Gezi Postası 12

8
#direngeziparkı #occupygezi gezi postası 13 TEMMUZ 2013 CUMARTESİ | SAYI 12 DİRENİŞİN GAZETESİ @gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com “NEREDE KALMIŞTIK?” Yollarına çıktık, şimdi mecliste gece yarısı çıkardıkları torba yasalarla devam etmek istiyorlar talana. Bu sofra sizin bildiğiniz, alıştığınız sofralardan değil efendiler; kentimizi de doğamızı da meslek odalarını da size yedirmeyeceğiz! 2 7 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesine gösterilen tepkinin ardından, Gezi Parkı geceleri bir halk festivali havasına bürünmüştü. Birkaç gün boyunca, bütün şehrin AVM’lere, ihaleye ve ranta dönüştüğü “kentsel dönüşüm”e karşı, bir özgürlük alanı haline gelen parka “tersine bir kentsel dönüşüm” hakimdi. Tahammül edemediler. Herkesin bildiği “şafak operasyonu” yapıldı gece orada parkı bekleyenlere. Sonrası malum: Gezi Direnişi, “Her yer Taksim, her yer direniş!” Fiili olağanüstü hale, yasaklara, öldürülenlere, yaralananlara, tutuklananlara, polis fezlekelerine, cadı avına, linç tehditlerine, valinin aç-kapa oyununa, belediyenin yapay çiçekli iftar komedisine rağmen, kaybettiler. 8 Temmuz gecesi yeniden açılan Gezi Parkı, tarih yazarak kazanıldığı bilinen, öyle sahiplenilen bir mekan, dünyanın en güzel mesire yeri idi. Gezi Parkı’ndan yayılan hava, 27 Mayıs’ta başlayan “tersine kentsel dönüşümün” dayanışma ruhu, bu kez yeryüzü iftarı ile birlikte koca bir alışveriş merkezinden ibaret olması istenen İstiklal’e uzandı. Ama “dayanışma” bu aldım-sattım dünyasında zaten “terör” demektir. Sokağa çıkan milyonlarla alay eder gibi “terör odağı kışkırttı” denilip, Taksim Dayanışması’na operasyon yapılmasının nedeni buydu. Öyle ya, neon ışıkları işaret etmiyorsa bir yere gidemez, vitrine konmayanı alamaz, birileri bizim adımıza yapmadıkça karar veremezdik. Nihayetinde hepi topu “seçmen”, sundukları hizmetlerin alıcısı “müşteri”, koydukları yasaya uyan “teba”, dahası “baş değil ayak”, sayılardan ibaret yüzde bilmemkaçtık. Oysa “başını ezersek ayaklar yürüyemez,” sananlara sokaktan yanıt gecikmedi: “Nerede kalmıştık?” “Hiçbir Şey İnsan Canından Daha Kıymetli Değildir!” 2 Haziran gecesi Eskişehir’deki Gezi Parkı eylemlerine gaz bombası ve plastik mermilerle saldıran polislerden kaçarken, bir ara sokakta içinde polislerin de bulunduğu sivil giyimli bir grubun saldırısına uğradıktan sonra bayılan, ayıldıktan sonra birkaç sokak ötede ikinci bir saldırıya uğrayan Ali İsmail Korkmaz ertesi gün geçirdiği beyin kanaması sonucu komaya girmişti. 19 yaşındaki Anadolu Üniversitesi Öğrencisi Korkmaz, 38 gün komada kaldıktan sonra 10 Temmuz günü hayatını kaybetti. Devamı 4. sayfada... Çünkü Haklıyız! 8 Temmuz’da, 70 yıldır zaten kamuya açık bir alan olan Gezi Parkı, Vali Mutlu ve eşrafı tarafından “törenle” açıldı ve 2 buçuk saat sonra halka kapatılarak içeridekiler polis zoruyla dışarı çıkarıldı. Halka açık olduğu bilgisi ile Gezi Parkı’na girmek isteyen Taksim Dayanışması bileşenlerinden 35 kişi, henüz İstiklal Caddesi’nde iken hukuk ve yargı kararları yok sayılarak keyfi bir biçimde gözaltına alındı. Polis ekipleri İstiklal Caddesi girişinde halka yine biber gazı, TOMA ve plastik mermi ile saldırdı. Devamı 3. sayfada... “İzinsiz Gösteri” Derken? İ stanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun, Gezi Parkı gösterilerinin başından beri konuşmalarında ve tweetlerinde kullandığı bir terim var: “izinsiz gösteri”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir vali hukuki bir terim kullanıyorsa, bunun yasal bir dayanağı olmalı. Anayasa’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlıklı 34. maddesinin 1. paragrafını gösterilerin başından beri tekrarlıyoruz: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Devamı 2. sayfada...

description

Gezi Postasının 12. sayısı: "Nerede kalmıştık?"

Transcript of Gezi Postası 12

#direngeziparkı #occupygezi

gezi postası13 TEMMUZ 2013 CUMARTESİ | SAYI 12

DİRENİŞİN GAZETESİ

@gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com

“ N E R E D E K A L M I Ş T I K ? ”Yollarına çıktık, şimdi mecliste gece

yarısı çıkardıkları torba yasalarla devam etmek istiyorlar talana. Bu

sofra sizin bildiğiniz, alıştığınız sofralardan değil efendiler; kentimizi

de doğamızı da meslek odalarını da size yedirmeyeceğiz!

27 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesine gösterilen tepkinin

ardından, Gezi Parkı geceleri bir halk festivali havasına bürünmüştü. Birkaç gün boyunca, bütün şehrin AVM’lere, ihaleye ve ranta dönüştüğü “kentsel dönüşüm”e karşı, bir özgürlük alanı haline gelen parka “tersine bir kentsel dönüşüm” hakimdi. Tahammül edemediler. Herkesin bildiği “şafak operasyonu” yapıldı gece orada parkı bekleyenlere. Sonrası malum: Gezi Direnişi, “Her yer Taksim, her yer direniş!”

Fiili olağanüstü hale, yasaklara, öldürülenlere, yaralananlara, tutuklananlara, polis fezlekelerine, cadı avına, linç tehditlerine, valinin aç-kapa oyununa, belediyenin yapay çiçekli iftar komedisine rağmen, kaybettiler. 8 Temmuz gecesi yeniden açılan Gezi Parkı, tarih yazarak kazanıldığı bilinen, öyle sahiplenilen bir mekan, dünyanın en güzel mesire yeri idi. Gezi Parkı’ndan yayılan hava, 27 Mayıs’ta başlayan “tersine kentsel dönüşümün” dayanışma ruhu, bu kez yeryüzü iftarı ile birlikte koca bir alışveriş merkezinden ibaret olması istenen İstiklal’e uzandı.

Ama “dayanışma” bu aldım-sattım dünyasında zaten “terör” demektir. Sokağa çıkan milyonlarla alay eder gibi “terör odağı kışkırttı” denilip, Taksim Dayanışması’na operasyon yapılmasının nedeni buydu. Öyle ya, neon ışıkları işaret etmiyorsa bir yere gidemez, vitrine konmayanı alamaz, birileri bizim adımıza yapmadıkça karar veremezdik. Nihayetinde hepi topu “seçmen”, sundukları hizmetlerin alıcısı “müşteri”, koydukları yasaya uyan “teba”, dahası “baş değil ayak”, sayılardan ibaret yüzde bilmemkaçtık. Oysa “başını ezersek ayaklar yürüyemez,” sananlara sokaktan yanıt gecikmedi: “Nerede kalmıştık?”

“Hiçbir Şey İnsan Canından Daha Kıymetli Değildir!”

2 Haziran gecesi Eskişehir’deki Gezi Parkı eylemlerine gaz bombası ve plastik

mermilerle saldıran polislerden kaçarken, bir ara sokakta içinde polislerin de bulunduğu sivil giyimli bir grubun saldırısına uğradıktan sonra bayılan, ayıldıktan sonra birkaç sokak ötede ikinci bir saldırıya uğrayan Ali İsmail Korkmaz ertesi gün geçirdiği beyin kanaması sonucu komaya girmişti. 19 yaşındaki Anadolu Üniversitesi Öğrencisi Korkmaz, 38 gün komada kaldıktan sonra 10 Temmuz günü hayatını kaybetti. Devamı 4. sayfada...

Çünkü Haklıyız!

8 Temmuz’da, 70 yıldır zaten kamuya açık bir alan olan Gezi Parkı, Vali Mutlu ve

eşrafı tarafından “törenle” açıldı ve 2 buçuk saat sonra halka kapatılarak içeridekiler polis zoruyla dışarı çıkarıldı. Halka açık olduğu bilgisi ile Gezi Parkı’na girmek isteyen Taksim Dayanışması bileşenlerinden 35 kişi, henüz İstiklal Caddesi’nde iken hukuk ve yargı kararları yok sayılarak keyfi bir biçimde gözaltına alındı. Polis ekipleri İstiklal Caddesi girişinde halka yine biber gazı, TOMA ve plastik mermi ile saldırdı. Devamı 3. sayfada...

“İzinsiz Gösteri” Derken?

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun, Gezi Parkı gösterilerinin başından beri

konuşmalarında ve tweetlerinde kullandığı bir terim var: “izinsiz gösteri”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir vali hukuki bir terim kullanıyorsa, bunun yasal bir dayanağı olmalı. Anayasa’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlıklı 34. maddesinin 1. paragrafını gösterilerin başından beri tekrarlıyoruz: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Devamı 2. sayfada...

gezi postası2“İzinsiz Gösteri” Derken? 1. sayfadan devam...

34. maddenin uygulanmasına ilişkin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na

baktığımızda da “izin” şartının sadece yabancı uyruklulara getirildiğini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ise bildirim şartına tabii olduğunu görüyoruz. Bildirim şartı ve bu şarta uymamanın sonuçları tartışmalı olabilir, fakat her halükarda valinin kullandığı tabir “bildirimsiz gösteri” değil. Anayasa’da ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda “izinsiz gösteri” diye bir terim yok. Peki nerede var? Bu terim sadece Olağanüstü Hal Kanunu’nda geçiyor. “Şiddet hareketlerinde alınabilecek tedbirler” başlıklı 11. maddesinde, olağanüstü hal ilanında, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak ve şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceği, ertelenebileceği ve “izne bağlanabileceği” belirtiliyor. Yani ancak olağanüstü hal ilan edilmiş ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri izne bağlanmışsa “izinsiz gösteri”den bahsetmek mümkün. Peki bunun Gezi Parkı olaylarıyla ilgisi ne? Açıklayalım. Olağanüstü hal, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki 8 ile ilişkin olarak 19 Temmuz 1987 ile 30 Kasım 2002 arasında uygulanmıştı. Hatta Hüseyin Avni Mutlu da bu dönemde 1992-1994 yılları arasında Silopi kaymakamlığı, 1994-1997 yılları arasında da Şırnak vali yardımcılığı yapmıştı. Resmi OHAL’den Gayrıresmi OHAL’e AKP iktidarıyla birlikte “resmi” olağanüstü hal kaldırıldı kaldırılmasına ama, Kürtlere yönelik “açılım süreci”nin sarpa sarmasıyla birlikte gelen KCK operasyonları ve Kürt coğrafyasında başlayan isyanlar “gayrıresmi” bir olağanüstü hali beraberinde getirdi. Bu kritik dönemde, 2007-2010 arasında Hüseyin Avni Mutlu Diyarbakır valiliği görevini sürdürmekteydi. Resmi OHAL’den gelen tecrübesini gayrıresmi OHAL dönemine, devlet aklı tarafından bakarsak, başarıyla aktarmış, yüzlerce Kürt siyasetçisi ve genci hukuk dışı bir şekilde senelerce hapislerde tutulmuştu. O dönem AKP’yle yakınlaşan Kemal Burkay’a Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in hediye ettiği “Hadi Gülümse...” tablosu gayrıresmi OHAL’in cisimleştiği tarihi bir fotoğraftı. Sadece Kürt coğrafyasında da işlemiyordu OHAL mekanizması. Hatırlanacak olursa, Haziran 2011 seçimlerinden hemen önce, Başbakan’ın büyük protestolarla karşılandığı ve Metin Lokumcu’nun aşırı biber gazıyla polis tarafından öldürüldüğü Hopa’da, olayları müteakiben bir “cadı avı” başlatılmış, protestolara katılanlar evlere ve

kahvehanelere baskınlar yapılarak gözaltına alınmıştı. Gayrıresmi OHAL, bugün toplumsal-siyasal muhalefetin sokakta yeşerdiği her yerde işlemeye devam ediyor ve öyle görünüyor ki AKP’nin “başarıyla” yürüttüğü bu mekanizma kendine yeni odaklar bularak işlemeye devam edecek. İstanbul gibi bir yerde, hem resmi hem gayrıresmi OHAL deneyimi olan, sokak muhalefetini OHAL kanunu referanslarıyla bastıran ve kamuoyunu yanlış yönlendiren bir vali de AKP ve Başbakan için bulunmaz bir nimet olsa gerek. Valinin inatla ve defalarca “izinsiz gösteri” demesinin nedeni, hem kendisinin, hem de devlet-i âlinin şerbetlenmiş ceberrut devlet pratiklerinden kopamaması, İstanbul’un da olağanüstü hal koşullarında yönetilmek istenmesi olabilir mi?

Park Forumlarından Üniversite Meclislerine, Mücadele Devam Ediyor

Gezi Direnişiyle birlikte gelişen park forumları, iktidarın her türlü baskısına

karşı yerel örgütlenmelerin oluşmasını, katılımcı demokrasinin filizlenmesini sağladı. Halen devam eden forumlar, iktidarın baskı unsurlarının en çok hissedildiği yerlerden biri olan üniversitelere de ilham verdi. YÖK düzenlemeleriyle asistan kıyımlarının, fişlemelerin ve kadrolaşmanın, Bologna süreciyle beraber neoliberal eğitim politikalarının ve taşeron işçilere zulmün beşiği haline gelen üniversiteler, tüm bileşenleriyle kendi meclislerini kurmaya başladı.

Galatasaray Üniversitesi’nde meclis kurma amacıyla yapılan ilk toplantıya yaklaşık 400 kişi katıldı. Gezi Direnişi boyunca yaşadıklarını anlatan öğrenciler, mezunlar ve akademisyenler, mücadelenin üniversite bünyesinde de devam etmesine, her türlü hiyerarşiden uzak bir üniversite meclisinin kurulması için bir an önce çalışma gruplarının oluşturulmasına karar verdi. 27 Haziran’da gerçekleşen ve taşeron işçilerden mezunlara, öğrencilerden akademik ve idari personele çok sayıda katılımcının yer aldığı toplantıda Galatasaray Üniversitesi Meclisi resmen kuruldu; karar alma mekanizmaları, faaliyetler ve meclisin ilk manifestosu oluşturuldu. Manifestosunda ‘’Biz GSÜ bileşenleri (öğrenciler, mezunlar,

kurumun emekli ve çalışan akademik ve idari personeli ile kurum bünyesinde farklı statülerde çalışan emekçiler) olarak, hem kurumumuzun, hem de Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük konularındaki eksikliklerinden duyduğumuz rahatsızlığı gidermek, ve bu başlıklarda somut müdahalelerde bulunabilmek amacıyla harekete geçmeye karar verdik’’ diyen GSÜ Meclisi, toplantıda sorunlarını dile getiren taşeron işçilerle dayanışmaya oy birliğiyle karar verdi. İşçilerin sorunlarının tespiti ve çözümü için kurulan çalışma grubu, akademik tatilin başladığı yaz dönemi boyunca konu üzerinde çalışma kararı aldı.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi de benzer üniversite örgütlenmelerinin gerçekleştiği okullardan biri. Üniversitede düzenlenen ilk forumlara tüm bileşenlerden katılım sağlanmış, forumlardan bir üniversite meclisi kurma kararı çıkmıştı. 22 Haziran’da gerçekleşen son forumla birlikte MSGSÜ Meclisi hayata geçmiş oldu. Kendi üniversite meclislerini kuran ilk iki okul olan MSGSÜ ve GSÜ’den katılımcılar, meclis kurma aşamalarında düzenledikleri ortak pikniklerle fikir alışverişinde bulundular, yapılan ortak forumla deneyimlerini paylaştılar. Boğaziçi Üniversitesi’nde ise uzun süredir devam eden forumlardan meclis kurmaya yönelik çalışma kararı çıktı.

Terör Mağduru Değil, Polis Mağduru!

Hükümet yetkililerinin “Esnaf direnişçiler yüzünden mağdur oldu” açıklamalarına

Beyoğlu esnafı cevap verdi. Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği (BEYDER) Yönetim Kurulu Eşbaşkanı Tahir Berrakkarasu, Gezi Parkı için direnen halkın Beyoğlu’nda bir eğlence havası estirdiğini, esnafın cirolarının iki katına çıktığını, asıl mağduriyetin polis müdahelelerinden kaynaklandığını ifade etti. Polisin Gezi Parkı’nı boşaltma gerekçesiyle İstiklal’in ara sokaklarına kadar gaz bombaları atarak, su sıkarak, insanları gözaltına alarak esnafın iş hacmini azalttığını belirten Berrakkarasu, esnafın mağduriyetinin nedeninin direnişçiler değil, polis olduğunun altını çizdi. BEYDER Eşbaşkanı, Gezi direnişçilerini “Halkı Taksim’e çıkarmamak” ile suçlayan İstanbul Valisine cevaben, “Halka ait yerleri halka açın çağrısı açık bir provokasyondur” diyerek tavrını ortaya koydu.

gezi postası 3Çünkü Haklıyız! 1. sayfadan devam...

Aynı gece TMMOB’da basın açıklaması yapan Taksim Dayanışması’nın toplantısı

bittiğinde 20 kişilik bir polis ekibi binanın kapısına dayandı ve toplantı dağılırken kapı önünde bekleyen kitleye copla saldırdı. Arama izni olmaksızın binadan içeri girmeye çalışan polisler, Dayanışma temsilcilerinin itirazı üzerine geri çekildiler.

Gözaltına alınarak Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen Taksim Dayanışması temsilcilerinden 35 kişi, yaklaşık 3 gün süreyle burada tutuldu. Bu esnada ise ne arandığına dair hiçbir bilgi olmadan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden mimar Mücella Yapıcı’nın evi arandı. Hukuksuzluğa itiraz eden avukatlar ise çevik kuvvet çağrılacağı tehditlerine maruz kaldılar. İstanbul Tabipler Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin, HDK Yürütme Kurulu Üyesi Ender İmrek ve Haluk Ağabeyoğlu’nun evlerinde de hukuksuz aramalar yapıldı. Kişilerin bilgisayarlarına, hard disklerine el kondu. Bu isimlerin gözaltıları, evlerinde bulunan, “delil” niyetine gösterilenler sebebiyle 48 saatlik yasal gözaltı süreleri geçmiş olmasına rağmen iki kez uzatıldı. O deliller artık tüm Türkiye’de herkesin evinde olan baret, gaz maskesi, koruyucu gözlük gibi eşyalardı. Gözaltındaki temsilciler, gözaltında bulundukları sürece bir dizi insanlık dışı muameleye maruz kaldılar. Mücella Yapıcı’nın gördüğü muamele, baskı ve kötü koşullar sebebiyle gözaltındaki isimler açlık grevine başladılar. 3 günün sonunda 11 Temmuz sabahı Çağlayan Adliyesi’ne getirildiklerinde ise halk onları yalnız bırakmamıştı. Adliyenin kapısı “Taksim Dayanışması’na özgürlük!”, “Dayanışma halktır, halk burada!” sloganlarıyla inliyordu. Aralarında Taksim Dayanışması’ndan 35 kişinin yer aldığı 50 kişiden Akif Burak Atlar, Mücella Yapıcı, Ali Çerkezoğlu, Kamil Tekerek, Beyza Metin, Ender İmrek, Sabri Orcan, Süleyman Solmaz, Haluk Ağabeyoğlu, Mustafa Aytaç, Aral Demircan,

Erdem Ateş haricindeki isimler serbest bırakıldı. Bu isimlerden evinde arama yapılan 5 kişi örgüt üyeliği, diğerleri 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa ve polise mukavemetten tutukluluk talebiyle sevk edildi.

Sevk edilenlerin davası görüldüğü esnada ifade veren isimlerden Mücella Yapıcı, “Taksim kamusal alan ve ciddi simgesel önemi var, o kadar tuhaf kararlar var ki onun için basına ve tüm örgütlere haber verdik. Bu benim görevim. Parkın park olmaktan daha kritik işlevi, deprem anında çadır

kurulabilecek başka bir alanın olmamasıdır. Bu, kentin ölümü demektir.” sözleriyle mahkemeye mimarlık ve kent bilinci dersi verdi. Yapıcı, gözaltındayken soyulduğunu ve polis tarafından çömeltilerek taciz edildiğini, ilaçlarının verilmediğini gerekçe göstererek şikayetçi olduğunu belirtti. “Bu hareketi organize etmekle suçlanıyorum. Bu bir onurdur, bu uğurda müebbet bile

yatarım ama halka haksızlık olur” dedi. Beyza Metin ise Başbakan’ın kendileriyle görüştüğünü hatırlatttı ve “Eğer suç örgütüysek neden bizimle görüştü?” diye sordu. Avukatlardan Özcan Karakoç ise, polise mukavemet suçlamasının temelsiz ve standart bir suçlama olduğundan, ayrıca hiçbir geçerli kanıta dayanmadığından bahsetti.

Kişi savunmalarının ardından avukat savunmalarına geçildi ve mahkemeye sevk edilen isimlerin tamamının tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması kararı çıktı. Serbest bırakılanları Adliye kapısı önünde bekleyenler, coşku ile alkış ve sloganlarla karşıladılar. Bu esnada Ankara’dan da içimizi ferahlatacak bir haber geldi: Halkevleri’nden Sıla Uzunpınar ve Ulaş Kaman, Gençlik Muhalefeti’nden Sercan Ulu, Odak okurları Mert Arslan ve Erdem Altınkaya Sincan Cezaevi’nden salıverildiler.

Taksim Dayanışması suç örgütü değil, hukuksuzluğa, suça karşı savaşan bir örgüttür. Eğer Taksim Dayanışması suçluysa, 124 bileşeniyle odalar, partiler, dernekler de suçlu bulunmalıdır. Gözaltına alıp yargılamaya çalıştığınız, Anayasa’nın ve uluslararası insan hakları sözleşmelerinin tanıdığı özgürlüklerdir; meşru ve haklı mücadelenin içinde olan halk veya dayanışma temsilcileri değildir. Tüm bu yaşananlar gösteriyor ki, güç halkındır. Bugün ve bundan sonra, yaşam alanlarımıza dair söz söyleme hakkımızın çiğnenmesine izin vermeden burada ve her yerde olmaya devam edeceğiz. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Torba Yasa Karanlığı

9 Haziran’da geceyarısı saatlerinde TBMM Genel Kurulu’nda torba yasa teklifi ile

İmar Kanunu’nun 8. Maddesindeki, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ve üyesi meslek odalarının en temel yetkisini ortadan kaldırmaya yönelik müdahaleyi içeren bir madde uygunsuz bir usülle, uzunluğu bahane edilerek tamamı bile okunmadan önerge olarak sunuldu, ve gelen tüm itirazlara rağmen Meclis iç tüzüğü de zorlanarak çoğunluk onayıyla kuruldan geçirildi. Bu yasa ile TMMOB’un ve odalarının yetkileri ve gelirlerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devri öngörülüyor. Önergede, “harita, plan, etüt ve projeler, idare ve ilgili kanunlarda açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez” ifadesi yer alıyor. Yapılan düzenleme ile artık mimarlık eserleri için hiçbir koruma söz konusu olmayacak. İmar Kanunu’nda yapılan bu değişiklikler fikri mülkiyet haklarını ve sanat eserlerini korumayı amaçlayan ve Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’ya aykırılık taşıyor. AKP çoğunluk gücüne dayanarak antidemokratik uygulamalarını sürdürüyor ve Meclisi bu antidemokratik uygulamalarına alet ediyor.

Bir geceyarısı karanlığında, 24 bağlı mühendis ve mimar odası ile 410 bin mimar ve mühendisin üye olduğu TMMOB’un sesini kısmaya çalışarak yetkilerinin ve kaynaklarının fiilen alınması operasyonunun, bu birliğin kamu çıkarını koruma işlevini yerine getirmede zaafa uğratılması dışında bir amacı olmadığına inanıyor, sunulan hukuki gerekçeleri geçerli bulmuyoruz. Kıyı yasası, mera kanunu, yapı denetim kanunu, kentsel dönüşüm kanunu gibi kanunları kapsayan bu önerge ile hükümetin neden TMMOB’da değişiklik yapma ihtiyacı hissettiği açık. Gezi Parkı direnişinin rövanşını alır gibi kaptı kaçtıya getiren bu art niyetli, darbe niteliğinde müdahaleyi kabul etmiyor, yasalaşma sürecinde makamları kamu yararını gözetmek konusunda bilinçli hareket etmeye çağırıyoruz.

Mimarlar Odası’nın ilgili imza kampanyasına www.mo.org.tr adresinden ulaşılabilir.

gezi postası4“Hiçbir Şey İnsan Canından Daha Kıymetli Değildir!” 1. sayfadan devam...

Ali İsmail’i ölüme götüren süreç ise hukuksuzluklar ve insanlık dışı

uygulamalarla dolu. Ali İsmail, hayatına mal olan bu saldırının ardından arkadaşları tarafından götürüldüğü Anadolu Üniversitesi’ne bağlı Mavi Hastane’den Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne sevkedildi ve hastanede ısrarla iyi olmadığını söylemesine rağmen bir kas gevşetici reçete edilerek evine gönderildi. 14 yaşında kalp ameliyatı geçirdiği için kan pıhtılaşmasını önleyici bir ilaç kullanan Ali İsmail, aldığı yaralardan dolayı kanaması başlarsa durmayacağını bildiği için o gece hastaneden ayrılmadı ve bütün geceyi hastane dışındaki banklarda geçirdi. Sabah dinlenmek amacıyla eve gittikten sonra dilinin ağırlaşarak konuşmakta zorlanması ve aşırı uyku hali üzerine beyin kanaması şüphesiyle arkadaşları tarafından tekrar hastaneye götürülen Ali İsmail’e, Yunus Emre Devlet Hastanesi doktorları tarafından ifade vermeden tedavi olmasının mümkün olmadığı söylendi; bunun ardından bu defa ifade vermek için karakol karakol gezen Ali İsmail, en sonunda ifade verdikten sonra tekrar hastaneye döndü ve yapılan tetkiklerde beyin kanaması geçirdiği saptandı. Bunun üzerine Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi’ne sevki yapıldı ve saldırıdan ancak 20 saat sonra tedavisine başlandı; bu saate kadar doktorların usulsüz uygulaması sonucu tedavi edilmeden bekletildi.

Bilindiği üzere adli vaka prosedürüne göre, yaralı hastaneye ulaştığında doktor vakanın adli vaka olup olmadığına karar verir; adli vakalarda durumu hastane polisi ya da jandarmasına bildirir. Şayet hastanın bilinci açık, konuşabilecek durumdaysa, doktorun da onay vermesi ile önce kimlik bilgileri alınır, kısa bir özet istenir. Hastaya yapılan müdahale bittikten sonra polis ya da jandarma tarafından hemen orada ifadesi alınır ve tutanak tutulur. O esnada mıntıkaya bağlı karakola haber verilir. Karakol savcı ile görüşüp nasıl bir takibat yapılacağını öğenir. Hastanın durumu ağırsa veya ifade verebilecek durumda değilse de uygun şartlar oluşana kadar beklenir, kimlik bilgileri karakola iletilip takibi sağlanır. “Önce git karakola ifade ver” diye bir uygulamanın prosedürde yeri olmadığı açıktır. Bu tarz bir uygulama hem tıbben, hem etik olarak, hem de adli takip açısından usulsüzdür, insanlık dışıdır.

Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde olay gecesi nöbetçi doktor olan ve Ali İsmail’e başka bir şahıs tarafından darp ve çarpma sonucu yumuşak doku bozukluğu teşhisi

koyarak bir kas gevşetici verip başından savan pratisyen hekim Hasan Gülcü’ye ise sosyal medya üzerinden büyük bir tepki geldi. Twitter hesabında Gezi Direnişi boyunca eylemcilere karşı yazdığı mesajlar ile de dikkat çeken Hasan Gülcü, halkın kendisinden hesap sorması ve gösterdiği tepki karşısında aynı akşam Twitter hesabını kapattı.

Ali İsmail’in gittiği hastanelerde baştan savma uygulamalara maruz bırakılarak evine gönderilmesi, doktorların tamamen prosedüre aykırı bir şekilde keyfi davranarak acil durumdaki bir hastayı tedavi etmeden önce ifade vermesi gerektiğini söylemesi, açık ki kendisinin hayatına mal olmuş durumda. Ameliyatı yapan doktorların müdahalede geç kalınmasının hayati tehlikeyi artırdığını belirtmesi de bunu destekler nitelikte. TTB tarafından yapılan açıklamaya göre, Ali İsmail’in tedavi sürecinde yaşanan bu usulsüzlüklerle ilgili olarak Eskişehir Tabip Odası tarafından soruşturma başlatılmış durumda. Ali İsmail Korkmaz’ın Katilini Tanıyoruz

Ali İsmail’in komada kaldığı 38 günlük süre de dahil olmak üzere saldırganlar halen yakalanmadı. Saldırının gerçekleştiği sokakta yer alan otelin güvenlik kameralarından alınan kayıtların ise otel sahibinin ifadesine göre polise sağlam teslim edildiği, ancak savcılıkta bu görüntülerin çalışmadığı ve hasarlı görüntüler sebebiyle de saldırganların tespit edilemediği bildirilmişti. Konu ile ilgili otel sahibinin, kameranın saldırı esnasında otelin şalterlerini indirdiği için 15 dakikalığına kapalı olduğu, saldırının da bu ana denk geldiği için saldırıya dair kendilerinde herhangi bir kayıt bulunmadığı açıklaması ise çelişkilerle dolu bir komediye işaret ediyor. Ayrıca Ali İsmail’in komaya girmeden önce kafasına cop darbesi aldığını arkadaşlarına söylediği de biliniyor. Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna ise önce “Kendi arkadaşlarına zarar verip polis yaptı gibi göstermeye çalışıyorlar”, sonra ise “Merhum öğrencimizin hayatını kaybetmesine sebebiyet veren kişi veya kişilerin kimlikleri ne olursa olsun haklarında yasal işlem yapılacağından kamuoyumuzun şüphesi olmamalıdır” diyerek kendini yalanlamış durumda.

Ali İsmail’in Öldürülmesi İle İlgili Soracak Çok Sorumuz Var

Bir aydan fazla süre geçmesine rağmen saldırganlar neden hala yakalanamadı?

Sağlam teslim edilen kamera kayıtları neden şimdi hasarlı, bunlarla ilgili otel sahibi neden

birkaç gün içinde ifadesini değiştirdi?

Ali İsmail’i tedavi etmeyen ve göz göre göre ölüme yollayan doktorlar ihmal ile ölüme sebebiyet vermekten suçlu değil mi? Ali İsmail Korkmaz’ın cenazesi hayatını kaybettiği Eskişehir’den alınarak memleketi

Antakya’ya götürüldü. Cenazeye Antakya’da binlerce insan katıldı. Ankara’da polis kurşunu ile ölen Ethem Sarısülük’ün annesi de Ali İsmail’in annesine destek olmak için oradaydı. Direnişin ilk günlerinde Antakya Armutlu Mahallesi’nde öldürülen Abdullah Cömert’in ağabeyi de Ali İsmail için toplanan on binlerin en önündeydi.

Cenazenin ardından ise Antakya’da direniş hala devam ediyor. Antakya halkı sadece Ali İsmail ve Abdullah için değil, kaybedilen tüm canlar için sokakta, direniyor. Polis saldırıları sonucunda son iki günde çok sayıda yaralı var. Armutlu Mahallesi’nde direniş gazetemizin yayına hazırlandığı saatler itibariyle devam ediyor. Bir TOMA’yı çatıdan atılan çamaşır makinesiyle etkisiz hale getiren Armutlu halkı, barikatlardan kanepelerini, televizyonlarını esirgemiyor; polis Armutlu’ya giremiyor.

gezi postası 5Mustafa Ali Tombul’a Hastanede Polis Ablukası

Mustafa Ali Tombul, 8 Temmuz akşamı Tarlabaşı’nda uğradığı polis saldırısında

ağır yaralanmıştı. Günlerce kapalı kalan ve polislerin mesire yeri haline gelmiş olan Gezi Parkı’nı nihayet lütfedip halka açacağını duyuran Vali Mutlu, akşam saatlerinde yine keyfi bir kararla parkın kapatıldığını duyurmuş, bunun üzerine polis saldırıya geçmiş ve Taksim çevresinde çatışmalar başlamıştı. 15 yaşındaki Ali, olay yerinden uzaklaşmak isterken çevreden bir kadının kendisini kolundan tutup kaçmasını engellemesi ve polisin yaklaşık beş metreden nişan alarak ateşlediği gaz bombası kapsülünün başına isabet etmesi sonucu beyin kanaması geçirerek Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Geçirdiği iki beyin ameliyatından sonra yoğun bakım servisine alınan Ali Tombul, bir haftadır uyutuluyor.

Ailesi ve arkaşlarının ifadesine göre polis Ali’nin peşini bırakmamış durumda. Sokak ortasındaki infaz girişimleri yetmemiş olacak ki, bir sivil polisin önce Ali’nin arkadaşı, sonra akrabası, son olarak ise Sağlık Bakanlığı çalışanı olduğu yalanıyla, hastanede çalışan bir hemşirenin de yardımıyla yoğun bakım ünitesi girmek istediği öğrenildi. Ali Tombul’un arkadaşları tarafından hastaneden kovulan polisin ardından başka polislerin de sürekli aileyi ve arkadaşlarını taciz ettiği, “Görüntülerinizi aldık, sizi de içeri alacağız, sıranız gelecek” diyerek tehditler savurduğu ifade edildi. Hemen her gün hastane etrafında dolaşan, hatta utanmadan 15 yaşındaki oğulları yoğun bakımda olan aile ile ”Ali’nin kafasına taş düşmüş, bilgilerini almaya geldik” diyerek dalga geçen polisler hastane etrafını adeta abluka altına almış durumda.

İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’nün emirlerindeki memurları hangi amaçla Ali Tombul’un yattığı hastaneye gönderdikleri, sivil polisin yoğun bakım ünitesine ne amaçla girmeye çalıştığı, Ali’nin arkadaşlarının kimler tarafından, nasıl tehdit edilebildiği, her gün etrafta gezerek aileyi taciz eden polislerin bu emri kimlerden aldığı ile ilgili sorular ise günlerdir cevapsız.Mustafa Ali Tombul’un ailesi, yaşanan tüm bu polis şiddeti ve sonrasında devam eden tacizler ile ilgili olarak Pazartesi günü bir basın toplantısı düzenleyecek. Hem aileye bu zorlu bekleyişte biraz olsun moral verebilmek, hem de polise Ali’nin yalnız olmadığını göstermek için herkesi Ali kardeşimizin ailesi ve arkadaşlarıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

Ecdad Yadigarından Konuşacaksak...

Gezi Parkı’nda kurulan Gezi Bostanı, kent içinde yeşil bir alanın vaat

edebileceklerine dair zihnimizi açmıştı; toprağa dokunmak için, birlikte üretmek için, öğrenmek için, beslenmek için ve hatta kaybolan yerel bitkilerin ekimiyle kültürel mirasın korunması için bir alan... Gezi Direnişinin forum parklarına yayılan bereketli mecralarından biri de bostan hareketi oldu. Cihangir Roma Parkı’nda haftalardır çöplerden arındırılarak işlenen toprakta ilk ekimler yapıldı. Toprağa, tohuma, neyin ne zaman nasıl ekileceğine dair bir okul gibi çalışan Roma Bostanı, onca emekle neredeyse yoktan var edildi. İstanbul’un kentsel hafızası ise bostanlarla dolu.

Tarihi 18.yüzyıla uzanan Yedikule Bostanları şu günlerde parka dönüştürülmek üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından molozla kaplanıyor. Kara Surları’nın Yedikule’den Belgradkapı’ya uzanan hattında çok sayıda bostan mevcut. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, bostanların sur hattıyla tarihsel ilişkisini yok sayarak, bostan sahiplerine şimdiye kadar müsamaha göstermelerinin nedeninin burayı ekip biçmeleri, yeşil tutmaları ve güvenliği sağlamaları olduğunu, bunun için kendilerine teşekkür ettiğini, fakat artık projenin onaylandığını ve uygulanacağını

söyledi. Konuyla ilgili olarak kurulan Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi, basın bildirisinde “Ahşap bostan evi, ahırı, kuyusu, su havuzu ve buradan bostana uzanan su kanalları ile buranın, Osmanlı İstanbul’unun kentsel tarihinin, özellikle de kent içi tarım

alanı mirasının günümüze ulaşabilmiş tek örneği” olduğunu dile getirdi ve yapılacak olan park projesinde bostanlara yer ayrılmasını talep etti.

yedikulebostanlari.tumblr.com

Kalekol Değil Kütüphane: Medeni Yıldırım’ın Anısı Yaşıyor

Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Kayacık köyünde 28 Haziran’da karakol yapılmasını

protesto eden halka askerler tarafından ateş açılması sonucu yaşamını yitiren Medeni Yıldırım isimli genç için Lice’de kütüphane çalışmasına başlandı.

Halk, Belediye, Yayınevleri, Gönüllü Mühendisler Destekleyecek

“Kalekol değil kütüphane” sloganıyla yola çıkan gençler, kütüphane kampanyasıyla ilgili şu bilgileri verdi: “Bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde bütün illerden ve hatta yurtdışından, kütüphane girişimimiz için yüzlerce destek mesajı aldık. Sosyal medya üzerinden örgütlenen projemize birçok yayınevi destek olacağını belirtti. Keza projenin, mimari ve teknik işlerini de gönüllü inşaat şirketleri, mimar ve mühendisler üstlendi. Lice Belediyesi de kendi üzerine düşeni yaparak kütüphane için gerekli olan araziyi tahsis etti. Yine bazı kişiler kütüphane için toplanılacak kitapların gönderim masraflarını üstlendi. Bu süre zarfında arkadaşlarımız Diyarbakır ve Lice’de yerel yönetimlerle Medeni Yıldırım’ın ailesiyle ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla temaslarda bulundular. Projemizin ilk aşaması duyurulmasını sağlamaktı ve bu aşamayı tamamladık.

Kitapların gönderileceği adres için ise şu bilgiler verildi: “Kitaplar, Yusuf Yıldırım adına Aras Kargo Diyarbakır/Sur şubesine alıcı ödemeli gönderilecek. Yani gönderici hiçbir şekilde kargo ücreti ödemeyecektir. Kargo masraflarını da görüşmeler sonucu anlaştığımız destekçilerimiz karşılayacaklardır.”

gezi postası6Diren Kocamustafapaşa, İstanbul Seninle!

Gezi Direnişi sonrası direniş halkasının genişlemesiyle başta İstanbul olmak

üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde oluşturulan semt forumları, zaman zaman faşistlerin saldırılarına hedef oluyor. Bu vakaların sonuncusu, Perşembe akşamı Kocamustafapaşa forumuna eli bıçaklı ve sopalı faşistler saldırmasıyla yaşandı.

11 Temmuz akşamı forum düzenlendikten sonra Ali İsmail Korkmaz anması için semtte bir yürüyüş yapıldı. Daha sonra Kocamustafapaşa Meydanı’na geri dönen kitle, tehditler ve küfürler savuran 15-20 kişilik bir faşist topluluğun saldırısına uğradı. Direnişçiler saldırıdan zarar görmeden ayrıldı.

Saldırganların elebaşının fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı. Saldırı büyük tepkiyle karşılandı ve direnişçiler 12 Temmuz’da Kocamustafapaşa Forumu ile dayanışma kararı aldı. Devrimci Müslümanlar ve Antikapitalist Müslümanlar yeryüzü sofralarını 12 Temmuz’da Kocamustafapaşa’da kurma kararı verdi.

Direnişçiler akşam iftar için saat 20:00’den sonra toplanmaya başladı. Kitle sloganlar atarak Kocamustafapaşa dayanışmasına destek verdi. Zeytinburnu, Abbasağa, Beyoğlu, Kadıköy, Sarıyer gibi semtlerden gelen direnişçiler alanda alkışlarla karşılandı. 22:00’de yapılan basın açıklamasının ardından sloganlar atıldı. Çevre sakinlerinin eylemcilere verdiği destek dikkat çekti.

Dora İçin, Adalet İçin! Nefret Cinayetlerine Dur De!

9 Temmuz 2013 akşamı Aydın’ın Kuşadası ilçesinde Dora Özer isimli trans kadın

evinde bıçaklanarak öldürüldü. Katil zanlısı S.Ö.’nün Dora’nın eşyalarını da gasp ettiği ortaya çıktı. Trans kadınlara karşı nefret cinayetlerine dur demek için, Dora için, 12 Temmuz Cuma günü eş zamanlı olarak İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Berlin’de saat 18.00’de yürüyüşler gerçekleştrildi.

İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünden Taksim Tramvay Durağı’na yürümek isteyen kitleye ise polis barikat kurarak engel oldu. Bunun üzerine kitle Tünel Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.

Trans cinayetlerine sessiz kalan herkes bu cinayetlere ortak oluyor. Yaşama hakkı için trans cinayetlerine sessiz kalma!

Polis Nezaretinde Saldırı

6 Temmuz günü Taksim Dayanışması’nın çağrısı ile toplanan kitleye polis saldırısı

gerçeklemiş, Talimhane’de polislerden kaçan eylemcilere bir vatandaş yanındaki iki arkadaşı ile beraber elindeki pala ve sopalar ile saldırmıştı. Görüntülerden bir kadına tekme attığı, sokaktan geçenlere saldırdığı, eylemcileri yaraladığı görünen Sabri Çelebi’nin polislerle beraber hareket ettiği ve polisin tüm bu saldırıları görmezden geldiği de anlaşılıyor.

Polisin saldırı esnasında gözaltına almadığı, hakimin kaçma şüphesi görmeyerek serbest bıraktığı Çelebi için daha sonra tutuklama kararı çıkmasına rağmen saldırganın birkaç gün önce Fas’a kaçtığı öğrenildi. Savcılığın tutuksuz yargılama kararına itiraz etmesiyle mahkemenin yakalama kararı çıkartmasına rağmen, karar UYAP’taki (Ulusal Yargı Ağı Projesi) sorun nedeniyle bilgisayar sistemine geç işlendi.

Çelebi’nin yanında bulunan Şeyhmus Kırmızı, Ahmet Girgin ve Murat Ertekin hakkında ise yurt dışına çıkış yasaklı adli kontrol kararı alındı. AKP Çankırı Milletvekili İdris Şahin ise saldırgan ile ilgili mahkeme kararından söz ederken “Oradaki esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylem” diyerek bu saldırıyı meşru gördüğünü açıkça ifade etmiş, böylece hükümetten de destek alan satırlı ve sopalı gruplar sonraki günlerde Ankara’daki Ali İsmail Korkmaz’ı anma eylemlerinde tekrar sahneye çıkıp eylemcilere saldırmıştı.

Cihangir Parkı’nda 13. İstanbul Bienali Forumu

1 4 Eylül’de açılacak olan “Anne Ben Barbar Mıyım?” başlıklı 13.İstanbul Bienali, Gezi

Direnişi ve Bienal’in akıbetini tartışmak üzere 4 Temmuz’da Cihangir Parkı’nda sanatçılar, küratörler, akademisyenler ve sanat emekçilerinin katıldığı bir forum düzenledi. Bu yıl küratörlüğünü Fulya Erdemci’nin yaptığı bienalin odak noktası kamusal alan. Bu eksende Gezi Direnişi ile bienalin nasıl bir ilişki kurması gerektiği sorusu katılımcılar ile birlikte tartışmaya açıldı.

Erdemci, bienalin ortaya attığı “Kamusal alan mümkün mü?” sorusuna Gezi Direnişi’nin güçlü ve gerçek bir cevap ürettiğini ve gerçekleştirmeyi planladıkları bazı projeleri Gezi’den sonra etkisiz kalacağı için iptal ettiklerini anlattı. Erdemci ayrıca bienal mekanlarında ayrılacak bir bölümde Gezi Direnişi içinde üretilmiş görsel ve yazılı malzemenin biriktiği bir merkez düşündüklerini ve bununla bienal seyircisinine gezi direnişi hakkında bilgi ulaştırmaya çalışacaklarını açıkladı. Bienalin varolan eylemlilik için bir araç olarak kalması ve sergi alanları olarak belirlenen kentsel kamusal alanlardan çekilmesi fikri değerlendirildi. Gezi Parkı’nın hayatın ta kendisi, bienalin ise bir sergi olduğu vurgulandı ve Gezi ile ilgili bir sergi yapmak için erken olduğu dillendirildi.

Tartışmada öne çıkan talepler ve öneriler, sanat kurumlarının esnekleştirilmesi ve toplumsal katılıma açılması üzerinde yoğunlaştı. Katılımcıların birinden gelen “Gezi’de her şey bedava idi, neden bienal de bu ruha uygun olarak bedava olmasın?” teklifi de büyük destek gördü. Erdemci ayrıca gelen sorulara cevaben, kendi perspektifinden, bienale karşı yapılan protestolara ilişkin yaşadıklarını ve düşüncelerini paylaştı.

Yeryüzü İftarı: Milletim Nev-i Beşer, Vatanım Ruy-i Zemin!

Gezi Parkı’nda ortaya çıkan direniş ruhu, iftar sofrasında vücuda büründü.

Anti-kapitalist Müslümanlar ve Devrimci Müslümanlar’ın girişimiyle ilk iftar sofrası Taksim’de kuruldu; ardından ikinci sofra Saraçhane’de, üçüncü sofra ise Sarıgazi Cemevi’nde toplumsal dayanışmayı destekleyen yurttaşları buluşturdu. Taksim’de düzenlenen ilk iftarda eylemciler Gezi Parkı içinde slogan attı, halay çekti. “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Bijî Bıratiya Gelan!”, “Her yer Taksim, her yer direniş!”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganları atıldı. “Sermayenin lüks iftarları kapitalizm, egemenlerin iftar çadırları sömürü, halkın Yeryüzü İftarları özgürlüktür” sloganıyla düzenlenen Yeryüzü İftarı organizasyonu, tüm katılımcıların iftarlıklarını ve örtülerini getirmesi suretiyle, çadır kurulmadan gerçekleştiriliyor. İnancın siyasal iradenin tekelinde yozlaştırılmasına ve araçsallaştırılmasına karşı çıkan “Yeryüzü İftarları” katılımcıları, “faşizme karşı sofrada buluşalım” çağrısında bulunuyor. Gezi Parkı ruhunu iftar sofralarına da taşıyan

Anti-kapitalist Müslümanlar, egemenlerin sömürü ilişkilerini güçlendiren çadırlara ve lüks iftar sofralarına karşı olduklarını ifade ediyorlar. Oruç tutan, tutmayan herkesin buluştuğu “halk sofraları”, toplumsal paylaşımı öne çıkarmak adına düzenleniyor. Büyük şehirlerde Gezi Direnişi sonrası devam eden park forumlarında da bu sofraların

her akşam kurulması bekleniyor. Yeryüzü Sofraları’yla ilgili duyurular Twitter’da #yeryuzuiftari etiketiyle yaygınlaştırılıyor. Etkinliğin Ramazan’ın ilk gününde kalmayıp devam etmesi, direniş ruhunun Ramazan’la bütünleştiğini açıkça ortaya koyuyor.

Penguenler Kutupta Güzel!

Gazeteciler Forumu’nun basına yönelik sansür ve engelleri protesto etmek

amacıyla Galatasaray’da düzenlediği yürüyüş, polislerin oluşturduğu barikat nedeniyle gerçekleştirilemedi.

Sayıları bini aşan gazeteciler, ve eyleme destek veren vatandaşlar saat 19:00’da Galatasaray Meydanı’nda “Penguen Kutupta Güzel” pankartının arkasında toplandılar ve Taksim’e doğru yürümek istediler. Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan Gülşah Karadağ’ın polis yetkilileriyle ve telefonda İstanbul Valisi ile yaptığı görüşmeler sonuç vermeyince, aralarında penguen kostümlü iki genç kadının da bulunduğu kitle polis barikatının hemen önünde oturma eylemine başladı.

Eyleme katılan gazeteciler, “Baskı’yı durdurduk”, “Medyası köle olanın devleti faşist olur”, “Sansür, baskı, kovulma hep aynı hava”, “Satılık Medya dedik, TMSF yanlış anladı”, “Karıştırma! Haber için cop, gaz yiyen benim, Penguen yayınlayan Patron!” gibi dövizler ve fotoğraflar taşıyorlardı. Dövizlerin birinde ise Fotoğraf Vakfı’nın hazırladığı, yaralanan ve gözaltına alınan gazetecilerin listesine gönderme yapılıyordu: “Biliyor musun? Bu ülkede polis 40 günde 111 basın çalışanına saldırdı!”TOMA’ların gölgesindeki oturma eylemi boyunca “Susma haykır, özgür basın haktır!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Zindanlar boşalsın basına özgürlük!”, “AKP elini medyadan çek!” sloganları atıldı.

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) adına açıklama yapan Gülşah Karadağ, “Gazetecilere şiddet uygulandı. Savaş koşullarında dahi uygulanmayan bir muamele gördüler. Yayın yasağı uygulandı ve haber alma hakkı engellendi” ifadesini kullandı. Karadağ, gazeteciler üzerindeki baskıların sona ermesini, haber alma ve haber yapma özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasını talep etti.

Basın açıklamasının ardından, Gezi Direnişi boyunca polis baskısına maruz kalan gazeteciler yüzlerini polise dönerek megafonla maruz kaldıkları şiddeti ve çalışmalarının nasıl engellenmeye çalışıldığını anlattılar. Etha’dan Arzu Demir, 18 Haziran’da sabah saatlerinde evinde polis tarafından cinsel tacize uğradığını, iç çamaşırlarına kadar arandığını belirtirken, İMC TV’den Gökhan Biçici gözaltına alındıktan sonra iki saat boyunca resmi işlem yapılmaksızın bir apartmanda tutulduğunu söyledi.

Eşcinseller ve transseksüellerin aynı gün saat 18:00’de nefret cinayetlerini protesto etmek amacıyla yapmak istedikleri yürüyüşün polis tarafından engellenmesi üzerine çok sayıda LGBT birey de gazetecilere destek vermek için Galatasaray Meydanı’nda bulundu.Bir saat kadar süren eylemin sonunda gazeteciler dağılmak zorunda kaldı.

gezi postası 7

gezi postası[email protected]

facebook.com/geziposta

Kuşdili Çayırı’nda AVM’ye Geçit Yok, Ama “Bu Daha Başlangıç...”

Gezi Parkı Direnişi kentlileri ve yaşam alanlarını yok sayan kentsel politikalara

karşı kitlesel mücadelenin ateşini yaktığında, sadece Taksim değil, İstanbul’un her yanı benzer projelerle kıskaca alınmış durumdaydı. Kadıköy Kuşdili Çayırı’nda yapılmak istenen AVM de bu projelerden biri.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Eski Salı Pazarı olarak da bilinen bu alan için planladığı AVM projesine karşı tepkiler kısa zamanda yükselmişti. Kadıköy halkı ve esnafı projenin bir kentsel ihtiyacı karşılamadığının farkındaydı. Ayrıca, Kadıköy’ün merkezindeki bu sit alanında devasa bir AVM semte zarar verecek, sermaye sahiplerine yarayacaktı. İmzalar toplandı, yürüyüşler düzenlendi ama Gezi Direnişi’ne kadar geçen süre içinde bu konuda umutlu olmak pek mümkün değildi. Çünkü biliyorduk ki kentsel muhalefet medya tarafından görmezden geliniyor, deyim yerindeyse “marjinal” kalıyor, bu tip projelere karşı mücadeleyi yürütmeye çalışan meslek örgütleri günden güne hükümet tarafından tamamen saf dışı bırakılmaya çalışılıyordu.

Gezi Direnişi, kentin tamamına yayılacak bir dizi hak mücadelesinin başlangıcı olduğunu bu projenin akıbetiyle de gösterdi. İBB planlarını değiştirdi: Kuşdili Çayırı şimdi altında iki katlık otopark bulunan bir yeşil alan olarak planlanıyor. Bunu direniş sürecinin bir kazanımı olarak okumak çok da zor değil. Kentsel müdahalelere engel olamadığımız çok uzun bir dönemden, bu kararları değiştirecek gücümüzün olduğunu fark ettiğimiz, kentin gerçek özneleri olduğumuzu algıladığımız ve bu konuda sözümüzü çok daha kitlesel şekilde beyan ettiğimiz ve gerektiğinde eyleme geçtiğimiz bir döneme girdik.

“Başlangıç” umut verici, ancak kazanımlarımızı cebimize koyup yola devam etmek aldanmamıza sebep olabilir. Yeşil alan projesinin tam olarak nasıl planlandığını bilmeden, gerçekten taleplerimize uygun olduğundan emin olmamız mümkün değil. Bir anda iki katlı bir otopark binasının üstünde yeşil bir çatıyla karşılaşmamız, ya da proje alanının yanına yöresine onaylamayacağımız eklemeler yapılması bile olası. Bu yüzden bu tür kazanımların ardından süreci takip etmek, en az bu projelere karşı yürütülen eylemler kadar önemli.

Selma Yağal’ı Duyan Var Mı?

11 Mart 2012’de İstanbul Esenyurt’ta 12. Cadde üzerindeki Marmara Park AVM

inşaat şantiyesinde işçilerin yatakhane olarak kullandığı çadırlarda çıkan yangında 11 işçi hayatını kaybetti. 12 Temmuz 2013’te mahkemenin tutuklu sanıkları serbest bırakması üzerine ölen işçilerden Ahmet Yağal’ın eşi Selma Yağal mahkeme önünde basına, yetkililere ve aslında bize seslendi:

“11 işçi göz göre göre yanarak can verdiler. En büyük acımızsa suçluların elini kolunu sallayarak ortalıkta gezmesi. Hala yakalanmamaları bizim acımızı daha çok büyütüyor. Buradan tüm yetkililere sesleniyorum, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Faruk Çelik; Neden sözünüzde durmuyorsunuz? Benim çocuğum babasını göremedi. Baba diyor ama babasına diyemiyor. Yakalanmış olanları da serbest bırakıyorsunuz. 11 can gitti. Parayı basıyorlar, tutuksuz yargılanıyorlar. Acımızı yaşadıklarını iddia ediyorlar, böyle mi yaşıyorlar? Daha çok acımızı büyütüp içimizi kanatıyorlar.

“Sayın Başbakanım, Gezi parkı olayları için o kadar insanı günlerce gaza tuttun ve o kadar insan öldü. Ben de soruyorum sana sayın başbakanım. Neden yakalatmıyorsun? İstesen yakalatabilirsin. Ol dediğin oluveriyor. Televizyonlarda ben dedim gazı sıkın diye diyorsun, neden bunu da demiyorsun? Sen benim başbakanım olarak neden yardımcı olmuyorsun bize? Sen o kelimeyi, babayı evlatlarından duyabiliyorsun. Benim evladım diyemiyor. Rica ediyorum Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımızdan, çalışma bakanımızdan. Hala yakalanmayan patron var. Yakalananlar da bırakılıyor. O günden beri biz yapayalnızız. Sen bu güzel ülkenin Başbakanıysan, gerekli suçluları yakalayacağına inanıyorum. E görelim Başbakanım…”

Marmara Park AVM, Ekim 2012’de kutlamalar eşliğinde açıldı. Açılışta ECE Grubu CEO’su Alexander Otto, “İstanbul’da hayata geçirdiğimiz Marmara Park Alışveriş Merkezi ile büyüyen Türkiye pazarında biz de ECE olarak gelişmeye ve büyümeye devam ediyoruz” dedi.

Projenin ortaklarından ECE Türkiye Proje Yönetimi A.Ş. Ekim 2000’de İstanbul’da kuruldu. Şirket, İstanbul’da Metrocity, Beylikdüzü Migros Alışveriş Merkezi, CarrefourSA Maltepe Park, Ankara’da ANKAmall, Antalya’da Antalya Migros Alışveriş Merkezi ve Eskişehir’de Espark Alışveriş Merkezi’ni yönetiyor. Diğer ortak ise Kayı İnşaat, Erzurum’un Tortum ilçesindeki hidroelektrik santralinin yapımını da üstlenmişti. Santralin yapımını protesto eden köylülere jandarma saldırmıştı.

Hem ECE Türkiye’ye hem de Kayı İnşaat’a daha önce ödüller verildi. 2007 yılında aralarında Kayı İnşaat’ın da olduğu bir takım inşaat firmalarına ödül verilen bir törende Başbakan Erdoğan, “Özel sektörümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çözeriz.” demişti.

Geçtiğimiz ay, TESK Başkanı Bendevi Palandöken ve

kimi patronların Erdoğan’la görüşmesi üzerine işçi ölümleri nedeniyle gündeme gelen İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulanması 2 ila 4 yıl arası değişmişti. Türkiye’de Mayıs ayında 114, Haziran’da 104, son 10 yılda 11.000 işçi öldü. 2 ila 4 yıl arasında kaç ölüm eder? Selma Yağal’ı duyan var mı?

Dirençizgiroman

Çizgi romanla ilgilenen ve Gezi Parkı’nın aktif direniş günlerindeki havasını

solumuş bir grup akademisyen, yazar, eleştirmen ve çizerin başlattığı bir proje olan #dirençizgiroman, direnişten esinlenen öykülerini derlemeyi geçtiğimiz günlerde tamamladı. Direnişin sokaklara, duvarlara yansıyan kendine has görsellik ve yazı kombinasyonunu son derece canlı bir şekilde temsil edebilen bir mecra olarak çizgi romanı seçen, öncelikli olarak direnişi bu mecrada tarihselleştirmeyi amaçlayan#dirençizgiroman projesi, yaz sonuna doğru basılı bir kitap olarak raflara çıkmayı hedefliyor. Kitaptan elde edilecek gelir, direnişin mirasını devralan hareketlere bağışlanacak. Çizim aşamasına geçtiği şu günlerde çizer kadrosunu genişletmeyi hedefleyen projeyle ilgili detaylı bilgilere www.facebook.com/direncizgiroman adresinden ulaşmak mümkün.