Jiyan - Sandığa Giderken

45
‘‘Cumhurbaşkanını halk seçiyor!’’ Sandı ğ a Giderken... AHMET SAYMADİ ÇETİN YILMAZ DELİCE GÜNAY DENİZ SAL ELİF ÖZGÜR EROL ÖZKORAY GÜNEŞ KARA HATİCE ALTINIŞIK SARPHAN UZUNOĞLU ŞÖHRET BALTAŞ Temmuz - Ağustos 2014

description

Jiyan yazarlarından Cumhurbaşkanlığı Seçimi yazıları.

Transcript of Jiyan - Sandığa Giderken

Page 1: Jiyan - Sandığa Giderken

‘‘Cumhurbaşkanını halk seçiyor!’’

Sandığa Giderken...

AHMET SAYMADİÇETİN YILMAZ

DELİCE GÜNAYDENİZ SAL

ELİF ÖZGÜREROL ÖZKORAY

GÜNEŞ KARAHATİCE ALTINIŞIK

SARPHAN UZUNOĞLUŞÖHRET BALTAŞ

Temmuz - Ağustos 2014

Page 2: Jiyan - Sandığa Giderken

Sandığa giderken: Bu bir genel seçim provasıSarphan Uzunoğlu

10 Ağustos 2014 günü, Cumhurbaşkanlığ ı seçimlerinin ilk (belki de son) turu için sandığa gidiyoruz. Ya da daha doğru bir tabirle, seçim sandıkları kuruluyor. Zira yoğun olmasa da bu seçimlere yönelik bir siyasi bir boykot tutumu da var. Aslında bu Ahmet İnsel ve Ömer Laçiner’in Birikim Dergisi’nde, Erol Özkoray’ın Jiyan’da yazdığı metinlerde işaret edildiği üzere, halkın seçtiği cumhurbaşkanı sıfatı üstünden Cumhurbaşkanlığı makamının elde edeceği meşruiyet ve buna bağlı olarak siyasal rejimin değişimine yönelik bir hamle de sayılabilir.

Birçoğumuz açısından geride kalmış olan bir önceki dönem, Abdullah Gül Dönemi, aslında başlangıcı

açısından Türkiye’de oldukça farklı bir siyasal iklime denk geliyordu. Özellikle Cumhuriyet Mitingleri’nin yükseldiği, Türkiye’de ulusalcıların ilk büyük yenilgi sonrası ilk kez moral topladıkları bu dönemde başlayan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı tartışmalarına ‘gerekli’ önem gösterilmemiş, %70 gibi bir evet oyu söz konusu olmuş, seçimlere katılım da %65’te kalmıştı.

Bu seçimler ise ilk olarak yurtdışı katılımları itibarıyla bazılarına göre hayal kırıklığı ile başladı. Zira yurtdışındaki seçmen katılımı %10’u bile bulmadı. Bu konuda ortaya birkaç tez koyulabilir. Bi r inc is i yur td ış ında yaşamanın ge t i rd iğ i yabancılaşma, ikincisi çifte pasaport sahibi olmanın

1

Page 3: Jiyan - Sandığa Giderken

yurtdışında bazı insanlara yaşatabildiği zorluklar, üçüncüsü ise sadece konsolosluklarda yapılan oy verme işlemi ve oy verme işleminin en önemli kolaylaştırıcısı olarak bunun en mahalli ortamda bile ülke genelinde organize edilebilir olması. Bugün yurtdışında yaşayan birinin konsolosluğa gitmesi oldukça güç.

Belirgin bir şey ki yurtdışında yüksek politik bağlılık taşıyan gruplar ve çıkar grupları oy kullandı. Aslına bakılırsa başta Fethullah Gülen Hareketi olmak üzere dünyanın farklı yerinde yaygın olan cemaatlerin sandığa organize bir şekilde gittiklerini tahmin etmek güç değil. Bu resmin dışarıdaki sandıklara yansıyan parçası. Bu sandıkların Erdoğan’ı ‘yeterince’ memnun etmeyeceği aşikar.

Demirtaş Etkisi

Türkiye’de açılacak sandıkların ise bizi memnun etmeyeceğine neredeyse eminiz. Zira gündeme gelen anketler arasında yalnızca Metropoll’ün anketi seçimlerin ‘ufak bir farkla’ ikinci tura kalacağını gösteriyor. Anket şirketleri farklılaştıkça Demirtaş’ın oyları 7.1 ile 11.5 arasında değişiklik gösteriyor. Benim tahminim o ki Demirtaş’ın oy oranı %9-%10 arasında seyredecektir. Katılım oranının düşmesi yoğunluklu olarak Demirtaş’ın sayıca oyunu arttırmasa da yüzdelik dilimini ileri çekeceğinden %11.5 ise makul bir azami oy tahmini diyebiliriz. Bu özellikle HDP ve temsil ettiği kitleler için, önümüzdeki genel seçim ve gidişat bakımından bir strateji belirlemede etkileyici bir unsur olabilir. Ancak unutmamak gerekir ki Cumhurbaşkanlığı seçimleri, çoğunlukla ideolojik seçimler. Milletvekili seçimleri yahut yerel seçimler gibi yerel dinamiklere o kadar net bir şekilde dayandıkları söylenemez. Bir de bu kadar yüksek profil bir adayı klonlayamayacağınıza göre, söylem orada çok daha fazla öne çıkacaktır.

Yazık ki ‘yeni yaşam çağrısı’ ve etrafında yürütülen kampanya değil Demirtaş’ın ve HDP-HDK’ye yönelik genel algının oy toplamada etkin olacağını göreceğiz. Zira iki ay içerisinde oturmuş bir çağrı kampanyası yapmak zor. Hele ki uzun metinlerin arkasında bunu gerçekleştirmek yazık ki eşyanın tabiatına aykırı. Hatta ben Demirtaş’ın şahsen, HDP-HDK’nin etki alanından çok daha geniş bir alana hitap ettiğini düşünüyorum. Partinin eş başkanı olmasını da işte tam da bu nedenle çok önemli buluyorum.

İhsanoğlu: Bir Siyasi Hamle

Aslında üç aday da üç ayrı siyasi hamleyi temsil ediyor. HDK-HDP, Öcalan tarafından Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Türkiye sol hareketinin geleceğine dair oluşturulmuş bir öngörü. Ekmeleddin İhsanoğlu ise MHP, CHP, BBP bloğunun, AKP karşısında Cemaat öncülüğünde ortaklaşmasının temel ürünü. Ben bu ortaklaşmanın daha belagatı düzgün, kitleleri konuşmasıyla etkileyecek biri etrafında yapılmasının bu hareket açısından daha doğru olacağını düşünüyorum. Ama bu da bir siyasi tercih. İhsanoğlu’nun eğitimine ve CV’sine hiçbirimizin diyecek bir şeyi yok.

Yine de İhsanoğlu’nun kampanyasının kötü bir kampanya olduğunu söylemek zorundayız. İhsanoğlu, sahip olduğu entelektüel birikimi iyi yönetemedi. Bunun da dışında, bu birikimi kullanıp oya da çeviremedi. Elbette bunda kampanya imkanlarındaki kısıtlamaların da etkisi var. Ancak İhsanoğlu gibi bir adayın daha yüksek profilli bir kampanya oluşturması beklenirdi.

Erdoğan’ın Tek Seçimi

Recep Tayyip Erdoğan açıs ındansa bunun muhtemelen siyasi hayatındaki en önemli seçim

2

Page 4: Jiyan - Sandığa Giderken

olduğunu söyleyebiliriz. Hem ilerleyen yaşı, hem Erdoğan’ın ve partisinin mevcut durumu, sürekli karşısındaki cepheyi genişleten siyasal tutumu vb. faktörler ışığında, AKP olmasa da Erdoğan açısından bu muhtemelen kilit seçim. 2023 vizyonunu gerçekleştirme konusunda Erdoğan’ın ciddi problemler yaşayacağıysa ortada. Her ne kadar AKP 2071 hesapları yapıyor olsa da, Ortadoğu’daki mevcut hareketlenmeler ve AKP’nin bu konudaki zayıflığı görünür durumda.

AB vizyonunun patlaması, Davutoğlu’nun müthiş başarısızlığı, Filistin konusunda yakından uzaktan bir aktör konumunda olamama gibi birçok faktörü göz önüne aldığımızda Erdoğan’ın bölgesel değil ‘milli’ bir lider olduğunu artık kabullenme zamanı. Çünkü ‘Ümmetin adamı’ planı tutmayınca ‘Milletin adamı’ geri döndü. ”Daha da çirkini Ermeni dediler” diyen Başbakan tam da bu milletin adamı profiline uyuyor. Her ne kadar hala Sünnilik referansına başvursa da Türkiye sınırları dışındaki Sünniler’de Erdoğan’ın bir karşılığı yok, herkes Erdoğan sonrası siyasal islamcılığın kaderine bakar durumda hatta.

Yine de bu seçimleri Erdoğan’ın kazanacağını hepimiz aşağı yukarı tahmin ediyoruz. Yüksek bütçeli kampanyasında yeni bir şey söylemeyen, siyaseten yeni söz üretmeyen; ama hep daha çok yetki isteyen bu adam, bir başka siyasi parti liderinin şiiriyle kampanya yapacak kadar ‘rahat’, her yaptığıyla olay yaratacak kadar da zor bir siyasi figür.

Sandıktan Sonra

Bana kalırsa sandıktan sonrasını konuşmak gerekiyor, açıkçası seçimlerin ikinci tura kalması, Türkiye’de siyasi ortamı bulandıracak bir gelişme. Bir yandan Erdoğan Kürt açılımı konusunda yeni adımlar atmak zorunda kalacak öte yandan da ikinci turda çok daha yüksek bir oy oranıyla seçilme ve genel seçimlere bu

oranın propagandasıyla girme şansı olacak. Yine de her şartta Erdoğan’ı yenilgiye uğratmak istesek de Türkiye’deki mevcut siyasi durum ve İhsanoğlu profili buna izin verecek gibi durmuyor.

Erdoğan Türkiye’nin önünde duran tek engelin biz olduğumuzu söylerken, yavaş yavaş geminin su almasına neden olanın bizzat kendisi olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye çalışıyor. Onla birlikte ‘dibe doğru’ yol alırken onun söylem havuzuna su taşımaktan fazlasını yapabilecek bir siyaset üretiminin koşullarını Demirtaş Kampanyası ile ölçmüş olacağız.

Ama bana kalırsa Demirtaş Kampanyası’nın en önemli ayağı (gerçekleşirse) ikinci tur olacak.

Eğer ikinci turda önyargıların aksine aktif bir boykotla Erdoğan Kürdistan’da kendi devletçi, sağcı seçmeniyle başbaşa bırakılıp Kürtler’den güzel bir tokat yerse, Demirtaş Kampanyası işte o gün kazanmış olacak.

3

Page 5: Jiyan - Sandığa Giderken

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve demokratik özerklik I İktidar meşruiyetini yitirdi

Erol Özkoray

Türkiye’de karşı devrim (1) kazandı. Liberallerin islamcılardan “demokrasi” bekleyen aymaz tavrı, tam aksi yöne savrularak bir islam diktatörlüğüne dönüştü (2). Onlar kendi yetersizlikleri ve bilinçsizlikleri içinde debelene dursun, asıl konumuz bir bela olan bu siyasi rejimden nasıl kurtulacağımız ve yerine ne tür bir rejim kuracağımız. Neyin karşısında olduğumuzu da çok iyi anlamamız gerekiyor. İslamcı Yeşil Faşizm (3) olarak da adlandırabileceğimiz bu rejim adım adım 12 yılda kuruldu. İlk aşamada iktidar TSK/Genelkurmay’ın elindeydi, ardından birlikte iktidar paylaşımına gittiler. RTE/AKP ancak 2011 seçimleri ile gerçek iktidar oldu. Zaten rejimin bir islam faşizmine dönüşmesi de son üç yılda hızla gerçekleşti.

Bu noktada islam, demokrasi ve totalitarizm arasındaki ilişkiye de açıklık getirmek gerekiyor. Bir kere “siyasi islam”, ya da “siyasal islam” diye birşey yok! Bu tanımlama Fransızlar tarafından 11 Eylül sonrası kendi müslüman azınlığı alınmasın ve gücenmesin diye uyduruldu. İslam başlı başına siyasi bir proje olduğu için, her durumda zaten siyasidir. İslam ancak bir inanç çerçevesinde kalırsa, bireysel düzlemde bir dindir. Ancak, siyasete uygulandığında top lumun bü tün a l an la r ına nü fuz e tmey i amaçladığından ve tüm toplumu islami normlar çerçevesinde dönüş türme misyonuna sahip olduğundan (şeriat) totaliterdir ve dolayısı ile %100 siyasidir. Birey değil, cemaat ön planda olduğu için de hıristiyan demokratlarla kıyaslanamaz, dolayısı ile demokrasi ve islam yanyana anılamaz. İslam totaliter olduğu için, kelimenin tam anlamıyla demokrasiyi

4

Page 6: Jiyan - Sandığa Giderken

boğar. İslamın siyasete uygulandığında gideceği tek yön vardır: Faşist totalitarizm. Bu tespiti yapmadan iktidarın açmazlarını tek bir kişiye indirgemekle fazla bir yere varılamaz. Şüphesiz o da önemlidir, ama asıl hangi rejim içinde yasadığımız, ne tür bir ideolojinin karşısında bulunduğumuz ve kimle/kimlerle dans ettiğimiz önemli. Bunun aksini iddia edenler örnek bir ülke göstermek zorundadırlar ki, dünyada böyle bir ülke yoktur.

Bir kere adını koyalım: Şu an içinde yaşadığımız rejim nasıl tanımlanabilir? Sünni İslam Cumhuriyeti (SİC). Tabii bu gayrı resmi adıdır. Ancak, fiili rejim budur. Resmiyete giden yolda ise Cumhurbaşkanlığı seçimi önemli bir siyasi aşamayı oluşturacağı için çok önemlidir. Onun için bu seçimle bu kadar çok uğraşılıyor, uğraşıyoruz. Tabii onlar da… Hedef olarak koydukları 2023 SİC’ın resmi ilan tarihini, “Yeni Türkiye” sloganı da “İslamcı Türkiye” anlamını içerir. Yani bugün itibarı ile bütün Türkiyeliler en geç önümüzdeki 9 yıl içinde resmiyet kazanacak ve bir daha geri döndürülmesi imkansız olan bir İslamcı Faşist Rejim tehditi karşısındadır. Tabii bu da bazılarının dediği gibi bir “devrim”dir. Bizim için ise tipik bir karşı devrim.

İşte tam da bu noktada siyasi meşruiyet önem kazanıyor. Bir kere, RTE/AKP genel seçimlerde toplumla imzalamış olduğu “sosyal kontrat” tamamen geçerliliğini yitirdiği için (laik cumhuriyet kontratı) meşruiyetini kesinlikle kaybetmistir. Takiyeye başvuran, yalanla hem ulusal kamuoyunu, hem de Batı’yı aldatan iktidar, bugün itibarı ile gayrı meşrudur. Zaten onun için sürekli “Milli irade” ve “Milli güç” gibi tipik faşist sloganlar (benzerleri Mussolini döneminde ve faşist Vichy’de de vardı) ardına sığınma gayreti içindedirler.

Laik cumhuriyet kontratının üzerinde durmak gerekiyor ve bu şart. Bir kez daha belirtmek gerekiyor: Cumhuriyetimiz otoriterdir, laikliğimiz ise dejenere olmustur. Ama bu durum, cumhuriyet ve laiklik kavramlarını önemsiz ve değersiz kılmıyor. Tam tersine hayati önemdedirler. Cumhuriyet, tarihi süreçte demokratik bir cumhuriyete dönüşeceği yerde, darbelerle otoriter yanı daha da güçlenmiş dönem

dönem sinsi totaliter ve sinsi faşist nitelikler de kazanmıştır. Hatta bazı dönemlerde faşizm (şiddet hesap vermeksizin kanundışı olarak kullanılır) açık olarak bile uygulanmıştır (12 Eylül Rejimi). Temelinde cumhuriyet, fikri ve ideolojisi Fransız devriminden alındığı için vazgeçilemez. Onun için önemlidir. Laiklik de öyle. Laik devlet bütün dinlere eşit mesafede durur ve dini yönetmez. Diyanet türü devlet kurumları laik devlette bulunmaz. O açıdan laiklik dejenere olmuştur diyoruz. Yoksa, laikliğe inananlar hem çok önemli bir kitledir, hem de fikri olarak toplumda derin kökleri vardır. Artık laiklik demokrasinin de garantisidir. Şimdi en önemli noktaya geliyoruz. Cumhuriyet ve laiklik olmadan yarının demokrasisini kurmamız imkansızdır. İşte Libya, Irak, Suriye, Mısır, İran, Afganistan ve Pakistan. Yarının özgür ve demokratik Türkiye’si cumhuriyet ve laiklik temellerinde yükselecektir. Eğer bu hayati iki değeri yitirirsek totalitarizm içinde yok oluruz. İyi ve eksik yanlarıyla ülke bu iki değer üzerine kurulmuştur. Bunları demokratikleştirmek ve gerçek içeriklerine kavuşturmak bizlerin ve siyasilerin görevidir. Ama sinsi bir biçimde bu iki değeri yok edenler ve dolayısı ile demokrasiye ihanet edenler tabii olarak meşruiyetlerini kaybederler. Faşist rejim kurmak için çalışan, RTE ve AKP’nin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Bu, ana siyasi eksen de, meşruiyet kaybının kanıtıdır. Diğer alanlar ise söyle sıralanır: İnsanlığa karsı suç (Gezi Ayaklanması), savaş suçu (Suriye Savaşı), yolsuzluk suçu (bütçenin tamamen soyulması ) ve vatana ihanet (ISİD’le işbirliği). Kanunsuzluklar, savunmasız sivil halka karşı polise öldürme emrini vermekten, Suriye’deki barbarlara kimyasal silah sağlamaya, büyük yolsuzlukları organize etmekten, ISİD adlı psikopat bir islamcı grubun Türkiye’deki Truva Atı rolünü oynamaya kadar uzanıyor. Bu durumda, RTE/AKP’nin meşruiyeti kalmamıştır. Esasen halkın muhatabı değildir. Doğrudan kanunla muhatap olmalıdır. Değil Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak, acilen siyasetle ilişiğinin kesilmesi gerekir. Normalde bunu Anayasa Mahkemesi yapar.

Kanun nezdinde bu kadar vahim suçları işleyen bir partinin Anayasa Mahkemesi’nde dava açılarak derhal

5

Page 7: Jiyan - Sandığa Giderken

kapatı lması , yetkil i ler inin de hapsedilerek yargılanmaları gerekir. Bizim vergilerimizle Silivri’de yaptırdıkları ve haksız yere KCK davalarını gördükleri iki dev mahkeme salonu onları bekliyor. Yatırımlarımızın karşılığını bir şekilde mutlaka görmeliyiz. Başkasının hizmetkarı olmak yerine, savcı ve hakimlerin önce kendilerinin efendisi ve hizmetkarı olma zamanı artık gelmedi mi?

(1) İslamcı AKP 2002 seçimlerini kazandığında hemen akabinde Fransız Libération gazetesine yazdığım ve 11 Aralık 2002 ′de yayınlanan “Türkiye’de karşı devrim” yazısı bugün tamamen doğrulandı. Aynı yazı Turhan Ilgaz’ın çevirisi ile Totaliter Türkiye Çiftliği adlı kitabımda da yer aldı (Belge Yayınları, 2006).

(2) Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan “Kuvvetler Ayrılığı Prensibi”nin ortadan kalkması diktatörlük tanımı için yeterlidir.

(3) Bkz. Yeşil Faşizm Nasıl Kuruldu? sf, 17-51, Gezi Fenomeni, Erol Özkoray (İdea Politika Yayınları, 2013)

6

Page 8: Jiyan - Sandığa Giderken

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve demokratik özerklik II Başkanlık sistemi tek adam diktatörlüğüne götürür 

Erol Özkoray

“İktidar meşruiyetini yitirdi” başlıklı ilk yazıda, RTE/AKP’nin genel seçimlerde halkla arasında ‘de facto’ yapılmış olan laik cumhuriyet korumaya endeksli “sosyal kontrat”a uymadığı, tam tersine hareket ederek bir Sünni İslam Cumhuriyeti kurmak için çalıştığı tespiti yapılmış, dolayısı ile meşruiyetini yitirdiği gösterilmişti. Kurmaya çalıştığı islamcı faşist diktatörlüğün yanı sıra, iktidarın gayrı meşru olmasına neden olan diğer alanlar ise şöyle sıralanmıştı:İnsanlığa karsı suç (Gezi Ayaklanması), savaş suçu (Suriye Savaşı), yolsuzluk suçu (bütçenin

tamamen soyulması ) ve vatana ihanet (IŞİD’le işbirliği). Demokrasilerin de düşmanlarına karşı kendini koruma hakkı olduğu prensibinden hareketle, partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ve so rumlu la r ın ya rg ı l anmala r ı ge rek t iğ i savunulmuştu.

Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi siyasi rejimin temelden değişmesi anlamına gelir. 10 Ağustos’ta ilk turu yapılacak olan seçimlerle RTE/AKP bunu hedeflemektedir. Devlet başkanının

7

Page 9: Jiyan - Sandığa Giderken

halk tarafından seçilmesi çift başlı olan yürütmedeki (Cumhurbaşkanı ve Başbakan) bütün dengeleri bozar ve Cumhurbaşkanı otomatik olarak yürütmenin patronu olur. Tabii bu, eğer parlamentoda çoğunluğu varsa geçerli olan bir durumdur ve sadece RTE bu kategoriye girmektedir. Diğer iki adaydan birinin seçilmesi durumunda başkanlık sistemine giden yol tamamen durdurulur ve eski sistem aynen devam eder. Eski sistemde ise RTE, siyasi gücünden fazla bir şey kaybetmez. Sadece açık diktatörlüğe veda eder. Yani bu seçimlerde kaybetse bile bir yerde kazanan yine RTE oluyor. Bir tek, Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda RTE zor anlar yaşar, sürekli siyasi ayar yer ve demokratik sansüre uğrar. CHP/MHP adayının seçilmesinde ise, değişen fazla birşey olmaz, ama en azından tek adam diktatörlüğüne giden yol doğrudan kesilir.

Seçim sonrası büyük problem yaratabilecek ikinci konu ise, eldeki 12 Eylül darbe anayasasının başkanlık sistemine göre değil, başbakanın yürütmenin başı olduğu parlamenter rejime göre dizayn edilmiş olmasıdır. Dolayısı ile normalde, başkanlık sistemine uygun, yeni anayasanın yapılması gerekiyor. Bu noktada da şu sorular çok önemli: Çift başlı olan yürütme birbirleriyle dalaşır mı? Eğer seçilirse RTE, eldeki anayasa çerçevesinde başkanlık sistemini dayatabilir mi? Son olarak ta başkanlık sistemi ülkeyi niçin tek adam diktatörlüğüne götürür?

İlk olarak ABD Başkanlık rejiminden başlayalım. Dünyadaki tek Başkanlık rejimi örneğidir. Bütün sistem hukukun üstünlüğü üzerine kurulduğu için (siyasi mekanizmalar üzerine değil) dünyada pek eşi benzeri olmayan bir siyasi sistemdir. Taklit edilmesi imkansızdır. Yapmaya kalkanlar, Latin Amerika türü diktatörlüklerin içine düşerler, meğer ki amaçları tek adam diktatörlüğü olsun! Demokrasi geleneği olan Avrupa’da bile başkanlık rejimini uygulayan bir tek ülke yoktur. Yapamazlar, çünkü imkansızdır. Bunu geçelim!

Bir de Fransızlara has yarı başkanlık rejimi vardır ki, 40 yılım içinde geçtigi, toplam 9 seçim ve 7 başkan gördüğüm için -uzmanlık alanım oldu- kopyesi, taklidi yine imkansızdır. Zaten Fransa dışında

uygulayan tek ülke yoktur, nevi şahsına münhasır tam da Fransızlara uygun bir rejimdir ve özellikle de Charles De Gaulle için ısmarlama yapılmıştır. Yürütme çift başlıdır, ama patron halk oyuyla doğrudan seçildigi için Başkan’dır. Bu sistem bir tek, başkan ile parlamento çoğunluğu ayrı siyasi görüşteler ise (biri sağda iken, diğeri solda) bloke olur ve işlemez. Sorunu da erken genel seçimle çözerler. Bu rejimin de Türkiye’de uygulanması, doğrudan diktatörlüğe götürür. Hele de RTE gibi demokrasiden nasibini almamış biri söz konusu ise. Ülkede hukukun içinde bulunduğu durumda, her iki rejim biçimi de bizde açık diktatörlük anlamına gelir. Nokta.

Ancak, Anayasadaki siyasi şizofreni nedeniyle içinde bulunduğumuz durum o kadar da basit değil. Darbeden tam 4 ay önce, Ankara’da ceketinin sağ dış cebinde anayasa taslağını dolaştıran ve bunu da Prof. Aydın Yalçın’ın çıkardığı Yeni Forum dergisinin Mayıs 1980 sayısında bastırıp dağıttıran Coşkun Kırca’nın anayasası Orhan Aldıkaçtı eliyle bugün yürürlükte olan anayasadır. Kırca askerlerin adamıydı, anayasayı darbeden önce hazırlayıp kabul ettirdi, Sultani’den de arkadaşı olan anayasacı Aldıkaçtı ile birlikte işi kotardılar. Konu niçin bu kadar önemli? Çünkü ikisi de Galatasaray Liseli oldukları için frankofondu ve yeni anayasayı kaleme alırken halen yürürlükte olan 1958 Fransız 5. Cumhuriyet Anayasasından esinlendiler. Yani yarı başkanlık sisteminden. Şizofreni şu noktadaydı: Öyle bir Cumhurbaşkanı modeli koyalım ki, anayasal gücü öyle iyi ayarlansın ki, istenmeyen bir iktidar geldiğinde (örneğin islamcı bir başbakan) onu kontrol edebilsin, ona hayatı zehir etsin, siyaseten perişan etsin. Onun için Fransız başkanının çok önemli olan anayasal görevlerini kopya ettiler (Başbakanı ataması, parlamentoyu fesh etmesi gibi). 2007′deki islamcı Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı derin devletin başkaldırısının ardında yatan asıl neden budur: Rejim tümüyle elden gidiyor paniği! Cumhurbaşkanını, Kırca/Aldıkaçtı ikilisi, rejimin potansiyel düşmanına karsı bir garantör olarak düşünmüşlerdi. Şizofreni de burada: Seçilmiş Başbakan’a karşı, bir yerde atanmış sayılabilecek Cumhurbaşkanı. Tabii düşünemedikleri, bir gün o Cumhurbaşkanı’nın parlamento yerine halk

8

Page 10: Jiyan - Sandığa Giderken

tarafından seçilmesiydi. O zaman istemeden, Fransız yarı başkanlık sistemine çok benzeyen bir rejim ortaya çıkıyor: Cumhurbaşkanına Başbakanı atama, hükümete başkanlık yapma ve parlamentoyu fesh etme yetkilerinin verilmesi.

Bu noktada siyasi konjonktürün durumuna göre çift başlı olan yürütme dalaşabilir. Bir Başbakan emir eri gibi davranılmasını kendine yediremeyeceği için, RTE’nin Cumhurbaşkanı olması durumunda, direnç gösterince makam odasında tekmeler ve yumruklar uçuşabilir, havadaki kül tablalarına karsı gölge boksu yapmak durumu zuhur edebilir. Tabii hakaret ve açık küfür zaten vaka-i adiyeden olduğu için hiç girmiyoruz bile. Akbulut bile Irak savaşı konusunda Özal’a nasıl direnmişti unutmayalım. Bir de yarı başkanlık modelinin fiili olarak uygulamaya konulması durumu var. Bu imkansız değil, çünkü cumhurbaşkanının bunu uygulamak için yeterince anayasal hakkı bulunuyor. Yani, yeni anayasa yap ımına g i tmeden , e ldek i i l e t ek adam d i k t a t ö r l ü ğ ü n ü k u r a b i l i r m i ? E v e t , kurabilir.

Olağanüstü hal ilanı ile ilgili anayasanın 120. maddesi tipik faşist bir maddedir, bununla bütün özgürlükler askıya alınır ve tek adam diktatörlüğü ilan edilir. Kırca/Aldıkaçtı ikilisi bu maddeyi doğrudan Fransız anayasasının 16. maddesinden kopya ettiler ve daha da ağırlaştırdılar. O 16. madde ki (sadece bir kez Cezayir Savaşı sırasında De Gaulle tarafından çok kısa bir süre uygulandı) Fransız demokrasisine çok büyük tehdit olarak algılanır, uygulanmamakla birlikte sonunda 2008 yılındaki bir değişiklikle demokrasi için tehlike azaltılmış ve faşizm belası sınırlandırılmıştır. Anayasa hukuku ile uğraşanlar bu 16. maddenin demokrasi için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu çok iyi bilirler. Rejimin tepesinde adeta bir Demokles’in Kılıcı gibidir. Bizde ise adeta bir siyasi tsunami gibi katmerlisi var. İste 120. madde: “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü

aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.”

Bu madde temel hak ve özgürlüklerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl tümden durdurulacağıyla ilgili olarak, 121 ve 122. maddelerle daha da ağırlastırılmıştır. Örneğin Gezi Ayaklanması’nı RTE gibi demokrasi ile herhangi bir ilişkisi olmayan biri rahatlıkla bu madde içine sokar. Ya da yarın Kürtlerle barış görüşmeleri çıkmaza girer ve siyasi hava gerilirse aynı maddeye müracaat edebilir. Maddede yer alan muallak “ciddi belirti” herşeye, her konuya ve her duruma uygulanabilir.

Ama tam aksi yönde, örneğin IŞİD’in iktidar tarafından demokratlara karsı paramiliter bir güç olarak (Hitler’in SA’ları ‘kahverengi veba’ gibi) kullanılmasını ise rahatlıkla gözardı edebilir. “Yeşil veba” (IŞİD), RTE’ye göre sünni olduğu için her eylemi makbuldür, destekler, işbirliği yapar. Yani Truva Atı pozisyonunda bir Cumhurbaşkanı’ndan söz ediyoruz. IŞİD adlı, psikopat barbarların tehlike oluşturmadığı söylenebilir mi? O tehlike vardır ve gerçektir. Burada ulusal niteliği kalmamış, açıkça sünni dünyanın halife olarak liderliğine soyunma hedefi aşikar ve enternasyonalist olan, potansiyel bir cumhurbaşkanından bahsediyoruz. Yani kendine oy vermeyenleri münafık olarak gören, onlar öldürülünce (Gezi’de kaybettiklerimiz) islam adına sevap işlediğine inanan, yani hiçbir suçluluk duymayan bir adamdan.

Bu kişinin, eğer seçilirse Anayasa’ya göre yapılan yeminin içinde söyleyeceği şu sözler var: “milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini korumak”, “hukukun üstünlüğünü savunmak”, “laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalmak” “herkesi insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlandırmak” ve “görevi tarafsızlıkla yerine getirmek”. 12 yılda bunlardan hangi birini yerine getirdi? 120. maddeye bile gerek kalmadan RTE faşist yöntemlerle kendı kişisel diktatörlüğünü kurabilir. Kısaca tehlike çok büyük.Yalanın ve dezenformasyonun RTE tarafından sistematik olarak uygulandığı bu toplum, siyasi meşruiyetini tümüyle yitirmiş olan bu sözde ve sahte “padişaha” daha ne kadar tahammül edebilir?

9

Page 11: Jiyan - Sandığa Giderken

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve demokratik özerklik III Solun Ana Gövde Partisi ve Demokratik Özerklik

Erol Özkoray

İlk yazıda, toplumla arasındaki ‘de facto’ anlaşma olan “laik cumhuriyeti koruma” konusunda tam aksi yönde hareket eden RTE’nin, Sünni İslam Cumhuriyeti (SİC) kurmayı hedeflediği için iktidarının meşruiyetini yitirdği kanıtlanmıştı. İslam faşizmine giden bu yol iktidar partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması için yeterli bir argümandır. İkinci yazıda, RTE/AKP’nin kurulmasını hedeflediği Başkanlık Rejimi ise, kesinlikle tek adam diktatörlüğüne götüren yoldur görüşü net olarak islendi. Eldeki Anayasa ile, RTE’nin yeni anayasa yapımına bile gitmeden fiilen Başkanlık sistemini kurabileceği ve böylelikle diktatörlüğünü ilan edebileceği analizi yapıldı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerini RTE kazanırsa, Sünni İslam Cumhuriyeti’ni (SİC) resmileştirmek için 2023′e kadar devam edecek olan Başkanlık sürecini başlatır. 2023 tarihi, 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu temsil ediyor. CHP/MHP adayının, ya da Selahattin Demirtaş’ın seçilmeleri durumunda ise Başkanlık Sistemi süreci tamamen durur ve kadük olur. 10 Ağustos’ta oy kullanmadan önce bu tespitin çok net bilinmesi lazım. Eğer RTE seçilirse tehlike büyüktür. Ancak durumu tersine çevirmek için elimizde, kısa vadeli çok önemli bir imkân da var: Genel seçimlerde RTE/AKP’nin çoğunluğu kaybetmeleri. Cumhurbaşkanı olan RTE, meclis çoğunluğunu yitirince görevi sıfırlanır. Başkanlık sistemini unutur, göstermelik bir başkan olur, hiçbir şekilde yürütmeyi (Başbakan’ı) etkileyemez. Bunu, hem de yarı Başkanlık sisteminin tıkır tıkır işlediği ve kurumsallaştığı Fransa’da bile, sosyalist Mitterrand (parlamentoda çoğunluk sağa geçtiğinde) ve sağcı Chirac (bu kez parlamento çoğunluğu solda olduğunda) iki kez yaşadılar. RTE’nin, yapacağı hiçbir iş kalmaz, boş vaktinde oturur parasını sayar, unuttuğu mal mülkün listesini çıkartır, lüksü sevdiğinden suç ortaklarıyla dertleşmek

için Katar’a filan gider! Muhalif olan bakanlar kuruluna, mide ağrıları çekerek Başkanlık etmeye çalışır. O da bir kereye mahsus olmak üzere. Boyunun ölçüsünü anında alır. Orada kimseye hakaret edemeyeceği için de, kös kös konuşulanları dinler, bir daha da hiçbir bakanlar kurulu toplantısına katılamaz. Tabii bu arada hukuk ta aleyhinde yol kat etmeye başlayacak. Anayasa Mahkemesi de görevini yapacak.

Süresi bittiğinde -o da eğer sonuna kadar gidebilirse- onu bu kez de hapishane bekliyor olacak. Kısaca seçimleri kaybettiği an RTE bir balon gibi söner, adını bile kimse hatırlamaz. Tansu’yu hatırlayan mı var? Türkiyelilerin RTE’den alabileceği en mükemmel rövanş, onu seçildiği mevkide izole ederek cezalandırmak olacak. Bizim seçmen bunu yapabilir. 2002′de parlamentoda temsil edilen bütün partileri baraja taktığı ve dünyada bir ilke imza attığı unutulmasın. Eğer bu durum gerçekleşirse ülkece çok ama çok eğleniriz.

Bizim tecrübeli olduğumuz alan parlamenter rejim. Tüm eksik ve gediklerine, onca darbeye ve otoritarizme, sinsi ve açık faşizme rağmen en iyi bildiğimiz, piştiğimiz, yönettiğimiz alan bu alan. Bu ülkede, milyonlarca insan nelere katlandı (hapis,

10

Page 12: Jiyan - Sandığa Giderken

işkence, yasak, katliam) parlamenter rejimi yaşatmak, demokrasiye geçebilmek için. Yapılması gereken parlamenter sistemi mükemmelleştirmek, temsili demokrasiyi rasyonalize etmek, partiler ve seçim y a s a s ı n ı d e m o k r a t i k l e ş t i r m e k , seçme/temsil/denetleme üçlüsünü demokrasiye uygun olarak organize etmek. Çözüm ve kurtuluş bu yoldadır. Halkımız da bunu bildiği için hiçbir zaman tek adam diktatörlüğü macerasına kesin bir gidiş olan Başkanlık rejimine onay vermeyecektir: Direnerek, partileri ve liderleriyle, sokakta, gerekirse ayaklanarak ve de hukukla. İslam faşizmine karsı çok sıkışırsa -feci bir yol olmasına rağmen- iç savaşı bile göze alarak. Kısaca bu ülkede Başkanlık rejimi, yani tek adam diktatörlüğü uygulanamayacak. Halkımız bunu uygulatmayacak.

Şimdi ana konumuz olan nasıl bir gelecek ve nasıl bir toplum arzuladığımıza gelebiliriz. Yani gelecekle ilgili somut öneriler ve çözümlere.

Uzun zamandır içinde yasadığımız ciddi siyasi krizin biri yapısal, diğeri de konjonktürel olan iki önemli nedeni var: Sağ ve sol partilerin bulunmaması ve iktidarın ülkeye sunduğu siyasi arz ile (islamcı yeşil faşizm), toplumsal talebin (demokrasi arzusu) kesişmemesi (1).

Partiler sistemi sağ ve sol olmak üzere ikili yapı, yani dualite üzerine oturur. Eğer parlamenter rejiminizde sağ ve sol partiler yoksa totaliter tehlike doğar ve demokrasiden de bahsedilemez.

Aynı sorun siyasi arz ve toplumsal talebin kesişmemesi durumunda da ortaya çıkar. Siyasi arz ve toplumsal talebin kesişmesi, demokratik bir ortam kurulması için bir ön koşuldur. Partilerin siyasi ve toplum projelerinin toplumsal talepleri karşılaması gerekir. Siyasetle toplum arasındaki kopukluk eğer anormal bir biçimde seyrediyorsa, ülke demokrasi hedefinden hızla uzaklaşır. AKP iktidarı ile Türkiye’nin bugün içinde yaşadığı mega siyasi kriz bu anormalliğin sonucudur. Burada söz konusu olan birbirlerinin can düşmanı olan iki rejimdir: Faşizm (siyasi islam tipi) ve demokrasi.

12 Eylül rejimi sağ ve solu yok ettiği için ülkede ana gövde olarak sağ ve sol parti yok. Dengenin sağlanması ve demokratik ortamın oluşabilmesi için her iki akımın da ana gövde partilerinin kurulması lazım. Sağda böyle bir parti olmadığı için bütün muhafazakâr oylar tek partiye, AKP’ye akıyor. Yüksek skorun önemli nedenlerinden biri budur. Ama cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de göreceğiz klasik DYP ve ANAP seçmenleri oylarını AKP’den çekecekler. Çünkü artık siyasi ahlaksızlık ve etik yoksunluğundan bıktılar. Bunlar -çok ilginç- ilk aşamada CHP/MHP adayına oy atacaklar, ama yaptığım sondajlara göre genel seçimler için verdikleri karar Selahattin Demirtaş. Şimdi sağın parti sorununu acilen çözmesi lazım.

Bizi bu aşamada tabii ki solun ana gövde partisi ilgilendiriyor. 2007 yılında başlayıp 2009′da olgunlaştırdığım konu şudur: İnanılmaz bir demokrasi mücadelesi verdikleri, müthiş de siyasi kadroları olduğu ve sosyalist kökenden de geldikleri için, Kürtlerin partisinin solun ana gövde partisi olması mecburiyeti. Ortada demokrasi için eli taşın altına koyan Türk mü vardı da biz görmedik? Bizim gibi tek tük aydınlar, işte Baskın Oran, Ragıp Zarakolu, Şanar Yurdatapan gibi. Bu fikrimde çok ısrarcıydım, çok yazı yazdım, taraflarla çok konuştum (Akın Birdal, Leyla Zana, gibi kamuoyu önderleri) ve onların da hazır olduğunu gördüm. Ortam ilk kez 2011 seçimleri sonrası bu fikri hayata geçirmek üzere olgunlaştı. Ancak, RTE suni KCK davalarını yaratarak Kürt özgürlük hareketine darbe vurmak istedi. Tabii evde yangın başlayınca ilk o söndürülür. Böylece tam üç yıl kaybedildi. İşte şimdi Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile bu imkân ilk kez somut olarak ortaya çıktı: Ulusal planda bütün Türkiyelileri temsil edecek olan solun ana gövde partisi. Demokrasi, geniş özgürlükler ve çoğulculuktan oluşan toplumsal talep, siyaset sahnesinde bu boyutta ilk kez açıkça telaffuz ediliyor. Türkiyeliler ilk kez bu rolü oynayabilecek bir lideri, partisini ve toplum projesini (Yeni Yaşam Çağrısı) keşfediyorlar. Bu anlamda aslında Demirtaş’ın kampanyas ı b i r gene l s eç im kampanyas ı niteliğindedir. Hedef %10′u geçip, ilk genel seçimlerde %20′leri hedeflemek olarak dışarıdan algılanıyor. Ardından da %30′lara ulaşma arzularını

11

Page 13: Jiyan - Sandığa Giderken

hayata geçirmeye çalışacaklarını görüyoruz. Toplum buna hazırdır, siyaset meydanı da zaten uzun süredir bu alanda boştur. Solun ana gövde partisinin oy potansiyelinin %30-35 arasında olduğunu da bu arada hatırlatalım. Bu seçimlerle aslında Türkiye yarının başbakanını keşfetti.

Konu şu: Eğer AKP bir sonraki genel seçimleri kazanırsa bizi nasıl bir Türkiye’nin beklediğini biliyoruz da, acaba islamcıların dizayn ettiği faşist bir rejimde yaşamayı kabul ediyor muyuz? Tabii ki hayır! Ben şahsen katiyen etmiyorum, rejimi meşru bulmuyorum ve bizimle hiçbir ortak yanı olmayan bu kesimi tamamen reddediyorum. Bir kere bu durumda, kendi gündemimiz önemli. Peki çözüm? Kendi sistemimizi, rejimimizi kurmak. Bunun adı da Demokratik Özerklik. Türkiye, 1993 yılında Avrupa Konseyi’nin yerel yönetimler ve özerklik anlaşmasını imzaladığı ve bu anlaşma 1995 yılında resmen yürürlüğe girdiği için bu alandaki bütün siyasi çalışmalar legal. Kürtlerin, Kürdistan’da demokratik özerkliği uygulamaya geçirme sürecini başlatması ve uygulaması ile sanki bu sistem Kürtlerin bir buluşuymuş gibi kamuoyunda bir yanlış algılama var. Demokratik özerklik, bütün Avrupa ülkelerinde uygulanması gereken ileri demokrasi modelinin adı; Evrensel bir model. Yaklaşık bir yıldır bu konuda araştırıyorum, okuyorum ve kamuoyunu test ed iyorum. Bugüne kadar ba t ı Türk iye’de derinlemesine konuştuğum değişik siyasi görüşlerden (islamcılar hariç) yaklaşık 100 kişinin tümü demokratik özerklik fikrini benimsedi, onay verdi ve a l t ında yaşamak is tediğ in i söyledi . Bunu gerçekleştirmek için de çalışacağını belirtti. Tabii muhteşem bir sonuç. Şimdi iş bunu kamuoyuna anlatmak ve islamcılara karşı önemli bir çözüm olduğuna ikna etmek. Sünni totaliter rejim altında yaşamak istemeyen batılı Türkiyeliler şehir ve coğrafi temelde bu sistemi hayata geçirme hakkına sahipler. Örneğin bir İstanbul, bir İzmir, bir Edirne, bir Çanakkale’de bu uygulama başlayabilir. Onların hedefi SİC ise biz de Demokratik Özerk Cumhuriyeti (DÖC) hedefleriz.

Daha şimdiden bir parti (HDP) ve onun eş başkanı (Figen Yüksekdağ) Batı’da demokratik özerklik

talebini dillendiriyor. Demokratik özerkliğin nasıl kurulacağı, nasıl örgütleneceği, siyasi yapısı, mali/finansal/ekonomik gücünün nasıl oluşacağı konularında çok sayıda kaynak var ve bunları zaman içinde sizlere aktaracağız. Ama sizlerin de bu konuda kendi köşenizde okumanız, araştırmanız gerekiyor. Amaç islam faşizmi ile mücadele ederken (bunun içine yakında IŞİD de girer), bir B planımızın da olması. Hedefimiz, Gezi Direnişi’nin ruhunu ve taleplerini Batı’da hayata geçirirken, bunun radikal demokrasi araçlarından biri olan Demokratik Özerklikle birlikte, yani kendi seçtiklerimizle, bizi gerçekten temsil eden insanlarla kendimizi yönetmek.

(1) Büyük krizin nedeni: Siyasi arz ile toplumsal talep kesişmiyor. Erol Özkoray (T 24 haber sitesi, 25 Mart 2014)

12

Page 14: Jiyan - Sandığa Giderken

TKP, Demirtaş ve seçimler

Şöhret Baltaş

Siyasi bir tartışmayı Marksist klasiklere gönderme yaparak yürütmek iyi bir şey değildir aslında. Çünkü bizzat Marksist diyalektiğin ruhuna aykırıdır. Aykırıdır, çünkü sol siyasete bulaşmış herkes iyi bilir ki, bir tartışmanın her iki tarafı da, eğer isterse, çubuğu kendisine doğru bükecek malzemeyi teoride bulur. Ve yine biliriz ki, bu göndermeleri yapmakla, aslında herhangi bir tarihsel haklılık kazanmış değil, sadece polemik yapmış oluruz. Her türden reçeteye, şablona, hazır taktik ve stratejilere karşı olan Marksizmin politikadaki yansıması olarak Lenin’in “somut durumun somut analizi” denen yöntemden söz etmesi de bundandır.

Bütün bunlar, TKP’nin geçtiğimiz pazar günü gerçekleştirdiği iki ayrı kongresinden çıkan boykot kararıyla birlikte aklıma üşüştü. Bu yüzden boykot tavrının tarihine bakmak ve tabii Lenin’e gönderme yapmak zorunlu hale geldi.

TKP neyi boykot ediyor

Muhaliflerin topladığı kongre 12. Kongre, mevcut MK’yı onaylayanların yaptığı ise Atılım Kongresi o l a r a k a d l a n d ı r ı l d ı . H e r i k i k o n g r e d e , cumhurbaşkanlığı seçimlerine karşı tavrını “boykot” olarak belirledi.

Her iki kongrenin siyasal sürece ve partiye dair tespitlerine bakıldığında, ayrımın nerede olduğunu anlamak zor doğrusu. Çünkü her ikisi de TKP’nin gücüne, büyüklüğüne vurgu yapıyor ve bu durumda sorun, siyasi bir süreçten çok, bu siyaseti yürüten isimlerde düğümleniyor. Tek bir ayrım görülüyor: Muhalefet “sosyalist cumhuriyet” şiarını öne çıkarıyor, merkez ise AKP’nin temsil ettiği İkinci Cumhuriyet’e karşıtlığını.

Bence her iki kongreden de önümüzdeki seçimler için boykot kararının çıkması anlamlı; çünkü siyasetin algılanış tarzını somut olarak ortaya çıkarıyor. Bu siyasi tarz, sosyalist siyaseti kendisinden menkul sayma, kendi çizgisini tartışılmaz bulma ve diğer siyasetlerin tümünü “sapma” olarak değerlendirmeye dayanıyor ve temelini de Stalinizmden alıyor. Kuşkusuz bu tarz-ı siyaset, sadece TKP’ye özgü değil, Türkiye solunu boydan boya kesen bir çizgi. Ancak Doğu Bloku’nun yıkılışından sonra dünya solunda büyük bir kesimin hesaplaşmaya girdiği Stalinizmi hâlâ açıkça sahiplenen az sayıda partiden biri olarak TKP, bu geleneğin en önde gelen temsilcilerinden.

13

Page 15: Jiyan - Sandığa Giderken

Stalinist siyasetin tek özelliği doğru çizginin tartışılmaz sahibi olduğuna duyduğu derin dogmatik inanç nedeniyle, karşısına çıkan her muhalif sesi “hain” olarak nitelendirmesi değil; bu mutlaklık yanılgısı onu aynı zamanda iki kutuplu bir dünya yanılgısına taşıyor. Bu yanılgıdan dolayı, bir zamanlar “anavatanın savunulması” konjonktürel olarak mutlak ilan edilip, tüm politika bunun üzerine kurulmuş ve dünya işçi sınıfı ile enternasyonalist dayanışma bilinmez bir tarihe ertelenmişti.

Güncel olanla nihai hedefin uyumlu bir çizgide yürütülmesi, sol siyasetin her zaman yakıcı sorunlarından biri oldu. Tarihsel materyalizm bize güncel talep ve hedeflerle nihai hedef arasında diyalektik bir bütünlük kurulması gerektiğini söylerken, Stalinizm çubuğu kendi penceresinden görünen manzaranın gerektirdiği ihtiyaçlara büktü. Tam da bu yüzden Sovyetler Birliği kendi içindeki sorunlarla boğuşmanın yolunu bürokrasinin ve merkezin güçlendirilmesinde gördüğü gibi, dünyada onun çizgisini izleyen partilerin ufkunu da bununla sınırladı.

Bugünkü TKP, 1920 geleneğinin fiziksel anlamda olmasa da gelenek anlamında devamı. Bir zamanlar AP-MHP-MSP bloku olan Milliyetçi Cephe’den kurtulmak ve burjuva demokrasisini gerçekleştirmek hedefi nasıl mutlaklaştırıldıysa ve Türkiye işçi sınıfının mücadelesi DİSK’in sendikal sınırları içine hapsedildiyse, bugün de AKP iktidarının barındırdığı tehlikeden kurtulmak aynı biçimde mutlaklaştırılıyor ve bütün politika bunun üzerine kuruluyor. O zamanlar MC’nin karşısında Ecevit’li CHP vardı ve “ilerici güçler” adıyla kategorik olarak müttefik sayılıyor, siyasi mücadele buna göre veriliyordu. CHP o zamanlar da, şimdikiyle kıyaslanmaz biçimde sola açık bir siyaset yürütse de, kendisini hiçbir zaman devrimcilerin müttefiki olarak görmedi, böyle de davranmadı. Ancak TKP başta olmak üzere, solun büyük kesimi MC “düşmanı” karşısında CHP’yi “dost” gören politikalardan vazgeçmedi.

Sonuç; devrimci hareketin kendini anti-faşist mücadeleye kilitlemesi ve bu arada kapitalist sistemin

her alanda teşhir edilmesi ve güçsüzleştirilmesi mücadelesinin geri plana atılması oldu.

Bugün AKP, tıpkı bir zamanların MC’si gibi kendi sivil faşist güçlerini kurmanın peşinde. Erdoğan’ın toplumu kutuplaştırmaya yönelik söylemlerinin sebebi de burada aranmalı; gerildikçe militanlaşacak ve AKP’nin paramiliter gücü haline gelebilecek kitleler yaratmaya çalışıyor. Ancak Gezi sürecinde bunu başaramadı. Ortada beş-on palalıdan ya da polisle işbirliği yaparak gençleri öldüresiye döven birkaç katilden başka militan görmedik. Fas’tan dönüşünde havaalanına yığdığı bindirme kıtaların Erdoğan’ın mücahitleri olmaya niyeti yoktu. Ancak bunun böyle devam edeceği beklenmemeli elbette. Erdoğan, umut ettiği mücahitler kitlesini destek verdiği IŞİD sayesinde toparlayabilir ve buradan aldığı güçle sesini çıkaran herkese yönelik bir “faili meçhuller” süreci başlatabilir.

Durum buyken, TKP’nin AKP tehl ikes in i mutlaklaştırması haklı değil mi? Hem evet, hem de hayır. Haklı; çünkü AKP’nin ülkeyi sürüklediği yere karşı ciddi bir cephe mücadelesi kurulamazsa, bugün Caferi camiine saldıranların, yarın Aleviler başta olmak üzere bütün “düşmanlara” saldırmasına şaşırmamak gerekir. Haklı değil; çünkü eğer AKP’ye karşı ördüğümüz mücadeleyi sisteme karşı yönlendiremezsek, yarın aynı şeyin laciverdine karşı benzer bir mücadeleyle karşı karşıya kalacağımızı unutuyor ve boykot kararı ile aslında hiçbir şey yapmış olmuyor.

Atılım Kongresi şöyle diyor: “Bu seçim, İkinci Cumhuriyet’in inşasında kritik adımlardan biri olarak gündeme gelmiştir. Bu seçimin amacı, siyasi olarak iflas etmiş olan İkinci Cumhuriyet’in, fiilen Başkanlık yetkileriyle donatılmış yeni bir iktidar aygıtı yaratmasıdır. Bu durumda yapılması gereken, sonucundan bağımsız olarak, milyonlar nezdinde bir geçerliliği olmayan İkinci Cumhuriyet’in iktidar gücünü artırmasını sağ layacak bu ‘seçimi’ r edde tmek t i r. Seç im, s eçmemek yönünde yapılmalıdır.”

14

Page 16: Jiyan - Sandığa Giderken

TKP’nin evvel ezel sıyrılamadığı Cumhuriyetçilik, Birinci Cumhuriyet olarak anılan döneme sahip çıkması sonucunu doğuruyor. Bu ise, 1923-50 arası Varlık Vergisi’nden Dersim katliamına, gayrimüslim a z ı n l ı k l a r a v e K ü r t l e r e u y g u l a n a n i s k â n politikalarından Marshall yardımları ile emperyalist blokun uydusu olmaya kadar çeşitli örneklerle yönelimini açıkça göstermiş Kemalizm’le bağını koparamaması demek. İkinci Cumhuriyet’e karşı savaş açarken, ilkinin yanında durmak gerektiğini z a n n e t m e k d e , a z ö n c e d e ğ i n d i ğ i m “mutlaklaştırma”nın zorunlu sonucu; biri “kötü” ise diğeri “iyi”dir, biri “yanlış” ise diğeri “doğru”dur…

Muhalif 12. Kongre, “sosyalist cumhuriyet”i telaffuz ediyor ama burada da her iki cumhuriyetin de ezilenlerin olmadığını açıkça kavrayan bir zeminden hareket edildiğine dair bir işaret yok. Zaten olabilseydi, Demirtaş’ın adaylığı da, “bu bir başkanlık seçimidir” torbasına atılıp tek kelam etmeden geçiştirilmezdi.

12. Kongre, TKP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diktatörün karşısına “Önce Hesap Ver” sloganıyla dikileceğ ini ve aktif bir boykot çalışması örgütleyeceğini belirtiyor. Burada “aktif boykot” örgütlemek için kalan zamana bakarak parti tabanına gerçekçi olmayan bir hedef gösterildiğini de söyleyebiliriz, ama yeterli zaman olsa da aktif boykot kavramının, TKP tarafından yanlış kullanılıyor olması daha önemli bir eksik.

İşte burada Lenin’e bakmamız lazım. Devrimin en hareketli günlerinde bile teorik çalışmayla ilgisini kesmeyen, Marksist felsefe üzerine okuyup yazan Lenin, bu anlamda teori ile pratiğin diyalektik bağı için başvuracağımız ilk kaynak.

Lenin “Boykota Karşı” adlı makalesinde şöyle yazıyor:

“Her bir boykot, verili kurumsal çerçeve içerisinde değil, aksine o kurumun ortaya çıkışına, daha geniş söylemek gerekirse, etkin hale gelmesine karşı bir mücadeledir. (…) Sonuç olarak, boykot, eski rejimi doğrudan alaşağı etme mücadelesinin ya da en

azından, yani taarruz onu alaşağı edecek kadar güçlü olmadığında, söz konusu kurumu oluşturamayacak ya da işletemeyecek kadar zayıflatmanın aracıdır. Nihayetinde, boykotun başarılı olabilmesi için, eski rejim karşısında doğrudan bir mücadele, eski rejime bir başkaldırı ve kitlelerin pek çok durumda eski rejimle uyumsuzluğu (bu türden bir uyumsuzluk, bir başkaldırı hazırlığının koşullarındandır) şarttır. Boykot, eski rejimi tanımayı reddetmektir. Elbette lafta kalan bir red değil; gerçek bir red… Gerçek red ifadesini, örgütlerin feryatlarında ya da sloganlarında değil, eski rejimin yasalarına sistematik olarak karşı gelen, sistemli olarak yasadışı olsa da gerçekten işleyen yeni kurumlar oluşturan vb. kararlı halk kitleleri hareketinde bulur. Böylece, boykot ile kapsamlı devrimci kabarma arasındaki bağlantı açıktır: Verili kurumun biçimini değil, varlığını reddeden boykot, mücadelenin en kesin aracıdır. Boykot, eski rejime karşı savaş ilanı, doğrudan bir saldırıdır.”

İlk cümledeki tanım, yani verili çerçevenin dışına çıkma, bugünkü boykot tutumuna karşılık geliyor gibi görünüyor ancak TKP’nin önerdiği boykotun “eski rejimi doğrudan alaşağı etme mücadelesinin ya da en azından, yani taarruz onu alaşağı edecek kadar güçlü olmadığında, söz konusu kurumu oluşturamayacak ya da işletemeyecek kadar zayıflatmanın aracı” olmadığı, olamayacağı çok açık. O halde TKP’nin boykot çağrısı, mevcut gücünden ya da toplumsal muhalefetin gücünden hareket ederek yapılmıyor. Peki o halde sebep ne?

Bir alıntı daha:

“Blankistler, manifestolarında, her ne olursa olsun hiçbir uzlaşmayı kabul etmediklerini yazmaktaydılar. Engels, bu manifestoyu gülünç buluyordu. Ona göre mesele, koşulların bizi mahkum ettiği uzlaşmaları reddetme meselesi değildi. Mesele, proletaryanın hakiki devrimci hedeflerini açık seçik bir şekilde gerçekleştirmek ve bunu her hal ve koşulda, her türden zikzaklar ve uzlaşmalarla becerebilmektir. (…) Soru şudur; bu özel tarihsel koşulların günümüzde bulunup bulunmadığına hükmetmemizi sağlayacak ölçütler nelerdir? Somut nesnel koşullarda, basit,

15

Page 17: Jiyan - Sandığa Giderken

dobra ve net bir şiarı yalnızca bir ifade olmaktan çıkarıp, gerçek mücadeleye en uygun şiar haline getiren ayırt edici nitelik nedir?”

İki Cumhuriyeti de reddetmeden olmaz

Buradan hareketle somut koşullara bakalım.

Yerel seçimlerden zayıflamış ama iktidarını koruyarak çıkmış bir AKP; yerel seçimlerden bu yana dindar ve milliyetçi tabana yönelik siyaset yapan ve bunu kendi içindeki muhalif seslere rağmen açıkça savunan bir CHP; barış sürecini tamamlamak için çabalayan bir BDP/HDP’nin baş aktörlerini oluşturduğu bir siyasi arena içerisindeyiz.

Buradan hareketle, önümüzde Erdoğan ve İhsanoğlu gibi biri alaylı, diğeri okullu iki İslamcı aday var. (İhsanoğlu’nun “çok farklı” olduğunu düşünenler ş u r a y a bakabilir:http://t24.com.tr/haber/vicdani-reddin-ne-oldugu-bilmiyorum-kurtce-eve-hapsedilmemeli-kurtaj-icin-dinin-tespit-ettigi-olculer-vardir,264643) Diğer aday ise şu anda hükümetle müzakere masasına oturabilecek kadar güçlü bir halk desteği olan Demirtaş.

Bir de başkanlık sistemi meselesi var ama halen hiç kimsenin -ve CHP-MHP ittifakının da- şu aşamada çıkıp başkanlık sisteminin gündeme gelmesini önleyecek gücü yok.

Bu durumda Türkiye’yi ezilenlerin, ötekileştirilenlerin sesinin duyulabildiği bir rejime yaklaştıracak olanın Demirtaş olduğu açık. Ama bu açıklık, özerk bir Kürt yönetimine ya da eşit haklara sahip bir Türkiye federasyonuna, Birinci Cumhuriyet refleksleriyle bakmaktan kurtulabilmiş olanlar için geçerli tabii. İşte TKP’nin boykot kararının ardında, tıpkı Gezi’nin “modern milliyetçi” kesimlerine yönelik açtığı Sol Cephe gibi, aynı Cumhuriyetçi reflekslerin olduğu kanısındayım. Mesele, “Devlet başkanlığını tanımıyoruz, sandığı da tanımıyoruz” değil, “Kürt cumhurbaşkanı adayının da Birinci Cumhuriyet’in ilkelerine ters düştüğünü düşünüyor ve hiçbirini tanımıyoruz” meselesidir.

Boykota dair doğru tavır hakkında son söz yine Lenin’in olsun:

“Boykotun uygulanma koşullarını incelemeliyiz; boykotun, tamamen meşru ve devrimin yükseldiği anlarda bazen temel yöntem olduğunu (boş yere Marx’ın adını anan çokbilmişler ne derlerse desinler) yığınların kafalarına yerleştirmeliyiz. Ama devrimin gerçekte yükselmekte olup olmadığı -bu, bir boykotun ilanı için temel koşuldur-, bağımsız olarak konulması ve gerçeklerin ciddi bir çözümlemesine dayanılarak kararlaştırılması gereken bir sorudur. Gücümüz dahilinde böyle bir yükselişin yolunu hazırlamak ve uygun anda boyko tu r edde tmemek b iz im görevimizdir; ama boykot sloganına, her kötü ya da çok kötü temsili kuruluşa uygulanabilir gözü ile bakmak kesin bir yanılgı olacaktır.”

Sadece Kürt halkını değil, Türkiye halklarını temsil etmek amacını samimiyetle tutum belgesine alan Demirtaş’ı “boykot etmek” Kürtlerin de eşit haklarla var olduğu bir cumhuriyeti reddetmektir.

Demirtaş’a, BDP/HDP çizgisine ya da Kandil’e yönelik eleştirileriniz olabilir, kendinizi bir başka siyasi çizgiye ait hissediyor olabilirsiniz, Kürt siyasetinin sınıf siyasetiyle ve radikal demokrasi hedefinin sosyalizm hedefiyle ilişkilerine dair sorunlarınız ve haklı sorularınız olabilir; ancak kanımca bugün hiçbir şey, Demirtaş’a verilmeyen her oyun diğer -iki ama tek- seçeneğe gideceğini bile bile bu tutumda ısrar etmenin gerekçesi olamaz, olmamalı.

Ben bu ülkeye yoldaş ve heval’lerin ele ele vermesiyle gelecek rejimi özlüyorum, bunun yolunun da her iki Cumhuriyeti reddetme temelinde bugünden el ele vermek olduğuna inanıyorum.

16

Page 18: Jiyan - Sandığa Giderken

Demirtaş İmkanı

Ahmet Saymadi

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 25 gün kaldı. 10 Ağustosta yapılacak ilk turda adaylardan birisi yüzde elliyi geçemezse ilk oylamada en çok oy alan iki aday ikinci tura kalacak. İkinci turda oy çoğunluğunu alan aday ise cumhurbaşkanı seçilmiş olacak.

Her ne kadar halk tarafından seçilecek denilse de 20 vekilin imzasını alamayan insanların aday olamadığı bir seçimi tam olarak demokratik bir seçim sayamayız. (Adaylardan Selahattin Demirtaş da bu durumu eleştiriyor.) Örneğin HDP 2011 genel seçimlerine bağımsız adaylarla değil de parti adıyla katılsa meclise giremeyecek ve şimdi sadece iki seçenekli bir seçime gidiyor olacaktık. Ya da bugün için ‘‘mevcut üç adayın da kendisini temsil etmediğini’’ düşünen insanlar açısından bir seçeneksizlik söz konusu. Ayrıca ileride mevcut hükümetin ‘‘istikrar’’ için 20 milletvekili imza sayısını daha yüksek bir rakama çekme ihtimali de

var. Aday olma kriterleri arasındaki 20 milletvekilinin imzası koşulunun bir an önce kaldırılması gerekiyor.

Gelelim adaylara…

AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan. Başbakanlık görevini de bırakmayan Erdoğan, devletin sağladığı tüm imkanları da kullanarak güçlü bir kampanya yürütüyor. Yerel seçimlerde kazandığı başarıyı ve örgütlülüğü kullanarak seçimlere hazırlanıyor. Ve ne yazık ki birinci turda kazanma ihtimali de yüksek.

CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığının açıklandığı tarihte epeyce tartışma olsa da adayın CHP içerisinde sindirildiği görülüyor, CHP içerisinden ikinci bir aday çıkarma çabası da sonuçsuz kaldı. İhsanoğlu’nun tüm demeçleri CHP ve MHP tabanını ikna etmeye dönük. CHP bütün motivasyonunu Erdoğan’ın seçimleri

17

Page 19: Jiyan - Sandığa Giderken

kaybetmesi üzerinden kurguluyor. CHP İhsanoğlu isminin etrafında kenetlenerek adaya dair tüm tartışmayı seçimler sonrasına atmış gibi görünüyor. İhsanoğlu’na tabandan tepki duyulsa da Recep Tayyip Erdoğan ve AKP fobisi, ittifak yapan her iki partinin aldığı oy da hesaba katıldığında Ekmeleddin İhsanoğlu’nu yüzde 40’ın altına düşürmeyecektir.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçimi kazanamaması, aldığı oyun CHP-MHP toplamını geçmemesi, ya da yüzde 40’ın altına düşmesi gibi durumlarda CHP içe r i s inde büyük b i r t a r t ışma ç ıkacak t ı r. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığıyla büyük risk aldığını söyleyen Kılıçdaroğlu için artık risk, siyasi hayatına tekabül ediyor. Ancak bu tehlikeyi gören Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu’nun adaylığının tartışıldığı parti meclisi toplantısında parti kurultayını genel seçimler sonrasına erteledi. Parti meclisi toplantısının esas kararı aslında budur. Genel seçimlere de CHP’yi bu kadro götürecek. Bu durum yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki sağa kayma eğiliminin aynı şekilde devamı anlamına gelebilir.

HDP’nin adayı ise Selahattin Demirtaş. Erdoğan, Demirtaş yerine kendisine daha yakın bir rakip gördüğü için Ekmeleddin İhsanoğlu’nu daha çok eleştiren bir kampanya izliyor. CHP ise kendi tabanından Demirtaş’a oy kaymaması için Demirtaş’ın Gezi’nin ilk dönemlerinde yaptığı açıklamaları kullanarak ¨Gezi’ye darbeci dedi¨ söylemiyle durdurmaya çalışıyorlar. HDP’nin yapılacağı bile şüpheli olan ikici tur oylamadaki tavrı üzerinden değerlendirme yapıyorlar ve buna her düzeyde ‘‘ İkinci turda herhangi b i r aday desteklenmeyecek’’ denildiği halde devam ediyorlar. Ya da Demirtaş’ın yaptığı birçok çalışmayı takiye olarak değerlendiriyorlar. Demirtaş’ın takiye yapmadığı açık, çünkü yaptığı her şey genel başkanlık yaptığı partinin politikalarının devamı. Esas takiye sorusunu CHP’ye yöneltmek gerek; merkez sağda yer almadığını iddia ettiği halde merkez sağdan isimleri yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde aday göstermek takiye değildir de nedir?

Demirtaş’ın kendisini çok net ifade eden, kapsayıcı ve naif üslubu Kürt olmayan ya da HDP’ye oy

vermeyen insanlar tarafından da epeyce beğeniliyor. Demirtaş üslubu, zekası ve birikimiyle bir imkan yaratıyor. Söylediği her şeyin kolektif çalışmanın ürünü olduğunu ve partiyle eşgüdümlü olduğunu ı s r a r l a v u r g u l u y o r . H D P ’ n i n i l k d e f a cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte Kürt partisi algısını kırdığı, Türkiye partisi olma yolunda önemli bir adım attığı söylenebilir.

HDP kendi açısından güçlü bir aday gösterse de Türkiye’de kalıplaşmış olan siyasi gelenekler, son yıllarda keskinleşen kutuplaşma ve başka rezervler sebebiyle Selahattin Demirtaş’ın alacağı oy HDP’nin 2014 yerel seçimlerindeki aldığı oydan çok yukarı çıkmayacaktır kanısındayım. Ancak oy oranının yüzde 6,7’den yüzde 8’e dahi çıkması HDP’nin dört aylık bir süre zarfında oy oranını yüzde 20 arttırması anlamına gelir. Bu bile büyük bir başarıdır. HDP’nin aldığ ı oydan ziyade etki alanının artması, politikalarının bilinir olması, daha tanınır olması çok daha önemlidir. Bu uzun vadede örgütlülüğünü de olumlu etkileyecektir. Çünkü seçim kampanyasında Selahattin Demirtaş HDP’nin üzerine oturduğu politik hattı açıyor, en geniş kesimlerin anlayabileceği şekilde anlatıyor. Seçimi HDP fikriyatının yaygınlaşması aç ıs ından b i r f ı r sa t o larak değerlendiriyor. Geçtiğimiz genel seçimde, HDK ve HDP kongrelerinde karara bağlanan politikalar topluma kavratılıyor. Demirtaş içinde yer aldığı hareket için bugüne kadar var olan, ¨Kürt partisi¨ algısını kırıyor. Kürdi bir söylemi daha geri bir planda tutup, Türkiye’nin hem yapısal hem de güncel sorunlarına ayrıntılarıyla eğilerek harekete dair bir algı yönetimini de gerçekleştiriyor.

Şimdiye kadar, ‘‘Oyum boşa gidecek’’ kaygısının, ‘‘HDP’ye verdiğim oy AKP’ye yarar’’ gibi gibi sebeplerin olmadığı, barajın ortadan kalktığı, herkesin gerçek gücünü, iradesini görebileceği böyle bir seçimde HDP’nin aldığı oy; gelecek açısından, eşitlik ve özgürlük mücadelesi açısından çok umut verici olacaktır. En azından 2015 genel seçimlerine büyük bir özgüvenle gidilecektir. Demirtaş’ın yarattığı imkanı değerlendirmek gerekiyor. Şimdi umudu büyütmenin önüne hiçbir engel bulunmuyor…

18

Page 20: Jiyan - Sandığa Giderken

Dün okunan yeni yaşam çağrısından bir bölüm:

Çağrımız; Türkiye’deki bütün halkların ve inançların birlikte birbirine benzemeden, birbirini benzetmeden, özgürce, yepyeni bir yaşam inşa etmelerinedir. Toplumun üzerinde yükselen otoriter, antidemokratik, bürokratik ve cinsiyetçi devlet anlayışının başında oturan bir cumhurbaşkanı olmak için aday olmadım. Hayalini kurduğumuz Cumhurbaşkanı, sokakta halkın yanında, halkla beraber olandır. Bunun anlamı; beraber yönetmek, yönetimi ortaklaştırmaktır. Yönetilmeyi değil, beraber eylemeyi geçek kılacak bu irade, kişilere değil, halklara kazandıracaktır. Yeni yaşam; etnik, dinsel, cinsel ve sınıfsal ayrımcılığın karşısında sesi duyulmayanın, iktidar sahibi olmayanın, güçsüz kılınanın yanında yeşerecektir. Türkiye artık bir yol ayrımında. Ya devlet otoritesini daha da pekiştirecek ya da bütün ezilenlerin onurlu y a ş a m ö z l e m l e r i n i g e r ç e k l e ş t i r e c e k radikal demokratik adımlarla, köklü değişim yoluna girecek.

Devlet, tek bir kişinin ve onun etrafındaki hiyerarşik zümrenin belirlediği esaslarla artık yönetilmeyecek. C u m h u r M e c l i s l e r i i l e h a l k ı n d e v l e t yönetimine doğrudan katılımı gerçekleştirilecek. Kadın, gençlik, engelliler, inanç grupları, farklı kimlik ve kültür grupları, çifti, işçi ve emekçi meclisleri olacak. Böylece yetkileri artırılmış bir makam yerine, halkın yetkisinin artırıldığı bir devlet yönetiminin güvencesi olan cumhurbaşkanlığı dönemi başlayacak. Sistemin bütün kanalları halkların demokratik iradesine açık hale getirilerek, demokratik bir işleyişe kavuşturulacak. Devletin ali çıkarları ve hassasiyetleri değil, halkın çıkarları, hassasiyetleri ve talepleri odak noktası olacaktır.

Neoliberal dönem, mülkiyet, üretim ve istihdamda köklü değişiklikleri de beraberinde getirdi. Üretim süreci çeşitli biçimlerde parçalandı, ölçeği değişti ve küçük birimlere ayrılarak yeniden yapılandırıldı. Esnek çalışma başlığında toplanan, güvencesiz, taşeronlaşmış, sigortasız olarak çeşitli şekillerde biçimlenen çalışma koşulları emeğin maddi haklarını gasp etmenin ötesinde, emekçilerin tüm yaşamına dair haklarını da ellerinden almaktadır. İş cinayetlerinin

denetlenmesi, çocuk işçiliğinin önlenmesi, mevsimlik tarım işçilerinin çalışma koşullarının yeniden düzenlenmesi için doğrudan müdahil olan, başta güvencesiz çalışanlar olmak üzere tüm emekçilerin sosyal haklarının takipçisi bir cumhurbaşkanlığı hedefliyoruz.

19

Page 21: Jiyan - Sandığa Giderken

Demirtaş, Gezi, Kürtler ve Kirli Propaganda Çetin Yılmaz

İşin doğrusu “Kürtler neredeydi” gibi saçma bir soruya cevap yazmayı o derece saçma buluyordum, ama suçlama ve kara propagandanın anlamsız ve saçma olması onun etkili olmayacağı anlamına gelmiyor, bu yalanı dolaşıma sokanlar ve dolaşım kanalları epeyce güçlü, yalan tekrarlana tekrarlana gerçekmiş gibi algılanıyor…

Yerel seçimlerde özellikle İstanbul’da Gezi direnişinin en önünde yer alan Sırrı Süreyya Önder’e karşı bu soru/suçlamanın kullanılması ve amacına ulaşmasına tanık olduk. Gezi Parkı eylemlerinde ilk günden son güne yer almış ve polis şiddeti nedeniyle yaralanmış Sırrı Süreyya Önder’in belediye başkanlığı adaylığına karşı, Gezi eylemlerine hiç bulaşmamış ve taraf olmamış Mustafa Sarıgül’ün adaylığı aynı saçma sapan gerekçelerle desteklendi, Bu saçma kampanya tuttu mu? Evet tuttu…

Şimdi aynı kesim Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde desteklediği Ekmeleddin İhsanoğlu için Selahattin Demirtaş’a karşı benzer bir kirli kampanya başlattı ve yürütüyor.

Gezi’yle başlayan ve yayılan isyanda Kürtlerin varlığı, misafir/yabancı bir grubun isyana dahil olup olmaması gibi okunuyor, oysa Kürtler İstanbul’un üçte birini oluşturan bir halk, Geziyle ortaya çıkan taleplerin hemen hepsinin direkt muhatabı, çevre, kentsel dönüşüm, rant , yaşam alanlar ın ın yağmalanması vs…

Kürtlerin direnişteki yerlerini sorgulayanların o isyanın yabancısı ve hatta o ruhun(Gezi) düşmanı olduğunu düşünüyorum. Batı’daki irili ufaklı birçok

20

Page 22: Jiyan - Sandığa Giderken

kentte Gezi Direnişine destek vermek için meydana giden Kürtlerin ırkçı ve faşist kesimlerin eylemin merkezinde olması nedeniyle eyleme mesafeli durduklarına şahit oldum, batı kentlerine sürülen ve iktidarın çeşitli saldırılarından birinci derecede etkilenen Kürtlerin eylemi sahiplenmeleri ve Türk halkına ulaşmaları sistemin askerleri tarafından bilinçli bir şekilde engellendi.

Size ırkçı sloganlarla saldıranlar, hedef gösterenler, tahammül etmeyenler, direniş(Gezi-Lice) ruhuna yabancı/düşman olanlar, devleti ve sistemi kutsayanlar, yeni statükoya karşı eskisini inşa etmeye çalışanlarla aranıza mesafe koymayacaksınız da ne yapacaksınız?

Selahattin Demirtaş’ın katıldığı bir Televizyon programında Gezi direnişine katılan bazı grupları eleştirmesi ve onlarla aralarına mesafe koyduklarını açıklaması, bu karalama kampanyasının temel/tek dayanağı. İşin ilginç tarafı Selahattin Demirtaş’a, BDP, HDP ve Kürtlere karş ı bu karalama kampanyasını yürütenlerin Demirtaş’ın aralarına mesafe koyduklarını açıkladığı kesimler olması, bu kesimler Gezi sürecinde Kürtlerin Gezi’de olmasına karşı çıkanlar, Gezi’de çadırlarına saldıranlar, İzmir’de BDP Gezi eylemi için meydandayken parti binalarına saldıranlar, Nevşehir’de Kürt gençlerinin Gezi direnişine destek vermesine karşı ırkçı kampanya yürütenler, gençleri yerel medya’da teşhir edip hedef gösterenler, kısacası Gezi’nin geniş toplumsal kesimlere ulaşmasını bilinçli eylem ve söylemlerle engellemeye çalışanlar…

Şunu bilmeyenler için tekrar edelim BDP Gezi e y l e m l e r i n i b a ş l a t a n v e y ü r ü t e n Ta k s i m Dayanışmasının bileşenlerinden biriydi, ilk günden son güne kadar Kürtler Gezi eylemlerinde yer aldı. İçişleri bakanlığı verilerine göre Bingöl dışındaki bütün Kürt kentleri daha Gezi’nin ilk günlerinden itibaren Gezi direnişine destek eylemlerine sahne oldu. Devlet zulmü karşısında otuz yılı aşkın süre direnen ve bazı günler yüze yakın kayıp veren Kürt halkının sesini duymayanlar, duymamak bir yana

zulüm uygulayan devleti savunan, destekleyenlerin, varlığını ve geleceğini Kürtlerin yokluğu üzerine kuranların, direnişleri sonucu tarih sahnesine alınları açık bir şekilde çıkan Kürtleri kolay bir şekilde hazmetmelerinin elbette beklemiyoruz.

Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ve söylemleriyle yayılan ışık/umut kurdukları kapkara ve kirli dünyalarına, aydınlıktan rahatsız oldukları için camlarını örtükleri kalın ve çürümüş perdelerinden içeri sızıyor, rahatsız oluyorlar. Düşledikleri dünya kirli ve faşist iktidarların değiş tokuşuydu, kötüye karşı alternatif, yine kötü olan kendileriydi, bu oyun bozuluyor, endişelenmekte haklılar, rahatsız olmakta haklılar, halk uyanıyor…

Selahattin Demirtaş’ın bu kirli propagandaya karşı sözlerini tekrar hatırlayalım

“Gezi direnişiyle değil, ‘bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz’ diyenlerle aramıza mesafe koyduk. Ergenekon’dan medet umanlarla, askerleri göreve davet edenlerle mesafe koyduk. İlk günden bu yana demecimi çarpıtıp yayanlara şunu söyleyeyim: Gezi direnişi gerçek bir halk direnişi ve özgürlük arayışıdır. Özgürlük için direnen herkesin tam da yanındayız. Gezi’dekiler, ‘biz basının çarpıtmalarını iyi öğrendik’ diyorlardı, bazılarınız halen öğrenmemiş demek ki. Beni dinlemek yerine penguenleri izlemiş. Devrimi de halk yapar, penguen izlemekten gözünü alamayanlar değil. Örnek: Rojava devrimi”

Gezi Direnişinde Kürtler ve Direnişi Kürtlere karşı ırkçı saldırıya dönüştürenlere birkaç örnek

21

Page 23: Jiyan - Sandığa Giderken

2 8 M a y ı s 2 0 1 3 İ s t a n b u lBDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de, Taksim’de nöbet tutan gruba destek vermek için çalışmaların olduğu alana geldi. Grup üyeleri, Önder’in gelişi ile bir kez daha iş makinelerinin önünü kesmek istedi. Polis gruba biber gazı ile müdahale etti. Bu sırada Sırrı Süreyya Önder de bir iş makinesinin önüne geçerek çalışmasını engelledi. Önder, ‘Bu ağaçlar kaç yılda yetişiyor biliyor musunuz siz. Bu ağaçları yıktırmayacağız’ diyerek tepki gösterdi.[1]

30 Mayıs 2013 İstanbul

Taksim Gezi Parkı’nda nöbet tutan eylemciler sabaha karşı dağıtıldı ve iş makinaları çalışmaya başladı. Bir süre sonra, 2 gün önce olduğu gibi milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in gelmesiyle makinalar durdu, polis ç e k i l d i v e p a r k e y l e m c i l e r e k a l d ı . [ 2 ]31 Mayıs 2013 Batman

Halkların Demokratik Kongresi Batman İl Meclisi, İstanbul Gezi Parkı’nda yaşanan olayları protesto etti. Atatürk Parkı önünde yapılan basın açıklamasının ardından grup yarım saatlik oturma eylemi gerçekleştirdi.[3]

1 H a z i r a n 2 0 1 3 İ z m i r Taksim Gezi Parkı’nın yıkımını protesto etmek amacıyla İstanbul’da düzenlenen eylemlere destek vermek amacıyla aralarında BDP’nin de bulunduğu kalabalık bir kitle İzmir’de bir araya geldi… Gezi Parkı protestosundan sonra ellerinde Türk bayrakları taşıyan bir grup BDP İzmir İl binasına taş ve şişelerle saldırı düzenledi. Saldırıda binanın camlarının k ı r ı l d ı ğ ı . [ 4 ]1 H a z i r a n 2 0 1 3 Va nVan’da Taksim Gezi Parkı olaylarına tepki göstermek için Sanat Sokağı’nda toplanan yüzlerce kişi “Her yer Taksim her yer direniş”, “Direne direne kazanacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza” ve “Hükümet İstifa” s l o g a n l a r ı y l a o t u r m a e y l e m i y a p t ı . [ 5 ]

2 H a z i r a n 2 0 1 3 İ s t a n b u lTaksim’de TGB’li ırkçılar direnişin 5. Gününde ırkçı s l o g a n l a r l a K ü r t l e r e s a l d ı r d ı [ 6 }2 Haziran 2013 Diyarbakır

Diyarbakır'da İstanbul Taksim'de Gezi Parkı için süren eylemlere destek verildi. Kent merkezinde toplanan yaklaşık 1000 kişi, Türkçe ve Kürtçe, 'Amed, Taksim omuz omuza', 'Kürdistan faşizme mezar olacak' sloganları atarak 1 kilometre uzaklıktaki Koşuyolu Parkı'na yürüdü. Parktaki Yaşam Hakkı Anıtı önünde toplanan gruba BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan Gezi Direnişine ilişkin bir konuşma yaptı...[7]

5 Haziran 2013 Nevşehir

Nevşehir’deki Gezi Parkı protestoları ırkçı gösterilere dönüştü. Eyleme katılan Kürt ve sosyalist öğrenciler ise İstiklal Marşı okumadıkları gerekçesiyle yerel yayın organları tarafından hedef gösterildi. Eylemde ırkçı sloganlar kullanılmasına itiraz eden öğrencileri TGB’li ve ülkücü-faşist gruplar provoke etmek istedi. Kürt ve kendileriyle dayanışan sosyalist öğrenciler, ‘Ürgüp Taraf’ ve ‘Nevşehir Çizgi’ isimli yayınlar tarafından hedef haline getirildi. Söz konusu yayınlar, öğrencilerin ad ve soyadlarını, fotoğraflarını internet ortamında “şehrimizdeki vatan hainleri” başlığıyla dolaşıma soktu. “Bunlara İstiklal Marşı’nı öğretelim” ifadeleriyle okuyucularına seslenen yayınlar, “Tepkinizi gösterin” çağrısında bulunuyor.[8] 6 Haziran 2013 İstanbul

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, İstanbul Taksim Meydanı başta olmak üzere birçok kentte devam eden eylemleri ‘meşru isyan’ olarak tanımlayarak, “İnsanların isyanı baskıya zulme karşı gelmesi, son derece meşrudur, haklıdır, saygı duyuyoruz. Elbette ki haklı direnişin yanındayız” d e d i . [ 9 ]7 Haziran 2013 İstanbul

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Müslüman Kadınlar, Taksim direnişindeki cinsiyetçi ve ırkçı sloganlara karşı yürüdü, “Küfürle değil, inatla diren” dedi. [10]

22

Page 24: Jiyan - Sandığa Giderken

1 2 H a z i r a n 2 0 1 3 İ s t a n b u lBDP Milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel ve Sebahat Tuncel, Taksim Gezi Parkı’na gelerek basın açıklaması yaptı. Ertuğrul Kürkçü, dün yaşanan olaylara tepki göstererek, “Dünkü saldırıdan sonra bugün Gezi Parkı’na karşı herhangi bir saldırıya girişilmesi ihtimaline karşı, buna niyetlenenlere açıkça ifade ediyoruz ki; bu asla ve asla ne toplum tarafından, ne bu halkın vicdanınca kabul edilmeyecektir. O nedenle Türkiye’yi yönetenleri Gezi’den uzak durmaya davet ediyoruz. Onları Gezi’nin sözcüleriyle, buradan çıkan insanlarla konuşmaya davet ediyoruz” diye konuştu. [11]1 4 H a z i r a n 2 0 1 3 İ z m i rTaksim Gezi Parkı direnişine destek verme ve polis şiddetini protesto etmek amacıyla İzmir’de DİSK ve KESK öncülüğünde bir yürüyüş düzenlendi… Burada DİSK Genel Başkanı Kani Beko açıklama yaptığı sırada Göztepe taraftar grubu, eylemci kitle içerisinde yer alan ve Kürt halk önderi Abdullah Öcalan posterleri açan BDP’lilere saldırıda bulundu. Göztepe taraftar grubu, Kürt gençlerinin anında karşılık vermesi üzerine alandan kaçarak uzaklaştı.[ 1 2 }[ 1 ] http://sabah.com.tr/Gundem/2013/05/28/bdpli-onder-is-makinesinin-onune-gecti

[ 2 ] http://www.dipnot.tv/sirri-sureyya-polisin-gelmesiyle-yine-gezi-parkinda/27702/

[ 3 ] http://www.timeturk.com/tr/2013/05/31/taksim-gezi-parki-olaylari-batman-da-protesto-edildi.html#.U8XZnomDMm8

[ 4 ] http://www.yuksekovahaber.com/haber/bdp-izmir-il-binasina-saldiri-102678.htm

[5] http://www.haberimvan.com/m/?id=1879

[ 6 ] http://www.firatnews.com/news/guncel/taksim-de-tgb-li-irkcilar-kurt-yurtseverlere-saldirdi.htm

[ 7 ] http://haberler.com/taksim-deki-eyleme-diyarbakir-dan-destek-4689489-haberi/

[ 8 ] http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=74578&haberBaslik=Nev%C5%9Fehir%5C%27de%20Gezi%20Park%C4%B1%20bahane,%20%C4%B1rk%C3%A7%C4%B1l%C4%B1k%20%C5%9Fahane!&action=haber_detay&module=nuce

[ 9 ] http://anf.bz/news/guncel/demirtas-taksim-isyani-mesrudur-direnisin-yanindayiz.htm

[ 1 0 ] http://www.etha.com.tr/Haber/2013/06/07/kadin/kufurle-degil-inatla-diren/

[ 1 1 ] http://haberler.com/bdp-milletvekilleri-gezi-parki-nda-4724295-haberi/

[ 1 2 ] http://www.firatnews.eu/news/guncel/izmir-de-gezi-parki-eyleminde-bdp-lilere-saldiri-girisimi.htm

23

Page 25: Jiyan - Sandığa Giderken

Biraz Da Onlar Kerhen Oy Versinler

Delice Günay

Gerçi Erdoğan’ın taraf olacağını, Çankaya’da saksı gibi durmayacağını açıklaması bizler için gereksiz oldu, bundan en ufak bir şüphemiz yoktu. Biz kendisinin tarafını da, hareket tarzını da, niyetini de çok iyi biliyorduk. Bilmeyenler de son bir yıl içinde layıkıyla öğrendiler. Bir diğer aday Selahattin Demirtaş da bu açıdan bakıldığında Erdoğan’la benzer bir durumda. Onun da tarafı ve gerek geçmişte gerekse de gelecekte göstereceği hareket tarzı açısından, kendisini bilenlerin kafasında bir soru işareti ya da şüphe bulunmuyor. Tarafı da hiç bir açıklama yapmaya, daha sonra da açıklamayı değiştirmeye mahal vermeyecek şekilde ortada, halkın tarafı.

Peki, çatı adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu ve tarafı konusunda bir fikrimiz var mı? Kendisini aday gösterenlerin tarafsız olmasını istediğini, kendisinin de tarafsızlıkla ilgili başka -konularda da olsa yaptığı açıklamalarla düşüncesini az çok biliyorduk. Fakat seçmenlerden gelen tepkiyle ucundan kıyısından tarafını belli etmeye başladı. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun bitmek bilmeyen siyasi acemiliğiyle yaptığı sakinlik, tarafsızlık, uzlaştırıcılık ile alakalı açıklamalar, son 25 seçimde CHP’ye oy vermiş ve gelecek 25 seçimde de CHP’ye oy verecek olan bir grup seçmen tarafından olumlu karşılandı. Ama her ne kadar beğenmesek de, statüko partisi desek de CHP içerisinde farklı “taraflardan” farklı siyasal görüşleri olan insanlar var.

24

Page 26: Jiyan - Sandığa Giderken

En azından bu insanlar kendilerini bu siyasal görüşte konumlandırıyorlar ve bizim de buna saygı duymamız gerekiyor. Bu sebeple de Ekmel Bey’in azar azar tarafını belli etmesi beklenmeye başladı.

Temmuz 2014′de MetroPOLL araştırma şirketi tarafından yapılan “CHP içerisindeki farklı siyasal kimliklerin dağılımı” araştırmasına bir bakalım öncelikle. CHP kimlerden oluşuyormuş. MetroPOLL Temmuz 2014′de yayınlanan araştırmaya göre CHP’ye oy verenlerin;

%55′i Atatürkçü / Kemalist

%17′si Sosyal Demokrat / Sosyalist

%11,5′i Demokrat / Liberal

%8,7′si Milliyetçi / Ulusalcı

%2′si Geleneksel / Dindar Muhafazakar

%1′den az bir kaç grup daha var ama konumuzla çok ilgileri yok.

Yapılmış son araştırmaya göre CHP seçmeni içerisindeki siyasal görüşler ve bu görüşlere sahip seçmenlerin oranı bu. Şimdi tarafsız ve uzlaştırıcı olarak başlayıp, ince ince tarafını belli eden Ekmel Bey’in son bir kaç hafta içerisinde yaptıklarına, söylediklerine, hal ve tavrına bir göz atalım.

Bir gazeteci tarafından kendisine yöneltilen kürtaj sorusuna Kuran’dan referans göstererek cevap verdi. Kürtaj konusunda Kuran hükümlerinin açık olduğunu, Allah tarafından verilen canın kul tarafından alınmayacağını belirtti. Bu aslında Ekmel Bey’in dinci olmadığını söyleyenlere güzel bir cevap da oldu. Çünkü dinci olmayan birin, kürtaja karşı dahi olsa böyle bir konuda yorumu sorulsa en fazla “bu konuda tıp bilimi ne diyor ona bakmalıyız” veya “yaşam hakkı öğretileri neye işaret ediyor onu inceleyelim” derdi. Eğer ki biliyorsa bilim ve vicdan bu konuda ne anlatıyor, onları sıralardı, biterdi. Toplumsal bir sorun hakkında yorumu sorulan siyasetçi veya herhangi birisi cevap olarak Kuran’dan referans gösteriyorsa

dinci demektir. Hatta Evrim Teorisi sorulan Adnan Hoca kadar dinci.

Şimdi CHP içerisinde %55 ile çoğunluk durumunda bulunan Atatürkçü ve Kemalist seçmenler buyursunlar oy versinler kendi adaylarına. Hani bildik bileli siyasal islama küfürler savuran, tehlikenin farkında mısınız diye sokaklara dökülen, türbanlı kızlara hakaret eden, Türkiye’nin “çağdaş ve modern” insanları olan Kemalist CHP’liler versinler Ekmel Bey’e oylarını. Versinler “irticanın” bayrak taşıyanına da görelim. Önce onlar oylarını versinler, ben diyeceğimi sonda diyeceğim.

Ekmel’in icraatlarından devam. Geçtiğimiz günlerde Adnan Menderes, Turgut Özal, Bülent Ecevit ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun mezarlarını ziyaret etti, “üç kulfü bir elham”ını okuyarak mübarek Ramazan ayında bu Türk büyüklerinin ruhlarını şad etti. Eyvallah. Ben bile olanca zındık halimle sevdiğim birinin veya yakının cenazesine gittiğimde sırf onun inancına saygından cenaze namazına duranlardanım. Hatta çok sevgili Yahudi bir kardeşimin babasını uğurlarken Sinagogda onlar ne yapıyorsa yapmışlığım bile var (yazar burada Sarıgül’e selam çakıyor). Bunları yapmamdaki düşüncem rahmetli hakka yürürken yolunu aydınlatmak veya sırat köprüsünden geçerken ufak da olsa bir destek çıkmak falan değil. Düzünden ölüye ve inancına saygı. Zaten sorun da Ekmel Bey’in bu ziyaretleri değil. Ziyaret sonrası tutumu.

Rahmetli faşist başbakan Adnan Menderes’in kabrini ziyareti sonrası basın tarafından sorular soruldu Ekmel Bey’e. Konu Menderes’e gelince kelimeler boğazında düğümlenmeye başladı, duraksamalar, konuşmada güçlük çekmeler. Ve nihayet kendini tutmayarak ağlamaya başladı. Biz dedi, ailemizde Menderes sevgisi ile büyüdük. Ve olanca içtenliğiyle ağladı Ekmel Bey. Empati kurmaya çalıştım. Bir insanın siyaset yaptığı için, darbe ile devrilip üstüne bir de idam edilmesi korkunç bir şey elbette. Her türlüsünden idama karşıyım ama fikir ve siyaseti sebebiyle idam başlı başına bir devlet cinayeti, büyük bir utanç diye düşündüm. Ama bu konuda ağlayacak olsam, ağlamaya başlasam Menderes’e sıra gelir mi

25

Page 27: Jiyan - Sandığa Giderken

emin olamadım. Menderes konusu açıldığında içten bir şekilde göz yaşı dökebilmek için kalpten ve gönülden bağlı olmak gerekir herhalde Menderes’e, şu Menderes’e:

6 Eylül 1955 gecesi başlayan, tarihimze 6-7 Eylül olayları (olayları, çünkü kafi miktarda gayrimüslimi öldürmediğimizden katliam değil) olarak geçen, azınlıklara karşı gerçekleştirilen linç hareketinin startını veren Menderes, 48 saatlik utancı durdurmayan Menderes. Binlerce gayrimüslimi evinden yurdundan eden. Zamanının yandaş basını, yani şimdiden örnek vermek gerekirse Yeni Akit veya Vakit gibi sahibinin sesi yayınlardan bahsediyorum. Hatta tam da günümüze benzer bir şekilde Menderes’in örtülü ödeneğinden de katkılar alan bir havuz ile kurulmuş havuz medyası. Ve gene günümüzden bir örnek verelim, tıpkı bu güncel havuz medyasının Gezi dönemi “Camide içki içip grup seks yaptılar” diye haber yapmasının ardından sokak aralarında sopalarla sakat bırakılan, öldürülen gençler gibi, zamanının havuz medyası da nereden talimat aldığı “bilinmeden”, Rumlar Atatürk’ün evini yaktı diye haberler yaptılar. Bu haberlerde başı çeken de Menderes’in örtülü ödenek ile kurdurduğu Ekspress gazetesi idi. Ki bu gazetenin normal tirajı 20.000 olmasına rağmen o gün nedense 300.000 adet basılmıştı. Startı bu şekilde verilen ve Menderes hükümeti tarafından engelleme girişimi bile yapılmayan linç hareketinde, 73 kilise, 8 ayazma, 1 havra, 2 manastır, 4340 dükkan, 110 turistik işletme, 21 fabrika ve 3600 eve saldırılar yapıldı. 15 Gayrimüslim öldürüldü, binlercesi yaralandı, binlerce aile göçe zorlandı.

Halk evlerinin kapatılması ve meşhur Tahkikat Komisyonu’nun kurulması da Menderes eliyle olmuş şeylerdir. Bunların ne olduğunu bilmeyenler google’dan yardım alabilirler. Menderes döneminde yapılan öğrenci protestolarına güvenlik güçleri tarafından silahlı müdahaleler yapılmış, ölen ve sakat kalan gençler olmuştur. Bu dönemde 43 kişinin idamını Menderes imzalamıştır. İmam Hatip liseleri açılmış, Kore’ye ölmeye gönderilen gençler karşılığı NATO üyesi olunmuş, gelecekte faili meçhulların yaratıcısı Özel Harp Dairesi Menderes tarafından

kurulmuştur. İsmet İnönü’ye sokağa çıkma yazağı koyması da nasıl bir diktatör olduğu konusunda fikir verebilir. Ve evet zamanının muhalifleri tarafından gafletle “uçak mı inecek buraya, ehe ehe” denilen Vatan Caddesini yaptırmıştır kendisi, en dublesinden.

Tanıdığımız birisine ne kadar çok benziyor değil mi? Neredeyse olağan üstü bir şekilde tek yumurta ikizleri gibiler. Amacım idamı haklı çıkarmak değil elbet ama şu günleri yaşamış ve yaşamakta olan bireyler olarak, 20 sene sonra Erdoğan’dan bahsederken gözlerinizin yaşardığını, duygularınıza hakim olamayarak ağladığınızı hayal edin. Bu zor olabilir ama böyle biriyle muhatap olduğunuzu düşünebilirsiniz, size Erdoğan’ı anlatırken ağlayan biri.

Tamam şimdi şu araştırmaya göre CHP’nin seçmenleri arasındaki %17 Sosyalistler ve %55 Atatürkçü’ler oy versinler bu şahısa. Versinler bir görelim, söyleyeceğimi sona sakladım. Ekmel’den devam edelim.

Sıradaki icraatı sebebiyle şahsi düşünceme göre nefret söylemi yüzünden ceza verilmesi gerekiyor. Almanya’da bugün Hitler’i övenlere uygulanan yaptırımların devreye girmesi gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Ekmel Bey mezarlık ziyaretleri sırasında uğradığı, Türkiye tarihinin en büyük faşist fikir liderlerinden (ki faşistliği fikir sınırlarında da kalmamış) biri olan Muhsin Yazıcıoğlu için “Türkiyenin yetiştirdiği gerçek kahramanlardan biridir” dedi. Gerçek kahraman. Yani öyle en büyük kahraman, ulu kahraman gibi romantik bir söylem de değil. Gerçek kahraman, yaptığıyla ettiğiyle kahramanlığın her hücresinde gerçeklik bulduğu bir insan, Muhsin Yazıcıoğlu. Hangi Muhsin mi?

8 Ekim 1978 günü Ankara Bahçelievler’de, yedi TİP üyesi üniversite öğrencisi ülkücü bir grup tarafından evlerine baskın düzenlenerek, bir kısmı boğulmak suretiyle, bir kısmı da kafalarından silahla vurulmak suretiyle öldürüldüler. Bu da kanlı tarihe Bahçelievler Katliamı olarak geçmiştir. Bu katliama katılan ülkücü faşistlerden Abdullah Çatlı’yı çok iyi tanırız. Katliam sonrası yakalananların ifadelerinde emri Muhsin Yazıcıoğlu’ndan aldıklarını söylediklerini de

26

Page 28: Jiyan - Sandığa Giderken

biliyoruz. Zaten Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu olayda yakalanan faşistler için emniyeti telefonla arayarak tehdit ettiği, serbest bırakılmazlarsa her yerde bombalar patlatılacağını söylediği de bir sır değil. Bu tip insanlar bu yaptıklarıyla gurur duyduklarından saklama gereği de hissetmemişler o dönemde.

Bahçelievler katliamını planlayanlar, yapanlar ve yapanları koruyanları aynı yılın Mayıs ayında Beyazıt Meydanı’nda işlenen cinayetlerde ve Kahramanmaraş katliamında görüyoruz. Yüzden fazla Alevi’nin katledildiği ve Maraş Katliamı olarak bildiğimiz saldırıda. Madımak’taki rolünü de unutmamak gerekir, Ekmel Bey’in Sivas Katliamı için tahrik sonucu çıkan olaylar demesini de.

Şimdi CHP seçmeni içerisinde bulunan %11 Liberal, %17 Sosyal Demokrat ve %bilmemkaç Alevi yurttaş, Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy versin. Oy versinler de görelim.

Sonra Kılıçdaroğlu çıksın, tatilcileri azarlasın, oy vermek istemeyenlere “adam gibi vereceksiniz” desin. Kürtlerle yanyana duramayız ama gene de Erdoğan’dan kurtulmak için bizim adayımıza oy versinler desin. Açıklandığında 12 yaşında gelin verilen çocuğa dedikleri gibi “tanıdıkça seveceksiniz” dediği Ekmel Bey’i biz tanıdıkça daha az sevmeye başladık. Mesele kime verdiğin değil, kime vermediğin dediler. Mesele Erdoğan’dan kurtulmak dediler. Tamam adayımız bir halta benzemiyor ama tatava yapma, bas geç dediler.

Şimdi bunları MHP tabanına söyleme zamanıdır Sayın Kılıçdaroğlu. Erdoğan’dan kurtulmak arzularında samimi iseler bir kere de onlar kerhen oy versinler. Çünkü bu adayınızın, olur da ikinci tura kalırsa seçilme şansı rakamla 0, yazıyla sıfır. Takke düştü, kel göründü. Kendi tabanınızdan bile oyların tamamını alabileceğiniz garanti değil bu adayla, hele ki gerçek sosyalistler, Aleviler ve Kürtler. Şu kerhen oyları bir kere de bize çalıştırırsanız, ikinci turda Erdoğan’ı geçme şansı sadece Selahattin Demirtaş’ta bulunuyor. Görelim kurtulma isteğinizi, yurt sevginizi. Bunu bir düşünün!

27

Page 29: Jiyan - Sandığa Giderken

Bir Alevi der ki: Ceberrut akıldan sıyıralım kendimizi

Hatice Altınışık

Gökhan Yılmaz Radikal Blog sayfasında “Demirtaş’a Bir Alevi Kardeşimizden Mektup” başlıklı yazısında ismini açıklanmadığı bir okuyucudan geldiğini ileri sürdüğü bir mektup yayınlamış.

Mektup baştan sona çarpıtma ve kara propaganda içerdiğinden isimsiz olarak yayınlanmış olsa gerek… Aleviler yürekli olur, arkasında duramayacağı imzasını atamayacağı yazılar yazacağını pek sanmıyorum.

Mektuptaki gerçek dışı ifadelerle ilgili kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini, bu çarpıtmaların gerçek yüzünün açığa çıkartılmasını; HDP içinde Alevi/Kızılbaş kimliğiyle siyaset yapma zemini bulmuş bir kadın olarak önemsiyorum .

1- Mektupta Sn Demirtaş’ın “Kürdistan Lazkiye’yi de içine alırsa Kürtlerin büyük bir sorunu ortadan kalkar, denize ulaşırlar” dediği ileri sürülmüştür. Bu ifadeler gerçek dışıdır, Habertürk Gazetesi Yazarı Fatih Altaylı’nın 23 Mayıs 2013 tarihli köşesinde yer verilmiş ve bu iddia aynı gün yalanlanmıştır. Altaylı

28

Page 30: Jiyan - Sandığa Giderken

da 26 Mayıs 2013 tarihli köşesinde gerekli düzeltmeyi yapmıştır.

http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/847551-krizler-firsattir

Sn Demirtaş, 25 Mayıs 2013 tarihli Sol Gazetesi’nde şu açıklamayı yapmıştır: “Kürtler Lazkiye’yi alsın diye bir şey yok. Ne bir politikamız var, ne bir niyetimiz var. Ne de böyle bir şey söyledim. Kürtler orada başkalarının topraklarını işgal etsin gibi bir durum söz konusu olamaz tam tersine özerk yönetimler olsun. Sadece kendileri yönetmesin. Arap halkları var, Alevi halkları var, Nüsayirler var, Lazkiye üzerinden gidebilir dedim. Ben yoksa Lazkiye Kürt’lerin olursa Kürt’ler denize alışırlar gibi bir şey yok.”

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/demirtas-sola-konustu-sunni-sii-catismasinin-tarihi-temelleri-var-haberi-735892-

Her zaman, her yerde özgürlük için direnen herkesin yanında olan Sn Demirtaş’ın“Gezicilerle işim olmaz” şeklinde bir söylemi asla olmamıştır. Sn Demirtaş başından bu yana Gezi direnişini gerçek bir halk hareketi olarak görmüş, Gezi direnişi ile değil , o süreçte Gezi direnişini kullanarak askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyen bir takım ırkçı-şöven milliyetçi-darbeci odakların varlığına dikkat çekmiştir; Ergenekon’dan medet umanlarla, askerleri göreve davet edenlerle mesafe koymuştur. Gezi direnişi içinde yer alan herkes bu gurupların varlığını görmüş ve büyük çoğunluğu da bu mesafeyi koymuş olmakla birlikte bunu dillendiren sayın Demirtaş olmuştur. Susurluk vakası sonrası ‘ Bir dakika karanlık eylemleri’nin 28 Şubat darbesine kadar gittiği tecrübe ile sabit iken, bu tür darbeci anlayışlara mesafe koymak çok da yerinde bir tavır olmuştur ki bugün ki iktidar da 28 Şubat darbe zemininden doğmuştur..

3- Sn Demirtaş’ın “Kürtler Özgür Suriye Ordusu’na katılmalı” şeklinde hiçbir açıklaması, ifadesi, söylemi olmamıştır. Tümüyle gerçek dışı bir haberdir kaldı ki ÖSO ve onun unsurlarıyla savaşarak

‘’Rojava Devrimi’’ gerçekleştiren ve hali hazırda Alevileri katletmek üzere fetvalar yayınlayan cani ISID’la savaşan Kürt halkına ve Rojava halklarına bu tür ithamlarda bulunmak vicdansızlıktır, nankörlüktür.

4- Mektupta Sn Demirtaş’ın 2011 seçimleri sonrası “Dersim ihanetini unutmayacağız” dediği ve benzeri sözleri söylediği ileri sürülmüştür. Türkiye Gazetesi 17 Haziran 2013 tarihli sayısında çarpıtma bir habere yer vermiş ve aynı gün bu haber BDP basın bürosu tarafından yalanlanmıştır. Haberde Sn Demirtaş’ın kendi facebook sayfasından bu mesajı verdiği ileri sürülmüştür. Oysa Sn Demirtaş’ın o tarihte kendi adına açılmış bir facebook sayfasının olmadığı, kullanılan adresin de sahte olduğu 18 Haziran 2013 tarihli tekzip metni ile kamuoyuna da açıklanmıştır.

( h b r ) http://www.turkiyegazetesi.com.tr/haber/494673/dersim_ihanetini_unutmayacagiz.aspx

( t k z p ) http://www.etha.com.tr/Haber/2011/06/18/güncel/bdpden-turkiye-gazetsine-tekzip/

5- 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla ilgili olarak da Sn Demirtaş’a atfedilen yorumlar hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. Sn Demirtaş’ın 18 Aralık 2 0 1 3 ’ t e y a p t ı ğ ı a ç ı k l a m a ç o k a ç ı k v e netttır: “Hırsızlık, yolsuzluk, ahlaki çöküntünün olduğu her yerde ciddi bir şekilde bunların üstüne gidilmelidir. Ucu kime dayanırsa gereği yapılmalıdır. Siyasi komplo, kimin kime komplo yaptığı teorileri bir yana bırakılarak hırsızlık yapanlardan hesabı sorulmalıdır. Temizeller operasyonuna dönüşmelidir” demiştir.

6- Sn Demirtaş’ın Reyhanlı saldırısı sonrası yaptığı açıklama da çarpıtılmıştır. Sn Demirtaş, Alevi-Sünni çatışması yaratılması olasılığı karşısında bu tür provokasyonların önlenmesi için hükümetin yürüteceği çalışmalara destek verileceğini ifade etmiştir. Yoksa hükümetin Suriye politikasını destekleyici, bu politikanın yanında yer alındığını belirten bir açıklama söz konusu değildir olamaz. Sn Demirtaş’ın 12 Mayıs 2013 tarihli açıklaması

29

Page 31: Jiyan - Sandığa Giderken

şöyledir: “Bu konu Türkiye’de devam eden çözüm süreci ile bir bağlantılı mı değil mi onu kestirmek zor. Fakat hedeflenen Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi atmosferdir. Bu nettir, hükümetin Suriye politikasının yanlış olduğunu BDP olarak yıllardır söylüyoruz. Fakat bu dönemde özellikle Türkiye’de yönelik saldırı sivil yurttaşlara yapılan saldırılarda öncelikli olarak hükümeti eleştirmek yerine birlik olmamız gerekir. Bu saldırı herkesi hedef almıştır, Kürt, Alevi çatışması körüklenebilir, biz bu saldırılara karşı hükümetin yanında olacağız” demiştir.

7- Sn Demirtaş Diyanet İşleri Başkanlığına destek vermemiştir. Tam tersine sn.Demirtaş tüm konuşma açıklamalarında ve partisinin programında (HDP) ‘Diyanetin Kaldırılmasını alenen savunmaktadır. Kaldı ki mektupta bahsi geçen TBMM’de Diyanet’in genişlemesi oylaması, halü hazırda imamlık yapan beşbin Melenin DİB kadrosuna alınması ilişkin olduğunu sanırım o mektubu yazan da çok iyi biliyordur aslında.

Sipariş üzere Google şöyle göz atılarak ele alınan mektup adı konan vicdansız yazıya göre bu ülkedeki tüm olumsuzluklara, Aleviler’in yaşadığı tüm sıkıntılara , Aleviler’in görülmemesine sanki Demirtaş neden olmuş!

Bir Alevi de Demirtaş’a Sorular adıyla bir bloğda mektup adı altında yazılan çarpıtma, karalama yazısını bir Alevi yazmış olamaz, çünkü bu kadar uydurma tekziplerle yalanlanmış haberi hiç bir Alevi ele alacak kadar vicdanını karartamaz, Aleviler’in sorunlarının oluşmasına neden olan ve bugünde çözümsüzlüğü, asimilasyonu dayatanın 95 yıllık bir siyasi geçmiş olduğunu Aleviler çok iyi bilir.. Bu yazı birazda hedef şaşırtıp 95 yıllık redci, tekçi anlayışı temizlemeye, Aleviler’i yanılmaya yönelik ele alınmıştır.. ‘’Görmediğine gördüm, duymadığına d u y d u m ’ ’ d e m e y e c e k s i n b u y o l d a , Alevilikte.. Kuvvetle muhtemel milliyetçi muhafazar adaylarını desteklemek, destekletmek için kendilerine gerekçeler yaratma derdinde olan, topluma karşı solcu – sosyal demokrat gözükmeyi beceren bazı işgüzar kişilerin işidir…

Gerek Sn Demirtaş’ın gerekse de HDP’nin Türkiye halklarıyla ve inançlarıyla, Alevilik’le ilgili görüş ve tutumu oldukça net ve bu netlikle tüm alanlarda dillendirmekte, tbmm çatısı altında da gereğini yapmaktadır… HDP, parlamentoda Aleviler’in temel hak ve inanç özgürlükleriyle ilgili en güçlü yasal çalışmaları yapan, TBMM kürsüsünde Alevi halkının taleplerinin en güçlü bir biçimde dile getiren, anayasa çalışmaları sırasında en güçlü önerileri sunan, Aleviler’in her zaman yürüttüğü demokratik mücadele ve direnişi sahiplenen, yanında olan bir politika ve tutuma sahiptir. Aleviler’in örgütlü kurumları HDP’nin bu konudaki duyarlılığını zaten yakinen takip etmektedir.

Blog sayfasında yer verilen mektupta Cumhurbaşkanı Adayımız Sn Selahattin Demirtaş’la ilgili olarak ileri sürülen iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu belgeleriyle sizlerle paylaştım, artık iş vicdanlarda… Mektubu kaleme alan kişinin ya da kaleme aldıran kişilerin Sn Demirtaş aleyhine bir kirli propaganda kampanyası yürütmeye çalıştıkları çok açık ve net olarak görülüyor. Ama o kadar şeffaf ve duru o kadar inanarak ve güvenerek , tüm halklarla, inançlarla kol kola öyle bir yürüyoruz ki bu, ceberrut devletin maşaları bile bizi engelleyemeyi başaramayacaktır artık… Ceberrut devletin kendisini var ettiği zeminde Kızılbaş / Aleviler’in kendileri gibi , kendilerini reddetmeden yaşama şansları yoktur. O mektup, bizim yaşama şansımızın olmadığı, olamayacağı mevcut zeminden ceberrut akıl ile , egemene bekçilik eden akıl ile yazılmıştır, varlığımızı, kendimizi reddederek ceberrut dvleti, ceberrut aklına edelim diye…

Biz Kızılbaşlar’da bir söz vardır ‘’Her ağacın kurdu kendi özünden olur’’ diye.. Sistemen beslenen böyleleri hep olacaktır ama bizler gibi diğer ezilen yoksayılanlarla omuz omuza varlık mücadelesi için direnenleri de olacaktır

Yolumuz uzun yükümüz ağır, Hak yardımcımız Hızır yoldaşımız olsun… Gerçeğin Demine HU !!

Bir Kızılbaş Kadın

30

Page 32: Jiyan - Sandığa Giderken

Tecrübeli Kötü, Taze Kötü ve İyi ArasındaSarphan Uzunoğlu

Güneş Duru Birgün gazetesinde ardarda iki yazı kaleme aldı.

Birinci yazı: Ying-Yeng

İkinci yazı: İyi, Kötü, Eğreti Çatı

Güneş Duru ile aynı ideolojik frekansta olduğumu söyleyemem. Buna bağlı olarak birinci ve ikinci yazısına itirazlarımı anlatmayı deneyeceğim. Birinci yazıda kullanılan ying-yang kavramı birçok anlamda problemli. Evet, hepimiz Erdoğan otoriterizminin kötülüğünün farkındayız; müzakere masasında olması dahil olmak üzere birçok tutumundan avantaj elde etmeye, barış yolunda bunları taktiksel olarak kullanma şansımız olduğunu düşünmeye eğilimimiz var. Ancak ben Kürt hareketinin, yani iyinin içindeki kötü konusunda Güneş Duru’nun yaptığı tespitlerin

yeterince geçerli olduğunu düşünmüyorum. Bunun birçok geçerli sebebi var; birincisi şu:

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bölgede aldığı oyların tarihi o kadar da çözüm sürecine yönelik eğilimlere doğrudan bağlı değil; aksine Kuzey Kürdistan’da bugün HDP’ye yönelen seçmenin Kürtler’in legal mücadelesi başlamadan önce sola daha yakın olan eğilimleri taşıdığını söylemek kolay. Elbette burada herkes Kürt hareketinin seçmeninin muhafazakâr eğilimlerine vurgu yaparak bunu yanlışlamak isteyecektir; oysa mesele bu kadar da basit değil. Zira Avrupa’dan Avustralya’ya İslam’ın ve dindarlığın tüm dünyada yükselişte olduğunu görmemiz gerekiyor. Türkiye’de bunu bire bir yaşıyoruz. Zamanın ruhu ile ilgili bir mesele söz konusu. IŞİD vs. şeylerin yükselişi tıpkı İran Devrimi döneminde ortaya çıkan durum gibi şaşırtıcı değil.

31

Page 33: Jiyan - Sandığa Giderken

Dahası SHP deneyimi de dahil olmak üzere birçok deneyim bugünkü Kürt siyasal hareketinin sol demokrat özgürlükçü hareketlerle geçmişten kalma bir bağının olduğunu gösteriyor. Peki böyle bir seçmen refleksi ilk fırsatta AKP’Ye kayar mı? Kaymaz. Kaymayacağını görmenin iki önemli verisi var. Birincisi 2010 referandumunda benimsenen aktif boykot tutumu. İkincisi ve daha önemlisi ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başından geçenlerin HDP-DBP seçmeni tarafından da görüldüğü gerçeği. 17-25 Aralık süreçleri hiç gerçekleşmemiş, Roboski hiç olmamış gibi davranmasını bu seçmen kitlesinden bekleyemezsiniz.

Zira Erdoğan da Kürt Sorunu’nda attığı adımların oy olarak karşılığını alacağına dair inancı her ne kadar AKP’li liberallerce sürekli olarak beslenmeye çalışılsa da HDP’nin ve DBP’nin elde ettiği meşruiyet üzerinde barışın ve oğullarından ve kızlarından ‘kötü haber almaktan kolan’ ailelerin bu geleneğe duyduğu ilginin üstü hep örtülmeye çalışılıyor. Barış dediğimiz masanın ‘iki tarafı’ olduğunu ve Kürt Hareketi’nin tüm barış süreçlerinde olanın gereği olarak iktidarda kim varsa onla masaya oturacağı objektif bir gerçeklik. Sanki Kürtler, AKP’yle masaya oturmayı istedikleri, özel tercihleri AKP olduğu için o masadaymış gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Duru’nun yazısı da bu algıyı bekler nitelikte.

Örneğin Çözüm Süreci’ne yönelik Erdoğan ve Öcalan arasındaki ‘kapalı müzakerelerin’ ve SSÖ’nün seçimler öncesi CHP’ye yöneldiği iddia edilen eleştirilerinin HDP ve DBP’ye oy kayması olarak görüleceğine dair garip bir yargı var. Birincisi Önder, defalarca yayınlarda bu eğilimi yalanladı ve dahi bu konuda konuşmayı defalarca reddetti. Ama başta Merkez Medya ve Havuz Medyası olmak üzere alternatif medya dahi Önder’e sorularını bu çerçeveden kurdular. Bana kalırsa bu HDP’ye yönelik ideolojik operasyonun bir parçasıydı ve sosyal medyada da sürdürüldü. Elbette HDP CHP’nin sol, demokrat seçmen tabanına oynayacaktı, hatta yıllarca oyunu CHP’ye emanet etmiş seçmenden de oy isteyecekti; ama CHP’nin karşı hamlesi ziyadesiyle başarılı oldu. HDP’ninse medya kanalları ve ilişkileri bu kara bulutu dağıtmaya yetmedi. Kirli ve uzun

koridorlarda genç bir partiyle yürümek zordu, hepimiz bunu tecrübe ettik, görüldüğü kadarıyla bu seçimlerde bunu gayet iyi kotarıyor HDP çizgisi. Çünkü tartışmaların, trollemelerin bize ‘yaramadığını’, pozitif olmanın, politika üretmenin tek seçenek olduğunu fark ettik.

Demirtaş İhsanoğlu’na seviyeli eleştirilerini sürdürürken, Erdoğan’la ilgili de sözünü sakınmıyor. Ha, HDP yerel seçimlerde sözünü sakınmış mıydı derseniz, AKP tarihinde AKP’nin en büyük yarayı aldığı Gezi’nin başladığı ilk gün orada olan birini aday göstererek, onun söylem analizini ele alarak konuşursanız sakınmadığını görürsünüz. Ancak yerel seçimlere Fuat Avni vb. birçok psikolojik operasyonun da gölgesinde girdiğimizi anımsatmakta fayda var. Bu operasyonların AKP’ce şimdilik geri püskürtüldüğü aşikar; ama o dönemde postacıdan satılmışa hakkında birçok söz üretilen HDP’nin çok ciddi zarar gördüğünü, bunun bazı entelektüellerce de inatla beslendiğini söylemek şart.

Bu arada unutmamamız gereken bir şey var; bu seçimlerde CHP’nin zihinsel ve ideolojik olarak değil örgütsel olarak seçimlere katılacağını söylemek doğru olur, o da eksikli bir biçimde. Neden denirse, CHP’nin genel seçmen profilini yansıtan bir aday göstermediği ortada. Kılıçdaroğlu’nun sandığa mutlaka gitme yönündeki çağrıları da bunun açık kanıtı. Ben Kılıçdaroğlu’nun kaygılarının, seçmeninin ‘tatil yapma’ eğilimi olduğu kadar ideolojik tercihleri ile de ilgili olduğunu düşünüyorum. İmza vermeyen 20 vekil meselesi ve Tarhan’ın adının öne çıktığı dönemse bunun için önemli bir veri olarak ele alınabilir. Zaten şu an CHP içerisindeki ulusalcı kadrolar olası başarısızlığı ellerini kavuşturmuş bekliyor durumdadırlar muhtemelen. Alevi seçmen içinse bu seçim gerçekten zor başladı. Bana kalırsa Demirtaş’ın atacağı her adım, Aleviler’in HDK içerisinde siyasete dahil olması açısından önemli bir çağrı niteliği taşıyacak ve Türkiye’nin büyük muhalefet cephesinin kuruluşu açısından fırsat sağlayacak.

Peki Kürt hareketinin ‘aydınlığı’ AKP’nin karanlığını besleyecek mi?

32

Page 34: Jiyan - Sandığa Giderken

Birincisi, evet müzakere almayı da vermeyi de kapsıyor. Ancak, mücadeleyle müzakereyi birarada sürdürmek ilk günden bu yana Kürt Hareketi’nin temel çizgisi oldu. Hatırlansın, her şey bitti denilen, Öcalan’ın tecrit altında olduğu dönemde, Öcalan’dan haber alınamayan dönemde başlatılan bir açlık grevi Kürt halkı ve Öcalan’ı kavuşturmuş, bu aşağıdan yukarı müdahale, çözüm sürecinin önünün açılmasını sağlamıştı. Bu bağlamda AKP’yi masaya oturtanın Kürtler’in iradesi olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Dahası da var. Öcalan’la ve Kürtler’le konuşmayı ilk deneyen AKP değildir; AKP bunun ‘çözüm süreci yasa tasarısı’ ile birlikte legal olarak meşrulaşmasına olanak vermiş ilk partidir, Öcalan’la görüşüldüğünü açıktan ileten ilk siyasi iktidardır. Tüm bunlar doğrudur; ama Kürt Hareketi ile masaya oturmak bugün Türkiye’e kim iktidar olursa olsun yapması gereken ilk şeydir; zira Kürt Sorunu Türkiye’nin yeni bir çizgiye oturmasının önünde hem engel hem de o yeni çizginin belirleniminde demokratikleşme açısından formül önerisini içinde taşıyan bir olgudur.

Güneş Duru şöyle söylüyor : Tereddüt ler i mazur görelim. Haklı. Zaten Selahattin Demirtaş da vizyon toplantısında açık bir şekilde söyledi. Sürece karşı çıkanları anlamak lazım; zira süreç bugüne kadar yeterince şeffaf yürütülmedi. Sürecin şeffaflaşmasına yönelik ilk büyük adım olan yasa tasarısına CHP’nin de olumlu bakmasının ardında bu psikoloji yatıyordu. Ama süreç şeffaflaştıkça herkes Kürtler’in teslim olmadığını, aksine Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet düşüncesinin, radikal demokrasi ruhunun Türkiye’nin yeni döneminde kapı aralayıcı olduğunun farkında.

2011 yılında parlamento açılırken duyduğum en büyük heyecan şuydu: Bu kurucu meclis olacaktı. Meclis bugüne kadar ‘yeniden kuruluş’ adına bir şey yapamamıştı; ama çözüm süreci yeniden kuruluş sürecini anayasa üstünden olmasa da başlattı. Türkiye Ortadoğu’da bir ülke ve masanın üstünü sık sık karıştıran şeyler var; ama hepimizin geçmişe göre daha sabırlı ama daha hırslı olmamızın ardında da bu yatıyor. Büyük bir heyecan yaratmaya gerek yok; ama

beklentiler hepimizin. Beklentilerimiz olmasa siyaset yapmazdık.

Duru sonuç bölümünde özetle şöyle savunmuş kendini:

Demirtaş iyiliği ve aydınlığı temsil eden, Erdoğan’ı ise aydınlanma sürecinden beslenen kötülük olarak ifade etmem, müzakere süreci ve takvimine karşı temkinli yaklaşmam neden sert ifadelerle eleştirildi anlamış değilim.

Bunun belirgin sebepleri var; zira Demirtaş’ın iyilik ve aydınlığı temsilinin içine ‘kötülüğü’ kavramsal olarak yerleştirmek, birçok bağlamda müzakere süreci ve takvimine ilişkin temkinli yaklaşımı doğrudan Kürtler’in siyasi oryantasyonlarının üstüne yıkmak ve Kürtler’in kendi ülkelerindeki oy verme hakları üzerine spekülasyon üretmek oluyor. Ben buna başından beri karşıyım. Zira bunun Erdoğan’ın Kürdistan’ı tek parti anlayışına mahkum etmeyeceğiz diyerek Barzani’yi işaret ederedank Kürtler’in HDP-DBP iradesinde toplanmış siyasal kimliklerine saldırmasıyla aynı şey olduğunu düşünmesem de bunları benzer kan gruplarından görüyorum. Zira Kürtler’in kime oy vereceği yalnızca Kürtler’in kararıdır. Kürtler’in oyları ise bir siyasal pazarlık malzemesi olmaktan ziyade siyasi bir özne olarak verecekleri bir karar. Türkiye’de AKP yanlıları ve HDK dışı sol aynı anda sanki Kürtler’in doğrudan AKP’ye ikinci turda kayacağına yönelik bir algı yaratıyor. Bir taraf Kürtler’i bundan vazgeçirmeye çalışıyor olma iddiasında olsa da bu suçlama içeren tespitler birçok bağlamda hoş karşılanmıyor, üstelik Demirtaş dahil herkesin ifadelerini ezip geçiyor, tek sesli bir fikir yürütme kısırlığına takılıyor. Yani temkinli yaklaşımdan ziyade eksik bilginin taraflı yorumu oluyor, tepkiyi de bu çekiyor.

Bu Kürtler’e yönelik özellikle de İP çevresince yaratılmak istenen algı operasyonuna ziyadesiyle hizmet ediyor. Oysa bu sosyolojik tabanı yeterince belirgin olmayan bir tespit. Herkes sürekli Kürtler’in bölgede ikinci parti seçeneklerinin AKP olduğunu söylüyor; ama şu unutuluyor. HDP-BDP çizgisi dışı sol Kürt sorunu konusunda kitleselleşebilecek hangi

33

Page 35: Jiyan - Sandığa Giderken

argümanı üretti, bölgede ne kadar örgütlendi ki bölgede ikinci parti olabilme şansına erişsin?

Bölgedeki temel çelişki devlet ve Kürtler arasındadır. Çekişmenin de bu iki aktör arasında geçmesi doğaldır.

Tam da bu yüzden Erdoğan zayıf aday İhsanoğlu ile değil Kürdistan’daki imajını fena halde zora sokacak Demirtaş’la kavga edip devletçi oylara ve PKK karşıtı damarlara oynuyor, Kürtler içindekiler hariç değil! Erdoğan’ın amacı çatı adayı zayıflatmak değil, yıllardır kendisine dair oluşturmuş Kürtler’in dostu Başbakan imajının Kürt siyaseti özne olarak var oldukça aslında hiçbir işe yaramadığını, Kürtler’in iradesi var oldukça da onun için bir rant alanı olamayacağının göstergesi.

Böylesine belirgin bir durumda Kürtler’in seçimlerine ilişkin spekülasyonlara işaret etmek yazık ki yanlış oluyor. Zira bu CB seçimleri müzakere ve çözüm sürecinin yanında sahiden devede kulak kalacak hesaplara sahne oluyor. Aşağı yukarı herkesin ‘acı sonucunu’ tahmin ettiği bir seçime doğru gidiyoruz ve hepimiz şimdiden bir günah keçisi arayışına girdik. Bu bazıları için Kılıçdaroğlu olacak bazıları için HDP yönetimi ve Kürt halkı. Ama kesin olan şu ki kurban hepimiziz ve hedefimizi her zamankinden iyi anımsamamız gerekiyor.

İnsanları diktatörleşmeye karşı oy vermeye çağırmak yerine, siz diktatörleşmeye oy vereceksiniz önkabulüyle yaklaşmak ve süreci de buna gerekçe olarak sunmak süreçle ilgili umutları ‘siyasi’ olduğu kadar ‘insani’ ve ‘tarihi’ de olan bir halkı hiçe saymak oluyor. Yani Kürt Hareketi’ni sürecin ve siyasetin pasif ve reaktif aktörü gibi görmekten vazgeçmek lazım. Zira AKP hariç gündem belirleme gücüne sahip tek Ortadoğu çapındaki örgütün bu hareket olduğunu tekrar tekrar anımsatmak gerekiyor.

Not: Güneş Duru madem ki ikinci bir yazı yazarak açıklama gereği duymuş, kendisine teşekkür ediyorum. Elbette sosyal ağlarda hakarete uğramak vs. berbat şeyler; ancak, söz konusu Kürtler olduğunda Roboski katiline oy vereceklerine dair sürekli bir ön kabulle kocaman bir hareketi sınamak

da bir o kadar berbat bir şey. Yine de nazik cevabındaki eksikleri ve şüphelerini giderebildim diye umuyorum.

34

Page 36: Jiyan - Sandığa Giderken

Selahattin Demirtaş’ın Paris Mitingi

Elif Özgür

Türkiye’de seçim dönemleri bitmiyor ; şimdi de hararetli bir şekilde devam eden cumhurbaşkanlığı seçimleri sürüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin diğerlerinden tek farkı artık halkında bu seçimlerde birebir rol oynamasıdır.Adayların talepleri yada halkın adaylardan talepleri birbirine ne kadar cevap olucak bilmiyoruz ama eskiye oranla adayların artık halk için çalıştıklarının farkında olmalarıdır. Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanlığı kriterleri bu sayede aşılmış olucaktır. Bu imaj Abdullah Gül ile aşılmaya çalışılsada ; unutmamak gerekli ki onuda meclis s e ç m i ş t i .Ağustos ayında yapılacak seçimler üç aday ekseninde dönüyor. Selahattin Demirtaş’ın da söylediği gibi üç aday ama iki ideolojik fikir içeriyor; 2023 planlarını öne sürerek cumhurbaşkanı olmak isteyen Başbakanın vaatlerini artık hepimiz ezber yaptık, tam bir diktatörce tavırlar içerisinde mitinglerde evde

tutamadığı yüzde ellilik bir kısma boy gösteriyor. Seçim konuşmalarında sadece kendi fikrinde olan insanlara hizmetten bahsediyor, «Benim Suriyeli vatandaşlarım » derken Kürtler, Aleviler, Ermeniler, gibi farklı renklere sahip kısımdan bahsetmek aklına gelmiyor, bu ülkenin en önemli gerçeklerinden birisi olan LGBT’liler zaten orda yaşamıyor, kimsenin böyle bir yaşam şeklinden haberi yok.Kadın cinayetleri sorunu başını almış gidiyor. itaat k ü l t ü r ü n ü n e n k o r k u n ç r e s m i d i r .Geçen cuma Paris’de miting düzenleyen Selahattin Demirtaş bu mücadelede destek verilmesi en güçlü adaylarda görüyorum. Paris ve çevresindeki göçmen örgütlerin de (Kürdistan demokratik toplum koordinasyonu, didf, Açtit,HDK,SKB,FEDA, ÇIK, Alevi Dernekleri, Fransa kürt kadın hareketi, Alınteri gibi 20 ye yakın kurum) desteğiyle katılımı bol ve hareketli bir miting düzenlenmişti. Diğer adayın

35

Page 37: Jiyan - Sandığa Giderken

Erdoğan karşısında varlığı biraz düşündürücü ama son dönemlerde Selahattin Demirtaş gerek konuşmalarıyla gerek siyasi durusuyla aydın-demokrat-sol-kürt-alevi-ermeni-lgbt-roman yani Erdoğan zihniyetinden darbe yemiş bir çok kesim tarafından destek görüyor. Demirtaş konuşmasında özellikle Erdoğan hükümeti esnasında deşifre edilmiş yolsuzluklar üzerine şöyle devam etti « İlk defa bir fırsat ele geçti.Şimdi türk, kürt, çerkez alevi, kadın –erkek, genç-yaşlı, türkiye’nin bütün emekçileri, ezilenleri yoksulları, ötekileştirilmiş olanları yani Türkiye’in yüzde sekseni, doksanı, yani Türkiye’nin kaderini o elindeki mühürde tutanlardan sözediyorum sandığa gittiğiniz de iyi düşünün” diyerek halkı vicdan sorgulaması yapmayada davet ediyor. Alevilerin yaşadıkları sorunların farkında olan Demirtaş her fırsatta bu konuya değinerek Alevinin sünniden, kurdun türkten korkmayacağı bir yönetim anlayışı sözü veriyor. Demirtaş u luslararası i l işkiler inde gözden geçirilmesini vurgularken hergün bombardıman altında yaşamak zorunda kalan Filistin halkını ve özellikle Rojava’nın Rohanı bölgesinde İşid çeteleriyle olan sıcak süreçten bahsederek ordaki direnişi selamlamayı unutmadı. Demirtaş birçok miting alanında değindi konuları açıklamanın yanısıra Erdoğan ve grubuna alaycı bir dille değinmekten kaçınmadı. Demirtaş Avrupadaki göçmen oyların öneminden bahsederek her bireyin oy kullanmasını ö n e m l e v u r g u l a d ı .Önceki demeçlerinde de Demirtaş özellikle Gezideki ve Hataydaki siyasi tutumlarından dolayı kendilerini eleştirmiş ve hatalı bir politika izlediklerini öne sürmüştü . Hatırlanıcağı gibi grup toplantısında Berkin Elvan’ın annesini alkışlatmasıylada gezi şe h i t l e r i n i s a h i p l e n d i k l e r i n i g ö s t e r m i ş t i .Demirtaş konuşmasında Türkiye’de ki etnik ve politik sorunların gerçek boyutuna değinmiş; sorunlu bir ülke yıllardır üstü örtülü halledilmeye çalışıyordu yada görmezden geliniyordu fakat şimdi çözüm zamanı Türkiye’nin renklerini genişletecek bir süreç sözü v e r i y o r .Akp tayfasının seçim dönemlerinde yaptıkları hilelerin hangi boyutta olduğunu çok iyi biliyoruz. Buna karşın Demirtasın seçim sonuçları hangi vaziyetlerde olur bilinmez fakat bilinen bir noktayı

vurgulamak gerek ki Demirtaş grüpü ileriki seçimlere de çok iyi yatırımlar yapmış olmalarıdır. Bütün ezilen halkların dillerini kullandıkları için daha başarılı bir sonuç alarak baraj sorunun aşmış olucaklardır.Türkiye’de birşeyler değişiyor bunu görmek lazım ; kimisine göre olumlu kimisine göre olumsuz fakat bu değişimin önüne ne bir siyasi partinin nede farklı bir oluşumun geçebilmesidir. Değişim iktidar tarafından yönlendirilmeye çalışılsada diğer bir yandan isyan kitlesi oluşmasıdır. Yaratılmak istenen korku imparatorluğuna karşın insanlar artık eskisi kadar rahat, beni ilgilendirmez veya «ben öteki değilim» mantığıyla bakmak yerine dinliyor, eleştiriyor ve f a r k ı n d a l ı k l a r ı n ı b i r ş e k i l d e y a n s ı t ı y o r. Bu değişim elbetteki sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’nun da içinde yer aldığı bütün direnen halklar tarafından devam ediyor. Bugün Filistin topraklarında yaşanan katliam buna sadece bir örnektir. Emperyalistler ne zamanki ordan çekilirler bu zulümler, katliamlar o zaman son bulur. Siyonist ka rş ı t l a r ı dünyan ın he r ye r inde ses le r in i yükseltiyorlar.

36

Page 38: Jiyan - Sandığa Giderken

Seçiyorum... Seçiyorsun... Seçiyor... Deniz Sal

Cumhurun başkanı seçeceği yakın zaman diliminde ikisi aynı olmak üzere 3 aday yarışacak ve bakalım kim, nasıl, ne için, kimi seçecek…

Politik duruşu sanal alem profilinden ibaret olanların bilgi kirliliği ve spekülasyon üretmek adına her türlü alavereyi çevirdiği modern hayat döngüsünde gezinenler bilmesin ki cevapsız kalacaklar.Bu yazı halen gerçeğin etrafında değil de kariyer hesaplı çıkarlar peşine koşanlara hitaben yazılmıştır. Teşqaleye gerek yok herkese yetecek kadar eleştiri m e v c u t t u r . . Herkesin bir penceresi var ama ben hep kapının önüne çıkmaktan yanayım.. Neyse bakalım bu seçimde kim

n e y i s e ç e c e k ? Ya Sivas’ta katledilenlerin yanında olanı seçeceksiniz ya da bu katliamı hayırlara vesile edeni veya sadece ü z ü n t ü s ü n ü b i r c ü m l e i l e g e ç i ş t i r e n i Ya Çorum’da Maraş’ta katledilenin hesabını soranı seçeceksin ya da bununla yüzleşememiş bir partinin a d a y ı n ı s e ç e c e k s i n i z . . Ya Soma’da ölen madenci yakınına tekme atanı seçeceksiniz ya da o tekme yiyenle aynı kederi p a y l a ş a n ıYa Roboski’nin hesabını vermeyenini seçeceksiniz ya da Roboski için adalet arayanı veya şu zamana kadar memleketin en önemli meselelerinde “namazdayım geliyorum “ diyeni veyahut sosyal demokrasi adına

37

Page 39: Jiyan - Sandığa Giderken

her meseleye” devletin bölünmez bütünlüğünü” şiar e d i l e n l e r i Ya barış için siyasi ve bireysel amaçları güdenleri seçeceksiniz yada onurlu bir barış için mücadele edenleri

Ya asgari ücretlinin alın teri için siyaset üretip hak arayanı seçeceksiniz ya da her daim topluma “şükür” p o m p a l a y a n ıYa anadilde eğitimi savunanı seçeceksiniz ya da anadilde öğretime karşı olmayıp anadilde eğitimin ü l k e y i b ö l e c e ğ i n i ç ı ğ ı r a n l a r ıYa kadına 3 çocuk yükleyip bedeninde hak talep edenleri seçeceksiniz ya da kadını bir saç modeli ile modernleştiği sananları veya kadın hayattır ,özgürlük d i y e n i …Ya eğitim sisteminde ezberini dayatanları ya da eğitim sistemini “Andımız” üzerinden okuyanları veya herkese eş i t bil imsel eğ i t im vaat edenleriYa zorunlu din dersini savunanları ya da bu zulme k a r ş ı k o y a n l a r ıYa üniversiteleri özel güvenlik alanına çevirenleri ya da özerk üniversiteler diyenleri seçeceksiniz. Ya asgari ücretliyi işçiyi emekçiyi köle sananları seçeceksiniz ya da “ emek kutsaldır ve üreten insanca yaşamalı” diyenleri

Ya homofobik algı ile hayata bakanları seçeceksiniz ya da herkesin tercihine saygı duyan ve tercihlere y a ş a m a l a n ı a ç a n l a r ıYa tecavüzcülere, kadın cinayetlerine ,çocuk istismarlarına susanları seçeceksiniz ya da bu haksızlıklar karşısında duranlara ve mağdurların y a n ı n d a d u r a n l a r ıYa ağaç kesip ,orman yakıp yıkıp dereleri kurutanları seçeceksiniz ya da doğanın insanın bir parçası olduğunu hiçbir ranta kurban edilemeyeceğini s ö y l e y e n l e r iYa akan deredeki balığı düşünenleri ya da o dereye H E S d i k e n l e r i s e ç e c e k s i n i zYa kendine demokrat olanı ya kendine Müslüman olanı ya da herkes için radikal demokrasi diyeni s e ç e c e k s i n i zYa kutu kutu para götürenleri ya da ekmeğin karın

tokluğuna yeteceğini sananları veya bağlama dışında b i r ş e y ç a l m a y a n ı s e ç e c e k s i n i z Ya her türlü sansürü gözü kapalı uygulayanı ya da “sansür bilginin önündeki engeldir” diyenleriYa medyada yandaş kollayanı ya da yerine göre direnişçi yerine penguenci takılanları veya özgür b a s ı n d a n y a n a o l a n l a r ı s e ç e c e k s i n i z . . Ya sağlık sisteminde vatandaşı müşteri gibi görenleri seçeceksiniz ya da herkese ücretsiz sağlık diyenleri Ya gazını copunu tomasını vatandaşın sırtında eksik etmeyeni seçeceksiniz ya da protesto hakkını s a v u n a n l a r ıYa devleti kutsal sayanı seçeceksiniz ya da insanı k u t s a l s a y a n ıYa kendine göre hukuk sistemini atayanları ya da e v r e n s e l h u k u k n o r m l a r ı n ı s a v u n a n l a r ıBelki unuttuğum daha insanı durumlar vardır ; işte o insani durumlarda akıl ve vicdanlar ile hareket edenleri mi yoksa muhasebe hesabı yapanları mı seçeceksiniz karar sizin…

İyi olan kazanmasın ilkeli ve insani olan kazansın…. Not:1. Veya 2. Tur için fantezi üretenler unutmasın ki onlar hafızasız olabilir lakin acısını taze tutan bir halk asla.

38

Page 40: Jiyan - Sandığa Giderken

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Alametifarikası Ne? Sarphan Uzunoğlu

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor. Üç adayın da belirlenmesiyle farklı cephelerden farklı tutumlar yükselmeye başladı bile. Sanıyorum ki Pazartesi gününden itibaren çok daha ayrıntılı biçimde özellikle solun cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine altığı tutum hakkında daha çok konuşma fırsatı bulacağız.

Aslında adayların üçünü birarada karşılaştıran bir yazı yazma n iye t indeyd im; ancak Ekmeledd in İhsanoğlu’nun dün akşam CNN Türk’te Taha Akyol ta raf ından samimiyet le ağ ı r lanmasın ın ve İhsanoğlu’nun resmi adaylık sonrası ilk mülakatının bu olması vesilesiyle yazıyı kendisine ayırmayı uygun buldum.

Ekmeleddin İhsanoğlu ismi anıldığı an genel olarak seküler hassasiyetler birinci plana çıkıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere Ekmel Bey’in CV’si birçok seküler için tehdit unsuru gibi görünüyor olabilir. Hele ki sürekli en seküleri olmakla övündüğümüz Ortadoğu’nun yeni fotoğrafına bakınca Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan tıpkı Erdoğan’dan olduğu kadar seküler yaşam adına korkanlar olmasını az da olsa anlayışla karşılayabiliyorum. Zira İslam’ın sağ politika ve kapitalizmin ta kendisinden çok daha fazla ‘şeytanlaştırıldığı’ bir politik düzlemde olduğumuzun farkında olmamız şart.

Fakat; İhsanoğlu ile ilgili yapılması gereken tartışma İhsanoğlu’nun neci olduğundan çok neyi temsil ettiği tartışmasıdır. Zira İhsanoğlu, Erdoğan’ın önerdiği Demirtaş’ın da adaylığıyla hodrimeydan dediği bir tartışmada devletin sopası rolünü görmek üzere cumhurbaşkanlığı seçimine giriyor. İdeolojik olarak üstüne oturduğu kap, benim lise zamanlarımdan ziyadesiyle aşina olduğum o Osmanlıcılık fikrini açık bir şekilde yüceltiyor. Temsil ettiği şeyi doğrudan prat iğe geçirecek bir ikt idar seçi lse dahi İhsanoğ lu’nun e l inde olmayacak ve fakat

İhsanoğlu’nun ne dediği burada büyük bir önem taşıyor.

İhsanoğlu ne diyor?

İhsanoğlu’nun kendi ideolojik tanımlaması şahsi hikayesine dayanıyor. Yozgatlı bir din alimi ve Mehmet Akif’in yoldaşı olan babası onun ilk referansı. Rodos’tan gelen ama Müslüman olan annesi ise sık sık yaptığı bir vurgu. Oradaki ama kelimesi Müslümanlık konusundaki ısrarı belirginleştiriyor. Açıkçası bu birçoğumuza Abdullah Gül’ün vaktiyle ailesine Ermeni diyenlere hayır değiller diyerek dava açmasıyla çok da ayrıştırılabilecek bir durum değil. Bu İhsanoğlu’nun beni en rahatsız eden kusuru oldu.

Bulunduğu makam gereği Sisi’nin darbesine karşı söz geliştiremediğini Mursi ile ilişkilerinin oldukça olumlu olduğunu ve hatta Mursi’nin bir kitabına önsöz yazdığını söylüyor. Bu İhsanoğlu’nun Taha Akyol’un programında söylediği en önemli şey. Zira eş zamanlı olarak Kanal 360′ta bir AKP’li İhsanoğlu’nu darbeyi desteklemekle suçluyordu. Bana kalırsa bu mesele İhsanoğ lu’nun nasıl bir Cumhurbaşkanı olacağını da gösteriyor. Sadece oturduğu koltuğun itibarıyla ilgilenen politik hamlelerle ilgilenmeyen, sadece temsil odaklı bir

39

Page 41: Jiyan - Sandığa Giderken

figür. Yani devlette sıradışı maaş alan bir masraf kalemi daha.

Elbette İhsanoğlu’nun akademik kariyeri, birçok disiplinle içli dışlı olması, farklı dilleri konuşabilmesi, birçok Türkiyeli yurttaş için seçim bakımından önemli gerekçeler olabilirdi; ancak önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminin yalnızca bundan ibaret olmadığını anlamamız gerekiyor. Zira halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı bir sonraki aşamada parlamenter sistemin de soru işaretleriyle sınanmasına neden olacak, bu açık.

Peki iyi bir CV’yi Çankaya’ya oturtmak parlamenter sistemin savunusu üzerine tüm stratejisini kurmuş ve bir Osmanlıcı ile 5 sağ partiyi bir araya getirmiş, CHP’ye tarihsel rolünü, statükokoruyuculuğunu hatırlatmış bu yeni savununun tek teklifi mi topluma? Elbette onlar bunun Erdoğan ve sistemi karşısında bir alternatif olduğunu söylüyor.

Oysa İhsanoğlu’nun sakinliğine, politikanın güncelliğinden inatla uzak durmasına baktığımızda, Erdoğan’la siyaset anlayışı olarak tamamen zıt kutuplarda olan; ancak siyasi referanslar olarak benzer alanlardan Erdoğan’a göre daha sistematik ve bilinçli beslenne bir siyaset insanı görüyoruz.

Aleviler’e ilişkin söyleminin çoğunu ziyadesiyle batılı eşitlik söylemine dayandırıyor, Kürt sorunu da dahil olmak üzere birçok konudaki çözüm referansı Osmanlı sistemi. Kolektif haklar gibi konularda yeterince verici olmayacağı belli. Barışçıl çözümün önünde engel olmayacağı ama destek de olmayacağı aşikar bir profil sunduğu söylenebilir.

İhsanoğlu’nun görünür kusurları klasik bir liberalizmle mezhepsel ve etnik sorunları ele alıyor olması, çözüm getirmeyen, klasik bir represif tolerans modeli uygun görüyor. Bu da hepimize Erdoğan’ın son dönemeçte aldığı çözüm sürecinin başlamasıyla da veda etmek zorunda kaldığı bir şeyi dile getirince sorun çözülmüş sayılır mantığını anımsatıyor.

Ben Sünni isem sen Alevi isen yine de eşit yaşamamız gerekire denk gelen bakış açısı, bu ülkenin, bu

toprakların hakim ruhu olarak Türk bir Sünniliğini işaret ediyor.

Muhafazakarlığ ı bakımından İhsanoğ lu’nun eleştirisini yapmaktan evvel İhsanoğlu’nun ardında duran sosyolojiye bakmakta fayda var. Zira İhsanoğlu’nun adaylığının arkasındaki görünen ve yarı görünür durumdaki ittifaklar Erdoğan’ın hayalindeki Türkiye’nin dahi gerisine işaret ediyor. Bahçeli’nin bugün Erdoğan ve Demirtaş’ı açıkça çözüm süreci ve Kürt Hareketi üzerinden hedef göstermesi dahi İhsanoğlu’nun kimlerin adayı olduğunu anımsatmak adına önemli bir veriydi.

İhsanoğlu’yu sürekli olarak Erdoğan ile arasındaki farklae üzerinden konuşmaya çalışıyor insanlar. Oysa bu iki isim dışındaki tek ve sisteme lternatif aday olan Demirtaş üstüne düşünmek v konuşmaktan çoğu insan kaçınıyor.

Zira Türkiye’nin yükselen otoriterizmi ve devletin hastalıklarına tedavi olabilecek tek aday Erdoğan ve okumuş muadiliyle birlikte seçime giren Demirtaş seçeneği. Ama devletin topluma akıttığı zehir yine aynı yere yani sistem seçeneğine yönlendiriyor kitleleri. Ama AKP döneminde hapishanede kalan tek İslamcı olan Salih Mirzabeyoğlu ve Gramsci’nin ortaklaştığı noktada yazıyı bağlamakta fayda var: Sistem aynı, balkondakiler değişiyor.

Balkon ihtirası içinde olanlarla balkonun yerine geniş bir politik alan koymak isteyenler arasındaki bu seçimde İhsanoğlu ve Erdoğan’ın tek alametifarikası şu: TC’nin zulümle dolu tarih balkonuna onlar çok yakışırlar. Biri okumuşu diğeri pişmişi, malum.

40

Page 42: Jiyan - Sandığa Giderken

Oy vermeyeni dövüyorlarmış, haydi beni dövün! Güneş Kara

Madem gündemin gözü cumhurbaşkanl ığ ı seçimlerinden başkasını görmüyor o halde bu konuda konuşmak bir zorunluluk haline geldi. Kobane’de ve Gazze’de olağanüstü ve olağandışı kan akıtılıyor olması ve bunun daha önceki saldırı ve katliamların en güncelleri olmaları gündemin daha alt basamaklarında yer alıyor. Dünyanın pek çok yerinde geçmişte ve günümüzde yürütülen savaşlar üzerine konuşacak çok şey olmakla birlikte ben gündemin ilk maddesi o lan seçim mevzusuna döneyim.30 Mart yerel seçimleri sonrası kendimce bir seçim değerlendirmesi yapmış ve “Seçimler öldü yaşasın A n a r ş i z m ” d e m i ş t i m . ( y a z ı i ç i n b k n z : http://jiyan.org/2014/04/03/secimler-oldu-yasasin-anarsizm/ )

Şimdi o yazıyı tekrar okuduğumda görüyorum ki fazlaca iyimser ve umutlu bakmışım gelişen tablonun

vaadettiklerine. Fazlaca iyimser, çünkü bugüne geldiğimizde üzerinden henüz dört ay gibi kısa bir süre geçmesine rağmen insanlar yine ve yeniden bir seçim ortamına girmiş ve bu ortamda kendilerini ifade e d e b i l e c e k l e r i s a n ı s ı n a k a p ı l m ı ş l a r . Öncelikle adaylar üzerinden yürütülecek bir tartışmanın anlamsız olduğunu düşündüğümden tek tek kişileri konuşmayı gereksiz görüyorum. Zira beni ilgilendiren onların kişilikleri, söylemleri, pratikleri, ne kadar iyi veya kötü oldukları değil seçim o l g u s u n u n b i z a t i h i k e n d i s i . Daha önceki yazıda yazdıklarıma paralel olarak tekrara düşme pahasına bir kez daha söylüyorum, seçimler (yerel, genel veya cumhurbaşkanlığı seçimleri fark etmez) insanlarda özgür olduğu duygusu yaratır. Yaratır diyorum ve bu sözcüğü özellikle kullanıyorum, çünkü yaratım, olmayan bir şeyi oldurmakla ilgilidir. Herhangi bir şeyin yoktan

41

Page 43: Jiyan - Sandığa Giderken

var edilip edilemeyeceği üzerine yürütülebilecek tartışmayı bir tarafa bırakarak bu oluşturulan “ ö z g ü r l ü k ” o r t a m ı n a g e r i d ö n ü y o r u m . Devlet kavramı irdelenmeden seçimler üzerine konuşmanın eksik olduğunun farkındayım. Ancak Devlet hakkında yazılıp çizilebilecekler o kadar çok ki ve bugüne kadar bu konuda o kadar sık konuşuldu ki bu konuya kısaca üstün körü değinmekle y e t i n e c e ğ i m .Devlet hakkında herkesin hadi herkes demeyelim de çoğu kimsenin kabul edebileceği bir gerçek var ki o da katil olduğudur. Bu katillik durumu yalnızca bir slogan olmayıp günlük yaşamımızda bolca tecrübe ettiğimiz bir rutin halindedir. Konuya dair tek tek örnekler verilebileceği gibi toplu katliam olarak tanımlayabileceğimiz örnekleri de biliyoruz. Savaşları da devletlerin çıkardığı gerçeğini aklımızın bir tarafına koyup devlet ve cinayetler konusuna kısa bir a r a v e r i y o r u m . Tahakkümün kurumsallaşmasının tepe noktasını Devlet oluşturur. İnsanın doğal yaşam olanaklarının yok olduğu (buna dair çeşitli varsayımlar öne sürülmüştür) ve dolayısıyla devlet yapılanmasının ortaya çıktığı iddia edilir. Bu iddia doğrultusunda hareket edecek olursak yaşamak için devleti korumak ve onun kurallarına hayatımız pahasına uymak zorunda kalırız. Devlet’in de bireylerin yaşam haklarını gözetmesi karşılığında onlardan kurallara uymasını beklemesi sürecin normalidir. Bunu beklerken kurallara uymayanlara çeşitli cezalar vermeyi hatta kendi teminatı altındaki yaşamlarını elinden almayı kendisinin hakkı sayar. Bunu yaparken de çoğunluğun hakkını gözettiğini iddia ederek kendine bir meşruiyet zemini oluşturur. Halbuki bu mantık dizgesinin hiçbir yerinde bulunmayan bir detay devletin tebası tarafından gözden kaçırılır; özgürlük. Devlet yapılanması, özgürlüğü içinde barındırması mümkün olmayan bir tahakküm aracıdır, çünkü koşulsuz bir itaat talep eder. Ancak Devlet’i tanımlamaya devam ettikçe mantıktan uzaklaşmaya başlıyoruz. Çünkü özgürlük içinde yapılmayan davranışların ahlaki bir değeri olamayacağı gibi bu davranışlar cezai yaptırımdan da muaftır. Dolayısıyla devletten adalet beklemek, birey haklarını savunmasını ummak, eş i t l ikçi b i r anlayış

sergilemesini dilemek söz konusu olmaz. Konuyu uzattığımın farkındayım, kısacası hiç birimiz özgür değiliz ve devlet var olduğu sürece de özgür o l a m a y ı z .Devlet mevzusundan seçimler mevzusuna atlayalım. Gerçi krallıklar, padişahlıklar dönemi bittiğine ve artık tüm devletler demokrasi(!) ile yönetildiğine göre iki mevzu içi içe geçmiş durumda. Seçimlerin devleti ortadan kaldırmak gibi bir gücü olamaz, zaten amacı da bu değildir. Amaç en büyük tahakküm aracının ( y a n i d e v l e t i n ) k i m i n e l i n d e o l a c ağ ı d ı r. Özgürlüklerimizi teslim ettiğimiz devleti ele geçirenler çok iyi niyetli, aklıselim, duyarlı insanlar olsalar dahi ister istemez üzerimizde dayatmacı bir güç olacaklardır. Gücün el değiştirmesi dışında bizim i ç i n b i r f a r k s ö z k o n u s u o l m a y a c a k .Cumhurbaşkanlığı adaylarını ne niyetleri ne duruşları ne de kişilikleri bakımından aynı kefeye koyuyor değilim. Eli kanlı katillerle, eli kanlı katilleri kahraman ilan edenlerle, hayatı boyunca dışlananları, ezilenleri, yok sayılanları temsil eden biri elbet bir olamaz. Ancak dedim ya, bu, kişilerin niyetlerinden bağımsız yaşanan bir süreç. Ne yazık ki dönen bir çarkı onun dişlisi olarak durdurmak imkansızdır. Çarkın ancak ortadan kaldırılarak hatta kırılarak yok edilebileceğini düşünüyorum. İşte o zaman ö z g ü r l ü k t e n k o n u şm a y a b a ş l a y a b i l i r i z . Ne kimseye akıl vermek derdim (zaten bana zor yetiyor) ne de birilerini karalamak ki bu haddim değil. Sadece her yerde istem dışı dahil edildiğim bu seçim sürecinde durduğum yeri anlatmak istedim naçizane. Evet anlaşıldığı üzere oy kullanmayacağım.

Not: Oy kullanmamak, boykot yapmakla eş anlamlı değil. Açıklamaya girmeyeceğim, eminim benden çok daha fazla teorik bilgiye sahip insanlar yeterince bahsedebilir boykotun ne olduğundan. Hiç oy kullanmamış biri olarak “sen de mi boykotçusun” sorularıyla karşılaşmak istemem doğrusu.

42

Page 44: Jiyan - Sandığa Giderken

Selahattin Demirtaş Umuda Aday!

Çetin Yılmaz

Selahattin Demirtaş’ın adaylığı açıklandıktan sonra, HDP’liler dışında HDP’li olmayanların da sevincine tanık oldum. Demirtaş, genç, güven veren, sisteme muhalif, ülkedeki bütün mağdurlarla empati kurabilen dosdoğru bir insan, çocukluğu ve gençliği savaşa tanıklıkla geçmiş, savaş kuşağı bir Kürt, savaşa tanık olmuş, fakat daha çok savaşmak ve öldürmek isteyen apoletli ahlaksızlara karşı, savaşı görüp, barış ve yaşamın kutsallığına inanan, barışı da direnmeyi de iyi bilen Kürt Özgürlük Hareketinin pırıl pırıl bir t e m s i l c i s i … …

H D P / B D P A K P ’ n i n g i z l i d e s t e k ç i s i m i ?Anap, DYP, MHP, CHP, DSP ve RP’den AKP’ye kısacası devletin bütün partileri bin türlü yöntemle Kürtlerle savaştı, olmadı, şimdi devletin son iktidarı AKP, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir yöntem deniyor. Hileli, hurdalı bir süreç işliyor, AKP zamana yaydığı süreçte Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmeyi, Kürt Özgürlük Hareketi ise bu çatışmasızlık halinde yeni bir model inşa etmeye çalışıyor. Kürtler(KÖH) AKP’yi AKP ise Kürtleri iyi tanıyor. Aralarındaki ilişki tepeden tırnağa bir birine zıt ve düşman iki tarafın barış görüşmesidir. KÖH(Kürt Özgürlük Hareketi) ile AKP, çevreden kadına, inançtan özgürlüğe, emekten dünya’ya bakış açıları taban tabana zıttır ve uzlaşmaları mümkün değildir. A m a b a r ı ş d ü şm a n l a y a p ı l ı r d e ğ i l m i ?Dünyada bugüne dek savaşıp barış yapan hiçbir tarafa bu kadar ahmakça bir yakıştırma yapılmamıştır. Savaşta yenilen taraf bunun bedelini bir şekilde öder, uzun süre savaşıp yenişemeyenler ise iki ayni/eşit olarak karşılıklı müzakere eder, kaldı ki çözüm süreci denilen meselede müzakere edilen şeyler, müzakere etmeye utanılacak konular: Temel İnsan hakları… …

Devletin çocukları CHP ve MHP’nin mızmızlandığına bakmayın siz, devlet adına süreci yürüten AKP, aynı zamanda o devletin kadim şövalyeleri CHP ve MHP a d ı n a d a s ü r e c i y ö n e t i y o r .

“Kürtler AKP’yi destekliyor” saçmalaması Sırrı Süreyya Önder’in İstanbul Büyükşehir belediyesi adaylığı süresince dillendirildi, şimdi sıra Selahattin Demirtaş’ta, ahmaklar korosu hep bir ağızdan Demirtaş’ın önünü kesmek için şimdiden bu çiğ yalana sarılmaya başladı. Türkiye’de parti adları farklı olsa da halk yerine devleti ve sistemi kutsayan, önceliği devlet olan, farklı isimlerde olup aslında aynı olan partiler var: MHP, AKP, CHP gibi… Mesela CHP’nin ortağı MHP konu sistem ve devlet olunca AKP ile aynı safta durmakta tereddüt etmez, mesela MHP’nin ortağı CHP, konu devlet ve Kürtler olunca AKP’nin getirdiği sınır ötesi tezkereyi tereddütsüz imzalar, AKP, CHP, MHP’nin tezkeresini cebine

43

Page 45: Jiyan - Sandığa Giderken

koyan savaş uçağı pilotu gidip Roboskili gençleri bombalar... “Kürtler AKP’yi destekliyor” diye geveleyen birine, nasıl, ne zaman, nerede? Diye sorun, size cevap veremeyecektir, bu kelam Kürtlere şaki, çapulcu, eşkiya, bölücü, terörist denilen iğrenç zamanların(ve tabi ki şimdinin) alışkanlığıdır, cevabı beklenen bir suçlama değil bu, ırkçılıkla çürümüş için kusmasıdır, öldürmeye alışmış katilin ölmek istemeyenlere nefretidir. AKP, MHP ve CHP aynı partidir, aynı devlete hizmet eder ve aynı sisteme bekçilik ederler, aralarındaki çelişkiler önemsizdir, bu çelişkilerin önemsizliği Cumhurbaşkanlığına imam /şef atama yarışıyla iyice netleşti, CHP yerel seçimlerde Sarıgül, ülkücü ve eski AKP’li adaylar ve cemaat ile AKP’nin kuruluş karakterine, yeni AKPliliğe heves etmişti, Cumhurbaşkanlığı seçimi yerel seçimde CHP’nin kendine çizdiği yolun devamıdır. Devleti kurtarmak için ne olmak ge rek iyo r sa o l acak , ha lk ı f eda e tmek ten çekinmedi/çekinmeyecektir, ülkücü, siyasal İslamcı ve kim bilir daha neler…

HDP BDP ve Selahattin Demirtaş

BDP HDP’ye katılacağını açıkladığında, çoğunluğu AKP’li Kürt HDP’yi yerden yere vurdu, BDP buna n a s ı l c ü r e t e d e b i l i r d i ? Niyetleri batıya göçmüş/göç ettirilmiş ve AKP’ye rehin edilmiş milyonlarca Kürdün AKP’den kopma ihtimaldir, Kürtlerin özellikle batıda AKP’ye mecbur edilmesinin altında CHP ve MHP’nin korkutucu ırkçı b i r l i k t e l iğ i n i n e t k i s i b ü y ü k t ü r. H D P ’ y i etkisizleştirmeye çalışan ulusalcı kalemler ise Alevilerin CHP rehinesi olma durumundan HDP ile kurtulma ihtimaliyle deliye dönüyorlar. Benzer mağduriyetlere sahip özellikle Kürtler ve Aleviler, benzer şekilde korkutularak bir araya gelmeleri engelleniyor ve bilinçli şekilde sistem partileri tarafından kontrol altında tutuluyorlar. BDP demokratik özerklik inşaası için bir iki fire hariç Kürdistan’ın büyük kısmında Devleti/AKP’yi gerileterek büyük başarı elde etti, sırada insan insan, köy köy, mahalle mahalle, demokrasiyi tabanda örerek tıkır tıkır işleyen bir mekanizma yaratmak, y o l l a r ı u z u n , i ş l e r i z o r .

HDP ise Türkiye genelinde muhaliflerin bir araya gelerek oluşturduğu yeni birşey, yeni bir şey çünkü: Yeni veya eskiyi mevcut zaman ve şartlar belirler, Ortadoğuda hızlanan farklılıkları boğazlama sapkınlığının bu coğrafyaya tekrar sirayet etmesi o kadar da uzak bir ihtimal değil, Irak ve Suriye’deki vahşet yeni birşeymiş gibi lanet ediyoruz ama, Türkiye vahşetin anavatanıdır, Ermeniler, Rumlar, K ü r t l e r , A l e v i l e r b u n a t a n ı k t ı r … Suriye’de savaş halinde ilk boğazlanacak ötekiler, Rojava’daki üç kantonda omuza barbarlığa direniyorlar. HDP yeni birşey, çünkü: barbar kapı komşumuz artık, suyumuza el koyuyor, kalekollarla savaş anıtları dikiyor, isyan eden çocukları katlediyor, vahşet cumhuriyetinin ceset gereksinimini, işçilerle, k a d ı n l a r l a v e ç o c u k l a r l a s a ğ l ı y o r … HDP yeni birşey çünkü: Yeni birşey olduğu sanılan herşey eskidi, kirlendi, yeni birşey olduğu sanılan herşey, yeni zaman ve şartlara göre eski, gerici, ırkçı ve sisteme teslim, tatava bile yapamıyor… Yerel seçimler öncesi de yazmıştım, HDP/BDP ve sisteme muhalif partiler toplamda yüzde 15 oranına ulaşsın görün bakın çarşı nasıl karışıyor, sistem nasıl tutuşuyor. Her ne kadar bu bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa da, aslında gelecekten umutlu olup olma seçimidir, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüksek oy almış HDP, genel seçimlere apayrı bir motivasyonla gidecektir, HDP’nin alacağı en az yüzde onbeş oy, AKP, CHP ve MHP’nin alacağı yüzde seksen beş oydan çok daha önemlidir, Demirtaş sadece Cumhurbaşkanlığına değil umuda aday, bu kumpastan başka da çıkış yolu yok.

G ö r , n a s ı l y e n i d e n y a r a t ı l ı r ı m ,N a m u s l u , g e n ç e l l e r i n l e .K ı z l a r ı m ,O ğ u l l a r ı m v a r g e l e c e k t e ,H e r b i r i v a z g e ç i l m e z c i h a n p a r ç a s ı . K a ç b i n y ı l l ı k h a s r e t i m i n k o n c a s ı , G ö z l e r i n d e n ,G ö z l e r i n d e n ö p e r i m ,B i r u m u d u m s e n d e , A n l ı y o r m u s u n ?Ahmet Arif

44