Karavan - Aralık Sayısı
-
Upload
karavan-dergisi -
Category
Documents
-
view
249 -
download
4
description
Transcript of Karavan - Aralık Sayısı
KARAVANk a r a v a n d a k i a d a m . c o m
YENİ BİR EDEBİYAT DERGİSİ
Aralık 2014 | Sayı: 1
Çağdaş Mehmetali Sakalı | Türk Dili ve Etimoloji
Hakan Koç | Yeni Bir Dergicik : Karavan
Fatma Begüm Dalga | Yeni Umutların Peşi Sıra İlerlemek
Hakan Koç | Simona: 1973
Rukiye Yakar | İzmarit
Nihal Tali | Kartpostallar
Hakan Koç | Uzak Diyarlardaki Bir Karavan
Hakan Koç | E-Kitap ve Okur
2
İÇİNDEKİLERYENİ BİR DERGİCİK: KARAVAN 3
KARAVANDAKİ SESLER 4ÇAĞDAŞ MEHMETALİ SAKALLI 4
TÜRK DİLİ VE ETİMOLOJİ 4
ÇAĞDAŞ MEHMET ALİ SAKALLI’DAN OKURLARA BİR MESAJ. 6
RUKİYE YAKAR 7
İZMARIT 7
FATMA BEGÜM DALGA 8
YENİ UMUTLARIN PEŞİ SIRA İLERLEMEK 9
NIHAL TALI 10
KARTPOSTALLAR 10
HAKAN KOÇ 11
UZAK DİYARLARDA BİR KARAVAN 11
E-KİTAP VE OKUR 13
SIMONA: 1973 14
OBLOVMOGRAFİ: KİM BU OBLOMOVLAR? 16
Yazan: Hakan Koç
3
YENİ BİR DERGİCİK: KARAVAN
güzel yazıp dergimize koyacağız. Diyelim ki çok
beğendiniz dergimizi hemececik okuyuverdiniz. Yeni
sayıyı merakla bekler oldunuz. Bu sorun değil elbet-
te çünkü bir de Karavandaki Adam olacak. Bu arada
bu projelerimiz Karavandaki Adam ve Karavan ile
sınırlı kalacak yanılgısına düşmeyin lütfen. İlerleyen
vakitlerde bir bakmışsınız yepyeni şeyler ile karşınıza
çıkıvermişsiz.
Ama tüm bu süre içerisinde ”Karavan”, Karavan-
daki Adam’ın bir kolu olarak faaliyetine devam ede-
cek. Birçok konuda yazılar yazma hedefindeyiz.
Bazen yazdığımız bir hikayeyi sizinle paylaşabiliriz
veya bir şiir. Kısacası güzel olan tüm şeyleri sizlerle
paylaşacağız. Yazımı bitirmeden önce Karavandaki
Adam’ı açtığımda yazdığım ”Hakkında” bölümüne
ait kısmı şimdi buraya uyarlayıp yazıyı sona erdirmek
istiyorum.
”Son olarak acemi yazarlar olduğumuzu tekrar
hatırlatmak istiyorum. Bu hadiseden kaynaklana-
cak acemilik belirtileri ve hatalarını affetmenizi de
sizden rica ediyorum. Hayatınıza bizden gelecek en
ufak bir katkı, dergi yolculuğumuzda bizi sonsuz bir
mutluluğa ulaştıracağını da bilmenizi isteriz.”
Bundan yaklaşık bir yıl önce bir Oblomov Kara-
vandaki Adam’ı kurdu. Ardından Karavandaki Ada-
m’a bir Oblomov daha eklendi. Bu Oblomovların
kim olduğuna dair olabilecek olası merakınızı
sonlandırmak istediğinizde karşınıza cevap olarak
Çağdaş ve ben geleceğiz. İkimiz Karavandaki Adam’ı
Oblomovluğa yakışır şekilde bunca zamandır ilerle-
tiyoruz. İlk başlarda sadece benim Oblomovluğumla
sonralarıda Çağdaş’ın Oblomovluğunun da eklen-
mesiyle hiçbir zaman Karavandaki Adam ile yoğun
şekilde ilgilenmedik. Ama ilgilendiğimiz vakitler içe-
risinde her zaman var olan edebiyat bloglarının hari-
cinde işler yapmaya, insanların ihtiyaç duyduğu ko-
nulara değinmeye çalıştık. Bu doğrultuda yaptığımız
tüm işlerde hiçbir maddi gaye gütmeden insanlara
yardım amaçlı yaptık. Sonraları içimizdeki üretme he-
vesi körüklenmiş olacak ki bir e-dergi çıkarmaya ka-
rar verdik. Ücretsiz olsun herkes okusun, bir de güzel
konularda yazılar olsun dedik. Ama sonra bir sorunla
karşılaştık. Sorun şuydu ki, bize daha fazla Oblomov
gerekiyordu. Bulduk mu? Elbette. Şöyle iyisinden üç
tane daha Oblomov bulduk. Gelin dedik hep birlikte
bir dergi kuralım. ”Kuralım kurmasına da ne yazacağız
?” dedi Oblomovlar. Bu soruyu sormakta haklı bulduk
onları. Dedik ki yazın istediğiniz gibi özgür bir dergi
olsun ”Karavan”. Bu arada dergi ismimiz ”Karavan”. Ne-
den diye soracak olursanız şöyle özetleyebiliriz: Kara-
vandaki Adam’ı tanıyoruz, peki ya Karavan’ını?
Başlıkta ”dergicik” dedim. Böyle dedim çünkü
-arkadaşlarım bana ne kadar katılır bilemiyorum- he-
nüz tam bir dergi olduğumuz söylenemez. Biz ace-
miyiz, dergimiz, yazılarımız da öyle. Ama sanılmasın
hep acemi kalacağız. Şunun surasında birkaç sayı
daha dergicik olarak kalacağız. Unutmadan belirtey-
im dergimiz aylık olacak. Her ay sizin için güzel güzel
Oblomovluk Nedir?Ivan Gonçarov’un Oblomov adlı romanının baş kahramanı Oblo-
mov adında bir Rus soylusudur. Oblomov kendisi için hep yeni pro-jeler üzerine düşünür ama tembelleğinden bir türlü bunları hayata geçiremez. Durumu daha da kötüye gitmeye ve toprağını kaybet-meye başlar. Olga’ya olan büyük aşkı bile değişmesine sebep olmaya yetmez. Oblomov aslında yazarın Rus aristokrasisine bir eleştirisidir. Romanın kahramanlarından Stoltz ise disiplin ve çalışkanlığıyla Avrupa’yı simgeler. Oblomov’un karakteri ”Oblomovluk” diye bir kavramın doğmasına da yol açmıştır. Bu kavram aşırı tembelliğin en güzel ifadesidir. Ayrıca Oblomov çok dürüst, saf, insanların iyiliğini isteyen ve sadık bir insandır.
Yazan: Çağdaş Mehmetali Sakallı
4
TÜRK DİLİ VE ETİMOLOJİDil gerçekten önemli bir konu mudur? Türkçe’nin değeri nedir?
Dil Nedir? Dil hakkında bir şeyler söyleyebilmek için önce-
likle dilin ne olduğunu biraz olsun tartışmamız ge-
rekir. Dil en yalın hâliyle iletişimi sağlayan bir araçtır.
Dilden kastımız duyu organı olan dil değil elbette. Ki
bence ona verilen isim çok saçma olmuş. Sebebine
gelecek olursak: evet; insanlar konuşarak anlaşır an-
cak yazarak, jest ve mimik kullanarak, eski çağlardaki
gibi dumanla hatta bizim toplumumuzda şu an
gözlemlediğimiz gibi ”kornayla” iletişim kurulabiliyor.
İletişim kurmak için dil gerekli ancak bu duyu organı
olan dil değil anlayacağınız. İletişim kurmaya yarayan
hemen her şeye dil denebilir. Ancak biz daha çok ko-
nuşma dili ve yazı dili üzerinde duracağız.
Dilin Özellikleri Nedir?Dil, her şeyden önce yaşayan bir oluşumdur.
Sürekli değişir. Özellikle de kelimeler... Mesela eski
Türkçede ”saf” kelimesi insanlar için dürüst temiz
anlamında kullanılırken günümüzde ”salak” kelime-
sinin daha kibar hâli olarak kullanılmakta. Ya da eski
Türkçedeki ”ana” kelimesi zamanla ”anne” kelimesine
dönüşmüştür. ”Ana” kelimesi dilden tam olarak si-
linmese de ciddi bir anlam değişikliğine uğramıştır.
Örneğin: Ana kart, anayasa, ana haber... Bu örnekler
çoğaltılabilir.
Dil belli kurallara sahiptir. Ve insanlar bu kuralların
birçoğuna farkına varmadan uyarlar. Örneğin, hiç
kimse sesleri bir uyum içinde çıkartmadan konuşa-
maz ya da kimse kaşlarını çatarak karşısındakine min-
nette bulunmaz. Dil doğaldır, her müdahâleyi kabul
etmez. Dil sadece yapısına uygun olan kuralları be-
nimser. Mesela, Türk Dil Kurumu bundan sonra ek
kullanmayacaksınız gibi bir kural getirse halk bunu
uygulayamaz. Yani dil bunu kabul etmez. Ancak Ara-
pça ve Farsça tamlamalar birleşik yazılır gibi kuralları,
dil kabul eder.
Türk DiliDil hakkında birkaç kısa bilgi verdikten sonra Türk
dili hakkında bilgi vermek istiyorum. İlk olarak Türkçe-
nin yalnızca Türkiye’de konuşulan bir dil olmadığını
belirtmekte fayda var. Güney Sibirya’dan Güneydoğu
Asya’ya, Çin’den Orta Avrupa’ya kadar olan geniş
coğrafyada dilimiz ”aktif” bir şekilde konuşulmaktadır.
Dünyada yaklaşık 220 milyon insanın Türkçe
konuştuğu tahmin edilmektedir. Peki ya konuşu-
lan Türkçe bizim konuştuğumuz Türkçe mi ya da
rahatlıkla anlayabilir miyiz bu Türkçeyi? Kesinlikle
hayır! Türkçe kendi arasında birçok gruba ayrılmıştır.
Azerbaycan Türkçesini bile anlamakta kimi zaman
güçlük çekerken bir Altay, Çuvaş Türkçesini anlamak-
ta ne kadar zorlanacağımızı tahmin edebilir misiniz?
Burada anlatmak istediğim şey şu: Azerice, Kazakça,
Kırgızca, Çuvaşça... bunlar birbirinden apayrı diller
değil, konuştuğumuz Türkiye Türkçesi gibi Türkçenin
birer kolu. Birbirleriyle çok benzer yanları olmasına
rağmen çok ayrı yönleri de var. Bunlara daha sonraki
yazılarımda değineceğim.
Dilimiz Altay dil ailesinde yer almaktadır. Bu dil aile-
5
sinde; Türkçe, Moğolca Mançuca, Tunguzca, Korece
ve Japonca yer almaktadır. Yani kulağınıza oldukça
korkutucu gelen Japoncayı öğrenmek bir Türkçe bi-
len biri için çok da zor değil. Altay dil ailesini diğer dil
ailelerinden ayıran en büyük özellik sondan ekleme-
li diller grubuna girmesidir. Aynı zamanda bu diller
arasında öge sıralaması her zaman aynıdır. Dilimize
en yakın dil ise Moğolcadır.
Evet, yanlış okumadınız; Türkçe dünyanın en eski
dillerinden biri. Bilinen en eski Türkçe yazılı kayna-
klar bildiğiniz üzere milattan sonra 8. yüzyılda yazılan
Orhun Yazıtları’dır. Ve bu yazıtlarda olağanüstü bir
edebi dil kullanılmıştır. Dilbilimciler bu denli bir ede-
bi dilin oluşması için dilin 8-10 yüzyıl kullanılması
gerektiğini iddia ediyor. Yani Türkçenin doğuşunu mi-
lada dayandırabiliriz. Daha da ilginç bir bilgi vermem
gerekirse, Türkçenin kullanımının bilinen en eski yazılı
dil olan Sümerceyle aynı döneme kadar gittiği bilgi-
sini verebilirim. Sümerceyle Türkçe arasında bir ilişki
olduğu mutlak. Bu ortak kelimelere dayanıyor. (Bu or-
tak kelimeleri Prof. Dr. Osman Nedim Tuna’nın ”Sümer-
ce- Türkçe ilişkisi” adlı makalesinde inceleyebilirsiniz.)
Bu da demek oluyor ki Türkçe ya Sümerceden kelime
aldı ya da Sümerceye kelime verdi. Her ikisi de olabilir.
Bu yazımda size dilin ne olduğunu ve Türkçenin ha-
fife alınmaması gereken,köklü bir dil olduğundan
bahsettim. Bunlar ilerleyen zamanlarda gelecek olan
yazılarımın kökü niteliğindeydi. Gelecek ay görüşme
dileğiyle, iyi günler sevgili okur.
”Türkçe Dünyanın En Eski Dillerinden Biridir”
Türkçenin konuşduğu yerler.
6
Çağdaş Mehmetali Sakallı’dan Okurlara Bir Mesaj
Sevgili Karavan okurları, ben Çağdaş Mehmetali Sakallı. 1 Kasım 1996 tarihinde İstanbul’da doğdum. Reşit
olmadan üniversiteye başladım, neyse ki geçtiğimiz günlerde reşit oldum ve üzerimden büyük bir yük kalkmış
oldu. Kendimden bahsetmem gerekirse inanılmaz derecede üşengeç ve dağınık bir insanım. Disiplinli olmam
nerdeyse imkansız. Bu dergide bir yazar olarak yaklaşık bir yıldır roman okumadığımı söylemekten utanıyorum.
Bir kitabı beğenmeyince uzun süre kitap okumaya küsme gibi bir özelliğim var, umarım yakın zamanda aşarım.
İstanbul Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümü öğrencisiyim. Bu bölümün ne olduğunu
soracak olursanız Orta Asya’daki Türk ülkelerinin ve Türk özerk bölgelerin şive ve ağızlarını, edebiyatlarını ve
yaşam şekillerini inceleyen bir bölüm. Neden bu bölümü seçtiğimi soracak olursanız Türk dilini çok sevip Türk
edebiyatına ilgim olmamasından kaynaklı. Edebiyat dersleri şu an beni zorlamakta ama olsun. Bu bölümde daha
çok karşılaştırmalı olarak inceliyoruz lehçeleri. Henüz birinci sınıf olduğumdan bölümü sevip sevemediğim
hakkında söyleyecek bir şey bulamıyorum.
Blogu takip edenleriniz bilir ki sevgili dostum Hakan Koç’un yazdığı blog yazılarının editölüğünü yapmaktayım
aynı zamanda dergimiz olan Karavan’ın da editörlüğünü yapacağım ve Türk Dili ve Etimoloji başlığı altında
yazılar paylaşacağım.
Karavandakiadam.com olarak bir yıldır mevcut olan blogumuzta yaklaşık son altı aydır aktif olarak yazılar
paylaşmaktayız. Doğrusunu söylemek gerekirse büyük bir özen gösteremedik blog için. Günde ortalama 80
ziyaretçinin eriştiği bir blog için, bir dergi çıkarmak takdir edersiniz ki biraz cesaret isteyen bir iş. Fakat biz kara-
vandakiadam.com olarak bunu bir iş değil de bir uğraş, hobi olarak görmekteyiz. Sizlere fayda sağlayalım yeter.
Bu yüzden ne kadar okunduğumuz değil de ne kadar faydalı olduğumuzu önemsemekteyiz. Bizi mutlu eden,
tıklanmaktan çok bize gelen teşekkür mesajları. Bu sebepten teşekkürlerinizi bizden esirgemeyin.
7
İZMARİTKısa bir hikaye.
Yazan: Rukiye Yakar
Ciğerlerine doldurduğu dumanı düşündü. Zehrini ciğerlerine nakşet-
mek için üç saniyeye ihtiyacı olan dumanı... Sessizce üfledi geceye. Aslında
bu gece, bu sokakta, bu sokak lambasının altında ciğerlerine dolan şey
sigarasının acı dumanı değil; gökyüzüydü.
Parmak uçlarının arasında tuttuğu beyaz kağıda sarılı birkaç tütün
zerreciğine kaydı gözleri. Alıyor muydu ondan derdini? Unutmak için
fırsat verebiliyor muydu? Hayır. Daha Tanrı’ya bile inamanıp ondan me-
det ummazken şu tütün yaprağından yardım dilediği için utandı kendin-
den, utandı derdinden.
Başını ağır ağır kaldırdı doğruca gökyüzüne. Simsiyah boşluğa okkalı bir
küfür savurdu, soluksuzca. Gittiği geceye benzediği için, aşık olduğu ge-
ceye benzediği için, ona benzediği için... Bitmeye yüz tutmuş sigarasının
son dumanını çekti feri sönmüş ciğerlerine. Izmaritini ayak ucuna atıp
acımasızca üstüne bastı, sanki az önce dert arkadaşı baskasıymış gibi.
Ikincisini yakmak için derin ceplerinde sigarasının paketini aradı ancak
bulamadı. Tabii ya, bu son sigarasıydı. ”Dilek sigarası”. Her seferinde aynı
şeyi dilemekten hiç vazgeçmeyecekti. Yaşamı boyunca tek bir dilek hakkı
olsaydı onu tam da bu gece harcardı, biliyordu.
”Mesafeler...” demişti. ”Mesafeler olmasaydı belki bir sonumuz olurdu
ama şimdi gitmem gerek. Uzaklaşmalıyım.’” Bomboş gözlerle terk edişinin
yegâne şahidi olmuştu. Bazı anlar yaşamak ölmekten daha zordur, terk
edildiği saniyelerde olduğu gibi.
Gözleri bileğindeki yıldızlarda takılı kalmıştı. Birbirlerine kazıdıkları siy-
ah yıldızlara... Ne kadar da inanmıştı, birlikte geçirecekleri otuz seneleri
olduğuna. Nasıl bilebilirdi ki yarım kalacağını, yarım bırakılacağını... Bel-
ki de Tanrı’ya bu yüzden inanmıyordu; gidene ”Dur!” demediği için, bu karanlıkta onu tek başına derin sessizliği kucaklamasına sebep olduğu için...
Yazan: Fatma Begüm Dalga
8
YENİ UMUTLARIN PEŞİSIRA İLERLEMEKŞu bir gerçek ki uzun uzun, gelecek hakkında düşünmek yalnızca endişeye yol açıyor.
İnsanın düşüncelerinde yaşadığı karmaşanın ve
duygularıyla aklı arasındaki çatışmaların ardından
düşülen umutsuzluk boşluğundakilere sesleniyorum.
Burada o ürkütücü boşluktan iplerini koparmış ve
umudun kıyısına kürek çeken biri var! Ben.
Melankolinin ve ümitsizliğin boyunduruğu altında
ezilen insanoğlu nasıl yapmalı da kurtulmalı bu
hastalıklı hücreden? Nereden güç almalı, hangi
dala tutunmalı, nasıl çekilmeli bir kuytuya; huzu-
run kucağına? Şu bir gerçek ki uzun uzun, gelecek
hakkında düşünmek yalnızca endişeye yol açıyor. En-
dişelerse git gide büyüyerek korkuyu doğuruveriyor.
Hayatımızda bir şeylerin değişmesini istiyorsak, sa-
atler hatta günler süren düşünme faslının ağlarından
temizlenmek ve harekete geçmek gerekiyor bir an
önce. Korkunun eşiğinden kurtulmaya çalışırken sen-
delemek olağandır kuşkusuz fakat geriye bakmadan,
kararlı ve emin adımlara ulaşmaya çalışmalıyız. “Kolay
mı?” sorularının doğduğunu hissedebiliyorum zihni-
nizde. Ancak, “Şüphesiz, her zorlukta bir kolaylık her
kolaylıkta bir zorluk vardır.” sözü umut ışığını çıkarmıyor
mu gün yüzüne? Biz istedikten sonra bakışlarımızı
değdirdiğimiz birçok varlığı, bizi aydınlığa kavuştura-
cak kaynak hâline getiremez miyiz? Elbette getirebi-
liriz! En sarp kayalıkların çatlaklarından minik yeşille-
rin filizlendiğine tanık olabiliyorsak pek tabii buna da
şahit olabiliriz. Geriye sadece karanlığı delip geçecek
umut ışığının kaynağının ne olduğuna karar vermek
kalıyor.
Burada sizlerle birkaç naçizane fikrimi paylaşmak
istiyorum. Öncelikle sizi bu kör kuyularda tutsak eden
yapmayı farz edindiğiniz davranışlarınızdan kurtul-
mak için yeni alışkanlıklar kazanmalısınız. Kanaatimce,
böyle ruhsal çöküntü ve kargaşanın yaşandığı dönem-
lerde biz insanlar daha çok kabuğumuza çekiliyoruz.
Aksine, kendi sınırlarını aşmak pahasına el âlemin ne
diyeceğine aldırmama pahasına ortaya çıkmalıyız.
Mesela hayatımıza şekil verdiğine inandığımız ve bize
bir yaşama felsefesi kazandırdığını düşündüğümüz,
ayrıca uzun zamandır aramadığımız bir öğretmenimizi
arayıp, onun mutluluğuyla kısa yoldan biz de mutlu
olabiliriz. Öğretmenimizin söyleyeceği birkaç motive
edici söz, belki bize biraz şevk verir. Ne dersiniz he? Ya
da çıkıp doğanın cömertliğine kavuşmak. Büyük şe-
hirlerde istiflenip kaldığımız harç kokulu, aynı tip, bir
hayli toplu(!) konutlardan sıyrılıp; dinginliğin yumuşak
kollarında teskin olmak sizce de umut dolu değil mi?
“Kitabımı kahvemi yanımdan ayırmıyorum fa-
kat artık bana kitaplar bile umut ışığı olmuyor.”
diyorsanız söylemek istediğim şu: kurtulun artık şu
kitap&kahve kalıbından. Kitabınızın yanına yeni dem-
lenmiş ıhlamurunuzu alın mesela. Hele ki bahardan
yaza geçilen o güzel dönemde çiçekleri açmış bir
ıhlamur ağacının gölgesinde oturmuş ve hafif hafif
esip ıhlamur kokusuyla ortalığı şenliğe dönüştüren
bir rüzgar eşliğinde kitap okumuşluğunuz varsa me-
vsim ne olursa olsun, aldığınız o bir yudum ıhlamur
çevirdiğiniz sayfalara kenetlenmenize ve huşu içinde
okumanıza yardımcı olacaktır.
Her insanın bir özgürleşme macerası olduğuna
inananlardanım ve bu meşakkatli yolda yanına deste-
kçi olarak şiiri seçenlerden… Bize öğretildiğinin aksi-
ne buz mavisi yahut gök mavisi değil, şiir mavisinin
umudun rengi olduğuna inananlardanım. “Şiir gibi!”
9
sözüyle anlamlandırdığımız nice somut varlıkların
yanında neden ruhumuzu da bu benzetmeyle
adlandırmayalım ki? Şiirin umudu ruhumuzu taşımaz
mı avuçlarında aydınlığın tahtına? Taşır dostlarım,
taşır... Okuyun da görün hele… Severek okuyun,
bağlanarak, umarak… Sevdiğim şairlerden olan Or-
han Veli’nin “Hürriyete Doğru” şiirinden bir bölümü
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yeni hayat serüvenimde yol göstericim, desteğim,
pusulam oldu bu şiir benim. Sizin de düşünerek için-
den çıkılmaz hale dönüşmüş fikirlerinize anahtar ola-
bilir Hürriyete Doğru… Eğer yeni bir hayat, yeni bir
siz istiyorsanız; Orhan Veli’nin de dediği gibi “Gidin
gidebildiğiniz yere!” Emin olabilirsiniz ki “uzaklar” diye
tabir ettiğiniz o yerlerde alabildiğine özgürlük sizin
yollarınızı gözlüyor. Yeter ki siz bu tekdüzelikten kur-
tulmak isteyin; umudun çekici ışığı siz adım atmaya
yeltendiğiniz an itibariyle kollarını boynunuza dolamış
oluyor çoktan…
Unutmayın: Bir şiir hayatınızı değiştirebilir, bir tiyatro
gösterisi de… Tıpkı küçük bir kız çocuğunun derin ve
hisli bakışlarının bir hayatı kökünden değiştirebileceği
gibi…
(…) “Heeey! Ne duruyorsun be, at kendini denize Geride bekleyenin varmış aldırma Görmüyor musun her yanda hürriyet Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol Git gidebildiğin yere...”
10
Yazan: Nihal Tali
Kartpostallar İlkokula gittiğim dönemlerde babam
iş yerinin arabasıyla beni aldıktan son-
ra, iş yerine yakın olan sanayi sitesinin
bir dükkânına bırakırdı. Gördüğüm
en karanlık dükkândı orası. Karşı
tarafımda başka dükkânlar da vardı
son derece modern, gıcır gıcır… Ama
ben o karanlık ve eski kafalı olan sanayi
dükkânında babamı beklerdim. Dük-
kân sahibi bir ağabey vardı babamla
yaşıt. Elleri her daim motor yağından
kapkara, yanağında da kocaman, koyu
renkli bir ben lekesi vardı. Dükkânın
ürkütücü havasını yumuşatan sanırım
ağabeyin o beniydi. Mizacına tuhaf bir
sevimlilik tuhaf bir yumuşaklık katardı.
Acıkmış olabileceğimi düşünerek bana tost alırdı babam.
Ağabeyin kara elleriyle döktüğü çayla beraber babamı beklerken
yerdim tostumu. Bir de kartpostal alırdı bana oyalanayım diye. Sahi
nerede şimdi o kartpostallar? Kartpostallarımın konusu çoğu za-
man pastoraldi. Doğrusu güzel manzara resimleriydi. Kimi zaman
gerçek bir mekânın fotoğrafı yahut karakalem çalışması şeklindey-
di kartpostallarım. İki poşet kartpostala sahiptim. Bazen annemle
atışırdık ama kötü atışırdık. O zaman kartpostallarımı çıkarırdım.
Kendime bir gün kavgaların olduğu can sıkıcı evimden giderek her-
hangi bir kartpostalımda yaşayacağıma dair telkinlerde bulunur-
dum. Ayakta ve umutlu kalmayı buna borçluyum diyebilirim.güzel
kıyafetler, güzel yemekler…
Lakin size bunları sessiz, sakin, yemyeşil ve yağmur kokan doğadaki
ahşap evimden yazmıyorum. Ne acıdır ki gidemedim ve hala
bulunduğum yerdeyim. Bu çok acı verici öyle değil mi? Koca koca
insan olmuş bizlerin hala yerinde sayması… Hadi ama eminim ki si-
zin de pek çok, pek güzel hayalleriniz vardır. Belki birçoğumuz hâlâ
kuruyoruz o hayalleri. Ama olduğumuz yerde sayıyoruz hâlâ. Şunu
hepimiz diyoruz “İş güç sahibi olayım hepsini gerçekleştireceğim.”
İş güç sahibi olunca da bu kez emekliliğe atıyoruz hayallerimi-
zi. Kurduğumuz o hayaller bizi sadece psikolojik bir buhrandan kurtarıyor hepsi bu. Sıradan planlar bizim için
daha mühim meseleler çünkü. Büyük bir evde yaşamak, son model araba, iyi maaşlı bir iş, güzel kıyafetler, güzel
yemekler…
Sonuç olarak farkında olmadan varla yok arası rutin bir yaratığa dönüşüyoruz. Doğada yaşamak için o kadar
çok güzel yer varken -hem de herkese yetecek kadar- elektrik, doğalgaz, internet gibi pek çok modern ıvır zıvırla
donatılmış beton yığınlarına hapsoluyoruz kendi isteğimizle. Git gide bencilleşmemiz de cabası… Olana bite-
ne karışmıyoruz yeter ki bizim yaşama şartlarımız iyi(!) olsun.
Hâlbuki dünyayı bir dakikada değiştirme özelliğimiz bizde mevcutken… Ben hepimizi birer çıtaya benzetmek-
teyim. Morfinle uyutulan birer çıtayız hepimiz. İlacın etkisi geçse de birisi sokağa çıksa uyandırmaya çalışsa bizi
hemen deli damgası yapıştırırız. Buna bu yüzden ben bile cesaret edemiyorum.
Tamam, dünyayı bir dakikada değiştiremeyiz henüz. Çünkü onun için yeteri kadar ne gücümüz ne de cesareti-
miz var. Ama yavaş yavaş başlayabiliriz. Pekala size bahsettiğim o kartpostallarım kadar güzel bir dünya müm-
kün olabilir. Evvela bu işe kendimizi değiştirerek başlayabilirsek eğer… Birisi değişse sonra çevresindekileri
değiştirse çevresindekiler de başkalarını… Böyle böyle dünya değişmez mi zaten? Bunları gecenin bir vaktinde
gülümseyerek yazıyorum. Siz de umarım ki gülümseyerek okursunuz. Umarım içinizdeki o umuda dokunabil-
mişimdir. İçimden bir ses bunu başarabileceğimi söylüyor.
Burada yeterince vakit harcadık. Artık vakit sokağa çıkıp karşımıza çıkan ilk insana gülümseme vaktidir!
11
SIMONA: 1973”Keşke bunu bilseymişim: Çok güçlü görünen şeyler,
Geldi ve gitti.”
Zaman hiçbirimize sorma-
dan hızlıca geçip gidiyor. Simo-
na yaşlanıyor, arkadaşlarımız
yaşlanıyor, biz yaşlanıyoruz
daha da kötüsü yaşadıklarımız
yaşlanıyor. Bazıları zamanın karşı
konulmaz etkisiyle unutulup gi-
diyor, başkaları da tıpkı şarkıda
anlatıldığı gibi eskisi kadar güçlü
gözükmüyorlar gözümüze.
”Simona,
Ciddi olmanı umut ediyorum.
Bu yüzden şu an açıkca görebiliyorum,
Yağmur dindi.”
Simona, James Blunt’un All Lost
Souls (Tüm Kayıp Ruhlar) albüm-
de yer alan 1973 adlı şarkısında
anlatılan bir karakter. Blunt, şarkıyı
İspanya’da yer alan Pacha Ibiza adlı
bir bardan tanıdığı bir kıza itafen
yazımış. Şarkının adı da barın tam
isminden geliyor denilebilir.
Tabii asıl mesele şarkının yazılma
hikayesi değil elbette. 1973’ü ile
ilgili bir yazı yazmaya sebebiyet
veren husus, şarkının sözlerinin
geçmişte kalmış bir insana ve o
insanla geçirilen vakitlere duyulan
özlemi çok güzel dile getirmesi.
”Simona; yaşlanıyorsun,
Tatilin cildinde iz bırakmış.”Yıllar geçiyor, Simona ortaya çıkıveriyor. Fakat Simona; yaşlanmış, hay-
at yolunda aldığı darbeler yüzüne kazınmış.
Blunt, şöyle özetliyor; belki de hayatının en genç, en dolu, en içten ve
en eşsiz yıllarının ardından hissettiklerini:
”Her Cumartesi seni arardım,
Ve sabah ışıklarına kadar dışarıda kalırdık.
”Here We Go Again”i söylerdik.
Zaman geçip giderken,
Ben hep bir kulüpte seninle olacağım; 1973’te,
12
Çoğumuz geçmişimizi istemeden de olsa unut-
maya mahkum kalıyoruz. En güzel hatıralarımızı arzu
ettiğimiz şekilde hatırlamıyoruz. Bazen eskisi kadar
etkileyemiyor eski anılar bizi. Kalbimizi taşlaşmış gibi
hissediyoruz onları hatırlamaya çalışınca.
”Simona,
Tahminimce bitti.
Hafızam aynı eski şarkı çalmayı bitirdi.”
1973, kısacası geçmişe duyulan bir özlemi sözleriyle
oldukça güzel anlatmış şarkının sözleri ve 1970’lerin
dünyası şarkının klibine o kadar güzel uyarlamış ki,
şarkının başarısını klibe de yansıtmış. Klip boyunca Ja-
mes, Simona ile beraber vakit geçirdikleri sokaklarda
yürüyor. Bardan geçiyor. Tüm bu anlarda eski vakitler
canlandırılıyor. James tüm klip boyunca o yerleri ge-
çiyor ve klip sonunda duruyor. Durduğu nokta ise Si-
mona ile konuştukları yer oluyor.
Eminim siz de geçmişe dair bir özlem duyuyorsu-
nuz. Hatta belki de siz de bir Simona’ya sahipsiniz.O
Simona’nızla geçirdiğiniz her bir anıyı geçmişini-
zin en özel anları olarak görüyorsunuz. Belki de özel
olduğunu her ne kadar bilseniz de o anlardaki gibi his-
sedemiyor, zamanın kalbinizi taşlaştırdığını fark ediy-
orsunuz. İşte 1973 de tam böyle hisseden bir bireyi
anlatıyor. Keyifle dinlemeniz dileğiyle...
Yazan: Hakan Koç
13
E-KİTAP VE OKUROkurlar E-Kitaba Nasıl Yaklaşmalı?
3 Temel Unsurun Üzerinden E-Kitap Değerlendirmesi
E-kitaba nasıl yaklaşmalıyız? Sırf manevi değeri olmadığı için onu yok mu saymalıyız? Basılı kitaba göre ne tür
avantajları var? Bu türden soruların sayıları elbette artırılabilir. Ama bir gerçek var ki basılı kitap okurları kabul-
lenmese de e-kitap dünyası güçlenmeye devam ediyor. Gün geçtikçe e-kitap, basılı kitap üzerindeki etkisini
artıracak. Hatta çoğu okur e-kitap kullanmaya devam edecek. Her ne kadar ben de basılı kitap taraftarı olsam
da bu gerçeği göz ardı edemiyorum. Çünkü tıpkı aşağıda listelediğim gibi e-kitap oldukça iyi avantajlara sahip.
Eğer siz de e-kitap hakkında tam bilgiye sahip değilseniz. Karavandaki Adam’da yayımlanan ”E-kitap mı Basılı
Kitap mı?” yazısına göz atmanızı öneriyorum.
1 2 3Taşınabilirlik Ulaşılabilirlik Kullanışlılık
• E-Kitap okuyucuları çoğu kitaptan
daha hafiftir.
• E-Kitap okuyucuları çoğu kitaptan
daha incedir.
• Basılı bir kitap ağırlığı ve boyutuna
karşılık binlerce e-kitap.
• Basılı kitaplara ulaşmak e-kitaplara
ulaşmaktan zor olabiliyor. 1
• Bir kitap mı okumaya karar verdiniz,
saniyeler içerisinde o kitabı oku-
maya başlayabilirsiniz.
• E-kitaplar basılı kitaplara göre daha
ucuzdur.2
• Tıpkı bazı basılı kitapları e-kitap
olarak bulamazken, bazen de bazı
kitapları e-kitap olarak bulup basılı
kitap olarak bulamayabilirsiniz.
• Gece hiçbir ışık kullanmadan kitap
okuyabilirsiniz.
• Kalın kitapları elde tutma gibi sorun-
lar e-kitap okuyucularda yok.
• Not alma gibi işlemleri oldukça basit
bir şekilde e-kitap okuyucularda ge-
rçekleştirebilirsiniz.
• Onlarca kitabı yanınızda kolayca
taşıyabilirsiniz.
1 Kargo, kitapların temin edilmesi veya fiziksel mağazaya gidiş süresi gibi şeyler dikkate alındığında.
2 %20-25’lik bir oranla ucuz olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Yazan: Hakan Koç
14
Uzak Diyarlarda Bir KaravanLos Angeles’daki gayri resmi şubemiz için bir yazı.
Henüz fiziksel bir oluşuma girmedik. Ama fizik-sel olarak bizi bulmak isteyenler için bir önerimiz de yok değil. Yolunuz eğer Los Angeles semalarına düşerse ”Caravan Book Store” adlı gayri resmi kitap mağazamıza sizi mutlaka bekliyoruz. Şubemiz ilk 15 Mayıs 1954’te Grand Caddesi üzerinde kendine yer edindi. Yani 60 yıldır varlığını sürdürüyor. Yaklaşık 12.000 kitap bardıran ve sahaf özelliği ağır basan şu-bemizde dünyalar tatlısı bir amcamız olan Leonard Bernstein’i bulmanız mümkün. Kendisi aynı zaman-da şubemizin sahibidir. Ona da babasından kaldığına dair bilgilerimiz de mevcut. Şubemiz oldukça küçük görünüyor olsa da içersinde birçok eski ve önemli ki-tap mevcut. Bu da çok sevgili amcamız Berstein’in bir başarısı. Kendisi Caravan Book Store’u ikinci evi olarak tanımlıyor. Haksız da sayılmaz, insan bu kadar güzel bir yerin sahibi olunca dışarı çıkmak istemez.
Küçük, kalabalık ve rahat mağazamızda Abraham Lincoln’e dair eserlerini ve denizcilik tarihi açısından önemli eserleri bulabilirsiniz. Maalesef dergimiz basılı olarak yayımlanmadığı için dergimizi orada satışa sunamadık. Ama basılı olarak satışa sunmaya başladığımızda Los Angeles’ta yaşayan okularımız der-gimizi oradan da temin edebilecek. Sevgili amcamız Leonard’ın hayatının orada geçmesi sebebiyle, ken-disiyle konuştuğunuzda edebiyat ve kitaplara dair bir hazine keşfetmeye hazır olun.
Fiyatlarımız hakkında kesin bilgi veremiyoruz ama çok da ucuz olmamızı beklemeyin lütfen. Halihazırda 1747’den kalma yemek kitaplarımız mevcutken -farkı türlerdeki kitaplarda bu tarih 1500’lere kadar gitmek-
Leonard Bernstein
mekte- fiyatlarımızda maalesef ucuz olamıyor.
Her ne kadar fiyat politikasına biz karışmasak da sevgi-li amcamız Leonard pazarlık yapma konusunda size şans tanıyacaktır. Kış vaktinde giderseniz biraz da ısınma ba-hanesiyle kitapları bol bol incelemeye koyulabilirsiniz. Bu durumda illa size uygun bir şeyler çıkacaktır. Söyle-meyi de unutmak istemiyoruz, Türkçe kitap bulabilir mi-siniz bilmiyoruz ama yine de şansınızı denemekte fayda var.
Şubemizin gün içerisinde fazla kalabalıklaştığı söyle-nemez, bu yüzden rahatça içeride vakit geçirebilirsiniz. İşlerimiz şu sıralar pek iyi gitmiyor, hoşunuza giden bir iki kitap da alırsanız seviniriz. Sonuçta böylesine özel ve marjinal mekanları ayakta tutmak belli bir maddi kaynak istiyor.
Şakayı bir kenara bırakırsak, böyle bir şubemiz yok; ama onun haricinde anlattıklarımızın çoğu gerçek. Ge-çenlerde keşfettiğimiz bu ufak ve güzel mağazaya hayran kaldık. Yolumuz oralara düşerse mutlaka uğrayacağız. O vakte dek fotoğraflarına bakmaktan, hakkında yazılan yazıları okumaktan başka çaremiz yok gibi gözüküyor. Kim bilir belki bir gün gerçekten dergimizi oradan satın alabilirsiniz...
Yazan: Hakan Koç
15
16
Oblovmografi: Kim Bu Oblomovlar?Oblomovların bol olduğu bir diyardan itinayla seçilmiş bu Oblomovlar kim?
Hakan KoçKendisini baş Oblomov diye adlandırsak yanlış olmaz diye tahmin ediyoruz. Ayrıca kendisi ”Hiçbir
Şey Yapmama Sanatı” üzerine yoğunlaşmış ve bu alanda emektar olmuş bir isim. Ne şüphe var ki ken-disini Karavandaki Adam’dan tanımak mümkün. Yanlış hatırlamıyorsak Karavandaki Adam’da yer alan ”Hakkımda” kısmında bir hayli gevezelik yapmıştı. Şimdi onun için biz de gevezelik yapmayacağız.
Çağdaş Mehmetali SakallıŞu koca zaman zarfında Hakan’a rakip olabilecek nitelikte Çağdaş’tan başka bir Oblomov yoktur her-
halde. Kendisinin hayat politikası olan Oblomovluğu dergimiz için bir hayli yok saydık. Kendisi dergi-nin hem editörlüğünü hem yazarlığını hem de fikir babalığını yapıyor... Burayı fazla uzatmanın anlamı yok kendisi zaten bu sayı içerisinde kendisini tanıttı ama onu yakından görmek isterseniz kendisinin hayatının büyük kısmı yollarda geçtiği için bir metrobüsün içerisinde ona rastlamanız mümkün. Dipnot: Çağdaş ve Esra’nın birinci yıl dönümlerini, Karavan ve Karavanki Adam ailesi olarak en içten tebriklerimiz ile kutluyoruz. Nice mutlu yıllara çocuklar!
Fatma Begüm DalgaYeni bir Oblomov o. En azından profesyonel anlamda. Yoksa kendi hayatında Oblomovluğunu gayet
güzelce devam ettirmiştir. .”Ben yazamam edemem güzel olmaz.” diyordu ama o da kendini birden der-gide buluverdi. Öyle ya bir Oblomov’u ikna edebilecek yalnızca başka bir Oblomov’dur. Unutmadan der-giye yazıyı gönderen ilk o oldu. Aramızdaki en kötü Oblomov olduğu için kendisini kınamakta fayda var.
Rukiye YakarBir Oblomov kendini klasik bir şekilde anlatamaz. En azından bu bölümde. O yüzden o tür tanıtımlar
beklemeyin hele ki Rukiye için hiç beklemeyin deriz. Kendisi profesyonel bir Oblomov’dur. Blog işlerine bizden önce girişmiş ve işinin hakkını vermiştir. ”kedilipijama.blogspot.com” adındaki ilginç blogu okun-maya değer.
Nihal TaliBir Oblomov keşfettiğinizde ilk öncelikle onun Oblomovluk derecesini tahmin etmek gerekiyor. Bizde
Nihal’i tanıdığımızda bu tür bir derecelendirme arayışı içerisine girmedik değil. Sonuç mu ne oldu? 2. dereceden yüksek ehemmiyetli Oblomov. Ama kendisinin derecesini artırmadan kopardık ve dergiye getirdik. Kendisi profesyonel Oblomov’luk geçmişine sahip değil. Sorun değil elbette. Dergimiz onu da zamanla profesyonel bir Oblomov yapacak.
karavandakiadam.com
Rukiye Yakar | [email protected]
Nihal Tali | [email protected]
Fatma Begüm Dalga | [email protected]
Çağdaş Mehmetali Sakallı | Editör ve [email protected]
Hakan Koç | Genel Yayın Yönetmeni ve [email protected]