Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

44
1 Demir Küçükaydın Karaburun Bilim Kongresine Bildiri(ler) Yayınları

description

2012 yılında Karaburun'da yapılan Kapitalizmin kıskacında doğa, toplum, teknoloji başlıklı kongreye Demir küçükaydının sunduğu bildiriler

Transcript of Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

Page 1: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

1

Demir Küçükaydın

Karaburun Bilim

Kongresine Bildiri(ler)

Yayınları

Page 2: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

2

Karaburun Bilim Kongresi’ne Bildiri(ler)

Demir Küçükaydın (28 Eylül 2012 Cuma)

Bu kitapta yer alan yazılar daha önce çeşitli internet sitelerinde yayınlanmıştır.

Dijital Yayınlar İndir – Oku – Okut - Çoğalt – Dağıt

Bu kitap Köxüz sitesinin dijital yayınıdır.

Kar amacı olmadan, okumak ve okutmak için, indirmek, dijital olarak basmak ve dağıtmak

serbesttir.

Alıntılarda kaynak gösterilmesi dilenir.

Yayınları

Page 3: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

3

Karaburun Bilim Kongresi’ne Sunulan Bildiri(ler)

İçindekiler

Karaburun Bilim Kongresi ve Sunulan Bildiri(ler) ................................................................ 4

Beş ayrı konuda yolladığımız taslak özetleri ................................................................. 5

Dünya İşçi Sınıfının Bölünmüşlüğünün Yarattığı Kıskaç ve Bunun Sosyalizme Geçişi Engelleyici Karakteri...................................................................................................... 5

Kapitalizm Öncesi Toplumlarda Ekolojik Sorunlar ve Gelecek İçin Dersler ................ 8

“Reel sosyalizm” Kavramının Eleştirisi ve Gerçek Bir Sosyalizmin Deneylerinin Neler

Olabileceği Üzerine? .................................................................................................... 10

Geri Dönüşsüzlük (Tersinmezlik) Sorunu - Çin Uygarlığı Örneği - Bugüne ve

Geleceğe İlişkin Öngörü ve Çıkarsamalar ................................................................... 12

Marks’ın Teknolojiyi Tarafsız Gördüğü ve Aydınlanmacı, Pozitivist ve İlerlemeci

Olduğu Şeklindeki Eleştiriler ve Eleştirilerin Eleştirisi ............................................... 14

Kabul Edilen Tek Konuda Kongreye Yazılı Olarak Önceden Sunduğumuz Bildiri

.......................................................................................................................................... 17

Marksizm’e Eleştirilerin Eleştirisi ............................................................................... 17

Giriş .......................................................................................................................... 17

Fikirler ve Ordular Savaşının Temel Farkı .............................................................. 18

Geçmişin Kalıntılarını Öz Gibi Alma ...................................................................... 19

Marksizm’in gelişmesini dikkate Almama .............................................................. 21

Marksizm’i Eleştiren ve Savunanların Özdeşliği ..................................................... 22

Marksizm nedir?....................................................................................................... 22

Marksizm’i Ne Temsil Eder? ................................................................................... 25

Ekonomi Politik İle Sosyolojinin İlişkisi ................................................................. 26

Sosyalizm Hakkında Bürokratik ve Stalinist Kavrayışlar........................................ 31

Varlık ve Düşünce İlişkisini Tersinden Koyuşlar .................................................... 32

İlerleme ve Evrim kavramı....................................................................................... 32

Komün ve Romantik Gelenek .................................................................................. 34

Yapı ve İşlev Kategorileri ........................................................................................ 34

Marksizm Geliştirilmeli ve Eleştirilmeli Ama nasıl ve Nereden? ........................... 36

Kongre’de Yaptığımız Sözlü Sunumun Kısa Özeti ..................................................... 39

Page 4: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

4

Karaburun Bilim Kongresi ve Sunulan Bildiri(ler)

Bu sene Karaburun Bilim Kongresi’nin ana teması “Kapitalizmin Kıskacında Doğa Toplum

Teknoloji” idi.

Geçen yıl ilk kez bir izleyici olarak katılmıştık. Epey bir ulusalcı bir vurgu hissedilmesine

rağmen yine de akademik alemden gerek öğretim görevlisi, gerek öğrenci olarak iyi kötü

sosyal konulara ilgi duyan ve kendini en azından solda, sosyalist veya Marksist gören insanlar

katılıyordu. En azından bizim kuşağın yüzde doksan dokuzu geçmişin özlemiyle yaşayan ve

oralarda takılmışlarındansa, buradaki genç insanlarla bir diyalog ve tartışma içinde olmaya

çalışmak, kafalarda kimi soru işaretleri oluşturma çabasında olmak denemeye değerdi.

Bu nedenle bu yıl konuya ilişkin bildiriler ile katılmayı denedik. Kongreyi örgütleyenlere beş konuda bildiri sunacağımızı ve sunacağımız bildirilerin özetlerini yolladık. Bunlardan sadece

birisine izin verildi. Tek bildirinin kabul edilmesinin nedeni genç araştırmacıların önünü

tıkamamızdı.

Kabul edilen konuda bildirimizi hazırlayıp önceden yolladık. Ancak gelen diğer bildiriler

veya özetleri de kongrenin internet sayfasında yayınlandığından onları okuyunca,

konuşmamızda bildiriye bağlı olmadan, daha farklı konulara değinmemiz gerektiği sonucuna

ulaştık ve sunumu öyle yaptık.

Aşağıda, beş konuda sunduğumuz bildiri taslakları; kabul edilen konuda sunduğumuz

bildirinin önceden yolladığımız yazılı versiyonu ve sözlü olarak yaptığımız sunumun

aklımızda kaldığı kadarıyla kısa bir özeti yer almaktadır.

28 Eylül 2012 Cuma

Demir Küçükaydın

[email protected]

http://demirden-kapilar.blogspot.com/

Page 5: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

5

Beş ayrı konuda yolladığımız taslak özetleri

Dünya İşçi Sınıfının Bölünmüşlüğünün Yarattığı Kıskaç ve Bunun

Sosyalizme Geçişi Engelleyici Karakteri

Bu bildiri Bilim Kongresi’nin tanıtım metninde “Doğa-Toplum-Teknoloji İlişkileri Açısından

Yeni Sosyalist Alternatifler”; “Teknoloji Karşısında İşçi Sınıfının Konumu”; “Tüketim ve

Teknoloji”; “Doğa İçin mücadele” başlıkları şeklinde tanımlanmış konularda sayılabilir.

İnsanlığın yaşaması için meta üretimine ve kara değil de ihtiyaçlara ve kullanım değerleri

üretimine dayanan planlı bir ekonomi ve dünya çapında bir tek cumhuriyetin gerekliliği ve

olmazsa olmazlığı genel olarak sosyalistler arasında yaygın bir kabuldür. Bu kabulden de

sosyalizme geçtikten sonra klasik şemaya uygun olarak, önce sosyalizme (“herkese emeği

kadar”); sonra da zenginliklerin gürül gürül aktığı; bayrağına “herkese ihtiyacı kadar

herkesten yeteneği kadar” yazan bir topluma geçilebileceği (“komünist toplumun üst

aşaması”) var sayılmaktadır.

Ancak, içinde bulunulan kapitalist dünyadaki kimi sonuçların hem kapitalizmin aşılmasını

nasıl zorlaştırdığı; hem de kapitalizm aşıldığı takdirde bunun başarılabildiği koşullara bağlı

olarak sosyalist ve komünist toplumların kaçırılmış bir tarihsel fırsat olabileceği hiç göz

önüne alınmamakta ve tartışılmamaktadır.

Bildiride bu sorunlar tartışılacaktır.

Önce kısaca eşitlikçi bir toplumun aynı zamanda refahta bir yükseliş sağlaması gerektiği aksi

takdirde ezilenlerin böyle bir değişime gönüllü olmayacakları gibi çok basit bir sosyolojik

gerçek ışığında dün, bugün ve gelecekte bunun ne gibi sonuçlara yol açtığı veya açabileceği

ele alınacaktır.

Bir sosyalizm tasavvuru ve sosyalist devrimi programlaştırma her şeyden önce, zenginliklerin

neredeyse tamamını yaratan ama bunlardan çok küçük bir pay alan; ezilen ve yeryüzündeki

insanların büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin hayatlarında bir iyileşme, bir düzelme

sağlayacağı var sayımına dayanır.

Bu yükselişi sağlayacak olan da öncelikle egemen sınıfların mülkiyetinde ve tasarrufunda

bulunan zenginliklerin ve yine onların egemenliklerinin aracı olan pahalı ve baskıcı

bürokratik cihaz için yapılan harcamaların ezilenlerin hayati ihtiyaçlarına karşılamaya

ayrılmasıdır. Ayrıca meta üretiminin insanların çoğu için gereksiz birçok ürünü yine plansız

bir biçimde üretilmesinin de giderilmesinin bir ek yükseliş sağlayacağından hareket edilir.

Ancak bugün dünyada, işçi sınıfının daha önceden, gelecek projeksiyonlarında ön görülmemiş bir bölünmesi ortaya çıkmıştır ve bu bölünme aşılamaz veya aşılması olağanüstü zor engeller

Page 6: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

6

yaratmaktadır.

Bu bölünme, zengin ve yoksul ülkeler işçileri arasındaki bölünmedir. Biz buna dünyanın

siyah ve beyaz işçileri diyeceğiz.

Dünya ölçüsünde bir sosyalist toplum kurma yeteneğinde olan, zengin ülkelerin örgütlü ve

kültive işçi sınıfın için dünya çapında eşitlikçi bir düzen yaşam seviyesinde bir düşmeye yol

açar; buna karşılık yoksul ülkeler işçi sınıfının bunu isteyebilir ama dünya ölçüsünde bir

toplum kurma yeteneğinde değildir ve zengin ülkeler işçi sınıfının direnişiyle karşılaşır. Yani

biri yapabilir ama istemez öbürü isteyebilir ama yapamaz. Açmaz ve aşılmaz sınır buradadır.

Diyelim ki, bundan 100 veya 150, hatta 50 yıl önce dünyada bir sosyalist devrim olsaydı ve

bir dünya sosyalist cumhuriyeti kurulsaydı. Böyle bir dönüşümü gerçekleştirme yeteneğinde

olan proletaryanın gerçekten bundan çıkarı olabilir ve bu onun hayatında belli bir yükseliş sağlayabilirdi.

O zamanlar, yeryüzünün büyük bir bölümü, kapalı köy ekonomileri, hatta neolitik köy

komünleri düzeyinde yaşadığından, esas olarak, devletlerin yüksek vergileri ve tefecileri

tarafından sömürüldüklerinden, sanayileşmiş ülkelerin işçi sınıfı bir sosyalist devrimle hem

kendi hayatında hem de dünyadaki diğer köylülerin hayatında hızla birçok iyileşmeler

sağlayabilir planlı bir geçiş döneminden sonra birkaç yüz yıl içinde sınıfsız ve sosyalist bir

topluma ulaşabilirdi.

Diyelim ki 100 yıl önce yeryüzünde sosyalist bir devrim gerçekleşse ve dünya sosyalist

cumhuriyeti kurulmuş olsaydı, insanlık muhtemelen Marks’ın öngördüğü şekilde, önce siyasi

biçimi “Proletarya diktatörlüğü” olan kısa bir “Geçiş Dönemi”nden sonra sınıfsız topluma

geçebilir. Bu arada bu demokratik olarak örgütlenmiş toplum, neyi neden ve nasıl üreteceğini,

bir süre sonra doğanın dengelerini gözeterek de kararlar alması gerektiğini öğrenebilir ve

yavaş yavaş planlı bir şekilde, geçilmesi gereken bıçak sırtları ve köprüler dikkatle aşılarak,

bir yeryüzü cenneti diyebileceğimiz, “Komünist toplum” denen sınıfsız toplumun üst

aşamasına adım adım geçilebilirdi. Çünkü bu dönemde hala yeryüzünün kaynakları,

insanların tüketim alışkanlıkları ve toplumun yapılanışı böyle bir geçişe imkan tanıyor

olabilirdi.

Ancak, bugün bu olanak büyük ölçüde yitirilmiş veya çok uzak bir geleceğe kaymış bulunuyor.

Bunu 1960’larda böyle bir geçişin sorunlarını tartışan Mandel’in sorunu koyuşunu ele alarak

ve bu günün sorunları ile kıyaslayarak karşılaştıracağız.

Mandel, 1960’larda bile gelişmiş ülkelerin işçi sınıfının hayat seviyesinde bir düşüş olmadan

sınıfsız topluma geçişin sorunlarını, yani insanlığın geri kalanının hayat seviyesinde nasıl bir

yükseliş sağlanabileceği sorununu tartışır. Bunu tartışırken, 1960’ların dünyasında henüz kimyasal tarımın; atom enerjisinin, diğer çevre

sınırlamalarının olmadığını var sayarak bir takım öngörülerde bulunur ve hesaplar yapar.

Ancak Mandel de, gelişmiş ülkeler işçisinin hayat seviyesinde bir gerileme olmaması

gerektiğinde nettir.

Page 7: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

7

Klasik olarak sorun, egemen sınıfların elinde birikmiş olan zenginliklerin onların ellerinden

alınarak tüm insanlar arasında eşit olarak dağıtılması, bu dağıtımın insanların büyük

çoğunluğunu oluşturan ezilen ve emekçi insanların hayat seviyelerinde ortaya çıkaracağı

yükseliş olarak da tanımlanabilirdi.

Ancak, bugün durum farklıdır. İşçi sınıfının en kültive ve örgütlü kesimleri, yani gerçekte

dünya çapında eşitlikçi bir düzeni kurma ve örgütleme yeteneğinde olan kesimleri dünyanın

diğer kısmındaki insanlara göre oldukça yüksek bir yaşam seviyesine sahiptir.

Bunu her hangi bir süpermarkete gidip görebilirsiniz. Batılı bir işçi, birkaç yüz çeşit peynir

içinden birini seçerken, yoksul ülkede hiç peynir yiyememektedir.

Öte yandan dünyanın yoksulları öylesine büyük bir sayıya ulaşmışlardır; aradaki fark öylesine

açılmıştır ve nihayet üçüncü dünyadakiler artık kapalı köy ekonomilerinde yaşayan,

yaşamlarında kolaylıkla yükselmeler sağlanabilecek insanlar değil; modern şehirlerde

yığılmış işçiler ve işsizlerdir ki burada aşılmaz bir engel ortaya çıkmaktadır.

Yeryüzündeki peynirleri insanlar arasında eşit olarak dağıtalım dendiğinde, bu batılı işçinin

hayat seviyesinde çok ciddi bir düşüş anlamına gelir. Hayat seviyesinde bir düşme için hiç

kimse devrim yapmak veya var olan düzeni değiştirmek istemeyeceğinden sosyalizmi

gerçekleştirme yeteneğindeki toplumsal güç bunu istemeyecek demektir.

Bu durumda şöyle bir açmaz ortaya çıkmaktadır: Sosyalizmi kurma yeteneğinde olan işçi

sınıfı kesimleri onu istemekten çıkarlı değildir; Sosyalizmden çıkarlı olan kesimler ise kurma

yeteneğinde değildir. Bu ciddi bir açmaz demektir.

O halde, bu kesimlerin direnci en azından kırılmadan veya tarafsızlaştırılmadan bir sosyalist

devrim olası görülmemektedir.

Peki, bir an için, dünyanın yoksul kesimlerindeki insanların, zengin ülkelerin işçilerinin en

azından bu günkü seviyesini garanti edip buna dokunmamayı taahhüt ettiklerini;

zenginliklerin dağılımını sadece egemen sınıflar ve onların devlet cihazlarına harcanan

zenginliklerin dağıtılması ile sınırlamayı taahhüt ettiklerini var sayalım. Ve bu taahhüde bağlı

olarak batılı işçi sınıfının yeryüzü ölçüsünde planlı bir ekonomiye geçiş için tarafsız kaldığını

veya onay verdiğini var sayalım.

Bu durumda karşılaşılacak sorunlar bu geçişin gerçekleştiği döneme göre farklılıklar sunsa da

yine bir temel engel, ama bu sefer bizzat doğanın sınırlarından gelen bir engel ortaya

çıkacaktır. Tüketim seviyesinin ve biçiminin her hangi bir şekilde düşürülmesi gerekmektedir.

Aksi takdirde doğanın tahribi devam eder.

Çünkü örneğin otomobil üretimini durdurmadığınız takdirde zengin ülke işçilerinin bu

tüketimi doğayı tahribe devam edecek demektir; ama bunu durdurmayı istediğiniz takdirde bu

batılı işçilerin hayat seviyesinde bir düşüş anlamına gelecektir.

Öte yandan, uzun vadede bu eşitsizlik nasıl bir yöntemle giderilebilecektir? Bizzat doğanın

kendisi bir takım sınırlar sunmaktadır. Yani bu günkü tüketim düzeyinde toplumsal yaşamın

sürdürülebilmesi olanağı pek görülmemektedir.

Page 8: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

8

Bu durumda, geri ülkelerdeki işçi sınıfının ister istemez, bugünkü tüketim düzeyleri ve

alışkanlıklarında bir değişim programıyla ortaya çıkması gerekir. Ama bu durumda da bu

egemen ve zengin ülkelerinin işçilerinin hayat seviyesinde düşme anlamına gelir ve bu

değişime karşı dururlar.

Ama bu sınır aynı zamanda giderek aşılmaz bir engel haline dönüşmektedir. Şöyle ki, belki

hala, batı işçi sınıfının yaşam seviyesini düşürmeden bir yandan siyah işçilerin hayat

seviyesinde yükselişler sağlarken aynı zamanda beyaz işçilerin tüketim biçimlerinde

değişiklikler yapılabildiği bir dönem olabilir. Bunun ne zaman biteceğini bilmiyoruz. Belki bu

sınır aşıldı bile.

Ancak dönüşümün gecikmesi halinde, doğanın tahribi ve sınırlar o noktaya kadar gerileyebilir

ki, yeryüzü ölçüsünde bir tür temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik ve doğadaki

sürdürülebilirliğini öne alan bir ekonomiden başka hiçbir şekilde yaşama şansı olmayabilir.

Bu ise tam anlamıyla bir çıkışsızlık demektir. Çünkü, burada zengin ülkelerin, var olan

refahını koruyabilmek için geri ülkeler nüfusunu yok etmesi gereği ve tehlikesi bile ortaya

çıkmaktadır.

Bu nedenle, şimdiden, işçi sınıfı arasındaki bölünmeye ve bugünkü apartheit sistemine son

vermek için öncelikle ulusal sınırlara karşı savaşı öne almak gerekmektedir.

Ama bunun için de yeryüzü çapında başka bir uygarlık tasavvuru oluşturmak şarttır. Aksi

takdirde, her şey geri dönüşsüz bir şekilde tüm insanlığın çöküşüne doğru gitmektedir.

*

Kapitalizm Öncesi Toplumlarda Ekolojik Sorunlar ve Gelecek İçin Dersler

Bu bildiri Bilim Kongresi’nin tanıtım metninde “Doğanın yeniden üretim(sizliği)”; “Tüketim

ve Teknoloji”; “Doğa-Tarımsal Üretim-Teknoloji”; “Doğa-Toplum-Teknoloji İlişkileri

açısından Reel sosyalizm Deneyimleri ve Sosyalist Alternatifler” başlıkları şeklinde

tanımlanmış konularda sayılabilir.

Ekolojik sorunların ve gelecekteki muhtemel bir katastrofun kapitalizmle ilişkili ve onun

sonucu olacağı yönünde genel bir kabul bulunuyor. Bu elbette doğru ama büyük ölçüde eksik

ve dolayısıyla da yanlış bir kabuldür.

Kapitalizm bir geniş yeniden üretim yordamı olduğundan, kapitalizmin ne kadar ekolojik

olursa olsun, sınırlı bir dünyada er veya geç belli sınırlara dayanacağı fiziksel bir yasadır. Bu

durum tıpkı bulunduğu ortamı değiştirerek bir süre sonra kendisinin var oluş koşulunu ortadan

kaldıran bakteriler örneğindeki gibidir.

Ancak kullanım değerlerinin, doğanın dengeleri gözetilerek üretildiği, gereğinde durgunluk

hatta küçülmeyi göze alan bir üretim biçiminde böyle bir sondan kaçılabileceği de bir sır

değildir.

Ancak, sorun burada kapitalizmin özünden doğmaz. Kapitalizm ortadan kaldırıldığında özgür

üreticilerin alacağı yanlış kararlarla da benzer sonuçlara ulaşılabilir. Demokrasi ve çoğunluk

Page 9: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

9

doğru kararlar almayı garantilemez. Bunu bizzat tarihsel deney de doğrulamaktadır. Pek ala

sadece kullanım değerleri üreten toplumlarda da benzer sonuçlar görülmüştür. Bunlar

özellikle çok kırılgan ekolojik şartlarda yaşayan, daha doğrusu yaşamış toplumlarda ve

bölgelerde ve toprak parçalarında, özellikle de adalarda görülmüştür. Yeryüzü de evrende

pasifikteki küçük adalardan farksız bir durumdadır.

Öncelikle kapitalist ve kapitalist olmayan toplumlardaki ekonomik krizlerin farklı karakterleri

ele alınacak ve bu farkın doğa ile ilişkideki sorunlarına değinilecektir. Bilindiği gibi,

kapitalizm öncesinde de krizler olur. Ama bunlar doğal veya ekonomik nedenlerle yeterince

üretememekten dolayı olurlar. Örneğin uzun bir kuraklık, savaş, salgın hastalık vs. gibi. Ya da

ekonomik sebepli olabilir. Tefecilere borçlanan çiftçilerin yeniden üretecek durumda

olmamaları; devletin veya işgalcilerin aldıkları haraçlar ve vergiler de benzer sonuçlara yol

açabilir.,

Ama kapitalizmdeki krizlerin temelinde aşırı üretim vardır. İnsanlar çok ayakkabı ürettikleri

için ayakkabısız kalırlar. Bunlar ekonomik krizlerdir. Elbette bu kriz fenomeni kapitalizm

oldukça vardır ve var olacaktır. Ancak, bugünün dünyasında doğanın sınırlarından doğan kriz

kapitalist ekonominin kendisinden doğmaz. Elbet kapitalist ekonomiyle üretim yapıldığından

onun sonucu gibi görülür ama değer yasasının kendi özünden doğmaz. Kapitalizm

dizginlenemez geniş yeniden üretim olması nedeniyle ekolojik felaketlere yol açar. Ve

ekolojik sınırlar aslında aynı zamanda kapitalizmin de sınırlarını belirler ama bunlar yine de

ekonomik sınırlar değildir örneğin kar oranının düşmesi vs. gibi.

Kapitalizm nasıl ve ne biçimde ortadan kalkarsa kalsın kapitalizm ortadan kalktığı an,

ekolojik sorunlar son bulmayacaktır; hatta insanlığın yok olması tehlikesi de ortadan

kalkmayacaktır. Bu yok oluşu engellemek için muhtemelen bir olanak elde edilmiş olacaktır.

Ancak bu insanlar yanlış ve kısa vadeli çıkarları gözeten kararlar alarak pek ala yok olmaya

yol açabilirler.

Bu kapitalizm öncesi tarihsel tecrübeler incelenerek, bu incelemelerden çıkan sonuçların

eleştirel bir değerlendirmesiyle, gelecekteki muhtemel sorunlar ve bunlardan kaçış yolları ve

olanakları tartışılabilir.

Bu konuda Türkçe’de yayınlanmış Jared Diamond’ın, “Çöküş – Medeniyetler Nasıl Ayakta

Kalır ya da Yıkılır” aslı eserinde ele aldığı örnekler, buradaki süreçler, Diamond’ın

açıklamaları, bu açıklamaların eleştirisi ve gelecek için ne gibi sonuçlar çıkarılabileceği

tartışılacaktır.

Bu kitapta özellikle şu örnekler üzerinde durulmaktadır:

1) Paskalya adalarındaki Çöküş 2) Pitcairn ve Henderson Adaları

3) Maya uygarlığı ve çöküşü

4) Viking fetihleri, Grönland ve çöküşü, Eskimolar

5) Yeni Gine’nin yüksek yaylalarında yaşamın sürdürülüşü

6) Pasifikteki Tikopya’da yaşamın sürdürülüşü

Page 10: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

10

Ayrıca Jared Diamond modern kapitalist toplumları da ele almakta kitabının ikinci

bölümünde. Doğu Afrika, Dominik, Tahiti, Çin, Avustralya

Kitabının son bölümünde “Bazı toplumlar niçin Yıkıcı Kararlar alır” diye bir bölüm

bulunmaktadır.

Kendisi sol eğilimli bir insan olmasına rağmen, Marksizm’i bilmemesinin ve onun kavramsal

araçlarından habersizliğinin kendisini nasıl açmazlara düşürdüğü, Marksist açıdan hangi

sonuçların çıkarılabileceği, eleştirel bir biçimde ele alınacaktır.

*

“Reel sosyalizm” Kavramının Eleştirisi ve Gerçek Bir Sosyalizmin

Deneylerinin Neler Olabileceği Üzerine?

Bu bildiri, Bilim Kongresi’nin tanınım metninde “Doğa – Toplum – Teknoloji İlişkileri

Açısından Reel Sosyalizm Deneyimleri ve Yeni Sosyalist Alternatifler” şeklinde tanımlanmış konudadır.

Önce, bizzat sorunu böyle tanımlamanın yanlışlığı ve buna bağlı olarak konunun ve sorunların

yanlış tanımlanması ve o deneyimlerin anlaşılamaması ele alınacaktır.

Sonra bir zihinsel deney aracılığıyla “reel” olmayan bir gerçek bir sosyalizmde ne gibi

sorunlarla karşılaşılabileceği taslaklaştırılmaya çalışılacaktır.

“Reel Sosyalizm” kavramı, Sovyet bürokrasisinin, egemen olduğu Sovyetlerdeki gerçek ile,

dayanıldığı ve savunulduğu iddia edilen Marksizm’in tanımladığı kriter ve öngörüler

arasındaki ilişkisizlik ve zıtlığı ötmek, gizlemek veya rasyonalize etmek için uydurulmuş bir

kavramdır.

Böyle bir kavramın konu tanımlamasında kullanılması daha baştan ideolojik bir kısıtlama ve

anlaşılmazlığa mahkum etme anlamını taşır. Bu kavramın yanlışlığı klasik Marksist önermelerle gösterilebilir.

Sosyalizm sınıfsız toplumdur, ama henüz zenginlikler gürül gürül akmadığından işbölümünün

devam ettiği bir sınıfsız toplumdur. Sosyalizmde bırakalım bütün sınıflı toplumlarda da

görülen ve bir azınlığın egemenliğine göre şekillenmiş bir bürokratik cihazı bir yana; artık bir

sınıf mücadelesinin aracı olan, “Paris Komünü tipi” çoğunluğun egemenliğinin aracı olmak

üzere şekillenmiş bir işçi devleti bile olmaz. Çünkü sınıfsız bir toplumda işçi sınıfı da olmaz.

Artık bir mum gibi sönen ve yok olan devletin tek işlevi: “burjuva hak eşitliğini”, yani

“çalışmayana ekmek yok” veya Marks’ın deyişiyle “herkese emeği kadar” ilkesini

uygulamaktır.

Ayrıca sosyalizm için şu koşullar da bir varsayım olarak şarttır:

Sosyalizm kapitalizmden yüksek bir emek üretkenliğini varsayar.

Sosyalizmde insanların yaptıkları iş ne olursa olsun aldıkları ücret aynı olur.

Sadece bu temel kriterler açısından bile baktığımızda “reel sosyalizm”de bunların hiç birinin

Page 11: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

11

bulunmadığı görülür.

“Reel sosyalist” ülkelerde, bırakalım demokratik bir devlet cihazını bir yana, bürokratik

muazzam bir baskıcı aygıt vardır. Bırakalım sınıfsız topluma doğru gidip eriyen devleti bir

yana, bu devlet bizzat bir tür egemen sınıfı oluşturur, dolayısıyla sınıfları koruma ve hatta

sonraki gelişmelerin gösterdiği gibi, yaratmanın aracıdır.

“Reel sosyalist” ülkelerde kapitalizmden daha yüksek bir emek üretkenliği yoktur.

“Reel sosyalist” ülkelerde, herkesin eşit çalışma zamanı karşılığı eşit ücret alması yoktur.

Mühendisler ya da bürokratlar hem daha yüksekler alırlar hem de birçok ayrıcalıktan

faydalanırlar.

Metodolojik olarak “Reel sosyalizm” kavramıyla yapılan yanlış, bir analoji ile açıklamak

gerekirse, insanın hiçbir özelliğini taşımayan maymunlara örneğin, “reel insan” demek gibi

bir saçmalıktır. “Reel sosyalizm” kavramını yaratan mantıkla, her şey, her şey olarak

tanımlanabilir. Petrol lambalarına ya da mumlara, “reel elektrik ampulü” denebilir örneğin.

Bu nedenle tırnak içine bile alınmadan yazılan “reel sosyalizm deneyleri”, dünyada bir ülkede

sosyalist devrim olması ve bürokratik bir yozlaşma veya çarpılmaya uğramadan, bir karşı devrim yaşamadan var olabilmesi durumunda, doğa ve teknoloji konusunda karşılaşılacak

sorunlar hakkında hiçbir deney sunmaz. Çünkü baskıcı olmayan bir cihaz, üreticilerin kendini

yönetmesi, kendilerinin tam bir özgürlük ortamında kararlar alması gibi koşullardan hiç biri

yoktur.

Bu bakımdan, “reel sosyalist” ülkeler, meta üretiminin sınırlılığına rağmen, doğa ve teknoloji

konusunda kapitalist ülkelerin en azından gelişmiş ve az çok demokratik olanları karşısında

bile çok daha kötü bir örnek sunarlar.

Ama yine de, eğer Sovyetler’de 20’li yıllarda bir karşı devrim olmasaydı, (ki bu da köylük bir

ülkede, savaş ve iç savaş sırasında bütün üretici güçlerin neredeyse tahrip olması; İşçilerin

nüfus içindeki oranlarının küçüklüğü, bu küçük öncünün de savaşlarda ve iç savaşta büyük

ölçüde imha olması. Kalanların da ele geçirilen ve “birazcık Sovyet boyasıyla” cilalanan

devletin bürokratlarına dönüşmesine ve nihayet daha gelişmiş bir ülkedeki bir devrimin

gerçekleşmemesine bağlıdır.) ne gibi sorunlarla karşılaşılabileceği konusunda bazı ön

görülerde ve çıkarsamalarda bulunulabilir.

Bu bağlamda, Lenin ve Troçki’nin bu konudaki kimi değinmeleri bir hareket noktası olabilir.

Bilindiği gibi Lenin’in son yıllarda doğa ve teknoloji sorunları bağlamında çok sözü edilen ve

eleştirilen Elektirifikasyon+Sovyetler=Sosyalizm diye bir formülasyonu vardır.

Benzer şekilde Troçki’nin de, nehirlerin yataklarını değiştirmekten, dünyanın coğrafyasını ve

iklimini yeniden düzenlemekten söz ettiği pasajlar vardır.

Bunlar da Lenin’inkiler gibi çok bilinir ve eleştirilirler.

Önce bu görüşlerin gerçekte ne anlama geldiğini analiz edeceğiz.

Sonra bunların egemen bir politika olarak özgürce seçilmiş Sovyetlerde, yani

Page 12: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

12

bürokratikleşmemiş ve bir karşı devrime uğramamış bir ülkede nasıl uygulanabileceği ve

değiştirilebileceğini ele alacağız.

Böylece teknik ve doğa hakkında bugün kapitalist dünyada olduğundan çok daha erken ve

doğru olarak yanlış hayallerden kurtulunabileceğini ve malların değil ürünlerin; değer

yasasına değil ihtiyaçlara göre yapılan üretim yapılan bir düzende bugünkü sorunların hiç

birinin olmayacağını göstereceğiz.

Ama bu doğa ve teknoloji ile ilgili sorunsuz bir durum anlamına gelmez. Doğanın kullanımı

ile teknoloji ile ilgili olarak gerçek sorunların ortaya çıkmasının ve tartışılmasının ve bunlara

uygun kararlar alınmasının koşullarını oluşturur. Özgür üreticilerin demokratikçe tartışıp

karlar aldıkları, bürokratik devlet cihazının bulunmadığı; sınıf farklarının olmadığı ve en

azından hızla azaldığı bir dünya var sayılabilir. Böyle Sosyalist bir dünyada, sınırlı bir

dünyada yaşamaktan doğan; ürünlerin fiziksel, kimyasal vs. kullanımlarından doğan sorunlar

da var olacaktır elbette.

Peki bunların çözüm yöntemi ne olabilir?

O zaman toplum deneme ve yanılmalarla optimum çözümleri bulabilecektir. Bir bakıma,

sosyalizm böyle optimum çözümleri arayabilmenin koşullarını sağlayabilmek olarak ortaya

çıkar.

Deneme yanılma yöntemi hiç de hor görülmemelidir. Doğa şu her biri birbirinden harika

milyonlarca canlıyı, onlardaki o bıçak sırtı dengeleri tam da bu deneme yanılma

yöntemleriyle, yanlış kopyalamalar, mutasyonlarla yaratmıştır. Tezler özetle bunlardır.

*

Geri Dönüşsüzlük (Tersinmezlik) Sorunu - Çin Uygarlığı Örneği - Bugüne

ve Geleceğe İlişkin Öngörü ve Çıkarsamalar

Bu bildiri Bilim Kongresi’nin tanıtım metninde “Doğanın yeniden üretim(sizliğ)i” ve “Doğa -

Tarımsal Üretim - Teknoloji” şeklinde tanımlanmış konularda sayılabilir. Aslında daha doğru

bir tanımla, tanıtım metninde sayılan konular arası (disiplinler arası) denilebilir.

Önce genel olarak “tersinmezlik” kavramı ele alınacaktır. Bu bağlamda bu kavramın

kaynaklandığı fizikteki esas ve bilenen kullanımı ve anlamı hakkında kısa bir giriş olacaktır.

Özetle termodinamiğin ikinci yasası zaman okunun yönünü belirler. Yani doğada düzensizliğe

doğru bir eğilim vardır. Kırılan tabağın parçaları geriye doğru toplanıp tekrar birleşmez. Tam

olmasa bile bir birleşmenin olabilmesi için dışarıdan bir enerji gerekir. Ama evrenin “dışı”

olmadığından, tüm süreçler geri dönüşsüzdür. Yani zamanda geri gidilemez. Burada bu

anlamda bir tersinmezliği konu etmediğimiz not edilecektir.

Özellikle “doğaya dönüş” ve “doğal yiyecekler” üzerine çok söz edilmesi ve artık bunun

mümkün olmaması bağlamında tersinmezliğin konu edildiği, kavramın bu anlamda

Page 13: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

13

kullanıldığı açıklanacaktır.

Daha sonra artık “doğal yiyecekler” veya tüketim nesneleriyle yaşamanın imkânsızlığının

fiziksel sınırları ve giderek daha fazla insanların şekillendirdiği bir “doğa”da yaşamaya

mahkum olunduğu konusu ele alınacaktır.

Bu bağlamda analoji için tarihsel bir fenomen olarak Çin’in yoğun nüfusu ve bunun pirinç’in

çok yoğun ekimi ile ilgisi; bu nüfus ve coğrafi koşullar veri olduğundan bundan geri dönüşün

mümkün olamayacağı veya ancak nüfusun çok büyük bir bölümünün yok olmasıyla mümkün

olabileceği ele alınacaktır.

Yani Pirince dayalı üretim terk edilip tekrar geniş alanlar otlak ve meralara çevrilerek pirincin

yanı sıra diğer tahıllar da ekilerek eski “doğal” biçimlere geri dönülemez. Böyle bir girişimin,

nüfusun büyük bir bölümünün yok edilmesi ile mümkün olabilirliği konu edilecektir.

Daha sonra bu günkü dünyada da benzer bir durumun çok daha büyük ölçülerde geçerli

olduğu, ekolojik veya doğal ürünlere geçişin bugünkü insan nüfusunun büyük bölümünün yok

olmasına yol açacağı, insanlığın artık bu noktadan sonra bir bakıma tüm dünyayı yeniden

dizayn etmeye; doğanın dengesini sürekli bozup o bozduğunu yeni dizaynlarla düzeltmeye

yazgılı olduğu ele alınacaktır.

Kapitalizmin bunu bile olanaksızlaştırdığı; sosyalizmin ya da kullanım değerleri ve ihtiyaçlara

dayalı bir üretimin artık doğanın dengesini de gözeten bir optimum kavramına göre

şekillenmek zorunda olduğu ele alınacaktır.

Buna bağlı olarak, doğanın sınırlarının gözetilmesinin; optimum çözümler aramanın,

yeryüzünün kaynakları, insanların sayısı gibi veriler göz önüne ele alındığında, tüketim

alışkanlıkları, nesneler ve niceliklerde ciddi kısıtlamalar gerektireceği ele alınacaktır.

Ama bunun gerçekleşebilmesinin önünde de ciddi bir engel vardır. İnsanlığın önemlice bir

bölümü çok yüksek bir tüketim düzeyindedir. Bu tüketimin kısıtlanması gerekir. Ama hiçbir

toplumsal grup bu kısıtlama için bir toplumsal değişim yapma yoluna gitmez. (Bu konuyu

diğer bir bildiride ayrıca ele alıyoruz)

Ama bir an için bunun aşıldığını, bir şekilde kapitalizmin tasfiye edilip bir sosyalist dünya

cumhuriyeti kurulduğunu var saysak bile, daha önce hiç hesaplanmamış yeni sorunlar ortaya

çıkabilir.

Böyle bir devrim muhtemelen insanlığın yok oluşun sınırına geldiği bir durumda olabilir.

Böyle bir durumda dünya yurttaşları gönüllü olarak tüketimlerini temel ihtiyaçlarla sınırlamak

zorunluluğuyla karşı karşıya kalacaklardır. Yani bir bakıma “savaş komünizmi” gibi bir

durum biricik yaşama yolu olarak ortaya çıkabilir.

Bu durumda şöyle bir açmaz ortaya çıkar: “kıtlık temelinde sınıfsız toplum olamaz, yoksa

bütün pislikler yine ortaya çıkar” der Marks. Keza Troçki de Sovyetler’deki bürokratik kastın

egemenliğini bu kavramlara dayandırır.

Marks’ın ve Troçki’nin önermelerinden çıkarılması gereken sonuç, adeta bir yönetici kastın

veya ekolojik bir diktatörlüğün ortaya çıkmasının zorunlu olduğu noktasına gelir.

Page 14: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

14

Ama tarih bize, kıtlık ve son derece sınırlı bir tüketim düzeyinde de insanların pek ala

kardeşçe yaşayabileceklerini de göstermiştir. Binlerce yıl boyunca, küçük kabileler, köy

komünleri pek ala, kıtlıkla ancak dayanışma yoluyla baş edebileceklerini görmüşler ve bunu

başarabilmişlerdir.

Benzer şekilde insanların, kıtlığı daha fazlasını üretme yeteneksizliği nedeniyle değil, doğanın

sınırları nedeniyle biricik seçim olarak benimsemeleri ve buna uygun bir kıtlığa dayanan bir

sınıfsız toplum kurabilmelerinin mümkün olabilirliği yönünde Marks’ın ve Troçki’nin

teoremini gözden geçirmek gerekebilir..

Yani bir bakıma, kapitalizm yıkıldıktan sonra Marks’ın anladığı anlamda bir Sosyalist ve

Komünist toplum yitirilmiş bir tarihsel olanak olarak görülmelidir. Bunun yerine temel

ihtiyaçların karşılanmasına yönelik; kıtlık temelinde bir eşitliği sağlayan; bir tür “askeri

komünizm” gibi bir toplumsal biçim, çok uzun vadede aşılabilmek üzere insanlığın yaşaması

için biricik yol olarak ortaya çıkabilir.

Eğer Kapitalizmin varlığı daha uzun sürerse, işler giderek bu noktaya doğru kaymaktadır.

Bildiri özellikle Marksist Teorinin ön görülerini bu veriler ışığında yeniden gözden

geçirecektir.

*

Marks’ın Teknolojiyi Tarafsız Gördüğü ve Aydınlanmacı, Pozitivist ve

İlerlemeci Olduğu Şeklindeki Eleştiriler ve Eleştirilerin Eleştirisi

Bu bildiri Bilim Kongresi’nin tanıtım metninde “Teknoloji-İlerleme-İdeoloji”, “Teknoloji

karşısında işçi sınıfının konumu”, “Doğa-Toplum-Teknoloji ilişkileri açısından Reel

Sosyalizm deneyimleri ve Yeni Sosyalist Alernatifler” şeklinde tanımlanmış konularda

sayılabilir.

Marks’ın Teknolojiyi tarafsız olarak ele aldığı; teknoloji hayranı olduğu; dolayısıyla

teknolojik ilerlemenin bir taraftarı olduğu; dolayısıyla aydınlanmacı pozitivist ilerlemeci bir

yaklaşımı olduğu çok sık rastlanan eleştirilerdir.

Bu eleştiri ve önermelerin hepsi bu bildiride tek tek örnekleriyle ele alınıp eleştirilecek ve

yaptıkları metodolojik hatalar; olgulara ve Marks’ın görüşlerine ilişkin gücü yaygınlığından

gelen yalan yanlış bilgiler gösterilecektir.

Birinci konu teknolojinin tarafsızlığı konusudur.

Bu konuda yapılan belli eleştirilerden en tipik olanları ele alınıp gösterilecektir. Sonra

bunların ne gibi kavramları karıştırdıkları ele alınacaktır.

Bunun için önce tabii ki, ilerleme kavramı ile Marksizm ilişkisi ele alınacaktır.

Ama bunun anlaşılması için de öncelikle Marksizm’in organik bileşeni olan özellikler ile

onda geçmişin kalıntısı olarak var olan özellikler arasında bir ayrım yapılması gerektiği

Page 15: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

15

üzerinde durulacak ve öncelikle bu açıklanacaktır.

Daha sonra İlerleme kavramının ideolojik karakteri ve Marks’ın evrim kavrayışının hiç de

ilerlemeci olarak nitelenemeyeceği; aksine açık uçlu bir tarih gibi hiç de ilerlemeci olmayan

bir tarih anlayışını ifade edip savunduğu gösterilecektir. Bu bağlamda özellikle Komün’ün

değerini görmesi ve yüceltmesi vs. ele alınacaktır.

Bu bağlamda tam da bayağı Marksizm’in özelliğinin bu ilerlemecilik olduğu, yaratıcı ve

otantik Marksizm’in her zaman bu bayağı Marksizm’e mücadele içinde geliştiği kısaca

gösterilecektir.

Bundan sonra Marks’ın kafasındaki kategorilerin Teknolojinin tarafsızlığı gibi bir görüşe

neden yer bırakmadığı da Yapı ve İşlev Kategorilerinin ilişkisi ve bunlara ilişkin Marks’ın

kavrayışı örnekleriyle gösterilecektir.

Bu bağlamda, Marks’ın Paris Komünü ve proletarya diktatörlüğü hakkında söyledikleri, yapı

ve işlev kategorilerine ilişkin kavrayışının örnekleri olarak ele alınacaktır.

Buradan da Marks’ta tıpkı devlet gibi, maddi araçlar için de bir tarafsızlık kavramı

olamayacağı açıklanacaktır.

Daha sonra Marks’ın emek üretkenliğinin artışı olarak teknik gelişmeyi ele alması. Bu

kategori ve kavramın, yani emek üretkenliği artışının iki farklı anlamı, ekonomi politik anlamı

ve sosyolojik anlamı ele alınacaktır.

Marks’ın esas eseri olan Kapital’de emek üretkenliğini sağlayan teknik gelişmelerin ekonomi

politik bakımdan bir anlamı olduğu; Ekonomi politik bakımdan emek üretkenliği artışının bu

artışın hangi araçlarla olduğu veya nelerin üretildiği konusuyla ilgili olmadığı; bunun

ekonomi politiğin kendisinden çıktığı görülecektir. Tekniğin tarafsızlığı gibi bir yargıya bu

ayrımı anlayamamanın yol açtığı gösterilecektir.

Bundan sonra, üretim araç ve nesnelerinin tarafsızlığının söz konusu olamayacağından

hareketle, Marks’ın önermeleri bir adım daha ileri götürülmeye çalışılacaktır.

Marks’ın Paris komünü vesilesiyle söylediği, işçilerin eski devlet cihazını alıp kendi amaçları

için kullanamayacağı önermesi iki yönde geliştirilebilirliği gösterilecektir.

Biri, bu devlet cihazının en önemli özelliğinin, yani ulusal karakterinin Marks’ta söz konusu

edilmemesi ama bunun içkin olarak varlığı ve bunun çelişkisidir. Yani ulusal devletlerin de

işçiler tarafından sınıfsız topluma gidişte kullanılamayacağı; uluslara karşı bir mücadele

vermek gerektiği.

Diğeri, bu uygarlığın maddi araçlarının da sınıfsız bir topluma gidişte kullanılamayacağı,

dolayısıyla bir tür geçiş sadece siyasi değil; maddi araçların dönüşümünü de içeren bir geçiş dönemi gerektirdiği.

Bunların programatik sonuçlarının ayrı bir uygarlığı taslaklaştırmak anlamına geldiği;

dolayısıyla program ve stratejide köklü bir değişim gerektiği. Artık sadece ekonomik ve

politik değişiklikleri içeren bir programla yetinilemeyeceği; başka bir uygarlığı

taslaklaştırmak gerektiği.

Page 16: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

16

Tabii buna bağlı olarak, da uluslara karşı mücadelenin en başa alınması gerektiği. Ve bunun

köklü bir stratejik değişiklik anlamına gediği açıklanacaktır.

Doğayı optimum kullanmanın ön şartının dünya ölçüsünde bir tek cumhuriyet olmadan

mümkün olamayacağı; bu nedenle bu program ve strateji değişmelerinin aynı zamanda doğa

ve tekniğin yarattığı sorunlara bir cevap olduğu gösterilecektir.

Yine bu bildiri bağlamında Marks’ı aydınlanmacı ve Pozitivist olarak niteleyenlerin

aydınlanma ile pozitivizmi birmiş gibi göstererek yarattıkları kafa karışıklığı; pozitivizmin

Aydınlanmanın inkarı; aydınlanmaya karşı bir karşı devrim olduğu da kısaca ele alınacaktır.

*

Page 17: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

17

Kabul Edilen Tek Konuda Kongreye Yazılı Olarak Önceden Sunduğumuz

Bildiri

Marksizm’e Eleştirilerin Eleştirisi

Giriş

İki temel önermeden yola çıkacağız.

Birinci önerme: Yanlış sorulara doğru cevaplar verilemez.

İkinci önerme: Genel ve temel sorunlardan kaçılamaz. Onlar her tikel durumda tekrar ortaya

çıkarlar.

Dolayısıyla konumuz son derece temel ve metodolojik sorunlardır.

İlerleme ve Teknoloji kavramları üzerinden Marksizm’e yapılan eleştiriler, bu eleştirilerde bol

bol görülen çok temel metodolojik yanlışları göstermek için birer örnek işlevi göreceklerdir.

Diğer bir ifadeyle bizim konumuz, Marksizm’e yönelik eleştirilerin temel metodolojik

yanlışlarıdır. İlerlemecilik veya teknoloji üzerinden Marksizm’e yapılan eleştiriler burada

birer örnek işlevi göreceklerdir.

Marksizm’in ilerlemeci bir tarih görüşüne dayandığı veya teknolojiyi tarafsız kabul ettiği ve

teknoloji hayranı olduğu yönündeki eleştiriler çok yaygındır ve bu yönde çok geniş bir

literatür bulunmaktadır.

Aynı şekilde bu türden eleştirilere yönelik cevaplar ve bu eleştirilerin eleştirileri de çok geniş ve zengin bir literatür oluşturmaktadır.

Biz bu Marksizm’i eleştiren ve savunan literatürün neredeyse tamamının aslında aynı ortak

yanlış varsayımları paylaştığını; dolayısıyla sorunun doğru koyuluşunun bu tartışmaların

paylaştığı ortak varsayımların eleştirisinde olduğunu savunacağız ve bunu açıklamayı

deneyeceğiz. Diğer birz ifadeyle, bu konularda Marksizm’i eleştiren ve savunanların ortak

yanlışlarını söz konusu etmeye çalışacağız.

Bu yanlışlar son derece yaygındır ve neredeyse tüm akademik veya akademi dışı, teorik veya

popüler yazın bunlardan oluşmaktadır.

Marksizm’e yönelik daha modern veya post modern, “radikal” ve “soldan” görülen eleştiriler

özellikle onun teknik hayranı olduğu; tekniği tarafsız gördüğü veya İlerlemeci bir tarih

kavrayışına dayandığı, yine bunlarla bağlı olarak Avrupa Merkezli, Erkek, Beyaz vs. olduğu,

tekçi olduğu gibi noktalarda yoğunlaşmaktadır.

Bu eleştirilere baktığımızda onların çok temel, çok basit bir yığın yanlışa dayandığı; bazı çok

Page 18: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

18

temel metodolojik yanlışlar içinde bulunduğu görülür.

Nedir bu son derece basit, temel ve gücü yaygınlığından gelen yanlışlar?

Fikirler ve Ordular Savaşının Temel Farkı

Marksizm’e yönelik eleştirilerin en temel yanlışı, fikirlerin savaşı ile fiziki güçlerin, örneğin

orduların savaşı arasında olması gereken temel farkı görmezden gelmeleridir.

Nedir bu temel fark?

Bunu Gramsci’den bir alıntıyla göstermeyi deneyelim. Gramsci bunu şöyle ifade ediyor:

"Bir tartışmada hasımlar arasından en zayıfların ya da en 'budalaların seçilmesi; yahut

hasımlarının düşünceleri arasında pek de esaslı olmayanların, biraz gelişigüzel söylenilmiş olanların seçilmesi ve de böylece karşısındakinin 'yere serildiği'nin su götürmez bir olay

olduğunun kabul ettirilmeye çalışılması pek de 'bilimsel' ya da 'ciddi' bir davranış olmasa

gerek. Aslında, ikinci derecede ya da rast gele ileri sürülmüş bir görüş ya da ideolojiyi ya da

öğretiyi savunan dördüncü dereceden şampiyonların sırtını yere getirdim diye övünüp bu

öğretileri çürüttüğünü sanmaktan başka bir şey değildir bu. Öte yandan, insanın 'hasımlarına

karşı' insaflıca davranması gerekir; yani bunların gerçekten ne söylemek istediklerini

anlamaya çalışmak ve az çok kötü niyetle, söyleyişlerindeki bazı yüzeyde kalan anlamsızlıklar

üzerinde durmamak gerekir: Şüphesiz ki, böyle bir davranışı ancak tartışmayı ve okurlarının

fikir seviyesini yükseltmeyi amaç edinen bir yazar benimser, yoksa çevresinde her yola baş vurarak ve her şekilde boşluk yaratmak isteyen biri değil."

Burada bu farkı daha net gösterebilmek için, ordular savaşı ile fikirler savaşını kıyaslayalım

Ordular savaşında ya da fiziksel acı güce dayanan savaşta, güçlerin en irisini karşı tarafın en

yaralanabilir, en zayıf yerine yığmak savaş sanatının en temel kurallarından ve zaferin en

temel şartlarından biridir.

Ama yeryüzünden baskı ve sömürüyü kaldırmak isteyenlerin; özellikle de Marksistlerin

fikirlere karşı savaşta tam tersi bir ilkeyle savaşmaları gerekir. Onlar, tabiri caiz ise, karşı tarafın en güçlü, en yenilmez temsilcilerini ve yanlarını hedef alınmalıdır. Tabii burada, ezilen

sınıfları siyasi ve teorik bakımdan eğitmek; onların geri yanlarına hitap etmekten kaçınmak

aksine bu geri yanlarıyla mücadele etmek isteyenler için diye de eklemek gerekiyor.

Tabii ancak böylesine Sosyalistlerin, Marksistlerin, alt sınıflardan yana olanların,

yeryüzünden sömürü ve baskıyı yok etmek isteyenlerin ihtiyacı olduğu veya olması gerektiği

varsayımından yola çıkıyoruz.

Gramsci’nin dediği gibi, sadece karşı tarafın en mükemmel ve gelişmiş temsilcilerini seçmek

de yetmez; onların fikirlerini, onların bizzat kendi özensizliklerinden ve tutarsızlıklarından da

arındırıp öyle eleştirmek gerekmektedir. Eğer böylesi yoksa bile, o gerçekte olmayan ve

mümkün olan yaratılıp, gerçek kılınıp öyle eleştirilmelidir. Eleştirilecek görüşün

eleştirilmeden önce, geçmişin kalıntısı olan, ona ait olmayan görüşlerden; yine onu yaralayan

kültürel etkilerden ve bunların yansımalarından; mantık hatalarından; mantık sonuçlarına

götürülmemiş çıkarsamalardan vs. arındırılması, yani özensizliklerden temizlenmesi; bir

Page 19: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

19

tüvenan gibi önceden bir arıtma işleminden geçirilmesi, yabancı maddelerden temizlenmesi

gerekmektedir. Marksistler gerici fikirleri ve görüşleri en güçlü oldukları yerlerde, en güçlü

oldukları noktalarda yenmek isterler veya istemelidirler. Ancak böyle gerçekten ezilenlerin

geri yanlarını okşamayan, aksine bu geri yanlarla mücadele eden bir çizgi savunulmuş olur.

Marksistler böyle davranmalıdır ve Marksizm’in eleştirisi de eğer yapılacaksa böyle

yapılmalıdır. Zaten böyle yapılmamış bir eleştiri Marksist olamaz. Ve ancak böyle bir eleştiri Marksist olabilir. Dolayısıyla Marksizm’in Marksist bir eleştirisinin temel koşulu,

Marksizm’in bayağılaştırılmalarıyla mücadele olmak zorundadır. Marksizm’in, Marksizm’e

ait olmayan, geçmişin kalıntılarından, özensizliklerden arındırılma olmalıdır. Ancak bundan

sonra Marksizm’in bir eleştirisi olabilir. Buradan kolayca şu sonuca çıkılabilir. Marksizm’in

ancak Marksist bir eleştirisi yapılabilir.

Tersinden, Marksizm’e yönelik bir eleştiri, eleştiri nesnesi olan Marksizm’i eleştirebilmek

için, eleştiri nesnesi olan Marksizm’i, en gelişmiş, en yanlış ifade ve anlamalardan

arındırılmış biçimiyle ele almalı; yani önce Marksizm’i önce onun bayağı savunucularına

karşı savunmalı sonra onu eleştirmelidir. Ama bunu yaptığında zaten bir Marksist olacaktır.

Marksizm’e yönelik eleştirilere veya Marksizm adına yapılan savunmalara baktığımızda, tam

tersi bir durum görülmektedir. Marksizm diye eleştirilenler, onun toy ve bayağı savunuları;

ifade bozuklukları, ona, onun özüne ait olmayan önermelerdir genellikle.

Ama savunmalar da daha temiz ve günahsız değildir. Onlar da eleştirenlerin Marksizm’in özü

olarak eleştirdiklerini Marksizm’in özü eleştirilen noktalarmış gibi savunmaktadırlar.

Bunu bir örnekle açıklamayı deneyelim.

Geçmişin Kalıntılarını Öz Gibi Alma

Bunun için biyolojiden bir örnek verelim. Örneğin kör bağırsak, muhtemelen son birkaç

milyon yılda insanın ateşi kullanmasıyla ve böylece bitkisel hücrelerin çeperindeki selülozu

vücuda girmeden önce parçalayabilmesi ile birlikte, giderek işlevsizleşmiş geçmişin kalıntısı

olarak var olmaya devam eden bir organdır. Yiyeceklerinin çoğunu pişirerek yiyen bir canlı

olarak insanın kör bağırsağa ihtiyacı yoktur. Kör bağırsak, insanın onu diğer canlılardan

ayıran bir özelliği değildir. Kör bağırsaksız bir insan, biyolojik olarak insanlığından bir şey

kaybetmeyeceği gibi daha insan olur. Ameliyatla apandisiti alınanlar ölmez, veya bir

mutasyon sonucu kör bağırsıksız olarak doğanlar, belki apandisit olma tehlikeleri yok

olduğundan yaşam şansları artar bile.

Hiçbir bilim ya da düşünce gökten zembille mükemmel bir şekilde inmez. O her zaman

geçmişin kalıntılarını, içinden doğup geldiği rahmin göbek bağlarını taşır. Bu Marksizm için

de böyledir Marksizm’de de özünde Marksizm’e yabancı, onun özüyle çelişen, geçmişin

kalıntısı bir çok fikir, kabil, yargı bulunmaktadır1.

1 Ayrıca sadece bu kadar da değil, “kurucu etkisi” (Gründer Effekt) denen bir fenomen vardır. Örneğin

Page 20: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

20

Bir biyolojik tür olarak İnsanda kuyruk sokumu gibi, kör bağırsık gibi, geçmişin kalıntısı

olan, henüz ağaçlarda yaşadığı zamanların izi olan; henüz ateşi bulmadan önce, yiyeceklerini

çiğ yediği zamanların izi olan organların varlığından dolayı, insanda örneğin kör bağırsak

olduğu için insanı maymunlar sınıfına dahil etmez.

Ancak söz konusu olan Marksizm olduğunda, nedense bu kalıntılar onun asli bir öğesiymiş, onu o yapan özelliklermiş gibi ele alınmaktadır.

Örneğin Engels’in “tarihsiz halklar”dan söz ettiği satırlar veya kimi pasajlarında ırk

kelimesini kullanmaları, hatta yaşadıkları tarihsel iklimin kimi yansımaları (örneğin tarihsel

iyimserlik) gibi birçok özellik Marksizm eleştirmenlerinin tepe tepe kullandıkları eleştiri konularını oluştururlar.

Ama bütün bunlar Marksizm’in asli, onu o yapan özellikleri değildir. Bunlar onda bir

geçmişin kalıntısı olarak, bir kör bağırsak veya bir ur gibi vardırlar. Marksizm bunlardan

arındığında temel özelliklerini yitirmez, aksine, bu arınma ölçüsünde daha çok Marksizm

olur.

Özetle, Marksizm eleştirmenlerinin, Marksizm’i öncelikle bu gibi geçmişin kalıntılarından,

toyca savunanların yanlış ifade ve anlatımlarından arındırarak; yani tabiri caiz ise,

Marksizm’i, bayağı Marksistlere karşı savunarak; Marksizm’i Marksizm yapan özü açığa

çıkararak onu eleştirmeleri gerekir.

ilk kez karaya çıkan canlı beş parmaklı olduğu için, sonraki bütün canlılar hep bu beş parmaklılık üzerinden kanatları, ayakları, elleri, şekillendirmişlerdir. Hatta bu ondalık sistemimizi bile bir ölçüde bu beş parmaklılığa borçluyuz.

Bir an için karaya çıkan ilk canlının üç parmaklı olduğunu var sayalım. Bütün sonra gelen canlılar bu üç parmaklılık üzerinden kanatları, elleri, ayakları vs. şekillendirecekler bunun üzerinden çözümler arayacaklardı. Böyle bir dünyada insanlar da muhtemelen üç parmaklı olacaktı. O zaman üç parmakla çalınabilin müzek aletleri ve bambaşka bir müzik olacaktı belki. Matematik, Sümerlerde olduğu gibi, altılı bir sisteme dayanacaktı muhtemelen vs.,

Marksizm’, Avrupa’da doğdu. Avrupa ise Semitik, İbrahimi dinlerin yaygın olduğu bir yerdi. Bir an için Marksizm’’in, Budizmin, Hinduizmin, Şintoizmin veya Taoculuğun egemen olduğu bir bölgede doğduğunu düşünelim. Keşfedilen yazalar yine aynı yasalar olurdu ama bunların ifadesi, artikülasyonu, ifade edilirkenki imgeler, muhtemelen çok başka olacaktı.

Bu tür farklılıklar da Marksizm’’in özüne ilişin değildir. Marksizm’’in bunlardan da soyutlanması gerekir. Bu en iyi İbni Haldun ve Marks örneklerinde görülebilir. Her ikisi de İbrahimi Dinler bölgesinde olmakla birlikte biri İslam, diğeri Aydınlanma çocuğudur. Ve aynı yasaları bulmalarına rağmen bunu farklı biçimde ifade ve artiküle ederler.

Elbet Marksizm’’de özellikle ilk ortaya çıkış dönemlerinde geçmişin kalıntısı bir çok özellik vardır ve ona sızmıştır. Ama bunlar onun asli özellikleri değildir. Bunlar olmasa doğruluğundan bir şey eksilmez. Aksine daha tutarlı olur.

Bu bağlamda örneğin engels’in tarihsiz halklar gibi kavramları örnek olarak verilebilir. Kesza bir ilerleme anlayışı. Aydınlanmanın mekanitk ve düz ilerlemeci anlayışına bağlı olarak vardır. Ama dediğimiz gibi bunlar onun onu o yapan özellikleri değildir.

Page 21: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

21

Bu temel yanlışı aşmış Marksizm eleştirisi neredeyse yok denecek kadar azdır ve Marksizm’i

bu yönde eleştirenler aslında onu bu kalıntılardan arındıran ve böylece onu aynı zamanda

geliştiren Marksistlerdir.

Marksizm’in gelişmesini dikkate Almama

Bir diğer nokta, bir bilimin kendisinin gelişimini hesaplamamadır. Her bilim sürekli gelişir. Bilimin farklı alanlarında aynı hızla gelişmesi de söz konusu değildir. Bu ilerlemelerin bütün

alanlara yayılması bir anda veya senkronize olarak gerçekleşmez. Bir zaman alır. Eşitsiz

biçimde gerçekleşir. Farklı alanlar birbirlerinin gelişimini etkilerler. Keza yeni bir buluşun

sonuçlarının tam anlaşılması da zaman alır.

Bu Marksizm için de geçerlidir. Marksizm doğduğu anda kalmış değildir. Bizzat Marks ve

Engels’in eserlerinde teorinin ciddi değişimler geçirdiği görülebilir. Bir örnek olarak, evrimin

ortaya çıkardığı yeni üretim biçimlerinin eski biçimleri tasfiye ettiği gibi bir anlayıştan, eski

üretim biçimleriyle bir simbiyoza girme, böylece onun çok daha karmaşık niteliklerini

kavramaya doğru bir evrim zikredilebilir. Metodolojik olarak, hem de sonuçları itibariyle

kurucular kavrayışlarını sürekli geliştirmişlerdir.

Örneğin bir Hindistan’da İngiliz Egemenliği’nin Marks’ı ile İrlanda sorununda sonra ulaştığı

yer bakımından fark böyledir. Birincisinde Kapitalizmin kapitalizm öncesi ilişkileri tasfiye

edeceği ön görülürken, ikincisinde, aksine onları güçlendirebileceği anlaşılmış ve buna uygun

bir kavramsal çerçeve geliştirilmiştir. Bunun stratejik ve politik sonuçları da farklı olmaktadır.

Birinci anlayışa göre örneğin, İrlanda’nın kurtuluşu İngiliz İşçilerinin eyleminden geçerken,

ikinci anlayışa göre İrlanda’nın Kurtuluşu, İngiltere’deki işçilerin kurtuluşunun ön koşulu

olarak görülür.

Marksizm’in eleştirmenleri, Marks-Engels’in bizzat kendi hayatlarındaki bu özeleştiri ve

geliştirmeyi görmezden gelerek, sanki hiç böyle bir şey yokmuş gibi, Marks’ın Hindistan’a

ilişkin erken bir tarihte söylediklerini pişirip pişirip sunarlar ve buradan Marksizm’in

ilerlemeci olduğu veya Eurosentrik olduğu yolunda hükümlere varırlar.

Kaldı ki Marksizm’deki bu gelişme sadece Marks ve Engels ile de sınırlı değildir. Marks’tan

sonraki Marksistler de bu geliştirme işlemine devam etmişlerdir. Örneğin Troçki, Marks’ın

çıkarsamasını bir adım daha ileri götürmüştür denebilir. Kıvılcımlı daha daha ileri

götürmüştür. Biz özellikle yeni sosyal hareketleri açıklarken bu yaklaşımı kullanmış ve

geliştirmişizdir.

Özetle, Marksizm, Frankfurt Okulu (Felsefe, sanat), Troçki, Mandel (Ekonomi, Politika),

Kıvılcımlı (Tarih) gibileri tarafından, parantez içinde zikredilen alanlarda, üç farklı kanaldan

çok ciddi ve alt üst edici şekilde geliştirilmiştir. Keza bu satırların yazarı da özellikle Din,

Ulus ve üstyapılar teorileri alanında Marksizm’e katkılarda bulunmuştur.

Marksizm’e yönelik eleştiriler bütün bunları yok saymaktadırlar. Onu ölmüş bitmiş bir

doktrin, bir dogma olarak kavramaktadırlar.

Page 22: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

22

Marksizm’i Eleştiren ve Savunanların Özdeşliği

İşin ilginç ve aslında hiç de ilginç olmayan yanı şudur ki, Marksizm’i savunduğunu

söyleyenler; hatta bu bayağı eleştiriler karşısında savunanlar da genellikle Marksizm’de

Marksizm’e ait olmayan, tesadüfi olarak bulunan, geçmişin kalıntısı olan yanlara sahip

çıkarak onu savunurlar. Marksizm’in gelişimini yok sayarak onu savunmaya çalışırlar.

Aslında onu savunur gibi görünürken, eleştirenlere el verirler.

Böylece Marksizm’in Marksist olmayan eleştirmenleri ile, sözüm ona Marksizm diye

Marksizm’in özüyle ilgisi kalmamış, Marksist terimlere dayanan bir Pozitivizmi Marksizm

diye savunanlar, gerçek Marksizm ve Marksizm’i eleştirip geliştiren Marksistler karşısında,

fiili ve zımni bir ittifak yaparlar.

İşin ilginci, bunlar neredeyse tüm entelektüel hayata, tüm üniversitelere, yayınlara egemen

olduğundan, kimsenin gerçek bir Marksizm’le karşılaşma, onu öğrenme, tanıma şansı bile

olmaz.

Bu genel ve temel yanlış, yani bir fikri ona ait olmayanlardan arındırmadan, onu yanlış, toyca

anlayan ve savunanlara dayanarak eleştirme bir çok farklı somut görünümlerde ortaya

çıkmaktadır. Yani sorun gelip neyin Marksizm olduğu noktasında yoğunlaşmaktadır.

Marksizm’in ne olduğuna ve Marksizm’i neyin temsil ettiğine ilişkin yanlışlara da değinelim.

Marksizm’e yönelik eleştiri ve savunmalarda gerçek tartışmanın tam da bu noktalarda

yapılması gerekirken, sanki buralarda bir sorun yokmuş gibi tartışılmaktadır. Bu da o vulgar

Marksistlerle Marksizm eleştirmenleri arasındaki iş ve güç birliğinin bir görünümüdür.

Marksizm nedir?

İnternete girin ve Marksizm nedir diye sorun. Bir tek doğru cevap göremezsiniz2. İşin daha

2 İnternetten birkaç örnek.

“Wikipedia

Marksizm’, özgün bir siyasal felsefe, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi ve Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in çalışmalarından çıkarılan insanın özgürleşmesiyle ilgili bir düşüncedir.

Marksizm’ bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir. Marksizm’, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır

Page 23: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

23

kötüsü, bir tek doğru cevap olmadığına dair bir tek değerlendirme de göremezsiniz. Çünkü

hemen hemen herkes o Marksizm tanımlarındaki gibi tanımlamaktadır Marksizm’i.

Genellikle Marksizm bir “Dünya Görüşü”, bir “Felsefe”, bir “İdeoloji”, bir “doktrin”3 bir

ekonomik teori, bir sosyoloji ekolü, bir “Program”, bir sosyal hareket hatta bir sosyal düzen

ya da bir devlet düzeni olarak anlaşılmaktadır4.

Ekşi Sözlük

• Marksizm’'e göre dünya kapitalizmi yaşadıktan sonra toplumlar birer birer proleterya diktatörlüğüne dönecek, bu sürecin sonunda da bütün dünya komünizme geçecektir. tez-antitez-sentez mantığında ilerler Marksizm’.

• Marksizm’'e göre dünya kapitalizmi yaşadıktan sonra toplumlar birer birer proleterya diktatörlüğüne dönecek, bu sürecin sonunda da bütün dünya komünizme geçecektir. tez-antitez-sentez mantığında ilerler Marksizm’.

• marx ve engels'in felsefi, ekonomik ve sosyo-politik görüş sistemini temsil eden tam ve ahenkli doktrin.

o bilgi nesnesi degildir.

o skolastik bir teori degildir.

o bir kimlik degildir.

o hayata mudahale etmektir.

o iktidar gerektirir.

o politik bir kollektivite gerektirir.

o bu nedenle devrimci bir politikadir.

o ve hayattaki her soruya ya da soruna cevap vermekle yukumlu degildir.

• foucault'ya gore Marksizm’ muhtesem bir kapitalizm elestirisidir, gelgelelim kapitalizmden sonrasini hayal ettigi -ve bu hayale bir isim verdigi- noktada sicmistir.

• devrim sonrası kurulan sosyalist devleti geçici olarak gören ve sonunda devletsiz bir toplum öngören ideoloji.

• 3 Bunun nedeni, bizzat Marksizm’’i savunanların veya savunma iddiasında olanların da eleştirmenlerle aynı yanlışları paylaşmalarıdır. Tam da bu nedenle, Marksizm’’i savunanlar ve eleştirenler, kendilerinin bu ortak varsayımlarını ve yanlışlarını eleştiren bizim gibi Marksistler karşısında böyle bir eleştiri yokmuş gibi davranarak, güç birliği ve suç ortaklığı yaparlar.

Bu anlayışla yapılan eleştiri ve savunmalar baştan bir yanlış; Marksizm’’in ne olduğu; bilimin ne olduğu hakkında baştan bir yanlış içindedirler demektir.

Bir politik hareketin, bir doktrinin vs. bir “teknoloji eleştirisi” olabilir ve bu anlaşılabilir. Ama bir bilimin, sosyolojinin “teknoloji eleştirisi” yapmasından söz etmek, fiilen bilim hakkında tamamen farklı bir anlayışta olmak demektir.

Marksizm’ teknoloji eleştirisi yapıp yapmadığı açısından eleştirilemez. Bir sosyal ya da politik hareket, bir parti, bir doktrin, bir ideoloji vs. belki böyle bir başlık altında eleştirilebilir, ama toplum bilimi, bu sözler ve kavramlarla eleştirilyemez.

4 Marksizm’’i eleştiren ve savunan görüşlerin büyük bir bölümü bu yanlışları yapmaktadır.

Page 24: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

24

Çok tipik bir örnek verelim. İnternette çok yaygın olarak alıntılanmış ve birçok farklı adreste tekrar sunulmuş bulunan, Fikret Başkaya’ya ait bir yazı bulunmaktadır. Yazının başlığı: “Marksist Sol

Teknoloji Eleştirisi konusunda Sınıfta Kaldı.”

Elbette kendini Marksist olarak tanımlayan bir sosyal ve politik hareketin eleştirisinin başlığı olarak bu kullanılabilir bir başlıktır. Elbette bu anlamda, o sol hareketin kendini Marksist olarak tanımlayıp tanımlamamasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü hareketlerin kendilerini adlandırmaları veya tanımlamaları onların sosyolojik olarak ne olduklarını anlamayı sağlamaz.

Başkaya’nın yazısının bütün okunduğunda, onun fiilen Marksizm’’i bir politik ve sosyal hareket olarak tanımladığı görülmektedir.

Böyle bir başlığın konusu ya kendini Marksist olarak niteleyen solun Marksizm’le ilişkisi olmadığını, iddialarıyla gerçek arasındaki çelişkileri göstermek olabilir ya da onun kendini Marksist olarak tanımlaması üzerinde durmadan, o hareketin teknoloji konusundaki programını, stratejisini, taktiklerini, örgüt ve mücadele biçimlerini eleştirir.

Ancak Başkaya’nın eleştirisi, her şeydir ve hiç bir şeydir. Neredeyse bütün bu yukarıda saydığımız yanlışları bir arada içerir.

Örneğin şu cümleyi ele alalım: “Marksist sol teknolojik ilerlemeyi hiçbir zaman kapsamlı-tutarlı-

bütünlüklü bir eleştiriye tâbi tutmadı. Marx, diyalektik yönteminin bir gereği olarak, teknolojinin çelişik

niteliğinin farkındaydı. Çeşitli eserlerinde bu soruna değinmekle birlikte bütünlüklü bir teknoloji eleştirisi

yapmadı.”

Birinci ve ikinci cümleler bir arada ele alındığında, çıkarsamanın, “Marksist sol”un kendi hakkındaki iddialarının aksine Marksist olmadığının olması gerekir. Mantık bunu gerektirir. “Marksist sol”dan anladığının, yirminci yüzyıl boyunca kendine Marksist diyen, sosyalist ve Komünist partilerde ifadesini bulan solu kastettiği anlaşılmaktadır. Ama bu solun zaten Marksist olmadığı, buna esas olarak Stalinist hareket ve partiler dendiği belli iken, onları Marksist olarak tanımlamak hem Marksizm’’i Marksizm’ olmaktan çıkarmak; hem de Marksizm’’i bir sosyal ve politik hareket olarak tanımlamak anlamına gelir. Marksizm’ ise, kategorik olarak bir sosyal ya da politik hareket değildir. Marksizm’, Tarihsel Maddeciliğin kısa adıdır, kod adıdır. Bizzat kurucularının tanımladığı gibi, Tarihsel Maddecilik ise, bugün bizlerin Sosyoloji, yani Toplum Bilim, toplumun hareket yasalarını inceleyen; farklı toplum biçimlerinin niçin neden ve nasıl var olup yok olduğunu inceleyen bilimin adıdır.

Ve eğer bir bilimse, sadece o bilimin kurucusunun katkılarıyla sınırlanması kadar saçma bir şey olmaz. Örneğin, Newton veya Darwin’den den sonra fizikçi ve biyologların, buldukları yeni yasalar veya eğildikleri yeni olgular o fizik veya biyolojiye dahildirler. Marksizm’’de de sonra gelenlerin yaptıkları katkılar o bilime dahildir. Örneğin, Frankfurt Okulu’nun katkıları bizzat fiziğin veya biyolojinin gelişimi veya evrimi gibi, Marksizm’’in evriminin bir parçasıdır. Bu durumda, Marksizm’’in gelişimi içinde teknolojiyi ele alışını daha derinleştirdiğinden, daha geliştirdiğinden söz edilebilir. Ama yazının başlığı ise bununla çelişmekte; kendine Marksist diyen Stalinist hareket ve partiler Marksist olarak tanımlanarak; Marksizm’’i geliştirenler fiilen bu Marksist tanımının dışına çıkarılmakta ve tamamen keyfi kullanımlarla tam bir eklektisizme düşülmektedir. Örneğin şöyle yazıyor Başkaya:

“Böylesi bir ortamda kapitalizmin ürettiği teknolojinin tahribatına dikkat çekenler, ya Marksist olmayan

düşünürler, ya da iki enternasyonalden bağımsız hareket edebilen, “resmi Marksizden” uzak durabilen

Marksist teorisyenler olacaktı: Martin Heidegger, Walter Benjamin [ekolojik muhalefetin ve anti-

nükleer hareketin habercisi], Franfurt Okulu’nun ünlü düşünürleri [Theodore Adorno, Horkheimer,

Herbert Marcuse, Habermas...], Jacques Ellul, Ivan Illich, Charbonneaux, vb.”

Bu sözlerden çıkması gereken sonuç, Marksizm’’in evrimi içinde ciddi bir teknoloji eleştirisi getirdiği, kendine Marksist diyen hareketlerin, yani Stalinistlerin ve Soysal Demokratların fiilen Marksizm’’i reddettiği olabilir. Ama yazıdan çıkan sonuç, tamamen Marks’ta zaten bulunan yanlışların geliştirildiği

Page 25: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

25

Halbuki Marks ve Engels kendi teorilerini bütün bunların hiç biri olarak tanımlamazlar ve

öyle de değildir. Marksizm tarih ve toplum teorisidir. Tarih ve Toplumun yasalarını inceleyen

bilimdir,. Bugünkü yaygın kullanımıyla Toplum Bilimi’dir, Sosyoloji’dir. Sosyolojiler,

Marksizm’e karşı, sosyolojiye karşı oluşturulmuş ideolojilerdir.

Örneğin Marksizm’e Felsefe deniyor sık sık. Kitapçılarda zaten Marksizm’e ilişkin kitapları

Felsefe veya Ekonomi bölümlerinde görürsünüz. Halbuki Marksizm’in doğum çığlığı olan

Alman İdeolojisi’nde bizzat Marks ve Engels şöyle yazıyorlar:

“Demek ki, gerçek yaşamda, kurguculuğun bittiği yerde pozitif bilim; insanların pratik

faaliyetinin, gösterdikleri pratik gelişme süreçlerinin ortaya konuluşu başlar. Bilinç

konusundaki boş sözler biter, onların yerini gerçek bilgi almalıdır. Gerçeğin kendisi ortaya

konduğunda, özerk felsefe varlık ortamını yitirir. Onun yerini, olsa olsa insanların

gösterdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden çıkartılabilecek en genel sonuçların bir

sentezi alabilir.(abç)”

Yani teorileriyle felsefeyi bitirdiklerini söylemelerine rağmen hala bir felsefe olarak

tanımlanmaya devam ediyor Marksizm eleştirmenleri ve savunucuları tarafından.

Şimdi örneğin teknik veya ilerleme konusunda Marksizm’i bir “felsefe” veya “dünya görüşü”

olarak ele alan ve tanımlayan bir eleştiri ile yine Marksizm’i bir Felsefe olarak ele alan ve

savunan aynı ortak ve yanlış Marksizm kavramını Marksizm’e karşı savunmuş olurlar.

Marksizm’i Ne Temsil Eder?

Öte yandan Marksizm diye bilinenler de Marksizm değildir. Yani sosyal demokrat ve

Komünist partilerin veya bir zamanların “Sosyalist Ülkeler”inin Marksizm’i de Marksizm

olmaktadır:

“Marx başka eserlerinde de teknolojik ilerlemeye benzer eleştiriler yöneltiyor ama o esas itibariyle

teknolojinin kendisine değil, onun kapitalist sistem tarafından kullanılış biçimine itiraz ediyordu… Oysa

bizzat kapitalizmin ürettiği teknolojinin tartışma konusu yapılması gerekirdi… Her şeye rağmen Marx’ın

eserlerinde tutarlı bir teknoloji eleştirisine başlangıç teşkil edebilecek unsurlar mevcuttu. Fakat,

XIX’uncu yüzyılın sonundan itibaren ‘markist sol’ bu bahsi tümden kapattı. II. ve III. Enternasyonallerin

kaba Marksizm’’i, hiçbir zaman kapitalizmin ürettiği ‘modern teknolojiyi’ tartışma konusu yapmadı.

Marx sonrası sol teknoloji konusunda geçerli pozitivist ve iyimser yaklaşımı benimsemekle yetindi…

Teknoloji yansızdır, önemli olan kimin tarafından kullanıldığıdır şeklindeki kaba yaklaşım II. ve III.

Enternasyonal Marksizm’’inin de yaklaşımıydı. Oysa, insanın insan tarafından sömürülmesine son

verildiğinde doğanın insanlık toplumu tarafından sömürülmesinin sona ereceğine dair kaba yaklaşım

sakattı.”

Tabii burada çok temel bir yanlış daha yapılmaktadır. Marksizm’ bir politik hareketin bir doktrini olarak algılanmaktadır Marksizm’. Programatik çıkarsamalar Marksizm’’in özüne ilişkin değildir. Marksizm’ söz konusuysa, sorunun şöyle koyulması gerekir: Marksizm’, teknolojik değişmeleri, bu değişmelerin sonuçlarını açıklayacak kavramsal araçları geliştirmiş midir? Ya da bu kavramsal araçlar daha derinleşmek için uygun bir kavramsal çerçeve sunmakta mıdır?”

Page 26: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

26

değildir. Bunlar aslında Marksizm terminolojisini kullanan, ama Marksizm’e karşı mücadelenin aracı olan; pozitivist, bayağı ilerlemeci, kaba evrimci ideolojilerdir.

Marksizm’in eleştirmenleri tam da Marksizm diye bunları eleştirirler. Yine bir takım

Marksizm savunucuları bunları savunurlar.

Esas eleştirilmesi gereken tam da bu Stalinizm’i veya Marksizm terminolojili pozitivizmi

Marksizm diye eleştirmek ve savunmak olmalıdır.

Bunun tipik bir örneğini bizzat bu Kongre’nin Programı’nda bile görmek mümkündür.

“Reel sosyalist” ülkelerin deneyleri diye bir başlık var örneğin. Bu “reel sosyalist” ülkelerin

deneylerini savunmak veya eleştirmenin kendisi Marksizm’e karşı bir saldırıdır.

Çok basit bir nedenle böyledir. Sosyalizm tanımı gereği sınıfsız bir toplumdur. Sınıfsız

toplumda devlet olmaz. Hak eşitliğini sağlayan artık bitmiş bir devlet olur ama o dünyadaki

bugün var olan enr demokratik denebilecek devletlerle bile ilgisiz, hapishanelerde komün

olarak yaşayan devrimcilerin aralarındaki hak eşitliğini sağladıkları türden bir toplumdur.

Sosyalist denen ülkelerde bunun benzeri olmak bir yana, kapitalist demokratik ülkelerden bile

daha anti demokratik ve bürokratik aygıtlar vardı. İnsanlar eşit ve sınıfsız değildi vs..

Bütün bu Marksizm’in ön görüleriyle olan çelişkiler nedeniyle, o bürokratik kastın var olan

çelişkilere bir rasyonel kılıf geçirmek için uydurduğu saçma bir kavram hala burada

kullanılmaktadır mesela. Bu ülkelere “Reel sosyalizm” demek, maymunlara reel insan demek

gibi bir şeydir. Bu mantıkla zaten her şey, her şey olarak tanımlanabilir. Kurşun kaleme reel

bilgisayar veya reel daktilo da diyebilirsiniz.

Buraya kadar kısaca sıralananlar Marksizm’i eleştirenlerin yaptıkları en kaba hatalar, en

yaygın yanlışlardır. Ama bunların çokluğu ve yaygınlığı nedeniyle bunlar zikredilmeden

olamazdı. Aslında bu hataların çoğu alnı zamanda birçok hatayı bir arada bulundurur.

Bunların tek tek soyutlanarak ele alınması gerekebilir. Ancak burada kısa kesiyoruz.

Ekonomi Politik İle Sosyolojinin İlişkisi

Marksizm’in ilerlemeci olduğu, tekniği tarafsız gördüğü, eurosentrik, erkek, beyaz, Avrupalı

olduğu yönündeki eleştirilerin çoğunun temel yanlışı Marksizm’in ne olduğunu, bu nun özel

bir biçimi olarak da Ekonomi Politiğin ne olduğunu anlamamalarında toplanır.

Genellikle şöyle düşünülmektedir ve bu son derece yaygın bir anlayıştır. Marksizm

ekonominin belirleyiciliğini söylemiştir. Bu nedenle de Marks, bilinçli hayatının büyük

bölümünü ekonomi araştırmalarına harcamış, Das Kapital adlı eserini yazmıştır. Marksizm’in

ne olup ne olmadığını anlamak için temel kaynak Das Kapital’dir. Marksizm’in ne olduğu,

Kapital’den en doğru ve kaynağından öğrenilebilir. Marksizm’in eleştirisi de Kapital’e göre

yapılabilir.

Bu Marksizm hakkında son derece yaygın ama aynı ölçüde de yanlış bir yargıdır.

Bunun temel yanlışı, Ekonomi Politik ve sosyoloji ilişkisini, dolayısıyla Ekonomi Politiğin

Page 27: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

27

konusunun yanlış anlaşılmasında toplanmaktadır.

Bu yukarıda ifade edilen anlayışa göre, Marksizm’in toplum teorisinde, Ekonomik Temel,

Politika, sanat, Hukuk, Ahlak, Din, İdeoloji vs. gibi toplumsal yapıları anlamak için tayin

edici olmakla birlikte, toplumsal denen olgunun bir yanını, bir alanını oluşturur. Ekonomi

politik toplumsal gerçeğin bir alt bölümü gibi ve alt bölümü olarak kavranmaktadır.

Bu kavrayışta Ekonomi Politik, tıpkı Fiziğin Mekanik, Optik, Hidrolik, Elektromanyetik,

Akustik gibi alt bölümleriyle ilişkisi gibi ele alınmakta, sosyolojinin ekonomiyi inceleyen bir

alt bölümü gibi kavranmaktadır.

Burada yanlış anlama Ekonomik temel ile, Ekonomi ile, yani bir toplumun üretim, dağılım,

bölüşüm, tüketim ilişkileri ile, Ekonomi Politiğin farkının anlaşılamamasında ve

karıştırılmasında toplanır.

Ekonomi Politik sosyolojinin bir alt bölümü değildir. Ekonomi politik ekonomik alt yapıyı

inceleyen bilim değildir. Ekonomi Politiğin konusu iki ürün birbiriyle değiştirildiği ve onlar

bir metaya dönüştüğü, bir değişim değerine sahip olduğu noktada ortaya çıkar. Bu bambaşka

bir hareket biçimidir5.

Ekonomi politik ile sosyolojinin ilişkisi örneğin optik ile fiziğin ilişkisi gibi değildir. Bu

ilişki, fizik ile biyolojinin ilişkisi gibidir. Nasıl biyolojinin konusu, kendi benzerini yaratan ilk

molekül ortaya çıktığında oluşur ve tamamen başka bir hareket biçimi ve yasaları varsa;

Ekonomi Politiğin konusu da iki ürün birbiriyle değiştirildiğinde ortaya çıkar ve bambaşka bir

harekettir ve yasaları vardır.

Nasıl canlı hayat yok olduğunda fizik evren var olmaya devam ederse aynı şekilde meta

üretimi, yani değişim yok olduğunda da Toplum ve üretim, dağılım, değişim ve tüketim

ilişkileri var olmaya devam eder.

Tam da bu nedenle burjuva yazarlar, yani metanın ortaya çıkışıyla ortaya çıkan ilişkileri

inceleyen yazarlar aynı zamanda meta üretimini savunduklarından dolayı, hem de Marks’ın

hedefi meta ilişkilerini kaldırmak olduğundan dolayı Marks’ın kitabının alt başlığı “Ekonomi

Politiğin Eleştirisi”dir. Yani hem önceki yazarların hem de bu hareket biçiminin eleştirisidir.

Nesnelerin kullanım değerleri Ekonomi Politiğin konusunu oluşturmaz. Ama bunlar

ekonominin konusudurlar. Pekala kullanım derleri üreten bir toplumda bu kullanım

değerlerinin nasıl üretileceği, ne kadar üretileceği, nasıl dağıtılacağı ve bölüşüleceği ve

tüketileceği bir sorundur ve ekonominin konusunu oluşturur.

Marksizm’in ilerlemeci, tekniği tarafsız gören, erkek, beyaz, Avrupalı vs. görenlerin ve bu

yöndeki eleştirilerin kaynağında, Ekonomi politiğin ne olduğunu kavramamak yatmaktadır.

Marksizm’in tam da güçlü olan yanı, onun güçsüzlüğü gibi görülmektedir.

Malların kullanım değerleri onların fiziksel ve manevi özellikleriyle ilgilidir. Ama malların

5 “Ekonomi politik, meta ile, ürünlerin bireyler tarafından ya da ilkel topluluklar tarafından birbiriyle değişildikleri anda başlar.” (F. Engels9

Page 28: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

28

kullanım değerleri ekonomi politiğin konusunu oluşturmadığı için, Marksizm, modern

toplumun analizinde bunları konu etmemiştir6.

Ürünlerin veya malların fiziksel öz ellikleri, yani kullanım değerleri ve yararlılıkları elbette,

hem sosyolojinin (tarihsel maddeciliğin) hem de ekonominin konusudur. Ama Marks’ın

yıllarını verdiği kapitalist toplumun özünü anlamak için yaptığı çalışmaların konusu değildir.

Elbette bunlar konudur ve edilmelidir ama bir öncelikler dizisi ve bir insanın hayatının ve

enerjisinin sınırları vardır. Marks buna öncelik verdiği için suçlanamaz ve aslında doğru olanı

da yapmıştır. Öte yandan, bütün malların fiziksel ve manevi özellikleri onların kullanım değerlerini

belirlerken, Kapitalist toplumda artı değeri üreten, ve tüketildiğinde kendisinin yeniden

üretiminden çok daha büyük bir değer yaratan ve temel kullanım değeri de bu olan malın,

yani işgücünün kullanım değeri ile onun manevi ve fiziksel özellikleri arasında hiçbir ilişki

yoktur. Yani işçinin şu veya bu inançta olması, erkek veya kadın olması, siyah, beyaz, Kürt,

eşcinsel vs. olması onun artı değer üretmesi, yani kullanım değeri üzerinde hiçbir etkide

bulunmaz.

Yani kullanım değeri, işgücü hariç bütün mallarda, Ekonomi Politiğin konusu olmadığından,

ürünlerin maddi ve manevi özellikleri konu edilmez; İşgücü denen bir tek malın kullanım

değeri ekonomi politiğin konusudur ama bu malın da fiziksel ve manevi özelliklerinin, bütün

diğer malların aksine olarak onun kullanım değeri üzerinde hiçbir etkisi yoktur dolayısıyla

yine ekonomi politiğin konusu değildir.7

Böylece yeni sosyal hareketleri yaratan temel problemler, ister ekoloji veya çevre hareketi

gibi, ürünlerin veya malların fiziksel özellikleri ile ilgili olsun; ister insanların fiziksel veya

manevi özellikleriyle ilgili olsun kadın, eşcinsel, ırk, ulus vs. hareketleri gibi, ekonomi

politiğin konusunu oluşturmazlar ve tam da bu nedenle Marks’ın temel eserinin konusu

değildir.

Marksizm’e yönelik olarak yeni sosyal hareketler saflarından gelen neredeyse bütün eleştiriler

işte bu ekonomi politiğin ne olduğunun anlaşılmamasından, konusunun ve sosyolojiyle

ilişkisinin anlaşılmamasından kaynaklanmaktadırlar.

Konuyu doğa bilimlerinden bir benzetmeyle belki daha iyi anlatmak mümkün olabilir. Bunu

şöyle bir örnekle deneyelim.

Farklı bilimler son duruşmada, farklı varoluş ve hareket biçimlerini konu edinirler. Her hangi

bir hareket biçimini ele alan kavramlarla veya bilimle başka bir hareket biçimini açıklamaya

6 “İktisat nesneyi incelemez, insanlar arasındaki ilişkileri ve son tahlilde, sınıflar arasındaki ilişkileri

inceler; oysa bu ilişkiler her zaman nesneye bağlıdırlar ve nesne gibi gözükürler.” (F. Engels)

7 Ekonomi politik ilişkileri inceler, tabiri caiz ise cebirsel formüller gibidir. O formüldeki değerlerin, niceliklerin ne olduğu veya olacağı onun konusu değildir. Ekonomi politik bakımından değiştirilenin bir buzdolabı veya bir teneke buğday olmasının hiçbir anlamı yoktur. Somut nicelikler ise, yani nesnelerin özellikleri ise ekonomik planlamanın, tüccarların vs. işidir ve konusudur.

Page 29: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

29

kimse kalkmaz. Örneğin canlı türlerinin farklılıkları, nasıl ortaya çıktığı ve değiştiği vs.

biyolojinin konusudur ve biyolojinin kavramlarıyla ele alınabilir

Tüm biyolojik süreçler son duruşmada bir takım atomların, moleküllerin, atom altı

parçacıkların hareketlerine; birleşme ve ayrılmalarına indirgenebilir. Örneğin fotosentez olayı,

fotonların taşıdıkları enerjinin başka molekülleri oluşturulmasında kullanılmasından başka bir

şey değildir. Son duruşmada, Quantum fiziğinin de temellerini atan Einstein’e Nobel fizik

ödülü kazandıran fotoelektrik etkinin bir görünümüdür.

Tüm biyolojik süreçler son duruşmada bir takım fiziksel süreçler olmakla birlikte, bizler

biyolojik süreçleri fiziksel süreçlere indirgeyemeyiz ve onları fiziğin yasalarıyla

açıklayamayız. Farklı türlerin varlığı ve evrimi fizik yasalarının değil, biyolojik yasaların

konusunu oluşturur. Bunlar fizik değil, biyolojik olgulardır. Bunun için fiziktekinden apayrı

bir kavram sistemi ve bilime ihtiyaç vardır. Kimse biyolojiyi ve biyologları, niye atom altı

parçacıklar, atomlar, moleküller ile ilgilenmiyor diye suçlamaz. (Ama Marksizm’e gelince

tam da böyle olur. Ekonomi politik eserinde niye malların kullanım değerlerini ele almadı

diye Marksizm suçlanır.)

Biyolojinin konusu olan hareket veya varlık biçimi, kendi benzerini yaratan, sentezleyen ilk

molekül ortaya çıktığında ortaya çıkar. Bu günkü bilgilerimize göre, bu yeryüzünde aşağı

yukarı üç buçuk dört milyar yıl önce ortaya çıkmıştır. Kendi benzerini yaratan veya

sentezleyen molekülün ortaya çıktığı andan itibaren, daha önce var olmayan, yepyeni bir

hareket ve varoluş biçimi ve yasalar ortaya çıkar. Bunları Darwin esas olarak formüle etmiştir. İşte Tarihsel Maddecilik yani Sosyoloji ve Ekonomi Politik ilişkisi de Fizik ve Biyoloji

ilişkisi gibidir. Tarihsel Maddecilik veya Sosyoloji toplumun, toplumun evriminin; farklı

toplumların ve toplum biçimlerinin hareketini ve yasalarını inceler.

Toplum, muhtemelen yüz veya yetmiş bin yıl kadar önce, ilk dini olan, yani ilk tanımlanmış bir topluluk olan ve parçayı bütüne tabi kılan toplulukla birlikte ortaya çıkmıştır. Tıpkı fizik

evrenin 13,7 milyar yıl önce Büyük patlamayla ortaya çıkması gibi,

Ekonomi politiğin konusu ise toplum değildir, değerin (değişim değeri) incelenmesi, hareketi

ve biçimleridir. Ekonomi politiğin konusu, iki insan ya da kabile ilk kez ellerindeki ürünleri

değiştirdikleri an ortaya çıkar veya çıkmıştır ve topluma göre çok yeni bir süreçtir. Her şeyden

önce bir artı ürünü var sayar ki bu da emek üretkenliğinin epey bir gelişmişlik düzeyini

gerektirir. Tıpkı Canlı hayatın Dünyanın oluşumu ve soğumasından sonra ortaya çıkması gibi.

Marksizm sosyolojidir. Ama Marks’ın temel eseri olan Das Kapital, bir sosyoloji kitabı

değildir, Ekonomi Politiktir onun konusu.

Ekonomi politiğin konusu olan varoluş ve hareket biçiminin toplumu anlamak için elbette

hayati bir önemi vardır. Bu ilişkiyi ve önemi anlatabilmek için yine doğa bilimlerinden bir

örnek verelim. En uygun örneği jeoloji sunar.

Jeolojinin konusu olan yeryüzü biçimlerini fiziksel güçler belirler. Kabaca dünyanın sıcak

çekirdeğindeki nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan enerjinin sıvılaştırdığı daha üst

katmanlar ve bu eriyiğin ısınan katmanların dış kabuğa soğuyan katmanların tekrar merkeze

Page 30: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

30

doğru konveksiyon hareketlerinin yol açtığı kabuktaki hareketler olarak ifade edilebilir.

Yeryüzünde bir hayat olmasaydı da, (muhtemelen gelecekte böyle bir gezegenler jeolojisi de

olacaktır) bu güçler ve hareket biçimleri var olmaya devam ederdi. Ancak milyonlarca hatta

milyarlarca yıl boyunca canlıların yol açtığı değişimler olmadan, bugünkü dünyadaki jeolojik

biçimleri anlamak mümkün değildir. Ama buna rağmen jeolojik hareketi belirleyen yasalar

ayrıdır canlıların hareketini belirleyen yasalar ayrıdır.

Sosyolojiyle ekonomi politiğin ilişkisi böyledir. Tıpkı cansız bir gezegende de jeolojik

hareketlerin var olabileceği ve olduğu gibi meta, değer yasası ortaya çıkmadan da toplum var

olabilir ve olmuştur. Ve nasıl canlılar atmosferi, yeryüzünün bileşimini, değiştirerek jeolojinin

konusu olan yepyeni biçimlerin ortaya çıkmasına yol açtıysa ve canlıların tarihi bilinmeden

jeolojinin bugünkü yeryüzü biçimlerini açıklaması olanaksızsa, benzer şekilde değer yasası,

tüm toplumsal ilişkileri değiştirir ve değer yasası bilinmeden toplum biçimleri ve tarihi

açıklanamaz. Ama tıpkı, bütün buna rağmen biyolojinin yasalarının ve kavramlarının farklı

olmaya devam etmesi gibi ekonomi politiğin ve sosyolojinin yasaları ve kavramaları farklı

olmaya devam eder.

Benzer şekilde örneğin sabit sermaye bir ekonomi politik kategorisidir. Bu sabit sermayenin

somut olarak ne ürettiği, ne ürettiği veya kendisinin somut olarak ne olduğu ekonomi politiğin

konusu değildir. Sabit sermaye denen de son duruşmada, teknoloji dediğimiz şeydir. Ama

sabit sermaye bir sosyolojik kategori değildir.

Şimdi ekonomi politik kategorileriyle, nispi artık değer orınıınn yükselişinden, kar oranlarının

düşmesinden, emek üretkenliği artışından, dolayısıyla emek üretkenliğindeki bir ilerlemeden

söz edildiğinde buradaki ilerleme kavramı, yükseliş anlamında nicel bir farklılığa karşılık

düşerken, bundan ilerleme sözcüğünün geçmesinden yola çıkarak, Marksizm’in ilerleyen bir

toplum ve tarih anlayışı olduğu yolunda bir sonuç çıkarmak, ekonomi politiğin

kaetegorileriyle sosyolojinin kategorilerini karıştırmaktan başka bir anlama gelmez.

İlerleme, bir nicel farklılığın ifadesi olarak; bir yükselişin ifadesi olarak da, her türlü değer

yargısından azade olarak da kullanılabilir ama aynı zamanda bir değer yargısıyla yüklü

kavram olarak da kullanılabilir.

Örneğin tarihte emek üretkenliğinde bir ilerleme, bir yükseliş vardır demek ile tarih ilerleyen

bir süreçtir; kapitalist toplum köleci toplumdan daha ileridir demek çok farklı ilerleme

kavramlarına karşılık düşer. Birinci anlamda bir ilerleme bir değer yargısı içermez. Bir nicel

farklılığı ifadenin aracıdır. İkinci anlamda ise bir değer yargısı içerir.

İşte Marksizm’e yönelik ilerlemeci veya tekniği tarafsız görüyor eleştirilerinin çoğu bu tür

farklılıkları; ekonomi politik ve sosyolojik kavramların farklılıkları anlaşılmadığı için

yapılmaktadır.

Marks’ın kapitalizmi ya da modern toplumu anlamak için ekonomi politiği, yani değer

yasasını incelemesini ve eleştirmesini ve buna neredeyse yetişkin bir insan olarak bütün

ömrünü vermesini Marksizm olarak anlamaktadırlar. Marksizm bu değildir. Marksizm,

tarihsel maddeciliktir, yani sosyolojidir.

Page 31: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

31

Bu sosyoloji, tıpkı jeolojinin, canlılar ve evrimi bilinmeden yeryüzü şekilleri anlaşılamaz

demesi gibi, toplumlar bu değer yayası ve sonuçları bilinmeden anlaşılamaz sonucuna ulaştığı

için Marks ömrünü bu konuya vermiştir. Yoksa hiçbir zaman sosyoloji ile ekonomi politiği

karıştırmaya kalkmamıştır. Marks’ın eleştirmenlerinin bütün yaptığı ise bunları karıştırmaktır.

Sosyalizm Hakkında Bürokratik ve Stalinist Kavrayışlar

Marksizm’e yönelik eleştiriler şöyle gizli bir varsayımdan da yola çıkmaktadırlar. Marksist

bir parti iktidara geldiğinde, tekniği tarafsız gören anlayıştaysa veya böyle bir teorisi varsa,

yanlış işler yapacaktır. Örneğin Sovyetlerde doğa tahrip edilmiştir ve bu tam da Marksizm’in

ilerlemeci ve teknik hayranı olmasının sonucudur.

Bu eleştiri metodolojik olarak, fikirlerin toplumsal ilişkileri ve güçleri belirlediği gibi, idealist

denebilecek bir yanlış anlayışa dayanmakla birlikte, esas olarak çok daha tehlikeli başka bir

yanlışı da barındırmaktadır.

Gerçek bir sosyalist demokraside, yani bürokratik yozlaşmanın olmadığı; insanların özgürce

tartışıp örgütlendiği, kararların demokratik olarak oluştuğu bir toplumda, Marksistler diyelim

ki, ilerlemeci bir tarih anlayışıyla, teknik hayranı bir anlayışla bir partide örgütlenmişler ve

tam da Sovyetlerde yapılmış olanlar gibi işleri yapmayı da programatik olarak savunuyor

olsunlar.

Ama orası demokratik bir sosyalizm olduğundan, orada muhtemelen, diyelim ki romantik

geçmişe dönüşten etkilenen görüşleri ve programı olan bir parti de olabilir. Birçok başka

partiler akımlar da olabilir.

Bu durumda bu partilerden hangisini halkın seçeceği belirleyecektir sonucu. Ayrıca seçenler

zamanla görüşlerini değiştirip bir dönem birini diğer dönem diğerini de seçebilirler.

Şimdi Marksizm’i teknik hayranlığı veya ilerlemecilikle eleştirenler, eleştiri noktasını

sosyalist bir demokrasinin olmamasına yapacakları yerde, bunu hiç tartışma konusu

yapmayarak, “doğru devrimci çizgideki” bir partinin iktidarını ve olağan ve meşru görmüş oluyorlar. Aslında bunların Marksizm’e eleştirisi tam da Stalinist bir anlayışı yansıtır.

Şunu anlamak istemiyorlar, kapitalizmin ortadan kaldırılması, insanların ihtiyaçlarına göre

planlı bir üretim yapmalarının, doğanın dengelyerini gözeterek bir yaşam kurmalarının

olanağını yaratır ama, bunu garantilemez.

Pekala sosyalist bir toplumdaki demokraside, çok farklı görüşleri savunan partiler arasında

insanların çoğunluğu, kısa vadeli ve partial çıkarlarını göz önüne alarak kararlar alabilirler ve

böylece de bir yok oluşun yolunu açabilirler. İnsanlığın genel ve uzun vadeli çıkarlarını

savunan tekniği tarafsız da görmeyen, ilerlemeci de olmayan bir parti, pakala hep azınlıkta

kalabilir.

“Doğru Görüş” çoğunluğu kazanacak diye bir kural yoktur. Sosyalist Demokrasi yanlış

Page 32: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

32

görüşleri de seçme; yanlış görüş ve öngörülerle planlama yapma hakkıdır da aynı zamanda.

Hatta genelin çıkarı ile parçanın çıkarı; kısa vadeli çıkar ile uzun vadeli çıkar çoğu kez

çatışmalı olduğundan; insanlar genellikle kendi doğrudan ait oldukları parçalara ve kısa vadeli

çıkarlara göre karar verecekleri ve seçimler yapacakları için, Marksistler eğer öyle bir

toplumda bir parti kurarlar ve ulaştıkları görüşleri savunurlarsa, muhtemelen hep azınlıkta

kalacaklar ve çoğunluğun alaylarının ve kahkahalarının hedefi olacaklardır.

Varlık ve Düşünce İlişkisini Tersinden Koyuşlar

Marksizm’in eleştirmenlerinin büyük bir çoğunluğu varlık ve düşünce ilişkisini tersinden

koyarlar. Sanırlar ki doğru görüşler olsaydı, Sovyetlerde yozlaşma olmayacaktı. Bütün

eleştirilerini bu bakış açısından, bir daha böyle şeyler olmasın diye yaparlar. Bunun için de

suyu başından kesebileceklerini, o yanlış fikirleri ortadan kaldırarak bunu

engelleyebileceklerin sanırlar. Bunlara cevabı Gramsci şöyle de verir.

"Bu düşünceleri çürütmekle bunların ilintili olduğu toplumsal öğenin ya da toplumsal gücün

yok edildiği sanılmamalıdır. (Çünkü bu aydınlanma yüzyılı tipinde bir salt akılcılık olurdu.)"

(Gramsci)

Yani bu yapılan aslında burjuva rasyonalizminin kendisidir.

Bu bayların anlamadığı şudur. Bolşevik partisinin görüşleri, Lenin, Troçki’lerin görüşleri ne

kadar yanlış olursa olsun, eğer Rusya, Almanya düzeyinde gelişmiş bir ülke olsaydı veya

Spartakist ayaklanması, Kapp’ın darbe girişimine karşı direniş vs. bir Alman devrimiyle

sonuçlansaydı, o yanlış görüşler egemen olma, iktidara gelme imkanı bulamazlardı.

Gerçek toplumsal güçler ve tarihsel gidiş belirler hangi görüşün egemen olacağını.

İlerleme ve Evrim kavramı

İlerleme kavramı ve evrim kavramı.

Evren bir süreçler karmaşasıdır. Dolayısıyla evrim kavramı vardır. Ama ilerleme kavramı

değer yüklü bir kavramdır. Bir an için, dünyada devrim olduğunu, sınıfsız bir topluma doğru

gidildiğini, savaş ve sömürünün ortadan kalktığını var sayalım.

Bu koşulda tarih bir ilerleme gibi görünecektir. Ancak bu koşulda bile İlerleme değer yüklü

bir kavram olduğundan yanlıştır. Marksizm’in ilerlemeci olduğu yönündeki eleştiriler

bugünkü umutsuz durumda gerekçelerini bulmakta ve tarihin ilerlemediği yolunda bir

izlenimden yola çıkmaktadırlar. Yani gerçeğin ilerlemeye karşılık düşmediği anlamdadır

eleştiriler. Kavramın kendisine itirazdan ziyade, gerçekliğin o kavramın ifade ettiği anlama

denk düşmemesine yönelik bir itirazdır bu. Yöntemsel olmaktan ziyade olgusal eleştirilerdir

bunlar.

Page 33: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

33

Halbuki, insanlık “İlerlese” idi bile, ilerleme kavramı yanlış olurdu. Bilim değer yüklü

kavramları kabul edemez.

Şimdi Marks-Engels’in eserlerinde zamanlarının birer örneği olarak elbette tarihsel

iyimserlikten beslenen ve iyimser beklentileri ifade eden bir ilerleme kavramı kullanımına

rastlanabilir. Ama bunlar onun özüne ilişkin değildir. Onda geçmişin kalıntısı olarak, kültürel

olarak var olan, özensiz olarak kullanılmış olan, ona ve özüne yabancı kavramlardır.

Bunu hem Marks-Engels’ten hem de sonra onların görüşlerini geliştiren başka Marksistlerden

örneklerle gösterelim.

Örneğin Komünist Manifesto’nun ilk satırlarında, Bir çöküş ve devrim olasılıklarından söz

edilir. Yani ortada ilerleyen değil, açık uçlu bir tarih ve evrim kavramı vardır. Aynı zamanda

çöken bir tarih kavrayışı da vardır. Kavramsal Sistemin kendisi ilerlemeyi mantıki olarak

zorunlu kılmamaktadır. Diğeri de aynı ölçüde olasılıktır. İlerleme değil çöküş de mümkündür.

Ama Komünist Manifesto’nun yazıldığı yıllarda, o verili durumda işçi hareketinin yükselişi, teknik ilerlemelerin emek üretkenliğinde yaptığı yükselişler vs. iyimser bir sonucu daha çok

ve mümkün göstermektedir. Bu çağ ruhu veya psikoloji elbette yazılarda da yansımasını

bulacaktır.

Ama bu pratik bir olasılıktır, kavramsal değildir. Şöyle ifade edelim. Marksizm bir cebirsel

formül gibi düşünülürse, o formülde eksi veya artı bir sonuç da çıkabilir bu sonuç. Sonuç

formülde konacak niceliklere bağlıdır. Verili durumda pozitif sonuç çıkaracak rakamlar

baskın görülmektedir. Bu nedenle, bu öngörü, imgelere yansıdığında bu tarihin ileriye giden

bir tren devrimlerin de bu trenin lokomotifi gibi görünmesine yol açmaktadır.

Ama dikkat edin, bunlar Marksizm’in özüne ilişkin değildir. Bunu yine bizzat Marksizm

gösterir. Benzeri durumun tersi ise bizzat yine Marks’tan sonra Marksizm’e en büyük katkıyı

yapmış düşünürlerden biri olan Benjamin’de görülür. O tam tersi bir çağda yaşamıştır. Cebirsel formüldeki rakamlar eksi bir sonuca yol açabilecek şekilde görülmektedir. Bu

durumda tarih uçuruma giden bir tren devrimler de uçuruma gidişi durduracak imdat frenleri

olarak görülür.

Bunların her ikisi de doğrudur.Tarih ilerleme olmadığı gibi bir gerileme de değildir,. Marks’ı

ilerlemeci olarak suçlayanlar, onun bir gerileme de olmadığı noktasından değil; İlerleme

olmadığı noktasından eleştirmektedirler. Eleştirileri kategorik ya da metodolojik değil,

olgulara ilişkindir.

İki türlü yanlış vardır, yönteme ilişkin yanlışlar, olgulara ilişkin yanlışlar. Marksizm’i

ilerlemecilikle eleştirenler aslında olgulara ilişkin bir itiraz veya eleştiri yapmakta, ama

yönteme ilişkin bir yanlış içinde bulunmaktadırlar.

Gerek lokomotif imgesi gerek imdat freni imgesi, ikisi de bilimsel olarak yanlıştırlar ve

Marksizm’in özüne ilişkin değildirler. Onlar sınıf mücadelesinin ve tarihin gidişi içindeki

belli uğrakların zamanın ruhu ya da psikoloji üzerindeki yansımalarıdırlar.

Bizzat bir Marksist olan Gramsci ilerlemenin ideolojik bir kavram olduğunu söyler. Yani

Page 34: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

34

bizzat Marksistler ortada bir ilerleme veya gerileme değil, bir gidiş (oluş, süreç, prose)

olduğunu ifade ederler.

"İlerleme bir ideolojidir, oluş bir felsefe kavramıdır. 'ilerleme', yapısına tarih bakımından

belirli bir kültürün öğeleri giren belirli bir anlayışa bağlıdır. Oluş, bir felsefe kavramı olup,

bunda 'ilerleme' bulunmayabilir. İlerleme fikrinde, üstü kapalı olarak, nitelik ve nicelik bakı-

mından ölçülebilme de vardır: Daha çok ya da daha iyi olduğunu belirleyerek. Bunun içinde

'sabit' ya da "sabitleştirilebilir' bir 'ölçü' tasarlanmaktadır.(...)"

Komün ve Romantik Gelenek

İlerleyen bir tarih kavrayışı başka bir açıdan da Marksizm’e yabancıdır. Marksizm aynı

zamanda ilkel komünizm karşısındaki hayranlığı ile de ortaya çıkar. Son yıllarda Michael

Löwy’nin yaptığı çalışmalarda gösterdiği gibi, Marksizm’in meşhur, İngiliz Ekonomi Politiği,

Fransız sosyalizmi ve tarihçiliği, Alman Felsefesi olarak sıralanan üç kaynağı, üç bileşeninin

bir de dördüncü kaynağı ve bileşeni vardır: Romantik gelenek8. Geçmişteki bir altın çağ,

ilerleme düşüncesini daha baştan reddeder.

Zaten böyle bir anlayış olmasa, ciddi bir kapitalizm eleştirisi de olanaksız olur. Sosyal

Demokrat ve Stalinist pozitivizm ile Marksizm arasındaki en esaslı farklardan biri de budur.

Neredeyse Marksizm’i Marks ve Engels’ten önce ve bağımsız olarak keşfetmiş olan İbni

Haldun’dan, Marks-Engels’e, oradan Rosa’ya, Walter Benjamin’den Kıvılcımlı’ya9 kadar

adeta bir duvarcı sicimi gibi, sınıflı toplum öncesi ve Kapitalizm öncesi Komün’ün karşısında

duyulan hayranlık yaratıcı, eleştirel ve devrimci Marksizm’in adeta bir alâmetifarikasıdır.

Ama burada tekrar belirtelim ki, tarih ilerleyen veya gerileyen bir süreç değildir, bir gidiştir. Bunlar değer yargısı içerirler ve bu da tarihsel maddeciliğe, yani diyalektik sosyoloji’ye

yabancıdır. Ve tam da yabancı olduğu için, Marksizm ne ilerleyen ne de gerileyen bir tarih

kavramına bağlı olmadığı için, ama bir sosyalist olarak Marksistlerin var olanın eleştirisi ve

aşılması için, kah ilerlemeci (lokomotif) kah çöküşçü veya gerileyici (imdat freni) vurgular

yaptıkları görülür. Bunlar birbiriyle çelişmez, birbirini tamamlar.

Yapı ve İşlev Kategorileri

Yukarıda, Ekonomi Politiğin konusunun metaların fiziksel ve manevi özellikleri olmadığını,

8 Michael Löwy, Romantizmi sadece bir edebi akım olarak ele almamakta, anlamını genişletmekte ve onu şöyle tanımlamaktadır: “Bize göre romantizm modernitenin, yani modern kapitalist uygarlığın,

geçmişteki (prekapitalist, premodern) değer ve idealler adına eleştirisini temsil eder. Romantizm

başından beri ikili bir ışıkla, isyan yıldızının ve “melankolinin kara güneşi”nin (Nerval) ışığıyla

aydınlandığını söyleyebiliriz.” (M. Löwy, isyan ve Melankoli, s.23)

9 Şefik Hüsnü, Mihri Belli, Reşat Fuat gibilerin Kıvılcımlı’ya yönelttikleri temel eleştiri de onun ilkel sosyalizmi olumladığı ve abarttığı şeklindedir.

Page 35: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

35

bu nedenle Marksizm’in tekniği tarafsız gibi ele aldığına değinmiştik. Burada ek alarak,

Marksizm’in tekniği hiç de tarafsız olarak görmediğini, hatta böyle bir yaklaşımın ona

yabancı bile olduğunu bir örnekle göstermeye çalışalım.

Marksizm’in Teknolojiyi tarafsız gördüğü eleştirisi, daha da genel olarak, onun, şeylerin yapı

ve işlevleri arasındaki ilişkiyi doğru tanımlamadığı varsayımına dayanır.

Yapı ve İşlev kategorileri, konunun anlaşılması için temel kavramlardır.

İster organik araçlar (organlar), ister mekanik veya elektronik araçlar (aletler), ister toplumsal

araçlar (örgütler, kurumlar) olsun, bütün araçlar son duruşmada gelirler hep yapı ve işlevleri

ile (anatomi ve fizyoloji) anlaşılabilirler.

Yapı ve işlev ise, birbirine ayrılmazca bağlıdır. Yapı bir bakıma yoğunlaşmış İşlev; İşlev de

bir bakıma eylem halindeki Yapı olarak görülebilir.

Marks ve Engels’in, Yapı ve İşlev’in bu ilişkisinin son derece bilincinde oldukları çok açıktır.

Eğer öyle olmasaydı, siyasi biçimine “Proletarya Diktatörlüğü” dedikleri Geçiş Dönemi’de,

sınıfsız bir topluma gidebilmek için, İşçi Sınıfının var olan devlet cihazını sadece ele

geçirmesini savunmaları gerekirdi.

Marks, Paris Komünü’nü incelediği Fransa’da İç savaş eserinde, İşçi Sınıfı’nın sınıfsız

topluma gidişte, şimdiye kadar hep sömürücü bir azınlığın egemenlik aracı olmuş cihazı

kullanamayacağı, bunu parçalaması gerektiği10; ezilen çoğunluğun ezen küçük bir azınlığa

karşı kullanabileceği ve ondan bağımsızlaşamayacak bir araç oluşturması gerektiğini, bunun

ne olduğunu da Paris Komünü’nün ve Parisli işçilerin gösterdiğini yazmıştır11.

10 “komün bir kez iktidara geçtikten sonra, eski devlet makinesi ile yönetmeye devam edemeyeceğini

hemen kabul etme zorunda kaldı.” (F. Engels, (Fransa’da İç savaşa) Giriş) 11 “Askeri ve bürokratik muazzam örgütü ile, karmaşık ve yapma devlet mekanizması ile, yarım milyon insandan bir memurlar ordusu ve bir ikinci beş yüz bin askerlik ordusu ile, bu yürütme gücü, Fransız toplumunun bütün bedenini bir zar gibi saran ve bütün deliklerini tıkayan bu korkunç asalak yapı, mutlak krallık döneminde, devrilmesine yardım ettiği feodalitenin sona erişinde meydana geldi. Büyük toprak sahiplerinin ve kentlerdeki büyük mülk sahiplerinin senyörlük ayrıcalıkları, devlet iktidarına özgü birçok özel nitelikler haline dönüştüler; feodalitenin ileri gelenleri, maaşlı devlet görevlileri oldular; çelişkili orta çağ hükümdarlık haklarının alacalı haritası, işleyişi bir fabrikadaki gibi bölüştürülmüş ve bir merkezden yönetilen bir devlet iktidarının çok iyi ayarlanmış planı oldu. Ulusun burjuva birliğini kurmak için bütün bağımsız yerel, bölgesel, belediyelere ve taşra illerine değin iktidarları yıkmak görevini benimseyen birinci Fransız Devrimi, zorunlu olarak mutlak krallık tarafından başlatılan işi, hükümet iktidarının merkezileşmesi, ama aynı zamanda genişliği, özel nitelikleri, ve aygıtı işini zorunlu olarak geliştirecekti. Napoléon, bu devlet mekanizmasının yetkinleşmesi işini tamamladı. Meşru monarşi ile temmuz monarşisi, bunu, ancak, iş bölümü burjuva toplumu içinde yeni çıkar grupları yarattığı ve dolayısıyla da devlet yönetimi için yeni bir malzeme doğurduğu ölçüde, gitgide artan daha büyük bir iş bölümü eklediler. Bir köprüden bir okul binasından, ve en küçük bir köyün köy mülkiyetinden demir yollarına, ulusal zenginliklere ve üniversitelere kadar her ortak çıkar derhal toplumdan ayrıldı, üstün çıkar, genel çıkar olmak sıfatıyla, topluma karşı tutuldu, toplum üyelerinin inisiyatifinden çıkarıldı ve hükümet eyleminin konusu haline getirildi. Sonunda, parlamenter cumhuriyet, kendini, devrime karşı savaşımında baskı önlemleri ile hükümet iktidarının eylem olanaklarını ve merkezleşmesini kuvvetlendirmek zorunda gördü. Bütün siyasal devrimler, bu makineyi kıracakları yerde, yetkinleştirmekten başka bir şey yapmadılar. Art arda iktidar uğruna savaşan partiler bu muazzam devlet yapısını ele geçirmeyi,

Page 36: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

36

Yani ezen bir azınlığın egemenliğini sağlayan bir cihazın, ezilenler için kullanılamayacağı,

bunun yapısı ve işlevleri arasında bir çelişki olduğu, yeni işlevine uygun yeni bir yapının

oluşturulması gerektiği ve diğer yapının parçalanması gerektiği çok açıktır. Bu tekniğin

tarafsızlığı gibi bir anlayışla uzaktan yakından ilgili değildir.

Ve nihayet, buradan, ezen bir sınıfın egemenliğini sürdürmeye ve kapitalist kar ekonomisine

göre şekillenmiş araçların, şehirlerin vs. sınıfsız ve ihtiyaçlara göre üretim yapan ve esas

olarak eşit olarak bölüştürmeye yönelik bir topluma gidişte, tıpkı devlet cihazı gibi

kullanılamayacağı sonucuna ulaşmak için küçücük bir adım yeter.

Ancak, bu hem bir devlet cihazını parçalamakta olduğu gibi öyle bugünden yarına yapılabilir

bir şey değildir. Bu o toplumu kurmak isteyecek insanların büyük ölçüde hiç bilinmeyen bir

alanda el yordamı ve öngörülerle, denemeler ve yanılmalarla gerçekleştirebileceği bir süreçtir.

Bu nedenle Marks, “geleceğin mutfağı için reçeteler yazmayı” reddetmiştir. Bu nedenle,

Parisli işçiler kendi tarihsel deneyleriyle nasıl bir şey olduğunu buluncaya kadar proletarya

diktatörlüğünün nasıl bir devlet cihazı olduğu hakkında konuşmayı ya da tahminlerde

bulunmayı reddetmiştir. Burada son derece demokratik bir sosyalizm anlayışı vardır çünkü. Tıpkı Paris’li işçiler gibi o

sınıfsız topluma gitmeye cesaret etmiş ezilenler nasıl şehirler, araçlar vs. planlayacaklarına ve

üreteceklerine karar vereceklerdir.

Marks’ı ve Marksizm’i tekniği tarafsız görmekle suçlayanlar, farkına varmadan, gizli bir

varsayım olarak, doğruyu bilen bir tek Marksist Partinin egemenliğine dayanan bir tür

Bürokratik sosyalizm veya Stalinizmden başka bir şeyi savunmuş olmamaktadırlar.

Marksizm Geliştirilmeli ve Eleştirilmeli Ama nasıl ve Nereden?

Marksizm bir sosyolojidir dedik her şeyden önce. Onu bizzat kurucuları öyle

tanımlamışlardır. Buna Tarihsel Maddecilik demeleri içinden çıktıkları gelenekle; bir toplum

bilim veya Sosyoloji dememeleri bu kelimenin daha sonra çıkmış ve yaygınlaşmış olmasıyla

ilgilidir.

Sosyoloji de her bilim gibi gelişecektir ve gelişir. Marks-Engels’in temellerini attığı, ama

onlardan bağımsızca başkalarınca da bulunan (Morgan, ibni Haldun vs.) bu biricik sosyoloji

gerek Marks-Engels tarafından, gerek sonra gelen birçok Marksist tarafından geliştirilmiştir ve geliştirilmektedir.

Ancak bütün bu gelişmelere rağmen, tıpkı bugün Fizikte dört temel kuvveti veya Qauntum ve

Relativite teorilerini bir tek kavram sistemi içinde birleştirme sorunundaki zaafları gibi,

Marksizm’in temel bazı zaafları vardır ve aşılmış değildir. Marksizm esas bu noktalarda

eleştirilmeli ve geliştirilmelidir.

kazananın en birinci ganimeti saydılar.” (Marks, Fransa’da İç Savaş)

Page 37: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

37

Bu da özünde, Toplumsal Yapı temeli üzerinde tarihsel hareketin nasıl gerçekleştiği

sorunudur. Diğer bir ifadeyle, Yapı ve Özne sorunu veya çelişkisi.

Biz bir Marksist olarak, tam da bu noktadan Marksizm’i eleştirip geliştirdiğimizi düşünüyoruz

ve bu konudaki görüşlerimizi ana hatlarıyla “Marksizm’in Marksist Eleştirisi” adlı

kitabımızda açıklamış bulunuyoruz.

Birkaç sözcükle bu şöyle özetlenebilir. Marksizm’deki Aydınlanma kalıntısı olan şey, tam da

Din’in ne olduğu konusundaki Aydınlanma’nın hiç de sosyolojik olmayan din tanımıdır.

Aydınlanma dini inanç olarak tanımlayarak, onu sosyolojik bir olgu olmaktan çıkarmış, bir tür

epistemolojik ve/veya hukuki bir olguya çevirmiştir. Ama böyle yaparak, kendisi sosyolojik

olarak yeni bir din kurmuştur. Bu kavramları farkına varmadan benimseyen Marksizm de,

hem genel olarak dinin hem de modern toplumun dininin ne olduğunu anlayamamıştır. Bu da Marksizm’i felç eden bütün çelişkileri ortaya çıkarmıştır. Dinin ne olduğu anlaşılamadığı için, yapı ve özne çelişkisi, yani toplumsal yapı üzerinde

tarihsel hareketin nasıl gerçekleştiği anlaşılamamıştır. Çünkü, dinin ne olduğu

anlaşılamadığından, dinden dine geçişlerin devrimler olduğu; toplumsal üst yapının bizzat

kendisinin dönüşümünün, bir dinden diğer dine geçişler biçiminde gerçekleştiği

görülememiştir. Dinin ne olduğu anlaşılamadığı için ve din de toplumun üst yapısının tam da

kendisi, somut var olduğu biçim olduğundan, bir üstyapılar teorisi kurulamamıştır. Ve nihayet

din’in ne olduğu anlaşılamadığı için, Ulus’un ne olduğu anlaşılamamış ve Marksizm fiilen bir

ulusçuluğa dönüşmüştür.

Bütün bunlardır eleştirilmesi ve geliştirilmesi gerekenler Marksizm’de.

Marksizm’i hiç de hak etmediği yerden, tamamen yanlış Marksizm kavrayışlarıyla ve

yöntemleriyle eleştirmek, aslında fiilen gerçek eleştiri ve tartışma noktalarını gözden ve

gündemden uzak tutmaktır.

Bu da son duruşmada sınıf mücadelesinin çok rafine bir biçimde sürdürülmesinden başka bir

şey değildir.

Yeryüzünde uluslar varken, uluslara karşı mücadeleyi ikinci plana iten her şey, aslında var

olan ulusların ve ulusçuluğun savunusundan başka bir anlama gelmez.

Doğa da Toplum da öncelikle ulusların kıskacından kurtarılmalıdır. Ulusların kıskacı

mücadelesine girildiğinde ulusların olmadığı bir yeryüzü cumhuriyetini kuranların kapitalizmi

de bir kenara atacakları ve bunu yapabilecek biricik güç oldukları görülecektir.

Bu bulum kongresinin başlığı gündemi yanlış tanımlamaktadır. Ulusların kıskacında Doğa

Toplum ve Teknoloji demek gerekmektedir. Uluslara karşı mücadeleyi başa almak

gerekmektedir.

Ama bunu başa almak için de, Marksizm’in gerçek eksiklerinin ve yanlışlarının nerede

olduğunu doğru görmek ve eleştirmek gerekmektedir.

Page 38: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

38

Demir Küçükaydın

09 Ağustos 2012 Perşembe

Çınarcık

Not: Gerek sağlık sorunları, gerek diğer yaşam koşulları nedeniyle, düzenli ve sabit bir yere

bağlı bir yaşamımız yoktur, bu nedenle elimizin altında kaynaklar bulunmamaktadır.

Kaynaklarımız kafamızda kalanlar ve zaman zaman aldığımız rastlantısal notlardan elimizde

bu an bulunan bazılarıdır. Bu nedenle bir kaynakça veremiyoruz.

*

Page 39: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

39

Kongre’de Yaptığımız Sözlü Sunumun Kısa Özeti

Söze yanlış sorular ve doğru cevaplar üzerine Ece Ayhan’ın mısralarıyla girip şiire bir selam

sarkıtalım:

“Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

-Maveraünnehir nereye dökülür?

En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir”

Nasıl “yanlış bir strateji doğru taktiklerle düzeltilemez”se; nasıl “yanlış bir hayat doğru

yaşanamaz”sa (Adorno); yanlış sorulara doğru cevaplar verilemez.

Marksizm’in teknoloji hayranı olup olmadığı; Ekolojiyi, teknolojiyi içeren bir teori olup

olmadığı gibi sorular ve bu sorulara verilen cevapların hepsi yanlıştır. Yani sadece Marksizm’i örneğin Ekolojik bir teorisi olmamakla eleştirenler değil;

Marksizm’in böyle bir teorisi vardır diyerek Marksizm’i savunanlar da yanlıştır. Çünkü soru yanlıştır ve yanlış sorulara doğru cevaplar verilemez.

Ve bu yanlış sorunun ardında gizli yanlış varsayımlar bulunmaktadır.

Bu yanlış varsayımlar özellikle üç noktada toplanmaktadınr.

1) Marksizm’in ne olduğuna ilişkin bir yanlış 2) Sosyolojiyle Ekonomi Politiğin ilişkisine ve konularına ilişkin bir yanlış 3) Sosyalizmin veya gerçek bir işçi devletinin karakterine ve işleyişine ilişkin bir yanlış

Kısaca bunları ele alalım.

Bugün isterseniz internette sorun, isterseniz kitapçıların ya da kütüphanelerin raflarındaki

sınıflandırmalara bakın, Marksizm hep bir “felsefe”, bir “doktrin”, bir “ideoloji”, bir “dünya

görüşü”, bir “ekonomi öğretisi” olarak tanımlanır.

Ve neredeyse hiçbir yerde Marksizm Toplumun Bilimi ol.yanrak tanımlanmaz. Bu bir

rastlantı değildir ve bu yanlış soruların gizli varsayımlarının ardında biraz da bu durum

bulunmaktadır.

Halbuki Marksizm, bizzat kurucuları tarafından sadece ve sadece toplum bilimi olarak

tanımlanmıştır. Daha Marksizm’i (yani tarihsel maddecilik de deneni) ilk tanımlarken, “biz biricik bilim

tanıyoruz, tarih bilimi, o da doğa ve toplum tarihidir” (Dikkat edilsen daha doğanın tarihinin

olduğunun bilinmediği zamanlarda bunu diyorlardı. 1845’de Alman İdeolojisini yazarken,

yani bu teoriyi ilk kez formüle ederlerken. Darvin daha canlıların evrimini açıklayan teorisini

yeni taslaklaştırıyordu. Evrenen bir tarihi olduğu ise ancak yirminci yüzyılın ortalarında

Page 40: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

40

anlaşılmıştır.) derler ve kendilerinin konusunun toplumun tarihi, evrimi olduğunu belirtirler.

Marks öldüğünde de onun mezar başı konuşmasında, Engels, Marks’ın toplumun tarihini

anlamak için yaptığı katkıyı, Darwin’in canlıların tarihini açıklayan teorisiyle karşılaştırarak

anar. Yani bugün piyasayı dolduran Marksizm tanımlarının tersine kurucuları öğretilerini

(Marksizm’i) bir tarih ve toplum teorisi olarak tanımlıyorlardı.

Kurdukları öğretinin ne olduğuna ilişkin olarak kurucularından bunun aksine bir tek kelime

bulamazsınız. Aslında Marksizm biricik sosyolojidir. Marksizm’in kavramları sosyolojinin

kavramlarıdır; toplumsal olandır; toplumsal olgulardır Marksizm’in konusu.

Marksizm’in bir “teknoloji teorisi” veya bir “ekoloji teorisi” olmadığını (veya olduğunu)

söylemek, biyolojiyi atomları, quarkları, qantumu konu etmemekle eleştirmek gibidir.

Marksizm’in ekolojiye ilişkin bir tek teorisi olabilir, ekolojinin Marksizm’in, yani toplum

bilimin konusu olmadığıdır. Biyolojinin bir bölümüdür ekoloji. Ekolojik bir katastrofu

engellemek için, gerekli olan, sosyolojiye eklektik ıolarak tutturulmuş bir ekoloji teorisi (veya

teknoloji teorisi) değil; sosyalist bir demokrasidir. Sosyalist bir demokrasi ise, teorik bir sorun

değil, gerçek toplumsal güçlerin mücadelesinin sonucunda ortaya çıkabilir veya bastırılabilir

ve unutulabilir.

Aynı şekilde Marksizm’in teknolojye ilişkin bir tek teorisi olabilir. Teknolojinin toplum

bilimin, yani Marksizm’in konusu olmadığıdır.

Ama Marksizm’in teknoloji veya ekoloji konusunda teorilerinin olup olmadığına dair

görüşler, bunların neden ve nasıl ortaya çıktığı, hangi çağın ruhunu ve hangi sınıfların

eğilimlerini temsil ettikleri vs. Marksizm’in konusudur. Çünkü bunlar toplumsal olgulardır.

Marksizim konusu ekoloji ve teknoloji değildir ama örneğin ekolojstlerin ve teknokratların,

karın veya bürokrasinin yönetiminde olmadan, sırf bilimsel kaygılarla hangi koşullarda nasıl

açıklamalar yapabilecekleri ve bugün neden yapamadıkları toplumsal bir olgu olduğundan

Marksizm’in konusudur.

Hangi tarihsel koşullarda ve neden teknoloji veya ekolojinin bir sorun olduğu Marksizm’in bir

konusudur.

Toplumun niçin ekoloji biliminin sonuçlarına rağmen bu sonuçlara ilişkin bir yola girmediği

veya giremediği Marksizm’in konusudur.

Ekoloji değil ama ekolojiyu sorun yapan hareketler Marksizm’in konusudur.

Teknoloji cansız araçların yapı ve işlevleriyle ilgilenir. Aletlerin veya şeylerin yapı ve

işlevleri Marksizm’in konusu değildir ama aletlerin veya şeylerin niçin toplumsal yaşamın

ihtiyaçlarına uygun olmadıkları; niçin uygun olmayan şeyler üretildiği Marksizm’in

konusudur.

Çünkü bütün bunların hepsi toplumsal fenomenlerdir. Toplumsal olan herşey, Marksizm’in

konusuna girer.

Peki niçin böyle bir eleştiri ve savunma bulunmaktadır. Bu eleştiri ve savunmanın varlığı

sosyolojik bir olgu olduğuna göre bunun açıklanması Marksizm’in konusudur ve burada

Page 41: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

41

tarihsel ve mantıki bir açıklama yapmak gerekir.

Yani bu Marksizm’in bir ekoloji ve teknoloji teorisi olup olmadığ tartışmalarına verilebilecek

biricik doğru ve Marksist cevap, bu sorunun yanlışlığı ve bu yanlış sorunun sosyolojik

anlamı üzerine yanlış veya doğru bir cevap olabilir. Bu açıdan verilen yanlış cevaplar bile,

o yanlış soruya göre metodolojik olarak doğru bir cevap olarak ortaya çıkarlar. Çünkü,

toplumsal bir fenomeni toplumsal kavramlarla açıklamaya çalışır ama soruda olduğu gibi

fiziksel veya biyolojik olguları toplumsal kavramların için sokmaya çalışmaz.

Sorun nerededir? Sorun ya da yanlış şuradadır: Marksizm’in bir ekoloji veya teknoloji

teorisinin olup olmadığı soru ve cevaplarının ardında, ancak kapsamlı ve doğru teorilere

dayanan hareket veya partilerin doğru işler yapabileceği ve toplumu bu “doğru” teoriye göre

şekillendirebileceği ve şekillendirmesi gerektiği gibi gizli bir varsayımdadır.

Bu varsayım, bir yanıyla, düşüncenin varlığı belirlediği gibi gizli bir idealizmi içinde taşır. Ancak doğru teorilerin toplumu doğru olarak şekillendirebileceği gibi bir varsayımdır bu. Bu

aslında, bir merkez komitesinin değişimiyle ülkenin sosyol ekonomik yapısının değiştiğini

kabul eden anlayışın, (örneğin Kuruçef iktidara gelir ve sovyetler sosyalist olmaktan çıkıp,

Sosyal Emperyalist olurlardı) içi dışına çevrilmiş biçiminden başka bir şey değildir.

Ama daha da yanlışı ve tehlikelisi, sosyalizmin ya da daha doğrusu bir işçi iktidarının ne

olduğuna ilişkin tam anlamıyla Stalinist denebilecek bir anlayışın ifadesi olmasıdır.

Çünkü, gerçek bir sosyalist demokraside, bir çok partiler olacağından, diyelim ki, teorisi, bu

bayların yanlış sorusuna uygun biçimde, ekoloji ve teknolojiyi de kapsayan bir partinin,

insanların çoğunluğunun oyunu alacağı ve yönetime geleceğinin hiçbir garantisi yoktur ve

olamaz. İktidara gelse bile bir süre sonra seçimlerde kaybedip azınlığa düşmeyeceğinin de bir

garantisi yoktur ve olamaz.

Yani aslında stalinizmin devlet ve parti anlayışının meduza kafasını çıkarır Marksizm’in bir

ekoloji ve teknoloji teorisi olmadığı için işlerin sapa sardığı anlayışının ardında.

Yani yukarıda dendiği gibi, Marksizm’in böyle bir teorisinin olmadığı ve olması gerektiği

iddialarının ardında, doğru teoriye sahip bir partinin egemenliği ve toplumu şekillendireceği

gibi bizli bir varsayım bulunmaktadır. Ve biraz dikkat ederseniz “toplum mühendisliği”ne en

çok karşı çıkanların da bunlar olduğunu görürsünüz. “Toplum Mühendisliği”ne karşı çıkar

görünenler, Marksizm’i bir teknoloji ve ekoloji teorisi olmamakla, bu nedenle yanlış ve

yetersiz bir teoris olmakla, bu nedenle “reel sosyalizmin” batmasıyla eleştirirlerken, aslında

iyi bir toplum mühendisi olmamakla eleştirdiklerini bile görmezler. Onları bu çelişkiye

düşüren de toplum mühendisliği yapmamanın mümkün olmadığını görmemeleridir.

“Tek doğru” olduğuna inanmak, totalitarizme, (veya meşrebine göre) Stalinizme götürür”

diyenler, aslında Marksizm’in bir ekoloji ve teknoloji teorisi olmadığı için işlerin battığını

söylerlerken, farkına varmadan iktidardaki egemen partinin doğru görüşü olmadığı için

yıkıldığını söylediklerinin bile farkına varmazlar.

Çünkü, Sosyalist bir demokrasi anlayışının zerrece var olmadığı koşullarda ancak

Marksizm’in bir ekoloji ve teknoloji teorisi olup olmadığı sorusu sorulabilir.

Page 42: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

42

Sosyalist bir demokrasi anlayışı varsa, ezilen çoğunluğun iktidarında sıonırsız bir örgütlenme

ve fikir özgürlüğü olacağı varsayımı gerekir. Yani ezilienler farklı görüşler ve partiler

arasında seçimler yapacaklar ve bu seçimlerini değiştirebilecekler ve farklı güç oranlarında

seçecekler demektir.

Gerçek bir demokraside insanlar bilimsel doğruları savundukları için değil, kısa veya uzun

vadeli; bölgesel veya genel çıkarlarını savunudkları veya buna uygun düştükleri için şu veya

bu partiye oy verirler veya vereceklerdir.

Dünyanın en doğru teorisine sahip, ekolojik ve teknolojik araştırmaların en doğru sonuçlarına

göre bir programı benimsemiş bir parti, bir sosyalist demokraside bir tek oy bile alamayabilir.

Ama buna rağmen insanlar şunun veya bunun yapılmasına ilişikin olarak pek ala “doğru”

kararlar da alabilirler.

Yani sorun teorideki bir eksiklikte değil, sosyalist bir demokrasinin eksikliğindedir. Sosyalist

demokrasinin kurulamamış olması veya daha doğarken boğulmuş olması da yine bunun

bilinmemesi nedeniyle değil, var olan toplumsal güçlerin ilişkilerinin değişmesinin

sonucudur. (Yani devrimin tecrit olması, ince bir katman halindeki sınıfın fiilen savaşta ve

devlet cihazı içinde yok olması, kıtlık vs. sayılabilir.)

Sanki ciddi bir teorik eleştiri gibi görünen teknoloji ve ekoloji teorisi olup olmadığı

tartışmaları, gerçek sorunlardan kaçışın; onları gündemden düşürmenin bir örtüsüdür. Yani

bürokratik aygıtların; burjuvazinin; küçük burjuvazinin çıkarlarının son derece ince biçimde

savunusu ve Marksizm’e karşı gizli bir savaştır. Ve devrimci olmayan sınıflar son duruşmada çıkarlarını gerçeğin özünü çarpıtan metodolojik

hatalar aracılğıyla savunurlar. Tam da burada olduğu gibi,.

Ancak metodolojik hata, sosyolojik ve programatik sorunlarla da sınırlı değildir. Ekonomi

politikle sosyolojinin ilişkisi ve ekonomi politiğin konusunun ne olduğunun anlaşılmaması ile

de ilgilidir.

Ekonomi politiğin konusu, ekonomi değildir. Birçokları ekonomi politiğin konusunun,

ekonomi olduğnu sanıyorlar. Yani toplumun üretim, dağılım, bölüşüm ve tüketim ilişkileri

olduğunu sanıyorlar. Aşağı yukarı, Marksizim “ekonomik temel” diyor o halde toplumun

ekonomik temelini inceleyen bilim de ekonomi politikdir diye düşünüyorlar ve öyle

sanıyorlar. Ve bylece ekonomi politiği sosyalajinin çok spesifik bir bölümü, dolayısıyla

Marksizmin bir bileşeni gibi anlıyorlar.

Bu Marksizm’i zerrece anlamamaktır. Ekonomi politik, Toplum’u inceleyen bilimin,

toplumun alt yapısını (üretim, bölüşüm ve tüketim ilişkilerini) inceleyen bir alt bölümü

değildir. Ekonomi politiğin Marksizm’le, yani sosyolojiyle veya tarihsel maddecilikle ilişkisi,

optiğin, hidroliğin gizikle ilişkisi gibi değildir. Ekonomi politiğin sosyolojiyle,yani

Marksizm’le ilişkisi; Biyolojinin fizikle ilişkisi; ya da sosyolojinin biyolojiyle ilişkisi gibidir.

Ekonomi politiğin konusu olan olgular sosyolojik olgular değildirler. Tıpkı biyolojik olguların

fiziksel olgular olmaması gibi. Elbette tüm biyolojik süreçler ve varlıklar da son duruşmada

fiziksel varlıklar ve süreçlerdirler, ama biyolojinin konusu bunlar değil, örneğin türleri ortaya

Page 43: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

43

çıkaran yasalardır.

Nasıl biyolojinin konusu ilk kendi benzerini .yaratan ya da sentezleyen moülekülle ortaya

çıktıysa, benzer şekilde ekonomi politiğin konusu da iki insan veya kabile iki ürünü değiş tokuş yaptıklarında ortaya çıkar. Bu değiştirilen şeylerin ne olduğu değildir ekonomi politiğin

konusu; o değiştirilyen şeylerin içindeki ortak olan şeydir. Yani değer, yani emek miktarı.

Eğer paradoksal olarak ifade etmek gerekirse, Marksizmin kurucusu Marks’ın ömrünün en

büyük eseri olan Das Kapital, Marksist (sosyolojik) bir eser değildir, Marks ömrünü marksist

olmayan bir çalışma içinde geçirmiştir. Nasıl ekoloji veya teknoloji sosyolojinin konusu değilse, aynı şekilde kullanım değerleri de,

yani değiştirilen malların fiziksel ve manevi özellikleri de ekonomi politiğin konusu değildir.

Bunlar tücarların, tüketicilerin konusudur elbet, ama ekonomi politiğin konusu değildir.

Ekonomi politikte ilişkilerdir söz konusu olan. Ekonomi politik bir cebirsel formül gibidir.

Ekonomi politiğin konusu malların fiziksel özellikleri olmadığından, Marks da bütün ömrünü

ekonomi politiğin eleştirisi olan Kapital’i yazmaya harcadığından dolayı, Ekonomi politiğin

ne olduğunu bir türlü kavramamış olup da onu sosyolojinin bir alt bölümü gibi görenler,

Marksizm’in bir ekoloji ve teknoloji teorisi olmadığı sonucuna ulaşmaktadırlar. Çünkü ekoloji

de teknoloji de bu fiziksel özelliklerle ilgilidirler son duruşmada. Bu baylar Marksizm’in

üstünlüğü olan özelliğini ve yöntemini onun zaafı olarak görmekle, aslında ekonomi politiğin

ve sosyolojinin ne olduğunu anlamadıklarına ilişkin kendi zaaflarını dışa vurmuş olurlar.

Sadece bir tek metanın kullanım değeri ekonomi politiğin konusunu oluşturur: İşgücü.

İşgücü denen metaın kullanın değerinin ise, bütün diğer metaların aksine onun fiziksel veya

manevi özellikleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Onun kullanım değerini belirleyen özelliği,

tüketildiğinde kendisinin yeniden üretiminden daha büyük bir değer yaratmasıdır. Ama

onun bu özelliğinin, kadın veya erkek, eşcinsel veya hetoroseksüel; komünist veya liberal;

siyah veya beyaz; Alman veya Kürt, Müslüman veya Ateist olmakla hiçbir ilişkisi yoktur.

(Tam da bu nedenle Marksizim bu sefer de bunlar ekonomi politiğin konusu olmadıkları için,

beyaz adam merkezli, erkek, avrupa merkezli vs. görülmüştür. Aslında bütün yeni sosyal

hareketler malların fiziksel özellikleri veya işgücünün fiziksel ve manevi özellikleri üzerinden

çıktığından; tüm diğer malların fiziksel özellikleri, yani kullanım değerleri ekonomi opolitiğin

konusu olmadığından; kullanım değeri ekonomi politiğin konusu olan tek malın ise ise

fiziksel ve manevi özelliklerkin bu kullanım değeri üzerinde hiçbir etkisi olmadığından dolayı

bu eleştiriler Yeni Sosyal Hareketlerden gelmektedir ve hepsi aslında aynı metodolojik hataya

dayanırlar: Ekonomi politiğin konusunun ne olduğunu anlamamak ve Ekonomi politik ile

Sosyolojinin (Marksizm’in) ilişkisini kavramamak.)

Kapitalizmin muazzam esnekliğinin de Kapital’in tükenmez tazeliğinin de sırrı buradadır. Bir

an için bütün cins, ırk, ulus, fikir, din ayrılıklarının ve ayrıcalıklarının yok olduğunu var

sayalım. Bir an için nesnelerin fiziksel özelliklerinin çevre sorunu gibi bir soruna yol

açmadığını var sayalım. Bu takdirde kapitalizm yok olmazdı. Sadece daha mükemmel ve saf

bir kapitalizm olurdu. Ama Marks da Kapital’de işte tam da bu saf biçimiyle Kapitalizmi ve

Page 44: Karaburun Bilim Kongresi'ne Bildiriler

44

onun özünü incelediğinden, Kapital’de ele alınan kapitalizme daha çok benzemiş olurdu

gerçeklik. Das Kapital de çok daha aktüel ve taze

Elbet bundan bu eşitsizlikler ve ekolojik katastrofa karşı mücadele edilmemesi gerektiği

soncu çıkmaz. Ama hiç de öyle ham hayallere kapılmadan mücadele etmek gerekir.

Düşünün ki, ulusal devletlerin olduğu bir dünyada, bir çevre felaketini önlemenin ve

insanlığın var oluş koşullarının ortanadan kalkmasını engellemenin bir olanağı yoktur. Bu

durumda öncelikle uluslara karşı bir mücadele gerekmektedir. Bunu en öne almayan her

mücadele sahte hayaller yayar. Yeni hayal kırıklıklarının kapısını açar. Böyle bir dünyada bu

sorunu ikinci plana atan her girişim, bunu hangi ekolojik gerekçelerle yaparsa yapsın, aslında

insanlığın yok oluşuna katkı yapıyor demektir.

Ancak bir dünya cumhuriyeti bile henüz sadece bir olanağın kapısını açar. Bu dünya

cumhuriyeti ancak kullanım değerleri üreten bir ekonomiyi seçtiğinde; yani ekonomi politiğin

konusu olan değişim değerinin, değer yasasının egemenlik alanını daraltmaya başladığında;

yani ekononomi politiğin konusunu yok etkmeye başladığında insanların ve doğanın

ihtiyaçlarının dengesini güden, planlı bir ekonomi ekonomi olanağı doğar.

Ama bu bile bir garanti oluşturmaz. İnsanlar ekolojistlerin ve mühendislerin her türlü

manüplasyondan ve bilim dışı kaygıdan azade olarak sonuçlarını sundukları; bu sonuçlara

herkesin ulaşabildiği ve özgürce tartışabildiği bir ortamda bile doğru kararlar alacağının bir

garantisi yoktur.

Ve “doğru karar”ın da ne olduğu böylesine çok farklı faktörün etkili olduğu ve birindeki

küçük birdeğişimin tüm sistemdeki diğer girdileri etkilediği bir sistemde pek belli değildir.

Yani özel mülkiyet, değer yasasının egemenliği, kar ve bürokrasiden arınmış, tüm dünyadaki

insanların birliğini ve eşitliğini sağlamış bir dünya cumhuriyetinde bile, İnsanların doğru

kararlar alacaklarının bir garantisi yoktur. Bu kararlar sadece kısa vadeli çıkarlar veya

bölgesel çıkarların öne alınması nedeniyle de oluşmayabilir. Bütünüyle bunlardan azade

olarak, ilişki ve dengelerin böylesine karmaşık olduğu bir sistemde, Doğru’nun ne olduğu da

tam olarak bilinemeyeceği, ancak deneme ve yanılmalar yoluyla ele yordamıyla

bulunabileceği; ama bu yanılgıların tıpkı bir çocuğun öğrenme sürecinde çok tehlikeli bir

şekilde yanlış yapıp ölmesinde olduğu gibi, insanlığın sonuyla bitebileceğini de hiç

unutmadan.

Ama bu sorunlara henüz o kadar uzağız ki, kimse gündeme alıp konuşmayı bile aklına

getirmiyor.

Bu üç temel yanlıştır o yanlış soruların ardındaki yanlışlar.

(Hatırladığım kadarıyla söylediklerim bu noktalardaydı ve mealen böyleydi. Soru ve

eleştiriler kısmında farklı soyutlama düzeyleri; Marksizm’le buluşmanın zorluğu; öğrenmenin

emek gerektirdiği; bu söylediklerimden yeni sosyal hareketleri ve mücadeleyi reddettiğim

sonucu çıkmayacağı gibi konular konuşuldu ve tartışıldı.)

Demir Küçükaydın