örtüsü kubbe değildir. Cami, ahşap çatılı camilerin klasik devir sonlarına ait güzel örneklerinden biridir. Girişin sağında bulunan minarenin kaidesi taştan, yuvarlak gövdesi tuğladan inşa edilmiştir.

Şekil 1 a) Büyük Postane inşaatı sırasında çekilen fotoğraf (Kaboğlu 2013) b) Vedat Tek’in Hobyar Mescidi (Bilgili 2014)

Şekil 2 a) Encümen Arşivlerinden edinilmiş 1940 tarihli fotoğrafı (IV Nolu Koruma Kurulu Arşivi) b) Mevcut Durum (Bilgili 2014)

a) b)

7

1962 yılında gelen şikâyetler üzerine yapılan incelemede sarnıcın işgal edildiği, çevreye rahatsızlık verildiği, gayri sıhhi şartlarda yaşandığı gibi gerekçelerle Belediyenin GEEAYK’a yazdığı yazıda söz konusu sarnıcın yıkılmasında bir mahzur olup olmadığı sorulmuştur. Buna karşılık 1976 tarihinde Vakıflar Başmüdürlüğü’nün Belediye Başkanlığı’na yazdığı yazıda da, Mustafa Paşa Camisi’nin arsasının istimlak edildiği ve sarnıcı kıymetlendirecek bir hale sokulmasının gerektiği, bunun için 1951 yılına kadar ayakta olan caminin, eski yerinde yeniden inşasının icap ettiği belirtilmiştir (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası). Bu sürecin ardından işgalcilerin tahliyesi, sarnıcın temizlenip basit onarımının yapılması, caminin sarnıç üzerinde nereye oturduğuve statik olarak camiye etkisinin nasıl olacağı gibi çalışmaların ardından restitüsyon projelerinin hazırlanması aşamasına geçilmiştir. Proje onayını müteakip 1997 yılında ihya kararı alınarak rekonstrüksiyonu gerçekleştirilmiş ve 2006 yılında ibadete açılmıştır (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Yapılan rekonstrüksiyonda Eyice’nin anlatımlarının etkisi görülmektedir (şekil 2b). Çatı ve giriş bölümü onun anlatımına uygun şekillenmiştir. İhya kararının alınmasında sarnıcın arsasını değerli kılacak olmasının etkisinden bahsedilmiştir. Böyle bir yaklaşım rekonstrüksiyona gerekçe olamaz. Zaten yapının mevcut durumu incelendiğinde de sarnıca dair bir bilgi edinilememektedir. Dolayısıyla rekonstrüksiyon kararı bu gerekçeyle çıkmış olsa bile bugün gelinen noktada sarnıcın değer kazandığı söylenemez. Projeleri incelendiğinde restitüsyon ve uygulama projelerinin birebir aynı olduğu restitüsyon çizimlerinin uygulama projesi olarak çizildiği anlaşılmıştır.“Restitüsyon Projesi” antetli çizimlerde cami zemini için verilen detayda (şekil 3b), sarnıç üzerine betonarme döşeme, tesviye betonu, su izolasyonu, koruyucu beton ve ahşap kaplama yapılacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerde tam anlamıyla bir rölöve, restitüsyon ve restorasyon/rekonstrüksiyon proje/çizim sürecinin işlemediği anlaşılmaktadır. Projeye göre özgün malzeme ve yapım tekniği kullanılmamıştır.Çizimlere göre duvarlar ahşap dikmelerin etrafına içerden ve dışardan aralarında 28 cm boşluk bırakılarak ve tuğla duvar örülerek oluşturulmuştur. Tuğla duvar içerden 3 cm kalınlığında kesme taş ile kaplanmış dışardan ise 2 cm kalınlığında sıvanmıştır (şekil 3a). Pencerelerde, kapı girişlerinde, malzeme kullanımlarında ve birleşimlerinde kötüişçilik kendini göstermektedir.

Kasap Halil Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Nevbahar Mah. 1819 ada 2 parselde yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Kasapbaşısı Kasap Halil tarafından 1547’de yaptırılmıştır. 1915’te yangın

Şekil 3 a) Uygulama projesi, Plan, duvar detayı (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi). b) Uygulama Projesi, kesit, döşeme detayı (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi).

Kesme taş kaplama 3 cmHarç 2 cmTuğla Duvar 85 cmBoşluk 28 cm

Sıva 2 cm

Mermer SöveLokmalı Demir Parmaklık

Ahşap Minber

Tuğla Duvar 85 cm

Ahşap Kaplama 2.5 cmKadron 5/5Koruyucu Beton 3 cmSu izolasyonu 0.5 cmTesviye betonu 4 cmBetonarme Döşeme 30 cmSarnıç

a) b)

420

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 7: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

6

Vedat Bey yapılarında genellikle çağdaş teknolojiyi kullanmasına karşılık Hobyar Mescidi’ni kâgir olarak tasarlamıştır. Bezeme programında ve mimari öğelerde ise Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin yapı özelliklerini yeniden yorumlamış ve “1. Ulusal Mimari Akım’ın” örneklerinden birini meydana getirmiştir. Ayrıca çini sanatının Hobyar Mescidi’nde kullanılması terkedilmeye yüz tutan bu sanatın devamına vesile olmuştur. Hobyar Mescidi bugün itibariyle tescilli bir kültür varlığı olarak mimari mirasımız içerisinde önemli bir yere sahiptir. Çağdaş koruma kuramı ortaya çıkmadanve koruma kaygısı güdülmeden gerçekleştirilmiş bir uygulamadır. Ancak yok olan bir yapının yerine aynı işlevde yeni bir yapı inşa edilmesi yönünden bugünkü yaklaşımla benzerlik göstermektedir. Bu bakımdan incelenen örnekler içerisinde en erken olanı olup estetik ve tasarımındaki fikirsel incelikleri ve mimari mirasımıza katkılarıyla yakın tarihli örnekleri değerlendirmek için önemli bir örnektir.

Yayla Camii (Kambur Mustafa Paşa C)

Kambur Mustafa Paşa Camii, Fatih ilçesi, İskenderpaşa Mahallesi, 1993/28 ada/parsel üzerinde yer almaktadır. Banisi Kambur Mustafa Paşa tarafından 17.yy’de yapılmıştır.Cami Bizans Dönemi’nden kalma, 23mx12m boyutlarında bir sarnıcın üzerine inşa edilmiştir. İstanbul’daki 1918 Cibali-Fatih yangınında harap olmuştur. 1945 yılına kadar harabe olarak ayakta kaldığı bilinmektedir. 1945 yılından sonra hızlanan şehirleşme hareketleriyle caminin çevresi apartmanlarla dolmuş, kalıntıları da zamanla yok olmuştur. “İstanbulun Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri” başlıklı makalesinde Eyice(1972), eserin üç beden duvarının ve haziresinin görülebildiğini ancak minaresinin kaybolduğunu, 1954 yılında yaptığı ziyarette ise camiden artık iz kalmadığını,haziredeki mezarlardan çoğunun taşlarının parçalanmış olarak etrafa saçıldığınıbelirtmektedir. Hemen hemen kare bir plana sahip olan cami, Eyice’ye (1972) göre düzgün kesme taştan inşa edilmiştir. Her cephede altlı üstlü dört penceresi bulunmaktadır. Caminin mevcut duvarlarında girişin duvardan olduğuna dair bir iz yoktur. Buna göre giriş kısmı ahşap olup, 1918 yangınında yok olmuş olabilir. Caminin planı kare olup, örtüsü kubbe değildir. Cami, ahşap çatılı camilerin klasik devir sonlarına ait güzel örneklerinden biridir. Girişin sağında bulunan minarenin kaidesi taştan, yuvarlak gövdesi tuğladan inşa edilmiştir.

Şekil 1 a) Büyük Postane inşaatı sırasında çekilen fotoğraf (Kaboğlu 2013) b) Vedat Tek’in Hobyar Mescidi (Bilgili 2014)

Şekil 2 a) Encümen Arşivlerinden edinilmiş 1940 tarihli fotoğrafı (IV Nolu Koruma Kurulu Arşivi) b) Mevcut Durum (Bilgili 2014)

a) b)

7

1962 yılında gelen şikâyetler üzerine yapılan incelemede sarnıcın işgal edildiği, çevreye rahatsızlık verildiği, gayri sıhhi şartlarda yaşandığı gibi gerekçelerle Belediyenin GEEAYK’a yazdığı yazıda söz konusu sarnıcın yıkılmasında bir mahzur olup olmadığı sorulmuştur. Buna karşılık 1976 tarihinde Vakıflar Başmüdürlüğü’nün Belediye Başkanlığı’na yazdığı yazıda da, Mustafa Paşa Camisi’nin arsasının istimlak edildiği ve sarnıcı kıymetlendirecek bir hale sokulmasının gerektiği, bunun için 1951 yılına kadar ayakta olan caminin, eski yerinde yeniden inşasının icap ettiği belirtilmiştir (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası). Bu sürecin ardından işgalcilerin tahliyesi, sarnıcın temizlenip basit onarımının yapılması, caminin sarnıç üzerinde nereye oturduğuve statik olarak camiye etkisinin nasıl olacağı gibi çalışmaların ardından restitüsyon projelerinin hazırlanması aşamasına geçilmiştir. Proje onayını müteakip 1997 yılında ihya kararı alınarak rekonstrüksiyonu gerçekleştirilmiş ve 2006 yılında ibadete açılmıştır (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Yapılan rekonstrüksiyonda Eyice’nin anlatımlarının etkisi görülmektedir (şekil 2b). Çatı ve giriş bölümü onun anlatımına uygun şekillenmiştir. İhya kararının alınmasında sarnıcın arsasını değerli kılacak olmasının etkisinden bahsedilmiştir. Böyle bir yaklaşım rekonstrüksiyona gerekçe olamaz. Zaten yapının mevcut durumu incelendiğinde de sarnıca dair bir bilgi edinilememektedir. Dolayısıyla rekonstrüksiyon kararı bu gerekçeyle çıkmış olsa bile bugün gelinen noktada sarnıcın değer kazandığı söylenemez. Projeleri incelendiğinde restitüsyon ve uygulama projelerinin birebir aynı olduğu restitüsyon çizimlerinin uygulama projesi olarak çizildiği anlaşılmıştır.“Restitüsyon Projesi” antetli çizimlerde cami zemini için verilen detayda (şekil 3b), sarnıç üzerine betonarme döşeme, tesviye betonu, su izolasyonu, koruyucu beton ve ahşap kaplama yapılacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerde tam anlamıyla bir rölöve, restitüsyon ve restorasyon/rekonstrüksiyon proje/çizim sürecinin işlemediği anlaşılmaktadır. Projeye göre özgün malzeme ve yapım tekniği kullanılmamıştır.Çizimlere göre duvarlar ahşap dikmelerin etrafına içerden ve dışardan aralarında 28 cm boşluk bırakılarak ve tuğla duvar örülerek oluşturulmuştur. Tuğla duvar içerden 3 cm kalınlığında kesme taş ile kaplanmış dışardan ise 2 cm kalınlığında sıvanmıştır (şekil 3a). Pencerelerde, kapı girişlerinde, malzeme kullanımlarında ve birleşimlerinde kötüişçilik kendini göstermektedir.

Kasap Halil Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Nevbahar Mah. 1819 ada 2 parselde yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Kasapbaşısı Kasap Halil tarafından 1547’de yaptırılmıştır. 1915’te yangın

Şekil 3 a) Uygulama projesi, Plan, duvar detayı (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi). b) Uygulama Projesi, kesit, döşeme detayı (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi).

Kesme taş kaplama 3 cmHarç 2 cmTuğla Duvar 85 cmBoşluk 28 cm

Sıva 2 cm

Mermer SöveLokmalı Demir Parmaklık

Ahşap Minber

Tuğla Duvar 85 cm

Ahşap Kaplama 2.5 cmKadron 5/5Koruyucu Beton 3 cmSu izolasyonu 0.5 cmTesviye betonu 4 cmBetonarme Döşeme 30 cmSarnıç

a) b)

421

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 8: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

8

sonucu yok olmuştur. Cami alanı 2006 yılına kadar yaklaşık 60 yıl boyunca gecekondu yerleşkesi haline gelmiştir. 2006 yılında Büyükşehir Belediye Encümen kararı ile 3 ay içerisinde gecekondular temizlenmiş ve 2008 yılına kadar park olarak kullanılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başvurusu, İstanbul IV numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun kararı ile 2008’de Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde araştırma kazıları gerçekleştirilmiş, yapıya ait minare kaidesi, beden duvarları ve temellerin bir kısmı, zemin döşemesinde kullanıldığı düşünülen altıgen tuğlalara ulaşılmıştır. Beden duvarlarının bir kısmının Cevdet Paşa Caddesinde bir kısmının da komşu parselde kaldığı anlaşılmıştır. Kazı çalışmalarının ardından rölöveler hazırlanarak 19.12.2008 tarihinde Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanmıştır. Restitüsyon çalışmaları için plan ölçüleri temel kazılarından ve Alman Mavileri’nden tespit edilmiştir. Proje rapor ve çizimlerinden edinilen bilgilere göre; yapıya ait eski fotoğraf ya da çizime ulaşılamadığından 16.yy Kanuni Dönemi yapılarından Hoca Kasım Gürani Camii, Defterdar Nazlı Mahmut Çelebi Camii, Nişancı Mustafa Paşa Camii, Davut Ağa Mescidi, Bostan Mescidi gibi örnekler incelenmiş ve gabari; minare; kemer; taş-tuğla duvar örgüsü; kapı, pencere gibi mimari elemanların bu örneklerden yararlanılarak restitüsyonu yapılmıştır. Restorasyon projesi iki alternatifli olarak hazırlanmıştır. İlk öneride doğrudan restitüsyon çizimleri esas alınmış, farklı olarak ihtiyaç gerekçesiyle altına bodrum kat eklenmiştir. İkinci öneride ise restitüsyon kontur ve gabarisinde değişiklik yapmadan çağdaş malzeme ve yapım teknikleri kullanılarak (betonarme bodrum, çelik-ahşap karkas, çatıda çelik makas, metal kenetler vs.) inşa edilmesi planlanmıştır. Çatıda bir çatı feneri, cephelerin ise ahşap kompozit panel ile kaplanması düşünülmüştür. Böylece ilerde bilgi belge bulunması durumunda sökülerek aslına uygun yapımının kolayca sağlanması hedeflenmiştir (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Kasap Halil Camii rekonstrüksiyonuna veri teşkil edecek yeterli belge olmadığından Koruma Bölge Kurulu tarafından tetkik edilen projeler uygun bulunmamış ancak kalıntıların korunması şartıyla yeni cami yapılabileceğine karar verilmiştir. Bunun akabinde Kasap Halil Camii için iki alternatifli öneri getirilmiştir. İlk öneri eskinin form-biçiminde fakat çağdaş malzeme ile önerildiğinden başarılı bir çalışma olmadığı söylenebilir. Ancak bilgi-belge olmadan, analojilere dayalı olarak eskiyi andıran yeni bir cami yapma anlayışının da doğru olduğu söylenemez (şekil 4b). Arkeolojik kalıntıların korunması, arkeopark olarak sunulması da oldukça önemlidir. Yeni yapılan cami özgün yerinde yapılırsa yola taşacağı için planlama kalıntılara zarar vermeyecek şekilde yapılmıştır. Diğer örneklerle kıyaslayınca zarar vermeyen bu anlayış kabul edilebilir.

Şekil 4 a) Yapıya ait olduğu düşünülen, tarihsiz fotoğraf (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi). b) Yapımı tamamlanmış mescidin mevcut durumu (Bilgili 2014).

a) b)

9

Şucağ Çavuş Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Seyit Ömer Mah. 1741 ada 23 parselde yer almaktadır. Şüca Mehmet Çavuş tarafından 1477’de yaptırılmıştır. 1914’te yangın sonucu tahrip olmuştur. Sonrasında İmam Mehmet Hulusi Efendi’nin vefatı ve görevli kadrosunun boş kalışı ile tamamen yok olmuş, arsası Vakıflar İdaresi tarafından kiraya verilmiştir. 23.08.2007/1686 tarih/karar ile 27.12.2007 tarihinde üzerindeki gecekondular yıkılmış ve araştırma kazıları yapılmıştır. Araştırma kazılarında arsanın kaldırıma bitişik sınırında 10m. uzunluğunda, 95 cm kalınlığında, düzensiz, moloz taş örgülü temel duvarına ve 2.6x3.1m boyutlarında 50 cm yüksekliğinde minarenin temeline rastlanmıştır. Arkeolojik buluntuların dışında Alman Arkeoloji Enstitüsü arşivinden sadece külahı yok olmuş minaresine ait fotoğrafı, Alman Mavileri’nden ve Pervititch’lerden konumu ile ilgili bilgi edinilebilmiştir. Eldeki verilere göre mihrabın tam karşısında girişin olabileceği, giriş kapısının solunda minarenin yer alabileceği, dönem analojilerine bakılarak çıtalı ve ahşap pasalı tavan kaplamasının olabileceği belirtilmiştir. Minarenin harime bakan yüzeyinde farklı kotlarda iki ayrı kapının oluşu mescidin mahfil katının da olduğuna yorulmuş, bu kata ulaşımın da ahşap bir merdivenle sağlandığı düşünülmüştür. Minare kesme taş kaideli, almaşık örgülü, taş şerefe korkuluğu ve tuğla petekten oluştuğu fotoğraftan anlaşılmaktadır. Minare yüksekliği taş ve yaklaşık tuğla sırası sayılarak elde edilmiştir. Mescidin cephe dokusu ve düzeni de yine minareye ve dönem yapılarına bakılarak tahmin edilmiştir. Almaşık duvarlı, kirpi saçaklı, alaturka kiremit kaplamalı kırma çatılı olduğu düşünülmüştür. Dönem özellikleri göz önünde bulundurularak yeniden inşa edilmek istenen mescitle ilgili bilgilerin çoğunlukla farazi olması ve yeterli belge elde edilememiş olması nedeniyle KTVKBK 09.07.2008/ 2189 kararını ; “…rekonstrüsiyonun orijinal temeller üzerine yapılamamasından dolayı ihyasının mümkün olamayacağı, kalıntıların korunması ve minarenin ihyası koşulu ile yeni bir cami yapılabileceği…” şeklinde neticelendirmiştir. Mescidin büyük bölümünün yolda kalmış olması nedeniyle de mescidin parsel gerisine kaydırılarak yapılması, kalıntıların sağlamlaştırılarak sergilenmesi planlanmıştır (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Şücağ Çavuş Mescidi için öncelikle analojilerden yola çıkan ve eskiyi taklit eden bir rekonstrüksiyon önerisi getirilse de kurul kararı doğrultusunda şekil 5b’de görülençağdaş, betonarme ve yeni bir cami inşa edilmiştir. Lakin önemli olan husus, Koruma Bölge Kurulu kararında “minaresinin ihyası koşulu ile yeni cami yapılabileceği” belirtilmiş olmasına rağmen minare ihya edilmemiş, yeni cami ile yapım tekniği,

Şekil 5 a) Şucağ Çavuş Mescidi’nin ayakta kalan minaresini gösteren Alman Arkeoloji Enst. edinilmiş eski fotoğraf (IV No’lu Koruma Kurulu Arşivi). b) Yeni yapılan mescit (Bilgili 2014).

a) b)

422

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 9: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

8

sonucu yok olmuştur. Cami alanı 2006 yılına kadar yaklaşık 60 yıl boyunca gecekondu yerleşkesi haline gelmiştir. 2006 yılında Büyükşehir Belediye Encümen kararı ile 3 ay içerisinde gecekondular temizlenmiş ve 2008 yılına kadar park olarak kullanılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başvurusu, İstanbul IV numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun kararı ile 2008’de Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde araştırma kazıları gerçekleştirilmiş, yapıya ait minare kaidesi, beden duvarları ve temellerin bir kısmı, zemin döşemesinde kullanıldığı düşünülen altıgen tuğlalara ulaşılmıştır. Beden duvarlarının bir kısmının Cevdet Paşa Caddesinde bir kısmının da komşu parselde kaldığı anlaşılmıştır. Kazı çalışmalarının ardından rölöveler hazırlanarak 19.12.2008 tarihinde Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanmıştır. Restitüsyon çalışmaları için plan ölçüleri temel kazılarından ve Alman Mavileri’nden tespit edilmiştir. Proje rapor ve çizimlerinden edinilen bilgilere göre; yapıya ait eski fotoğraf ya da çizime ulaşılamadığından 16.yy Kanuni Dönemi yapılarından Hoca Kasım Gürani Camii, Defterdar Nazlı Mahmut Çelebi Camii, Nişancı Mustafa Paşa Camii, Davut Ağa Mescidi, Bostan Mescidi gibi örnekler incelenmiş ve gabari; minare; kemer; taş-tuğla duvar örgüsü; kapı, pencere gibi mimari elemanların bu örneklerden yararlanılarak restitüsyonu yapılmıştır. Restorasyon projesi iki alternatifli olarak hazırlanmıştır. İlk öneride doğrudan restitüsyon çizimleri esas alınmış, farklı olarak ihtiyaç gerekçesiyle altına bodrum kat eklenmiştir. İkinci öneride ise restitüsyon kontur ve gabarisinde değişiklik yapmadan çağdaş malzeme ve yapım teknikleri kullanılarak (betonarme bodrum, çelik-ahşap karkas, çatıda çelik makas, metal kenetler vs.) inşa edilmesi planlanmıştır. Çatıda bir çatı feneri, cephelerin ise ahşap kompozit panel ile kaplanması düşünülmüştür. Böylece ilerde bilgi belge bulunması durumunda sökülerek aslına uygun yapımının kolayca sağlanması hedeflenmiştir (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Kasap Halil Camii rekonstrüksiyonuna veri teşkil edecek yeterli belge olmadığından Koruma Bölge Kurulu tarafından tetkik edilen projeler uygun bulunmamış ancak kalıntıların korunması şartıyla yeni cami yapılabileceğine karar verilmiştir. Bunun akabinde Kasap Halil Camii için iki alternatifli öneri getirilmiştir. İlk öneri eskinin form-biçiminde fakat çağdaş malzeme ile önerildiğinden başarılı bir çalışma olmadığı söylenebilir. Ancak bilgi-belge olmadan, analojilere dayalı olarak eskiyi andıran yeni bir cami yapma anlayışının da doğru olduğu söylenemez (şekil 4b). Arkeolojik kalıntıların korunması, arkeopark olarak sunulması da oldukça önemlidir. Yeni yapılan cami özgün yerinde yapılırsa yola taşacağı için planlama kalıntılara zarar vermeyecek şekilde yapılmıştır. Diğer örneklerle kıyaslayınca zarar vermeyen bu anlayış kabul edilebilir.

Şekil 4 a) Yapıya ait olduğu düşünülen, tarihsiz fotoğraf (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi). b) Yapımı tamamlanmış mescidin mevcut durumu (Bilgili 2014).

a) b)

9

Şucağ Çavuş Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Seyit Ömer Mah. 1741 ada 23 parselde yer almaktadır. Şüca Mehmet Çavuş tarafından 1477’de yaptırılmıştır. 1914’te yangın sonucu tahrip olmuştur. Sonrasında İmam Mehmet Hulusi Efendi’nin vefatı ve görevli kadrosunun boş kalışı ile tamamen yok olmuş, arsası Vakıflar İdaresi tarafından kiraya verilmiştir. 23.08.2007/1686 tarih/karar ile 27.12.2007 tarihinde üzerindeki gecekondular yıkılmış ve araştırma kazıları yapılmıştır. Araştırma kazılarında arsanın kaldırıma bitişik sınırında 10m. uzunluğunda, 95 cm kalınlığında, düzensiz, moloz taş örgülü temel duvarına ve 2.6x3.1m boyutlarında 50 cm yüksekliğinde minarenin temeline rastlanmıştır. Arkeolojik buluntuların dışında Alman Arkeoloji Enstitüsü arşivinden sadece külahı yok olmuş minaresine ait fotoğrafı, Alman Mavileri’nden ve Pervititch’lerden konumu ile ilgili bilgi edinilebilmiştir. Eldeki verilere göre mihrabın tam karşısında girişin olabileceği, giriş kapısının solunda minarenin yer alabileceği, dönem analojilerine bakılarak çıtalı ve ahşap pasalı tavan kaplamasının olabileceği belirtilmiştir. Minarenin harime bakan yüzeyinde farklı kotlarda iki ayrı kapının oluşu mescidin mahfil katının da olduğuna yorulmuş, bu kata ulaşımın da ahşap bir merdivenle sağlandığı düşünülmüştür. Minare kesme taş kaideli, almaşık örgülü, taş şerefe korkuluğu ve tuğla petekten oluştuğu fotoğraftan anlaşılmaktadır. Minare yüksekliği taş ve yaklaşık tuğla sırası sayılarak elde edilmiştir. Mescidin cephe dokusu ve düzeni de yine minareye ve dönem yapılarına bakılarak tahmin edilmiştir. Almaşık duvarlı, kirpi saçaklı, alaturka kiremit kaplamalı kırma çatılı olduğu düşünülmüştür. Dönem özellikleri göz önünde bulundurularak yeniden inşa edilmek istenen mescitle ilgili bilgilerin çoğunlukla farazi olması ve yeterli belge elde edilememiş olması nedeniyle KTVKBK 09.07.2008/ 2189 kararını ; “…rekonstrüsiyonun orijinal temeller üzerine yapılamamasından dolayı ihyasının mümkün olamayacağı, kalıntıların korunması ve minarenin ihyası koşulu ile yeni bir cami yapılabileceği…” şeklinde neticelendirmiştir. Mescidin büyük bölümünün yolda kalmış olması nedeniyle de mescidin parsel gerisine kaydırılarak yapılması, kalıntıların sağlamlaştırılarak sergilenmesi planlanmıştır (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Şücağ Çavuş Mescidi için öncelikle analojilerden yola çıkan ve eskiyi taklit eden bir rekonstrüksiyon önerisi getirilse de kurul kararı doğrultusunda şekil 5b’de görülençağdaş, betonarme ve yeni bir cami inşa edilmiştir. Lakin önemli olan husus, Koruma Bölge Kurulu kararında “minaresinin ihyası koşulu ile yeni cami yapılabileceği” belirtilmiş olmasına rağmen minare ihya edilmemiş, yeni cami ile yapım tekniği,

Şekil 5 a) Şucağ Çavuş Mescidi’nin ayakta kalan minaresini gösteren Alman Arkeoloji Enst. edinilmiş eski fotoğraf (IV No’lu Koruma Kurulu Arşivi). b) Yeni yapılan mescit (Bilgili 2014).

a) b)

423

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 10: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

10

malzeme ve tasarım bakımından uyumlu yeni bir minarenin inşa edilmiş olmasıdır. Alanın mevcut halinde arkeolojik kalıntılara dair bir düzenleme henüz olmamakla birlikte, kalıntıların durumu ile ilgili de bilgi edinilememiştir.

Süleyman Subaşı Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Sarı Demir Mah. Ragıp Gümüşpala Cad. 2709 ada 4 parselde yer almaktadır. Süleyman Subaşı tarafından 1571’de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Eyice, caminin yaklaşık 1940’lı yıllara kadar sağlam ve ibadete açık bir şekilde bulunduğunu, bu tarihlerden sonra eski Unkapanı Köprüsü’nün kaldırılıp Fransız’lara yaptırılan yeni Atatürk Köprüsü’nün inşaatı sırasında belki şantiye yapılarına yer açmak için hiçbir iz kalmamacasına yok edildiğini belirtmektedir (Eyice, İstanbul Bülteni sayı 154). Kala (2014) ise caminin kadrosuz kalması sonucunda uzun müddet ibadete kapalı kaldığını,daha sonra imar faaliyetleri ile birlikte yıkılarak arsasının Atatürk Köprüsü’nün önündeki alana katıldığını belirtmiştir (Kala 2014). İstanbul IV Numaralı Kültür veTabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 26.11.2008/2478 tarih/kararı ile ihya edilmesinin uygun olduğuna eski kaynaklardan yararlanarak caminin restitüsyon ve restitüsyon esaslı rekonstrüksiyon çizim/projelerinin hazırlanarak koruma kuruluna sunulmasına karar verilmiştir.

Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu (YAKTVKBK) arşivinden edinilen bilgilere göre; Alman Mavileri ve Pervititch haritalarına göre Süleyman Subaşı Camii bugün Atatürk Köprüsü’nün Unkapanı ayağındaki yonca

Şekil 6 a) Süleyman Subaşı Camii Encümen Arşivlerinden edinilen 1941 tarihli fotoğraf (YAKTVKBK Arşivi). b) İbrahim Hakkı Konyalı arşivinden edinilen tarihsiz fotoğraf (YAKTVKBK Arşivi).

Şekil 7 Rekonstrüksiyon uygulamasından bir görünüm (Bilgili 2014).

a) b)

11

kavşağın olduğu yere karşılık gelmektedir. Caminin asıl arsası yola terkedildiğinden, yeni yapının komşu parselde yer alan Hacı Hafız Ahmet Çeşmesi’nin arkasında yer alan yeşil alana ve çeşme ile birlikteliğinin sağlanarak yapılması uygun bulunmuştur. Yapıya ait Osmanlı Arşivleri’nden 8 adet farklı çizim elde edilmiştir. İlki taslak olup, diğerleri alt kat ve üst kat harim bölümüne aittir. Şekil 6a’da görülen caminin uygulama planının yedinci çizim olduğu düşünülmüştür. Yapının planına dair bilgi veren bu çizimlerin ne derece tatbik edildiği bilinmemektedir. Çizimlerin hiç birinde tarih bulunmamaktadır. Yazı stili, çizim tekniği, ölçekler vb. incelemeler sonucu 19 yy. tarihlenebileceği kanısına varılmıştır. Eyice de makalesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden az sonra, caminin yangın geçirdiğini ve ihya edildiğini, bununla kalmayıp birkaç kez daha yenilendiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla bu çizimlerin caminin ilk inşasına ait olmadığı, 19. yy sonlarında yeniden inşa edildiğini gösteren kaynaklardır(YAKTVKBK arşiv dosyası).

Arşiv dosyasındaki verilere göre iki adet restitüsyon çizimi hazırlanmıştır. Eski fotoğraflardan yararlanarak hazırlanan çizimler bodrum kat, harim ve son cemaat mekânlarından oluşmaktadır. Yapı kâgir ve kırma çatılı olup cepheleri Geç Dönem Osmanlı Mimari tarzındadır. Caminin 19.yy mimari üslubunu yansıttığı belirtilmektedir. İkinci restitüsyon çizimlerinde ise cami ana kütlesine doğu batı doğrultusunda eklenen yapılar işlenmiştir. Rekonstrüksiyon önerisi 1. restitüsyon önerisine göre hazırlanmıştır. Çünkü ikinci dönemde yapının doğu-batı doğrultusunda eklenen eklerin niteliksiz olduğu ve kütleyi zedelediğine karar verilmiştir. Analojik araştırmalarda Cezayirli Hasan Paşa, Kuleli Kaymak Mustafa Paşa ve Tekkeci Camilerinden; bezeme ve plastrlarda Hamidi Evvel Camiinden; ahşap kubbeli yapılardan Yenikapı Mevlevihanesi’nden faydalanılmıştır. Yine minaresinin Cezayirli Hasan Paşa Camii minaresiyle örtüştüğü düşünülmüştür (YAKTVKBK arşiv dosyası).

Yapı özgün yerinde ve konumunda yapılmamıştır. Şekil 7’de görülen Süleyman Subaşı Camii plan şeması bodrum katta değiştirilmiş, 4 odalı depo tek mekân haline getirilmiştir. Yapım tekniği olarak betonarme-çelik-ahşap karma sistem kullanılmış, yığma olarak yapılmamıştır. Buna karşılık bodrumda 114 cm, üst katlarda 76 cm olan duvar kalınlıkları, delikli tuğla kullanılmak suretiyle sağlanmıştır. Çağdaş yapımsistemiyle yapılmış olan camide tuğlayla duvar kalınlığının verilmesi ve cephelerde 3-5 cm kalınlığında Bayburt taşından kaplama yapılması taklitten ibaret bir uygulamadır.Dolgu alanının üzerine yapılması hasebiyle özel mühendislik hizmetlerini gerektirmiştir. Zeminin taşıma kapasitesini arttırmak için 25 m. derinliğinde 60 civarında beton kazık çakılarak, üzerine radye temel ile inşa edilmiştir. Çatı açıklığı çelikle geçilmiştir. Döşemelerde betonarme ve çelik putreller kullanılmıştır. İlginç olan husus bu kadar özel mühendislik hizmeti gerektiren çalışma yapılırken özgün yapım tekniğinin kullanılmamasıdır. Proje raporlarında dikkat çeken “ …yapının özgün karakterine zarar vermeyecek şekilde, yeri dolayısıyla risk taşıması göz önünde bulundurularak radye temel üzerine tuğla duvar ve taş kaplama olarak rekonstrüksiyonu…” denilmektedir. Yine “…minare 21 m. yüksekliğinde ve risk taşıması nedeniyle taş kaide üzerine betonarme gövde…” ifadeleridir. Çünkü özgün yapım tekniğinden, yapının dolgu alanına inşa edilmesi ve zemin gerekçe gösterilerek vaz geçilmiş ama öte yandan duvar kalınlıklarını sağlamak için taklitçi uygulamalar yapılmıştır. İncelenen vakalar içerisinde en çok bilgi, belge, çizim, fotoğrafı bulunan örnek Süleyman Subaşı Camiidir. Buna rağmen belgeleri ve yeniden yapılabilirliği -diğer örneklere nazaran daha yüksek olsa da- tartışmalıdır. Peki, özgün konumunda,aslına uygun yapım tekniği ve malzeme ile yapılmayan, doğal yollarla ya da savaş

424

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 11: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

10

malzeme ve tasarım bakımından uyumlu yeni bir minarenin inşa edilmiş olmasıdır. Alanın mevcut halinde arkeolojik kalıntılara dair bir düzenleme henüz olmamakla birlikte, kalıntıların durumu ile ilgili de bilgi edinilememiştir.

Süleyman Subaşı Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Sarı Demir Mah. Ragıp Gümüşpala Cad. 2709 ada 4 parselde yer almaktadır. Süleyman Subaşı tarafından 1571’de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Eyice, caminin yaklaşık 1940’lı yıllara kadar sağlam ve ibadete açık bir şekilde bulunduğunu, bu tarihlerden sonra eski Unkapanı Köprüsü’nün kaldırılıp Fransız’lara yaptırılan yeni Atatürk Köprüsü’nün inşaatı sırasında belki şantiye yapılarına yer açmak için hiçbir iz kalmamacasına yok edildiğini belirtmektedir (Eyice, İstanbul Bülteni sayı 154). Kala (2014) ise caminin kadrosuz kalması sonucunda uzun müddet ibadete kapalı kaldığını,daha sonra imar faaliyetleri ile birlikte yıkılarak arsasının Atatürk Köprüsü’nün önündeki alana katıldığını belirtmiştir (Kala 2014). İstanbul IV Numaralı Kültür veTabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 26.11.2008/2478 tarih/kararı ile ihya edilmesinin uygun olduğuna eski kaynaklardan yararlanarak caminin restitüsyon ve restitüsyon esaslı rekonstrüksiyon çizim/projelerinin hazırlanarak koruma kuruluna sunulmasına karar verilmiştir.

Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu (YAKTVKBK) arşivinden edinilen bilgilere göre; Alman Mavileri ve Pervititch haritalarına göre Süleyman Subaşı Camii bugün Atatürk Köprüsü’nün Unkapanı ayağındaki yonca

Şekil 6 a) Süleyman Subaşı Camii Encümen Arşivlerinden edinilen 1941 tarihli fotoğraf (YAKTVKBK Arşivi). b) İbrahim Hakkı Konyalı arşivinden edinilen tarihsiz fotoğraf (YAKTVKBK Arşivi).

Şekil 7 Rekonstrüksiyon uygulamasından bir görünüm (Bilgili 2014).

a) b)

11

kavşağın olduğu yere karşılık gelmektedir. Caminin asıl arsası yola terkedildiğinden, yeni yapının komşu parselde yer alan Hacı Hafız Ahmet Çeşmesi’nin arkasında yer alan yeşil alana ve çeşme ile birlikteliğinin sağlanarak yapılması uygun bulunmuştur. Yapıya ait Osmanlı Arşivleri’nden 8 adet farklı çizim elde edilmiştir. İlki taslak olup, diğerleri alt kat ve üst kat harim bölümüne aittir. Şekil 6a’da görülen caminin uygulama planının yedinci çizim olduğu düşünülmüştür. Yapının planına dair bilgi veren bu çizimlerin ne derece tatbik edildiği bilinmemektedir. Çizimlerin hiç birinde tarih bulunmamaktadır. Yazı stili, çizim tekniği, ölçekler vb. incelemeler sonucu 19 yy. tarihlenebileceği kanısına varılmıştır. Eyice de makalesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden az sonra, caminin yangın geçirdiğini ve ihya edildiğini, bununla kalmayıp birkaç kez daha yenilendiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla bu çizimlerin caminin ilk inşasına ait olmadığı, 19. yy sonlarında yeniden inşa edildiğini gösteren kaynaklardır(YAKTVKBK arşiv dosyası).

Arşiv dosyasındaki verilere göre iki adet restitüsyon çizimi hazırlanmıştır. Eski fotoğraflardan yararlanarak hazırlanan çizimler bodrum kat, harim ve son cemaat mekânlarından oluşmaktadır. Yapı kâgir ve kırma çatılı olup cepheleri Geç Dönem Osmanlı Mimari tarzındadır. Caminin 19.yy mimari üslubunu yansıttığı belirtilmektedir. İkinci restitüsyon çizimlerinde ise cami ana kütlesine doğu batı doğrultusunda eklenen yapılar işlenmiştir. Rekonstrüksiyon önerisi 1. restitüsyon önerisine göre hazırlanmıştır. Çünkü ikinci dönemde yapının doğu-batı doğrultusunda eklenen eklerin niteliksiz olduğu ve kütleyi zedelediğine karar verilmiştir. Analojik araştırmalarda Cezayirli Hasan Paşa, Kuleli Kaymak Mustafa Paşa ve Tekkeci Camilerinden; bezeme ve plastrlarda Hamidi Evvel Camiinden; ahşap kubbeli yapılardan Yenikapı Mevlevihanesi’nden faydalanılmıştır. Yine minaresinin Cezayirli Hasan Paşa Camii minaresiyle örtüştüğü düşünülmüştür (YAKTVKBK arşiv dosyası).

Yapı özgün yerinde ve konumunda yapılmamıştır. Şekil 7’de görülen Süleyman Subaşı Camii plan şeması bodrum katta değiştirilmiş, 4 odalı depo tek mekân haline getirilmiştir. Yapım tekniği olarak betonarme-çelik-ahşap karma sistem kullanılmış, yığma olarak yapılmamıştır. Buna karşılık bodrumda 114 cm, üst katlarda 76 cm olan duvar kalınlıkları, delikli tuğla kullanılmak suretiyle sağlanmıştır. Çağdaş yapımsistemiyle yapılmış olan camide tuğlayla duvar kalınlığının verilmesi ve cephelerde 3-5 cm kalınlığında Bayburt taşından kaplama yapılması taklitten ibaret bir uygulamadır.Dolgu alanının üzerine yapılması hasebiyle özel mühendislik hizmetlerini gerektirmiştir. Zeminin taşıma kapasitesini arttırmak için 25 m. derinliğinde 60 civarında beton kazık çakılarak, üzerine radye temel ile inşa edilmiştir. Çatı açıklığı çelikle geçilmiştir. Döşemelerde betonarme ve çelik putreller kullanılmıştır. İlginç olan husus bu kadar özel mühendislik hizmeti gerektiren çalışma yapılırken özgün yapım tekniğinin kullanılmamasıdır. Proje raporlarında dikkat çeken “ …yapının özgün karakterine zarar vermeyecek şekilde, yeri dolayısıyla risk taşıması göz önünde bulundurularak radye temel üzerine tuğla duvar ve taş kaplama olarak rekonstrüksiyonu…” denilmektedir. Yine “…minare 21 m. yüksekliğinde ve risk taşıması nedeniyle taş kaide üzerine betonarme gövde…” ifadeleridir. Çünkü özgün yapım tekniğinden, yapının dolgu alanına inşa edilmesi ve zemin gerekçe gösterilerek vaz geçilmiş ama öte yandan duvar kalınlıklarını sağlamak için taklitçi uygulamalar yapılmıştır. İncelenen vakalar içerisinde en çok bilgi, belge, çizim, fotoğrafı bulunan örnek Süleyman Subaşı Camiidir. Buna rağmen belgeleri ve yeniden yapılabilirliği -diğer örneklere nazaran daha yüksek olsa da- tartışmalıdır. Peki, özgün konumunda,aslına uygun yapım tekniği ve malzeme ile yapılmayan, doğal yollarla ya da savaş

425

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 12: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

12

yoluyla yok olmamış, unutulmuş, bellek değerini yitirmiş bir yapıyı herhangi bir talep ve ihtiyaç olmaksızın yeniden, eldeki belgelere rağmen bu şekilde yapmak ne kadar doğrudur? Proje raporlarında belirtildiği gibi “özgün karaktere zarar vermeyecek şekilde” gerçekleşmiş olur mu? Süleyman Subaşı Camisi, YAKTVKBK’nin yetki alanında kalmaktadır. IV numaralı Koruma Bölge Kurulu özgün yapım tekniği, malzeme ile kendi yer ve konumunda yapılmayacak rekonstrüksiyon uygulamalarına onay vermezken Yenileme Alanları Koruma Kurulu onay vermektedir. Bu tür uygulamalarda karar vericiler farklı olsa bile kararlar birbiriyle uyumlu olmalı, bilimsel, kuramsal ve teknik temeller üzerine oturtulmalı ve dil birliği sağlanmalıdır.

Uzun Yusuf Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Uzun Yusuf Mah. Uzun Yusuf Sok. 1421 ada 2 parselde yer almaktadır. Uzun Yusuf tarafından yapım tarihi tam bilinmemekle birlikte 1451-1481 arasında yaptırılmıştır. 1955-58 yıllarında ibadete açık olup, daha sonra çökmüş ve 1990yılında tamamen yok olmuştur. 2001 yılından önce arsada gecekondu yapılaşmaları mevcuttur. Gecekonduların yıkımının ardından İstanbul IV Numaralı KTVKBK’nin 04.03.2009/2765 tarih/kararıyla 03.08.2009-03.09.2009 tarihleri arasında Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde Uzun Yusuf Camii temel kazısı yapılmıştır. Öncesinde de 10.05.2000/11809 tarih/kararla kazı kararı verilmiş, 2001 yılında müze

Şekil 8 a) Uzun Yusuf Mescidi’nin tarihsiz fotoğrafı (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi). b) 2001 kazısının ardından yapıya ait izler (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi).

Şekil 9 a) Uzun Yusuf Mescidi betonarme temel, arkada kalıntılara ait moloz yığını (URL 6). b) Mevcut Durum (Bigili 2014)

a) b)

a) b)

13

denetiminde temel kazısı yapılmış, kare planlı caminin son cemaat yeri ve minare temelerine ulaşılmıştır (şekil 8b). Kurul kararıyla yapılan ikinci kazıda da 70-80 cm derinliğe kadar moloz taş duvar örgüsüne ulaşılmıştır. Duvarlar genellikle 80 cm kalınlığında olup, sadece mihrap duvarının 110 cm kalınlığında olduğu anlaşılmıştır. Kazıda kaybolan hazireye ait 8-10 adet mermer mezar taşı bulunmuştur. Restitüsyon çizimleri için yapılan araştırmalarda yapının bir cephesinden iki adet fotoğrafı tespit edilmiş, kalıntı rölövesinden de faydalanılarak iki adet restitüsyon önerisi getirilmiştir. İki restitüsyon çizimi arasındaki fark son cemaat yerinde taşıyıcıların ahşap ya da mermer olarak seçilmiş olmasıdır. 13.08.2013/2466 tarih/karar ile rekonstrüksiyon projesinin uygun olduğuna, uygulamanın Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetim ve sorumluluğunda gerçekleştirilmesine karar verilmiştir (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Uzun Yusuf Mescidi ile ilgili Koruma Bölge Kurulu arşivlerinde yeterli ve ayrıntılı bilgiye rastlanmamıştır. Eldeki tek veri kazı sonrası çıkan temel kalıntıları, iki adet belli belirsiz fotoğraf (şekil 8a) ve Pervititch haritasıdır. Şekil 9a’da görüldüğü üzere ortaya çıkarılan kalıntılar tahrip edilmiştir. Rekonstrüksiyon projelerine göre mescidin var olan temel duvarları üzerine inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak yerinde yapılan incelemede betonarme bir temel ve bodrum kat oluşturulduğu tespit edilmiştir (Şekil 9a). Mescit katı projede çizildiği gibi yığma, tuğla-taş almaşık örgülü, içerden sıvalı, kırma çatılı, düz ahşap tavanlı olarak inşa edilmiştir. Buna göre özgün plan şeması değiştirilmiştir. Oysa kalıntıların korunarak sergilendiği mimari bir çözümün getirilmesi beklenirdi.

Sonuç

Yeniden yapım konusunda incelenen örneklerde genellikle iki türlü yaklaşım sergilendiği görülmektedir. Bunlar;

a) Belgelere dayalı fakat yapım tekniği, malzeme, plan düzeni ya da konum gibi özelliklerinden ödün verilerek gerçekleştirilen yeniden yapım

b) Yeterli veri olmamasından dolayı yeni yapı inşasıÇeşitli analojilerle eski yapıların taklidi bir yeni yapı inşa etmekYeni ve çağdaş bir yapı inşa etmek

Rekonstrüksiyon; vazgeçilmez olan, simge değeri taşıyan yapıların elde olmayan nedenlerle yitirilmesi durumunda koruma açısından istenmeyen, fakat gerekçeli olarak ve mecbur kalınması durumunda başvurulan bir yöntemdir. Çok ayrıntılı çalışma gerektirir. Kaybolmuş ve unutulmuş yapılar, kamu otoriteleri ve yetkili ağızların ifadesiyle “ tarihin ihyası”, “kültürün ihyası” söylemleriyle ve gittikçe sayısı artan çoğunlukta yeniden yapılmaktadır3.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun kabul ettiği 660 No’lu ilke kararında; “Yapının kültür varlığı niteliği taşıması, kültürel çevreye olan tarihsel katkıları gözetilerek, yapı kalıntısı, rölöve, fotoğraf, her türlü özgün yazılı-sözlü, görsel arşiv belgesi vb. yararlanmak suretiyle, kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı

3 Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in Piri Mehmet Paşa Camii açılış konuşması (URL 7). İBB Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü 01.12.2014 tarihli kişisel görüşmeden not.

426

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 13: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

12

yoluyla yok olmamış, unutulmuş, bellek değerini yitirmiş bir yapıyı herhangi bir talep ve ihtiyaç olmaksızın yeniden, eldeki belgelere rağmen bu şekilde yapmak ne kadar doğrudur? Proje raporlarında belirtildiği gibi “özgün karaktere zarar vermeyecek şekilde” gerçekleşmiş olur mu? Süleyman Subaşı Camisi, YAKTVKBK’nin yetki alanında kalmaktadır. IV numaralı Koruma Bölge Kurulu özgün yapım tekniği, malzeme ile kendi yer ve konumunda yapılmayacak rekonstrüksiyon uygulamalarına onay vermezken Yenileme Alanları Koruma Kurulu onay vermektedir. Bu tür uygulamalarda karar vericiler farklı olsa bile kararlar birbiriyle uyumlu olmalı, bilimsel, kuramsal ve teknik temeller üzerine oturtulmalı ve dil birliği sağlanmalıdır.

Uzun Yusuf Mescidi

İstanbul Fatih İlçesi, Uzun Yusuf Mah. Uzun Yusuf Sok. 1421 ada 2 parselde yer almaktadır. Uzun Yusuf tarafından yapım tarihi tam bilinmemekle birlikte 1451-1481 arasında yaptırılmıştır. 1955-58 yıllarında ibadete açık olup, daha sonra çökmüş ve 1990yılında tamamen yok olmuştur. 2001 yılından önce arsada gecekondu yapılaşmaları mevcuttur. Gecekonduların yıkımının ardından İstanbul IV Numaralı KTVKBK’nin 04.03.2009/2765 tarih/kararıyla 03.08.2009-03.09.2009 tarihleri arasında Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde Uzun Yusuf Camii temel kazısı yapılmıştır. Öncesinde de 10.05.2000/11809 tarih/kararla kazı kararı verilmiş, 2001 yılında müze

Şekil 8 a) Uzun Yusuf Mescidi’nin tarihsiz fotoğrafı (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi). b) 2001 kazısının ardından yapıya ait izler (IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşivi).

Şekil 9 a) Uzun Yusuf Mescidi betonarme temel, arkada kalıntılara ait moloz yığını (URL 6). b) Mevcut Durum (Bigili 2014)

a) b)

a) b)

13

denetiminde temel kazısı yapılmış, kare planlı caminin son cemaat yeri ve minare temelerine ulaşılmıştır (şekil 8b). Kurul kararıyla yapılan ikinci kazıda da 70-80 cm derinliğe kadar moloz taş duvar örgüsüne ulaşılmıştır. Duvarlar genellikle 80 cm kalınlığında olup, sadece mihrap duvarının 110 cm kalınlığında olduğu anlaşılmıştır. Kazıda kaybolan hazireye ait 8-10 adet mermer mezar taşı bulunmuştur. Restitüsyon çizimleri için yapılan araştırmalarda yapının bir cephesinden iki adet fotoğrafı tespit edilmiş, kalıntı rölövesinden de faydalanılarak iki adet restitüsyon önerisi getirilmiştir. İki restitüsyon çizimi arasındaki fark son cemaat yerinde taşıyıcıların ahşap ya da mermer olarak seçilmiş olmasıdır. 13.08.2013/2466 tarih/karar ile rekonstrüksiyon projesinin uygun olduğuna, uygulamanın Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetim ve sorumluluğunda gerçekleştirilmesine karar verilmiştir (İstanbul IV No’lu Koruma Bölge Kurulu Arşiv Dosyası).

Uzun Yusuf Mescidi ile ilgili Koruma Bölge Kurulu arşivlerinde yeterli ve ayrıntılı bilgiye rastlanmamıştır. Eldeki tek veri kazı sonrası çıkan temel kalıntıları, iki adet belli belirsiz fotoğraf (şekil 8a) ve Pervititch haritasıdır. Şekil 9a’da görüldüğü üzere ortaya çıkarılan kalıntılar tahrip edilmiştir. Rekonstrüksiyon projelerine göre mescidin var olan temel duvarları üzerine inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak yerinde yapılan incelemede betonarme bir temel ve bodrum kat oluşturulduğu tespit edilmiştir (Şekil 9a). Mescit katı projede çizildiği gibi yığma, tuğla-taş almaşık örgülü, içerden sıvalı, kırma çatılı, düz ahşap tavanlı olarak inşa edilmiştir. Buna göre özgün plan şeması değiştirilmiştir. Oysa kalıntıların korunarak sergilendiği mimari bir çözümün getirilmesi beklenirdi.

Sonuç

Yeniden yapım konusunda incelenen örneklerde genellikle iki türlü yaklaşım sergilendiği görülmektedir. Bunlar;

a) Belgelere dayalı fakat yapım tekniği, malzeme, plan düzeni ya da konum gibi özelliklerinden ödün verilerek gerçekleştirilen yeniden yapım

b) Yeterli veri olmamasından dolayı yeni yapı inşasıÇeşitli analojilerle eski yapıların taklidi bir yeni yapı inşa etmekYeni ve çağdaş bir yapı inşa etmek

Rekonstrüksiyon; vazgeçilmez olan, simge değeri taşıyan yapıların elde olmayan nedenlerle yitirilmesi durumunda koruma açısından istenmeyen, fakat gerekçeli olarak ve mecbur kalınması durumunda başvurulan bir yöntemdir. Çok ayrıntılı çalışma gerektirir. Kaybolmuş ve unutulmuş yapılar, kamu otoriteleri ve yetkili ağızların ifadesiyle “ tarihin ihyası”, “kültürün ihyası” söylemleriyle ve gittikçe sayısı artan çoğunlukta yeniden yapılmaktadır3.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun kabul ettiği 660 No’lu ilke kararında; “Yapının kültür varlığı niteliği taşıması, kültürel çevreye olan tarihsel katkıları gözetilerek, yapı kalıntısı, rölöve, fotoğraf, her türlü özgün yazılı-sözlü, görsel arşiv belgesi vb. yararlanmak suretiyle, kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı

3 Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in Piri Mehmet Paşa Camii açılış konuşması (URL 7). İBB Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü 01.12.2014 tarihli kişisel görüşmeden not.

427

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 14: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

14

oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılmak suretiyle yapılabileceği” açıkça belirtilmiştir.

Uluslararası mevzuatta da özetle; “Savaş ya da doğal nedenlerle yıkılan ve toplum için önemli olan bir yapı için ve çok özel durumlarda gerekçelendirilmedikçe yeniden yapıma başvurulmaması gerektiği, başvuruluyorsa yöreye ait kültürel özellikleri belirgin şekilde yansıtan ve kent dokusunun bütünlüğü için önemli olan bir yapı olması gerektiği, kesin ve tartışmasız belgelere dayanan, varsayımdan kaçınan, çok ayrıntılı ve titiz çalışma yapılarak, ayırt edilebilecek ve yanıltıcı kopyalar olmayacak şekilde,mevcut kalıntıları riske atmadan, form, malzeme, işlev, konum, yapım tekniği gibi özgünlük ölçütlerine riayet edilerek” ifadeleri ısrarla vurgulanmıştır.Görüldüğü gibi neredeyse örneklerin hiçbirinde uygulamalar mevzuatın hükümleriyle örtüşmemektedir. Çoğunlukla savaş ya da doğal yollarla yok olmuş yapılar değil, çeşitli imar etkinlikleri sonucu ve uzun zaman önce izleri silinmiş olan yapıların rekonstrüksiyonu yapılmaktadır. Bellek değerini yitirmiş olmalarının yanında, yok olan yapıların bir kısmı ya da tamamı yol veya diğer yapıların alanında kalmıştır. Kendi konum, kendi yerinde yapılamamaktadır. Neredeyse hiçbirinin yeniden yapımı için yeterli veri yoktur. Bir ya da birkaç fotoğraf, kazılarla tespit edilen temel izleri ve analojilerden faydalanılmıştır. Analojiler fikir vericidir. Örnek olarak gösterilebilir fakat her rekonstrüksiyonu yapılan yapıda analojilere başvurup, tekrarını yapmak kopyaların sayısını arttırmak olur. Analoji için seçilen örneklerde kullanılan mimari elemanların ve plastik öğelerin doğrudan rekonstrüksiyonu yapılan yapılarda kullanılması doğru bir anlayış olamaz. Yeniden yapılan yapıların plan özellikleri kazanım elde etmek amacıyladeğiştirilmektedir. Bunun yanında kazılarda çıkan yapı kalıntılarının korunması ve bütünlük içerisinde sergilenmesi gerekirken daha fazla tahrip edilebilmektedir. Aslına uygun malzeme ve yapım tekniği yerine, incelenen örneklerde betonarme-çelik konstrüksiyonla yapılmış çokça örnek bulunmaktadır. Doğal taşla yapılan bazı örneklerde ise yükseklik, pencere boşlukları oranları tutturulamamıştır. Farklı Koruma Kurulları’ndan farklı kararların çıkması, belge ve bilgisi varken aslına uygun malzemeyle yapılmaması anıtlarda yeniden yapım sorunlarına başka bir boyut kazandırmaktadır. Farklı koruma kurullarının yetki alanına giren yapıların yeniden yapımı bilimsel, kuramsal ve teknik temeller üzerine oturmalıdır. Kararlarda dil birliği sağlanmalıdır.

“Tarihin ihyası” anlayışıyla bir yapının ayağa kaldırılmak istenmesi düşüncesi tek başına yeterli değildir çünkü belgeye dayalı bir rekonstrüksiyon yapılsa bile –ne kadar yapılabildiği ortadadır- yapı yenidir ve tarih bileşeninden yoksundur. Brandi’nin düşüncesiyle yeniden yapımda kullanılan malzemeler aynı ocaktan çıkarılsa bile tarihi ve estetik özellikleri bakımından aynı kabul edilemez çünkü özgün olanla yeniden yapılan asla aynı olamaz (Jokilehto 2002). Dolayısıyla tarih bileşeninden yoksun olan bu yapılar birer kopya olmaktan öteye gidememektedir. Örneklerde görüldüğü üzere kopyaların ucuz ve yanıltıcı olması ise durumun vahametini arttırmaktadır. Dahası rekonstrüksiyonu yapılan yapılar bir dönemde hiç olmadıkları şekilde, kimliksiz olarak hortlatılmaktadır. Hedef “kültürün ihyası” ise örneklerde görüldüğü üzere bu amaçla ancak imgeler yaratılabilmiştir. Kültürün ihyası için imgelerin gerekliliği konusu da tartışmalıdır, zira kültür bizlerin yaşantısında gizlidir ve sürmeye, sürdürülmeye devameder. Tarih ve kültürün ihyası düşüncesi, imkân ve kaynakların öncelikle tahrip olmuş ve mevcudiyetini devam ettiren kültür varlıklarına sarf edilmesiyle anlam kazanabilir.

15

Sonuç olarak; örneklerde görüldüğü gibi rekonstrüksiyon uygulamalarının başarılıolduğu söylenemez. Hem fikirsel hem de bilimsel temellere oturtulmadan uygulamalar gerçekleştirilmektedir. Örneklerde görülen küçük ölçekli mahalle mescitlerinin yeniden yapım sorunları çözülmemişken, Tarihi Yarımada için toplu yeniden yapım kararları alınmaktadır. Dahası, rekonstrüksiyonu planlanan Topçu Kışlası, Ali Paşa Sarayı gibi büyük ölçekli anıtsal yapıların yeniden inşasında nelerle karşılaşılabileceğini tahminetmek zor değildir. Bu türlü seçmeci yaklaşımlarla gerçekleştirilen uygulamalar tehlikelidir. Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’ın ifadesiyle hortlatılan yapıların sayısına bağlı olarak giderek “Osmanlı Disneylandı” yaratılmaktadır.

Teşekkür Arşiv araştırmaları sırasında verdiği destek ve gösterdiği sabırdan dolayı Y.Mimar Müge Ceyhan’a teşekkürlerimi sunarım.

Kaynaklar

Akozan, F. (1977) Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı Ve Kanunlar. Devlet Güzel

Sanatlar Akademisi Yayını, No 47, İstanbul.

Arık, R. O. (1947) Halkevlerinde Müze Tarih Ve Folklor Çalışmaları Kılavuzu, Ankara.

Çal, H. (1990) Türkiye’de Cumhuriyet Devri Taşınmaz Eski Eser Tahribatı Ve Sebepleri. Dil ve

Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C 34, Sayı 1 - 2, Ankara, s. 353-380.

Eyice, S. (1972) İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri. Tarih Dergisi, Sayı 26,

İstanbul, s. 129-164.

Gülekli, N. C. (1948) Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Ankara.

Jokilehto, J. (2002) A History of Architectural Conservation, Butterworth-Heinemann, Oxford,

s. 230.

Kaboğlu, A. (2013) Hobyar Mescidi. Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı 6, İstanbul, s. 90-98.

Kala, A. (2014) İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi Cami ve Mescitleri I. İBB Kültür

AŞ. Yayını, İstanbul.

Madran, E. (1997) Cumhuriyet’in İlk Otuz Yılında (1920-1950) Koruma Alanının Örgütlenmesi

II. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, 17:1-2, Ankara, s. 75-97.

Mazlum, D. (2014) Koruma Kuramının Mimari Rekonstrüksiyona Bakışı. Mimarlık Dergisi,

Sayı 380, Kasım, s. 72-77.

Mumcu, A. (1972) Eski Eserler Hukuku ve Türkiye. A. Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 28, Sayı

1-2, Ankara, s. 41-76.

URL 1: http://whc.unesco.org/en/guidelines/ (Erişim: 01.09.2015).

URL 2: http://australia.icomos.org/wp-content/uploads/BURRA-CHARTER-1999_charter-

only.pdf (Erişim: 01.09.2015).

428

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 15: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

14

oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılmak suretiyle yapılabileceği” açıkça belirtilmiştir.

Uluslararası mevzuatta da özetle; “Savaş ya da doğal nedenlerle yıkılan ve toplum için önemli olan bir yapı için ve çok özel durumlarda gerekçelendirilmedikçe yeniden yapıma başvurulmaması gerektiği, başvuruluyorsa yöreye ait kültürel özellikleri belirgin şekilde yansıtan ve kent dokusunun bütünlüğü için önemli olan bir yapı olması gerektiği, kesin ve tartışmasız belgelere dayanan, varsayımdan kaçınan, çok ayrıntılı ve titiz çalışma yapılarak, ayırt edilebilecek ve yanıltıcı kopyalar olmayacak şekilde,mevcut kalıntıları riske atmadan, form, malzeme, işlev, konum, yapım tekniği gibi özgünlük ölçütlerine riayet edilerek” ifadeleri ısrarla vurgulanmıştır.Görüldüğü gibi neredeyse örneklerin hiçbirinde uygulamalar mevzuatın hükümleriyle örtüşmemektedir. Çoğunlukla savaş ya da doğal yollarla yok olmuş yapılar değil, çeşitli imar etkinlikleri sonucu ve uzun zaman önce izleri silinmiş olan yapıların rekonstrüksiyonu yapılmaktadır. Bellek değerini yitirmiş olmalarının yanında, yok olan yapıların bir kısmı ya da tamamı yol veya diğer yapıların alanında kalmıştır. Kendi konum, kendi yerinde yapılamamaktadır. Neredeyse hiçbirinin yeniden yapımı için yeterli veri yoktur. Bir ya da birkaç fotoğraf, kazılarla tespit edilen temel izleri ve analojilerden faydalanılmıştır. Analojiler fikir vericidir. Örnek olarak gösterilebilir fakat her rekonstrüksiyonu yapılan yapıda analojilere başvurup, tekrarını yapmak kopyaların sayısını arttırmak olur. Analoji için seçilen örneklerde kullanılan mimari elemanların ve plastik öğelerin doğrudan rekonstrüksiyonu yapılan yapılarda kullanılması doğru bir anlayış olamaz. Yeniden yapılan yapıların plan özellikleri kazanım elde etmek amacıyladeğiştirilmektedir. Bunun yanında kazılarda çıkan yapı kalıntılarının korunması ve bütünlük içerisinde sergilenmesi gerekirken daha fazla tahrip edilebilmektedir. Aslına uygun malzeme ve yapım tekniği yerine, incelenen örneklerde betonarme-çelik konstrüksiyonla yapılmış çokça örnek bulunmaktadır. Doğal taşla yapılan bazı örneklerde ise yükseklik, pencere boşlukları oranları tutturulamamıştır. Farklı Koruma Kurulları’ndan farklı kararların çıkması, belge ve bilgisi varken aslına uygun malzemeyle yapılmaması anıtlarda yeniden yapım sorunlarına başka bir boyut kazandırmaktadır. Farklı koruma kurullarının yetki alanına giren yapıların yeniden yapımı bilimsel, kuramsal ve teknik temeller üzerine oturmalıdır. Kararlarda dil birliği sağlanmalıdır.

“Tarihin ihyası” anlayışıyla bir yapının ayağa kaldırılmak istenmesi düşüncesi tek başına yeterli değildir çünkü belgeye dayalı bir rekonstrüksiyon yapılsa bile –ne kadar yapılabildiği ortadadır- yapı yenidir ve tarih bileşeninden yoksundur. Brandi’nin düşüncesiyle yeniden yapımda kullanılan malzemeler aynı ocaktan çıkarılsa bile tarihi ve estetik özellikleri bakımından aynı kabul edilemez çünkü özgün olanla yeniden yapılan asla aynı olamaz (Jokilehto 2002). Dolayısıyla tarih bileşeninden yoksun olan bu yapılar birer kopya olmaktan öteye gidememektedir. Örneklerde görüldüğü üzere kopyaların ucuz ve yanıltıcı olması ise durumun vahametini arttırmaktadır. Dahası rekonstrüksiyonu yapılan yapılar bir dönemde hiç olmadıkları şekilde, kimliksiz olarak hortlatılmaktadır. Hedef “kültürün ihyası” ise örneklerde görüldüğü üzere bu amaçla ancak imgeler yaratılabilmiştir. Kültürün ihyası için imgelerin gerekliliği konusu da tartışmalıdır, zira kültür bizlerin yaşantısında gizlidir ve sürmeye, sürdürülmeye devameder. Tarih ve kültürün ihyası düşüncesi, imkân ve kaynakların öncelikle tahrip olmuş ve mevcudiyetini devam ettiren kültür varlıklarına sarf edilmesiyle anlam kazanabilir.

15

Sonuç olarak; örneklerde görüldüğü gibi rekonstrüksiyon uygulamalarının başarılıolduğu söylenemez. Hem fikirsel hem de bilimsel temellere oturtulmadan uygulamalar gerçekleştirilmektedir. Örneklerde görülen küçük ölçekli mahalle mescitlerinin yeniden yapım sorunları çözülmemişken, Tarihi Yarımada için toplu yeniden yapım kararları alınmaktadır. Dahası, rekonstrüksiyonu planlanan Topçu Kışlası, Ali Paşa Sarayı gibi büyük ölçekli anıtsal yapıların yeniden inşasında nelerle karşılaşılabileceğini tahminetmek zor değildir. Bu türlü seçmeci yaklaşımlarla gerçekleştirilen uygulamalar tehlikelidir. Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’ın ifadesiyle hortlatılan yapıların sayısına bağlı olarak giderek “Osmanlı Disneylandı” yaratılmaktadır.

Teşekkür Arşiv araştırmaları sırasında verdiği destek ve gösterdiği sabırdan dolayı Y.Mimar Müge Ceyhan’a teşekkürlerimi sunarım.

Kaynaklar

Akozan, F. (1977) Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı Ve Kanunlar. Devlet Güzel

Sanatlar Akademisi Yayını, No 47, İstanbul.

Arık, R. O. (1947) Halkevlerinde Müze Tarih Ve Folklor Çalışmaları Kılavuzu, Ankara.

Çal, H. (1990) Türkiye’de Cumhuriyet Devri Taşınmaz Eski Eser Tahribatı Ve Sebepleri. Dil ve

Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C 34, Sayı 1 - 2, Ankara, s. 353-380.

Eyice, S. (1972) İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri. Tarih Dergisi, Sayı 26,

İstanbul, s. 129-164.

Gülekli, N. C. (1948) Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Ankara.

Jokilehto, J. (2002) A History of Architectural Conservation, Butterworth-Heinemann, Oxford,

s. 230.

Kaboğlu, A. (2013) Hobyar Mescidi. Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı 6, İstanbul, s. 90-98.

Kala, A. (2014) İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi Cami ve Mescitleri I. İBB Kültür

AŞ. Yayını, İstanbul.

Madran, E. (1997) Cumhuriyet’in İlk Otuz Yılında (1920-1950) Koruma Alanının Örgütlenmesi

II. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, 17:1-2, Ankara, s. 75-97.

Mazlum, D. (2014) Koruma Kuramının Mimari Rekonstrüksiyona Bakışı. Mimarlık Dergisi,

Sayı 380, Kasım, s. 72-77.

Mumcu, A. (1972) Eski Eserler Hukuku ve Türkiye. A. Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 28, Sayı

1-2, Ankara, s. 41-76.

URL 1: http://whc.unesco.org/en/guidelines/ (Erişim: 01.09.2015).

URL 2: http://australia.icomos.org/wp-content/uploads/BURRA-CHARTER-1999_charter-

only.pdf (Erişim: 01.09.2015).

429

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu

Page 16: Kaybolan Kültür Varlıkları ve Yeniden Yapımlarının ... · sayılı “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda” yapılan düzenlemelerle hapis ve

16

URL 3: http://www.icomos.org/en/charters-and-texts/179-articles-en-

francais/ressources/charters-and-standards/184-the-declaration-of-dresden (Erişim: 01.09.2015)

URL 4: http://www.international.icomos.org/charters/arch_e.pdf (Erişim: 01.09.2015).

URL 5: http://www.akparti.org.tr/site/haberler/tarihi-yeniden-ihya-edecegiz/45274#1 (Erişim:

02.09.2015).

URL 6: http://www.fatih.bel.tr/icerik/8048/uzun-yusuf-mescidi/ (Erişim: 01.09.2015).

URL 7: http://www.fatih.bel.tr/icerik/8530/100-yil-kayip-olan-camii-ihya-edildi/ (Erişim:

04.09.2015).

1

Gerede Yukarı Hamam Restorasyonuna İlişkin Değerlendirmeler

Çiğdem Belgin DİKMEN1, Ferruh TORUK2

1Yrd. Doç. Dr. Bozok Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Divanlı Yolu, 66100, YOZGAT, [email protected]

2Öğr. Gör. Bozok Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Divanlı Yolu, 66100, YOZGAT, [email protected]

Özet

İç Anadolu Bölgesi’ni Batı Karadeniz Bölgesine bağlayan geçiş alanı üzerinde yer alan Gerede coğrafi ve topoğrafik yapısı ve iklimi nedeniyle ilkçağlardan günümüze yerleşim alanı olarak kullanılmıştır. M.Ö. 3. yüzyılda Paphlagonnia’nın bir kenti olarak bilinen yerleşiminin Gerede Ovası’nın kuzeyinde Esentepe eteklerinde kurulduğu tahmin edilmektedir. Cressa, Krateia olarak da anılan Gerede sırasıyla Bithynia Devleti, Flaviuslar hanedanı ile Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine girmiş, Cumhuriyet döneminde de kullanım sürekliliği göstererek Bolu ilinin bir ilçesi olmuştur. Gerede’de günümüze ulaşabilmiş hamam kalıntısı olabileceğini düşündüğümüz temel izleri ve farklı tarihlerde yerleşimi ziyaret eden gezginlerin notları yerleşimde bulunan hamamlara vurgu yapmaktadır. Gerede’yi 1624 yılında ziyaret eden Katip Çelebi isim belirtmeksizin yerleşimde 1 hamamın, 17. yüzyılda ziyaret eden Evliya Çelebi ise 3 hamamın varlığından söz etmektedir. 1871 tarihli Kastamonu Salnamesinde de Gerede ilçe merkezinde 2 adet hamamın olduğu ifade edilmektedir. Bu çalışmada günümüzde Kitirler Mahallesi Atatürk Bulvarı yakınında yer alan, kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte 1875 yılına tarihlenen, uzun dönem kullanılmamasına karşın gerçekleştirilen restorasyonla yeniden hamam olarak işletilmek üzere kiraya verilen Yukarı Hamam’ın restorasyonuna ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır.

Anahtar kelimeler: Gerede, hamam mimarisi, Aşağı Hamam, Yukarı Hamam, restorasyon.

Giriş

İç Anadolu bölgesini Batı Karadeniz bölgesine bağlayan geçiş alanı üzerinde, Ankara ve İstanbul arasında orta nokta olarak tanımlanabilecek bir konumda olan Gerede yerleşimi Bolu ilinin en büyük ilçesidir. Gerede güneydoğuda Ankara’nın Kızılcahamam ve Çamlıdere, kuzeydoğuda Çankırı’nın Çerkeş ve Karabük’ün Eskipazar, güneybatıda Bolu’nun Dörtdivan, kuzeyde Bolu’nun Mengen, batıda ise yine Bolu’nun Yeniçağa ilçeleriyle çevrilmiştir. Ormanlık bir kuşak ile çevrelenen yerleşim dağlık alanlarlasınırlanmakta ve coğrafi bir eşik oluşturmaktadır (Resim 1), (www.googleearth.com).Gerede coğrafi, topoğrafik yapısı ve iklimi nedeniyle ilkçağlardan günümüze yerleşim alanı olarak tercih edilmiş ve süreklilik gösteren bir şekilde kullanılmıştır. Tarihsel süreçte çeşitli uygarlıklara ev sahipliği etmiş ve İpek Yolu üzerinde bir konaklama

430

5. Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi Sempozyumu