Kalemtiras 8

17
1 h ttp://fanzin ttp://fanzin ttp://fanzin ttp://fanzin-kalemtiras.blogspot kalemtiras.blogspot kalemtiras.blogspot kalemtiras.blogspot.com .com .com .com aylık aylık aylık aylık e-fanzin fanzin fanzin fanzin sayı: 8 sayı: 8 sayı: 8 sayı: 8 pazar, 2 pazar, 2 pazar, 2 pazar, 2o şubat 2011 şubat 2011 şubat 2011 şubat 2011

description

yeni sayi 20.02.2011

Transcript of Kalemtiras 8

Page 1: Kalemtiras 8

1

hhhhttp://fanzinttp://fanzinttp://fanzinttp://fanzin----kalemtiras.blogspotkalemtiras.blogspotkalemtiras.blogspotkalemtiras.blogspot.com.com.com.com

aylıkaylıkaylıkaylık eeee----fanzinfanzinfanzinfanzin sayı: 8sayı: 8sayı: 8sayı: 8

pazar, 2pazar, 2pazar, 2pazar, 2oooo şubat 2011şubat 2011şubat 2011şubat 2011

Page 2: Kalemtiras 8

2

bu sayıda neler var? kim……………....…………...........................................................................................3 sevaroza yirmi yıllık sigara……….………………………….….…………….……………………..………..……..5 murat can kabagöz balkanlara doğru 2………………………………………………………………………..…….………….6 hale akkuş the duchess…..…………………………………………………………..………………….…………….....8 noxell baba albümü........…………........…………..........…………......………………..………….......9 efe karabulat hikâye….…………………………………………………………………..…...………….……..…….…...16 nurşah sak editörden merhaba sevgili okurlar, yaklaşık bir buçuk aylık bir aradan sonra yeni yılın ilk sayısı olan 8. sayımız ile yolumuza devam ediyoruz. bu ara bizim için de biraz toparlanmak için, okulları işleri yoluna koyabilmek için iyi oldu. on beş günde bir çıkan dergimiz ilerleyen sayılarımızda ayda bir okuyucu karşısına çıkacak. bu kararı hem daha rahat hem de daha iyi yazabilmek adına aldık, dileriz ki ilhamımız bol, kalemimiz esnek olur. keyifli okumalar dileriz… kalemtıraş dergisi ekibi adına nurşah sak

Kalemtıraş E-Fanzin aylık serbest çevrimiçi yayın

http://fanzin-kalemtiras.blogspot.com/

Sayı: 8

20.02.2011

Dergiden Sorumlu Editör: Nurşah Sak Web Sayfasından Sorumlu Editör: Efe Karabulat

İletişim: [email protected]

Page 3: Kalemtiras 8

3

kim?kim?kim?kim? sevarozasevarozasevarozasevaroza

Huzurlu bir müzik sesi geliyordu uzaktan ama ben nerden geldiğini kestiremiyordum. Ilerledim müziğe doğru ama her adım atışımda melodi değişiyor, gittikçe daha korkunç bir sese dönüşüyordu. Adım atmayı kestim ama bu sefer ses sanki ona gitmediğim için kızmış gibi bana yaklaşmaya başladı. Perde perde yükselen sese tiz çığlıklar da dahil oluyor, beni boğmak için üzerime geliyordu. Soluk alamadığımı hissetmeye başlamıştım ve buna inat kalbim deli gibi çarparak benden daha fazla hava istiyordu. Sonunda, içimi kaplayan korkuyla ezilen dayanma gücümün son cılız parçasıyla gözlerimi açmayı başardım. Bacaklarım kabusun

etkisiyle hala titriyor, ellerim etrafımda hala görünmeyen bir tehlike arıyordu. Kafamı yastıktan kaldırmadan, yatağın sol kenarına kıvrılmış bedenimin sakinleşmesini bekledim. Çocukken böyle kabuslar gördüğümde başucumda durup korkutucu canavarları kış kışlayarak benden uzaklaştıran annemin hayalini getirdim gözümün önüne. Göğsüm daha yavaş inip kalkmaya başladığında ağzımın kuruduğunu farkettim. Anneciğim sağolsun, yatağımın yanına hep bir sürahi su bırakırdı. Yavaşça doğruldum, ve komodinin üstündeki sürahiye uzandım. Ellerim bir bardak aradı ama bulamadı. Yatağın diğer tarafındaki komodinin üzerinde bıraktım heralde diye düşünüp sağ tarafıma döndüğümde, şimdiye kadar gördüğüm ve görebileceğimi düşündüğüm tüm kabuslardan daha korkunç bir kabusun içinde olduğumu fark ettim.

Korku kitaplarını pek sevmem, ama ilk gençlik yıllarımda tavsiye üzerine birkaç tane okumuştum. Gördükleri karşısında kanı damarlarından çekilen insanları hiç anlayamamış, dili tutulup bağıramayan insanları içten içe korkaklıkla suçlamıştım. Oysa şimdi hepsini birebir yaşıyordum. Kanım donmuş, bardağa uzanan elim havada kalmıştı. Hareket edemiyor, yardım çağırmak için çığlık atamıyordum. Kalbim durmuş gibiydi, atmıyordu. Yatağın diğer tarafında sakin sakin uyuyan adam ve ben sanki bu zaman dilimine sıkışıp kalmıştık. Sırtı bana dönük, üzerindeki örtünün izin verdiği kadarıyla gördüklerimden çıplak olduğunu anladığım bu adamın burda ne işi vardı? Tam avazım çıktığı kadar bağıracaktım ki, filmlerde saçma sapan hareketleri yüzünden seri katillere, hayaletlere, psikopatlara yem olan kadınlar geldi aklıma. Sıcak ve güvenli evimde patlamış mısır yiyip bu filmleri seyrederken sesimi duyurabilecekmişim gibi onlara direktifler yollar, uygulamadıkları zaman ne kadar aptal olduklarını söyler dururdum. Çığlığımı bastırmak için elimle ağzımı kapattım sıkıca.Yine mi rüya görüyorum acaba diye düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü böyle şeyler sadece filmlerde olur, değil mi? Kalçama bir çimdik attım, ve acısını hissettim. Tam o anda, tenim parmaklarımın arasındayken, bir soru beynime yıldırım gibi düştü: ben neden çıplaktım?

Page 4: Kalemtiras 8

4

Arı kovanı gibi uğuldamaya başlayan aklımdan bin bir senaryo geçiyor, her biri diğerinden daha kötü hissettiriyordu. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini hatırlıyor, onlardan birinin içinde olma ihtimali bile kendimi bayılacak gibi hissetmeme sebep oluyordu. Yanımdaki çıplak adamın yanında neden çıplak yatıyordum? İçkime uyku ilacı atıp beni buraya mı getirmişti? Bana dokunmuş muydu? Bu düşünceyle birden midemin bulandığını hissettim. Ne kadar korumasızdım, küçük bir çocuk gibi. Kendimi sarıp sarmalamak istedim, kollarımı kendime doladığımda üzerimde bir geceliğin olduğunu farkettim, göğsünde danteller vardı, kalçalarımı örtmüyordu bile. Nasıl bir psikopatın eline düşmüştüm? Yoksa fantezilerini gerçekleştirmek için kadınları kaçıran bir manyak mıydı yanımda oldukça düzenli nefes alıp veren bu adam? Gözlerim içine düştüğüm dehşetle açılmış, amaçsızca odanın içinde dolaşıp duruyordu. Bardağı alma için uzandığım komodinin üstünde birden sabitlenen gözlerim, gördüklerine bir anlam vermeye çalışıyordu.

Gelişigüzel oraya bırakılmış bir saat, bir sigara paketi, çakmak, bir araba anahtarlığı ve yarı açık bir cüzdanın yanında bir kaç kağıt para dağınık bir biçimde duruyordu. Sanki yanımdaki adam birazdan uyanacak, uzanıp o paraları alacak ve ben uyurken olanlar karşılığında elime tutuşturacaktı. Kendimi kirlenmiş, yıpranmış hissediyordum. Tül ve dantellerle süslenmiş bir et yığınıydım sadece. Ağladığımı farkettim. Yatağa tekrar uzandım, gözyaşlarımın kurumasını bekledim. Sonra pencereden gelen sokak lambasının ışığında yanımda yatan sırtı incelemeye başladım. Düzgün bir teni vardı, kirli veya iğrenç görünmüyordu. Kısa kesilmiş saçları maharetli birinin elinden çıkmış gibiydi. Omuzları geniş ve güçlü duruyordu. Belki de ben o an kendimi çok küçük ve savunmasız hissettiğim için bana öyle geliyordu. Acaba uyandırsam, anlatsam ona uyuduğumu, beni dinler miydi? Yoksa canını sıktığım için bir daha beni tercih etmez miydi? Aklımda bin bir düşünce ışık hızıyla geçerken, ben sıkıştığımız o zaman diliminde bu yabancının tenindeki benleri inceliyordum. Hayat çok garipti ve ben korkmaktan çok yorulmuştum. Beni kullanan, hiç tanımadığım bir erkeğin bile olsa insan sıcaklığına ihtiyacım vardı. Bana sarılsın istedim. Sağ yanıma doğru döndüm ve elimi, pencereden gelen ışığa engel olmak için yüzüne kapattığı kolunun üstüne koydum. Sokak lambası parmağımdaki şeyi görmemi sağladı. Bir yüzük! Hem de yüzük parmağımda! Hem de evlenme teklif edildiğinde kızların parmağına takılanlardan! Koluna dokunduğumda uyanıp bana doğru dönen adamın yüzünün hayatım boyunca görmek istediğim yüz olduğunu hatırlamamın neden bu kadar uzun sürdüğünü açıklayamadım kendime. Sadece göğsüne yattım ve parmağında alyans olan elini avucumun içine aldım, unutmamak için bir daha hiç bırakmadım. ♦

Page 5: Kalemtiras 8

5

YİRMİ YILLIK SİGARA murat can kabagöz Ben sigara almaya gidiyorum, deyip gitmek - hiç sigara içmediğim ve içmeyeceğim halde - ve yirmi yıl sonra dönmek isterdim. Yirmi yıl daha yaşamak isterdim. Gidip de dönmek, dönüp de bulmak… Yine aynı eve, aynı yüzlere geri dönmek isterdim. Hayatı orada yaşamak değil, geri döndüğümde hayatın yaşanmışlığını görmek isterdim. (Yirmi yıl hiç sigara içmedim; ama ciğerlerim öyle göstermez. Çünkü hayat delik deşik olunmadan geçmez.) Sigara almaya gidiyorum, dediğimde evdekilerin yüzlerini görmek isterdim. Yılarca olmalarını istedikleri çocuk olmadığımı yüzlerine bu denli haykırmayı… Bu kadar sessiz yapmayı - belki de - isterdim. Annem varken… O varken kendim olabilir miydim, bunları yazabilir miydim örneğin? Yalnızken ne kadar kendim olabiliyorsam yaklaşarak ve sürekli kaçınarak… Ya sen, Annen varken bunları yazabilir misin? O, başında bekleyip oğlum - yazar, burada oğul sözcüğünü evlat anlamında kullanmış - neler yazıyor bakalım diye düşünürken, sen… Bunları düşünmeye bile çekinirken sanki yazabilirdin. Peki ya baban ne kadar yer kaplıyor hayatında? O varken yazabilirdin bunları. Anlamazdı diye düşünme, senden çok daha iyi anlardı. On beşinden beri çalışmış bir yürek, senin saçmalıklarını senden çok daha iyi anlardı. On beşinden beri savaştaydı. Onun terhis olması… Sen de gel baba, demek isterdim belki… Sen de gel, beraber sigara alalım - nereden baksan o da on iki yıldır sigara içmiyordu ve bir daha asla içmeyecekti. Ama yine de demek isterdim: “Hadi gel baba beraber sigara alalım. Sen de istenen çocuk olamamıştın çünkü. Gösterdiğin tüm saygı gördüklerin yüzünden değil miydi?” Yirmi yıl… Yirmi yıl sonra geride kim kalacak ki, içmeyeceğin bir sigara için değer mi? Yirmi yıl boyunca nefret ettiklerinle yaşamak bir sigaradan daha mı az zararlı sanki? Doğmayı istemezdim anne. Neden bu kadar çok korktun ki… Ve… Baba, birer sigara içelim mi?♦

Page 6: Kalemtiras 8

6

balkanlara doğru...(2) hale akkuş Eurovizyon dolu bir geceden sonra sabah biraz geç kalkıyoruz. Yorgo bize güzel bir kahvaltı hazırlamış. Heyecanlıyım, çünkü bugün yıllardır hayalini kurduğum “Atatürk’ün evi”ne gideceğiz.

Selanik’le ilgili biraz hafızamı zorladığımda bazı bilgiler geliyor aklıma. İttihat ve terakki Selanik’de kurulmuştu, Nazım Hikmet de bu şehir’de doğmuştu. Osmanlı imparatorluğu İspanyollardan kaçan Yahudileri bu şehre yerleştirmiş ve çok uzun yıllar Yunan nüfusu burada azınlık kalmıştı. Evet, bir göçmen şehriydi aslında Selanik. Bir gün öncesinin neredeyse 30 dereceyi varan havasına inat, hava da içimizdeki hüzne ortak olmak istercesine kapandıkça kapandı

soğudukça soğudu ve dört arkadaş yollara düştük. Önce otobüsle şehir merkezinden geçerek Atatürk’ün evinin yakınında indik. Gerçekten çok tarihi bir şehir burası, öyle ki yürürken gördüğüm Bizans’tan kalma su kanalları, kemerleri oldukça dikkatimi çekti. Aynen Atina’da olduğu gibi Selanik metrosu da yapılırken çok fazla tarihi eser bulunmuş ve metro güzergahları zaman zaman yer değiştirmiş. Sonunda Atatürk’ün evine ulaşıyoruz. Aynen hafızalarımızdaki gibi pespembe ve çok şirin. Yalnız nedense ben biraz tepede ve etrafında

pek bir şey görmemeyi hayal etmişken, Atamızın evini gayet merkezi ve komşu evlere oldukça yakın buldum. Merkezi olmasına rağmen oldukça huzurlu bir sokak burası. Şafak’la eve girer girmez bir heyecan ve hüzün kaplıyor içimizi. Bu kadar büyük bir liderin doğduğu evi ziyaret etmek tarif edilemez bir duygu. Hemen her şeyin fotoğrafını çekmek istiyorum, hatta buradan hiç ayrılmamak istiyorum.

Page 7: Kalemtiras 8

7

İçerideki eşyaların tümü Topkapı sarayından getirilmiş, ancak evin mimarisine hiç dokunulmamış. Büyük denilebilecek bahçesi Türk konsolosluğuyla yan yana. Gerek gördüğümüz eşyalar gerekse evin şekli hiç de yabancı değil, geleneksel bir Türk evi diyebilirim sanırım. Hani şimdiki evlerimiz değil de Beypazarı ya da Safranbolu evleri gibi.

Atamızın evinden ayrıldıktan sonra tekrar Selanik sokaklarında kaybolmaya karar verdik. Bir süre sonra beklediğimiz mesaj geldi ve yine hep beraber merkezde bir otelin yolunu tuttuk: Yorgo Kirbaki ile tanışma vakti gelmişti. Hem ben hem de Şafak kendisini yazılarından severek takip ediyorduk. Aslında soracak çok sorumuz vardı lakin Kirbaki’nin çok vakti yoktu. Özal döneminden başlayan Türkiye halkının apolitikleşmesinden, Yunan halkının ise aksine oldukça politikayla içli dışlı olmasından, iki ülke halkının bireysel olarak aralarında bir sorunun

olmamasından ama toplum olarak halen ciddi anlamda sorunlarımızın olmasından –ki buna en yakınından maçlarda şahit oluyoruz-, ve maalesef sorunlarımızı “rakı-uzo ya da cacık - cacıki aman da ne benzer” diyerek çözemeyeceğimizden bahsettik. Umut ediyoruz Yorgo Kırbaki ile tekrar görüşme şansı bulur, daha uzun bir zamanda tecrübelerini ve bilgi birikimini dinleme ve onunla bir şeyler paylaşma fırsatı yakalarız..

Selanik’e henüz doyamamışken, Üsküp’e gitme kararı aldık. Şafak’ın orada arkadaşları varmış, bu kadar yaklaşmışken Üsküp’ü de görmeliymişiz. Hem ben hem Ewa, başka bir ülkeyi görmenin heyecanı ile uykularımıza daldık. Yarın Makedonya bizi bekliyordu.

Page 8: Kalemtiras 8

8

THE DUCHESS

noxell Zaman:18.yüzyıl Mekân: İngiltere Konu: Devonshire düşesi Georgiana Cavendish’in yaşamı

Bu artık bir klişe… Bu tarz kostümlü dönem filmleri

sayesinde kendi tarihimden çok diğer halkların huyunu suyunu öğrendim. Bu filmlerin güzel yanı gerçek bir hikâyeye dayanmalarıdır. Seyirciye bir illüzyon sunmaz, tam tersine anlattıklarının hepsinin gerçek olduğunu belirtir. Ayrıca şaşaalı kostümler, görkemli saraylarla iyi bir sanat yönetimi izleriz.

Devonshire düşesi Georgiana genç, güzel ve hayat dolu bir

kızdır (klişe demiştim değil mi?). Ama film ilgi çekici, saraylarda yaşayan genç bir kadın olsa da kötü şeyler yaşabiliyor. Film de bunları merak uyandırıcı bir şekilde, sıkmadan anlatmış. Hem aşk hem de para isteyen genç kadının kendini soğuk ve duygusuz bir adamla nikâh bağı altında bulması onun psikolojisini bozuyor. Film üst sınıf kesime ait belli bir yere ait olma, içinden geldiği gibi hareket edememe dolayısıyla hayatını yaşayamama gibi temalar üzerinde ilerliyor. O dönemde insanlar üzerinde çok yoğun bir baskı var. Sebebi bilinmiyor, amacı da yok sanırım. Filmde bu sıkışmışlığı gösteren çok anlamlı ve dokunaklı bir sahne var: Bir partide Georgiana’nın saçı (peruğu) alev alıyor ama kimse kadıncağıza yardım etmiyor. Ancak sonradan dük talimat verince kadının saçını söndürüyorlar. ‘Dük olmadan sen bir hiçsin!’ mesajını da veriyor film bize.

Georgiana’nın durumu gerçekten kötü. Kocasının

metresiyle ses çıkarmadan yaşamak zorunda kalıyor. İki kadın da dükü sevmiyor ama onunlalar. Çocuklarıyla birlikte olabilmek için dükle kalmak zorundalar. Çünkü o dönemde başka hiçbir hakları yok. Var olabildikleri tek yer o abartılı kıyafetlerle ve saçlarla dans salonları…

Filmde aşk hikâyesinden başka Georgiana’nın kısa siyaset

yaşamından da kesitler sunuyor. Star havası taşıması, kitleleri peşinden sürüklemesi, kendi modasını yaratması sonucunda Charles Grey (Dominic Cooper) Georgiana’yı kampanya çalışmalarında kullanıyor. Georgiana’nın çalışmaları, kadınlar için savaşması çok güzel ama ne yazık ki bunlar güzel bir şekilde yerleştirilememiş. Filmin havasını bozmuş.

Kıyafetler, dekor, müzikler, oyunculuklar çok iyi. Ralph Fiennes’le birlikte özellikle Keira Knightley başrolün hakkını veriyor. O dönemin havası iyi tutturulmuş. İzlemesi güzel bir film.

Page 9: Kalemtiras 8

9

baba albümü efe karabulat

Merdivenlerden inip büyük odada yalnız başına oturan babama baktım. Başını koltuğa dayadığı ellerinin arasına almış seyrek saçlarıyla oynuyordu usul usul. Ne düşünüyordu acaba, ya da düşünebiliyor muydu hala? Yıllardan beri her sabah aynı koltukta, aynı biçimde oturur babam ve ben her sabah onu izlerim. ''Günaydın baba'' dedim ''Kahvaltı edelim mi?'' ''Edelim'' dedi duruşunu hiç bozmadan. Sonra ağır ağır kalkıp sofrayı hazırlamaya başladı. Kapıya gidip bakkal çırağının astığı ekmekle gazeteleri aldım, sonra sofraya yardım etmeye koyuldum.

Kahvaltı boyunca hiç konuşmadık, ben kalkıp sofrayı toplarken kendi kendine söylenir gibi ''bugün yine resme baktım'' dedi, ''yaşlanıyorum''. Tepki vermeden işime devam ettim. Kendimi bildim bileli babamın böyle garip huyları vardır, birkaç aydır da bu resme taktı kafayı. Her gün aynı resme bakar, yüzündeki lekeleri, çizgileri tek tek sayıp her seferinde yaşlandığına karar verir. Artık alıştım babamın bu yarı deli haline, delirmekte o kadar haklı ki... Tüm bunlar annemin ve iki ağabeyimin öldüğü

kazadan sonra başladı. Daha çocukken göndermişlerdi beni yurtdışına, tam on altı yıldır ailemden uzakken onları bir daha göremeyeceğime dair haber geldi. Apar topar geri döndüm, o günden beri babamla birlikte bu evde yaşıyorum. Onu bulduğumda o kadar kötüydü ki, bırakamadım. ''Herkes öldü o gün'' dedi. ''Tüm dünya öldü'' Yalnızca babam sağ çıkmış kendi kullandığı arabanın içinden, üstüne üstlük bilinci yerindeymiş. ''Tek tek saydım'' dedi ''Yirmi milyondan fazla kan damlası vardı yerde'' Birileri yetişene kadar boş yere haykırıp durmuş babam. Ambulans geldiğindeyse annem ve ağabeylerim çoktan ölmüş. ''Her gece uykuya dalmadan önce…'' dedi ''…o kan damlalarını sayıyorum yeniden'' Yirmi milyon kan damlası. Her gece. Annemin ve ağabeylerimin bedeninden akarken hem de.

Page 10: Kalemtiras 8

10

''Her gece onunla yüzleşiyorum.'' dedi. ''Benim canımı almalıydın diyorum, hata yaptın diyorum, bir türlü anlamıyor.'' Babam, annem ve ağabeylerimin naaşı defnedildikten hemen sonra intiharı denemiş ama becerememiş. O kadar kötüydü ki, bırakamadım. Mahkeme, babamın akli dengesini yitirmesi sebebiyle akıl hastanesine kapatılmasına gerek görmedi, vesayetini de ben üstlendim. O günden beri babamla her gün tekrarlanan bu hayatı sürdürüyorum. Mahkeme bana fikrimi sorduğu gün bir hesap yaptım kafamda, bir daha düzelmesi mümkün olmayan babamı hastanede emin ellere teslim edip zaten ailesiz sürdürdüğüm hayata devam mı etmeliydim yoksa tüm hayatımı geride bırakıp babamla mı ilgilenmeliydim? Babamı seçtim. Hayatta daha önemli ne var ki? 16 yıl sonra bugün, yine aynı seçimi yapardım. 16 yıl, binlerce gün, trilyonlarca kan damlası. Yani hayatta daha önemli ne var ki gerçekten? ''Yaşlanıyorum.'' diye mırıldanarak gazete okumaya gitti.

*** Öğleden sonra, odamda kitap okurken hayatımda ilk defa babam yanıma geldi. ''Oğlum'' dedi, ''biraz yanıma gel, konuşalım.'' Gözleri o kadar ifadesiz bakıyordu ki gözlerim doldu. Gözlerimi kitaba çevirdim görmesin diye: ''Tamam baba'' dedim. Arkasını dönüp sallanarak aşağı indi. Babam hayatımda ilk defa benimle bir şeyler konuşmak istedi. Aslan gibi, dağ gibi bir adamdı babam ben çocukken. Onu o haliyle düşünmek istedim, ağabeylerime ergenlikle ilgili ufak sırları anlatmak için ''Zülfü, biraz konuşalım seninle'' ya da ''Cenap, gel de erkek erkeğe biraz dolaşalım dışarıda'' diyişini hayal ettim. Ağabeylerimin ona hayranlıkla bakan gözlerini, babamın kendinden emin konuşmasını, ellerini havaya kaldıra kaldıra bir şeyler anlatışını... Az önce ayakta zor duruyordu babam.

Page 11: Kalemtiras 8

11

Gözlerimde biriken yaşları silip yanına indim. Koltuğunda oturmuş bir ileri bir geri sallanıyordu. Tırnaklarıyla avuçlarını kazıyordu bir yandan. Belli ki yeni bir krize tutulmuştu, yeni bir delilik yaratmıştı kendine. ''Nejat, ben çok yaşlandım artık.'' dedi. Aynı konu. ''Nejat şu halime bak, başımda saç kalmadı. Ellerim yaşlılık lekeleriyle doldu, yüzüm çizik içinde, kollarımda güç kalmadı. Artık senin benden sonrasını da düşünmeye başlaman gerekir.'' Babamdan sonrası mı? Babamdan sonrası yok ki. ''Nejat ben çok yaşlandım artık, öleceğim.'' dedi. ''Baba!'' dedim sesim şimdiden titreyerek. ''Sen ölürsen tüm dünya ölür''. Tüm dünya dönmeye başladı ayaklarımın altında, hıçkıra hiçkıra ağlamaya başladım. Kaşlarını kaldırıp bana baktı. ''Bir şu halime bak, bir de resimdeki halime. Öleceğim ben, öleceğim, öleceğim...'' Bu haberi neşeyle mi kederle mi karşılıyor anlamak mümkün değildi. Ağlayarak merdivenleri çıktım. Kapımı kilitleyip yatağa kapadım yüzümü. Babam öleceğini söylüyordu. Babam, hayatımdaki tek insan. Kaybedemeyeceğim tek şey, ve sahip olduğum. Babam eski babam değildi, ama ben ergenlik dönemindeki bir çocuk gibiyim hala. Tanrım, ne yapacağım ben?

*** Birkaç gün sonra akşam yemeğinden sonra babam piposunu içerken yanına oturdum: ''Baba, ister misin küçük bir değişiklik yapalım?'' Dönüp yalnızca baktı. ''Şu resmi değiştirelim artık, yeni bir resmini çekip aynı çerçeveye koyalım. Hem ne kadar yaşlandığını daha iyi anlarsın böylece. O resim çok eski.'' ''Eski resimler de kıymetlidir Nejat.'' dedi. ''Hem şimdi yeni bir resim, evden çıkıp fotoğrafçıya gitmek ve...''

Page 12: Kalemtiras 8

12

''Ben çekerim!'' dedim büyük bir hevesle ses tonumu yitirerek. ''Hatta istersen hemen çekelim resmini.'' Bir şey demesine fırsat bırakmadan koşarak çıktım evden. Çok nadiren evden dışarı çıktığım zamanlarda ara sıra, doktor ''İyi gelebilir, bakıp aklını boşaltır.'' dediği için boy boy kartpostal resimler ve fotoğraflar aldığım Şener'e uğradım. ''Şener'' dedim, ''Bana yardım etmen gerekiyor''. ''Elbette, ne oldu?'' Çevre esnafının, hayatla her türlü bağını kesmiş bu iki katlı evin küçük oğluna büyük saygı ve sevgi duyduğu aşikârdı. Ailemin başına gelenlerden herkesin haberi vardı ve beni ''Çocuk büyük fedakârlık yaptı.'' diye anıyorlardı. Biliyordum ki istediğimde hiçbir esnafa para vermeyebilirdim, her türlü ricada bulunabilirdim. Nasılsa her şey vaktiyle tüm esnafa ağabeylik yapmış olan babam ve onun camları kırıp kaçmayan -anaları çok dövermiş zira- iki oğlunun anısı içindi. ''Öncelikle bir fotoğraf makinesi gerekiyor'' dedim. ''Parasını mümkünse sonra halledelim''. Başını sallayarak önemli bir husus olmadığını belirtircesine bir işaret yaptı. ''Bunun haricinde benim için bundan böyle her gün, ya da en azından iki günde bir ufak yardımlarda bulunman gerekecek'' Olanları ve yapmak istediğimi bilmesi gerektiği kadarıyla anlattım. ''Allah Bahri amcaya uzun ömür versin, gerekirse tahta bile yakıştırırız biz onu. Senin için rahat olsun'' dedi. Gerek olmadığında inat etsem de ''muhakkak ki daha güzel olur'' diye ısrar ederek resmi çekmeye kendi geldi. Dünya sınırlarının bitip evimizin sınırının başladığı yerde durup ''Evin içine kokusu sinmiştir inanır mısın?'' dedi. '' Sen anlayamazsın belki ama bu ev baban gibi

kokuyordur artık.'' Şener evi dikkatle ve müthiş bir saygıyla incelemeye başladı içeri girdiğimizde. Babamı gördüğümüzdeyse bir anda dünyanın en normal işini yapıyormuşçasına onu selamladı. ''Insanın dost edinmek isteyeceği bir adammış bu Şener.'' diye geçirdim aklımdan ''Adama kendini peygamber gibi hissettirir gerektiğinde, öyle yetenekli bir yalancı.'' ''Bahri baba, şöyle güzel bir pozunu alalım.''

dedi elini öptükten sonra. Babam ne yapması gerektiğini pek de bilmeyerek koltuğunda kıpırdandı. Foto Şener birkaç kısa komut verdikten sonra uygun bir poz yakaladı ve deklanşöre basıverdi. ''Vallahi Sezar gibi oldun Bahri Baba'' dedi gerçekten de Sezar'a hitap ediyormuşçasına. ''Sus ulan artık!'' dedim içimden, ''bir de başımıza Sezar falan çıkarma.''

Page 13: Kalemtiras 8

13

''Nejat benimle gelip pozu alsın. Ara sıra da resmini çekelim böyle.'' Dükkana gidip pozu almamız on dakika sürmedi, çıkarken Şener kulağıma eğilip ''Her gün çek bir şipşak bana uğra.'' dedi.

*** Tam 176 gün sürdü küçük oyunumuz, biliyorum çünkü resimleri saydım. Babam sızlanıp durmayı kesti, artık resmiyle arasında bir farklılık göremiyordu zira. Ilk ay her zamankinden iki kat fazla zaman harcamaya başladı aynanın karşısında. Bir yaşlanma belirtisi görmek için çırpınıyordu. Ikinci ay normale döndü, daha sonra kendini incelemeyi neredeyse tamamen bıraktı. Ara sıra şöyle bir bakıyordu sadece. Bense her gün 'baba albümü'ne yeni bir resim ekliyordum. Her şey güzel gidiyordu, şimdilik. Bir sabah kapım yıkılırcasına açıldı, ben daha ne olduğunu anlayamadan babam yakama yapıştı: ''Nejat, bu resim yaşlanıyor! Aman ya Rabbi, resim yaşlanıyor!'' Bu babamın yeni deliliği değildi, aksine gerçeği anladığını gösteren bir serzenişti. Babam yaşlanan resmin sırrını çözmüştü fakat nasıl olduğunu öğrenemeyecek kadar uzaktı dünyadan. Beni bırakıp aşağı geri indi. Ben de peşinden koştum ''Bu resim yaşlanıyor, evet her gün yaşlanıyor!'' diye bağırarak koşturuyordu odanın ortasında. ''Mahvoldum.'' dedi. Hayır, ben mahvoldum sanırım. Babamı zorlukla koltuğuna oturtup ona gerçeği anlatmaya karar verdim, başka çıkış yolum yoktu: ''Baba'' dedim. ''Resim yaşlanmıyor, yaşlanan sensin aslında. Öleceğini söylediğinde öyle korktum ki bir daha böyle bir sözü ağzına almaman için her gün bir resmini çekip Şener'e götürdüm.'' Tam 176 gün, 176 yeni resim. Babam için fazladan birkaç milyar kan damlası. ''Şener her gün ilk resmin üzerinde oynama yaparak yeni yüzünü eski resme montajladı.''

Page 14: Kalemtiras 8

14

176 gün,söylenmiş 176 yalan.Babam için 176 defa hesap gecesi, 177. gün benim hesap verme günüm. ''Inanmazsın duyunca diye de tüm resimleri biriktirdim. Istersen hepsini getireyim sana.'' Meşhur baba albümü. Hepsi aynı koltukta, aynı düşüncelerle, aynı kazakla çekilmiş. Odama gidip albümü getirdim ve babama uzattım. Babam tamamen sakinleşmişti, ''Bana içeriden bir kalem getirir misin Nejatcığım'' dedi. Sevinçle kalemi getirdim, babam o sırada ilk on resmi yerinden çıkarmıştı bile. ''Şimdi'' dedi kendi kendine konuşurcasına ''Ilk gün sağ kaşımın üzerindeki leke biraz büyümüş ve...'' Dünyanın karardığını hissettim. Bayılmışım.

*** Kendime geldiğimde babam başımdaydı. ''Sen uyuyakaldığın sırada bir liste yaptım.'' dedi. Sesini biraz yükseltti ''Dinle bak: ''1. gün: Sağ kaşımın üzerindeki leke biraz büyümüş ve gözlerimin altındaki şişlik artmış.''

''Baba yapma!'' dedim. Yüzüm yanıyordu. ''2. gün: Çok belirgin bir değişiklik olmamış. Dudaklarımda hafif buruşukluk var.'' Ve fazladan 20 milyon kan damlası. ''Baba ne olursun!'' dedim. Kaçmak istiyordum ama vücudum beni dinlemiyordu. ''3. gün: Sayması zor oldu ama yaklaşık 100 tel saçım eksilmiş.''

Ve fazladan 20 milyon... Cesetlerin üzerinde. ''Baba yalvarırım!'' dedim ''4. gün: Dudaklarımdaki buruşukluk artmış, çizikler belirginleşmiş.'' Ve fazladan yaşanmış bir hesaplaşma günü daha. ''Baba yeter! Yalvarırım dur artık'' diyip ellerine sarıldım ellerimde kalan son güçle. Bir an için durdu:

Page 15: Kalemtiras 8

15

''Baba'' dedim ''Annemi çok özledim ben'' ''Ben de…'' dedi. Gözlerinde bir ışıltı belirdi, ya gözyaşıydı ya da bir zeka pırıltısı. Kan kesinlikle değildi. *** Babam gazetelerini okuyordu yanına indiğimde, merakla yanına gittim ''Gazeteyi kapıdan sen mi aldın baba?'' dedim. ''Evet'' dedi. ''Içeri gidip bir bakmanı istiyorum''. Ses tonu mu değişmişti babamın? Onu kayda almayı atlamış mıydık? Içeri gittim, odaya anlamayarak bakındım. Eşyalara şöyle bir göz attım, babam albümümle ilgili yeni bir çalışma yapmış olabilirdi. Babamın durumundaki beklenmedik değişikliğin verdiği şaşkınlıktan olacak, hiçbir şey anlamadan odanın ortasında duruyordum. ''Eski resimler de kıymetlidir Nejat'' diye seslendi içeriden. Bir an gözlerim masada duran çerçeveye takıldı, ayakta duramayıp diz çöktüm. Annem ve ağabeylerim camın ardından bana bakıyordu. ''Bu da benim albümümden'' dedi arkamda ayakta duran babam. Işte o an dağ gibiydi, aslan gibiydi. ''Ananı ve ağabeylerini özlemişsin diye koydum çerçeveye'' Anneme sarıldım, ağabeylerimin yüzünü örten camı öptüm. ''Biliyor musun?'' dedi ''Bu resimde sen de varsın aslında. Ama ananın karnındaydın ben bu resmi çektiğimde.'' Babam eski babam değildi ama ben hala anamın karnında bir bebek gibiydim. ''Bak tüm dünya toplanmış bu resimde'' dedi. ''Cenap,Zülfü,Nejat ve anaları, kadınım...'' Hiç yaşlanmayan resme baktım, öptüm yeniden. Bir de gözlerimi çevirip babama, kendime, bu eve, her gün yaşlanan bu resme baktım. Babamı alıp kaza yerinden götürdüklerinde kan damlaları henüz kurumamış. Babamın içinde boğulduğu, bir türlü kurumayan her gün artan kan damlaları. Ve 17 yıl sonra bugün, kan kurumuştu.

Page 16: Kalemtiras 8

16

hikâye hikâye hikâye hikâye nurşah sak

gecenin erken saatlerinden biri. odamda öylesine oturuyorum. normal olmayan bir şey yok

gibi. yanımda defterim, önümde bilgisayarım, internette birkaç gün sonrası için teslim edeceğim ödeve dair bir araştırma yapıyorum. açık kapıdan hafif bir serinlik geliyor.

kulağımda yine en sevdiğim ses, ilginç bir şeylerin peşinde gibi görünüyorum kendi kendime. okuduğum, bundan iki yüz yıl önce sıradan bir kadının yazdığı günlükler. araştırdığım tarihin

ilginç ayrıntılarından biriyle baş başa olmak güzel. bunu çoğu zaman çeşitli çalışmalar için yapıyoruz. ancak kaçırdığım, görmezden

geldiğim bir ilginçlik hissediyorum. nedenini tam olarak kestiremediğim,

anlamlandıramadığım garip bir his var. etrafımdaki her şeyden soyutlandığımı fark

etmiyorum. açık, yıldızlı bir göğün gecesi örtüyor şimdi oturduğum toprağı. sırt üstü

uzanıp izliyorum biraz onları, sonra doğrulup etrafıma bakıyorum. sokak lambaları

olduğundan parlak ışıyor bu gece, yardım alıyor olmalılar yukarıdakilerden. etrafımda

insanlar, kendi hallerinde, sakin, sessiz yaşamaktalar hikâyelerini. işte oradaki kız, aynı odayı paylaştığım, üzerinde gri bir hırka var. çıkarmak istemiyor bir türlü. derin uykulardan çekip çıkaracak kimsesi yok onu, hoş, çıkmak

istediğini de sanmıyorum, hırkasına sıkıca sarılıp atmalı ruhsal yorgunluğunu. ileride yeni tanıdığım bir insan, hayatı yeni bir dönemece girmiş besbelli, yerini yadırgamıyor ama bir an

önce her şeye uyum sağlayıp eski temposunda devam edesi var, bunun için çabalıyor. biraz ötemde başka bir kadın var. asık suratlı, burnu

havada, kendi aramızda selamsız bandosu diye dalga geçtiğimiz biri. yaşça hayli büyük

olduğunu duyduğumda şaşırmıştım, ne varsa bunda; ama harıl harıl çalışması, ihtiyaç

gördüğünde kelam etmesi garip geliyordu hep. şimdi de okuyor, derken bir an okuduğu

kitapta bir şeylere takılıyor, gözleri uzağa dalıyor. sadece birkaç dakikalığına içi

gözlerinden dışarı sızıyor. sonra toparlanıyor, düşündüklerini kimsenin görmediğinden emin

olmak için kolaçan ediyor gözleriyle etrafı, yeniden dönüyor kitabına. anlam

veremiyorum. aylaklığı sevmek, görmek, gördüklerimi kendimce yorumlamak güzel bana göre. insanlarla konuşmaktan öte şeyleri

böylece paylaşabilmek mümkün. uzakça çaprazımda bir grup oturmuş, tanıdık yüzler. bağıra bağıra şarkı söylüyor içlerinden biri, şarkı güzel ya, komik geliyor söyleyişi. gülüyorum.

annemle babam duysaydı bunu, o gün mutfakta yemek yerken bir kızın kulak tırmalayan bir

Page 17: Kalemtiras 8

17

sesle türkü söylediğini duyduğumuz gelirdi aklımıza. sahi, bir daha o kadar çok yemek yapar mıyım beni ziyarete

gelse bir sevdiğim? ufak tefek bir kız yanındaki delikanlının anlattığı eski bir televizyon programının komik bir

bölümüne gülmekten yerlere yatıyor. yanımdan birkaç metre ileride de okuldan en yakın arkadaşım, yanında

sevdiği genç adam, kendi hallerinde sohbet ediyorlar. ayak bileğimde iki gün önce kale’de misafirlerimizi gezdirirken

bir kadından birlikte aldığımız boncuklu halhal var, kafamı çevirip arkadaşıma bakıyorum, elimi görüyor, ikisi de

gülümsüyor çocuklar gibi. dizlerimin üzerine oturuyorum, arkama bakıyorum, suratını asık görüyorum eski bir

tanışın. telefonu çalıyor, bağıra bağıra konuşuyor telefondaki sesle. sakin halinden beklemiyorum bu tavrını, besbelli bir haksızlığa kızmış olmalı. uzağımda daha bir dolu insan

var, görebildiğim ve göremediğim yerlerde. kimiyle bir akşamüstü rastlaşıp döküyoruz içimizdekileri, bazen de ufak selamlaşmalar yetiyor eski samimiyeti yâd etmeye.

gece misler gibi kokuyor etraf, ağaçlardan mı, taşlardan mı bilinmez. gördüklerimin,

duyduklarımın, hissettiklerimin bana söylediği bir şey varsa eğer, o da aynı anda bir sürü hikâyenin yaşanıyor olduğudur hayat denen hengâmeler silsilesinde. bütün bunları dinlemek,

bu kitaptaki yerlerimizi düşünmek, yeniden yıldızlara bakmak ve kendi hikâyemi onlara dinletmek istiyorum. gözüm birine takılıyor, bir ışıyıp bir kaybolan cinsten bir yıldız bu. iyice

açıyorum gözlerimi, bir çerçevenin içinde gibi görüyorum onu. denize bir kamaranın penceresinden bakıyorum adeta. aklım kim bilir neredeyken bütün o olağanlığın içinde

oturduğumu fark etmem çok zaman almıyor. içimdeki garip his sönük, sadece biraz iteliyor beni yeni hikâyeler için. belli olmuyor ki, kâh kendi halindeyken, kâh hayallerdeyken, kâh

koskocaman bir kalabalığın ortasındayken gelip dokunuyor insana, eski semaver çayları gibi bir tat bırakıyor dilde. bu anlattıklarım da, ödev için okuduğum şu elimdeki kitapta olduğu

gibi, sıradan bir kadının oturduk yerden kurduğu hayallerden biri olarak geçer belki bir tarihçinin eline. yine de bu halimde açık bir huzur hissettiğim tastamam gerçek, açık

pencereden bir yıldıza söylediğim her şey doğru, içimden geçtiği için. sadece. ♦

♦http://fanzin-kalemtiras.blogspot.com♦