international relations theories and hegemony
-
Upload
sevinc-habib -
Category
Documents
-
view
33 -
download
1
description
Transcript of international relations theories and hegemony
T.C
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS
ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNDE GÜNCEL TARTIŞMALAR DERSİ
“HEGEMONYA TEORİLERİ: GRAMSCİ, COX, WALLERSTEİN, GİLPİN”
Sevinch HABİB
701416017
Öğretim Elemanı
Prof. Dr. Tayyar ARI
BURSA
HAZİRAN – 2015
0
İÇİNDEKİLER
ÖZET................................................................................................................................2
GİRİŞ………………………………………………………………………..................................3
I. BÖLÜM: GRAMSCİ VE HEGEMONYA.....................................................................5
II. BÖLÜM: WALLERSTEİN DÜNYA SİSTEMLERİ ANALİZİ VE YAPISALCI
HEGEMONYA..................................................................................................................11
A. Dünya Sistemleri Analizi...............................................................................12
B. Yapısalcı Hegemonya.......................................................................................15
III. BÖLÜM: ELEŞTİREL YAKLAŞIM VE COX: HEGEMONYA - KARŞI
HEGEMONYA............................................................................................................................18
A. Cox ve Eleştirel Kuram..........................................................................................18
B. Neo-Gramşiyan Hegemonya..................................................................................20
IV. BÖLÜM: GİLPİN VE HEGEMONİK İSTİKRAR TEORİSİ...................................23
SONUÇ………………………………………………………………………….........................27
KAYNAKÇA…………………………………………………………………...........................29
1
Özet
Hegemonya kavramının her ne kadar daha eski tarihe dayanan bir temeli olsa da bu kavram uluslararası ilişkileri anlamak, sistemik ve devletlerarası ilişkileri daha net kavrayabilmek açısından oldukça yararlı görülmüştür. Gramsci’nin yeniden politik/sivil toplum ve rıza nosyonları çerçevesinde dirilttiği hegemonya kavramı uluslararası konjonktürün değişmesiyle çeşitli yazarlar tarafından transforme edilerek yeniden düşünülmüştür. Gilpin bu kavramı 1970’lerin değişen realizm paradigmasıyla zenginleştirmiş; free rider, istikrar kavramlarını bu teorisinde kullanmış, Wallerstein ise dünya sistemleri yaklaşımı çerçevesinde yapısal faktörleri eklemiştir. Çalışmanın kapsamındaki son isim olan Cox ise kavrama eleştirel kuram çerçevesinde yaklaşmış ve Gramsci’nin tarihsel blok kavramını ulusaşırı tarihsel blok olarak güncellemiş, aktif rıza ve karşı hegemonya kavramlarıyla tartışmayı daha da genişletmiştir. Bu çalışmanın amacı hegemonya teorilerini bu isimler çerçvesinde açıklamaktır.
Anahtar Kelimeler: Hegemonya, Gramşiyan Hegemonya, Cox, Wallerstein, Gilpin.
Abstract
Even if the concept of hegemony has a root based on a an ancient history, it is understood that this concept is still so beneficial to understand the systemic and inter-state relations more clearly in international relations. This term which resurrected by Gramsci and his framework of the notions of consent and civil/political society, has been considered again by transforming from several thinkers, together with the changing of international conjuncture. Gilpin enriched that term with 70‘s changed paradigm of realism; used “free rider” and “stability” in his theory, Wallerstein also added structural factors at the framework of World – system analysis.Robert Cox which is the last part of this work, approaches critical to this term and updated Gramsci’s historical bloc to transnational historical bloc, expanded this debate with his notions of active consent and counter hegemony. The main purpose of this work is to explain the term of hegemony around the framework of these names.
Key Words: Hegemony, Gramscian Hegemony, Cox, Wallerstein, Gilpin.
2
GİRİŞ
Genellikle 20.yy ile düşünülen ve İngiltere ve ABD ülkelerinin liderliklerini açıkladığı
düşülülen hatta onları açıklamak için kullanılan “hegemonya” teriminin bu terimi 1930’larda
kullanan Antonio Gramsci’den de önce uzun bir geçmişi vardır. Tam karşılık olarak lider
anlamına ve Yunanca karşılığı `ηγεμονία` olan hegemon sözcüğünden türeyen hegemonya,
geleneksel olarak otorite, liderlik ve tahakküm kavramlarının bir kombinasyonuna gönderme
yapar.1 Bu kavram Antik Yunancada özellikle hegemonun yalnızca kontrol sahibi olabilecek ya
da etkide bulunabilecek durumda olmasından ve öznenin daha fazla otonomiye sahip olmasından
dolayı, genellikle tahakküm kavramından ayırt edilirdi.2
Gegemonia (hegemonyanın Rusçası) terimi 1890'lardan 1817'ye kadar Rus Sosyal-
Demokrat hareketinin en temel siyasi sloganlarındandı. Hegemonya kavramını siyaset biliminde
ilk kullanan ise Rus Marksistlerinin öncüllerinden biri olan Georgy Plekhanov (1856-1918)
olmuştur. Plekhanov, hegemonya kavramını 1905’deki Rus Devrimi’nin ardından, Bolşeviklerin
proletarya ile ilişkisini anlatmakta kullanmıştır.3
Hegemonya kavramının literatür içinde kullanılan farklı genel anlamlarını William I.
Robinson dört grupta toplamıştır.4
Uluslararası hâkimiyet olarak hegemonya
Devlet hegemonyası olarak hegemonya
Uzlaşımsal hâkimiyet ve ideolojik hegemonya olarak hegemonya
1 Bülent Şener,“Uluslararasi İlişkilerde Hegemonya Olgusu ve ABD Hegemonyasının Siyasal ve Kültürel Kaynağı: ‘Amerikan İstisnacılığı’ ya da ‘Açık/Kaçınılmaz Yazgı’,” The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı: 26 , 2014, s. 407.2 Burhanettin Selçuk Aval, “Saddam Hüseyin ve Bin Ladin’in Ele Geçirilmesinin Uluslararası Kamuoyuna Sunumunun Hegemonya Kavramı Kapsamında Karşılaştırılması,” Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Atılım Üniversitesi, 2012. 2012, s. 12.3Perry Anderson, Antonio Gramsci: Hegemonya Doğu/Batı Sorunu ve Strateji, çev.Tarık Günersel, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1977, s. 30.4 William Robinson, “Küresel Kapitalizm ve Ulusötesi Kapitalist Hegemonya: Kuramsal Notlar ve Görgül Deliller,” çev. Erdem Türközü, Praksis, No: 8, s. 126
3
Belli bir dünya düzeninin içindeki tarihsel bloklarda uygulanan liderlik
olarak hegemonya
1970’lerde uluslararası sistemin değişim sürecine girmesiyle 1950 ve 1960’ların Soğuk
Savaş düzeni sarsılmış ve uluslararası ilişkiler karmaşık bir yapıya doğru evrilmiştir. Bu değişim
süreciyle beraber uluslararası ilişkilerin hakim paradigması olan realizm daha fazla
sorgulanmaya başlamıştır. Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasal üstünlüğü, baskısı
anlamına gelen hegemonya kavramı da 1970’lerin uluslararası ortamında, birçok yeni
yaklaşımda temel kavram olarak ortaya çıkmış ve bu yaklaşımlar da bu ortam içinde kendi
hegemonya kavramlarını yaratma şansı bulmuşlardır. Uluslararası ilişkilerin hakim paradigması
olan realizm temel kavramlarını sürdürmeye devam etmiş olsa da ekonomik sorunların arttığı ve
siyasi sorunlarla iç içe geçtiği bu ortamda değişen şartlara uygun olarak yaklaşımı yeniden
tanımlayarak yenilemiştir.
İtalyan düşünür Antonio Gramsci ise hegemonya kavramını, hakim sınıfa ait egemen
ideolojinin bütün sınıflara yayılması anlamında kullanmıştır. Bu anlamda hegemonya,
ekonomiden ziyade ideolojinin ve kültürün ön plana çıktığı bir yapı olarak nitelendirilmiştir.
Gramsci’den yararlanarak hegemonya kavramına uluslararası ilişkiler bağlamında yeni bir içerik
kazandıran Cox’a göre hegemonya devlet-sivil toplum karşılıklı ilişkilerinin bir uzantısı olarak
kurulmuş dünya düzenini, diğer bir deyişle kapitalist üretim tarzının uluslararasılaştırılması
sürecine anlam vermektedir. Cox’un hegemonya kavramı, sadece fiziki ve maddi değil, aynı
zamanda düşünsel bir faaliyet olarak çok daha geniş kapsamlı bir bakış açışı geliştirmiştir. Bu
bakış açışının en önemli noktası, hegemonik devletin hegemonyası altına aldığı devletlerin
rızasını ya da onayını alması gerektiğidir. Modern anlamda hegemonya kavramını ilk kullanan
yazar olan Gramsci ve onun hegemonya kavramsallaştırmasına çalışmanın ilk bölümünde yer
verilmiştir. İkinci bölümde ise Gramsci’den etkilenen ve uluslararası ilişkiler alanında
hegemonya kavramına Neo - Gramşiyan anlamda yeni bir içerik kazandıran Cox’un karşı
hegemonya kavramı ele alınmıştır. Üçüncü bölüm olarak Wallerstein’in dünya sistemi yaklaşımı
ve hegemonya kavramını ele aldığı yapısalcı bakış incelenmiştir. Son olarak da Robert Gilpin’in
realist bir görüş çerçevesinde ele aldığı uluslararası sistemde devletlerin barış ve istikrar için bir
hegemona ihtiyaç duymasıyla açıklanan hegemonik istikrar teorisine yer verilmiştir. Bu
4
çalışmanın amacı 1970’lerde değişen uluslararası sistem sonucu hegemonya kavramına getirilen
yeni yaklaşımları ele almaktır. Bu çerçevede neogramşiyan hegemonya ya da karşı hegemonya,
yapısalcı hegemonya ve hegemonik istikrar teorisi inceleme konusu olarak ele alınmıştır.
I.BÖLÜM: GRAMSCİ VE HEGEMONYA KAVRAMI
Antonio Gramsci 1891 yılında Sardunya adasında doğmuş ve 46 yıllık yaşamının 11
yıla yakın bir kısmını hapishanede geçirdikten sonra Roma’da ölmüştür. Fakirlik içinde geçen
çocukluk yıllarından sonra Turin (Torino) Üniversitesi’nden burs kazanmış ve burada geçen iki
yılının ardından Sosyalist Parti’ye katılmıştır.5 Bu süre içinde birçok farklı alana ait (parti
politikaları, sistem, edebiyat, tiyatro) eleştiri yazıları yazmış, daha sonradan bu partiden ayrılarak
1921’de İtalyan Komunist Partisi’nin kurulmasına önderlik edip daha sonra kurucu üyeliği ve
başkanlığını yapmıştır. Daha sonra partinin Komintern (III. Enternasyonel) temsilcisi olması
nedeniyle partisindeki ilk yıllarını yurtdışında geçirmiş ve dolayısıyla 1922’de kurulan Mussolini
iktidarının ilk yıllarının baskısını direkt olarak hissetmemiştir. Ancak parlamentoya seçilip
milletvekili dokunulmazlığına sahip olunca 1924 yılında ülkesine geri dönmüş6 ama 1926 yılında
20 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.7 1937’de salıverilmesinin üzerinden çok geçmeden
hapishane koşullarında daha da ağırlaşan hastalıklarının neticesinde ölmüştür.
Bazı yazarlara8 göre; Gramsci çalışmalarında doğrudan uluslararası ilişkilere
odaklanmış değildir, ancak kullandığı kavramlar kendinden sonraki düşünürleri sıklıkla
etkilemiştir. Bu kavramlardan ilk önce sivil/politik toplum ayrımına bakıldığında ilk planda
Gramsci ile önemli bir dönüşüm yaşandığı görülecektir. Uluslararası politikanın temel
özelliğinin egemen bir otoritesinin olmaması, bu nedenle anarşinin, gücün, şiddetin, çıkarın
yaygın olduğu ve bu nedenle yüksek politika olarak ifade edildiği dönemde “uluslararası” iç
politikadan, politika ekonomiden ve devlet toplumdan ayrılmıştır. Ancak Gramsci ve
5 Gramsci’yi bu kadar hızlı bir şekilde sosyalist hareketin içerisine eklemleyen neden, burs kazandığı şehrin İtalya’nın otomobil üretiminin kalbi olması ve bu şehirde bu sebepten kaynaklanan işçi hareketinin fazlaca aktif olmasıdır.Martin Griffiths, Steven C. Roach, M.Scott Salamon, Uluslararası İlişkilerde Temel Düşünürler ve Teoriler, çev.CESRAN, Ankara, Nobel Yayınları, 2011, s. 186-187.6 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, 8. Baskı, Bursa, MKM Yayıncılık, 2013, s. 463.7 Griffiths, et.al., op.cit., s. 187.8 Ibid., s. 187-188.
5
kendisinden esinlenen daha birçok düşünürün de 1980’li yıllardan sonra revize edeceği gibi bu
ayrımdan keskin bir dönüş yapmıştır.9
Gramsci'nin toplumsal çözümlemelerinin teorik altyapısını oluşturan, zaman zaman iç
içe, zaman zaman da birbirine zıt ve karşıt olarak kullanılan beş kavram; Sivil toplum, alt yapı-
üst yapılar, tarihsel blok, hegemonya, aydınlardır.10
Gramsci’nin özellikle üzerinde durduğu sosyalizme geçiş, sivil toplumda meydana
gelecek olan fikirlerin dönüşümüyle sağlanabilir. Çünkü Gramsci dünya görüşlerini, felsefe ve
dinleri, manevi faaliyetleri de sivil toplum içinde değerlendirmektedir. Hegemon ve rıza
arasındaki ilişki sivil toplum sayesinde olmaktadır. Bu sebeple Gramsci’ye göre devlet, yöneten
sınıfın yalnızca hakimiyetini koruduğu bir yapı değil, aynı zamanda yönetilenlerin rızasını
kazandığı bir kurumdur. Bütüncül devlet, politik ve sivil toplumun toplamından oluşur.
“Egemenlik” ile “hegemonya” işlevleri nerede cereyan eder? Gramsci'nin ilk ve en kararlı cevabı
şudur: hegemonya (yönlendirme) sivil topluma, zor (egemenlik) ise devlete özgüdür.11 Sivil
toplum ikna mekanizmasına dayanmaktayken, politik toplum baskı ve denetime dayalı
faaliyetleri12 bünyesinde toplar.13
Gramsci hegemonya kavramından yararlanan ve ona karşı olan grupları tarihsel blok14
kavramıyla tanımlamaktadır. Bu çerçevede denilebilir ki tarihsel blok, egemen toplumsal
güçlerin liderlik ya da hegemonluk uğruna savaştıkları diğer güçler karşısında oluşturdukları özel
bir ittifak biçimidir. Ya da diğer bir ifade ile belli bir zaman ve mekandaki, altyapı ve üstyapı
bütünlüğünün spesifik bir ilişki biçimidir.15 Bir yanda üretim ilişkilerini kapsayan bir altyapı,
diğer yanda da ideolojik ve siyasal öğelerden oluşan bir üstyapı söz konusudur. Zaten
Gramsci'nin bir üstyapı teorisyeni olarak adlandırılması bir bakıma bu nedenledir. Sivil toplum
ve politik toplum, Gramsci’nin deyimiyle “tarihsel bloğun” üst yapısı, egemen sınıfın aracı olan
devlette birleşir.
9 Arı, op.cit., s. 464.10 Aval, op.cit., s. 20.11 Anderson, op.cit., s. 41.12 Supra., s. 123456789013 Nilüfer Karacasulu, “Hegemonik Düzen Tartışmaları ve Eleştirel Görüşler,” Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 11 (4), 2009, s. 60.14 Griffiths, et.al., op.cit., s. 188.15 Funda Hülagü, “Marksizim ve Eleştirel Teoriler,” Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, ed. Evren Balta, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2014, s. 197.
6
Bu iki tarihsel bloktan ilki hegemonyayı üreten, kullanan ve yeniden üreten grupken,
diğeri bu gruba karşıt hegemonya kurmayı amaçlayan ve post-kapitalist bir dünyaya yönelik
ortak vizyona sahip gruptur.16 Bu sınıflar üstü gruplar oldukça heterojen bir yapıya sahiptir ve
hem sivil hemde politik toplumdan öğeleri içinde barındırır. Bu sebeple güç; egemen sınıfın
hegemonyasını sürdürme aracı olan devlet aygıtı içinde değil, bizatihi sivil toplumu da içeren
“genişletilmiş” devlette konumlandırmıştır ve tam da bu sebepten devrim yalnızca politik
toplumun kontolünü ele geçirmekle başarılamaz.17
Gramşiyan anlamda hegemonya kavramına bakıldığında ise bu terimin ilk kez modern
anlamıyla Antonio Gramsci tarafından kullanıldığı söylenebilir. Gramsci’nin hegemonya
kavramının başlıca iki anlamı vardır: Birincisi, hegemonya egemen sınıfın bir fraksiyonunun,
ahlaki ve entelektüel liderliği yoluyla egemen sınıfın öbür müttefik fraksiyonları üzerinde
denetim uyguladığı sivil toplumdaki süreçtir. İkincisi, egemen ve bağımlı sınıflar arasındaki bir
ilişkidir. Bu bağlamda hegemonya, egemen sınıfın, kendi dünya görüşünü kapsayıcı ve evrensel
olarak yerleştirmek için siyasal, ahlaki ve entelektüel liderliğini kullanmaya, ayrıca bağımlı
grupların çıkar ve gereksinmelerini biçimlendirmeye yönelik başarılı girişimlerini içerir.18
Gramsci hegemonya kavramını, isçi sınıfının burjuva devletini yıkmak ve isçilerin
devletin toplumsal tabanı olarak hizmet etmesini saglamak için yaratması gereken ittifaklar
sistemine isaret etmek için kullanmıstır. Aynı zamanda, hegemonya terimini, Sovyet
proleteryasının köylülük ile ittifakını sürdürmesi ve kendi genel çıkarına hizmet amacıyla,
ekonomik çıkarlarını feda etmek zorunda kalacagını öne sürmek için de kullanmıstır. Gramsci'ye
göre hegemonya egitim, kilise, parti, sendika vb. gibi rızanın kaynagını olusturan "özel
kurumlar"a özerklik alanı tanıyan, dayanıklı ve bagımsız sivil topluma dayanmaktadır. Kısacası
hegemonya, rızanın yeniden üretilmesidir.19
16 Arı, op.cit., s. 464 – 465.17 Şüphesiz Batı ve Doğu toplumları arasında politik/sivil toplumun hiyerarşik pozisyonuna bağlı olarak çok temel bir fark vardır. Buna göre Doğu toplumlarında politik toplum sivil toplumun hem üzerinde hemde neredeyse onu sönümlemiş bir pozisyonda bulunduğundan “devrim” politik toplumun (bir başka deyişle devletin) ele geçirilmesiyle mümkün olabilmektedir; örnek olarak Ekim Devrimi ve Rus devlet kültürü verilebilir.18Şener, op. cit., s. 406.19Asiye Aka, “Antonio Gramsci ve ‘Hegemonik Okul’,” Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 (21), 2009, s. 330.
7
Diğer bir deyişle Gramsci için hegemonya egemen sınıfın hükmedilenlerin rızası ile
ondan korunma yeteneği, hükmedilen sınıfa entelektüel ve ahlaksal liderlik yapma yeteneği ve
hükmedilenlere kendi çıkarlarının egemenin çıkarları ile aynı olduğuna ikna yeteğinidir.20
Gramşiyan hegemonya yaklaşımının tarihsel olarak örneklendiği bir görüşte ise;21
“Hegemonya siyasal iktidarın olduğu her alanda ortaya çıkmaktadır. Siyasal iktidar
da insanların toplum olarak bulunduğu her alanda vardır. Rusya’da işçi sınıfının
ittifak kuracağı toplumsal katmanları ikna ile kazanmasını ifadesi olan hegemonya
terimi, Gramsci tarafından Batı’da burjuvazinin kendi yönetimi için işçi sınıfından
gördüğü onay şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Kavrama bu aktarım kolaylığını
kazandıran, içerdiği rıza anlamıdır. Gramsci’nin Batı Avrupa’yla Doğu arasındaki
farklılıkları tespit etmekteki amacının, sosyalizm için mücadelenin stratejisini
oluşturmaktır. Hegemonya kavramını, belli bir grubun bir birlik oluşturma diğer
gruplar üzerinde tahakküm kurma mücadelesi olarak tanımlayan filozof, yönetici
sınıfların tahakkümünün zor kullanma ya da doğrudan kontrol dışında ve bunlardan
çok daha etkili bir biçimde bağımlı kümelerin rızasıyla sağlandığını ileri sürmüştür.
Bu rızayı sağlayan aygıtlara hegemonik aygıtlar adını vermiş ve bu aygıtlar yoluyla
egemen ideolojinin geçerli ve doğal bir söylem hale geldiğini belirtmiştir.”
Gramsci’nin hegemonya kavramına uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde
bakıldığında, öncelikle bu kavramın klasik realist düşünürler tarafından kullanılan “hegemonya”
kavramından temelden bir noktada ayrıştığı görülür. Realist hegemonyada vurgulanan
liderlik/egemenlik nosyonudur. Genel olarak dünya güç merkezlerinin ortaya çıkması,
yükselmesi ve krize girmesi sürecini açıklarken kullanılır. Tek başına baskın (dominant) güç,
hegemonya için yetersizdir. Buna göre uluslararası sistemin istikrarı için hegemonik bir ulus
devlet ve bu devletin gücünün diğerlerince tanınması ön şarttır. Fakat buradaki “tanınma” rızayı
zorunlu kılmaz ve bir nevi diğer birimler üzerinde egemenlik (domination) söz konusudur.
Yönetilenin hegemona verdiği rıza ve bu rızanın yeniden üretilme süreci dikkate alınmaz.22
Hegemonya kavramı, burada, özellikle askeri olmak üzere dünya gücünün sahip olduğu ve
dünyanın geri kalan kısmına bir dizi kuralı ve düzenlemeyi dayatmasını ve böylece uluslararası
20 Griffiths, et. al., op. cit., s. 188.21Savaş Çoban, “Gramsci, Hegemonya ve Kapitalizm,” Internationa Interdisciplinary Social İnquiry Conference Konferans Metni, 2012, s. 3.22E. Fuat Keyman, “Eleştirel Düşünce: İletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark,” Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, der. Atila Eralp, İstanbul, İletişim Yayınları, 2010, s. 241 – 243.
8
sistemde istikrar yaratmasını sağlayan materyal güçlerle tanımlanan bir “tahakküm” ilişkisi
anlamına gelmekte; hegemonun düşüşü sistemin istikrarsızlığının ön koşulu olarak
gösterilmektedir.23
Gramşiyan anlamda hegemonya ise matematiksel bir ifade ile egemenlik (domination) +
rıza (concent) olarak formüle edilebilir. En basit anlamda “özel bir güç ilişkisi” olarak
tanımlanabilecek hegemonya Eagleton’a göre yaratılan bir anlamlar ve değerler bütünü
sayesinde kurulan özel bir hükmetme biçimidir. Ayrıca egemenliğin yönetimi için zor
kullanmayı dolaylı hale getiren hegemonya gündelik politik/sivil hayatın her alanına nufüz
ederek toplumsal sağduyuyu da belirler.24 Hegemonya, baskın devletin veya devletlerin egemen
tabakalarının eylem ve düşünme biçimlerinden beslenir; ancak, bu eylem ve düşünme
biçimlerinin diğer devletlerin egemen tabakalarınca da benimsenmiş olması şarttır.
Hegemonyanın temelini bu açıklama ve meşrulaştırma pratikleri ve ideolojileri oluşturmaktadır.
Diğer bir deyişle hegemonik yönetim aslında sermayenin sömürücü gücünü örten ideolojik bir
perdedir. Bu açıdan hegemonya, ilk önce devletin göreli özerkliği sayesinde alt sınıflara ödünler
(refah gibi) verilmesidir.25
Devletler alt sınıfların kapitalist sistemine uyum göstermelerini sağlamak ve
hegemonyanın yeniden ve yeniden üretimini gerçekleştirmek üzere birtakım araçlar kullanırlar.
Bunlardan en önemlileri kilise, basın, eğitim ve verginin yeniden düzenlenmesidir.26
Rıza yaratımı hegemonya için hayati önemde olduğu ölçüde bu rıza/hegemonya
oluşturulması sürecinde kullanılan siyasal ve ekonomik güç kadar evrensel bir dilin kullanılması
da kritik bir rol oynamaktadır. Rıza unsurunun hegemonya kavramına dahil edilmesi, Gramscici
söylemin sadece mevcut düzenin açıklanması ile değil, aynı zamanda yeniden üretimiyle de
ilgilendiğini gösterir.Rıza düzenin yeniden üretimini sağlamada kritik bir rol oynar. Şöyle ki,
rızayı sağlamak için hegemon güç diğer uluslara yönelik olarak evrensel bir dil geliştirir ve bu
yolla kendi ideolojisini yaymaya ve diğerlerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye
23 Kemal Çiftçi, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD: ‘Rıza’ya Dayalı ‘Hegemonya’dan ‘İmparatorluk’ Düzenine,” ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2009, s. 205.24 Hülagü, op. cit., s. 197.25 Klevis Kolasi, Uluslararası İlişkiler Teorileri Çerçevesinde ABD Hegemonyası Tartışmaları, 21.Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 6, 2014, s. 93.26Neo-Gramşiyan dönemde bunlara organik aydınlar da eklenecektir. Ibid., s. 197 – 198.
9
çalışır.27 Kısacası, Gramşiyan hegemonya kavramını geleneksel tanımlamaya göre üstün kılan
hâkimiyet ile rızayı birleştirmesidir.28 Gramsci’ye göre rıza, toplumda yöneten sınıf tarafından
yaratılır ve sonra yeniden üretilir. Yönetici grubunun/sınıfın politik, ahlaki ve kültürel değerlerini
topluma yaydıktan sonra bu değerlerin alt sınıflar tarafından kendi değerleriymiş gibi kabul
edilmesini mümkün kılan şey ise hegemonyadır.29 Gramsci hegemonyayı tarihsel bir süreç
olarak ele almaktadır. Bir hegemonik sınıfın yerini bir başka hegemonik sınıf almaktadır.
Dolayısıyla burjuvazinin hegemonyasının yerini de zamanla proleteryanın hegemonyası
alacaktır. Tam da bu sebeple devlet bir anlamda egemen sınıfın hegemonyasını sürdürme aracı
olarak görünmektedir.30 Gramşiyan eleştirel kuram hegemonya kavramını kullanarak dünya
düzeninin siyasal, ekonomik ve ideolojik örgütlenmesini çözümleyecek, realizmin ticaret ve güç
ilişkileri anlayışını üretim ilişkileri temelinde yeniden kuracak ve böylece var olan tüm politik
ilişkileri “irdeleyecek” bir tarzda hareket edecektir.31
Hegemonya fikri hegemonya uygulanacak kesimlerin çıkar ve eğilimlerini dikkate
almayı ve belirli bir uzlaşma dengesinin kurulmasını gerektirir; yani önder grup ekonomik-
korporatif türden fedakarlıkta bulunmalıdır. Ancak, hiç şüphe yok ki, hegemonya ahlaki ve siyasi
olmanın yanısıra ekonomik de olmak zorundadır. Çünkü önder grubun esas olarak ekonomik
faaliyetin belirleyici sektörlerinde yürüttüğü belirleyici çalışmaya dayanmak zorundadır.
27 Keyman, op.cit., s. 245.28 Ömer Kurtbağ, ''Eleştirel Uluslararası İlişkiler Yaklaşımları Çerçevesinde Amerikan Dış Politikasının Analizi-Hegemonya Söylemi ve Amerikan Muhafazakar Sağı'', (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, Ankara Üniversitesi, 2007, s. 38.29 Volkan Yaramış, Klevis Kolasi, “Eleştirel Teori, Hegemonya ve Güvenlik,” Uluslararası İlişkiler Teorileri: Temel Kavramlar, ed.Mehmet Şahin, Osman Şen, 1.Baskı, Ankara, Kripto Yayınları, 2014, s. 184.30 Arı, op.cit., s. 464.31 Keyman, op. cit., s. 240.
10
II. BÖLÜM: WALLERSTEİN DÜNYA SİSTEMLERİ ANALİZİ
VE YAPISALCI HEGEMONYA
Kariyerine postkolonyal Afrika uzmanı olarak başlayan I. Wallerstein’ın uluslararası
ilişkiler teorisyeni olarak ünü, bu disiplini radikal biçimde yeniden kavramsallaştırma çabasından
kaynaklanmaktadır.32 “Dünya Sistem Analizi” tıpkı Gramsci’de olduğu gibi özel olarak
uluslararası ilişkiler disiplininin bir ürünü değildir. Çünkü dünya sistemini dengede tutan
unsurların tespit edilmesinde ve açıklanmasında tartışılmaz bir rolü olmasına rağmen; yaşanan
konjonktürel değişimlere yönelik yeni yorumlar getirmede başarısız kalmıştır.33
Wallerstein etkisinde kaldığı Fransız Annales Okulu ve Bağımlılık Okulu’nun teorilerini
geliştirerek oluşturduğu Dünya Sistem Teorisinin öncüsüdür. Özel olarak ise; Marx ve
Braudel’in Wallerstein’in zihin yapısını oluşturmada etkin olduğu söylenebilir. Wallerstein,
Annales Okulu’ndan spesifik olarak “la longue dureé” yaklaşımını benimsemiş, bunun dışında
özellikle kuramını geliştirme noktasında, sınıf çatışması kavramını Marx’tan devralmıştır.
Marx’ın “ilkel toplum, kölelik, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizm” şeklinde oluşturduğu
tarihsel çizgiyi reddetmeyip aksine bunu çalışmalarının içine oturtmaya çalışmıştır.34 Marx ve
Marksizimden “ayrıldığı” kritik nokta ise analizinin “kapitalizm” tanımının tarihsel materyalist
kapitalist tanımdan farklı olmasıdır. Buna göre; meta üretimi yani üretim ilişkileri yerine bu
metaların dolaşımı, sistemdeki esas belirleyici unsurdur.35 Tarihsel diyalektik konusunda ise
herhangi bir farklılaşmaya gitmemiştir.36
32 Griffiths, et. al., op. cit., s. 384.33 Hülagü, op. cit., s. 193 – 195.34 Mesut Şöhret, “Dünya Sistemi Teorisi,” Uluslararası İlişkilerde Teorik Tartışmalar, ed. Caner Sancaktar, Hasret Çomak, İstanbul, Beta Yayınları, 2013, s. 333 – 334.35 Hülagü, op. cit., s. 193 – 194.36 Örnek olarak Wallerstein için; bir süre daha devam edecek gibi görünen kapitalist dünya sistemi, küresel kontrolünü güçlendiriyormuş gibi görünse de en nihayetinde kendi sonunu getirecek bazı çelişkileri de bizzat kendisi inşa etmektedir.Griffiths, et. al., op. cit., s. 386.Yine bu diyalektiğe hegemonik dönemler - kendi ifadesiyle kondratieff dönemler- örnek olarak verilebilir.Arı, op. cit., s. 257 – 258.
11
A. Dünya Sistemleri Analizi
Wallerstein’ın merkez, çevre, yarı çevre kavramsallaştırmasına bakmadan önce bu
kavramlar etrafında oluşan dünya sistemi, dünya ekonomisi ve dünya imparatorlukları
kavramlarına bakılması genel çerçeveyi anlamada yardımcı olacaktır.
Wallerstein’a göre dünya sistemi; görece olarak diğer gruplardan farklılık gösteren
özerk ve birbirine bağlı birçok toplum takımlarından oluşan bir bütünlüktür. Bu sistem; sınırları,
“yapısı”37 olan belirli yasalara sahip, dönemsel olarak tutarlı bir toplum sistemidir ve bu
sistemdeki her grup sistemin kendi çıkarlarıyla yeniden üretimi için birbirleriyle mücadele
etmektedir. Dünya sistemi içinde dünya imparatorlukları ve dünya ekonomisi olmak üzere iki
farklı sistem daha vardır.38 Modern dünya sistemi; kapitalist dünya ekonomisi etrafında oluşan
siyasi olarak da devletlerarası (interstates)39 bir sistem olarak yapılandırılmıştır. Bu sistemde bir
dünya devleti yoktur; onun yerine sistemin devletleri (states of system) vardır. Wallerstein,
Samir Amin ve Arrighi’nin öncülüğünü yaptığı bir grup düşünür 500 yıllık modern kapitalist
dünya sistemi tezini savunmaktadır.40 Diğer bir değişle modern dünya sistemini belirleyen olgu
kesintisiz sermaye birikimidir ve bu olgunun oluşumu 500 yılı aşkın bir süre öncesine
dayanmaktadır. 41 Mevcut sistem -dünya sistemi-, kapitalist dünya ekonomisinin -dünya
ekonomisinin- bir neticesidir; siyasal olarak ise; 1648 anlaşması temeli oluşturan bir diğer
olgudur.42 Modern dünya sistemini farklı ve başarılı kılan sebep, onun bir dünya ekonomisi
olarak bir dünya imparatorluğuna dönüşmeden en az 500 yıl ayakta kalabilmesidir, çünkü bir
dünya ekonomisi olarak kapitalizmin kontrol edebileceği alan, tek bir siyasal birimin kontrol
edebileceğinden daha geniş olmasıdır.43
37 Infra., s. 12345678938 İmmanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş, çev. Ender Abadoğlu, Nuri Ersoy, İstanbul, Aram Yayınları, 2005, s. 45.39 Cox’a göre dünya düzenini anlamak için kapitalist üretim biçiminin international-interstates işbölümünden ziyade transnational-transtates özelliği göz ününde bulundurulmalıdır.Hülagü, op. cit., s. 195.40 Emre Demir, “Dünya Sistemleri Analizi,” Uluslararası İlişkiler Teorileri - Temel Kavramlar, ed. Mehmet Şahin, Osman Şen, 1. Baskı, Ankara, Kripto Yayınları, 2014, s. 127.41 Şöhret, op. cit., s. 336 – 337.42 Gürcan Şevket Avcıoğlu, “Immanuel Wallerstein’ın Dünya Sistemi, Jeopolitik ve Jeokültür Kuramı,” Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 31, 2014, s. 100.43 Şöhret, op. cit., s. 352.
12
Dünya sistemleri yaklaşımına göre dünya tarihinde üç tür dünya sistemi vardır: mini
sistemler, dünya - imparatorlukları44 ve dünya - ekonomileri.45
“Etkin kontrol derecesi zayıflamış olsa da topraklarının büyük bölümü üzerinde bir
tek politik sistemin var olduğu; dünya imparatorlukları, ve bütün topraklar üzerinde
böyle bir politik sistemin hiç ya da fiilen hiç var olmadığı sistemler... Bu ikinci
sistemi tanımlamak için dünya ekonomisi kavramını kullanıyoruz.”46
Tüm bunlar göz önüne alındığında Wallerstein’ın “dünya – ekonomi”si kavramı; içinde
bir işbölümü olan ve bu yüzden temel ya da asli malların dikkate değer bir büyüklükte içsel
mübadelesinin yapıldığı, sermaye ve emek gücü akışlarının gerçekleştiği büyük bir coğrafi
alandır.47 Buna ek olarak içerisinde çok merkezli siyasal yapılar vardır ve merkezi bürokrasi
görece güçsüzdür. Bu sistemde ne politik ne de kültürel bir homojenlik yoktur, sistemi ayakta
tutan nosyon “işbölümü”dür.48
Dünya – imparatorluk ise dünyanın birçok ülkesinde tek bir sistem olarak görünen
[kabul edilen] ve güçlü devletlerin birbirlerine bağlanmasıyla oluşmuş, diğer ülkelerin
ekonomilerinin bağımlı olduğu politik sistemdir. Merkez, çevre ve yarı çevre
kavramsallaştırmasına baktığımızda ise ana meseleyi belirleyen iki temel sorun çevreden
merkeze akan kaynakta kime neyin ne kadar düştüğü ve bu sistemin kurallarını kimin
belirlediğidir. Bu iki soruya verilen cevap değişirse bu aynı zamanda sistemde de büyük bir
dönüşümün yaşandığı anlamına gelmektedir. Dünya imparatorlukları döneminde, temel
mekanizma; merkezi otorite elindeki “zor”la bu kaynak dağıtımını gerçekleştirirken kapitalist
dünya ekonomisinde bu işi yapan piyasadır. Merkez – çevre hiyerarşisindeki temel mantık
aralarında gerçekleşen eşitsiz mübadeledir.49
44 Wallerstein “-“ işaretini bu iki kelime arasında bilinçli bir şekilde kullanmaktadır. Bunun nedeni karşılaşılan bütün dünyanın sistemleri, ekonomileri ve imparatorluklarından söz etmeyi değil, fakat bir dünya olan -bütün yer küreyi kapsamayan- sistemler, ekonomiler ve imparatorluklardan söz etmeyi amaçlamasıdır.Wallerstein, op. cit., s. 36.45 Wallerstein, loc. cit.46 Demir, op. cit., s. 127’den İmmanuel Wallerstein, Modern Dünya – Sistemi: Kapitalist Tarım ve 16.Yüzyılda Avrupa Dünya Ekonomisinin Kökenleri, çev. Latif Boyacı, İstanbul, Bakış Yayınları, 2004, s. 360.47 Wallerstein, op. cit., s. 45.48 Şöhret, op. cit., s. 340 – 341.49 Bu bağlamda Andre Gunder Frank’ın uydu – metropol kavramsallaştırmasıyla da benzerlik olduğu görülmektedir. Yine benzer şekilde “çevre”nin azgelişmişliği, merkezin refahı için kaçınılmazdır. Bu nedenle Wallerstein bu ilişkiyi küresel gasp olarak okumaktadır.
13
Merkez (core) bölgeler ortak birtakım özelliklere sahiptir bu sebepten dünya – sistemi
içinde ayrıcalıklı ve üstün bir konuma sahiptirler. Ortak olarak hepsi ekonomik yönden aşırı
gelişmiştir, askeri güçleri ve merkezi devlet mekanizmaları buna paralel olarak çok güçlüdür.50
Tarım ya da sanayi kapitalizmi yerine finans kapitali ön plana çıkartan bir güçlü burjuvazileri
vardır. Bununla birlikte işçi sınıfı ise gerekli sınıf bilincinden uzaklaş(tırıl)mıştır.
Tıpkı merkez gibi çevre (periphery) ülkeler de kabaca ortak özelliklere sahiptir.
Ekonomik açıdan geri kalmış (bırakılmış), merkezin sosyo - ekonomik ve sosyo – kültürel
baskısını yoğun olarak hisseden ülkelerdir. Diğer yandan merkezi otoriteleri, alt yapıları,
endüstrileri ve örgütlülük çok zayıftır. Nufüsları büyük ölçüde fakir ve genellikle küçük
burjuvazi ve köylü sınıfından oluştuğundan vatandaşlarının eğitim seviyeleri de düşüktür. Hepsi
genel olarak çok uluslu şirketlerin baskısı altındadır. İhracatları genellikle emek ve merkez
ülkelerde bulunmayan değerli hammaddelerdir.
Bağımlılık Okulundan farklı olarak Wallerstein yarı çevre adı altında bir kategori daha
eklemiştir. Wallerstein’e göre bu iki gruptan da daha güç konumda bulunan ülkeler yarı çevre
(semi periphery) olarak adlandırılır. Bu ülkeler eskiden merkez ya da çevre ülkesi konumunda
bulunabilirler ve sürekli merkez ülke konumuna gelebilmek için yoğun bir uğraş verirler. Bu da
onları merkez ülkeler için tehlikeli birer rakip yapmaktadır. Ortak olarak bu ülkeler kapitalist
dünya sistemi için temel e mek gücü kaynağıdır ve merkezdeki ücretleri düşük tutmak ve işsizlik
(yedek işgücü) oluşturmak gibi bir misyon üstlenirler, bununla beraber merkez ülkelerin artık
karlılık oranı düştüğü için topraklarında bulundurmak istemediği endüstrilere ev sahipliği
yaparlar. Seviyelerine göre sömüren ya da sömürülen pozisyonunda olabilen bu devletler ancak
birer bölgesel güç olabilirler, fakat belki de en önemli misyonları sistemin bir bütün olarak
işlemesi için emniyet vanası görevi görmeleridir.51 Dolayısıyla merkez ülkeler için hem bir
zorunluluk arz ederlerken hem de merkez ülke olmak için verdikleri uğraş onları tehlike
oluşturan bir konuma sokmaktadır.
Bu bağlamda son olarak değinilmesi gereken bir nokta daha vardır, bu da merkez
ülkelerin emekçi sınıflarının da çevre ülkelere yönelik sömürüye ortak olduğu veya bundan
dolaylı olarak faydanlığıdır. Daha sonra Cox’ta merkezin merkezi, merkezin çevresi; çevrenin
50 Şöhret, op. cit., s. 344.51 Hülagü, op. cit., s. 194.
14
merkezi ve çevrenin çevresi olarak kavramsallaştırılıp analiz edilecek bu nokta incelemeyi daha
detaylı bir hale getirmektedir. Buna göre merkezin merkezi hiyerarşik ve avantaj olarak en üst
konumda bulunurken geri kalan üç kategoriyi birlikte ancak farklı koşullarda sömürmektedir.
Tam aksi şekilde çevrenin çevresi sistemde hiyerarşik olarak hem en altta bulunup hem de
çevrenin merkezi de dahil olmak üzere geride kalan diğer üç kategori tarafından yoğun bir
sömürü baskısı altında tutulmaktadır.
Wallerstein yine bu duruma yönelik bir başka savında çevre ülkelerin merkezin
dayattığından daha fazla gelişemeyeceklerini ileri sürmektedir.52 Bu eşitsiz gelişim çevre
ülkelerin mecburi kaderidir.
B. Yapısalcı Hegemonya
Realizmin başta devlet merkezci yaklaşımı olmak üzere diğer varsayımlarının da
eleştirilmeye başlandığı dönemde Wallerstein kendisinden sonraki teorisyenlere de kapı açacak
şekilde öne sürdüğü dünya – sistemin daha özel olarak da ekonomik yapı ve süreçleri merkeze
koyan yaklaşımı hegemonya kavramına yönelik bakış açılarını da değiştirmiştir. Merkez
ülkelerden çevreye yönelik hegemonya ihracının çevrede nasıl bu kadar sorunsuz-sorgusuz kabul
edildiği sorusuna verilen -Gramsci yardımıyla- “rıza” yanıtı, hegemonyaya yönelik bu “yeni”
bakışlarda önemli bir kavramsal aşama olmuştur.
Dünyayı açıklamaya yönelik üretilen teorilere global bakış kazandıran bağımlılık okulu
ve dünya sistemleri analizi, kendisinden önceki hegemonya kavramının da incelenmesi sırasında
ekonomik yapılara ağırlık verilmesine ve bunlar arası ilişkilerin özel olarak incelenmesine yol
açmıştır.
Wallerstein’a göre rekabet ve hegemonya kavramları dünya sistemindeki liderliği
açıklamak üzere oldukça elverişlidir. Buna göre dünya – sistemde rekabet ilişkileri tarihsel
olarak daha ağırlıklıdır, hegemonya ise daha istisnai bir durumu belirmek için kullanılmaktadır.
Wallerstein’a göre dünya sisteminde (500 yıllık bir süreci kapsadığını daha önce belirtmiştik)
bugüne kadar üç güç hegemonya statüsüne sahip olabilmiştir. Bunlar sırasıyla Hollanda, İngiltere
ve ABD’dir. Bu üç ülke hegemonik güç haline gelirken ilk önce dünya ekonomisini etkileyen-
52 Griffiths, et.al., op. cit., s. 388.
15
sarsan-oluşturan bir güç haline gelmişler, siyasi güçleri ise daha sonradan bu sebeple
oluşmuştur.53 Bunların hegemonik güçleri askeri güçlerin ötesinde ekonomik güçlerine
dayanmaktadır. Dolayısıyla Immanuel Wallerstein’a göre, hegemonya, üretim, ticaret ve finans
gibi ekonomik alanın üç dalındaki önderliklere göre kazanılır ve yitirilir. Ancak her üç alanda da
aynı anda avantaja sahip olunursa hegemonya var olabilir.54 Fakat hegemonya olmak büyük bir
güç getirdiği gibi aynı zamanda büyük bir yük – maliyet getirmektedir. Çünkü hegemon
dışındaki diğer merkez ve yarı çevre ülkeler bir bakıma “free rider”55 konumda olacakları için
rekabet bir anda hat safhaya çıkmaktadır.
Wallerstein’ın yaklaşımının bu incelemesi hegemonya kavramının yapısal bir bakışla
şekillendiğini göstermektedir. Hegemonya merkez ülkeler arasında bir ilişki tarzıdır, bu ilişki
tarzı ise dünya ekonomisinin yapısı tarafından şekillendirilmektedir. Hegemonya kavramının
oluşturulmasında yapısal bir bakıştan yola çıkan Wallerstein ekonomik yapı ve süreçlere ağırlık
vermektedir, diğer bir değişle ekonomik güç hegemonluğun tescilinin en önemli koşullarından
biridir. Denilebilir ki Wallerstein’ın yapısal hegemonyası, rıza boyutu göz ardı ederken
ekonomik gücü ilk plana koymaktadır. Tıpkı realist hegemonyada olduğu gibi güç unsuru önem
sırasında ilk sırada yer alırken buradaki güç fiziki-askeri değil salt ekonomik dolayısıyla politik
güçtür. Diğer bütün belirleyiciler ikincilleştirilmiştir. Ancak bu yaklaşım ekonomik gücün siyasi
güce dönüşmesini ani ve zorunlu saydığı için ekonomik determinizm damgası yiyerek
eleştirilmiştir.56
Daha önce de belirtildiği gibi hegemon güçler bu “görevi” ezeli ve ebedi olarak
sürdürememektedirler; aksine her zaman yeniden konumlanmalarla karşı karşıya kalmışlardır.
Yeniden konumlanmanın değişim mekanizmaları döngüsel ritimler olan kondratiyef döngülerdir.
Bu döngüler, 50-60 yıllık dönemlerde kar kaynaklarının, üretim ve finans alanları arasındaki
dönüşümünü ifade eder. Kondratiyef A dönemleri yükseliş, zirve, üretim ve yüksek kar,
kondratiyef B dönemleri zayıflama, finansal gelir ve düşük kar ve çöküş57 dönemleridir.58
53 Atila Eralp, “Hegemonya,” Devlet ve Ötesi, der.Atila Eralp, 8.Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2014, s. 169.54 Aval, op. cit., s. 14.55 Bu terimle kastedilen şey; hegemon olmak siyasi ve ekonomik büyük bir getirisinin olması yanında aynı zamanda küresel bir maliyet de doğurmaktadır ve dolayısıyla neredeyse hegemon olabilecek kadar güçlü olan bazı merkez ülkeler bu maliyete katlanmadıklarından dolayı bir sonraki hegemon olmak için en kuvvetli adaylardır. Çünkü hegemonluk statüsü bir “zirve” olmasından dolayı hegemon ülke için bu noktadan sonra siyasi ve mali bir düşüş başlamaktadır. Örnek olarak İngiltere hegemonyasının yerini 20.yy’da ABD’ye bırakması gösterilebilir.56 Eralp, op. cit., s. 169 – 171.
16
Sonuç olarak, tanımı itibariyle dünya sisteminde hegemonya, toplumsal istikrar
dağılımının kalıcı bir eklemlenmesini empoze etme konusunda jeopolitik konuma sahip bir
gücün varlığı demektir. Bu öncelikle askeri mücadelenin yokluğu anlamına gelen bir barış
dönemine işaret eder. Hegemonik gücün ciddi bir meydan okumayla karşılaşmaksızın iradesini
ve düzenini diğer büyük güçlere empoze edebildiği bu tür gerçek hegemonya dönemleri modern
dünya sistemi tarihi içinde nispeten kısa dönemlerdir. Bu dönemler içinde dünya sistemine
alternatif oluşumlar, politik sistem karşıtı hareketler ortaya çıkabilir. Sistem karşıtı hareketlerin
en belirgini Markist çözümlemede proleterya hareketi gibi görünür. Wallerstein’in bu
düşüncesine göre, kapitalist dünya sisteminin yarattığı düzene, dünya sistemine karşı alternatif
yapılar oluşturmak amacıyla ortaya çıkan sistem karşıtı hareketler beklenen sonucu vermemekte
ayrıca bir çok sistem karşıtı hareketin kapitalist dünya ekonomisine eklemlendiği, sistemin içine
dahil olduğu görülebilmektedir.59 Bu toplumsal hareketler kimilerine göre sistem karşıtı olarak
adlandırılmalarına rağmen aksine sistemde yaşanan tıkanıklığı ya da toplumlar içerisinde
yaşanan sistem karşıtı nefreti naturalize eder ya da başka bir ifade ile sistemin gazını alır. Bu
sebepten hareketler devrim noktasına gelmedikçe aslında sistem için yarar teşkil etmektedir.
III. BÖLÜM : ELEŞTİREL YAKLAŞIM VE COX: HEGEMONYA
VE KARŞI HEGEMONYA
A. Cox ve Eleştirel Kuram
57 Örneğin Wallerstein’a göre ABD hegemonyası 1970’lerden itibaren kondratieff B evresine giriş yapmıştır, ancak çöküş süreci diğerleriyle karşılaştırıldığında oldukça uzun sürmüştür. Halen bu süreci yaşadığımız kendisi tarafından iddia edilmektedir.58 Avcıoğlu, op. cit., s. 99.59 Immanuel Wallerstein, Liberalizmden Sonra, çev. Erol Öz, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s. 33.
17
Kökenini Frankfurt Okulundan alan Eleştirel Kuram (critical theory) var olan sosyo-
ekonomik ve siyasal düzenin modernist bakış açısını sorgulayarak, değişmesini ve
dönüştürülmesini sağlayacak bir pencere açılmasını amaç edinmiş, bu sebeple pozitivist
yaklaşımın tersine daha ilk başta verili (given) kabul edilen bilgi ve bilgi anlayışını eleştirerek
çalışmalarına başlar. Bu anlamda post – pozitivizm ve post – modernizm ile kesişerek yoluna
devam eder.60 Eleştirel teorinin merkezinde yerleşik/geleneksel bilgeliğin sorgulanması
yatmaktadır. Uluslararası İlişkiler disiplinine taşınması ise 1980’lerden itibaren özellikle
Marksist düşünür Antonio Gramsci’den etkilenen Robert W. Cox’un aracılığıyla mümkün
olmuştur. Cox’un çalışmaları Neo-Gramşiyan Okul adı altında anılmaktadır. Eleştirel teori ve
Gramşiyan Okulu’n kökeni 1920-1930’ların Batı Avrupa’sında meydana gelen gelişmelerde yani
Batı Marksizmi’nin bu dönemde karşı karşıya kaldığı sorunlarda yatmaktadır.61
Pozitivizmin verili (given) kabul ettiği tek bilginin meşru oluşunu eleştirerek işe
başlayan eleştirel kuram; geleneksel yaklaşımların önem vermediği bilgi, bilgi – iktidar, bilgi –
çıkar ve bilgi – toplum gibi bağalntıları kritik kabul eder ve buradan emancipation (özgürleş-tir-
me) projesine yönelir. Buradan kasıt bu kuramın hiçbir zaman olması gerekeni söylemeyip;
söylenmesine ve söyleyecek olanlara kapı açmasıdır. Bu teori üzerinden uluslararası ilişkilere
yaklaşan yazarlar için de geçerlidir. Diğer bir ifade ile eleştirel kurama göre önemli olan insanın
potansiyelinin ortaya çıkmasını sağlayacak koşulların yaratılmasıdır. Çünkü modernizm bunun
tam tersine modern yaşamda teknik ve rasyonel aklın egemeliğini kurarak insanın kendisini
gerçekleştirmesinin önünde bir engel haline gelmiştir.62 Bunlara ek olarak ve postmodernizm ile
birlikte Eleştirel Kuram modernizmin savunduğu kusursuz rasyonalite ve “büyük anlatıları” da
eleştirelliğinin içine almaktadır. Şüphesiz ki her ne kadar –Cox da dahil olmak üzere-
Marksizm’den birçok kavram almış olsalar da; bu büyük anlatılara Marksizm de dahildir.
Frankfurt Okulu’nun günümüz temsilcilerinden Habermas’a göre de insan hayatında
teknik, pratik ve özgürleştirici olmak üzere üç bilgi türü vardır, ilk ikisi hayatta kalmayı
sağlarken, üçüncüsü değişimi ve eleştiriyi sağlamaktadır.63 Habermas’ın bu açıklamasından
hareketle Cox uluslararası ilişkiler teorilerine oldukça önemli ve yeni bir bakış açısı
60 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika: Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Çıkarın Rolü,1983 – 1991, 1. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2004, s. 37 – 38.61 Yaramış, Kolasi, op. cit., s. 172 – 173.62 Uzgel, op. cit., s. 39 – 43.63 Hülagü, op. cit., s. 180 – 181.
18
geliştirmiştir. Buna göre; bir kuram her zaman kendinin üretildiği tarihsel bağlama ve bu
bağlamın sorunlarına göre çalışır. Başka bir deyişle, kuram tarihseldir. disiplinin içinde yer alan
kuramlar iki amaca hizmet etmektedirler: bunlardan ilki hegemonun sistemin sürdürülmesinde ya
da rıza üretiminde karşılaştığı sorunları zararsız aşarak kurduğu hegemonik ilişkinin devamını
sağlamaktır ya da bu devamlılığı sağlayabilmek için bir tür el kitabı/reçete64 sunmaktır. Bu amaç
Cox’un diliyle65 ifade edilirse: kuram her zaman birileri ve bir amaç içindir. Bu amaca hizmet
eden yaklaşımlar da disiplinde sonradan yerleşecek olan sorun çözücü (problem solving)66
kavramıyla ifade edilirler. Tıpkı Habermas ve Cox gibi bu düşünsel yapının önemli
temsilcilerinden Van der Pijl ise bu iki ismin yaklaşımlarını daha da ileri götürerek (bilgi ve
kuramlar) tüm disiplini sorun çözücü olarak imgeler. Çünkü ona göre en başından beri
uluslararası ilişkiler disiplinin doğuş amacı; insanların düşüncelerini yeniden şekillendirmek,
eşitsizlik, emperyalizm ve kapitalizm gibi kavramları tamamıyla kendisinin hakim olduğu
(anglosakson merkezli akademi ve yayın dünyası) “dil”i yoğun bir şekilde disiplin yardımıyla
kullanarak Batının liberal düzenini Soğuk Savaş koşullarında meşrulaştırmaktı.
İkinci olarak gösterilen amaç ise direkt olarak eleştirel kuramı işaret etmektedir.
Eleştirel kuram diğerlerinden farklı olarak -post – pozitivizmin de etkisiyle- hiçbir bilgiyi verili
olarak ele almaz. Ele alacağı bilgileri sorgular ve kökenlerine giderek nasıl var oldularına
yönelir, dolayısıyla diğer yaklaşımların daha tikel ve daha bağnaz tutumlarından farklı olarak ele
aldığı konulara global bakar ve tek gaye olarak düzenin değişmez olduğu fikrini yıkmaya çalışır.
B. Neo-Gramşiyan Hegemonya
Cox yaklaşımını oluştururken Marksist ve Gramşiyan kavramlardan bolca
yararlanmıştır. Özellikle tarihsel materyalizm ve diyalektik hegemonyaya bakışını oluştururken
kullandığı iki önemli Marksist yöntemdir. Bunların yanında emperyalizm, politik sivil toplum ve
tarihsel blok gibi Gramşiyan kavramlar da kendilerine sıkça yer bulmaktadır. Ancak temel
64 Hülagü, op. cit., s. 181.65 Cox, Robert, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 87.66 Cox, Eleştirel Kuram dışındaki bütün uluslararası ilişkiler kuramlarını sorun çözücü olarak tanımlamakta, bu bağlamda özellikle Soğuk Savaş dönemini bunun tipik bir örneği olarak aldığını belirtmektedir.Uzgel, op. cit., s. 45.
19
kavramları dışında Eleştirel Teori’nin de getirdiği bir çerçeve olarak karşılaştığı yaklaşım ve
kavramları kökenlerine kadar sorgulamaktadır.67
Cox hegemonya yaklaşımını oluştururken öncellikle tarihsel yapı kavramını ele
almaktadır. Buna göre aralarında belli bir tutarlılık bulunan düşünce kalıplarının, maddi
koşulların ve insan kurumlarının özel bir kombinasyonudur. Bir sonraki aşamada ise tarihsel
yapıları üç farklı düzeyde inceler: sosyal kuvvetler, devlet biçimleri ve dünya düzenleri.68
Gramsci’den aldığı hegemonya kavramı aracılığıyla yaptığı hegemonya analizi global bir bakışla
alt yapı kadar üst yapıyı da içermektedir. Bunlara ek olarak hem realizmi hem de Marksizmi
yadsımadan bu iki yaklaşımın (devlet merkezli; üretim ilişkileri merkezli) da ötesinde birtakım
kavramsal ve kuramsal çerçeve geliştirmeye çalışır.69
Neo-Gramşiyan hegemonyaya geçmeden önce bahsedilmesi gereken bir diğer önemli
husus da; aslında Cox’un hegemonya kavramsallaştırmasında, transnational capitalist class
tartışmalarında, Robinson’a ve Pijl’e çok benzeyen şekilde uluslararası aktör olarak ulusaşırı
tarihsel bloku (blocco storico)70 temel kabul etmesidir.
Daha sonradan Neo-Gramşiyan ifadesi ile adlandırılacak olan Cox’un dönüştürdüğü
Gramşiyan hegemonya konusu aslında tıpkı Wallerstein ve Gramsci gibi tipik bir soru ile
başlamaktadır: kapitalist üretim ilişkilerinin bu denli derinleştirdiği güç ve gelir eşitsizlikleri
politik ve sivil toplum tarafından hala nasıl kabul edilebilir ve hegemonik güçler tarafından da
nasıl hala devam ettirilebilmektedir. Cox, bu sorunun cevabını Gramsci’de bulur ve bunun tıpkı
onun verdiği cevap gibi maddi – fiziksel zorla olamayacağı, aksine üzerlerinde dominasyon
kurduğu sivil veya politik birimlerden “aktif bir rıza” almasının zorunluluğuyla mümkün
olabileceğini iddia etmektedir. Bizatihi hegemonya tam da bu aktif rızayı alabilme yeteneğiyle –
başarısına içkindir. Cox, rızanın aktif olmadığı ya da rızanın hiç olmadığı durumların da tarihte
varlığını tam da bu sebepten kabul eder. (Hülagü, buna hegemonik olmayan liderlik adını
vermektedir.71) Örneğin; Cox, ABD’nin hakim gücünü yalnızca askeri yükselişiyle değil, aynı
zamanda temsil ettiği ‘dünya düzenine’ geniş bir rıza sağlama yeteneğiyle de analiz etmiştir.72 67 Örneğin Cox’a göre alt yapı (infrastructure) üst yapıyı (suprastructure) tek taraflı etkileyen bir unsur değil; hem karşılıklı etkilenen hem de birlikte toplumsal yapıyı oluşturan asli unsurlardır.68 Yaramış, Kolasi, op. cit., s. 190 – 191.69 Uzgel, op. cit., s. 46 – 47.70 Infra., s. 1234567890*, dpn. 36.71 Hülagü, op. cit., s. 197.72 Andrew Heywood, Küresel Siyaset, çev. Nasuh Uslu, Haluk Özdemir, 1.Baskı, Ankara, Adres Yayınları, 2013, s. 102.
20
Yani, bir devletin muhtemelen diğerlerinden daha baskın olduğu bir güç yapısı da yatmaktadır;
ancak tek başına baskın güç, hegemonya için yeterli değildir. Hegemonya, baskın devlet veya
devletlerin egemen tabakalarının eylem ve düşünme biçimlerinden kaynaklanır; ancak, bu eylem
ve düşünme biçimlerinin, diğer devletlerin73 egemen tabakalarınca da benimsenmiş olması
şarttır.74
Gramsci’nin temel kavramlarından esinlenerek Uluslararası İlişkiler disiplinine
uyarlayan Cox, uluslararası ilişkilerde hegemonyayı, “tüm ülkelerin içine giren ve daha aşağı
üretim biçimlerini kendine tabi kılan baskın bir üretim biçimini içinde barındıran bir dünya
ekonomisiyle birlikte kurulan düzen” olarak bu kavramı neo-marksist/eleştirel bir bakış açısıyla
yeniden tanımlamaktadır.75 Neo-Gramscici hegemonya anlayışa göre; bir devletin hegemon
olabilmesi için evrensel nitelikte olan bir dünya düzenin kurucusu76 ve koruyucusu olmalıdır.77
Hegemonya Cox’a göre herşeyden önce kapitalizmin bütün ülkeleri etkisi altına alan kendi
hakim üretim tarzını kabul ettirdiği bir düzendir ve aynı zamanda farklı ülkelerin sosyo-
ekonomik sınıflarını da birbirine bağlayan ulusaşırı sosyal ilişkiler ağıdır. Cox, bu ağın politik ve
sivil toplumlar için temel davranış kuralları oluşturduğunu ve bu kuralların egemen üretim tarzını
devam ettirdiğini savunur. Buradaki en büyük araç ise uluslararası örgütlerdir.78
Yeniden hatırlatmak gerekir ki; Cox’a göre hegemonik güç, diğeri üzerinde mutlak
üstünlüğe sahip olan ve açık bir sömürü düzeni kuran bir egemenliği tarif etmez -bu, realist
hegemonya anlayışıdır-.79 Tam aksine hegemonya ile diğer birimler arasında bir uzlaşma söz
konusu olabilir. Burada takas edilen hegemonluğun kabulü, aktif rıza ve sosyo-kültürel üstünlük
ile istikrar, güvenlik ve kaynak dağılımındaki paydır. Ayrıca hegemonyanın çöküşü konusunda
Wallerstein’ın “kondratieff döngüleri” benzerliğiyle “her hegemonik dönem krize girer ve öyle
son bulur” mantığı Cox’ta reddetmemiştir.
73 Cox’a göre; uluslararası sistemdeki hakim güçlerin vereceği rıza yani bir anlamda hegemonyanın oluşabilmesi ve sürdürülebilmesi için gerekli olan “sınırlı rıza” yeterli olabilmektedir.Eralp, op. cit., s. 174.74 Aval, op. cit., s. 33.75 Şener, op. cit., s. 408.76 Örneğin; Cox’un incelediği iki hegemon ülke olan İngiliz İmparatorluğu’nun (Pax Britannica) ve günümüzde ABD’nin (Pax Americana) üzerine kurulduğu hegemonik fikri “serbest ticaret” olmuştur.Yaramış, Kolasi, op. cit., s. 14.77 Kolasi, op. cit., s. 94.78 Eralp, op. cit., s. 171 – 173.79 Arı, op. cit., s. 474.
21
“Karşı Hegemonya (counter hegemony) kavramına bakıldığında ise Cox bu kavramı
diyalektiği temele koyarak açıklar. Buna göre her hegemonik yapı, kendi anti-tezine
da gebedir. Dolayısıyla her hegemonik dönemin krize girmesine sebep olan karşıt
güçler bulunur ve bunlar devlet, devletler grubu olabileceği gibi toplumsal hareketler
de olabilir. Bu güçler içine doğdukları tarihsel bloğun sahip olduğu değerler
sistemine alternatif bir değer sistemi üretir ve bunu olabildiğince yaygınlaştırmaya
çalışır. Yeterince güçlendiyse eski hegemonu alaşağı eder.”80
Hatta mevcut dünya politikasını hegemonya üzerinden okuyabilmek için karşı
hegemonik hareketlere bakılmalı ve bu bağlamda alternatif yöntemlere yönelen gruplar üzerinde
durulmalıdır.81 Çünkü Cox karşı hegemonyanın direkt olarak hegemonyal bir aracı olarak çalışan
uluslararası örgütlerde gerçekleşemeyeceğini vurgulamıştır.82
Cox ayrıca post-hegemonik düzene dair de birtakım varsayımlar üretmiştir. Buna göre
bu düzen yalnızca sınıfsal eşitsizliklerin ortadan kalktığı bir durum olarak görülmemelidir. Post
hegemonik düzen her biri farklı değerler sistemine ve felsefesine sahip farklı kültür ve
uygarlıkların yalnızca karşılıklı tanıma ilkesi üzerinden değil bir tür çoğulcu öznelerarası
iletişime dayanarak birlikte yaşadığı bir düzendir.83
IV. BÖLÜM: GİLPİN VE HEGEMONİK İSTİKRAR TEORİSİ
Uluslararası sistemin ve dünya ekonomisinin, tek bir devletin hegemonyası altında
iktisadi istikrara kavuşacağı düşüncesi üzerine geliştirilmiş realist, liberal ve tarihsel yapısalcı
perspektifleri kullanan teorik bir çerçeve şeklinde tanımlanabilecek84 olan hegemonik istikrar
teorisi ilk olarak Charles P. Kindleberger tarafından The Word in Depression 1929 - 1939 adlı
çalışmasıyla ortaya atılmıştır.. Kindleberger’e gore; dünya ekonomisinin istikrarlı olabilmesi için
tek bir istikrar sağlayıcıya ihtiyacı vardır. Buradan hegemonik istikrar teorisinin iki ana savı
80 Hülagü, op. cit., s. 196 – 197.81 Arı, op. cit., s. 474 – 475.82 Eralp, op. cit., s. 175.83 Hülagü, op. cit., s. 197.84 Mesut Şöhret, “Hegemonya ve Hegemonik İstikrar Teorisi,” Uluslararası İlişkilerde Teorik Tartışmalar,ed. Caner Sancaktar, Hasret Çomak, İstanbul, Beta Yayınları, 2013, s. 402 – 403.
22
olduğunu çıkarabiliriz. Birincisi, dünya politikasında düzen genelde tek bir hakim güç tarafından
kurulmaktadır. İkincisi ise, (gelişmiş sanayileşmiş/merkezi kapitalist ülkeler arasında) düzenin
ve işbirliğinin sürdürülmesi hegemonyanm devam edilmesine bağlıdır.85 Ancak yine de bu
yaklaşım altın yıllarını 1970’lerde realizm ile geçirdiği dönüşüm ile yaşamıştır. Öncellikle
belirtmek gerekir ki realist teorinin üzerine kurulmuş bir hegemonya teorisi olarak
okunabileceğinden, bu bağlamda realizmin bütün temel kavramlarını birebir aldığı ve bunun
üzerine inşa edildiği söylenebilir. Uluslararası sistemin genel anarşik yapısından faydalanmaya
çalışacak kural tanımaz devletler, diğer devletlerin kurallara uyması koşullarını ortadan
kaldırmaktadır. Bu tür bir ortamda ekonomik faaliyetlerin gelişmesi beklenemez. Bu nedenle
hegemon, kural tanımaz bencil devletlere karşı tek güvencedir. Gilpin bu olguyu, “açık bir dünya
ekonomik düzeni kural tanımaz devletlerin tehdidi altındadır" şeklinde ifade etmiştir. Hegemon,
liberal dünya ekonomik düzeninin iyi işleyişi için kural tanımaz devletlerin istismarına karşı
sistemi koruyacaktır. Bu anlamda hegemonik istikrar teorisi, hegemonya teorileri arasında
“düzen için hegemonya” anlayışını temsil eden bir teoridir.86
Askeri – siyasi güç, çıkar, güvenlik kavramlarına ağırlık veren, Soğuk Savaş dönemine
damgasını vuran ve Morgenthau geleneğinden gelen realizmi; ekonomik sorunların arttığı ve
siyasi sorunlarla iç içe geçtiği 1970’lerin uluslararası ortamında bazı realist yazarlar yeniden
tanımladılar ve yenilediler. Böylece ekonomik ve siyasi faktörleri birbirinden bağımsız iki olgu
olarak okumayı bırakıp beraber ele alınması gerektiğini dile getirdiler. Bu görüşün en önemli
yansımaları R. Gilpin’in çalışmalarında görürülür.87
1970’li yıllarda gündeme oturan çokuluslu şirketlerin (multinational corporations)
uluslararası ekonomik ilişkilerin üzerinde ne derece etkili olduğunu çalışmalarında88 inceleyen
Gilpin askeri ve politik gücün yanı sıra ekonomik gücün de bu stagflasyon yıllarında artan
önemine dikkat çekmiştir.
85 Kolasi, op. cit., s. 84.86 Çınar Özen, Neogramşiyan Hegemonya Yaklaşımı Çerçevesinde Güç ve Global Finans: Pax Britannica’daki Büyük Dönüşüm, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 8, 2006, s. 6 – 7.
87 Eralp, op. cit., s. 160 – 161.88 Ayrıntılı bilgi için bknz: Robert Gilpin, US Power and the Multinational Corporation, New York, Basic Books, 1975.
23
Gilpin uluslararası sistemde serbest ticaret, ekonomik işbirliğinin arttırılması ve rızanın
sağlanması için ekonomik ilişkilerin ve gücün önemini vurgulamıştır. Bu bağlamda
hegemonyanın dominant güç kavramından en önemli farkının rıza faktörü olduğunu belirtip
ancak bunun sağlanmasını ekonomik ilişkilerin gelişkinliği şartına bağlamıştır. Bu doğrultuda
gayet iyi bilindiği şekilde ekonomik ilişkilerin yüksek bir seyir izlemesi de istikrarın varlığı ile
mümkündür.89 Gilpin’e göre 1648’den bu yana, sistemin istikrarı siyasi ve ekonomik bir
hegemonun varlığına bağlı kalmıştır. Çünkü örneğin; ABD çokuluslu şirketlerinin faaliyetlerinin
bu şekilde yaygınlaşması ve sermayenin uluslararasılaştırılması ABD dış politikası sayesinde
mümkün olabiliyordu. Kısaca ABD çokuluslu şirketleri, Pax Americana’ya muhtaçtı. Yani
burada söz konusu olan hegemonun sağlayacağı istikrar ile bu istikrardan yararlanacak
devletlerin vereceği “rıza”dır. Bu yaklaşım zamanla neorealistlerin hegemonik istikrar teorisini
geliştirmesine yol açacaktır. Bu yaklaşımda istikrarlı bir kapitalist dünya ekonomik sisteminin
yaratılması için hegemonik ulus devletlerin varlığı ön şart kabul edilmiştir ve birimlerin
hegemonyasının sarsıldığı dönemlerin istikrarsızlığa yol açtığı savunulmuş, ancak dünya
tarihinin “istikrarlı” ve “istikrarsız” dönemlerin sarmallarının toplamından oluştuğu öne
sürülmüştür.90 Gilpin’e göre 18. ve 19. yüzyılda İngiltere ve 20. yüzyılda ABD tarafından
gerçekleştirilen liberal uluslararası ekonomik düzen dönemlerinde tek bir başat güç tarafından
kurulan hegemonik istikrar görülmüştür.
Hegemonik istikrar kuramına göre, hegemonya askeri ve ekonomik güçleri ile
tanımlanan bir hakimiyet ilişkisidir dolayısıyla hegemon devlet, gücü ile dünyadaki diğer
devletlere kendi kurallarını dayatmaya ve böylece istikrar sağlamaya çalışmaktadır bu çerçevede
hegemonun düşüşü ile sistemdeki istikrar da bozulacaktır.91
Gilpin’e göre sistemdeki hegemonik değişimin ana motoru savaşlar olmuştur; buna
göre, sistemdeki istikrarsızlık hegemonik savaşlara yol açmaktadır ve çoğunlukla bu savaşlardan
yeni bir hegemon çıkmaktadır. Ancak bir devletin hegemonik nitelikte olduğundan söz
edebilmek için birtakım şartları sağlaması gerektiği de genel kabul görmüştür. Buna göre;
“aday” hegemon devlet; sistemin kurallarını uygulatabilme yeteneğine sahip olmalı, daha
89 Ersin Embel, “Hegemonya ve Meşruiyet Kavramları Çerçevesinde Amerikan Müdahaleciliği: Kore ve Kosova Örnekleri,” Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi, 2004, s. 10.90 Eralp, op. cit., s. 161 – 162.91 Karacasulu, op. cit., s. 58.
24
ötesinde bunu gerçekleştirebilme azmi ve gücü olmalı, askeri güçle desteklenen politik güce
sahip olmalı ve öncü niteliğe sahip teknolojisi ve sürekli büyüyen ekonomik yapısı var
olmalıdır.92
Tüm bunların yanında hegemon güç olmanın zorluğu bir yana bu pozisyonda
kalabilmek Gilpin’e göre daha zordur, çünkü hegemonyayı sürdürebilmenin maliyeti,
getirisinden çok daha hızlı yükselmektedir, bu da hegemon için ciddi bir mali kriz anlamına
gelir. Ayrıca hegemonun sırtına yüklenen bir diğer yük ise kamu malları (public - collective
goods) konusudur, çünkü hegemon devlet sistemde sahip olduğu sosyo-ekonomik ve sosyo-
kültürel avantajların yanı sıra sisteme kamu mallarını üretme gibi bir görevi de kendinde bulur.
Yani nasıl ulusal sınırlar içerisinde bu tür mallar devlet tarafından sağlanırsa, uluslararası
düzeyde de hegemon tarafından sağlanmaktadır.93 Diğer yandan sistemdeki diğer birimlerin
sorunlarının çözümü, sistemik sorunların çözümü ve sistemin güvenliği gibi fazladan maliyet
doğuracak konular da hegemonun diğer başat görevleri arasındadır. Tüm bunlar, bir yandan
kendi gücünü azaltırken, bir yandan da free rider konumunda bulunan “hegemon adaylarını”
güçlendirmektedir. Yani sistemde yeni baş gösteren bir hegemon unsur bile bakıldığında aslında
uzun vadede hegemon kendi kendini yok eden (self-destructive) bir sürece girmektedir.
Sistemin istikrarsız -kriz anında- bir anında yukarıda sayılan şartları sağlayan herhangi
bir ulus devlet, halihazırdaki hegemon ile hegemonik bir savaş başlatabilir. Örneğin; Gilpin
potansiyel hegemonlar olarak artık “yorgun olan” ABD’nin yerine Japonya veya Almanya’yı
göstermektedir, ya da bu üç ülke bölgesel hegemonlar olarak uluslararası istikrarı sağlamaya
devam edeceklerdir. 94 Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra askeri güvenliklerin büyük oranda
ABD tarafından sağlanan bu iki ülke dolayısıyla savunma harcamalarına çok az kaynak ayırmak
durumunda kalmış, bu da savaştan yıkık çıkan iki ülkenin hızla toparlanmasına neden olmuştur.
Bir başka deyişle hem kamusal hem de özel olarak kendi malları konusunda “free rider” sıfatıyla
ekonomisini toparlama fırsatı bulan Almanya ve Japonya kısa süre içinde ABD hegemonyasına
rakip hale gelmişlerdir.
92 Şöhret, “Hegemonya ve Hegemonik...,” op. cit., s. 403 – 404.93 Griffiths, et. al., op. cit., s. 19 - 21.Supra., s. 1234567890, dpn: 54.94 Ibid., s. 20.
25
SONUÇ
İlk olarak çalışmada da ortaya konduğu üzere; hegemon kavramının oluşumunda,
açıklamasında, ilanında ya da sağlaması gereken şartlarda Gramsci ile Cox arasında mühim bir
fark yoktur, ancak hegemonluğun sona erişi, karşı hegemonik unsurlar ve tarihsel blok
kavramlarında bir ayrıma gittikleri aşikardır. Bir başka şekilde ifade edilecek olursa; Gramsci -
Cox çizgisinde hegemonya, zorlama sonucu değil, devletlerin güç odakları etrafında o gücün
etkisini kabul ederek kendi rızaları ile oluşturdukları bir ilişki sistemidir. Böyle bir sistemde
hegemon gücün değişmesi, karşıt – hegemonik bir gücün ortaya çıkması yoluyla olabilmektedir.
26
Karşıt hegemonik güç, maddi ve ideolojik unsurlarıyla birlikte önce insanların zihinlerinde
oluşmaktadır.
Çalışmada incelenen bir diğer isim olan Wallerstein ise Wallerstein uluslararası sistem
yerine dünya sistemi yaklaşımını geliştirerek analiz seviyesini dünya seviyesine taşımış ve dünya
sisteminin yapısal özelliklerini inceleme konusu yapmıştır. O’na göre; Dünya – sistemde
devletler arası rekabet ilişkilerini daha yaygın; hegemonya ilanını ve oluşumunu ise çok daha
istisnai olarak görür ki Wallerstein’a göre bugüne kadar yalnızca üç güç hegemonya statüsüne
sahip olabilmiştir. Çünkü Wallerstein’ın “aradığı” kıstaslar hem nadir rastlanan hem de aslında
getirisi olduğu kadar götürüsü de olan güçlerdir. Bu güçler, askeri güçlerin ötesinde ekonomik
güçlere dayanır. Yani; Wallerstein’ın yapısal hegemonyası, rıza boyutu göz ardı ederken
ekonomik gücü ilk plana koymaktadır. Tıpkı realist hegemonyada olduğu gibi güç unsuru önem
sırasında ilk sırada yer alırken zıt şekilde buradaki güç fiziki-askeri değil salt ekonomik
dolayısıyla ekonomi - politik güçtür. Diğer bütün belirleyiciler ikincilleştirilmiştir. Bahsedildiği
üzere, hegemonya olmak büyük bir güç getireceği gibi aynı zamanda büyük bir yük – maliyet
getirmektedir. Çünkü hegemon dışındaki diğer merkez ve yarı çevre ülkeler bir bakıma “free
rider” konumda olacakları için rekabet bir anda hat safhaya çıkmaktadır. “Free Rider” olma
durumu Cox’un da özellikle değindiği bir kavramdır ve hegemonik döngüyü sağlayan en aktif
ekonomik etkendir.
Gilpin’e bakıldığında ise; güvenlik sorunlarından ziyade değişen uluslararası ortama
uygun olarak ekonomik süreçleri inceleme konusu alanına eklemiştir. Bu çerçevede Gilpin
hegemonya kavramını ele alırken de sadece askeri gücün önemine değil tıpkı Wallerstein gibi
ekonomik ilişkilerin ve gücün önemine de vurgu yapmaktadır.
Sonuç olarak; bu dört isim de hegemonya kavramına bakarken düşüncelerini
şekillendiren bir dünya perspektifinden kopamamışlardır. Diğer bir değişle, Gramsci sivil /
politik toplum ayrımı ve rıza nosyonundan, Wallerstein dünya sistem analizinden, Cox eleştirel
bakış açısından ve Gilpin de yapısal (structural) da olsa realist etkiden kendilerini
yadsıyamamışlardır. Hegemonya onların bu düşünceleri etrafında oluşturulan ve yeniden üretilen
bir kavram olagelmiştir.
27
KAYNAKÇA
AKA, Asiye, “Antonio Gramsci ve “Hegemonik Okul,” Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 (21), 2009, s. 329 - 338.
ANDERSON, Perry, Antonio Gramsci: Hegemonya Doğu/Batı Sorunu ve Strateji, çev.Tarık
Günersel, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1977.
28
ARI, Tayyar, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, 8. Baskı, Bursa,
MKM Yayıncılık, 2013.
AVAL, Burhanettin Selçuk, “Saddam Hüseyin ve Bin Ladin’in Ele Geçirilmesinin Uluslararası
Kamuoyuna Sunumunun Hegemonya Kavramı Kapsamında Karşılaştırılması,” Yüksek Lisans
Tezi, Ankara, Atılım Üniversitesi, 2012.
AVCIOĞLU, Gürcan Şevket, “Immanuel Wallerstein’ın Dünya Sistemi, Jeopolitik ve Jeokültür
Kuramı,” Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 31, 2014, s. 97 – 110.
BOSTANOĞLU, Burcu, OKUR, Mehmet Akif, Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Kuram:
Hegemonya,Medeniyetler ve Robert W.Cox, 2. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2009.
COX, Robert, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996.
ÇİFTÇİ, Kemal, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD: ‘Rıza’ya Dayalı ‘Hegemonya’dan
‘İmparatorluk’ Düzenine,” ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5 (10), 2009, s. 203 – 219.
DEMİR, Emre, “Dünya Sistemleri Analizi,” Uluslararası İlişkiler Teorileri - Temel
Kavramlar, ed. Mehmet Şahin, Osman Şen, 1. Baskı, Ankara, Kripto Yayınları, 2014.
EMBEL, Ersin, “Hegemonya ve Meşruiyet Kavramları Çerçevesinde Amerikan Müdahaleciliği:
Kore ve Kosova Örnekleri,” Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi, 2004.
ERALP, Atila, “Hegemonya,” Devlet ve Ötesi, der.Atila Eralp, 8.Baskı, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2014.
GRİFFİTHS, Martin, Roach, Steven C., Salamon,M.Scott, Uluslararası İlişkilerde Temel
Düşünürler ve Teoriler, çev.CESRAN, Ankara, Nobel Yayınları, 2011.
HEYWOOD, Andrew, Küresel Siyaset, çev. Nasuh Uslu, Haluk Özdemir, 1.Baskı, Ankara,
Adres Yayınları, 2013.
HÜLAGÜ, Funda, “Marksizim ve Eleştirel Teoriler,” Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası
İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, ed. Evren Balta, 1. Baskı, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2014.
29
KARACASULU, Nilüfer, Hegemonik Düzen Tartışmaları ve Eleştirel Görüşler, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 11 (4), 2009, s. 53 - 71.
KEYMAN, E.Fuat, “Eleştirel Düşünce: İletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark,” Devlet, Sistem ve
Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, der. Atila Eralp, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2010.
KOLASİ, Klevis, Uluslararası İlişkiler Teorileri Çerçevesinde ABD Hegemonyası Tartışmaları,
21.Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 6, 2014, s. 81 – 103.
KURTBAĞ, Ömer, “Eleştirel Uluslararası İlişkiler Yaklaşımları Çerçevesinde Amerikan Dış
Politikasının Analizi-Hegemonya Söylemi ve Amerikan Muhafazakar Sağı,” (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Ankara, Ankara Üniversitesi, 2007.
ROBİNSON, William, “Küresel Kapitalizm ve Ulusötesi Kapitalist Hegemonya: Kuramsal
Notlar ve Görgül Deliller,” çev. Erdem Türközü, Praksis, No: 8, s. 125 - 168.
ŞENER, Bülent, Uluslararasi İlişkilerde Hegemonya Olgusu ve ABD Hegemonyasının Siyasal
ve Kültürel Kaynağı: “Amerikan İstisnacılığı” ya da “Açık/Kaçınılmaz Yazgı,” The Journal of
Academic Social Science Studies, Sayı: 26, 2014, s. 405 - 420.
ŞÖHRET, Mesut, “Dünya Sistemi Teorisi,” Uluslararası İlişkilerde Teorik Tartışmalar, ed.
Caner Sancaktar, Hasret Çomak, İstanbul, Beta Yayınları, 2013.
ŞÖHRET, Mesut, “Hegemonya ve Hegemonik İstikrar Teorisi,” Uluslararası İlişkilerde Teorik
Tartışmalar, ed. Caner Sancaktar, Hasret Çomak, İstanbul, Beta Yayınları, 2013.
UZGEL, İlhan, Ulusal Çıkar ve Dış Politika: Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal
Çıkarın Rolü, 1983 – 1991, 1. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2004.
ÖZEN, Çınar, Neogramşiyan Hegemonya Yaklaşımı Çerçevesinde Güç ve Global Finans: Pax
Britannica’daki Büyük Dönüşüm, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 8, 2006, s. 3 – 31.
WALLERSTEIN, Immanuel, Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş, çev. Ender Abadoğlu, Nuri
Ersoy, İstanbul, Aram Yayınları, 2005.
30
WALLERSTEIN, Immanuel, Liberalizmden Sonra, çev. Erol Öz, İstanbul, Metis Yayınları,
1998.
YARAMIŞ, Volkan, KOLASİ, Klevis, “Eleştirel Teori, Hegemonya ve Güvenlik,” Uluslararası
İlişkiler Teorileri: Temel Kavramlar, ed.Mehmet Şahin, Osman Şen, 1.Baskı, Ankara, Kripto
Yayınları, 2014.
31