harun yehya metinleri

33
Şuursuz hücreler beyne ulaşan elektriği gören, duyan, tadını alan ruhun varlığından habersizdir Darwinizm bilim karşısında büyük açmaz içindedir ve hiçbir zaman açıklayamayacağı sayısız soruyla karşı karşıyadır. Bunların en önemlilerinden biri taş, toprak, çamur içinden ilk canlı hücrenin hatta ilk proteinin nasıl oluştuğu sorusudur. Her şeyi kör tesadüflerle açıklamaya çalışan evrim teorisi, tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasının imkansız olduğunun bilimsel olarak ispatlanması karşısında çaresizdir. Dawrinistleri çok büyük bir çaresizliğin içine iten bir diğer önemli konu ise, gören, duyan, tat alan ruhun varlığıdır. Ortaokul kitaplarında dahi anlatılan bilimsel bir gerçek vardır: İnsan muhatap olduğu her görüntünün, duyduğu her sesin, aldığı her tadın sadece beyninin içindeki halini bilir. Örneğin, uçsuz bucaksız bir deniz manzarası seyrettiğimiz zaman, o güzel manzaranın dışarıdaki halini değil beynimizin içindeki halini seyrederiz. Baktığımız her ne olursa olsun, görmemiz için gerçekleşen işlem aynıdır: Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali anlamlı ve üç boyutlu görüntüler haline getirir. Yani, beynin görme merkezine ulaşan sadece bir elektrik akımıdır. Görme olayının nasıl gerçekleştiğini anlatırken, dışarıdan gelen ışığın, gözümüzdeki hücreleri harekete geçirdiğini ve bu hareketlenmenin görüntünün oluşmasına neden olduğunu belirttik. Ancak, burada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta daha bulunmaktadır.

description

 

Transcript of harun yehya metinleri

Page 1: harun yehya metinleri

Şuursuz hücreler beyne ulaşan elektriği gören, duyan, tadını alan ruhun varlığından habersizdir

Darwinizm bilim karşısında büyük açmaz içindedir ve hiçbir zaman açıklayamayacağı sayısız soruyla karşı karşıyadır. Bunların en önemlilerinden biri taş, toprak, çamur içinden ilk canlı hücrenin hatta ilk proteinin nasıl oluştuğu sorusudur. Her şeyi kör tesadüflerle açıklamaya çalışan evrim teorisi, tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasının imkansız olduğunun bilimsel olarak ispatlanması karşısında çaresizdir. Dawrinistleri çok büyük bir çaresizliğin içine iten bir diğer önemli konu ise, gören, duyan, tat alan ruhun varlığıdır.

Ortaokul kitaplarında dahi anlatılan bilimsel bir gerçek vardır: İnsan muhatap olduğu her görüntünün, duyduğu her sesin, aldığı her tadın sadece beyninin içindeki halini bilir. Örneğin, uçsuz bucaksız bir deniz manzarası seyrettiğimiz zaman, o güzel manzaranın dışarıdaki halini değil beynimizin içindeki halini seyrederiz. Baktığımız her ne olursa olsun, görmemiz için gerçekleşen işlem aynıdır: Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali anlamlı ve üç boyutlu görüntüler haline getirir. Yani, beynin görme merkezine ulaşan sadece bir elektrik akımıdır.

Görme olayının nasıl gerçekleştiğini anlatırken, dışarıdan gelen ışığın, gözümüzdeki hücreleri harekete geçirdiğini ve bu hareketlenmenin görüntünün oluşmasına neden olduğunu belirttik. Ancak, burada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta daha bulunmaktadır. Gerçekte, beynimizin dışında, bizim tanıdığımız anlamda ışık da yoktur. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız ışık, yine beynimizde oluşur. Dış dünyada, yani beynimizin dışında ışık olarak tanımladığımız şey, elektromanyetik dalgalar ve fotonlardır (fotonlar tanecik şeklindeki enerjidir). Aynı şey renkler için de geçerlidir. Dışarıda sadece farklı dalga boylarına sahip elektromanyetik

Page 2: harun yehya metinleri

dalgalar vardır. Gözümüze ulaşan, bu farklı dalga boylarındaki enerjidir.

Bu durumda biz dalga veya foton olarak gözümüze ulaşan ışığı ve oradan beynimize hafif bir elektrik akımı olarak ulaşan bilgiyi, masmavi, ışıl ışıl, engin bir deniz manzarası olarak seyrederiz.

İşte burada, her şeyi maddesel değişimlerden ibaret sanan materyalistlerin ve kör tesadüfleri adeta ilah edinmiş Darwinistlerin cevaplaması gereken çok önemli bir soru vardır: Vücut görme için elektriği beyne iletiyor. Peki görecek ruhu nasıl yapıyor? Elektriği yorumlayacak, görüntüyü anlayan ruhun varlığını nereden biliyor? Şuursuz bir madde olan bu hücreler, görme kavramını nereden biliyor?

Şimdi de, çok sevdiğiniz bir sanatçının  konserinde, binlerce izleyenle birlikte en sevdiğiniz şarkıları dinlediğinizi düşünün. Dış kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak kepçesi ile toplayıp orta kulağa iletir. Orta kulak ise aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır. İç kulak da bu titreşimleri sesin yoğunluğuna ve sıklığına göre elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Beyinde birkaç konaklamadan sonra mesajlar, son olarak bu sinyallerin işleme koyulup yorumlandığı duyma merkezine iletilirler. Böylece duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir. Yani sizinle birlikte konserdeki binlerce insan o sanatçının şarkılarını dinlerken, aslında hepiniz beyninize iletilen elektrik akımıyla muhatapsınızdır. Derin bir sessizlik içindeki beyninizde, çok beğendiğiniz şarkıları dinliyorsunuzdur. Peki hücreler elektriği iletirken duyacak bir ruh olduğunu nereden biliyor? Sözde evrimle aşama aşama tüm bu sistem meydana geliyorsa, duymak kavramını bilmeyen şuursuz madde, duymak için bu mekanizmayı ruha göre nasıl oluşturuyor?

Çok şık bir lokantada, nefis bir akşam yemeği yediğinizi düşünelim. Siz iştahla tabağınızdakileri yerken, aldığınız tat aslında elektrik sinyallerinin beyninizde meydana getirdiği bir etkiden başka bir şey değildir. İnsan dilinin ön tarafında dört farklı tip kimyasal alıcı vardır; bunlar tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız bir dizi işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Ve bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak algılanır. Bir pastayı, yoğurdu, limonu ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tat, gerçekte elektrik sinyallerinin

Page 3: harun yehya metinleri

beyin tarafından yorumlanmasıdır. Yukarıda sorduğumuz soruları bir kez daha soralım: Hücrelerin elektrik sinyallerini ulaştırıp bıraktıkları yer de şuursuz bir hücre yığınından ibaret olduğuna göre, yediklerinizden aldığınız tadı, keyfi kim hissediyor? Yediğiniz her yemekte, aldığı elektrik sinyalini beyne ulaştıran hücreler, orada sizin tat alacağınız bir sistemin olduğunu nereden biliyorlar? Sözde tüm canlılık ve canlılara ait tüm mekanizmalar bir yığın çamurun içinden tesadüfen ortaya çıktıysa, yemek nedir tat nedir bilmeyen madde, yemekten tad alan ruhu nasıl var etti?

İşte bu sorulara Darwinistler asla makul, tutarlı ve akılcı bir cevap veremezler. Çünkü bu bilgiler Darwinistlerin her şeyin maddeden ve tesadüflerden ibaret olduğu masalını yerle bir eder.

Kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe, göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini rengarenk bir ayçiçeği tarlası olarak gören; hiçbir sesin giremediği beyinde, bir kulağa ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini en yakın dostunun sesi olarak duyan, bu sesi duyduğunda sevinen, duymayınca özleyen; bir ele, parmaklara, kaslara ihtiyaç duymadan kedisinin tüylerini okşadığını hisseden; limon, lavanta, gül, kavun, karpuz, portakal, ızgara kokusunu aynısı ile koklayan ve ızgaranın kokusunu duyduğunda iştahlanan; ağzı, dili olmadan yediği lezzetli yemeklerden zevk alan Allah’ın yarattığı ruhtur.Ruhumuza, tüm görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için tüm tatları ve kokuları yaratan ise tüm alemlerin Rabbi, her şeyin Yaratıcısı olan Allah'tır. 

Page 4: harun yehya metinleri

Nur Talebesi-İlahiyatçı Sayın Mehmet Ali Kaya’ya Cevap

Share on facebook Share on twitter Share on email Share on print More Sharing Servicesİlahiyatçı, eğitimci ve aynı zamanda da bir Nur talebesi olan Sayın Mehmet Ali Kaya, “Asırların Rehberleri ve Mücedditler ve Kıyamet Alametleri, Deccal- Mehdi” adıyla çıkardığı Ocak 2012 basımı kitabında Hz. İsa (as), Hz. Mehdi (as) ve ahir zaman ile ilgili olarak Peygamberimiz (sav)’in hadis-i şeriflerine ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin izahlarına son derece ters düşen iddialarda bulunmuştur. 1. iddia Mehmet Ali Kaya, kitabının 224. Sayfasında Hz. Mehdi (as)’ın üç büyük görevinin Bediüzzaman tarafından yerine getirildiğini dolayısıyla Üstadımız’ın ahir zamanda zuhur etmesi beklenen Büyük Mehdi olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca Üstadımız’ın vefatının ardından; Nur talebelerinin onun bu görevini şu an şahs-ı manevisi olarak devam ettirdiklerini iddia etmektedir.  Mehdi-i ahir zaman hem diyanet sahasında, hem siyaset alanında hem cihat ve hem de saltanat sahasında görevlidir ve bütün bu görevleri tek başına yapar... Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bütün bu hizmetleri hayatında yapmış ve kendisinden sonra devam ettirmek için de “Risale-i Nur eserlerinde esaslarını vazederek takipçilerinin tavizsiz şekilde yapmasını sağlamıştır... “Asırların Rehberleri ve Mücedditler ve Kıyamet Alametleri, Deccal- Mehdi, sf 224 

Mehmet Ali Kaya kitabında açıkça Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ahir zamanın büyük mehdisi olduğunu ve Hz. Mehdi (as)’ın üç büyük görevini hayattayken bizzat yerine getirdiğini, vefatından sonra ise Hz. Mehdi (as)’ın şahsı manevisi olarak Nur

Mehmet Ali Kaya

Page 5: harun yehya metinleri

cemaatinin Hz. Mehdi (as)’ın görevlerini icra ettiğini iddia etmektedir.  Oysa herkes; özellikle de Nur talebeleri ve Sayın Mehmet Ali Kaya bilmektedir ki Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Hz. Mehdi (as)’a ait olan bu görevlerin tamamını icra etmemiştir. BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ, HZ. MEHDİ (AS)’IN HİCRİ 1400’LERDE BİZZAT VE HAYATTAYKEN YERİNE GETİRECEĞİ 3 VAZİFESİNİ TOPLU OLARAK KESİNLİKLE YAPMAMIŞTIR Hz. Mehdi (as)’ın 1. Vazifesi : Maddiyun (materyalizm) ve Tabbiyun (Darwinizm-Tabiatçılık) felsefelerinin susturulmasıdır "...Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyyun (maddecilik) ve tabiiyyun (Tabiatçılık inancının) beşer içinde intişar etmesiyle (yayılmasıyla) her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini (maddeci düşünceyi) tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır."  Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 304 Bediüzzaman’ın kendi döneminde de vefatından sonrasında da “taa Hicri 1400’ün başlangıcına kadar” hiçbir sahada Materyalist ve Darwinist felsefeyitam susturacak şekilde bir başarı sağlanamadı. Materyalist felsefe gücünü kaybetmedi. Darwinist felsefe gücünü kaybetmedi. Dünya üzerinde Darwinist ve materyalist felsefenin gerçek yüzlerinin görülmesi, Dünya üzerindeki yıkıcı etkilerinin kavranması ve bu felsefelerle ciddi anlamda mücadele edilmeye başlanması Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından sonra taa Hicri 1400’ler itibariyle gerçekleşti. Üstadımızın yaşadığı dönemde tabiyyun ve maddiyyun felsefeleri tam susturularak insanların imanlarının kurtarılmasına vesile olmak gibi bir durum söz konusu olmadı ki bunu Mehmet Ali Kaya’da gayet iyi bilmektedir. Bu görev Üstadımızın risalelerinde açıkça bildirdiği gibi “kendisinden sonra gelecek o zat yani Hz. Mehdi (as) tarafından” yerine getirilecektir.  Hz. Mehdi (as)’ın 2. Vazifesi: Kuran ahlakının dünyaya hakim olmasıdır  "İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M) ünvanı ile seair-i İslamiyeyi ihya etmektir. Alem-i İslam'ın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi

Page 6: harun yehya metinleri

tehlikelerden ve gadab-i İlahiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinad ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lazımdır." (Emirdağ Lahikası, 259)  "Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zaten üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdar olanı iman-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak... (Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 309) Görüldüğü gibi Bediüzzaman risalelerinde; Hz. Mehdi (as)’ın 2. vazifesinin; insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtarıp, insanların imanlarına vesile olmak yani İslam Ahlakını dünya üzerinde hakim etmek olduğunu ifade eder.  Asıl olarak Kuran ayetleri ve Peygamberimiz (sav)’in hadisleri, Hz. Mehdi (as) zuhur ettiğinde dünya üzerinde büyük bir imani uyanış olacağını, insanların İslam dinine akın akın girmeye başlayacaklarını, dünya üzerinde Kuran ahlakının büyük bir hakimiyeti olacağının müjdesini verir. Bu nedenledir ki Üstadımız; Hz. Mehdi (as)’ın bu görevini onun yapacağı en büyük, en önemli ve en kıymetli görevi olarak adletmiştir. Ancak bu görevi ifa ederken Hz. Mehdi (as)’ı büyük bir Müslüman kitlenin de destekleyeceğini belirterek Hz. Mehdi (as)’ın üçüncü büyük vazifesi olan ittihad-ı İslam’ın  önemine de dikkat çekmiştir.  O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde bu ikinci vazife gayet büyük maddi bir kuvvet bir hakimiyet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zaten üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslam'a bina ederek, sevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslam'a hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)  Oysa Mehmet Ali Kaya bu görevleri Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin yerine getirdiğini şimdi de onun adına şahsı manevisini temsil eden Nur talebelerinin bu görevi yürüttüklerini

Page 7: harun yehya metinleri

iddia etmektedir. Ancak açık bir şekilde görülmektedir ki; Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatına kadar İslam ahlakının dünya üzerinde hakim olması, materyalizmin ve komünizmin etkisini yitirmesi gibi bir durum kesinlikle söz konusu olamamıştır.  Bediüzzaman Hazretleri, insanların imanına vesile olacak iman hakikatlerini son derece derin ve hikmetli anlatımlarla anlatmış ve dünya çapında birçok insanın Allah’a iman etmesine vesile olmuştur. Ancak Üstadımızın vefatına kadar ki zaman içinde İslam ahlakının dünya hakimiyeti, İslam Birliği’nin kurulması, materyalizm, Darwinizm taunlarının etkisini tamamen yitirmesi gibi bir durum hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Aksine Üstadımız’ın vefat tarihine kadarki dönemlerde komünizm ve materyalizm insanlık üzerindeki şeytani etkisini artırarak sürdürmüş, insanlar geniş kitleler halinde bu inkarcı felsefelerin etkisine girmişlerdir. Materyalizm ve Komünizmin hızla güç kaybetmesi ancak Hz. Mehdi (as)’ın zuhur ettiği Hicri 1400 - Miladi 1980’ler itibariyle söz konusu olmaya başlamıştır.  Hz. Mehdi (as)’ın 3. Vazifesi: Dağınık haldeki İslam Aleminin bir araya getirilmesi ve Türk İslam Birliği’nin kurulması  Üçüncü Vazifesi: İnkilabat-ı zamaniye (zamanın değişmesiyle) ile çok ahkam-ı Kur'aniyenin (Kuran hükümlerinin) zedelenmesiyle... O zat, bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslam'ın muavenetiyle Müslümanların dayanmasıyla ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Al-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmaya çalışır." (Emirdağ Lahikası, 260)  Mehmet Ali Kaya, Üstadımızın üç vazifeyi hayatındayken bizzat tek başına yaptığını iddia etmektedir. Ancak Bediüzzaman döneminde Mehdi al-i Resul’ün üçüncü büyük vazifesi olan Türk İslam Birliği’nin kurulması durumu da kesinlikle söz konusu olmamıştır. Bu durum ancak içinde bulunduğumuz Hicri 1400’ler itibariyle kendini hissettirmiş ve İslam ülkeleri yavaş yavaş bu birliğe doğru çok önemli adımlar atmaya başlamışlardır. İslam ülkeleri arasındaki sınırlar ve güçlü siyasi ve ekonomik bürokrasiler kaldırılmaya, bazı İslam ülkelerinin başındaki diktatörler yerlerini terk etmeye başlamışlardır. Bu ülkeler üzerinde İslam dininin birleştiriciliği her

Page 8: harun yehya metinleri

geçen gün daha da iyi hissedilmektedir. Bu ise, Hz. Mehdi (as)’ın ve dolayısıyla Mehdiyetin zıl ve gölgesinin varlığına işarettir.  Peygamberimiz (sav), tüm İslam ülkelerinin hatta Hıristiyan ve Yahudi aleminden de bir kesimin Hz. Mehdi (as) zuhur ettiğinde onun manevi bayrağı altında bir araya gelip güçlü bir birlik oluşturacaklarını birçok hadisinde bildirmiştir. Bu durumun Üstadımızın yaşadığı dönemde hiçbir şekilde gerçekleşmemiş olması da onun hem ahir zamanın büyük Mehdisi olmadığının hem de üç vazifeyi bir arada yerine getirmemiş olduğunun diğer bir ispatıdır. Zaten Mehmet Ali Kaya da, Bediüzzaman Hazretleri’nin bu üç vazifeyi yerine getirmediğini gayet iyi bilmekte ancak bu durumu güya gizlemek için şahs-ı manevi kavramını devreye sokarak eksik kalan görevleri şahs-ı manevinin yerine getireceği gibi son derece mantık dışı bir çıkarım yapmaktadır.  Mehmet Ali Kaya şunu kabul etmelidir ki; Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri inşaAllah kendi döneminin müçtehidi ve mehdisidir. Ancak ahir zamanın büyük Mehdisi yukarıda saydığımız bu üç büyük vazifeyi bir arada ve bizzat kendisi hayattayken tam anlamıyla yerine getirecektir. Bu zat-ı muhteremin gerek fiziki gerekse manevi özellikleri Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde çok geniş bir yer tutmakta ve bu özelliklerin toplamı Üstadımız dışında başka bir kişiyi tarif etmektedir.  2. İddia Mehmet Ali Kaya, Bediüzzaman Hazretleri hayatta olmadığından, Hz. Mehdi (as)’ın İttihad-ı İslam’ı oluşturma görevini güya onun şahs-ı manevinin yani Nur talebelerinin yerine getireceğini iddia etmektedir.  Hz. Mehdi (as)’ın iman hizmetini bizzat kendisi görmediği bir hakikat değil mi? Halen Hz. Mehdi (as)’ın şahsı manevisi o iman hizmetine devam etmiyor mu? Demek ki Hz. Mehdi üç vazifeyi birden hayata tatbik edemeyecektir. Bunu hal, adetullah ve onun ömrü yetmeyecektir ve yetmemiştir.... (Asırların Rehberleri ve Mücedditler ve Kıyamet Alametleri, Deccal- Hz. Mehdi (as),  sf 227)  Mehmet Ali Kaya aslında bu açıklamasıyla aslında Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi (as)’nin görevini ifa edemediğini kabul etmektedir. Ancak

Page 9: harun yehya metinleri

bu sefer başka bir yöntem kullanarak lafı dolandırmakta ve dilini eğip bükmektedir. Peygamberimiz (sav) hadisi şeriflerinde İttihad-ı İslam’ın Hz. Mehdi (as)’ın manevi komutanlığında oluşturulacağını bildirmesine rağmen Mehmet Ali Kaya,“Bediüzzaman Hazretleri bu görevi yerine getirmedi demek ki Hz. Mehdi (as) İttihad-ı İslam’ı gerçekleştirmeden vefat edecek ve bu görevi onun talebeleri yerine getirecek” şeklinde Peygamberimiz (sav)’in sözlerinin tam aksi bir mantık ortaya atmaktadır. Mehmet Ali Kaya, Peygamberimiz (sav)’in ahir zamanın büyük mehdisi hakkında verdiği yüzlerce alameti hiç göz önünde bulundurmadan, bizlere bir delil sunmadan, tamamen bir ön kabulle Bediüzzaman Hazretleri’ni ahir zamanın büyük mehdisi olarak ilan etmektedir. Bu ön kabulünden yola çıkarak da; hem Peygamberimiz (sav)’in hadisleri hem de Üstadımızın sözleri üzerinde açık bir şekilde oynamalar yapmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri’nin Hz. Mehdi (as) ile ilgili sözlerini kendi mantığına uygun şekle sokma gayreti göstermektedir. Bediüzzaman Hazretleri risalelerinde; “Hz. Mehdi (as) şahıs olarak gelecek ve yine bu üç vazifeyi bizzat kendi yerine getirecek, diğer asırların mehdilerinden en büyük farkı da bu üç vazifeyi bizzat kendi ve hayattayken yapacak olmasıdır” diye açıklamalarda bulunurken, Mehmet Ali Kaya; “Bediüzzaman bu üç vazifeyi hayattayken yerine getirmedi. Demek ki Hz. Mehdi (as) üç vazifeyi bizzat kendi yapmayacak” diyerek kendi mürşidini de yalanlamaktadır. Mehmet Ali Kaya’nın bu ön kabulü hem Peygamberimiz (sav)’in hadis-i şeriflerine hem de Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin risalelerindeki görüşlerine tamamen zıt bir görüştür. Mehmet Ali Kaya şunu mutlaka göz önünde bulundurmalıdır ki; Müslümanlar Mehmet Ali Kaya’nın kendi mantığının ürünü olan bir Mehdiyi değil, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin; tamamen Peygamberimiz (sav)’in hadis-i şeriflerini kaynak kullanarak tarifini yaptığı ahir zamanın büyük Mehdisini beklemektedirler. 3. iddia Mehmet Ali Kaya yine kitabının 227. Sayfasında; risalelerde Üstadımızın; “ ‘o zat’ diye hitap ettiği kişinin Mehdi Al-i Resul’ün temsil ettiği kutsi cemaatinin şahs-ı manevisidir. Ve bu şahs-ı manevinin üç büyük görevi vardır.” diyerek yine Üstadımız’ın son derece açık ve net bir dille zat yani şahıs olarak geleceğini söylediği Hz. Mehdi (as)’ı bir şahs-ı manevi olarak göstermeye çalışmaktadır. 

Page 10: harun yehya metinleri

 Oysa Üstadımız bilinçli bir şekilde; ‘o zat’ ifadesini kullanmış ve Hz. Mehdi (as)’ın bir insan olarak zuhur edip yine bir insan olarak bu üç görevi bizzat yapacağını ifade etmiştir. Zaten kendisi şahs-ı maneviyi kastetmek istese zat kelimesini kullanmaz direkt şahs-ı manevi derdi. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri gerektiğinde Risale-i Nurların yüzlerce sayfasında “şahs-ı manevi” kalıbını kullanmıştır. Oysa Üstadımız Hz. Mehdi (as)’dan bahsederken“bir zat-ı Nurani, ahir zamanın o büyük şahsı Al-i Beytten olacak, o zat, Kendine hazır bir program yapacak, ileride gelecek acib bir şahsın, o büyük kumandan, bir müçtehid,  bir müceddid, hakim, mürşid, kutb-u azam, bir zat-ı nurani, bir asır sonra gelecek o zat,...” gibi tek bir kişiyi ifade eden hitaplar kullanmıştır.  Şu çok açıktır ki Üstadımız muhteşem bir anlatım kabiliyetine ve çok zengin bir kelime dağarcığına sahiptir. Bu üstün özelliği risalelerindeki anlatımlarından çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Sayın Mehmet Ali Kaya ise -belki de farkında olmayarak- Üstadımız hakkında uygun olmayan bir ithamda bulunmakta ve Üstadımızın çok net olarak Hz. Mehdi (as)’ın bir insan olarak ahir zamanda zuhur edeceğini ifade ettiği sözlerini tevil ederek gerçeği çarpıtmaktadır. (Bkz: http://www.bediuzzamananlatiyor.com/said-nursinin-hz-mehdi-a-s-nin-bir-sahsi-manevi-degil-sahis-oldugunu-ifade-eden-sozleri.html)  4. İddia  Mehmet Ali Kaya güya Hz. İsa (as)’ın Üstadın zamanında nüzul ettiğini, kimsenin görmediği bir yerde; bir camide Bediüzzaman’ın arkasında namaz kıldığını ve gizli olarak Said Nursi Hazretleri’ne biat ettiğini iddia etmektedir. Bu durumu Bediüzzaman’ın güya; “Hz. İsa (as) gelince herkesin onu tanıması gerekmez. İmanın kuvvetiyle bilinir ve havassı onu bilse ve tanısa yeterlidir” ifadesiyle açıkladığını savunmaktadır. Mehmet Ali Kaya, aynı kitabın 236. ve 237. sayfalarında ahir zamanda zuhur edecek ve bir araya gelecek olan Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) ile ilgili olarak yine tamamen -Peygamberimiz (sav)’i ve hadislerini tenzih ederiz-hadis-i şerifleri hiçe sayan bir mantık

Page 11: harun yehya metinleri

yürütmüştür. Aslında Üstadımızın Ahir zamanın büyük Mehdisi olduğunu ve Hz. İsa (as)’ın da onun zamanında nüzul edip, hiç kimsenin görmediği bir yerde gizli olarak Bediüzzaman Hazretleri’ne biat edip, onun arkasında namaz kıldığını söylemektedir. Ardından da yine Bediüzzaman Hazretleri’nin çok açık olan “Zaten Hz. İsa (as) geldiğinde herkesin onu tanıması gerekmez imanın kuvvetiyle bilinir. Havası onu tanısa ve bilse yeterlidir” ifadesini çarpıtarak Üstadımızın bu sözünü kendi yanlış mantığına delil olarak sunmaya çalışmaktadır. Oysa Peygamberimiz (sav)’in Hz. Mehdi (as) ile Hz. İsa (as)’ın buluşması ve o dönemde dünya üzerinde olacak gelişmelerle ilgili onlarca sahih hadisi mevcuttur. Bu hadislerde anlatılan olaylar ve gelişmeler ise gizlice vuku bulup gözden kaçacak türde olaylar değil aksine son derece dikkat çekici, Müslümanların ve Kitap Ehli’nin şahit olacağı, Hıristiyanların tevhidi kabul edip tek bir Allah’ın varlığına inanmalarına vesile olacak türde dünya çapında büyük olaylardır. Oysa ki Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşadığı dönemde böyle bir olay gerçekleşmemiştir. Hıristiyanlar henüz Hz. Mehdi (as)’ın zuhur ettiği dönemde nüzul edecek olan Hz. İsa (as) vesilesiyle, Müslümanlığı kabul etmemişlerdir. Ayrıca Hz. İsa (as)’ın nüzulünün ardından dünya üzerinde yaşanacak olan barış ve sükunet ortamı da Bediüzzaman Hazretleri’nin döneminde oluşmamıştır. Hz. Mehdi (as) ve Hz. İsa (as) dönemlerinde yaşanacak olan bereket bolluk, huzur güven ortamı henüz sağlanamamıştır. Peygamberimiz (sav), Hz. İsa (as)’ın tekrar nüzul edeceği bu dönemde meydana gelecek değişikliklerden bazılarını şöyle bildirmiştir: Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. -Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. -Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar , hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir. (Sahih-i Müslim, 1/136) Savaş (erbabı) da ağırlıklarını (silah ve malzemelerini) bırakacak.  (Sünen-i İbn-i Mace, 10/334) Benliğime hakim olan zata yemin ederim ki, Meryem’in oğlunun adaletli bir hakem olarak size inmesi pek yakındır. O, Haç’ı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak),domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracak; mal çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecektir (Sünen-i Tirmizi, 4/93)

Page 12: harun yehya metinleri

 Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa Aleyhisselam)’ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracaktır, mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. (Sahih-i Müslim, 6/532) İsa bin Meryem adil bir hakim ve adaletli bir imam (devlet başkanı) olarak (gökten yere) inmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O, (indiğinde) haçı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracaktır. Mal da o kadar çoğalacaktır ki hiçbir kimse mal kabul etmeyecektir. (Sünen-i İbni Mace, 10/340) Yüzlerce hadisle sabit olan ancak bu yazıda sadece birkaçına yer verdiğimiz Hz. İsa (as)’ın nüzulü sonrası Hz. Mehdi (as)’a tabiyetiyle birlikte dünya üzerinde yaşanacak barış ve güven ortamı ile ilgili ayrıntılar Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin yaşadığı Hicri 13. Yüzyılda hiçbir şekilde meydana gelmemiştir. Tek başına bu delil bile Mehmet Ali Kaya’nın; Bediüzzaman’ın döneminde Hz. İsa (as)’ın nüzul edip Bediüzzaman’a biat ettiği yönündeki asılsız iddiasını geçersiz kılmak için yeterlidir. Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri; Hz. İsa (as) nüzul ettiğinde imanın nuru ile ancak bazı kişilerin onu tanıyacağı yönündeki açıklamasıyla Hz. İsa (as)’ın nüzul ettiği ilk dönemlerde insanlar tarafından hemen “Bu muhterem, Hz. İsa (as)’dır” denerek tanınmayacağı, belli bir süre gizli olarak ve kendi cemaati içinde faaliyetlerini sürdüreceğini ifade eden açık bir izahtır. Böyle ilgisiz bir tefsire ihtiyaç duyurtan kapalı bir izah değildir. 5. iddia “SONRA GELECEK O ZAT” ifadesinin Bediüzzaman Hazretleri’nin güya insanların dikkatini kendisinden, iman davasına çevirmeleri için kullandığı bir yöntem olduğu iddiası  

Page 13: harun yehya metinleri

Mehmet Ali Kaya kitabının devam eden sayfalarında Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin açık ifadelerini son derece mantık dışı açıklamalarla gerçek manasından saptırmaya devam etmektedir. Kitabının 240. sayfasında bu defa Üstadımızın Hz. Mehdi (as)’ın kendisinden sonra geleceğini ifade etmek için kullandığı “sonra gelecek o zat” ifadesini inanılmaz bir teville açıklamaya devam etmiştir. Üstadımızın son derece anlaşılır şekilde söylediği sonra gelecek o zat ifadesini; insanların dikkatini kendisinden İslam’a çevirmek için -Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ni tenzih ederiz- bir taktik  olarak söylediği iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Kitapta yer alan söz konusu teviller şu şekildedir:  Sonra gelecek o zat ifadesi ise, Bediüzzaman’ın nazarları şahsından davası olan iman davasına çevirmek içindir.  Mehmet Ali Kaya ardından bu teviline şöyle devam etmektedir:  “Yani imanın hayata hakim olması ve şeriat dediğimiz adalet, hürriyet ve hakkaniyetin hakim olması benden sonra olacaktır.” demek içindir. Burada kastedilen şahıs değil kendi şahsının başlattığı davasının hakimiyetinin görünmesidir.”  Görüldüğü gibi Mehmet Ali Kaya, Üstadımızın son derece aleni ve açık bir şekilde anlaşılan izahını bile akıl ve mantık dışı bir biçimde tefsir etmekteden çekinmemektedir. Sadece Hz. Mehdi (as)’ın zuhurunu perdelemek, aleni olan alametleri gizlemeye çalışmak için değerli Üstadımızın son derece açık sözlerini kullanmakta ve çarpıtmaktadır. Mehmet Ali Kaya şunu unutmamalıdır ki Üstadımız’ın hiçbir ifadesinin tefsire ihtiyacı yoktur. Üstadımız anlatmak istediğini son derece güzel anlatma kabiliyetini vakıf, Osmanlıcayı çok iyi bilen ve yerli yerinde kullanan bir alimdir. Eğer Üstadımız kendisinden sonra bir şahs-ı manevinin görevini üstleneceğini anlatmak istese “Benden sonra talebelerim İslam Ahlakının yayılması için çalışmaya devam edecekler...” gibi açık ve net bir ifade ile bunu açıklardı. Bu kadar kolayca anlatılacak bir konuyu “sonra gelecek o zat” gibi konuyla son derece ilgisiz olan kelimeleri kullanarak anlatmazdı.  Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Risale-i Nur külliyatında bir kere değil defalarca Hz. Mehdi (as)’ın kendisinden sonra geleceğini

Page 14: harun yehya metinleri

ifade etmiştir. Mesela Üstadımız risale-i Nur’da; “... bundan sonra gelecek o Mehdi-i Resul(Şualar, sf. 381), ileride gelecek acip şahıs (Barla Lahikası, sf. 162), ta ahir zamanda hayatın geniş dairesinde gelecek olan Hz. Mehdi (as) ve şakirdleri (Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153), sonra gelecek o mübarek zat (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9-11), hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat  (Kastamonu Lahikası, s. 61-62), istikbal-i dünyeviyede 1400 sene sonra gelecek bir hakikati (Sözler, Sayfa: 309)  ifadeleriyle defalarca Hz. Mehdi (as)’ın kendisinden bir asır yani Hicri 1400’de zuhur edeceğini bildirmiştir. Üstad Hazretleri’nin risalelerinde kullandığı bu ifadeler, Mehmet Ali Kaya’nın ahir zamanda zuhur edecek Hz. Mehdi (as)’ı kabul etmemek için ortaya attığı akıl dışı tevilleri ortadan kaldıracak nitelikte ve netliktedir. 6. iddia Bediüzzaman Hazretleri’nin Hicri 13. asırda yaşamasına ve Hz. Mehdi (as)’ın da kendisinden 100 sene sonra Hicri 14. Asırda zuhur edeceğini söylemesine rağmen Mehmet Ali Kaya Peygamberimiz (sav)’in “12 imam gelmeden kıyamet kopmaz.”hadis-i şerifini delil göstererek Hicri 13. Yüzyılda yaşayan Bediüzzaman Hazretleri’ni, 13. ve dolayısıyla ahir zamanın son imamı olarak göstermeye çalışmaktadır. Mehmet Ali Kaya’nın Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ahir zamanın büyük mehdisi olduğunu kanıtlamak için ortaya attığı iddialardan biri de Üstad’ın; kendisine kadar her asırda gelen 12 müceddidden sonraki 13. müceddid olmasıdır. Bu iddiasını ise Peygamberimiz (sav)’in “12 imam gelmeden kıyamet kopmaz.” hadisine dayandırmaktadır. Oysa Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi (as) ile ilgili bildirdiği hadis-i şeriflerinden birinde her yüzyıl başında dini bidatlerden arındıracak bir müceddid geleceğini bildirmiştir: Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuş:  Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah HER YÜZ SENENİN BAŞINDA şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan karışmış batıl uygulamalardan) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) bir zatı gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

Page 15: harun yehya metinleri

 Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Peygamberimiz (sav)’in bu hadisi doğrultusunda Hicri 1400'lü yılların "müceddidi"nin Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir: Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsaBUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ) OLABİLİR. (Şualar, s. 605) Hicri 13. asırda yaşayan Bediüzzaman Said Nursi Hicri 13. Asrın müceddididir. Şu an yaşamakta olduğumuz ahir zamanın yani Hicri 14. Asrın müceddidi ise Hz. Mehdi (as)’dır. Peygamberimiz (sav) başka bir hadis-i şerifinde ise Hz. Mehdi (as)’ın Hicri 1400 yani miladi 1979-1980 yıllarında zuhur edeceğini bildirmiştir: İnsanlar 1400 senesinde Mehdi'nin yanında toplanacaklardır. (Risaletül Huruc-ül Mehdi, s. 108) Yine Peygamberimiz (sav)’in bu hadis-i şerifleri doğrultusunda Bediüzzaman Hazretleri de farklı tarihlerde yaptığı açıklamaların hepsinde, Hz. Mehdi'nin geliş zamanı olarak Hicri 1400'lü yılların başlarına işaret etmiştir. Bediüzzaman bir sözünde, Hz. Mehdi'nin Asr-ı Saadet döneminden 1400 sene sonra çıkacağını şöyle belirtmektedir: İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ asırlarında karib (yakın) zannetmişler. (Sözler, s. 318) Görüldüğü gibi Mehmet Ali Kaya’nın bu iddiasının da aksine; bizzat Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi (as)’ın; Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatta olmadığı Hicri 1400 yani miladi 1979-1980 yıllarında faaliyet içinde olacağını bildirmiştir. Üstadımız da Peygamberimiz (sav)’in bu hadisi şerifleri doğrultusunda Risale-i Nur’da Hz. Mehdi (as)’ın Hicri 1400’de zuhur edeceğini yazmıştır. Mehmet Ali Kaya’nın bu iddiası da diğerleri gibi son derece yanlış, tamamen ön kabule dayalı ve delilsizdir. Bu iddialarının hiçbiri Peygamberimiz (sav)’in konuyla ilgili hadislerini de Bediüzzaman Hazretleri’nin aynı hadisler doğrultusunda yaptığı izahlarını da doğrulamamaktadır. 

Page 16: harun yehya metinleri

 Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yaşadığı yüzyıl olan Hicri 13. Asrın müceddididir. Yazdığı risaleleleri ile sayısız insanın imanına vesile olmuş ve Hz. Mehdi (as)’ın 3 büyük görevinden birini yerine getirmiştir. Ancak Hz. Mehdi (as)’ın 3 ana görevini Bediüzzaman da ondan önceki müceddidler de tam olarak yapamamışlardır. Bu Allah’ın belirlediği bir kaderdir ve üç görevi bir arada ancak Hicri 1400 de zuhur etmiş olan Hz. Mehdi (as) ifa edecektir. Doğrusunu Allah bilir.

Page 17: harun yehya metinleri

'Kendi Kendini Kopyalayan ve Canlılığı Oluşturan İlk Molekül'' diye bir şey yoktur

Darwin’den beri Darwinistlerin anlatıp durdukları canlılık senaryosu kendi kendine oluştuğu iddia edilen hayali bir “ilk hücre” ile başlar. Bu hayali ilk hücre;

Darwin döneminde “içi su dolu baloncuk” olarak nitelendiriliyordu, çünkü o dönemin ilkel şartlarında hücrenin neye benzediği bilinmiyordu bile.

Bu hayali ilk hücrenin çamurlu bir suyun içinde kendi kendine oluştuğu gibi akıl dışı bir varsayım öne sürülüyordu.

Tüm canlı çeşitliliğinin bu tesadüfen oluşan ilk hücreden gelişip var olduğu iddia ediliyordu.

Ardından 20. Yüzyılda müthiş bilimsel keşifler yapıldı ve hücrenin yapısı tam olarak görülüp anlaşıldı. Anlaşıldı ki;

Tek bir hücre New York şehrinden daha kompleks bir yapıya sahiptir.

Değil bir hücrenin, hücrenin içindeki tek bir proteinin bile kendi kendine oluşması imkansızdır.

Dolayısıyla çamurlu suda bir hücre oluştu iddiası bilimsel olarak mantıksız ve imkansızdır.

Page 18: harun yehya metinleri

Bu gerçekler Darwinistlere dehşetli bir panik getirdi. Henüz YAŞAMIN BAŞLANGICINDA evrim teorisinin çökmüş olması, onları yıkıma uğrattı. Bu gerçeği gizlemek istediler. Yine basını ve üniversiteleri kullanmaya kalkıştılar. “Laboratuvarda muhtemelen protein üretebiliriz, deneyler yapıyoruz” dediler. “Yaşamın tek hücreliden başladığına dair hipotezler var” dediler. “İddialarımızı zamanla ispatlayacağız” dediler. Ancak aradan geçen 150 yıllık süre içinde hiçbir değişiklik olmadı, hiçbir evrimci iddia ispatlanamadı. Hatta aksine bütün bilimsel gelişmeler her gün, her gelişme ile bir proteinin bile tesadüfen meydana gelemeyeceğini ispatladı.

Dünya Darwinistlerinin Bile Vazgeçtikleri İddiaları Ülkemizdeki Yerli Evrimciler Neden Hala Savunuyorlar?

Ardı ardına bilimsel yenilgilerle sarsılan Darwinistler yakın bir zamanda, Dawkins’in öncülüğünde “kendi kendini kopyalayan hayali bir molekülden” bahsetmeye başladılar. Ancak bu da onları kurtaramadı ve hatta Dawkins bile bu iddianın mantıksızlığını açıkça ifade etmek zorunda kalarak, böyle bir yaratılışın ancak çok çok üstün bir Akıl tarafından meydana getirilebileceğini itiraf etti.

Bütün bu gerçeklere ve bilimsel gelişmelere rağmen ülkemizdeki yerli evrimciler söz konusu iddiayı ısrarla tekrarlamaktadırlar. “Gelişmiş canlı diyemeyiz ama canlılığa giden bir organizasyon deriz”, “kendi kendini kopyalayan ilk molekül yapmıştır”, “cansız maddelerden canlıların oluşumu doğa yasalarının sonucudur, bunu tartışmaya gerek yok,” gibi bilimsel karşılığı olmayan, mantık dışı iddiaların hala yenilmektedirler. Bunun nedeni söz konusu kişilerin eski yılların sahte evrimci bilim anlayışından kopamamalarıdır.

Kendi Kendini Kopyalayabilen İlk Molekül Diye Bir Şey Yoktur

Darwinistler, proteinlerin kendi kendine oluşumunu açıklayamadıklarından, canlılığın ilk başında “kendi kendini kopyalayabilen bir ilk molekül olduğunu” iddia ederler. Öncelikle “kendi kendini kopyalayan molekül” diye bir şey yoktur. Eğer burada kastedilen molekül, canlı hücre içindeki en küçük birim olan proteinlerse, proteinlerin de “kendi kendilerine kopyalama” gibi bir özelliği yoktur. Bir proteinin kopyalanabilmesi için:

Page 19: harun yehya metinleri

Başka proteinlere

DNA’ya

Ribozoma

Endoplazmik retikuluma

Sitoplazmaya

Enerji üreten mitokondriye

Hücre zarına

KISACA,

TAM TEŞEKKÜLLÜ BİR HÜCREYE İHTİYACI VARDIR.

Dolayısıyla “kendi kendini koplayabilen bir molekül” iddiası aldatmadan ibarettir. Canlı hücresi içinde olmayan bir molekülün dışarıdan enerji alabilen ve bunu kendini devam ettirmekte kullanan bir yapıya sahip olması imkansızdır. Buna “canlılığa giden bir organizasyon” denmesi ancak ve ancak hedef saptırmadır, demagojidir. “Canlılığa giden bir organizasyon” son derece mantıksız bir ifadedir. En küçük canlı “bir HÜCRE”dir. Sadece bir hücre ve o hücre içindeki birimler kendi kendilerini kopyalayabilirler. Sadece bir hücre dışarıdan enerji alabilir ve bunu kullanır. Sadece bir hücre, kendi organelleri ve dışarıdan aldığı enerji vesilesiyle kendi varlığını devam ettirebilir.

Bir başka deyişle canlılık, cansızdan canlılığa doğru giden hayali aşamalarla var olamaz.CANLILIK, ASLA VE ASLA CANSIZLIKTAN VAR OLAMAZ. BU KESİN OLARAK İMKANSIZDIR. BUNU SÖYLEYEN İSE, BİLİMDİR, BİLİMSEL, KESİN, SONUÇLANMIŞ DENEYLERDİR. Darwinistler, “cansızlıktan canlılığın oluştuğunu ispatlayan bilimsel deliller var” dediklerinde doğru söylememektedirler. Moleküler düzeyde her türlü bilimsel çalışma cansızlıktan canlılığın var olamayacağını, 20. yüzyılda ispat etmiş, 21. yüzyılın gelişen bilimi ile de teyid etmiştir. Bir canlının oluşması için bir proteinin varlığı dahi yeterli değildir. Darwinistlerin canlılığı açıklayabilmeleri için BİR HÜCRENİN oluşumunu açıklamaları gerekir. Fakat henüz TEK BİR PROTEİNİN KENDİ KENDİNE OLUŞUMUNU

Page 20: harun yehya metinleri

DAHİ AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR. Hücrenin içindeki küçücük bir protein bile, Darwinizm’i çürütüp bitirmiştir.

Mükemmellik bilimin gösterdiği bir sonuçtur ve tüm canlı yapılarda hakimdir

 

Darwinistlerin iddiaları bilimsellikten hep uzak olmuştur ve her zaman sadece demogoji ve sahte delillerle teorilerini ayakta tutmaya çalışmışlardır. Bilimsel hiçbir açıklama yapamadan, sadece lafı çevirerek, konuyla yakından uzaktan ilgisi olmayan terimler kullanıp, karmaşık anlatımlarla “laf kalabalığı” yaparak insanları kandırmaktadırlar. Bunlar evrimcilerin bilinen özellikleridir ancak son zamanda Darwinistlerin demagojik anlatımlarına bir yenisi daha eklenmiştir.

Canlılardaki yapıların üstün yönlerini vurgulamak için kullanılan, “mükemmel, muhteşem, kusursuz” gibi ifadeler Darwinistleri korkutmaktadır. Böyle ifadeler için kendilerince, “bunlar bilimin terimleri değildir, insani terimlerdir... Mükemmel hücre diye bir şey olmaz, bunun ölçüsü ne?” gibi cevaplar vermektedirler.

Bunun sebebi şudur: Darwinistler de aslında canlılardaki hassas ayar, altın oran, simetri, işbölümü ya da planlama gibi olağanüstü düzen ve davranışları evrim teorisi ile açıklayamadıklarının farkındadırlar. Ve son bir çırpınışla, bir savunma mekanizması olarak,terimlere saldırmaktadırlar. Kısacası Darwinistler bu ifadelerin kullanılmaması gerektiğini iddia edecek kadar zavallı duruma düşmüşlerdir.

Darwinistler neden “mükemmellik” kavramını reddederler?

Page 21: harun yehya metinleri

“Mükemmellik” bilimsel bir ifadedir. Çünkü canlı yapıları, insanın yeteneklerini, kimi zaman da anlama gücünü aşan mükemmellikler gösterir. Örneğin bitkilerin yaptıkları fotosentezin aşamaları hala tam olarak bilinmemektedir ya da fotosentez gibi bir işlemi yapan makine henüz üretilememiştir. 1-2 gramlık kuşların nasıl olup da binlerce kilometre göç edebildiği, yönlerini nasıl buldukları ve nasıl olup da buna güç yetirdikleri tam olarak anlaşılamamıştır. Arı kovanlarındaki düzenin muhteşemliği, peteklerdeki düzgün altıgenlerin nasıl oluştuğu, termit yuvalarındaki havalandırma sistemindeki muazzamlık hayranlık uyandırıcıdır.

Aslında Darwinistler de bu gibi örneklerin çokluğunu, canlılardaki özelliklerin tam anlamıyla mükemmel olduğunu ve bunları evrimle açıklamayacaklarını çok iyi bilirler. Ancak buna rağmen “mükemmellik” kavramını vargüçleriyle reddederler. Bunun tek sebebi, kendi iddialarına göre tesadüfen var olması gereken bir yapıda, mükemmelliğin varlığının imkansız olmasıdır.

Tesadüfler mükemmeli meydana getiremezler. Simetriden, altın orandan anlamazlar. Moleküler düzeyde aralarında işbölümü yapan, tedbirler alan, eksik noksan bırakmayan, hataları test eden ve bunları onaran bir sistemler bütünü oluşturamazlar. Tesadüflerin oluşturacağı; hiçbir şeydir ya da eğri, çarpık, bozuk, sakat, hastalıklı yapılardır. İşte bu sebeple Darwinistler “mükemmel”, “olağanüstü”, “kusursuz” gibi kelimelerden oldukça tedirgin olurlar.

Page 22: harun yehya metinleri

Darwinistler kaçmaya çalışsalar da gerçekler açıktır

Darwinistlerin “susturma politikalarıyla” kaçmaya çalıştıkları gerçek şudur:

Proteinler hücre içinde birbirinden oldukça farklı görevler yapar. Her protein oluştuğu anda nereye gideceğini ve ne yapacağını bilir. Birisi DNA’yı sarar, biri protein sentezinde şifrenin yerini işaretler, biri hormon olur haberleşmeyi sağlar, diğeri enzim olur reaksiyonları katalize eder... İşte Darwinistler, hücre içindeki binlerce proteinden bir tanesinin görevini laboratuvarda dahi yapmayı başaramazlar. DAHASI, TEK BİR PROTEİNİN NASIL OLUŞTUĞUNU ANLATAMAZLAR. İnsanın yeteneklerini aşan böyle bir yapı tek kelimeyle mükemmeldir.

DNA bir sanat eseridir. Yaklaşık 2 metrelik bir sarmal, 46 kromozoma bölünerek, dünyanın en kompleks sarma metoduyla 1-2 mikronluk hücre çekirdeğinin içinde sarılı durumdadır. Bu sarma işlemini yapanlar enzimler ve proteinlerdir. Eğer Darwinistler bunda mükemmellik olmadığını iddia ediyorlarsa, bunun benzerini, en azından bir kopyasını oluşturabilmeleri gerekir.

Bir yaprağın içindeki kloroplast, insanların mekanizmasını dahi tam olarak çözemediği olağanüstü fotosentez işlemini hayranlık uyandırıcı bir

Page 23: harun yehya metinleri

ustalıkla yapar.Eğer bu sistem Darwinistlere göre mükemmel değilse, bunun bir benzerini veya kopyasını yapabilmeleri gerekir.

Antartika’da yaşayan bir ayı balığı -56 derece soğukta yaşayabilir ve çok derinlere dalabilir ancak yoğun ve ani basınç değişimi yüzünden oluşan vurgundan etkilenmez, çünkü solunum borusu diğer birçok memelinin aksine yuvarlak değil, düz-oval biçimlidir ve yüksek basınç altında hemen kapanabilmektedir. Ayrıca ciğerlerini de kapatma imkanına sahiptir. Bu özellik, mükemmeldir.

Bir tohum; bir çiçeğe, bir meyveye, bir ağaca ait tüm bilgileri depolama ve asla unutmama yeteneğine sahiptir. Eğer Darwinistler bunda bir mükemmellik olmadığını iddia ediyorlarsa, o tohumun içinde nasıl bilgi saklanabildiğini, bunun nasıl olup da yıllarca hatta yüzyıllarca muhafaza edilebildiğini açıklamalıdırlar.

Bir sinek kuşunun kalbi gün boyunca saniyede 500 ila 1200 kez çarpar. Gece ise kuşun kalbi öylesine yavaşlar ki nabzı adeta durur, hatta kuş nefes almıyor gibidir. Bu kuşlar boylarına göre bir jetten daha fazla yakıt harcarlar. Eğer biz bu oranda enerji harcayacak olsaydık, vücut ısımız 400 dereceye yükselirdi ve bu enerjiyi karşılamak için, her gün 45 kilo şeker tüketmek zorunda kalırdık. İnsan için imkansız olan bir işlemi bu minik canlının gerçekleştiriyor olması muhteşemdir.

Bir yarasanın sonar sistemini, arıların yön bulabilme kabiliyetini, bakterilerin ayrıştırma yeteneklerini, bir akrebin ultraviyole ışınlara dahi dayanıklı yapısını, semenderin kendi organlarını yenileyebilmesini ve canlıların istisnasız her birindeki farklı yetenekleri Darwinistlerin evrimin iddialarıyla açıklamaları gerekir. Bunları yapamadıklarına göre, canlılar, insanlardan daha üstün yapılara sahiptir ve bunlar hayranlık uyandırıcı özelliklerdir. İşte bu da bize “mükemmellik, muhteşemlik ve kusursuzluk” olduğunu gösterir.

Page 24: harun yehya metinleri

Dünya Hayatının Yaratılış Sırrını Kabul Etmek İstemeyen Darwinistlere Cevap:

Neden canlıların bazıları sonar sistemine sahip, bazıları değil?

Bu, dünya hayatının yaratılış sırrını bir türlü kabul etmek istemeyen Darwinistlerin sık sık başvurdukları bir soru türüdür.

Bu sorunun cevabı şudur: Bir sonara sahip yunus, insanlardan bu yönüyle üstündür ya da organları yenilenen bir semender de insandan bu yönüyle üstündür.

İnsan bedeninde mükemmellikler olduğu gibi, diğer canlılarda da insandan daha üstün yapılar var edilmiştir. Farklı özelliklerin tümünün Yaratıcısı Allah’tır. Allah dilese, bütün bunları her canlıda yaratır. Nitekim cennetteki yaratılma böyle olacaktır. İnsanlar cennette, her türlü vasfa, üstünlüğe, kusursuzluğa ve ölümsüzlüğe sahip olacaklardır. Yunusta sonarın varlığını bilmek, Allah’ın üstünlüğünü takdir etmek için yeterlidir. Semenderde organların yenilendiğini bilmek, Allah’ın bunu yapmaya kadir olduğunu anlamak için yeterlidir. İnsanda bunların olmaması, insanın dünyada imtihana tabi olması nedeniyledir.

Page 25: harun yehya metinleri

İnsan eksikliklerle imtihan olacak, cenneti, yani tam anlamıyla kusursuzluğu isteyecektir.Buradaki amacı göremeyip “dünyada eksiklik var, hiçbir şey kusursuz değil” demek, insanın yaratılış amacının farkında olmamaktır. Bize Allah’ın yaratma sanatı ile ilgili verilen en büyük delil, bu kainatta hemen her yerde karşımıza çıkan mükemmelliklerdir. Biz bu delillerden Yüce Yaratıcımızın her şeye kadir olduğunu, dilediği an, dilediği varlıkta, dilediği üstünlükleri yaratacağını ve cennette bunların tümünü hatta daha da fazlasını mutlaka var edebileceğini anlarız.

İşte bu sebeple, mükemmellikler bizim için çok büyük nimetlerdir. Mükemmellikler, bilimin bize gösterdiği gerçeklerdir. Mükemmellikler yalnızca Darwinistleri rahatsız eder. Çünkü her mükemmellik, evrim teorisini yerle bir eder. Bilim geliştikçe ortaya çıkan yeni harikalar, evrim teorisini yıkmaya devam edecektir. Darwinistler de bu mükemmelliklerden sıkıntı duymaya devam edeceklerdir. Dileğimiz elbette, onların da bu mükemmelliklerden zevk alması ve her şeyi Yaratan Yüce Rabbimiz’i kalpten, içtenlikle gereği gibi takdir edebilmeleridir. 

Page 26: harun yehya metinleri

he Malaysian Insider İsimli İnternet Sitesindeki Darwinist Yanılgılara Cevap

Malezya’da yayın yapan The Malaysian Insider haber sitesi 6 Şubat 2012 tarihinde Zurairi Ar isimli evrimci bir yazarın makalesine yer vermiştir.

Söz konusu makalede yazar 2004 yılında Malezya'da yapılan bir anketten bahsederek "İnsanlar eski dönemlerde yaşayan bir hayvan cinsinden mi evrimleşti?" sorusuna halkın yarısından çoğunun "evet" diye cevap verdiğini, ancak 2008 yılına gelindiğinde yine halkın yarısından çoğunun aynı soruyu bu kez “hayır” diye cevapladırdığını hatırlatmakta, böylelikle Malezya’da evrimi reddedenlerin sayısının 4 yıl içinde büyük bir artış gösterdiğine dikkat çekmektedir.Yazar ilerleyen satırlarda ise, uluslararası basında Sayın Adnan Oktar’ın evrim karşıtı kitaplarının etkisiyle İngiltere’de bazı tıp öğrencilerinin evrimsel biyoloji derslerine katılmak istemediklerine dair sıklıkla haberler yer aldığından bahsetmektedir. Söz konusu yazıda Malezya devlet televizyonu olan AlHirac TV’de “Allah’ın İşaretleri” adlı bir programın yer aldığını ve bu programın Malezya’da Harun Yahya ismiyle tanınıp sevilen Sayın Adnan Oktar’ın bir çalışmasından esinlenerek hazırlandığı da belirtilmektedir.Tüm diğer evrimciler gibi Zurairi Ar isimli yazarın da Sayın Adnan Oktar’ın tüm dünyada milyonlarca insan tarafından okunan ve hayranlıkla takip edilen evrim karşıtı eserlerine duyulan ilgiden ve bu eserlerin Darwinizm’e indirdiği öldürücü darbenin şiddetinden rahatsızlık duyduğu anlaşılmaktadır. Sayın Oktar'ın eserlerinin Darwinistleri bu denli rahatsız etmesinin sebebi, bu eserlerin evrim teorisinin geçersizliğine dair bilimsel delilleri bir bir ortaya koyması ve bunun sonucunda Darwinist, materyalist ve ateist çevrelerin ideolojilerini dayandırdıkları sözde ilmi temelin çökmüş olmasıdır.Her ne kadar benzer evrimci iddiaların cevapları sitelerimizde defalarca yayınlanmış olsa da bu makaledeki iddialara ve evrimci yanılgılara cevaplar bir kez daha aşağıda yer almaktadır:1) Din ile bilimin çatıştığı yanılgısı:Hak din ve bilim hiçbir şekilde çelişmez. Din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Ayrıca din, bilimi, Yaratılış'taki detayları görüp Allah'ın Yüceliğinin takdir edilmesine

Page 27: harun yehya metinleri

bir yol olarak açıkça teşvik eder. Bir başka deyişle, evreni ve tüm canlılığı incelemenin ve Allah'ın yaratma sanatını keşfederek insanlığa açıklamanın temel yoludur bilim.Din ile bilimin çatıştığına dair asılsız iddiayı savunan insanların içine düştükleri en büyük hata, hak dinin kaynağı olan Kuran'ı bilmeden, anlamadan hüküm vermeleridir. Kuran'ı okuyan bir kişi açık bir şekilde görür ki, Allah Kuran'da insanları, göklerin, yerin, Ay'ın, Güneş'in, yıldızların, dağların, ağaçların, bitkilerin, tohumların, hayvanların, gece ile gündüzün meydana gelişinin, insanın doğumunun, yağmurun ve yaratılmış daha pek çok varlığın üzerinde düşünmeye ve bu varlıkları incelemeye çağırmaktadır. Böylelikle Yüce Rabbimiz tüm insanlığa ilim sahibi olmayı ve bilim yapmayı tavsiye etmektedir. Kuran'da bu hususta onlarca ayet yer almaktadır. Kuran'ı inceleyen bir insan din ile bilimin çatıştığı iddiasını ileri sürmenin ne kadar boş olduğunu derhal fark edecektir. (Detaylı bilgi için bakınız, Kuran Bilime Yol Gösterir , Harun Yahya) Allah'ın gökyüzünü, yeri, dağları, bitkileri, suyu, tohumları veya ağaçları incelemeleri için insanları teşvik ettiği, diğer bir deyişle insanlara bu yönde bilimsel araştırmalar yapmayı tavsiye ettiği çok sayıdaki ayetten birkaçı şöyledir:Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10)2) Doğal seleksiyonun yeni bir tür ortaya çıkardığı yanılgısı:Bu da evrimcilerin hiçbir ilmi temeli olmayan başlıca iddialarından biridir ve gerek Sayın Adnan Oktar'ın Harun Yahya müstear ismiyle yazdığı eserlerde gerekse Harun Yahya temsilcilerinin dünyanın dört bir yanında verdikleri konferanslarda defalarca çürütülmüştür. Kısaca hatırlatmak gerekirse; doğal seleksiyon, türlerin evrimleştikleri ve birbirlerine dönüştükleri iddiasına en ufak bir katkıda bulunmamakta, dolayısıyla evrim teorisine hiçbir şey kazandırmamaktadır. Çünkü bu mekanizma hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini zenginleştirip geliştirmemektedir. Söz konusu mekanizma bir türü bir başka türe asla çeviremez; örneğin deniz yıldızını balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha, timsahları da kuşa dönüştüremez.Doğal seleksiyon doğada bir yaşam mücadelesi olduğu ve bu mücadelede hayatta kalanların hep güçlü ve doğal şartlara uygun canlılar olacağı varsayımına dayanır. Buna göre, örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında olan bir geyik sürüsü içinde yalnızca hızlı kaçabilen geyikler hayatta

Page 28: harun yehya metinleri

kalacaktır. Dolayısıyla bir süre sonra bu geyik sürüsü hızlı koşabilen geyiklerden ibaret hale gelecektir. Yani doğal seleksiyon bu canlı türü içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireyleri ayıklayacaktır. Ne var ki doğal seleksiyon bu noktada yeni bir canlı türü, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çıkarmayacak, yani Darwinistlerin öne sürdüğü gibi canlıları "evrim"leştirmeyecektir.Bugün pek çok evrimci doğal seleksiyonla evrimleşme teorisinin gözlem ve deneyler karşısında kesinlikle geçrsiz olduğunu kabul etmektedir. Çünkü Darwin'den bu yana, doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir bulgu ortaya konmamıştır; konması da mümkün değildir. Nitekim Darwin dahi bu gerçeği "faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" diyerek kabul etmiştir. (Detaylı bilgi için bakınız, Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Evrimin Hayali Mekanizmaları ) 3) Evrim teorisinin bilimsel kanıtlarla desteklendiği yanılgısı:Öncelikle belirtmek gerekir ki Darwin'in teorisini ortaya attığı günden bu yana evrim düşüncesi tek bir bilimsel kanıtla dahi desteklenmemiştir. Aksine günümüz bilim ve teknolojisi evrim teorisini çürütmüş, Darwin'in ilkel bilim anlayışı ile ortaya attığı iddiaları tek tek geçersiz kılmıştır. Diğer taraftan Darwinistlerin teorilerini ispatlamak için oluşturdukları bütün deliller hep sahte çıkmış, yaptıkları bilim sahtekarlıkları her seferinde ifşa edilmiştir. (Darwinistlerin bilim sahtekarlıklarını buradan   detaylı inceleyebilirsiniz.) Zurairi Ar isimli yazar internette küçük bir araştırma yaparsa derhal görecektir ki, Darwin'in ortaya attığı evrim teorisi bugüne dek tek bir bilimsel kanıtla dahi desteklenmemiştir.Bilindiği gibi Darwin, teorisini bilimsel anlamda son derece ilkel şartlarda ortaya atmıştı. Darwin hücrenin organellerini tanımıyor, "gen" diye bir kavramı bilmiyordu. Canlıların çeşitli çevresel etkiler sonucunda yeni özellikler edindiğini ve bunu diğer nesillere aktardığını işte bu şartlar altındaki cahillik içinde iddia etmişti. Genetik bilimi, Darwin'in ölümünden sonra, ancak 20. yüzyılda ortaya çıkmış ve canlıların sonradan kazandıkları değişikliklerin sonraki nesillere aktarılmasının imkansız olduğu net bir şekilde ortaya konmuştu. 20. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler, genetik, moleküler biyoloji, biyokimya, paleontoloji Darwin'in hayali evrim mekanizması "doğal seleksiyon"un evrimleştirici hiçbir rolünün olmadığını tam olarak ispat etmişti. Doğal seleksiyonun ardından mutasyonların da evrimleştirici bir rolünün olmadığı ortaya çıkınca sıra fosil kayıtlarına gelmişti. Fosil kayıtlarının getirdiği sonuç ise Darwinistleri tam anlamıyla şok etti. Nitekim yıllarca aranan hayali ara fosiller yeryüzünün hiçbir yerinde bulunamadı. Şu ana kadar yapılan tüm araştırmalar sonucunda tek bir ara fosil örneği dahi ortaya çıkmadı, ki bu da evrim gibi bir sürecin yeryüzünün hiçbir döneminde yaşanmadığını açıkça ispatladı.4) İnsanın kökeninin evrimle açıklandığı yanılgısı:

Page 29: harun yehya metinleri

Evrim teorisi insanın kökenini hiçbir şekilde açıklayamamaktadır. Darwinistler insanlarla maymunların ortak atadan geldikleri iddiasını bilim sahtekarlıklarına başvurmak suretiyle 1.5 asırdır ayakta tutmaya çalışsalar da insanın sözde evrimi iddiasını destekleyecek tek bir bilimsel bulguya dahi ulaşamamışlardır. Dolayısıyla Darwinistler insanın sözde evriminin evrim teorisinin en büyük çıkmazlarından birini oluşturduğunun çok iyi farkındadırlar, fakat aynı iddiayı ısrarla savunmaktadırlar. Ne var ki artık pek çok evrimci paleontolog insanların fosil kayıtlarında aniden belirdiklerini itiraf etmekte, diğer bir anlatımla, insanın yeryüzünde aniden, yani hiçbir evrimsel atası olmadan ortaya çıktığını kabul etmektedirler. Bu konuda detaylı bilgi edinmek için bknz: http://www.evrimcilerinitiraflari.com/16.htm5) Müslüman bilim adamlarının Ortaçağ’da evrimi savundukları iddiası ve günümüzde örnek alınmaları gerektiği yanılgısı:Zurairi Ar isimli söz konusu yazarın ve aynı görüşü savunan diğer bütün Müslümanların kabul etmeleri gerekmektedir ki, Kuran'da evrim düşüncesine hiçbir şekilde yer yoktur. Kuran ayetlerinde Yaratılış'ın evrimle olduğuna dair tek bir bilgi ya da işaret bulunmaz. Kuran’da, canlıların birbirlerinden türediği ve aralarında evrimsel bir bağ olduğu fikrini destekleyen tek bir ayet dahi yer almaz. Aksine Kuran'da, Allah’ın evreni ve tüm canlılığı tek bir anda, "Ol" emriyle var ettiği bildirilir. Allah dilediğini dilediği şekilde ve zamanda, örneksiz olarak yoktan var edendir.Yüce Allah’ın yaratmak için - haşa; Allah’ı tenzih ederiz - herhangi bir vesileye ya da birtakım merhalelere ihtiyacı yoktur. Dünya bir imtihan yeri olduğu için Allah evrendeki her şeyi doğa kanunlarına bağlı olarak yaratmıştır. Ancak Rabbimiz bütün bunlardan münezzehtir, hiçbir şeye ihtiyaç duymayandırAyetlerde evrenin ve canlılığın Allah'ın “Ol” demesiyle meydana geldiğinden şöyle bahsedilmektedir:… Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "Ol" der, o da hemen olur. (Al-i İmran Suresi, 47)Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten ibarettir; o da hemen olur. (Nahl Suresi, 40)Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen olur. (Mümin Suresi, 68)Yazarın içine düştüğü diğer bir önemli hata ise, Kuran dışı düşünceleri savunan birtakım insanları Müslümanlara örnek vermektir. Oysa Müslümanların örnek aldıkları insan yalnızca Peygamber Efendimiz (sav)'dir. Bir Müslüman Kuran'ı kıstas almayan insanları asla kendine örnek almaz. Umarız ki Zurairi Ar isimli yazar da Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde Kuran'ı ölçü almayan insanları örnek almaktan ve başkalarına örnek vermekten vazgeçer ve bir an önce Allah'ın Katından indirdiği Kuran'a dört elle sarılarak Kuran'ın kararlı bir savunucusu olur. (detaylı bilgi için bkz. www.kurandarwinizmiyalanliyor.com)

Page 30: harun yehya metinleri