FYZY Dergisi 31. Sayı

44
31. HALKİDİKİ SIRA DIŞI SPORLAR NERJA MAĞARASI’NDAN DİJİTAL TUVAL’E SANAT SERÜVENİ BILL GATES’E MEKTUP PERGAMON, O BİR ŞEHİRDİ... Haziran 2015 FYZY FMV’nin armağanıdır. Para ile satılmaz.

description

FYZY Dergisi 31. Sayı

Transcript of FYZY Dergisi 31. Sayı

Page 1: FYZY Dergisi 31. Sayı

31.

HALKİDİKİ

SIRA DIŞI SPORLAR

NERJA MAĞARASI’NDANDİJİTAL TUVAL’E SANAT SERÜVENİ

BILL GATES’E MEKTUP

PERGAMON, O BİR ŞEHİRDİ...

Haziran 2015

FYZY

FMV’n

in a

rmağ

anıd

ır.

Par

a ile

sat

ılmaz

.

Page 2: FYZY Dergisi 31. Sayı

SAYI: 31 HAZİRAN 2015

FYZYİMTİYAZ SAHİBİ

Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları adınaFMV Yönetim Kurulu BaşkanıMimar M.Kâmil ÖZKARTAL

•SORUMLU MÜDÜR

Elk. Müh. Alp GÜNAYFeyziye Mektepleri Vakfı

Genel Müdürü •

YAYIN KURULUSevil KARACIK

FMV ve Işık Okulları Kültür Sanat YöneticisiÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi MüdürüŞenay KURT

FMV Kalite Müdürü•

DÜZELTMENLeyla TARAKÇI

FMV Özel Ayazağa Işık LisesiTürk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

•TASARIM - KAPAK

Ömer ORHANFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Müdürü

KAPAK FOTOĞRAFIErkin ÖN

EDİTORYAL YAPIM - BASKIMas Matbaacılık San. ve Tic. AŞ

Hamidiye Mahallesi, Soğuksu Caddesi, No: 334408 Kağıthane - İstanbul

Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 [email protected] No: 12055

•İMTİYAZ SAHİBİ, SORUMLU MÜDÜR

VE YÖNETİM YERİ ADRESİTeşvikiye Cad. No: 6 Nişantaşı - İstanbul

Tel: 0212 233 12 03 444 1 368

(FMV)www.fmv.edu.tr

4 ayda bir yayımlanır.Yayının türü: Dergi, yerel, süreli

FMV HaberlerEğitimci Gözüyle SosyolojiYüksek Yüksek Tepelere... İnsanBill Gates’e Mektupİçimizden BiriTürk İnşaat Sektöründe Prefabrikasyon Devrini Başlatan Bir Işıklı, Altan Gökçek GeziHalkidikiKent KültürPergamon, O Bir Şehirdi...EdebiyatAn Geçici, Hatıra KalıcıdırKoleksiyonKoleksiyon Deyince...SağlıkKoşun Ama Abartmayın...SanatNerja Mağarası’ndan Dijital Tuval’e Sanat SerüveniSporSıra Dışı SporlarTarihten SayfalarGüneş Saatinden Kol Saatine

İ Ç İ N D E K İ L E R

41314

16

16

22

26

28

30

34

36

40

42

Page 3: FYZY Dergisi 31. Sayı

3

Değerli Işıklılar,2 005 yılının Haziran ayında yayın haya-

tına başlayarak 10 yılı geride bırakan FYZY dergimiz aracılığıyla Işık camiası-

na seslenmeye ve ulaşmaya devam ediyoruz.

Işık Okullarının sürekli değişim ve gelişimi barındıran 129 yıllık tarihinde hiç değişmeyen bir gerçek var; o da okullarımızın “önce iyi insan” yetiştiriyor olmasıdır.

Gelecek hedeflerimizin içinde, FMV Işık Okullarının yüksek eğitim imkânlarından genç nesillerin daha fazla yararlanmasını sağlamak önemli bir yer tutuyor. Eğitim için sadece İstanbul’da değil, İstanbul dışında da gereken çağdaş fiziki donanımlara sahip yeni okullar açmak Vakfımızın önemli hedefleri arasındadır.

FYZY dergimizin bu yeni sayısında da sizlere okullarımızla ilgili pek çok önemli gelişmeyi aktarmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Ayazağa Işık Lisemizin dört yıldır düzenlediği “Spectrum of Education” eğitim sempozyumu yine yurt içinden ve dışından onlarca akademisyen, öğretmen, bilim insanı ve öğrenciyi bir araya getirdi.

Dünyanın en eski oyunlarından biri olan sat-ranç, FMV Işık Okullarının öncülüğünde 10. kez düzenlenen okullar arası turnuvayla 315 okuldan 325 takımı, 3 gün boyunca Ayazağa Kampüsü’nde buluşturdu.

Tarihi 100 yılı aşan Türkiye’nin en köklü 33 lise-si arasında düzenlenen 100 Yıllık Okullar Spor Şöleni bu yıl da keyifli müsabakalara sahne oldu. Şölenin açılışı, spor ve iş dünyasının ileri gelen-lerini bir araya getiren Spora Işık Tutanlar Ödül Töreni ile yapıldı.

Sanatın ömür boyu insan ruhunu besleyen önem-li ve vazgeçilmez bir gereksinim olduğu anla-yışıyla Galeri Işık Teşvikiyede pek çok değerli sanatçının sergisini sanatseverlerle buluşturduk.

1981’den beri her yıl 50 ülkeden 140.000 öğren-cinin katılımıyla yapılan ESU Public Speaking Competition, bu yıl 11-16 Mayıs 2015 tarihleri arasında Londra’da gerçekleştirildi. ESU Türkiye tarafından ülke şampiyonu seçilerek dünya şam-piyonasına katılmaya hak kazanan FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi öğrencimiz Aynil Aybaba, yaptığı konuşmalarla yüksek başarı göstererek yarı finallere kadar yükseldi.

Uzun yıllar biyoloji ve fen dalında başarılı öğren-ciler yetiştiren Işık Lisesi emekli biyoloji öğret-menimizin adını yaşatmak üzere konulan “Bedia Özeriş Fen Bilimleri Üstün Başarı Ödülü”nün bu

yılki sahibi Işık Lisesi öğrencimiz Onat Zeybek Kuşkonmaz oldu.

Yine Işık Lisesinde Türk dili ve edebiyatı öğret-menliği yapmış Rauf Mutluay’ın anısını yaşatmak, öğrencilerimizin duygu, düşünce ve gözlemlerini yazı yoluyla ifade etmesini sağlamak, Türkçenin etkili ve doğru kullanımının yerleşmesine katkıda bulunmak amacıyla bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Rauf Mutluay Edebiyat Ödülü Öykü ve Şiir Yarışması”nın sonuçları da açıklandı: Birinciliği öykü dalında Işık Lisesi öğrencisi Ayşe Aslı Altınkılıç, şiir dalında Erenköy Işık Lisesinden Venüs Yelkikanat aldılar.

Erenköy Işık Lisesi ve Fen Lisesi Tiyatro ve Müzikal Topluluğu öğrencilerimiz, yönetmen Cengiz Çevik ile her gün saatlerce, aylarca süren yoğun çalışmalar sonucu sahneye koydukları “Lüküs Hayat” müzi-kaliyle tam 21 ödül kazandı. Gazeteci Sayın Hıncal Uluç, “ödül yağmuru” diye ifade ettiği bu başarılı çalışmayı “Geleceği Aydınlatan Işıklar” başlıklı köşe yazısında kaleme aldı.

Tüm öğrencilerimizi canı gönülden kutluyor, başarılarının devamlı olmasını diliyorum.

İşte böyle farklı kulvarlarda elde edilen başarılar-la birlikte bir eğitim-öğretim yılını daha geride bırakıyoruz… Mezuniyet törenlerinde mezunla-rımız, öğrencilerimiz, velilerimiz ve değerli öğret-menlerimizle bu köklü Işık ailesinin sıcaklığını ve gücünü tekrar yaşıyoruz.

Sevgili çiçeği burnunda mezunlarımız, 1969 mezunu bir ağabeyiniz olarak 46 yıl önce ben de sizinle aynı heyecanları yaşadım, hayatınızın bu önemli döne-minde neler hissettiğinizi çok iyi anlıyorum.

Bir eğitim kurumu öğrencileriyle kısa süre geçirir ama sizler yaşam boyu öğrenmeye devam edin. Ufkunuzu açık tutun ve bilginin lezzetini keş-fedin. Kendinize, ailenize, ülkenize ve insanlığa fayda sağlayan bireyler olmak için çok çalışın. Dünyanın neresinde olursanız olun, hoşgörü ile adalet ve özgürlük için mücadele etmekten vazgeçmeyin. En önemlisi de yıllarca aynı sıra-ları paylaştığınız, birlikte gülüp ağladığınız okul arkadaşlarınızı asla bırakmayın çünkü sizler aynı ailenin; “IŞIK Ailesi”nin çocuklarısınız.

Mutlu bir gelecek önünüzde… Her şeyin gön-lünüzce olmasını ve verdiğiniz tüm emeklerin karşılığını almanızı temenni ediyorum. Sizlerle her zaman gurur duyduk ve duyacağız.

Yolunuz açık ve Işıklı olsun!

Saygılarımla...

Mimar M.Kâmil ÖZKARTALFeyziye Mektepleri VakfıYönetim Kurulu Başkanı

BAŞYAZI

Page 4: FYZY Dergisi 31. Sayı

4

HABERLERHABERLER

Ispartakule’nin “Yaşam Merkezi” lise ve fen lisesiyle büyümeye devam ediyor.

128. kuruluş yılında hizmete giren FMV Işık Okulları Ispartakule Kampüsü; bölgede, kültür-sanat ve spor faaliyetlerini destekle-yen “bir yaşam merkezi” olarak da hizmet verirken 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılı’nda açacağı lise ve fen lisesiyle eğitime katkı sağ-lamaya devam edecek.

Toplam 35.000 m2 alan üzerinde anaoku-lu, ilkokul ve ortaokul ile eğitime başlayan kampüste, spor alanlarından yemekhane-ye, kütüphaneden konferans salonuna, her birim çok geniş alanlara yayılmış durumda. Yarı olimpik kapalı yüzme havuzu, tenis, voleybol ve jimnastik salonları, açık-kapalı basketbol ve futbol sahaları ile öğrenciler kampüs içinde her türlü sporu yapma imkânı bulabiliyor. Kampüs çevresinde herhangi bir üretim veya sanayi tesisi bulunmadığı için de öğrenciler okuldaki tüm zamanlarını daha temiz bir çevrede geçirebiliyor.

Page 5: FYZY Dergisi 31. Sayı

5

Sosyal sorumluluk projesi kapsamında yal-nızca kendi öğrencilerinin değil, diğer okul öğrencilerinin de kampüsün tüm olanakla-rından yararlanması isteniyor. Her anlamda “önce iyi insanlar yetiştirebilmek” için onla-rın her türlü kültürel, sosyal ve sportif faali-yetten yararlanmaları gerektiği düşüncesiy-le Ispartakule Kampüsü’nün sahip olduğu tüm olanaklardan çevredeki çocukların ve ailelerinin de faydalanması sağlanıyor.

336 kişilik konferans salonunda çevredeki devlet okullarının kendi oyunlarını sergile-yip konserler ve etkinlikler düzenlemelerine olanak tanınıyor. Okul yönetimi, zaman zaman kendi etkinliklerine çevre okulları da davet ederek bölgede yaşayan tüm çocuk-ların birbirleriyle kaynaşmasına ve iletişim içinde olmasına imkân veriyor.

FMV Işık Okulları öğrencilerini; çağdaş, sorgulayan, araştıran, yaratıcı, bilimsel düşünen, yaşam boyu öğrenen, çevreye duyarlı, sosyal yaşamlarında etkin birer dünya vatandaşı olarak yetiştirme misyo-nu ile büyüyerek her geçen gün daha çok çocuğa ulaşmak amacıyla lise ve fen lisesini açmaya hazırlanıyor.

Bilim insanı yetiştirmeye yönelik prog-ramlarla yol alması hedeflenen liselerde, güçlü yurt dışı bağlantıları ve öncelikle AB ülkelerinin etkin yabancı dil programları yardımıyla öğrencilerin mesleki ve kişisel gelişimleri için altyapı çalışmalarına başlan-mıştır.

Page 6: FYZY Dergisi 31. Sayı

6

HABERLERHABERLER

Türkiye’nin önemli sanat profesörlerinden Süleyman Saim Tekcan’ın kurucusu olduğu, Türkiye’nin ilk çağdaş ve özgün baskı atölyesi, grafik sanatlar müzesi İMOGA, “Koleksiyonlar Sergisi” ile Galeri Işık Teşvikiyede sanatseverlerle buluştu. Yıllar içerisinde bir müze hâline getirilen Türkiye’nin önemli sanat platformlarından İMOGA’nın koleksiyonları arasından seçilen eserler, 24 Şubat - 21 Mart tarihleri arasında izlenime sunuldu. Sergide Adem Genç, Adnan Çoker, Adnan Turani, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Burhan Doğançay, Engin İnan ve Ferruh Başağa gibi önemli sanatçıların eserleri yer aldı.

GALERİ IŞIK TEŞVİKİYEDEN...

Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar, bu kez dünyanın çatısına, Dam-El-Dunya’ya, Maverraünnehir’in doğduğu dağlara, Amu Derya’nın Yunan mitolojisindeki adıyla Oxus’un kaynağı Pamir Dağlarına yolculuk gerçekleştirdi. Oxus’un ve kadim kavimlerin peşinde, saklı kalmış öykülerin izinde pek bilinmeyen bir dünyayı, “Wakhan Koridoru”nu fotoğraflarıyla kitlelere aktarmayı amaçladı.

Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar ekibinden Naz Köktentürk, Nasuh Mahruki, Zekai Demir ve bu yolculukta aralarına konuk olarak katılan Fatih Börekçi ve Dr. Kurtuluş Açıksarı’nın çalışmalarından oluşan sergiye, Galeri Işık Teşvikiye 24 Mart - 5 Nisan tarihleri arasında ev sahipliği yaptı.

IMOGA - Koleksiyon Sergisi

Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar

Page 7: FYZY Dergisi 31. Sayı

7

Grafik tasarım alanındaki birçok uluslararası etkinlikte ülkemizi temsil eden ve grafik tasarım eğitimine katkılarıyla bilinen Prof. Dr. Yurdaer Altıntaş’ın 80. doğum günü, hâlen öğretim üyesi olarak çalışmakta olduğu Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü tarafından organize edilen “Yurdaer’e 80. Yaş Etkinlikleri” adı altında afiş sergileri ile kutlandı. “Yurdaer’den Afişler”, “Yurdaer’in Öğrenci Meslektaşlarından Afişler” ve “Lise Öğrencileri Yurdaer’e Afiş Yarışması” sergileri, Işık Üniversitesi Galeri Işık Maslakta; “Uluslararası Çağrılı Afişler” sergisi ise FMV Galeri Işık Teşvikiyede 8-30 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti.

26 ülkeden 48 önemli tasarımcının 100’e yakın özgün afişi ve Yurdaer Altıntaş’ın 40’ın üzerinde afişinin yanı sıra 38 öğrenci meslektaşından 60 afiş ile lise öğrencilerinin kendisi için tasarladıkları 50 afiş de sergilendi. Bu afiş şöleni ile duayen eğitimci ve tasarımcı Yurdaer Altıntaş ve usta tasarımcıların tanınmalarına fırsat yaratılarak Işık Üniversitesinin değerli bir afiş arşivine sahip olması da sağlandı.

Galeri Işık Teşvikiye, yarım asırlık sanat hayatına dünya çapında sayısız ödül sığdırmış; Türk çağdaş sanatına önemli katkıları bulunan Türk sanatının duayeni Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan’ın “At’nağme II” sergisine ev sahipliği yaptı. Tekcan, at konulu ve “Ottoman” kaligrafi temalı tabletler ile yağlı boya, heykel ve baskı resimden oluşan eserleriyle 28 Nisan - 23 Mayıs tarihleri arasında sanatseverlere muhteşem bir sanat ziyafeti sundu.Eserlerinde gücün, özgürlüğün ve hareketin sembolü olan atları, mağrur, coşkulu ve masalsı bir dille yorumlayan usta sanatçıyı Yeşilçam’ın çınarları, Ülkü Erakalın, Yusuf Sezgin ve Süleyman Turan’ın yanı sıra Feyziye Mektepleri Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri de yalnız bırakmadı.

Yurdaer Altıntaş İçin 80. Yaş Etkinlikleri

Süleyman Saim Tekcan’dan Muhteşem Bir Sanat Ziyafeti Daha...

Page 8: FYZY Dergisi 31. Sayı

8

HABERLERHABERLER

Çanakkale Zaferi’nin 100. yıl etkinlikleri kapsamında Işık Üniversitesi akademisyenleri, öğrencileri, mezun-ları ve Bisikletliler Derneği üyelerinden oluşan 40 bisikletlinin 475 km’lik “Işık Yolculuğu”, konvo-yun 23 Mart 2015 tarihinde Çanakkale Şehitler Abidesi’ne ulaşmasıyla tamamlandı. Etkinlikler, FMV

Işık Okulları öğrencilerinin resimlerinden oluşan dostluk ve barış temalı “100 Işıklı Resim Sergisi” ile devam etti.

Işık Okulları öğrencilerinin imzasını taşıyan 100 eser-den oluşan serginin açılışı, Çanakkale Valisi Ahmet Çınar ve Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman’ın katılımı ile düzenlenen törenle yapıldı.

Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman “önce iyi insan yetiştirme” gayesiyle çalışmalarını sürdüren FMV Işık Okullarının tüm öğrencilerine, tarihlerine sahip çıkarken sanatsal çalış-malarını dostluk, barış ve kardeşlik ekseninde sürdür-dükleri için teşekkürlerini sundu.

Çanakkale’ye Işık Yolculuğu, Barış ve Dostluk Adına “100 Işıklı Resim Sergisi”

Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları öğren-cileri dostluk, barış ve kardeşlik mesajlarını renklerle buluşturdu. 3.100 öğrencinin hazırladığı resimler arasından seçilen 100 eser, 23 Mart - 8 Nisan tarihleri arasında Çanakkale Evi Galerisinde sergilendi.

Page 9: FYZY Dergisi 31. Sayı

9

PROFESYONELGÖZÜYLE

Spectrum of Education -IV Career

“Spectrum of Education IV” eğitim sempoz-yumu, FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi ile Türk Kültür Vakfı ortaklığında, 25-26 Nisan 2015 tarihlerinde, 300’e yakın konuğun katılımıyla Ayazağa Kampüsü’nde gerçekleştirildi. AFS Gönüllüleri Derneğinin de destek verdiği ve ana başlığı “Kariyer” olarak belirlenen sem-pozyumda; “Kariyer nedir, başarılı olmakla kariyer sahibi olmak arasında bağlantı var mıdır?” sorularına yanıt arandı. Türk ve yabancı birçok değerli akademisyenin yanı sıra Türkiye’nin farklı illerinden çok sayıda katılımcının bir araya geldiği sempozyumda; “Kariyer seçiminde yaşın önemi, kariyerin yaşamın bir parçası olduğu, yaşamda belir-leyici etkenlerin kariyeri de belirlediği” gibi konular üzerinde duruldu.

Sempozyum boyunca Arjantin’den Filipinler’e, Belçika’dan Malezya’ya 16 farklı ülkeden 40 yabancı konuk ağırlandı.

Prof. Dr. Yankı Yazgan, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sine-ma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Pembecioğlu, Polonya Warmia-Mazury Üni-versitesi Gelişim ve Eğitim Psikolojisi Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Beata Krzywosz-Rynkiewicz, Galatasary Üniversitesi Sosy-oloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Feyza Ak Akyol, Macaristan Eötvös Loránd Üni-versitesi Sosyal Psikoloji Bölümünden Prof. Dr. Marta Fulop, Işık Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Rukiye Hayran, Bahçeşehir Üniversitesinden Doç Dr. Tunç Bozbura ve Yrd. Doç. Dr. Orhan Gökçöl, Gazeteci-Yazar Hayko Bağdat, Insparkus

Yönetim Kurulu Başkanı Vivi Soryano, “Ge-lecek Daha Net” Koordinatörü Melek Bar Elmas ve Mimar Bora Mutlu’nun konuşmacı olarak yer aldığı sempozyumda, farklı kültür-lerin kariyer kavramına nasıl baktığı, eğitim modellerinin kariyer planlaması üzerindeki etkileri ve mesleki gelişimde kariyerin önemi vurgulanırken kariyerin eğitim üzerindeki etkilerinin ve öneminin saptanması, doğru kariyer planının nasıl yapılacağının yolları belirlenmeye çalışıldı.

Page 10: FYZY Dergisi 31. Sayı

10

İÇİMİZDEN BİRİLERİHABERLER

FMV Işık Okulları öncülüğünde, tarihi 100 yılı aşan Türkiye’nin en köklü 33 lisesi arasında düzenlenen 13. 100 Yıllık Okullar Spor Şöleni 4 gün boyunca futbol, basketbol, voleybol, masa tenisi, atletizm, yüzme ve tenis dallarında keyifli müsabakalara sahne oldu.

Şölen, Işık Okulları Ayazağa Kampüsü Dr. Özge Sezerman Spor Salonu’nda düzenlenen 6. Spora Işık Tutanlar Ödül Töreni ile açıldı. İş ve spor dünyasının ileri gelenlerinin bir araya geldiği törende öğrenci, mezun, veli ve öğretmenler arasında yapılan anketler sonucunda, Türk sporuna emeği geçen ve başarısı tescillenmiş isimlere toplamda 29 farklı kategoride ödül verildi.

Açılış konuşmasında Feyziye Mektepleri Vakfı CEO’su Prof. Dr. Nafiye Güneç Kıyak: “Işık Okullarının kuru-luş ilkesi olan ‘önce iyi insan yetiştirmek’ prensibi-mizin tüm eğitim kurumlarına yayılması ve sporun, eğitimin temel unsurlarından biri olduğunun vur-gulanması amacıyla başlattığımız ve artık geleneksel hâle gelen bu ödüller, Türk sporuna başarılarıyla damga vuran çok değerli öncülere gönülden teşek-kürümüzün simgesidir. Biz de Türkiye’nin aydınlan-masına hizmet eden gençler yetiştirme deneyimimi-zin yanında, Türk sporunda tesisleri ve sporcuları ile olimpiyatlara dek ulaşan başarılara imza atarak katkıda bulunmanın mutluluğunu ve gurunu yaşıyo-ruz.” diyerek düşüncelerini ifade etti.

Törenin sonunda, sporun öncelikle dostluk ve centil-menlik temelleri üzerine oturtulması gerektiği bilin-ciyle 2014-2015 yılının spora ışık tutan değerleri aynı fotoğraf karesinde görüntülendi.

13. “100 Yıllık Okullar Spor Şöleni” ve 6. Spora Işık Tutanlar Ödül Töreni

Page 11: FYZY Dergisi 31. Sayı

11

Sinan Güler Yılın BasketbolcusuTHY Yılın Sponsoru%100 Futbol-NTV Yılın Spor ProgramıMehmet Demirkol Yılın Spor YazarıMetin Tekin Yılın Spor YorumcusuŞahika Ercümen Yılın SporcusuFenerbahçe Bayan Voleybol Takımı Yılın TakımıSlaven Bilic Yılın Teknik DirektörüNaz Aydemir Akyol Yılın VoleybolcusuDirk Kuyt Yılın Yabancı Futbolcusu Burak Yılmaz Yılın Yerli Futbolcusuİlhan Cavcav Onur ÖdülüArda Turan Başarı ÖdülüDemba Ba Başarı ÖdülüHarun Erdenay Başarı ÖdülüDusan Ivkovic Kariyer ÖdülüZeljko Obradovic Kariyer ÖdülüAydın Örs Yaşam Boyu Başarı ÖdülüRoberto Carlos Yaşam Boyu Başarı ÖdülüRahmi Koç Süleyman Seba Barış ve Dostluk ÖdülüBülent Eczacıbaşı Türk Sporuna Hizmet ÖdülüFaruk Süren Türk Sporuna Hizmet ÖdülüUğur Erdener Türk Sporunu Tanıtım ÖdülüSerkan Ok Yılın Işıklı ÖdülüMert Çetin Yılın Işıklı ÖdülüÇağla Büyükakçay En İyi Çıkış Yapan Sporcu ÖdülüGüler Demircan Fair Play ÖdülüNevriye Güngör Paralimpik ÖdülüYalçın Granit Vefa ÖdülüTurgay Demirel 129. Yıl Özel Ödülü

Page 12: FYZY Dergisi 31. Sayı

12

İÇİMİZDEN BİRİLERİHABERLER

Türkiye’nin en büyük satranç turnuvasının açılış töre-ninde, Türkiye Satranç Federasyonu Başkanı Gülkız Tulay ve Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç de hazır bulundu. Açılış töreninde konuşan FMV Eğitim Kurumları Genel Müdürü Erdoğan Bozdemir, satranç sporunun öğrencilere planlı hareket etme, strateji kurabilme, doğru ve çabuk karar verebilme, konsantre olabilme, olaylara doğru yorumlarla yaklaşabilme, sistemli ve disiplinli çalışma prensipleri kazandırdığını belirterek; “Işık Okullarının eğitim anlayışında “önce iyi insan” yetiştirme prensibi yatıyor. Bu çatı altında öğrencileri-mizin her yönüyle gelişimine büyük önem veriyoruz. Okullarımızda kültürel ve sportif faaliyet olanaklarını daima artırmak için büyük çaba sarf ediyoruz. Bu hedefle, Türkiye’nin en büyük satranç organizasyonla-rından biri olan Satranç Takım Yarışması’nda anaoku-lundan üniversiteye her yıl binlerce öğrenciyi bir araya getiriyoruz.” diye konuştu.

Türkiye Satranç Federasyonu Başkanı Gülkız Tulay da 10 yıldır Türkiye’nin en büyük satranç turnuva-sını düzenleyerek satranç sporunun yaygınlaşmasına olanak sağladığı için FMV Işık Okullarına teşekkür ederek FMV Işık Okullarının her alanda değer yaratan çok önemli bir kurum olduğunu belirtti.

Minikler, küçükler, yıldızlar, gençler ve üniversi-te kategorilerinden oluşan satranç turnuvasında, Bulgaristan takımı üniversite kategorisinde misafir olarak yer aldı.

Dünyanın en eski oyunlarından biri olan satranç, FMV Işık Okullarının öncülüğün-de 10’uncu kez okul-lar arası bir turnuvaya dönüştü. 315 okuldan 325 takımın 3 gün boyunca mücadele etti-ği turnuva, Işık Okulları Ayazağa Kampüsü’nde 1600 öğrencinin aynı anda yaptığı hamle ile başladı.

FMV Işık Okulları 10. Satranç Takım Yarışması

Page 13: FYZY Dergisi 31. Sayı

13

EĞİTİMCİGÖZÜYLE

EĞİTİMCİGÖZÜYLE

Ö ğrencilerimiz için mutlu bir geçiş, yeni bir başlangıç diyebileceğim ama âdeta dikenli tellerle kapatılmış bir

yol var önlerinde. Onlardan daha çok veli-leri yoracak bu zorlu geçişi olabildiğince hasarsız atlatmak için yıllardır hep birlikte çalıştık, didindik. Bunu yaparken canınızı dişinize taktığınızı biliyoruz. Dünyanın hiç-bir modern ülkesinde, insanlar çocuklarının istikbali için bu kadar yorulmuyor hatta ezilmiyor. Modern olmayanlarda ise böyle bir çaba zaten yok.

Bu çalışmaların büyük bir kısmının biraz abartılı bir algı yönetimi neticesinde sarf edildiğini bile bile yine de aynı çabayı göstermekten geri duymuyoruz.

Sayın veliler; siz ne kadar çaba gösterirseniz gösterin, amacı ve niteliği tartışılır bir sınavla bir çocuğun hayatına yön vermek mümkün değil. İster sizlere göre en üst basamaktan ve genellikle sizin hedefiniz olan okula gitsin, ister gitmesin çocuklarınızın kalbindeki gerçek hedefi değiştiremezsiniz. Bunları bir eğitim yöneticisi olarak değil, bu süreçleri bire bir yaşamış bir baba olarak ifade ediyorum.

Aslında eğitimdeki temellerin, temel hedeflerin ilköğretimde öğrencilerinize kazandırılıp kazandırılmadığına bakmakta yarar var. Çocuğunuz nasıl bir öğrenci? Büyüklerine saygılı, küçüklerine sevgi gösteren, anne babasının, ailesinin kıymetini bilen, doğaya, hayvanlara ve çevreye saygılı, dil bilen, bilim, sanat ve sporla ilgili ve en önemlisi Ata’sını kalbinin bir köşesine yerleştirebilmiş, onu örnek alan, vatanseverliği şüphe götürmez bir dünya insanı olabilmiş mi? İlköğretim çocuklara bunları öğretir. Kalıcı olanlar da bunlardır. Bütün bunları özümsemiş insan, zaten hayat başarısını yakalayacak insandır. Eğitimin bu aşamasında yapılanlardan sonra, onlara sağlam bir kültür eğitimi vermek üzeresiniz. Şimdiye kadar yaptıklarınızı taçlandırabilmek için lise eğitimine özellikle dikkat etmelisiniz.

Hayat boyu devam edecek dostluklar lisede edinilir ve hayat mücadelesinde lise diplomasının çok büyük bir önemi vardır. Çünkü lise eğitimi, bütünüyle bir kültür eğitimidir. Hayat başarısının kaynağı, burada aldığınız eğitimdedir. Sizler şimdi lisenizi seçme aşamasına geldiğiniz için önümüzdeki günlerde yapacaklarınızı özetlemek istiyorum.

Değerli veliler, TEOG sonuçları açıklandı. 24 Haziran’a kadar çok fazla yapacak bir şeyiniz yok ama 24 Haziran-5 Temmuz tarihleri arasında özel bir okula kesin kaydınızı yaptırabilirsiniz. Devlet okuluna kayıt yaptırmak gibi bir düşünceniz varsa 6-16 Temmuz tarihleri arasında tercih listenizi doldurabilirsiniz. Ancak herhangi bir özel okula kayıt yaptırdıysanız devlet okullarının tercih listesi sizlere açılmayacaktır. Devlet okullarını tercih edip istediğiniz okula yerleşemediğiniz takdirde, tekrar özel okula dönme şansınız var ama bu maalesef kayıt yapma şansınız olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü o sırada özel okulların bir kısmının da kontenjanı dolmuş olabilir.

Yani bu durumda liselerimize diploma puanı neticesi veya TEOG ile kayıt yaptırmak için 5 Temmuz’a kadar şansınızı kullanmanızı tavsiye ederim. Türkiye’nin en seçkin okulları arasında yer alan, çizgisini, eğitim kalitesini yıllardır bozmayan ve uluslararası programları ile göz dolduran okullarımıza kötü maceralar yaşamadan önce başvurmanız ve belli puanlar için uygulanacak başarı burslarından yararlanabilmeniz için okul idarelerimizi rahatsız edebilirsiniz.

Son olarak Darwin’in yorumunu hayatın başlangıcındaki öğrencilerimizle paylaşmak istiyorum: “Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar, uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!”

Sağlıklı ve mutlu yıllar sizlerle olsun.

Erdoğan BOZDEMİRFMV Eğitim KurumlarıGenel Müdürü

Dünyanın hiçbir modern ülkesinde, insanlar çocuklarının istikbali için bu kadar yorulmuyor hatta ezilmiyor.

Page 14: FYZY Dergisi 31. Sayı

14

KÜLTÜR

KONFERANSLARISOSYOLOJİ

B ir gece, bir eğlence...Ortada bir gelin...Üstünde bindallısı, başında kırmızı

örtüsü...Elleri kınalı, gözleri yaşlı...

Eğlence diyoruz ama gelinin gözleri yaşlı... Mutluluktan mı ağlıyor acaba? Aman sakın, evleniyor diye mutlu olduğu falan anlaşılma-sın, ayıptır! Mutlu olmak niye ayıpsa?.. Gelin dediğin mutluluğunu gizleyecek, baba evin-den ayrılıyor diye hüngür hüngür ağlayacak, yoksa maazallah “Kocada gönlü varmış.” veya “Bu kız da ne koca meraklısıymış, oyna-ya oynaya gitti.” diye yorumlanabilir.

İşte bir kına gecesi manzarası... Peki, nedir kına gecesi? Neden gelinlere kına yakılır?

Yörelere göre farklılık gösterse de aslın-da düğünden bir gece önce, yani kızın baba evin-deki son gece-sinde, ellerine kına yakmak için düzenle-nen gelenek-sel bir eğlen-ce, sosyal bir törendir kına. İslami bir gele-nektir. Son yıllar-da büyük şehirlerde de mekânlar tutularak kına geceleri düzenleni-yor. Bir nevi bekârlığa veda...

Kına günü kız evine bayrak asılır. Bu, düğün başladı demektir.Gecede yakılacak olan toz kınayı erkek tarafı alır ve erkeğin evinde toplanan kadınlar da kız evine götürür. Yeşil renkteki kuru kınaya belirli miktarda su karıştırılarak elde edilen yaş kına, durdukça yani kurudukça kırmı-zılaşır ve kına rengini alır. Ne kadar çok bekletirseniz rengi o kadar koyu, çıkması da zor olur.

Gelin bindallısını giyer, sonra da başına kına örtüsü örtülür. Kına, etrafında mum-larla, sini diyebileceğimiz büyükçe bir tepsi içinde getirilir. Başından ayrılık geçmemiş evli bir kadın tarafından yakılması şarttır.

Çok mantıklı; ayrılık görmesin. Gelinin avucunun içine bereket olsun

diye altın, üstüne de kına konur ve avuç kapa-

tılarak kına eldive-ni giydirilir veya

el ipek mendil-le kapatılarak kınanın kuru-ması beklenir. Törende kına, önce evlen-meye aday genç kızlara yakılır. Daha sonra isteyen

tüm davetlile-re...

Kına ağıtları veya türküleri de daha

tepsi getirilirken duyul-maya başlanır:

Şenay KURTFMV Kalite Müdürü

YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE...

Gelinlerin bekâr arkadaşlarına duyu-

rulur: Eğer tören sırasında kimseye

çaktırmadan ge-linin kına örtüsünü başından çalmayı başarırsanız kısa

sürede evlenecek-siniz demektir.

Başaramazsanız sonucundan mesul

değiliz.

Page 15: FYZY Dergisi 31. Sayı

15

Kınayı getir aneParmağın batır aneBu gece misafiremKoynunda yatır aneYanında yatır ane

Geline yakılan kına farklı anlamlar taşıyabilir. Bir rivayete göre, kına yakılmayan gelin cennete gide-mezmiş. Bekâreti de simgeleyen kına ile ilgili bir başka inanış ise eşlerin birbirine yakınlaşması ve aşklarının bir ömür boyu sürmesi amacıyla yapıl-dığıdır. Evlenecek çifti nazardan ve kötülüklerden korur, evliliklerinin de kutsanması anlamına gelir-miş. Başka bir inanca göre; gelin, gittiği evde acı ve eziyet çekecektir. Rahat günler bitmiş, zor günler başlamıştır. Öyle ki baba evinden ayrılış, ölümle bile eş değer tutulurmuş. Öte yandan, kınanın adanmışlığın da simgesi olduğuna inanılıyor. Gelin olan kıza, askere giden erkeğe ve kurbanlık koçla-ra/koyunlara yakılıyor. Koç/koyun Allah’a, asker vatana, gelin de eşine kurban olsun diye...

Belki de gelinin ağlatılmasının veya ağlaması-nın nedenleri de bunlardır: “Kurban” edilmek istememesi! Çekeceği eziyete hazır kılınması... Baba evine bir daha aynı şartlarda dönemeye-ceğini bilmesi... Ya da iyi ve güzel tarafından düşünelim: Bu, gelinin ağladığı son gün olsun, gittiği evde çok mutlu olsun, hiç ağlamasın!

Hani gelinin ağlaması âdettendir diye ille de çaba harcıyoruz ya gözlerinden yaşlar akana kadar... Törenin en eğlenceli anı da hiç kuş-kusuz bu olsa gerek; gelinin ve gelinle birlik-te etrafındaki kadınların ağlaması. Ne çelişki ama... Hem ağlarım hem giderim gibi... Madem ağlayacaksın niye gidiyorsun? Madem gitmeye karar verdin, niye ağlıyorsun?

Duygu yoğunluğunun tavan yaptığı kına gecesin-de bir de “ağlamam ben”, “ağlamayacağım işte” diye duygularına direnenler de var. Ama biz çok şükür onu da halletmişiz... Ağlatmanın en güzel yolunu sözleri hüzünlü mü hüzünlü, yanık yanık söylenen türküyle bulmuşuz. Hatta toplum ola-rak o denli şartlanmışız ki ezgiyi duyduğumuz an ağlayasımız gelir.

Hazır yaz gelmiş, düğün mevsimi de açılmış-ken hadi kınaya, eller havaya... Tüm evlenenlere mutluluk dileklerimizle... Ama ağlamadan olmaz!

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlarAşrı aşrı memlekete kız vermesinlerAnnesinin bir tanesini hor görmesinlerUçan da kuşlara malum olsun, ben annemi özledimHem annemi hem babamı, ben köyümü özledimBabamın bir atı olsa binse de gelseAnnemin yelkeni olsa uçsa da gelseKardeşlerim yolları bilse de gelseUçan da kuşlara malum olsun, ben annemi özledimHem annemi hem babamı, ben köyümü özledim

Page 16: FYZY Dergisi 31. Sayı

16

İNSANİNSAN

Sevgili Bill,

Sayende bilgisayar ve teknoloji konusunda dünya inanılmaz bir noktaya geldi. Başlarda fareye alışamamıştık ama şimdilerde çok raha-tız, şu sağ klik olmasa ne yaparız bilemiyorum. Hayatımız çok kolaylaştı.

Öğrencisi, öğretmeni, akademisyeni, iş adamı, tasarımcısı, tekstilcisi, ev hanımı... Tüm toplum bu işi çok sevdik: “Kes, kopyala, yapıştır.”

Sizin oralarda kulaktan kulağa fısıldama oyunu var mıdır bilmem ama biz millet ola-rak pek severiz. İlk fısıldayanla son kişinin duyduğuna şaşırıp hâlimize güler, eğleniriz. Bu kopyala yapıştır işi de ona benziyor. İlk yazanla son kopyalayanın arasında neler neler değişiyor bilemezsin. Ama hiç gülmüyoruz Bill, seviyoruz bu kısa yolları. Sağ olasın Bill, bizi onlarca kitap okumaktan ve yazmaktan kurtardın.

İnternet de icat edildikten sonra ailecek nasıl rahatladık bilemezsin. Ben işimle ilgili her bil-giyi artık rahatça buluyor, sunumlarımı bir gece öncesinden rahatça hazırlıyorum. Gerçi İnternet’ten aldığım bilgileri paylaşan kişileri tanımıyorum ama herkes nasıl özverili ve pay-laşımcı, inanamazsın.

Hanım artık yemek tariflerini İnternet’ten kop-yalayıp alıyor ve sonra bizim için hazırlıyor.

Anlayacağın onun da keyfi yerinde. Hep sana minnettarlığını ifade ediyor. Ölçülerde bazen karışıklıklar olsa da yemeklerden şikâyetimiz yok çok şükür. Yok yok karışıklık dediğim abartılacak bir şey değil, geçen gün sütlaca tuz koymuş ama tarifi alırken yanlış kopyaladığını söyledi bizimki. Olur böyle şeyler Bill, hanım çok rahatladı artık, ne yemek yapacağını düşün-müyor ya, inan biz de rahatladık.

Bu arada sen çocukları büyütmüşsün maşallah. Bizim oğlan da altıncı sınıfa gidiyor ve eve bol bol araştırma ödevleri getiriyor. Vallahi yeni-den okula başladık desem yalan olmaz. Biliyor musun ödevlerin adı değişti, performans oldu.

Hatırlıyor musun Bill, bizim zamanımızda ne uğraşırdık ödevlerle. Kütüphanelere gider, onlarca kitap okur, araştırır ve birkaç sayfa özet yazardık. Ne zor günlerdi değil mi? Gerçi sen severdin okumayı, e sonuçta o zamanın olanakları ile dev gibi bir bilgisayar teknoloji imparatorluğu kurdun ve dünyanın en zengin adamlarından biri oldun. Demek ki şu an öğren-ci olsan kim bilir neler yapardın?

Evet, Bill ödevlerin adı değişti, performans oldu ama sanki bizim oğlanın değil de benim perfor-mansım ölçülüyormuş gibi geliyor bana. Neden oldu anlamadım ama bizim kerata biraz rahata alışık da ona yardım ediyorum.

Bilgiye ulaşıp ödevi bitirmemiz on beş dakika

Ömer ORHANFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Müdürü

Bill Gates’e Mektup

Page 17: FYZY Dergisi 31. Sayı

17

sürüyor, hani fotoğraf falan isteniyorsa bileme-din yarım saat.

Allah razı olsun Bill, inan hep sana dua ediyo-ruz. Tüm hayatımız çok kolaylaştı ve artık bize daha çok zaman kalıyor. Ne iyi oldu bilemezsin Bill, ben daha çok maç seyrediyorum, hanım Facebookta tüm gün boyunca arkadaşlarıyla paylaşımda. Tam bir felsefeci oldu bizimki, nereden buluyor o sözleri bilmem ama çok geliş-ti çok. Bazen yemek fotoğrafları da paylaşıyor, şu an için o yemekleri yapmasa da inanıyorum ki kısa bir zaman sonra onların da tadına baka-cağız. Görüntüleri muhteşem!

Ödevler hemencecik bitince oğlanın da keyfi yerinde tabii. Akşam olunca odasına çekili-yor, ne sesi çıkıyor ne de soluğu duyuluyor. Şu bilgisayar çok iyi geldi ona. Geçen gün merak ettim ne yapıyor diye, bilgisayarda strateji oyunu oynuyormuş; savaş stratejileri. Sanırım bizimki bürokrat olup dış işlerinde görev alacak. Gerçi bir ara savaş oyunu oldu-ğunu duyunca şiddet öğrenmesinden korktum ama “Yok baba gerçekten öldürmüyoruz.” dedi de rahatladım.

Sevgili Bill, hayatımızı kolaylaştırdığın için sana minnettarız. İnan başarılarınla da gurur duyu-yoruz.

Bu arada, senin sözlerinden olan “Ben zor işler için hep en tembelleri seçerim çünkü onlar zor işleri hep en basit yol ile çözer.” sözünü ailecek çok benimsedik. Sanırım yeterince tembelleştik, artık bizi keşfedecek başka birilerini bekliyoruz Bill.

Sevgilerimle

Dostun…

Page 18: FYZY Dergisi 31. Sayı

18

KENT KÜLTÜR

İÇİMİZDEN BİRİ

1 951 Işık Lisesi mezunu. Mesut bir aile, iki evlat, dört torun... Kızı Müge ve oğlu Refik, Işık İlkokulunu bitir-

mişler. Torunu Berent Aldıkaçtı ise Ayazağa Işık Anaokulunda başladığı Işık yolculuğunu Ayazağa Işık Lisesinde tamamlamış. Küçük bir sanat koleksiyonu, eşiyle seyahat tutkusu... Kışın sıcak memleketlere seyahat ediyor, bahar aylarını İstanbul’da geçiriyor, yazları teknesiyle Türkiye kıyılarını dolaşı-yor, kendi deyimiyle sahil muhafaza teşkilatı gibi...

Önce çocukluk yıllarından bahsederek baş-larsak röportaja, neler hatırlıyorsunuz?

Ben, Haziran 1934’te doğdum. Salacak’ta büyük dedem Kazasker Mustafa Tevfik Efendi’den ailesine kalan yalının çok geniş

bahçesinde ailem ve komşu çocukları ile çok mesut bir çocukluk geçirdim.

Harp seneleri tüm ülkemizde olduğu gibi bizde de tesirini göstermiş ve tek torun şıma-rıklığı nedeni ile salonlarda topla kırdığım camların yerini kartonlar vb. malzemeler almıştı.

Bizim arkadaş tayfasında kız olmasına rağ-men üstümüzde sıkı otoritesi bulunan büyü-ğümüz Hilkat’ın emrinde idik. Burada ileri-de bahsedeceğim “Işıklılık” hususunda beni yönlendiren bir kararı hatırlıyorum. Hilkat bir gün bizi topladı: “Çocuklar bundan böyle hepimiz Fenerbahçeliyiz, tamam mı?” dedi. O zamanlar 8-9 yaşlarında olan bizler hep bir ağızdan “Tamam!” dedik. İştirak ettiğim bu karar, ileriki yıllarda oturacağı-mız Cihangir’deki evimize çok yakın olan Galatasaray Lisesinin yolunu da bana kapat-mış oldu.

İlkokul yılları ve o yıllarla ilgili paylaşmak istediğiniz anılar olabilir.

Salacak’ta ilkokulu beşinci sınıfa kadar Ayazma İlkokulunda okudum. Çok mem-nundum, yine diğer dedemin apartmanında anneme tahsis olunan yere taşındığımız için beşinci sınıfa Cihangir, Parmakkapı’daki 29. İlkokulda devam ettim. Sınıflarda alışkın olduğumuz sıralar yoktu. Sınıf 4-5 kişilik gruplara ayrılmıştı ve birer masa etrafın-da oturuluyordu. Ana ders konuları genel hatları ile öğretmenimiz tarafından veri-liyor ve her grup ayrı ayrı kendi görüşle-rini işliyordu. Ve sınıfta o konu ile ilgili görüşme oluyordu. Yıl 1945. İlk dönem bu tip çalışmaya ayak uydurabilmek için çok zorlandım ama sonu iyi bitti. O dönemde-ki Millî Eğitim Bakanı’nın Şeref Stadı’nda

Türk inşaat sektöründe prefabrikasyon devrini başlatan bir Işıklı, Altan Gökçek

Sevil KARACIKFMV ve Işık Okulları

Kültür Sanat Yöneticisi

Page 19: FYZY Dergisi 31. Sayı

19

yapılan bir merasimde okulumuzu tebrik ettiğini hatırlıyorum. Şimdi çok başarılı bir mimar olan Yıldırım Sağlıkova ve bu neslin hatırlayamayacağı Aktris Necla İz de sınıf arkadaşlarımdan bazıları idi. Enteresan bir tesadüf, aynı okulda ancak bilahare Feyziye Mektepleri Vakfında uzun yıllar başkanlık yapan rahmetli Hasan Fikret Evsen ile evle-nen Mukadder Hanım da başka bir sınıfta öğretmenlik yapıyordu.

Peki, “Işık”la tanışmanız nasıl oldu?

Evimiz Galatasaray Lisesine çok yakındı. Ama benim daha önce bahsettiğim gibi Hilkat’a verilmiş sözüm vardı ve ben Fenerbahçeliydim.

Öte yandan anneannem İzmir’e gelin gitmiş ve orada çok yakın dostluk kurduğu Seniye Hanım’la tanışmış. Seniye Hanım kim?

Seniye Hanım, okulumuzun efsane müdü-rü Sacit Öncel’in annesi. Tabii çok yakın görüşüyorlar ve benim de yolum IŞIK’a dönüyor. Çok da iyi oluyor, okul arka-daşlarımla hemen kaynaşıyoruz, hâlen pek çoğunu sadece ismen değil okul numaraları ile hatırlarım.

Okul yıllarından bugün size kalan anılar nelerdir? Okulda arkadaşlıklarınız nasıldı, okul arkadaşlarınızla görüşüyor musunuz?

Okuldaki hatıraları anlatmaya kalksam belki çok sıkıcı olmaz ama dergide yer kalmaz.

6. sınıftaydık, biz erkekler her sabah aynaya bakıyoruz, acaba sakal veya bıyık yönünden bir gelişme var mı diye ve geçen günlerde durum pek parlak değil. Bir sabah okula gittiğimizde müthiş bir hadise, bir arkadaşı-mızın yüzünde kıl var ama bıyık değil hatta yanakta da değil, burnunda! Bunu arkadaşı-mıza takılan lakapla kutladık. Burundansakal Coşkun (6 Coşkun Özarslan).

Yaş ilerliyor, Beyoğlu bize yakın. Yakın arkadaşım 178 Gökçen Yazıcı ile cumartesi akşamları Ses Opereti’ne gidiyoruz. İtiraf edelim, ikimiz de Ayla Karaca’yı çok beğe-nirdik.

Gençler bilmeyecektir, “Ah Berelim Vah Berelim Senle Şöyle Bir Gezelim” bir gece önce öğrendiğimiz nakarata biz derste de kendimizi kaptırmışız, bir de ne görelim tepemizde Hamparsun Bey: “İki iyi çocuk, bir arada kötü çocuk!” Tahmin edersiniz dediği laf yerindeydi.

Bir anı daha: Şükrü Ağabey iyi geçinilmesi gereken sert mizaçlı ama içten, iyi bir insan-dı. Bir gazetecinin oğlu olan ve benden iki sınıf büyük Erol Simavi olayı çözmüştü, yürüttüğü politikada yalnız olamayacağını anladığından beni de yanına aldı. Şükrü Ağabey’in numaralandırdığı hindilerinden 79 ve 83 no.lu hindileri ben, 101 ve 49 no.lu hindileri de Erol beslerdi.

Başka bir anım da 11 Fen-11 Edebiyat sınıf-ları futbol maçı... Bizim ekipte topa vuracak adam yoktu. Biz de avans istedik ve onlar da bize 12 avans verdiler. Maça başladık. 11 Edebiyat, 12-0 öndeydi. Son anda kazara bir kafa golü attım ve maç 12-1 bitince maçı biz kazanmış olduk. Maç sonrası her birimize kantinden 12,5 kuruş ödeyerek aşure aldılar, biz de 7,5 kuruş ilave ederek üzerine fındık koydurup galibiyetin keyfini çıkardık.

Son sınıfta Fen sınıfında 12, Edebiyat sını-fında 40 civarında öğrenci vardı. Fenden mezun olan çoğu öğrenci ben de dâhil mühendislik tahsili yaptık. İçimizdeki tek kız arkadaşımız Leyla Tarzi bildiğim kadarı ile yurt dışına gitti.

Çok değerli ve sevgili arkadaş-larım Olcay Öncel, Zeki Kasman, Hilmi Rit, Özer Tokay ve Teoman Akoğlu’na rahmet, Dinçer Erimez’e ise sağlıklı ömür dili-yorum.

T e k n i k Üniversite yıl-ları ve o yıl-lardan silin-meyen anı-larla devam edelim mi?

En büyük ş a n s ı m çok değer-li hocalarla tanışmamdı. Ancak üni-versite yılları önceki dönem-ler kadar neşeli değil, zordu. Her ne kadar yurt dışı stajı keyifli idiyse de Anadolu ve şehir dışı stajları hiç de kolay değildi.

Page 20: FYZY Dergisi 31. Sayı

20

KENT KÜLTÜR

İÇİMİZDEN BİRİ

Teknik Üniversitede beş yıllık mühendislik eğitimi boyunca 45 civarında ders vardı, bunlardan hiçbirinde vizesiz kalmadım ancak üçünü eylül döneminde tamamla-dım. Bunlardan biri akarsu, diğeri ise yoldu. Peki üçüncü?.. Bu son sınıfta okutulan inkılap tarihi idi ve ben haziranda mezun olmayı garanti gördüğümden Kanada’da iş imkânı bulmuştum. İnkılap tarihinden eylüle kalmam bütün düzen ve projele-rimi değiştirdi. İsmini hatırlayamadığım profesörün yanına gittim ve kâğıdımın bir kere daha tetkik edilmesini rica ettim ama olmadı. Bugün dahi ne gibi büyük bir hata yaptığımı merak ederim.

Eylül dönemine kalmamın faydası erken askerlik oldu. Yedek subaylığımı önce İstanbul Kâğıthane’de İstihkâm Okulunda sonra da bir yıl Ankara Genel Kurmay Başkanlığı Tercüme Bürosunda yaptım.

Ve üniversite yılları tamamlandığında iş hayatına geçişiniz...

Eşimin ailesi devrin çok büyük sanayicile-rindendi. İnşaat mühendisi olmuş, kendini yeni inşaat teknolojileri için hazırlamış bir gencin tekstil sanayiine uyum sağlaması zordu. Büyüklerim tarafından çok büyük anlayışla karşılandım. İnşaat sektörüne gire-rek yollara düştüm.

Devir çok uygundu. İlk işimiz, Eskişehir Muttalip Caddesi’ndeki kız ortaokulu ek bina inşaatı ile Alibeyköy ve Zeytinburnu Okulları inşaatıydı. Bunları değerli Işıklı arkadaşım Gökçen Yazıcı ile birlikte yapmış-tık. Sonra tek başıma kaldım. Tamirat, tadilat derken genç müteahhit olarak bir büyü-ğümün desteğiyle NATO’ya ait İzmit Hoyt Jones taburu inşaatını ve bilahare NATO’nun Erdek Kuru Dok inşaatını üstlendim ancak yanımda şantiye şefi ve kâr ortağı olarak da değerli dostum Nahit Küçük vardı.

Erdek’e gidiş gelişimiz uçakla Bandırma Havaalanı üzerindendi. Havaalanı askerî olduğu için giriş ve çıkış özel izne tabi oto-büslerle yapılırdı. Bu seyahatlerde o dönem konserve tesisi kurmakta olan Vehbi Koç da bulunurdu. Hatta kendisinde bozuk çık-madığı için otobüsün 1 TL’lik ücretini ben verirdim.

İnşaatlar devam ederken Sınai Kalkınma Bankasından kayınpederim ve kardeşlerine, değerli büyüğümüz Bülent Demiren tara-fından kurulmakta olan YTONG tesislerine ortaklık teklifi geldi. Benim için yeni inşaat teknolojisi olarak iş konusu çok cazipti

ve ben de küçük bir hisse ile kendimi YTONG yönetiminde buldum ve burada uzun seneler yönetim kurulu üyeliği yaptım. Bu durum kendi işim olan Gök İnşaattaki işimi hiç aksatmadı.

Yurdumuzda bu sıralarda büyük bir sana-yileşme hareketi ve dolayısı ile bina ihtiyacı doğmuştu. Benim gibi düşünen inşaatçı ve sanayi eğilimli müteşebbisler yurdumuza uygun olan betonarme ön gerilimli üre-tim işine girdiler, yani prefabrikasyon işine. Şunu iftiharla söyleyebilirim ki zamanla kur-duğum iki üretim tesisinde yılda 500-600 bin metrekare bina yaptım. Yurt dışından üretim teknolojileri lisansı satın aldım.

1999 Ağustos depreminde yaptığınız binalarda hasar oluştu mu?

1999 Ağustos depremi ile başlayan dönem-de yine iftiharla söyleyebilirim ki yaptığım hiçbir bina hasar görmedi. Ancak takiben 2001-2002 mali krizi bize ağır bedeller ödetti.

Biraz da sosyal yaşantınızdan bahsedelim.

İşimin dışında cemiyet hayatı ile de ilgi-lendim. 1973 yılından beri İstanbul Rotary Kulübü üyesiyim. 1989-1990 yıllarında da başkanlık yaptım. Zevkle de devam etmek-teyim. 24 yıldır da Feyziye Mektepleri Vakfı Yönetim Kurulu üyesiyim. Aynı zamanda Işık Üniversitesi Mütevelli Heyetinde görev alarak gerek kuruluşunda gerek yönetimin-de hizmet verdim. İTÜ Geliştirme Vakfı

Page 21: FYZY Dergisi 31. Sayı

21

Mütevelli Heyeti üyesiyim. Mezun olduğum İTÜ’ye bir kız yurdu kazandırarak eğitime katkıya devam etmek idealimdi ve gerçekleş-tirdim.

Bir Işıklı olarak, bugün Işıklı gençlere ne söylemek istersiniz?

1959 yılında bilgisayar denilen, esasın-da İngilizce Punchcard makine ile tanıştım, boyu hilafsız 7-8 metre, genişliği de bir met-reden fazla.

Bir de günümüze bakalım:

Bu vesile ile bana göre ideal eğitim, gençlerin gelişmesi için araştırmalarına imkân verme, kendilerini her döneme uygun teçhiz etmele-rini sağlamaktır.

İnkılap tarihi dersinden eylül dönemine kal-dığım için yurt dışı planım kursağımda kal-mıştı. Askerlikten sonra 1959’da İngiltere’ye iş idaresi tahsili yapmaya eşimle birlikte genç evliler olarak gittik ve tabiatı ile baş başa denilebilecek bir yıl geçirdik. Gençlere tavsiyem; birbirilerini daha iyi anlayıp tanı-yabilmeleri için, bu şekilde, gerek iş gerekse tahsil için olsun, bir müddet yalnız kalabil-meleridir.

İşte muvaffak olmak için işi sevmek ve her türlü fedakârlıkta bulunmak icap eder ama istikbal belli olduğu zaman hissî hareket etmeyip gerekli tedbirleri alarak işten ayrıl-mayı da göze almak gerekir. Bu söylediğim son cümleyi doğrusu ben layıkıyla tatbik edemedim.

Page 22: FYZY Dergisi 31. Sayı

22

SANAT

GEZİ

N EREYE GİDELİM?Hiç gitmediğiniz yerlere gitmek, daha önce tatmadığınız tatlarla, yep-

yeni insanlarla tanışmak... Müthiş heyecan verici, insanı âdeta sıfırlayan, tüm yorgun-lukları unutturan bir deneyim. Yorucu bir kışın ardından tatilimizi planlarken turizm şirketlerinden esinlenerek suyun öte yanı-na, Yunanistan’a gitmeye karar verdik ama en yararlı önerileri bloglarda deneyimlerini paylaşan geziseverlerden aldım. Dolayısıyla benim de gezi notlarımı paylaşmam âdeta bir gönül borcu oldu. Umarım ben de başka gezginlere yeni bir rota için ilham veririm.Gidilecek yer, Halkidiki Yarımadası’nın ikinci parmağı olarak adlandırılan ve ağaç-lık, bakir bir bölge olarak anılan Sithonia. Gece hayatını ve havalı mekânları sevenlere, birinci parmak olan Kassandra öneriliyor. Üçüncü parmak ise kutsal bir mekân. Athos Dağı’nın olduğu bu Yarımada’da 20 kadar manastır var ve buraya kadınların girmesi yasak. Erkekler de ancak özel izinle ve turis-tik amaç dışındaki sebeplerle kabul ediliyor.

HANGİ İŞLEMLER YAPILACAK?İlk iş, booking.com’dan kalınacak yer bakı-yoruz. Villa Rena, hem fotoğrafları hem de fiyatıyla uygun görünüyor. Zaten temiz bir oda yeter bize. Nasılsa tüm günü deniz kenarında geçireceğiz. Sonra otomobille yurt dışına çıkabilmek için Turing’den yeşil sigor-ta ve uluslararası ehliyet işlemleri yapılıyor. Çünkü Yunanistan vize evrakına yeşil sigor-ta da ekleniyor. Ayrıca her ne kadar T.C. ehliyetleri İngilizce açıklamalar içerse de uluslararası ehliyetin yerini tutmuyor. Resmî işlemler hızla halloluyor. Bu arada biz Villa Rena’nın sahibi Rena ile kaparo için mail-

leşiyoruz ve mailler “Kalimera” ile başlıyor. Yunanistan rüzgârları esmeye başladı bile...

GİDİYORUZ!..Ve bulutlu bir haziran sabahı İstanbul’u tüm keşmekeşi ile baş başa bırakıp düşü-yoruz yollara... İki saat kırk dakika sonra İpsala’dayız. Gümrükte hiç oyalanmadan geçiyoruz Yunanistan topraklarına. Kara yolundan sınır geçmek ayrı bir deneyim. Sanki çocuklar bir oyun oynamışlar da “Burası bizim, orası sizin.” demişler. Derken Yunan bayrakları görünüyor. Karşıda mor dağlar, radyoda Yunan havaları, tabelalarda Yunanca, bulmaca gibi... Kavala’yı geçene dek otobandan gidiliyor. Yol boş ve düzgün ama benzin istasyonu görmek pek mümkün değil. Ara sıra tabelası var ama kaç km içe-ride, Allah bilir... Mola verecek yer de yok. Nadiren yol kenarında bir park alanı, bir meyveci ve bir kantina (mobil büfe- bundan sonra sıkça göreceğiz)...

HALKİDİKİ’DEKİ EVİMİZNavigatörümüz sayesinde Villa Rena’yı eli-mizle koymuş gibi buluyoruz. Teknolojiye hayranlık duymamak imkânsız... Kalacağımız yer, İnternet sitesinde göründüğünden de süper. Geniş bir zeytinliğin içinde, güzel bir villa… Odalarda acil ihtiyaçları karşılayacak mini bir mutfak bile var. Sırtını çam orman-larına dayamış; her yeri ince ve şık ayrıntı-larla süslü bir mekân... Burası Vourvourou, Ormos Panagios’ta. Bahçe öyle güzel ki insa-nın bırakıp denize gidesi gelmiyor.Rena, 18 yaşında ailesiyle Yunanistan’a tatile gelmiş ve şu anki eşi Yunanlı Theo ile tanış-mış bir Alman. 40 yıldır Yunanistan’da yaşı-yor ve 25 yıldır eşi ile hiç kimseden yardım

Hande KOÇ FMV Özel Ayazağa Işık Ortaokulu

İngilizce Öğretmeni

HALKİDİKİ

Page 23: FYZY Dergisi 31. Sayı

23

almadan burayı işletiyorlar. İkisi de gerçek-ten konuksever, 80’li yıllardan beri tuttuk-ları konuk defteri görülmeye değer. Rena iyi İngilizce biliyor ve bölge ile ilgili iyi bir rehber.

VE DENİZ...

Halkidiki için Ege’deki Maldivler benzetme-sini okumuştum gelmeden. Sabırsızlanıyoruz denizle buluşmak için. Kaldığımız yere en yakın plaj Talgo Beach. Çeşme’nin plajlarını aratmayacak kadar şık... Aynı koyda denize girmek ama plaj için 5 avro ödemek isteme-yenler için de alanlar mevcut. Otopark parası da yok. Zaten 7 gün boyunca hiç böyle bir dayatmayla karşılaşmadık. Yalnız kendi şem-siyeniz ve şezlongunuzun olması konforlu olacaktır. (Biz ilk gün en yakın marketten ediniverdik.) Ve deniz gerçekten muhteşem… Üstelik bu plajın adı okuduklarımın arasında geçmiyordu bile...

BAŞKA NERELERDE YÜZDÜK?

Karidi Plajı: Çam ağaçlarının kumsala kadar indiği, ışıltılı beyaz kumsalı olan ve iki ucu her yerde gördüğümüz ilginç şekilli, pürüzsüz kayalıklarla çevrilmiş bakir bir plaj... İki adet kantinadan başka, bir de Manuel’in (Romanlar tüm dünyada aynı tarza sahip galiba.) mikro-fonuyla bağırarak sebze, meyve sattığı kamyo-neti vardı. Bu arada neredeyse herkes Türkçe anlıyor. İngilizce ya da Yunanca bilmemek hiç sorun değil. İlk iş nereli olduğunuzu soruyorlar ve Türkiye’den olduğunuzu duyunca yüzlerine sıcak bir gülümseme yayılıyor. Politikacıların masa başında kurduğu düşmanlığın yıkılması için dünya halkları daha sık bir araya gelmeli...

Diaporos Adası: Vourvourou, kaldığımız yere en yakın yerleşim. Yazlıkçıların hâkim olduğu, kışın neredeyse hiç kimselerin yaşamadığı bir yer. Tüm evler geniş, yemyeşil bahçeler içinde ve en fazla iki katlı. Yazlık bir mekâna uyma-yan hiçbir görüntü yok. Diaporos Adası, bir taş atımı uzaklıkta ve çevresi yine turkuaz koylarla dolu. 11.00’de başlayan tekne turları 18.00’de sona eriyor ama bu turlar için 1-2 gün önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Teknemiz Yunan bayrağını andıran mavi beyaz küçük bir tekne. İçinde İtalyan, Sırp, Romen birkaç aile daha var. Kaptanımız Theo sanki bizden daha turist. Sık sık elinde kamerası, manzara fotoğ-rafları çekiyor. İlk fırsatta da üzerinde plastik dantelli bir örtü olan sehpa üzerine karpuz, peynir, ekmek koyuyor ve teknedeki herkese anasonsuz ev yapımı rakı (tsipouro) ikram edi-yor. Komşu ve biz o kadar benziyoruz ki...

Orange Plajı (Portakali Beach): Turkuazın da turkuazı... Yarımada’nın uç noktasındaki Sarti’ye yakın... Yine bakir... Sabah gitmekte

Page 24: FYZY Dergisi 31. Sayı

24

BİLİMGEZİ

yarar var çünkü geniş bir kumsal değil. Yine ilginç kayalıklarla çevrili... Kıyıda yatıvermiş denizkızı da bu plajın sembolü olmuş.

Spaties Plajı: Yarımada’nın diğer tarafına dönen yol üzerinde avuç içi kadar küçük bir plaj... Minicik kumsa-lında devasa bir çam ağacı… Şemsiyeye ihtiyaç yok ama denizkestaneleri-ne dikkat edin. Parmağımda bir iğneyi hâlâ anı olarak saklıyo-rum.

Lagonisi Plajı: Villa Rena’nın çok yakının-daki plajlardan. Tüm plajlar gibi bu dünya güzeli plajı da kimse sahip-lenmemiş. Sahilde hiçbir yapı yok. Güneş, deniz ve biz baş başayız.

NEREDE NE YENİR?

Tabii ki öncelikle deniz ürünleri. Akrogioli Restoran: Ormos Panagios’ta, kum-salın üzerinde tahta iskemleli güzel bir balık lokantası. Garsonlar aynı bizde olduğu gibi yoldan müşteri çeviriyor, sipariş alırken masa-nıza bile oturabiliyor ama yemekleri getirdik-ten sonra bir daha masaya bakan olmuyor. Bizdeki gibi durmadan bir garsonun gözünün üzerinizde olduğu, tabağınızın sık sık değişti-rildiği restoranları beklememek lazım. Bahşiş için de aynı derecede tok gözlüler.

Paris Restoran: Vouourou’da deniz kıyı-sında güzel bir balık lokantası. (Tüm bu restoranlarda ızgara çeşitleri bulmak da

mümkün.) Adı, sahibinin lakabın-dan geliyor. Yaşlı ama ener-

jik bir bey Paris. Tam bir Rum meyhaneci... Tüm

masalarla bizzat ilgi-leniyor. Türk oldu-

ğumuzu öğrenince gece boyu diğer masalardaki Türk konukları bizim-le tanıştırmaya çalıştı. Cuma ve cumartesi gece-leri canlı Grek

müziği var.

Meşhur Grek salata-sı her yerde... Peynir,

kahvaltıdan çok salata için kullanılıyor. “Feta Salad”

denilen salata ise bir parça beyaz peynirin üzerinde zeytinyağı ve kekik-

ten ibaret...

Kaya koruğu bizdekinden farklı olarak ılık servis ediliyor. Deniz börülcesi de bulunu-yor ama bizde olmayan değişik Ege otla-rı tatmayı bekliyorsanız beklentiniz boşa çıkabilir.

Karidesler ister güveç ister ızgara olsun büyük ve ayıklanmamış olarak servis edili-yor. Çekinmeden kolları sıvayın.

Ahtapotlar burada güneşte kurutulup sonra da kömürde pişiriliyor. Üzerine de mis gibi zeytinyağı...

Page 25: FYZY Dergisi 31. Sayı

25

Kabak kızartması her yerde var. Çıtır çıtır ve çok başarılı...Bol tarçınlı irmik helvası ve revani bildik tat-lardan. Kumsalda satılan “lokuma” üzeri bol şekerli, mayalı bir hamur. Yememek büyük kayıp olmaz bence. Neredeyse bizdeki tüm hamur işi çeşitlerini bulmak mümkün ama Yunanistan’da olduğumuz sürece bir Türk’e lezzetli gelecek bir ekmeğe rastlamadık.

Eğer Rena’nın evinde kalıyorsanız bahçede bar-bekü yapıp mis gibi bir şarap içmek de müm-kün. Yanında da Rena’dan musakka ve yalancı dolma…

BAŞKA NE YAPILIR?

Bol bol yüzmek ve beyaz kumsallarda aylaklık yapmaktan sıkılanlar için birkaç öneri...• Nikiti, yakındaki bir diğer yazlık mekân. Çarşısındaki hediyelik eşya dükkânlarının bazı-ları sanat galerilerini andırıyor. Güzel kafe-leri, neredeyse her masada frape içen yerli halk ve turistlerle dolu. Dünyaca ünlü kahve dükkânlarının soğuk kahveleriyle tanışmış biz İstanbullular için frape tam bir hayal kırıklığı ama burada çok popüler...• Nikiti’de cuma günleri pazar kuruluyor. Pazarda ev yapımı şarap ve rakı satılıyor ve ısrarla tattırıyorlar. Pazarı çakırkeyif gezme riskine dikkat! Balıkçı tezgâhında kocaman ahtapotlar, bir başka tezgâhta envaiçeşit kurabi-yeler... Bunların dışında pazarda kendinizi evde hissedeceksiniz.• Halkidiki’den bölgeye özgü iri yeşil zeytinler-den alınabilir. Zira siyah zeytin anlayışı bizim alıştığımızdan çok farklı ve insana Gemlik zey-tinini hasretle hatırlatıyor.• Sithonia fauna ve florası açısından koruma altında. Bal da satılıyor pek çok yerde. Ama en ilginç olanı portakal çiçeği balı. Biz Nikiti’nin girişinde atölyesi olan Stella’dan aldık balı. Satış yaptığı dükkânının yanında bir de atölyesi var. Tüm ziyaretçilere (Belki de bizim Türk olduğumuzu öğrenince torpil yaptı.) kovandan balın nasıl alındığı ve santrifüj yöntemiyle nasıl süzüldüğünü gösteriyor. Hemen bir kâseye petekli bal doldurup, paket edip elinize tutuş-turuyor.• Zeytinyağı mümkünse Rena’dan alınmalı. Doğayla nasıl uyum içinde yaşadığını gördük-ten sonra onun zeytinlerinin yağının organik olduğuna ben bile kanaat getirdim.• Neos Marmaras… Mübadele sırasında Marmara Adası’ndan gelenlerin yerleştiği, son-rasında terk etmek zorunda kaldıkları ve adına inatla tutundukları yerin acıklı öyküsü. Bununla da kalmıyor; Halkidiki’de Nea Mudania, Nea Fokea da var. Ardındaki öyküleri düşününce insanın yüreğini burkan adlar bunlar… Neos Marmaras, Yarımada’nın birinci parmağa bakan

tarafında yer alıyor ve buranın Sithonia’nın en popüler yazlık mekânı olduğu söyleniyor. Biz bakir suları ve küçük lokantaları tercih ettik ama hareketli ortamları sevenlere duyurulur.• Mutlaka yapılması gerekenler listesinin son maddesi, bence en çok tavsiye edilmesi gereke-ni: Bir cuma akşamüstü Agios Nikolaus’a gidip kilise ziyaret edilebilir. Eski ama korunmuş kasabanın evlerinin, sokaklarının fotoğrafla-rı çekilebilir. Ama çok oyalanmayın. Çünkü 21.00’de meydanda canlı müzik ve sirtaki var. Meydana bakan herhangi bir restoranda ya da kafeteryada yerinizi alıp müziğin tadını çıkarın, dahası benim gibi yapıp sirtakiye katılın.

Halkidiki daha pek çok kez ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri. Biz 7 güne bunları sığdı-rabildik. Ama en önemlisi, suyun öbür kıyısın-da dostlar edindik, güzel anılarla döndük. Yeni yolculuklarda görüşmek üzere...

Page 26: FYZY Dergisi 31. Sayı

26

“K ent-Kültür” başlığı altında size Pergamon’dan bahsetmek istiyorum biraz. Bu muhteşem antik kent,

hâliyle satırlara sığacak gibi değil ama hazır yaz tatili, turistik sezon açılırken Pergamon’dan konuşmak iyi olacak.

Kendinden ilk kez MÖ 400 yılında söz ettirmeye başlar Pergamon. 118 yıl sonra da adıyla anılan devletin başşehri olur. MÖ 282-133 yılları arasında altın çağını yaşar.

Pergamon’u, günümüzdeki adıyla Bergama’yı, yıllar önce ilk kez ziyaret ettiğimde yeterince bilinçli değildim ama yine de çok etkilenmiştim. Ayrıca o zamanlar şehrin girişine bugünkü gibi bir teleferikle tırmanılmıyordu, yürümek zorundaydınız. O zor tırmanışın ardından tatlı bir yorgunluk yaşıyordunuz. Ancak Trojanus ve Athena Tapınakları ve kuş bakışı tiyatro manzarası, tarihten hiç nasibini almamış biri bile olsanız sizi bu şehre hayran bırakmaya yetiyor ve artıyordu…

Pergamon gezisi tepeden, Akropol’den başlamalı. Tüm haşmetiyle Athena ve Trojanus Tapınaklarına dokunduktan ve buradaki havayı içinize çektikten sonra, Tiyatro’ya ve günümüz Bergama’sına zengin bir evin balkonundan bakmalısınız. İlk bakışta Tiyatro aklınızı başınızdan alacaktır. Buradan kolay kolay ayrılamazsınız. “İki bin beş yüz yıl öncesinde zengin bir soylu olsaydınız nelere sahip olurdunuz?” sorusunun cevabını yaşamaktasınızdır çünkü… Sonra bir seyirci olarak basamaklara oturup bir Pergamonlu olmak, bir oyun seyretmek istersiniz.

Tiyatro sizi bekler… Kendinize bir yer beğenir, oturursunuz. Bir süre sahneye bakarsınız. Burası öyle bir mekândır ki sanki bir girdaba kapılmış gibi sizi aşağıya, sahneye çeker… Sanatçı olup bir şeyler yapmak istersiniz. Seke seke aşağı inilir, seyirciye doğru kollar iki yana açılır… Tarihi, benzersiz duygularla yaşamaktasınızdır artık. Geziye devam kararı aldıktan sonra Tiyatro’ya doğru tekrar tırmanmalısınız. Meraklı biri değilseniz, buranın üst tarafındaki düzlük alanda yer alan agorayı takiben Zeus Tapınağı’na yönelin ve geziyi bitirin. Yok, yeterince enerjiniz varsa çıktığınız yokuş kadar yeniden inmeniz ve şehrin diğer yapılarını görmenizi öneririm. Burada Gymnasion oldukça dikkat çekicidir. Bir rehber eşliğinde gezilirse Pergamon’da sanat kadar sporun da ne denli önemli bir aktivite olduğunu görür, yaşarsınız. Buraya da bir saate yakın vakit ayırmak gerekir ve tabii ki dönüş yolu son bir tırmanmayı daha gerektirir.

Şehirden ayrılırken girişin sol tarafında Zeus Tapınağı’ndan geriye kalan yalnızca 3-4 basamak göreceksiniz. Bu basamakların üzerinde nasıl bir yapı olduğunu anlayabilmeniz için hemen yanı başındaki makete bakmanız yeterli olabilir. Eğer bu yapıya ille de dokunmak isterseniz işiniz var, istikamet Berlin… Zeus Tapınağı’nın bir Alman demiryolu mühendisi tarafından fark edilip gerekli anlaşmalar yapıldıktan sonra, sessiz sedasız sökülüp Berlin’e taşınması yüreğinizi parçalar ama elden gelen bir şey yoktur.

Ciddi bir yorgunlukla aşağıya indiniz, şehrin girişinde yer alan Serapis Mabedi günümüzdeki

Mert SANDALCIAraştırmacı-Yazar

1974 Işık Lisesi MezunuFotoğraflar : Erkin ÖN

PERGAMON, O BİR ŞEHİRDİ…

KENT KÜLTÜR

Page 27: FYZY Dergisi 31. Sayı

27

adıyla Kızıl Avlu karşınızdadır. Pek çok özelliği bünyesinde barındıran Tanrı Serapis, Greklerin âdeta “Mısır Tanrıları da kusur kalmasın, ne olur ne olmaz!” diyerek yarattıkları sonradan olma bir tanrıdır aslında… Osiris ve Apsis’in karışımı bu tanrı, ahiret yaşamında rehber, endişeli ve üzüntülü insanlara yardımcı olan, mahsullerin verimini artıran bir fizikçiydi. Adına inşa edilen yapı oldukça göz alıcıdır. Yapının kulelerinden biri ise 1950 yılında eğreti bir camiye dönüştürülmüş, adına da Kurtuluş Camii denmiş, biraz harap, biraz bakımsız…

Sırada dünyanın en ünlü tıp ve eczacı bilgini Aelius Galenus’un hekimliğini yaptığı hastane “Bergama Asklepionu” var. Günümüzde “History of Pharmacy” konulu hangi WEB sayfasını açarsanız açın karşınıza çıkacak ilk isimdir Galenus… Hastane yolunda ilerlerken şehir meydanına yeni dikilen heykeli içimizi ısıtır. Büyük üstada selam vermek, birlikte bir resim çekilmek âdettendir. Heykelin yapımı, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, İzmir Eczacı Odası, İzmir İl Sağlık Müdürlüğü, Edak Ecza Kooperatifi, Olgunsoy İlaç Sanayi Sahibi Ecz. Enver Olgunsoy’un önemli çaba ve katkılarıyla ve Bergama Belediye Başkanı Sayın Mehmet Gönenç’in önderliğinde tam bir takım ve gönül işi olarak gerçekleşir. Heykelin mimarı Ekin Erman’dır. İzmir’in EXPO 2020’nin adaylık temasıyla da uyum gösteren Bergamalı Galenos’un heykeli, 25 Haziran 2012 Pazartesi günü saat 18.00’de Cumhuriyet Meydanı’nda açılır.

Geziye devam ettiğimizde Asklepion’a ulaşırız. Burası başlı başına bir dünyadır. Aslında tedavinin nasıl bir medeniyet gerektirdiğini, dünya çapında bir hekimin nasıl bir ortamda yetiştiğini anlamaktır bu ziyaretin amacı… Bu satırlar tabii ki yetmeyecektir ama yolunuz düşmeden önce mutlaka biraz çalışmalı, neyin nerede olduğunu bilerek gezmelisiniz bu olağanüstü hastaneyi.

Hastanenin orta yerinde bugün replikası bulunan “yılanlı sütun”un hikâyesini de bilmek şarttır bu mekânı daha iyi anlayabilmek için… Bir çanağa zehirlerini kusan iki yılan resmedilmiştir bu sütunda. Günlerden bir gün, ağrılar içinde ölmek üzere olan bir hasta gelir kapıya. Can çekişmektedir. Ancak Bergama Asklepionu’nun girişinde “Bu hastahaneden içeriye ölüm giremez!”

yazmaktadır. Yani hastaneye yalnızca iyi olabilecek hastalar alınmaktadır. Bunun üzerine bir an evvel ölmek isteyen hasta, orada bulduğu bir tasa, birbirleriyle kavga etmekte olan iki yılanın zehrini akıtır ve içer… Sonuç malum… İyileşir.

Pergamon burada bitmez, son bir nazarı müzeye atfedilir. Pergamon’dan Bergama’ya geçilmiştir artık. Bergama içinde pek çok Osmanlı eseri de mevcuttur. Şadırvanlı Camii, Kurşunlu Camii, Kulaksız Camii, Hacı Hekim Hamamı, Arastası, pek çok çeşme ve sebilleriyle gününüzü dol-durur Bergama…

Bergama gezenini yorgun eder… Ama bir o kadar da zenginleştirir.

Orada olmak, orada soluk alıp vermek şiddetle tavsiye edilir.

Page 28: FYZY Dergisi 31. Sayı

28

EDEBİYAT

H ayatı boyunca hep koşuşturur mu insan? Sürekli bir işin, bir hırsın peşinde mi olur? Gayeler gerçekleşince mutlu olur

ve başka maceralara yelken açar insan herhâlde. Bu böyle ardı sıra, saç örgüsü gibi bağlanır birbi-rine. Geçmişte öyle miydi? Tek derdimiz oyundu ve her oyunda birinci olmak o kadar da önem-li değildi. Şimdi; hayat, çalışmak, aşk, ayakta sağlam durmak derken kabuklarımıza çekildik. Ne zaman eskiyi düşünsek gözlerimiz, aklımıza gelen masumiyet düşüncesiyle bulutlanır oldu. Birçoğumuz “daha dün gibi” diye başlayan cüm-leleri sık sık kullandık. Bugünlerde etrafımız karışık; birbiriyle, hayatla savaşan insanlar olduk. Neyse ki bizim gülümseyerek hatırlayacağımız ve anlatacağımız bir çocukluğumuz var. Bu, bazen bugünün çocuklarını anlamamıza engel olsa da onların yaşadıkları dönemi çözümleyip daha anlayışlı olmamızı sağlayabiliyor. Beni gülümse-ten ve bugünle kıyasladığım çocukluğum 80’li yıllara ait. Varlık, yokluk, umut, umutsuzluk, asker, sivil, savaş, barış gibi birçok kavramın iç içe olduğu bir dönem.

80’li yıllarda çocuk olmak biraz eski, biraz da yeni olmak demektir. O yüzyıl içindeki en şanslı kuşak da diyebiliriz 80’li yılların çocuklarına. Kenan Evren’i, Turgut Özal’ı, Michael Jackson’ı, Cenk Koray’ı, Korhan Abay’ı, Erdal İnönü’yü tanımak ve biliyor olmak önemli bizim kuşak için.

1980 demek, teknolojinin bizi o kadar da sarıp sarmalamadığı zamanlarda sokakta rahatça oynayabilmek, sadece yemek vakitlerinde, eğer annelerimiz seslerini duyurabilirse, eve girmek demekti. Oyun için mekân; sokak, kapının önü

ya da arka bahçe olabilirdi. Nasıl olsa oynamak için elektriğe ve İnternet’e gerek yoktu, gece gündüz fark etmezdi. Araç sayısı bugünkü kadar fazla olmadığı için oyunlarımız sık sık bölünmez, bir tek “dansa davet”in en heyecanlı bölümünde geçen araba, hayalleri alıp götürebilirdi. Sadece, He-Man isimli çizgi filmin cazibesiyle yuvaları-mıza dönerdik. Tom ve Jerry’nin neden normalde çıplak dolaşıp denize mayoyla girdiğini merak ederdik. Akşam saatlerinde yayımlanan bu film-ler belki de çocukları biraz olsun dinlendirmek için bir bahaneydi. Kimi biraz ötedeki zincir salıncaklara, kimi eve çizgi filme...

O döneme ait en teknolojik ve şiddet içerikli çizgi film Voltran’dı. Sabah bizleri sokağa döküp tam üç kez: “Voltran!” diye bağırtırdı. Bizleri böyle heyecanlandırmasının nedeni türünün bizdeki ilk ve tek örneği olmasıydı. Tadı tuzu da bundandı. “Köle İsaura” ve “Kara Şimşek” seyrederdik bir de. Biri ile empati, diğeri ile hayal kurardık. Bakkala her gittiğimizde arkadaşlarla son kalan naneli “Minti” sakız için kavga edip kendi-mizi leblebi tozuna boğardık.Herkes evine en yakın okulda okudu-ğundan hafta sonları okulun bahçe-sinde ip atlamak, sek sek oynamak en büyük keyiflerimizdendi. Topunu koltuğunun altına alan herkes soluğu okulun bahçesinde alırdı, zira orası bize çok aşinaydı. Bebekken, bebek arabasıyla gezdirildiğimiz, daha sonra biraz büyüyüp bisiklete bindiğimiz ve hafta içi ders, hafta sonu ise oyun için kullandığımız yerdi okul bahçesi. Belki bu yüzden içinde “okul” geçen kelimeler bizim kuşak için hep sempatik gelir kulağa.

Sevda KOÇFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

AN GEÇİCİ, HATIRA KALICIDIR

Page 29: FYZY Dergisi 31. Sayı

29

Fişlerimiz, Yerli Malı Haftası ve her 23 Nisan’da, “Paramız olsa da biz de kıyafetlerini alıp giysek, bir güzel ritim tutsak…” dediğimiz okul ban-domuz vardı. Dantel yakalarımız bir türlü ütü tutmaz; kokulu silgilerimizi de yediğimiz için eve her gün mutla-ka eksik dönerdik.

Akşamları düz çizgi çizmeye çalışırken ya da defter kitap kaplarken bir taraftan da göz ucuyla haberlere bakardık. Akordeon kapaklı televizyonda, Çavuşesku ve karısının kurşuna dizilmesi gibi gerçek sahneleri gördük-ten sonra, dikkatimiz dağılsın diye çay içmek isterdik ancak Çernobil’le ilgili söylentiler yüzün-den “paşa” kıvamında olanından tadardık.

Sinemalarda, Hobbit, Avatar, The Lord Of The Rings, Harry Potter vs. izlemek yerine Jonathan Swift okumak ve Ayşecik’in başrolde oynadığı Pamuk Prenses’i TRT’den izlemek daha cazip gelirdi. Televizyonun tek ve doğal olarak zorun-lu izlenen kanalında, askerler çıktıktan sonraki fasılasız “biiip!” sesini, mandalina ve sobanın üzerinde pişen kestaneler eşliğinde dinlemek için uyumazdık.

“Aldım çantamı koluma,Çıktım Dallas yoluna,Ben Babi´yi beklerkenCeyar girdi koluma.”

şarkısını dansıyla birlikte hâlâ hatırlarız.

“Michael Jackson, MadonnaBir numara,Koy çuvala,Salla salla, Vur duvara.”

tekerlemeleriyle daha küçücükken kafiye yap-mayı ve ahengin ne demek olduğunu öğrenerek Batılılaşma temayülleri gösterirdik. Hatırlıyorum da birbirimize kendimizi anlatmaya çalışırken hiç zorlanmaz, birbirimizi yanlış anlamazdık çünkü

sürekli paylaşım hâlindeydik. Bir kere bencil değildik. Aslında sadece oyun oynuyor gibi gözüksek de tüm bunları yaparken hayatla ilgili tecrübeler ediniyorduk.

Çocukluğumuzu “çocuk gibi” yaşamak ve masumiyetin tadına varmak güzeldi; bu yüzden şanslıydık zaten. Bugün çocukla-

rımızı evden çıksınlar, biraz hava alıp hare-ket etsinler diye ikna etmeye çalışıyoruz.

Çocuklarını bilgisayar başından kaldırmaya uğraşan ebeveynlerin kendi aileleri, aynı çaba-

yı onları eve sokmak için verirdi. Şimdi hayat her anlamda daha kolay ancak yaşadıklarımız

sanal mı gerçek mi diye ayırt etmeye çalışmak, maskeleri sabah takıp akşam çıkarmak ve çıkıp çıkmadığından emin olamamak yorucu. Galiba, hayatın tüm evrelerini yaşamış ya da yaşayacak olanlar için en sakin liman çocukluk hatırala-rı. Hele bir de bu hatıralar sizi incitmiyor, aksine hafif bir

tebessümle selamlıyorsa tadından yenmez.

Efsa

ne

Page 30: FYZY Dergisi 31. Sayı

30

KOLEKSİYON

F YZY okurları ile koleksiyon başlığı altında yazılarımı yıllardır paylaşmak-tayım. Sırada son derece ilginç, son

derece farklı bir koleksiyon var. Bu sayıda ansiklopedik tariflerin, “koleksiyon” denilin-ce akla ilk gelenlerin çok ötesinde bir biriki-mi paylaşacağım sizlerle…

Koleksiyon için genel bir tanımlama yapar-sak: “Öğrenme, zevk veya yarar amacıyla bir araya getirilmiş ve sınıflandırılmış nesne-ler bütünü…” diyebiliriz. Koleksiyoncu ise “koleksiyon merakı olan kişi” olarak tanımla-nabilir.

Koleksiyonlar burada olduğu gibi yaban-cılar tarafından anlatılmaya başlandığın-da, çoğu kez başlarına sıfatlar eklenir… “nadir”, “muhteşem”, “devasa”, “dünya sonu”, “korkunç”, “dehşetli”, “büyüleyici” ve daha birçoğu… Biriktirmeye yabancı biri için koleksiyon çoğu kez maddiyat ile ölçü-lür ve maalesef toplumumuzun büyük bir kesimi genetik olarak biriktirmeye yaban-cıdır. O nedenle gazetelerde zaman zaman

“Bir tablo şu kadar milyon dolara satıldı” ya da “Koleksiyonundaki pullara paha biçile-miyor” şeklinde atılan başlıklar görürüz. Bu yayınlarda yer alan hikâyelerde koleksiyon-cular bilgileri ve şansları ile büyük servet sahibi olmuş kişiler olarak sunulur.

Aslında iki koleksiyoncu karşı karşıya gel-diklerinde değerlendirmede esas “emek”tir. Emek çok şey ifade eder. Emek harcamak için öncelikle bilgi gerekir ki koleksiyo-na ve koleksiyoncuya saygı burada baş-lar. Koleksiyonu yapılan nesne ne kadar gözlerden uzak, hakkında ne kadar az şey biliniyorsa o kadar ilgi çekicidir. İkinci olarak koleksiyonun sanatsal ya da bilimsel olarak değerine bakarız. Hele ki koleksiyon konusu hakkında biraz bilgi sahibi isek değmeyin keyfimize… Besleniriz, doyuma ulaşırız…

Üçüncü olarak maddi değer ilgi alanımızdadır. Koleksiyon parçaları bu yönden ele alındıklarında bize çok şey ifade ederler. Ölçeriz, biçeriz ama sonra da

KOLEKSİYON

KOLEKSİYON DEYİNCE…Mert SANDALCI

Araştırmacı-Yazar1974 Işık Lisesi Mezunu

Fotoğraflar : Erkin ÖN

Olea Europaea Bonsai (Çok yaşlı Bonsai Zeytin, 600 yaşında), Celtis Australis (Adi Çitlenbik) sağ ve soldaki ağaçlar

Elae

agnu

s Pu

ngen

s M

acul

ata

aure

a (A

ltuni

süs

iğde

si, 2

5 ya

şınd

a)

Page 31: FYZY Dergisi 31. Sayı

31

içinden çıkılmaz, anlaşılmaz düşünceler kap-lar beynimizi… Genelde koleksiyonun maddi değerini maliyet ve maliyet sonrası, yani bir eserin koleksiyona girdikten sonraki değeri olarak ikiye ayırmak gerekir. Burada öğren-diğimiz şaşırtıcı hikâyeler hoşluklardır ama anlaşılamayan her zaman bir koleksiyon obje-sinin koleksiyoncu gözündeki değeridir. Eğer koleksiyoncu değilseniz bu paha biçilmezliğe bir anlam veremezsiniz. Delilik olarak görüp geçersiniz…

Bütün bu açıklamalardan sonra gelelim konu-muza;

Değerli dostum Kemal Bilginsoy bir sohbet sırasında bahçeye çok meraklı olduğunu, laf arasında yurt dışından getirttiği 500 yıllık bir zeytin ağacını bahçesine diktiğini söyleyince bunun sadece bir ağaçla sınırlı kalmayacağını tahmin etmiştim. Doğru da düşünmüşüm. Arkası gelmiş tabii ki… Bugün Kandilli sırt-larında geniş bir arazi üzerinde benzersiz bir

Olea Europaea (Calabria bölgesi Zeytin Ağacı, 700 yaşında)

Ole

a Eu

ropa

ea (

Zeyt

in A

ğacı

- Ya

şlı,

100

yaşı

nda)

Plat

anus

Ace

rifo

lia (

Çın

ar A

ğacı

, 200

yaş

ında

)

Page 32: FYZY Dergisi 31. Sayı

32

koleksiyon oluşturmuş Bilginsoy: “Ağaç koleksiyonu”…

Koleksiyoncu dediğinizde şöyle bir tanım-lama daha var, psikopataloglar şöyle diyor: Koleksiyoncular az bulunan değerli ya da acayip nesneleri elde etme ve toplamaya çalı-şırlar… Sayfalarımıza taşıdığımız kolek-siyon az bulunan değerli hatta çok çok nadir ve paha biçilmez nesnelerden oluşu-yor. Tarife uygun yani. Ağaç için “acayip” tanımlaması ne derece doğrudur, tartışılır ama Belginsoy’un koleksiyonunu izlerken “acayip” sözcüğünün ağaç için bile olsa ne kadar yerinde kullanıldığını düşünüyor insan…

Aslında en acayip olan zeytin ağacı… 2500 yıl yaşayabiliyor. Bilginsoy 1976-77 yılın-da Kıbrıs’ta askerlik görevini yaparken Omorfo’da muhteşem portakal bahçeleri-

nin imara açılışına şahit oluyor. Bahçelerin sınırları asırlık zeytin ağaçları ile çizil-miş. Ağaçlar ateşe veriliyor. Bilginsoy yaşlı ağaçların aylarca yanışını, bir yandan da filizlerinin patlamasını büyük bir hüzünle seyrediyor.

Yıllar sonra çok sevdiği yaşlı zeytin ağaç-ları ile birlikte bir yaşam alanı oluştur-maya karar veriyor. Sezai Metin Karakuş ile birlikte sayısız yurt dışı seyahati yapı-yorlar. Karakuş, İtalya’dan binlerce yıllık ağaçları tırlarla getirip vinçlerle yerlerine yerleştiriyor. Bu arada bahçe, yaşlı zey-tinlere dost pek çok ağaç ve ağaççık ile zenginleşiyor…

Koleksiyonda türünün genellikle çok yaşlı ağaçları seçilmiş. Bu yaşlı ağaçların en büyük özelliği ise kimi kez en üst dallarını okşayacak kadar bodur, yani bir anlamda

Quercus Suber (Mantar Meşesi, 250 yaşında) Acer Platanoides “Crimson King” (Kırmızı Norveç Çınarı)

Que

rcus

Sub

er’in

göv

desi

KOLEKSİYON

Page 33: FYZY Dergisi 31. Sayı

33

“bonsai” olmaları, kimi kez ise üst yap-raklarını görmek için başımızı gökyüzü-ne kaldırmak zorunda oluşumuz. Ancak hemen belirtmeliyim ki yaşlı bonsailer öyle bir karış 3 yaprak, parlak gövdeli, sağda solda gördüğümüz ağaççıklardan değiller. Onların yanında ağacın yaşını gerçekten hissediyorsunuz. Bunlardan başka büyük-

lükleriyle eşsiz olanlar da var. Örneğin bir doğum günü hediyesi hemen göze çarpıyor. Ulu bir zeytin ağacı bu… Ya da eşsiz bir mantar ağacı, İngiliz meşeleri, serviler…

İyisi mi lafı uzatmayayım…Koleksiyon dediğin seyredilir, hele ki ağaç koleksiyonu…

Sequ

oia

Sem

perv

iren

s (S

ekoy

a ağ

acı)

Ace

r Pa

lmat

um A

trop

urpu

rea

(Jap

on A

kçaa

ğacı

, 30

yaşı

nda)

Que

rcus

Sub

er (

Man

tar

Meş

esi,

200

yaşı

nda)

Lage

rstr

omia

indi

ca “

Spec

iosa

” Bo

nsai

(Bo

dur

Oya

Ağa

çlar

ı, Bo

nsai

)

Page 34: FYZY Dergisi 31. Sayı

3434

KOLEKSİYONSOSYOLOJİKOLEKSİYONSAĞLIK

S outh Carolina Üniversitesi tarafından yapılan ve San Francisco’daki spor hekimliği konferansında tebliğ edilen

bir çalışma, koşmanın yürümeye göre daha yararlı olduğunu göstermiştir. Adı geçen çalışmada yaşları 20-100 arasında değişen 53 bin kişi incelendi. Kalp hastalığı, kanser ve şeker hastalığı olmamasına dikkat edilen katılımcılar, “düzenli koşanlar” (% 27) ve “yürüyenler” (%73) olarak iki gruba ayrıl-dı ve bu iki grubun uzun vadedeki ölüm oranları kıyaslandı. Sonuç: Koşanlarda ölüm oranı % 20 daha düşük bulundu.

Koşun ama abartmayın…Koşmanın yürümekten iyi olduğunu anla-dık. Peki, hangi hızla ve ne kadar süreyle koşmak daha faydalıdır? Koşanlar, süre ve mesafe olarak gruplara ayrıldığında görülü-yor ki saatte 10 km’yi aşmadan haftada 30 km’ye kadar koşanlar fayda görüyor. Buna karşılık saatte 10 km hızı aşan veya hafta-da 40 km’den fazla koşanlar zarar görmeye başlıyorlar. Daha önce Mayo Clinic dergisin-de yayımlanan başka bir çalışma; maraton koşusu, triatlon gibi aşırı zorlamalı koşunun ve yarışmacı statüsünde bisiklet sürmenin uzun dönemde kalbe zarar verebileceğini göstermişti. Hiçbir şikâyeti olmayan sağlıklı maraton koşucularının %12’sinin kalp sin-tigrafilerinde “patchy myocardial scarring” (kalp kası harabiyetleri) bulunmuştur. Yalnız bu değil, maraton koşucularında atrial fibri-lasyon dediğimiz ritim bozukluğunun ortaya çıkma ihtimali de beş misli artmaktadır.Danimarka’da yapılan bir çalışmada 1976’dan bu yana koşan 20 bin kişi incelendi. Bu çalış-mada da koşanların yürüyenlerden 6 yıl daha

uzun yaşadığı gösterildi. Fazla koşanların ise (örneğin haftada 4-5 gün, birer saatten fazla) faydadan çok zarar gördükleri tespit edildi. En uzun yaşayanlar grubunda haftada iki veya üç kez olmak üzere toplam 1-2.5 saat koşanlar vardı.

Sonuç olarak pek çok şeyde olduğu gibi koşunun da fazlası zararlıdır. Herhangi bir sağlık sorunu olmayan kişilerin koşmala-rının sağlık açısından yararlı -yürümeden iyi- olduğunu düşünüyorum. Abartmadan, aşırıya kaçmadan, kasmadan koşmak en iyisidir. Bu işi sağlık amacıyla yapıyorsanız daha önce yazdığım gibi “üç yürü, bir koş” metodunu uygulamak en iyisidir. Koşun, yorulduğunuzu hissedince yürüyün, sonra tekrar koşun. Ne kendinizle ne de biraz önce koşarak yanınızdan geçen o adamla yarışın.

Dr. Murat KINIKOGLUİç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı

KOŞUN AMA ABARTMAYIN...

Page 35: FYZY Dergisi 31. Sayı

3535

üç yürü bir koş...

Page 36: FYZY Dergisi 31. Sayı

36

T arih boyunca sanat ve teknoloji birbi-ri ile son derece yakın ilişkide olmuş-tur. Yaklaşık yarım milyon yıl önce,

insanın atalarından Homo Erectus tarafından yapıldığı düşünülen ve Endonezya’da bulunan deniz kabuğu üzerindeki çizimlerden, 42000 yıl önce Neandertal insanı tarafından yapılmış İspanya’daki Nerja Mağarası duvarındaki ayı balığı resimlerinden günümüz çağdaş sanat yapıt-larına kadar birçok alanda, dönemin sunduğu olanaklar bilim, kültür ve sanat yapıtlarında her zaman etkin olmuştur. Günümüz dünyasına biçim veren teknoloji, en önemli keşiflerin ve buluşların yapıldığı 19. yüzyılla birlikte rasyo-nel bakış açısıyla gelişmiş ve endüstrileşme ile

hayatın vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Zihinsel ilişkilendirme yoluyla işlevselliklerin araştırılma-sı, bunların uygun sistemler ve modeller hâline getirilmesiyle ilerleyen teknoloji, insan yaşamını ve insanın yapabilirliklerini belirleyen, bunları dönüştüren önemli bir etmendir. 1950’ler sonra-sı ortaya çıkan, özellikle elektronik, haberleşme ve bilgisayar alanındaki gelişmeler, bugün hâlâ heyecanla takip ettiğimiz, merak uyandıran ve şaşırtıcı oluşumları beraberinde getirmektedir. Bilimsel verilere dayanan ve rastlantısal olmayan, bilinçli kontrol edilerek ortaya konulan sanat anlayışı Op Art’ın kurucularından kabul edilen Victor Vasarely, 1950 öncesi sanat anlayışını “his-set ve yap”, 1950’ler sonrasını ise “tasarla, ifade

Sibel AVCI TUĞALIşık Üniversitesi

Güzel Sanatlar FakültesiÖğretim Görevlisi

Nerja Mağarası’ndan Dijital Tuval’e Sanat Serüveni

Kırmızı Kozmoz, CGD, 80X120cm, 2013Tuval Üzerine Dijital Baskıresim (1/1)

SANAT

Page 37: FYZY Dergisi 31. Sayı

37

et ve ortaya çıkar” olarak tanımlamış; yeniden yaratma, çeşitleme ve genişleme olasılıklarının farkında olunduğunu belirterek çağdaş anlayışta tek ve özgün sanat yapıtının ortadan kalkacağını, sanatın makineler yolu ile varlığını sürdüreceğini ileri sürmüştür. Bugün geldiğimiz noktada öne sürülen bu savın gerçekliği ile karşı karşıyayız.

Elektronik bilimi ve mühendisliği alanındaki gelişmeler 20. yüzyıla damgasını vurmuştur. Yarı iletken teknolojisi, ışık kullanımında yeni bir dönemin habercisi olan fiber optikler, bilgi işleme, kontrol sistemleri, görüntüleme, görüntü oluşturma, görüntü işleme, haberleşme ve ileti-şim sistemlerine büyük hız kazandırmış, böyle-likle dijital/sanal dünyanın kapıları aralanmıştır. Günümüzde kendi içinde gerçek yaşamdan farklı bir dünya olan dijital ortam ile küresel anlamda sarmalanan 21. yüzyıl insanı için bilgi, mekân, hız ve zaman kavramlarının anlamları geçmiş yüzyıllara göre önemli ölçüde değişmiştir. Bilim, endüstri, sağlık, sanat, tasarım, eğitim, finans, haberleşme, eğlence, basın-yayın gibi birçok alanla birlikte günlük yaşamda da dijital ger-çeklikle küresel anlamda etkileşim söz konusu-dur. İnsanı teknolojiye ve teknolojiyi kullanarak birbirlerine bağlayan, karşılıklı etkileşime ola-nak sağlayan her ortam ve uygulamada (arayüz, model, dolayımlayıcı gibi) her bilgi dijital olarak görselleştirilmiştir.

Tabii ki sanatçılar da bu değişim ve dönüşüme büyük bir heyecan ve merakla yaklaşmışlardır. Sanatın ve sanatçının doğasında var olan sezgi-sellik, farklı düşünebilme ve bakabilme, algılama gücü, yaratıcılık ve hayal edebilme özellikleri, teknoloji ve uygulamalarda yaşanan bu dönüşü-mü kullanarak yeni sanat yapıtları ve ortamlarını yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir. 20. yüzyıl başlarından itibaren sanat üzerinde yoğun etkisini gördüğümüz teknolojinin kullanıldığı yaklaşımlar ile yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan dijital tekniğin sağladığı çoklu ortam ve sınırsızlık, dijital sanatın temellerini oluşturur. Dinamik ve sonsuzluğa açılan dijital yapıtlar, var edildikleri ve var oldukları dijital dünya ile ger-çek dünya arasında ilişki ve/veya ilişkiler suna-rak izleyicinin katılımını zorunlu kılar. Aslında sadece 0 ve 1’in sonsuz sadeliğinden oluşan dijital kodların oluşturduğu imge tabanlı metafor yapıları ile oluşan çalışmalar, sanatçının sezgisel, duygusal algılamalarıyla birleşerek güçlü, etkili dijital resimlere, sistemlere ve organizmalara dönüşmeye başlamıştır. Bir örnek vermek gere-kirse, gerçekte kendisi optik bir sanat olan resim, geleneksel üretiminin yanı sıra 21. yüzyılla birlik-te dijital teknolojinin ortaya koyduğu olanaklarla, doğrudan ışığın yapı malzemesi olarak kullanıldı-ğı “dijital resim sanatı” örneklerini sunmaktadır.

Diğer tüm sanat alanlarında olduğu gibi dijital sanatta da oluşturulacak her bir yapıt, doğrudan sanatçının hayal gücüne ve yaratıcılığına bağlıdır.

Çağdaş sanat örnekleri olarak kabul edilen ve gelişmekte olan teknolojiye bire bir bağlı olarak çeşitlilik gösteren dijital sanat uygulamaları ve dijital sanat yapıtlarının karşı karşıya kaldığı en önemli nokta “asıl” kavramında ortaya çıkmak-tadır. Geleneksel yöntemlerle yapılan resimler, özgün sanat yapıtlarıdır ve tektir. Baskıresim belirli sayılarda üretilir, fotoğrafta dahi asıl ve kopya kavramı vardır. Dijital görsel/resim ise elektronik yolla saklanabildiği ve aynı şekilde hatta çeşitli boyutlarda ve farklı formlarda tekrar üretilebildiği için burada “asıl” kavramı büyük ölçüde yeniden sorgulanmakta, farklılaşmaktadır. Günümüz dünyasının çeşitliliği özdeksel ve tinsel birçok ögenin bir arada olduğu disiplinler arası sanat dilini beraberinde getirmektedir. İnsanın varlık alanını ve anlayışını geliştiren bu durumla birlikte dünya, fiziksel bir varlık olmaktan çıka-rak insanın tinsel güçleri ve bilimle birlikte ortaya koyduğu tasarımsal, sanatsal bir dünya hâline dönüşmektedir. El ve beyin koordinasyonu insa-nı üretken kılabilir; buna duygu, sezgisellik, zekâ, yaratıcılık, analitik düşünebilme, sentezle-me yeteneği ve hayal gücü eklenebildiği zaman ise sanat ve tasarım sürecinden bahsetmek müm-kündür. 20. yüzyıl sanat ve tasarım anlayışına önemli ölçüde etki eden Bauhaus sanatçılarından Josef Albers’e göre aslında sadece bir deneyim alanı olan sanat, bugün dijital dünya ve olanakla-rı ile yeni bir evren kurgusuna doğru yol almak-tadır. Şimdilerde örneklerini görmeye başladığı-mız sanal gerçeklik ve yapay zekâ uygulamaları ise geleceğin nasıl biçimleneceğine dair oldukça merak uyandıran birtakım ipuçları sunmaktadır. Gelecekte nasıl bir sanat olacağı sorusu, sanatın gelecekte insan için anlamının ne olacağı ya da yapay zekânın yapay duygu ve sezgiselliği olup olamayacağı soruları ise henüz öngörüden öteye geçemez. Geleceğin nasıl olabileceği ile ilgili şim-dilik tek sınırımız hayal gücümüzdür.

Digital Blue, CGD,90X90cm, 2011Tuval Üzerine Dijital Baskıresim (1/1)

Page 38: FYZY Dergisi 31. Sayı

38

SANAT

Kaynaklar:• Burnett, Ron, İmgeler Nasıl Düşünür?, Metis Yayınları, İstanbul (2007).

• Dempsey, Amy, Modern Çağda Üslupler Ekoller Hareketler, Akbank Kültür ve Sanat Dizisi: 25, Promat Basım Yayım Sanaii Tic. A.Ş., İstanbul (2007).• Houston, Joe, Optic Nerve Perceptual Art of 1960s, Merrell Puplishers Ltd., Çin (2007).

• Lieser, Wolf, Dijital Art, Tandem Verlag GmbH, Çin (2009).• Myers, Jack Fredrick, The Language of Visual Art/Perception as a Basis for Design, Holt, Rinehart and Winston Inc., Amerika Birleşik Devletleri (1989).

• Perkowitz, Sidney, Empire of Light, History and Discovery in Science and Art, A John Macre Book Henry Holt and Company, New York (1996). • Şahiner, Rıfat, Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi, Ütopya Yayınevi, Ankara (2015).

• Tuğal Avcı, Sibel, Oluşum Süreci İçinde Op Art , Hayalperest Yayınevi, İstanbul (2013).• Tunalı, İsmail, Felsefenin Işığında Modern Resim, Remzi Kitabevi, İstanbul (2008).

• Wands, Bruce, Dijital Çağın Sanatı, Akbank Sanat Yayınları, İstanbul (2006).• Wolf Lieser, Dijital Art, Tandem Verlag GmbH h.f. Ullman Publishing, Çin (2009).

• Kuspit, Donald, The Matrix of Sensationshttp://www.artnet.com/magazineus/features/kuspit/kuspit8-5-05.asp

• Keim, Brandon, World’s Oldest Art Indentified in Half-Million-Year-Old Zigzag http://news.nationalgeographic.com/news/2014/12/141203-mussel-shell-oldest-art/• Worden, Tom, The Oldest Work of Art Ever

http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-2097869/The-oldest-work-art-42-000-year-old-paintings-seals-Spanish-cave.html

İsimsiz 9, CGD,100x58cm, 2011Tuval Üzerine Dijital Baskıresim (1/1)

İsimsiz 15, CGD,100x70cm, 2014Tuval Üzerine Dijital Baskıresim (1/1)

4 Mart - 4 Nisan 2015 tarihleri arasında Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Galeri Işık İstanbulda “Sayısal Uyum Resim Sergisi” açılmıştır.

Sergide, Sibel Avcı Tuğal’ın dijital ortam-da kurguladığı 42 adet tuval üzerinde yer alan özgün kompoziyon çalışmalarının yanı sıra yine sanatçıya ait “kinetik resim” adı verilen 60 farklı kısa tele-sunum çalışması da yer almıştır. “Kinetik Resim”lerle; film veya video beklentisi içinde olan izleyici-ye, resmin içindeki hareket ya da “hareket eder görünen” sunularak onu kinetik sanat-la buluşturmak amaçlanmıştır. Sergide bir diğer seri çalışma, sanatçının son dönem-lerde kurguladığı ve resmin giyilebilirliğine yönelik araştırmalarından biri olan “fularlar” serisi olmuştur. Sergi sürecinde; “Sanatta Dijital Dönem” başlığı altında sayısal sanat, dijital resim sanatı ve kendi yapıtları ile ilgili açıklamaların yer aldığı seminerler, Ayazağa Işık İlköğretim Okulu öğrencileri ile “Çocuk Gibi Resim Yapmak” adlı etkinliklere de yer verilmişir.

Page 39: FYZY Dergisi 31. Sayı

39

Atlantis 11,CGD,90X90cm, 2012Tuval Üzerine Dijital Baskıresim (1/1)

Page 40: FYZY Dergisi 31. Sayı

40

SPORSPOR

“B edeni veya zihni geliştirmek ama-cıyla kişisel veya toplu olarak ger-çekleştirilen ve bazı kurallara göre

uygulanan hareketlerin tümü” olarak tanımlanır spor. “Spor deyince aklımıza ilk olarak hangi branşlar geliyor?” diye mini bir anket düzenle-dim. Ankete katılan arkadaşlarımdan, on spor dalı yazmalarını rica ettim. Beklentimin aksine, birinciliği basketbol ve tenis paylaştı. Akla ilk olarak gelir gözüyle baktığım futbol, yüzmeyle birlikte ikinci oldu. Ardından sırasıyla voleybol, atletizm ve hentbol geldi. Amerikan futbolu yazan bile olmuşken hiç kimse bu yazıya konu olan bir branş belirtmedi.

Peki, nedir bu sporlar? Yine belli kurallar içinde yapılan ancak beden ve zihinden ziyade böbrek üstü bezlerinin salgısını üst seviyeye çıkarmayı amaçlayan sıra dışı sporlar!

Sıra dışı diyoruz çünkü bu branşlar sınır tanımı-yor, sınırı kendiniz çiziyorsunuz. Varabileceğiniz en üst noktayı ve kendinizi zorlayabileyeceğiniz seviyeyi siz belirliyorsunuz. İşte bu nedenle, çok mücadele gerektiriyor bu sporlar. Üstelik bu kez mücadeleyi rakiple değil, doğayla yapıyorsunuz. Bir anlamda doğaya ve fizik kurallarına meydan okuyorsunuz. Vücudunuzdaki hormon dengesini altüst ediyor, adrenalin bağımlısı oluyorsunuz.

İşte birkaç örnek: “paragliding” yani yamaç para-şütü...Bir dağın yamacından rüzgârı karşınıza alıp koşa-rak atlıyorsunuz ve hafif hafif havalanıyorsunuz, tıpkı pistte hızlanan ve havalanan bir uçak gibi... Böylece paraşüt yardımıyla da olsa uçmanın tadına varıyorsunuz. Adrenalin sayesinde ve ayaklarınızın altındaki manzara karşısında nefesiniz kesiliyor.

Bedeninize vuran rüzgâr ve uçmanın verdiği müt-hiş özgürlük hissiyle ciğerleriniz nefes alıyor.

Ya paraşütle atlamaya ne dersiniz?Yükseklik korkusu olanlara birebir... Bu kez uçak gibi havalanmıyorsunuz, uçaktan örneğin 3000 metreden aşağı atlıyorsunuz. Kendinizi yer çekimine bırakıp aşağı düşüyorsunuz. Söylenen o ki paraşütünüzü açana kadar geçen sürede 240 km hıza ulaşıyormuşsunuz. Düşünsenize, büyük bir şehirde Ferrari’nizle bile yapamayacağınız bir hıza yardımsız ulaşıyorsunuz. İşte özgür-lük! Tabii paraşütü zamanında açmak kaydıyla... Açılınca da bu kez yeryüzüne doğru süzülmenin tarifsiz keyfini yaşıyorsunuz.

Son yıllarda gençlerin en büyük tutkusu hâline gelen bungee jumping...Kan şekerinizin tavana vuracağı, böbrek üstü bezlerinizin dorukta salgılanacağı sıra dışı spor

Şenay KURTFMV Kalite Müdürü

SIRA DIŞI SPORLAR

Page 41: FYZY Dergisi 31. Sayı

41

sanırım bu. Yüksek bir köprü veya bu spora özel kullanılan bir vinçten sadece ayağınıza bağlanan lateks kauçuk kordonla kendinizi boşluğa bıra-kıyorsunuz. Esneyen kordon sayesinde havada ileri geri, aşağı yukarı zıplıyorsunuz. Bana göre akla zarar bir spor! “O adımı atmaya cesaretin var mı?” diyerek bunu cesaret örneği olarak gös-terenler var tabii... Ben almayayım, alana mani olmayayım.

Şimdi biraz hızımızı azaltalım, yine sıra dışı ama ayaklarımızın yere bastığı sporlarla devam edelim:

Canyoning...Ayağınız yere basıyor dedik ama yolculuğunuz bir bilinmeze gidiyor, zaten macera da bu nok-tada başlıyor. Canyoning; yürüyüş, tırmanış, iple iniş, atlayış ve yüzmeyi de içeren bir spor dalı. Kanyonlarda geçireceğiniz saatlerle nehir ve şelalelerde gezmenin, yer altını keşfetmenin heyecanına kapılıyorsunuz.

Yer altı demişken karada yapılan bir başka mace-ra dolu branşa geçelim: Caving, yani mağaracılık. Bu spor sizi yer altını ve muhteşem hazinelerini keşfetmeye davet ediyor. Mağaraların şiirselli-ğinin yanı sıra yer altı gölleri, şelaleleri ve kaya formasyonlarının büyüsüne kapılmak farklı bir zevk olsa gerek.

Bir de geçen yüzyılın ortalarında Amerika’da rüzgârsız günlerde sörf yapamayan gençlerin tahta bloklara tekerlek koyarak icat ettikleri kaykay var.Sokak oyunu olarak başlayan kaykay, artık özel tasarlanan rampalarda, havuzlarda, sıradan yol-larda hatta herhangi bir yerde bulduğunuz geniş borular üzerinde bile inanılmaz dönüşlere ve havada atılan perendelere sahne olan, kanı deli akanlar için çok uygun bir spor.

Hava, kara derken son olarak suya da girelim...

Kiteboard, Türkçesiyle uçurtma sörfü... Ne hoş bir ad, hem uçurtma hem sörf... Belki de sıra dışı dediğimiz sporlar içerisinde en yenisi. İpin ucunda bir uçurtma, belinizde kemer ve ayağınızda da bir tahta, suyun üzerinde ilerli-yorsunuz. Kâh suya değerek kâh hafif uçarak...

Çocukluğunda hiç uçurtması olmamış ve hep içinde ukte kalmış, üstelik deniz âşığı biri olarak sanırım bu spor tam da bana göre...

Ve dalış... Son yıllarda genç-yaşlı birçok insanın yaz sezonu tutkusu. Müthiş zevkli olsa da aslında büyük risk. Bir o kadar da dingin. Su altının efsunlu güzelliğine şahit olmak için inanılmaz bir fırsat. İster tüplü ister tüpsüz keşfe çıkın, bu sporun da hiç şakası yok. Vurgun yemeden tadına varmanız dileğiyle...

Hey

ecan

, hı

z, m

acer

a, r

isk.

..

Page 42: FYZY Dergisi 31. Sayı

42

TARİHTENSAYFALAR

Z aman o kadar hızlı akıyor ki gündelik yaşantımızda bir-çok şeyin farkına varmıyoruz. Oysa bugün kullandığımız sıradan birçok “şey”in tarihi var. Saat de bunlardan sa-

dece biri. Saat olarak adlandırdığımız “zaman ölçen aletler” aslında binlerce yıllık bir birikimin ve çeşitli toplumların ortak katkıları sonucu ortaya çıktı. İnsanların yerleşik yaşama geçmeye başlamasıyla birlikte zamanı ölçecek bir araca ihtiyaç duyulma-ya başlandı; sabahleyin belirli bir anda kalkılması, hayvanların belirli anlarda beslenmesi, ürünlerin belirli anlarda pazar-lara götürülmesi gerekliydi. İlk güneş saatlerinin MÖ 4000’ler civarında Mısır coğrafyasında kullanıldığı düşünülmektedir. Mısırlılar, Güneş’in her gün belirli bir düzende doğup battığını keşfetmişti. Bundan yararlanarak güneş saatini icat etmeyi başardılar. İlk “güneş saatleri”, gölgenin uzunluğuna, kısalığına göre zamanı göstermeye yarayan basit saatlerdir. Başlangıçta bunlar birer uzun sütundu. Bu sütunların üzerine ya da çevre-sine işaretler konulmaya başlandı. Bu saatler belli bir yerde durur, güneş ışınlarının iz düşümlerini belirtmeye dayanan işaretlere göre ayarlanırdı. Her işaret, günün belli bir süresi içinde güneş ışığının önünü keser, direk ya da taş boyunca belli aralıklarla sıralanan çizgiler, günün hangi bölümünde bulunulduğunu gösterirdi. Böylece sabah, öğle ve akşam gibi üç kesin zaman başlangıcı belirleniyordu. Güneş saatleri, özellikle kış aylarında yararsız duruma geldiği için “su saati” icat edildi. Hatta geceleri de zamanı gösterdiğini belirtmek için bunlara “gece saati” adı da verildi. Su saatlerinin dışında kum saatleri ve işaretli mumlar da süreç içinde zamanı gösteren aygıtlar olarak ortaya çıkmışlardır. Çin’de, Mısır’da ve Mezopotamya’da 5000-4500 yıl önce bu saatler kullanılmaktaydı. Yunanlılar ve Romalılar bu saatlerin daha gelişmiş şekillerini yaptılar. Bu arada İskenderiye şehrinde Yunanlı bir saatçi ilk defa bazı silindirler ve çarklar kullanarak kendi kendine işleyen ilk su saatini buldu. Suyun sürekli akıtılması esasına dayanan bu araç, zamanla süs kaygısıyla yerleştirilen birtakım mekanizmalarla karmaşık bir hâl almıştı. Bunun en tipik örneğinin 807 yılında Abbasi Hal-ifesi Harun Reşit’in Alman İmparatoru Charlemagne’a (Şarlman) armağan ettiği “saat” olduğu kesindir.

Saatin kaç olduğu, Ortaçağ Avrupası’nda kimsenin aldırış etmediği bir şeydi. Komşu manastırın saatleri günü yeterince bölümlüyordu. Manastırdakilere gelince; tören saatleri, gün-düzleri ya güneş kadranı ya su ya da kum saatiyle ve geceleri de yıldızlara göre ayarlanıyordu. İlk mekanik saatler, saati göstermek değil, duyurmak üzere yapılmışlardı. Bu saatler bir-er ağırlığa bağlı olarak çalışıyorlardı ve belirli zaman aralıkları ile gonga vuran tokmaklarla donatılmışlardı. Günü eşit saatler hâlinde bölen ilk saat, 14. yüzyılda yapılan, Milan’daki Saint Gottard Kilisesi saatidir. İlk saatlerde kadran, akrep ve yelkovan bulunmuyordu. Okuma yazma oranının düşük olması, saatlere insanların bakıp anlayacağı yazılar koymak yerine çan sesleri

konmasını gerektiriyordu. Süreyi görsel olarak göstermek için saatlerde kadranı ilk olarak kullanan ve 1344’te 24 dilimlik saati yapan Giovanni di Dondi’dir.

1509 yılında Nürnberg’de Peter Heinlein’ın zembereği bulmasıyla, büyük ağırlıklar kalkarak taşınabilir küçük saatler olanaklı kılınmıştır. Heinlein’ın icat ettiği bu ilk cep saati “Nüren-berg Yumurtası” diye tanımlanır.

Saat gelişiminde atılan bir başka büyük adım da sarkacın bulunmasıdır. 1583 yılında Galileo, “pandelum” diye tanımlanan, gerçek ve bilimsel ilkelerle çalışan rakkası keşfetti. Kilisede papazı dinlerken kürsünün üzerinde sallanan lambanın salınım zamanının sabit olduğunu fark eden Galileo, sarkacın salınım periyodunun, ağırlığına ya da genişliğine değil, uzunluğuna bağlı olduğunu bulmuştur. İlk çalışan sarkaçlı saati 1656’da, Galileo’nun ölümünden 14 yıl sonra, Alman Astronom Christian Huygens yapmıştır.

Böylece, rakkasın bir salıntısı bir saniyede tamamlanan rakkaslı saatlerin yapımı gerçekleştirildi. 1728 yılında, İngiliz John Har-rison ilk kronometreyi yaptı.

Sarkacın bulunmasıyla ilk defa saatlere dakika ve saniye kolları eklenmiştir. 1670’lerin ortalarında Huygens’in balans yayını geliştirmesi, taşınabilir saatlerin gerçek bir cep saati hâline ge-tirilebilmesini sağlamıştır. Yay mekanizmasının bulunması, zamanın hem karada hem de denizde aynı doğrulukta ölçülebil-mesini sağlamıştır. Balans yayının geliştirilmesi ile gittikçe küçü-len saatler cepte ya da kolda taşınabilmeye başlanmış, ilk ucuz cep saatleri ABD’de üretilmiş, kol saatleri ise 1890’larda ortaya çıkmıştır. Başlangıçta sadece kadınların kullandığı kol saatleri I. Dünya Savaşı sırasında erkekler arasında da yaygınlaşmıştır.

Kaynak:1- http://arabulogren.com/index.php/5n1k/1327-saat-nedir-tuerleri-cesitleri-ilk-kim-buldu

2- http://safiyyenurefsan.blogcu.com/saat-nedir-kim-buldu/9319613- http://www.goktepeliler.com/forums/bir-saat-neden-t16229.html4- http://nedircevap.com/gunes-saati-nedir5- http://www.renklinot.com/soru-cevap-2/saatin-icadi-saati-kim-buldu.html 6- http://www.renklinot.com/soru-cevap-2/dunyanin-en-eski-saati-ne-zaman-yapilmistir.html7- Popular Science Türkiye Dergisi, Mayıs 2015, sayı: 37

FOTO: (4 British Museum compass (smaller), 26185_buyuk, 27925539, Al-Jazari_Automata_Elephant-Clock_1315, balat-ferruh-kethuda-camii-gunes-saati, breguettopkapi, e41b9c5533ac44c7b7abed0bb-057fccf, filli-su-saati, gunes_saati, IMG_8565_s, kum-saati )

Güneş saatinden kol saatine...Dr. Arif AKDENİZFMV Özel Işık LisesiTürkçe-Sosyal Bilimler Bölüm Başkanı

Page 43: FYZY Dergisi 31. Sayı

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

Yaz Okulu ilan 23.5 x 30 cmai.pdf 1 20.05.2015 15:32

Page 44: FYZY Dergisi 31. Sayı

Anaokulundan üniversiteye güçlü ve çağdaş eğitimFMV Işık Okulları 129 yıllık köklü geçmişi,

güçlü eğitimci kadrosu, çağdaş eğitim sistemiyle eğitimde öncülüğünü sürdürüyor.

www.fmv.edu.tr

Nişantaşı Kampüsü

Ayazağa Kampüsü

10

4-K

SY-S

Y-1

7-0

6/2

01

5

Erenköy - Güneş Kampüsü

Ispartakule / Bahçeşehir Kampüsü

Işık Üniversitesi Şile Kampüsü