HATIRALARI VE SÖYLEYEMEDİKLERİ İLE RAUF ORBHY · Paşanın en yakın arkadaşı olarak, onunla...
Transcript of HATIRALARI VE SÖYLEYEMEDİKLERİ İLE RAUF ORBHY · Paşanın en yakın arkadaşı olarak, onunla...
H A T I R A L A R I V E
SÖYLEYEMEDİKLERİ İLE
RAUF ORBHY
İ f F. Kandemir
Y A K I N T A R İ H İ M İ Z Y A Y I N L A R I 4
FERİDUN KANDEMİR
HATIRALARI VE SÖYLEYEMEDİKLERİ İLE
RAUF ORBAY
Nâşiri: Nejat AĞBARA İstanbul P. K.: 4 — Erenköy
Telefon 55 30 29
SİNAN MATBAASI, — 1965.
— 1922 —(İcra V ekilleri H eyeti R eisi) B aşvek il iken
TARİHE GÖÇEN BÜYÜK VATANSEVER
VE BİZ
l—| ayata atıldığı günden beri, hiç bir zaman kendi rah a t ve huzurunu düşünm eden, daima en m üşkül şa rtla r al
tında m em leketine ve m illetine feragatle hizmeti, m ukaddes vazife bilerek yaşamış m üstesna bir şahsiyet olan Rauf O rbay’- ın 18 tem muz cum artesi günü Teşvikiye Cam iinden kald ırılan al sancağa sarılı nâ’şını m uazzam bir kalabalık takip ediyordu.
Bembeyaz üniformalı, levent denizcilerin önderlik edip çevrelediği bu hüzne bürünm üş kalabalık içinde rahm etlin in yakınları, Vali, Belediye Reisi ile kum andanlar ve bazı P a rti başkanları, dostları, eski silâh ve m ücadele arkadaşları, belki bir defacık yüzünü bile görmemiş, uzaktan hayran lan , A lm anya ve İngiltere hüküm etlerin in tem silcileri vardı. Fakat ün iversiteler, gençlik, fikir, kalem, sanat sahibi aydın lar ve nihayet son dakikaya kadar m erakla dikkat edİD bakındım, bilhassa İsm et İnönü yoktu.
Ebedî istirahatgâhına tevdi edilmek üzere götürülen kim di?
Evvelâ «Hamidiye» ve sonra, «Millî Mücadele» kahram anı, büyük zaferle m em leketi k u rta ran ve Lozan’la sulha kavuşturan, saltanatı ilga ile ilk devrim i yapan hüküm etin başı, kısaca M ustafa Kem al’in «Benim T üıkiyeyi kurtarm akta hakik î yardım cı ve m üzahir kardeşim çok m uhterem Rauf» dediği m üstesna yaradılıştaki feragat, fazilet, dürüsütlük, mertlik- ve insanlık örneği büyük vatansever...
Henüz cn dokuz yaşında silâhı omuzuna alıp, 31 m art irtica ayaklanm asını bastırm aya koşanlar safına gönüllü olarak katıldığı andan, Londra Büyükelçiliğinden ayrılıp köşesine çekildiği günlere kadarki elli küsur yıllık hayatı incelendiği zam an hakikaten bu m em lekette, eşi görülm emiş derecede yüksek vasıfları nefsinde toplayan büyüklükte nadir b ir şahsiyet olduğunu, hiç kim senin inkâr edemiyeceği, kelim enin tam ma- nâsiyle büyük vatansever...
Fakat aslında şüphesiz ki bir meziyet olmakla beraber, bil
hassa bizim m em lekette politika hayatına atılm ış olanlar için, sahibine m ütem adiyen zarar ve azap verişi bakım ından kusur sayılan b ir de son derece «Mütevazi» oluşu vardı ki, işte m em leketin üniversitelerine, gençliğine ve her m eslek ve m eşrepten aydınlarına varıncaya kadar bir çoklarına, ha ttâ İsm et İnönü’ne bü tün vasıflariyle (Büvük insanlığını, büyük vatanseverliğini) u n u ttu ran da, her halde bu idi.
Teşvikiye camii m usalla taşındaki, al sancağa sarılı nâşm önüne gelip, selâm vaziyeti alarak, saygı duruşu yapan, büyük üniform asını giyinm iş Alm anya hüküm eti temsilcisi, elindeki Alm an renkleriy le bezenmiş zarif çelengi, bütün A lm anlar adına, Rauf O rbay’ın başı ucuna koyarken, göz yaşlarını zapt edememişti.
D erin b ir teessüı ve vecd içinde saygı ile selâm ladığı rah m etliyi, sağlığında görmemiş olan bu adam, o anda Rauf beyin, b ir zam anlar A lm anya İm paratorunun bile «Bizimkiler de sizi tak lit etm ek istediler ama, sonunu getirem ediler» diye gıpta ile takd ir ettiği «Hamidiye kahram anlığını» ve bilhassa Rauf beyin Mondros M ütarekesini yaparken, cihana hükm eden m ağru r İngilizlerin bütün ısrarlarına rağm en, dost ve m üttefik imiz olarak Türkiyede hizm ette bulunan Alm anları, kendilerine teslim etm em ekte i r a t edip «Biz m illetim izin şıârm a uym ayan böyle yüz kızartıcı bir harekete girişm ektense ölüm ü tercih ederiz» diyerek gösterdiği civanm ertliği hatırlıyordu.
Halbuki ayni Rauf bey, Bahriye Erkân-ı Harbiye Reisliği esnasında, donanmam ızın işlerine fazla karıştırm ak istemediği A lm anları, Erkân-ı Harbiye kadrosundan çekişe çekişe uzaklaştırdığı için, İngiliz taraftarlığ ı ile suçlandırılacak kadar Alm anların diş biledikleri bir adamdı.
Fakat, Alman denizcilerinin başaram am ış olduğu bir akm- cılığın başarılı b ir kahram anı oluşu ve Türkiyedeki A lm anları îngilizlere teslim etm em ekte gösterdiği civanm ertlik A lm anlarca bunca yıl sonra dahi unutulm am ıştı.
R auf beyin toprağa verilişinden bir kaç gün sonra Tür- kiyeyi ziyarete gelen Pakistan Cum hurreisi Eyüp
Han, Yeşilköy’de uçaktan iner inmez doğruca C ihangir’deki m ütevazı apartm ana giderek, Rauf beyin hem şirelerine, içten gelen pek samimi bir ifade ile başsağlığı dilerken, ya-
ja ran gözleri ve titreyen sesiyle: «bilseydim, o büyük adama son bağlılık vazifesini yapm ak için, o gün m utlaka koşarak gelirdim.» diyerek şöyle devam ediyordu:
«Rauf bey, yalnız sîzlerin değil, bizim de büyüğüm üzdür. O, insanlığın kendisiyle iftihar edebileceği yaradılışta, m üstesna bir şahsiyetti. Pak istan’a geldiği zam an biz, her şeyi biliyorduk ve Rauf beyin ağzına bakıyorduk. İngilizler de, o geliyor diye binlerce Pakistanlıyı nezaret altına alm ışlardı. Çünkü biz de, o günlerde sizin gibi bir istiklâl m ücadelesi içinde idik. F akat Rauf beyin, Türkiye İstiklâl m ücadelesini M ustafa Kem al Paşanın en yakın arkadaşı olarak, onunla elele yapıp b itird ikten sonraki durum u bizce pek önemli idi. M erak ve heyecanla etrafına toplanm ıştık Rauf bey eğer M ustafa Kem al Paşa aleyhine konuşmuş olsaydı, bir çoklarım ız m uhakkak ki, Hamidiye kahram anlığından beri kendisine büyük b ir sevgi ve saygı ile bağlı bulunduğum uz için, onunla beraber M ustafa Kem al Paşa aleyhtarı olmakla kalmaz, kendi istiklâl m ücadelem izin liderleri olanlara da: «İşte sonu böyle olurmuş» diye şüphe ile bakar ve belki de aleyhlerine kalkardık.
Fakat Rauf bey M ustafa Kem al Paşa aleyhine tek kelime söylemek şöyle dursun, onu yine bir millî kahram an ve lider tanıdığını, en sam im i bir ifade ile belirterek takdir ediyor ve her yaptığı hareketin doğru olduğunu ve bu arada inkılâpları da harare tle savunuyordu.
H attâ bir ara kendisine ,ezan’ın niçin türkçe okutm ağa başlatıldığı sorulduğu zaman, verdiği cevap: «Millete A llah’ın kelâmını anlatıp sevdirm ek içindir. Ezan nedir? Üm m eti namaza dâvet değil mi? Pekiy bu dâvet o m illetin kendi bildiği ve anladığı dille neden yapılm am alıdır? Bilmediği dille yapılır mı? Bakın, hep m üslüm anız ama arapça konuşmuyoruz, konuşam ayız. Ben sizinle İngilizce konuşuyorum . Çünkü ancak bu dille anlaşıyoruz.» olmuştu. Rauf bey, hususi sohbetlerde olduğu gibi, her yerde ve bilhassa üniversitelerde verdiği konferanslarda. gençliğe hitap ederken de daima bu tarz samimi konuşma- lariyle, bizlerin zihinlerim izdeki bütün şüphe ve tereddütleri izale ederek, T ürkiye’ye ve M ustafa Kem al Paşaya olan sevgi,
saygı ve bağlılığımızı büsbütün kuvvetlendirdikten başka, kendi istiklâl m ücadelem izde liderlerim ize ve birbirim ize nasıl bağlı kalm am ız gerektiği hususunda da aydınlatarak, en doğru ve isabetli yolu göstermişti.»
evet, m ilyonlarca Pakistanlı adına konuşan Eyüp Handa içten gelen bir sevgi ile, gözleri yaşararak, R auf be
yi anarken, böyle diyordu.Lâkin insanlar arasında m ukadder olan bazı anlaşm azlık
lar ve kırg ınlık lara rağm en, A ta tü rk ’ün «Benim T ürkiyeyi ku rtarm akta hakiki yardımcım» dediği ve son zam anlarında tekra r kucaklaşm ayı candan özlediği ve kendisinin de daim a «Kardeşim Rauf» diye m em leketin en kritik zam anlarında gönül birliğiyle arkadaşlık ederek, bütün m eziyetlerini ve bilhassa tertem iz ahlâkım yakından bildiği büyük vatanseveri, İsmet Paşa ebedî istirahatgâhına götürüldüğü anda bile, unutm uştu,
O unutm uştu ... Ya ötekiler, üniversite, gençlik, ve bütün öteki aydınlar ise, m uhakkak ki Rauf beyi (tanım ıyorlardı.)
M uhakkak ki. diyorum, çünkü lâyıkıyle tanımış, bilmiş, anlam ış olsalardı, herşey bir tarafa, m illî m ücadelenin M ustafa K em al’den sonraki ikinci lideri olduğu, bizzat M ustafa Kemal tarafından teyit ve tasdik edilmiş olan b ir şahsiyetin a rdından son kadirşinaslık vazifesini yapm akta, geri kalırlar mı idi?
Esasen, Rauf O rbay’ın ölüm ünden sonra hakkında yazılan yazılar da, bu (tanım am ak) keyfiyetini açıkça gösterm ektedir.
Söz gelişi, bunlardan bir kaçını alıyorum.C um huriyet gazetesinde, genç kuşağın değerli yazan İl
han Selçuk şöyle diyordu:«Rauf O rbay’m ölümü, bir kaç zam andan beri d ikkatleri
yakın tarihim ize çevirdi. Ancak bu d ikkatlerin alışılmış düşünceler dışında yeni b ir şeyler getirebildiğini söylem ek zordur. Ham idiye kahram anı Rauf beyin kişiliğine eğilenler, e lbette pek haklı olarak kahram an denizcinin destanlaşm ış m acerasını ele alıyorlar.
Ancak Ham idiyenin kısa süren hikâyesinin de ötesinde bir Rauf Orbay var. K urtuluş Savaşı ve K urtu luş Savaşından sonraki çizgileriyle R auf beyin portresi nedir? T ürk iye C um huri
yeti ve A tatürk devrim leri açısından Rauf beyin durum u nedir?
Şimdiye kadar okuduklarım bende şu etkiyi yaratm ıştır. Rauf Orbay kahram an b ir vatan evlâdıdır, denizci askerdir, namuslu, şerefli b ir insandır, ama kafa yapısı bakım ından bit Osmanlı ıslahatçısıdır.
Denebilir ki:«Nasıl olur? A ta tü rk ’ün Başvekilliğine kadar yükselm iş
bir insan?...»O lur... A ta tü rk ih tilâlinin en dikkate değer yanı da bura
sıdır. Nitekim, devrim lere inanm ışlarla inanm am ışlar, inanm ış görünenler, yakın tarihim izin objektif incelem esinde teker teker ortaya çıkacaktır. Belki en önemle üzerinde durulm ası gereken nokta şudur: D evrim ler olgusu içinde bazan devrim lere karşı duranlar, dalkavuklukları ve m ürâilikleri yüzünden devrimci görünen inanm am ış kişilerden daha az zararlı olmamışlard ır devrim lere... Bu gerçeği A ta tü rk ’ün ölüm ünden sonra elle tu tu lu r biçimde gördük. Rauf beyin zaferden sonra gölgeye çekilmesi, kolay eğilir bir ağaç olmayışındandır. Ama şüphesiz ki, devrimci değildi. A tatü rk ’le arasında geçen bir konuşma, bu gerçeğin açık tanığıdır.
Gerçek şudur ki, Millî M ücadelede iki kesim vardır: Savaş ve Barış! Savaştaki Millî M ücadelede A ta tü rk ’le beraber olan, Barıştaki Millî M ücadelede beraber olmayabildi. H attâ zaman zaman karşısına çıkm ak davranışında bulunabildi. Ancak A tatü rk ’le beraber olanları da iki guruba ayırm ak gerektir:
Ç ıkarları için inanm ış görünüp beraber olanlar...Ve gerçekten devrim lere inanmış, bağlanm ış olanlar...A ta tü rk ’ün ölüm ünden sonra insanların gerçek kim lik
cüzdanları ortaya dökülm üştür. Ve A ta tü rk ih tilâlin in Türki- yesinde yeni perdeler açılmış, yeni oyunlar sahneye konm uştur. Rauf bey, öyle görünüyor ki, bü tün bunların dışında kalacak kadar karak ter sahibi idi. Ham idiye kahram anının değerlerini objektif olarak aydınlatacak çalışma ve araştırm aları genç kuşaklardan beklem ek hakkım ızdır ve şüphesiz ki, ya- kıntarihim izde büyük yer tu tan «Rauf bey»in kimliği geniş bir incelem eye değecek ölçüdedir.»
Sayın İlhan Selçuk’un, Rauf beyi «kafa yapısı bakım ından b ir Osmanlı ıslâhatçısı» olarak görüsü ve «şüphesizdir» diye «devrimci» olmadığını iddia edişi Rauf beyi lâyıkiyle ta nım adığını göstermeğe kâfidir. Esasen bu hükm ü verm ekle
beraber, kendisi de Rauf beyi iyice tanım ak için geniş bir incelemeye ihtiyaç olduğunu itiraf ediyor.
Yine «Cum huriyet»te Profesör İsm et G iritli de,«Erzurum K ongresinin başarılı sonuçlara ulaşmasında
M ustafa Kem al ile birlikte, geçen hafta aram ızdan ebediyen ayrılan Millî M ücadele liderlerinden Rauf beyin de büyük etkisi olmuştur» diyerek, Rauf beyin, asıl E rzurum Kongresinden çok evvel, M ustafa Kem al Paşa ile işbirliği halinde Millî Mücadeleye hazırlandıkları safhaları ve E rzurum Kongresinden sonra en çetin ve m üşkül şa rtla r içinde devam eden çalışm alardaki büyük etkisini unutm uş görünerek şu hükm e varıyor:
«Fakat ne olursa olsun m erhum Rauf beyin, m em leketin kurtulm ası uğrundaki hizm etleri ve A ta tü rk ’ün ölümünden sonra da Millî M ücadelenin bir num aralı liderine ve hâtırasına karşı gösterdiği sessiz ve vakarlı saygı, kanaatim izce m erhumun bütün zaaf ve hatâların ı örtm eğe yeter.»
Bu hüküm de, Rauf beyin bütün «zaaf ve hatâlarının» neler olduğunu açıkça belirtm eyişi bakım ından sakattır. Rauf beyin eğer, ancak «memleketin kurtu luşu uğrundaki hizm etleri ve A ta tü rk ’ün ölüm ünden sonra da Millî M ücadelenin bir num aralı liderine ve hâtırasına karşı gösterdiği sessiz ve vakarlı saygı» ile örtülebilecek derecede büyük zaafları ve hatâları var id’ ise, bunlar açıkça b irer b irer sayılıp dökülm eli idi. B ir insan başka türlü tanıtılm az. Bu da gösteriyor ki, sayın İsm et G iritli de Rauf beyi tanıyam am ıştır.
Rauf beyin «Malta»dan beri çok eski arkadaşı, yakîni olduğu anlaşılan Ahm et Emin Yalman da, «Milliyet»deki yazısında: «Rauf bey hâtıraların ı yazm am ıştır. Fakat bü tün-hayatına ait vesikalar m uhafaza edilm iştir. Öyle um arım ki bu m üstesna ve temiz fazilet ve hizm et hayatının her köşesini aydınlatmağa değer verilir. Ve bugünkü nesiller ve gelecek nesiller Rauf O rbay’ın eşsiz m eziyetlerinden nasip alm ak, ideal bir seciye örneği diye onu iyice tanım ak im kânı bulurlar.»
Diyor ki, m erhum un hâtıraların ın yayınlanm ış olduğundan da haberi olmadığı anlaşılıyor. «Bütün hayatına a it vesikalar da» yazık ki, çeşitli sebeplerle m uhafaza edilemem iştir.
Nihayet, bu günün en eski ve başarılı gazetecilerinden «Şeyh-ül m uharririn» durum unda olarak, Rauf beyi hiç olmazsa kalem sahipleri arasında bir çoklarından iyi ve yakından tanımış olması gereken Burhan Felek de bakınız, yana yakıla,
sorum lu ve suçlu arayarak, beni nasıl tey it ediyor:«Rauf beyin Ham idiye süvariliğinden başlayan gözü
pek, biraz bıçkın bir genç bahriye zabitliğinden, Londra Sefir i olduğu zamanki, A m irallik Birinci Lordluğuna gıpta e ttirecek centilm en diplom ata kadar değişikliklerini hâlâ T ürk iye’de pek az kimsenin bildiği, daha açık tâbirle pek, am a pek çok kimsenin bilmediğini, ölümü dolayısiyle fark ettim . Üzüldüm, üzüldüm, çok üzüldüm... D ikkat ederseniz, Devlet Radyosu bile m erhum dan hep Ham idiye K ahram anı diye bahsetti durdu. Halbuki Rauf beyin büyük hizm eti, İnönü’nün de dediği gibi .m illetin m innetine lâyık hizm eti, Millî M ücadele sıralarındaki H üküm et Başkanlığı sırasında idi. Yapılan millî cenaze töreni de ondan dolayı yapıldı.
Hamidiye süvariliği Rauf beyin gençlik devrine ait bir m acera sahifesinden ibaretti. Yani Rauf bey, Osmanlı Devletinin değil, Türkiye C um huriyetinin b ir büyük adam ı olarak tarihe geçti... Ama Devlet Radyosu onu Osmanlı devrinden b ir tü rlü ayıramadı... Tabii kasden değil.
Zaten nadir olan kıym etlerim izin böylece çabucak unutulu- verm esi sade bizim —nankörlük dem iyeyim — gafletimizden değil, b iraz da m em lekette böyle m alûm atı toplayan eserlerin olm ayışındandır. Birisi istese Rauf bey hakkındaki m alûm atı nereden alacak? Bakkaldan mı? Hani Tarih K urum u? Kimse var mı oralarda?»
*£ «
T ) urum işte budur: Yıllarca kendisi ile b irlikte çalışa- ^ rak, her halini yakından görmüş ve bilm iş olanlardan,
Devlet Radyosunun başında bulunanlara kadar herkes «Türkiye C um huriyetinin b ir büyük adam ı olarak» tarihe geçeceği m uhakkak olan Rauf O rbay’ı, ya çeşitli sebeplerle un u tmuş görünm ekte veya bütün vasıflariyle tanım am aktadırlar.
Şu halde, hakikaten unutm uş veya unutm uş görünm ekte olanlara; onun bu m em leketin nadir yetiştirdiği her bakım dan büyük b ir insan olarak katiyen unutulam ıyacağını, ve tanım ı- yanlara; bu m em leketin kurtu luş tarih in i iyice bilip kavram ak için, bu tarih in baş m im arı eşsiz Ö nder’in, kendi ifadesiyle en yakın yardım cısı olan büyük vatanseveri bütün cepheleri ile, her hali ile tanıtm ak gerektiğini düşünerek, biz, Rauf beyin son zam anlarına kadar yakınında bulunm ak m azhariyetine e r
miş bir insan sıfatiyle, gücümüzün yettiği kadar bu ödevi başarm ağa çalışacağız.
Baştan aşağı ve aralıksız, m em leket uğrunda hizm etlerle geçmiş bir uzun ve şerefli hayatı, nihayet ikiyüz sahifelik bir kitabın sınırı içine sığdırm ak imkânı olmadığını elbette biliyoruz.
Rauf beyin, yalnız genç yaşında hayatına mal olacak dereceyi bulm uş olan Sultan Ham it istibdadına karşı mücadelesi Trablusgarb ve Balkan ve Birinci Dünya Savaşları esnasındaki denizcilik faaliyetleri ve 'n ihayet «Hamidiye» ile akınları ve İkinci Dünya Savaşı günlerindeki Londra Büyükelçiliği bile, ayrı ayrı ciltler dolduracak kadar birbirinden önemli o lay lan ihtiva etm ektedir.
Biz, bu kitabım ızda, yerim izin sınırlılığını hesaba katarak , daha ziyade «Millî Mücadele, İstiklâl Savaşı ve Türkiye Cumhuriyetindeki Rauf beyi» tanıtm ağa çalışacağız.
Esasen, daha öncesinden bahsetm ek yetkisini kendimizde bulmuyoruz.
Görüleceği gibi, Rauf beyle bütün görüşm elerim izde, bütün hasbihallerim izde, bütün dertleşm elerim izde daim a Millî Mücadeleye giriş ve zafere ulaşışdan başlayıp, sonralarına kadarki bitm ez tükenm ez olaylarla dolu günler içinde kalm ışızdır ki, zaten bu konuların derinliğine dalındıkta, a rtık başka tarafları kurcalayıp kaale alm ağa vakit bulunmazdı.
Bu sebeple ileride yayınlanm ak üzere bana an la ttık ları ve yayınlanm ış olan hatıralarile , zam an zaman almış olduğum notlardan faydalanarak m eydana getirdiğim bu eserin, bilhassa Türkiyenin kurtarılm asında A ta tü rk ’ün en yakın yardım cısı o lan büyük vatansever Rauf O rbay’ı, gelecek kuşaklara örnek olacak bütün özellikleri ve cephelerde tanıtm ağa yetecek n itelikte olacağını zannediyorum .
Zannım da aldanm adığım ı görürsem, her m illetin kolay kolay yetiştirem iyeceği ve varlığiyle öğünebileceği ayarda tertemiz, asil, büyük ve kahram an bir Türk vatanseverini, y u rtta şlarım la karşı karşıya getirebilm iş olduğum kadar, o büyük vatanseverin ruhunu şâd. edebilmiş olduğum için de Ulu T anrı’ya şükürler ederek duyacağım hazzın hududu yoktur.
Erenköy — 1 Ocak 1965
KANDEMİR
N efsin i fe ra g a tle v a k fe ttiğ i yurdu ve m ille ti uğrun a, sarsılm a* bir azm ü iy m a n ve yoru lm ak bilm ez bir aşk ü şevk le ça lışarak d a im a tem ayü z ede ede k ah ram an lık m erteb esin e yü k selen , b ü tü n bir öm ür boyu nca da karakter sah ib i, tertem iz, dü rü st, m ert, faz ile tli
bir in sa n örn eğ i k a lm asın ı b ilen b iiyük va tan sever R au f Orbay - 1960 ta lu resm i.
Hân İÜ M İ^'İK , capA T YAHLIÛI
Aıtuuz. Soyaduıa :Dotftfm yılmış i/f*/ . - Doğum Yerim* : - A İ~" ¿^£ IM n n n n A d ı: -¿C u .-z+ ıjjt.:Atmanın d̂ı /V^y.+ iy*.Meetepnis :■v Adnşlaiş c«ie kc« m a.ı— ..........
J34*<£i.-US+ J*C1 .yU—W
İş *i rimel nf ıı :
-/<
Bşniıio AABpgıbin Aile Adı / »• /<
Hpniriıı Doğ\un Yılı ve Doğum Yeri
Çucukhnnısm lalmleri ve Dagum Yıllan
f /* «BikUginiı Yebtaei DUkr/H * . ı a l .........
v-f>-
Okudugum» İlkokulun AA ve Bltlnne Yılı :- yk-*A~*İ xA^<-Vi -
OrU Okuhın Adi V# Bâttan* Y^ı :-d : •■-*£-- «~...
Lisenin Âdı ve ̂Ettirme Yılı «¿«*Uoc> MiA/i t‘Â U /A-lA—Şnivenâte *P FekUtteoln Adı vtjBttJnne Yılı : /& - 7-9
Btadfltnİı IColektarieki D eftnsta r v» Yıllan :
Eeerlcrlnis : :tı t Tmvîm( Yitim TiBm» Ha)
//
GOrdüdUnUı Devlet Hizmetleri ve Yıltan
.¿¿i/aj-Lu .-¿veZjx»r ¿•L*u,Z*\ /e* »tıe-'tıeCh'nid.(c -
/jjrl i ^yu z ¿a tTH u n d Milweeekrde Gvidi:^uıtiie Vaiiiii-.r vs Y;i;y.rı
J/'i
Okhij^urua Cemiyetler ve Kuiöpkr
Spor <■» Cmu aMneın» e« ı» « frı«ı*t»>
~ ^'***ciMfinhlı 4>ldıı fimin Şeyler : ır* *•*■*•>«
Seynbnt ımaiıaş*.**. mı M e e* m. .. -*»̂y »4 •
¿s/vua ZL*jv̂»i, tA/Ç* <’«'•14Ğ7+—. j,iv> Avl i/t-*'Yukaıdaki enaltar difindn hueiwl bıyıtııuıi) baınıluıııı a , vhlm etkr1nla. vedfelarlaisn eserlerinlxe, «J [*«!«* ve grt^ U r ta m ı i t nrsıı ettiğinin niibloi meeeleleıl ydums ;
/ / > &L&LAy
.(Kim kim dir» k itab ı için istenen an k e t varakasın ı doldururken R auf Orbay: «Gördüğünüz Devlet Hizmetleri?» sorusunu yine m uhakkak ki büyük tevazuunun tesiri a ltın d a sadece «Torpitobotdan d re tn o ta
kadar kum andanlık , Bahriye Nazırlığı» diye a ltı kelime ile cevaplandırm ıştı.
HATIRAT NASIL YAZILDI?
Rauf Bey m erhum la «Hatıralar» konusuna ilk defa, büyük, elçilikten istifa ile Londradan dönüşünde, kendisini ilk ziyaretim de tem as ettiğim zaman, hiç unutm am , bu lâfın edilmesini dahi istemediğini belirten b ir davranışla:
— Hayır, demişti. K at’iyyen böyle birşey düşünm üyorum , «şöyle yaptım , böyle ettim» diye b ir takım şeyler anlatarak, kendim den bahsetm ek benim yapacağım iş değildir.
— Fakat bey efendi, siz bunu yapmazsanız, yakın tarih imizin bir çok önemli olayları karan lık ta kalacak, bilinmiyecek- tir.
— Ne münasebet?.. M emleket uğrunda yapılan hizm etler daima m üşterek çalışm aların eseridir. Hiç kimse, tek başına iş göremez, önemli bir iş görülmüşse, m utlaka güvenilen m illetin yardım ı ve b ir çok arkadaşların m üşterek çalışm aları ile m uvaffak olunm uştur. Meselâ ben «Hamidiye» de her zaman, her birini sevgi ve takdirle andığım, o kıym etli arkadaşlarım olmasa idi, tek başım a ne yapabilirdim ?
M erak etm eyin, hiç b ir şey karanlık ta kalmaz. Ne tekim , Ham idiye’nin m enkıbelerini de, içinde bulunm uş ve her safhasını yaşam ış olan arkadaşlar zam an zam an anlatıp, pek âlâ aydınlatm ıyorlar mı?
— Gerçi öyle ama, sizin anlatm anız başkadır. Her işin bir başı vardır. İşi düşünen, tertip leyip idare eden o baştır. Başarıda, o başın rolü inkâr edilemez
— Be birader... F ilân yerde, falan işte m illetin içinden bir i baş olunca, her şeyi o m u yapm ış olur?. Böyle şey yok. Her işin başı, m illettir. Şu işte tesadüfen, ben baş olmuşum, ben olmasaydım, b ir başka arkadaşım olacaktı...
— M üsaadenizle sorabilir miyim beyefendi, meselâ «Hamidiye» ile, o m üşkül şa rtla r içinde akmcılığa başlam ak üzere Akdeniz’e çıktığınız zam an Îstanbulda bunca denizci a rkadaşlarınız, ha ttâ sizden rütbece çok yüksek yarbaylar, albaylar varken, neden bunlardan hiç b iri böyle bir harekete a tılm ağa...
— A tılabilirlerdi... E lbette benden çok liyakatlileri vardı ve atılabilirlerdi... Tesadüf beni attı.
— Hayır beyefendi... Netekim ondan çok sonra, Millî Mücadeleye başlam ak üzere M ustafa Kem al Paşa ile Anadoluya geçişiniz de bi r tesadüf eseri değildi. M ütarekenin o kara günlerinde, üm itsizliğe bürünm üş koca îstanbulda, m em leketi kurtarm ak için çareler arayan bunca devlet ricali ve kum andanlar arasında, en doğru yolu bulup, m utlaka Anadoluda mücadeleye girişm ek lüzum u üzerinde ittifak eden M ustafa Kemal Paşa ile sizdiniz. Bu bir tesadüf değildir.
Hepimiz artık biliyoruz ki, M ustafa Kem al Paşa ile siz, uzun uzadıya çalışm alardan, uğraşm alardan sonra bu noktada ittifak edip iş birliği yaparken, Kâzım K arabekir Paşa ile Ali F u a t Paşadan başka arkadaş da bulam am ıştınız. Bu arkadaşlardan gayri hiç kimse, ne Padişah, ne Vezirleri, ne de koca im paratorluk m erkezi İstanbulu dolduran bunca paşalar, âyan, erkân ve aydınlardan hiç biri, sizinle ayni inançta birleşip, harekete geçmeyi k a t’iyyen kabul etm em işlerdi. Ohalde...
— Belki...— Belki değil, m uhakkak...—■ F akat bundan ne çıkar? Biz Anadoluya geçtikten son
ra, ne yapıldı ise m illetin m üzahareti ve yardım ı ile yapıldı. Asıl olan, kahram an olan daim a m illettir. Hiç şüphe yok ki, o m illeti gerçeği anlatarak, tehlikenin büyüklüğü karşısında azim ve îm anla birliğe ve nihayet zafere sevk eden M ustafa Kem al Paşadır. Bu suretle, m illeti şahsında tem sil eden de o büyük adımdır.»
Rauf bey sustu.Zaten biliyordum . Fakat bugün ilk defa konuyu açıp, üze
rinde tartışırcasına durup çabaladıktan sonra onu, söylenecek sözlerin, ileri sürülecek sebeplerin, en kuvvetlileri karşısında dahi fikrinden, ha ttâ kararından döndürm enin im kânı olm adığım gördüm. Yalnız, acaba zamanla, bu ka t’î fik ir ve kararın biraz olsun yum uşayabilm esi ihtim ali yok m u idi? Kim bilir?
O gün, bu konu bu kadarla kaldı. Başka şeylerden konuştuk. İlgilendiğim i gördüğü Millî M ücadele ve İstiklâl Savaşı esnasında olup biten bazı önemli olaylar hakkında, aydınlanm ak isteklerim i sam im iyetle karşıladı.
«— Am a bak, şerefin, nam usun üzerine söz ver ki, yazm ayacaksın.» kaydiyle, b ir çok sorularım ı, izahlarla cevaplandırdı. O tarih te henüz Millî Mücadele erkânından hiç b irin in hatıra la rı yayınlanm am ış olduğundan içyüzünü bilmediğimiz, yah u t yanlış ve noksan bildiğimiz bazı olayları, o gün ilk defa, Rau f beyin ağzm dan dosdoğru şekilleriyle öğrenm iş oluyordum .
O günden sonra, yakın tarih im iz konusundaki çalışmala- Timda, lâyıkiyle kavrayam ayıp, içinden çıkam ayarak tak ıldığım herhangi b ir nokta karşısında kaldıkça, daim a elim deki notlarla Rauf beye gider, onun sağlam lığına hay re t ettiğim ha- îızasiyle, vesikalarından faydalanarak aydın lan ır ve bu esnada fırsat buldukça yine h a tıra t konusunu açar... Fakat he r seferinde, ayni neticeye, «Bu lâfı etm ek bile istemediği» neticesine vararak, yine biraz beklem ek gerektiğini anlardım .
B ir defasındada, Enver Paşadan söz açıldığı b ir sırada, benim Paşa ile T ürkistan yolundaki son tem asım ı anlatırken: «şüphe yok ki, büyük bir vatanseverdi. Fakat tecrübesizliği ve bilhassa kabına sığam ıyacak derecedeki cesaretle atılganlığı sle her şeyin yapılabileceği vehm ine düşüşü, m em lekete çok pahalıya m al olm uştur. Ben bunu, kendisine de söyledim. Gözleri yaşararak bana verdiği cevabı şu idi:
«— Ben m em leketim e bilerek, istiyerek fenalık edecek bir adam değilim, ne yaptım sa sadece m em leketim in, m illetim in laayn için yaptım . H atalarım olmadığını iddia edemem. Ancak İçinde bulunduğum uz zam anın şartları, icapları ve zaruretleri nazarı dikkate a lınarak verilecek hüküm isabetli olabilir. Bu hükm ü de elbette tarih verecektir» deyişim üzerine Rauf Bey:
— Doğru... deyince, ben gene:— Doğru ama Beyefendi dedim, tarih hükm ünü verirken,
Enver Paşayı dinliyem iyecektir. Enver Paşa, aşağı yukarı on iki yıllık askerî ve siyasî hayatın ın hesabını verm eden, yani hatıra diye üç beş sayfacık b ir şey dahi bırakm adan göçüp gitmiştir. K endi hesabına, en büyük hatası bu değil m idir?
Rauf Bey uzun uzun yüzüm e bakarak, hafifçe gülümsedi:— Be birader, senin derdin de hep bu!... illâ h a tıra t... He
le Enver Paşa gibi, durm adan çalışan b ir adam hatıra ların ı yazmağa nasıl vakit bulabilir?
— T alât ve Cemal Paşalar nasıl buldular? Bilhassa Is ta n - buldan ayrıld ık tan sonra Enver Paşanın da yapacağı şeylerin ilki, bence bu idi. Netekim ötekiler bunu, pekâlâ denemezse Je, bir dereceye kadar yapm ışlardır. Talât Paşanın ha tıra la rı gibi, Cem al Paşanın ha tıra la rı da, içinde bulunm uş oldukları devrin şa rtla rı ve icaplarına uyarak yapm ış olduklarını izah etm eleri bakım ından kendileri için de, m em leket için de h e rhalde faydalı olm uştur. Bu inkâr edilebilir m i?
— H ayır...A m m a, herkesin b ir düşüncesi var. K im i şöyle düşünür yazar, kim i yazmaz... Sen şimdi onu bırak ... Dışarda
F : 2
ne var ne yok... Babıâli ne âlem de... Eskiden arasıra kitapçılara uğrardım . Şimdi pek gidem iyorum ... Hilmi ne yapıyor, o da artık ih tiyarladı...
Ve daldık Babıâliye...1958 yazı idi, Rauf Bey, âdetleri üzere, haziran ortalarında,
rahm etli babalarından kalan, Erenköydeki yazlıklarına gelmişlerdi. B urada kapı komşusu denecek kadar yakın olduğumuzdan daha sık görüşmek im kânı oluyordu.
«Hoş geldiniz» e gidişimizin haftasında, hem şireleri İffet Hanım efendi ile birlikte, bizi şereflendirdiler. Rahm etli anneciğimin elini öperek hatırın ı sorarlarken, söz tabiatiyle eski günlere, babalar, analar, amcalar, dayılarla yaşanan ve artık hayali pek değerlenen günleri anm ağa geldi.
Annem in dayısı olan - 31 m art hâdisesinde Yıldızda Sultan H am id’in gözleri önünde, asiler tarafından şehit edilen «Asar-ı Tevfik» süvarisi- Ali Kabuli Bey» Rauf Beyin de eniştesi idi. Bu arada, genç bir bahriye zabiti iken Sultan Hamid tarafın dan T arabulusgarb’a sürülen Şeref kurbanlarından olan babamın da, hürriyet uğrundaki m ücadelelerinde yıllarca çektiklerinden bahsedilirken, ben;
— O da bir devirdi ki, artık tarih oldu. Fakat rahm etli babam o devrin içinde yaşadığı o kasvetli, azaplı günleri m untazaman tu tm uş olduğu notlarla, pek güzel tesbit ederek, hakikaten büyük bir hizm ette bulunm uştur. Sultan Ham it istibdadının (Şeref K urbanları) içinde eğer babam da hatıraların ı m untazam an tutup, sonra da çeşitli k itap lar halinde yayınlam amış olsaydı, istibdat tarih in in önemli bir faslı belki de ilâni- haye karanlık ta kalıp bilinmiyecekti. Değil mi Beyefendi?» deyince, Rauf Beyin;
«— Şüphesiz... H akikaten öyle...» deyişi üzerine dikkatle yüzüne bakarak, hatıra konusuna tem asa m üsait b ir hava içinde bulunup bulunmadığım ızı sezmeğe çalıştım. Hayır, yine is tem iyordu. Bunu anlayınca, başka konulara daldık. Lâkin, o benim, «acaba nihayet bir gün yum uşam ak ihtim ali olmayacak mı?» ümidim sönmiyordu. Nitekim, bir başka gün Lozan Konferansının sonlarına doğru İsm et Paşa ile aralarında husule gelen anlaşm azlığı konuştuğum uz sırada, İsm et Paşanın Lozandan yazdıklarına vaktinde cevap alam ayışından şikâyetçi olduğunu, halbuki o günlerde A vrupa ile m uhaberenin ancak İngilizlerin kontrolü a ltındaki Köstence yolu ile yapılabil- diğini, Çörçilin hatıralarında anlatm ış olduğunu söyleyince,
ben yine hem en ha tıra t bahsini açıverdim . Durakladı:— Be birader, dedi. Çörçil dostum dur. M ünisap zam an ge
lince hatıraların ı neşredeceğini bana söylemişti. Onlar böyle şeylere alışm ışlardır. O ralaraa bu âdettir. Burası, İngiltere değildir. F akat buna rağm en, ben de belki m ünasip b ir zam anda bu işi yapacağım. Yalnız, yazdıklarım ın ancak benden sonrar yayınlanm asını vasiyet edeceğim.»
Bunu ilk defa söylüyordu.— Beyefendi, dedim, Allah size çok uzun öm ürler versin.
Fakat ben em inim ki, son ânınızda bu fikrinizden cayarak, y ine k a t’iyyen yayınlanm am asını tavsiye edersiniz. Sonra, ha tıraların sizden sonra yayınlanm ası çok m ahzurludur. Biri çıkar da Rauf Beyin hatıralarındaki şu, şu noktalar yanlıştır. Öyle olmamış, böyle olm uştur, işin aslı başkadır filân derse, kim cevap verecek, doğruluğunu kim isbat edecek?
Gülüm siyerek yüzüm e baktı:— Sen, dedi, herşeyi biliyorsun, hepsini sana anlattım .Ben de gülümsedim:— Ya ben de göçmüş bulunursam ? Sonra bilmediğim, iç
yüzünü iyice bilm ediğim bir m eseleye tem as ederse? Esasen benim, doğrulam am ın ne hükm ü olur?
— Be birader, o kadar uzununa ne gidiyorsun? İşte sağ’ım, gözlerim in önünde bir çok hâdiseleri yanlış, hattâ tam am en ve kasten tah rif ederek anlatıp duruyorlar da, ne yapıyorum ? Bövleleriyle konuşm anın ne faydası olabilir? Vesikalara dayanan hadiseleri bile, m utlaka tahrif etm ek itiyadında olan bir takım ların ın m aksatlı oyunlarına gelip bunlarla ağız dalaşma girm ek, benim harcım değildir. V arsın söylesinler, yazsınlar, ben böyleleriyle polemiğe mi tutuşacağım ? Hayır, b ırak bu işleri... Ben böyle bir vadiye sürüklenem em ...»
1959 tem m uzu idi, Rauf Bey yine Erenköydeki köşklerine gelmişlerdi. A krabam dan ve eski m ebuslardan Em rullah N u tku ile b irlik te ziyaretine gittik. Rauf Bey E m rullah’ı görünce, bahriyem izin pek değerli ve cesur fik ir ve kalem sahiplerinden olan m erhum babası Süleym an N utku Beyi hatırladı.
«Ömrünün sonuna kadar denizciliğimizin hayrına feragatle çalışm aktan geri durm ayan böyle insanlar kolay kolay yetişmiyor. Yeri hâlâ boştur. Bugün bir A li Riza Seyfi de yok. Denizcilik m evzuunda b ir ayaklı kütüphane idi. Pek güzel İngilizce de bilirdi. Londraya giderken, Elçilik kadrosuna alm ıştım. Çok istifade ettim ...»
Ali Rıza Seyfi m erhum da akrabamızdı. A nî b ir hatırlayış-
H atıra lar yazılırken başbaşa çalışıldığı günlerde... la R auf B eyin sözünü kestim :
— B ilm em iy i iıa tırlıy o rm u y u m B eyefendi, A li R iza Seyfi m erh u m , ban a L o n d rad a ik en b ir kısım h a tıra la rın ız ı yazm ağa başlad ığ ın ızı söylem işti.
— E vet, dedi, öyle b ir şey ler y ap m ak istedik.. B irinci D ünya h a rb i sonu ile M ondros M ütarekesi m ü zak ere le rin in n o tla n üzerin d e çalıştık . A li R iza S ey fi’n in b an a çok y ard ım ı oldu.
— O ndan sonrası, h a ttâ daha ev v e lle ri B eyefendi?— Be b irad e r, o k ad a rın ı da A li R iza S ey fin in ısrariy le ,
dağ ılm asın , un u tu lm asın , d erlen sin top lansın diye y ap tık ... O nd an sonrası, ondan evveli de belk i m ünasip b ir zam anda yapılır... A celesi ne? B enden son ra n eşr edileceğine göre...
V e h em en konuyu değiştird i. G enç yaşında henüz H eybeli B ah riy e O kulu öğrencisi iken M illî M ücadeleye k a tılm ış b ir esk i denizci olan E m ru llah N u tk u ’ya d ıv a rla rd ak i boy boy «Ha- m idiye» re sim lerin i göstererek , pek ta t l ı b ir denizcilik bahsine g ird i. O gün de öyle geçti. «B eklerim y in e b u y u ru n , a r tık yak ın ız , sık sık gelin» iltifa tla rın a te şek k ü rle r ed erek ay rıld ık .
B ir h a f ta k ad a r sonra, y in e E m ru llah N u tk u ile b irlik te z iy a re tin e gideceğim iz s ırad a kardeşim B edia :
«Ağabey, n e o lu r a r tık h a tıra filân d an bahs etm esen iz ...
S in irlen iy o rla r, iy i olm uyor.» tavsiyesinde b u lunm uştu .G ittik . P ek neşeli ve ra h a ttı. G ü le r yüzle k arş ılay a rak , b ir
kaç gün evvel kend isin i z iy are te gelen ingıiizlercten bahse tti: «Kıi’K y ıllık İngiliz dostlarım , u n u tm u y o rla r, T ü rk iy ey i z iyare te gelen o ğu lla rın ı bile, Is tan b u la g iae r g itm ez evvelâ, onu görüp, bizim ıçm e lle rin i sık ın , h a tır ın ı sorun.» d iye gönderiyorlar. in san m ütehassıs o luyor. B ir k ah v en in k ırk y ıllık h a tır ı say ılır d en ir am a, bu n a itib a r ed en le r a r tık b aşk a la rı... d e rken, bahis In g ilte red e geçen g ü n le re dökü ldü ve K auf B ey k âh genç b ir b ah riy e subayı, k âh an lı şan lı b ir donanm a k u m an d anı, k âh işsiz güçsüz b ir esk i d ev le t adam ı, k âh b ir b ü y ü k elçi o larak , fak a t y ılla rca g idip g e lerek ö m ür sü rd ü ğ ü İn g ilte re ve L ondrada geçen g ü n le rin in acı ve ta tl ı an ıla r ı içinde, pek hoş b ir sohbete aald ı. D aha başka şey le r de konuşu ldu . F a k a t k a r deşim in tavsiyesine uyarak , h a tıra konusuna, im a yo lu ile dah i tem as etm em eğe çok d ik k a t e ttim . N ihayet, m ü saad e lerin i rica ederek , kalkm ağa dav rand ığ ım ız sırada, ü stü n d e İngilizce d erg ile rle bazı k itap la rın b u lu n d u ğ u e ta je rin in a lt gözünden a ld ığ ı b ü y ü k b ir zarfı:
— B ir şey ler okum ağa v ak tin v a r m ı? d iye ban a uza ttı.— O kum aktan , y azm ak tan başka ne işim iz v a r B eyefen
d i... deyişim ü ze rin e :
Her kelime, h e r etim le üzerinde titizlikle dururdu.
— Öyle ise, şuna bir göz gezdir, sonra bana m ütalâanı söyle .
— Em redersiniz, m em nuniyetle... diye şişkince m uhteviyatın ın ne olduğunu bilmediğim, onun da söylemediği zarfı a ldım.
İki adım ötedeki evimize dönüşümde, itiraf ederim ki, büyük b ir m erak ve sabırsızlıkla zarfı açıp da içinden çıkanı görünce, gözlerime inanam adım .
Bu «Hatırat» dı.B irinci dünya harb i sonundan, Mondros M ütarekenam esi-
n in imza edildiği güne kadark i ha tıra t...Kardeşim de, Em rullah N utku da benim kadar şaşırmış,
bakıyorlardı.İlk hayretim , şaşkınlığım geçince, büyük bir sevinçle bir
köşeye çekilip, okum ağa başladım. Tekrar tek rar dikkatle okuyup notlar ald ıktan sonra, m ütalâam ı tesbit ettim . Ve üç gün sonra, yine Em rullah N utku ile b irlik te ziyaretine gittiğim izde, elim deki zarfı görünce sordu:
— Nasıl, okudun mu?— Evet, dikkatle okudum ... Çok güzel Beyefendi...— M ütalâan?— Arz edeyim, bence, dili biraz bugünkü neslin de anlaya
bileceği şekle sokmak iyi olur. M üsaadenizle ben, başlangıçta b ir iki sahifeyi, bir deneme halinde öyle yaptım .
— Oku bakayım ...Okudum.— Evet, doğru... Böylesi daha m uvafık... başka?— Bazı konular pek kısa geçilmiş...— Meselâ?...Onları da .anlattım .— Bu da doğru... Tafsilât verilebilir. Başka?— Pek kısa... H atıra t olarak, bu kadarcığı yetmez.— Şimdi o tarafın ı b ırak ... Bunun üzerinde, dediklerin
doğru, dil sadeleştirilebilir, bazı kısa geçen bahislerde tafsilât verilebilir.» dedikten sonra, zarfı tek rar bana uzattı:
— Al öyle yap... Sana veriyorum .O anda duyduğum sevinci ta rif edemem. Bu sefer de ku
laklarım a inanam ıyordum . Teşekkürlerle biraz kendim e gelince :
— Şu halde, Beyefendi, m eselâ bazı bahisleri derin leştirm ek hususunda yapılacak çalışm alarda, sizi sık sık rahatsız e tmem icap edecektir...
— Bir telefon eder, gelirsin... Ben hem en her gün evdeyim ... Rahatsızlık ne demek, bilâkis m em nun olurum.
Bövlece, bütün o yaz boyunca haftada iki üç defa öğleden sonraları, saatlerce baş başa vererek çalıştık.
Birinci Dünya H arbinin sonundan, Mondros M ütarekena- m esinin imzalandığı güne kadark i - esasen hazırlanm ış olan kısm ın rötuşları yapıldıktan sonra, Millî M ücadeleye giriş ve İstiklâl savaşiyle, Lozan’a ve ondan sonraya kadarki kısmı da yeniden, yine baş başa yazıp bitirm em iz, 1960 yılına kadar devam etti.
Rauf Bey bu arada, m utadı veçhile 1960 kışını da A vrupa- da geçirdiği sırada, ben eldeki notlar üzerinde gereken şeyleri yapmış ve kış sonunda îstanbula dönüşlerinde, yine b irlikte çalışmamıza devam etmiştik.
Hepsi tekrar tekrar düzeltile düzeltile okunupta bitince, Rauf Bey
— Şimdi bunlar ne olacak? dedi.Ben, biraz çekine çek in e :— Beyefendi, dedim, elbette şimdi yayınlanacak... Başka
ne olabilir?Birdenbire irkildi, yüzüme, şiddetle itiraz edecekmiş gibi,
sert bir bakışla baktı. Ben sesimin bütün yum uşaklığile devam ettim
— Çörçil’i bırakıyorum , bakın Ali Fuat Paşa ne güzel yayınladı. Esasen bu konuda tereddüde yer olmadığı artık sizce de...
Dememe kalmadı, o her zam anki ta tlı gülümseyişile— Pekiy, pekiy... dedi. Sen nasıl istiyorsan, yap, m üsaade
ettim.Rauf Beyin, bu «muvafakat» kararm a varıncaya kadarki,
hep ve k a t’iyyen «hayır» diyerek gösterdiği büyük çekingenliğin, tereddüdün sebebi ne idi?
Şüphe yok ki, bizzat da ilk eVvel açıkça söylediği gibi, «Kendinden bahsetmeğe» tevazuunun m ani oluşunu düşünmek lâzımdır.
Rauf Bey, bu noktada o kadar hassastı ki, çeşitli vesilelerle gelip kendisinden, bizzat içinde bulunduğu hâdiseler hakkında yayınlanm ak üzere bilgi isteyen hatırı sayılır gazetecilere dahi, m azur görülm esini rica ederek, hiç b ir şey anlatm azdı. H attâ resm inin çekilmesine dahi razı olmazdı. D ikkat edilirse, otuz kırk yıldan beri çıkan gazete ve dergilerdeki yüzler ve binlerce m ülâkatlar ve röporta jların b ir tanesinde bile Rauf Bey görülemez.
rotmpmsioi» fiois.rtm III PfVMINfcbi »(4 ffltfNOM | M1.I«
• •MflMta» ftta+'AU MltVVNc««*cr
v4tr u m' ’f v*A>« jt/St. ^;u<#
, -j* >.. /?0
v*w_ A*r‘ }!&****■ **i2±d- n û i-Â -i w-’
•*- ^.w kiV i.Nj4»f‘vÇİ{5* W*- > -r
4i>:j- . . . , ^ / l . v► «(İ4 -jçijP'- ■*.,%,¿. •' ; ' ' " . V"
A" <-<<i /•—•̂ «■*.«5..i1 • -/pr .̂Ju: 2in fi-.il. ¿iJu.u'J■ ■ * ?. >V; v(J-*1- Şu. C. y—«*SÂ v( u ̂y*S *jiüu.u. K '̂a^UnttjU}
H atıra la rın yazılm ağa başlandığı 1960 yılında m u tad ı üzere kışı geçirm eğe Avrupa’ya giden R auf Bey’in, Nice’den gönderdiği elyazısı ilk m ektubu :
Azizim. K andem ir Bey,
Nasılsınız? İn şa llah ailece afiyet, şahsen de selâm ettesiniz. Biz kardeşim le İs tan b u l’dan Pireye k ad ar iyi, Pireye yaklaşırken fır tınalı hava ile yol aldık. F ak a t P ire’den sonra bu mevsimde üm id edil- m iyecek kadar iyi hava ve çok sak in deniz üzerinde âd e ta kaydık.
Gemi zab itan ı çok işini bilir a rk ad aşla r idi. Her gece sinem alar ve d an sla r te rtip ederek yolculara hoş vakit geçirttiler. Aşçıbaşı d a işinin çok ehli idi, çok leziz yem eklerle herkesi m em nun etti. Çok iftih a r ettim .
M arsilyadan trenle, adresi yukarıda h e r sene kışladığım ız Hotele geldik, güler yüzle karşılandık. S ıhhatim iz iyidir.
K ardeşim size selâm eder, hem şirenizin gözlerinden öper. Ben de hem şirenize selâm eder, sizingözlerinizden öper, havadisler ve afiyet haberlerinizi getirecek m ektubunuzu beklerim»
H. R auf Orbay
Kendi de fotoğraf çekmeyi sevdiği halde, bir gazete fotoğrafçısı karşısında poz verm eyi, «kendini âlem e gösterm ek isteyiş» telâkki ederek, asla kabul etmezdi.
Sonra anlatacağı hâdiselerin, bazı yanlış tefsirlere, suite- fehhüm lere uğratılarak , hiç de istem ediği polem iklere yol açması ihtim alini düşünür ve m illî m ücadeleye nasılsa katılm ış ve etek öpe öpe, tü rlü oyunlar ve yalancı pehlivanlık larla kahram an kesilmiş b ir takım kültürsüz, seviyesiz ve mütecaviz m ahlûkların , zaten bahâne arad ık ların ı her vesile ile ha tırla ta rak: «Allah esirgesin, insan bunlara nasıl m uhatap olur?» derdi.
Ve nihayet, zanederim , zam an zam an hakkında yazılmış ve söylenm iş bazı şeyleri, ha tıra la rın ı yazarak düzeltm enin, yine b ir nevi «kendini meth» gibi b ir hareket olacağı gibi, her şeye rağm en sevdiği ve saydığı bazı kim selerle çatışma haline getirebileceğini düşünürdü ki, b ir gün A ta tü rk ’ün Büyük Nut- ku’ndan bahsedilirken:
«— İşte bak, A ta tü rk te hatıraların ı yazm am ıştır. Büyük N utkunun adından da anlaşılacağı .veçhile, sadece b ir siyasî nu tuk tan ibaret olduğunu, bizzat kendisi de söylem iştir. Bana bunu geçenlerde Profesör Âfet Hanım efendiden itişenler söylediler.»
Demiş ve ilâve etm işti:«Ah keşke öm rü vefa etseydi de, ha tıra ların ı da yazabil-
seydi...»Burada, b ir zam anlar Rauf Beyin yakın larında bulunm uş
•lan em ekli Deniz A lbaylarından Yavuz Senem oğlu’nun son günlerde yayınladığı hatıra lardan şu satırları alıyorum :
«Kendisine, bizim öğrenip tanıdığım ız R auf Bey ile, bir çok eski yazı ve konuşm alarda ifade edilen Rauf Bey arasında büyük fark lar olduğunu söyledim. İşitmemezliğe geldi. Mevzuu tam am en değiştirdi. F akat h e r fırsatta bu m erakım ı tekrarladım . N ihayet b ir gün:
«— Büyük adam ların siyasî konuşm alarında ve yazılarında kendileri yoktur. Siyasî anlayışlarının m üdafaası vard ır. Belki o günkü siyasî hava öyle icap ettirm iştir» dem ekle yetindi...
İşte Rauf Bey bu düşüncelerle uzun b ir tereddü t devresi geçirdikten sonra, ha tıra ların ın yazılıp yayınlanm ası kararım verm iş ve böylece yakın tarihim izin b ir çok karanlık ta kalm aya m ahkûm önemli olaylarını aydınlatm ak suretiyle, m em leketine yaptığı son hizm etin de verdiği huzur içinde hayata gözlerini yum m uştu.
M uzaffer B aşk u m an d an G azi M ustafa K em âl P asa büyük zaferden sonra B aşvek il R au f B ey ’e sun duğu resm in in ü stüne su cüm leyi ya
m iT a L k S t '” 1" . ' 1* * * " > • * » . T ü rk ly e ji kurlar!m ak ta hak ,k , m um ve m üzah irim k ardeşim R a u f’a»
VATANI KURTARMA YOLUNDA..
B üyük zaferle vatan ın ku rtu luşundan sonra, A ta tü rk ’ün: «Türkiyeyi k u rta rm ak ta hakikî m uin ve m üzahir kar
deşim.» dediği Rauf O rbay’ın, hakikaten böyle olup olmadığı, oldu ise bu ku rtarılış dâvasında M ustafa K em al’in nasıl, ne suretle, neler yaparak belli başlı yardım cısı olduğu, meselesi, b ir çok sebeplerle artık , tarih huzurunda bütün berraklığı ile a y d ı n l a t ı l m a s ı gereken b ir mesele haline gelmiştir.
A tatürk hiç kimseye, bu kadar sarahatle, «Benim Türkiye- yi ku rtarm ak ta hakiki yardım cım ve m üzahirim kardeşim» dememiştir.
Ve A tatürk , hiç kimseye h a tır için de olsa, değerinden fazla, hele böylesine iltifa tta bulunup, hak etm ediği payeyi veren adam da değildi.
Birgün, bu konuya tem asla, bu yardım cılığın nereden başlayıp, nereye kadar ve ne su retle gittiğini bizzat ağzından dinlem ek m aksadiyle Rauf Beye sorm uştum . Verdiği cevapta: «Vatanın kurtulam ayacak b ir inkıraz felâketine uğradığı günlerde, o ümitsiz, kasvetli hava içinde, m üm kün olabilenin yapılm ası çarelerini ararken , ancak eskiden beri her tü rlü vasıflarını, m eziyetlerini yakından bildiğim M ustafa K em al’in e tra fında toplanm ak suretile b ir şeyler yapılabileceğine inanarak, ona bağlandım. Bu bağlılığı sonuna kadar, her şeye rağm en, m illî b ir vazife sayıp, tam b ir işbirliği ile m uhafaza ettim .
M ustafa K em al’in iki değerli silâh arkadaşından başka, kim senin böyle düşünüp, böyle davranm adığı bir zamanda, benim yaptığım işte bundan ibarettir. Yaptığımı inanarak, yaptım . İnancım da aldanm adığım ı da ham d olsun gördüm. Mustafa Kem al olmasaydı, bu m em leket böylesine b ir kurtu luşa zor m azhar olurdu. M illetlerin m üşkül zam anlarında dört gözle arad ık ları ve çok defalar da bulam am ak talihsizliğine uğradıkları (H alâskâr-kurtarıcı) dediğimiz m üstesna şahsiyetin bütün vasıflarına m alik b ir baş olarak, her şeyi yapan O’dur. Fakat bu arada, Kâzım K arabekir ve Ali Fuat Paşaların da candan yardım ım asla unutm am ak lâzımdır.»
— Lâkin M ustafa Kemal, bu yazısı ile sizi belli başlı, «tek» yardım cı olarak, herkesten ayırıyor. İfade gayet sarihtir.
— Olabilir, am a gerçek budur. M ustafa Kem al ile A n a d o luya geçtiğim iz zaman, K arabekirle Ali F uat Paşalar bü tün varlık ları ve kuvvetleriy le bize bağırların ı açmamış olsalardı, zaten vaziyetin iç yüzünden henüz habersiz olan Anadoluda, biz tek başımıza, kime derdim izi anlatıp , ne yapabilirdik? H erkesin hakkını verm ek lâzımdır. K arabekir ve Ali F uat Paşalar Millî M ücadelenin iptidasında, Anadoluda m evcut silâhlı kuvvetlerin başında idiler. Bize karşı cephe almış, h a ttâ kayıtsız kalm ış olsalardı, Anadoluda tu tunup iş görmek im kânını bulamazdık. Bunu kimse inkâr edemez. Yalnız b ir m ühim nokta var. M ustafa Kem al de, belki bu nokta üzerinde durm uştur.
— Ne gibi?— A nadoluya geçmeden önce, İstanbuldaki vaziyet... Ben
M ondrostan döndükten sonra, orada imzaladığımız m ütareke- namenin, ta tb ikat safhasını takip ediyordum . Bu m aksatla M ondros’a, am iral G altrop nezdinde - gerekli talim atı vererek - irtibat subaylığı vazifesiyle, itim at ettiğim bahriyeli arkadaşlardan Şevket Beyi (Doruker) gönderm iştim . Bu arkadaştan aldığım raporları hâlâ saklarım . B unlara göre, İngilizler ilk günler, bana katî şekilde verdikleri sözü de tu tarak , m ütareke hüküm lerini sadakatle tatb ika başladılar. Bu hal, benim de Bahriye Nazırı buulnduğum A hm et İzzet Paşa kabinesi iş başında kaldığı m üddetçe devam etti. Fakat biz, istifa ile çekildikten sonra, ingilizler m ütareke hüküm lerin i âdeta hiçe sayarak, başlarına buyruk hareketlerle asıl m aksatların ın ne olduğunu, yani dünyaya hükm eden muazzam kuvvetlerine güvenerek, bizi eze eze im haya karar verm iş olduklarını fiilen belirttiler. İşte o zam an ben, m em leketin başına tahm inleri aşan b ir ağırlıkla b ir anda çöken bu felâketin kararttığ ı bunaltıcı hava içinde kurtu lm anın çarelerini a raştırırken , eskidenberi tanıdığım bazı değerli, vatansever arkadaşlarla tem asta bulunuyordum. O zaman İstanbulda, İttih a t ve T erakki’den kalan en temiz, dürüst, m em leket uğrunda her fedakârlığa hazır bildiğim vatanseverlerden K ara Vasıf Beyle, A rabyan hanında yazıhanesi bulunan tüccardan Haşim Beyle hem en her gün buluşur, dertleşirdik. K ara Vasıf Beyi eskiden tanırdım . Haşim Beyi de, Kuşçubaşı Eşref Bey vasıtasiyle tanıştığım ağabeyi dolayısiy- le tanışm ıştım . Aydınıı Topçuoğlu Nazmi Beyi de, onlar bana tanıtm ışlardı. B unlar m em leketin kurtu lm asından başka b ir şey düşünm eyen ve bu uğurda h e r tehlikeye, her zorluğa göğüs germ eye azimli vatanseverlerdi.
Daha doğrusu K ara Vasıf Bey, Yenibahçeli Şükrü (Oğuz), iapon Riza gibi bazı arkadaşlariyle, ik tidarı b ırakan İttih a t ve Terakki fırkasın ın İstanbulda kalan faal elem anları idi. Bunlar Talât, Enver ve Cemal P aşaların daha İstanbulda iken, m em leketin kötüye giden vaziyetini d ikkat nazarına alarak, her ihtim ale karşı son b ir m üdafaa tertiba tı alm ak m aksadiy- le gizlice kurm uş oldukları (İslâm İh tilâ l Komitesi) erkânından idiler. İttih a t ve Terakki ortadan kalk tık tan sonra, sahipsiz kalacak olan İstanbulda, düşm anla işbirliği yapm aları ih timali olan azınlıkların, T ürk lere karşı herhangi bir tecavüzkâ- râne hareketlerin i önlemek için, gereken tedbirleri gizlice alm ak hazırlığında bulunuyorlardı. İşte ben, bunların Taksim deki gizli m erkezlerine gider, bilhassa K aıa Vasıf Beyle dertleşir, hergün değişen vaziyete ve bilhassa azınlıkların arttıkça a rtan şım arıklıklarına ve hüküm etin za’fı yüzünden hâdis olan durum a karşı neler yapm ak gerektiğini konuşurduk.
Bu sırada, M ustafa Kem al Paşa da Y ıldırım O rduları G urubu K um andanlığından ayrılarak İstanbula gelmişti. Perapa- las’ta ilk buluşuşum uzda uzun uzadıya dertleşirken, o bana orduların durum unu, ben de ona îstanbuldaki vaziyeti ve bu a ra da m ütareke tatb ikatın ın arz ettiği safhaları izah ettim . Ve M ondrosta, am iral G altrop yanındaki irtiba t subayım ızla bilâhare ona iltihak eden - M ondros m üzakerelerinde yardım cım olan albay - Sadettin Beyden alm ış olduğum raporlara göre; îngilizlerin, Superb zırhlısında im zaladıkları ta tb ikat protokolü gerekince, Çanakkale boğazını işgal ederken, koltuk kalelerin T ürk ler elinde bırakılm asına, büyük istihkâm larda da kendi işgal kuvvetlerin in yüzde onu nisbetinde Türk kuvveti bulundurulm asına ve kale ve kule gibi sabit sayılan k ıt”aların nakil vasıtaların ın bizim elimizde kalm asına m uvafakat e ttik lerini, ve öte yandan İstanbula hiç b ir ecnebi askerinin girmi- yeceğini, İtilâf donanm asının İzm it körfezinde yatm asını, yalnız, başkum andana tahsis edilecek «Piramus» adlı eski, ufak ve silâhsız b ir İngiliz gem isinin Haliç’e dem irliyeceğini, İtilâ f floşunun sade am iral gem ilerinin birkaç saat için Dolmabahçe önüne gelip, d iğerlerinin H aydarpaşa açıklarında bekliyerek kısa b ir bahrî nüm ayiş yaptık tan sonra, akşam üstü bü tün filonun İzm ite dönüp orada kalm asını kabul ettik lerin i, h a ttâ am ira l G altrop’un böyle nüm ayişlerin budalaca b ir hareket olduğunu ve fakat hüküm etinden aldığı em re uym ak m ecburiye
tinde bulunduğunu söylemiş olduğunu ve hattâ, K aradeniz boğazım işgal edecek olan fransızlarm , Trakyadaki kuvvetlerinin İstanbuldan geçilm ek istem elerine karşı, am iral G altrop’- un bunu doğru bulm ayarak, Enez civarından ingilizlerin temİD edecekleri gem ilerle doğrudan doğruya K aradeniz boğazına gönderilm elerini tem in edeceğini bildirdiğini ve hattâ, İngiliz ikinci kum andanı am iral Seym ur’un, G altrop’a hitaben: «Ben İstanbulu görmiyecek miyim?» diye soruşuna, G altrop’un: «Sen, babanla İstanbulu görm üştün, bir daha görmene lüzum yoktur.» dediğini ve G altrop’un, deniz üssü olarak İzm it’te kalacaklarına göre, İzm it civarında av bulunup bulunm adığını, transız am iralinin de, balık tu tu lup tutulm adığını sorm uş olduklarını an lattım ve bilhassa, benim bahriye narızı sıfatiyle am iral G altrop’a, bir telgraf çekip; «Galata’da bir kilisede Hristomos adındaki bir papasın İstanbulun işgal edileceği gün ihtilâlle T ürklere hücum edilmesi lâzım geldiği ve yunan bayrağını kendi eliyle Ayasofya’nın kubbesine çekeceğini ve daha birçok herzelerde bulunduğunu» bild irerek dikkat nazarım çekişim üzerine, onun da bana: «Hüküm etinizin bu gibi asayişsizliklere m eydan bırakm ıyacak kadar kuvvetli olduğunu zan ederim ve rum lar böyle b ir hâdiseye cüret ederlerse, donanm aların ın o anda İstanbulu te rk edeceği» cevabını verdiğini, ve yine M ondros’ta am iral G altrop’un hüküm etinden aldığı «Musul vilâyetini İngiliz k ıt”aların ın işgal edecekleri kararını» bize bildirm esi üzerine, bunun m ütareke şartla rına aykırı olduğundan bahisle vaki olan itirazım ızı Londra’ya bildirişinin ertesi günü aldığı cevaba göre «Musul’un işgalinden vaz geçildiğini» haber verdiğini, hatta bu arada, am iral G altrop’un irtibat subayı olarak İstanbula gönderm ek istediği b ir yarbayı, evet b ir tek yarbayı bile; ancak bizden m üsaade isteyerek, gönderebildiğini hülâsa bizim m ütareke ahkâm ını harfiyyen ta tbik ettirm ek ve böylece itilâf donanm asını İstanbul’a sokmam ak hususundaki bü tün gayretlerim ize rağm en, yerim ize gelen hüküm etin za’fı, m eskeneti yüzünden ingilizlerin bugünkü vaziyeti ihdas ettik lerin i anlattım .
M ustafa Kem al Paşa, bü tün bunları dikkatle dinleyerek: «Keşke istifa etmeseydiniz» diyerek, buna rağm en yine İstanb u l'd a bir şeyler yapılabileceğini ve hattâ kendisi ile benim ve İsm ail Canbulat ve Ali Feth i B eylerin iştirakiyle yeni b ir A hm et İzzet Paşa kabinesi kurm ak suretiy le vaziyete b ir dereceye kadar hâkim olabileceğimizi ileri sürerek, Ahm et İzzet Pa-
şayi bu yola sevk için, ziyaretine gitmemizi istedi. B irlikte gittik, görüştük. İzzet Paşa; artık iş işten geçtiğini, bugünkü şartlar altında böyle bir teşebbüse geçmenin faydasız olacağını uzun uzadıya izahla, m azur görülm esini rica etti.
★
t ) unun üzerine M ustafa Kemal Paşa, Ali Pethi Beyin «Minber» gazetesine ortak olarak, propaganda yolu ile.
hiç değilse politikacılar, m ebuslar ve ayan âzalaıı üzerinde m üessir olarak bir şeyler yapm ak ve iş başındaki Tevfik Paşa kabinesini, m ebusan m eclisinde edineceğimiz bazı ta ra ftar m ebuslara, itim atsızlık reyi verdirerek düşürm ek teşebbüsünü ileri sürdü. Ve filhakika «Minber» Tevfik Paşa aleyhinde şiddetli neşriyat yapm ağa başladı. M ustafa Kemal Paşa ile biz de bizzat meclise giderek m ebuslar arasında ta ra fta r edinmeğe büyük bir gayretle çalıştık. Fakat bu da bir netice vermedi. Tevfik Paşaya itim atsızlık reyi verm eyi vad eden mebusların çoğu, vaitlerini tu tm adılar. Bu teşebbüs de suya düşünce, M ustafa Kemal Paşa, K ara Kemal Beyle, sadrazam Tevfik Paşayı şoförünü elde ederek İstanbuldan uzaklaştıran .ık suretiyle, kabineyi düşürm ek teşebbüsüne girişti isede, bu da İsmail Canbulat beyin itiraziyle akîm kaldı.
O sırada, İstanbuldaki H ürriyet ve İtilâ f”cılann «Enver Paşa ile araları açıktı. Şu halde bize yarar» m ülâhazasiyle M ustafa Kemal Paşayı, önemli vazifeler verm ek suretiy le kendilerine çekmek teşebbüsünde bulunduklarını, hatta feylesof Riza Tevfik Beyin H ürriyet ve İtilâf Fırkası um um î m erkezine giderek, bu meseleyi açıkça ortaya atıp: «Bu karm a karışık günlerde, A nafarta lar kahram anını İstanbul merkez kum andanlığına tayin etm ekten başka çare yoktur.» diye barbar bağırdığını işitiyorduk.
D am at F erit Paşa da, ayni fikirde, M ustafa Kemal Paşayı, ne suretle olursa olsun İstanbulda m ünasip vazife ile, kendilerine yararlı b ir hale getirm eyi istiyordu. Tabiî, bunlara acı acı gülüm süyorduk.
M ustafa Kemal Paşanın, İstanbulda asker arkadaşların dan başka, sivillerden ve bilhassa yabancılardan pek tanıdığı yoktu. Yalnız İsmail Canbulat Beyi vaktiy le hapishaneden kaçırm ış olan İtalyan uyruklu m üteahhit D inarı vasıtasiyle, İstanbuldaki İtalyan fevkalâde m urahhası sonraları hariciye nazırı olan - Kont Sforça ile birkaç defa tem as etti.
Perapalas otelinde bulunurken de, bu otelin m üdürü mösyö M artin delâletiyle, ingilizlerin - sonradan yam an b ir Ente- licens Servis elem anı olduğu anlaşılan - papas F rov’la iki üç defa görüştü. T rakya - Paşaeli osmanlı heyeti erkânından bazıları da kendisini ziyaretle başlarına geçmesini tek lif ettiler. Tabiî bu arada Harbiye N ezaretindeki silâh arkadaşlariy le ve Padişahla zannederim üç defa tem as e tti Fakat, ne onun bu tem aslarından, ne de benim çeşitli teşebbüslerim den hiçbir netice alm ak im kânı olmadı. O sırada Ali Feth i Beyle İsm ail Can- bulat Bey de, ingilizler tarafından, yakalanıp Bekirağa Bölüğüne tık tırılm ış bulunuyorlardı.
İşte bu devrede, yani ku rtu luş için İstanbulda b ir şeyler yapılıp yapılm ayacağı düşüncesiyle, çeşitli teşebbüslere girişilerek, b ir mücadele tem elinin atılm ası araştırıld ığ ı günlerde, biz nihayet M ustafa Kem al Paşa ile hem en hem en yapyalnız kalm ıştık. Ve bu yapyalnız, gece gündüz, başbaşa vererek ve neticeye varm ak için âdeta k ıvrana kıvrana yaşadığımız en buhranlı ve nazik zam an içindedir ki, n ihayet, Anadolu’ya geçerek, orada m ücadeleye atılm aktan haşka çare kalm adığı kararın ı verdik.
Bu kararı verirken, elbette Anadoluda, kuvvetleri başında bulunan Kâzım K arabekir ve Ali F ua t Paşaların bizim le beraber olacaklarını hesaba katm ış bulunuyorduk. Esasen onlar da, daha evvel ayrı ayrı, bu hususta tem inat verm iş, h a ttâ Istan- bulda bir şey yapılam ıyacağı için m utlaka Anadoluya geçmek gerektiğini ileri sürerek, bizleri davet etm işlerdi. F akat bu iki değerli kum andandan başka, Anadoluda işimize yarayabilecek başka kimseyi bulam azm ı idik? Bu m eseleyi de düşünüyorduk. Esasen Kâzım K arabekir Paşa da Erzurum a giderken, bu m esele üzerinde durularak, İstanbuldaki genç ve değerli ku m andanların behem ehal b irer vazife ile Anadoluya geçirilmeleri lüzum unu ısrarla ileri sürerek, bu hususta çalışılması lâzım geldiğini tek ra r tek ra r tek lif etm işti.
M ustafa Kem al Paşa, gerek H arbiye N ezaretinde vazifeli, gerek cephelerden dönerek İstanbulda âdeta boşta kalan b ir çok kum andanların hangilerinden istifade edileceğini düşünerek, üzerinde du rduk lann ı m ünasip şekilde yokladığı halde, hiç birinin Anadoluya geçmek şöyle dursun, yerinden kıpırdam ak niyetinde bile olmadığını, üzülerek görm üştü. Bu arada, bir gün Şişlideki evinde kendisini ziyarete gelen İsm et Beyi, tasavvur ve m aksadını hem en hem en açıklarcasına ihsas ederek, yokladığı halde, ondan da: «Nafile... b ir tü rlü ku rtu luş yo
lunun ne olduğunu anlayam ıyorlar.. Bilmem basiretleri m i bağlanmış, yoksa cesaretleri mi, üm itleri m i yok... hepsi m eskenet içinde» intibaı ile ayrıldığını bana o gün söylerken; «An- Işılıyor ki, bunlardan hay ır yok... Biz işimize bakalım» demişti.
Bütün bunlar, belki M ustafa Kem al Paşanm bahs ettiğ i (yardım cılık) ifadesini izah edebilir. Şunu da kaydedeyim ki; ka t’î şekilde Anadoluya geçmek kararın ı verd ik ten sonra, kendisinin Anadoluda bir vazifeye tayini meselesi de bin m üşkülâtla tahakkuk edip de üçüncü ordu m üfettişliği ile Sam sun’a onu m üteakip benim de Bandırm a yolu ile garbi Anadoluya hareketim günleri yaklaştığı sırada bir gün, «Raufcuğum, demişti, çok şükür bu işler yoluna girdi, gidiyoruz, ben Sam suna çıkar çıkmaz sen de, hiçbir şüpheyi dâvet etm eyecek şekilde Bandırm a yolu ile gerekenlerle tem as ederek, A nkaraya gider, oradan Ali F ua t Paşa ile b irlik te bana iltihak edersiniz.. P lânım ız bu... Lâkin para m eselesini ne yapacağız? Girişeceğimiz işlerde, şüphesiz ki, paraya ihtiyacım ız olacak... F aka t biliyorsun bende biraz para vardı, hepsini (M inber) yu ttu . Sen de benden fark lı değilsin. A ylıklarım ızla ne yapabiliriz? Gerçi ben, m üfettişlik tahsisatı olarak, b ir m ik tar para alacağımı um uyorum ama, b ir çok m asraflarım ız olacak, bun ları ne ile karşılayacağız?» dediği zam an hakikaten bu ciheti hiç kaa- le almadığımızı görerek, ben de «Ne yapacağız?» diye düşünürken, durum u kendilerine açtığım «Karakol» cem iyeti arkadaşları arasında cidden m ütevazi ve fedakâr olan Topçuoğlu Naz- mi Bey, hiç tereddüt etm eden: «O ciheti hiç düşünm eyin. Ne lâzımsa ben tem in ederim, m erak etmeyin» demiş ve M ustafa Kem al Paşa Anadoluya geçtikten sonra, benim le beraber Bandırm aya geldiği zaman, bana kendi kesesinden beş b in lira vermişti. Biz A m asyadan itibaren he r işimizi bu beş b in lira ile gördük. İhtiyaçlarım ızı karşılam ak üzere bu parayı, ben beraberim izde olan İbrahim Süreyya Beye verm iştim , o da, gerektiği su re tte sarf ederdi. Bu para bitince, Sivas K ongresine giderken, hatırladığım a göre E rzurum M üdafaa-yi H ukuk Heyeti bize bin lira kadar b ir para tem in etm işti. A nkara’ya gidişimizde, orada da m üftü R ıfat Efendinin bazı tüccarlardan te m in ettiği altı bin lira kadar b ir para imdadım ıza yetişti.»
ANADOLUDA İLK KARARDA YİNE BERABER
R auf Bey, M ustafa Kem al Paşa ile kararlaştırd ık ları gibi, belli günde Topçuoğlu Nazmi, İbrahim Süreyya,
Osm an Tufan (Paşa) ve Recep Z ühtü Beyler ve H intli A bdür- rahm an Efendi ile birlik te Bandırm a yolu ile Anadoluya. geçerek, henüz başlangıç halinde, küçük küçük kıpırdam alar safhasında olan m illî cephelerle tem as ede ede ve bu arada Band ırm aya çağırttığ ı Reşit Bey vasıtasiyle kardeşi Çerkeş Et*' hem ’in dü rüst b ir şekilde m illî hizm ete katılm asını sağlayıp^ albay Çerkez B ekir Sam i beyle de bölgesinin m üdafaa tertibatın ın kurulm ası hususların ı görüştükten sonra, Afyon K arahi- cardan geçerekt A nkara’da kolordu kum andanı Ali F ua t Paşa ile buluşup, A m asyaya giderek kendilerin i bekleyen M ustafa Kem al Paşa’ya iltihak etm işlerdi.
Rauf Bey, bu uzun yolculuk esnasında; hiç b ir ta ra fta güze çarpacak b ir askerî varlık bulam adığını, sadece ilk defa Afyon K arah isar’da, seferber olmuş b ir k ıty ’ayı çadırlı karargâhta gördüğünü ve K araağaç’tan Ödemişe inerken de yollarım kesm ek teşebbüsünde bulunan eşkıyanın da kaçtığım an la tırdı.
M ustafa Kem al Paşa, Am asya’da Rauf Beye kavuşm akla duyduğu sevinci hem en o gün E rzurum da bulunan Kâzım Ka- rabek ir Paşaya yazdığı 19 haziran 1919 tarih li telgrafla şöyle ifade etm işti:
«Istanbuldaki yüksek şahsiyetler ve arkadaşlarla arîz ve am ik m üdavele-i efkâr neticesinde bize m ülâki olmak üzere hareket eden esbak bahriye nazırı Rauf Bey efendi îzm lr vilâyeti içinden geçerek ve oradaki kum andan arkadaşlarım ızın da nokta-i nazarların ı alarak, A nkara üzerinden, y irm inci kolordu kum andanı Ali F ua t Paşa ile b irlik te bugün Am asyayı teşrif eylediler. Umumî vaziyet hakkında görüşüyoruz. Neticeyi yarın arz edeceğiz. Hepimiz ayrı ayrı selâm ve ih tiram ila gözlerinizden öperiz.»
B ütün bunlar, gerek M ustafa Kemal, gerekse Ali F u a t ve Kâzım K arabekir Paşaların «Rauf Beyin arkadaşlığına* ne kadar önem verdiklerin i belirttiğ i gibi, fiilen başlam akta olan Millî K urtu luş hareketinde, el ele, kalp kalbe bulunulduğunu da olanca berraklığıyle gösterm eğe yeter.
Esasen o tarihte, Rauf Bey, bü tün m em lekette, h a ttâ dış âlemde ve bilhassa İngiltere’de: aHamidiye kahram anı» olarak tanınıp, saygı ile anılan m üstesna bir şahsiyetti.
M emlekette m uvafık, m uhalif, kentli, köylü herkesin, dürüstlük, m ertlik, fazilet ve kahram anlık im tihanını alnının akı ile verm iş bir insan, eşsiz b ir vatansever olduğunda ittifak ile, sevip savdığı hem en tek şahsiyetti-
Her tarafta, köy kahvelerine kadar her yerde, hâlâ kaybedilmiş bir harbin yürekler acısı hatırasın ı unu ttu rm ak ister gibi, kahram anlık tim sali «Hamidiye» ile O’nun renkli taş basması boy boy resim leri asılı duruyordu.
Rauf Bey Ilamidi.ye’den sonra, Bahriye Nazırı olarak da, arkadaşlar! arasında, en yüksek mevkii ihraz etmiş bulunuyordu.
MUSTAFA KEMAL NASIL BİLİNİYORDU?K arakol Cemiyeti e rkân ından , daha sonra Halk P artis i İs
tanbu l M üfettişi olan avukat Refik İsm ail Bey an la tırd ı: «M ütareke esnasında, K urtu luş çarelerin i a ray a rak b ir şeyler yapm ak istediğimiz günlerde, pek yakın dostum olan Harbiye N azın Ş ak ir Paşayı ziyarete gitm iştim . Hoş beşten so n ra şu ra d a n bu rad an konuşurken, sözü A nadoluya in tika l e ttirerek :
— Paşam , bu tezebzüp n e olacak? D üşm anların bu halleri vesile edip h er ta ra fa el u zatm alarından korkuyorum , dedim. Paşa da
— Ya, hakknı var. Ama bu işleri kavrayıp lâyıkiyle düzeltecek adam yok... deyince, ben de :
— A m an Paşam , genç A naforta lar kah ram an ı ne güne duruyor? dedim.
P aşa hem en irkildi:— M ustafa K em al m İ?... Evet, m uktedir bir kum andandır
am a, İ t tih a tç ı İmiş, öyle diyorlar.— Ne m ünasebet Paşam , dehşetli ittiha tç ılık düşm anıdır.
Enver'i bulsa, bir kaşık suda boğar...— Sahi öyle m i?... Tabii sen d ah a iyi bilirsin, bu za tın İt
tiha tç ı düşm anı olduğunu b an a söylediğin çok İyi eldu. B unun üzerinde duralım .
Ben, bu konuşmayı, ertesi günü aynen M ustafa K em al’e anlattım .»
M ustafa K em al Paşa; m em lekette, henüz askerler ve bir kısım aydınlar gözünde «A nafartalar kahram anı» olarak tanınmış olmasına rağm en bu şöhret geniş halk tabakaları arasıan kadar yayılıp kökleşmemiş ve bilhassa henüz m acera düşkünlüğü ile m em leketi ne hale getirdiği unutulm am ış olan Enver Paşa’ya karşı duyulan iğb irarm tesiriyle, bütiin sivrilm iş kum andanlara, h a ttâ silâh arkadaşlarınca da ü rkün tü ve şüphe ile bakıldığı o günlerde, her halini yakından bildiği Rauf Beyin bu şahsiyetinde, pek büyük ve değerli b ir yardım cı bulduğuna kaani idi ve kanaatini her vesile ile izhar etm iş olduğu gibi, bunda k a t’iyyen aldanm am ış olduğunu da, Millî Mücadelenin devam ı m üddetince, şahit olduğu b ir çok olaylar sonunda görm ek m azhariyetine erm iştir.
A m asya’da, Millî M ücadeleye girişin esasım tesbit eden toplantıda, M ustafa Kem al Paşanın teklif ettiğ i kararla
rı ilk im zalayan yine Rauf Bey olm uştur. Bu kararlar, zaten daha îstanbulda iken M ustafa Kem al Paşa ile Rauf Bey arasında uzun görüşm elerle, aşağı yukarı, üzerinde ittifak edilmiş esasları ihtiva ediyordu.
A m asyadan sonra, E rzurum a giderek Kâzım K arabekir Paşa ile buluşuşlarm da, bu kararla rın tatb ikat safhasının ilk anlarında önemli zorluklarla karşılaştık ları vakit de, Rauf Beyin «Yardımcı» ro lünün tesirleri büyük olm uştur. Şöyle ki; E rzurum lular daha M ustafa Kem al Paşa îstanbulda iken, er- m enilerin m em leketlerine göz dikişlerine karşı ku rtu luş çarelerini aram ak üzere, bir kongre toplam ak karariyle, teşebbüslere geçmiş bulunuyorlardı. Kâzım K arabekir Paşa; M ustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in de kongreye katılm aların ı istedi ise de, belli başlı kongreci E rzurum lular, M ustafa Kem al Paşayı henüz lâyıkiyle tanım adıkları gibi, onu hâlâ padişahın fahrî yaveri üniform ası ile gördüklerini, imzasını da bu sıfatla attığını ileri sürüp «Padişahın adamı» olm asından şüphelenerek aralarına alm ak istemem işler, Rauf Bey için ise b ir diyecekleri olmamıştı. Çünkü Rauf Bey, daha îstanbulda iken askerlikten istifa ederek, her tü rlü sıfat ve selâhiyetten sıyrılmış, sadece (Hamidiye kahram anı) olarak aralarına gelmiş görünüyordu. Ve bu görünüşü ile, hiç bir şüpheye yer verm edikten başka, b ir tanınm ış kahram an olarak, davalarına katılm ak istemesini, sevinçle karşılıyorlardı. Fakat Rauf Bey, «Siz Mustafa Kem al Paşayı bilmezsiniz, onun m em lekete hizm et etm ek
R auf B eyin , so luk iuğuna rağm en itin a ile d osyasın d a m u h a fa za e t m iş olduğu bu ta r ih î ve n ad ir fo toğra f, M u stafa K em al P a şa ’n ın S tem m u z 1919 gü n ü m ak in e b aşın d a S u lta n V a h id ett in ’e a sk erlik ten
is t ila s ın ı b ild ird iği â n ı gösterm ekted ir .
dâvasında benden fa rk ı y ok tu r. P ad işah lık yaverliğ i ko rdonu ve im zası gibi şey lere bakm ayın . H epsi geçici şeylerdir.» d iy erek, K âzım K arab ek ir P aşa ile b irlik te f ik ir le r i y a tış tıra rak , M ustafa K em al P aşay a tam am en itim a t ed ilm esi hususunda uğraşıp d u rm u ştu . B u su re tle M ustafa K em al P aşan ın k o n g rey e k ab u lü h a tta b aşkan seçilm esi sağ lan d ık tan sonra, R au f Bey başkan vek illiğ in i alm ıştı. B u hususları, K âzım K a rab ek ir P a şa h a tıra la rın d a şöyle an la tır;
«Mustafa Kem al Paşayı, şark halkı tanımaz. E rzurum a bir an evvel gelip yapılacak işlerin esaslarını görüşm eden ,ordu m üfettişi sıfatiyle şim diden her tarafa em irler vererek icraatta bulunm ağa başlam ası ve azil em ri üzerine Sivas gibi m ühim bir m erkezde durm aksızın Erzurum a hareketi, caiz değildi.
3 tem m uzda M ustafa Kem al Paşa ve Rauf Bey Erzurum a geldiler. Şehre on yedi kilom etre ötedeki «Ilıca® mevkiinde, erkânı harbiyem , halk, k ıt’alar ve benim yetim çocuklarım la da parlak bir törenle karşıladım. M ustafa Kem al Paşa, padişah yaveri kordonunu ve altın im tiyaz m adalyasını taşım akta ve neşesizdi. Bilhassa Rcfet Beyin Sıvastan gönderdiği şifreyi o- kuduktan sonra ye’sini gizleyemiyordu.
K endisini tatm in ettim : «M üfettişlikten, hattâ askerlikten de çekilmenize, hiç teessür duym adan k a ra r verebilirsiniz. Size m ukaddesatım nam ına söz veriyorum . Size ordu m üfettişi bulunduğunuz zamandan ziyade, asıl o zaman hürm etkar bulunurum . Sizi m illete tanıtm ak ve halkın ve ordunun itim at ve hürm etin i üzerinizden eksik etm em ek vazifem dir. D aha Istan- bıılda iken, şarka gelmenizi rica ettiğim i hatırlayınız Ordu m üfettişi değil, bir m illet ferd i olarak da gelmiş olsaydınız, sizi başlayacağınız istiklâl m ücadelelerinde re ’s-i kârım ıza (iş başına) çıkarm ayı daha o zam andan kararlaştırm ıştık . Erzurum kongresi esaslarında fik irleri b irleştird ik ten sonra işe başlarız.» dedim.
H arbiye N azırının teklifini ve cevabımı gösterdim, pek m em nun oldular. Rauf Beyle sam im iyetim , hürriyetin ilânından evvel başlar. O zaman «Peykişevket» süvarisi olan bu m ert insanla, Zeyrekteki kardeşim in evinde, İsm et’le de (İnönü) hasbıhal ettiğim bahçede tanışm ıştım . Harbiye m ektebinde kolağası rütbesiyle Tâbiye m uallim m uavini idim. E rkân-ı harp binbaşı Selâhaddin Adil Beyle (Paşa) samimî arkadaş olup, onu ittiha t ve terakki cem iyetine alm ıştım . R a u fu da bana, Zeyrekteki eve getirerek o tan ıttı. O gün, bahçede Rauf, h e rhangi bir hü rriye t ve inkılâp hareketi için gemisiyle h e r fedakârlığa hazır olduğunu söylerken, kendisine pek derin b ir sam im iyet ve saygı duym uştum . Em niyetim iz ve samimiyetimiz karşılıklı idi- Ve a rta a rta öyle devam etti. Benim gibi, o da sözüme n e kadar sadık vefakâr olduğum u bilirdi. Rauf’un, M ustafa Kem al ile gelm esini çok hay ırlı addettim . Ona, beni lâzımı gibi anlatıp tanıtacaktı.
Refet Beyin (Paşa) mühim şifresi, benim tahmin ettiğim
Mustafa
Kem
al Paşanın,
fahri Padişahlık
yaverliği kordonunu
taşıyan O
smanlı
iinlformasile
son resm
i. Tanında başı
açık olan
Rauf
Bey.
cağında Erzurum
V
alisi M
ünir, ve
İbrahim
Süreyya, D
oktor Beük
Hyım (<3r*c«b+*
ve vs»-"»
D*cik>
gibi çıktı. M ustafa Kem al Paşanın Havza’dan ayrılışı âdeta, kaçış gibi olmuş, o rta Anadolu halkı, henüz b ir istilâ tehlikesine m aruz bulunm adığından, İstanbul hüküm etine ve hele padişaha karşı yüz y ılların b irik tird iği sadakat ve hürm eti sarsabilecek teşebbüsleri hoş görm üyordu. M ustafa Kem al Paşa da bu sebeple, teşk ilâ t işlerinde zorluklara uğradığını bildiriyordu. E lbette öyle olacaktı, E rzurum da b ir kongre ile kuvvetlenm eden evvel oralarda b ir şey yapılam ıyacağını bilm ek lâzımdı. E rzurum kongresinden sonra Sivas Kongresinin de ne kadar güçlükle ve ancak yaptığım tesir ve gönderdiğim kuvvetle toplanabildiği m alûmdur.»
EN MÜŞKÜL ANDA, YİNE YAN YANA
M ustafa Kem al’ni ne yapm ak istediğini anlayarak, fena halde kuşkulanan İngilizlerle sarayın, kendisini ısrarla
İstanbul’a dönmeğe dâvet ettik leri, onun da dönemiyece- g in î k a t’î şekilde bildirişi üzerine, padişahın iradesiyle azledil- diği ve o anda kendisinin de istifa ile bü tün yaver-i ekrem -i hazret-i şehriyârî ve üçüncü ordu m üfettişliği rü tbe, m evki ve yetkilerinden sıyrılıp, sadece bir (M ustafa Kem al) kaldığı gün, o, hayatın ın ve Millî M ücadele tarih in in en k ritik günü, yanm da yine yalnız Rauf Bey bulunuyordu.
M ustafa Kem al; a rtık ilelebet taşım am ak şartıy la s ırtın dan çıkarm ak üzere olduğu bunca yıllık parıl parıl apoletli, sırm a kordonlu, göğsü nişanlarla bezenmiş üniform asına veda etm ek gibi nasipsizliğin doğuracağı akıbetleri acı acı düşündüğünü belli eden son derece üzüntülü b ir tav ır ile:
«Raufcuğum, her şey bitti. Hele böyle buhranlı zam anlarda m akam ve rü tbenin halk üzerindeki tesiri büyüktür. B unlar- sız ne yapılabilir?»
Dediği vakit, Rauf Bey; «Bilâkis Paşam, asıl şimdi, m evki ve itibarınızın bir kat daha a rttığ ı kanaatindeyim . V atanın kurtarılm ası davasına, b ir m illet ferdi gibi nefsinizi vakf edişiniz üzerine gerek ordu, gerekse halk gözünde eskisinden fazla sevgi ve itim ada m azhar olacağınızdan eminim.» derken, îs- tanbuldan beri Millî M ücadelede sonuna kadar kendisine bağb kalacağını askerlik şerefi üzerine yem inle tem in ve vad etm iş olan karargâhın ın erkân-ı harb iye reisi Kâzım Bey (D irik), koltuğu altındaki dosya ile odaya girerek; «Paşam, askerlikten istifa eylediğinize göre, bundan sonra benim vazifede devam etm em e im kân kalm adı. Evrakı kim e teslim etm em i em ir buyuruyorsunuz?» deyiverince, dona kalan M ustafa Kem al Paşa, Kâzım Beyi tepeden tırnağa süze süze: «Ya öylemi efendim? pekiy efendim ... Evrakı H üsrev Beye devrediniz efendim...» sözleriyle yanından savdıktan sonra:
«Gördün m ü Rauf, haklı değilm i imişim? Rütbe ve m akam ın ehem m iyetini anladın m ı? Düne kadar benim le asla şüp-
Askerlikten ayrıld ık tan sonra Milli H areketin başında ytng ikisâm, yanyana, kalp kalbe görmekteyiz.
heye yer verm iyecek bir sam im iyet ve bağlılıkla çalışarak azamî gayret gösteren bu adam ın şu hareketi benim görüşüm deki isabeti teyit etm iyor m u? Bu böyle giderse seninle beraber yapacağımız b ir şey kalır o da ayak altında ezilm ekten korunmak için, em in bir yere çekilmektir.»
«Seninle beraber». İşte bu iki sözcük, İstanbulda Adilli Mücadele k a ra rı vererek, bu uğurda hayatların ı fedaya k adar h e r tehlikeyi göze ala ala yollara çıkıp, E rzurum da ilk m ola’yı verenlerin, kim ler olduğunu, en yetkili ağızın ifadesiyle tarihe tevdi eder.
Rauf Bey, M ustafa K em al’in gözlerinin içine baka baka:— H ayır Paşam, diyor, hiç b ir tarafa çekilmiyeceğiz. Çün
kü asıl o zam an yalnız biz değil, bü tün m em leket, bü tün m ik Iet ezilmeğe m ahkûm olur. Siz, Kâzım Beye bakm ayın... Ben tek rar ediyorum ki, istifanızla, m evki ve itibarın ız b ir ka t daha arttı. Ordu ve m illet gözünde daha fazla kıym et ve itim ada m azhar olacaksınız. Kâzım Bey gibi zayıf unsurların , böyle işin başında saf dışı oluşlan, daha çetin zam anlarda ayrılm alarından çok hayırlıdır.» derken ta rif edilmez b ir isabetle ilerisini görerek, bu görüşü ile ona da kuvvet veıen tek yakm arkadaşı yine Rauf Beydi.
Rauf Bey, bu sözlerini tâ iptidadan beri olacağına inandığı bir (gerçeğin) tesiriyle söylüyordu. Esasen m utlaka olm a» m ukadder bu gerçeğe inandığı içindir ki, kendisi de daha çok evvel îstanbulda iken askerlik ten istifa ile bü tün rü tbe, m evki ve yetkilerinden sıyrılarak sadece b ir m em leket evlâdı olarak buralara gelmişti.
1909 da (Hamidiye) ile tek başına Akdeniz akınlarına atılmak cesaretini gösterdiği zaman da böyle düşünmüş, her şeyin rütbe, mevki, yetki sahibi olmakla değil, memleketin, milletin haklı bir davasını cesaretle ele alınca, şahsi azim, İrade ve fedakârlığın her güçlüğü yenerek başarıyı sağlayacağına inanmış ve inancında aldanmadığım da görmüştü.
Netekim , o gün de, birkaç dakika içinde bunu yine kendisi gibi, M ustafa Kem al Paşa da büyük b ir sevinç içinde görmüşlerdi.
Kâzım Beyin ahde vefasızlık tim sali halinde havayı buland ırarak odadan çıkışından biraz sonra, ayni odaya g iren ve o •ırada A nadolunun kuvvet denebilecek yegâne iki kolordusundan b irin in kum andam bulunan K âzım KarabekSr Paşa, M ustafa K em al Paşanın karşısında, y r -> am iri im iş gibi büyük bâr
saygı ile vaziyet alıp, selâm durarak, ka t’î b ir ifade ile şu sözleri söylemişti:
«Kum andamda bulunan zabitlerle askerlerin saygı ve tâ- zim leirni arza geldim. Siz, bundan evvel olduğu gibi, bundan böyle de bizim m uhterem kum andam mızsm ız. Hepimiz emri- nizdeyiz Paşam.»
ONUNLA BERABER, MEMLEKETİ KURTARINCAYA KADAR ÇALIŞMAYA YEMİN ETTİK!
«Vatan ve m illetim izin k a t’i inkıraz ve inkısam ını h a z ırlam akta o lan bugünkü düşm an h a rek â tı ile İstanbu ldak i eli ayağı bağlı ve esir o lan hüküm etim izin herşeye boyun eğişi karşısında hakkım , toprağım , istiklâlini m üdafaa ve m uhafazaya azm eden millî irade uğrunda, âciz b ir fe rt o larak çalışm ak kararile İstan b u ld an çıktım . Aydın yollle gelerek M ustafa K em al P aşa H azretlerin in ve bü tü n a rkadaşla rın ın milli cldft- line katıldım .
İs tanbu lun bü tün nam uslu ricâli ve ülem ası ve tem asta bulunduğum Bursa, Aydın, Balıkesir, ve Sivas vilâyetleri halk ı tam&mlle bu ru h ta olup, m übarek A nadolunun milli kudretine ıym an eylem iştir.
V atan ve m illetin kurtu luş ve istiklâli ve S a lta n a t ve H ilâfe tin korunm ası bilfiil tem in olununcaya kadar M ustafa K em âl Paşa ile çalışacağım ıza m ukaddesatım nam ına ah t-u pey- m an eylediğimizi arz ve ilân eylerim.»
& Temmuz 1919 H üseyin R auf
M ustafa Kem al Paşa; inancında ne kadar haklı olduğunu görm enin tarif edilmez sevinci içinde olan R auf Beye gözleri yaşararak bakarken, Kâzım K arabekir Paşayı da, h a ra re tle kucaklayarak, boynuna sarılıyordu. Ve Kâzım K arabekir Paşa, o tarih î ve m esut gün, h e r tü rlü resm i rü tbe, sıfat ve yetkilerinden tam am en sıyrılıp sadece b ir (fert) olarak Millî Hareketin başına geçen M ustafa Kem al Paşa gibi, yine ayni şa rtlarla, ayni Millî harekete nefsini vakfeden Rauf Beyin de, keza sağlam kuvvetler tarafından bu m illî hareketin liderlerin
den biri olarak kabul edilmiş olduğunu tevsik mahiyetinde yağıp verdiği tarihî vesika aynen şudur:
Esbak Bahriye N azın Rauf Beyefendiye;«Şimdiye kadar vatana pek şanlı ve şerefli hizmetler ede*
rek m illi tarihimize kıymetli sahifeler yazdıran zat-ı sâmîleri gibi bir devlet recülünün vatan ve milletin saadet ve selâmeti için bir ferd halinde çalışmak üzere bütün varlığından vaz geçerek Erzurumu teşrif ve bu mukaddes gaye uğrunda her tür* Ki fedakârlığı ihtiyar buyurması, vatanın kurtarılması için yürekleri çarpan bütün insanlara büyük ümit bahşetmiştir. Her halde muvaffakiyetlerini ve mülk-ü millete hayırlı hizmetler yapmak mazhariyetinizi Cenab-ı Hak’tan temenni eyler ve ih- tiramat ve tâzimat-ı faikamı takdim eylerim.»
R auf Bey, Millî M ücadele uğrunda hiç bir hizm etten, hiç bir fedakârlık tan kaçınm am ış ve gerektiğinde hayatınıfedaya kadar gitm ekte tereddüt etm ediğini de her vesi
le ile göstermişti. Yine Millî M ücadelenin başlangıç safhasında, Osmanlı M ebusan Meclisinin eskiden olduğu gibi İstanbul- da mı, yoksa yeni vaziyete göre Anadoluda b ir yerde mi toplanm ası gerektiği meselesi bahis konusu olup ta, Sivas’ta M ustafa Kem al Paşanın başkanlığında, bü tün yetkili kum andanlar ve sair kim selerle toplanıldığı gün, uzun uzadıya tartışm alardan sonra verilen (îstanbulda toplanm ası) kararına b ir göz gezdirmek, Rauf Beyin bu işte de üzerine aldığı «Anadoluda Millî Meclisin ve dolayısiyle Millî H üküm etin kurulm asını temin için, ingilizleri îstanbulda toplanacak meclisi basmağa tahrik için gerekirse nefsini feda etmek.» vazifesinin, yine bir büyük «fedakârlık» ve ha ttâ Kâzım K arabekir Paşanın ifadesiyle «Millî kahram anlık» dan başka birşey olmadığı aşikârdır.
Rauf Beyin bu vazifeyi de, h a ttâ M ustafa Kem al Paşanın bazı m ülâhazalarla arzusu hilâfına, «söz verdim . B ir nam us borcumdur» diye yerine getirm iş olduğu ileride görülecektir.
Bu suretle yer yer seçim ler yapılırken M ustafa Kem al Paşa Erzurum dan, R auf Bey de Sivas’tan m illet vekili olmuşlar, fakat aralarında verd ik leri karar gereğince, M ustafa Kemal Paşa Heyet-i Tem silivenin başından ayrılm ıyacak, meclise onun tem silcisi olarak, Rauf Bey gidecekti.
Fakat her şeyden evvel, yurdun dört b ir tarafından seçilen ve çoğu b irbirin i tanım ayan m illet vekilleriyle, meclise gitmeden önce tem as ederek, kendilerini olup bitenler, ve yapıl
m ak istenenler hakkm da lâyıkiyle aydınlatm ak suretiyle m illi m ücadele fik ri etrafında, toplam ak icap ediyordu. Doğu bölgesi m illet vekilleriyle bu hususta tem ası Kâzım K arabekir Paşa ile Selâhattin Bey yapacaklarına göre, Heyet-i Tem siliyenin de batıdakilerle giirüşüp anlaşm ak m aksadiyle, A nkaraya gitm esi uygun görüldü. Ve böylece M ustafa Kem al Paşa ile Rauf Bey de b irlik te ilk A nkara yolculuklarını yaptılar ve orada Ali Fuat Paşa ile buluştular. Çeşitli vasıtalarla arka arkaya Anka- caya gelen yeni m illet vekilleriyle yaptık ları toplantılarda, m em leketin içine düştüğü fecî vziyeti uzun uzadıya kendilerine izah ederek, buna göre bilhassa mecliste önemle üzerinde durup tahakkuk ettirm eleri gereken vazifenin evvelâ; (İstan- bulda toplanm ak zaruretine karşı, bu şehirde, dışm da ve bütün vatanda alınm ası lâzımgelen tedbir ve tertip leri alm ak ve ayni zam anda vatan ın tam am iyetini ve m illetin istiklâlini k u rtarm aktan ibaret olan gayeyi korum ak ve savunm ak için tam birlik halinde ve azimli, iradeli b ir grup vücuda getirm ek) uğrunda çalışmak olduğunu anlattılar.
Nihayet, 12 ocak 1920 günü meclis İstanbulda âdet olan törenle açıldı. Rauf Bey de A nkaradan Heyet-i Tem siliyenin, yani M illî M ücadelenin bir tem silcisi olarak, Hüsrev Bey (Gerede) gibi bazı arkadaşlariy le îstanbula g itti ve meclise katıldı. İstanbulda, bü tün gözler ona çevrilm işti. Padişah da, Bab-ı âlî de, îngilizler de, herkes onu M ustafa Kem al’in vekili bilerek, o gözle bakıp, her davranışını, her sözünü dikkat ve önemle takip ediyorlardı.
Mecliste çalışm alar norm al şekilde başlayıp yavaş yavaş, güçlükleri yene yene, A nkarada uygulanan şekli alm ağa doğru gelişti. Bu konuda Rauf Bey der ki:
«Biz ilk iş olarak, kuvayi m illiyeci arkadaşlardan seksen kadatiy le esasen A nkarada iken konuşup kararlaştırm ış olduğum uz - (Felâh-ı V atan) grubunu kurduk. B ütün m ebusların sayısı yüz k ırk olduğundan, grubum uz m evcudun yüzde altm ışını teşkil ediyordu. Meclis çok m üşkül şa rtla r altında çalışıyordu. M ebuslardan b ir kısm ının, henüz durum u lâyıkiyle kavram am ış ve bilhassa H ürriyet ve İtilâf F ırkası ile, onu kuvvetle desteklem ekte devam eden Padişahın tesiri a ltında kalmış o lm alarından dolayı, sık sık anlaşm azlıklar oluyor ve her konuda tam b ir birliğe varm ak kolay olmuyordu. Ben b ir ta ra ftan meclis dışındaki, henüz m illî hareketim izin m ânasını kavrayam am ış olanlarla da uğraşm ak zorunda kalıyordum .
R a u f o r b a y
Tıpkı Padişah ve etrafındakiler gibi, nedense bir tü rlü içinde bulunduğum uz durum un fecaatini lâyıkiyle anlayam adıkları için, ancak düşm anların m erham etine sığınm akla ku rtu luna- bileceğini sanm ak gafletine düşm üş meselâ P rens Sabahattin Bey ve saire gibi niceleri vardı ki, ben İstanbuldaki vaziyetim icabı tem as ettiğim bu gibileri de elden geldiği kadar uyarm ağa çalışıyordum. Meclis, İstanbul H üküm etinin ingilizlere âlet olarak harekâtta bulunm am ası ve onların elinde oyuncak hale gelmemesi için azamî dikkatle ve titizlikle çalışarak m ürakabe vazifesini de yaparken en esaslı işlerim izden biri olan (Misak-ı M illî) davasını da ihm al etmemiştik.
28 ocak günü gizli toplantıda kabul ve imza edildikten sonra 17 şubattaki açık o turum da tek rar reye konup alkışlarla kabul edilen (Misak-ı M illî) m illî m ücadelenin (gayesi) olarak elde tu tu lup, böylece tarihe devredilm iştir.
M isak-ı M illî’nin kabul ve ilân edilişinin ertesi günü Sadrazam Ali Riza Paşa, Dahiliye ve Bahriye N azırlan ile bizim Felâh-ı V atan gurubu toplantım ıza geldiler, konuştuk. Sadrazam ayrıca benim le hasbıhalinde, bilhassa: K uvayi M illîye’nin ikinci b ir hüküm et şeklinde görünmem esi ve hüküm et işlerine kanşm am ası ve son defa M araş taraflarında görülen m illî hareketin daha ilerilere uzatılm ıyarak, durdurulm ası ile intizam ve asayişin tem ini lüzum unun siyaseten pek faydalı olacağını söyledi.
Ben de kendisine; K uvayi M illîye’nin durum u ve hüküm etten ve bilhassa Dahiliye N ezaretinden beklenilen hareket tarzı hakkında tafsilât verdim . F akat yazık ki, Sadrazam durumu lâyıkı ile kavrayabilecek kabiliyette olmadığı gibi, D ahiliye Nazırı da ruhen Millî teşkilât ile beraber olduğu ve bu u- ğurda çalışacağını, fakat icra serbestliğine m üdahale olunm am asını söylemekle beıaber, hiç de böyle yapacağa benzem ediği ve h e r hangi b ir kudrete de sahip olmadığı görülm üştü. İstanbul; Padişah’ı, hüküm eti ve bütün resm î kadrosu ile, işte böyle idi. B unlarla bir iş görülem iyeceği de m eydanda idi. Esasen bizim de bunlardan beklediğim iz fazla b ir şey yoktu.»
G ünler böyle geçiyor, Padişahın tesiri a ltındaki Bab-ı âlî hüküm eti, İngilizlerin de tazyiki ile, a rtık çökmüş, b it
m iş olan Osmanlı İm paratorluğunu hâlâ v a r tan ıtm ak ve bu m evhum varlığiyle m em leketin m ukadderatım elde tu ta r saydırm ak isterken, meclis de, R auf Beyin başkanlığındaki
folâh grubu ile, a rtık m em leket m ukadderatına hâkim olarak var olanın, ancak m illetin bağrından çıkan ve bü tün A nadolu adına konuşup, ku rtu luş davasm a da atılm ış olan «Heyet-i Temsiliye» olduğu noktasında ısra r ile, tam bir anlaşm azlık havası içinde bir çabalayıştır gidiyor. Bilhassa ingilizler, hâlâ b ir değer verip destekleyerek durum a hakim olmasını istedikleri Padişah ve hüküm etinden üm it keser gibi olunca, m ü tte fikleriyle başka çareler aram ağa koyulup, nihayet harekete de geçmişlerdi.
Rauf Bey, İngilizlerle m üttefik lerin in bu (harekete geçmek) kararım herkesten evvel haber alarak, 11 m art 1920 de acele b ir şifre ile M ustafa K em al Paşaya «Bunların îstanbul- daki K uvayi Milliye rüesasm ı tevkif veya meclisi basıp, bazı tevkifler yapm ak üzere olduklarını» bildirerek, aynen şöyle demişti:
«Tabiî her iki ihtim ale karşı da, buradan hiç b ir yere gidilmeyecek, işin sonuna kadar nam us vazifesi ifa kılınacaktır.»
R auf Beyin bu ifadesi sarihti: D üşm anlar m eclisi basm ak ve kendilerini yakalam ak isteseler de, bu basış ve yakalayış olayında ingilizleri T ürk m illeti ve dünya um um î efkârı gözünde saldırıcı ve zalim vaziyetine getirm ek için, işin sonuna kadar, aylarca evvel Sıvasta kararlaştırıld ığ ı gibi, nam us vazifesini yaparak, kaçm ayacaklardır.
M ustafa Kem al Paşa bu telgrafı alır almaz, hem en ayni dakikada pek aceledir, kaydiyle Rauf Beye verdiği cevapta: «İngilizlerin tevkif kararına m uhaliflerin yaygaralarına karşı meclisin cesaretle nihayete kadar vazifesine devamı pek nafi ve parlak tır. Ancak zat-ı âlînizle beraber, vücutları ilerdeki teşebbüslerim iz ve hareketlerim iz için elzem olan arkadaşların neticede bize iltihakları esbabı behem ehal m üem m en olm ak şarttır. Aksi takdirde grubun birlik ve azim dairesinde hareketin i tanzim edebilecek zatların şim diden vazifelendirilm eleriyle, sizlerin hem en buraya gelmeniz elzemdir. Buraya gelecek zatlar arasında m em leketi tem sil vasıflarını haiz olanlarla, icabında hüküm et teşkil ve idare liyakatindekilerin b u lu n m a s ı mühimdir.» diyordu.
R auf Bey, bu cevabı alıp, okuyunca, anî b ir irkiliş ve teessürle, M ustafa Kem al Paşa karşısında imiş gibi: «Hayır Paşam ... Bunu yapam am , kaçamam. Buraya kaçm ak için gelm ediğimi sen de biliyorsun, nam us vazifesini sonuna kadar yapm ak m ecburiyetindeyim ...» diye kendi kendine söylendiğini, ¡-w ' F : 4
kaç defa tekrar etm iştir. H atıratında da bu konuda şöyle der:
«Mustafa Kemal Paşa bu telgrafında, meclis basılıp da benim yakalanmam ihtimali belirdiği anda, bazı kıymetli arkadaşları yanıma alıp Anadoluya kaçmamı istiyordu. Fakat ben, Paşanın işaret ettiği vasıftaki arkadaşlarla kaçtığım taktirde, ingilizlerin meclisi basmak lüzumunu duymayacaklarım kuvvetle tahmin ettiğim ve bu tahminim tahakkuk ettiği taktirde evvelce kumandanlar toplantısında verdiğimiz kararla tesbit ettiğimiz şekilde, Millet Meclisinin ve dolayısiyle Millî Hükümetin Anadoluda kurulmasına yol açılamıyacağını düşündüğüm için, ne olursa olsun, ingilizleri dünya ve milletimiz nazarında zalim ve mütecaviz duruma sokmak maksadiyle kaçmamak kararını verdim. Ve Mustafa Kemal Paşaya yazdığım son telgrafta, Sivastaki müşterek kararımızı hatırlatarak (Biz hurda kalıp namus borcumuzu yapacağız.) diye bu kat’î kararımı kendisine bildirdim.
Rauf Bey yine derdi k i :
«Kaçmış olsaydım, başka b ir m ahzur daha kendini göstererek, benim kaçtığım ı gören m ebuslar da ertesi günler b ire r ikişer ortadan çekilecekler ve böylece meclis kendiliğinden sönm üş olacaktı ki, o zaman ingilizler de âleme karşı: «İşte bun lar böyle, şahıslarından başka b ir kaygu lan yok, yalnız kendilerini düşünüyorlar.» tarzında propagandalarla, um um î efkârı lehlerine kazanm ağa çalışacakalrdı.
Netekim, meclisin basılıp, benim de tevfik ile M alta’ya sürülüşüm neticesinde husule gelen vaziyet, tam am ile istediğimiz sonucu verm iş ve böylece, hem en o günden itibaren Anadoluda Millî Meclisin ve H üküm etin gayet m üsait şa rtla r içinde kurulm ası kaabil olmuştu. Diğer ta ra ftan M ustafa Kem al Paşanın, pek haklı olarak üzerinde durduğu «Kıymetli arkadaşlar» m evzuunu, ben de düşünerek, daha evvel Kâzım Paşa (Orbay) ye Seyfi bey gibi bir çok cidden değerli arkadaşların Ankaraya gönderilm elerini sağlamış olduğum gibi, meclisin feshinden sonra doktor Adnan, Cami, İbrahim Süreyya beyler ve Halide hanım gibi bir çoklarının da Anadoluya geçmeleri esbabı, zaten daha önceden tem in edilmişti.»
y ngilizler, m üttefikleriyle verdikleri kararı tetbik ile 16 I M art 1920 günü, anî bir surette îstanbulu işgal ile Me-
busan Meclisini de basarak, bilindiği gibi Rauf beyle Kara Vasıl beyi tevkif edip M alta’ya sürdüler. Kimse ile ih tilâ t e ttirilm eden Benbow D retnotu ile ulaşılan Malta lim anında; «İn- gilizlerin centilm enliklerine hiç de yakışm ayan b ir şekilde m avnalarla gemiden çıkarılıp, rıh tım da iki sıra vaziyet almış süngülü askerler arasından geçirilip kam yonlara yüklenen m evkuflar, bu da yetm iyorm uş gibi sokaklarda, m eydanlarda dolaştırılarak halka sevrettirile e ttirile götürülüp Polverista kışlasına tıkıldılar-
Bu kışla m evkufları arasında, daha önce yine İngilizler tarafından yakalanıp gönderilm iş bir çok Osmanlı ricali, kum andanları, fikir, kalem sahipleri de vardı- Meselâ eski sadrazam Prens Sait Halim Paşa ile kardeşi Abbas Halim Paşa, ordu kum andanlarından -ferik- Yakup Şevki, Cevat, F ahrettin (Medine m üdafii), Ali Sait, M ahm ut Kâmil, Ali İhsan, Doktor profesör Esat ve yine doktor profesör Süleym an N um an Paşalarla, eski nazırlardan Ali Fethi, Hacı Adil, Ahm et Nesimi, K ara Kemal, İsmail Canbulat, m ebuslardan M ithat Şükrü, Salâh Cimcoz, Ahm et Ağaoğlu, Şeref, Faik beyler ve bir çok tanınm ış valiler ve nihayet Hüseyin Cahit, Velit Ebuzziya, A hm et Em in beyler gibi gazeteciler ve Ziya Gökalp ile son Os- m anlı şeyhislâmı Ürgüplü Hayri efendi de orada idi. Kuş uçu- rulm ayan bu zindan-kışlada, ihtilâftan memnu, dünyadan uzak yaşıyorlardı. Biraz sonra yavaş yavaş sıkı gevşer gibi oldu. Rauf Bey, Malta zindanında günü gününe tu ttuğu notlarda ezcümle der ki:
«İlle defa olarak 12 eylül 1921 günü Bekir Sami ve Cami (Baykut) beylerden, hususi bir vasıta ile, m üşterek bir m ektup aldım. A nkaradan M ustafa Kemal Paşadan olduğu telmih edilerek «Vücudumun lüzum una binaen, buradan ku rtu lm ağa çalışmam ve hiç bir mânevî kayde ehem m iyet verm emem ısrarla tavsiye ve rica) ediliyor. İsmail Canbulat da, ufak bir pusula ile bu rica ve ısrara iştirâk ediyor.
F akat benim için m ânevi kay ıtlara riayetsizlik, yân i ne kadar zâlim ve haksız olurlarsa olsunlar. İngilizlere veya baş- kalraına, kaçm ayacağım a dair verm iş olduğum söze, riyaetsia- lik m üm kün m ü? Ben, böyle bir şey yapabilir m iyim ? D üşünüyorum , ne pahasına olursa olsun, bu benim harcım değildir. B una rağm en, cevabımı bazı samimi arkadaşlarla görüştükten sonra verceğim.
13 eylül akşam ı; Kem al bey, Rahm i bey, valiler ve kum andanlar partisi hiç bir tarafa sezdirmeden, M alta’dan hareket ettiler. Önceden peylenm iş b ir yelkenli ile. havayı kollayarak. Sicilya istikam etinde lim andan gizlice uzaklaştılar-
Biz de, M ithat Şükrü beyle, ufak b ir otomobil gezintisi yaparak biraz hava aldık. F akat akşam kam pa döndükten bir m üddet sonra, m u ta t yoklam a yapılınca, kaçış meselesi anlaşıldı. Lâkin gidenler de çoktan karasu ları dışına çıkmış olmalı idiler. İki gün sonra, kaçanların m uratlarına erdikleri anlaşıldı. Ve kam pta kıyam et koptu. Ve sersem ingilizler bu fira r meselesinden dolayı inzibatı şiddetlendirm ek bahanesiyle bizi tekra r Polverista kışlasına nakletm ek istediler. Şiddetle reddettik ve yazılı protesto ile, kuvvet kullanm adıkça bulunduğum uz yerden bir tarafa gitmeyeceğimizi bildirdik. T ereddüt ettiler, düşündüler ve nihayet b ırakıp g ittiler. Şimdi, etrafım ıza yeni süngülü nöbetçiler koym akla yetindiler ve bugünden itibaren dışarı çıkm ak izinleri kaldırıldı- Ve ertesi günü yine cibilliyetlerin i gösterdiler ve öğleden sonra saat dörtte getirdikleri bir takım askerle, bizi m uhafaza altında zoria Polveristaya şevke teşebbüs ettiler. Hepsinin karşısında dimdik, bu hareket tarzın ın şakavet, cinayet ve haysiyetsizlik olduğunu pervasızca yüzlerine bağırdıktan sonra, çaresiz Polverista yoluna revan olduk. İngilizler âdeta komedya oynuyorlar, u tanm ıyorlar. Cenab-ı H ak yakın bir gelecekte bizi inşallah m ukabele bilm işle şahsen m uvaffak edecektir.
Eğer öm rüm vefa etm ez de m uvaffak olamazsam, dindaş ve m illettaşlarım a, insan hakların ı hiçe sayarak, kendilerinden olm ayanlara karşı hakaretin envaını daim a m übah addedecek derecede m ğrur olan ingilizlere, m uam elelerinde işte böyle canavarca hakare tte bulunm alarım tavsiye ve h a ttâ vasiyet ederim.»
Ve 20, 21, 22 eylül günleri... Kam p sevinçle çalkanıyor. Hepimizin tahliye edileceği haberi duyuldu. K am pta b ir hayhuydur gidiyor. Herkes m uhakem esini kaybetm iş gibi, son derece heyecanlı, telâşlı, m eraklı... Yeni haberler ve bilhassa k a t i
I ta a f Beyin (1306—1891) yılında alınm ış nüfus kâğıdı; M ehm et Paşa oflu , İstanbullu ve 1299—1884 doğumlu olduğu yazılıdır.
kurtu luş m üjdesi bekliyoruz.Ve Taym is’in İstanbul m uhabiri (Anadoludaki İngiliz esir
lerine fena m uam elelerin şiddetlendirildiği ve bilhassa Erzu- rum da bulunan İngiliz esiri Ravlenson’un hapsedildiğini) yazıyor.
Yaşa Anadolu, diyorum- Mükemmel, pekâlâ bir m ukabele bilmisil!..
K urtuluş 30 eylül 1922 günü, tahakkuk etti. Kam pta hesaplarım ız kesildi. Y arın ufak bir vapurla, balık istifi olarak M alta’dan hareket edeceğimiz anlaşıldı. Am a nereye? O henüz meçhul. N ihayet, nereye olduğu da anlaşıldı ve sıkıntılı b ir yolculuk sonunda îstanbula varıldı.»
A zap içinde geçen tam yirm i aylık sürgün hayatından dönüşte Rauf bey, bazı arkadaşları gibi İstanbul’a çık
mayıp, İnebolu yolu ile A nkaraya gitm iş ve orada kendisini harare tle karşılayan M ustafa Kem al Paşa ile buluşm am n sevinci içinde, tek rar norm al çalışma hayatına girm işti. Rauf bey An- karadaki bu ilk günlerini şöyle anlatır:
«O akşam, yemeği - ikam etgâh haline getirilm iş o lan - istasyon binasında M ustafa K em al Paşa ve Ali Fethi beyle b irlikte yedik ve gece yansına kadar dertleştik , hasbıhal ettik . Beni, M ustafa Kem al Paşanın da ikam et ettiği, istasyondaki daireye m isafir ettiler. Cevat ve Yakup Şevki P aşalar Fevzi Paşaya m isafir oldular. E rtesi gün de, eskiden tanıdığım b ir çok mebuslar ziyaretim e geldiler. Ve M ustafa K em al Paşa ve A li fe th i beyle uzun uzadıya görüştük. A nkaraya varışım ın üçüncü günü 15 kasım cum artesi sabahı, M ustafa K em al Paşa ile b irlik te Büyük M illet Meclisine giderek, um um î heyet m üzakerelerine iştirâk ettik. M ebuslardan çoğunu İstanbul m eclisinden tanıyordum . Şahsen tanım adığım yeni m ebuslan, M ustafa Kem al Paşa tanıttı. Bundan sonra b ir de um um î heyete, resm en takdim töreni yapıldı.
Riyaset m akam ını işgal eûen, reis vekili Haşan Fehm i bey. «Sivas m ebusu kahram an Rauf beyin, M alta’dan gelerek yüksek meclisinize iltihak ettiğ in i arz eylerim.» deyişi üzerine, m ebuslar hep b ir ağızdan:
— Kürsüye!-, kürsüye buyursular, kendisini görm ek isteriz.» arzusunu izhar ettiklerinden, kürsüye çıkıp birkaç söz söylemek zorunda kaldım ve dedim ki:
«Hepinizce m alûm olan, îstanbu lun on a ltı m artta işgali hadisesiyle bu m illetin istiklâl içinde h ü r yaşam ak k a t’î k a ra r ve im anım b ir takım oyunlarla boğmağa çalışan düşm anlar, m ukaddes m ücadelem izin m illetten gelmeyip, b ir takım kim selerin şahsî teşebbüsleri imiş gibi gösterip, bunu akıllarınca kökünden kazım ak m aksadiyle, Istanbuldaki meclisi basarak, bazı arkadaşlarla beni de tevkif ve M alta’ya sürm üşlerdi. T arih te devlet adını taşıyan herhangi b ir teşekkülün, bu gibi h a r e k e lerde bulunduğunu ben şahsen hatırlam ıyorum . Bu taarruza cüret eden düşman, bize ne esir ne de tu tu k m uam elesi yapm a-
ğa cesaret edemedi. Elinde bulunduğum uz yirm i ay m üddet içinde, herhangi birim izin izzeti nefsim izi incitecek her tü rlü teşebbüsten de çekindi ise de, îstanbulda tevkifim izin ertesi günü yayınlatm ış olduğu beyannam ede, o zamana kadar cereyan eden ve ileride cereyan edecek vakalara karşı bizleri rehine o larak aldığını ve bu m aksatla elinde tutacağını ilân etti. Biz, buna güldük. Benim muazzez m illetim in azim ve kararm a, vatan ım ın binlerce yıllık tarih in i ve bihakkın lâyık olduğu şerefli hayatı devam ettirceeğine olan kanaatim b ir gün bile sarsılm am ıştır.
İşte bugün, arkadaşlar bunu idrâk etm ekle m üftehir ve mesudum.
M übarek m illetim izin itim adını haiz olarak, onu liyakatle tem sil eden siz vekil arkadaşlarım ın gösterdiği m etanet ve celâdet, tarihim ize istik lâl hakkım ızı m üdafaa yolunda pek kıym etli b ir m isal kaydederek, bu suretle im haya çalışan düşm anla rın elinden şan ve şerefim izle kurtard ı. Şim di aranızda bulunm akla şerefyabım . Bunun için şükranlarım ı arz ederek Allah tan cüm lenizi her işinizde m uvaffak eylem esini ve m illetim izi bü tün em ellerine ve gayelerine kavuşturm asını tazarru eylerim-»
Bu sözlerim âm in sesleri ve alk ışlarla karşılandı. Mebus arkadaşlar, o gün yüzlerini ilk defa görüp tanıdıklarım da dahil olm ak üzere, hakkım da harare tli tezahüratta bulunurlarken, bilhassa bazıları Ham idiye seferinden de bahisle uzun uzadıya sitayişlerde bulundular. Bilhassa Çankırı m ebusu hacı Tevfik efendinin: «M uhterem R auf’um uzu bizim bildiğimiz gibi, bütü n cihan da bilir, b ir âyet-i kerîm e’de buyurulduğu gibi onu, gece de bilir, gündüz de bilir, silâh da bilir, deniz de bilir. Rau f bey m illetin h e r fedakârlık istediği gün, bihakkın fedakârlığı ibraz etm iş ve her zam an fedakârlık ta en önde bulunm uştur.» tarzında konuşması, beni o kadar m ütehassis e tti ki, Mal- ta ’da geçen sürgün günlerin in bütün acılarını unutturdu .
F akat A nkara’daki ilk günlerin m üşahedeleri arasında, M ustafa K em al Paşa ile bazı m ebusların çeşitli sebeplerle anlaşm azlıklara düşmüş olduklarını da sezerek m üteessir oldum, içinde bulunulan şartla rın ve za m anın tesiriy le olduğu şüphesiz olm akla beraber bu anlaşm azlıklar, benim hiç de arzu ve tahm in etm ediğim şeylerdi.
M eclisteki m uhalefet, her f ırsa ttan istifade ve her vesile ile hüküm eti tenkit hususundaki şiddetini a rttırarak , M ustafa
Kemal Paşa ile aralarındaki anlaşm azlıkların genişlemesine yol açıp duruyordu.
Bu arada, Kâzım K arabekir Paşa da A nkarada alm an veya alınm ası düşünülen bazı kararla rı tasvip etm ediğini belirten iş’arlarda bulunuyordu. Ben anlaşm azlıkları giderm ek için tara fla r arasında uzlaşm ayı sağlam ak m aksadiyle durm aksızın çalışm ak zorunda kalıyordum . M uhaliflerin başında görünen Hüseyin Avni, Çolak Selâhattin ve onlara iltihak eden K ara Vasıf beyler, benim de M ustafa Kem al Paşa’nın da arkadaşla- nmızdı- B unların başlıca m uhalefetleri (Devlet ve hükümet iş le r in in Meclis mürakabesinden sıyrılarak, tek elden yürütülmeğe doğru gittiği) kanaatlerinden doğup, bunu önlemeğe mâ- tu f görünüyordu. Bu noktada pek hassas olduklarını belirterek, bilhassa M ustafa Kem al Paşam n hem meclis, hem hüküm et başkanı ve ayni zam anda başkum andan olarak bütün yetk ileri elinde toplamış olm asından endişe ettik lerin i gizlemiyorlardı. Halbuki, o günkü durum da, böyle olması zarurî idi. Başka çare yoktu. İcra selâhiyeti de elinde bulunan meclisin, o zam anki şa rtla r içinde hüküm eti de kendi reisinin başkanlığında bulundurm ası gerekiyordu. F aka t bu gerçeği, karşı tarafın m illî H akim iyet hassasiyetine anlatm ak güçtü.
A nkaraya vardığım gündenberi, meclis gurubu başkanlığına seçilmem için yapılan teklifleri, yorgunluğum u ve um um î vaziyetle, m eclisin zihniyetini tetk ike m uhtaç olduğum u ileri sürerek, bundan vazgeçilmesini rica etm iş olmama rağm en, istifa eden Öm er L ütfü beyin yerine benim Nafia V ekâletine ve ayni zam anda gurup ikinci başkanlığına seçilmiş olduğumu, akşam dairem e gelen M ustafa Kem al Paşa ile Ali F eth i bey söylediler. Halbuki, her ikisine de dün akşam bu hususta itizar etmiştim.
Ben daha yıllarca evvel, bir m illî hareketin başında bn memleketi behemehal kurtarıp şerefli bir sulh ve sükûna kavuşturacağına knani olduğum ve m illetin istiklâl içinde hür yaşamak mefkûresini hakkile temsil ettiğine inandığım Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğine karar verip, bunu tâ o zaman ilân da ettiğimden şimdi, yorgunluk ve rahatsızlığım sebepleri ile istemediğim halde getirildiğim bu vekâlet dolayısiyle, kendisine azamî gayrte ve samimiyetle yardımı bir memleket vazifesi sayıyorum.»
Rauf bey, işte bu düşünce ile kabul ettiği bu vazifeyi, bir
m üddet sonra; «Ankara istasyonundan meclis binasına kadar olan birkaç yüz m etrelik şose bile yapılam ıyor. V asıta ve im kânlar o kadar k ıttır. Bu sebeple bu vazifenin, hiç değilse meslekten yetişm iş bir ehline verilm esine m eydan bırakm ak için« 7 ocak 1922 de Nafia V ekâletinden istifa ediyor. M ecliste gizli o turum da okunan istifanam esi kabul edilm iyorsada ,durum u izah ile, Nafia işlerinin başına behem ehal tecrübeli ve liyakatli b ir ehlini getirm ek gerektiğini uzun uzadıya anlatarak, kabul ettiriyor.
Dikkat edilirse, bir vazifeyi ne kadar önemli görünürse görünsün (Başan ile hakkından gelerek yapıp, memlekete faydalı olamıyacağını ileri sürerek) bırakmak feragatini gösteren de Rauf bey olmuştur. Herkesin, kendinde herşeyi yapmak kudretini vehmederek, mevki ve makam hırsı ile çırpınıp, ne olursa olsun ikbal postuna konmak sevdasında olduğu bir memlekette, kendisine ısrarla verilen makamı, hem de kaçıncı defadır ki, evet, Rauf bey (bu benim harcım değildir, yapamam) diye bırakıp, kendinden sonrakilere örnek olmak istemişti. A- ma, olabilmiş mi idi? Fakat, yapabileceğini yaparak memleket» faydalı olabileceğine inandığı işler karşısında, mevki ve makam düşüncesi olmadan, her fedakârlığı göze »larak, herhangi bir hizmete daima hazırdı. Rauf bey bu idi ve bunu herkes biliyordu.
R auf Bey ra h m etli va id esi ve en iştesi Aaiz K ap tan la E renköy'deki köşk lerin in b ah çesin d e 1916 da
BİR ŞARTLA HÜKÜMET BAŞKANLIĞI
İ cra Vekilleri H eyetinin - yani kabinenin - Büyük M illet Meclisi Reisi M ustafa Kem al Paşanın göstereceği m ebuslar
içinden, m utlak çoğunlukla seçilmesini isteyen kanun değiştirilip de, bü tün kabine âzalarının yani Bakanların, B üyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla ve m utlak çoğunlukla a y n a y n seçilmesini isteyen 8 tem m uz 1922 tarih li kanunun kabulü üzerine, iş başındaki Fevzi Paşa (M areşal) hüküm eti, yerin i yeni seçilecek olanlara b ırakm ak için istifa edince, M ustafa Kem al Paşa, M üdafaa-i H ukuk gurubu idare heyetini olağan üstü bir toplantıya davet e tti ve bizzat kendisinin başkanlık ettiğ i bu toplantıda yeni hüküm etin kim e kurdurulacağı meselesi saatlerce m üzakere edildi ve sonunda, herkesin Rauf beyin ism i ü s tünde durduğu görüldü. Öte yanda M üdafaa-i H ukuk’çu lann m uhalifi durum undaki ikinci gurubun da, Rauf beyden başkas ın ı düşünm ediği açıklanm ış bulunuyordu.
Bu suretle , M eclisteki m üzakerelerde, ik i a y n ku tup halinde b irb irlerine yan bakarak, hem en hiç b ir m esele üzerinde anlaşam ayan gruplar, ilk defa hüküm eti Rauf beyn kurm ası konusunda, tam bir anlaşm a halinde olduklarını göstermiş oluyorlardı.
Fakat Rauf bey, bazı düşüncelerle, o günkü şartla r altında ik tidar sorum luluğunu üstüne alm ak istem iyordu. Bunun üzerine M ustafa Kem al Paşa, çoğunlukta olan kendi M üdafaa-i H ukuk gurubunu, başka bir aday üzerinde düşünm eğe davet e tti ise de, grup başka hiç kim senin akla gelemiyeceği m ülâhaza- siyle, m utlaka Rauf beyin seçilmesi noktasında ısra r etti- Mustafa Kem al Paşa da. tek ra r R auf beyi iknaa teşebbüs e tti ve başbaşa gelerek, bütün m ebusların, m uvafıkı m uhalifi, istisnasız hepsinin m utlaka hüküm eti kurm asını istediklerini, kendisinin de sam im iyetle ayni istekte bulunduğunu izahla;
«— Raufcuğum, dedi. M alta’dan döndüğündenberi, henüz M eclisteki vaziyeti ve m em leketin ahvalini lâyıkiyle tetk ike im kân bulam ayışın, bir ta ra ftan da rahatsızlığın dolayısiyle b iraz dinlenm eğe ihtiyaç duyuşun, elbette m âkul m azeretlerdir, bun ları ben de kabul ediyorum . Fakat görüyorsun ki, hüküm et ti kuram ıyoruz. Yine Fevzi Paşayı işbaşına getirm ek belki m üm kün ise de, ben bu nazik zamanda, birçok m ülâhazalarla, ripkı ilk günlerde olduğu gibi, yine seninle b irlik te çalışmayı
bütün sam im iyetim le istiyorum . N asıl el ele işe başladıksa yine öyle, şu işi hayırlı b ir neticeye ulaştırm ak için b irlik te çalışalım. Esasen, bü tün m ebus arkadaşlar da, benim bu samimî arzum u hissetm işler gibi, ayni nokta üzerinde ittifak la ısrar ediyorlar. Böyle kah ir b ir ekseriyetin m uhabbet ve itim adına m azhar olan, bilhassa senin gibi m em leket uğrunda daim a hayatım istihkar ederek fedakârlık lardan çekinm eyen bir a rkadaş, a rtık hüküm et m esuliyetini üstüne olm akta tereddü t edemez. Yoksa, benim bilm ediğim başka sebepler m i var?. K ardeşim, lü tfen açık söyle.»
R auf bey, bir an düşünerek, açıkça cevap verm ekten çekinmedi :
— Paşam , dedi, senin de, b ü tün arkadaşların da lâyık olmadığım, iltifat ve teveccühlerinize nasıl teşekkür edeceğimi bilemem. Ancak, m adem ki açık söylememi istiyorsun, söyliye- yim: Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen ötekilere yaptığın gibi, benim de işime karışacaksın- Ben de buna taham m ül ede- miyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. H albuki benim imanım, bu orduların başm da bu m illeti senin kurtaracağın m erkezindedir. Bu yüzden seninle anlaşm azlığa düşmeyi kat'- iyyen kabul edemem.»
M ustafa Kemal Paşa bu anda :— Kardeşim , ben nam ussuz m uyum ? deyince, şaşırıveren
Rauf bey, hayretle yüzüne baktı:— Ben, böyle bir şey söylemedim...— O halde... Saııa nam usum üzerine söz veriyorum , Ve
k iller Heyeti başkanılğım kabul et, hüküm eti kur, senin hiç b ir işine karışmıyacağım.»
M ustafa Kem al Paşa, R auf beyin ifadesine göre, hakikaten bu dediğini yaptı (1).
Rauf bey, M ustafa Kem al Paşanın sam im iyetle verdiği bu tem inat üzerine 10 tem muz 1922 günü hüküm eti kurm ayı kabul e tti ve ertesi günü M eclisteki 203 m ebusta 197 sinin oyu ile İcra Vekilleri Başkanlığına seçildi. Rauf bey kabinesine seçilen diğer vekiller şunlardı :
Erkân-ı Harbiye-i Um um iye Reisliğine Kozan m ebusu Fevzi Paşa (M areşal), Millî M üdafaa Vekâletine Karesi m ebusu Kâzım Paşa (Özalp), H ariciye Vekâletine Kastam onu mebusu
(1) İleride görüleceği veçhile, sonunda bilhassa İsm et P aşa, çeşitli teşebbüslerle M ustafa Kem al Paşayı, Rauf beyin işlerine karıştırm ak çabasından geri kalm am ıştır.
Yusuf Kem al (Tengiışerik), Adliye Vekâletine İstanbul m ebusu C elâlettin A rif bey, M aliye Vekâletine G üm üşhane mebusu H aşan Fehm i bey, M aarif Vekâletine Karesi m ebusu Vehbi bey, S ıhhiye V ekâletine Bolu mebusu Dr. Fuat bey, İktisat Vekâletine İzm ir m ebusu M ahm ut Esat bey (Bozkurt), Nafia Vekâletine Saruhan m ebusu Reşat bey.
Rauf bey, İcra Vekilleri Heyeti Başkanı olarak vazifeye başlar başlamaz, günlük işler dışında bilhassa en önemli olarak, çeşitli zorluklar, yokluklar içinde ordunun derlenip toplanarak, büyük taarruza hazırlanm asını tam am lam ak dâvası ile m eşgul oluyordu.
Ü zeim de durularak, gece gündüz yürütülm esine çalışan bu davanın, o günlerde en önemli ciheti, bilhassa büyük b ir ta arruz için gereken paranın bulunm asında çekilen güçlüklerdi- Rauf bey, bu güçlükleri yenm ek hususunda bilhassa Maliye Vekili Haşan Fehm i beyin büyük çabalarla, her tü rlü im kânlardan faydalanarak, basan lar göstermiş olduğunu daima şükranla yadedirdi.
Bu çalışm alar arasında, meclisteki, aralarında bir çok em ekli askerlerin , kum andanların da bulunduğu ikinci grup m ensuplarının her vesile ile ortaya çıkardıkları çeşitli meselelerle uğraşm ak da gerekiyordu.
MECLİSTEKİ MUHALEFET VE ARABULUCULUK
M uhalifler, bir yandan M ustafa Kem al Paşaya, b ir taraftan Rauf beye grup adına K ara Vasıf beyi göndererek,
m ütem adiyen«Ordumuzun m uatta l kalm ası doğru değildir. Sakarya za
ferinden beri hem en b ir senedir ordu bulunduğu yerde m ıhlanm ış kalm ıştır. Kış geliyor, Y unanlılar orm anlık ve m eskûn bölgelerde bulunduklarından kışa dayanabilirler, biz ise arkam ız çırıl çıplak ovadır, kış tahribat yapacaktır. Bu vaziyette bu kış pek perişan olabiliriz. Halbuki, bugün, karşılıklı kuvvetlere göre, zaman bir taa ıruz yapm am ıza çok m üsaittir. D urm ayalım , karar verilsin, vakit geçiyor» diye tazyiklerde buulnuyor- terdı.
İkinci gurubun şikâyeti bundan ibaret de değildi. İkinci gurup, M ustafa Kem al Paşanın etrafında, sinsi sinsi ona sokulm ak im kânlarını a rayan bir tak ım m ebusların, ona yakınlık ların ı, onun haberi olm adan istism ar ederek hüküm et işlerine karışm aktan tu tun , şurada burada giriştik leri m ünasebetsiz hareketlerle halk ve ha ttâ ordu içinde huzursuzluk yaratm akta oluşlarından da fena halde şikâyetçi idiler. Yine bir gün Rauf beye gelmişler;
«Biz ordunun b ir an evvel taarruza hazırlanm ası için çırpınırken, karşım ızdakiler orduyu inhilâle uğratm ağa çalışıyorlar.» diye ordu zatişleri m üdürü Osman Şevket bey (Paşa) dan dinledikleri şeyleri şöyle anlatm ışlardı: «'Telefon çalıyor, ben M ustafa Kem al Paşanm yaveriyim , em irleri var, kâğıdı kalem i alınız, te rfi için söyleyeceğim isim leri yazmız, diyor, b ir sürü isim sayıyor. B unları yazarken daha birkaç ay evvel te rfi etm iş olanların isim lerini de görüyorum . K arşım dakine vaziyeti an latarak , m uayyen b ir zam an geçmeden, te rfi im kânı yoktur. Dediğim zaman: «Sana ben M ustafa Kem al Paşanın em irlerin i tebliğ ediyorum . Başka lâf anlamam» diye telefonu yüzüme kapatıyor. Bu haller dışarıda, asker arasında duyuluyor. F ilân falan terfi ediyorm uş, em ir verilm iş şayiaları orduya yayılıyor. O rdunun terfi durum unu, perişan b ir hale getirm ek istiyorlar. Vaziyeti işte size söylüyorum . Ne yaparsanız yapınız.»
Bir başka gün, yine ikinci gurup adına K ara Vasıf beyle bazı arkadaşları Rauf beye gelerek, M ustafa Kem al Paşa adına,
k a t’iyyen kendi haberi olm adan hareket eden bazı silâhşor ta nınm ış m ebusların, hüküm eti ve dolayısiyle bizzat M ustafa K em al Paşayı halk nazarında küçültecek derecede yaptık ları taşk ın lık larla m ünasebetsiz hareketlerden şikâyet ederken; «Bir yerde güzel b ir kız, güzel b ir çocuk gördüler mi, sürükleyip götürüyorlar. İşi bu dereceye vard ırd ılar. Size gelmeden evvel kendilerine bu gibi çirk in hareketlerden kaçınm aları için m ünasip şekilde söyledik. İkaz etm ek istedik. Aldığımız cevap: «Bu gibi haller erbab-ı zekâ’ya arız olan hastalık tır. Vaz geçilmez» oldu. Bunu birkaç arkadaş arasında yüzüm üze karşı, hem de gülerek söyleyen Topçu İhsan beyle, nerede ise dövüşüyorduk.»
Rauf bey, bu gibi şikâyetler karşısında son derece m üteessir olarak, iki tarafı da idare etm ek için m üm kün olam yapar duru rken yine ikinci gurubun ihdas ettiği başka m esele çıkmıştı.
Bilhassa bu guruba m ensup m ebuslar, yü rü rlük süresi sona erm ek üzere olan «Baş Kum andanlık» kanununu tekrar uzatm ak istem iyorlardı. Halbuki, kanunun m üddeti ağustosun beşinde sona erince, M ustafa Kem al Paşa, Başkum andanlıktan ayrılacaktı, bunun, gerek orduda ve bilhassa düşm an nazarında yapacağı tesir düşünülm üyordu.
«Mustafa Kem al Paşa, Meclis Reisi ve dolayısiyle Devler Reisi durum unda bulunurken, b ir de başkum andanlık yetk ileriy le teçhiz edilirse, başımıza d ik tatö r kesilecektir. Zaten işleri berbat eden etrafı da bunu istiyorlar. O rdunun kum andanları, Erkân-ı Harbiye-i Um um iye Reisi vardır. M ustaf Kem al de, Devlet Reisi olarak bunların âm iri sayılır. A rtık b ir de Başkum andanlık diye ayrı ve olağanüstü yetki ile, kendisini sorum suz, m utlak âm ir vaziyetine sokamayız.» diyerek, bu kanuna şiddetle m uarız bulunuyorlardı.
Rauf bey, ne dedi ise, ne etti ise bunlara m eram anlatam ı- yordu.
O rdunun taarruz hazırlık ları hem en hem en tam am lanm ış olduğu b ir zamanda, böyle b ir m eselenin ortaya çıkışı, h e r şeyden evvel düşm anın işine yarayabilirdi.
Bu sebeple hüküm et başkam olarak çok m üşkül vaziyete düşen Rauf bey, üzüntülü ve uykusz geceler geçirerek, bu dâvayı hal etm ek için nihayet, bizzat M ustafa Kem al Paşaya m üracaat lüzum unu duym uştu. İşin bu safhasını bizzat kendi ağzından dinleyelim :
«Baş kum anlanlık kanununun m ecliste m üzakere edilece
ği günden bir gün evvel, M ustafa Kem al Paşayı ziyaretle, kendisine ertesi günü m ecliste kopacağını bildiğim büyük fırtın a yı önlem ek ve nihayet düşm anın ekm eğine yağ sürecek b ir vaziyete süratle m âni olm ak için, eski m ücadele arkadaşlarım ız Ali F ua t ve Refet Paşalarla başbaşa görüşüp b ir çare bulm ak lüzum unu ileri sürerek: «Refet Paşanın evinde toplanalım* de- dim.
M ustafa Kem al Paşa bu teklifimi kabul ile, beni ve derhal davet ettiğim iz Ali Fuat Paşayı otomobiline alarak, Refet Paşanın K eçiören’deki evine gittik, orada, m eclisteki M üdafaa-i H ukuk G urubu başkanı sıfatiyle evvelâ Ali F ua t Paşa, Başkum andanlık kanununa karşı cephe alan m ebusların düşüncelerini izahla, bunların belki b ir takım tesirler altında kalarak, tereddüde düştükleri noktanın, kendisinin hudutsuz yetk ilerle teçhiz edilmesi neticesinde sorum suz b ir vaziyet alm ası ihtim alinden korktukların ı an la ttı ve «Yarınki m ecliste çıkar da, durum u lâyıkiyle izahla ilerisi için m em leketin herhangi b ir oldu b itti karşısında kalm ayacağını ve böyle b ir vaziyet ihdasım ka- tiyyen düşünm ediğinizi sam im iyetle anlatırsanız eminim , bütün meclisi etrafınızda toplanm ış bulacaksınız.» dedi. M ustafa K em al Paşa e v v e lâ :
— Tuhaf, niçin böyle düşünüyorlar, bunlara ne lüzum var? Ben bunlarla m ücadele etm esini pekâlâ bilirim . F akat buyurduğunuz gibi, bugünkü şa rtla r buna m üsait değildir.» dedikten sonra, Mademki, vaziyetin icabı olarak böyle tavsiye ediyorsunuz; bunu dikkat nazarına alarak, m em leketin istikbali ve şahsım hakkında duyulan bu endişeyi izale edecek tarzda konuşacağım, dedi.
Geniş b ir nefes aldık ve bu ferahlıkla, ben de dedim ki:— Çok iyi olacak... Zira, sizin başkum andanlığınızı bü tün
m illet dem ek olan meclisin ve hüküm etin ittifak la kabul etm iş olduğu âlem e ilân edilm iş olacaktır. Y arın meclise başkanlık edecek olan doktor Adnan bey ile de bu hususta anlaşm ış bulunuyoruz: İnşallah m uvaffak olacağız ve m em leketi k u rta ra cak olan büyük zafere ilk adım ı da atm ış olacağız.*
Bu sözlerim M ustafa Kem al Paşanın pek hoşuna gitti:— Öyle ise, haydi bakalım arkadaşlar şerefe!., diye kade
hini kaldırdı.O akşam ki toplantım ız, sabaha kadar sürm üştü.Bu anlaşm anın ertesi 20 tem m uz 1922 günü m ecliste, ilk
evvel, m üşir üniform asiyle M ustafa Kem al Paşa kürsüye çık-F: 5
tı. «Arkadaşlar» diye konuşm aya başladı. Heyecanlı b ir ifade ile, m illî hâkim iyetin kayıtsız şartsız m illetin olduğunu tesbit ve ifade eden Teşkilât-ı Esasiye kanunu hükm ünce bugünkü başkum andanlık m akam ının dahi m uvakkat ve bu sıfat ve ye tk in in esasen doğrudan doğruya yüksek m eclisin m anevi şahsiyetinde m ündem iç bulunduğunu anlatıp , bu konuda uzun uzadıya izahat verd ik ten sonra, asıl bizim üzerinde durduğum uz noktaya gelerek dedi ki: «... k a t’î neticeye vasıl olduğum uz gün, k ıym etli İzm ir’imiz, güzel B ursa’mız, h ilâfet ve saltanat m a k a m olan Istanbulum uz, T rakya’mız ana vatana kavuşm uş olacaktır. O m utlu gün geldiğinde, bü tün m illetle beraber, yüksek heyetiniz ve ben de burada b ir fe r t ve b ir âza olarak b ittab i en büyük saadetleri duyarak m üşerref olacağız. Efendiler, riyasetin iz m akam ında bulunm akla şeref duyan âcizleri, ogün ik i kere m esut olacağım. İkinci saadetim i tem in edecek olan husus, benim , bundan üç yıl evvel bu m ukaddes davaya başladığımız gün bulunduğum m evkie dönebilmekliğim im kânı olacaktır. H akikaten m illetin bağrında b ir m illet ferdi olmak kad a r dünyada bah tiyarlık yoktur. H akikatlere vakıf olan, kalp ve vicdanında m anevi ve m ukaddes hazlardan başka zevk ta şım ayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun m addi makam ların hiç b ir kıym eti yoktur. Sözlerime nihayet verirken, m üzakere olunan bu kanunda, bu selâhiyetin m erfu’ olmasının d ikkat nazarında bulundurulm asm ı reca ederim.»
M ustafa Kem al Paşanın, bu sözleri m ebuslar üzerinde istediğim iz tesiri, fazlasiyle yaptı. O ana kadar, d ik tatörlük endişesiyle, en çok m uarız bulunan K ara Vasıf ve Hüseyin Avni bey ler gibi m uhalefetin alem darları sayılanlar bile, Paşa’yı heyecanla alkışlam aktan kendilerini alam adılar. O kadar ki, başkum andanlık kanunu 5 ağustostan itibaren, üç ay daha uzatılm ak üzere m üzakereye konm uş iken, M ustafa Kem al Paşan ın son cüm lesindeki rica üzerine, üç ay müç ay unu tu larak , süresiz olarak uzatılm ası kabul ed ild i
Mustafa Kem al Paşa, o günden sonra, m eclisteki m uhalefetin artık , m em leket m enfaatleri m evzuu bahs oldukça,
uysallığa doğru gittiğinden em in olm anın verdiği kalp huzuriy- le taarruzdan başka bir şey düşünm üyordu. Bu düşünce ile, birkaç gün sonra E ıkân-ı Harbiye-i Um um iye Reisi Fevzi Paşa ile b irlik te Konyaya gidip kum andanlarla tem as e ttik ten sonra, K urban bayram ının birinci günü A nkaraya döndüler ve derhal İcra V ekilleri Heyeti toplantısına katıldılar- Bu toplantıda, kum andanlarla yaptığı tem asların neticesini ve taarruz plânının askerî ve siyasî sebeplerini an la ttık tan sonra, bana döndü ve dedi ki
— A rtık ordu kadar, hüküm etin de vazifesi en m ühim safhaya girm iştir. Biz bütün hazırlığım ızı tam am lam ış durum dayız. Siz de hüküm et olarak, bugünden itibaren herşeye tercihan, taarruzu hesaba katarak, ona göre tedbirlerinizi alm alısınız. Gerçi m uvaffak olacağımızdan eminiz. Fakat her hangi bir m uvaffakıyetsizlik aum da ka t’iyyen telâşa düşmemek, şaşkınlığa uğram am ak için hazırlıklı olmalısınız.» Bu esnada, vekillerden biri, zannederim İktisat Vekili M ahm ut Esat (Bozkurt): «Yunan ordusunu imha etsek bile iş bitecekm idir? O nlarm arkasından ingilizlerin m ukavem eti ile karşılaşm am ız ihtim ali yok mu?» deyince, ben, kendisine şu cevabı verdim :
o— Bab-ıâli hüküm etleri de, hep bu korku ile âciz kalm ışlardı. Biz onlara benzemediğimizi m ücadeleye atılışım ızla is- bat e ttik ve m ücadelem izin iptidasından nihayetine kadarki m uharebelerim ize ingilizlerin sadece seyirci kalıp karışm adıklarını gördük. Bu durum da olan ignilizlerin yunanlıları m ağlûp edişimizden sonra, işe karışacaklarına hiç ihtim al verm iyorum . Esasen İngilizlerle m üttefiklerinin, bugünkü vaziyeti a rtık bir T ürk — Yunan m uharebesi şeklinde gördükleri için tarafsızlıklarını ilân e ttik lerin i de biliyoruz. Bu sebeple, bir kanşm a endişesi b ah ü m evzuu olamaz-»
M ustafa Kem al Paşanın da baş sallayarak tasvip ettiği bu sözlerim üzerine, Erkân-ı Harbiye-i Um um iye reisi Fevzi Paşa, yapılacak taarruz hareketi hakkında bazı izahat vererek dedi ki
«Her türlü ihtim ali dikkat nazarına alarak hazırlığım ızı
büyük b ir d ikkat ve itina ile tam am lam ış bulunuyoruz. Yüzde seksen m uvaffak olacağız. Yüzde y irm iyi de harp taliine b ırakabiliriz.»
M ustafa Kem al Paşa da, ayni fik irde olduğunu her hali ile belirtiyordu. Bu suretle, toplantı sona ererken, ben, icra vekilleri heyeti kararı olarak şunu tesbit ettim : «İcra V ekilleri Heyeti, Başkum andanın taarruz kararm a, bü tün avakıbini dikkat nazarına alm ak suretiyle iştirâk eder. Ve m uvaffak olması için bütün varlığı ile çalışır.»
Tabiî bütün bunlar, son derece gizli tutu luyordu. O günden itibaren M ustafa Kem al Paşanın, pek m ahdut m aiyeti ile, başkum andan olarak Konya ve A kşehire yapmış olduğu yolculukların hiç kim seye duyurulm am asına da ayni derecede önem verilerek, d ikkat ediliyordu. H ayatım ın hiç de sükûnet ve atalet içinde geçmemiş olmasına rağm en, bu kararla rın verildiği günden itibaren, hüküm et başkam sıfatiyle yüklendiğim - geçmiş- tek ilerden hiç biri ile kıyas edilemiyecek derece - pek ağ ır olduğu nisbette o kadar da haz verici sorum luluğun tesiri altında, uykularım ı, ha ttâ yem eklerim i unu tarak va r gücümle, cephe gerisi işleriyle m eşgul olmağa başlamıştım .
F akat Ankara, ha ttâ Büyük M illet Meclisi norm al hayatını yaşıyordu ve bunun böyle olmasına, kim senin k a t’iyyen bir fevkalâdelik olduğunu his edip, küçük b ir koku alm ak şüphesine düşmem esine çok dikkat ediyorduk M ustafa Kem al Paşa karargâhı ile cephede bulunduğu günlerde bile, kendisinin Çankayada çay ziyafetleri verdiği, m isafirleri ile m eşgul olduğu, z iyaretler kabul ettiği haberlerin i yayıyorduk- Son kaahir darbem izi vururken, düşm anı gafil avlam ak için bu hususun büyük önemi vardı.
N ihayet ağustos, ağustosun on beşi, y irm isi derken, yirm i altısı geldi. O gün takvim e göre, H icret-i Nebeviyenin 1341 inci yılına tesadüf ediyordu. O sabahki A nkara gazeteleri, büyük taarruzdan henüz m alûm atları olmadığı halde, âdeta güzel bir hissi kablelvuku’la, bu takvim haberini aynen şöyle veriyorlardı: «Bugün m uharrem in birinci günü ve 1340 hicri yılından 1341 yılm a geçiyoruz. Bu yılın m em leketim iz ve bütün vatandaşlarım ızla İslâm âlemi için ku rtu luş ve refah ile kapanm asını tem enni ve Cenab-ı H ak’dan ordum uza tam b ir zafer ihsanını niyaz ederiz.»
H a k ik a te n de ordum uz o sabah, yurdu tam kurtu luş ve refaha götürecek olan muazzam zaferin ilk başarılı ham lelerine atıfmış bulunuyordu.
•U a f B ey gen çliğ in in ilk çağ ın d a 31 M art ir tica ın , bastırm ağa k oşan lar arasın a gönüllü olarak k atıld ığ ı gün lerde
Başkum andan M ustafa Kem al Paşa, m uvaffakiyet m üjdesini bize 26 ağustos tarih li telgrafiyle v e rir vermez, ben de, icra V ekilleri H eyeti reisi sıfatiyle, Büyük M illet Meclisini keyfiyetten haberdar ederken, b ir yandan da halk ve m em urlarım ıza h itaben beyannam eler hazırlayıp yayınlıyordum . Cepheden de b irb iri a rd ı sıra m uvaffakiyet haberleri geldikçe, arlık büyük ve k a t’î zafere ulaşm akta olduğumuz da tahakkuk ediyordu. Netekim daha 27 ağustos günü, A nkaradaki yabancı elçiler beni m akam ım da ziyaretle, tebrik lerde bulundukları gibi ayni günde M oskova’dan da tebrik telgrafları alm ağa başlamıştım.
Meclis cephelerden gelen m uvaffakiyet haberleriy le sevinç içinde bulunuyor ve meclis önünde toplanan halk coşkun tezahüratla , nice zam andır beklediği en büyük bayram ını yapıyor- du.
O rdular sefil ve ııam erd düşm an sürü lerin i lâyık olduklar ı kahredici darbelerle eze çiğneye Akdenize doğru süpürür ve bütün vatan baştan başa ta rif edilmez b ir sevinçle çalkanırken. Büyük M illet Meclisi de, pek tabiî olarak bu sevince bü tün v a rlığı ile iştirak etm ekle beraber, yine de (m uhalefet sesini), hem de şiddetle yükseltm ekten geri kalm ıyordu *
M ustafa Kem al Paşa, Başkum andan sıfatiyle cepheden yaptığı b ir teklifle; 26 ağustos 1922 den 30 ağustos 1922 ye kad ar Afyon K arahisar ve D um lupınar m eydan m uharebelerinde olağanüstü hizm etleri görülen Tüm general Kâzım, albay Osm an Nuri, Aşir, A lâattin, yarbay Ethem beylerin meclisçe bire r takdirnam e ile ta ltif edilm elerini ve Erkân-ı H arbiye-i U- m um iye Reisi Fevzi ve G arp cephesi kum andam İsm et ve ordu kum andanları N urettin ve Y akup Şevki Paşa ve kolordu kum andanları İzzettin, K em alettin, Asım, Kâzım ve M iirsel Paşalarla diğer on b ir kum andanın b ire r derece terfi ettirilm elerini inha etm işti.
H üküm et de, bu terfileri - şim diye kadar takip edilen usule uygun b ir şekilde - yap tık tan sonra, takdirnam elerin verilm esi için de keyfiyeti meclise arz etm işti. İşte, o gün mecliste: «Terfileri bize sorm adan nasıl yaparsınız?» diye kıyam etler koptu. Bilhassa İkinci G urup sözcüsü durum undaki Erzurum mebusu Hüseyin Avni bey;
«— O rdunun büyük m uvaffakiyetini ne su re tle tebcil ede- cegimizi bilemiyoruz. Bize bu büyük zaferi tem in için çalışın- lan n h e r halde m addî ve m anevî m ükâfatların en büyüğünü
hak e ttik leri şüphesizdir.» diye R auf beye h itap la sesini yükselterek :
cFakat bu zaferi sağlayan kum andanları, m eclisin k a ra n alınm adan terfi ettirm eğe hakkınız yoktur. Bu hak m eclisindir. Çünkü m illî irade, m ileltin tem sil hakkım üzerine alm ış ve bu hakkı m anevî şahsiyetinde tecelli e ttire rek hiç b ir surette kim se tarafından kullanılm asına m üsaade tem em iş oaln meclisindir. H albuki teı filer m eclisin iradesi alınm adan yapılm ıştır-» diye bağırıyordu.
R auf bey Cevap v e r iy o r :<— O rduyu m uzafferiyete sevk ile bu m illetin saadet ve
selâm eti için çalışan her fe rt gibi, bazı üm era ve zabitanm usulü dairesinde terfileri m ünasebetiyle hüküm etin m illî iradeyi suiistim al ettiğ i hakkında söylenen bu sözleri, üm it ederim k i tashih edecekleridir. Çünkü m illî iradenin suiistim al edildiğine ben kaani değilim. V ekiller H eyeti ancak yüksek M eclisinizin kendisine verm iş olduğu yetk iy i kullanm ıştır. Ve bu yetk inin zerresini tecavüz etm iş değildir. Büyük zaferin istihsalinde gösterdikleri yararlık lardan dolayı terfileri gerekenler hakkında harp m evkiinden usulü dairesinde bize gelen kum andanların inhası, Millî M üdafaa V ekâleti zatişleri m üdürlüğünün te tk ik i üzerine, vekiller heyeti tarafından tasdik edilm iştir. Ş im diye kadar her nasp ve tayinde, her terfide olduğu gibi Büyük M illet Meclisi Reisi M ustafa Kem al Paşa da, yüksek meclisiniz adına, vekiller heyetinin bu kararına, imza koym akla, m uam ele tekem m ül etm iştir. Bunun dışm da yapılm ış b ir m uam ele bilm iyorum.
R auf beyin bu izahatına rağm en, yine itiraz lar yükselm iş ve bu arada yine Hüseyin Avni b e y in :
— Meclis iradesini kaale alm ayanları, yunan kadar m em lekete zararlı sayıyoruz» diye bağırdığı duyulm uştur.
Bunun üzerine Rauf bey :•— H üseyin Avni bey, bu sözü söylemiş olm aktan neda
m et duym alıdır. Bu herhalde b ir sürç-ü lisan eseridir- Yoksa, böyle b ir şeyi ifade etm ek istem iyeceklerini ve behem ehal bunu tashih edeceklerini üm it ederim . H atırlarsınız ki, Büyük M illet Meclisi H üküm eti devrinde ilk evvel başkum andan Gazi M ustafa Kem al Paşanın M üşirliğe terfi ettiriliş şeklinin de, bizim yaptığım ızdan fark ı yoktur. Şimdiye kadar yü rü rlü k te olan kanun ve taam ül, görüldüğü gibi işte budur. Şu halde yap ılan m uam eleyi kanunsuz saym ak doğru değildir. Biz, m illî em ellerin en hü rm etkar ev lâtları olarak, her arkadaşınız
onun baki ve hakim olması için hayatım ızı fedaya hazır insanlarız ve şundan da im anım kadar eminim ki, siz m illet vekili arkadaşlarım da, terfileri inha ve tasdik edilen zatların, bu ta ltif ve terfie, yap tık ları fedakârane hizm etlerle bihakkın liyaka t kesbetm iş olduklarına kaani bulunuyorsunuzdur. Bu sebeple ortada, ne kanuna, ne taam üle, ne de m üşterek ve u m umi arzu ve tasvibe aykırı yapılm ış bir m uam ele olmadığı m eydandadır. Şimdi; Yüksek Meclisiniz hakem dir. Biz V ekiller H eyeti olarak karşınızda hazırız. Vereceğiniz karara kemâl-i hürm etle ink iyat edeceğiz, vicdanım tam am en m üsterihtir. Yalnız H üseyin Avni beyden tek ra r reca ediyorum , b ir az evvel nasılsa bizi telm ihen söyledikleri ağır sözden, vicdanlarının m uazzep olduğunu söylesinler.»
H üseyin Avni bey: «Ben, dedi, bu meclisin haklarına h ü rm et etm eyen, yetkilerine tecavüz ederek, m illî hakim iyet ve idareyi k ıran lar, yani kanunlara riayet etm iyenler için söyledim. M adem ki böyle bir şey oktur, o halde, mesele yoktur» diyerek, işi ta tlıya bağladı.
Rauf bey bu konuda der k i :«Ben gençliğim den beri her fe rt gibi, onun vekillerinin de,
m em leket ve m illet işlerindeki fik irlerin i her kim karşısında ve nerede olursa olsun, daim a serbestçe söyleyip savunm asına şiddetle ta ra fta r olduğum, ha ttâ bu uğurda birçok çatışm alarla badirelere uğradığım için, H üseyin Avni beyle arkadaşların ın taarruz ların ı m üm kün olduğu kadar m üsam aha ile karşılam ağa gayre t ettim.»
F akat asıl mesele, o zam anki Türkiye B üyük M illet Meclisindeki m uhalefetin ruh hâletin in ve bilhassa m illî iradenin hâkim iyeti m eselesindeki hassasiyetin ne derecede olduğudur. M uhalifler bu noktada Rauf beyin de ne kadar hassas olduğunu pekâlâ bildikleri halde, hem de böyle, büyük zaferin şevk ve neşesi içinde çırpm ıldığı - fakat henüz k a t’î netice alınıp İz- m ire yarılam adığı - günlerde dahi içlerinde doğan küçücük b ir şüphe ile her şeyi unutup, m illî hakim iyete toz kondurm ayız diye kıyam etleri koparm akları ve bu arada âdeta kendilerinden geçerek b ir takım tesirlerin altında zaman zaman şahsiyata kapılm alarıdır.
R auf bey, b ir yandan cepheden, B aşkum andandan günü gününe gelen zafer haberlerini, heyecan ve sevinçle meclise m üjdelerken, bir taraftan da işte böyle b ir m uhalefeti idare e tm ek zorunda bulunuyordu. Nitekim, orduların îzm ire girdiği
kışlayan m ebusların, b ir az sonra bam başka b ir konuya girerek m atbuat ve istihbarat um um m üdürlüğü bütçesini m üzakere ederlerken, yine hüküm ete karşı şiddetli tarizlerle, işi şahsiyata döküşleri üzerine, R auf bey kürsüye çıkarak şöyle konuşm uştu:
— İçine düştüğüm üz badireden, ancak m illetim izin azim ve celâdeti ve yüreğinde taşıdığı im an ve tehlike karşısında gösterdiği tam birlik ile ku rtu lduk tan sonra, şimdi Allaha şük ü r bunu sonuna getirm ek üzereyiz. Onun için, çok rica edelim , şahsiyatı bırakalım , vicdanım ın duygularını izhar etm emi, A llahın kuvvet ve kudretinden başka hiç b ir kuvvet ve kudret m en edemez.
Şahsiyata düşülünce, her şahsın tenkit edilecek tarafları buulnabilir. Herkes insan olmak, beşer olmak itibariyle, hata edebilir- Şahıslar m elek değildir. Bu itibarla tek ra r ediyorum ki, sadece gelelim, bütçeyi m üzakere edelim ve m illetim izin ha ttâ bü tün İslâm âlem inin iştirâk edip, emsalsiz hazzını duyarak kutladığı şu zafer bayram ı günlerim izi, böyle ufak tefek şeylerle acı etm iyelim . A rkadaşlar, herkes düşündüğünü söylem ekte, inandığını savunm akta elbette serbesttir. Yalnız zamanın fevkalâdeliğini d ikkat nazarına alarak, siyasî m ücadelem izi biraz daha birbirim ize karşı m üsam ahakâr davranarak yapmamız herhalde daha m uvafık o lur kana tindeyim.»
KURTULAN İZM İR’DE
B üyük zaferle vatanın kurtu luşundan sonra, M illet Meclisinin: «Başvekilin şu sırada vaziyet icabı, itilâf dev
letleriy le siyasî tem aslarda bulunm ak zaruretinde kalan, Başkum andan M ustafa Kem al Paşanın yanında bulunm aları icabe>- der.» m ülâhazasiyle İzm ire gitm elerini uygun buluşu üzerine Rauf bey, Hariciye Vekili Yusuf Kem al beyle b irlik te A nkara- dan İzm ire giderken bu seyahatinde yanında M üdafaa-i H ukuk G urubu başkanı Ali Fuat Paşa da vardı.
Rauf bey ve arkadaşları, 29 eylülde vardıkları İzm irde bizzat M ustafa Kem al Paşa ve m aiyeti ile m uazzam b ir halk k ü tlesi ve m erasim kıtası tarafından tezahüratla karşılanm ışlar ve M usuafa Kem al Paşanın konuğu olm uşlardı. B irkaç gün evvel anî b ir infilâka, İzm ir’in frenk m ahalleleriyle P un ta sem tini yalaya yalaya, silip süpüren büyük yangından sonra, M ustafa Kem al Paşa - şim di Güzelyalı denen - (K okaryalı) daki UşşaM- zade M uam m er beyin köşklerinden birine m isafir edilmişti. Paşanın karargâhı da burada idi.
Rauf bey, o günlerden söz açıldıkta, dalgın dalgın düşünerek, parça parça ha tıra la rı b irb irlerine ekleye ekleye derdi ki: «İzmir, k u rtu lan vatan ın b ir sembolü haline gelmişti. Eskiden beri pek sevdiğim, fakat dil ahşkanlığıyle b ir çoklarının «Gâvu r İzmir» dedikleri bu şirin şehre, şim di gâvurluk tan da ta- m am iyle sıyrılarak halis m uhlis tü rk oluşunun büyük heyecan ve sevinciyle kavuşup, M ustafa Kem al Paşanın boynuna sarılırken, titreyen dudaklarım la ancak: «Gazan m übarek olsun paşam!» diyebilm iştim . O da beni, ayni sam im iyet ve heyecanla kucaklıy arak, hiç unutm am ; «Rauf kardeşim , m is gibi b itirdiğimiz iş’te ortak olduğum uzu unutm a Nice zam andır, h e r m ihnete katlanarak , lâkin hiç üm itsizliğe düşm eden, bugüne gelmeye çalışm adık m ı? Gazâ varsa, onda müşterekiz-. da m übarek olsun» demişti.
Bizi, otomobiline alarak, Uşşakîzade M uam m er beyin Gü- zelyahdaki köşküne götürdü. Orada, M uam m er beyle de tan ıştırdı. *
Ben palas pandıras sürüldüğüm M alta’da aylarca devam eden zindan hayatından ve A nkarada âdeta nerede yatıp nerede kalktığım ızı bilmez b ir vaziyette geçen, karm a kn n y ir y».
şayıştan sonra, İzm irdeki bu köşkte daha ilk gün, birdenbire, epeydir farkında olm adan hasretin i çeke çeke, bir daha ulaşılm az gibi uzaklarda kalm ış b ir dünyada unutm uş, bırakm ış olduğum u anladığım , aile yuvasına kavuşm uş gibi oldum.
Derhal hissediliyordu ki, bu köşk, bu odalar, salonlar, sofralar, bu sofralardaki yem ekler, ha ttâ hizm et edenlerin üsteri- başlan , tav ırları, hareketleri bile görgülü, bilgili b ir hanım efendinin titiz ve ince kontrolundan geçm ektedir. İnsan bu vaziyeti, gerçi yadırgam ıyor am a b ir tuhaf oluyor, demek ki biz, vatan la beraber, doğru dürüst, tem iz pak yaşayışı da kaybetm iştik. Şim di ku rtu lan İzm irle beraber, unu tu r gibi olduğum uz o derli toplu ve pek sevdiğim m untazam , düzgün, m azbut yaşayışa da kavuşm uş olduk. F akat bunun sırrın ı ancak, ertesi gün, M ustafa Kem al Paşanın tanıştırd ığ ı köşk sahibesini görünce anladım.
Bu ev sahibesi Uşşakîzade M uam m er beyin büyük kızı Lâtife hanım dı. Genç, zarif, ve ilk bakışta insana saygı telk in eden, nazik ve k ibar bir hanım dı. Konuşm asından, iyi b ir tah sil ve terbiye görmüş, kü ltü rlü ve olgun olduğu da anlaşılıyordu. Sonradan gördük ki, bizim kaldığımız köşk gibi, M ustafa K em al Paşanın karargâh ve m aiyeti ile kaldığı köşkün idaresini de büyük bir konukseverlikle, Lâtife hanım üzerine alm ıştır. R ahat ve huzur içinde çalışmamızı sağlamak için, h e r işimize büyük b ir itina ile o nezaret ediyordu.
Netekim bir gün M ustafa Kem al Paşa da bu halinden pek m ütehassis ve m em nun olduğunu anlatırken, gülüm siyerek; «Anlaşılıyor ki; karargâh kum andanlarının hanım olm alan h e r cihetçe daha muvafıkmış.» diyordu.
Kız kardeşleri ve diğer akrabaları da Lâtife hanım a yardımcı oluyorlardı.
Fakat, L âtife Hanım ın günün birinde h a ttâ pek kısa bir zam an sonra, M ustafa Kem al Paşa ile hayatların ı birleştirecekleri kim senin aklına gelemezdi.
Dünyaya, sanki icat ettiği bitmez tükenm ez işlerin b irin den ötekine koşarak, didinmek, uğraşm ak için gelmiş insanların, galiba yorulm aya olduğu gibi, hayatına başkasını teşrik e ttirm eğe, ha ttâ böyle bir şeyi düşünmeğe bile vakitleri olmuyor.
Nefes alıp, biraz dinlenm e im kânı veren herhangi b ir m er halede, böyle birşey yapm ak gerektiği akla gelse, veya getirilse dahi, hayatında büyük b ir değişiklik yapacağı m uhakkak olan katı adım ı a tm aktan duyduğu anî çekingenlik ve tered- düle: «Adam sende, acelesi ne?» deyip geçiyor.
geçm iştir ve daha da geçeceği şüphesizdi am m a... b ir de baktık ki, zannederim pek sevdiği annesinin de tesirile, İzm ire ikinci gidişinde Lâtife Hanım la evlendiler.
Bu, bü tün bir m illeti sevindiren pek m es’ud bir hadise idi
Hiç unutm am , kendisini sam im iyetle tebrik ettiğim gün, bariz bir sevinç içinde teşekkürler ederken; «Dansı başına Ra- ufcuğum , diyordu Haydi b ir gayret te sen göster...»
H ayatından pek m em nundu. Lâtife H anım ın şahsında anlayışlı, olgun, müşfik, nazik ve kü ltü rlü bir hayat arkadaşı bulm uş olm anın hazzı ile hakikaten m es’uttu .
Gene o günlerde, başbaşa kaldığım ız bir sırada sözü bu ko nuya getirerek :
«Hayatım intizam a girdi. Böyle b ir hayata ne kadar m uhtaç olduğumu, ancak şimdi anlayorum . D oktorlar da istirahat tavsiye ediyorlar. Bu m azbut hayat olmasaydı, nasıl istirahat edebilirdim.-, derken, gözlerim in içine bakarak ilâve etm işti:
*— Eee... sen ne zaman k ara r verceksin? İşte ben yolu açtım , a rtık sıra sende...»
B en d e ce v a b e n :
— Paşam , zaten h e r işte, yolu hep siz açarsınız... deyince;
— Eee, öyle ise tam am ... Demek beni takip ediyorsun... Lâtifeye de hem en m üjdeyi vereyim , demiş, gülüşm üştük.
Fakat yazık ki, açtığı bu yolda, kendisini takip etm elerini istediği arkadaşlarını olduğu gibi, bizzat kendisini de, çok geçmeden, hiç um ulm adık, ha tır ve hayale gelm edik b ir ayrılışın üzüntüsü içinde bıraktı.
L âtife H anım dan ayrıld ık ların ı duyudğum zaman, sebebin i sorm ağa hiç lüzum duym adan, gayrı ih tiyari ve derhal: «M utlaka etraftır-» demiştim.
O andaki bu tahm inim de aldanm am ış olduğum u bilâhare öğrendiğim zaman, o büyük adam a, bunca y ılların yorgunlukları sonunda hak ettiği huzur içindeki tertem iz aile hayatım çok görüp, zehir eden «etraf» a, bu m el’jn c a hareketlerde de yalnız O’na değil, bu m em leket ve m illete de ne kadar zararlı
Mus
tafa
K
emal
Fa
şa
kend
isi
gibi
Lâ
tife
Han
ımla
, ba
bası
M
uam
mer
Be
y ve
diğe
r U
şşak
îzad
eler
le,
yave
rlerin
e im
zala
tıp
Rauf
Be
ye
gttn
. de
rdiğ
i bu
kartt
a şö
yle
dem
ekte
dir:
«R
aufc
uğum
, gü
zel
kalb
inin
âl
i te
celli
yâtı
seni
se
venl
er
ivin
ne ka
dar
his'î
sa
mim
iyet
m
übeş
şlri
dlr.»
olduklarını bir kerr edaha görmüş olmanın üzüntüsü içinde, lanetler etim.»
Rauf Beyin, bilhassa Hamidiye kahramanlığından sonra, bir çoklarınca pek cazip sayılacak teklifler arasında sultanlar ve prenseslerin de bulunmasına rağmen, niçin bekar kaldığım sormağa hacet yoktur. Hergün dakikası dakikasına yatıp kalkarak, yine öyle hep vaktinde sofraya, hem de davetlileri varmış gibi itina ile giyimli oturarak, her işinde olduğu gibi randevularına da zerrece şaşmaz bir sadakat ve intizamla riayet ederek, kısaca kendisinde ve etrafmdakilerle küçücük bir kayıtsızlık, ihmal ve lâubaliliği katiyyen hoş görmiyerek, daima nezaket, tavazu ve giileryüzlülüğü, ciddiyet ve ağırbaşlılıkla, yaradılıştan gelen bir hasletle bağdaştırmasını mükemmelen bilerek yaşamağa alışmış bir şahsiyetin, hayatına teşrik edecek böylesine bir eş bulabilmesi bir yana, gençliğinin ilk günlerinden itibaren savaştan savaşa koştuktan sonra mütareke, m illî mücadele, Malta, ve tekrar istiklâl savaşı, derken poleti- ka dağdağaları ve Avrupa, Hint, Çinde geçen ihtiyarî menfa hayatı içinde evlenm eyi düşünecek bile hali, vakti olabilir mi idi?
İRAN CENUP CEPHESİ BAŞKUMANDANLIĞIR au f Bey, B irinci D ünya Savaşı başlad ığ ı gün lerde , «Sul
tan Osm an» d e re tn o tu süvarisi o larak b u lunduğu L o n d ra ’dan gem yie İn g iliz le rin el koym ası üzerine İs tan b u l’a dönünce. H arb iy e N azırı E nveı P aşan ın verd iğ i y en i «A fganistan siyasî
m üm essilliği» vazifesiy le - sonra la rı O rgenera l o lan H aşan A takan , v e O sm an T u fan Paşa ile sairlerinden, m ü rek k ep b ir a sk erî h ey e tin başk an ı o larak K ab il’e g iderken yo lun kapalı oluşundan dolayı İ r a n d a k a lm ağa m ecbur oluyor. B urada, bu seber de «Cenubî İ ra n Başkum andanı» sıfa tiy le kald ığ ı gü n leri kendisi şöyle an la tır:
«Bu yeni sıfa t ve vazife ile İran ’ın M endeli m evk iinde bu- lu n d u ğ u m sırad a «Kirm anşah» tak i İngiliz ve R um konsoloslar ı İran b Sencani aş ire tin i ü s tü m üze sa ld ır tt ıla r ve b ir k a rak o lum uzda b ir kaç askerim iz i şeh it e ttile r. E lim deki T ü rk tabu - r ile b u n la rı çev irttim , asker h ü ry â etti- S encan ile ri k aç ırttı. Biz de y ü rü d ü k , K irm an şah ’a k a d a r o lan y e rle ri işgal e ttik . K irm anşah ile sın ırım ız a ra s ın dak i d ağ lard a K irin d m evkiin de k ara rg âh ım ı k u rd u m . B u rada tam b ir y ıl ic ray ı h ü k ü m et e ttim . H a ttâ İran H ü k ü m etin in o zam ana k ad a r yapam ad ığ ı şey i yap arak , h a lk ta n v erg i top lad ım ve b u n la rı İ ra n ’a verd im . O rada ka ld ığ ım m ü d d etçe İn s i- P z le r g irm esin d iy e B ağdad’ı h im ây e ediyordum .»
Y andak i resim , R auf B eyin «Cenubî İra n B aşkum andanı» oldu&u zam andak i h a lin i gösterir . R au f B °v İra n d a n dönüşte B ah riy e E rk ân ı H arb iy e Reisli-
İZMİR’DE BARIŞA HAZIRLIK
ustafa Kem al Paşa îzm irde Rauf beye evvelâ; m uzaf-fer ordu Y unan şiirlerini denize dökerek şehre girdiği
gündenberi olup bitm iş belli başlı siyasî olayları, bilhassa İngilizlerle ilk tem asları an latırken :
«— İtilâf donanması henüz lim anda bulunuyordu. Bu esnada, karaya çıkmak isterken nöbetçilerim izin m ani olması üzerine, tek rar gemisine dönen İngiliz am iralinin bunu kendisine hakaret sayark sinirlenip bize karşı düşmanca b ir vaziyet ta kınm ası üzerine, birinci ordu kum andanı N urettin Paşa, işe benim derhal verdiğim direk tiflerle tavsiyem e uyarak m üdahale ederek, bir yanlışlık olduğunu, «hüviyetleri bild iri lirse bu yanlışlığı yapan nöbetçilerin cezalandırılacaklarını» am irale bildirdi. A m iral de bu bildiriyi y e te r bulup, N urettin Paşa ile tem asa geçti ve paşaya: «Biz Osmanlı hüküm eti ile M ondros’tanberi m ütareke halindeyiz. Sizin M illî H ükûm eti-
T ngiliz am iralinin, bir nöbetçim izin h ak are tin e m aruz kald ığ ından bahisle, şehri topa tu tm ak tehdidiyle pro
testoda bulunm ası üzerine, B aşkum andan M ustafa K em al P a şanın , am irale: Bu nöbetçi erin adı ile hangi tüm enin , h an g i alayında olduğu bildirildiği takdirde hem en cezalandırılacağı, cevabını verm esi ile, herhalde hiç h esap ta olm ayan b ir fac ia n ın önünü alm ış oluyordu.
O’n u n böyle parlak hazırcevaplık larına pek çok defa lar ş a h it olm uştum . G ayet gönül alıcıydı. En çetin, içinden çıkılm az san ılan meseleleri ve şiddetli ta rtışm ala rı o kendine h as güzel tebessüm ü ve bir ta tlı söziyle hem en şakaya boğarak h a lü fasl ederdi.
O’NUN GÖNÜLALICILIĞI
F: 6
nizle de harp halinde değiliz.» dedi. Ancak bilmem ne gibi düşüncelerle, benim le tem astan çekinerek, alelacele Selânik’ten çağırm ış olduğu başkonsolos S ir Loinbi’yi bana göndermiş, bu zat da, yangından evvel karargâhım olan birinci kordondaki Naim Palas otelinde İzm ir valisi M ustafa A bdülhalik beyle görüşürken , baktım , selâmsız sabahsız odaya girerek, karşım a çıkıverdi. Kendisine, ne söyleyecekse, vali beye söylemesini, bana m uhatap olam ıyacağını ih ta r ettim . Fakat, dinlem ek iste medi, benim le konuşm akta ısra r etti-
— Peki, söyleyiniz dedim.İlk sö z ü :— Siz, İngiliz hüküm eti ile harp halinde misiniz? oldu.Cevap verdim :— Yunan ordusunu, Anadoluya çıkartan sîzsiniz. Bu ordu
ları yenerek, topraklarımızdan denize döken ve vatanı kurtaran ise biziz. Durum böyle olunca karar vermek bize değil, size düşer.»
Bu cevabımı alan S ir Loinbi cenapları, hiç sesini çıkarm adan yanım dan ayrılarak , geldiği gemiye, A m iralin yanm a döndü. Ve orada, benim sözlerimi ters anlatıp, ingilizlere harp ilân ettiğim izi söyleyerek am irali aleyhim ize tah rik etmiş, am iral de fena halde telâşa düşmüş ve bu telâşla bana b ir m ektup yazarak soruyor:
«Birinci ordu kum andanınız N urettin Paşa ile görüştüğüm zaman, bu m evzuda b ir söz geçmediği halde, konsolosumuzla görüşm enizde kendisine harbe da ir bazı sözler söylemişsiniz. H akikî fikrinizi öğrenirsem , derhal hüküm etim e bildiririm .» diyordu.
Ben de kendisine «Birinci ordu kumandanımızla yaptıkları konuşmaya iştirâk ettiğimi, yani harp halinde bulunmadığımızı ve fakat henüz siyasî münasebetlerin de başlamamış olduğunu, başlamasını arzu ettiğimiz» cevabını verdim .
Bu cevabım, İngiliz am iralini sevindirm iş olm alı ki, götüren zabitimize: «Bunu hususî b ir cevap telâkki etmiyorum- Bu sebeple ilgili devletlere de yazıp, alacağım cevabı başkum andanınıza bildireceğim.» demişti.
İngiliz Am irali ile olan tem asım ızdan sonra, İstanbulda fransız fevkalâde kom iseri bu lunan general Pelle, benim le görüşm ek üzere bir harp gemisi ile 18 eylülde buraya geldi, gö rüştük: «Kendilerince tarafsızlığı kabul edilen Boğazlar bölgesine kadar askerî harekâtın devam ettirilm emesini» istiyordu. Kısaca şu cevabı verdim :
«Bahsettiğiniz tarafsız bölgeden, ne Büyük M illet Meclisinin, ne de benim haberim olm am ıştır. Askerî hareketlerim izin hedefi, yendiğimiz düşm an ordusunu serî bir su re tte takip edebilm ektir.»
G eneral Pelle, konuşmamız sırasında şahsî dostum fransız diplom atı F ranclın Bouillon’dan da b ir telgraf aldığını, benim le görüşm ek istediğini söyledi. Ben de buraya geldiği taktirde, bunun m üm kün olabileceği cevabını verdim . Fransızlarla da işte bu durum dayız. Ingilizler gibi fransızlar da telâş içindedirler. F akat ingilizlerin telâşı daha büyüktür. Sebebi de şudur: ordularım ız, süvari öncüleri Osm an Zeki bey sevk ve idaresin de Çanakkaleye yaklaşm ışlardır. O rada İngilizlerle beraber bulunan fransız ve İtalyan k ıta la rı bu vaziyet karşısında Çanak- k len in doğu tarafın ı b ırakarak batı kıyısından Geliboluya çekilm işler, İngiliz k ıta ları da yalnız kalm ışlardı. Süvarilerim iz, ingilizleri her taraftan , m ahirane b ir su rette çevirm işlerdir. Bunun neticesi olarak İngilizler çekile çekile Çanakkale şehrin in önünde te l m anialı tahkim ata girm işler ve burada m ukavem et etm ek istem işlerdi. Bu hadise tabiatiy le L ondra”yı b ir hayli telâşa düşürm üştür.»
N ihayet Franclın Bouillon İzm ire geliyor. F ransa başvekili Poincare’nin de b ir m ektubunu getiriyor. Ayni zam anda İngil te re ve İtalya hüküm etleri nam m a da geldiğini bildiriyor. Bu su re tle İtilâf D evletleri ilk defa T ürkiye Büyük M illet Meclisi H üküm eti ile b ir m üzakere m asası başına oturuyorlar.
Rauf bey ve Yusaf Kem al beyler de M ustafa Kem al Paşa ile b irliktedirler.
Franclın Bouillon ile m üzakereler devam ederken, İtilâf hüküm etlerin in 23 eylül tarih li ilk notası da İzm ire geliyor. Bu notada, üç m üttefik hüküm et yani İngiltere, F ransa ve İtalya, Venedik veya başka bir yere, fazla gecikmeden, Türkiyenin bir tem silci gönderm esini Türkiye Büyük M illet Meclisinden rica ediyorlar. Türkiye tem silcileri ile beraber İngiltere, Fransa, İ- talya, japonya, Romanya, Yugoslavya ve Y unanistan’ın yetkili tem silcilerinin de katılacağı bu konferansta, Türkiye Yunanistan ve diğer devletler arasında m üzakereler yapılacak ve k a t’î sulh im zalanacaktır. Ayni zamanda Türkiyenin (Edirne de dahil, Meriç nehrine kadar Doğu Trakyayı geri alm ak arzusunu) bazı şartla rın yerine getirilm esi halinde, üç m üttefik hüküm etin m em nuniyetle nazar-ı itibara alacağı beyan olunuyordu. Bu şartla r şunlardı :
1 — Boğazların iki tarafına, m üttefiklerin m üştereken tes
bit ve tahd it ettik leri tarafsız bölgelere tü rk le r asker gönder- m iyeceklerdir.
2 — A kvam Cem iyeti nezareti altında, Çanakkale ve K aradeniz Boğazlarının serbestliği ve ayni zam anda Türkiyedeki azınlık ların him ayesi tem in edilecekti. M üttefik hüküm etlerin , Türkiyenin Cem iyet-i A kvam ’a girm esi için çalışacakları ye sulh anlaşm ası yürürlüğe g irer girmez m üttefik askerlerin İs- tanbulu boşaltacakları kaydı da vardı.
A yrıca sulh konferansım n açılm asından önce m üttefik generallerin in T ürk — Y unan askerî otoriteleri ile m utabık kal m ak şartiy le tay in edecekleri bir ha tta kadar Y unan kuvvetlerin in çekilmesi hususunda m üttefik hüküm etlerin bü tün nü fuzların ı kullanacakları tem in ediliyordu.
K onferanstan evvel de, konferans esnasında da tarafsız bölgeye, A nkara H üküm etinin asker gönderm emesi ve boğazlardan asker geçirmem esi de isteniyordu. Bahis konusu olan ha ttın derhal tây in edilmesi için de, M ustafa Kem al Paşa ile m üt tefik G eneralleri arasında M udanyada veya İzm itte b ir toplantı yapılm ası tek lif ediliyordu.
Başkum andan M ustafa Kem al Paşa ile b irlik te toplanan H üküm et Başkanı Rauf beyle Hariciye Vekili Yusuf Kem al beyler, uzun uzadıya m üzakerelerden sonra vard ık ları karar gereğince bü tün bunlara cevap olarak, m üttefik devletler nazırların ın toplantısına başkanlık eden Fransız Başvekili Poincare’ye h itaben yazdıkları notada: «MösyöFranclın Bouillon vasıtasiyle verilen izahat ve tem inatla sul- hün kurulm ası için m üzakerelerin derhal başlayacağı hakkın- daki işara inanıldığı ve bu inancın b ir neticesi o larak m ağlûp Yunan orduların ın takibi m aksadiyle Çanakkale ve İstanbul istikam etinde m ütem adiyen gelişen askerî harekâtın du rduru l m ası için gerekenlere em irler verildiği» b ild irild ik ten sonra: «bir gün fazla dahi olsa, Yunan askeri idaresinin Trakyada kalması, her nevi tehlikeli hareketlere sehep olmakla kalmayacak, orada bulunan Türk halkını da daha fazla azap ve işkenceye maruz bırakacaktır. Bu sebeple, Doğu Trakya, Edim e de dahil olduğu halde, Meriç nehrinin batısına kadar olan kısmı derhal boşaltılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslim edilmelidir.» deniliyor ve ayrıca, acele m eselelerin hal ve tes- biti için 3 ekim de M udanyada generaller konferansının kabul edildiği ve bu konferansta Türkiyeyi G arp Cephesi K um andanı ism et Paşanın tem sil edeceği de ilâve ediliyordu.
Izm irde artık yapılacak önemli b ir iş kalm adığından, Mus
tafa Kem al Paşa, Rauf bey ve Yusuf Kem al beylerle birlikte, A nkaraya dönüyorlardı.
Ağustos iptidalarından A nkaradan, bir gece yarısı, hiç kim seye görünm em eğe son derece d ikkat ederek sessiz sedasız, en yakın arkadaşı Rauf beyle, ayni endişe ve heyecanlar içinde : «Cephe gerisi sana emanet» diye ayrılan M ustafa Kem al Paşa şimdi, k ırk gün sonra, her işin «Mis» gibi bitm iş olduğunu b irbirlerine m üjdeleye m üjdeleye, hayatların ın en m utlu günlerin i yaşayarak, İzm ire veda ederlerken Rauf bey, bu m utlu luk havası içinde, hâlâ A ııkarada unutu lm uş kalm ış olduğu köşesinde, sanki bu büyük zaferi hazırlayan Millî M ücadele boyunca hiç b ir iş görmemiş, hiç b ir fedakârlık ta bulunm am ış gibi men- kûp yaşayan m üşterek arkadaşları R afet Paşayı düşünüyor ve gözlerinin içine bakarak, M ustafa K em al Paşaya :
— Y unanlılara boşalttıracağım ız T rakya toprakların ı hüküm etim iz nam ına teslim alm ağa R efet’i m em ur etsek., ne dersiniz? diyordu.
M ustafa Kem al Paşa, ay lard ır dargın o lduklarından dolayı, büyük taarruzda da hiç bir suretle vazifelendirilm iyerek, ne o- lu rsa olsun hizm etleri ve yararlık larına karşı vefasızlık gösterilm iş gibi olan Refet Paşanın adını duyar duym az :
— Evet, diyor, iyi düşündün Rauf, en m ünasibi o... Bu vesile ile, kendisiyle de görüşm üş oluruz... İsabet ettin. İy i oldu.»
Bunu söylerken Rauf beyin bakışlarında beliren sevinci gören M ustafa Kem al Paşa da, m em nundu.
Bu konuda Rauf bey der k i :«Bu vazifeye tayinine delalette ne kadar isabet ettiğim, ken
disinin mütareke hükümlerine uygun olarak Trakyayı teslim almak üzere, daha Istanbula ayak bastığı günkü davranışıyle tahakkak etti. Refet Paşa, Istanbula sadece Trakyaya geçmek üzere, bir yolcu gibi uğramıştı. Fakat Istanbula vardığı gün, Millî hükümetin ilk mümessili tanınarak karşılaştığı muazzam tezahürattan o kadar ehliyetle istifade etmesini bilerek, hareket etti ki, bizim Mustafa Kemal Paşa ile (İstanbul meselesi) diye üstünde zihin yorduğumuz çetin davayı hemen o anda hal ile bu güzel şehrimizi —içinde hâlâ yerleşmiş duran Ingiliz, Fransız ve İtalyan işgal kuvvetleriyle Bab-ı Âli ve Padişaha rağmen— Büyük Millet Meclisi HHühûmetinin bir vilayeti halinde ana vatana bağlamağa muvaffak oldu».
I zm irden A nkaraya dönüyorlar. T rende Başvekil Rauf bey, H ariciye vekili Yusuf K em al bey, o sırada A vrupa-
dan yeni dönm üş olan A li F eth i bey ve diğer bazı zevat da var- U ğradıkları her istasyonda halkın içten gelen coşkun tezahüra- tiy le karşılaşıyorlar. Henüz kurtarılm ış, fakat yanm ış yıkılmış, halkı darm adağan olmuş bu köyler ve kasabalarda vak it geçirmeden, süratle idare m akanizm asm ı kurm ak meselesi, hepsinin zihini yoruyor.
Cihanı hayrette bırakan m uazzam zaferle m uradına erm iş olm akla beraber, Millî hüküm etin bütün idare kadrosu o kadar zayıf ve kifayetsiz ki, bir îzm ire, bir Bursaya bile durum un gerek tird iğ i vasıfları haiz vali bulm akta güçlük çekiliyor. Halbuki yüzlerce kaym akam ve bucak m üdürü gibi idare m em urlarına ihtiyaç, hem de şiddetle ve derhal ihtiyaç var.
Meselâ, filan vilayet için falan bey üzerinde duruyorlar, fakat bu zat acaba nerededir? Ve acaba bu günkü şartla r içinde, bu günkü şartla rın gerektirdiği dinam ikliği, dirayeti, cesareti göstererek iş görebilirm i? ve acaba?...
İşte bu konu üzerinde konuşulur, tartışılırken , Uşakla Eskişehir arasında, bir ara M ustafa Kem al Paşa Rauf beye :
— Sen artık başının çaresine bak, diyor, Ankarada bulamazsan, Istanbuldan ara, ne yaparsan, yap... Benim işim, zaferle tamam olmuştur. Şimdi bir sulh kaldı, o da yapılır yapılmaz,, bir köye çekilip, bir kooperatif kurarak, çiftçiliğe başlıyaca- ğım.»
Rauf bey şaşırıyor. M ustafa Kem al devam ediyor:— Fakat, istersen Rauf, sen de gel... Siyaseti bırakalım...
Bir numune köyü... Tarlalar, bağlar, bahçeler, fidanlıklar, koyun sürüleri... Cins atlar, makina ile ziraat... Ben Sofyada ate- şemiliter iken, Bulgar köylerini ve kooperatifçiliğini tetkik ederek, daha o zaman bu işe hazırlanmıştım. Örnek köy, mükemmel şey. İkişer bin lira koydukmu, tamam... ha nasıl?
Yusuf Kem al beye dönüyor :— Siz de, Fevzi Paşanm etrafında toplanın... Kâzım ve
Asım Paşalar gibi kıymetli kumandanlardan da istifade edebi
lirsiniz. O rduyu em niyetle ellerine verebileceğim iz genç ku m andanlar da var.
Rauf b e y :— Am an Paşam ... Nasıl olur. D urun bakalım ... Daha yapı
lacak işler var. Henüz ham dolsun ih tiyarlık da m evzu-u bahis değil...
— O gerçi öyle... Sahi, yaşlar ne âlem de? D oğrusunu isterseniz, ben şu anda kaç yaşm da olduğum u bile unutm uş durum dayım. Senin yaşın?
— K ırk ı buldu... H atta k ırk b ir...— Ben de galiba... dur, zan ederim k ırk bir, ik i filan ama,
yaş ne olursa olsun, benden vaz geçin... Bu kadar m ücadele yeter. B ir kenara çekilm ek daha iy i olur.
Burada Yusuf K em al Bey dayanam ıyor :
— Paşam bakın b ir vali, b ir kaym akam bulm akta ne kadar güçlük çekiliyor... H ayalatla uğraşm ıyalım .
Ali Feth i bey de gülüyor :— Paşam , diyor, Sofyada gezmeye gittiğ in nüm ûne köyle
rin in en m ükem m ellerini dahi burada kursan, ben seni bilmez- miyim, bu köylerde b ir gün bile oturam azsın, köylü kim, sen kim ?... Yusuf Kem al beyin hakkı var, bun lar hep hayaller...
M ustafa Kem al Paşa da gülerek tek ra r Rouf beye dönüyor:— Söyle Rauf, sen daha iyi bilirsin, benim hayalatçılığım
varım dır? H ayâlat peşinde koşarak mı, buraya kadar geldik,... Göreceksiniz, «Mustafa Kem al ve o rtak lan nüm ûne çiftliği...» hele b ir yerin i de tesbit edelim de...
— A nkara... A nkara... diye gülüşüyorlar.Bilinmez, M ustafa Kem al Paşa, büyük zaferden sonra ha
kikaten vazifesinin sona erdiğine kanaat getirerek mi, yoksa, ağız aram ak yahu t şaka olsun diye mi, böyle, ha tta m uhtelif vesilelerle b ir çok defalar samimi arkadaşları ile bu şekilde konuştuğu görülm üştü.
VAHİDETTİNİN KAÇIŞI KARŞISINDA
A nkaraya varıld ık tan sonra, 13 kasım 1922 de Lozanda top- lanm asıkararlaştırılan sulh konferansı için, İstanbul hü
küm etin in de davet edilmiş olması meselesi ortaya çıktı. Istan- buldaki —artık Millî H üküm etin tanım adığı— Sadrazam Tevfik Paşa, A nkaraya çektiği b ir telgrafla: «Bab-ı Â li’nin bu dâvete icabet etmemesi, a ltı yüz yıldan fazla b ir zam andan beri ku ru lm uş ve baki olan bü tün İslâm âlem inin ilgili olduğu tarih î hüviyeti yıkm ağa m ahkûm etm ek, Büyük M illet M eclisinin icabet etm em esi ise, cihanın m üştak olup beklediği sulhu akîm b ırakm aktır». diyerek, sulh konferansına kendileri ile, A nkaram n da seçeceği m urahhasların b irlik te gönderilm esini istiyordu.
TEVFİK PAŞA UYKUDA İDİ
B en Vekiller Heyeti B aşkam iken, Sadrazam Tevfik P a şayı .memlekete karşı haince hareketlerinden bahisle,
istik lâl m ahkem esine verm işlerdi. Bu evrakı, hıfzedilm esini söy- liyerek mevkii muam eleye koydurm adım .
Tevfik Paşanın , bunam ış denecek derecede ihtiyarlam ış, çökm üş olduğunu biliyordum.
Bu hale gelmiş bir devlet adam ının a ln ın a va tan hain liğ i dam gası vurulm ası in safa sığmazdı.
Tevfik Paşa, d ah a birinci c ihan h a rb i başladığı günlerde, L ondrada Büyükelçi bulunurken, iradesine hâk im olam ıyacak h a le gelmişti. Ben o sırada S u ltan O sm an d re tno tu süvarisi o larak orada idim. İngilizlerin, inşası b iten gemiyi elim izden a lacak ların ı duyduğum için, b iran evvel sancak çekme tören i yapm ak için çırp ınarak, Bahriye N azın Cemal P aşaya yazdım. Cem al P aşa da borcum uz k alan son tak s it beşyüz b in lirayı gönderdi ve b an a yazdığı m ek tup ta bu p aray ı «sancak çekilirken vermemizi» elçi Tevfik Paşaya da yazdığım bildirdi.
P ara , M üsteşar Köse R aif P aşa oğlu Ragıb Beye gelmiş o da, Tevfik Paşaya söyliyerek gemiyi yapan A rm strong fabrikasına ciro etmiş. B unu duyunca Tevfik P aşaya koştum, «am an ne yaptın ız paşam , paray ı sancak çekilirken verecektiniz? Ne oldu böyle? Gemi elimizden gitti...» dedimse de, b ir şey an la yam adığını belirten b ir dalgınlık içinde, yüzüm e baka kaldı.
Hülâsa, Tevfik Paşa koca d re tn o tla üstelik p a ran ın d a gidişi karşısında uykuda idi.
Rauf bey, bu telgrafı, Büyük M illet Meclisinde okuduktan sonra, İstanbul H üküm eti diye kendini saydırm ak isteyen Bab-ı Â li’nin şimdiye kadar Millî M ücadele aleyhindeki davranışlarım uzun uzadıya anlatm ış ve :
— Şimdi, Sevr’i imzalam ış olanların a rtık la rı da işte bu telgrafla kendilerinde olm ayan b ir hakkı iddia ile, m em leketim izde ve İslâm âlem inde yanlış fik irler yaym ak istiyorlar. Bu istekleri kabul edilemez. Ve Türkiye Büyük M illet M eclisinden başka hiç b ir kuvvet bu m illeti tem sil edemez. B unun K at’î şekilde böyle bilinmesi lâzımdır», diyerek, teklifin derhal reddedilm esini istemiş ve kendisinden sonra konuşan m illet vekilleri de bu fikirde olduklarını harare tle bildirm işler ve en sonra M ustafa Kem al Paşa, Rauf bey ve Kâzım K arabekir Paşa, Ali F uat Paşalarla seksen kadar m ebusun im zaladıkları (Saltanatın ilgası) nı isteyen b ir teklif reye konm uştur. (1)
Bu esnada, M ustafa Kem al Paşa : «Arkadaşlar, tesbit olunan esas noktalar üzerinde heyetim izin kanaatlerin in tem erküz ettiğ in i görüyorum . Zan ederim a rtık tereddü t edecek b ir nokta kalm am ıştır. M em leketin ve m illetin istiklâlini ebediyyen m ahfuz kılacak esasları yüksek meclisiniz ittifak la kabul edecektir». derken arkasından Rauf bey de :
(1) Bu teklifin esbab-ı m ucibesinde (T ürk m illeti saray ve Bab-ı âlî’n in h iyanetin i gördüğü zam an Teşkilât-ı Esasiye kanununu ısdar ederek onun birinci m addesi ile hâkim iyeti P adişahtan alıp bizzat m illete, ve ikinci m addesi ile icra ve teşri kuvvetin i onun kudretli eline verm iştir. Yedinci m adde ile de harp ilânı ve sulh akdi gibi bü tün hüküm ran lık hakların ı m illetin nefsinde toplam ıştır. Bu sebeple o zam andanberi Osmanlı İm paratorluğu yıkılm ış olup, yerine yeni ve mili- b ir T ürkiye devleti ve yine o zam andanberi Padişah kaldırılm ış olup, yerine Büyük M illet Meclisi kaim olm uştur. Yani bugün İstanbul- da bulunan heyet, varlığını usulen him aye edecek hiç b ir meş- rû varlığı olm ayan kuvvete, yani m illî m üzaharete m alik olm ayıp, b ir gaip olmuş gölge halindedir. Ve m lilet eski (Otokra t) şahsî hüküm et ve saray halkı etrafın ın sefahati üzerine kuru lm uş b ir saltanat yerine, asıl halk kütlesinin ve köylünün hak ların ı him aye ve saadetini tekeffül eden b ir halk hüküm eti idaresi kurup vazetm iştir, denilm ekte idi.
«Efendim, bu akşam Risâletpenah Efendimiz’in velâdetlerine tesadüf etmekle, İslâm âlemi müşerreftir. Ayni gamanda hakikaten m illete dayanan yegâne kuvvet olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin de bihakkın istiklâlinin temin ve teyit edildiği gündür. Bu ikisi hürmetine mesut geceyi tesiden, bu gece ve yarının bayram kabul edilmesini teklif ederim*» diyerek, tek lif oy’a konm uş ve tam çoğunluk ve alk ışlarla kabul olunm uştu.
Bu suretle padişahlık müessesesi ortadan kaldırıld ık tan sonra, zaten m illet gözünde çoktan hiyaneti sabit olarak lânet- lenen V ahdettin de 17 kasım 1922 günü, artık sadece canm ı kurtarm ak endişesiyle ingilizlere sığınarak, onların bir gemile- riyel İstanbul’dan kaçmıştı. F akat kaçarken aklınca b ir şeyler yapabildiğini zannederek, (B ütün islâm larm halifesi) olm akta devam ettiğini, ingilizler vasıtasiyle âlem e yaym ak istiyordu.
Bu şekilde kaçışını, Büyük M illet Meclisine b ild iren Başvekil Rauf bey, buna karşı alınm ası gereken tedbirleri de izah i l e :
— H üküm et durum u inceleyerek, H alife m akam ında bulunan şahsın bu m akam ı te rk ile u tanm adan düşm an ta ra fın a kaçmak hiyanetinde bulunm ası üzerine, H ilâfet m evkiinin boşalmış olduğu kanaatine varm ış ve bu sebeple de yeni b ir Halife seçilmesinin dinî esaslarım ız ve m illî m enfaatlerim iz bakım ından vacip olduğunu görmüştür.»
Diyerek, sözü Şer’iye Vekili Vehbi hocaya bırakmıştır* Şer’iye Vekili Vehbi hoca da V ahdettini te l’in ile:
«Bugün şu saatte H ilâfet m akam ı boştur.» diyerek, bu durum a göre, yeni bir H alifenin seçilmesini teklif etm iş ve böy- lece M ecliste bulunan 168 den 148 m ebusun rey i ile, Abdülm e- cit efendi, bu m akam a seçilmişti.
B urada bir nokta üzerinde durm ak lâzım dır: V ahidettin’in kaçıp gidişiyle boşalan H ilâfet m akam ı karşısında ittifakla: «Bu m akam a hem en yeni b ir Halife seçip o tu rtm ak gerektir» denildiği o günlerde, pek kısa b ir zam an sonra yapılm ası gerek li görülerek tahakkuk e ttirilen b ir işte yapılıp «tam vak tidir, boşalmış olan m akam a başkasını seçeceğimize, bu m akam ı da kaldırıp ortadan atalım» denip, neden o yola gidilm em iştir?
V ahidettini hal ile saltanatı ilga eden, hacıları, hocaları,
şeyhleri de dahil, m eclis çoğunluğu, böyle b ir işi de yapıp, zaten boşalmış olan H ilâfet m akam ım da, sıcağı sıcağına silip sü- pürm eğe, o günkü şa rtla r içinde elverişli değildi denemeyeceğine göre, acaba o yola gidilm eyişinin sebebi nedir?
Bu önemli noktayı da Rauf Beye sorm uştum :«Hikâyesi uzundur. Lâkin, bize «Halifecilik» isnadında bu
lunanların , hadislerin sarahatine rağm en, nasıl b ir m ugalâta ile iftira yolunda olduklarm ı açıkça izah etm esi bakım ından, anlatılm ağa değer.» diyerek, «Hilâfet meselesi» başlığı altındak i yazıda göreceğiniz izahatı vererek anlatm ıştı.
HİLÂFET MESELESİ
B iz H ilâfeti; elimize m ükem m el b ir (Saltanatın ilgası) fırsatı geçmişken daha o zam an kaldıram az m ı idik?
H alife ve Padişah V ahdettin bunca hiyanetlerinden sonra, nihayet İngilizlerin him ayesine sığınarak m em leketten kaçarken, «İşte bun lar böyledir» diye, sa ltanat ile beraber halifeliği de kaldırıp atm ak pek zor b ir iş değildi. Fakat, o günlerde biz, M ustafa Kem al Paşa da dahil hepimiz, zaten iptidadanberi zararlı olduğuna kaani bulunduğum uz saltanatın kaldırılm sı noktasında ne kadar ittifak etm iş isek, hilâfetin de elde (iyi idare edildiği tak tirde) b ir zam an için olsun, m em lekete - İslâm âel- m inin yakınlığını ve yardım ını sağlaması bakım ından - faydalı olabileceği düşüncesi ile m uhafazası fikrinde, yine ittifak halinde idik.
V ahdettinin İstanbuldan kaçtığı haberin i aldığım gün, Mustafa Kem al Paşayı da keyfiyetten haberdar ederek, başbaşa ilk tedbirleri alm ak üzere konuşmağa başladığım ız zaman, evvelâ yalnız Meclis P a rti G urubu Başkam A li F u a t Paşa ile, Meclis İkinci Başkanı Doktor A dnan beyden başka kim seye b ir şey söylem iyerek, uzun uzadıya m üzakerelerle «Vahdettinin h a l’i ve h ilâfet meselesi» üzerinde durduk ve İstanbulda R efet Paşaya, hilâfeti kendisine verm eyi m ünasip gördüğüm üz Abdülm e- cit efendi ile gizlice tem as etm esini bildirdik.
Bu esnada bü tün b ir gece, sabaha kadar R efet Paşa ile m akine başında m uhabere ederek, İngilizlerle Fransızların tak ın dıkları vaziyet ile diğer bazı hususlar hakkında m alûm at ve nihayet A bdülm ecit efendinin şartlarım ızı kabul ettiğ i cevabını da ald ık tan sonra, M ustafa Kem al Paşa ile son kararım ızı verdik Ve ben, uykusuz geçen bu gecenin sabahı, Vekiller Heyetin i topladım . V ahdettin in kaçmış olduğunu ve ondan sonra olup bitenleri, bu durum a göre V ahdettinden boşalan hilâfet m akam ına M ustafa Kem al Paşa ile m utabık ka larak A bdülm ecit efendiyi m ünasip gördüğümüzü, fakat bunu, hüküm et olarak bizim Meclise tek lif etmiyeceğimizi anlattım-
Bundan sonra toplantı halinde bulunan Meclise giderek, orada da, «Hilâfet m akam ında bulunan» V ahdettinin kaçmış olduğu haberin i vererek, bu suretle hasıl olan yeni vaziyeti görüşüp kararlaştırm ak üzere gizli o turum yapılm asını tek lif et
tim . Teklifim kabul edilince, M ustafa Kem al Paşanın da katıldığı gizli toplnatıda, uzun uzadıya izahatla,. Refet Paşadan aldığımız te lgrafları ve bilhassa A bdülm ecit efendiden alınan: «Büyük M illet Meclisinin, h ilâfet ve saltanat hakkm da ittihaz ettiğ i k a ra rı tam am en tasd ik ve tasvip ederim.» m ealindeki senedi okuyup, bu hususta gereken m alûm atı da verdikten sonra;
«Efendiler, dedim, H ilâfet m akam ını işgal eden zatın, şim diye kadark i h iyanetleri hepinizce m alûm dur. Bilhassa Sevr m uahedesini tasdik ve M illî M ücadeleye karşı düşm anlarla işbirliği etm ekle bu m em lekete h iyanetin en büyüğünü yapm ıştır. Bu defa da, islâm m en kuvvetli düşm anı olan İngilizlere halife sıfatiyle kendini teslim etm iştir. Bu davranışı ise bü tün İslâm âlem ine ihanet etm ekten başka bir şey değildir. Türkiye- miz için ve asîl m illetim iz için ve İslâm âlem i için a rtık son derece zararlı ve tehlikeli b ir insan olduğu açıkça anlaşılm ış olan V ahdettinin kaçm asm dan sonra boşalan hilâfet m akam ına başka bir zatın seçilmesi zarurid ir. Pekâlâ bilirsiniz ki, necip m illetimiz, islâm m âlem darı o larak h ilâfet m akam ını, yüz y ıllar boyunca, her tü r lü tecavüz ve teh likelere karşı m üdafaa ve m uhafaza etm iştir. Bu itibarla h e r şeyden evvel, şim di boş kalan bu m akam ı b ir halife seçilmesi suretiy le sarsın tıdan k u rtarm ak zaru re ti hasıl olmuştur.»
Bu sözlerim üzerine, bazı m illet vekilleri, hüküm etin halife olarak kim i m ünasip gördüğünü ısrarla sordular, ben de bu hakkın yüksek Meclise a it olduğunu beyanla beraber, şahsî kanaatim e göre «bugünkü şa rtla r altında, her cihetçe en ehveni olm ak üzere, en m uvafıkı Abdülm ecit efendinin seçilmesi ile birçok m ahzurların önlenm iş olabileceğini» söyledim-
Diğer bazı m illetvekillerinin, «Hilâfetin V ahdettinden alınması için b ir fetva gerektiği» lüzum unu ileri sürm eleri üzerine, Şer’iye Vekili Vehbi hoca da, halife olan adam, düşm anlara kaçmış, gitm iştir, ortada yoktur. Yeri boştur. Bu durum da elbette ha l’ edilir» diye bu fetvayı hem en yazıp verdi. Ve M ustafa Kem al Paşanın: «Şu anda yaptığım ız bu iş kanun, yarın ise b ir team ül olacaktır. B u sebeple, fetva m akam ı olan sizin, o m akam dan bunu okum anız lâzımdır.» demesi üzerine, Vehbi hoca, bu işi de yaptı. Bu arada, bazı m illetvekilleri, yeni halifenin îstanbuldan , em niyet a ltında bulunm ası için Anadolu- da b ir yere, m eselâ A nkara veya B ursaya davet edilm esini istediler. Bu konuda m ünakaşalar oldu. Bilhassa «Seçilecek halifenin vazifesinin ne olacağı» m eselesinde tartışm alar büyüdü. N ihyet, kürsüye M ustafa Kem al Paşa çıkarak, her şeyden ev
vel kaçak V ahdettini hal etm enin ve yerine yeni bir halife seçm enin ve bu seçimi kendisine bildirm enin, sonra da nerede oturacağı m eselesinin ve daha sonra da ne gibi işler göreceğinin bahis konusu olabileceğini, fakat şimdi bunların hepsini b irden konuşm akla b ir karara varm anın im kânı olmadığmı söyliyerek, Türkiye halkının meclisi olarak, Büyük M illet Meclisinin kendisine bütün İslâm âlem ine şamil b ir kudret verem i- yeceğini ve binaenaleyh meclisin başkanlığında bulunacak zatın da olsa olsa tem sil edeceği şeyin yalnız Türkiyeye ait olabileceğini tebarüz ettirerek , dedi ki:
«Yüksek Hilâfet Makamı, bütün İslâm âlemine şamil bir mukaddes makamdır. Türkiye Devletinin ve halkının H î t i î ve vicdanî vazifesi, diğer İslâm âleminin dahi hürriyetine kavuşup müstakil olacağı güne kadar bu yüksek makama mesnet (dayanak) olmaktır- Bütün kuvvetiyle bütün kudretiyle onun kuvvetini, kudretini, şerefini bütün İslâm âlemi nazarında ve İslâm olmayanlar nazarında masûn bulundurmaktır. Yoksa kendini, mevcudiyetini Halifenin yed-i iktidarına (eline) veremez ve vermiyecektir.»
Ve bilhassa b ir m illet vekilinin, İslâm âlem inde b ir kuşkulanm a olduğuna dair söylediklerine cevap vererek, böyle b ir şeyin asla olmadığım beyanla devam etti:
«Kaçan Halife hakkında yapılm ası gereken muam ele, fetva ile tesbit edildi. Seçilecek Halife hakkında da itiraf etm ek zorundayız ki, hâdiseler ve icaplar hasebiyle, tarih in m ukteza- sı olarak Osm anlı hanedanını kabul ve m uhafaza etm ek zaru- retindeyiz. Bu ailenin içinde, bizim aradığım ız vasıflarda b irin i bulm ak bugün için biraz zordur. Belki genç olanları, hususî su re tte yetiştird ik ten sonra lüzum lu vasıfları ve sıfatları edinm iş olanlara tesadüf edilebilir. Fakat bugün bu ciheti hak ikaten inceleyip, tah lil edecek olursak pek m üşkül vaziyette kalabiliriz.
Abdülm ecit efendi, bazı fenalık lar ve ha ta lar yapm ıştır. Ve şahsı üzerinde, yüksek Meclisinizde birçok tenkitlerde bulunulm uştur. B unlara rağm en dün gece: «Türkiye B üyük M ille t M eclisinin kararların ı ben kabul ve tasdik ediyorum.» dem iştir. Binaenaleyh, kolaylığa m azhar olabilm ek için, bu zat üzerinde fik irleri tem erküz e ttirm ek m uvafık olur.
Şim di. H alife olacak zatın İstanbulda kalm ası veya buraya getirilm esi meselesi var ki, bu nazik b ir meseledir. Gerçi İstanbu l henüz İtilâf kuvvetlerin in işgali ve onların tesiri a ltın dadır. Fakat bu tesir ve nüfuzun derecesi dün ile bugün b ir de
ğildir. Bugün biz İstanbulda tesir ve nüfuz sahibi olmağa başladık. Bunun âtisi, nüfuz ve hakim iyetin tesisine doğru gittiğine delâlet eder.»
O gün M ustafa Kem al Paşanın son sözleri, bilhassa şu olm uştu:
«Bizim cihan nazarında en büyük kudret ve kuvvetimiz y e ni şekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makamı esaret altında olabilir. Halife İngilizlere iltica edebilir, onlarla beraber kaçabilir, her şeyi yapabilir, fakat Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare tarzım, siyasetini ve kuvvetini sarsamazlar. Şöyle olacak, böyle olacak, Halifeyi kaçıracaklar diye telâş edecek değiliz. Bir az da bütün İslâm âlemi telâş etsin- Onlar da bizimle beraber çalışsınlar ki, Hilâfet Makamını kurtaralım ve sebest olarak bütün cihana şâmil bir halifeyi oraya oturtalım. Ancak bu suretle bize yardım da bulunurlarsa, bizim için de halifenin A nadoluya bugünlerde getirilm esi bahis m evzuu dahi olmam ak lâzım gelir. Türkiye halkı kayıtsız şartsız hâkim iyetine sahip olm uştur. H âkim iyet ise, hiç b ir şekilde, hiç b ir m âna ve delâlette iştirak kabul etmez. Halife olsun, ünvanı ne olursa olsun, bu m illetin m ukadderatına b ir m üşareket sahibi olamaz. M illet buna k a t’iyyen m üsaade edemez. Bunu tek lif edecek hiç b ir m illet vekili olduğuna kaani değilim. B ütün hareketlerim iz, bü tün m ukadderatım ız bu nokta-i nazardan olabilir. Başka türlü im kânı k a t’iyyen yoktur.»
İşte yeni Halife, böyle seçilmişti- Ve bu suretle harekette, yani, m illi hakimiyete hiç bir surette müdahale ile, zarar vermemesi sağlanmak suretiyle, yalnız İslâm âlemi ile yakınlığımızı, ve bu âlemin yardımım temin eylemesi bakımından faydası olur mülâhazasiyle her türlü yetkilerden sıyrılmış bir hilâfet makamının muhafazası noktasmda, Mustafa Kemal Paşa ile tamamen ayni fikir, kanaat ve inançta mutabıktık ve bu, 1922 kasım ında oluyordu. Bu tarih te, Lozan yolunda olan İsmet Paşa da, H ilâfet konusundaki fik ir ve düşüncelerimizi, çok daha evvelden biliyordu. N itekim , G rillon oteilnde 17 kasım 1922 günü kabul ettiğ i (M üslim Standard» gazetesi m üdürü Seyyit A bdükayyûm M âlik’e, hem de bü tün dünyaya duyurulm ak üzere verdiği m ülâkatta aynen şöyle diyordu:
«Size ve sizin vasıtanızla bü tün m üslüm anlara şunu söyli- yeyim ki, biz eskisi gibi serbest b ir İslâm devletinin bütünlü- m eğe çalışacak ellere, bü tün m üdafaa kudretin i vereceğini söylem ekle yetinm eyerek, ileride b ir tehlike ile karşılaştığım ız vak it bunu, kanım ızla m üdafaaya hazır bulunuyoruz. T ürk m il
leti, islâm iyetin kolu ve kılıcıdır. Türkiye Anayasası, h ilâfetin yani h ü r ve m üstakil b ir İslâm devletinin m enfaatlerin i y ü rü tm eğe çalışacak ellere, bü tün m üdafaa kudretin i vereceğini söylüyor. Bu halde hilâfeti, nasıl m addî desteksiz bırakm ış oluruz. Türkiye, hilâfeti tu tuyor ve tu tacaktır. H ilâfet T ürk m illetine vediadır, em anettir. T ürk m illeti h ü r ve m üstakildir. Bunun için H ilâfet de taarruzdan m asûn ve ik tidara m aliktir. H ilâfetin bü tün vasıfları m ahfuz ve emindir.
K anım ızın son dam lasına kadar H ilâfeti tu tup, yaşatacağız. F akat tek b ir adam ın şahsî m alı olmasına asla m üsaade edemeyiz. İşte T ürk m illetinin k a ra n budur. Biz öyle his ediyoruz ki, h ilâfet bugün dahi m üslüm anlar arasında, daha büyük b ir anlaşm a ve yardım laşm a kaynağıdır. Yer yüzündeki din kardeşlerim izin bu sözlerimi dikkatle okum alarını isteriz ve m ihnetli günlerim izde onların devam lı m üzaheretlerini beklem ekte olduğum uzu düşünerek bizi haklı görm elerini bekleriz.
Biz, büyük İslâm âlem inin azasındanız. Bizi takviye ve teşci’ etm enizle ve islâm iyete yaptığım ız âcizâne hizm eti takd ir eylem enizle bizim, islâm m hürriye t ve istiklâlinin savunucusu sayılm ağa lâyık olduğum uzu isbat ettiniz. Türk, bu m ütevazi ve asil vazifeden dolayı iftihar eder. Bizim kanaatim iz şudur ki, H ilâfet hakkı Türk m illetinde mahfuzdur.»
İsm et Paşanın, Türk H üküm etinin ve m illetin in h ilâfet hakkm daki düşünce ve kanaatin i bu şekilde sarahatle dünyaya ilân ve bu arada bana da, - bilhassa A vrupadaki tem asları ve incelem eleri neticesinde - H ilâfetin islâm lar arasında b ir kuvvet olarak m uhafazası elzem olduğu kanaatinde bulunduğunu tek ra r yazmış iken, pekaz bir zam an sonra, Lozandan A nkara- ya dönüşünde, birdenbire, bam başka ve tam am iyle aksi b ir fik ir ve kanaatle, yam an b ir hilâfet düşm anı kesiliverm iş olduğu hayretle görülm üştü. B ir kaç ay içindeki bu yüzde yüz değişikliğinin sebebinin de, her hangi b ir m ütalâa, veya gafletten uyanış ve geç de olsa gerçeği kavrayış gibi m ülâhazalar olmayıp, sadece bazı düşm an telk inlerine kapılışından ile ri geldiği anlaşıldı-
İsm et Paşa, anlaşıldığına göre, Lozanda İngilizlerle b ir nevi gizli ara buluculuk rolü oynayan, İstanbulun m eşhur H aham başısı Hayim Naum efendinin telkinleriyle, «Hilâfetin a rtık ne şekilde olursa olsun Türkiyede devam m a m üsaade edilm eyip
derhal atılm ası lüzumu» fik rin i tam am iyle benim semiş bulunuyordu (1).
Pekiy, ya dört beş ay önceki «Hilâfete bağlılık, h a ttâ H ilâfetin kuvvetlendirilm esi» düşünce ve kanaati ve bu koldaki k a t’î ifadeler ve İslâm âlem ine bunun duyurulm ası hususundaki te lâş ve heyecan ne ohnuştu?
îsm et Paşa, Lozanda m üzakereler kesilip de, A nkaraya geldiği ilk devrede olduğu gibi, kendisini (o günün türküyesinde A vrupa politika âlem ini ve dünya ahvalini herkesten iyi anlamış ve bilmiş bir politika adam ı olarak) tan ıtm ak becerikliliğini, itiraf ederim ki, ha ttâ M ustafa Kem al Paşa da dahil olm ak üzere, herkese bütün A nkaraya kabul ettirm işti. Şimdi açıkça söylenebilir ki, o zam anki şa rtla r altında, bunu böyle kabul edişimiz, - bizim uysallık da denebilecek - b ir gafletim iz olmuştur.
Zira, M ustafa Kem al Paşa da, ben de, K arabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi, diğer birçok arkadaşlar da y ıllardanberi çeşitli vazifelerle gidip gelerek, dillerini bildiğimiz, m atbuatım ve neşriyatını da yakından ve m untazam an tak ip ettiğim iz dış âlem in ve bilhassa A vrupa politikasının hiç de yabancısı olm adığımız halde, şimdi, öm ründe ilk, defa gittiği A vrupada birkaç haftacık kalan İsm et Paşaya, «dünya ahvalini herkesten iyi bilen b ir dış politika uzmanı» gözü ile bakm ak gafletine nasıl düştüğüm üzü anlıyam ıyorum . Bu, ancak o günlerin cidden pek m üşkül şartla rı içinde biraz bunalm ış ve karşım ızdakinin kendisine olan em niyet ve itim adım ızdan faydalanarak zaten m alûm olan nabızgirliğiyle bu halim izden istifade etm esini bilmiş olmasiyle izah edilebilir.
Büyük M illet Meclisindeki, ekonomi politik tahsillerin i A vrupada yapmış, bu sahada ihtisas sahibi olmuş ve m untazaman dünya ahvalini takip eden genç m ebuslar bile, Lozan- dan dönen İsm et Paşayı dinlerken, ağzından çıkan h e r sözü mahz-ı keram et telâkki edecek derecede tesiri a ltında kalm ışlardı.
İşte bu hava içinde, İsm et Paşa sulhü im zalayıp, b irdenbire takındığı «Hilâfet düşmanlığı» ile A nkaraya döndükten sonra, M ustafa Kem al Paşayı da, bu işin, yani H ilâfetin kald ırılıp
(1) İngilizlerin, daha çok evvel, Meşrutiyet devrinde de bir Mısırlı doktor vasıtasiyle Sait Halim Paşaya altmış, hattâ yüz milyon İngiliz lirası karşılığında Hilâfetin araplara devrini teklif etmiş oldukları biliniyordu.
F : 7
atılm asının, b ir an evvel yapılm ası lüzıım ıına ikna’ ederek, Kâzım K arabekir Paşayı ziraat m ektebi civarındaki evinde ziyare t ediyorlar.
Kâzım K arabekir Paşa o sırada hem mebus, hem ordu m üfettişi... F akat Meclise devam etm iyor, m üfettişlik vazifesini yapıyor. D ereden tepeden konuşurlarken sözü asıl m aksada getirerek , M ustafa Kem al Paşa m ünasip bir şekilde, H ilâfeti kald ırm ak niyetinde olduklarını söylüyor.
K arabekir Paşa, birdenbire hayretle, «Şu sırada böyle b ir şeyi düşünm ek bile ha ta olur» diye bu n iyeti mevsimsiz bulduğunu beyanla, daha b ir kaç ay evvel H ilâfete dokunulm ayacağı konusunda ittifak la verilm iş karara rağm en, şimdi bunun nereden çıktığını anlayam adığını belirten b ir tav ırla İsm et Paşaya bakıyor ve devam ediyor:
— D urup duru rken sizi böyle b ir niyete sevk eden sebepleri bilm iyorum . Ancak, m em lekete zararlı olduğunu ötedenbe- r i gördüğüm üz saltanatı bilâ tereddü t ve çoktan kaldırdık. Hilâfe t ise bugün için zararlı olm ak şöyle dursun, iyi idare edilirse belki de m em lekete çok faydalı olabilecek b ir müessesedir. N etekim bunun böyle olduğunu siz de kabul ederek m üştereken hazırladığım ız um delerle m illete karşı da «islâmlar arası b ir kuvvettir» diye H ilâfeti koruyacağım ızı vadetm iş bulunuyoruz. Neşrettiğim iz um delerin, daha m ürekkebi kurum adı. Seçim lerde m illete sarahaten bu vaadi verdikten sonra, şimdi, dün iy id ir ve lâzım dır, dediğimiz H ilâfeti kaldırm ağa teşebbüs etm ek bilm em ne deceye kadar doğru olabilir.
Esasen benim kanaatim değişmiş değildir. Değişmesine de b ir sebep yoktur. Anadoluda T ürk m illeti on dört m ilyondan ibare ttir. Yanmış, yıkılmış, uzun harp lerden perişan ve bezgin çıkmış olan bu on dört m ilyonun karşısında bütün dünyanın hâlâ bîam an bir düşm an olm akta devam ettiğini, Lozandaki çekişm elerle pekâlâ gördük. Yer yüzünde bize zahir olarak, bağlılık larım devam ettiren ve iyi idare edilirse daha da bağlanacaklarından şüphe olmayan İslâm âlem ini hesaba katm adan hilâfeti kaldırıp atm ak hiç değilse bugün için düşünülecek b ir şey değildir- Büyük taarruzu bile, kısm en İslâm âlem inden gördüğüm üz m addî yardım la yaptığım ızı nasıl unutabiliriz? Binaenaleyh İslâm âlem ini bize bağlayan H ilâfetin kaldırılm ası, bu âlem den tam am en uzaklaşmam ız dem ek olur ki, bu taktirde, yalnız kalacak olan T ürk m illetinin ve türk lüğün bü tün dünya en trikaları karşısında, ha ttâ belki de aleyhimize dönecek olan
İslâm âlem inin de husum eti karşısında, vaziyeti çok m üşkül bir hale gelebilir. Ben, bun ları düşünerek, şim diki halde böyle b ir .şeyin bahis m evzuu olmasını bile m uvafık bulm uyorum .
Saltanat lâğvedilmiş, hakim iyet kayıtsız şartsız ve fiilen m illete in tikal etm iştir. Bu günkü vaziyette H ilâfet de, m illetin elinde, m illetin iradesi altında işleyen b ir kuvvet olarak, her halde m üşkül zam anlarım ızda m ilyonlarca islâm m m üzahareti- n i tem in suretiyle m em lekete faydalı olabilir. Bu noktayı düşünerek, acele etm iyelim . Faydasızlığını, zarar verdiğini gördüğüm üz anda kaldırıp atm ak, her zaman elimizdedir.»
Kâzım K arabekir Paşa bu şekilde konuşarak, henüz birkaç ay evvel seçilen yeni H alifenin şahsından da bahisle, M illî Mücadele esnasında da her hangi b ir düşm anca hareketi görülm ed ik ten başka, Anadoluya geçmek istiyecek kadar bize m üzahir olarak, her hareketiyle anlayışlı, dü rüst ve uysal olduğu görülm üş b ir şahsın istendiği şekilde idare edilebileceğini ve esasen b ü tün bunlar hesap edilerek verilm iş b ir kararın şimdi b irdenb ire değiştirilm ek istenm esine akıl erdirem ediğini ve bunu kabul edemiyeceğini tek ra r ediyor. Ve karşı tarafın :
— Saltanatın ilgasında olduğu gibi, H ilâfetin kaldırlım a- sm da da Mecliste, çıkıp tasvip edici beyanatta bulunması..» teklifin i bü tün ısrarlara rağm en:
«Hiç değilse bugün için bu olamaz. Acele etm iyelim , zira m illete karşı verilm iş bir sözümüz var. Seçime girerken ilân ettiğim iz um delerle, H ilâfeti m uhafaza edeceğimizi vaad ettik. B elli başlı bir sebep yokken, bu vaadim izi unutm uş görünmek, benim vicdanım ın kabul edebileceği b ir şey değildir. Esasen arz e ttiğ im sebeplerle de böyle b ir kararı bugün için, m em leket m enfaatlerine uygun bulm uyorum . Ve tek ra r rica ediyorum , acele etm iyelim , biraz bekliyelim.»
K arabekir Paşanın bu k a t’î ifadesi üzerine, M ustafa Kem al Paşa ile İsm et Paşa, daha fazla ısrardan bir netice alam ıyacak- ların ı anlayarak, ayrılıp gidiyorlar. Fakat birkaç gün sonra, K arabekir Paşayı gene evinde ziyaretle, yine bu konuda uzun uzadıya konuşuyorlarsa, gene ikna edem iyorlar.
İşte, H ilâfet m eselesinin başlangıcı budur. Yani, büyük zaferden sonra, saltanatın ilgasiyİe, Büyük M illet Meclisi ta ra fından yeni halifenin seçilmesi ve bu suretle - her tü rlü yetkilerden sıyrılm ış, bir nevi papalık gibi sadece m anevî varlığıyle lâ ftan ibaret b ir hilâfetin - İslâm âlem inin yakınlığını ve ya rdım ını sağlam ak için elde b ir kuvvet olarak m uhafazası, Mustafa Kem al Paşanın da re ’yile, ittifakla kabul ve bu keyfiyet
um delerle de ilân edilmiş iken, İsm et Paşanın Lozandan dönüşü ile, bü tün bun lar unu tu larak , h içbir sebep gösterilm eden ve derhal, aksi bir karara gidilmek istenm iştir. Kâzım K arabekir Paşa da, o zam an kendisi gibi düşünen arkadaşları da, b ir ta assup hissi ile ve körü körüne, hilâfete dokunulm am asını isteyen insanlar değillerdi.
Aksine, bizzat M ustafa Kem al Paşa, h a ttâ İsm et Paşa ile o tu rup uzun uzadıya m üzakereler sonunda «Yer yüzünde pek yalnız b ir vaziyette kalm ış olan Türkiyenin, İslâm âlem i ile yakınlığı ve m üzaharetini sağlam ağa yarayacak b ir kuvvet olarak m uhafazası gerektiğine k a ra r verdikleri için, H ilâfete (şimdilik) dokunulm am asını istiyorlardı ve bu hilâfetin, um duklar ı gibi İslâm âlem i ile yakınlığım ızı sağlayamadığı, v eyahu t her hangi b ir suretle yapılacak inkılâplara engel olduğu görüldüğü anda kaldırılıp atılm ası cihetine gidilmesini, pekâlâ kabul ediyorlardı.
Bütün mesele, «şu nazik zamanımızda, faydalanabileceğimiz bir kuvveti, kendi elimizle atm akta acele etm iyelim , b iraz bekliyelim » di.
Bu fik ir ve kanaatta olan insanlara «Hilâfetçi» denemez. Aksi tak tirde b ir kaç ay evvel üzerinde düşünüle taşım la k a ra r verilerek ilân edilen um deleri im zalam ış olanlar da «Hilâfetçi* olm aktan kurtu lam azlar.
îşte m esele bundan ibarettir. Ve yazık ki, bu kadar basit, yani haddizatında hilâfete b ir itikat ve taassup hissi ile, «aman dinî b ir müessesedir, taparak başım ızda yaşıyalım» diye körü körüne bağlı o lm ıyanlann düşüncelerinin lâyıkiyle anlaşılam amış olması yüzünden çıkan ih tilâf hiç beklenm edik b ir netice vererek, M ustafa Kem al Paşa ile Kâzım K arabekir Paşayı a rtık ebediyen b irb irinden ayırm ış bulunuyordu.
S ulh için Lozan’a gidişi, Rauf bey, hatıralarında şöyle anlatır :«Heyetimize benim başkanlık etm em i istiyorlardı. Ben ise,
karşım ıza gelecek devletlerin heyetlerine, hariciye vekilleri başkanlık ettiğinden, bizi m de hariciye vekilim iz Yusuf Kem al beyi gğnderm em izi doğru buluyordum . Fakat Yusuf Kem al bey, başkan olarak gittiğim tak tirde bana refakat edeceğini ileri sürerek , bu vazifeyi kabul etm eyince, M ustafa Kem al Paşaya ben; «Mudanya K onferansını başarı ile idare ederek, istenen neticeye ulaştırabildiği için, sulh m üzakerelerine de onun gitm esi m ünasip olur», diye İsm et Paşayı tavsiye ettim .
Bu teklifim üzerine; yapabilirini, yapamazmı m ünakaşalar ı oldu Bence yapılam ıyacak b ir şey yoktu. Zira sulh esaslarımız zaten malum olduğu gibi, Lozan’da ileri sürüp savunacağımız önemli konuların hepsini, çok evvelden hariciye vekâletindeki yetkili uzmanlar uzun boylu çalışarak teferruatiyle teshit edip, dosyalar halinde hazırlamışlardı. Bundan başka doktor Rıza Nur, Haşan Saka gibi değerli elemanlarla da takviye edilmiş olmasına rağmen murahhaslar heyeti daimi surette temasta bulunacağı Ankaradan, verilecek talimattan da faydalanacaktı. Netekim de öyle olmuştu. Yusuf Kem al beyin, o sırada a rtan rahatsızlığı sebebiyle, istifası üzerine hariciye vekâletine getirilen îsm et Paşa, heyet başkanı olarak Lozan’a gidince, m üzakereler esnasında, 11e suretle olursa olsun, zorluklarla karşılaştığı anlarda hüküm et başkanı olarak benden, m ütalaa ve fik ir sorar, ben de vekil arkadaşlar ve çok defa M ustafa Kem al Paşa ile de istişare ederek, kendisine takip edeceği ha t ve hareketi bildirirdim . Lozan konferansı işte bu şekilde çalışarak, belli başlı davalarım ız üzerinde tartışm alara sahne olurken, günün birinde İsm et Paşanın b ir takım düşünceler ve belki de o- rada m aruz kaldığı sıkıntılı vaziyetlerin tesiriyle huzursuzluk la r göstererek, hüküm etle bazı anlaşm azlıklara yol açtığı görüldü.
İsm et Paşa Lozandan zarfın ın üstüne «Heyeti Vekile Reisi R au f Beyefendi H azretlerine arzı taz im at eder» kaydını koyarak gönderdiği bu el yazısı ve 3 K ânunusani 1339 — (Ocak 1923) ta rih li m ek tu bunda şöyle dem ektedir: «Kardeşim Rauf, m ektubunu aldım. Çok sevindim. B uradan ne havadisler vereyim. Şimdi raporu yazacağım , d ah a çabuk vaziyetten h ab erd a r olacaksınız. D ünyanın d ip lo m attan birleştiler, A vrupanın göbeğinde ellerine geçirdikleri Türk hey’etine oyun düzmekle m eşguldürler. O yunları boşa çıktıkça ne k a ra r vereceklerini bilem iyorlar. Lâtife b erta ra f, ad am lar eski usulda h e r vasıtay a m ü racaa tla na il-î m eram olm ağa çalışm ıştırlar, ça lışm ak tad ırlar. Gözlerinden öperim kardeşim . İsm et»
İsm et Paşa, bilhassa hüküm etten sorduğu şeylere, sıkışık durum larda istediği talim ata, bizim pek geç cevap vererek, kendisini m üşkül vaziyetlere soktuğum uzdan şikâyet ediyordu. Bu şikâyetleri bazan doğrudan doğruya M ustafa Kem al Paşaya yapıyordu. Halbuki, şifre yalnız hüküm et başkanlığında bulunduğundan, çektiği telgraflar yine benden geçiyordu.
Biz İcra Vekilleri Heyeti olarak, o günlerde, ilk iş edindiğimiz Lozan m üzakerelerini, gece gündüz gereken hassasiyetle,.
dakikası dakikasına takip ettiğim izden, herhangi bir sorunun geç cevaplandırılm ası gibi ihm alim iz k a t’iyyen bahis konusu olamazdı. Sorulan şeylerin hiç b irin in cevabı geciktirilm iyordu. Ancak, henüz sulh ile istik rara kavuşm am ış olan A vrupada olduğu gibi, m em leket içinde de şeh irler arası telefon ve telsiz gibi m uhabereyi süratle sağlayan vasıta larn ım evcut bulunm adığı o günlerde bilhassa İsviçre, yani Lozan ile tek m uhabere hattım ız, Köstence yolu ile olandı. Bu yol da o sırada durum a hâkim olan ̂ İngilizlerle Fransızların kontrolü altında idi.
Şuracıkta, istitraden kaydedeyim ki: bu yoldan yaptığım ız m uhabereleri, İngilizlerin ellerine geçirerek, şifrelerin i de hal ile okuduklarını bizzat o zam anki İngiltere Hariciye Vekili M ister Çörçil, son yıllarda yayınladığı ha tıra larında an latm aktadır.
Şu halde, Lozan’daki heyetim iz başkanlığının benden beklediği cevapların gecikmesi sebebi, kendiliğinden m eydana çıkm ış oluyor.
M urahhaslar heyetim iz başkanı ile, hüküm et arasında hasıl olan anlaşm azlık bundan ibaret de değildi.
K onferanstan çok daha önce Hariciye V ekâletinde hazırla ttığımız sulh esaslarım ıza göre, yurdum uzun işgal e ttik leri en m am ûr yerlerini, sebepsiz olarak yakıp yıkarak, harabezara çev iren Y unanlılardan, tam ira t bedeli istiyorduk. Bu yüzden, Lozan’da Y unanlılarla hayli tartışılm ıştı. Bu konuda ara bulm ak isteyen, İtilâf devletleri tam ira ttan vaz geçmemiz için bize T rakya sınırım ızda «Karaağaç» ı bırakm ak teklifinde bulunm uşlardı.
H üküm et başkanı olarak ben, M ustafa Kem al Paşa ile m utab ık kalarak, bu tek lifi kabul etm eyip; «Karaağaç’ın ehem m iyeti yoktur. Ona karşılık tam ira t bedelinden, yani tazm inat istem ekten vaz geçemeyiz» diyorduk. Sonra, Dünya Savaşı ip tidasında, henüz bizim harbe girm ediğimiz günlerde inşaları ta m am lanıp, bedelleri de tarafım ızdan tam am en ödenmiş olduğu halde, m em leketim ize getirilecekelri sırada, İngilizlerin el koym uş oldukları Sultan Osman, Sultan Reşat ve F a tih dretno tlarım ızın, tahm inen pn iki m ilyon İngiliz altın ı tu tan bedellerin in geri verilm esi meselesi vardı- Bu, İngilizlerin sarih b ir borcu idi ve bu da K araağaç’a karşılık, verilm ek istenm iyordu.
M urahhas heyetim iz başkanı K araağaç’ı gözünde büyüterek, tam ira t ve tazm inattan da bu alacaktan da vaz geçilmesi ta ra f ta n idi. H attâ sonunda; «vaz geçtim, K araağaç’a karşı te rk ettim.» dedi.
Ben ise; «Karaağaç’ı bırakıp, gerektiğinde dem iryolunu E- d im en in içinden geçirebiliriz. B inaenaleyh K araağaç’ın ehem m iyeti yoktur.» diyordum . Bu noktada m urahhas heyetim iz baş kanı ile aram ızda uzun m uhaberelerle ta rtışm alar oldu.
Lozan’da karşım ızda bulunanlar her m eselede ve bilhassa bu tam ira t ve tazm inat m eselelerinde, bizden fedakârlık lar istem ekte ve ancak bu fedakârlık lara katlandığım ız tak tirde ötek i m eseleler üzerinde anlaşm aya vbarılabileceğini ileri sürm ekte idiler. D urum bu m erkezde iken, m urahhas heyetim iz baş- kanın ın bizden habersiz kararla ra veya taahhütlere girişmesi ih tim alin i önlem ek için çok hassas ve m üteyakkız bulunm am gerekiyordu ve benim hüküm et başkanı olarak ve M ustafa Kem al Paşa ile m utabık kalarak belirttiğim bu hassasiyet, m urahhas heyetim iz başkanını nedense sinirlendiriyordu- O kadar ki: K uponlar ve im tiyazlar m eseleleri hakkında vaki olan işarım a verdiği 26 haziran 1923 tarih li cevapta sinirlilik dozunu bütü n b ü tün a rttıra ra k «Konferans m üzakerelerinde m urahhas heyetin in esaslı talim at kayıtlarından başka, olarak bü tün te- ferruatiy le A nkaradan idaresi arzu ve tem ayülü, m üzakereler in m em leket için en faydalı b ir su re tte idaresini ve hayırlı sulha varm ak kudretin i m urahhas heyetinden selbetmektedir.» dedikten sonra, şu cüm elyi ih tiva ediyordu: «Hükümetçe te rcih buyuru lan bu şeklin, 93 Seferinin saraydan idaresinden fa rkı yoktur. Bize karşı itim atsızlık ve kifayetsizliğim iz hakkında m ütem adiyen izhar buyuru lan kanaat devam ettikçe, bizim vasıtam ızla sulh akdi ih tim al haricindedir. H üküm etin nokta-i nazarın ı İtilâf devletlerine aynen kabul e ttirm ek kanaatinde olan b ir heyetin ve b ita tb i zat-ı vâlâlariyle, taalluku hasebiyle M aliye Vekili beyefendinin bizzat m esuliyeti deruhte ve konferansa hareket buyurm aların ı rica ederiz.»
M urahhas heyeti başkanm ın telgrafındaki bu m ütecaviz ifade, beni olduğu gibi, M ustafa Kem al Paşayı da son derece m üteessir etti. İkim iz de hay re tle r içinde kalarak, sinirlenm iş- tik , V ekiller H eyetinde okunduğu zaman, bü tün vekil arkadaşla r da ayni hislerle m ütehassis olarak üzüntü içinde kaldılar. İsm et Paşanın: m illeti tem sil eden yüzlerce kişilik b ir m eclisin icra vasıtası olarak seçtiği b ir V ekiller H eyeti ile, benim ve M ustafa Kem al Paşanın büyük b ir titizlikle düşüne taşm a m em leket m enfaatlerine uygunluğu üzerinde titifak ederek verdiğim iz kararları, istibdadı tem sil eden saraydan verilm iş ka ra rla ra benzetm esi her şeyden evvel, onun bunca y ıld ır m ut- tasıf olduğunu bildiğim «ağır başlılık ve olgunluk» vasıflariy-
le kabili telif değildi. Hele «evvelce verilmiş olan talimattan başka olarak, bütün hatt-ı hareketimin teferruatiyle Ankaradan idaresi isteniyorsa ben bırakıp döneyim, siz benim yerime gelin, İtilâf Devletlerine istediklerinizi kabul ettirin» deyişi karşısında benden fazla M ustafa K em al Paşa sinirlenm iş ve hem en o gün kendisine çektiği bir telgrafla «Çok asabi bir halde yazmış olduğunuz telgraftan dolayı sizi haksız buldum.» demişti.
M ustafa Kem al Paşa, m urahhas heyeti başkanının bu h ır çınca ve yersiz çıkışından duyduğum teessür ve infiali pek haklı bulduğunu ifade etm ekle beraber, bunu yalnız benim şahsım a ait telâkki etm emem i, verilen kararlarda re ’yi olduğunu, kendisinin de ha ttâ bü tün vekil arkadaşların da, ayni haksız tarize uğram ış olduklarını, ancak zam anın nezaketi hasebiyle, şim dilik bunu hoş görmemiz gerektiğini söyledi.
Ben: «— Nasıl hoş görebiliriz? İsm et Paşa evvelce talim at üzerine talim at isterken, şimdi âdeta işi kim seye sorm adan yapm ak istiyor. Buna nasıl m uvafakat edebiliriz? Bu olmaz. Ve- k iller Heyeti de buna m uvafakat edemez.» deyince, M ustafa K em al Paşa da: «— Evet, elbette olmaz» dedi, şimdi ona vereceğimiz son talim atı tesb it edelim ...
B irbirim ize bakarak, b iran durduk. Sonunda ka t’î kararla m urahhaslar heyeti başkanm a: (Son teklifimizi kabul ederlerse imza et, etmezlerse inkıta -müzakerelerin kesilmesini- ilânla dön gel) demeği m ünasip gördük. M ustafa K em al Paşa biraz daha düşündükten sonra, buna şu iki cüm leyi ekledi: «Avakıbı ne olursa olsun, bunu silâh kuvveti ile halle kudretimiz vardır. Ordumuz hazır ve hattâ sabırsızdır.»
Lozan’a verdiğim iz son ta ilm at budur. Fakat bu da ötekiler gibi, Köstence’den geçerken İngilizler tarafından alınıp okunm uş olduğundan, 23 tem m uz 1923 günü Lozan’da sulh mu*- ahedesi im zalanm ıştır.
îngilizler m alûm Entellicens Servis’lerin in çeşitli im kânları ile sırlarım ızı ararken, ellerine geçirip okudukları bu haklı tehdidim izden kuşkulanıp da m uahedeyi im zalam am ış olsalar ve böylece ink ıta (kesilme) de b ir olup b itti haline gelseydi, ordum uz elbette T rakyaya yürüyecekti. Çünkü daha fazla duracak, bekleyecek durum da değildik. Silâhı elinde bekleyen ordunun, h a ttâ Lozan’daki m urahhas heyetin in de, m ilyonlarca lira m asrafı oluyordu. Daha fazla bekleyemezdik. İngilizler de bunu biliyorlardı. Hülâsa: Lozan’da -aram ızda hasıl olan anlaşm azlık lara rağm en- m em leket hesabına yapılm ası im kânı olanın en iyisi yapılabilm iştir.»
ALİ ŞÜKRÜ BEY HADİSESİ
L ozan m üzakerelerinin kesildiği günlerdi. M urahhas heyetim iz A nkaraya dönm üştü. Bu heyette, bahriyem izi
tem sil eden deniz yarbayı Şevket (D oruker) Millî M üdafaa Vekili Kâzım Paşayı (Özalp) ziyaretle, Lozan’da bahis konusu olan bazı askerî m eselelere dair kendisi ile görüşmüş, Kâzım Paşa da bana bunu hikâye ile «— B ir şeyler söyledi ama, denizciliğe a it olduğu için anlayam adım , gelsin size anlatsın.» dedi. Ben de kendisini çağırttım , geldi. K apıdan içeri girer girmez; «Millî M üdafaa Vekiline an lattık ların ız ne idi?» demem e kalm adı, Şevket bey: «— Beyefendi, Ağabeyim kayıp...» diye ağlam ağa başladı ve ağabeyi Trabzon m ebusu Ali Şükrü beyin üç gündür, yani m artın 27 inci salı akşam ındanberi eve gelm ediğimi söyledi. Soruşturm uşlar, a ratm ışlar bulam am ışlar. En son K araoğlan çarşısında, köşedeki kuyulu kahvede otururken, yanına gelen G iresunlu «Topal» diye m aruf Osm an A ğanın m uhafız bölüğü kum andanı M ustafa K aptan ile beraber kalkm ış, b irlik te g itm işler... Ondan sonra gören olmamış...
Şevket beye o tur dedim. Ve derhal gereken em irleri vererek aratm ağa başladım. Ayni zam anda, Osm an A ğanın adam iy- le kahveden gittiğinden, bu ağayı da aratıyordum . F akat Ali Şükrü bey gibi, o da m eydanda yoktu. Ş ükrü bey bazan a tına biner, halkla tem as için köylere giderdi. Acaba yine öylem i yaptı diye, aratm ayı köylere kadar teşm il ettim . Yok, yok.
A nkara valisi A bdülkadir bey, jandarm a kum andanı, polis m üdürü, bü tün zabıta kuvvetleri seferber olduğu, h a ttâ kendi arabam ı da aram a işlerine verdiğim halde, iz bile bulunam ıyor.
Denizci olm akla beraber, daha ziyade İstanbuldaki Donanm a Cem iyetinin neşriyatında çalışmış ve m atbaa sahibi, gazeteci de olan Ali Şükrü bey, B üyük M illet Meclisi açıldığı günden beri h e r vesile ile yaptığı m uhalefetlerle d ikkat nazarım çekmiş bir m ebustu. Bu sebeple m eclisteki m uhalifler, kaybol
m a haberini a lır almaz, olaya bir siyasî cinayet rengi verm ek istem işlerdi.
Meclise gittim. Bilhassa E rzurum m ebusu Hüseyin Avni bey, kendisine has h itabet edesiyle, sesini alabildiğine yükselterek; «Ey m illetin Kâbesi!.. sana da mı taarruz?. Ali Şükrü bey günlerdir kay ıp tır da, hüküm et bulam ıyor. Evet, azam etli, şerefli b ir tarih in sahibi, b ir m illetin vekili kayboluyor da, hüküm et bulamıyor!.. Böyle hüküm et olmaz. Ali Şükrü Beye tecavüz eden, m illetin nam usuna tecavüz etm iştir. Böyle nam ussuzlar yaşam am alı, k ah r olmalı...» diye bar bar bağırıyor, m uhalif arkadaşları da «Kahrolsunlar*, böyleleri yaşatılmaz.» ni- dalariyle onu teşçi ediyorlardı.
Hem en kürsüye çıktım . Büyük M illet Meclisi âzasından birin in kayboluşunu, lâyık olduğu önem ve ciddiyetle telâkki e- derek dündenberi seferber ettiğim iz zabıta kuvvetleriy le yaptığımız araştırm alardan henüz bir netice alam am ış olmamıza rağm en, gece gündüz devam eden çalışm alarım ıza hız vererek, behem ehal bir neticeye varacağım ıza em in olm alarını ve bu arada Ali Şükrü beyin b ir kazaya uğram ış olduğunu üm it e tmek istediğimi, aksi tak tirde bir suikaste m aruz kalm ış ise, çok dilhûn olacağımı ve o tak tirde her halde m üsebbiplerinin m eydana çıkarılıp, bu m illetin adliyesine şeref verecek tarzda cezalandırılm aların ın hüküm etin m ukaddes vazifesi olacağını söyledim ve bunu bekleyerek, sakin olm alarını bilhassa heyecana kapılarak işi büyütm ekten çekinm elerini reca ettim .
Bu tem inatım a rağm en bazı m üfrit m uhalifler, hâlâ şüpheli b ir tavırla, itim atsızlık göstererek, hüküm etin daha evvelki b ir hâdisede olduğu gibi, bu işi de ört bas edeceğinden çekindiklerini açıkça söylüyorlardı.
Daha evvel olduğunu iddia e ttik leri hâdise, bir m üddet evvel bir cinayete kurban olan Trabzonun kayıkçılar kâhyası Yahya reisin kaatillerinin, ha ttâ bu iş için m eclisten b ir tah kik heyeti seçilip gönderilm iş olduğu halde, bu güne kadar m eydana çıkarılm am ış oluşu idi.
Bazı m ebuslar bunu hatırlayarak bana: «Fena m isallervar.» diye bağırıyorlardı. Bunlara da cevap vererek: «Merak etmeyiniz. Dedim, Türkiye Büyük M illet M eclisinin h ü r adli- yesi dünden beri serbest olarak vazifesini yapm akla m eşguldür. H er m edenî ve m üstakil m em lekette olduğu gibi burada da bu işin em niyet ve selâm etle takip edilm ekte olduğundan em in olunuz. Ben hüküm et başkanı olarak, eğer bu işi yapamazsam hiç tereddü t etm eden yüksek Meclisinize gelir, kudre-
ALİ ŞÜKRÜ — TOPAL OSMAN
D en M altada bulunduğum sıra larda , Enver Paşayı K af- kasyadan m em lekete getirm ek istiyen T rabzondaki k a-
yıkıçlar kâhyası Y ahyanın öldürülm esi üzerine, hâdiseyi ta h kike giden Ali Şükrü, K âhyam n, Topal O sm an’m a d a m la n ta ra fın d an vurulduğunu tesb it etm iş ve A nkaraya dönüşünde de bunu gerek m ecliste, gerek d ışarıda söyler d u ru r olmuş. Esa- sen; Ali Şükrü Beyin babasm a a it T ireboludaki a raz in in b ir k ısm m a tecavüz etm iş olduğu m eselesinden dolayı Topal Os- m an la a ra la rı ötedenberi iyi değilmiş.
M ecliste Lozan meselesi tartışıld ığ ı sırada, m u ttasıl sözü kesilerek m üdaheleye m aruz k a la n M ustafa Ke-ı m al Paşanın , asabiyetle kürsüden inerken, Ali Şükrü’n ü n üstü n e yürüdüğü gün, Topal O sm an da m ecliste dinleyiciler locasında bulunuyorm uş ve ertesi gün de Ali Ş ükrü o rtad an kaybolm uştu. Bu tesadüfü çeşitli şekillerde te fsir edenler v a rsa da, bence Topal O sm an’ın Ali Şükrü Beye husum eti, yukarıda kaydettiğ im sebeplerdendir.
tim in kifayet etm ediğini size söylemeyi b ir vazife bilirim- Bundan em in olunuz. Hepimiz bu m illetin ku rtu luş ve istiklâlini her şeyin üstünde en aziz gaye biliyoruz. Hiçbirimiz bundan başka bi rşey düşünm üyoruz. Bu itibarla vazife gören selâhi- yetlileri zorluğa düşürm em ek için neticeyi beklem eyi hikm et-i hüküm et ve hikm et-i adaletle ve m eselenin en salim sure tte halli bakım ından zarurî görüyorum ve arz ediyorum , çalışıyoruz. M eseleyi aydınlatacağız. Aydm latam azsak, size gelip aczimizi itiraf edeceğiz.»
Benden sonra konuşan K ırşehir m ebusu -Eski A nkara valisi- Yahya Galip bey: «Ankara gibi b ir yerde, elli altm ış saat geçtiği halde bu kadar m ühim b ir m esele hakkında, hüküm etin hâlâ vaad-ü vaid’de bulunm asına hay re t ediyorum . H üküm et reisi olan beyefendi hâlâ inşallah bulacağız, çalışıyoruz, diyorlar. Niçin bulam ıyorlar, bu kadar polis, jandarm a, m em ur ne güne duruyor, ne bekliyor, ne yapıyor efenidler?» derken, Lâ- zistan m ebusu Ziya H urşit bey de:
«— Fena m isaller var, endişemiz bundandır. Uzağa gitm i- yelim, şu bizim m illî hüküm etim iz zam anında, daha dün denecek kadar yakın günlerde vukua gelen suikast m eselesini ha
tırlam am ak im kânı var mı? Trabzon’da güpe gündüz hüküm etin ve k ışlaların karşısında üç yüz kurşun atılm ak suretiy le yapılan suikasdin failleri bulunm uş m udur? Hâlâ bekliyoruz.» diye ortalığı k ışk ırtm aktan ve bu arada: «Hükümet tahk ikatını bitirsin, gelsin olup b iten leri bize anlatsın, ondan sonra m u tm ain olmazsak, yapacağımız iş basittir» diyerek işi tehdid ile hüküm eti düşürm eğe kadar götürm ek isteyenler vardı-
Meclis havasım bulandıran bu tarzda konuşm aların arkası gelm iyor ve hem en hem en hiç b ir m ebus da hüküm et lehine söz söylemeğe âdeta cesaret edem iyordu. T ekrar kürsüye çıktım ve son olarak dedim ki:
«M uhterem arkadaşlardan bazılarının sözlerine cevap verm ek lüzum unu duyuyorum . Evvelâ; îm a buyurulan Trabzon hâdisesinin cereyan tarzı cüm lenizin m alûm udur. Bu hadisen in tahkikine, yüksek meclisiniz tarafından seçilen b ir heyet de gönderilm işti. C ihanın duym asını istiyerek diyorum ki; o h ü r ve serbest tahkik heyetin in hüküm ete verdiği rapor dikkatle nazara a lınarak ta tb ik edilm iştir. Bu m illetin şerefi, istiklâli ve varlığı bahis mevzuu olurken, hislere kapılıp, işe fırka meseleleri karıştın İmam alıdır. Muhalefet hu değildir ve şimdi muhalefetin sırası değildir. Ortada hepimizin ehemmiyetle üzerinde durması gereken tek mesele vardır ki, o da bu memlekette kanunun hâkimiyeti ve adaletin mutlak tecellisi davasıdır. Bugün bundan başka birşey düşünemeyiz. Gurup varsa, fırka varsa, hizip varsa bu meselede bunlar yoktur. T ekrar ediyorum , şim di her tü rlü h islerden sıyrılıp, hep b irlik te bu m esele etrafında toplanm am ız gerektir. H âlâ neden bulunm adı, neden bulunam ıyor da, sade vaad ediliyor, diyorlar. Bunda sui tefehhüm olsa gerektir, hâlâ neden bulam adığımızı, şu saatte bulacağız dem ek im kânı olmadığı için söyledim. Gaipten haber verm ek kudretinde değiliz. O rtada esrarengiz b ir olay var. Bunun çözülmesi zam ana bağlıdır. Biz, elimizdeki bütün im kânları bu işi aydınlatm ağa hasretm iş bulunuyoruz. S ırrı keşf etm ek için olanca kuvvetim izle gece gündüz çalışıyoruz. A llahın yardım ı ile keşf edeceğiz. F akat bunun saatini, dakikasını tay in etm ek kudretin i hm> değiliz. Bu arada, b ir arkadaşımız beylik sözler söylediğimi ileri sürdü. E fendiler, sözlerim hüküm et sözüdür. B ütün şüm uliyle, bilinerek, düşünülerek, inanılarak, sorum luluğu id râk olunarak söylenm iş hüküm et sözüdür. H üküm et isterse gizli celse yapsın, orada söylesin diyenler vardır. Hayır efendiler, bizim gizli hiç bir şeyimiz yoktur ve olmıyacaktır. Her şeyimizi açık celsede, m illetin göz
le ri önünde apaşikâr konuşacağız. M üsterih olun efendiler, hüküm et vazifesini behem ehal yapacaktır ve yapıyor.»
Bu ifadem üzerine, Meclise başkanlık eden Ali Fuat Paşa (Cebesoy) da teskin edici bazı sözler söyledi ve o günkücelse de bu kadarla kaldı.
Fakat ertesi günü meclis, meseleyi yine ele alarak, benim gıyabım da bir sü rü tartışm alara yol açmış isede, Adliye Vekili R ıfa t bey: «Geçen celsede reisim izin arz ettiği gibi, hüküm et bu işe ehem m iyetle el koym uş ve kanunî vazifesini ypam akta- dır. B ütün bun lar istin tak dairesinde ve tabiî kanunen gizli o larak yürü tü lm ektedir. Şimdi burada bu hususta fazla birşey söylem ek doğru olmaz» diye o günkü tartışm aları durdurm ak istemişsede, bilhassa m uhalif m ebuslar: «Adliye Vekilinden b ir şey sorm adık, Rauf Bey gelsin, dündenberi ne oldu anlatsın, bizleri aydınlatsın. M illetin vekilleri olarak bunu istem ek hakkım ızdır. K aybolan rast gele b iri değil, koskoca Meclisin m uhterem b ir âzasıdır. H üküm et Reisi derhal izahat vermelidir.» diye illâ da benim gelmemi istemişlerdi.
H albuki o sırada benim, Meclis m üzakerelerine filân katılacak vaktim yoktu. Çünkü, devam lı aram alar neticesinde, fak a t tesadüfen, yani Çankaya yolundan geçen aram a ekibine m ensup jandarm a, ana yoldan ayrılıp tarlaya sapmış olan bir a raban ın izini takip edince, orada yeni kazılmış b ir çukurda A li Şükrü beyin cesedini bulm uştu. Cesedin avucundaki sımsıkı tu tu lm uş b ir sandalye ayağının da, topal Osmanın evinde bulunan k ırık sandalyeye ait olduğu tesbit edilince, m uam m ayı çözecek ipucu elde edilm iş bulunuyordu. Ayni zam anda yakalanan Osman A ğanın adam ı M ustafa K aptanın da verdiği ifadede: «Trabzondaki Yahya Kâhyayı, Osm an A ğanın öldürdüğünü şurada burada söylediğini duyan ağanın teşvik ve te rtibiyle» Ali Ş ükrü beyi kuyulu kahveden dostça alıp: «Ayağından kurşun çıkardılar, haydi kalk gidelim, yatıyor, sizi çok sever, b ir ziyaret edip hatırım sorarsınız.» diye evine götürdüğünü ve orada yatak ta bulunan A ğanın karşısında oturup, ikram edilen kahveyi içerken, arkasından anî bir hareketle üstüne abanılarak boğulduğunu» itira f edişi üzerine olay tam am iyle aydınlanm ıştı.
Akşam üstü Meclisteki odamda çalışırken, bu haberi bana getirdiler. Hem en Çankayada bulunan M ustafa Kem al Paşaya b ir tezkere yazdım: «Ben istasyona gidiyorum. Y em ekten sonra gelip, sizinle görüşeceğim.» dedim. Fakat istasyondaki dairede yem ek yerken b ir de baktım , M ustafa Kem al Paşa, Lâtife
hanım la beraber otomobille geldiler. K arşıladım ve olup bitenleri anlattım . D ikkatle dinledikten sonra :
«— Şimdi ne düşünüyorsunuz?» dedi.«— Bir şey düşündüğüm yok. Topal Osmanı yakalam ak
lâzım. Çankayanın arkasında, A yrancı tarafında Papasınbağı denen yerde bulunduğu zannediliyor.
«— Nasıl yakalayacaksın?»«— Meclis M uhafız kıtası ile...»Bu sözüm üzerine, M ustafa Kem al Paşa endişeli bir tav ır
takındı:«— Meclis Muhafız Kıtasında, Topal Osmanla gelmiş Ka
radenizliler var, Bunlar birbirlerine ateş etmezlerse ne sen, ne ben, ne Ankara... Bir şey kalmaz...» deyince, b ir an düşündüm. A nkarada bu m uhafız k ıtasından başka asker denebilecek b ir şey yoktu. Jandarm anın çoğu bile cephede bulunuyordu. Şu halde, ne yapacaktık? Cinayet işlediği tahakkuk eden b ir insanın, A nkara sokaklarında kolların ı sallaya sallaya gezmesine göz yum m ak... Bu benim harcım değildi.
Sonra b ir de Meclis vardı. K ırk sekiz saattir; bulun, adale ti yerine getirin diye ferya t eden b ir Meclis. B ütün bunları düşünerek, M ustafa Kem al P a şa y a :
«— Suçluyu yakalatmak, mutlak lâzım... Eğer Başkumandan sıfatiyle ve herhangi bir mülâhaza ile sizce buna lüzum gö- rülmüyorsa, benim yarın bunu Meclise anlatmam icap edecektir, dedim.
Bunun üzerine M ustafa Kem al Paşa, m uhafız tab u ru kum andanı İsm ail Hakkı beyi çağırttı.
İsm ail H akkı bey gelince, M ustafa Kem al Paşa Osm an A- ğayı yakalam ak için nereden, ne suretle hücum edilmesi gerektiğini, krokisini de çizerek kendisine an lattı ve tabur hareket etti.
Ben, sabırsız ve heyecanla istasyon platform unda b ir aşağı b ir y u k a n gidip gelerek, durum un alacağı şekli beklerken, Ali F eth i bey aklım a geldi. O da Çankayada M ustafa Kem al Paşan ın köşküne yakın b ir yerde oturuyordu. Osman Ağanm, üstü ne varılacağını sezince, yukarıdan fırlayıp hücum ettiğ i Çankaya köşkünde, kim seyi bulam ayınca kapıyı kırıp, paltoları filân parçalayarak ortalığı karm a karışık etm iş olduğunu haber alınca, «Ya Feth i beyin kanım ını da dağa kaldırm ağa kalkarsa, ne yaparım?» diye hem en F eth i beye haber gönderdim. O da: «Hanım hasta, çıkamam, gelemem.» diye cevap gönderdi.
O esnada Çankaya istikam etinden silâh sesleri başladı. Si-
lâh seslerini duyunca: «Hah... Osman Ağayı çevirdiler...» diye ferahladım , geniş b ir nefes aldım- B ir m üddet sonra, haber geldi: «Osman ağa altı yardım cısı ile vurulm uş ve ele geçirilmiştir.»
R auf bey bu haberi derhal Meclise vererek, a rtık aydınlanm ış olan m eeslenin, adalete in tikal eden safhasının da yakında açıklanacağına göre gayri m üsterih olarak ve şu nazik zam anda m em leket m enfaatlerin i gözönünden ay ırm ıyarak işin izam ile b ir politik çekişme konusu şekline sokulm asının doğru olm ayacağını ve hüküm etin vazifesini iyi bir yolda neticelendirm esine im kân verilm esi içn, tartışm alardan da vaz geçilmesini sam im iyetle reca etm iş ise de, iptidadan beri heyecan ve asabiyetlerin i dizginleyem eyen m alûm m ebuslar, bu sefer de, a rtık m erhum olan Ali Şükrü beyin, m illî hakim iyet uğrundaki pervasızca m ücadelelerini sayıp dökerek, onun ölmediğini, öle- miyeceğini ve m übarek kabrin in kendilerine ebediyen h ü rriyet dersi vereceğini söyleye söyleye, kaatillerine lânetler yağdırırken, işi yine m uhalefete döküp hüküm ete ve dolayısiyle Rauf beye ve M ustafa Kem al Paşaya da târizlerde bulunuyor ve Osman ağa gibi başı bozukların rü tbeler, m ansıplarla silâhlandırılm ış olmasını şiddetle tenk it ve bu arada R auf beye hitapla:
«Beyefendiye sorarız, bazı cahil, cani, kaatillere nasıl kum andan hüviyeti verilir?» diye bağırıyorlardı.
H albuki daha düne kadar bu bağ ıran lar da gerek Osman ağayı, gerek onun gibi sivil -çete kum andanlarım - h e r vesile ile saygı ve sevgi ile b ire r m em leket fedaisi olarak alkışlayıp duruyorlardı.
R auf bey, bu «dün» ü unutarak , kendisine tariz edenlere:— Efendiler, dedi. Bu gibi sivillere silâh ve rütbe verilmiş
olmasının sebebini bilmeyeniniz yoktur. Şimdi bunu bu şekilde konuşmak caiz değildir. Bunu konuşma zamanı gelecektir.»
Bu esnada Meclis Reisi de, konuyu değiştirerek, tartışm aların önünü alm ış oldu.
İŞİN DOĞRUSU
Şehit Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey meselesi hakk ında cereyan eden m üzakereler sırasında ben de m ecliste bu lunduğum için, o k ara ve çok tehlikeli günlerin yaşatm ış olduğu h e yecan ve ne fre tten doğan ruh! isyan o rtas ın d a söz alm ış olan arkadaşların , va tan ın selâm et ve h ü rriye ti ile adale t m ekanizm ası hakkındaki konuşm alarım büyük bir cesaret ve p ervasızlıkla yapm aları ne derece takd ire lâyık ise, hüküm et reisi R auf Beyin, adli tah k ik a tın neticesini beklem eleri hakkındaki teklifine itidal ve m an tık la te ’lif edilemiyecek k ad a r aceleci ve isyankâr karşılık verip heyecanı büyütm eleriyle, hüküm ete hücum ları o derece üzücü idi.
V atan ın uğram ış olduğu büyük m ağlûbiyet felâketi üzeri, ne te rh is edilen ordular yerine Topal O sm an ağalar, Çerkeş E them ler, P a rti pehlivanlar, Demirci ve Y ürük Efeler gibi nice isimsiz k ah ram an la r silâha sarılıp düşm an karşısına çıkm am ış olsalardı, bü tü n m em leketin istilâya uğrayacağına şüphe var mı idi?
F aka t bun ların gerek Ethem , gerekse O sm an ağan ın sonrad an yapm ış oldukları fenalık ları itira f ederek, pişm anlık gösterdiklerini de yakinen biliyorum. Hele Osm an ağam n, Çer. kes E them isyanı sırasında, birgün Recep Peker’le konuşur, ken:
«— Yahu E them ’in yaptığı pek ayıp şeydir, lâkin E them gibi, benim gibi in san ların yapacakları, en son ha rek e t te, isyandır. Çünkü serde cahillik var. Bizim gibileri yaşatm am alı.» diyerek, kendi idam hükm ünü de çok evvelden verm iş olduğun u unutam am .
Ali Şükrü Beye gelince, m erhum la birlikte Hariciye E ncüm eninde çalıştığım ız için, k ü ltü r yüksekliği, k a rak te r sağ lam , lığı, vatanseverliği ve h itabe ti dolayısiyle hakk ında saygı ve sevgi beslerim . Şahadetine siyasi renk verm ek istiyenler a ra sında belki de karakuvvete m ensup kim seler bulunabilir. F a k a t bu yanhş bir düşünce m ahsulüdür. Şükrü Bey, doğrudan doğruya, O sm an ağam n Trabzon K ayıkçılar K âhyası Y ahya'n ın öldürülm esi meselesinde parm ağı olduğundan dolayı, ona
m uğberdi ve bu yüzden Osm an ağa ile dargındılar.F : 8
MUSUL’U NEDEN KAYBETTİK?
S on zamanlarında Rauf Beyle, birgün Lozan’dan bahsederken hatıralarında bu anlaşma hakkmdaki hükmünü
ifade eden: «Memleket hesabma yapılması imkânı olanın, en iyisi yapılabilmiştir.» sözü üzerinde durmak istedim.
— Gerçi ayni sözü, Lozan Muahedesinin esaslarım hazırlanmış, imzalandıktan sonra da Büyük Millet Meclisinde müdafaasını yaparak, kabulünü istemiş olan eski Hariciye Vekili Yusuf Kemal bey de, söylüyor- Fakat, «Ne yapayım, m illetvekilleri huzurunda müdafaasını yaptığım bir muahedenin, artık kusurlarından bahsetmekte mazurum.» diyerek... Siz de ayni düşüncede misiniz beyefendi?»
Rauf bey, bir müddet düşündü, sonra:— İfadem sarihtir, «imkânı olanın» diyorum. Daha iyisini
yapmağa imkân olmadı. Yoksa, kayıtsız şartsız «Lozan Muahedesi, yapmak istediğimizin en iyisi olmuştur.» demiyorum. Elbette, istediğimiz, hem de memleketin menfaatleri bakımından üzerinde ehemmiyetle durarak, ısrarla istediğimiz birçok şeyleri alamamışızdır. Meselâ, Yunanlılardan tazminat alamamışızdır. Musul da öyle, bunca çalışmalara rağmen, gitmiştir. Fa-
Şahadetinden bir kaç gün evvel Şükrü Bey mecliste, H ariciye Encüm eninde bir sohbet esnasında, O sm an ağa ile ba. rışm ış olduklarını söylemişti.
Bu barışm adan bir kaç gün sonra d a öldürüldüğü m eyda. n a çıktı. Bu sebeple başka tü rlü tefsire ve sû i-zan lara düşülm em ek en doğru noktai nazardır.
O sırada Başvekil olan R auf Bey de bu nok ta-i nazarı k a bul etm iş olarak, bu elim hâdiseyi, esasen kendisinden beklenen, son derece ih tiya t, basiret ve liyakatle idare ve h a l ederek, meclisi ve dolayısiyle m em leketi büyük bir b u h ran teh likesinden, b a şan ile ku rta rm ıştır.
Birinci Büyük Millet Meclisinde B usra Mebusu
O peratör Em in Erkul
kat, bu noktalardaki başarısızlığın sebebi veya sebepleri üzerind e durm anın zamanı değildir. E lbette tarih onları da kurcalayacak, aydınlatacaktır. Bilhassa M usul için söylenecek çok söz vardır- Bu mesele o zam anlar, Mecliste de gizli celselerde uzun boylu tartışm alara sebep olmuştu.»
Bu kısa açıklam adan sonra, ısrarla ricalarım üzerine Rauf bey, o gizli celselerde olup b iten leri de şöyle anlatm ıştı:
L ozanda Musul meselesi konuşulurken İngilizlere evvelâ: «Siz M usulu harple ele geçirmediniz. Binaenaleyh ora
sını boşaltıp yine bize iade ediniz. Çünkü M usul Doğu v ilâyetlerim izin bir parçasıdır ve T ürk tü r. Yalnız, M usulda petro llerden filân istifade etm ek gibi, İktisadî m enfaatlerinizi düşünüyorsanız, onları sizi tatm in edecek surette aram ızda b ir anlaşm a ile hal edebiliriz.» dedik.
îngilizler bu teklifim ize karşı, «Hayır, M usul Irak ’m bir parçasıdır. Oradaki m enfaatlerinizi nazaı-ı dikkate alarak, petro llerden size bir hisse ayırm ak şartiyle, biz M usul’da kalalım.» diyorlardı. Bu konuda coğrafî, ırkî, İktisadî ve siyasî delillere dayanarak verdiğimiz cevaplarda M usul’un T ürk olduğunu iddia ile, haklarım ızı savunm akta devam ettik.
Sonunda, Fransızların da kendilerine katılm asiyle, îngilizler işi tehdide dökerek m üzakerelerin kesilm esine sebep oldular. M urahhas Heyetim iz Başkanı İsm et Paşa da arkadaşla- riy le A nkaraya döndü ve iş Büyük M illet Meclisine in tikal etti.
Meclis; «Musul’u vermeyiz, gerekirse bu uğurda tek rar harbe gireriz.» diye heyecan içinde idi.
Biz M ustafa Kem al Paşa ile, ism et Paşadan gereken izahatı alıp, durum u tahlil ile tetk ik ettik ten sonra, esas itibariy le işi «Harbe gitm eden halletm enin bir çaresini bulmak» noktasında m utabık kaldık.
Bunun üzerine, İsm et Paşa, Mecliste gizli oturum da, um um î heyet huzurunda, izahat verdi. Fakat m ebuslar, bu izahatı tatm in edici bulm adılar. Benim de konuşmam icabetti. K ürsüye çıktım , Lozanda olan bitenleri anlatarak, İsm et Paşanın da du rum u liyakatle idare etm eğe m uvaffak olduğunu, bu cihetten hiç b ir endişe duyulm asına yer olmadığını ifade ile e traflıca izahat verdim ise de, yine itirazlar dinm iyordu. Bir çok m ebuslar, çeşitli sorularla herşeyi ve bilhassa İsm et Paşanın Lo- zandan ayrılm adan evvel, M üttefiklere verm iş olduğu sulh projem izin m uhteviyatını ve bunda Musul m eselesini nasıl hal
letm ek fikrinde olduğum uzu öğrenm ek istiyorlardı. Halbuki, bu projeyi m ebuslara bile açıklam ak, bizce birçok sebeplerle ogün için m uvafık değildi. Fakat bunu açıkça söyleyemezdim. O nlar ise, m ütem adiyen, bunu öğrenm ek istiyerek, İngilizlerle b ir anlaşm aya varılm adığı tak tirde sulh olmıyacağm a göre, bu vaziyette ne yapm ayı düşündüğüm üzü soruyorlardı.
Dedim k i :«— A rkadaşlar, biz harbi, ancak sulh için yaparız. Sulhu
harp için yapmıyoruz. Binaenaleyh, m utlaka başarı ile sulha varacağız. Endişe buyurduğunuz gibi, Misak-ı M illî’den fedakârlık edilm ek suretiy le b ir sulh istihsali de bahis m evzuu değildir. B ütün haklarım ızı, isteklerim izi tatm in edecek bir sulha varm adığım ız taktirde, ne yapacağımızı soruyorsunuz. Elbette o ciheti de düşündük. Askerî durum um uzu inceledik. Genel K urm ay Başkanlığının verdiği m alûm ata göre, em rinize am âde b ir halde bekleyen ordunuzun, verilecek vazifeyi yapm ağa m uktedir b ir kuvvette bulunduğu kanaatin i edindik. Maliye Vekiliniz de, m illet ve m em urların şim diye kadar olduğu gibi, her tü rlü fedakârlığa katlanarak Yüksek M eclisinizin teklif edeceği vatan î hizm etleri yapm akta devam edeceklerini te m in etti. Bu cihetler m üem m en olduktan sonra, a rtık gerekirse harbe girebilir miyiz, giremezmiyiz meselesi yoktur- Yalnız düşünülecek b ir nokta vardır. H arp edersek kâ r mı, zarar mı ederiz? H arp ne kadar sürer ve neticesi ne olabilir?»
Bazı M illetvekilleri burada, «Allah bilir» diye seslerini yükselttiler.
Ben de cev ab en :«— A llah b ilir ama, A llah da kullarına her işlerini düşü
nerek yapsınlar diye bir akıl, fik ir verm iştir. Biz de, işi A llah’a havaleden evvel düşünm ek m ecburiyetindeyiz. Binaenaleyh düşündük, tah lil ve tetk ik ile m uhakem eler neticesinde m üttefik lere sunulan projemizde, esas olan m alî ve adlî istiklâlim izi tem in etm ek şartiyle, uzun boylu m üzakerelere ihtiyaç gösteren İktisadî m eselelerle, M usul m eselesini tâ lik ve K araağaçtan vazgeçmek suretiyle sulh için teşebbüste bulunm ayı m ünasip gördük.
Bu teşebbüsüm üz netice verm iyecektir, verm iyebilir, sulh da olm ayabilir, o vak it harp ten başka çare kalmaz. Fakat, bu k arar öyle hayatî bir karard ır ki, verilm eden evvel herkesin ve bilhassa durum u bizim kadar yakından görm eyen ve bilm eyen m em leketin bütün kadın ve erkeklerin in yüreklerinde ka
lan tereddütlerle, şüpheleri izale ile onları yapılm ası gereken her şeyin yapıldığına ikna’ ile tatm in ederek verilebilir.
İşte Vekiller Heyetinizin düşüncesinin esası budur. Yoksa, hiç kimseye: «Biz size M usul’u bıraktık , K araağacı peşkeş çektik, kapitülâsyonların şu kısm ını kabul ettik , şu kısm ını etm edik» demedik. Şimdi bu durum da üzerinde durulacak üç nokta vardır-
M üttefiklerin verdiği sulh projesini kabul edip etm em ek... Bu noktada tereddüdüm üz yok, k a t’iyyen kabul edilemez. Bunu atalım . İkincisi: Bizim son projem iz. H arbe girm eden evvel, cihan huzurunda son b ir defa daha sulh severliğimizi isbat ile, içte ve dışta vicdanları tatm in edelim diye yaptığım ız bu p ro je de kabul edilmezse, üçüncü çare, elbette harp tir.
Fakat, tek ra r edeyim ki, üçüncü çareden evvel, projem izin M üttefiklere verilm esi teşebbüsünü de yapm ak lâzım geldiğine biz, Vekiller Heyeti olarak kaniiz. Siz de bunu tasvip ediyor musunuz?»
Bu sualim üzerine, Meclis yine karıştı. Bilhassa ikinci guruba m ensup m illetvekilleri, açık olan sorum u cevaplandıracak yerde, bana bir sürü şeyler sorm ağa başladılar. Bu arada, «Musul meselesi hakkındaki kanaatim i değiştirm iş olmakla» ittiham a kalkan lar da vardı.
B unlara da, cevap vererek, dedim k i :«Hiç b ir zaman, hiç b ir hususta kanaatin i değiştiren bir
adam olmadığımı siz de bilirsiniz. M usul m eselesinde de kanaatim i değiştirm iş değilim. Şimdiye kadar ne dedimse, yine onu söylüyorum : M usul meselesi bizim için Doğu v ilâyetleri meselesidir. Doğu vilâyetleri meselesi, Türkiye meselesidir. İşte bu kadar sarih konuşuyorum . Şim di siz de Vekiller H eyetinin arz ettiğim veçhile, yapm ak istediğini tasvip edip etm ediğinizi lü tfen söyleyiniz...
Bu sefer, İkinci G urubun en harare tli sözcülerinden Erzurum M illetvekili H üseyin Avni bey, hiddetle ayağa kalkarak, söylediklerim le, sorduklarım la hiç m ünasebeti olm ayan b ir çıkış yaptı:
«— A f’larm a m ağruren söyliyeceğim, efendiler, dedi, Rau f bey ve arkadaşları buraya iş görmek için değil, iskandil için gelmişler. O halde, boşuna vakit geçirmiyep n, dönsünler gits in ler... Yoksa, burada bu Meclis huzurunda gerektiği gibi, vatan î m eseleleri bahis m evzuu etsinler.
D erhal cevap verdim :— B ütün konuştuklarım , sadece vatan ve m illet m eselele
rid ir. H üseyin Avni beyin bu m eseleler hakkındaki hassasiyetin i bilm ekle beraber, karşısındaki arkadaşların ın da ayni hassasiyette bu lundukların ı takd ir edememesine hay re t ediyorum . Biz buraya iskandil etm eğe değil, dem ir atm ağa geldik. Bu lim anda bizim de hissemiz vardır. Hariciye Vekili de M urahhaslar heyeti reisi sıfatiyle gereken izahatı verdi- Ona da itiraz e ttiler. Vekiller Heyeti Reisi, H üküm et azalarının m üşterek vazifelerinden m esuldür. Ve burada, bu m esuliyeti m üdrik olarak konuşuyor, her suali de cevaplandırıyor. Öyle iken iskandil a tm ağa geldi, diyorsunuz. Beyefendi, biz vatana hizm et vazifesiyle iftihar ederiz. Fakat eğlenilmeğe taham m ül edemeyiz.»
Sesler y ü k se ld i:— Hayır, siz bizimle eğleniyorsunuz!...Devam ettim :— Rica ederim, gayet ciddî m eseleler üzerinde konuşuyo
ruz. Çok mühim , bu günü değil, yarın ı ve bütün b ir geleceği sağlayacak veya sarsacak derecede m ühim k ara rla r alm ak üzereyiz. Benim kanaatim budur: Altıyüz yıllık bir geçmişi tasfiye ediyoruz.» derken, M ustafa Kem al Paşa da Meclise geldi, biraz sonra söz alarak, kürsüye çıktı, ve o da, m eselenin cidden çok önemli ve nazik olduğunu, serin kanlılıkla görüşülüp, tartışılm ası gerektiğini söyleyerek, m illetvekillerini sükûnete dâvet etti. M ustafa Kem al Paşa, hüküm etle, m illetvekilleri arasında, bir nevi arabulucu vaziyeti alarak, bü tün olup bitenleri benim anlattığ ım gibi izahtan sonra kısaca :
«— Bugün hepimiz kolaylıkla anlayabiliriz ki, M usul’u verm em ekte ısrar edersek, derhal m uharebeye gireriz. Bu sebeple M usul meselesini bir yıla kadar halletm ek üzere tâlik edip sulha geçmek ve böylece m uharebeyi kabul etm em ek m üm kündür. Kabil m idir ve faydalı m ıdır? İşte bunu da kolaylıkla düşünüp, bir karara bağlayabiliriz. Lüzum görürseniz bugün Musul m eselesini m üsbet veya m enfi b ir surette derhal hallederiz. M usul meselesinin hallini, m uharebeye girm em ek için, bir sene sonraya tâlik etm ek demek, ondan vaz geçmek demek değildir. Belki bunu elde etm ek için, daha kuvvetli bulunacağımız zamanı bekleyerek, bugün sulhu yaparız, bir veya iki ay sonra da Musul m eselesini halle kalkarız. Fakat, bugün M usul m eselesini halletm ek istediğimiz vakit, bu meselede karşım ızda yalnız İngilizler değil, Fransızlar, İtalyanlar, Japon lar ve bü tün dünyanın düşm anlan vardır. Sulhten sonra yalnız İngilizlerle karşılaşacağız ki, bunda elbette m enfaat vard ır. Yoksa M usul meselesini bugün halledeğiz, ordum uzu yürüteceğiz, bu
gün alacağız dersek, bu elbette m üm kündür. M usul’u gayet kolaylıkla alırız- Fakat M usul’u a ld ık tan sonra m uharebenin hem en sona ereceğine kaanî olamayız. Şüphesiz orada da ayrıca bir harp cephesi açmış olacağız. Sözümün sonu şudur: «Vekiller Heyeti kendi m esuliyeti dahilinde, M urahhas H eyetine yeniden talim at verip, vazifesine devam ettirm ek isteyebilir, yahu t m en’ edip b ir harbe başlam ak olabilir. Siz, hangi şıkkı te rcih ediyorsunuz?»
M ustafa Kem al Paşam n da bu açıkça konuşm asına rağm en M eclisteki m uhalifler, sükûnet bulacakları yerde, bü tün bütün asabileşerek, m ütem adiyen itirazlar, çeşitli suallerle ortalığı gürü ltü lere boğarak, n ihayet Paşayı da fena halde sin irlendirm işlerdi. Bu arada, Trabzon M ebusu A li Şükrü bey, bazı arkadaşlariy le kürsüye kadar yürüyerek, m utlaka konuşm ak istiyor; «Benim de söz söylemeğe hakkım yok mu?» diye bar bar bağırıyor, kürsüden inm ek üzere olan M ustafa K em al Paşa da, kendisine: «Bir haftad ır durm adan konuştuğunuz yetm iyor m u? Daha ne istiyorsunuz? İşi bu dereceye getirm ekle m em lekete zarar veriyorsunuz.» deyince, o rtalık büsbütün karıştı. M ustafa Kem al Paşa bağırıp çağıran bazı m ebusların ortasında kaldı ve bunlar:
«Biz de milletvekiliyiz! Kim i tehdit ediyorsunuz? Mecliste artık em niyet kalm adı mı?» diye seslerini yükselttikçe durum pek tehlikeli bir hal alıyordu.
Meclise başkanlık eden Ali F uat Paşanın sükûneti sağlam ak için sarf ettiği gayretlere rağm en, M ustafa Kem al Paşaya karşı hiddet ve şiddetle: «Söylediğimiz sözlerin vatana hizm et olup olmadığını biliriz. Kim seden ders alm ağa ihtiyacım ız yoktur!» diye bağıranların yara ttık la rı elektrik li havanın kargaşalığı, b ir faciaya yol açm ak üzere idi. İşte bu esnad Aali F uat Paşa, Başkanlık m akam ından: «Efendiler, cira ederim , sakin olunuz...» diyerek, Meclisin m eşhur çanını, b irb irine girm ek üzere olanların ortasına fırla tıp attı. Ve bu b ir anlık filî m üdahaleden istifade ile m üzakereyi kesti-
M eclisin ötedenberi, gürü ltü leri dindirm ek için son çare olarak Başkanca sadece ucundan tu tu lup sallanarak çalınm ası âdet olan çan, ilk defa olarak, ortaya fırla tılıp atılm ış oluyordu. Bşka çare de yoktu. Aksi taktirde, belki de silâhlar da patlayacaktı. Ali Fuat Paşanın buradaki ânî hareketi çok iasbetli olmuştu.
KARAAĞAÇ VE İK İ MİLLETVEKİLİ
L ozan m üzakerelerin in en h a ra re tli sa fhasm da ben «K araağaç» ta n vazgeçilmesi gerektiğini ileri sü rdü
ğüm sırada, Edirne m illetvekilleri Şeref ve Faik Beyler de K a- raağ aç ’ta n katiyen vazgeçilmemesi hakk ında bir ta k r ir vererek, vazgeçilirse E dirne’n in de kaybedilm iş sayılacağını ileri sürdüler ve m uhalif m illetvekilleri de bu tak rir i şiddetle destek ler vaziyet alıp işi demagojiye döktüler.
Halbuki ayni E dim e m illetvekilleri M altada iken, İngiliz kum an d an ın a başvurarak E dirnenin Türkiye h u d u tla rı dışında kalm ış o lm asm a göre, kendilerin in de artık , Türk uyruklusu sayılm ayıp serbest b ırak ılm alarım istem işler ve bu m ünasebetsiz h areketlerin i haber alıp ta , «ne yaptınız?» diye kendilerini takb ih e ttiğ im zam an, karşım da ağlam ışlardı.
İş te m ecliste bahsettiğ im tak rirle ri m üzakereye konup ta, ta r tışm a la ra yol açtığı zam an, kendilerin i b ir ken ara çektim ; M altadaki meseleyi h a tır la ta rak h e r şeyi açıklam ak m ecburiyetinde kalacağım ı söyledim.
«Aman R auf Bey, rezil oluruz, mahvoluruz» diye yalvararak, İsrardan vazgeçip susm uşlardı.
Bu suretle, m üzakereler kısa bir tatilden sonra, tek ra r başladığı zam an nisbeten sakin b ir hava içinde, reye konan tak r ir le r okundu. F akat İkinci G urup m illetvekilleri, yine çeşitli sebeplerle itirazlara başladılar. Ben de yine konuşm ak zorunda kaldım. B ir defa daha durum u izahla, neticeye geldim ve dedim k i :
— Biz işte uzun uzadıya anlattığ ım şekilde çalışabiliriz. Başka tü rlü yapam ayız. Bu sebeple, bizim ileri sürdüğüm üz şartla rla çalışarak sulh yapm am ızı doğru bulm ayanlar elbette bize itim atsızlık rey i verm ekte serbesttirler. İtimatsızlık, reyi alırsak, yerim ize başka arkadaşlar gelir ve biz de onlara elim izden geldiği kadar yardım ı b ir vazife b ilürz »
Ben sustuktan sonra, m üzakereleri ye ter görenlerin tak riri reye konurken, itim at rey i isteyişim de dikkat nazarına alınarak neticede; Meclisin çoğunluğunun m üzakereleri ye ter bu l
duğu ve hüküm ete itim at ettiğ i anlaşıldı. Bu suretle günlerdir işi gücü bırakarak, içine daldığım ız gürü ltü lü patırd ılı ve daha çok şahsiyata dökülen tartışm a ve çekişm elerden kurtu lup selâm et sahiline çıkmış oluyorduk, am a itira f ederim ki, ben henüz geniş bir nefes alabilm iş değildim.
H er neyse, bu konuya daha sonra geleceğim. Meclisle işi b itird ik ten b ir m üddet sonra, m urahhaslar heyetim iz tek ra r Lozana gitti ve bilindiği gibi sulhu yaptı. Bu sulh m uahedesile M usul meselesi talik, yeni b ir m üddet sonraya bırakılm ıştı. Ondan sonraki safhalarda m alûm dur. Yalnız bilinm ediğini zannettiğ im bazı safhalarda va rd ır ki, sırası gelm işken o n lan da an latm ak faydasız sayılmaz. Bu konuda benim bildiklerim şunlard ır :
İkinci devrede Edirne M ebusu olan Cafer Tayyar Paşa, Meclise gelip de teşriî vazifesine henüz başladığı günlerde, cephelerin lâğvı ile kolordu teşkilâtı yapılm asına k a ra r verildiği için, onu da D iyarbakıra kolordu kum andanı olarak gönderm ek istemen M ustafa Kem al Paşa, yanm a davetle, pek ehem m iyetli o lan M usul m eselesinin hâlâ m uallâk ta olduğunu, ne suretle halledileceği de henüz m alûm olmadığı için D iyarbakıra fazla kuvvet toplam ak m ecburiyeti duyulduğunu anlatarak: «Bukuvvetin başına itim at ettiğim iz k ıym etli b ir arkadaşın gitm esini istiyoruz. Bu sebeple Fevzi Paşa (M areşal) ile de m utabık kalarak, zatı âlinizi in tihap ettim . K abul ederseniz m em nun olurum » diyor.
Cafer Tayyar Paşa, m illetvekilliğinin bakî kalıp kalm ıya- cağını soruşu üzerine, M ustafa K em al Paşadan: «Evet, zaten kanunu kaldırm ıyacağız. D iğer kum andanlar gibi m illetvekilliğiniz bakî kalacaktır.» cevabını alınca:
«O halde, m uvakkat b ir zam an için, D iyarbakıra gitm eyi m em nuniyetle kabul ederim.» diye şu tek lifte bulunuyor:
«Ancak bilirsiniz ki, İngilizler M usul vilâyetini M ütarekeden sonra b ir olup b itti ile, işgal ettiler. Ayni Jıareketi ben de yapabilirim . Eğer bu hareketim , H üküm etin politikasına uygun çıkarsa, M usul v ilâyeti kazanılm ış ve dava halledilm iş olur, aksi halde, tarih î m esuliyet benim üzerim e yüklenir. Siz de: «kum andan hüküm etin isteğine aykırı olarak bu hareketi yapm ıştır- K endisini Divan-ı Harbe verdik. M esul edeceğiz, dersin iz ve işi yine politika yolu ile halledersiniz »
M ustafa Kem al Paşa, bu teklif karşısında, hiç tereddüt etm eden şu cevabı veriyor:
— Zaten sizi, bu işi bu tarzda yapabileceğinizi düşünerek,
in tihap ettim . Rast gele b ir kum andanın başarabileceği b ir iş değildir. Bu hususta sizden eminim.»
Cafer Tayyar Paşa, bu cevap üzerine: «İtimadınıza teşekk ü r ederim . İnşallah m uvaffak olacağız Yalnız herhangi b ir sakatlığa m eydan verm em ek için, siyasî durum a göre bana hareket zam anım tay in edecek b ir işaret verin kâfi, Paşam» diyor ve bu suretle tam b ir m utabakat ile M ustafa Kem al Paşadan ayrılarak b ir kaç gün sonra D iyarbakıra gidiyor.
Cafer Tayyar Paşa bunları an la ttık tan sonra derdi ki:«Diyrbakıra gidişimden b ir m üddet sonra, hiç hesapta ol
m ayan b ir N esturi meselesi patlak verdi. V an’ın güneyinden, S iirt v ilâyetin in doğusunda ve M ardin v ilâyetin in kuzeyinden ve doğusundan Irak hududuna kadark i geniş sahada bulunan N esturi’ler Irak ve M usuldaki İngilizlerin tahrik iy le aralarına devlet m em uru sokmak istem iyecek derecede başlarına buyruk hareket ederlerken, günün birinde iki jandarm am ızın vu ru lması ile, iş büyüm üş ve bütün o bölge İngilizlerin gizlice verdikleri silâhlarla ayaklanm ıştı. B unun üzerine tem izlik harekâtına başlayıp, kısa b ir zam anda N esturi’lerin kâm ilen hakk ından gelmeğe ve o bölgeyi İngilizlerin tesirinden ku rta rıp nüfusumuz altına alm ağa m uvaffak olmuştum. İşte bu harekât esnasında, bana A nkaradan en ufak b ir işaret verilm iş olsaydı. M usul vilâyetini b ir hafta ,nihayet on gün içinde kâm ilen işgal edebilirdim.»
H er halde o sıralarda siyasî durum un böyle b ir teşebbüse elverişli olmadığı görülmüş olmalı ki, M usulu ku rtaracak bu fırsat kaçırılm ıştır. Fakat bundan sonra b ir de şu v a r ki, niçin neticelendirilm ediğini anlayabilm ek güçtür:
Lozan’dan sonra, Londraya Büyük Elçi giden Yusuf Kem al beyin (Tengirşenk) orada Başvekil ve Hariciye Nazırı Makdo- nald ’a b ir vesile ile, henüz m uhalefet partisi başkanı iken İs- tanbulu ziyaretinde verdiği b ir m ülâkatta «îş başına gelince, M usul m eselesini behem ehal halledeceğiz» demiş olduğunu hatırlatınca, M akdonald’ın da: «Evet, öyle b ir vaitte bulundum ama, şimdi kendim i hariciye m akinesine kaptırdım , ku rta ram ıyorum.» diye şakalaştığı günlerden b ir m üddet sonra, m evsuk b ir kaynaktan aldığım b ir habere göre, İng ilteren in m eşhur petrolcülerinden Lord înverfort, B üyük Elçiliğimize giderek, Yusuf Kem al beye, şu tek lifte bulunm uş: «Musul meselesi, biz İngilizler için petrol m eselesidir. P etro l işini aram ızda halledersek M usul vilâyetin i size b ırakm anın çaresini buluruz.»
İngiliz petrol k ralın ın bu teklifini, Yusuf K em al bey Ha
riciye Vekâletine bildirm iştir. Fakat o sırada Hariciye Vekili olan İsm et Paşadan cevap alam am ıştır. Bundan sonra, galiba İngiliz petrolcuları İstanbula gelerek, bu sefer doğrudan doğruya İsm et Paşa ile görüşmek istem işler, yine bir netice alam am ışlar. Sonra, b ir teşebbüs daha olmuş, bu defa da, araya bir takım ların ın girişiyle, iş büsbütün neticesiz kalmış...
Kısaca, petro l konusunda m enfaatlarım sağlam ak suretiyle, İngilizlerle b ir anlaşm aya varılarak M usulu kurtarm ak hususunda, bazı fırsatların kaçırılm ış olup olmadığı a rtık ta rih in bileceği bir şeydir.
Benim bildiğim, biz Lozan’da ana vatanın bir k ıym etli parçası olarak üzerine titrem ekle beraber, n ihayet b ir vilâyet için bütün bir m illeti yeniden sonu neye varacağı bilinm ez bir harp felâketine sürüklem em ek düşüncesi ile, M usul m eselesini tâlik yani iki tarafın da sükûnetle işi ele alm asını sağlayacak b ir zamana bırakm ayı m uvafık bulm uştuk. O (zam an) gelip çatınca neler yapıldığını ve bu arada hakikaten fırsatlar kaçırılıp kaçıram adığını iş başından uzak bulunduğum için, bilm iyorum .
MECLİS ESKİ MECLÎS DEĞİLDİ.
T V /T ed iş te bana itim at rey i veren çoğunluk dışındaki m illet- vekilleri arasında, İkinci G ruba m ensup olanlardan baş
ka birkaç da kendi gurubum uzdan olanlar vardı. Meclis gerek tartışm alar esnasında, gerek itim at rey i verirken ve bilhassa A li Şükrü bey m eselesindeki haliyle, yansına yakın azasiyle bariz b ir tereddüt, şüphe, endişe ha ttâ hoşnutsuzluk içinde bulunduğunu gösteriyordu.
B ir H üküm et Başkanı olarak, karşım daki hele Büyük Millet Meclisi gibi teşriî ve icraî kuvveti nefsinde toplayan b ir b ir Meclisin, içinde bulunduğu ru h haleti ile belirttiğ i bu durumu, um ursam azlık ederek, üzerinde durm am azlık edemezdim. Vekil arkadaşlarla da bu hususu görüşerek o n lann da benim le ayni fikirde o lduklarını anladıktan sonra, ne yapm ak gerektiğin i düşündük. Büyük M illet Meclisi, h e r tehlike ve her felâketin tek çaresi ve silâhı olan b irb irine kardeşçe ve candan bağlılık sayesinde iç ve dış düşm anların hakkından gelerek büyük zafere kavuştuktan sonra, çeşitli sebepler ve bilhassa M ustafa Kem al Paşanın d iktatörlüğe doğru gittiği şüphesi ve endişesi içinde, bunalan b ir kısım azasiyle, m em leketin en çetin dâvalarında dahi uzlaşm a bilmez b ir hale gelmişti.
Bu durum karşısında H üküm et Başkam olarak ben, a rkadaşlarla alınm ası gereken tedbirleri konuştuktan sonra, te rtip lediğim b ir V ekiller Heyeti toplantısına M ustafa K em al Paşa ile, Meclis İkinci Başkanı Ali F uat Paşayı da davet ettim .
İstasyon binasındaki dairem de yaptığım ız bu gizli toplantıda bilhassa savaş alanlarında kazanm ış olduğumuz büyük zaferi, sulh m asası başında kaybettiğim izi iddia ile, bunu h e r ta rafa yayan m uhalefetle aram ızda beliren ayrılığın, A li Şükrü bey meselesinde, bü tün bütün arttığ ın ı tebarüz e ttire rek du ru m u uzun uzadıya izahla Büyük M illet Meclisinin, a rtık m em le
ket ve m illet davalarındaki sarsılm az birlik ve beraberlik hassasiyeti ile m alûm eski Büyük M illet Meclisi olm aktan çıktığını ve bu hal ile bu Meclise güvenilerek kolay kolay iş görülemi- yeceğini söyledim ve dedim ki:
«Biz H üküm et olarak, m em leketin selâm eti nam ına Meclisin yenilenm esinin zarurî olduğu kanaatinde bulunuyoruz..»
M ustafa Kem al Paşa, hiç sesini çıkarm adan, «Sen ne fik irdesin?» der gibi Ali F ua t Paşaya baktı. Epeyi zam andanberi Meclise bilfiil başkanlık etm ekte oluşundan dolayı Ali Fuat Paşam n fikrine elbette k ıym et verm ek gerekiyordu- Bu düşünce ile ben de onun konuşm asını beklediğim i ihsas edince, Ali Fua t Paşa dedi ki:
«Bence Meclis, m anevî durum u itibariyle, yine eski Meclistir. Fakat bazı olup b ittile r karşısında kalm ası, A dnan beyle Refet Paşanın îstanbulda kim seye sorm adan b ir tak ım önemli işler yapm aları, bazı V ekillerin M eclisle tem aslarında eskisi gibi sam im î olm am aları ve Baş K um andanlık adı altında b ir askerî idarenin her işe hakim olduğu zannı, ve B üyük Zaferin gerektirdiği şekilde b ir su lhun yapılam ıyacağı endişesi ve n ihayet Ali Şükrü bey hadisesi İkinci G urubu olduğu kadar, Birinci G rubu da sarsm ıştır. M illet V ekillerinin çoğunluğu a ra sında, vatan î vazifelerinin sona erm iş olduğu hakkında um um î b ir kanaat hasıl olmuş gibidir. M illî M ücadeleye biz başladık, biz vu ruştuk ve m uzaffer olduk. Şim di sulhu yapıp, yeni idareyi kurm ak vazifesi İkinci Büyük M illet M eclisine ait olmalıdır, d iyorlar. M eclisteki sulh m üzakereleri esnasında, m illetin reyine m üracaat fik ri de bu sebeple, çoğunluğa m ülâyim gelmişti- Birinci Büyük M illet M eclisinin tarih î vazifesini m ükem - îm elen başarm ış olduğuna dair kanaat um um îdir. Göreceksiniz ki, seçim leri yenilem ek kararın ı, Meclis ittifak la kabul edecektir.»
Ali F ua t Paşa bu sözleriyle, beni tey it etm iş oluyordu. Bunun üzerine, M ustafa Kem al Paşa da ayni fik irde olduğunu be âyanla, ne suretle seçimi yenilem eğe gidileceği hususları konuşuldu ve sabaha karşı ka t’î karar da verildi.
B irinci Büyük M illet Meclisi son toplantısını 15 nişan 1923 günü yapm ış ve daha evvel b ir hayli tartışm alarla verdiği seçim leri yenilem e k a ra n ile, m em leket İkinci Büyük M illet Meclisini seçm ek vazifesine davet edilmişti-
Türkiye; İstanbulu, İzmiri, Bursası, Aydım, Adanası, Gazi- an tep ’i ve sair kurtu lm uş vilâyetleri ile, bir bütün halinde, fakat henüz siyasî taazzuvlardan m ahrum , yani yalnız M ustafa Ke- m al Paşanın başında bulunduğu (M üdafaa-i H ukuk Cem iyeti) ile, kendine m ahsus b ir hava içinde ilk seçimini yapacaktı.
Bu sebeple, m illete yol göstermek için b ir takım hazırlıkla r yapılm ası gerekiyordu.
İlk evvel, M ustafa Kem al Paşa yeni seçime girerken, (Mü- dafaa-i H ukuk Cem iyeti) ni «Halk Fırkası» şekline sokmak niyetinde olduğunu belirtti. Fakat bizce en önemli olan, M ustafa K em al Paşanın adı ne olursa olsun bir seçime girecek bir cem iyet veya fırkanın başında bulunması veya bulunm am ası meselesi idi.
Ben, barış içinde gireceğimiz yeni siyasî hayatta, bu hayatın icaplarından olan siyasî teşekküllere de yer verilm esi gerekeceğini düşünerek M ustafa Kem al Paşanın bundan böyle herhangi b ir siyasî cem iyet veya fırkanın b ilfü l başında bulunup, m ücadeleye atılarak , o yolda hırpalanm asını doğru bulm uyor, aksine onun bundan sonraki m illî iradeyi hâkim kılarak dem okrasiye doğru gidecek siyasî hayatım ızın gerektiği gib i gelişmesini sağlam ak için, fırka lar üstünde Büyük K urtarıcı ve Ö nder prestijiyle, tarafsız b ir Devlet Başkam olarak, m üstesna b ir m evki işgal etm esini, m em leketin m enfaatine uygun buluyordum . Seçim leri hazırlayacak heyetin başında bulunan M ustafa Kem al Paşaya bu fikrim i, açıkça beyanla, m em leketin bundan sonraki siyasî hayatm da nazım rolü oynayacak böyle m üstesna b ir m evkie şiddetle m uhtaç olduğunu ve kendisinin böyle b ir m evkide, herhangi b ir siyasî teşekkülün başında bulunm aktan daha çok nüfuz ve yetki ile her bakım dan faydalı olacağını bü tün sam im iyetim le uzun uzadıya izahla rica ettim se de, yazık bu noktada anlaşm aya im kân hasıl olmadı. H attâ bir gün yine bu m evzuda başbaşa konuşurken, İzm irden A nkaraya dönüşüm üz esnasında, belki şaka tarzında da olsa, ileri sürdüğü «Siyasî hayatı bırakıp, bundan sonra çiftçiliğe başlamak» fikrin i ha tırla tarak ;
«— Paşam , bence bundan sonra size yakışan ne o, ne de budur. Siz, kurtardığınız m em leketin daha yapılacak birçok önem li işleri olduğunu düşünerek a rtık ne çiftlik sahibi olarak b ir kenara çekilebilir, ne de b ir siyasî teşekkülün başında didi
şebilirsiniz. Siz, her şeyin üstünde ve bütün bir m illetin sevilen, sayılan tem silcisi olarak, düm en başında, tek yol gösterici vaziyetinde kalm alısınız Dediğim zaman, düşünceli bir hal ile;
— Belki haklısın Rauf, fakat bugün için değil... Hele b ir şu işleri de b ir bitirelim , sulh de olsun... Ondan sonra düşünürüz» cevabm ı verm işti.
Bu, belki b ir vaitti. Lâkin, (bitirilm esini istediği işlere) b ir kere daldı mı, a rtık onlardan kendini kolay kolay kurtaram ı- yacağm dan korkuyordum . Bence, bu işleri itim at ettiği başkalarına bırakm anın tam sırasıydı. Fakat, her tü rlü yetkilerle m ücehhez, tarafsız bir devlet başkanı olarak o m üstesna şahsiyetiy le m em leketin kaderin i elinde tu tm ası ile h e r şeyini, her inkılâbı ve he r ileri ham leyi düzenleyip yürü tm ek işinde çok daha kuvvetli ve m üessir olacağı hususundaki samimî kanaatim i, ne dedimse, ne yaptım sa kabul ettirem em iştim . Ayni fik ir ve kanaatte olan Kâzım K arabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi arkadaşlarım ın bu husustaki çalışm aları da b ir netice verm em işti.
Bu vziyette seçimi hazırlayan heyetin başında gece gündüz bilfiil çalışarak teferruatına kadar her işe bizzat nezaret eden M ustafa Kem al Paşayı, bu çalışm alarında yalnız bırakm ağa m ecbur oldum.
Seçim heyeti, istasyonda benim ikam etkâhım olan dairede toplanıyordu. Fakat ben, «— Tek siyasî taazzuv olan M üdafa- a i K ukuk Cem iyetinin başm da siz böyle b ilfü l çalışm akta devam edince, hangi vatandaş karşım ıza çıkıp da, ben de b ir fırka kuracağım , yahu t adaylığım ı da koyacağım dem ek cesaretini gösterebilir.» diyerek, seçim işlerine ka t’iyyen karışm adan, yalnız kendi işlerim le m eşgul olm akta m azur olduğum u söyledim ve öyle yaptım .
Başka tü rlü yapamazdım- B ir H üküm et Başkanı o larak el
be tte halka; şunu seçin, bunu seçin... diye listeler sunup, propagandalarla teşviklerde bulunam azdım .
Tarafsız b ir H üküm et Başkam olarak, yalnız seçim lerin m üm kün olduğu kadar sükûnet içinde kanunlara uygun b ir şekilde yapılm asını tem ine çalıştım. Şunu da söyleyim ki, B irinci Meclis dağılacağı günü son dakikada, «Hiyaneti Vataniye» kanununun ilk m addesini tadil ederek (Saltanatın ilgasına ve hâk im iyet ve hüküm ranlık hak ların ın gayri kabili te rk ve tecezzi ve ferağ olm ak üzere Türkiye halkının hakikî m üm esili olan
büyük M illet M eclisinin m ânavî şahsiyetinde m ündem iç dir. 1 Teşrinisani 1920 tarih li karar hilâfına veya Türkiye Büyük M illet M eclisinin m eşruluğuna isyanı m utazam m ın kavlen ve tah riren veya fiilen ankasdin m uhalefet veya ifsadat ve neşriya tta buulnanlar vatan haini sayılır» şekline sokmuş olduğundan, seçim m ücadelesi denen şey oldukça gürültüsüz, patırtısız geçmişti. Z aten mücadele, ancak şahıslar arasında olabilirdi. Rejim m eselesini kim se ağzına alm ayı dahi a rtık hatırına getirem ezdi. Buna rağm en, İkinci gurup m ensupların ın şurada burada M ustafa Kem al Paşa aleyhine konuştukları duyuluyordu. F akat netice yine bütün m illetin O’nun etrafında toplandığını gösterdi. Bu arada ben de İstanbuldan seçilmiştim. Bu netice üzerine birbirim izi tebrik ederken, ben yine:
«— Paşam bu işte hayırlısile oldu b itti... Bundan sonra...» derken, o gülüm siyerek: «Düşüneceğiz Rauf, düşüneceğiz .» demişti.
AYRILIŞ.
R auf Bey Lozan’dan sonrasını şöyle anlatır:Sulhun tak arrü r edişinin ertesi günü, icra V ekilleri H ey’-
eti Reisi olarak, son imzayı, Lozan M urahhaslar Hey’eti Başkanlığına çektiğim şu telgrafın altına attım :
«Cihan H arbinin hudutsuz ıztıraplarm dan kurtu lm ak ve m illetim izin dünya sulhunu kurm akta ne büyük b ir âm il olduğunu fiilen isbat eylemek m aksadiyle imzaladığımız M ondros M ütarekenam esine rağm en, uğradığım ız en fecî tecavüzleri, hayat hakkım ızla istiklâlim izi payim al eyleyen Sevr A hitnam esi tâkip eylemişti. Yüzyıllarca hü r ve m üstakil yaşam ış olan aziz Türkiye’nin necip halkı, m aruz kaldığı gayrim eşru ve feci tecavüzler karşısında bü tün şuuru ve bütün varlığile h aya t hakkını ve istiklâlini ku rtarm ak için kıyam ederek teşkil eylediği yılm az ve yenilm ez m illî ordusu ile büyük reis ve Başkum andanım ızın ve celâdetli kum andanlarım ızın sevk ve idaresile zaferden zafere yürüdü.
Türkiye Büyük M illet Meclisi ve H üküm etinin m ille tten aldığı kudret ve kuvvetle ve orduların ın pek m üstesna cengâverlik kaabiliyetiyle istihsal eylediği bu m uvaffakiyet ve m u- zafferiyeıtlerin Lozanda, ay lardanberi devam eden sulh m üzakereleri sonunda m illetlerarası bir vesika ile tevsiki, m illetim ize yeni b ir faaliyet ve sükûnet devresi hazırlam ıştır. V ekiller Heyeti azim kâr ve fedakâr m illetim izin hayat hakkım ve istiklâlini sağlayan bu ahitnam enin tanzim indeki m esaiden dolayı başta zat-ı devletleri olduğu halde m urahhaslarım ız Rıza N ur ve H aşan beyefendilere ve m üşavirler hey’etim ize takdim -i teb- rikâ t eyler efendim.»
Bu telgrafı çektikten sonra, ertesi günü, Meclis İkinci Reisi Ali F ua t Paşa ile b irlikte, Çankaya köşküne giderek, M ustafa Kem al Paşa ile buluştuk. Yemeği orada, hep b irlik te yedik. Sofrada Lâtife Hanım da vardı. Sulh m eselelerini konuşurken, Paşa:
F: 9
— İsm et de Lozandan yola çıkmış geliyor, deyince, gü- lüm siyerek:
— Evet öyle... Ben de m üsaadenizle gidiyorum, dedim ve an lattım :
— Lozandan yazdığı tedgraflar ve aldığı vaziyet dolayısiy- le, konuştuklarım ız m alûm ... Gerçi onun yalnız beni değil, tâ- riz lerine sizi de, vekil arkadaşları da hedef edindiği ve zam an icabı bunu hoş görmemiz gerektiğini söylemiştiniz ama, ben, ne olursa olsun, bir daha İsmet Paşa ile yüz yüze gelemem ve artık onunla birlikte imkânı yok çalışamam. Esasen, sulh m uahedesini imzalamış olduğu gibi, bunu ta tb ik işini de ona bırakm ak doğru olur düşüncesindeyim-
M ustafa K em al Paşa şaşırdı.— Demek onu istikbal de etm iyeceksin?— Hayır, dedim, beni m azur görün, bunca yersiz târizler-
den sonra, a rtık İsm et Paşa ile karşı karşıya gelem em ... Y arın S ivas’a seçim dairem e gidip biraz istirahat edeceğim. Zaten M eclis de yok... (1)
M üteesir oldu ve gayet samimî görünen, yum uşak b ir sesle :
— Raufcuğum, dedi, ne söyliyeyim bilmem ki, haklısın... Bu muhit adamı ahlâksız yapıyor.
— Paşam üzülme, dedim, bir düzine namuslu adamla sen hu memleketi mükemmel idare edersin...
Bu; M ustafa Kem al Paşa ile son görüşmemiz oldu. Sofradan kalkınca, biraz daha ayak üstü, fakat artık bu konulara hiç tem as etm eden, görüştük ve kucaklaşarak vedâlaştık.
Ertesi günü Sivasa giderken, îcra Vekilleri H eyeti Başkanlığından istifanam em i yazdım ve (Ben Sivastan bildirince, v e rirsin ) diye Ali Fethi beye bıraktım . Sivas’ta b ir m üddet kaldım. Meclis toplanınca, kendisine bildirişim üzerine, Fethi bey, istifanam em i Meclis Başkanlığına verdi. Sivastan sonra Izmire, epeydir görmemiş olduğum valdem in yanına gittim . B ir m üddet orada kaldım ve îstanbula döndüm-
29/30 ekim 1923 gecesi, henüz yatm ıştım ki, top sesleriyle uyandım . M erakla kulak verdim , top sesleri dinm iyordu. Yüze yaklaştığını fark edince, içimden doğan bir hisle: «M utlaka
(1) Birinci Büyük Millet Meclisi 15 nisan 1923 de seçimleri yenilemek karariyle dağılmış, ikinci Meclis te henüz toplanmamıştı.
E lli y ıl evvel O sm an îı O rdusunun biri kara , ö tek i den iz k u vvetler in e m en su p bu ik i ta n ın m ış k u m a n d a m kad ar can ciğer dost ve ark ad aş
başk a h iç bir ç if t yok tu — M u stafa K em al ve R au f B eyler
C um huriyettir, öyle ise m em lekete ve m illete hayırlı ve uğurlu olsun» dedim.
Sabahleyin erkenden gazeteleri alınca, geceki hükm üm de aldanm am ış olduğum u anlayarak, b ir derece daha m üsterih oldum. Fakat o sabahki ve ertesi günkü gazetelerin çoğu, bunu beklenmedik bir hâdise telâkki ediyorlardı. Halbuki hiç de öyle değildi. Çünkü üç yıl önce 23 nisan 1920 de Büyük M illet Meclisi açılıp da faaliyete geçtiği gündenberi içinde yaşadığımız rejim , fiilen Cum huriyetti. Bazı sebeplerle sarih olarak adı verilm em işti. Şimdi ise sarahatle adını alıyordu.
Yalnız bu form alite yerine getirilirken, m eclisteki m üzakerelerin dar bir zamana sıkşıtırılm ış olması ve böylece, acaba neye k a ra r verilecektir diye bekleyen um um î efkârın, hazırlanm adan anî bir karar karşısında kalm ası yüzünden, telâşlanıp heyecanlanm ası varit olabilirdi. —
O gün ziyaretim e gelen (Vatan) ve (Tasvir-i E fkâr) gazeteleri baş yazarları Ahm et Em in ve Velit Ebuzziya beylere de ayni şeyleri söyleyerek:
«Niçin telâş ediyorsunuz. Saltanat fiilen kaldırıldığı zam an da yine böyle telâşlar olmuş, fakat m ecliste konuşulunca mesele anlaşılm ıştı. Şimdi, bu da Mecliste konuşulunca anlaşılacaktır. Bu süratin elbette hüküm etçe zarurî görülen b ir sebebi vardır. Hiç şüphe etm iyorum ki, m es’u l devlet adam ları bu bapta en selâhiyetli k arar m ercii olan Meclis vasıtasiyle m illeti aydınlatıp zihinleri tatm in edecektir. Umumî efkârın bunu bilm esi de tabii hakkıdır.» demiştim.
Bence Cumhuriyet kelimesi üzerinde mütalâa ve münakaşa doğru değildir- Benim içtihadım, her m illet gibi hür ve refah içinde yaşamağa liyatakitini, tarihte emsaline ender tesadüf edilir bir tarzda isbat eden asil milletimizin, istklâl ve refahının tamamiyetini sağlayan şeklin, en doğru olacağı kaidesidir. Kuvvetini yalnız ve yalnız milletin rey ve muvafakatinden alarak ve başka hiç bir tesir veya kuvvetin karşısında eğilmiye- rek, en isabetli kararlariyle m illet ve memleketi her gün arta arta saadet ve selâmete doğru yükselteceğine zerre kadar şüphe olmayan hükümet tarzı işte budur. Millet esasen hu idare şeklini hak edip, zaferiyle temin etmiştir. E lverir k i m eseleler m illetim izce m uhakem e edilerek, m âlum olsun. Netice behem ehal halkın saadet ve refahına m üncer olur. B u esaslar bakî kaldıkça, değişiklik, hedef ve gayeyi ih lâl edip, değiştirmez. Bundan başka, geçmiş b ir hüküm et tarzın ın yerine kaim olein
b ir hüküm etin payidar olabilm esi ancak, gideni aratm ayacak bir surette, halkın büyük çoğunluğunun isteklerine uygun hareket ve saadetlerini tem in ile va tan ın istiklâl ve şerefini hak- kiyle korum ak yolundaki başarısı ile kaabil olur. Aksi takdirde isim veya üst tabakada şekil değiştirmekle, gerçek ihtiyaçların temin edilmiş olacağım zannetmek, bilhassa en yakın geçmişte gördüğümüz bunca acı tecrübelerden sonra, fahiş bir hata olur.»
Ogün yine gazeteciler tarafından bana sorulan «Kuvvetli hüküm et nasıl olabilir?» sualini de şu suretle cevaplandırm ıştım :
«Benim anladığım kuvvetli hüküm et, vazife ve selâhiyet- lerini ve bunların icaplarını m üdrik, millî hakim iyet esasmı oenimsemiş, kanaatlerin i ve m aruz kalacağı zorlukları ancak ve ancak M illet M eclisinde samimî ve açık hasbihallerle hal ve fasıl etm ek esaslarına sadık, tecrübeli ve olgun b ir heyet dem ektir. Yoksa bazılarının sandıklan gibi zorbazu ve yumrukla iş görmek isteyen bir heyete kuvvetli hükümet demek asla doğru olmaz. Gerçi mazide m illet, tam ve kâm il olarak m üra- kabe yapam adığı için, böyle hüküm etler görmüşse de, a rtık bu gibi cüretlere zemin kalm am ıştır. Esasen Büyük M illet Meclisi devam lı şekilde toplantı halinde va r olup, eskisi gibi vazifesini yüksek azim ve fedakârlık larla yapm akta devam ettikçe bu gibi endişelere yer kalmaz.»
Benim b ir m illet vekili sıfatiyle, um um î efkârın duygularına da tercüm an olduğuma inanarak söylediğim bu sözler, m ensup olduğum Halk Fırkasının, zaten icra heyeti başkanlığından ayrıldığım , yani İsm et Paşa ile aram ızın açıldığı gün- denberi onun lehinde ve benim aleyhim de b ir nüm yaiş hareketi yapm ak vesilesi arayan ifratçı unsurları derhal harekete geçirdi. Bunlardan biri fırka grup başkanlığına verdiği b ir takrirle , benim «İtiraz yollu beyanatla Cum huriyeti za’fa duçar etm iş olduğum ve ayrıca m ahiyeti m eçhul b ir fırka teşkili fikr i ile kitidardaki Halk Fırkasını ikiye bölmeye teşebbüs e ttiğim» için m eselenin acele olarak fırka gurubunda görüşülüp aydınlatılm asını istedi.
Bu toplantıda bulunm ak üzere A nkaraya gittiğim zaman evvelâ M ustafa Kem al Paşa ile görüşmek istedim. Ve Çankaya köşkünde ziyaretine gittim . Fakat kendisini yatak ta ve son derece rahatsız b ir vaziyette görünce, bu mesele hakkında tek söz söylem ekten çekinerek sağlık ve afiyetler dilem ek ve teselli edici sözlerle yetindim .
AYRILIŞI TAMAMLAYAN SEBEPLER..
IV ırka gurubu toplandı. Tabiî olarak başkanlık etmesi gereken İsm et Paşanın: «Bu günkü toplantıda benim de
konuşmam icabedeceğjnden başkanlık m akam ını başka b ir a rkadaşa bırakıyorum.» diye kürsüden indiğini görünce, bu olağanüstü toplantının niçin yapıldığını ve burada asıl kim lerle karşılaşacağım ı anlam ış oldum. Ve işi uzatıp beyhude vak it kaybetm eğe m eydan verm eden, kürsüye çıktım konuşm ağa başladım, dedim ki:
«Efendiler, hiç birimiz kendimizi melek farz edecek kadar düşüncesiz değiliz. Beşeriz. Beşerde sevmek de sevmemek de vardır. Ben bazı kim seleri sevmeyebilirim . Bazı kim sler de beni sevm eyebilirler H atta hiç sebep olmadan bu böyle olabilir. Bu itibarla böyle önemli bir meselede, isi şahsî olarak tetk ik ve şahıslarla eseri m ukayese etm ek sizin de düşüncelerinizden çok uzak bir m uhakem e tarzı olacağından eminim. Bizim eğer tenk it etm ek istediğimiz bir nokta varsa, o da eserdir. Eseri tenkit ederken veya eser hakkında m ütalâa yürü türken , sevmek ve sevmemek de her zaman şahısların ve içtihatların m uhterem olduğu esasını kabul etm ekte m üşterek olduğum uzdan şüphe etm iyorum . Benim kudsî duygularım , C um huriyet idaresinden başka hiç bir idarenin ta ra fta rı olmama m üsait değildir. Esasen «Türkiye hüküm etinin şekli nedir?» sualine karşı büyük reisim izin yine bu kürsüden m üysbet cevap olarak «Büyük M illet Meclisi Hüküm etidir. Çünkü biz bize benzeriz. Bize m ahsus bir idaresir.» demiş olduklarını da hatırlarsınız. Bu benim vicdanım ı tatm in eden en büyük b ir ifade idi. Ve buna itiraz etm ek havsalam dan dahi geçmemiştir. Bu ta tm inkâr ve ka t’î ifadeden sonra bu idareye, son kabine buhranı yüzünden y ü rü tülm ez bir şekil alışı üzerine (C um huriyet) adı verilm iş olmasına itiraz etm ek nasıl aklım a gelebilirdi? B ir m illet ki (Cum huriyet) ta ra ftan d ır , ve m illî hakim iyet kayıtsız şartsız hüküm sürdükçe «Cumhuriyet» den başka b ir şey istem iyor, fakat bu
nu bütün varlığıyla isterken, lâyıkiyle tatb ik edemezsek diye endişeye düşerse, arkadaşlar, bundan m em nun mu, yoksa meyus m u olmak lâzım dır?»
Rauf bey işte bu kadar düpedüz, dosdoğru, açık konuşm uştur. Fakat buna rağm en karşıdakiler, bilhassa İsm et Paşanın bambaşka b ir m aksat ve gaye ile e trafına toplayıp, b ir nevi m anga gibi idare ettiğ i kim seler, bazı kelim eler üzerinde durarak, çeşitli tevil, tah rif ve tefsirlerle itirazlara başlayarak, konuşm aları tam am ile, Rauf beyin şahsına hücum şekline döktüler.
Rauf bey derdi ki: «Bu şekilde konuşanların benden iste dikleri; kayıtsız şartsız m illî hâkim iyeti sağlam ayan herhangi bir idareyi «Cumhuriyet» olarak kabul etm em ekliğim idi. G erçekten Cum huriyetçi olan aklı başında b ir kimse, bunu kabul edemezdi. Verdiğim cevapta bu noktayı tek ra r ayd ın la tarak Cumhuriyeti ancak m illî hâkimyieti tam mânasiyle sağlaması şartiyle kabul ettiğimi ve zaten Cumhuriyetin başka mânası olmadığı, yoksa güney Amerika memleketlerinin bazılarında olduğu gibi m illî hâkimiyeti hiçe sayarak «Cumhuriyet» adı ile hüküm sürülmesinin Cumhuriyet sayılmıyacağmı anlattım.»
Bu sırada, yine şahsiyata dökülenlerden bazıları, R auf beyin îstanbulda Halifeyi ziyaret etm iş olmasının, C um huriyet aleyhta rı olduğunu gösterdiğini söylediler. Rauf bey bunları da cevaplandırarak, Halifenin, Büyük M illet Meclisi tarafından seçilmiş ve biat edilmiş b ir zat olduğunu hatırla tıp : «Bu vaziyette bulunan b ir zat, beni davet ederse, ben bu davete icabeti dinî, ahlâkî ve m illî b ir vazife bilirim . Şunu da söyleyeyim ki, ben İstanbul m ebusan m eclisine M ustafa Kem al Paşanın arkadaşı ve K uvayi M illiyenin tem silcisi olarak gittiğim zaman, ha ttâ vatansever sayılan b ir çoklan benim le tem astan çekinerek, benden kaç tık lan halde, o zam an V eliath ve bugün H alife olan bu zat, b ir toplantıda yanım a gelip sam im iyetle elim i sıkarak bana: «Niçin görüşemiyoruz.» dedi açık söyledim: «Cesare t edemedim- Çekindim. Görüşsem sizi m üşkül m evkie sokabilirim.» dedim. «Hayır ehem m iyeti yok, görüşelim.» cevabım vererek, ısrarla davet etti. Bu civanm retliği gösteren zat, hele B üyük M illet Meclisi karariy le H alife seçildikten sonra beni davet ederde, gitmezsem dünyanın en saygısız adam ı olurum . G ittim efendiler... Y ann davet ederse yine giderim. Am a fırka k ararından bahsediyorlar. Hangi karard ır? B unu bilm iyorum . Esasen fırkan ın henüz tesb it ve tay in edilmiş b ir program ı da
h i yok tur ki, ben onun dışında hareket etmiş olmakla m uahaze edileyim.
Hatalarım olabilir, hatalarım hattâ kabahatlerin olursa itiraf ederim? Yalnız kanaatimin dışında ve başkalarının arzularına göre hareket etmek kabiliyetini bende görmek isteyenler, fikirlerini düzeltmelidirler. Ben bunu yapamam-»
R auf Beyin bu sözleri bazılarının «Bravo» sesleriyle karşılanınca İsm et Paşa, pek telâşlı, asabi ve heyecanlı b ir halde kürsüye çıktı:
«Esaslı b ir devlet şekli bahis konusu olduğu vakit, m ütalâa ve hisler aram ızda kalmaz. Bizi seyreden bü tün b ir dünya v a r!» dedikten sonra, doğrudan doğruya ve sert b ir edâ ile Rauf beye h itap ederek:
— Rauf bey, Rauf bey!. Siyaset yapıyoruz. H ataları b irer b ire r itira f etm eliyiz. H attâ basit b ir İktisadî teşebbüs sahibi gördünüz m ü ki, işe başlarken serm ayesini tehlikeye koyduğu kanaatinde bulunsun. B ir işe başlayan adam, daim a sonunun selâm et olacağını sağlayarak, başlar. Bahusus böyle inkılâp zam anlarında hüküm et adam ları herhangi b ir şüphe izhar etm ezler... H atad ır... hata ettiniz Rauf bey efendi!,.» diyerek, bu m inval üzere, sesini yükselte yükselte b ir çok konuştuktan sonra, sözlerini şöyle b itirdi:. «Rauf bey beyanatlarında bizimle b ir zıd-dı tam olarak gördüğüm üz noktaları geri alarak, bu fırka içinde yürüm ek kararında m ıdırlar? Yoksa siyasî beyanatlarında bizimle zıd-dı tam olan noktaları m uhafaza ederek fırkam ızın dışında ve Mecliste bizimle karşı karşıya çalışm ak kararın ı m ı verecekler? Son söz ve k a ra r şim di kendilerine aittir.»
İsmet Paşa, bu sözleriyle bütün maksadını, yani kendini kuvvetli hissettiği durum içinde, daha kuvvetli olmak ve bu suretle artık rakipsiz bir halde, mümkün olduğu kadar uzun, uzun bir zaman iş başında kalmak hırsını tatmin için, karşısına çıkması ihtimali olan gerçekten de dürüst ve idealist insanisin bir punduna getirip, Mustafa Kemal Paşanın yanından uzaklaştırmak gayesini belirtmiş oluyordu.
Rauf bey, bunun farkında idi. Fakat, İsm et paşanın oyununa gelm ek de istem iyordu. Nitekim, gayet sükûnetle, verdiği cevapta, Halk Fırkasından aynlm ağı düşünm ediğini, bunun için b ir sebep de bulunm adığını söyledikten sonra: «— T ekrar ediyorum ki, Cum huriyetçiyim . Esasta b irlik olduktan sonra üst tarafı te fe rru a ttır ve ayrıca b ir aile arasında olduğu gibi konuşularak anlaşm aya varılabilir. Ben A nkaradan m ünfail
ayrılm ış olabilirim (1). B ir fert, b ir zat ile aram ızda b ir mesele olabilir. Lâkin bu şahsîdir. Devlet ve m illet meselesi değildir. Şimdi siz, Rauf ifadesini behem ehal tashih ve tekzip etm elidir, diyorsunuz- Bunu im kân yoktur. Hakkım da ne yaparsanız yapınız. Sözlerimi asla geri alam am . Ben gidiyorum. K arar sîzindir. Hemen Cenab-ı Hak bu m ülk ve m illete acısm, refah ve saadet versin.» diyerek, kürsüden indi ve salondan çıkjtı.
Ertesi günkü «Tanin» de H üseyin C ahit bey, yazdığı bir başm akalede bu safhadan bahsederken şöyle diyordu:
«Artık İsm et Paşa için o kadar pa tırtılı b ir nüm ayişten sonra, elim b ir ric ’a tten başka yapacak b ir şey kalm am ıştır. İsmet Paşanm seciyesinde pek çabuk alevlenen vehimli ve kindar bir zaaf fark edilmesi, herkeste hayal kırıklığı doğurabilecek bir mahiyettedir. Memleketi gerçekten sevmek, memleketin menfaatin uğrunda böyle şahsî hislerin üstüne çıkabilmeyi istilzam eder.»
A rtık H alk Partisi içindeki ikilik kendini açıkça göstermişti. Zaten epey zam andanberi bu partin in gidişinden m em nun olm adıklarını gazetelerin bile d illerine doladığı ve her bakım dan değerli, karak ter sahibi ve cidden vatansever olm akla tanınm ış Kâzım K arabekir, Ali Fuat, Refet, Cafer T ayyar Paşala r ve doktor Adnan, İsm ail Canbulat vesaire gibileri, bilhassa son gurup toplantısındaki sert hücum lara m aruz kalan Rauf beyin şahane m üdafaası ile, gizli kapaklı em eller besliyenlere m erdçe m eydan okuyuşu, bu ikiliği elle tu tu lu r hale getirmişti-
Fakat, durum dan m em nun olm ayanlar, henüz partiden ayrılm am ışlardı. Asker olanlar da m ebusluk sıfatını m uhafaza ederek, çeşitli yerlerde ordu kum andan ve m üfettişlik lerde bulunuyorlardı. O sırada, M ustafa Kem al Paşanın bunlara, orduyu veya Meclisi tercih ederek, b ir tek vazifede kalm aları gerektiğ ini bildirm esi üzerine, Kâzım K arabekir, A li Fuat, Refet ve Cafer Tayyar Paşalar ordudan ayrılarak M eclisteki teşriî vazifelerine döndüklerinden, a rtık «durum dan m em nun olm ayanlar» Mecliste topluca bir yerde o tu ru r olm uşlar ve böy- lece, (A yrılık) Mecliste de daha açık b ir şekilde görünm üştü.
İşte o günlerde, Mecliste b ir soru üzerine açılan m üzakere-
(1) Rauf bey burada Başvekillikten ayrılışını îma ediyordu.
lerin genişleyerek istizah şeklini alışı üzerine, «İkilik» de bütü n bütün kendini göstermiş ve bu arada söz alan Rauf bey Dahiliye, Hariciye, Nafia, M übadele, Z iraat, M aarif ve İskân V ekâletlerinin bozuk düzen işlerini şiddetle tenk it ederken, karşı ta ra f m ebuslarının da hırsla târizlerde bulunm alarıy la (oturum ) çığrından çıkarak, (Rauf beyle, hüküm et adına konuşan Recep Peker arasında bir çetin çekişme) haline gelmişti.
İsm et Paşa da, bu çığıra döktüğü çekişm elere sessizce şahit oluyordu. Onun da adına konuşan Recep (Peker) Rauf beyin - üzerinde d u ra ra k - sorduğu esaslı m eselelerden hiç birine hüküm et erkânı, yani vekillerce doğru dürüst, inandırıcı cevap verilem ediğini görünce, işi, zaten m aksadı olan, şahsiyata dökerek, «M uhterem arkadaşlar, demişti, şim di çok m ühim b ir noktaya tem as edeceğim. Çok dikkat ettim , buraya kürsüye çık tılar sırası gelip, icab etti, başka tarif yaptılar, fakat «Cumhuriyet» kelim esini telâffuz etm ediler. Lâtife etm iyoruz arkadaşlar. Büyük b ir inkılâptan çıktık, aydın b ir istikbale gidiyoruz. İçimizde m ebus sıfatiyle bulunan ve bu kadar y ıllar m em leketi idare etm iş olan Rauf bey efendi, nedir bu küskünlük ki, sırası gelm işken ve arkadaşlar bilvesile fırsat verm işken, bu m ukaddes ismi telâffuz etm em ekte ısrar etm işlerdir. Daha evvel huzurunuzda yem in ederek «Ben Cum huriyetçiyim » dediği halde bugün bu m ukaddes kelim eyi telâffuz etm em ekte ısra r edişi ile ben, kendisinden şüphe ediyorum . K anaatim in yanlış olduğuna ikna etm eyi kendileri için b ir m esele sayarlarsa çıksınlar, k ü rsüden veya başka bi ryerden söylesinler ki, böyle b ir tereddüde yer yoktur. Aksi tak tirde Rauf beyin cum huriyete olan bağlılığından şüphem vard ır ve bu şüphem devam edecektir.»
Recep beyin bu sözlerinden sonra, Rauf bey kürsüye çıkarak dedi ki:
«Şimdi efendiler, Rauf cumhuriyetçi midir, değil midir? diye yine şüphe ediyorlarmış... Lâkin sizin her kuşkulandığınız, her tereddüde düştüğünüz zamanda ben, tekrar yemin ve kasım etmeğe mecbur muyum? Hayır efendiler, kimsenin kimseden şüphe etmeğe hakkı yoktur. Efendiler geçen sefer, sekiz saat süren fırka müzakerelerinde ben, m illetten Halk Fırkasına mnsup olarak aldığım vekâlet dairesinde ve tam mânasiyle cumhuriyetçi olduğumu söyledim. Daha başka nasıl söylerim?
Gizli defterler, gizli fikirler varsa, sizde vardır. Rauf Cumhuriyetçi midir? Rauf Millî Hâkimiyetin tecelli ettiği bir vatının evlâdıdır. Ve Türkyelidir. Fakat bu mesele üzerinde o vakit de muhalif kaldığımız bir nokta vardır. Rauf Cumhuriyetçidir ama, cumhuriyet mi m illî hâkimiyetin tekâmülüdür, yoksa millî hâkimiyet mi Cumhuriyetin tekâmülüdür, diye bir sual varit olunca, açıkça ifade ediyorum ki; efendiler, saltanatlar kendi kendilerini madum ettiler ve milletin bihakkın lânetine müstahak oldular. Meşrutî saltanat dedik ve m illet onu kahır ve tedmir etti. Şimdi ise kayıtsız şartsız m ili’ hâkimiyet esasına dayanan bu idarıeyi, demokrasi denilen halk idaresi esaslarını kurmak için milletten vekâlet aldık- Fakat bu esaslar üzerinde anlaşmazlık hasıl olan noktayı izah edeceğim.
Bir takım arkadaşlarımız, milletin bu hakkını Meclisten alıp, şu veya bu makama vermek düşünce ve temayülünü gösterdiler. İşte ben buna muhalifim.
O malûm fırka müzakeresinde beni asıl ittiham etmek istedikleri nokta meşrutî saltanata taraftarlıktı. Ben o zaman ikna ettimki, meşrutî saltanata asla taraftar değilim. Meşıutiye- tin mümeyyiz vasıfları nedir? Milletin haklarından bir kısmını bir zata veya bir makama vermek değil mi? Ben tekrar edeyim ki, buna taraftar değilim. Millet bilsin ve cihan bilsin ki, ben işte bu kadar millî hâkimiyet taraftarıyım ve düsturum budur.
Efendiler, bunun için her zaman, her şeyden evvel bahis mevzuu olacak yalnız Türk Milletidir, Türk vatanının muhafazasıdır. Ben bu vatanın gelişmesi, yükselmesi ve tamamiyeti için, millî hâkimiyetin hiç bir arızaya uğramadan tecellisi taraftarıyım.
İşte izah ediyorum, yine şüphe mi edilecek, tekrar ediyorum, benim için halkın hâkimiyetini kayıtsız şartsız kullanacağı bu Cumhuriyetten başka bir hükümet şekli yoktur- Bitirmeden bir noktayı daha belirtmek isterim, belki bazılarınız söylediniz, söylediler, ben de söyliyeyim, Rauf Halifecidir!
Efendiler, değil halifeci ve saltanatçı, bu makamın haklarını ( kendine) almak istidadında olan her hangi bir makamın dahi aleyhindeyim. İşte arkadaşlar, gerektiği veçhile izah ede- medimse söyleyin, tekrar izah edeyim.»
Rauf beyin bu kadar açık ve samimiyetle verdiği izahata rağmen, Recep beyle topçu İhsan, yalnız bu ikisi, hâlâ, izahatı
kâfi bulm adıkların ı söylüyorlardı. H üküm et adına konuştuğunu söyleyen Recep (Peker) ayrıca Rauf beyin m aksadım m uğlâk ve m uallel ifade ettiğ in i ileri sürüyordu.
Diğer m ebuslar büyük çoğunlukla R auf beyi haklı bulduklarım hissettiren b ir sessizlik içinde, onu tam am en tasvip e ttik lerin i açıkça belirtiyorlardı. Rauf bey, bunun üzerine hususî bir m aksatla boşu boşuna inat ile söylenip durm akta devam eden öteki iki m uarızına, cevap verm ek lüzum unu duym adı.
G arip tir ki, m ütakere esnasında, m ütevazi b ir yüzbaşı olarak îstanbulda H arbiye N ezaretinde vazifeli olan Recep beyi, - H üsrev G eredenin tavsiyesiyle - oradan alıp A nkaraya gön- derterek, M illî M ücadeleye katan da, şim di kendisine vatanseverlik dersi verm eye kalktığı Rauf bey olmuştu.
İLK MUHALEFET PA RTİSİ VE SONU.
R auf bey, m uhakkak ki karşısm dakileri bile şaşırttığ ı bir politik zaferle çıktığı gurup toplantısının, döküntü halin
de kalan haris iftiracıların ı b ir daha görmedi. «M uhakkak ki» diyoruz çünkü, aradan y ıllar ve y ıllar geçtikten sonra, bizzat onlar bile: «Rauf o gün hakikaten hepim izi şaşırttı. A leyhine hazırlanm ış büyük bir topluluk karşısında tek başına düşüncesini, fikrini, kanaatin i bü tün târizlere, hücum lara rağm en, zerrece sarsılm adan, hiç b ir sözünü geri alm adan, bü tün m uarızlarına m eydan okuya okuya, sonuna kadar öylesine b ir celâdetle savundu ki, sanki, yine o, tek başına Akdenize hükm eden H am idiye’deki Rauf tu.» dem ekten kendilerini alam am ışlardı.
H akikaten Rauf bey her zam anki gibi o gün de, yazık ki bu m em lekette eşi ender görülen «Fikir ve kanaat sahibi b ir tertem iz vatansever politikacı» örneği olduğunu göstermişti.
A rtık «Ayrılık» tahakkuk etm işti.Sarahaten görülüyordu ki; günlerd ir süren tartışm aların
belirttiğ i havayı m ükem m elen sezen um um î efkâr, aydını ve halkı ile kâm ilen, ayrılan larla beraberdi.
Bu vaziyette, ay rılan lar, kendi aralarında toplanarak, uzun uzadıya görüşm elerden sonra esaslarını tesbit edip, program iy- le, beyannam esini hazırladıkları «Terakkiperver C um huriyet Fırkası» n ı kurdular.
B unun üzerine, büyük b ir telâşla top lan tılar yapan Halkçılar, âdetleri veçhile, yeni fırkayı ku ran ların şahıslarını kötülem ek yolunu tu ttu la r. Ve bu suretle um um î efkâr önünde bir daha nitelik lerin i belirterek , kendi kendilerini pek m üşkül b ir durum a soktular. Bu esnada askerlik ten ayrılarak , M eclisteki teşriî vazifelerine fi’ilen başlayan Kâzım K arabekir ve A li Fua t Paşalar da T erakkiperver C um huriyet Fırkasına, b iri başkan, d iğeri um um î kâtip seçilmek suretiyle, katılınca, daha b ir ta kım m ebusların da iltihakiyle, yeni fırka kısa b ir zam an içinde büyük gelişmeye m azhar olarak, kendini gösterm işti. Um um î
efkâr da program ını tasvip ettiği bu fırkaya karşı büyük bir ilgi ve yakınlık gösterdiğinden, halkçılar bütün bütün şaşkına dönerek ne yapacaklarını bilem iyorlardı.
İşte bu sırada, doğuda, Şeyh Sait İsyanı patlak verince, if- ratç ı halkçılar bunu, yeni fırkayı ortadan kaldırm ağa elverişli b ir fırsat saydılar. Ve zaten yeni fırkaya karşı yum uşak davranarak, yakınlık gösterm esinden şüphelendikleri Başvekil Ali Feth i beyi, m evkiinden uzaklaştırarak, yerine, Baş Vekâlete İsm et Paşayı getirdiler. İsm et Paşa kabinesini kurup işe başlar başlamaz, evvelâ isyan dolayısiyle hüküm etin sınırsız yetki ve kuvvet sahibi olması lâzım geldiğini ileri sürerek alelacele hazırlatm ış olduğu (Takrir-i Sükûn) kanununu, Meclise kabul ettird i. Üç m addeden ibaret olan bu kanunun (İrtica’ ve isyana ve memleketin İçtimaî nizamım, huzur ve sükûnunu ve emniyet ve âsayişini ihlâle bais bütün teşkilât, tahrikat, teşvikat, teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Cumhur Reisinin tasdikiyle re’sen ve idareten men’e mezundur. İşbu ef’al erbabını hükümet İstiklâl Mahkemesine tevdi edebilir) maddesine dayanarak , a rtık ne Büyük M illet Meclisi, ne m ahkem e, hiç b ir şey tan ım ayarak kendini m em leketin m utlak hâkim i kıldı. Bu kanun M ecliste görüşülürken, söz alan R auf bey, bununla nereye gidildiğini tebarüz ettirerek , şöyle konuştu:
«İsyan hâdisesini bir takım tü red ilerin m erdut ve laîm âne b ir m aksatla ortaya çıkardıkları artık anlaşılm ıştır. C um huriyet İdarem izin bu isyan yüzünden yıkılacağını zannetm ek bir kalp zayıflığından ibarettir. Efendiler, bu isyana delilerden başka kim se katılm az. Bu mesele etrafında ne kadar sakin, ne kadar vakarlı ve dikkatli bu lunursak o kadar fayda vardır. Sükûn ve huzuru sağlayacağız diye, böyle şiddet kanunlariy le büsbü tün ihlâl etmiyelim.»
Rauf beye doğrudan doğruya cevap veren Başvekil İsm et Paşa ise;
«M uhterem Rauf beyefendi, Cum huriyeti tehlikede görm üyorum , onun için bu kanuna lüzum yoktur buyurdular. Cum hu riye tin tehlikede olmadığı esasında kendileriyle beraberim . Benim m ütalâam ve azim et noktam şudur ki, bu vaziyeti m üta lâa eden ve vaziyete göre tedbir bu lan b ir C um huriyet hiç b ir tehlikede olamaz..» diyordu ki, C um huriyetin tehlikede olm adığı noktasında Rauf beyle beraber olduğunu itira f e ttik ten sonra, yine de bir tehlike varm ış gibi, şiddet kanunların ı teklif etm esinin b ir m ânası olm am ak lazımdı. F akat m aksadı başka
idi, m aksat m em lekette tam m ânasiyle b ir m utlak hakim kesilip, m uhalefeti fırkasiyle, m ebuslariyle, gazeteleriyle, her şeyi ile susturm ak, ha ttâ yok etm ekti. N etekim de öyle oldu, kanun kabul ed ilir edilmez İsm et Paşa da b ir gün bile kaybetm eden İstik lâl M ahkem elerini kurdurarak , hoşa gitm iyen gazeteleri, T erakkiperver C um huriyet F ırkasını da kapattırd ı. Terakkiper- C um huriyet F ırkasını kapatm ak için bulunan bahane, hakkında Rauf bey hatıralarında şöyle der:
«Terakkiperver F ırkası kuru lduk tan sonra, daha o zaman bizleri dini siyasete âlet etm ekle ittiham etm işlerdi. Bu ittiham hâlâ devam ediyordu H albuki Türkiye Cum huriyetinin Teşki- lât-ı Esasiye K anununda: «Devletin dini, İslâm dinidir.» kaydı vardı. Program ım ızdaki «Dinler ve felsefî itikatlara hürm etkâ- rız.» ifadesiyle biz de dini taassuptan ve bilhassa dini siyasete âlet etm ekten uzak bulunduğum uzu tesbit etm iştik. Ve ayni zam anda bizi ittiham edenlerin bizzat kendileri, kendi sözleri ve k ılık k ıyafetleri ile öylesine mücessem b irer dini siyasete âlet etm e örneği idiler ki, biz bunları asla reddedilem iyecek şekilde vesikalarla isbat edebilecek b ir vaziyette ve m evkide bulunuyorduk.»
Onlar, bü tün bun ları unutarak , İsm et Paşanın zoru ile Tak- rir-i Sükûn K anununu kabul e ttik leri zaman, üstüne titrenen C um huriyet ile, her m addesine sadık kalınacağına m illet huzurunda yem in edilen «Teşkilât-ı Esasiye Kanunu» nu da b ir ke
n ara atm ış oluyorlardı.Lâkin, u lu o rta ittiham larla , ana kanunu bile hiçe sayarak
başlarına buyruk hareket etm eğe alışmış olan İsm et P aşa ile e trafındakiler bu kadarla da kalm ayarak, b ir m üddet sonra, yine T erakkiperver C um huriyet F ırkasının belli başlı şahsiyetlerin i C um hur reisine suikast teşebbüsü ile ittiham etm ek istem işlerdi.
Rauf bey bu konuda der ki:
«Hele bu ittiham a nasıl cü ret e ttik lerin i insanın havsalası alamaz. F ırkam ızın m aruz kaldığı m uam eleden iki ay kadar sonra, ben rahatsızlığım dolayısiyle, sıhhiye heyetinden aldığım rapor ve Büyük M illet Meclisi Başkanlığının m üsaadesiyle trop ik m alarya tedavisi için A vusturyam n bu sahada m eşhur olan Bad G atştayn kaplıcalarına ve oradan döneceğim sırda İn- gilterede bulunan doktor A dnan beyle H alide Edip hanım ı zi
yare t m aksadiyle Loııdraya gitm iştim . İşte bu suretle Londra- da bu lunurken b ir gün İzm irde kuru lduğu anlaşılan İstiklâl M ahkem esinin, Londra Büyük Elçiliğimiz vasıtasiyle bana gönderm iş olduğu b ir tebliği aldım. Bunda C um hur Reisine karşı izm irde tertip lenen suikast teşebbüsünde «müşevvik bulunduğum tahakkuk ettiğinden» denecek kadar akıl ve havsalanm alam ıyacağı b ir garabet ve cüretle, benim gidip kendilerine teslim olmam lüzum u bildiriliyordu H albuki bahis konusu olan bu İzm ir hâdisesinden aylarca evvel. A nkarada vukua gelmek üzere olduğu sonraları yayınlanan m uhakem e zabıtlarında da görüldüğü gibi - iddia edilen yine Cum hurreisi aleyhine diğer bir suikast teşebbüsünün- Erzincan M ebusu Sabit beyin beni durum dan haberdar etm esi üzerine bizzat m üdahalem ile - tatb ik sahasına çıkarılam adığı - yine ayni İstiklâl M ahkem esince ilân ve bu yüzden Sabit bey alenen tebrik edilerek sorum suz sayılm ıştı. Öyle iken, ayni m ahkem e beni, hiç değilse Sabit bey gibi tebrik etm esi gerekirken, on yıl sürgün cezasına m ahkûm ediyor. Bu ne biçim akıl ve m antık ve adalet anlayışıdır ki, şayet v a r idi ise b ir suikast teşebbüsünü haber alıp bana da haber veren Sabit bey, teb rik ile serbest b ırak ılır da, bu teşebbüsün tatb ik sahasına konulm am asını tem in eden beni, on seneye m ahkûm eder? Bütün öm rüm boyunca, nam ertçe ve sefihçe b ir hareket saydığım suikast denilen sapıklığın herhangi b ir tezahürüne nerede ve ne zam an şahit oldu isem, daim a nefre tle red ve m en’ eylediğim i beni yakından tan ıyanların hepsi pekâlâ bildikleri gibi bilhasa beni bu hususta ittiham a kalkanların, herkesten iyi bilm em elerine im kân yoktur. O kadar ki, içlerinde teşebbüs ettik leri suikastlar, tarafım dan m uhalefetle m en’ edilmiş olanlar bile vardır.
Kısaca ve ta rih huzurunda ka t’î olarak tek ra r edeyim ki, bizim tarafım ızdan hiç b ir suikast teşebbüsü vaki olm am ıştır. H attâ böyle b ir şey hiç b ir zam an h a tır ve hayalim izden dahi geçmemiştir.
Aksine, gerek y u rtta bulunduğum zam an m üteaddit defalar, gerekse dışarıda yaşam ak zorunda kaldığım son y ılla r içinde bizzat benim aleyhim de üç defa suikaste teşebbüs edilmiş olduğunu isbat edecek vesikalara m alik bulunuyorum .
AF MI?-. HAYIR*.
t şte durum bu m erkezde iken A nkara İstiklâl M ahkemesinden gelen tebliğ üzerine, tabiî ve kanunî m erciim olan
Türkiye Büyük M illet Meclisi Başkanlığına m üracaat ederek, Teşkilât-ı Esasiye K anununun ka t’î sarahatine rağm en bahis konusu suikast teşebbüsü m ahalline günlerce uzak m esafede m ukim bulunan bazı m ebusların, teşriî m asuniyetleri kald ırılm adan tevkif edilm elerinin, bu kanunu ortadan kaldırmağa müteveccih bir irticaî hareket ve bir hükümet darbesi olduğunu ve binaenaleyh selâhiyeti dahilinde bulunan ve vazifesi icabı olarak meclisi toplantıya davetle, kanuna aykırı ve irticaî mahiyetteki bu gibi hareketlere mani olmasını istedim.
Rauf bey L ondra’dan İstanbul’a dönm ek üzere olduğu sırada, patlak veren İzm ir suikastı meselesi yüzünden, şim di m em lekete dönm enin «Hakikî m ahiyeti ve m aksadı a rtık m alûm olan m ahut İstiklâl M ahkem esinin elinde oyuncak olm aktan başka bir şey olmayacağını» düşünerek, bu dönüşü kendi anlattığ ı gibi m em lekette adaletinden şüphe edilm iyecek m ahkem elerin durum a hâkim olacakları (bir güne) bırakarak, Londrada kalm ış ve bu esnada eski dostlarından b ir İngiliz a r m atörünün şilepleriyle - yalnız yem ek parasını vererek - uzun bir H indistan seferi yapm ıştır.
Evvelce İstanbuldan tanıdığı H intli dostlarından b ir çoklarının sam im iyetle gösterdikleri yakınlık ve konukseverlikle H indistam baştan başa dolaşıp, arslan ve kaplan av larına işti- râkle de geçirdiği günlerde, belli başlı üniversitelerde de h in t- li gençler ve m ünevverlere Türk İnkılâbına dair konferanslar verm işti. Bu konuda: «Bilhassa Millî Mücadelemizi anlatırken, yapılan muazzam kurtuluş savaşı ile onu takip eden inkılâpların ancak Mustafa Kemal Paşa gibi müstesna bir şahsiyetin önderliğiyle yapılabilmiş olduğunu izah ile Türk Milletinin Mustafa Kemal gibi bir evlâda sahip olmakla tâlihli bir m illet olduğunu ve Mustafa Kemal’in hâlâ hayatta oluşu ile hamd olsun bu tâlihin devam ettiğini tebarüz ettirirdim-» diyen Rauf
F: 10
bey H indistandan Londraya dönüşünde, bu sefer üç dört vapur değiştirerek uzak doğu, Çin yolculuğunu yapıyor. Pekin, Nan- k in ’den itibaren çeşitli vasıtalarla Çin’i dolaşıyor. Ve tek rar Londraya dönünce, bu defa da, Birinci Dünya H arbini İstan- bulda geçirmiş P rens Tosun Paşa ile oğu llan gibi bir çok Mısırlıların ısrarla dâvetlerine icabetle K ahire’ye gidiyor.
M ısıra bu ikinci hattâ üçüncü gidişidir. Daha evvel «Ha- midiye» ile Akdeniz akm larını yaptığı zaman uğradığı M ısır’a, Tarablusgarp savaşı esnasında da Enver ve M ustafa Kem al Pa salarla gitm işti. Daha ziyade bir hava değişikliği m aksadı ile gittiği bu sefer epeyi zaman kalarak, bü tün tü rk asıllı Mısır prensleriy le tem as ile, M ısır’ı daha yakından tanım a im kânı buluyor.
Bu uzun yolculuklar esnasmdg, m em lekette Cum huriyetin onuncu yıl dönüm ü m ünasebetiyle b ir um um î af ilân olunm uş ve Rauf beyin de bu aftan faydalanarak a rtık vatana dönebileceği anlaşılm ıştı. F akat o, atfedilebilecek herhangi b ir suçu bulunm adığı için, bu affın kendisiyle b ir alâkası olmadığı fik rindedir ve bu fikrinde şiddetle, inatla sabittir. Nete- kim, kendisini aftan faydalanarak ısrarla İstanbula dönmeye davet eden yakınlarıy le dostlarına verdiği cevapta: «Şakilerle katilleri serbest bırakan bir um um î affı kendim e şâmil saym ıyorum . Çünkü sayarsam bugüne kadar sırf şahsî h ırs ve garaz yüzünden aleyhim e yönetilen isnat ve iftira ları ve bu arada Cum hur Reisine karşı suikast teşebbüsü cürm ünü de kabul ve itiraf etm iş bir durum a düşerim- Hiç bir zaman akıl ve hayalim den dahi geçirmediğim, her ne sebeple olursa olsun asla kabul edemiyeceğim bu hal şekline m uvafakat edersem , hayatım dan kıym etli bildiğim haysiyet ve nam us kay ıtlarından sıyrılm ış olurum . Halkm efendiliği esasına dayanan, ve vatandaşlara kanun nazarında eşit hak ve vazifeler kabul eden, fertle r ve züm relerin tahakküm ve im tiyaz iddiasını red eyleyen vicdan, fik ir ve söz hürriyetin i m ukaddes bilerek koruyan m edeni devlet idarelerin in ilk kuruluşlarında, kanunların bu kay ıtla rını hazm edem eyenler tarafından fırkacılık h ırsı ve gayretiyle bu gibi zulüm lerin vukua getirildiği inkâr edilemezse de, haklarına tecavüz edilen vatandaşlara yapılan zulüm lerin tashihi ve hakların ın iadesi samimî olarak bahis konusu olunca, siyasî um um î affın (Evvelce hükm e m edar olarak gösterilen sebeplerin artık varit olmadığını yani, m evcut olmadığını açıklayacak bir şekil ve su rette yapılm ası) şarttır. Bundan başka ayrıca,
böyle haklarına tecavüz edilen vatandaşlara, istedikleri takdirde siyasî tesir ve baskıların dışında ve üstünde ve kanunların hükümlerinden başka kuvvetlerden ilham almağa alışmamış hakimlerden mürekkep bir adalet heyeti huzurunda muhakemelerini yenilemek imkânı da behemehal verilmelidir. Ancak bu suretledir ki, vatandaşın geçmişte şahsına sürülmek istenen lekeler ve şüpheler silinmiş olur. Aksi takdirde hırs ve garazlarla, günahsız vatandaşların şeref ve namusuna taarruzu huy edinmiş olan zihniyetin devamına delâlet etmesi itibariyle, vaziyet düzelmiş olmaz. Kısaca, benim asla ve hiç bir suretle en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilân edilen aftan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün değildir. Benim anlayışım budur.
Bütün hayatım meydandadır. Vatan ve Milletime karşı borçlu olduğum vazifeleri, daima şahsî biı emel ve maksat güt- meksizin, çok defa işaret, ikaz da beklemeksizin, kendi idrâk ve kanaatimle ve tereddüt etmeden yapmayı itiyat edinmiş olduğuma kaniim. Bu sebeple, günün birinde uydurulan bir sebeple ittiham ediliş karşısında, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile vatandaşlar için teyit edilmiş olan vicdan, söz ve nefsi müdafaa haklarından sarfınazar edemem* Böyle hareket etmekle hususî bir muamele ve lütuf da istida etmiyorum. Sadece kanunî haklarımı iddia ve talep ediyorum. Bunun içindir ki, vatan ve milletin umumî menfaatlerini hiç bir veçhile müteessir etmi- yecek ve her türlü zarar ve ziyanı yalnız bana, şahsımla siz yakınlarıma münhasır kalacak olan hareket tarzımı, yani umumî affı kendim için kabul etmemek yolunu takip ediyorum. Böyle yapmazsam, tehdit ve tedhiş ve maddî sefalet ve baskı korku- siyle - ne olursa olsun netice itibariyle - şeref ve haysiyetimi kıracak şekilde hareket etmiş olurum ki, bu, elimden gelebilecek bir şey olmadığı gibi, zaten böyle bir şeye sîzlerin de razı olmayacağınızdan eminim.» demişti.
' Fakat o sırada İstanbuldan kızkardeşi İffet hanım la yeğeni Melike hanım M ısır’a gelip de, «Başsız ve kimsesiz kaldık, ya siz İstanbula gelin, ya biz buraya gelelim» teklifinde bulununca, bu nazik durum karsısında, bunca yıllık aile yuvasını darm adağınık edip, onları da gurbette perişan etm eye vicdanı razı olm ayan Rauf bey, çaresiz fakat, «Küçücük bir m ünasebetsizlikle karşılaşırsam , derhal dönerim.» diyerek İstanbula gitmeyi kabul ediyor. Böylece yolculk hazırlıkları tam am landıktan sonra. İskenderiye lim anına uğravan, pek sevdiği yakınlarından
Rau
î O
rlıa
y H
indi
stan
-
Pak
ista
n’da
ge
çird
iği
güni
e.de
ta
nın
mış
yerl
i şa
hsiy
etle
rden
bir
gr
up
orta
sınd
a.,
M ısır’ı son z iyare tin d e bir kotra gezis in d e (D üm en b aşın d ak i R au f B ey, d iğerleri P ren ses Ş ivekârla davetliler i.)
Aziz (Derya) kaptanın süvarisi bulunduğu Denizyollarının va- puriy le M ısırdan ayrılıyorlar.
Rauf bey, on yıla yakın bir zam andır pek, pek acı hasre tin i çektiği b ir Türk gemisi içinde, T ürk gem icileri arasında, onlarla hem hal olarak yaşam anın tarif edilmez hazzı ve sevinci ile m em leketinin yem eklerini yiyerek suyunu içerek, sesini duyarak, havasını alarak yaptığı bu yolculuğu, bütün denizcilik hayatın ın unutam ıyacağı seferlerinden b iri saydığın ı her vesile ile anlatırdı. Hele bir gün sofraya getirilen «Ha- midiye» biçiminde yapılmış, koca b ir pasta karşısında «tam da Y unan gem ilerini kovaladığım sularda denizci arkadaşlarım ın bu pek nazik hareketleri» nden duyduğu hazzı hiç unutam azdı.
Fakat, 5 tem m uz 1935 günü îstanbula varılıp da, G alata rıh tım ına yanaşan gemiden dışarı çıkarken Rauf bey, karşılaştığ ı m anzara ile b ir anda irk ilir gibi olmuştu- R ıhtım da b ir ta ra fta kendisini karşılam ağa gelmiş bekleyen yakınlariyle, ya- n ıd ık ların ın heyecan ve hasretle kaynaşm akta olduğunu gören ilgililer, tehalükle Rauf beyin önüne düşerek; «Beyefendi, ra hatsız olmayınız, Lütfen şu tara ftan ... buyurunuz..» diye ona, a rk a kapıyı ve arka yo llan göstererek, kimse ile tem as edip, (sevilerek, sayılarak dört gözle beklendiği) n i belirtecek herhangi b ir olaya m eydan verm eden sessizce geçip evine gitmesini sağlam ak telâşına düşm üşlerdi. On yıllık b ir ay n lık tan sonra Rauf bey, vatana işte böyle dönüyordu. Ve daha ilk adım da karşılaştığı bu olay bu kadarla da kalm am ıştı. A rka kapıdan ve a rka yollardan yöneltilerek, varabildiği Teşvikiyedeki evine yak bastığı andan itibaren, bu ev de hafiyelerle çevrilip, gece gündüz göz altında bulundurulm ağa başlanm ıştı.
Daha M ısırda yola çıkarken tahm in ettiği (m ünasebetsizlik) işte yapılmış, yapılıyordu. Fakat, bunu yapanlar kim lerdi?
Rauf bey derdi ki: «O ciheti hiç düşünm eden, bu hale gelm iş olan m em leketim de m aalesef nefes alm ak im kânı olmadığı m ülâhazasiyle, derhal ilk vasıta ile çıkıp, tek ra r gurbet illerine düşm ek istedim , fakat, bunca yıllık ayrılığın tesiriyle ağla- şa ağlaşa boynum a sarılan yakınlarım ı, yeniden ve bu sefer belki de sonsuz olacak bir ayrılık elem ve kederiyle yakm ağa hakkım olmadığını düşünerek, b ir anda bü tün bu m ünasebetsizliklerin elbette benim gibi her vatandaşa ıztırap veren ve uğrunda bunca fedakârlık larla çalışılan m em leketin selâm eti için önlenm esine gayret edilerek katlanılm ası icabeden haller
olduğu m ülâhazasiyls kendini avutarak , b ir az sükûnet bulur gibi oldum.»
Rauf beyi daha birkaç yıl evvel, «93 seferini saraydan idare eden istibdat tim sali Sultan H am id’e benzetmeye» yeltenm iş olan zatın, şimdi bu hafiye sürüleriyle, Sultan H am id’e rahm et okutan b ir idare ile, övünüp övünemiyeceği ve nihayet o zam anki çırpm a çırpına çekişm elerinin de m em leketi böyle b ir rejim e sokmak niyetiyle vukubulm uş gayretlerden ibaret olup olmadığı düşünülem ez mi idi?
Rauf bey, bunu sadece m em leket hesabına duyduğu üzüntüyü belirten acı b ir gülüm seyişle «Etraf» diyordu, hep e tra f— Em inim M ustafa Kem al Paşanın bü tün bunlardan haberi yoktur. İsm et Paşanın ne derece vehham olduğu bü tün yakınlarınca m alûm dur. Fakat, vehm in bu kadarı da, bilhassa b ir hüküm et adam ı için fazladır, m em lekete zarardır.»
ATATÜRK’ÜN SON DİLEĞİ... VE
T ) auf bey, fikrinde isabet ettiğini çok geçmeden anladı. O A ı. sırada, esasen ailece ikam et ettiğ i A nkaraya gitm iş olan
hem şiresi İffet hanım , tek ra r İstanbula gelerek, «Mustafa Kem al Paşanın, kendisiyle görüşm ek istediği ve bu m aksatla An- karadan gönderilm iş olduğunu» bildirdi.
Rauf bey, buna kısaca; «Böyle işlere kadınların karışm ası doğru olmıyacağı» cevabını verm ekle yetindi. B ir m üddet son- raA li F uat Paşa A nkaradan İstanbula geldi. Rauf beyi ziyaret etti. İki eski, sam im î m ücadele arkadaşı harare tle kucaklaşıp, öpüştüler, dertleştiler ve bu arada Ali F uat Paşa, kendilerini de en aşağı on yıl sürgün cezasına m ahkûm etm esi m uhakkak olan m ahut İstiklâl M ahkem esinin şerrinden, k u rta ran M ustafa Kem al Paşanın, bu olaydan sekiz ay kadar sonra, Çankaya- daki köşküne davet ederek nasıl barıştık ların ı anlatm ağa başladı.
«Çankayada, Büyük M illet Meclisi Reisi Kâzım Paşa. (Ö- zalp) ile m âhut İstiklâl M ahkemesi Reisi ve Azalariyle daha bazı kim selerin hazır bulunduğu sofrada, bana en başta yer verm ek suretiyle iltifa tta bu lunduktan sonra, sözü İzm ir sui- kasti teşebbüsü yüzünden hakkım ızda yapılan m ünasebetsizliklere getirerek:
«Söyle Paşa, bu işler niçin böyle oldu?» diye sorunca ben de sofradakilerin yüzlerine karşı, M ustafa Kem al Paşaya dedim hi:
«İstiklâl M ahkemesi suç üstü yakaladığı iddiasiyle y irm i kadar m illetvekilini tevkife kalktığı zam an B üyük M illet Meclisi Reisi Kâzım Paşa üstüne düşen vazifeyi idrâk edip de Meclisi derhal olağan üstü toplantıya dâvet ile, bu m illetvekillerinden hangilerinin suçla ilgili olduğunu usulü dairesinde tesbit ettirm iş olsaydı, m ahkem enin keyfî hareketleri elbette önlenmiş olurdu. Daha hadisenin başında bu vazifeyi yapm ayarak, İstik lâl M ahkem esinin, M illet M eclisini hiçe sayışm a yol açmış olan Kâzım Paşayı kabahatli buluyorum.»
M ustafa Kem al Paşa, o akşam sofradan kalkarak, başbaşa
kaldığımız zaman, düşüncem de tam am iyle haklı olduğumu, a rkadaşlarım la beraber bu yüzden uğradığım haksızlıkları bildiğini söyliyerek gönlümü alıp aram ızdaki eski samimî dostluğun ihyasına çalışmıştı. N ihayet bundan üç yıl evvel de yine beni davetle, Konya m üstakil m ebusluğuna seçtirm işti. Ayrıca, geçen sene, Refet Paşa ile barışmıştı.»
Ali Fuat Paşa, bunları an la ttık tan sonra, Rauf beyin gözlerinin içine bakarak :
«Şimdi, asıl mesele şudur, diyor, Gazi sizinle görüşmek istiyor ve beni bilhassa bu görüşmeyi temin için Ankaradan buraya gönderdi.»
Rauf bey, şaşırıyor. Ali Fuat paşa devam ediyor ve:
«Atatürk, vatanın kurtuluşu için beraberce çalıştığı arka- daşlariyle artık dargın kalmak istemiyor. İstanbula dönüşünüzü haber aldığı günden beri çeşitli vesilelerle birkaç defa sizden bahsetti. Hattâ o gece, sizin memlekete dönüşünüz münasebetiyle duyduğu sevinci alenen izhar ile sofrasındakilere şampanya ikram etti ve nihayet son defa yine sofrada, yanında otururken bana doğrudan doğruya: «Rauf da şimdi, senin gibi aramızda bulunamaz mı idi? diyerek açıkça tahassürünü be. lirtti-
Ben de kendisine: «Niçin olmasın? Rauf beyin size karşı ancak sam im iyet ve savgı hisleriyle m ütehassis olduğundan eminim. Bu arzunuzu kendileriyle görüşerek, yerine getirm eye çalışırım.» dedim. Bu cevabım dan son derece m em nun oldu.
B unları dinleyen Rauf bey, Ali Fuat Paşaya«Atatürk’e karşı daima eski candan dostluğun tesiri altın
da, ancak içimden gelen en temiz ve iyi duykularla saygı ve sevgi beslediğim hakkındaki kanaatiniz doğrudur. Ötedenberi sarsılmaz bir iymanla inandığımız gibi, Atatürk cidden büyük bir adamdır. Fakat etrafına toplananlar, yazık ki, hiç bir vakit ona lâyık olamamışlardır. Binaenaleyh kendisiyle görüşmek istememe rağmen, hu işde de etrafındakilerin bir oyun yapmasından korkarım.» cevabını veriyor.
Ali Fuat Paşa, A ta tü rk ’ün samimiyetle istediği şeyleri yapm asına (etrafın) m ani olamıyacağını, ha ttâ A ta tü rk ’ün arzusunu kendisine anlattığı İsm et Paşanın da bu görüşm eyi ha ra retle tasvip ettiğini bu sebeple, a rtık «Etraf» denen türed ileri gözünde büyütüp, tereddüde düşmemesi gerektiğini söyliyerek tem inat verince Rauf bey, Ali Fuat Paşa ile birlik te A nkaraya gitm eye razı oluyor.
A nkarada, geldikleri haberini verm ek üzere Çankayaya evvelâ yalnız giden Ali Fuat Paşa, çok yorgun ve üzgün görünen A ta tü rk ’ün: «Biraz evvel H alk Fırkası Umumî K âtibi sıfatiyle Recep P eker’ni kendisini ziyaretle, Rauf Beyin vaktiyle F ırkadan başkaları gibi basit bir istifanam e vererek ayrılm am ış olduğu için, şimdi bunu düzeltmesi, yani evvelce verdiği Halk F ırkasını küçüm ser ifadeli istifanam esini geri alm ası lâzım geldiği kanaatinde olduklarını ve bunda ısrar ettik lerin i bild ird iğini, kendisinin de «Böyle bir şeyi, ben de olsam yapmam. Yalnız Rauf beye Fırkadan aday gösterilmek suretiyle bir mebusluk kabul ettirebilirsek, bu mesele en şerefli bir surette hal edilmiş olur. Şimdi gidin arkadaşlarınızı bu noktada etrafında toplayınız.» cevabını verdiğini anlatarak;
«Şimdi bütün arzum, Raufla olacak ilk görüşmemizde herhangi bir münakaşaya yol açacak bir sebep bırakmamaktır. İstiyorum ki; aramızda en küçük bir gücenme izi kalmasm. Sen ona işin bu cihetini ve arzularımı iyice anlatır ve bana beraber gelirsiniz.» diyor. A li Fuat Paşa, işin bu beklenm edik şekli alışı karşısında, Rauf beyin de düpedüz yeniden Halk F ırkasına girmesi teklifini k a t’iyyen kabul etm iyeceğini düşünerek:
«Paşam, hepim izin daha hayatta iken sizden ayrı kalm am ak ve sizinle eski samimiyetimizi ihya edebilmek en m ühim gayemizdir. Yalnız etrafınızda bulunan ların sam im iyetine itim at etm ediğimizi huzurunuzda tebarüz ettirm ek isterim . Size karşı olan saygı ve yakınlığında hiç b ir eksiklik olm am akla be- rabet, uğradığı haksızlıklar yüzünden m em leket dışında uzun y ıllar çektiği acılarla daha çok hassas b ir hale gelmiş olan Rauf beyin, bu beklenm edik teklif karşısında m ukavem et edeceğinden korkarım .
M ebusluk m eselesinden büsbütün vazgeçilerek, sadece iki arkadaş gibi görüşm ek üzere kabul etm eniz m üm kün olmaz mı?» diyorsa da, A ta tü rk Ali Fuat Paşaya hak verm ekle beraber, Rauf bey meselesinin, a rtık iki şahıs arasında bir mesele o lm aktan çıkıp, H alk Fırkası Divânı ve Um um î K âtipliği ile kendi arasına in tikal ettiği için, onlarla anlaşarak hareket e tm ek m ecburiyetinde olduğunu ve bu sebeple ne R auf beyin fırkadan m ebus seçilmesinden vaz geçebileceğini, ne de Rauf beyi m üstakil m ebus seçtirebileceğini izah ederek: «Bu söylediklerim i R auf’a anlatırsın . O çok anlayışlı b ir arkadaştır. Beni an lar ve teklifim i kabul eder. Bu m eselenin hallini senden beklerim» diyor.
Ali Fuat Paşa da A ta tü rk’ün yanından ayrılarak, hemşiresi İffet hanımın evinde bulunan Rauf beye gidiyor ve kendisine A ta tü rk ’le olan konuşmasını anlatarak: «Şimdi cevabı, daha doğrusu ikimizi Çankaya’da bekliyor» diyor.
Rauf beyin o anda ne düşündüğünü ve ne cevap verdiğini yine bizzat kendisinden dinleyelim:
«O anda geçmiş günler, o kapkara üm itsiz ve kasvetli hava içinde tam bir fikir ve ideal birliğiyle el ele verreek m ücadeleye atıldığım ız günler gözümün önüne geldi. İçimizde m em leketi kurtarm ağa ve m illeti selâm et yoluna ulaştırm ağa en liyakatli ve kabiliyetli olduğuna k a t’î şekilde inanarak, kendisini baş bilip, bü tün kalbim iz ve varlığım ızla bağlandığım ız M ustafa K em al’e olan bu en sam im î duygularım ızın kaynağı sadece vatan ve m illet sevgisi idi ki, bizim hâlâ bu sevgi ile m eşbu olan yüreklerim izde h e r şeye rağm en, ne olursa olsun şahsî m enfaatler, ih tiraslar ve ikbal düşkünlükleri gibi daim a yabansısı olduğumuz, m em leket hesabına da zararlı bulduğum uz eğilim ler yer alm ıyordu. Gerçek işte bu idi.
Ben o anda b ir «Pekiy» demekle, yıllarca önce verm iş olduğum bir istifanam eyi geri a larak m ebusluğum u sağlam ak suretiyle, bir çoklarının hayal gayesi telâkki ederek «Yüksek» buldukları m evkii de elde edebilirdim* Fakat dediğim gibiğ bu hareket tarzı, ha ttâ böyle b ir şeyi düşünm ek, ha tıra getirm ek dahi, biz yaradılışta insanların barcı değildir. Netekim cevabım gayet basit oldu: «Allaha ısm arladık» dedim ve ilk trene binerek, İstanbula döndüm.» E lbette bunun böyle olmaması lâzımdı. Lâkin «Etraf» ı ortadan kaldırm ak, benim elim de olan b ir şey değildi.»
A nkaradan İstanbula dönen Rauf bey, Bebekteki evinde sükûn ve huzur, fakat m addî sıkıntı içinde yaşayışına
devam ediyor. Pek yakın hısım ve akrabası ile dostlarından başka hiç kimse ile tem as etm iyerek, kitapları ile başbaşa, son derece m ütevazi bir hayat sürdüğü halde, evinin e trafı yine ha- fiyelerle çevrilm iştir. N adiren sokağa çıktığı zam anlarda dahi, hafiyeler gölge gibi kendisini takip etm ektedirler. «Etraf» m bilhassa yabancılar gözünde rejim i çirkinleştirip, m em leketi küçük düşürm ekten başka b ir şeye yaram ayan, m arife t saydıkları bu m ünasebetsizliklerin daha ne kadar süreceğini sorm ak lüzum unu bile duym uyor. B ütün üzüntüsü, kendisini çok yakından, iyice tanımış, bilmiş olanların, belki de büyük k u rtu luşla, peşi peşine muazzam inkılâplara sahne olan her m em leketin kaderinde olduğu gibi, idare m akanizm asını böylesine m ünasebetsizliklere yeltenen b ir takım larına kaptırm ış olmalarıd ır ki, tek tesellisi günün birinde bu gidişin kötülüğünün id râk edilerek, düzeltilm esi ihtim alidir. Yıllar, y ıllar böyle geçiyor...
N ihayet İsm et İnönü, C um hur Reisi olduktan b ir m üddet sonra İstanbula gelişinde, hususî kalem m üdürü vasıtasiyle, R auf beyle hem şiresi İffet hanım ı Dolmabahçe Sarayına davet ediyor. _
İsm et Paşa, onbeş yıllık b ir ayrılık tan sonra ilk defa kucaklaştığı Rauf beyle, ailece dereden tepeden sohbetlerle devam eden b ir sofra başı toplantısında, geçmiş ve geçmişin her şeyi unutuluyor. Rauf bey, b ir ara, Paşanın çocuklarını hatır- lıyarak, «Küçükler ne âlemde, artık büyüdüler, ne yapıyorlar?» diye sorunca^ Paşa da :
«— E lbette büyüdüler, elinizden öpüyorlar, fakat, böyle m i sorulur?. Raufcuğırm, am caları olacaksın, A nkaraya gelip görmek istemez misin?» diyerek Rauf beyle hem şiresini A nkaraya davet ediyor.
Kısa bir zaman sonra, bu davete icabetle hem şiresiyle b irlik te A nkaraya giden Rauf bey, pek samimî hislerle karşılanıyor.
Rauf bey bu A nkara ziyaretin i bizzat şöyle anlatır:«... A nkaraya gidişimizin ertesi günü, îsm et Paşa Vekiller
H eyeti ile b ir sofra başında toplanm am ızı istiyor. Bu davet benim şerefim e olduğu için, vakti gelince: «Müsaade edin de a rkadaşları ben karşılayayım.» diye Paşanın yanından ayrılarak, aşağı m erdiven başına iniyorum . G elenlerden b ir kısmı tanıdıklarım . Bazısının yüzünü ilk defa görüyorum . E rzurum ve Sivas K ongreleri günlerinin eski aşinası ve dostu doktor Refik Saydam, benim için yeni olan çehreleri, tanıtıyor. Hepsinin, ha tırla rın ı sorarak, sam im iyetle ellerini sıkıyorum . İşte bu esnada, bir de baktım ki Ali bey - Hani şu İzm ir İstiklâl M ahkem esi Reisi - şimdi Nafia Vekili sıfatiyle, sanki aram ızda hiç bir şey olmamış, ve Kâzım K arabekir, Ali Fuat, Refet, Cafer T ayyar Paşalar vesair b ir çok m ebuslar gibi beni de teşriî m asuniyetim i kaldırtm ak lüzum unu duym adan tevkif ettirm eğe kalkan, kanun, nizam ve adalet nedir bilm eyen m ahlûk kendisi değilmiş gibi, h ay re t edilecek bir pişkinlikle ve zoraki bir gülümseyişle, bunca zulüm lere âlet olan elini bana evet bana uzatıyor. B ir anda duraklayarak: «Bu ne’ buraya beni bu adamla karşılaştırm ak için m i davet ettiniz?» diye elimi geri çektim. O da neden sonra aklı başına gelir gibi olan insanların şaşkınlığı içinde süklüm püklüm uzaklaştı, gözden kayboldu. Salona dönüşüm üzde vaziyet düzeldi. Neşe içinde dereden tepeden sohbetler edilerek yenilip içildi. Ve bu arada, sofradan kalktık tan sonra, salonda dolaşırken İsm et Paşa, bana kemal-i nezaketle: «Beraber çalışalım» teklifinde bulundu. Teveccühüne teşekkürle beraber: «Maalesef, bu arzusunuzu yerine getirebilmeme imkân yok paşam, dedim. İstiklâl M ahkem esinin hakkım da verdiği, tamamen keyfî ve adaletsiz k ara r tashih olunmadıkça, hiç bir iş kabul edemem.»
İsm et Paşa; K ararın esasen haksız ve adaletsiz olduğu a rtık herkesçe anlaşılm ış ve nihayet um um î af ile de işin tasfiye edilmiş olduğunu ileri sürerek, bu mesele üzerinde durm ağa yer kalm adığını söyledi ise de, ben fikrim de ısrar ettim . Fakat birkaç gün sonra, hiç haberim olmadan Anadolu Ajansının, C.H.P. G enel Başkan Vekili Başvekil Doktor Refik Saydam imzalı ve 22 ekim 1939 tarih li şu beyannam eyi radyolar ve bütün gazetelerle yayınladığını gördüm:
«Rahmetli Hüsnü Açıkgöz’ün ölüm ü dolayısiyle boşalan K astam onu m ebusluğuna eski İstanbul M ebusu ve eski Başvek il Rauf O rbay’ın Genel Başkanlık divanınca namzetliği k a ra rlaştırılm ıştır. Rauf Orbay hakkında evvelce İzm ir İstiklâl Dah- kemesi tarafından verilm iş olan m ahkûm iyet kararın ın ref’i için vaki m üracaati üzerine yapılm ış olan hukukî tetk ikte, a ra ya girm iş olan um um î af kanunları, isnat olunan fi’lî b e rta ra f ettiği gibi, m uhakem enin iadesini de imkânsız kılm ış ve esasen m uhakem e iade edilmiş olabilseydi beraatin m uhakkak olacağı kanaatine varılm ış olduğu görülm üştür. Sayın ikinci m üntehip- îere b ild irir ve ilân ederim.»
Bu olup b itti karşısında, benim için yapılabilecek b ir şey yoktu. M uhakem eyi yenilemeğe kanunlar m üsait değildi. Benim, m âhut İstiklâl M ahkemesinin, adaletsiz kararın ın behem ehal düzeltilm esi hususunda ısrarla duruşum üzerine İsm et Paşa, yetkili hukukçuları harekete geçirerek yukarık i form ülü bulup ve artık itirazım a m eydan bırakm am ak m aksadiyle, b ir oldu b itti yayınlattığ ı anlaşılıyordu. Ancak ben, bir ta ra ftan da, o güne kadar veıilm iyen em eklilik aylığım işini de hal e tmek m aksadiyle askerî Temyiz M ahkem esine m üracaatle, bir yolunu bulup m ahut İzm ir Suiskastı dâvasını yeniden âçtım ve beraat kararı aldım.»
K astam onu M illetvekili seçildikten sonra, a rtık bu fık raya, hem de evvelki istifanem esini geri alm ak lâfı dahi edilm eden sadece: «Şeref verm ek üzere lü tfen girmesi» ısrarla rica edilip durulduğu halde, Rauf Bey bu defa da, «Bir prensip adamı olarak düşüne taşına hayır dediği bir şeye, her ne sebeple, ha ttâ h a tır için dahi olsa, evet dem ekte m azur olduğunu» nezaketle an latarak girmemiş, ayağını dahi atm am ıştır. F ırka içindeki karakter, haysiyet ve izzet-i nefis ölçülerinin derecesine bakın ki, kısa b ir zaman evvel, Rauf beyin m utlaka eski istifanam esini geri a larak fırkaya girmesi şartiy le m ebus seçilmesi hususunda k a t’î şekilde ısrar ederek, bunu kabul etm ediği için A ta tü rk ’le görüşüp barışm alarına m ani olanlar, şim di bü tün olup bitenleri boyunlarını eğerek tasvip ve kabul e ttik ten sonra, Rauf beyi yaltaklana yaltaklana, nasıl takd ir ve tebrik edeceklerini bilem iyorlardı.
M illet vekilliğinin altıncı ayında Rauf beye, Londra Büyük Elçiliği vazifesi teklif edildi.
İkinci Dünya Savaşının en buhranlı ve bilhassa bizim için son derece nazik safhalar arz ettiği o günlerde Londra Büyük
Başvekil
Churchill
teftiş gezilerine
çıkarken yanına
hiçbir yab
ancı
almadığı
halde, R
auf B
eyi daim
a birlikte
götürmeyi
âdet ed
inm
işti.
F : 11
Elçiliği, birinci derecede önemli bir vazife idi. Esasen Cum hur Reisi İsm et İnönü de bu işin m em leket için hayatî b ir ehem m iyeti haiz olduğunu düşünerek ve ayni zam anda İngiltere H üküm etin in de her iki m üttefik m em leket m enfaatleri bakım ından rastgele b irin in altından kalkam ıyacağı bu vazife için Rauf bey üzerinde durduğunu dikkat nazarına alarak, teklifi bizzat yapmış, Rauf bey de:
«1905 den beri çeşitli vazifelerle gidip gelişler ve zam an zam an uzunca kalışlarla tem asım m uhafaza ve ötedenberi m at- m uatın ı ve politik hayatın ı m untazam an takip ettiği ve Lond- radaki bir çok kulüplerin âzası olduğu gibi, İngiliz devlet adam ları arasında C hurchill ve emsali gibi bir hayli de dostları bulunduğunu düşünüp, son derece zorluklarla çevrili olduğumuz b ir zam anda m em leketim e faydalı olabilirim.» m ülâhazasiyle bu teklifi tereddüt etmeden, kabul etm işti. Bu suretle, Londra- ya gidince daha ilk günlerden itibaren hakkında gösterilen sam im i hüsn-ü kabul ile her tü rlü yakınlık ve dostluklar karşı- şında, düşünce ve tahm ininde aldanm adığını gören Rauf Bey, şevkle işe koyulup, iki m em leket arasındaki m ünasebetleri tam bir dostluk havası içinde geliştirm eğe m uvaffak olmuştu.
CHURCHİLL’LE...
H amidiye m aceram ı pek iyi bildikleri için, Londraya e lçi olm am ı ha ra re tle istediklerini C hurchill de, Eden de
b ana söylemişlerdi. K anada Başvekili Masigli ile de canciğer dosttum . Onun vasıtasiyle tan ıştığ ım bir çok İngiliz ricali ve belli başlı m a tb u a t erkânı ile de h e r vesile ile daim a buluşurduk.
Churchill de bana karşı, başka hiç b ir yabancıya gösterm ediği yakınlık ve sam im iyetle hareket eder, D ünya harb in in o son derece buhran lı günlerinde başını kaşıyacak vakti olm am akla beraber, her gittiği yere İsrarla dâvet ederek, beni de gö türür ve daim a: «Aziz dostum» diye h itab ederdi. B irlikte gittiğim iz yerlerde, bilhassa askerî k ıta a tı teftişlerde, k ıta kum andan ların a da beni «pek kıym etli ve yegâne Türk dostum» diye takdim ederdi. Bu dostluğum uzu, diğer elçiler fena halde k ıskan ırlardı. H attâ , İngiliz n azırlar da, C hurchill’le birlikte yaptığım ız seyaha tle rden dönüşüm üzde bana gelip bilgi edinm ek isterlerdi.
Churchiirie birlikte sık sık. yanlıkları teftiş gezilerinin birinde (Ayaktaki Rauf Reydir)
B auf beyin Londra Büyük Elçiliğindeki başarılı hayatını, o sırada Büyük Elcilikte vazifeli bulunan değerli haric iyecilerim izden 'sayın Süreyya Berkom H ıy a t dergisinde y ay ın la dığı hâtıra ların ı an latırken der ki:
«Ne yazık ki, biz bit büyük dev let adam ını y ab an cıla r k a d a r an lam ış değiliz. A rlanın- o lsaydık em in L o n d ra Eiiyük E lçiliğ inden is tifasına hiç m eyden v e r ir m iydik?
İstifa, say ın O rbay için belki kolay b ir iş o lm uştu am a biz L ondra B üyük E lçiliğ inde âdeta y e tim kalm ıştık . O nun zam an ın d a yap tığ ım ız iş lerin faydalı olduğuna inandığ ım ız için b ü y ü k b ir neşe ve gönül fe rah lığ ı ile çalışıyorduk. Ya şim di, y â n i is tifad an so n r a , orasın ı ne siz so ran ne ben söyliyeyim .
B üy ü k E lcilik te b ir m âtem havası esiyordu. B u hava, h ikâyesi pek hazin o lan b ir saîıte para m eselesiy le b ir k a t daha
arttı. İtibarımız zedelenmişti- Başvekil Churchill yeni büyük elçiyi kabul etmiyordu. Özel kaleminden kaç defa randevu istedi isek de, her seferinde «Başvekil’in pek meşgul» olduğu bildiriliyor ve dışişleri bakanı Eden ile görüşme tavsiyesinde bulunuluyordu. Lord Beconsfield’e (Disralie) nasıl hak verme- mezlik edebilirdik? Demetmiş mi idi ki: »Bir çok insanların devlet adamı olmak istedikleri görülmüştür. Fakat bu ankâ kuşunun pek az kimsenin başına konduğu da tarihî bir hakikattir.» Şimdi bu tarihî hakikati biz kendi gözümüzle görüyor ve ibretle seyrediyorduk. Büyük elçi olmak, şu veya bu şartların bir yere toplanmasiyle, belki kolaydır ama bu sıfatı «Devlet adamı» sıfatiyle nasıl birleştirebiliriz? İşte meselenin can alacak noktası bu. Meselâ Fauf Orbay ne kendisi için ne de biz- ler için İngiliz hükümetinden, en ufak bir cemile gösterilmesini istemezdi. Aldığımız yiyecek ve giyecek karneleri, her İn- gilizin aldığı karnelerin ve miktarın ayni idi. Otomobillerimizin benzin tahsisleri de keza öyle idi.
Halbuki sonradan «İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü» sözüne uyarak, İngiliz makamlarını taciz eder olmuştuk. Tabiatiyle itibarımızı düşürdük.
Londranuı Almanlar tarafmdan bombardımanı devam ettiği ve şehir dışında evler kiralayarak buralara sığınmamız dış işleri bakanlığınca uygun görüldüğü, bunun için gereken yol tahsisatı da bankaya geldiği halde, Rauf Orbay: «Londra şehri oturulmaz bir hale gelmedikçe ve İngiliz Hükümeti şehri terk etmedikçe ne ben, ne de yanımdaki arkadaşlar buradan ayrılmak niyetinde değiliz.» tarzında, bakanlığa iş’arda bulunuyordu. Ve bizler de bombalar altında vazifemize devam ettik.
Devlet adamı, devlet parasının üstüne titriyor, başkaları, yâni devlet adamı taslakları da onu har vurup harman savuruyordu. Bu hal karsısında, bu sefer de Pitt’in sözleri gözümün •nünde canlandı: «Devlet adamı için yalnız kültür kâfi değildir. Bunsuz zaten hiç bir şey olmaz. Devlet adamı, devletini ve m illetini candan seven ve onun menfaati için canını bile fedadan çekinmeyen fazilet âşıkı adamdır.»
Rauf bey, işte bu adamdı.
R auf bey, Londra Büyük Elçiğilinde işte böyle çalışıp dururken, hâriciyem izin akla, havlasaya sığmaz ihm al
kârlıkları, ha ttâ m ünasebetsizlikleri ile başa çıkam ıyacağım anlayarak, istifaya m ecbur olmuştu.
İNGİLİZ HARİCİYE VEKİLİ EDENLE BİR TARTIŞMA
B irgün elçilikte Hariciye Vekiline öğle yemeği verm iştim . M aksadım o gün R usyadan geleceğini duyduğu
muz Sovyet Hariciye Vekili Molotof hakk ında bilgi edinm ekti. Yemeğin sonunda sırasın ı getirerek Eden’e sordum :
«— Molotof geliyormuş, ziyaret sebebini öğrenebilir m iyim?
«— Kim den duydunuz?«— PolonyalIlardan duydum, deyince:«— Ah bu PolonyalIlar, dedi, aslı yok, böyle bir ziyaretten
haberim yok...Halbuki o akşam Molotof’un geldiğini gördük. Ertesi sabah
E den’den m ü lakat istedim, gittim :— Molotof’un ziyareti hakkında dün b an a verdiğiniz m a
lûm at üzerine hüküm etim e Molotof’un Londraya gelmesinin bahis mevzuu olm adığını yazmıştım . Y alancı çıktım ve bu v a ziyette artık «Persona non G rata» oldum. İngilterede elçilik yapam am .» dedim.
Eden şaşırdı, fevkalâde üzüldü, özür diledi. F ak a t özür d ilemesini kâfi görmedim. M üttefik bir devletin elçisi karşısında bulunduğunu h a tır la ta rak dayattım , İsrar ettim . N ihayet t a r ziye vermeğe m ecbur oldu.
Bilhassa doktor Refik Saydam ı m üteakip, Başvekil olan Ş ü k rü Saraçoğlu kabinesinde, N um an M enemencioğlu H ariciye V ekili olduktan sonra, bu m ünasebetsizlikler, yâni (K uri- ye) diye şunun bunun iltim aslısı bir takım kaçakçılıktan başka b ir şey düşünm eyen adam ların, ellerine em anet edilen m ahrem evrakla Londraya gönderilm esi ve bu arada Londra- dan yazılan önemli raporların dahi A nkarada kale alınm ayarak m ütem adiyen cevapsız bırakılm ası gibi, m em leketi telâfisi im kânsız zararlara uğratan başı boş gidiş bü tün ikazlara, şikâyetlere rağm en o dereceyi bulm uştu ki, Rauf bey (H ayatî ehem m iyeti haiz devlet sırların ı ve devlet haysiyet ve itibarın ı ve em niyetini nasıl m uhafaza edebileceğini ve bu şa rtla r a ltında nasıl iş görebileceğini) bilemez hale gelmişti..
İşte o sıralarda, Mr. Churchill ile K ahirede buluşan Cum- hurreisi İsm et İnönünün m em lekete dönüşünü m üteakip yaptığı dâvet üzerine, A nkaraya giden Rauf bey, orada İsm et İnö-
nünün başkanlığında, M areşal Fevzi Çakm ak ve Başvekil Şükrü Saraçoğlu, Hariciye Vekili N um an M enemencioğlu ile yapılan toplantıya katılıyor. Ve İsm et İnönü K ahirede Mr. Churc- h il’le yapılan m ülâkatı anlatarak, İngilizlerin m utlaka harbe girm emizi istediklerini ve bu hususta ısrar ettik lerin i söyliye- rek, «Ne yapacağız?» diyor. Bu soru karşısında Başvekil Şükrü Saraçoğlu suusyor. M areşal Fevzi Çakmak, konuşm asını istediğini belirten bir tavırla R auf Beye bakıyor. Salon derin bir sessizlik içindedir.
Bu halden sözün kendisine verildiğini hisseden Rauf bey, şöyle konuşuyor:
«Müttefikimiz olmakla beraber, İngilterenin bugün bizden harbe girmemizi istemeğe hakkı yoktur. Çünkü geçen sene kendisiyle Adanada yapılan m ülâkatta Mr- Churchill bize ettiği vaadi tutm am ıştır. Mr. Churchill bize b ir sene içinde beş yüz Sherm an tankı, beş yüz son sistem Speed F ire hücum uçağı ve külliyetli m iktarda top, tüfek, cephane verecek değil m i idi? îngilizler bize bunları verd ik ten sonra ayrıca: (kullanılm asını öğrenirsiniz, ondan sonra yâni b ir sene sonra, B alkanlara bir m üdahale olursa, siz yine kendiniz durum a göre takip edeceğiniz hattıhareketi tâyin edersiniz » dem em işler mi idi? Bugün, bu vaziyet hasıl olmamıştır- Çünkü îngilizler o zaman- danberi vaad ettik leri şeylerden hiç birini verm em işlerdir. Böyle olunca, şimdi ne hakla bizden harbe girm emizi istiyorlar? Bu nasıl olur? Ne kadar ısra r etseler, vereceğimiz cevap, arz ettiğim sebeplere istinatla harbe girm emizi istemeğe hakları olmadığını kendilerine, gayet nazikâne bir şekilde h a tırlatm aktan ibaret olmalıdır. Benim bildiğim îngilizler, böyle b ir cevabın m ânâsını anlayacak kadar zekidir.»
Bu sözler üzerine, M areşal Fevzi Çakmak heyecan ve sevinçle yerinden kalkarak, hararetle Rauf Beyin boynuna sarılıyor.
İsm et İnönü de: «Haklısınız Rauf bey, bu m uhakkaktır. F akat fena dayatıyorlar.» diyor.
Rauf bey: «Dayatsınlar... Bana da Londrada kaç defa ayni şeyi yaptılar. Çok m uztar vaziyete düştükleri malûm.. Fakat biz de haklıyız. Başka tü rlü yapamayız. B ugünkü şartla r içinde onların istediklerini yapmamız, bizim kadar onların da aleyhine neticeler ihdas eder. Bunu b ir kere daha etraflıca kendilerine anlatırsak, ısrardan vaz geçeceklerine eminfim.» diyor.
N ihayet uzun m üzakerelerden sonra Rauf beyin ileri sür-
R au f B ey L ondra B ü yü k elç isi iken .
düğü sebep lerle «H arbe girilem iyeceği» k a ra r ı veriliyo r. Yoksa, R au f bey in dediği gibi «Allah esirgesin, B alkan H arb inde olduğu gibi haz ırlık sız v az iy e tte h arb e g iriş in m u k ad d er olan fe lak e tin d en kaç ın ılam ıyacağ ı m uhakkak» dı.
B u to p lan tıd an sonra, B aşvek il Ş ü k rü S araçoğlu R auf beyi, v ek ille r h ey e ti to p lan tıs ın a katılm ağa d âv e t ed iyo r ve ora-
da hazır bulunan vekillere: «Beyefendinin fik irlerinden istifade edelim» diye, Rauf beyden dünya politik ve askerî durum u hakkında izahat vererek, kendilerini aydınlatm asını rica ediyor.
Rauf bey, bilhassa m üttefiklerim izin durum u ve bizimle ilgili olup bitenlerle, olması ihtim alinden korkulan lar hakkında izahat verip, arada sorulan şeyleri de cevaplandırarak tam beş saat konuştuktan sonra:
«Şimdi müsaadenizle biraz da kendim izi anlatayım.» diye epeydir Londradaıı şikâyet ede ede bir tü rlü önüne geçemediği hâriciyenin berbat haline tem asla, bilm em ne m üdürü, veya reisi diye rastgelenin eline «Kuriye» pasaportu ile devletin en m ahrem evrakı verilerek Londraya gönderilm ekte devam edildiğini ve bunların çoğunun altın ve döviz kaçakçılığından başka b ir şey düşünm iyerek devlet sırlarını, kendisinden evvel, yabancılara duyurm akta o lduklarından ve b ü tün bunları C um hurreisine dahi m üteaddit defalar şikâyet ettiğ i halde, önleyem ediği gibi, Londradan yazdığı önemli raporlara bile Hâriciyeden cevap alam adığını, bu vaziyette Londra Büyük Elçiliğinde m em lekete faydalı olarak iş görmeye im kân olmadığından istifaya m ecbur olduğunu söylüyor.
Gerek başvekilin, gerekse hariciye vekilinin bütün bunlar ı ilk defa duyuyorlarm ış gibi, sözde hayret ederek, derhal gereken tedbirlerin alınarak, önleneceği hususunda vaitlerle, k a t’î tem inat verm elerine rağm en, Rauf bey; B unların kaçıncı vait ve tem inat olduğunu hatırlatıp , artık hâriciyenin lâfla dü- zelemiyeceğine tecrübelerle kaani olduğunu ve bu vaziyette b ir gün daha vazifede devam sorum luluğunu kabul edemiyece- ğini beyanla, istifasında ısra r edip İstanbula dönüyor.
B ir m üddet sonra, M ünür beyin vefatiyle boşalan Vaşing- ton Büyük Elçiliğini kendisine tek lif eden Başvekil Şükrü Sa- racoğluna verdiği cevap da şu oluyor:
«Yazık ki, hâriciyenizde benim ayrıldığım günden beri değişmiş b ir şey yoktur. Ayni keşmekeş, ayni lâübalilik, ayni sorum suzluk sürüp gidiyor.
Bozuklukların sebebi olduğunu söyliyerek, sözde iş başından uzaklaştırdığınız Hariciye Vekilini, Paris gibi hele şu zam anda son derece önemli bir m erkeze büyük elçi gönderdiniz. Ötede, devletin başına gaile açacak derecede karm a karışık işler yapan b ir başka elçiyi de, yerinden alıp başka b ir yere aktarm akla kalıyorsunuz. Rast gelen, hâlâ b ir yolunu bulup ha-
viciyenizin özel kuriyesi (Postacısı) sıfatiyle A vrupa m erkezleriyle A nkara arasında m ekik dokuyarak, devletin önemli sırlarını e trafa yaya yaya kaçakçılığın envaını yapıyor. Londrada bulunduğum sırada çok m ühim dir, çok aceledir, kaydile yazdığım bir çok şifreleri A nkaraya gelişimde, yâni aylarca sonra cevaplarının verilm esi şöyle dursun, açılmam ış bile oldukları- tozlu dolaplarda, çekmecelerde gözlerimle gördüm. Rica ederim , m em leketin m enfaatlerini hiçe sayacak kadar ihm alkârlık lar içinde yüzen böyle bir hâriciyenin, Vaşington Büyük Elçiliğini nasıl kabul edebilirim ? M emlekete hizm et edemiyeceği- me kaani olduktan sonra, herhangi biı işin başına geçmek benim âdetim değildir.-.»
Başvekil Şükrü Saraçoğlu, alışmadığı bu çeşit sözler karşısında ne diyeceğini bilem iyerek susuyor. Ve bu susuşu ile, kendisinin de, berbatlığı bütün m em leketçe artık m alûm olan bu hariciye ile, başa çıkam adığını itiraf etm iş olm uyor mu?
F) auf bey, siyasî hayattan tam am iyle ayrılm ış bir vaziyet- l te ,kendi âlem inde kitr.piariyle başbaşa yaşam akta de
vam ediyor. Fakat, öyle iken, kafiyeler yine etrafını sarm ış, sokağa çıkışlarında gölge gibi peşme takılm ış olarak, sıkı ta kibi bir an gevsetm ivorlar. Bir müddt* sonra, İkinci Dünya Harbi d cm ok m. i cephesinin zaferiyle sona erip, yeryüzü barışa kavuşup bizde de v:>rJ'''n badnvan taptaze bir çeşit demokrasi havası içinde m uhalefet partileri kurulm ağa başladığı ve M areşal Fevzi Çakm ak’ın bile um ulm adık bir tehalükle politika hayatına atıldığı günlerde Rauf bey, bu hallere de tam am en seyirci, yine kendi âleminde, m em leketin, m illetin selâm eti için dualar ederek huzur vo sükûn içinde, sadece pek yakınları ile tem as ederek yaşarken, günün b irin de îstanbula gelen Cum hurreisi îsm et İnönü, Rauf beyi Dolma- bahçe Sarayında yemeğe dâvet ediyor Rauf bey bu dâveti şöyle anlatır:
«Yemekten sonra salonda sigaralarım ızı içerek ağır ağır dolaşırken, Kâzım K arabekir Paşayı görüp görmediğimi sordu. Kâzım K arabekir Paşa Büyük M illet Meclisi Reisi idi.
«Ankarada değil mi? Siz görm üvor musunuz?» deyişim üzerine, asıl m aksad ın açıkladı: Evvelce yaptığım ız gibi, Kâzım K arabekir Paşayı da alıp T erakkiperver F ıkrayı tek ra r kurm am ızı istiyordu. Bu teklif karşısında, a rtık siyasî hayattan çekilmiş olduğumu hatırlatm ayı zait addederek, on anda dilim in ucuna gelen «Yaaa!» nidasiyle şu sözleri söyledim:
«Siz yine Halk Fıkrasın ın başında vc Cum hurreisi, biz de karşınızda muhalif... Aşkolsun, çok güzel!..» Bu samimi sözlerim üzerine o da, ben de tatlı tatlı gülüştük.
Ben o sıralarda m utlaka politika hayatına dönmem için m uhtelif yerlerden ve teşekküllerden bir çok davetler ve teklifler alm akta idim. Hakkım daki teveccühlere teşekkürlerle beraber artık politikaya kat’î şekilde veda ettiğim i beyanla, yine köşemde kendi âlem im de sükûn ve huzur içindeki hayatım a devam ettim-»
F akat bu kendi âlem indeki Rauf beyin içinde bir ukde var: Vaşington Büyük Elçiliğini kendisine teklif eden Başvekil: «Beyefendi, şu sırada Birleşik A m erikada m em leketim izi tem sil edebilecek sizden başkasını tasavvur edemiyoruz. A m erikanın her hususta yardım ına m uhtaç olduğumuzu elbette biliyorsunuzdur. Bize bu yardım ı oradan ancak, sizin gibi b ir büyük elçi tem in edebilir. Binaenaleyh, Vaşington Büyük Elçiliği, bu
günkü durum da, m em leketim iz için hayatî ehem m iyeti haiz b ir dâvanın hallini deruhte edecek b ir m akam olarak, son derece m ühim dir. Bu ciheti bilhassa tebarüz ettirerek , tek ra r rica ediyorum...» demişti.
Buna rağm en, bu büyük elçilik vazifesini, m alûm sebeplerle yapam ıyacağını ileri sürerek, kabul etm em işti. Lâkin, şim di Bebekteki evinde düşünüyordu:
«Sıkışık bir durum da olan m em leketin, ferahlam ak için A m erikadan yardım beklediği anlaşılıyor. Gerçi, büyük elçi olarak, bugünkü Hariciye ile b ir iş göremiyeceğime kaani isem de, acaba her hangi bir sıfat ve selâhiyeti haiz olmadan, sadece bir Rauf olarak gitsem, gücüm ün yettiğ i kadar b ir şeyler vapıp çalışarak, bu yardım ı m üm kün m ertebe tem in edemez iniyim?»
Rauf bey, bu düşünce ile huzursuzdur. A cabalan tek rar ede ede, sıkışık bir durum da olan m em leketinin yapılm ası lâzım olan b ir işini, yapabilm ek im kânı varsa, bunu ne sebeple olursa olsun yapm aktan çekinmiş olmak gibi, kendi kendine asla af edemiyeceği b ir hatâlı yolda olup olmadığını düşüne düşüne, nihayet ka t’î kararın ı verip, Londra B üyük Elçiliği zam anında biriktirebild iğ i para ile A m erika yolculuğuna çıkıyor.
Bu yolculuğu lüks bir transatlan tik le yaptığı gibi, Am eri- kada kalm ağa m ecbur olduğu şehirlerde de lüks otellerde oturan Rauf bey, Millî M ücadele esnasında ve Londrada iken yakından tanıdığı bilhassa G eneral H arbord, A m iral B ristol vesaire gibi A m erikalı politika adam ları, ve gazetecileri gibi diğer tanınm ış şahsiyetler vasıtasiyle tem aslarını genişleterek, geceli gündüzlü çalışm alarla: «Türkiyeye çeşitli yardımlrada bulunulmasını» sağlamağa muvaffak olanlardan biri ve galiba ilki oluyor.
Rauf bey, sessiz sedasız yaptığı bu iş için:«Dünyalığım - para lafını etm ez böyle derdi yetseydi,
Amerikada, bazı işler için belki biraz daha kalırdım . Ama, ancak dönüş biletini alabilecek hale gelince ayrılm ağa m ecbur oldum- Fakat A llah’a şükür, m em lekete borçlu olduğum a kanaat getirdiğim bu son vazifeyi de gücüm yettiği kadar yaparak, kalb huzuru ile îstanbula döndüm » demekle yetinirdi.
1950 ekim indeki C um huriyet Bayram ında, A nkara’nın 19 Mayıs stadyom una suret-i m ahsusada davet edilen Rauf beye, geçit resm ini yepen k ıt’alar geçerken, Cum hurreisi Bayar;
«— Rauf bey, demişti, işte siziıı sağladığınız yardımla gelen tanklar, toplar ve uçaklar...
B a h a n andıran güneşli, ılık b ir M art ortası sabahı Cihangirdeki apartm anın , ışık cünbüşü içindeki Boğaz’a
bakan penceresi önünde karşı karşıya kahvelerim izi yudum layarak, ta tlı ta tlı sohbet ederken, aklım a geliveren yıldönüm ünü hatırla tıp : «Bugün tam k ırk beş sene oluyor, şu Fındıklı sarayından M altaya gidişiniz...» deyişim üzerine Rauf Bey şöyle bir lâhzacık durak lar gibi olarak:
— Sahi, demişti. Bak hele zam an nasıl geçiyor? O rayı b ir daha görm ek isterdim . Okul yapm ışlar. B ir gün gitsek. Neydi o günkü m eclisin hali, hele o günkü V ahidettin ... H akikaten ta rih î b ir gündü. Sabahleyin İngilizler îstanbulu işgal ederlerken, meclis heyeti olarak bizi abus b ir çehre ile huzuruna kabul eden Padişah ve Halife V ahidettin: «Mecliste çenenizi tu tm azsanız bunların yapm ıyacağı yoktur, A nkaraya bile giderler...» tehdidini savurduktan sonra, hiç unutm am benim: «merak etm eyin hiç b ir şey yapam azlar, yalnız siz...» deyişim üzerine birdenbire hiddetlenerek, gözlerim in içine dik dik baka baka: «Beyefendi... B ir m illet var. K oyun sürüsü, çobanı da benim!» diye a rtık kendinden başka kim senin sözü geçemiyeceğini ve dolayısiyle A nkarayı, m illî hareketi filan hiçe saydığını ilk defa yüzüm üze karşı açıkça söyleyip, vaziyet almıştı. Saraydan meclise dönüp, olup bitenleri an latırken de İngilizler kapıya dayanm ışlar beni istem işlerdi. O anda m ecliste kopan k ıyam et hâlâ gözlerim in önündedir... E rtesi gün de Osmanlı Me- busan Meclisi tarihe karıştı... zaten hepsi ta rih oldu...
— Evet ta rih oldu Beyefendi... ve siz şimdi bü tün bunları b ir de tarih ten dinleyeceksiniz. Netekim, hâdiselerin içinde bulunm am ış olan sizden sonraki kuşaklar bunları tarafsız gözlerle inceliyerek ortaya koym aya başladılar» diye, yanım da getirm iş olduğum Sabahattin Selek’iıı «Anadolu İhtilâli» isimli k itabını gösterdim ve:
— İsterseniz bilhassa «Liderler» bahsinde sizi anlatan kısmı okuyayım.» teklifinde bulundum .
«— H ayhay... Ne diyor bakalım?» cevabı üzerine okudum:«Mustafa Kem al Paşanın, zaferden hem en sonra Rauf
i . et M ili! M ücadele lid erin i ya u yan a iesbi4 ed en son resim : R auf O rbay ve A li F u at C ebesoy.
B ey’e verdiği resm inde su satırlar yazılıdır: «Benim çok m u h terem . kardeşim ve Türkiyeyi ku rtarm ak ta h ak ik î m u ’in ve m üzahir kardeşim R auf’a.» M. Kemâl.
M ustafa K em al Paşa, b ü tü n h ay a tm ca pek az kimseyi bu derece yan ın a y ak laştırm ış o lduğundan , bu sözler çok önem lidir.
R auf Bey ise, A ta tü rk h ak k m d ak i k an aa tin i şöyle ifade e tm iştir:
«M ustafa K em âl Pasa m ücadeleye a tılu ıasayd ı, bu m em lek e t ku rtu lam azd ı. A nado lunun teh lik ey e düşen yerle rin d e , B atıda, güneyde ve doğuda başlayan vc b ir y u rtsev e r düşüncen in m ahsulü olan zaif m illî m u k av em et h a rek e tle ri, M ustafa K e
m âl P aşa b irleştirm eseyd i, h c ı b iri ay rı ay rı kolayca b as tır ıla bilirdi.»
M ustafa K em al P aşa A nado luda b iri askerî, d iğeri siyasî ik i k uvvete d ayanm ak zorunda idi A skerlik bakım ından, K âzım K a rab ek ir ve A lı F u ad P aşa la r , siyaset y ö n ü n d en de R au f Bey kend isine destek o ldular.
1919 T ürk iyesinde, R auf B eyin şöh re ti ve itiba rı, M ustafa K em âl P aşan ın ism inden ve rü tb es in d en ağ ır basıyordu . Bal-
K auf Orbay, son gü n ler in e kadar y a k ın lık lar ın ı sa m im iy etle m u h a fa . za e tm iş o lan vefak âr d ostları Ali F u at C ebesoy ve K âzım T a şk en t’le
b irlikte bir gezin tid e
kan H arbinin Ham idiye kahram anı. Birinci Dünya H arbinin Ç anakkale kahram anından çok övülmüş ve m illete duyurulm uştu. Şu sebeple ki, Balkan H arbinin utandırıcı m ağlûbiyeti içinde Bahriye Subayı Rauf Beyin yaptığı iş, tek teselli noktası idi. Buna herkes dört elle sarıldı H albuki Birinci Dünya H arbinde T ürk ordusu bütün cephelerde iyi döğüşmüştü. Şan ve şeref peşinde koşan birçok kum andan vardı ve M ustafa Kem âl Paşanın sivrilm esini istem iyorlardı.
A hm et İzzet Paşa kabinesinde b ir aya yakın b ir zam an Bahriye Nazırlığı yapan Rauf Bey, Anadoluya sabık nazır olarak gelmişti. Bu sıfatla da, sabık ordu kum andanı M ustafa Kem al Paşadan çok, ciddiye alınm ası tabii idi. Ham idiye kahram anı, Bahriye Nazırı Rauf Bey, bu bakım lardan, askerlik ten istifa eden M ustafa Kem âl Paşaya kuvvet verdi.
D aha İstanbulda iken, iki arkadaş, m em leketin kurtuuş çareleri üzerinde sık sık görüşüyorlardı. Esasça beraberdiler ve b irb irlerine güveniyorlardı.
M ustafa Kem âl Paşanın hem en arkasından, Rauf Bey de bu sebeple Anadoluya geçti.
Osmanlı Delegasyonu Başkanı olarak Mondros m ütarekesini im zalayan Rauf Bey, şimdi bu m ütarekenin getirdiği belâ ile m ücadele edecekti. Ne garip tir ki, m ondros m ütarekesinden dolayı onu suçlandırm ak, kim senin aklından geçmemiştir. Gerçi Sadrazam Ahm et İzzet Paşa: -Gerek M erkezî H üküm et, gerek m urahhas heyeti son dereceye kadar m ukavem et etm iş ve nihayet iş ültim atom derecesine geldiği sırada ip koparılm adan m ütareke yapılabilm iştir» der. Fakat, devletin o sıradaki zor durum u m ütareke şartlarında galipler yararına bu kadar açık kapı bırakılm asını m azur gösteremez. Nitekim Rauf Bey de işin farkında olduğu için Am iral G altprop’a İngilterenin im zalanm ış anlaşm alara sadık kaim kalm ıyacağını tek ra r tek rar, üç defa sormuştu.
İngiliz am iralinin m üsbet cevabına bel bağlam ak her halde safdillikten başka bir şey olamaz.
Haysiyetli b ir insan olan Rauf Beyin, Mondros m ütarekesinin uygulanm a şeklini görerek vicdan azabı çektiğinden şüphe etmiyoruz. M emleketin kurtu lm ası uğrundaki hizm etleri, hatâsını örtm eye bol bol yeter.
Rauf Bey, Çerkeş asıllıdır. K uvâyı M illiyeye katılan çerkes ileri gelenlerinin bazılarının bu yola gelm esinde Rauf Beyin
D ört d eğerli ve can d an dost: A li F u a t C ebesoy, R au f Orbay, H üsrev G erede, K âzım T aşk en t
te s iri gö rü lü r. M illî M ücadele devam ınca K uvay ı M illiye lid e rle rin in en nü fu z lu su o larak ka lm ıştır. H er m u h itte k end isin i kolayca sevd irm ey i ve sayd ırm ay ı b iliyordu .
E rzu ru m K ongresi in tih a la rım an la ta n C evat Dursunoğlu şöyle der: «Rauf Rey, k ongreye kendini çok sevdirm işti. H âl ve tavrı, m ütevaziiiği, âzalara saygı ve sevgi telkin etmişti.»
M ustafa K em âl P aşa ile, zam an zam an fik ir ve görüş ih tilâ fla rın a d ü ş tü k le ri oldu. F akat, ik isi de k arş ılık lı saygı v e çek inm e hissiy le a ra la rın a k ırg ın lık sokm ayacak şekilde id a re li d av ran d ıla r. A sıl büyük anlaşm azlık , zaferden sonra m ey d an a
F: 12
çıktı. Bu defa sebepler büyük uçurum lar açmıştı. Düzelmesine im kân yoktu ve düzelmedi.»
Yazı burada bitti. Fauf Bey sonuna kadar dikkatle dinlem işti, hiç sesini çıkarmadı. Ne düşündüğünü, ne diyeceğini m erakla bekliyerek yüzüne bakm akta olduğum u görünce:
«Mondros M ütarekesine tem as eden cümleyi, b ir daha okur musun?» dedi.
Okudum: «Haysiyetli bir insan olan Rauf beyin Mondros Mütarckenamesinin uygulanma şeklini görerek, vicdan azabı çektiğinden şüphe etmiyoruz. Memleketin kurtarılması uğrundaki hizmetleri hatâsını örtmeğe bol bol yeter.»
Biraz dalgın, düşünerek dedi ki:— İfade biraz m uğlak değil m i9 Bana vicdan azabı çekti
ren bir (Hatâmdan) bahisle, ancak m em leket uğrundaki hizm etlerim in bu vicdan azabını önleyebileceğini söylüyor.
Be birader, hatâm ne? Mondros M ütarekenam esinin uygulanm a şekli ise, insaf ile düşünm ek lâzım dır, İngilizlerin M ütarekenam e hüküm lerin i istedikleri gibi tatb ik etm elerine ben şahsen nasıl m anî olabilirdim ? İmzadan sonra H üküm ette Bahriye Nazırı olarak kaldığım günler içinde, bunu pekâlâ uygulandırın aya m uvaffak olm uştuk Ancak biz H üküm etten çekildikten sonradır ki, uygulanm a şekli de berbat edildi. Bunda benim ne gibi bir hatâm olabilir7 Padişah Vahidüddin, ben daha M ütareke işi için M ondros’a giderken, verdiği tâlim atm ilk m addesinde: (Evvelâ Hilâfet ve Saltanat ve Hânedan hakların ın em niyetinin sağlanm asını) istemişti.
Bu isteği ile, bütün m aksadını m eydana koymuş oluyordu. M ütareke yapıldıktan sonra da Padişahın tek kaygusu yine her şeye tercihan, her şeyin üstünde evvelâ kendi m akam ını korum ak endişesi idi. Bu endişe ile, Bab-ı Âlî’yi, İtilâf Devletlerine karşı daima boyun eğerek, onların her istediklerine mü- tavaat politikası takibine icbar etm ekte idi. Biz bunu yapamı- yacağımız için çekildik. Bu b ir tarih î gerçektir. Binaenaleyh, ben burada şahsıma taallûk eden bir hatâ göremiyorum. O rtada ancak dünyaya fîlen hâkim muazzam düşm an kuvvetleri karşısında bir yenilme talîsizliği vard ır ki. onun kaçınılmaz neticesi olarak içine düşülen vaziyet hâsıl olm uştur.
Bu vaziyet karşısında ben de elbette bü tün vatandaşlarım gibi üzüntü ve ıztırapla kıvrandım , lâkin hatâ ve vicdan azabı bahis m evzuu değildir. Aksine, m em leket hesabına duyduğum elem ve ıztırapla ümitsizliğe düşmeden, her çareye başvurarak,
O n y ıl evve lin bir h â tıra s ı: R au f O rbay F erid un K an d em ir’le bir h a sb ıh a l e sn asın d a .
m em lek e tin k u rta rılm ası dâvasına a tılm ak ta te re d d ü t e tm edim . Sonra, yazın ın sonunda b ir cüm le var: «M ustafa K em âlP aşa ile...» diyor, o k u r m usun?
O kudum :«M ustafa K em âl Paşa ile zam an zam an fik ir ve görüş ih ti
lâ fla rın a d ü ştü k le ri oldıı. F akat, ikisi de k arş ılık lı saygı ve çe k inm e h issiy le a ra la rın a k ırg ın lık sokm ayacak şek ilde id are li d av ran d ıla r. Asıl b ü y ü k an laşm azlık Z aferden sonra m eydana çık tı. B u defa sebep ler b ü y ü k u çu ru m la r açm ıştı. D üzelm esine im k ân yok tu ve düzelm edi »
R auf bey, y ine d ü şü n ü y o rd u ... D algın dalg ın dedi ki:
«Mustafa Kem âl Paşa ile hiç bir fik ir ve görüş ihtilâfına düştüğüm ü hatırlam ıyorum . Ben İcra V ekilleri Heyeti Başkanlığını «Hiç bir işime karışm am ası şartıyle» kabul etmiş, O da H üküm etin başında bulunduğum m üddetçe bu şarta tam am iyle riayet ederek hakikaten hiç b ir işime m üdahale etmemişti. Bu hâl zaferden sonra, Lozan M uahedesinin imzalandığı güne kadar devam etm iştir. H attâ Lozan M uahedesi imza edileceği sırada, M urahhas Heyetim iz Başkam İsm et Paşanın doğrudan doğruya M ustafa Kem âl Paşaya yazdığı şirfeler dahi, H üküm et Başkanı olarak benim elimden geçmeden, M ustafa Kem âl Paşaya verilmezdi. Ve Paşa, bana verdiği söze sadık kalarak, hiç bir zaman İsm et Paşanın resen kendisiyle m uhabere etm esi için ayrı b ir şifre istem ek lüzum unu duym am ıştı. Yâni, işim e karışm ası için tah rik edildiği zaman bile, bu tahrik lere m ukavem etle, yine sözüne sadık kalm ıştı.
Lozan M uahedesi imza edildikten sonra, ben İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığından çekilmek lüzum unu duyduğum zam an da yine M ustafa Kem âl Paşa ile aram ızda hiç b ir anlaşmazlık olmadan, A nkaradan ayrılıp seçim dairem olan Sivas’a gitmiştim.
Ancak, bu m uahede imzalanm a safhasına girdiği günlerde İsm et Paşanın, Lozandan bana çektiği telk raftak i sitem kâr h a ttâ hakaretâm iz ifadesine, yalnız ben değil, M ustafa Kem âl P aşa da pek haklı olarak üzülm üştü Netekim , benden evvel M ustafa Kem âl Paşa, verdiği cevapta kendisini haksız bulduğunu bildirm iş olduğu gibi o gün, bana da tek ra r tekrar: «Kusuruna bakmayalım , her halde pek bunalm ış olacak... Dış âlem le tem ası yenidir, alışık değildir. Hoş görelim. Dönünce kulağını çekeriz. tarzında sözler söylem işti ve h a ttâ daha sonra, bu m ünasebetsizlikten dolayı İsm et Paşayı K abine’de tu tm ak istemediğim takdirde pekâlâ Hariciye Vekilliğinden uzaklaştırabileceğim iz! ısrarla teklif ederek: «Kardeşim üzülme Başvekilsin, istediğini yapm akta tam am en serbestsin!» demişti.
G örülüyor ki, benim M ustafa Kem âl ile hiç b ir ihtilâfım olm am ıştır ve yoktur. Ama, m enfaatlerin i bunda bulan b ir takım ların ın ih tilâf yaratm ak istedikleri görülm üştür. H er vak it söylediğim gibi M ustafa Kem âl Paşanın (E traf) ı, hiç b ir zaman kendisine lâyık olmamıştır. Ve eminim ki, M ustafa Kem âl Paşa sağ olsaydı, bu (E traf) m kendisine katiyen lâyık olm ayarak, m em lekete de zararlı olduklarını zamanla, görüp çok iyi anlayacaktı.»
E ren köy’dek i köşk ün b ah çesin d e 1962 y az ın d a R au f Orbay bir sa b a h g ez in tis in d e K an d em ir’le beraber.
Rauf bey, içten gelen b ir üzüntü, ile m uzdarip o lduğunu belirte belirte devam etti:
— Allah O’na gani gani rahm et eylesin, m em leketin hâlâ yokluğunun acısını çektiği ve bu gidişle daha çok da çekeceği o m üstesna yaradılıştaki büyük adam la ben, ne de eski m ücadele arkadaşlarım ızdan hiç biri her hangi bir esaslı ihtilâfa düşmedik. Politika hayatına atılan insanların da kaçınam ıya- cak kusurları, zaafları olabilir, fakat bunlar m em leketin, m illetin kurtu lm ası dâvasında feragatla m üşterek çalışmayı kabul edenler arasında kaale alınmaz.
Ben tek ra r edeyim: kendisiyle b irlik te çalışm akta ne kadar isabet etm iş olduğumuzu, m em leketin muazzam bir zaferle ku tru lup istik lâl ve sükûna erişm esiyle gördüğümüz M ustafa K em âl Paşa ile, aram ızda anlaşm aklık diye bir şey olm adığı gibi, ne hayatta bulunduğu m üddetçe ve ne de aram ızdan ayrıld ık tan sonra kendisini ve esrelerini inciterek, ruhunu tâ- zip edecek küçücük bir harekette bulunulm adığına kaani olarak,, bu dünyadan huzur içinde göçüp gideceğim.
Tarih diyorsun, tarih işte bun laıı hesaba katarak hükm ünü verm elidir, ve öyle olacağında da şüphe yoktur.»
Sessiz sedasız onu dinlerken duygulanarak düşünüyordum : M emleket uğrunda hayata a tıld ık lan günden beri, bü tün b ir öm ür boyunca her hareketleriy le fazilet, feragat, dürüstlük ve vatanseverlik örneği halinde hiç biı fedakârlık tan çekinm eden yaptık ları m üstesna hizm etlerle, büyük bir vicdan huzuru içinde âleme yüzleri kızarm adan haklı bir gururun belli belirsiz hazzile bakabilecek m ertebeye erm iş olan insanlar bakım ından, Tanrım ne kadar da fakiriz!
Safha safha gözden geçirilecek onlan bütün siyasî ta rih imiz içinde acaba kaç kişi üzerinde -İşte bu da öyle m üstesna bir şahsiyetti», diye durup da, gönül ferahlığile övünebiliriz?
Bu m ertebeye ermiş olan Rauf bey her şeyini, her şeyini,, bü tün bir öm ürün hatta sonrasının m em leket hesabına duyulan huzurunu belirtirken sadece «Hamdolsun alnımız açık, yüzümüz pak» demekle yetin ir ve bilhassa son yıllarında bu altı kelim yi her vesile ile tak rar ederdi,
O gün, böylesine parıl parıl ruhunu dile getirm işçesine ko- nuşuşu karşısında bir çok defa sözü getirir gibi olduğum halde üzerinde duram adığım b ir konuyu, ortaya atabileceğim i düşünerek Rauf beye, M ustafa Kem âl Paşa ile «Etraf» m tesiriy le ayrı kalışlarının m em leket m ukadderatı üzerinde ne gibi tesirler ve neticeler doğurduğu noktasına tem asla sordum:
« — Bey efendi, bu ayrılık olmasaydı da, Millî Mücadeler nin iptidasından beri olduğu gibi, sulhtan sonra da yine birlikte el ele çalışmakta devam edebilmiş olsaydınız...»
Bence bu, yakın tarihim izin üzerinde önem le durulm ası ve m uhakkak ki yarın ve öbür günlerin tarihçilerin in büyük dikkat ve itina ile üzerine eğilecekleri cidden önemli bir meselesidir. Çünkü bu «Ayrılış» davanın henüz herkesçe üm itsiz sayılan kapkaranlık günlerinden beri sarsılm az b ir üm it, im an ve sevgi ile b irb irlerine inana inana bağlanarak, m em leketi içine düştüğü yıkılmak, yok olmak felâketinden ku rta rıp zafer ve barışla selam ete uiaştırıncaya kadar tek vucut halinde çalışmış ve esasen öm ürleri boyunca da pürüzsüz vatan severlikleri, sağlam karek terleri ve fedakârlık ları ile tem ayüz etm iş olan güzide şahsiyetlerin b irb irlerinden ayrılm ası ve ayrılıp gidenler yerine, Başın yani M ustafa K em al’in yanına, henüz geçmişlerinde sorum luluğunu tek başlarına yüklendikleri her hangi bir önemli hizm ette bulunm am ış oldukları gibi, ahlâk, karek ter ve seciyeleri de layıkiyle denenmemiş olduğundan, m illetçe ne oldukları doğru dürüst bilinm eyen kim selerin gelmesi dem ekti.
Bütün memleket, bütün Türk m illeti gözünde bu, böyle idi. Böylece; bu ayrılık basit bir ekip değişişi olmaktan çıkıyor, başlı başına «Memleketin kaderini yepyeni bir ekibe tevdi ve teslim ediş» mahiyetini alıyordu ki. öneminin derecesini izaha hacet yoktur.
Ve şimdi aradan kırk yıl geçmişti. Bu yarım yüz yıla yakın zam an içinde olup bitenler ise, bu konuda bir hükm e v a rm aya yarayacak şeyleri gözlerin önüne serm iş bulunuyordu.
Rauf bey soruma, ağır ağır cevap verdi:— Biliyorsun ki Millî Mücadele, Büyük Zafer, Lozan ve
Saltanatın ilgası yani en elverişsiz şa rtla r içinde boğuşa boğu- şa kurtu luşla, barışa kavuşuş ve ilk büyük devrim yani P adişahlığın ortadan kaldırılpıası M ustafa Kem al Paşa ile m üşterek çalışmamız devrinde oldu ve bunlar aram ızda hiç b ir esaslı anlaşm azlık olmadan m ükem m elen tahakkuk etti. Ondan sonra «Etraf» ın tesiriyle biz, çekilmeğe m ecbur olduk. Y erim ize gelenler, 1923 den 1938 e kadar on beş yıl m üddetle M ustafa Kem al’in yardım cısı olarak, bu devre içinde bilhassa yapılan devrim leri yürütm ek ve m em lekete adil, temiz, dürüst b ir idare ile refah sağlam ak işi ile vazifeli idiler. Bu b ir...
Ondan sonra, yani M ustafa Kem al Paşanın aram ızdan ay-
rılışm dan sonra: O’nun em anetlerini m uhafaza ile kökleştirm ek işi gelir ki, sorduğun suale göre bütün bunları biz olsaydık nasıl yapar ve devam e ttirird ik ve yerim ize gelenler nasıl' yapm ış ve devam ettirm işlerdir, değilmi?»
Dedikten sonra, yine ağır ağıı ekledi:«Lâkin, devam ettiren lerin bu gün nereye vardıkları artık
herkesçe m alum olduğuna göre, b ırak da hükm ü yine tarih versin. Bence asıl önemli olan, M ustafa Kem al Paşadan sonra, O’nun yerleştirip kökleştirm ek işini kendilerine bırakm ış olduğu devrim lerin, bugün ne hâle gelmiş aldu.ğudur.
— T arih elbette hükm ü verecektir beyefendi, fakat siz?— Ben... Bak sana şunu söylüyeyim, Bir az evvel bahsetti
ğin Fındıklı Sarayının hatırla ttığ ı hâdise her şeyi izah eder: O 16 m art günü ben o Sarayın kapısına dayanan Ingilizlere teslim olup, da M alta’ya sürülm eyi kabul edecek yerde, pekâlâ kaçıp giderdim. Kaçmadım, belki de hayatım a m al olacak b ir teslim iyeti kendi rizam la ve inan ki, sevine sevine kabul ettim . Çünkü, ancak bu suretle İngilizleri T ürk M illeti ve dünya u- m um i efkârı gözünde zalim ve m ütecaviz b irdurum a düşürüp, Anadoluda Millî Meclis ve H üküm eti kurm ak im kânı hasıl olacaktı ve oldu.
Bana yine kendim den bahs e ttiriyorsun ama, sorduğun önemli sualin cevabını daha açık verebilm em için, bunu anlatm am lâzım dır. Evet, ben o gün kaçmadım ve şahsen uğrayabileceğim h er felâketi, her m usibeti göze alarak düşm ana teslim oldum. Beni —bir çaklarm ın delilik dedikleri— bu harekete sevk eden kısaca nedir bilir m isin? İşte «Kuvayı M illiye Ruhu» denen şey... Bunu kim başka tü rlü izah edebilir?
Gerçi o günlerde henüz bu tab ir bilinmezdi, yoktu. Lâkin, henüz adı konm am ış olmakla beraber, (İnsana iman ederek i- nanaığı b ir m illî dava uğruna, tereddütsüz feda olmağı göze aldıran» bu ruh olmasaydı, bırak, şunu bunu hiç, hiç bir şey yapamazdık. İşte bütün mesele buradadır. Şimdi sualin cevabı daha kolay izah edilebilir.
Biz, yani M ustafa Kemal, Ali Fuat, Kâzım K arabekir Paşala r Millî M ücadeleye Kuvayı Milliye Ruhu ile atıldık. Ve biz bu ruh la işe başladığım ız zaman, bu ruh tan nasibi olm ayanlar Istanbulda sıcacık yuvalarında, m em leketin uğradığı büyük felâkete sadece seyirci, ha tta bizim hareketim izi mânâsız, m em lekete zararlı sayarak, yalnız kendi rahatların ı sağlam ak endişesiyle yan gelmiş oturuyorlardı. D ikkat et, b ir ta ra fta b ir da
vaya inanarak kendilerini feda edenlerle, inanm ayarak yan gelmiş o turanlar...
Millî Mücadele işte böyle başladı ve tam bir yıl böyle devam etti. Ondan sonra, «İnanm ayanlar» yavaş yavaş b ir takım tasirlerle ha tta daha ziyade zorluklar duyarak «İnanmış görünüp» bize ister istemez katılm ağa başladılar.
Fakat bunlarda «Kuvayı M illiye Ruru» denen şeyden eser yoktu, olamazdı. Olsaydı, pek tabii kabına sığm ayarak, feveran ederek asıl vaktinde, zam anında kendini .gösterirdi.
Lâkin bu bir kusur değildir, her insanda m utlaka K uvayı M illiye Ruhu bulunm asını istemeğe hakkım ız yoktur. Zaten bu istem ekle olmaz, varsa var, yoksa yoktur. Y aradılış meselesi... Şimdi, her şeyi anlatabildim mi?
— H ayır Beyefendi Anlayam adım .— Canım anlam ıyacak ne var? Bizden sonra gelenler...— Evet...— K uvayı Milliye Ruhundan m ahrum oldukları için, elbette
inanm adıkları b ir davayı, inanır gibi görünerek b ir em ir kulu vaziyetinde ele alıp yürü ttük lerinden bu hale getirm işlerdir dem ek istiyorum . Bak b ir m isal vereyim : Tam kırk sene evvel o m âlum fırka gurubu toplantısında edeta sorguya çekildiğim zaman, Cum huriyeti ancak, Millî Hakim iyeti kayıtsız şartsız sağladığı takdirde «Cumhuriyet» ¿ayabileceğimi söylerken, bana şiddetle itirazla: «Hatâ ettiniz, Rauf bey, hatâ ediyorsunuz bir işe başlanırken daim a m em leketin selâm eti sağlanarak başlanır. Buhusus böyle inkilâp zam anlarında hüküm et adam alrı her hangi b ir şüphe belirtm ezler» diye hücum eden zam anın Başvekili, eğer hakikaten davasına inanm ış b ir adam olsaydı, bu k ırk sene içinde, hiç olmazsa bu m illeti, kadını, erkeği, büyüğü küçüğü ile hakim iyetine şahin kılacak şekilde b ir m illî eğitim seferberliği ile, yetiştirm ek isini olsun yapıp bitirem ez m i idi?
1923 den 1964’e geldik.. T ürk M illeti hâlâ yayınlanan istatistik lere göre bütün dünyanın en az okur yazar m illetidir. Ayıp, günah ve yazık değil mi?
Sonra, düşün b ir kere, k ırk küsür vıl evvel kah r ede ede denize döküp m ahvettiğim iz Y unanlılar, bugün bütün dünyayı da peşlerine takarak, bize b ir K ıbrıs davasında m eydan okuyorlar. Hele devrim ler ne hale gelm iştir?
Sonra, m em lekette hangi kanun, hangi nizam, hangi program veya plân layıkiyle tatb ik edilebilm ektedir? Kısaca, işte bugünkü halim iz bu...
Bütün bunlar, ancak, K uvayı M illiye Ruhundan yoksun oldukları için, her şeyden evvel şahıslarını düşünerek ikbâl m evkiinde tu tunm a gayretile iş görenlerin eseridir!
KENDİ AĞIZLARINDAN...
a h a inkılâbın ikinci, üçüncü yılında A ta tü rk ’e ve eserlerine in an an la rd an çoğu, b ir fırsa tın ı bulup m em
leketten çıkm ak veya m em lekette ra h a t ve kazanç m evkilerin i elde etm ek için sab ırsız lanm akta idiler. Bu h a ra p v a tan d an uzakta, bu yoksul h a lk tan ıra k ta Avrupa şehirlerinde bir Devlet konağına yerleşerek, devlet arabası ve devlet dövizi ile öm ürlerini hoşça geçirmek veya Ç ankayadaki nüfuzların ı iş p iyasasında sa ta rak b ir iki vurgunda nesillik servetler edinm ek hırsı, Ç ankayadaki ihtilâlci yuvasını sa ray havası ile zehirliyordu.
«Çankaya» Sayfa 414 Falih R ıfkı ATAY
Bak hatırım a geldi; Benim Harnidiye’de A rnavut Receb isimli bir erim vardı. A kınlar esnasında b irgün A driyatik te A rnavutluk kıyılarına yakın seyr ederken düm en başındaki çavuş bu e r’in köyünün önünden geçmekte olduğum uzu söyleyince hem en Receb’i çağırttım :
A rnavutluk’un artık bizden ayrılıp uzakta kalmış, Haraidi- yenin de b ir daha bu kıyılara gelip gelmiyeceği belli olmadığına göre, isterse hiç tereddüt etm eden borda bot ile derhal k ıyıya çıkıp, köyüne gidebileceğini söyledim. K arşım da selâm vaziyetinde duran Recep, belki y ıllard ır hasretin i çektiği çoluk çocuğunun bulunduğu köye doğru şöyle bir göz a ttık tan sonra, yine öyle selâm vaziyetinde yüzüm e dim dik bakarak:
«Sağ ol kum andanım ! Ama Ham idiye’deki vazifemiz b itm eden ben arkadaşlarım dan ayrılam am , cevabını verm işti. Ha- m idiye ateşle, boraiarla, fırtına larla çevrili ve sonu ne zam an geleceği bilinm ez bir kanlı m acera içinde yuvarlanıyordu. K um andan «senden m em nunum , artık vazifen de b itti istersen gidebilirsin» diyordu. Lâkin, Recep hayalleri gözlerinde tü ten ana baba ve bütün sevdiklerinin içinde bulundukları işte şu racıktaki köyüne bir daha varıp varamayacağını bilm ediği halde gitm iyordu...
Bunu kim yapar? K uvayı M illiye Ruhu olm ayan bir insan yapabilir mi? Recep, o m eçhul kahram an hiç şüphe yok ki doğuştan böyle idi ve H am idiye’de kendi gibi arkadaşları arasında pişmiş ve olgunlaşmıştı.
Bu örneği anlatışım ın sebebi m alum : K uvayı Milliye R uhunda olmayan bir insan, hele bir de K uvayı M illiyecilerle hem hal olarak, onların içinde pişip kıvam a gelmemişte, b irden bire kendisine verilen bir vazifenin başına geçmişse, şüphe yok ki o vazifeyi yapar, ha tta m ükem m elen başarır lâkin K uvayı Milliye R uhunun gerektirdiği gibi inançla bağlandığı m illî davâ uğruna tereddütsüz canını verecek derecede fedakârlık lara hazır, cesur ve karak ter sahibi olmak noktasına gelince, im kân yok böyle olamaz.
K uvayı Milliye günlerinde ki m illî m ücadelenin ilk yılıd ır. M ustafa Kem al Paşa ile, kaç defa bu hususta b ir çok hasbihal- ierim iz olm uştur. Her seferinde ayni noktaya gelir ve bu R uhun aşılanması im kânı olmadığı, doğuştan bu ruh ta olm ayanlara ne yapılsa kâr etm ediği ve buıılrm daim a ruhsuz b irer e- m ir kulu halinde iş gören insanlar olarak kald ık ları fik rinde ittifak ederdik.
Evet A ta tü rk bunu bilirdi. Fakat nihayet o da insandı. Pek tebii olan insanlık zaaflarile «etraf- ına sokulanların ruh i du- rum larile kendine lâyık olup olm adıklarını isabetle tehm in edem em iştin___________________________________________ ________ _
ETRAF...
A ta tü rk bir akşam sofrada yan ında o tu ran bir han ım a, t V so fran ın öbür ucunda o tu ran b irin i gösterip:«— Bu adam ın ne bayağı olduğunu bilmezsiniz, demişti.
H ani çöp tenekesi vardır. İçine h e r tü rlü sü p rün tü konur. Ne k ad ar boşaltsanız dibinde yapışık bir şeyler kalır. İş te bu o şeylerdendir...»
H anım şaşırarak : «— Am an Paşam , öyleyse ne diye so fra nıza alıyorsunuz?» demesi üzerine:
«— Haa.. işte onu da sen bilmezsin kızım...» cevabını verm işti.
«ÇANKAYA»Falih R ıfkı ATAY
H er dediğini kabul ile, her em rini baş üstüne diye yerine getirecek derecede kendine sadık bildiği cidden liyakatli, çalışkan fakat dediğim gibi, K uvayı Milliye R uhundan yoksun kim selerin, kendinden sonra bu yoksunlukla her şeyi unutarak , sadece m evkilerinde kalm ak hırs ve endişesiyle, neler yapabileceklerini tahm in edememiş olması, her halde b ir talihsizlik olm uştur.
Başka ne denebilir?.. Olan işte bu... bırakalım ta rih hükm ünü versin...»
BİR DE BU VARDI...
İ sm et Paşannı, Lozan sonundaki davram sile bilindiği şekilde M ustafa K em âl P aşad an ay ırm ağa m uvaffak ol
duğu R auf Beyi, b ir d ah a buluşm aları ih tim alin i de o rtad an kaldırm ak m aksadile giriştiği te rtip le r a rasın d a b ir de, ta n ın mış k u m andan la rdan K em alettin Sam i P aşa vasıtasile olanı vardır ki İsm et Paşa, bu teşebbüsile R auf Beyi, h ay re t edilecek bir kinle oyuna düşürüp —M ustafa K em âl P aşa n azarında olduğu gibi— politika h ay a tın d a da m ânen m ahvetm ek gayesini gütm üştür.
İsm et P aşan ın bu teşebbüsünü bizzat R auf Bey şöyle a n la tır:
«K em alettin Sam i P aşa bir dostunu, o sırad a bulunduğum İstanbu lda bana göndererek, A nkaraya dönerken kendisine h a ber vermemi, tren in kolordu m erkezi olan Eskişehire varışında P aşan ın benimle, hakkım da bildiği pek m ühim bazı şeyleri gö- 'rüşm ek istediğini bildirm işti. |
K em alettin Sam i Paşa, aynı zam anda hem mebus, hem de 'kolordu kum andan ı idi. Bu sebeple kendisiyle siyasî bir m uba- ıh asada bulunm ağı doğru bulm adım ve A nkaraya hareketim i de bildirmedim. F ak a t tren in Eskişehire gece geç vak it varm ış olm asına rağm en K em alettin Sam i P aşa geldi, beni buldu. •
C um huriyetin ilân ına tekaddüm eden gece Ç ankayada G a- jzi Paşa, İsm et Paşa, Kâzım Paşa, H alit Paşa, F e th i Bey, Recep jBey ve Lâtife H anım ın bulunduğu m ecliste, C um huriyetin ilânı imeselesi ertesi gün ne suretle Büyük M illet Meclisine in tika l ettirileceği hususları görüşülüp k a ra rla ş tırıld ık tan sonra İs-
m et P aşan ın beni (program ı islâm i esaslara d ayanan din î bir fırka —p arti— kurm ağa sevk etm ek için ta h rik ve teşvik vazifesini kendisine verm iş olduğunu ve b an a hakk ım da vakıf olduğu bazı m alûm atı ih b a r için görüşm ek ih tiyacında bulunduğunu söyledi ve:
«Gazi Paşadan , sizinle arasındak i ih tilâ fa sebep ne olduğunu sordum,» deyince, ben de: «Bu suale neden lüzum gördünüz?» dedim. Cevaben: «Siz İs tan b u ld a bulunduğunuz s ıra da telâkki ettiğ im bazı m ahrem ta lim a tta n dolayı..» dedi ve sözüne devam la an la ttı:
«Gazi P aşa hakkın ızda en sam im î takd ir ve m uhabbet h islerin i yad ederek aran ızdaki anlaşm azlığa dair sorduğum suale cevaben: «O’nu İsm et P aşaya Sor!» buyurdu ve İsm et P aşa dan sorduğum da, onun da: «Rauf pek kıym etli ve sam im î bir arkadaşım ızdır. F a k a t bizim tasavvurlarım ızı ta tb ik te birlikte yürüyem iyeceğine kaniim . C um huriyet idaresinde fırka ların vücudu lâzım ve tabiidir. R auf Bey de b ir fırka kurup, İslâm akidelerini açıkça savunsun. Bu suretle v a tan a d ah a faydalı h izm et etm esi m üm kün olur.» cevabını verdiğini nak letti. Ben de h ay re t e ttim .
K em âlettin Sam i P aşa bu fikri iltizam edip, faydaların ı da sayarak beni razı etm ek için bir hayli uğraşarak , h a t tâ benim teşkil edeceğim fırkayı kendisin in de kuvvetlendirm eğe hazır bulunduğunu ilâve edince kendisine M eşrutiyetin ilân ın ı m üteak ip askerin politika ile u ğ raşm ak ta devam ı yüzünden (31 M art askerî ih tilâ li ve H alâskârlar ha rek e ti ve n ih ay e t B alkan bozgunu ile R um elinin elden çıkm ası) suretile neticelenen felâketleri h a tır la ta rak , kendisin in de şa h it olduğu bu ve em sali pek elim ve acı tecrübelerden sonra, kolordu kum andanlığ ı gibi yüksek b ir askerî m akam ı işgal ederken ,aynı âkıbetleri h a zırlayacağına şüphe olm ıyan ta rzd a hareke tin in sonucunu idrâ k edem em esini anlıyam adığım ı söyledim.
Sarsıldı... ve b an a h a k vererek, özür diledi. Bu görüşm em izden kimseyi h ab erd a r etm em em i de, kendisinin felâketini m ucip olacağını ihsas ederek benden rica etti.
Pekiy, kimseye bir şey söylemem, dedim. Fakat, İc ra Vekilleri Heyeti Reisliğinden istifa ile A nkaradan ayrılışım dan beri aleyhim de bazı te rtip le rin alınm ış olduğundan şüphelenm ekte hak lı olduğum u anladım .»
Bu konuşm am ızdan aylarca sonra, şimdi T anrın ın rah m etine kavuşan Rauf bey m erhum u da bir daha saygı ile ana ana şu sa tırla rı yazarken, önümde duran iki kupür’den gözümü ayıram ıyorum . B unların birinde «Falih Rıfkı Atay» diğerinde «Nadir Nadi» im zaları vardır. B irbirini takip eden kuşakların bu iki fik ir ve politika adamı, tanınm ış baş yazarı aylarca önce vefat eden Rauf Orbay hakkında, (M em leketin kurtu luş davasında A ta tü rkün en yakın yardım cısı yahut, Millî M ücadele L iderlerinden bulunduğunu ve hatta sadece m em leketin vatansever, dürüst, temiz, faziletli b ir eski Başvekili olduğunu olsun hatırlayarak) dahi tek satır yazmak lüzum unu duym am ışlardır. Fakat, yine bu son aylarda rast gele yazdıkları yazılar a ra sında, kendilerine (Bu lüzum u duyurm ayan) sebebi nasılsa u- ııu ttu ran çok güzel ifadeler vard ır ki bir bakım dan da, Rauf beyin, tarihe bırakm ak istediği hükm ü gerçekten açıklar m ahiyettedir.
Herkesçe m alum dur ki, Falih Rıfkı bey gibi, Nadir Nadi beyin m erhum babası Yunus Nadi bev de iptidadan beri, Rauf beyle arkadaşları Kâzım K arabekir. Ali Fuat Paşaların M ustafa Kem al Paşanın yanından yrılm sım can ve gönülden istemiş ve bunun için «Etraf» ı da kuvvetle destekleyerek çok çalışmış olmakla tanınm ış politikacılardı. Fakat, deverânm şu cilvesine bakın ki şimdi ikisi de bu «Ayrılışın» netice itibariyle zavallı m em lekete neye m al olduğunu görm enin acısı ile yanm aktadırlar.
Falif Rıfkı A tay «Dört tem el yıkılış» başlıklı yazısının sonunda bakınız ne diyor:
«Cum huriyet Türkiyesinde din’i dünya işlerinden ayırm ak Lâiklik, bü tün öğretim ve eğitim i tek amaç, batı k ü ltü rü ve m illiyetçilik üzerine yöneltm ek eğitim birliği, köylüyü kendi köyünde yeniçağ istihsalcisi olarak yetiştirm ek, köy enstitü leri, kadın erkek T ürk gençliğini sosyal reform ların öncüsü kılm ak, H alkevleri kadar önemli ne vardır. Eğer rejim bu dört te m el üstüne dayanarak, planlı b ir ekonomi disiplini içinde de gelişseydi, bugün ba tı m edeniyet too lu lukları içine katılm ıştık. H ür ve m esut olm uştuk. D ördü de yıkılm ıştır.
Bu haller böyle iken ne övün, ne de güven Türk gençliği! «Git Anıt Kabirde göğsünü döv».
Sayın N adir Nadi de «Anlamak istemediler» başlıklı yazısında diyor ki;
«Atatürkten sonra iktidar yerinde oturanlar, Atatürkün
çizdiği yolu izleyebilecek yaradılışta insanlar değillerdi. Öyle olsalardı, bugünkü güçlükleri biz çoktan atlatmış, yeni Türki- yenin yapısını çok daha sağlam temeller üzerine yerleştirmiş bulunurduk».
Evet, Atatürk kafasında tasarladığı bir büyük düşünceyi gerçekleştirmek uğrunda iktidara gelmişti. Sonuna değin, hep bu amaçla orada kaldı. Ortama yön veren, ortamı geriye iten koşulları değiştirmeğe çalışırken halka yalan söylemedi. Bizim soyut demokrasi kahramanları ise «Çoğunluk ne dilerse o olur!» formülüne sarılarak hem iç ve dış koşulların baskısı altında son bahar yaprakları gibi oradan oraya uçuştular, hem de oy toplamak kaygusu ile gerekli buldukları zaman vatandaşı aldatmaktan hiç bir sakınca görmediler».
Bu satırlar karşısında, bir lahza, evet bir lahza her tü rlü küçük hislerden sıyrılarak düşünm ek lazımdır.
Rauf bey ve arkadaşları Kâzım K arabekir, Ali Fuat, Refet Paşalarla doktor Adnan (Adıvar) gibi şahsiyetler M ustafa Kem al Paşadan ayrılm am ış olup da, onunla beraber ve ondan sonra da A ta tü rk ’ten devir alacakları ik tidar yerinde otursaydılar, her şeyin berbat edildiği m alum olan «MillîŞef’lik Saltanatı» devrini bu m em leket görür ve onun kaçınılm az akıbetleriyle de bu m em leket yıllarca sarsılıp gider de bu hâle gelirmi idi?
Burada Refet Paşanın bir sözünü hatırladım . Cum huriyet ilân edildiği günlerde îsm et Paşa ile diğer C.H.P. m üfritlerin in Rauf Beyle arkadaşları aleyhine Curnhriyet ta ra fta rı değillerd ir iftirasile k ıyam etleri kopararak, o m eşhur parti gurubunda Refet Paşayı da bazı beyanatı dolayısile tarizlerle hırpalam ağa kalk tık ları sırada, bü tün sözlerinin tah rif edilerek bambaşka şekillere sokulduğunu beyan eden Refet Paşa:
«Bana söylemediğim şeyleri söyletemezsiniz demişti. Ben söylediğimi açık söylerim ve işte şimdi de söylüyorum ve açıkça diyorum ki, bugün de yarın da Mustafa Kemâl Paşanın yanında, onunla beraber olmalarını istediklerim, bu memleketin en müşkül zamanlarında, en mühim mevkileri işgal ederek onunla elele çalışmış olan kimselerdir. Ancak ozaman bu memleket çok güzel günler yaşayacaktır.»
Refet Paşaya bu sözleri sanki, A llah söyletmişti. Fakat P aşanın gayet sâkin, vakur ve K uvayı M illiyecilik ruhundan doğan b ir inanç ve sam im iyetle âdeta tarihe tevdi etm ek ister gibi kelim elerin üstünde dura dura söylediği bu sözlere m uhatap olan —önceden hesaplı ve yaygaracı— kalabalığın elebaşları hep bir ağızdan bağrışarak ne diyorlardı b ilir misiniz?
— Türkiye bun ların inhisarında m ıdır?— Türkiyede seksen bin Refet Paşa, yüzbin K arabekir
Paşa, A li F u a t Paşa ve Rauf Bey var!R efet Paşa yine vekâr ve sükûnet içinde, bü tün bu gürül
tü lü patırtılı gösterileri, sadece acı bir gülümseyişle karşılayarak şu sözlerle cevaplandırm ıştı:
— Sizce öyle olabilir... ama bence öyle değil.. Ve bana, tekra r ediyorum ne yapsanız inanm adığım şeyi söyletemezsiniz..»
Sahneyi gözünüzün önüne getiriniz: İk tidarı kayıtsız şa rtsız b ir p a rti hâkim iyeti ile elinde tu tan İsm et Paşa ile e trafın daki —bir kaç istisna ile— bütün bir bağırıp çağıran m uazzam yâran kalabalığı karşısında tek başına bir adam: «bana inanm adığım ı söyletemezsiniz...» diye bu m em leketin çok güzel günler yaşam ası için M ustafa Kem âl Paşanın, İsm et Paşa ve etrafındakilerle değil, fakat en m üşkül zam anlarda en m ühim m evkilerde bulunarak inandıkları dâvalar uğrunda ölesiye çalışm akla her bakım dan büyük bir olgunluk, karak ter sağlam lığı im tihanından başarı ile geçmiş kim selerle işbirliği yapm ası gerektiğini yüzlerine karşı cesaretle söylüyordu.
Rauf Beye b ir gün bundan bahsederken:— Refet Paşa keram et sahibi imiş... diyecek olmuştum.G ülüm siyerek şu cevabı verm işti:
— Refet Paşa görünen köyü görmek istem iyenlere göstermişti. Ama o günlerde doğru söyleyen kılavuzları gürü ltü patırd ı ile susturm ak isteyenler İsm et Paşanın etrafında büyük bir çoğunluk teşkil ediyorlardı. Talihsizlik şuradadır ki, Mustafa Kem âl Paşa da nedense İsm et Paşaya herkesten fazla kıym et vererek, itim ad ediyordu. Bu itim adının ne kadar zaman devam ettiği m alûm ise de... ondan sonra, a rtık iş işten geçtiği de o kadar bilinen b ir şeydir.
M ustafa Kem âl Paşaya ben de, İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinden istifa ederek ayrılırken ,son görüşmemizde, em in ol içimden gelen b ir samimiyetle: «Paşam, hiç üzülme, sen bum em leketi bir düzine nam uslu adam la pek güzel idare edebilri- sin» demiştim. «Namuslu» kelim esini elbette b ir Devlet adam ında ve bilhassa bizim o günlerde bulunduğum uz şartla r içinde böyle önemli vazife alacak kim selerde bulunm ası gereken ahlâk, karak ter sağlamlığı, b ir kelim e ile kuvayı m illiye ruhlu insanlar m ânasında kullandığım şüphesizdi. Esasen ben bu sözü M ustafa Kem âl Paşanın bana İsm et Pasa ile artık karşılaşm ak istemeyişimi söyleyişim üzerine: «Raufcuğum bilm em ki...
haklısın. Bu muhit adamı ahlâksız ediyor» deyişine karşılık söylemiştim.
Bütün bunlar benim, hattâ arkadaşlarımın da Mustafa K emâl Paşanın, sultan sonraki devirde de işbirliği edeceği kimselerin muhakkak surette kuvayı milliye ruhuna sahip, son derece sağlam karakterli kimseler olmasını candan istemiş olmamızdan ibarettir. Yoksa illâ biz iktidarda kalalım gibi bir iddiamız ve arzumuz yoktu. Olsaydı, rica ederim, böyle bir hırsım ve emelim olsaydı hükümet başkanlığından, hem de Mustafa Kemâl Paşanın yapma diye İsrar edişine rağmen, istifa ile çekilir mi idim?
Kısacası biz, nasıl kurtulduğunu bildiğimiz bu memleketin mukadderatı ellerine emânet edilecek kimselerin Mustafa Kemâl Paşa ile işbirliği yapmağa tam mânâsiyle lâyık, ideal sahibi ve bu uğurda ilânihaye hiç bir fedakârlıktan kaçınmayacak kimseler olmalarını istemiştik. Memleketin de, inkılâpların da geleceği, başka türlü emniyet altına alınamazdı.
Bütün dâvamız bundan ibaretti Bu dâvamızda haklı olup olmadığımız bilmem ki zamanla anlaşılabilecek mi?
Tarih bunu düşünecektir.
HAMİDİYE A KINLARI KAHRAMANININ AĞZINDAN
«Şüphe yok ki ben koca B arbaros’un bir düm en neferi dah i olamam» diyen R auf Bey, sadece ondan ilham alın arak yirm inci yüzyılda yapılm ış son akıncılık h areketi saydığı «HAMİDİYE MACERASI» nı, bu ta rih i teknen in hu rdaya çıkarılacağı söy. len tileri duyulduğu sıra larda , İsrarla ricalarım üzerine şöyle an la tm ıştı:
H amidiye» ile B alkan H arbi esnasında Çanakkaleden akıncı seferine çıkar çıkm az evvelâ, «Şira» yı bom bar
d ım ana gittim . «Şira» önüne varınca lim anda gördüğüm «A- leksandra» isimli İngiliz gem isini lim anı terke davet ettim . Bu ■remi dem ir a la rak lim andan çıkınca, o rada silâh landırılıp k ru vazör haline konm uş Y unan band ıra lı «Makedonya» gemisi ve h a rp levazımı yapan b a ru t fabrikası ile benzeri askeri hedefleri vurdum . H alka a it olan hiçbir şeye dokunm adım .
D aha evvel, «Ya onlar da zaten açık o lan sahillerim izi yak a r y ıkarlarsa ne yaparız? Vazgeç bu işten, yapm a» diye beni ak ın d an vazgeçirmek isteyen bizimkileri de ta tm in etm ek m aksadiyle, Ş ira bom bard ım anm dan sonra, Y unan lılara da, sade h a rp edenlerle savaştığım ı ilân ile «Eğer siz de m uharip o lm ayanlara dokunursam z, b aştanbaşa bü tün sahillerinizi yakarım» ikaz ve tehdid inde bulundum .
Şira bom bardım anı haşinim izi şaşırtm ıştı. O ndan sonra «Pire» yi de bombardımanı edeceğimi zannederek bü tün bü tü n te lâşa düştüler. Biz de bu te red d ü t ve te lâ ş tan istifade ederek, Ege denizinin kâm ilen Y unan olan irili ufaklı ada la rı a ra s ın dan güneye doğru seyr ile, izimizi kaybettirerek hareketim ize devam ettik .
H âtıra larım daim a sevgi ve sam im iyetle andığım çok değerli, cidden fedakâr arkadaşlarım v ar idi.
22 Aralık 1912 günü Ç anakkaleden çıkışımızla başlayıp sâlim en dönüp Ç anakkaleden girişimiz ta r ih i o lan 21 Eylül 1913 Cuma gününe kad ar sekiz ay süren, bu akıncı hareketim iz
R au f B ey, «H am idiye» de ak ın p lâ n la r ın ı h azır lark en
esn a s ın d a , e lb ette birçok m ü şk ü l durum lara, h a ttâ zam an za m a n b atm ak teh lik e ler in e m âruz kald ık . En büyük zorluklara su ve b ilh assa köm ür ted arik in d e uğruyorduk. On iki günde yed i yüz e lli to n köm ür yak ıyorduk ve köm ürsüz k alm ak , b ilh a ssa cep h a n en in in filâ k in i in taç e tm esi b ak ım ın d an , gem i İçin pek büyük teh lik e idi.
K öm ür ted ar ik i h u su su n d a Öm er F evzi B ey (M ardin) in büyük yard ım ı oluyordu. B u za tla , T rablusgarb H arbi e sn a s ın da E nver P aşa , ben , ü çüm üz beraberdik. O zam an da M ısırlıla r ı f ilâ n çok iy i ta n ıd ığ ı iç in g izlice s ilâ h tem in in d e h a y li yard ım ın ı görm üştü k . «H am idiye» n in köm ür gibi, y iyecek , g iy e cek vesa ir ih tiy a ç la r ın ı d a Ö m er F evzi B ey, h er yere g ider, t a n ıd ık lar ı v a s ıta s iy le bulur, m u h ab ere eder, gerek tiğ in d e S ü -
veyşe gelir, bizimle buluşur tem in ederdi.P ortsa id ’te bir köm ür m em urum uz vardı. A ntalyada, Hacı
Musa efendi ism inde bir tüccar vardı. Bazı ihtiyaçlarım ız onun n am ın a gönderilirdi. Biz de im kân buldukça o radan ikm âl yapardık.
Benim bu akm a çıkarken güttüğüm belli başlı hedef ve gaye; Y unan donanm asın ın bize n azaran en yeni ve kuvvetli ve bilhassa pek sü r’a tli gemisi olan «Averof» zırh lı kruvazörünü arkam ıza düşürerek, Çanakkale Boğazı önündeki Y unan filosunu en kıym etli cüz’ünder» m ahrum etm ek ve bu suretle donanm am ıza, Boğaz önündeki eski düşm an zırh lıları ile kolayca savaşm ak im kânını vermek ve böylece Y unan işgali a ltın a girm iş adalarım ızı ku rta rm ak yolunu açm aktı.
F ak a t Y unan donanm ası kum andan ı Amiral K onduryotis, herhalde m aksadım ı sezmiş olmalı ki, «Averof» u boğaz önünden çekip bizi tâkibe sevketmedi. Averof boğaz önündeki m evkiini m uhafaza etti. B una m ukabil, otuz mil sü r t’a tinde olan dört Y unan destroyeri, tâkibim ize m em ur edildi.
Ş ira”d an sonra, birinci Kızıldeniz seferinden dönüşüm de Trablus - Şam lim anında gizlice köm ür alıyorduk.
Gerek Suriye ve gerek Mısır ve Hicaz k ıy ılarında uğradığımız h e r yerde «Hamidiye» yi Türk denizciliğinin bir sembolü sayıp, yaşasın sesleriyle sa ran M üslüm anlar, çok büyük sam im iyet ve m uhabbet tezahürleri göstererek, bizi son derece m ü- tesassis ediyorlardı. K am aram çiçeklerle doluyor, gemiye san dık sandık portakallar, hevenk hevenk m uzlar, kazevi p irinçler yağıyor, ben de ateşçilere su yerine po rtaka l veriyordum .
B ilhassa İskenderiyeye uğrayışım ızda, o rad a yerleşm iş kereste tüccarı AntalyalI va tandaşlarım ızdan çok büyük yakınlık görm üştük.
T rablus-Şam ’da; B eyru ttan götürdüğüm üz köm ürü aldığımız sırada, birdenbire u fu k ta görülen kesif b ir dum an ile, «Averof» geliyor diye kıyıdan bağırıştılar. Bir te lâş oldu. K öm ür ta şıyan A raplar bile, işlerini bırakıp, kendilerini denize a ttıla r. Gelen m eğer Am erikan kruvazörü imiş. Biz köm ürüm üzü a lm ağa devam ettik . Ve oradan hareketle, po rtsa lt yoluyla, tek ra r Süveyşi geçip, Kızıldenize indik.
Ciddeye uğradık. Sonra Yem en’in iskelesi olan Hudeyde’- ye gittik. Yemen Valisi M ahm ut Nedim Beyi, bazı kum andan-
R au f B ey «H am idiye» de h eran te t ik te u fu k ları kollayarak d ü şm an avlarken .
larla a ld ım , o z a m a n a k a d a r y a r ı âsi d u ru m d a b u lu n a n İm am İd r is’e götürdüm . A ra la rın ı bu ldum . İsk en d eriyed e ik en İ s ta n - b u ld an te lg ra fla H udeyde’ye acele iki b in lira gön d erm elerin i is tem iştim . 13 gü n son ra H udeydeye varın ca , b u n u n cevab ın ı ald ım . «M üracaatın ız m â liyeye yazılm ıştır» diyorlardı.
Kızıldenizden, tek ra r Süveyş yoluyla, Akdenize çıkışımızda b aş tan gelen şiddetli denizlerle karşılaştık . «Sicilya» güneyine sığındık. O radan köm ür tedarik i için «Malta» ya gittik . Bir m üddet evvel, İngiltere K ralın ın taç giyme m erasim inde bulunm ak üzere gittiğim iz L ondradan dönüşüm üzde M altaya uğradığım ız zam an kendisi ile tanışm ış olduğumuz M alta valisi beni iyi karşıladı, yemeğe davet e tti ve köm ür bulm am da kolaylık gösterdi. K öm ür ald ık tan sonra M altadan hareketle Ad- riyatiğe yöneldik.
Adriyatiğe yaklaşırken 27 Şubat 1913 sabahı u fuk ta bir şilep göründü. Leros isimli bir Yunar, gemisi imiş. Yirmi kişilik m üretteb a tın ı esir edip, Ham idiye’ye ald ık tan sonra orada bulunduğum belli olmasın, duyulm asın diye top atam azdım . Gemiyi m ahm uzlayarak batırdım . Bu gemi süvarisinden ve d ah a evvel bizim Ömer Fevzi Beyden aldığım m alûm ata göre. Yun an lıla r h a rb sevkiyatını Ş inkin’den yapıyorlarm ış. H albuki B aşkum andanlık Vekâletinden bana, D ıraç’ta n yapıldığı bildirilm işti. Bu durum da ben evvelâ D ıraç’a gitmeğe m ecbur oldum. D ıraç lim anında gemi nam ına birşey bulam adım . Şehrin sol yam acında, barak a ve çad ırlardaki k ara rg âh ları bom bardım an e ttim ve o radan doğru Ş ink in’e gittim .
A driyatiğin n ihayetinde. Şinkin lim anında, bizi İşkodrada m uhasara etm eğe gönderm ek üzere oldukları, Sırp askerlerin i yükledikleri, sekiz Y unan gemisi vardı.
L im ana varınca evvelâ m illetlerarası işaretlerle, gemilere lim andan çıkıp teslim olm alarını teklif ettim . Bu teklifim k a bul edilmeyince, 3500 m etreden ateş açtım . B om bardım an iç ve dış lim anda m üth iş bir telâş, bir panik y ara ttı. Asker, top, cephane, h a ttâ uçak yüklü gemiler, iç lim ana kaçm ak istiyor, askerler kendilerini denize atıyorlar, bir an a baba günüdür gidiyordu.
Y arım saa t süren bom bardım an sonunda, Ş inkin’de b ü tü n askerî hedefler tah rip edilmiş bulunuyordu. Sahilde bu lunan düşm an bataryası da Hamidiyeye ateş açtı ise de, m erm ileri k ısa düştüğünden tesiri görülmedi.
«Şinkin» de işimiz bitince, boğazdan çıkarken peşime ta k ılırlarsa , y ah u t da Y unan destroyerleri boğazı tu ta rla r , tık a rlarsa diye hayli endişeli an la r geçirdim. Z ira D ıraç’ı bom bardım an edişimizden epey zam an geçmişti. Ve bu m üddet za rfın
da Y unanlıların m üdafaa, h a t tâ tâk ip te rtib a tı alm ış o lm aları ih tim ali çoktu. Fakat, A llaha şükür, hiçbir ârızaya uğ ram adan ve tek düşm an teknesine ra s tlam ad an boğazdan çıktık. O esnada, top m erm ilerim , beşer a tım kalm ıştı.
Dönüşte, İzm ire vardığım ız zam an b an a —henüz sıram gelm ediğinden usulü dairesinde in h a edem em iş oldukları için— «İlham -ı k a rîh a -i sahiba...» dan binbaşılığa terfiim tebliğ edildi. Teşekkür etm ekle beraber: «A rkadaşlarım v ar on la r ne olacak?» diye yazdım. O nları da te rfi ettireceklerin i söylediler ve ettird iler.
B irinci D ünya Savaşı ip tidasında Cemal P aşa ile A lm anya- ya gidişimizde kendisine takd im edildiğim Alm an İm p ara to ru Vilhelm, ilk söz olarak: «Sizin Hamidiye harekâtın ız ı a lâk a ile tâk ip ettim . Bizim Emdem de sizi tak lid etm ek istedi, fak a t m uvaffak olamadı, yolda battı.» demişti.
HAMİDİYE A KINLARDAN DÖNÜŞÜNDE NASIL KARŞILANMIŞTI?
«Hamidiye» kruvazörünün tam elli iki yıl evvel Eylülün yedisinde m eşhur gazasından İs tan b u l’a dönüşünü a n la ta n gazetelerde şu sa tır la r da görülm üştür:
«Osmanlı m illetinin ve İslâm üm m etin in geçirdiği en felâketli —B alkan H arbi— günlerinde şanlı şerefli m ücadeleleri ile bü tün kalblerde bir ih tiram mevkii kazanan Ham idiye k ru vazörü ve onun kah ram an ve b ah ad ır süvarisi R auf Beyin İs- tan b u la dönüşleri pek v a tan perverâne tezahürlere vesile teşkil etm iştir. B ahriye N âzın M ahm ut Paşa, Maliye Nâzırı R ıfa t ve Dahiliye N âzın T a lâ t Beylerle m uhtelif cem iyetler tem silcileri ve İstanbu l şehri ad ına hey’etler ve cidden m uazzam bir kalabalık ta ra fın d an karşılanan Hamidiye ve k ah ram an m ücahitleri e tra fla rı bayrak larla donatılm ış vapurlar, istim botlar ve sandallarla dolu halk ta ra fın d an da coşkun tezahürlerle se- lâm lnarak , alk ışlana alkışlana, gazaları tebrik edilm ekte idi.
Sekiz dokuz aydanberi Akdenizde .A driyatikte, Süveyş ile
ŞANLI HAMİDİYE
K ızıld en iz k ıy ılar ın d a şa n iç in ca n verm eyi göze a larak h er teh lik ey i p ervasızca göğü sleye göğü sleye d o la şa n ve h er d o la şt ığ ı yerd e m u tla k a bir değil, b irkaç şeca a t ve b esâ le t eser i b ırak m ağa m u v a ffa k o la n şa n lı ve m eh ab etti «H am idiye» n in ep eyd ir g ö rü n m ey işin d en d oğan iş tiy a k ve fed a k â r lığ ın d a n d uyduğu if t ih a r ile , a ltm ış lık bir ih tiyar , o fer i k açm ış gözler in d en s: ak y a şla r dökerek, g em in in m erd iven ler in i öperken , d iğer bir ih tiyar , so p a sın a d a y a n a d a y a n a g e lm iş ak sa k a llı bir k öy lü gaziler dedesi, H am id iye’n in cesur ve fed ak âr m ü retteb a tı arasın d a , «D ünya ve â lem e k arşı yüzüm üzü a ğ a r ta n o k a h ra m a n n ered e? D ü n ya gözü ile bir göreyim de a ln ın d a n öp eyim .» d iye R au f B ey i arıyordu. Ve böyle, m erd iven lerd en ü st gü verteye kadar, h ey eca n ve şevk iç in d e ç ırp m a çırp m a gid ip gelen ler in , h ad d i h esa b ı yoktu .
B a lk a n H arb n iin o ru h lara s in en k ap k aran lık h a v a s ı iç in -
de, bü tün bir millet, tek ışık hâline gelen «Hamidiye»ye koşuyor ve onun a rtık adı bü tün dünyaya yayılan k ah ram an süvarisini, bağrına basm ağa doyamıyordu.
Ham idiye’yi, Pad işah ve H üküm et ad ına Ç anakkalede k a rşılayan B inbaşı Öm er Fevzi M ardinî Bey, bü tün m ü re tteb a t ve büyük bir ziyaretçi kalabalığı huzurunda verdiği ilk hoşgeldi- niz n u tk u n d a ezcümle şöyle diyordu:
«Bir yıla yakın bir m üddet, şu zayıf tekneyi o geniş denizlerde y aşa tan boyunlarınızı ve sancağınızı düşm ana eğdirm eyen, sizdeki sonsuz va tan ve m illet sevgisinden başka ne olabilir?
«Hamidiye» bu m übarek alsaııcağı; K aradenizde, Akdeniz- de, A dalar ve Y unan denizlerinde, A driyatikte ve Şap denizin -de, kısaca dünyanın üç k ıt’asm ııı k ıy ılarında ve dö rt düşm an devletinin ordugâhları, istihkâm ları, filoları karşısında şan ve şerefle dalgalandırm ış, şevket ve satvetin i m uhafaza etm iştir.
«Hamidiye» b ir üm it şulesiyle p arlay an b ir seyyare gibi, ufukları dolaşırken, bü tü n dünya an lad ı ki: Türk donanm asın ın en zayıf gemisi bile gerektiği zam an, üstüne aldığı vazifeyi yapm ağa bü tü n varlığı ile azmedecek ve bu uğurda h er an karşısına çıkm ası m üm kün ölümü seve seve karşılayacak has- saları m ükem m elen haizdir.
Siz, sekiz ay evvel boğazlardan çıktığınız zam an, b ir saa t sonra m ahvolabilirdiniz, fak a t yine vazifenizi şan ve şerefle yapm ış sayılabilirdiniz. Çünkü, siz h er tehlikeyi göze a la rak fedakârlık la çıkmış, fak a t C enabıhak öm re vefa etm em iş olurdu. Acak bu ölümleri hâlis niyetle, d in d ar ve m ütevekkil bir kalble aram ış olmanız, sizi kazadan m asun bulundurdu.
Çıkışı m üteakip, kazaya uğrayıp gitseydiniz de sizden sonra gelecek o lan lara bir ham âse t örneği gösterm iş olurdunuz.
Beşeriyetin, h er ân ın ı yüzde yüz tehlikede gördüğü bir mesaiyi, C enâbıhak selâm et ve m uvaffakiyetle tetviç e tti. Bir mucize derecesinde m ü k âfa t ile n ihayetlendirdi.
Ham idiyenin sancağını teslim etm ektense, batacağınıza, fa k a t bu batışı pahalıya m al edeceğinize, H am idiyenin san ca ğını, kendini değil, en âciz b ir neferin i bile teslim etm eyeceğinize, h a t tâ tarafsız bir devlete bile terk -i silâh etm ek n iye tin de olm adığınıza k a n a a t getirdiğindendir ki, düşm anların ız d a hi, size lâyık olduğunuz hü rm et ve ehem m iyeti, ister istemez atfetm işlerdir.
R au f B ey B ah riye E rkânı H arbiye R eisi iken .
Siz Akdenize bir akıncı olarak çıktınız, lâkin korsanlığa asla tenezzül etm ediniz, hiçbir ta rafsız gem iden m ücahede h a yatınızı tem in eden köm ürünüzü bile ne zorla, ne de rıza ile istemediniz. Hiçbir âcize dokunm adınız, hiçbir yerde kimseye zulm etm ediniz. M üdafaa vasıtası olm ayan hiçbir gemiye, h iç bir binaya top atm adınız. Hiçbir yerde tenezzül ve sükû t gösterm ediniz, hiçbir kimseye m innet, hiçbir kim seden perva e tmediniz.
D aim a m ert, daim a şanlı yaşadınız, aldığınız esirlere kendi yemeklerinizi, kendi ya tak ların ızı verdiniz.
Evet, herşeyi yalnız C enabıhak’ta n istediniz, yalnız Cena- b ıhak’ka sığındınız ve bu suretle C enabıhak’kın m ük âfa tın a m üstahak oldunuz ve şu âciz, hem en h e r gün tam ire m uhtaç durum da olan gemi ile, koca b ir düşm an filosuna karşı büyük bir varlık gösterdiniz.
V atan k ıyıların ın taa rru zd an korunm ası, fak ir gem icilerim izin harek e t serbestîsini ve ticare tlerin i sağladınız. T ürk ordusu ve donanm ası y a ra rın a yaptığınız h izm etler de ayrıca uzun b ir fasıl teşkil eder. Yalnız şurasın ı h a tırla tay ım ki, Boğazdan çıkışınızla, Y unan donanm asından Averof gibi en kuvvetli zırhlısı ile dö rt torpido ve m uhribi ay ırtarak , Adriyatiği m uhafazaya m ecbur etm eniz, düşm an kuvve-i asliyesini en azından üç dört misli zayıflatm ıştır. Sonra da siz, üstünüze çektiğiniz bu filonun m uhafazası a ltındak i havuza pervasızca g irdiniz ve m ühim vazifeler görerek A llahın avniyle gem ilerinizi k u rta rıp , sâlim en çıktınız. Başkaca, düşm anın asıl kuvvetinden birkaç torpidoyu üstünüze celp ile m ü teferrikan dolaştırdınız ve bu suretle düşm an kuvvetini b ir parça d ah a zayıflattınız.
B ütün bu fedakârlık ların ızla m ilyonlarca vatandaşı, büyük bir m illeti sevindirdiniz Bu m illetin en bah tsız günlerinde, y ü zünü ağarttın ız . B arbaros’u n taşıd ığı bu sancağı, tıpk ı onun gibi o denizlerde ferm anferm a olarak, şan ve şerefle gezdirdiniz. Saatlerce, günlerce, h a fta la rca .değil, ay lar ve ay larca vazife başında ,top başında uykusuz, huzursuz, sadece v a ta n ve m illet aşkı ile kendinizi fedâ ettiniz.
H am idiye’n in m übarek kıldığınız sancağm ı, hürm etle öperek, gazanızı b ü tü n m illet ad ın a teb rik ederim.»
M üdafaa-i Milliye Cemiyeti ad ın a «Hamidiye»yi karşılayan cem iyet reisi —d ah a sonra M ebusan Meclisi Reisi olan— Celâ- le ttin Arif Bey de, hoşgeldiniz n u tk u n d a şöyle dem işti:
«Rauf Bey, düşm anın alçakça tecavüzüne m ertçe cevap vererek, ufacık geminizle koca b ir donanm aya m eydan okudunuz. Akdenizin n ihayetsiz da lgaları a rasın d a bu lunan v a pu rla rın ın melekül - m evti kesildiniz.
«Hamidiye» nin , ölüm ü istihkar suretiyle ibraz eylediği h â - rikulâde cesaret, bü tü n dünyan ın h ay ran lık ve takd irlerin i m ucip oldu. Y eryüzündeki M üslüm anlar «Hamidiye» n in h e r hareketin i, h er çarhm ı yak ından tak ip eder oldu. D üşm an gem ilerine a ttığ ın ız güllelerin ta rrakası, bü tü n T ürk lerin ve Müslüm an ların kalblerinde ferahlık , sevinç ile çınlıyor ye hergün, herkes, «Bir Ham idiye’miz var» diye övünüyordu.
«Rauf» ismi, «Vatan uğrunda h ay a tı hiçe saym a» m üradifi , kalacak ve bu isim Türk vicdanında ebediyen unutu lm ayacak
ve bü tün Türk ve O sm anlılar, h e r bahriyeliden b ir «Rauf» olm asını bekleyecektir. R auf Bey; b ir gaza e ttin ki hoşnu t eyle, din m ü’m inleri!»
Ham idiye’n in e tra fın ı m otörler, kayıklar, san d a lla rla çeviren binler ve binlerle insan aynı duygularla, sevinç ve m in n e tta rlık la rın ı belirtirken, R auf Bey, b ü tü n b u n la ra k a rşı m alûm olan büyük tevazuu ile. kısaca şu cevabı veriyordu:
«M uhterem nazırlarım , âm irlerim den alm ış olduğum em ri harfiyyen icra eylem ekten başka birşey yapm adım . Ben ve arkadaşlarım , m ürettebatım ile beraber hepimiz, ancak askerlik vazifemizi yaptık. Bu sebeple, bizler bu kadar sitayişlere lâyık değiliz.»
AHam idiye’yi en son ziyarete gelenlerden İstanbu l M uhafızı
Cemal Bey —sonraları B ahriye N âzın olan Cem al P aşa— ise, o kad ar heyecanlı ve duygulu görünüyordu ki, d ah a söze baş- la rk an gözleri yaşarm ıştı: «K ahram anlar!» diye h itap ederek, titreyen bir sesle dedi ki:
«Sizin bu fedakârlığınız; yarın denebilecek kadar yak ın bir gelecekte, Osm anlı donanm asın ın yalnız Akdeniz, K aradeniz ve Şap denizinde değil, belki dünyan ın b ü tü n denizlerinde kem âli satvet ve şevketle cevelân edebileceği hakk ındak i k a n a a t
lerin kuvvet bulm ası için, b ir başlangıçtır, diyeceğim. Kisin h u zurunuzda söyleyecek söz bulam ıyorum . K albim doluyor, ta ş ıyor. F a k a t söyleyemiyorum. Hususiyle sizin gibi fedakâr ve k ah ram an denizcilerim izin karşısında, b ir k a ra askerin in söz söylemesi ne büyük b ir cü r’e ttir. Sizleri tebrik eder, gazanızı takd is eylerim.»
«Hamidiye» yi son bir defa görmek istiyordu. D aim a k a rşısında bulundurduğu boy boy resim lerine gözleri iliştikçe bu isteği ile sabırsızlanıyordu. H albuki a rtık hali yoktu.
Yolculuk ve bilhassa heyecanlanm akla sarsılm ası ih tim alini düşünen yakınları, çeşitli bahanelerle u n u ttu ru p vazgeçirmeğe çalışıyorlardı.
N ihayet b ir gün dayanam adı, kalktı, hem şiresi İ ffe t Han ım la birlikte yeğeni Z afer’in otomobiline binerek o halile Gölcüğe g itti.
K endisini tehalükle karşılayan denizci a rkadaşların ın o rtasında, birdenbire halsizliğini, m ecalsizliğini unu tm uş gibi şen ve m es’u t, m otora binip, b ir tak ım eski gem iler a rasın d a bağlı d u ran b ir zam an ların şanlı «Hamidiye» sine yaklaştı. Sessizce durdu baktı, baktı, baktı...
Sonra yine öyle sessizce döndüler ve R auf Bey o gün îs- tan b u la gelinceye k ad ar da hep öyle, tek söz etm eğe isteksiz ve dalgm kaldı.
R auf Bey, b ir defa da K asım paşadaki —şim di Deniz K um andanlığ ı olan— eski D ivanhanede, B ahriye N azın iken o turduğu m akam odasm da, bü tü n denizci arkadaşlariy le buluşup b ir kahve içmeği pek isterdi. Denizcilik h ay a tın ın en b u h ran lı son günlerin i geçirdiği bu odada, —pek sevdiği, on lar ta ra fın d an da sevilmiş olm asını d a h ay a tın ın en büyük m azhariyeti saydığı— bugünkü denizci arkadaşlariy le birkaç dakikacık olsun buluşup şöyle b ir başbaşa hasb ihal etm ek âd e ta gözünde tü te rd i.
H eyhat ki, bu kısm et olmadı.
VE
«YAKIN TARİHİMİZ»
C on elli yılın birb iıinden önemli siyasî ve askeri olayları-^ nı, şimdiye kadar tam am ile karanlık ta kalm ış bir çok ta-
raflarile , dosdoğru an latarak açıklayan bu hâtıralar, uzun bir tereddütle beklem e devresinden sonra nihayet yayınlanarak m illî kitaplığım ıza tevdi edilmiştir.
Rauf Orbay bu hâtıralarında: «Sultan Osman dretnotu süvarisi olarak Londrada bulunurken, Birinci Dünya Savaşının çıkışile döndüğü îstanbulda, Enver Paşanın israrile kabul e ttiği A fganistan Siyasî Mümessilliği vazifesine bir askerî heyetle gidişinden» başlayarak bu Büyük Dünya Savaşı içinde olup bitenleri ve Bahriye Nazırı sıfatile Mondros M ütarekenam esi- ni nasıl yapıp imzaladığını ve onu m üteakip m ütareke günlerinde îstanbulda M ustafa Kem âl Paşa ile buluşup giriştkileri çeşitli teşebbüslerle, millî m ücadeleye hazırlanış safhasını ve Anadoluya geçişle Amasya, Erzurum , Sivas toplantılarını, son Osm anlı Mebusan Meclisine katılışı ve bu meclisin İngilizler tarafından basılışile M altaya sürülüşünü, M altadaki uzun sürgün hayatından sonra döndüğü A nkarada tekrar M ustafa Kem âl Paşa ile buluşarak Millî M ücadeleye devamı esnasındaki Başvekilliği günlerinde çeşitli meclis tartışm alariy le o zamanki m uhalefet ve nihayet Büyük Zaferle, Lozan sulhunun nasıl yapıldığını ve saltanatın ilgasile ilk inkılâptan sonra M ustafa Kem âl Paşa ile ayrılışların ın sebeplerini tafsilâtiyle anlatm akta ve bu ayrılış devrinde İsm et Paşanın tah rik lerde ilk m uhalefet partisini kuruşlarım , bunu m üteakip Şeyh Sait isyanı bahanesiyle m uhalefetin susturuluşunu, ve İzm ir suikastı teşebbüsü üzerine istiklâl mahkemesince verilen, karakuşi hüküm le gıyaben m ahkûm edildiği halde bu adaletsiz hükm ü kabul et- m iyerek dokuz yıl y u rt dışında kaldıktan sonra İstanbula dö- nüşile İstiklâl M ahkemesi kararın ı ip ta l e ttirerek tek ra r m ebus ve daha sonra Londra Büyükelçisi olarak yaptığı hizm etleri ve nihayet İsm et Paşa idaresiyle anlaşam ıyarak inzivaya çekilişine kadar bütün bir siyasî hayatın b irb irinden önem li
sa fh a la r ın ı son d e re c e aç ık v e p e rv a s ız b ir ifad e ile h ik â y e e tm e k te d ir .
230 büyük sayfa ve 180 fotoğraf ve vesika fotokopisi ile de bezenmiş olan bu hâtıraları ihtiva eden «YAKIN TARİHİMİZ» in dört ciltlik takımı aynı zamanda, son yetmiş yıllık siyasî, askeri, edebî hayatımız içinde söz sahibi bulunmuş en yetkili şahsiyetlerin birbirinden önemli hâtıraları ile de başlı başına bir yakın tarihimiz hâzinesidir.
A y rıc a is im le re , o la y la ra g ö re ta n z im ed ilm iş m u fa ssa l ve 30 sa y fa lık « fih rist» i ile b u p ek k ıy m e tli e se r, b ir n e v i a n s ik lo p e d i d e s a y ıla b ilir v e h e r k ita p lığ ın b ilh a ssa y a k ın ta r ih im iz k o n u su n d a eşi b u lu n m a z b ir v a r lığ ın ı te şk il ed e r.
1700 sayfa, yüzlerce nadide tarihî fotoğraf ve kıymetli vesikalarla ayrıca hiç bir yerde neşredilmemiş yakın tarih fıkralarını ihtiva eden bu eser mahdut sayıda basılmış olduğundan mevcudu tükenmek üzeredir
«YAKIN TARİHİMİZ», in dört büyük ciltli bir takımı ciltli olarak 100 liradır.
Ödemeli olarak «İstanbul Erenköy P.K. 4» adresinden istenebilir. Posta ücreti alınmaz.
DÜŞM AN İZM İR E ÇİKTİ
S İ L Â H B A Ş I N A ! . . .•
T ZMİRE Y u n an ’ın ç ık tığ ı 15 M ayıs 1919 günü, te lg ra f h a t--* lar ın ın k esilişi üzerine, h iç bir ta ra fla m u habere im kân ı
b u lam ayın ca , bütün sorum lu luğu ü stü n e alarak tek başına (karşı koym ak) kararın ı veren , A yd ın ’dak i tü m en k u m andan ı A lbay Şefik B ey, o gü n d en itib aren , M ustafa K em al P aşa ile tem a sa geçeb ild iğ i ta r ih e kadar, dört ay sü resin ce , çeşitli zorluk lara rağm en , Y u n an lılar la n a sıl b oğuştu ğunu an la tıyor .
Bu a n la tış; A n ad olu n u n h en ü z başsız ve öndersiz b u lu n duğu o an a - baba gü n lerin d e, iç in d en doğan ilk m u kavem et h a rek te in i şim diye kadar b ilin m eyen bütün m enk ibeleriy le gözlerde can lan d ıracak tır .
K ita p ta n b irkaç cü m le :«Aydın.’da bu lunan kuvvetim , on subayla , çoğu Suriyeli
kırk üç erden ib aretti. Bu ku vvetle Y u n an a karşı M illî M ücad eleye b aşlarken , ak ıllı ve zen g in m ü n evverlerim izin ço ğ u n lu ğu n u n m ü cad ele a ley h ta r ı o lduğunu gördüm . Bir kere de din ad am ların a m ü racaat edeyim , dedim . H angi m ü ftü veya vaıza başvurdu m sa olm adı, çek in d iler N ih a y et köylü ağa larım ızla , E felerim izi yok lad ım , h a d ed iğim iz zam an , kırk e lli s ilâh lıy ı peşin e tak acak kadar n ü fû s sah ib i o lan zeybek ruhlu , kan ı ve sin ir i diri v a ta n ev lâ tla r ın a m ü racaat e ttim . H epsi, ak ın akın d ağ lard an , orm an lard an ind iler , em ret, an am ız bizi bugün için doğurdu, em rin d ey iz !... ded iler. Sonraları yararlık ları ile şö h ret bu lan Yörük Ali ile dah a bir çok ları bu m eyan d a id i...
0 * 0
«Y u n an lılar ayak b astık ları h er yerde, v a z iy etten is tifa d e ile, T ürkleri yok ederek , bu topraklarda Y u n an lılığ ı y er leştir m ek yolunu tak ip ed iyorlard ı. İn g iliz ler de, yard ım cıları idi. Biz Y u n an lılar la boğuşurken , A nadolu işga l k uvvetleri u m u ıg k u m an d an ı İn g iliz gen era li M ilen. Y unan k u vvetler in e karşı k a tiy en taarruz etm iyecek sin iz , d iye em ir verdi. B en de c ev a ben, «Y u nan lılara karşı T ürklerin s ilâ h a sarılm ası, v ah şiyan e tecavü z ed en za lim e karşı, h ın ç ta n doğan bir zarurî m ü d a fa a dan ibarettir . Bu ga ley a n ın ön ü ne geçeb ilecek h iç bir kuvvet yoktur.» dedim ve durm adan taarruz ettim .»
E renköy P. K. 4 — T el : 55 30 29FİA TI : 10 LİRA