İşçilerin Sesi Nisan 2012

16
Çapa Taşeron İşçilerinin Ortaya Çıkardığı Yeni Mücadele Olanakları Siyasi İktidar Herkese Şehitlik Vaad Ediyor Bırakın Artık Çanakkale Edebiyatını! ‘Yarın Yine Newroz Olsa ve Yine Yasak Olsa, Yeniden Vurulacağımı Bilsem de Giderim’ AKP’den Dindar-Kindar Bir Nesil İçin Son Hamle: 4+4+4 2 3 4 5 6 Kölelik Düzenine, Taşeron Sistemine Son! İspanya: Emekçiler Hükümete Genel Grevle Yanıt Verdi! Biz Bitti Demeden Bu Dava Bitmez! Şiddet Yasasıyla Kadınlar mı Korunacak, Aile mi? Fabrikalardan... İşyerlerinden... Fabrikalardan... İşyerlerinden... 8-9 11 12 13 14-15 Sayý: 1 Nisan 2012 ISSN: 2146-2151 1,5 TL GÜVENLİ GELECEK İÇİN 1 MAYIS’TA SUSMA HAYKIR TAŞERONA BAŞKALDIR!

description

İşçilerin Sesi gazetesinin Nisan 2012 sayısı

Transcript of İşçilerin Sesi Nisan 2012

Page 1: İşçilerin Sesi Nisan 2012

Çapa Taşeron İşçilerinin Ortaya Çıkardığı Yeni Mücadele Olanakları

Siyasi İktidar Herkese Şehitlik Vaad Ediyor

Bırakın Artık Çanakkale Edebiyatını!

‘Yarın Yine Newroz Olsa ve Yine Yasak Olsa, Yeniden Vurulacağımı Bilsem de Giderim’

AKP’den Dindar-Kindar Bir Nesil İçin Son Hamle: 4+4+4

2

3

4

5

6

Kölelik Düzenine, Taşeron Sistemine Son!

İspanya: Emekçiler Hükümete Genel Grevle Yanıt Verdi!

Biz Bitti Demeden Bu Dava Bitmez!

Şiddet Yasasıyla Kadınlar mı Korunacak, Aile mi?

Fabrikalardan... İşyerlerinden... Fabrikalardan... İşyerlerinden...

8-9

11

12

13

14-15

Sayý: 1 Nisan 2012 ISSN: 2146-2151 1,5 TL

GÜVENLİ GELECEK İÇİN 1 MAYIS’TASUSMA HAYKIR TAŞERONA BAŞKALDIR!

Page 2: İşçilerin Sesi Nisan 2012

Çapa taşeron işçilerinin özlük hakları, üniversiteişçisi olarak çalışma talepleri için yürütülen mü-cadele, bu yazı yazıldığı sırada 42’inci gününü ge-ride bırakmıştı. Kuşkusuz, taşeron sisteme karşıyürütülen ilk mücadele değil bu. Son da olmaya-cak.

AKP hükümeti ve Çalışma Bakanlığı’nın, taşe-ron sistemini daha da kalıcı hale getirecek, İş Ya-sasının 2’inci maddesini değiştirecek girişimlerihızlandırmış olması da, mücadeleyi sıkı tutmamızgerektiğini gösteriyor.

Çapa taşeron işçileri birbiriyle bağlantılı ola-rak ikili bir mücadele yürütüyor. İlki, işten çıkarı-lan işçilerin geri alınması: Ocak ayında 43 işçiCerrahpaşa’dan çıkartıldı, bugün Çapa da dâhiltoplam 196 işçi çıkartılıyor. Aralık ayı sonundaÇapa’dan çıkartılan sekiz röntgen teknisyenini desayarsak, toplam 247 işçinin çıkışları verildi.

İkinci mücadele ise, Çalışma Bakanlığı müfet-tiş raporları ve 4’üncü İş Mahkemesi kararını uy-gulatarak, İstanbul Üniversitesinden taşeronukovmak. Rektörlük hastaneden taşeronu değil,işçiyi kovuyor. İşçiler ise, işçiyi üniversitede, işin-de tutarken, taşerona “çek git!” diyor.

Dolayısıyla, ortada sadece bir hukuk yorumuve görüş farklılığı gibi bir sorun yok. Öyle olsay-dı, İstanbul Üniversitesi gibi hukuk alanında, yasa-lar ve anayasalar konusunda yapıcı rol almış birkurumda, ilgili hocaların görüşleri alınarak sorunçözülebilirdi. Hukuki gibi gözüken bu anlaşmazlı-ğın arkasında, çıkarları birbirine zıt iki sınıfın, ser-mayenin ve işçi sınıfının çıkarları var.

Taşeron çalıştırma sistemi, kapitalizmin krizi-ne karşı sermaye sınıfının geliştirdiği ve emekçi-leri daha az ücret ama daha uzun saatler boyun-ca çalıştırma; örgütsüz, sendikasız şartlara maruzbırakmanın adıdır. Sermaye sınıfı için çok yüksekkar, işçi sınıfı için ise güvencesiz, esnek ve sendi-kasız çalışma demektir.

Taşeron çalıştırma sistemi, siyasi bir karar ol-duğu içindir ki, İstanbul Üniversitesi hukuk dışıdavranma hakkını kendinde bulabiliyor. Üniversi-te ve başhekimlik yargı kararlarını, müfettiş ra-porlarını yok sayabiliyor. Siyasi iktidarı, ÇalışmaBakanlığını, sermaye lehine çalışan hukuk profe-sörlerini yanına alarak, taşeron işçilerine saldıra-

biliyor.

İstanbul Üniversitesi, tek bir örnek. Patronla-rın tamamına yakın bölümü mevcut iş yasalarını,toplu sözleşme yasalarını, işçilerin kazanılmış taz-minat, yıllık izin, mesai ücret haklarını, sendika-larda örgütlenme haklarını tanımak istemiyor.Hak arayanı işten atıyor. Nitekim, iş mahkemele-ri işçilerin işe iade ve alacak davalarıyla dolu.

AKP hükümeti ve patronlar, Türkiye ekono-misinin büyümesiyle övünüyorlar. Patronlarınekonomisinin büyümesinin ardında taşeron çalış-ma sistemi var. Bu sistemde sermayenin karlarıarttırılırken, işçiler ölümüne çalıştırılıyor, sömü-rülüyor ve örgütsüz kılınarak hak aramalarınınönü kesiliyor.

Kamu ya da özel olsun sermaye sınıfı işçi sı-nıfına düşük ücret, süresi belirsiz iş saatleri, si-gortasız çalışma, keyfi ücret artışı, iş güvencesiolmadan çalışmayı dayatıyor. Yasal haklar, pat-ronların keyfiyetinde; işçilere birer yeni hakmışgibi sunuluyor. Anayasal bir hak olan sendikaüyeliği, emekçiler için ancak işsizliği göze alarakmümkün olabiliyor.

Hükümet işçilere hak veren yasaları değişti-rerek, yasa dışı uygulamaları patronların yararınagüvenceye alıyor. Kıdem tazminatlarının fonadevredilmesi girişiminin anlamı başka ne olabilir?İş Yasasında, Toplu İş İlişkileri Yasasında, KamuEmekçileri Sendikalar Yasasında ve Kamu Perso-nel Rejimi Yasasında yapılması planlanan değişik-likler, işçilerin kazanılmış haklarının ellerindenalınmasına yönelik. Sendikaların bürokratik yöne-ticileri bütün bunları görse de, harekete geçmi-yorlar.

Öte yandan taşeron çalışma sisteminin yolaçtığı tek sonuç, işçilerin iş güvencesi ve çalışmahakkına ilişkin değildir. Taşeron sistemi bazı iş-kollarında işçilerin doğrudan canına kast ediyor.Esenyurt’ta yanarak ölen 11 işçi, tersanelerdeson 10 yılda ölen yüzlerce işçi taşeron firmalardaçalışıyordu. Madenlerde, barajlardaki iş cinayetle-ri taşeron şirket çalışanları arasında ölümlere yolaçıyor.

Taşeron işçilerinin kamudaki sayısı 500 binibulmuş durumda. Hem bu işçilerin örgütlenmesihem de taşeron sistemini ortadan kaldırmak için

mücadele etmek gerekli.

Çapa’da bu bakımdan yeni bir deneyim yaşa-nıyor. Henüz cılız. Ancak bu farklı deneyim, işçi-lerin mücadele hedeflerinin ne olması gerektiğini,işçi sınıfının sorunlarını ortaya koydu, olanakları-nı ve eksiklerini de ortaya çıkarttı.

İlk adımda, İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa veCerrahpaşa) taşeron işçileri, hukuk mücadelesinifiili mücadeleye çevirdiler. Şimdi de, Çapa mer-kezli mücadelelerini üç ayaklı bir mücadeleye çe-virme ihtiyacını hissediyorlar. Mücadelenin ikinciayağı Cerrahpaşa hastanesi olacak. Ardından mü-cadelenin diğer hastanelere yayılarak, genişletil-mesi sağlanacak.

1 Mayıs’a doğru giderek yayılan, örgütlenenve taşeron sisteme son verilmesini talep eden birmücadelenin örgütlenmesi, bu yılki 1 Mayıs’a dataşeron sisteme son verilsin, talebinin damgasınıvurmaya hizmet edecektir. Tıpkı TEKEL işçileri-nin 2010 yılı 1 Mayıs’ına damgasını vurması gibi.

Çapa işçilerinin mücadelesi, birleşik mücade-le zeminini de sağlıyor. Taşeron İşçileri Derneği-nin başlattığı mücadeleye sendikalar (SES, Tezko-op-İş, Dev Sağlık-İş), İstanbul Tabip Odası da ak-tif olarak dahil oldu. Siyasi partiler (CHP, MHP,HAS Parti’den HDK ve BDP’ye), devrimci ku-rumlar farklı düzeylerde de olsa, mücadeleyedestek veriyorlar. AKP karşısında tıpkı TEKEL iş-çileri gibi bir çekim merkezi oluşturma olanağıvar.

Taş İş Der, İstanbul Tabip Odası, SES, DevSağlık-İş, Tezkoop-İş arasında demokratik ilişki-ler içinde kararlar alınıyor. Sağlık Hakkı Meclisiaracılığıyla öğretim üyelerine, öğrencilere, asis-tanlara ulaşıldı. Sadece sağlık işçileri değil, temiz-lik ve büro işçileri; tüm işçi ve memur statüsün-de çalışanlar taşeron sisteme karşı birlikte hare-kete geçiyor. 28 Mart Çapa-Beyazıt yürüyüşü bu-nu gösterdi. “Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimizİçin” şiarı da budur zaten.

Şimdi, yeni bir mücadele dönemini hedefle-mek, örgütlemek; mücadeleyi büyütmek için ça-lışmalıyız. Taşeronlaşmaya karşı mücadelenin et-rafından bir araya gelen işçilerin ve destek verenkurumların, dayanışmacı ve birleştirici bir tarzıbenimseyerek hareket etmeyi sürdürmeleri bek-lenir. İşçilerin katılımı ve denetimi sayesinde yenibir mücadele deneyimi yaşamış olacağız. Bu or-tak deneyim, mücadelenin hedeflerine ulaşmakkadar önemli sayılır. İşçilerin örgütlenmesini,sendikalaşmasını; AKP ve sermaye karşısına dahagüçlü çıkabilmelerini hiçbir ön şart ileri sürme-den, mücadelenin etrafında birleşen bir işçi hare-keti başarabilir.

İşçilerin Sesi

2

ÇAPA TAŞERON İŞÇİLERİNİN ORTAYAÇIKARDIĞI YENİ MÜCADELE OLANAKLARI

Çapa’da yeni bir deneyim yaşanıyor. Henüz cılız.Ancak bu farklı deneyim, işçilerin mücadele hedeflerinin

ne olması gerektiğini, işçi sınıfının sorunlarını ortaya koydu,olanaklarını ve eksiklerini de ortaya çıkarttı.

Page 3: İşçilerin Sesi Nisan 2012

Mehmet Akif Ersoy, ilk iki dörtlüğü İstiklal Marşınınsözlerini oluşturan, uzun şiirinin bir dizesinde, “Şühe-da(şehitler) fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyor.Bu dizeyle, 1910–1918 yılları arasında, Osmanlı Dev-letinin içinde yer aldığı savaşlarda, milyonlarca kayıpverilmesine vurgu yapıyor. Öyle ki, 1927 yılında yapı-lan Cumhuriyet tarihinin ilk nüfus sayımında, ülke nü-fusunun 13,5 milyon civarında olduğu tespit edilmişti.Onuncu yıl marşının dizelerinden, 1933 yılında bu ra-kamın ancak 15 milyona ulaştığını anlıyoruz.

PKK ile çatışmaların yanı sıra, artık Afganistan’danda “şehit haberleri” gelmeye başlamasına rağmen, bu-gün durum o dönemdeki kadar vahim değil. Buna kar-şın geçtiğimiz haftalarda, hükümet, “şehitlik” kapsamı-nı genişleten, şehit ailelerine yapılan yardım ve sağla-nan olanakları geliştiren bir yasa tasarısını Meclise ge-tireceğini duyurdu. Buna göre artık siviller de şehitilan edilebilecek. Ayrıca şehitlerin geride kalan yakın-larına yönelik iş olanakları arttırılacak. Bu gelişme çer-çevesinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şa-hin’in, Hrant Dink ya da Uludere-Roboski’de bomba-

lanarak katledilen Kürt köylülerin de şehit sayılabile-ceği yönündeki açıklaması, ortalığı iyiden iyiye karıştır-dı. Kimileri “şehit” sayılabilmek için Müslüman olmakgerektiğini savunurken, karşı görüştekiler, Müslümanolmayan T.C vatandaşlarının da askerlik yaptığını be-lirterek, bunlar görevleri sırasında hayatlarını kaybe-derlerse ne sayılacaklarını sordu. Yakında işkazaları(cinayetleri) sonucu ölen emekçileri de şehitkategorisine dâhil ederlerse hiç şaşırmamak gerekir.İşte o zaman, Mehmet Akif’in belirttiği gibi, ülke top-rakları, içinden şehit fışkıracak hale gelir.

Böylesine anlamsız bir tartışmaya girilirken, bu ta-sarının, durup dururken, nereden çıktığını hiç kimsesorgulamadı. Öyle ya; savaş ortamında değilken, as-ker, polis ve sivil ölümlerinde bir tırmanma yaşanmı-yorken, böylesi bir adım atmaya neden gerek görülm-üştür? Yoksa siyasi iktidar ile Kürt siyasi hareketi ara-sında tırmanan gerilimin, silahlı çatışmaların yoğunlaş-masını, dolayısıyla ölümlerin artmasını mı getireceğidüşünülüyor? Suriye ve belki de daha sonra İran’akarşı savaş hazırlıkları yapılıyor da, kamuoyu buna alış-tırılmaya mı çalışılıyor? Yoksa her ikisi de olasılık dâ-hilinde mi? Bu çatışmaların sadece asker ve polisleri

değil de kitlesel sivil ölümlerine yol açması mı öngö-rülmektedir? Kürt sorununda çözümsüzlüğü dayatan,dış politikada batılı emperyalistlerin bölge politikaları-na angaje olan siyasi iktidarın, savaşı kışkırtıcı bir roloynadığı söylenebilir. Yine her türden muhalife baskıve şiddet uygulayarak, sesini kesmeye çalışan siyasi ik-tidarın, adeta bir savaş hükümeti gibi davrandığı da ile-ri sürülebilir. Ancak her şeye rağmen, en geniş kitle-leri ölüme hazırlamak, şehit olmaya ikna etmek anla-mına gelecek yasal tedbirlere başvurulması, endişe ve-ricidir.

Kapitalist sınıf için, yoksulların ve emekçilerin ha-yatları değersizdir. Emekçilerin, onların siyasi çıkarlarıiçin savaşlarda, kârları için işyerlerinde ölmesi doğal-dır. Egemen sınıflar ve siyasi temsilcileri için, yoksulemekçilerin canlarının küçük bir maddi bedeli vardır.Bu bedel ödenmek ve “şehitlik” gibi paye verilmek su-retiyle, onların hayatlarını feda etmeleri sağlanabilir.Tüm emekçiler, bu anlayışa, barış ve adalet için müca-deleyi yükselterek, karşı koymalıdır. Egemen sınıflarınsiyasi ve ekonomik çıkarları için yaşamlarını feda et-memelidir.

3

İşçilerin Sesi

Necdet Seçer

SİYASİ İKTİDAR HERKESE ŞEHİTLİK VAAD EDİYORYakında iş kazaları (cinayetleri) sonucu ölen emekçileri de şehit kategorisine dâhil ederlerse hiç şaşırma-

mak gerekir. İşte o zaman, Mehmet Akif’in belirttiği gibi, ülke toprakları, içinden şehit fışkıracak hale gelir!

Afganistan’da, Türk subayları taşıyan askeri helikop-terin düşmesi sonucu, 12 subayın hayatını kaybet-mesi, kamuoyunda, “Türkiye’nin Afganistan’da ne işivar?” tartışmalarına yol açtı. Başbakan Erdoğan ise,Afganistan’da asker bulundurmayı, Türkiye’nin “bü-yük devlet” olmasıyla açıkladı. Türkiye’nin “butikdevlet” olmadığını söyleyerek, siyasi literatüre “bu-tik devlet” kavramını soktu. Büyük devlet olmanıngereği olarak, nasıl Somali, Bosna, Kosova, Lübnan

gibi ülkelerde, bir görev çerçevesinde asker bulun-durulduysa, aynısının Afganistan’da da yapıldığını be-lirtti. Ancak bu askeri varlığın neyi amaçladığına vekimlere hizmet ettiğine hiç değinmedi. Rusya, Çin,Hindistan, Brezilya, Güney Afrika vb. büyük devletdeğil mi? Onlar neden Afganistan’da asker bulun-durmuyor? Açıklamada bu sorulara da cevap yok.

ABD emperyalizmi, 11 Eylül saldırılarının so-rumlusu olarak gösterdiği El Kaide örgütünün Afga-nistan’da barındığını ve bu ülkeyi yöneten Taliban

rejimi tarafından desteklendiğini iddia ederek, Afga-nistan’a askeri müdahalede bulundu. Taliban rejimi-ni devirerek, işbirlikçi Hamit Karzai yönetimini işba-şına getirdi. Aslında ABD emperyalizminin amacı, ElKaide örgütünü etkisizleştirmekten çok, bu ülkedeişbirlikçi bir rejim oluşturarak, Çin’i ve İran’ı kuşat-maktı. Bu çerçevede NATO’ya da, Taliban direnişi-ni bastırmak ve işbirlikçi yönetimin ülkede istikrarısağlamasına yardımcı olmak görevi verildi. Batı em-peryalizminin askeri örgütü NATO görevi çerçeve-sinde, çeşitli batılı emperyalist ülkelerle birlikte, Tür-kiye de bu ülkeye 1850 asker gönderdi.

Afganistan’daki yabancı askeri güç içinde Türkbirliği özel bir önem taşımaktadır. Çünkü işgalci güçiçinde yer alan biricik Müslüman ülke askeridir. Bukonumuyla, ülkedeki yabancı askeri varlığı, Afganis-tan halkının gözünde meşrulaştırma işlevini üstlen-miştir. Yine bu işlevinin gereği olarak “iyi polis” ro-lüne soyunmuş; doğrudan askeri operasyonlara ka-tılmak yerine, Kabil’in güvenliğinin sağlanması ile buülkede bayındırlık ve imar faaliyetlerinin koordinas-yonu ile görevlendirilmiştir.

Türkiye’nin, Afganistan ve diğer ülkelerdekiNATO görevi çerçevesinde askeri görevler üstlen-mesi ve birçok ülkeye askerlerini göndermesi, “bü-yük devlet” olmasından değil, siyasi iktidarların em-peryalist işbirlikçisi politikalarından kaynaklanmakta-dır. Eğer illa bir “büyüklükten” söz edilecek olursa,Türkiye ordusunun, asker sayısı bakımından, NA-TO’nun ikinci büyük ordusu olduğunu vurgulamakgerekir. Siyasi iktidarlar, bu kalabalık orduyu emper-yalistlerin çıkarları doğrultusunda seferber ederek,emperyalistlerle işbirliğini geliştirmekte bundan siya-si fayda elde etmektedirler. Amerikalı para babasıGeorge Saros’un, “Türkiye’nin en önemli ihraç ürü-nü, askeridir” tespiti, bu gerçeği olanca açıklığıylagözler önüne sermektedir. Bu stratejinin sonucuise, sayıları giderek artan, dünyanın dört bir yanın-dan gelen “şehitler” olmaktadır ve olmaya devamedecektir.

EMPERYALİSTLERLE İŞBİRLİĞİ BÜYÜKLÜK DEĞİLDİRTürkiye’nin, Afganistan ve diğer ülkelerdeki NATO görevi

çerçevesinde askeri görevler üstlenmesi ve birçok ülkeye askerlerinigöndermesi, “büyük devlet” olmasından değil, siyasi iktidarların

emperyalist işbirlikçisi politikalarından kaynaklanmaktadır.

Necdet Seçer

Page 4: İşçilerin Sesi Nisan 2012

İşçilerin Sesi

4

Yakın geçmişte büyük can kaybının yaşandığı Çanak-kale Muharebe ve Deniz Savaşları, Kürt sorununailişkin tartışmalarda, siyasi argüman olarak kullanılı-yor. İlginç olan, Kürt meselesinde birbirine zıt gö-rüşlere sahip olanlar bile, aynı olguyu, kendi görüş-lerini savunmakta kullanıyorlar. Egemen devlet anla-yışının savunucuları, Kürtlerin hak taleplerine, “Ça-nakkale’de Türk-Kürt omuz omuza savaşıp, birlikteölmedi mi? Şimdi nereden çıktı bu ayrı, gayrılık?” bi-çiminde karşı çıkarken, bazı Kürt siyasetçiler de,“Dün Kürtler Çanakkale’de bu vatan için çarpışıp öl-dü ama bugün en doğal kültürel ve siyasi hakları bi-le reddediliyor” şeklinde konuşuyorlar.

Osmanlı Devleti, farklı milliyetlerden halklarıiçinde barındıran bir imparatorluktu. Çanakkale Sa-vaşlarının gerçekleştiği sırada, Türkler, Kürtler vediğer milliyetlerden halklar da Osmanlı İmparator-luğunun tebaasıydılar. O nedenle, doğal olarak,onun çağrısı üzerine imparatorluğun çıkarları adına,omuz omuza savaştılar. Hatta savaşın gerçekleştiği1915 yılında, bir yandan Anadolu’da yüz binlerceErmeni devlet tarafından katledilir ve yaşadığı top-rakları terk etmeye zorlanırken, on binlerce Erme-ni’nin Çanakkale’de aynı devlet için ölüme gittiğitartışılmaz bir gerçekliktir. Bu durum, imparatorlu-ğun karakterinin bir sonucudur. Esas ve önemliolan, o imparatorluğu oluşturan farklı milliyetlerdenhalkların ulusal çıkarları değil, bir bütün olarak im-paratorluğun çıkarlarıdır. İkinci olarak, imparatorlu-ğun farklı milliyetlere mensup tebaasının, gönüllüolarak, bu savaşta yer aldığını ileri sürmek hayalcilikolur. Savaş döneminde askerden kaçmanın cezasıidamdır. O nedenle, bir yandan aynı imparatorluğuntebaası olduklarından diğer yandan savaştan kaçma-yı göze alamadıklarından, Türkler ve Kürtler, zo-runlu olarak, Çanakkale’de omuz omuza savaşıp öl-müşlerdir! O günkü koşulların gereği olarak ortayaçıkan bu gerçekliğe farklı anlamlar yüklemek ve bu-günün siyasi meselelerini çözümlemede araç olarakkullanmak yanlış olur.

Cephenin diğer tarafına bakıldığında da benzerbir manzara görülür. Savaş bir Osmanlı- İngiltere(Britanya) savaşıdır, ancak Britanya İmparatorluğuadına savaşanlar ANZAK lardır. Yani o dönem Bri-tanya İmparatorluğunun sömürgesi olan Avustralyave Yeni Zelanda’ya mensup askerlerdir. Kendi ülke-lerinden on binlerce kilometre uzakta ve kendilerinihiç ilgilendirmeyen bir savaşta, kitlesel olarak canvermişlerdir. Bugün hâlâ, Avustralyalı gençler, savaş-ta ölen büyük dedelerini anmak için, her yıl Nisan ayıortalarında Çanakkale’ye gelirler.

İmparatorluklar Dağıldı,

Ulusal Devletler Doğdu

Şimdi bir an için, Avustralya ve Yeni Zelandahalkı, Britanya’dan bağımsızlıklarını talep ettiklerin-de, İngiltere yöneticilerinin “1915 yılında, on binler-ce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı, ülkelerinden çokuzakta, Çanakkale’de, bu imparatorluk için savaşıp,şehit düşmediler mi? Şimdi ayrılmak ve bağımsızlık tanereden çıktı?” dediklerini düşünelim. Muhtemelen

böyle bir şey söylememişlerdir. Söyleselerdi de biretkisi olmazdı. Çünkü bu ülkelerin halkları uluslaşmasürecine girmişler ve imparatorluktan koparak ken-di ulusal devletlerini kurma yönünde harekete geç-mişlerdi.

Benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Örneğin 1990 lıyıllarda Sovyetler Birliği dağılır ve eski Sovyet Cum-huriyetleri birer birer bağımsız devletlerini kurar-ken, Rusya yöneticileri çıkıp, “Hitler faşizmine karşıbirlikte savaşıp can vermedik mi? Şimdi neden ayrı-lıkçılık yapıyorsunuz?” deselerdi, herhalde gülünçduruma düşerlerdi. Ya da Gürcülere dönüp, “Sade-ce Sovyetler Birliğinin değil, bütün Rusya tarihinin engüçlü ve etkili devlet adamlarından biri (Stalin) Gür-cüydü, Sovyetler Birliği’nin son Dışişleri Bakanı da(Şvernadze) bir Gürcüdür; o halde neden ayrılıyor-sunuz?” şeklinde karşı çıksalardı, bu Gürcüleri etki-ler miydi? Doğal olarak etkilemezdi. Çünkü Sovyet-ler Birliğinde farklı uluslardan ülkeleri bir arada tutanekonomik ve siyasi sistem dağılmıştı; bunun sonucuolarak, uluslar kendi kaderlerini tayin etme yolunagitmişlerdir.

Çanakkale’yi Bırak

Kürtlerin Taleplerine Bak

Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinekurulan Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bir devletti;Türk ulusuna dayanıyordu. Diğer ulusal azınlıklarıetkisizleştirerek ya da asimile ederek(Türkleştire-rek) bu hedefe ulaşmayı amaçlıyordu. Bu politikaesas olarak Kürtleri hedef aldı. Kürtlere yönelik in-kâr politikası izlendi, ulusal kimlikleri kabul edilmedi,tanınmadı. Kürtler bu politikaya karşı direndiler. De-falarca ayaklandılar. Ancak bu isyanlar yerel düzeylesınırlı kaldı, genelleşip, büyüyemedi. Bunun bir nede-ni, hâkim olan feodal yapı nedeniyle uluslaşma süre-cinin gecikmesi, dolayısıyla ulusal bilincin yeterincekök salmaması ise, diğer nedeni Kürtlerin yaşadığıtoprakların, dört egemen devlet arasında bölünme-siydi.

Türk devleti, baskı ve şiddet politikasıyla Kürt-leri sindirmesine karşın, onları asimile edemedi.Kürtler bugün, milyonlar olarak, ulusal hak taleple-ri için mücadele ediyorlar. Devlet her ne kadar, so-nuçta Kürt dilini ve kimliğini tanımak zorunda kal-dıysa da, bunun gereklerini yerine getirmemektedireniyor. Kürtlerin, anadilde eğitim ve kendi ken-dini yönetme gibi taleplerine halen şiddetle karşı çı-kıyor.

Başa dönecek olursak; ne Türkiye Cumhuriye-ti artık eski Osmanlı İmparatorluğudur, ne deKürtler bu devletin bir tebaasıdır. O nedenle “Ça-nakkale retoriği” eskidi ve geçersiz hale geldi. Ar-tık Kürtler, eşit yurttaşlar olarak kendi ulusal kim-likleriyle tanınmak ve özerk olarak kendilerini yö-netmek istiyorlar. Buna karşın, siyasi iktidar vedevlet, hâlâ “Çanakkale”yi kullanmaya, “ÇanakkaleZaferi” ile Newroz’u örtmeye, gizlemeye çalışıyor.O nedenle hükümet, “Çanakkale Deniz Zaferi” ve“Deniz Şehitlerini Anma Günü” ile çakışan İstanbulve Diyarbakır Newroz kutlamalarına izin vermiyor,şiddet kullanarak engellemeye çalışıyor. DiyarbakırValiliğinin, Çanakkale Savaşı anması nedeniyle kent-te astırdığı afişlerde, Kürtçe ve Türkçe olarak,“Kucaklaşmamız bayramları olacak” ibaresi boygösteriyor.

Buna karşı Kürtler, “Çanakkale Zaferine” karşıNewrozu öne çıkartıyor. Newroz, uzunca bir süre-dir, “Çanakkale”nin antitezidir. “Çanakkale”, Kürt-lerin devlete tebaalığını öne çıkarırken, Newroz,Kürt uyanışının simgesi haline gelmiştir. Sonuç ola-rak, Kürtler, Cumhuriyetle birlikte kendilerine da-yatılan statüyü, daha doğrusu statüsüzlüğü, artık ka-bul etmiyor. Yeni bir toplumsal sözleşme ve kuru-cu anlaşma talep ediyor. Yeni anayasanın, bu yenikurucu anlaşmanın belgelendiği bir metin olması içinçaba harcıyor. Devlet ve siyasi iktidar da, Kürtlerintaleplerine, Çanakkale edebiyatı ile karşı çıkmaktanvazgeçmeli, bunların yeni Anayasada yer almasınıkabul etmelidir.

BIRAKIN ARTIK ÇANAKKALE EDEBİYATINI!Kürtler, Cumhuriyetle birlikte kendilerine dayatılan statüyü, daha doğrusu statüsüzlüğü, artık kabul

etmiyor. Yeni bir toplumsal sözleşme ve kurucu anlaşma talep ediyor. Yeni anayasanın bu yenikurucu anlaşmanın belgelendiği bir metin olması için çaba harcıyor.

Aykut Özer

Page 5: İşçilerin Sesi Nisan 2012

5

İşçilerin Sesi

2012 Newroz kutlamaları, AKP hükümeti eliyleuygulanan devlet politikalarının savaş konseptinekurban edilmek istendi. Diyarbakır gerçeğine tos-layarak paramparça olan savaş politikalarının AKPşarapneli, metropollerde ölüm ve yaralanmalarayol açtı. İstanbul’da polis saldırısı sonucunda kafa-sına gelen gaz bombası ile yaralanan Hacı Zengin,darbenin ve gazın etkisiyle hayatını kaybetti. Göz-altına alınan “kara” görünümlü ve “Kürt illeri do-ğumlu” gençler karakol bahçelerine kadar taştı.Hastaneler sadece polis saldırısında yaralananlarıdeğil, güdümlü faşist güruhların bıçaklarıyla kesilenKürt gençlerini de tedavi etmek zorunda kaldı. Şiş-li Etfal Hastanesi’nde görüştüğümüz Kürt genci İb-rahim, Zeytinburnu’nda kendisisine saldıran faşistgrubu, dört yerinden bıçaklanmasını, götürüldüğüklinikteki dayağı, “sivil polislerin gözü önünde hembeyaz önlüklü bir doktor tarafından hem de ülkü-cüler tarafında yaralı halde defalarca dövüldüm”diyerek anlattı.

18 Mart 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleş-tirilmek istenen Newroz kutlamalarında, polis sal-dırısı sonucunda gaz bombası ile başından vurula-rak ağır yaralanan Abdullah Aspar’la ise kısa birsöyleşi yaptık. Aspar ile ilk görüşmemiz yaralandı-ğı günün akşamında oldu. Çapa Hastanesi’ne geti-rilmiş ve tetkikleri yapılıyordu. Ambulans ile hasta-ne içindeki başka bir bölüme taşınırken kendisineeşlik ettik ve röntgen çekimleri sırasında yanındaolduk. Gözlerini açamıyor, kafasından kan sızıyor,ara sıra “ölüyorum” diyen kısık sesi duyuluyordu.Yerde duran sedyenin yanına diz çöküp “ölümüasla düşünme, yaşayacaksın, daha seninle ne New-roz’lar kutlayacağız” dediğimizde inlemesi durdu.Dikkatle dinliyordu. Hafızasının yerinde olduğu an-laşılıyordu. “İyileşeceksin kardeşim, iyileşeceksinve seninle Diyarbakır’da Newroz kutlayacağız” de-diğimizde moral bulmuştu. Yanındaki yakınların-dan biri duygulanmış ağlıyordu. Aspar’ı 19 Martgünü yeniden gördük. Eşi yanındaydı. Biraz daha iyigörünüyordu. 20 Mart’ta gittiğimizde ise artık yarıoturur bir vaziyetteydi. Konuşabiliyor, yaşadıkları-nı anlatıyordu. Önceki gün söz verdiğimiz gibi ken-disiyle kısa bir sohbette bulunduk ve konuştukları-mızı, anlattıklarını kaydettik. Yaralı, ama kararlıydı.“Bayram bizim bayramımız” diyor, “on defa vurul-

sam da, yaralansam da yineNewroz’a giderim” diye ekli-yordu. İşte Aspar’la kısa söy-leşimiz:

Bize Newroz günü yaşa-dıklarını ve yaralanışınıanlatabilir misin?

Ben Abdullah Aspar.1975 Tatvan Bitlis doğumlu-yum. Evli, üç çocuk babası-yım. 18 Mart pazar günü saat11’de Bağcılar Gülsuyu ma-hallesinden yola çıktık. Zey-tinburnu’na ulaştığımızda bü-tün yollar tutulmuş, polisler-ce kapatılmıştı. Yoldan aşağı-ya inerek kitleye yetişmeyeve katılmaya çalıştık. Yaklaş-tığımızda çevik kuvvet polis-leri müdahale ettiler ve sal-dırdılar. Çok miktarda bibergazı, gaz bombası atıldı. Bizde geriye doğru çekilerekkaçmaya çalıştık. Bombalarüstümüze yağıyordu. O sırada kafama bir şeyçarptı ve sonradan gaz bombası ile kafamdan vu-rulduğumu anladım. Yüz üstü yere düştüm. Düş-tükten sonra da üstüme geldiler ve vurdular. Du-yuyor ve hissediyordum. Cop, tekme, bir şeylerlevuruyorlardı. Duyuyordum hepsini ama göremi-yordum. Bomba kafama gelmiş, gazıyla yüzüm yan-mış, gözlerim kapanmıştı.

Gelen arkadaşlar müdahale ettiler ve “insanlıköldü mü?” diyerek engel oldular. Beni alıp kurtar-dılar. Oradan hastaneye getirdiler. Fatih MedicalPark Hastanesi’ne. Üç dört saat sedyede öylecebeklettiler, hiçbir müdahalede bulunmadılar. Ai-lem akrabalarım hastaneye geldiler, “niye müdaha-le etmiyorsunuz?” diye tartıştılar. Daha sonra ve-kilimiz Sırrı Süreyya Önder geldi ve beni ambulan-sa bindirerek buraya, Çapa Hastanesin’e getirdi.Burada gereken müdahale yapıldı.

Biz seni Çapa’da ilk gün gördük ve konuşma-ya çalıştık. Durumun kötüydü. Kafana al-dığın darbe nedeniyle kusuyor ve konuşa-mıyordun. Dün geldiğimizde ise daha iyiy-

din, sevindik. Bugün ise artık seninle rahat-ça konuşabiliyoruz. Kendini nasıl hissedi-yorsun?

Çapa’ya gelirken dahi kimseyi göremiyordum.19 Mart sabahı kendime geldim. Çekilen filmler vetestlerle kontrol altında tutuluyorum. Kafatasımdakırık var. Çeliklerle beş dikiş attılar. Üç damla kanbeynime gitmiş. Onun da şu an fazlaca bir tehlike-si olmadığını söylediler. Kafamın sağ tarafı kompleyanık, biber gazının kafamda patlamasından dolayı.

Emniyet tarafından ifaden ne zaman alındı?

Bugün, bir saat kadar önce ifademi aldılar. Ya-şadıklarımı, polisin müdahalesini ve atılan biber ga-zı bombasının kafama geldiğini anlattım. Kafama,bilerek ve yukardan aşağıya atıldığını söyledim.

Newroz, yasaklama, polis saldırıları ve kafan-dan vurularak yaralanman. Bütün bunla-rın ardından ne diyeceksin?

İçişleri bakanının demeçleri ve yasaklamalarolmasaydı bunların hiçbirisi olmazdı. İçişleri baka-nının dediği ve uygun bulduğu tarihte de gidipNewroz’u kutlayacak olan onların partisinin kitle-si olmayacaktı. Yine bizim partimizin kitlesi ve bi-zim insanlarımız Newroz’a gidecekti. Açık bir şe-kilde provoke yaptılar yani.

Bundan sonrası için neler diyeceksin?

Valla benim diyeceğim şu ki yasaklar çare de-ğildir. Hiçbir zaman da çare olmamıştır. Ben bu-nunla ikinci defa darbe almış bulunuyorum. On de-fa da olsa, yasaklar da sürse yine gideceğim. Hiçbirşey engel olamaz. Yarın yine Newroz olsa, yine ya-sak olsa, yeniden vurulacağımı bilsem bile yine gi-derim. Gideceğim de.

YARIN YİNE NEWROZ OLSA VE YİNE YASAK OLSA, YENİDEN VURULACAĞIMI BİLSEM DE GİDERİM18 Mart 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilmek istenen Newroz kutlamalarında,

polis saldırısı sonucunda gaz bombası ile başından vurularak ağır yaralananAbdullah Aspar’la ise kısa bir söyleşi yaptık.

N. Cemal

Düştükten sonra da üstüme geldiler ve vurdular. Duyuyor vehissediyordum. Cop, tekme, bir şeylerle vuruyorlardı.

Duyuyordum hepsini ama göremiyordum. Bomba kafamagelmiş, gazıyla yüzüm yanmış, gözlerim kapanmıştı.

Page 6: İşçilerin Sesi Nisan 2012

İşçilerin Sesi

6

AKP, MİT-yargı krizi sırasında ortaya çıkan iç ça-tışmasını gizlemek ve ortak düşman karşısındabirlik sağlamak için 4+4+4 olarak ifade edilen ke-sintili eğitim sistemini beklenenden daha erkengündeme getirmek zorunda kaldı. Birkaç yıldırdüzenlediği sözde eğitim şuralarında bu sistemi“ısıtıyor”, belli ki bir seçim yatırımı olarak hazır-lıyordu. AKP, eğitim sisteminin ihtiyaçlarındançok (krizi olarak nitelemek daha doğru olacak)partinin politik ve ideolojik amaçlarına karşılıkgeldiği için bu değişikliği yaptı. Düzenleme, eği-tim süresini uzatmaktan çok, eğitimde yaşananticarileştirme ve dinselleştirme uygulamalarınınönünü tamamen açmaya yönelik. Eğitimin, 12 yı-la çıkarıldığı söylense de, uygulama aksine olacak.Öğrencilerin okula devam süresi ortalama 6,5yıldır. Kademeli sözde zorunlu eğitim uygulama-sı, bu sürenin daha da azalması sonucunu getire-cek.

Yasal düzenlemenin ana başlıkları, AKP’ninniyetini açıkça ortaya koyuyor: “İlköğretim dev-let okullarında parasızdır” ifadesi mevcut yasa-dan çıkarılarak, ilköğretimin tamamen paralı ha-le getirilmesinin önü açılıyor.

Bizzat Bakanlık bugüne kadar okul öncesieğitimi (6 yaşında başlıyordu) çok önemlidir vur-gusu yapmasına karşın, okulöncesi eğitimi, zo-runlu eğitimin dışında bırakmıştır.

Getirilen “açık öğretim” sistemi nedeniyle, 8.sınıftan itibaren öğrencilerin okul dışına kaymatehlikesi bulunuyor.

İlk 4 yılın “ilkokul”, ikinci 4 yılın “ortaokul”olarak tanımlanması nedeniyle, sınıf öğretmenle-rinin en az yüzde yirmisinin “norm fazlası” hali-ne gelmesi ve bakanlık tarafından başka şekildegörevlendirilmesinin önü açılıyor.

Bir yandan da bu düzenleme, çocukları 9 ya-şından sonra mesleğe yönlendirilecek olması ne-deniyle, yönlendirme sınavı, özel ders gibi uygu-lamaların daha erken yaşlarda başlamasına nedenolacak.

Çocuk işçiliğinin ve çocuk gelinlerin ağırlıklıolarak 13, 14, 15 yaşında olduğu düşünüldüğün-de mevcut düzenleme ile hem mesleki eğitim adıaltında “çocuk işçiliğinin” önü açılmakta hem de“çocuk gelinler” uygulaması, bizzat AKP tarafın-dan tarafından kademeli zorunlu eğitim uygula-ması ile açıkça desteklenmektedir.

Zorunlu din dersinin kaldırılması ve anadilin-de eğitim taleplerini karşılaması yönündeki talep-lere karşın, seçmeli din dersleri getirilmiştir.Arapça, fıkıh ve Kur’an derslerinin ikinci 4 yılda“seçmeli” hale gelmesiyle bütün okullarda fiilenimam hatip modeline geçilmesinin önü açılmışoldu.

Diğer yandan, kademeli eğitim sistemiyle,eğitimin piyasa ile ilişkilenmesi, meslek okuluaçacak firmalara öğrenci başına destek sunulma-sıyla sermayeye ucuz işgücü sağlanıyor. Düzenle-meden önce stajyer öğrenci çalıştırma oranı yüz-de 10 ile sınırlıydı, bu oran tamamen kaldırıldı vepatronlara sınırsız sayıda öğrenciyi “stajyer” adıaltında sömürmesinin önü açıldı.

AKP hükümeti seçme sınavlarının ve dersha-nelerin kaldırılacağı iddia ederken, kademeli eği-tim uygulaması ile çocukların daha erken yaşlar-da dershaneye gitmeleri teşvik edildi.

AKP, sağ kamuoyundan destek alabilmek için8 yılık kesintisiz eğitim uygulamasının, 28 Şubatmüdahalesinin bir dayatması olduğu demagojisiyaptı. Bu bir yalandır, ilköğretimin “zorunlu” ve“kesintisiz” süresinin uzatılması ve öncelikle se-kiz yıla çıkarılması için çalışmalar 1973’te başlan-mış ve 1981–1982 öğretim yılında üç ilde pilot

uygulamaya geçilerek sekiz yıllık kesintisiz eğitimuygulaması yapılmıştı. Bakanlığın bütün raporla-rında ve kararlarında 8 yıllık kesintisiz eğitimin,esas olduğu vurgulanıyordu.

Eğitime başlama alt sınırı 60 aya (5 yaş) çeki-lirken, üst sınır 72 ay oldu. Aralarında pek çokyönden önemli farklılıklar bulunan hem 5 yaşhem de 6,5 yaş grubu çocukların aynı sınıfta ol-maları söz konusu olacak. Düzenleme ile 5 ve 6yaşındaki çocukların birinci sınıfta aynı eğitim sü-recinden geçmeleri onların eğitim süreci içindedaha sonraki yıllarda ciddi sorunlar yaşamalarınıberaberinde getirecek.

4+4+4 modelini uygulamak için herhangi birmüfredat (ders plan ve kitapları) hazırlığı söz ko-nusu olmadığı gibi, yeterli altyapı çalışmaları ya-pılmadan ve eğitim sisteminin ihtiyacına uygunbir düzenleme gündeme getirilmedi. Eğitimin pi-yasalaştırması AKP ile başlamadı, sınava odaklıve dershaneleri zengin eden sistem 1980’lerdenberi adım adım örüldü. Tıpkı özelleştirme alanın-da olduğu gibi eğitimde de AKP, kendinden ön-ce gelen bütün hükümetleri aşan bir performanssergiliyor.

TKY (Toplam Kalite Yönetimi, okulu bir iş-letme öğrenciyi bir müşteri gibi gören bir uygu-lama) gibi piyasa eksenli kurullara yenilerinin ek-lenmesi, Bakan Hüseyin Çelik döneminde çıkan100 temel eserle okul kitaplıklarına, ardındanders kitaplarına ve müfredata yapılan gerici mü-dahaleler, OKS’nin kaldırılıp ilköğretimin ikincikademesinin her basamağına getirilen sınavlar,öğretmen atamalarında sayının giderek düşürül-mesi ve ücretli, sözleşmeli öğretmenliğin yaygın-laştırılması gibi güvencesizleştirme eksenli adım-ların hepsi, 4+4+4 kesintili eğitim uygulamasınıönünü açan aşamalar olmuştu.

AKP’nin eğitim alanına bu müdahalesinin si-yasi ve sosyal sonuçları kısa vadede olmasa bile,birkaç yıl içinde ortaya çıkacak. Sağ muhafaza-kârlığın güçlenmesi, dinin toplum içindeki baskı-sının artması, laik düşünce ve hayatın dışlanmasıgibi olguların yaşandığını göreceğiz. Kesintisiz 8yıllık eğitim, hem içerik olarak (ne bilimsel ne de-mokratik ne de ana dilde eğitimi kapsıyordu)hem de uygulama bakımından sorunluydu. Eğitimemekçileri tarafından taraf olunacak bir sistemdeğildi, buna karşın yeni kesintili eğitim, mevcu-dun da altına düştüğü gibi, dini gericiliğin de önü-nü açtığından, sonuna kadar mücadele edilmesigereken bir yasal düzenlemeyi içeriyor.

AKP’DEN DİNDAR-KİNDAR BİRNESİL İÇİN SON HAMLE: 4+4+4

Eğitimin piyasalaştırması AKP ile başlamadı, sınava odaklı ve dershaneleri zengin eden sistem1980’lerden beri adım adım örüldü. Tıpkı özelleştirme alanında olduğu gibi eğitimde de AKP,

kendinden önce gelen bütün hükümetleri aşan bir performans sergiliyor.Ufuk Demirci

AKP’nin eğitim alanına bu müdahalesinin siyasi ve sosyalsonuçları kısa vadede olmasa bile, birkaç yıl içinde ortayaçıkacak. Sağ muhafazakârlığın güçlenmesi, dinin toplum

içindeki baskısının artması, laik düşünce ve hayatındışlanması gibi olguların yaşandığını göreceğiz.

Page 7: İşçilerin Sesi Nisan 2012

7

İşçilerin Sesi

24 Şubat 2012 tarihinde Adana Kozan’da baraj inşaa-tında çalışan 10 işçi, baraj kapağının patlaması sonucusel sularına kapılarak ölmüştü. Ölen işçilerden 5’inincenazelerine halen ulaşılamadı.

11 Mart 2012 günü akşam saatlerinde ise İstanbulEsenyurt’ta eski Tatilya eğlence merkezinin bulundu-ğu yerde yapılmakta olan Marmara Park AVM inşaa-tında çıkan yangında 11 işçi hayatını kaybetti. İtfaiyeraporuna göre; şantiyedeki çadırlardan birinin üzerin-deki elektrik kabloları tutuşmuş, ardından da çadırda-ki sünger yataklar yanmaya başlamış. İşçilerin soğuk-tan korunmak için yataklarla çadırın arasına koyduk-ları battaniyeler alevleri hızlandırmış. Polyester çadırısaran alevler, rüzgârın da etkisiyle diğer iki çadıra dayayılmış ve 1 no’lu çadırda sıkışan 11 işçi birkaç daki-ka içinde yanarak ölmüş!

Meslek odalarının yaptığı incelemede, 4 bin işçininçalıştığı inşaattaki işçilerin önemli bir bölümünün taşe-ron firmalar tarafından günlük ya da belirli bir süreyleçalıştırıldığı ve ücretlerinin genellikle günlük yevmiyeolarak ödendiği belirlendi. Çalışma ve barınma yerle-rinin iç içe geçtiği, 20-30 işçinin aynı çadırda ranzalar-da kaldıkları ve sigortalarının belirsiz olduğu tespitedildi. Pek çok iş cinayeti vakasında görüldüğü gibi, iş-çilerden ikisinin sigorta giriş işlemleri öldükten sonrayapıldı!

Fabrikalarda, tersanelerde, madenlerde ve baraj-larda “kaza” adı verilen iş cinayetlerinde olduğu gibi,

Esenyurt’taki alışveriş merkezi inşaatında yanarak kat-ledilen işçiler de kapitalizmin kâr hırsının ve sömürüçarkının kurbanlarıdır. Patronların vahşi kâr hırsıylagirdikleri rekabet, maliyetleri daha da düşürmelerinigerektiriyor. Bu nedenle işçi ve emekçilere taşeron,esnek, güvencesiz ve örgütsüz çalışma dayatılıyor. İşcinayetlerinin bu denli yaygın hale gelmesi, patronlarınrekabet edebilmek ve sermayelerini artırabilmek içinbaşvurabilecekleri son kozu da ortaya koyuyor: İşçi-lerin canları pahasına çalıştırılması.

Patronların Çıkarları Ortak

11 işçinin yanarak ölümünün ardından MarmaraPark inşaatının ortakları açıklandı: Ece Türkiye, De-utche Bank’a ait DWS şirketi, Finansbank, İş GYO veKayı İnşaat.

Deutche Bank’a ait DWS, bilinen bir Alman ban-kasının yatırım şirketi. Finansbank, Yunanistan’dakiNBG bankasına ait. İş GYO ise İş Bankası’na ait yatı-rım şirketi. Ece Türkiye 16 ülkede faaliyet yürüten,dünya genelinde 137, Türkiye’de ise 10 alışveriş mer-kezi yöneten bir şirket. Kayı İnşaat ise 25 farklı bölge-de faaliyet gösteren, hidroelektrik santral projelerininde yürütücüsü olan bir firma. Bu tablo, patronlarındünya genelinde daha fazla ve daha kolay sömürebil-mek için yaptıkları çıkar ortaklığını göz önüne seriyor.

AKP hükümetinin de bu ortaklıkta payı var. Baş-bakan Erdoğan, Tortum’da halkın karşı çıkmasına rağ-men yapımı süren hidoelektrik santralle gündeme ge-len ve 11 işçinin öldüğü inşaatın ortaklarından olan

Kayı İnşaat’a 2007 yılında “başarılı müteahhitlik firma-sı” ödülü vermiş ve törende şöyle demişti: “Özel sek-törümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çöze-riz”. Gerçekten de AKP, iktidara geldiği günden itiba-ren sermayenin ihtiyaçları ve talepleri için pek çokadım attı. Bu adımlardan biri de esnek ve taşeron ça-lışmayı temel çalışma biçimi haline getirmektir. Bununiçin sürekli olarak yasalarda değişiklikler yapılıyor vemücadeleler sonucunda elde edilmiş haklar tek tekgeri alınıyor.

AKP’nin patronların “prangaları”nı çözme isteği,iş cinayetlerini, meslek hastalıklarını ve sakatlıkları ar-tırıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verileri-ne göre, 2012 yılı Ocak ayında 62, Şubat ayında ise 42işçi “iş kazası” sonucu öldü, öldürüldü. Mart ayındakiölü sayısı ise henüz belli değil. Esenyurt’ta ölen 11 iş-çinin hemen ardından, 19 Mart günü Amasya Suluo-va’da bir maden şirketine ait kömür ocağında iki işçimetan gazından zehirlenerek hayatını kaybetti, bir iş-çi yaralandı. 21 Mart gecesi ise Zonguldak Gelik’teözel bir maden ocağında meydana gelen göçükte birişçi hayatını kaybetti, cesedine 77 saat sonra ulaşıldı.Bunlar yalnızca basına yansıyanlar.

Güvenceli iş güvenli gelecek mücadelesi aynı za-manda da iş cinayetlerine son verme mücadelesidir.Kölelik düzenine ve taşeron sistemine son diyen işçi-lerin mücadelesinin aynı zamanda bir yaşam kavgasıolduğu unutulmamalıdır. Bunun yolu ise örgütlü mü-cadeleden geçiyor.

KAPİTALİZM İŞ CİNAYETLERİNE DEVAM EDİYOR!

O. Öznur

23. dönem TİS süreci iki aylık yasal süre tamam-lanmadan 19 Martta uyuşmazlık zaptı tutularakyeni bir aşamaya girdi. Görüşmelerin bir yıl geçbaşlamasını kâr sayan THY yöneticileri, uçaklarındışını resimlerimizle süslerken, masaya emeğimi-ze saygı duymadığını gösteren tekliflerle gelmek-ten çekinmedi!

Bundan sonra, “yasal süreler”, “hükümetinatayacağı arabulucu”,“yeni görüşmeler”, “uyuş-mazlıklar” vs ile sürecek olan, iki oyunculu, ikiperdeli bir tiyatro sahnelenecek! Sabrımızı tüke-ten bürokratik oyunlarla, önce eşeğini kaybetti-rip sonra bulduran ve bizlere “ölümü gösteripsıtmaya razı etmeye” çalışan, bildiğimiz bir oyun-dur bu. Bizlerden de bu oyuna müdahil olmadansadece sessiz izleyici olmamız isteniyor!

Önce Kaybet Sonra Buldur!

Sendikamız Hava İş uyuşmazlık zaptını bizlereduyururken, işverenin %3 ücret artışı önerdiği ve

mevcut kazanılmış haklarımız olan, bayram, tatilgünleri ve fazla mesailerdeki zamlı ücretlerimizdeindirimler istediğini, çalışma sürelerinde aleyhimi-ze düzenlemeler talep ettiğini vurgulayarak buhaklardan geri gidişe razı olunmayacağını söylüyor.Oysa, kazanılmış haklardan geri gidişe onay veril-memesi aksi düşünülemeyecek kadar doğal birşeydir. Örneğin uçucuların aylık 8 boş günü zatenyönergedeki yıllık 96 günün karşılığı olarak ortala-ma aylık boş gün sayısıdır ve 7 güne düşürülmesipratik olarak da mümkün değildir. İşverenin bütünbu sözde tekliflerini sonradan geri çekmek üzerekoz olarak kullanmaya çalıştığını en yeni işçi arka-daşımız bile değerlendirebilir.

Buradaki inceliği iyi görmeliyiz. İşverenin teklifettiği %3 zam oranının %5+5'e çıkartılması ve kaza-nılmış haklara getirilen indirim tekliflerinin geriçektirilmesi durumunda “İşveren çalışanların istek-lerini kabul etti!” “Sendika bunları başardı!” diyeservis edilecektir. Bu manevraları daha önce defa-larca izlediğimiz için bu oyuna “tiyatro” diyoruz...

Ana Talep İş Güvencesidir!

Hava İş yönetiminin işçilerin ana talebinin işgüvencesi olduğunu çok iyi bilmesine rağmen, şuanda izlediği taktik işçiler adına endişe vericidir.İşverenle açtıkları beyaz sayfaların bedelini geç-mişte olduğu gibi bizler ödemek istemiyoruz. Onedenle bu bültenle dikkatinizi çekmek istiyoruz.Geçen dönem yaptıkları gibi TİS imzalandıktansonra işveren bildiğini okuyup yüzlerce arkadaşı-mızı işten atarken, TİS maddelerini uygulamaz-ken sendikacılar yine arkalarını dönecek ya dasendika avukatına bizleri yönlendirmekle yetine-cekse bu nasıl iki tarafça da imzalanmış bir “söz-leşme” olacaktır?

İşçilerin öncelikli talebi iş güvencesidir. Şir-ket büyürken ve yeni işçiler alınırken artık işçikıyımına tahammülümüz yoktur. Aynı şekildeyeni birimlerin taşerona devredilmesi ve bu yol-la emeğimizin ucuzlatılmasına da izin vermemeli-yiz. Kabin hizmetlerinin taşerona devri konusun-da işçilerden gizli olarak hazırlıklar sürmektedir.Bu, 6000 kabin memuru arkadaşımızı olumsuzetkileyecek uygulamaya karşı yargı yolundanbaşka şimdiden örgütlü, yasal, mücadele biçimle-ri vardır. Sendikayı bu konuda göreve davet edi-yoruz.

THY SÖZLEŞMESİ "UYUŞMAZLIK" DÖNEMİNDE:İŞ GÜVENCELİ İŞ İSTİYORUZ!“Gökkuşağı Günlüğü” Bülteninden

Güvenceli iş güvenli gelecek mücadelesi aynı zamanda da iş cinayetlerine son verme mücadelesi-dir. Kölelik düzenine ve taşeron sistemine son diyen işçilerin mücadelesinin aynı zamanda bir

yaşam kavgası olduğu unutulmamalıdır. Bunun yolu ise örgütlü mücadeleden geçiyor.

Page 8: İşçilerin Sesi Nisan 2012

8

İşçilerin Sesi

“Muvazaa raporları ve iş mahkemesi kararları uygulansın.Taşeron işçi çalıştırmaya son. Hileli çalışmaya da hileli iş-ten çıkartmaya da geçit vermeyeceğiz. Kadrolu çalışmahakkımız verilsin” diyen Taşeron İşçileri Yardımlaşma veDayanışma Derneği’nden Remziye Sılam Örs’le söyleştik.İstanbul Üniversitesi Çapa Hastanesi Direniş Çadırındaomuz omuza sürdürdüğümüz mücadelenin içinden süre-ce dair görüş ve düşüncelerini aldık. - N.Cemal

Türkiye Gerçeği

1,5 ay kadar önce hastanemizin bahçesine Bilgilen-dirme ve Uyarı Çadırı kurmuştuk. Amacımız, hakkımızolan işimizi ve ekmeğimizi savunmak, mahkeme kara-rını uygulatmaktı. İşçi haklarına saygılı bir üniversite yö-netimi ve hükümet işbaşında olsaydı, bu çadıra inanınki hiç gerek kalmazdı. Elimizdeki raporlar ve mahkemekararının gereğini yaparlardı. İşçi haklarına saygı duy-madıkları için, işimiz, özlük haklarımız, onurumuz içinbu çadırı kurduk. Yasal haklarımızı bile mücadele ede-rek arıyor olmamız, Türkiye’nin ayıbı ve de gerçeğidir.

Çalışma Bakanlığının İş Müfettişlerinin 2008 yılın-dan buyana devam eden işyeri denetimleri sonucun-da taşeronda çalışan işçilerin, hastanenin asıl işini yap-tıkları resmen belgelendi.

Hastanenin asıl işini taşeron işçisi yapıyor. İş Ya-sası ise asıl işlerin taşeron firmalar eliyle yapılmasınısuç sayıyor. Taşeron firmalardaki kölece çalışma ko-şulları iş yasalarına da, insan haklarına da aykırıdır. 3ayda bir sözleşme imzalatılarak, yıllık izinlerimiz, me-sai ücretlerimiz, kıdem ve ihbar tazminatlarımız veril-meden çalıştırılmamıza üniversite rektörlüğü, dekan-lık ve başhekimlik ses çıkartmıyor. Hastanenin bütçe-sinden çıkan ve işçinin alınterinin karşılığı olması gere-ken paralar, aracı şirketlere, taşeron firmalara dağıtı-lıyor. Bizler bu kölelik düzenine ve taşeron sistemineson vermek için mücadele ediyoruz. Çadırımızı da bunedenle kurduk. 1,5 aydır sesimizi tüm Türkiye duy-du. Türkiye Büyük Millet Meclisi duydu. Çalışma Ba-kanı duydu. Medya duydu. Rektörlük ise sesimizi duy-mamak için özel çaba sarf ediyor. Muvazaa raporları-nı ve mahkeme kararlarını keyfi biçimde görmezdengeliyor. Suç işliyor. Bu gidişe dur demek için bir arayageldik. Dernek çatısı altında örgütlendik. İş mahkeme-lerinde çeşitli davalar açtık. Haklar kazandık.

Yine ve Yeniden Hileli Bir Yöntem

Devrimci Sağlık İş Sendikasının başvurusuyla has-tanede iş müfettişlerinin yaptığı incelemelerde, 2004

yılından buyana, 8 yıldır kanunsuz ve hileli bir çalışmayapıldığı, işçi çalıştırıldığı ortaya çıktı. Elimizde iş mü-fettişi raporları, üniversitenin ve taşeron firmaların ra-porlara itirazını reddeden 4. İş Mahkemesinin kararıvar. Bu kararlar, hastanede hileli biçimde işçi çalıştırıl-maktadır ve bu hileli çalışma sonucunda işçilerin hak-ları ödenmemektedir diyor. Kurum olarak üniversitezarara uğratıldığı için para cezaları kesildi. Üniversite,hapis cezası yolu da açık olan para cezaları karşısındane yaptı? Hastanenin asıl işlerini taşeron firmalara ver-meye, suç işlemeye devam etti. Diğer yandan da mü-fettiş ve mahkeme kararını boşa çıkartmak üzere, hi-leli bir başka yola daha başvurdu: Muvazaa raporların-da isimleri yazılı işçilere KPSS’yi zorla dayattı. Puanıyetenlerin bir bölümünü işe aldı, diğer bölümünü iş-ten çıkarttı. İşçi arkadaşlarımızın hileli yollardan “sizi 4B’ye geçireceğiz” diyerek işten çıkartılmasını yasadışıbuluyoruz. Asla kabul etmiyoruz. 4 B, bir başka tür hi-leli çalışma biçimidir. Taşeron çalışmayı ortadan kal-dırmayan, sözleşmeli ve geçici işçi çalıştırma biçimidir.Muvazaa raporları ve mahkeme kararı ise bizleri, üni-versitenin asıl işini yaptığımız için, hastanenin kadroluişçisi saymıştır. Bu sebeple, üniversitenin asli işçisi olanbizlere, hileyle işçi çalıştırdığı kesinleşen taşeron fir-

malar eliyle işten çıkış verilemez. “Taşeronda çalış-maktansa 4 B’li çalışmak iyidir,” diye düşünenler ola-bilir. Elimizde iş müfettişi raporları, raporları doğrula-yan iş mahkemesinin kararı varken neden taşeronlar-da çalışmaya razı olalım ki? Neden 4 B’li sözleşmeli ça-lışmayı kabul edelim ki? Üniversite, iş yasasında olma-yan bir işlem yaparak suç işlemiştir. Üniversite, hileliişçi çalıştırarak işçiyi ve üniversiteyi kurum olarak za-rara uğratmıştır. Taşeron firmalar üniversitenin asıl iş-lerini hileli olarak yapmıştır. Bizler üniversitenin asıl iş-lerini yapan asli işçileriz. Bunun gereği yapılmalıdır.

Mücadelemizi Büyüterek

Sürdüreceğiz

Laboratuar çalışanından röntgen teknisyenine,kayıt elemanından temizlik çalışanına kadar tüm sağlıkhizmeti veren ekibin, hakları olan kamu işçisi statü-sünde çalışmaları ve güvence altına alınmaları gereki-yor. Güvenceli İş, Güvenli Gelecek!” şiar ve talebimi-zin açılımı budur. Artık yeter diyoruz ve sınırsız süre-siz 4 D kamu işçisi statüsü istiyoruz. Taşeron çalışmasistemi tamamen son bulmalıdır diyoruz. Derneğimi-zin kuruluş amacı da budur. Şu anki acil talebimiz veçadırımızın kuruluş nedeni işten atma bildirimlerininönüne geçebilmektir. Bu konuda Devrimci Sağlık İşSendikasıyla ortak mücadele etme kararı aldık. Dire-niş Çadırımız, İstanbul Üniversitesi Çapa KampüsüMeclisinin desteğiyle kuruldu. İstanbul Tabip Odası,SES, Tezkoop-İş, Dev Sağlık İş, tıp öğrencileri, hastayakınları, İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi, emekten yanatüm kurumlar dayanışma ve desteklerini sunuyorlar.Örgütlenip, büyük yürüyüşlere ve grevlere hazırlanı-yoruz. Kazanacağımızdan eminiz. Kadrolu ve iş gü-venceli çalışma hakkını elde edene kadar mücadelemi-zi büyüterek sürdüreceğiz.

Biz Haklıyız, Biz Kazanacağız! - 30.3.2011

KÖLELİK DÜZENİNE,TAŞERON SİSTEMİNE SON!Remziye Sılam Örs

İstanbul Üniversitesi Çapa Hastanesi BaşhekimiMehmet Akif Karan bir fıkra anlatarak, taşeronişçilerine yönelik olarak “sen kabul ettin bir ke-re” demiş ve kölelik sistemine mahkûm oldukla-rını ilan etmiştir. Başhekim Karan’ın kara mizahıve taşeron işçilerine neyi layık gördüğü fıkra ay-nen şöyle:

Kafeste iki aslan varmış. Birine et, diğerineise muz vermeye başlamışlar. Muz verilen aslan

bir süre sonra dayanamayarak, “ona et veriyor-sunuz da bana niye muz veriyorsunuz?” diye iti-raz etmiş. Aslan terbiyecisi ise, “sen kabul ettinbir kere” diyerek, et yerine muz yemeye devametmek zorunda olduğunu söylemiş.

Dervişin fikri ne ise zikri de odur misali, Başhe-kim Karan işçilerin taşeron sistemine ve kölece ça-lıştırılmaya mahkum olduklarını söylemiştir. Taşe-ron işçileri anlatılan fıkraya da Karan’a da tepkililer.

SEN KABUL ETTİN BİR KERE...

Page 9: İşçilerin Sesi Nisan 2012

9

İşçilerin Sesi

28.3.2012 Çarşamba günü yapmış olduğumuz yü-rüyüş ile Çapa’da kurduğumuz direniş çadırımız-dan yola çıkarak Beyazıt’ta bulunan İstanbul Üni-versitesi Rektörlüğüne kadar yürüdük. Basın açık-lamamızı Rektörlük önünde okuduk ve 37 gündürdireniş çadırımızda toplamış bulunduğumuz dilek-çelerimizi topluca verdik. Dilekçelerimizle, müfet-tiş raporlarının ve mahkeme kararının uygulanma-sını, yani 4D’li olarak üniversitenin kadrolu ve dai-mi işçileri olarak çalışmak istediğimizi bildirdik.

Çapa’dan Beyazıt’a kadar gerçekleştirmiş ol-duğumuz yürüyüşümüzde, halkımızı sağlık hakları-na sahip çıkmaya çağırdık. Sağlık Hakkı Meclisleri-ne ve bizim gibi sağlık emekçilerinin mücadeleleri-ne destek olmaya çağırdık. Taşeron sistemini anla-tarak, “Sağlıkta Taşeron Ölüm Demektir” diyevurguladık. “Susma Haykır Taşerona Baş Kaldır”sloganları eşliğinde, yürüyüşümüze destek verentüm sınıf dostlarımıza teşekkürlerimizi ettik.

İstanbul Tabip Odası, SES Aksaray Şubesi, TezKoop İş 5 No’lu Şube, Dev Sağlık İş ve derneğimizTaş İş Der’in ortak gerçekleştirmiş olduğu bu yü-rüyüşümüz boyunca, birlikteliğimizi defalarca dilegetirdik. ”SES’li memur arkadaşlarımızla yürüyo-ruz, Tez Koop İş’li işçi dostlarımızla yürüyoruz,Dev Sağlık İş’le yürüyoruz, İstanbul Tabip Odasın-dan doktorlarımızla yürüyoruz. Taşeron sisteminebaş kaldıran asi ruhu ile bu kölelik düzenini yıkmakiçin yola çıkan Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yar-dımlaşma Derneğimizle yürüyoruz” dedik.

Yürüyüş komitemizce aldığımız kararlar uya-rınca, “bizi desteklemeye gelen siyasi kurumlarınbayrak ve pankartlarını açmamalarını” rica ederekkendilerine teşekkür ettik. Bizlerle dayanışmaya

gelerek yürüyüşümüze destek veren HEY Tekstildirenişçilerinin pankartını en ön sıralara alarak, sı-nıf dayanışmalarına teşekkür ettik. Yalnız olmadık-larını vurguladık. Önceden belirlediğimiz sloganla-rımızla taleplerimizi dile getirdik.

İşten atmalara karşı hiçbir zaman sessiz kalma-yacağız. Bugün mücadele etmemiz gerekiyor. Amabizler sadece bugünü kurtarmak için mücadele et-miyoruz. Yarınlarımızı kurtarmak için de mücade-

le ediyor ve “Güvenceli İş Güvenli Gelecek” diye-rek kavgamıza devam ediyoruz. Yürüyüşümüz bo-yunca da, dosta ve düşmana bunu ilan ettik. “Birolalım, birlik olalım, kölelik düzenini, taşeron siste-mini yok edelim” dedik.

Bugün yanımızda ve mücadelemizde olmayansınıf dostlarımızı da uyarıyoruz; Sınıf dostlarımız,emekçi arkadaşlarımız, değerli taşeron işçileri, bir-lik ve beraberlik temel ilkemiz olsun. Taşeron sis-temine karşı hep birlikte baş kaldıralım ve bu kö-lelik düzenini yıkalım.

* TaşİşDer Yöneticisi ve Çapa Direnişçisi

YAŞASIN ÇAPA DİRENİŞİMİZ!Kadir Ağsu*

Çapa direnişinin 37. Gününde HEY Tekstil işçile-rinden dayanışma ziyareti gerçekleştirildi. HEYTekstil işçileri direniş çadırında bulunan sanatçıPınar Sağ ile de sohbet ettiler. HEY Tekstil işçile-rinin konuşma metni şöyle:

“Biz HEY Tekstil işçileriyiz. 420 işçi işten çı-karıldık. 3 – 4 aylık ücretlerimiz ödenmedi. 15 –20 yıllık tazminatlarımız ödenmedi. İş kanunu-nun 17. Maddesinden kaynaklı tüm haklarımızınverileceği söylendi. Ama hiçbir hakkımız veril-medi. Bugün direnişimizin 50. Günü. 50 gündürsesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ne patronları-mız, ne hükümet, ne de yetkililer sesimizi duy-madılar. Sesimizi duyurma olanak ve araçlarınıbile engelliyorlar. Merkezi medyayı direniş alanı-mıza, topluca beklediğimiz alana göndermediler.Eylemlerimizin haberleri dahi merkezi medyadayer almadı.

Bugün İstanbul Üniversitesi Çapa Hastanesin-de direniş çadırı kuran taşeron işçilerinin yanın-dayız. Çapa ve Cerrahpaşa’da bulunan işçi arka-daşlarımızda işsizlik tehdidi ile karşı karşıyalar.

Onlarla dayanışma içindeyiz.Aynı sorunları yaşıyoruz. Da-yanışmalarla birbirimize güçveriyoruz.

Haklarımızı istiyoruz: Aci-len tüm haklarımızı verin diyo-ruz. Faturalarımızı ödeyemi-yor, her gün daha fazla borçla-nıyoruz. Güç koşullarda hakarama mücadelesi veriyoruz.Sesimizi duyurabilmek bizimiçin çok önemli. Katkı sunanherkese teşekkür ediyoruz.

Birleşe Birleşe Kazanacağız!

Yaşasın Sınıf Dayanışması!”

HEY Tekstil işçileri dahasonra Çapa direnişçilerinin Be-yazıt’ta bulunan Rektörlük bina-sı yürüyüşlerine de katıldılar.

HEY TEKSTİL İŞÇİLERİ ÇAPA DİRENİŞ ÇADIRINDA

Page 10: İşçilerin Sesi Nisan 2012

İşçilerin Sesi

10

1 Nisan”da, İstanbul”da “Suriye”nin Dostları” toplantı-sı yapıldı. Suriye üzerinde baskı oluşturmak ve gerekti-ğinde emperyalist müdahaleye zemin hazırlamak ama-cıyla, ABD, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğündeki top-lanan zirveye, Türkiye dâhil, 82 ülke katıldı. Suriye’yeyönelik emperyalist müdahale planları gözden geçirildi.Zirvenin sonuç bildirgesinde, Annan planının uygulan-masının ucu açık olmadığı vurgulanarak, planın hayatageçirilmesi için bir takvim oluşturulması istendi. İstan-bul’da üslenen çeşitli muhalif kişi ve grupların oluştur-duğu Suriye Ulusal Konseyi, Suriye halkının meşru tem-silcisi olarak ilan edildi. Sonuç bildirgesinde yer alan,“Suriye halkının kendini korumak için meşru önlemleruygulamasına destek verilmesi” ibaresi, muhaliflerin si-lahlı eylemlerinin emperyalistlerce desteklendiğini orta-ya koyuyor. “Özgür Suriye Ordusu”nu finanse etmek,askerlerine maaş vermek için fon oluşturulması (bu fonSuudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emir-liklerinden oluşan Körfez ülkelerince sağlanacak) kara-rı, Suriye’yi yıpratma ve köşeye sıkıştırarak, bir iç sava-şa sürükleme stratejisi izlendiğini gösteriyor.

“Özgür Suriye Ordusu”

Emperyalizmin Hizmetinde

“Özgür Suriye Ordusu”, Suriye halkının özgürlü-ğü için savaşan, gücünü halktan alan, meşru, demokra-tik bir örgüt değil; parası ve silahı dış güçler tarafındansağlanan, emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından kulla-nılan taşeron bir örgüttür. Liderliğini, Suriye Ordu-sundan kaçarak Türkiye’ye sığınan Albay Riyad ElEsed’in yaptığı Özgür Suriye Ordusu, Hatay’ı üs ola-rak kullanıyor. Esed silahları Türkiye’den ve Suudiler-den temin ettiklerini söylüyor. Suriye Ulusal KonseyiBaşkanı Burhan Galyun, bazı ülkelerin silah yardımıyapma niyetinde olduğunu, kurulacak temsilcilik aracı-lığıyla silahların düzenli ve organize bir şekilde dağıtıl-masının hedeflendiğini, temsilciliğin de Türkiye’de ol-masının düşünüldüğünü açıklıyor. Suudi ArabistanDışişleri Bakanı Suud El Faysal’ın, Suriye muhalefetinin“silahlanma hakkı olduğuna” dair açıklaması da bunudoğruluyor.

Özgür Suriye Ordusu, Libya örneği kurtarılmışbölgeler yaratarak, iktidarını yayma ve Esad rejiminiyıkma strateji izledi. Ne var ki bunda başarılı olamadı.Suriye Ordusunun hava ve zırhlı birliklerine dayana-madılar. Bunun için Libya benzeri (uçuşa yasak bölgeilanı, zırhlı birliklerin NATO tarafından vurulması gibi)askeri desteğe ihtiyaçları var. Ne var ki Rusya veÇin’in tutumu, Obama’nın başkanlık seçimi öncesi ris-ke girmekte isteksiz davranması, bir yıpratma savaşı-na dönük olarak, muhalefetin silahlandırılması ve ör-gütlenmesi planını öne çıkartıyor. Uzun süreli bir yıp-ratma savaşı, ekonomik krizi de derinleştirebilecek,bu da Esad’a olan toplumsal desteğin azalmasını, or-dunun çözülmesini getirebilecek, Libya’nın kolay lok-ma olmasının nedeni, ordunun bölünmesi ve çözül-mesiydi. Bu Suriye’de gerçekleşmedi. Suriye UlusalKonseyinin dağınık ve çok parçalı yapısı, toplumsaldesteğinin olmaması, emperyalistler ve işbirlikçilerininmüdahale için zamana ihtiyaç duyduklarını gösteriyor.

Türk Dış Politikası ABD’nin

Çıkarlarına Göre Şekilleniyor

Suriye’ye müdahale konusunda çok istekli davra-

nan, Esad ile köprüleri atan, tampon bölge konusunudeğerlendirmeye alan, Suriye Ulusal Konseyine kucakaçan, Özgür Suriye Ordusuna her türlü lojistik deste-ği sunan AKP iktidarı, “Suriye’nin Dostları Konferan-sı”ndan, Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale kararıçıkmayacağının farkında olarak konferansa katıldı.Konferansta, Başbakan Erdoğan olabildiğince sert birkonuşma yaptı. Annan Planını, “Suriye rejimi bu planıuygulamaz, zaman kazanmaya çalışıyor” diyerek, eleş-tirirken bu ülkeye doğrudan müdahale konusunda sa-bırsızlandığını gizlemedi. Başbakan, zirvede yaptığı ko-nuşmada “kendi halkına zulmeden bu rejimin iktidar-da kalmasını sağlayacak hiçbir planı desteklememizsöz konusu olamaz” diyor. Halkların diktatörlükle yö-netilemeyeceğini söylüyor. Ne var ki yıkılmasını iste-diği Esad ile daha düne kadar sarmaş dolaştı. Dündenbugüne ne değişti? Başbakan, Esad’ın bir diktatör ol-duğunun farkına yeni mi vardı?

AKP hükümetinin Suriye’ye müdahale etmek is-temesinin nedeni Esad’ın kendi halkını özgürlüklerdenmahrum bırakması ve katletmesi değil. Erdoğan ken-disi de bir diktatör ve kendi halkını; işçi ve emekçile-ri, sosyalistleri, Kürtleri baskı altında tutuyor. Ulude-re’de, çoğu çocuk, Kürt gençleri uçaklarla bombala-nıp öldürülüyor. Suçlular hakkında kovuşturma yapıl-mıyor. Newroz’da sokağa çıkanlara biber gazı ile mü-dahale ediliyor. En küçük bir hak arama eylemi dahi,polis baskısı ile karşılaşıyor. KCK operasyonu adı al-tında, binlerce Kürt politikacı tutuklanıyor. AKP’yemuhalefet eden yanıyor. Gazeteciler hapse atılıyor…

AKP’nin Suriye’ye müdahaleye istekli olmasınınnedeni, dış politikasının tamamen ABD ve NATO ta-rafından şekillendiriliyor olmasıdır. Türkiye’yi yöneten-ler, ABD çıkarları ile kendi çıkarlarını örtüştürmeye,ABD için bölgesel roller üstlenirken, kendi çıkarlarınıda bunun içine yedirmeye çalışıyorlar. Suriye’de ABDadına rol üstlenmek isteyen hükümet, bunun karşılığın-da Kürt sorunu konusunda desteklenmesini, eliningüçlendirilmesini istiyor. Suriye’ye müdahil olmak iste-mesinin bir nedeni de bir iktidar değişikliği anında Su-riyeli Kürtlerin siyasal statü kazanması kaygısı. Asker-ler, geçmişte teskere reddedildiği, Türk ordusu Irak’a

giremediği için, Kuzey Irak’ta Kürtlerin siyasal bir sta-tüye, özerk bir bölgeye sahip olduğunu söyleye geldi-ler. Türkiye’yi yönetenler, benzer bir durumun Suri-ye’de de ortaya çıkmasını istemiyorlar. Bunun Türki-ye’deki Kürtleri de etkileyeceğini ve Kürt taleplerininbastırılmasını imkânsız hale getireceğini düşünüyorlar.Açıkçası Türkiye’yi yönetenler, Türkiye dışındaki, Irak,İran ve Suriye’de ki Kürt sorununu da kendi sorunuolarak algılıyor. Bu ülkelerdeki Kürt mücadelesini debastırmaya, Kürtleri özgürlüklerden mahrum bırak-maya çalışıyorlar. Suriye’ye müdahil olmak istemeleri-nin bir diğer nedeni de, Suriye’de ki etkisini kullanarakOrtadoğu coğrafyasında etkili bir güç olma isteğidir.

Suriye’ye Özgürlük

İşçilerle Gelecek

AKP hükümeti, bölgedeki karışıklığı bahane ede-rek, içeride şovenizmi ve milliyetçiliği kışkırtıyor. Sa-vaş, şovenizm ve milliyetçilik; kemerleri sıkmak, işçihareketini bölmek ve direncini kırmak, zam üstünezam yapmak, her türden muhalefeti zorla bastırmak,baskıcı ve otoriter bir yönetim kurmak için uygun biriklim sunuyor.

Emperyalist müdahale, Suriye’ye özgürlük getir-meyecek. Esad’ın devrilmesi ile ölüm ve katliamlar bit-meyecek. Aksine Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da oldu-ğu gibi ülke kan gölüne çevrilecek. Ulusların kendi ka-derlerini tayin hakkı ayaklar altına alınacak.

Esad, bir diktatör. Ancak, emperyalist bir müda-hale sonucu Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesiile baskıcı, otoriter ve emperyalizmin kuklası, yeni birdiktatörlük inşa edilecektir. Dolayısıyla, işçi sınıfı veezilenler için ne Esad rejimi, ne emperyalist müdaha-le ve Suriye Ulusal Konseyi bir seçenek değildir. Su-riye’ye de, bölgeye de özgürlük, işçilerin ve ezilenle-rin mücadelesi ile gelecek. Suriye’de demokrasinin veözgürlüklerin geleceği, hem Esad rejimine hem deemperyalist müdahaleye karşı çıkacak bağımsız bir iş-çi hareketi yaratmaktan, ezilenlerin mücadelesi ile iş-çi hareketini ortak bir zemininde bir araya getirmek-ten geçiyor.

SURİYE “KURTLAR SOFRASINDA”M. Eker

Page 11: İşçilerin Sesi Nisan 2012

11

İşçilerin Sesi

29 Mart tarihinde İspanya’da emekçiler birgünlük genel greve giderek, hükümetin mecli-se sunduğu ve çıkarmakta kararlı olduğu “İşyasası” nı protesto ettiler. Mariano Rajoy li-derliğindeki sağ kanatın temsilcisi Halk Partisi(PP), 2011 yılında yapılan erken seçimlerde ik-tidara gelmiş, 17 bağımsız bölgeden 11’indedenetimi sağlamıştı. Ancak Rajoy 2012 bütçe-sinde kesintiler yapacağını açıklar açıklamazbüyük bir tepkiyle karşılaştı.

İspanya, yüzde 25’lere varan işsizlik oranıy-la, Avro bölgesinde “zayıf halka” ilan edilen Yu-nanistan’ı takip ediyor. AB’yi “yöneten” Almanve Fransız sermayesi, hükümetler aracılığıylaYunan hükümetine, “acı reçete” için baskı yap-mıştı. Yunanistanlı emekçilere uygulanmak iste-nen kemer sıkma kararları asgari ücretin düşü-rülmesi, işten çıkarmalar, maaşların dondurul-ması, sosyal hakların kısıtlanması gibi uygulama-ları içeriyordu. Şimdi AB sermayesi benzer birreçeteyi İspanya için zorluyor. AB sermayesinikorkutan, krizin etkilerine önce İspanya, ardın-dan İtalya’dan tepkiler yükselmesi.

Endülüs’te Beklenen

Sonuç Gelmedi!

Rajoy hükümeti, İspanyanın özerk bölgele-rinden Endülüs ve Asturias’ta 25 Mart tarihin-de yapılan seçimlerde, mutlak çoğunluğu eldeedeceğini umuyordu. 30 yıldır sosyalistPSOE’nin iktidarında olan bölgede beklediğinibulamadı. Diğer yandan, Halk Partisine karşıduyulan hoşnutsuzluk, Sosyalist PSOE’nin deişine yaramadı. Birçok seçmen, Zapateronunişçi düşmanı politikalarını ve kamu parasını yol-suzluklara alet eden geçmiş hükümeti unutma-dı. Birleşik Sol Parti ise, -Komünist Parti veçevrecileri biraraya getirmişti- Endülüs bölge-sindeki seçimlerde sandalye sayısı 12’ye çıkar-

dı. Solun beklenenden fazla oy alması ise hükü-meti tedirgin etti.

Seçimler bitti. Ancak Rajoy, bankacılara vekapitalistlere borç vermek için önlemlere de-vam edeceğini açıkladı.

Yüzbinler Genel Grevde

Bu açıklama, 29 Mart genel grevinin tetik-leyicisi oldu bir bakıma. Sendikalar işçi çıkar-mayı öngören reformlara karşı “Çalışma yasa-sı adil değil, ‘hayır’ deyin! sloganıyla genel grevçağrısı yaptı. Bir yandan da sendikalar, genelgrevi bir güç denemesi değil, sosyal devletin

geleceği için bir mücadele olarak görüyor veeylemlere devam edeceklerini söylüyorlar.

29 Mart genel grevinde, “Faydasız ve etki-siz iş reformuna hayır, haklarını ve kamu hiz-metlerini savun” yazılı ana pankart altında ya-pılan ve sendikalara göre 900 bin kişinin katıl-dığı Madrid'deki gösterilerde, “Ekmek yoksabarış da yok”, “İş reformu: yasal şiddet”, “Şid-det: 600 avro maaştır”, “Senin ganimetin be-nim krizim”, “Kral ve din adamlarına da tamkesinti”, “Sosyal paktı bozuyorsunuz”, “Bunakriz diyorlar, oysa kapitalizm” “Genel grev, ge-nel grev...” şeklinde pankartlar açıldı ve slogan-lar atıldı.

İspanyol polisi, hükümetin işten çıkarmayıkolaylaştırmak amacıyla hazırladığı önlemlerekarşı genel grevin düzenlendiği günde grev ya-pan emekçilere plastik mermi ve gaz bombala-rıyla saldırdı. Polisle çatışmalar sırasında Bar-selona’da eylemciler bazı binaların camlarınıkırdılar ve çöpleri ateşe verdiler. Sendikalaragöre 800 bin kişi Barselonadaki eylemlere ka-tıldı.

İspanyol emekçileri coşkulu bir genel grevörgütleyerek sabırlarının tükendiğinin ilk bü-yük işaretini verdiler. Hükümet geri adım at-mazsa, daha fazla emekçi harekete geçecek gi-bi görünüyor.

İSPANYA: EMEKÇİLER HÜKÜMETEGENEL GREVLE YANIT VERDİ!

Banu Paker

Yunanistanlı emekçilere uygulanmak istenen kemer sıkmakararları asgari ücretin düşürülmesi, işten çıkarmalar, maaş-ların dondurulması, sosyal hakların kısıtlanması gibi uygula-maları içeriyordu. Şimdi AB sermayesi benzer bir reçeteyi İs-panya için zorluyor. AB sermayesini korkutan, krizin etkileri-ne önce İspanya, ardından İtalya’dan tepkiler yükselmesi.

Page 12: İşçilerin Sesi Nisan 2012

İşçilerin Sesi

12

2 Temmuz 1993 tarihinde Pir Sultan Abdal şenlik-leri için Sivas’ta bulunan aydın, sanatçı ve Alevilerinkaldığı Madımak Oteli, yazar Aziz Nesin bahaneedilerek yakılmış, yangında şenlikler için orada bu-lunan 33 kişi can vermişti. Otel çalışanlarından 2 ki-şi de hayatını kaybetmişti.

19 yıldır devam eden hukuk sürecinde, katlia-ma katılan veya sloganlarıyla alkışlarıyla katliamıdestekleyen binlerce kişi arasından sadece 131 kişiyargılanabildi. Bunlardan 40’ı beraat etti, 79’u mah-kum oldu. Katliamın faillerinden 15 sanık ise firariolarak kaldı. Aradan geçen yıllar içinde bu firari sa-nıklar evlendiler, yurt dışına çıktılar, mal mülk sahi-bi oldular, ancak bir türlü bulunamadılar! Katliamındevlet katındaki organizatörleri ise gizli kaldı. TıpkıSivas’tan önce yaşanan Çorum, Maraş ve Sivas’tansonra yaşanan Hrant Dink ve Zirve Yayınevi katli-amlarında olduğu gibi. Devlet kademesindekilerinözel harp teknikleriyle önceden planlayarak, müda-hale etmeden izleyerek veya provokasyon yarata-rak olgunlaştırdığı bu katliamları, yine devletin ay-dınlatması, gerçek azmettirici ve failleri ortaya çı-karması, hesap sorması beklenemez.

Son olarak Hrant Dink davasında, birkaç failingöstermelik olarak yargılanıp cezalandırıldığını, bu-na karşılık cinayeti adım adım planlayan, izleyen vekatilin sırtını sıvazlayıp onunla fotoğraf çektirenemniyet müdür ve memurlarının terfi ettirildikleri-ni gördük. Sivas davasında Mart ayı içinde yaşanan-lar da aynı devlet politikasını göz önüne serdi. Beşfirari sanık hakkındaki davada zamanaşımı doldu.Katliamda yakınlarını kaybeden aileler, Alevi örgütve dernekleri, demokratik kitle örgütleri, aydınlarve sosyalistler davanın zamanaşımına uğramamasıiçin “insanlık suçlarında zamanaşımı olmaz” ilkesinivurguladılar. Ancak sonuç değişmedi. 13 Mart günü

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, beş sanık hak-kında zamanaşımından davayı düşürdü. İki sanık daöldükleri için haklarındaki dava düştü. Böylece ye-di sanık hakkında hiçbir karar verilememiş oldu.

Davanın düşmesinin ardından yaşananlar da şa-şırtıcı değildi: Sivas davasının zamanaşımına uğra-masını adliye önünde protesto eden aileler, hukuk-çular, aydınlar, Alevi örgütlerinin ve sol/sosyalistgrupların üyeleri polis saldırısına uğradılar. 1993 yı-lında katliamcıların, kültür merkezini ve oteli ablu-kaya alıp yakmaları 5 saatten fazla sürmüş, bu sürezarfında katillerin payına tek bir cop darbesi dahidüşmemiş, kolluk kuvvetleri katliamı seyretmekleyetinmişti. 2012 yılında ise katliamı ve kararı pro-testo edenlerin payına gaz bombaları, tazyikli su vecop düştü!

AKP hükümetinin Sivas katliamına ve zamana-şımı kararına ilişkin açıklamaları da, 1993 yılındadevleti ve hükümeti temsil edenlerin açıklamaların-dan farklı olmadı. 1993 yılında DYP-SHP koalisyonhükümeti iktidardaydı. Başbakan Tansu Çiller, kat-liamda yakılanların değil, katledenlerin sağlığıyla ilgi-leniyor; “Çok şükür dışarıdaki vatandaşlarımıza birşey olmamıştır” demekte sakınca görmüyordu.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise “Vatandaşlaemniyet güçlerini karşı karşıya getirmeyin” diyor-du. 2012 yılında ise AKP hükümetinin Başbakan’ıTayip Erdoğan, zamanaşımı kararını “Hayırlı olsun”sözleriyle karşıladı. Başbakan’ın açıklamaları bunun-la da bitmedi. Sivas'a gittiğinde birçok kez 18, 19yaşındaki kız çocuklarının “babalarının hiçbir taksi-ratı olmadığı halde” idama mahkum oldukları içinhüngür hüngür ağladıklarını söyleyerek, “Bunlarıgöz ardı etmek suretiyle burada tek tarafa ben si-yasi bir servis yapmayı doğru bulmuyorum” dedi.Başbakan, katledilenler ile katliamcılara eşit servis

yapacakmış!

Başbakan’ın ve AKP hükümetinin Sivas katlia-mıyla ilgili yaklaşımı, yalnızca devletin temsilcisi ola-rak resmi politikaları savunmalarından değil, politikİslam’a dayanan kökenlerinden de kaynaklanıyor.1993’te Refah Partisi üyeleri, belediye meclisindegörevli olanlar katliamda yer aldılar. Bir kısım Re-fah Partisi üyesi de katliam sanıklarının avukatlıkla-rını yaptı. Bunlardan en bilineni Refah Partisi millet-vekili ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’dı. AKP, Re-fah Partisi’nin içinden çıkarken, katliamı ve katliam-cıları savunan zihniyeti de bünyesinde taşıdı. Örne-ğin AKP’nin Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Ya-zıcı da katliam sanıklarından dördünün avukatlığınıyapmıştı. Bakan Yazıcı, zamanaşımı kararının ardın-dan, bu sanıkların aslında beraat etmeleri gerektiği-ni söylemek cesaretini bile buldu. AKP’nin, katliamsanıklarının avukatlığını yapmış isimleri bununla dasınırlı değil. AKP Isparta, Tokat, Konya, Maraş mil-letvekilleri, eski Afyon milletvekili, Afyon belediyebaşkanı, Malatya il başkanı, Başakşehir belediyebaşkanı, eski Eminönü belediye başkanı, İstanbulbüyükşehir belediyesi darülaceze ve basın yayınmüdürleri… liste böyle uzayıp gidiyor. Yalnızca buliste dahi AKP zihniyetini ortaya koymaya yetiyor.

Zamanaşımı kararı ve devletin bugünkü temsil-cisi AKP’nin katliamı ve katliamcıları savunan zihni-yeti, 1 Nisan pazar günü Alevi örgütlerinin öncülü-ğünde protesto edildi. Kitle örgütleri, sendikalar,siyasi partiler ve sosyalist grupların da katılımıylabinlerce kişi Kadıköy meydanında toplanarak “Si-vas’ın ışığı sönmeyecek”, “Davamız mahşere kal-maz” sloganlarını haykırdı. Hrant Dink davasındaverilen göstermelik kararın ardından dile getirilenbir slogan, Sivas katliamı davası için de yinelendi:Biz bitti demeden bu dava bitmez!

Çukurova Üniversitesine bağlı Adana Balcalı Hastanesin-de yürütülen mücadeleyi Devrimci Sağlık İşçileri Sendika-sı Örgütlenme Daire Başkanı Mustafa Hotlar’dan dinle-dik. Hotlar, süreci ve gelinen son durumu bizlerle paylaş-tı. – N.Cemal

Tarih YargılayacaktırBalcalı Hastanesinde yıllardır sürdürdüğümüz

fiili ve hukuki mücadele sonucunda yapılan ihalelerinmuvazaalı (hileli) olduğu ve tüm işçilerin ilk işbaşıyaptıkları tarihten itibaren Çukurova Üniversite-si’nin işçileri olduğu 13 Ocak 2010 tarihinde Çalış-ma Bakanlığı ve Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafındanalınan kararla kesinleşti. 22 Ağustos 2011’de, hukuk-suzluğa devam edilerek yeniden taşeron şirket iha-lesine gidildi. Hukuksuzluğa karşı haklarını savunanve direnen 25 sağlık işçisi arkadaşımız ihalenin yapıl-

dığı salonun kapısında gözaltına alındılar. Adana 1.Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianameuyarınca da, Dev Sağlık İş Sendikası Merkez Yöneti-cisi ve üyesi 27 taşeron sağlık işçisi hakkında “ihale-ye fesat karıştırmak” suçlamasıyla 27 ‘şer yıl hapiscezası istendi. Yapılmak istenen ihaleler hukuksuz veyasadışıdır. İhale karşısındaki tutumumuz hukukidir.İhaleye “fesat” karıştırılmasına tarafımızca engelolunmuştur. Mücadeleyle kazandıklarımızı ihale ma-salarında kaybetmeyeceğiz. Taşeron çalışma biçimi-nin vicdansızlığına karşı gösterilen tepki meşrudur.Hukuku yok sayan işveren - patron sıfatındaki Üni-versite Rektörlüğü’ne, YÖK ve Başbakanlığa, bibergazıyla saldırarak işçileri darp eden polislerden so-rumlu İçişleri Bakanlığı’na ve sermaye yandaşı tu-tumlarına karşı gösterilen tepkimiz demokratiktir.27 sağlık işçisi arkadaşımızı 27 yılla yargılayanları ta-rih yargılayacaktır.

Yürütmenin Keyfiliği ve

Yargı Terörüİşlerine, emeklerine sahip çıktıkları için 27 taşe-

ron sağlık işçisine 27’şer yıl hapis istemiyle dava açıl-mış olması ülkemizi yönetenlerin demokrasi anlayı-şını gösteriyor. Bu dava ülkemizin içine sokulduğu“yürütmenin keyfiliği ve yargı terörü” cenderesininçok net resimlerinden birini oluşturuyor. Hukukdevletinde Çalışma Bakanlığı’nın kararından sonrayapılması gerekenin yasalarda yazılan uygulamanıngeciktirmeden yerine getirilmesidir. 2 yıldır rektör-lük bu konuda bir şey yapmadı. Yeni ihalelerle taşe-ron firma çalıştırmaya devam etti. Hukuk tanımaztutumunu açığa çıkarttı.

Balcalı işçileri adalet arıyor. İhaleye fesat karıştı-ranlar kasalarını doldururken, haklarını ve adaleti sa-vunanlar yargılanıyor. Adalet arayan sadece Balcalıişçileri değil. Bütün işçiler adalet arıyor. Emeğindenbaşka bir sermayesi olmayanlar adalet arıyor. Ada-let halkın ekmeğidir.

Taşerona karşı mücadele edenler yargılanamaz.Güvenceli iş mücadelesi yargılanamaz. İnsanca ya-şam mücadelesi yargılanamaz.

MÜCADELEYLE KAZANDIKLARIMIZIİHALE MASALARINDA KAYBETMEYECEĞİZ!Mustafa Hotlar

BİZ BİTTİ DEMEDEN BU DAVA BİTMEZ!Başbakan’ın ve AKP hükümetinin Sivas katliamıyla ilgili yaklaşımı, yalnızca devletin temsilcisi olarakresmi politikaları savunmalarından değil, politik İslam’a dayanan kökenlerinden de kaynaklanıyor.

1993’te Refah Partisi üyeleri, belediye meclisinde görevli olanlar katliamda yer aldılar.

Page 13: İşçilerin Sesi Nisan 2012

13

İşçilerin Sesi

Türkiye’de günde ortalama beş kadın erkek şid-detinin kurbanı oluyor ve öldürülüyor. Bu sayınıngiderek artmasına karşı, kadın örgütleri aktif mü-cadele yürüterek bu hayati konuyu gündemde tu-tuyor. Kadın örgütleri, kadın cinayetlerinin poli-tik olduğunu vurguluyorlar ve kadınları şiddetekarşı koruyabilecek bütünlüklü bir koruma veşiddeti önleme mekanizmasının kurulmasını talepediyorlar.

Artan kadın cinayetleri karşısında hem ülkeiçinde hem de uluslararası planda sıkışan AKP hü-kümeti, Kadın ve Sosyal Politikalar Bakanı FatmaŞahin aracılığıyla kadın örgütleriyle bir dizi toplan-tı gerçekleştirdi. Bu toplantıların amacı kadınlarışiddete karşı koruyacak etkin ve işlevli bir yasanınhazırlanması olarak lanse edildi. Bu sebeple yan ya-na gelen 237 kadın örgütü, Şiddete Son Platfor-mu’nu oluşturup bir yasa taslağı hazırladı ve Ba-kanlığa iletti. Ancak Bakanlık tarafından kadın ör-gütlerinin oluşturduğu bu taslak kabul edilmedi.Kadın örgütleri yılmayarak bu kez Bakanlığın hazır-ladığı taslak üzerine çalışma yaptılar. Bir dizi görüş-menin ardından son halini alan yasa taslağı, 31Ocak günü AKP hükümetinin Bakanlar Kurulu’ndaimzaya açıldı.

Ancak Bakan Fatma Şahin’in Meclis Kadın Er-kek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda verdiği sözlererağmen, Bakanlar Kurulu yasa taslağının birçokmaddesini çıkartıp değiştirerek Meclis’e gönderdi.Bunlardan en çarpıcı olanı ise yasa taslağının adınındeğiştirilmesi oldu. Taslağın adı “Kadın ve Aile Bi-reylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun”iken, AKP hükümetinin müdahalesiyle “AileninKorunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine

Dair Kanun” olarak değiştirildi. Yasa’nın tanımlarbölümünden toplumsal cinsiyet tanımı çıkartıldı.Kadın örgütleri bu değişikliklere karşı hemen eleş-tirilerini ve önerilerini dile getirdiler. Ancak sonuçdeğişmedi. Yasa, AKP hükümetinin uygun bulduğu“Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Ön-lenmesine Dair Kanun” adıyla kabul edildi ve 20Mart’ta yürürlüğe girdi.

Aslında AKP’nin bu müdahalesi hiç de şaşırtıcıdeğil. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz yıl Başbakan Tay-yip Erdoğan tarafından bir kısım Bakanlığın adı de-ğiştirilmişti. Kadın Bakanlığı’nın ismi de Aile ve Sos-yal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirildi. Yalnızcabu durum dahi AKP’nin, cinsiyeti nedeniyle ezilenve ayrımcılığa uğrayan, bu nedenle de devletin pozi-tif önlemler alması gereken kadınlara bakışının engüzel ifadelerinden biridir: Kadının adı yok!

Yasanın adını değiştiren AKP hükümeti için,şiddete uğrayan, öldürülen ve acilen koruma altınaalınması gereken kadınları değil, “aile”yi korumakönceliklidir. Oysa kadınların, özellikle aile içindemaruz kaldıkları erkek şiddeti, onların öncelikleşiddet gördükleri bu aile ortamının dışına çıkarıl-masını gerektiriyor. Hem şiddete uğrayan kadını,hem de şiddetin yaşandığı aileyi aynı anda koru-mak eşyanın doğasına aykırı! Zaten her fırsatta ka-dınları aile içinde tutmanın hesabını yapan, kadınla-ra en az 3 çocuk doğurmayı tavsiye eden, 4+4+4kesintili eğitimle kız çocuklarının ilkokuldan sonra“ev”de tutulmasına imkan hazırlayan AKP zihniye-tinden ve kadın erkek eşitliğine inanmadığını ilaneden Başbakan’dan, kadına yönelik şiddete karşıetkin ve kalıcı çözümler beklemek boş bir çabaolacaktır.

Kadın örgütlerinin aylarca

süren çalışmalarıyla oluşan

6284 sayılı Yasa neler getiriyor?

• Yasa’nın 2. maddesinde yapılan tanımlar ara-sında ev içi şiddet ve kadına yönelik şiddet tanım-ları da yer alıyor.

• 3. maddede mülki amir tarafından alınacakkoruyucu tedbirler, 4. maddede hakim tarafındanalınacak koruyucu tedbirler, 5. maddede ise hakimtarafından alınacak önleyici tedbirler sayılıyor.

• 7. maddeye göre şiddeti veya şiddet uygula-ma tehlikesini öğrenen herkes ihbarda bulunabile-cek.

• 8. maddeye göre tedbir kararı verilebilmesiiçin delil veya belge aranmayacak.

• 11. maddeye göre kolluk görevlileri çocuk vekadın hakları ile kadın-erkek eşitliği konusundaeğitim görecek.

• 14. maddeye göre şiddet izleme ve önlememerkezleri kurulacak, buralarda tercihen kadınpersonel istihdam edilecek. (Ancak geçici 1. mad-deye göre Bakanlık iki yıl içinde yalnızca pilot iller-de bu merkezleri kuracak.)

• 17, 18 ve 19. maddelere göre korunan kişiyegeçici maddi yardım ve nafaka sağlanabilecek, bukişiler gelir testine tabi olmaksızın genel sağlık si-gortalısı sayılacak.

• 20. maddeye göre koruma talebiyle açılacakdavalardan harç ve masraf alınmayacak. / İşçilerinSesi-Haber

ŞİDDET YASASIYLA KADINLAR MIKORUNACAK, AİLE Mİ?

Ankara başta olmak üzere KESK eylemine yönelikpolis terörü 29 Mart Perşembe günü İstanbul’dada kitlesel katılımlı bir yürüyüşle protesto edildi.KESK üyelerinin Ankara’daki süreci takip ederek,AKP Şişli İlçe binasına yapılacak yürüyüşü gerçek-leştirmek üzere hazırlandıkları sırada, eylemi tehli-keye atacak, provokasyon yaratacak bir saldırı ger-çekleşti.

Saldırıyı düzenleyen Eğitim Sen İstanbul 7Nolu Şube Başkanı Emin Ekinci’dir. Eşitlik ve De-mokrasi Partisi (EDP)’yi temsilen HDK EmekKomisyonuna katılan bu kişinin eylemi, hiçbir ge-rekçeyle izah edilemez. Saldırı kitlenin, kamera-ların ve polisin önünde yaşanmıştır.

Saldırıya uğrayan ise, gazetemizin yazarların-dan, Eğitim Sen ve HDK Genel Meclis Üyesi Yu-nus Öztürk’tür. O hedef alınmış olsa da, bu sal-

dırı, KESK’in polis terörüne karşı yürüttüğü dire-nişe destek veren, AKP hükümetini protestoeden eyleme saldırıdır. Eylemi riske atan, provo-ke edebilecek ve polisin müdahalesine zemin ha-zırlayacak bir çabadır. Yoldaşımızın siyasi basire-ti sebebiyle provokasyon önlenmiştir.

Soruyoruz: Ankara’da AKP hükümetinin kol-luk güçlerinin KESK üyelerine yönelik büyük saldı-rısı sürerken, İstanbul’da AKP hükümetini protes-to eden KESK eylemini tehlikeye atmak kimin işi-ne yarar?

Soruyoruz: Ankara’da polisin saldırısıyla, busaldırıyı protesto eylemini provoke etmeye kalk-manın arasında ne fark vardır?

Soruyoruz: İstanbul’da AKP’nin saldırısınakarşı güçlü bir eylemin örgütlenmesi EDP’li Emin

Ekinci’yi neden rahatsız etmiştir?

Soruyoruz: Daha kısa bir süre önce EDP’ligençler saldırıya uğrayınca haklı olarak sert tep-ki veren EDP, kendi üyelerinden birinin bu yum-ruklu saldırısına karşı nasıl bir açıklama yapacakve nasıl bir tedbir alacaktır?

Bürokratik sendikacı kimliğiyle, sendika ağasıedasıyla hareket edip bir devrimciye ve sendikaüyesine şiddet uygulamak, eylemi tehlikeye at-mak Eğitim Sen ve KESK’in direnişine gölge dü-şürmek anlamına gelir.

Eğitim Sen Genel Merkezine, HDK EmekKomisyonuna, Yürütmesine, EDP Genel Başkan-lığına konuyla ilgili görevlerini yapmaları yönündeçağrılarımızı yaptık. Eğitim Sen, HDK ve EDP’densorumluluklarını yerine getirmelerini talep edi-yor ve bekliyoruz.

Aksi bir tutum, bu suça ortak olmak olur ki,böyle bir durumda zarar görecek olan sadece bizolmayız.

İşçilerin Sesi

KESK’İN İSTANBUL EYLEMİNDE PROVOKASYONGİRİŞİMİ VE ŞİDDET: HESAP SORULSUN!

Page 14: İşçilerin Sesi Nisan 2012

İşçilerin Sesi

14

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

Gıda

Örgütlülüğümüzü Kimsenin

İnisiyatifine Bırakmayalım

İşyerinde sendikalı, vardiyalı çalışıyoruz. Ayrıcapatronun işleri iyi olacak ki, yakın zaman önce başkabir bölgede bir fabrika daha açtı. Sendikalı olmamızarağmen ücretler çok düşük. Ortalama 15 yıllık bir iş-çinin aylık ücreti 950–1100 civarında. Yapılan toplusözleşmelerden hiçbir zaman haberimiz olmadığın-dan ne kadar ücret zammı alacağımızı da sözleşmebitiminde öğreniyoruz.

Şu an sendika ile patron arasında toplu sözleşmegörüşmeleri yapılıyor. Bu yapılan görüşmeler bizi il-gilendirdiği halde sendikacılar bilgi vermiyorlar. Ai-datlarımızla saltanat süren sendika bürokratlarınınpatronla kurdukları ilişkiden dolayı kimin temsilcile-ri oldukları konusunda şüphemiz var.

İşyeri sendikalı olduğundan dolayı birçok işçisendikalı işyerinde çalışmayı düşünüyor olabilir. Amagel gör ki bizim sendikacıları gördüğümüz yok. Ayrı-ca işyerinde bir sürü sorun yaşıyoruz. Bu sorunları-mızı konuşacağımız bir temsilci dahi yok. Neden mi?Patron ve sendika genel merkezi kendi aralarındaanlaşmış olacak ki, patronun istediği işçileri sendikatemsilci seçiyor. Hatta sendika lafı etmek bile sorunoluyor. İşçilerin hepsi sendikalı değil, çünkü patronsendikalı işçilerin sayısının ancak yetki alabilecek ka-dar olmasını istiyor. Sendikacılar da baştan beri bu-na razı, yeter ki aidatlar gelsin.

Sendika İşyerinde Taşeron

İşçi Çalıştırmaya Sessiz

İşçilerin bir kısmı günlük, bir kısmı ise taşeronolarak çalışıyorlar. Taşeron çalıştırılan işçilerin asga-ri ücret dışında hiçbir yan gelirleri yok. Sendikanıntaşeron çalıştırılan işçilere karşı hiçbir çalışması ol-madığı gibi sendikalı olmak isteyen işçileri dahi sen-dikalı yapmıyorlar. Sendikalı olmak patronun keyfinebırakılmış durumda. Patron kimin sendikalı olacağınakarar veriyor. Sendika da buna uyuyor.

İkinci olarak, patron günlük işçi çalıştırıyor. Bu-nun yolunu ve kılıfını bulmuş; gelen işçiler ziyaretçiformunu dolduruyorlar. Herhangi bir durumda ise,işçiler ziyaretçi gibi gösterilecek. Sendikacılar ne ta-şerona ne de günlük işçi çalıştırmaya karşı. Bu nasılbir sendikacılık anlaşılır değil.

Patron İşçilerin Mesai

Paralarıyla Fabrika Kurdu

Gıda sektöründe belli dönemler yoğun mesaileryapabiliyoruz. Bu yoğunluk bazen günde 14-15 saatevarıyor. Toplu sözleşmede mesai ücretlerimiz yüzdeyüz olarak bağıtlanıyor. Ama gel gör ki patron vesendikacılar kendi aralarında oturup bizim hakkımızolan mesai ücretlerini düşürmeye karar vermişler.Bundan bizim haberimiz dahi olmuyor. Siz kim olu-yorsunuz da bizim alın terimizi çalabiliyorsunuz?250’den fazla işçi çalıştığını düşündüğümüzde bu işçi-lerin birkaç yıllık yüzde 50 mesai ücretini hesapladı-ğımızda büyük bir meblağın tuttuğu ortada. Patro-nun düşük ücret vermesi yetmiyormuş gibi bir demesai ücretlerimizi sendikacılarla birlikte gasp edi-

yor. Ama biz kendi aramızda güven temelinde ör-gütlenerek bu hakkımızı sendika bürokratlarına rağ-men patrondan alacağız.

Patron Büyüdü Ya İşçinin Cebi?

Patron yeni bir fabrika açtı. Bunu bizi sömüre-rek yaptığı gibi bir de yasal hakkımızı gasp ederek bufabrikayı kurdu. Bu açılan yeni fabrikada kim bizlerinhiçbir emeğimizin olmadığını söyleyebilir?

Bu yetmiyormuş gibi bir de gazete haberlerindeşirketin büyüdüğüne dair haberler okuyoruz.

Peki, şirket bu kadar büyüyor da neden bu bü-yümeden bize payımız olan düşmüyor. İşte sömürü-nün ana kaynağı burada. Sonuç olarak patron bizimsırtımızdan servetine servet katıyor. Bu servettenbelli ki sendika bürokratlarına da bir kırıntı veriyorki, sendika bürokratları bizim sorunlarımızla ilgilen-miyorlar. Ama hem patron, hem de sendika büro-kratları şunu unutmamalı: Yumuşak atın çiftesi sertolur. (Bir grup işçiyle görüşme, B. Umutcan)

Yetersiz Zam ve Haklara Saldırı

Nihayet beklenilen zamlar gecikmeli de olsa ve-rildi, ortalama her işçiye yüzde 12 zam yapıldı. Ge-çen yıldan ders alan patron, zammı cuma iş çıkışınadenk getirip, paraları ödedi. Bir de çay paydosundansonra hijyen eğitimi koydu. Böylece işçilere konuş-ma fırsatı bile bırakılmadı. Geçen yılda zamlar düşükolduğu için, iki bölümün işçileri sabah işe gelince işbaşı yapmamış, bunun üzerine patron ücreti düşükolan işçilere 20 TL fark vermek zorunda kalmıştı. Bu20 TL gerçi önemli bir meblağ değildi ama işçileringözünde önemliydi, birlikte hak almak sözkonusuy-du.

Bu sene kimse idareyle konuşmaya sıcak bakma-dı, çünkü müdür o kadar iki yüzlü ki, kim yanına gi-derse “tamam ücretinde düzeltme olacak” deyipgönderiyordu. Aybaşı gelince de düzelme olmuyor-du. Bu taktikle, bu sene patron zamları şimdilik at-latmış oldu. Zam için itiraz olmadı ama idare bir sa-at izin alanın ya da geç gelenin yarım günü kesilir, di-ye yazı yazmıştı. İşçi geri adım atınca patron fırsatıkaçırmıyor, haklarımıza saldırıyor.

Bir de bordro gibi bir geçersiz bir kâğıt veriyor-lardı, bu belgede gelmediğimiz günler mesai saatlerivs yazılıydı. İşçi kendi hesabını yapabiliyordu, artık bubelgenin bile verilmeyeceğini söylediler. İşçiler, usta-ları ve müdürü sıkıştırınca, yeniden vermeye başla-yacağız açıklaması geldi. İşçi bu duruma sessiz kalsay-dı, patron verdiği iki kuruşu da allem kallem edip ke-secekti. (G. Kemerli)

Plastik

Emeğin Karşılığı Değil

Patron Sadakası

Zamlar belli oldu, yüzde 4 ile yüzde 20 arasındadeğişiyor. Patron eski işçilere daha az zam veriyoryeni giren işçilere biraz daha fazla veriyor. Söze, bizişçilerin emeğinin değerini patron belirlediği ve bizişçilerin pazarlık edecek bir örgütlülüğümüz olmadı-ğı sürece hep düşük olacak, diye başlayalım.

Patron uyanık, eski işçilerin tazminatı var bir ye-re gidemezler, diyerek düşük zam, yeni işçileri de el-

den kaçırmamak için onlara biraz daha fazla zam ya-pıyor. Yine de birçok yeni işçi çalışma şartlarınınzorluğunu görüp ya daha iyi bir iş bulunca ya da çoksinirlenince işten çıkıyor.

Kimse bir senelik işçiyle on senelik işçi aynı üc-reti alsın demiyor ama kıdemli emeğin bir değeri ol-malı. Kıdemli işçinin aldığı ücret zaten düşük, on se-nelik işçiye 10 veriyorsa yeni işçiye de 8 verilmeli,Eğer patron eski yeni ayrımı yapmayıp aynı makine-de çalıştırıp, aynı sayıda iş istiyorsa, verilen bu eme-ğin de karşılığını vermeli.

Eski işçilerin yaş ortalamasının yüksek olması,emeklilik hayali ve prim ücretlerinin yüksek yatmasıve idareye hoş görünme gibi gerekçelerle, aldıklarıücret düşük olsa da herhangi bir tepki vermiyorlar.

Tek tek sorulduğunda hepsi şikâyetçi ama ki-minle birlik olacaksın ki deniyor ve herkes topu ya-nındakine atıyor.

Patron işçiler arasında güvensizliği yaymış, dahaönceki başarısız deneyimler eski işçilerin direncinikırmış, bu eski işçiler şimdi bir şeyler yapmak iste-yen genç ve yeni işçilerin de moralini de bozuyor.

Örgütlenmek, mücadele etmek, hak kazanmakzaman, sabır ve çalışma isteyen bir şey. Biz mücade-leci işçiler olarak, yeni işçi arkadaşlar bulup, hareke-te geçmelerini sağlamalı ve birlikte örgütlenmeliyiz.(O. Şeref)

Bir Grup İşçinin Haklı İsyanı

İş yerinde 12 saat çalışmaya rağmen ay sonu eli-mize geçen ücret çok düşük. Bir de mesai kesintile-ri olunca çalışanların sabrı taşıyor. Bir bölümde çalı-şan bir grup işçi “'yeter artık buramıza geldi, bu böy-le nereye kadar” diyerek tepkilerini 8 saat çalışma(12 saatlik vardiyanın dolmasını beklemeden iştenayrılma şeklinde oldu) eylemiyle gösterdiler. Bu ey-lem sayesinde taleplerini gerek sözlü gerekse yazılıolarak dile getirdiler.

Talepleri şunlardı; ya hafta sonu da mesai kon-sun, ya günde 8 saat çalışma yapılsın ya da ücretlerezam verilsin. Bu işçiler, üç gün boyunca 12 saatlikvardiya düzeniyle ve yüzlerce çalışanı olan bir fabri-kada 8 saat çalışıp, işten çıktılar. Dördüncü ve beşin-ci günler ise, haftalık 45 saati doldurabilmek için yi-ne 12 saat çalışmak durumunda kaldılar. 5’inci günevlerine noterden 12 saatlik çalışmayla ilgili bir tek-lif niteliğinde protesto geldi. İdare, haftanın dört gü-nü 12 saat çalışmayı teklif etmiş, yani mesaisiz çalış-ma sunmuşlar. Oysa sorun mesailerin olması değilolmaması ve olsa da mesaili çalışmayla da aldığımızücretin, mecburi ihtiyaçlarımıza yetmiyor olmasıydı.

Ücretlerin düşük olması sadece bir grup işçiyi il-gilen bir sorun değil çalışan herkesin temel sorunla-rından. Buna karşılık eyleme, yönetici kadronun sa-yısını bile geçecek sayıda işçi katılım sağlanamadı.Çünkü böyle bir eylem olacağından yada yapılacağın-dan kimsenin haberi yoktu hatta bu eylemi yapanla-rın bile eylemi yapacakları gün haberleri oldu. Ko-nuştuğum herkes ya 5-10 kişiyle çözülebilecek bir işdeğil diyor ya da benim haberim olmadı, bana kimsesöylemedi böyle bir şey diyorlar. Haberi olanlardanbazıları işten atılma korkusuyla yanaşmamış, bazılarıise ilerisi düşünülmeden bir anda gelişen bir olay ol-duğu için katılmadıklarını söylediler.

Page 15: İşçilerin Sesi Nisan 2012

15

İşçilerin Sesi

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

Olması gereken böyle bir eylem yapılacağını engeniş çevreye duyurmak geniş katılımı sağlayabilmekiçin insanlarla konuşmak, ikna etmek ve hazırlık yap-mak gerekirdi. Yüzlerce çalışanın olan bir işyerimde-ki sorunları, çoğunluğun desteğini almadan, birkaç iş-çinin eylemiyle çözülebilecek mümkün değildir. Or-tak sorunlarımızın çözümü, birlikte mücadele et-mektedir. (L. Ogün)

Turizm

Günü Kurtarmak Yetmez

Otelde çalışma koşullarında bir değişiklik olma-dı. Bireysellik ve tek düzelik ve sadece kendi bulun-duğun yeri koruma eğilimi hala sürüyor. Geçen ayoteldeki aşçılar bir araya gelerek genel müdürlüğegitmişler. Fakat genel müdür görüşmeye bile gelme-miş, yardımcısı da her zamanki hikayeyi anlatmış:“Halinize şükredin dışarıda bir sürü işsiz var, kapıdabekliyorlar” gibi. İkna olarak geri dönmüşler, az birzamla arkadaşlarımız susturuldu. Ben iletişime geçti-ğimde ise adeta bir şey olmamış gibi davrandılar. Bi-linçli ve örgütlü değiller, lakin örgütlenme isteklerihiç yok. Meslekleri olduğu için nasıl olsa nereye git-sek iyi bir ücret alırız diye düşünüyorlar. Söyledikle-ri tek şey “ekmeğimizin peşindeyiz, çocuklarımızaekmek götürmek zorundayız”. Tamamen kemikleş-miş bir kelime aslında, bunu söylerken bile sadecekendilerini düşünüyorlar.

Çocuklarının hayatını ipotek altına alıyorlar,böylece ne yazık ki, kazanılan haklarımızı dahi koru-yamıyoruz. Kazanılmış haklar her geçen gün tırpan-lanıyor. Aralık ayında patron bütçe çıkarmış ve taşe-ron şirkete ödenen ücretin fazla olduğunu ve şirket-teki arkadaşlarımızı kadroya alınmasını söylemiş.Hatta taşeron çalıştırmak istemediğini belirtmiş. Ba-zı işçiler, kadroya alındı, bir o kadarımız alınmadık.Müdürler şirketlerden rüşvet aldıkları için şirketingitmesini istemiyor. Bir toplantıda müdür, “söyle-mek istediğiniz bir şey var mı?” dedi, ben de “diğerbölümlere kadro verildi bize neden verilmiyor?” de-dim. Müdür, “Bu konuyu yalnızken söylemeliydin”,bize ayrılan bütçe bu kadar yoksa niye almayalım”dedi. Bende “bu sorun yalnız benim sorunum değilhepimizin sorunu olduğunu” söyledim. Fakat herke-sin kendine göre sebebi olduğu için hiç kimse yanım-da olmadı. Yalnızlaştırıldım ama olsun birgün onlarıngerçekleri göreceğini ve bir araya geleceklerine ina-nıyorum, tek başına bile olsam direnmeye devamedeceğim. (A. Yardımcı)

Tekstil

Beklenen Taşınma Gerçekleşti

İşyeri bu hafta yeni yerine taşındı. Taşınma ge-rekçesi olarak ana firmanın iflas etmesi gösterildi.Ana firmada, yüzden fazla işçi çalışıyordu, üç aylıkücretlerini tazminatlarını alamadılar. Dört ile on beşyıl kıdemi olan işçilerdi. Ana firmada, şu an yetkilikimse yok, güvenlik de dahil. Bu işçiler alacaklarınıalmak için geldiklerinde muhatap kimse yok, boş bi-na tüm makineler olduğu gibi duruyor. İşçilere paravermeden kaçan patron, piyasaya da borç takmış,alacaklılar işyerine haciz koydurttu. Bizim çalıştığımızfabrika, firmanın yan kuruluşuydu. Alacaklılar çalıştı-ğımız şirketin kapısına dayanmadan, patron işyerinitaşıdı. O kadar aceleye getirmiş ki, gittiğimiz yeni yerdaha inşaat halinde! İşçiler müdürle tartıştı, '' bizi bu-

raya getirdiniz ne yemekhane hazır ne lavabolar'' di-ye. ilk gün işe gittik çalışılacak gibi değildi, paydos et-tirmek zorunda kaldılar. Çok eksiklik olmasına rağ-men bizim için asıl sorun yeni binaya yeni şirket adıy-la taşınacağını duymamız oldu. Sigortalarımız iflaseden şirket üzerinden yatırılıyordu. Yeni şirketehaklarımız devredilecek mi? Bu konu hakkında bizebir bilgi de vermediler. Bu taşınmadan dolayı bir çokarkadaşımız yeni şirkette çalışmak istemiyor. Amaalacaklarımızı iflas eden şirketten gösterme ihtimalivar. Sendikalaşma sebebiyle işten atılan on işçinintazminat davaları devam ediyor. Avukatımız, yenişirkete tüm haklarımızla geçişimiz yapılırsa davası sü-ren işçi arkadaşların tazminatlarını almalarının dahaavantajlı olacağını söyledi. Sendika üyesi arkadaşlarlabu işyerinde de mücadeleyi bırakmamak için devamedeceğiz.. (Bir grup işçiyle görüşme, M. Araslı)

Şeflerin Yalakalık Yarışı

İşçiyi Vuruyor

İşyerinde şefler yalakalıklarında sınır tanımıyor-lar. Ustalar patrona nasıl yaransam derdinde. Yağcı-lık işe yaramayınca işçiye patlıyorlar. İşyerlerinde birişçi evleneceği zaman davetiyesini panoya asar, tümarkadaşlarını davet eder. İşçiler de dayanışma olsundiye, verebildikleri kadar para verir ya altın ya da ta-kı olarak takılır. Bir işçi için toplanacak para en fazla200 TL’dir. Birkaç hafta önce patron üçüncü evliliği-ni yapıyormuş, işçilerin de bundan haberi şef, patroniçin para toplayınca oldu. Şef bir de sınır koymuş 750TL işçilerden toplayacakmış, 250 TL’de kendi vere-cekmiş. Çok ihtiyacı olan patrona 1000 TL’lik hedi-ye alacakmış! İşçilerden 70 TL gibi para toplanınca,bu şef çok şaşırdı. İnanamadı tabi, herkesi kendi gibiyalaka sanıyor. Yalaka şef işçilerle toplantı yaptı “ar-kadaşlar patronumuz evleniyor diye para topluyoruzama kimse vermedi, sizin yaptığınız ayıp sizden bek-lemiyordum'' dedi. Morali çok bozulunca ''bu akşam11:30 kadar mesaideyiz'' diye talimat verdi, mesaiyokken dikimhaneye ceza olsun diye mesai koydu.Yine de kimse para vermedi. Bu şef patronuna yapa-

cağı yalakalıkta mahcup oldu. Patron ise, işçilere50TL zam yaptı ve onu düğün bahanesiyle geri top-layacaktı. İşçiler çok ücret alıyormuş gibi bir de bon-körlük yapmaları isteniyor. Ücretler düşük, işçilermesai ya da prim sistemiyle biraz eve fazla para na-sıl götürüm derdinde, bunlar ise yalakalığın peşinde.(M. Araslı)

Kargo-Lojistik

Zam Umudu Kursakta Kaldı

İşyerinde çalışanların umutla beklediği zam yapıl-dı, iyi bir zam yapılacağı söylentisi fısıltı şeklinde dil-lerdeydi, ama sonuç hiç kimseyi memnun etmedi.Çünkü zaten düşük olan ücretlere yapılan zam, har-camalar karşısında eriyip gidiyor. Bir de elektrik, su,doğalgaz, pazar vb. harcamalarına yapılan zamlaragöre, aldığımız zammın devede kulak olduğu ortada.

Yeni anlaşmalar yapıldı, iş yükü büyüdü, yatırım-lar yapılıyor, şirket büyüyor, ayrıca bu yıl başında an-laşma yapılan şirketlere görkemli bir yemek düzen-lendi, bu yemekte hediyeler (rüşvet) dağıtıldı. Şirketbünyesinde çalışan müdürlere son model otomobil-ler verildi, hedefler açıklandı, tanıtımlar, reklamlaryapıldı.

Ama bu yemekte işçilere yer yoktu, nasılsa yüz-de 10-15 arası zam yapılacak, çalışan kalır gidenin deyolu açık olsun dendi. Çalışmaya ve evine çocukları-na ekmek parası götürmeye mecbur olan işçiler, ge-lecekleriyle ilgili kararı bu verilen ücrete göre belir-leyecek, zaten işsizlik artmış, patronlar tarafından iş-sizler çalışanlara karşı tehdit unsuru olarak kullanılı-yor, o yüzden ücretlere yapılan zamların yetersizliği-ne karşı çıkılamıyor ya da çok cılız bir şekilde itirazediliyor.

Umudumuzu yitirmeden, önümüzdeki yılda ya-pılacak zammın istediğimiz düzeyde olması için, şim-diden çalışmalara başlayıp, örgütlenebilirsek gidişatıbiz işçilerin çıkarına çevirebiliriz yoksa perşembeningelişi çarşambadan bellidir. (S.Arık)

Hava-İş'te çalışırken işten atılan kadın çalışan-lardan N.Ö.‘nün açtığı taciz ve mobbing davası-nın ilk duruşması yapıldı.

Bakırköy 10. Asliye Ceza Mahkemesi‘ndebugün görülen duruşmada Hava-İş yöneticileri"mobbing" ('işçisine eziyet) gerekçesiyle yargıla-nan patron olarak sanık sandalyesindeydi.

N.Ö, Hava İş Uçuş İşletme temsilci odasın-da çalışırken sendika örgütlenme sekreterinintacizi sonrası genel merkeze alınmıştı. Hava İşüyesi işçilerin yoğun tepkisini çeken bu tacizolayı daha sonra sendika içinde büyük tartışma-lara neden olmuş ve bölünmelere zemin hazır-lamıştı.

N.Ö, genel merkezde çalıştığı 2 yıl boyunca

kötü muamele ve mobbinge maruz kaldığı, isti-faya zorlandığı gerekçesiyle sendika yöneticileriKaya Sayın, Atilay Ayçin ve Mustafa Yağcı aley-hine savcılığa başvurdu, dava açılması kabul edi-lerek ilk duruşma bugün görüldü.

Duruşmaya, İstanbul Feminist Kollektif veSosyalist Feminist Kollektif üyesi kadınlar veavukatları yoğun ilgi gösterdi. İzleyenler davanınülkemizdeki kadın ve işçi hakları mücadelesi açı-sından örnek teşkil edecek bir dava olduğunu,bu nedenle N.Ö.‘nün sonuna kadar yanında ola-caklarını vurguladılar.

İlk duruşmada ifadelerin alınmasından sonratanıkların dinlenmesi için ikinci duruşmanın 25Eylül 2012‘de yapılması kararlaştırıldı. (airkulehaber)

HAVA-İŞ YÖNETİCİLERİ BU KEZ"PATRON" OLARAK SANIK SANDALYESİNDE

Page 16: İşçilerin Sesi Nisan 2012

İşçi Sınıfının Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın Tarih: Nisan 2012 Sayı: 1Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı-İstanbul Tel: 0212 544 66 34

Sahibi: KCS Yayınevi - Kemal Cenk Sarıoğlu Sorumlu Müdür: Songül Yarar DedeAdres: Söğütlüçeşme Cad. Tulumbacı Asım Sok. Korular İş Hanı No:48 Kadıköy/İST.

E-mail: [email protected]

1 Mayıs bir mücadele günüdür. Emekçi sınıfların,bütün sömürülen ve ezilenlerin, yoksulların, ayrım-cılığa uğrayanların sadece isyanını ifade etmez, bu-nun ötesinde, bütün sömürü ve baskı biçimlerininortadan kalkacağı, her türlü ezme-ezilme ilişkisininsona ereceği, sınıfsız bir toplumu kurma idealine deişaret eder.

1 Mayıs, ne milli bir bayram ne de bahar bayra-mıdır. Emekçilerin, ezilenlerin uluslararası bir günolarak sahip çıktığı, emekçi sınıfların uluslararası(enternasyonal) gücünü ve dayanışma ihtiyacını or-taya koydukları bir gündür. Bu günün kazanılmasıiçin emekçi sınıflar şiddetli mücadeleler yaşamış,hayatlarını kaybetmiş ama sermaye sınıfının bütünsaldırılarına karşı, bu hakkı kıskançça korumaktangeri durmamıştır.

1 Mayıs’a sahip çıkmamızın nedeni, sadece tarihiaçıdan önemli bir gün olması değil; bugün emekçi sı-nıflar açısından hayati derecede öneme sahip sorun-ların dile getirilmesinin zorunlu olmasıdır.

Bugün 2008 dünya krizinin etkilerinin bir sonu-cu olarak kapitalizm kendini onarabilmek ve karla-rını garanti altına almak amacıyla, Yunanistan, İs-panya ve yakında İtalya olmak üzere benzer bir acıreçeteyi, kemer sıkma kararlarını emekçi sınıflaradayatmaktadır.

Türkiye sermaye sınıfları ve AKP hükümeti, iş-ten çıkarmalar, esnek çalışma, taşeronlaştırma, gü-vencesizlik gibi uygulamalarla emekçi sınıflara tıpkısınıf ortağı Fransız, Alman, İspanyol sermayesi gibisaldırmakta, sermaye örgütlerinin isteklerini bir biryerine getirmektedir. Türkiye sermayesi, Ulusal İs-tihdam Stratejisi gereğince, kiralık işçilik, yeni es-nek çalışma biçimleri, geçici işçilik uygulamalarınıyasalaştırmak istiyor. Grev yasakları artıyor: nere-deyse dünyanın hiçbir yerinde olmayan bankacılıksektöründe grev yasağı korundu; havacılık işkolun-da sınırlama getirildi.

2011 yılında ilan edilen yüzde 8,5 büyüme,emekçilerin iş cinayetlerine maruz kalması, taşeron-larda uzun saatler boyunca ve düşük ücretle, sigor-tasız, sendikasız çalışmasıyla gerçekleşmiştir. Büyü-me ve işsizliğin bir arada artmasının nedeni, işçilerindaha yoğun çalıştırılmasından başka nedir? Sermayeörgütlerinin baskısıyla bir yük olarak görülen kıdemtazminatına göz dikilmiş, İş Yasasında yine sermaye-nin dedikleri yapılmıştır. Yasanın iş güvencesi hü-kümleri 10’dan fazla işçi çalıştıran şirketlerde uygu-lanacakken, 30 kişiye çıkarılmış ve tazminat tutarı 4-8 aya indirilmiştir. Kuşkusuz emekçi sınıfın zararınaalınan daha birçok karar ve uygulama vardır.

2012 yılının 1 Mayıs’ı, emekçi sınıflara yönelikbütün bu saldırılara karşı duracağımız, gücümüzünörgütlü bir mücadeleyle etkili olacağını ifade edece-ğimiz, haklı taleplerimizi ortaya koyabileceğimiz birşekilde gerçekleşmelidir.

Sadece sermaye örgütleri ve sınıf düşmanı poli-

tikaların yaratıcısı AKP hükümetiyle değil, emekçi sı-nıfların çıkarlarını ifade etmeyen diğer burjuva parti-lerle de ayrı saflarda olduğumuzu ilan etmeliyiz. Di-ğer yandan bu 1 Mayıs’ta; sınıfın kararları yerine ken-dilerini ikame eden, emekçilerin değil kendi çıkarla-rı için pazarlıklar yürüten, mücadele yerine uzlaşmayolunu seçen sendika bürokratları ve sınıf örgütle-riyle de araya sınır çekilmelidir.

İşçi sınıfı ve emekçi sınıflar, kadın ve erkek üye-lerden oluşur. Emekçi kadınların neden daha fazlasömürüldüğü, ücretlerinin neden hala daha düşükolduğu, neden birçok işkolunda çalıştırılmadıkları,neden kadın bedeninin çoğunlukla cinsel istismara,şiddete ve tacize açık olduğu sorularını sormalı vebasit bir şekilde kapitalist üretim tarzından kaynakla-nıyor demeden, işyerlerindeki cinsiyetçiliği ve cinsi-yetçi işbölümüne karşı durmalıyız. İşçi sınıfının erkeküyelerinin, kapitalist sömürüye başkaldırırken aynızamanda sınıf kardeşleri kadınların hem kapitalizmehem de erkek egemenliğine karşı vermek zorundaoldukları mücadeleye de sahip çıkmaları ve dayanış-ma göstermeleri gerekiyor.

Başka bir ulusu ezen ulusun kendisi de özgürolamaz. 21 Mart Newroz’da uygulanan polis terörü-nün, 28-29 Mart’ta eğitim emekçilerine uygulandığı-nı görüyoruz. Gazetecilerden avukatlara, öğrenciler-den yazarlara yüzlerce ilerici, devrimci, AKP’ye mu-halif eden Kürt, demokratik ve ulusal talepleri içinbaskı altında tutuluyor. 6 bine yakın BDP üyesi tu-tukludur. 1 Mayıs 2012, sadece işçi hakları, sosyalhaklar için değil, aynı zamanda demokratik hak veözgürlüklerin bir arada ve daha yüksek sesle ifadeedileceği bir gün olmalıdır.

1 Mayıs 2012 aynı zamanda, Türkiye'nin Suri-ye'ye yönelik savaş politikalarına karşı emekçilerinbarışı savunduğu bir gün olmalıdır.

1 Mayıs’ta, işçi sınıfının birleşik gücünü ortayakoyarak, tüm ezilen ve sömürülenlerin hak ve öz-gürlüklerini ifade etmeliyiz. Bütün haklarımızı serma-yeden ve AKP hükümetinden söküp alacak tek gü-cün kadın ve erkek emekçiler olduğunu göstermeli-yiz. İşçi sınıfının tarihsel sorumluluğu da bunu gerek-tiriyor. / İşçilerin Sesi

1 MAYIS 2012’YE...