FİNANS HUKUKU GÜNDEMİ DERGİSİ - Kanunum...arabuluculuk. Ticari uyuşmazlıklarda bu süreyi 6+2...
Transcript of FİNANS HUKUKU GÜNDEMİ DERGİSİ - Kanunum...arabuluculuk. Ticari uyuşmazlıklarda bu süreyi 6+2...
F İNANSHUKUKUGÜNDEM İ
M A Y I S 2 0 1 9 | S A Y I N O . 1
ARABULUCULUK VE KONKORDATO
TICARI UYUŞMAZLIKLARDA DAVA ŞARTI ARABULUCULUK
7155 SAYILI ABONELIK SÖZLEŞMESINDEN KAYNAKLANAN PARA ALACAKLARINAİLIŞKIN TAKIBIN BAŞLATILMASI USULÜ HAKKINDAKI KANUNA VE TICARIDAVALARDA ZORUNLU ARABULUCULUĞA İLIŞKIN KISA BIR DEĞERLENDIRME
TÜRK MEDENI KANUNU’NUN 939/III MADDESININ ALACAK REHNI BAKIMINDANUYGULANMASI
YENI KONKORDATO DÜZENLEMELERININ ÖZÜ VE ALACAKLILARIN TAKAS HAKKI
ÖZEL SEKTÖR BORÇLANMA ARAÇLARININ GERI ÖDENMESINDE YAŞANANPROBLEMLER
Sayı 1, Mayıs 2019
1 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
FİNANS HUKUKU GÜNDEMİ DERGİSİ
Amaç
Finansal piyasaları etkileyen regülasyonlar, içtihatlar ve gündemin, akademisyenler ve
araştırmacılar tarafından ekonomi, teknoloji ve hukuk alanlarında yapılan bilimsel nitelikli
çalışmaların yayınlanabileceği bir platform oluşturmayı amaçlamaktadır.
Kapsam
Ekonomi, Hukuk & Finans Araştırmaları kapsamında özgün ve bilimsel çalışmalar
yayımlanabilir.
YAYIN KURULU
YAYIN KURULU KOORDİNATÖRÜ
Av. Ece ILDIR
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Yayın Yönetmeni
Editör
Av. Ayça Aktolga
Av. Erkan Sarıtaş
Av. Pınar Başdan
Yayın Kurulu
Av. Erkan Tercan
Av. Kubilay Dağlı
Av. Yusuf Küçük
Av. Davut Gürses
Av. Emre Cotuksöken
Av. Selen Bingöl
Av. Hazal Algan
Sayı 1, Mayıs 2019
2 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Danışma Kurulu
Prof. Korkut Özkorkut
Prof. Dr. Saim Kılıç
Prof. Dr. M. Serkan Ergüne
Prof. Dr. Ali Kemal Yıldız
Prof. Dr. Mehmet Bahtiyar
Prof. Dr. Çağlar Manavgat
Prof. Dr. Hamide Zafer
Prof. Dr. Veliye Yanlı
Doç. Dr. Ercüment Özkaraca
Doç. Dr. Kerem Cem Şanlı
Doç. Dr. Ali Paslı
Doç. Dr. Argun Karamanlıoğlu
Dr. Başak Şit İmamoğlu
Dr. Selman Dursun
Dr. Esra Hamamcıoğlu
Buket Himmetoğlu
Ali Murat Dizdar
Süleyman Morbel
Mehmet Bingöl
Alpaslan Özen
Taliye Yeşilürdü
Zümrüt İmamoğlu
Şebnem Karaduman
Sayı 1, Mayıs 2019
3 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Hakemler Kurulu
Prof. Dr. Korkut Özkorkut
Prof. Dr. Saim Kılıç
Prof. Dr. Veliye Yanlı
Prof. Dr. M. Serkan Ergüne
Prof. Dr. Ali Kemal Yıldız
Prof. Dr. Mehmet Bahtiyar
Prof. Dr. Çağlar Manavgat
Prof. Dr. Hamide Zafer
Doç. Dr. Ali Paslı
Doç. Dr. Argun Karamanlıoğlu
Sayı 1, Mayıs 2019
4 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
YAYIN KURULUNDAN
Finansal hizmetler sektörü teknolojinin ve küresel hareketlenmenin etkisi ile muazzam bir
değişim sürecinden geçiyor. Bu değişim, hukuki zeminde de değişimi gerektiriyor. Yeni
uygulamalar, değişen tüketim alışkanlıkları, gelişen finansal sistemler, regülasyonun olmadığı
alanlara adım atmamıza neden oluyor. Yirmibirinci yüzyılın baş döndürücü dünyası ve hızına
hukuki düzenlemelerin yeterli olması mümkün olmadığından finans dünyasındaki değişim ve
gelişimi beraber takip edebilmek, çözümler üretebilmek, finansal piyasaları etkileyen
regülasyonlar, içtihatlar ve gündemin, akademisyenler ve araştırmacılar tarafından ekonomi,
teknoloji ve hukuk alanlarında yapılan bilimsel nitelikli çalışmalarla hepimize ışık tutmasını
amaçlayarak yola çıktık.
Yapay zeka (AI), makine öğrenimi, nesnelerin interneti (IoT) ve blockchain gibi gelişmekte
olan teknolojiler müşteri tercihlerinin de değişmesine neden oluyor. Finansal hizmetler alanında
müşteri beklentilerinin değişmesi ile bir yandan rekabet ortamını korumak, öte yandan
teknolojinin çevik ve devinimli dünyasında hızlıca aksiyon alabilmek, Bankalar, sigorta
şirketleri, varlık yönetim şirketleri ve diğer finansal kuruluşlar açısından etkin uyum
süreçlerinin oluşturulması, dönüşümün yakalanabilmesi oldukça zorlu bir yol.
Kısaca fintech olarak bilinen finansal teknolojiler konusunda çalışan startuplar dijital geleceğin
önemli bir parçası olsa da kurumsal yönetim şartlarının ve regülasyonların ağırlığı nedeniyle
finansal kuruluşlar ile birbirlerinin ivmelerine ayak uydurmaları sancılı süreçleri doğuruyor.
Bizler bu sancılı süreçlere ışık tutabilmek amacıyla çalışmaktayız.
Dijitalleşmenin finansal hizmetler piyasasına etkisi bir yana dursun, ticari anlaşmazlıklarda
zorunlu arabuluculuğun hukuki sisteme etkisi, konkordato, alacak rehni, özel sektör borçlanma
araçlarının geri ödenmesinde yaşanan problemler bu sayının konusunu oluşturuyor.
Bu sayıda yer veremediğimiz, 12 Nisan veya 22 Mayıs’a ertelenme teklifinin kabul edilmesi
nedeni ile ertelenen Brexit belirsizliği, bu belirsizliğin ekonomik faaliyetler ve yatırımlar
üzerindeki baskısını, ülkeler arasındaki ticaret savaşlarının, müzakerelerin, dijitalleşmenin
finansal piyasalardaki etkisini sonraki sayılarda değerlendireceğiz.
Dergimizin siz değerleri okurlar açısından faydalı olmasını umut ediyoruz.
Saygılarımızla,
Av. Ece ILDIR
Sayı 1, Mayıs 2019
5 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
İçindekiler Tablosu
Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Arabuluculuk
Hakan ÖZTATAR / Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Müdürü ................................................... 1
Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Arabuluculuk
Av.Dr.iur.Atakan Adem Selanik ................................................................................................ 2
7155 Sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin
Başlatılması Usulü Hakkındaki Kanuna ve Ticari Davalarda Zorunlu Arabuluculuğa İlişkin
Kısa Bir Değerlendirme ............................................................................................................. 3
Türk Medeni Kanunu’nun 939/III Maddesinin Alacak Rehni Bakımından Uygulanması
Av. Dr. Davut Gürses ................................................................................................................. 4
Yeni Konkordato Düzenlemelerinin Özü ve Alacaklıların Takas Hakkı
Av.Mehmet Öztürk-Av.Yusuf Küçük ........................................................................................ 5
Özel Sektör Borçlanma Araçlarının Geri Ödenmesinde Yaşanan Problemler
Av.Erkan TERCAN ................................................................................................................... 6
Sayı 1, Mayıs 2019
6 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
TİCARİ UYUŞMAZLIKLARDA DAVA ŞARTI ARABULUCULUK
Hakan ÖZTATAR
Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürü
Bilindiği gibi, alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri, uyuşmazlıkların mahkeme dışındaki
çözüm yollarıyla etkin, hızlı ve daha düşük maliyetle çözüme kavuşturulması amacıyla
düzenlenen ve esasen mahkemelerin alternatifi değil tamamlayıcısı niteliği taşıyan çözüm
yöntemleri olup yargı organlarına başvuru yoluyla çözüme nazaran, gerek psikolojik gerekse
sosyal ve ekonomik bakımından pek çok fayda sağlamaktadır. Bu faydalar arasında, çözümde
taraf iradesinin katkısı nedeniyle toplumsal barışın korunması, uyuşmazlığın etkin ve az
masrafla çözümü ile mahkemelerin iş yükünü azaltma sayılabilir.
Ticari uyuşmazlıklarda en önemli sorun belki de yargılama sürelerinin uzunluğudur. Yargılama
süreleri uzadıkça tüccar bir anlamda önünü göremez, yatırımlarını planlayamaz ve diğer
sorunlar da beraberinde büyüyerek gelir. Biz artık tüccarımızın, vatandaşımızın bu sıkıntıları
yaşamasını istemiyoruz, 2013 yılından bu yana artık klasik yargılama tek alternatif değil dedik
ve arabuluculuk sistemi hukuk dünyamıza girmiştir. En büyük önceliğimiz vatandaşlarımız ve
sistemi kullananların memnuniyetiydi ve bugün geldiğimiz noktada dava şartı arabuluculukta
%70, ihtiyari arabuluculukta ise %90 olan başarı oranları, bu sistemin genel olarak başarılı
olduğunu ve vatandaşlarımızın memnun kaldığını bize göstermiştir.
Tabi arabuluculukta attığımız adımlar hukuk sistemimiz adına reform niteliğindeydi. İhtiyari
olarak başlayan sistem iş uyuşmazlıklarında dava şartı arabuluculuk ile devam etti. Bugün ticari
ve diğer alanlarda da dava şartı arabuluculuk bir gereklilik haline gelmiştir. Bu bir arz talep
meselesi aslında, bize gelen geri bildirimler sonucunda bu talebi değerlendirdik ve 1 Ocak 2019
itibari ile artık ticari uyuşmazlıklarda da dava şartı arabuluculuk uygulanmaya başlanmıştır.
Uygulamanın yasal dayanağına baktığımızda, 19.12.2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren 7155 sayılı Abonelik
Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında
Kanunun 20 nci maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa (TTK) eklenen 5/A maddesiyle,
Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar
paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya
başvurulmuş olması dava şartı haline gelmiştir.
Uygulama çok yeni olmakla birlikte yaklaşık 1 yıldır iş uyuşmazlıklarında dava şartı
arabuluculuk sistemi uygulandığı için arabulucularımız ve vatandaşlarımız sistemi tanıma
fırsatı bulmuştur. Bu anlamda artık uygulamada karşılaşılan sorunlar minimum düzeye
indirilmiştir. Dava şartı arabuluculukta, arabuluculuk bürosu tarafından görevlendirilen
arabulucu, ticari uyuşmazlıklar kapsamında yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten
itibaren en fazla sekiz hafta içinde sonuçlandıracaktır.
Sayı 1, Mayıs 2019
7 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Peki neden bu sisteme ihtiyaç duyuldu, neden dava şartı arabuluculuğu teşvik etmeliyiz,
sistemin getirileri nelerdir biraz onlardan bahsedelim. Öncelikle vakit nakittir anlayışıyla
zamandan tasarruf sağlayan ve uyuşmazlıkları çok kısa sürelerde çözen bir sistemdir
arabuluculuk. Ticari uyuşmazlıklarda bu süreyi 6+2 hafta olarak belirledik. Yani bir ticari
uyuşmazlık arabuluculuk süreci ile en fazla 8 haftada sonuca ulaşmaktadır. İlk derece
mahkemelerinde ortalama yargılama süresi 531 gündür, İstinaf ve Yargıtay ile birlikte 1000
günü bulabilmektedir.
Arabuluculukta taraflarca imzalanan anlaşma belgesi ilam niteliğinde belgedir ve mahkeme
kararı niteliğindedir.
Ticari işletmeler adına en önemli konulardan birisi ticari sır kavramıdır. Arabuluculuktaki
gizlilik ilkesi gereği müzakerelerde görüşülen konular tamamen arabulucu ve taraflar arasında
kalmakta, mahkemede ya da bir başka alanda kullanılamamaktadır.
Bir başka önemli avantaj ise maliyetinin yargılamaya oranla çok düşük olmasıdır. Bilirkişi
ücreti, keşif ücreti ve diğer yargılama kalemleri arabuluculukta bulunmamaktadır. Bu nedenle
oldukça ekonomik bir sistemdir.
Arabuluculukta her zaman vurgulanan avantajlar içerisinde ticari anlamda en önemlisi sürece
tamamen tarafların hakim olması ve her iki tarafın da süreçten kazançlı çıkmasıdır.
Yargılamada husumetler bitmemektedir, oysa arabuluculukta ticari ilişkisi olan taraflar süreç
sonunda iki tarafın da onayladığı bir anlaşmaya imza atarlar, bu yüzden ilişkiler bozulmaz ve
ticari işletmeler adına bu en önemli kazanımdır.
Umuyorum ki iş uyuşmazlıklarında dava şartı arabuluculuk sistemi ile yakalanan ivme ticari
uyuşmazlıklarda da devam eder ve ihtiyaç duyulan diğer alanlara da yaygınlaştırılır. Çünkü
arabuluculuk demek sonuca kısa sürede, barışçıl yollarla ve ekonomik olarak ulaşmak demektir.
Arabuluculuk ne kadar yaygınlaşır ve kullanılırsa, inanıyorum ki kazanan vatandaşımız ve
ülkemiz olacaktır.
Sayı 1, Mayıs 2019
8 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
TİCARİ UYUŞMAZLIKLARDA DAVA ŞARTI ARABULUCUK
Av. Dr. iur. Atakan Adem Selanik
GİRİŞ
Arabuluculuk Türkiye’de yeni bir kavramdır. Türkiye’de son dönemlerde arabuluculuğun etkin
şekilde uygulanmasını sağlayacak yasama ortamı geliştirilmektedir.
Arabuluculuk, Türk Hukuk sistemine 22 Haziran 2012 tarihinde 6325 sayılı Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ve ek olarak 26 Ocak 2013
tarihinde Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği’nin yayımlanmasıyla
uygulanmaya başlamıştır1.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuğa İlişkin Rec
(2002) 10 Sayılı Tavsiye Kararı ve Avrupa Adaletin Etkinliği Komisyonu (CEPEJ) Aile ve
Hukuk Arabuluculuğuna İlişkin Tavsiye Kararı’nın Daha İyi Uygulanmasına Yönelik Kabul
Ettiği Rehber İlkeler CEPEJ (2007) 14 ‘den kaynak olarak yararlanılmıştır.
Avrupa Konseyi - CEPEJ uzmanları, CEPEJ İlkeleri’ne dayalı olarak, standartlaştırılmış ve
yeterli eğitim programlarının tasarlanmasına yardımcı olmak amacıyla çalışmalara destek
olmuşlardır2.
Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisi olan arabuluculuk, uluslararası literatürde
Mediation3 olarak ifade edilmiştir. Alternatif uyuşmazlık çözüm (AUÇ) yolları, ilk olarak
Anglosakson hukuk sistemini benimseyen ve uygulayan ülkelerde kullanılmaya başlanmıştır4.
Söz konusu yöntemlerin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tarihi gelişim süreci, 1960’lı yılların
başında başlamıştır. İngiltere’deki geçmişi ise daha yenidir ve özellikle son 30 yılda İngiltere’de
de önemli ilerleme kaydetmiştir5.
Geleneksel anlamda alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, tüm kültür ve uygarlıklarda
yüzyıllardır uygulanmaktadır; ancak, profesyonel anlamda, Anglosakson kökenli bir kurum
1 Ülkemizde Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nu hazırlayan Komisyonun üyelerinin önemli kısmı
aynı zamanda Hukuk Muhakemeleri Kanun Komisyonu üyeleridir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
hazırlanması sırasında çeşitli çalışmalar yapıldıysa da konunun önemi ve daha uzun süre tartışılıp
değerlendirilebilmesi için Adalet Bakanlığı tarafından ayrı bir Komisyon oluşturulmuştur. Kanun’un
hazırlanmasında arabuluculuğa ilişkin UNCITRAL (United Nations Commission on International Trade Law)
Model Kanunu ve Avrupa Birliği Direktifi dışında, Özel Hukukta Uyuşmazlık Çözümüne İlişkin Alternatif Usuller
Hakkında Yeşil Kitap ile Avusturya, Almanya, Macaristan, Bulgaristan ve Slovakya gibi ülkelerin Arabuluculuk
Kanun çalışmaları dikkate alınmıştır. 2 Temel Arabuluculuk Eğitim Kitabı, Eylül, 2007, s.7. 3 “Mediation” kavramı ingilizce “T”omediate: arabulmak” tan gelmektedir. 4 Modern arabuluculuk 1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan 1980’li yıllarda İngiltere ve
Avustralya’da ve 1990’lı yıllarda ise Avrupa ülkelerinde yayılmaya başlayan bir hareketi ifade etmektedir.
Arabuluculuğun Amerika Birleşik Devletleri’ne paralel şekilde geliştiği ülkeler arasında Avustralya, Kanada ve
Yeni Zelanda yer almaktadır. 5 Ildır, G.: Alternatif Uyuşmazlık Çözümü, Ankara 2003, s. 31.
Sayı 1, Mayıs 2019
9 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
olarak ortaya çıkmış ve özellikle küreselleşmenin de etkisiyle Kıta Avrupası6 ülkelerinde de
hızla işlerlik kazanmaya ve uygulama alanı bulmaya başlamıştır7.
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuru zorunluluğu, bu yollar sırf kişilerin hak
aramalarını imkânsız hâle getirmek amacıyla oluşturulmuş etkisiz ve sonuçsuz yöntemler
olmadığı sürece hak arama özgürlüğüne aykırı kabul edilemez.
Ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk süreci her ne kadar ihtiyari olarak Arabuluculuk mevzuatı
ile birlikte Türk Hukuku’nda uygulanabilir ise de 7155 Sayılı 06/12/2018 tarihli “Abonelik
Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü
Hakkında Kanun” ile dava şartı olarak zorunlu hale getirilmiştir. Ticari davalar açısından
kapsam anılan kanun ile Türk Ticaret Kanunu’na 5/A maddesine eklenmiştir.
Çalışmamız, hangi uyuşmazlıkların zorunlu arabuluculuk, yani dava şartı arabuluculuk
kapsamında olduğuna yöneliktir. Bu doğrultuda ilk kısımda hangi davaların dava şartı
arabuluculuk kapsamına girdiği anlatılmıştır. Diğer kısımlarda ise arabuluculuk kapsamına
girmesi konusunda tartışmalı hususlara yer verilmiştir. Son bölümde ise sürece ilişkin usuller
konu edilmiştir.
1. Dava Şartı Arabuluculuk Kapsamındaki Uyuşmazlıklar
GENEL OLARAK
Ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk süreci 7155 Sayılı, 06/12/2018 tarihli Abonelik
Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarina İlişkin Takibin Başlatılması Usulü
Hakkında Kanun ile Türk Ticaret Kanunu’na 5/A maddesinin eklenmesi ile başlamıştır.
Eklenen kanun hükmü ile ticari davalarda arabuluculuk dava şartı olarak kabul edilmiştir.
6102 sayılı TTK'nun 5/A maddesi aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
"(1) Bu kanunun 4’üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari
davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat
talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava
şartıdır. (2) Arabulucu, yapılan başvuruyu gönderildiği tarihten itibaren 6 hafta
içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hallerde arabulucu tarafından en fazla 2
hafta uzatılabilir."
6 1998 tarihli Viyana Eylem Planı ve 1999 yılında Tampere Avrupa Zirvesi çerçevesinde Avrupa Konseyi, üye
devletlere adalete erişimin iyileştirilmesi için mahkeme dışı uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin geliştirilmesine
yönelik çağrıda bulunmuş ve Avrupa Komisyonu’nu bir yeşil kitap hazırlamaya davet etmiştir. Avrupa Komisyonu
tarafından 19 Nisan 2002’de Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemlerine ilişkin olarak bir yeşil kitap
hazırlanmıştır. Yeşil Kitap dışında 1998 yılında Aile Arabuluculuğu Hakkında Tavsiye Kararı, 1999 yılında Ceza
Arabuluculuğu Hakkındaki Tavsiye Kararı, 2001 yılında İdare Hukukunda Alternatif Uyuşmazlık Çözümü ile
ilgili Tavsiye Kararı, 2002 yılında Özel Hukuk Uyuşmazlıklarında Tavsiye Kararı ve 2004 yılında arabuluculuğun
daha fazla kullanılmasını özendirmek, arabuluculuğa başvuran tarafların yasal bir temele dayanmasını sağlamak
ve özellikle hukuk usulünün önemli yönlerini düzenleyen yasal bir çerçeve sağlamak amacıyla Hukuk ve Ticari
Uyuşmazlıklarda Arabuluculuğun Belirli Yönlerine İlişkin Direktif Önerisi hazırlanmıştır. Avrupa Birliği
2008/52/EC sayılı “Hukukî ve Ticarî Uyuşmazlıklarda Arabuluculuğun Belirli Yönlerine İlişkin 21 Mayıs 2008
Tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Direktifi” 21 Mayıs 2008 tarihinde kabul edilmiştir.
7 Tanrıver, S.: Hukuk Uyuşmazlıkları Bağlamında Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları ve Özellikle
Arabuluculuk, Makalelerim (2006), Ankara 2007, s. 1.
Sayı 1, Mayıs 2019
10 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Bu değişiklik 19.12.2018 tarih 30630 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır.
TTK m.5/A hükmüne göre, ticari davalardan, konusu; paranın ödenmesi olan alacak ve
tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava
şartıdır. Düzenlemeye ayrıca istisna hükmü getirilmiştir. Tahkim veya başka bir alternatif
uyuşmazlık yolu zorunlu ise veya taraflar arasında tahkim sözleşmesi mevcut ise zorunlu
arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanmayacaktır8.
Ticari davalar, TTK m.4 ile düzenlenmiştir. Buna göre;
“1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları
ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;
a) Bu Kanunda,
b) Türk Medeni Kanunu’nun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar
hakkındaki 962 ila 969 uncu maddelerinde,
c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun malvarlığının veya
işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi
hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine
dair 487 ila 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ila 519,
komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ila 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve
diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ila 554, havale hakkındaki
555 ila 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ila 580 inci maddelerinde,
d) Fikri mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,
e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere
ilişkin özel hükümlerde,
f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para
verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk
davaları ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak,
herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat
eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.”
Ticari uyuşmazlıklarda dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler, bu hükümlerin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile
Yargıtay’da görülmekte olan davalar hakkında uygulanmayacaktır (7155 sayılı Kanun’un 21.
maddesi ile 6102 sayılı TTK’ya eklenen geçici 12. madde).
1.1.Mutlak Ticari Davalar
1.1.1. TTK m.4 (a) ve (f) fıkrasında yer alan düzenleme kapsamında
Tarafların sıfatına, ticari işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ticari dava sayılır.
TTK m.4 (1) uyarınca TTK’da öngörülen bütün hususlardan doğan davalar ticari dava sayılır.
8 HUAK m.18/A-18: “Özel Kanunlarda tahkim veya başka bir alternatif uyuşmazlık çözüm yoluna başvurma
zorunluluğunun olduğu veya tahkim sözleşmesinin bulunduğu hallerde, dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin
hükümler uygulanmaz”.
Sayı 1, Mayıs 2019
11 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Bu kapsamda bir memurun düzenlediği bono (TTK m.776), şirket çalışanın haksız rekabet
oluşturan eylemi (TTK m.55), şirket yönetim kurulu üyesine karşı açılacak tazminat davası
(TTK m.553), sigorta şirketinin açacağı rücuan tazminat davası (TTK m.1472) ticari davadır.
Cari hesap sözleşmesinin uygulanmasından kaynaklanan hukuk davaları (TTK m.89-101).
Ticaret şirketlerine ilişkin uyuşmazlıklardan kaynaklanan hukuk davaları (TTK m.124 vd.).
Kambiyo senetlerinden kaynaklanan hukuk davaları (TTK m.670 vd.). Taşıma işlerinden
kaynaklanan hukuk davaları (TTK m.850 vd.). Deniz ticaret hukukundan kaynaklanan hukuk
davaları (TTK m.931 vd.) Sigorta hukukundan kaynaklanan hukuk davaları (TTK m.1401 vd.).
1.1.2. TTK m.4 (1-c) fıkrasında yer alan düzenleme kapsamında
TBK’nunda malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil
değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203. maddelerden kaynaklanan davalardır. Ticaret şirketlerinin
birleşmesi ise TTK m. 136 vd. hükmüne tabi ve ticari dava sayılması 4(1-a) hükmüne dayanır.
TTK m.4 (1-c) uyarınca TBK’nunda rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447. maddelerinden doğan
davalar, hizmet sözleşmesi sona erdikten sonra işçinin belirli süre rekabet etmeme yasağına
aykırılıktan doğan davalar mutlak ticari dava sayılır. İşyeri esnaf işletmesi de olsa rekabet
yasağı aynı hükümlere tabidir. TBK m.448’de düzenlenen pazarlamacılık hizmet sözleşmesinin
alt kolu olduğundan rekabet etmeme bakımından mutlak ticari sayılır.
TBK m.487 vd.’ında düzenlenen bir eseri çoğaltarak yayımlamayı yükümlenen yayım (neşir)
sözleşmesinden doğan davalar mutlak ticari dava sayılır. Buna karşılık yayım sözleşmesi
olmadan bir kitabın lisans sözleşmesinden doğan örneğin lisans ücretinin ödenmemesi davası
ancak bir tarafın ticari işletmesi ile ilgili ise ticari dava sayılır (TTK m.4(1 –c/2).
TBK komisyon sözleşmesine ilişkin m.532 ila 545 hükümlerinden doğan davalar, menkul eşya
ve kıymetli evrak alım satım komisyonculuğuna aracılık etmekten kaynaklanan davalar TTK
m.4 (1-c) hükmüne göre ticari dava sayılır. Buna karşılık TTK m.917 vd’da düzenlenen taşıma
işleri komisyonculuğu TTK m.4(1-a) hükmü gereği zaten mutlak ticari davadır.
TBK’nunda ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş
bulunan 547 ila 554 hükümlerinde görülen davalar ticari davadır. TTK m.102 ve devamında
düzenlenen acentelikten kaynaklanan davalar, TTK m.4(1-a) hükmü gereği mutlak ticari
davadır. Tacir yardımcılarından olan m.448 ve devamında düzenlenen pazarlamacılık
ilişkisinden kaynaklanan davalar mutlak ticari dava değildir.
1.1.3. TTK m.4 (1-d) fıkrasında yer alan düzenleme kapsamında
Fikri Mülkiyet Hukuku mevzuatından kaynaklanan davalar ticari davadı aslında burada
kastedilen 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunundan kaynaklanan davalardır. Buna; marka,
tasarım, coğrafi işaret, geleneksel ürün adı, patent, faydalı model girer. Bu davaların
FSHHM’de görülmeleri ticari dava sayılmalarına engel değildir. 5846 sayılı FSEK’te
düzenlenen fikir ve sanat eserlerinden kaynaklı davalar (TTK m.4 -1 –c/2 ) uyarınca ancak bir
tarafın ticari işletmesi ile ilgili ise ticari davadır.
Sayı 1, Mayıs 2019
12 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
1.1.4. TTK m.4 (1-e) fıkrasında yer alan düzenleme kapsamında
Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel
hükümlerde düzenlenen davalar mutlak ticari dava sayılır. Umumi mağaza işletmecisi, fuar
işletmecisi, antrepo işletmecisi, menkul kıymet ve ticaret borsa işini düzenleyen hükümlere
karşı açılan davalar, mutlak ticari davadır.
1.1.5. TTK m.4 (1-f) fıkrasında yer alan düzenleme kapsamında
Bankalar ve finansal kurumlara ilişkin davalar TTK m.4(1-f) hükmü gereği mutlak ticari dava
sayılır. Buna göre 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan mevduat ve kredi
işlemlerinden doğan davalar böyledir. Aynı şekilde 6361 sayılı Kanuna tabi faktoring ve finans
şirketleri (örneğin Orfin finans) ile ilgili davalar da ticari dava niteliğindedir. Ancak, bu
hususlar müşterinin tüketici olduğu ve dolayısıyla tüketici işlemi sayıldığında tüketici
mahkemesinde dava açmak gerekir. Bu husus ileride tartışılacaktır.
1.1.6. Özel Kanunları Gereği Mutlak Ticari Dava Sayılan Davalar
TTK dışında bazı özel kanunlar da ticari davaları öngörmektedir. Kooperatifler Kanunundan
doğan uyuşmazlıklar mutlak ticari dava sayılır (m.99). İflas davaları mutlak ticari davadır.
İİK’nun 154 vd. maddelerindeki takipli iflasta, itirazın kaldırılması davası, dava şartı
arabuluculuğa tabidir. Ancak doğrudan doğruya iflas talepleri dava şartı arabuluculuk
kapsamına girmez. 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan
Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunu” m. 10 uyarınca, Hal Hakem
Heyeti Kararlarına Karşı açılacak itiraz davaları mutlaka ticaret mahkemesinde açılmalıdır.
95.769,59 TL’dan daha aşağı uyuşmazlıklarda hal hakem heyetine başvuru zorunludur.
1.2. Nispi Ticari Davalar
1.2.1. Ticari İşletme ile İlgili Nispi Davalar
Bir ticari işletmeyi ilgilendirmelidir. Ticari işletme uyuşmazlığın taraflarından birine ait
olmalıdır. Havale (TBK m.555-560), saklama sözleşmesi (TBK m.561-580), fikir ve sanat
eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar.
1.2.2. Her İki Tarafın Ticari İşletmesi ile ilgili Hususlardan Doğan Nispi Ticari Davalar
(TTK m.4/1)
Davanın her iki tarafının da tacir olması gerekir. Dava konusu ihtilâfın her iki tarafın da ticari
işletmesiyle ilgili bulunması gerekir. Borcun sözleşmeden ya da haksız fiilden doğması sonuca
etkili değildir. Bu konunun daha ayrıntılı anlaşılabilmesi açısından tacir ve ticari işletme
kavramlarına yer vermek gerekecektir.
a) TTK 4/1. Maddesine Göre Tacir ve Ticari İşletme
TTK m. 11/1 uyarınca ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir
sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. TTK
m.12/1 gerçek taciri, bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişi olarak tanımlar.
Tüzel kişi tacir ise TTK m.16/1 uyarınca; ticaret şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir
işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine
göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile
diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar olarak tanımlanmıştır.
Sayı 1, Mayıs 2019
13 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
b) TTK’na göre Ticaret Şirketleri
Ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerden ibarettir. (TTK
m.124/1). Bu düzenleme ve madde gerekçesinde açıklandığı üzere kooperatifler ticaret şirketi
olup tüzel kişi tacir olmakla kooperatiflerin ticari davanın tarafı olarak kabulü gerekir. Ancak
bu konuda Yargıtay hukuk dairelerinin bir kısmı kooperatifleri tacir olarak kabul etmemektedir.
c) TTK’na Göre Esnaf
TTK m.15 uyarınca esnaf ister gezici olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde
sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri
11 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve
sanat veya ticaretle uğraşan kişidir. TTK’da esnaf işletmesi tanımlanmamıştır. Esnaf işletmesi
de bir iktisadi işletme olup, gelir elde etme amacı, bağımsızlık ve devamlılık vardır.
d) TTK’nun 11/2.Maddesine Göre Bakanlar Kurulunca Çıkarılacak Kararname
TTK’nun 11/2. maddesine göre çıkarılacak kararname Bakanlar Kurulunca henüz
çıkarılmamıştır. 6103 sayılı TTK’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 10.
maddesine göre Türk Ticaret Kanunu’nun 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen
Bakanlar Kurulu kararı çıkarılıncaya kadar yürürlükte bulunan düzenlemeler uygulanır. Bu
durumda tacir-esnaf sınırının RG’nin 21.7.2007 tarih ve 26589 sayısında yayınlanan
2007/12362 sayılı kararına göre belirlemek gerekir.
e) 2007/12362 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
İki ayrı kriter dikkate alınarak karar hazırlanmıştır. Hem Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayici
Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenecek esnaf ve küçük sanatkâr kollarından birinde
faaliyette bulunmak hem de vergilendirme esasları dikkate alınmıştır. Vergiden muaf olan veya
basit usülde vergilendirilen kişi esnaftır. İşletme hesabına göre defter tutan kişi ise VUK’nun
177/1fık. (1) ve (3) numaralı bentlerinde yer alan nakdi limitlerin yarısını, (2) numaralı bentte
yazılı nakdi limitin tamamını aşmaması koşulu ile esnaf sayılır.
Tarafların her ikisinin de tacir olduğu ve uyuşmazlığın tarafların ticari işletmesiyle ilgili davalar
nisbi ticari dava sayılır. "Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir
sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir." (TTK
md.11/1) "Tacir, bir ticari işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işleten kişiye denir." (TTK
md.12/1) Bir davanın nispi ticari dava sayılabilmesi için her iki tarafın da tacir olması ve
uyuşmazlığın ticari işletmeleriyle ilgili hususlardan doğmuş bulunması gerekmektedir.
TTK’nun 4/1. maddesindeki ticari dava ile aynı Kanunun 19. maddesindeki ticari iş karinesi
birbirinden ayrıdır.
2. Dava Şartı Arabuluculuk Kapsamına Girmeyen Tartışmalı Konular
2.1.İtirazın Kaldırılması Davası
İlamsız icra takibine itiraz edilen alacaklı, itirazın hükümden düşürülüp takibe devam
edilebilmesi için iki yola başvurabilir. Bunlardan birincisi İİK'nun 68. maddesi uyarınca İcra
Hukuk Mahkemesi'nden itirazın kaldırılmasını talep etmek, diğeri ise aynı Kanunun 67.
Sayı 1, Mayıs 2019
14 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
maddesi uyarınca genel mahkemede itirazın iptali davası açmaktır. İtirazın kaldırılması talepleri
dava olmayıp, takip hukuku bakımından alacaklıya bahşedilen hukuki bir yoldur.
TTK m.5/A ticari davalardan bahsettiğine göre, dava niteliği bulunmayan itirazın kaldırılması
taleplerinin dava şartı arabuluculuk kapsamında kalmadığını söylemek gerekir.
2.2.Ticari Nitelikteki Çekişmesiz Yargı İşleri
TTK m. 4. uyarınca mutlak ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri, m. 5/A hükmünde sadece
davalardan söz edilmiş olduğundan dava şartı arabuluculuk kapsamına girmez. Bu çerçevede,
doğrudan doğruya iflas, konkordato mühleti verilmesi ve komiserin atanması, konkordatonun
tasdiki gibi çekişmesiz yargı işleri sayılabilir
2.3.İhtiyati Tedbir İhtiyati Haciz ve İcra Takipleri
TTK m.5/A’da dava denildiği için icra takibi, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir talepleri dava şartı
arabuluculuk kapsamına girmez. Ancak, ticari dava niteliğinde bir dava açılacaksa; ihtiyati
tedbirden sonra HMK m.397 uyarınca iki hafta içinde, ihtiyati hacizden sonra İİK m.264/I
uyarınca yedi gün içinde arabuluculuğa başvurulmalı. Her iki halde de süresinde arabuluculuğa
başvurulduğunda dava açma süreleri işlemez.
2.4.İtirazın İptali Davası
İİK'nun 67. maddesi uyarınca genel mahkemede açılacak itirazın iptali davası sonunda
verilecek hüküm maddi anlamda kesin hüküm oluşturur. Bu nedenle itirazın iptali niteliği
itibariyle dava olduğundan ticari dava niteliğinde bulunması halinde dava şartı arabuluculuk
kapsamında olduğu tartışmasızdır.
2.5.Menfi Tespit Davaları
Menfi tespit davalarının temelinde de bir miktar paranın ödenmesi talebi yatmaktadır. Davanın
konusunu yine bir miktar paranın ödenmesi hususu oluşturmakta ancak paranın ödenmesi talebi
diğer davalardan farklı olarak burada davacı tarafından değil davalı tarafından ileri
sürülmektedir. Bu nedenle kanaatimizce ticari nitelikteki menfi tespit davalarının da dava şartı
arabuluculuk kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
2.6.Tüketici Davaları
Bir tarafın "ticari veya mesleki olmayan amaçlarla” yapmış olduğu sözleşmeler tüketici
işlemi/sözleşmesi sayılır. Tüketici işlemlerinden kaynaklanan davalar tüketici mahkemesinde
görülür. TKHK m.68(1) 8.480-TL’nin altında bulunan tüketici uyuşmazlıklarında tüketici
hakem heyetlerine başvurulması zorunludur. Bu bedelin altındaki uyuşmazlıklarda HUAK
m.18/A hükmü gereği hakeme başvurulması zorunlu olan hallerde arabuluculuğa ilişkin
hükümler uygulanamayacağından dava şartı arabuluculuk söz konusu olmaz. 8.480.-TL
üstündeki tüketici uyuşmazlıkları TTK m.4 veya özel kanunlara göre ticari dava sayılıyorsa
amaçsal yorumla dava şartı arabuluculuğa tabi olduğunu düşünüyorum.
Zira böyle bir halde uyuşmazlık tüketici mahkemesinde görülse bile önce TKHK hükümleri
ardından TTK hükümleri uygulanacaktır. Örnek; Banka kredi kartı veya tüketici kredisi
davaları.
Sayı 1, Mayıs 2019
15 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
2.7.Sigorta Davaları
Tüketici sözleşmesinden kaynaklanmayan sigorta uyuşmazlıkları TTK m.4(1) hükmü gereği
mutlak ticari dava sayılır. Bunlar ile tüketici hakem heyeti sınırının üzerindeki tüketici
mahkemesinde görülmesi gereken sigorta davaları dava şartı arabuluculuğa tabidir.
Sigortacılık Kanunun 30. maddesine göre sadece ihtiyari sigorta tahkimine başvurmak için
sigortacıya başvurma zorunluluğu vardır. Ancak Karayolları Trafik Kanunu m.97 hükmüne
göre, zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasına dayalı olarak dava yoluna gitmeden
önce sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Özellikle zorunlu mali
sorumluluk sigortasına dayalı taleplerde uygun olan, sigortacıya başvurmadan dava şartı
arabuluculuğa başvurmaktır. Ayrıca sigortacıya başvuru süreci devam ediyorken hatta
sigortacıdan olumsuz cevap geldikten sonra da dava şartı arabuluculuğa başvuru yapılabilir.
Sigorta davaları açısından zorunlu sigortalarda, sigorta şirketleri zarar veren ile mağdur
arasında yapılacak anlaşmada doğrudan yapılan anlaşmanın muhatabı durumundadır. Bu
sebeple, hükümden doğrudan etkilenecek sigorta şirketlerinin de arabuluculuk görüşmelerinde
bulunmaları zorunlu hale getirilmelidir. Bu hususta İş Mahkemeleri Kanunu ile getirilen dava
şartı arabuluculuk m.3/15 “Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı hâlinde işe iade talebiyle
arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için işverenlerin arabuluculuk
görüşmelerine birlikte katılmaları ve iradelerinin birbirine uygun olması aranır.” hükmü
benzeri bir hükümle sorun çözülmelidir. Aksi halde suiistimaller yaşanabilecektir.
2.8.Karşılık Dava
Açılacak karşılık dava zorunlu arabuluculuğa tabi ise esasa cevap süresi (iki hafta/bir ay) içinde
önce zorunlu arabuluculuğa başvurulmalıdır. Arabuluculuk sürecinde karşılık dava açma süresi
durur. Örneğin dava dilekçesi geldikten 5 gün sonra başvuru yapılmışsa arabuluculuğun nihai
tutanağından sonra 10 gün içinde karşılık dava açılabilir. Cevap süresinin son günü
arabuluculuğa başvurulmuşsa sürecin sona ermesinden itibaren karşılık dava açmak için bir
günlük süre vardır. Ayrıca asıl dava için yapılan arabuluculuk görüşmesi sırasında, karşılık dava
konusu da arabuluculuk müzakere konusu yapılarak bu şartı yerine getirmek de mümkündür.
2.9.Terditli Dava
Terditli davada dava şartı arabuluculuğa tabi olup olmadığı ilk talebe göre belirlenir. Örnek
tapu iptali olmazsa tazminat. HMK m.111(2) uyarınca, hakim zorunlu arabuluculuğa tabi
olmayan esas talebi reddettikten sonra feri talebe geçecektir. Feri talep dava şartı arabuluculuğa
tabi ise arabulucuya başvurması için davacıya HMK m.115 hükmüne göre bir haftalık süre
vermelidir. Uygulama kesinleşinceye kadar tedbiren arabuluculuğa başvurmakta yarar vardır.
2.10. Şirketin Feshi Davaları
Şirketin feshi davalarında anonim şirketlerde TTK m.531, limited şirketler bakımından TTK
m.636 (3) hükümlerine göre mahkeme fesih yerine uygun çözüm olarak ortağın şirketten
çıkarılmasına ve payının gerçek değerinin ödenmesine karar verebilmektedirler. Söz konusu
fesih davaları, davacı tarafından ikincil talep olarak çıkarılma ve pay bedelinin ödenmesi
istenilse bile terditli dava değildirler. Bu nedenle şirketin feshi davalarında dava şartı
arabuluculuğa başvurmaya gerek yoktur.
Sayı 1, Mayıs 2019
16 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
2.11. Tahkim
HUAK m.18/A(18)“Özel kanunlarda tahkim veya başka bir alternatif
uyuşmazlık çözüm yoluna başvurma zorunluluğunun olduğu veya tahkim
sözleşmesinin bulunduğu hâllerde, dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin
hükümler uygulanmaz.”
Taraflar arasında tahkim sözleşmesinin olup olmadığını veya geçersiz olduğunu arabulucu
denetleyemez. Tahkim sözleşmesi geçersiz ise HUAK hükümleri uygulanmayacağından dava
şartı arabuluculuğa başvurmadan dava açılabilir.
3. Dava Şartı Arabuluculuğun Mahkemece Değerlendirilmesi; (Arabuluculuğa
Başvurulmuşsa)
HUAK m. 18/A (2) hükmüne göre dava şartı arabuluculuğa tabi bir dava açılırken
arabuluculukta anlaşma sağlanamadığına ilişkin son tutanağın dava dilekçesine eklenmesi
zorunludur. Aksi halde mahkeme bir hafta kesin süre verecektir. Kesin süreye rağmen son
tutanağın aslı veya arabulucu tarafından onaylanmış örneğinin ibraz edilmemesi halinde başka
bir işlem yapılmaksızın ve dava dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmeksizin dava şartı
yokluğundan dava usulden reddedilir.
Dava şartı arabuluculuğa başvurulup başvurulmadığına dava tarihi itibariyle bakılır.
Sonradan davanın tamamen ıslah edilerek yada davanın kanun hükmünden yararlanarak
alacak/tazminata dönüştürülmesi halinde dava şartı arabuluculuğa başvurulmuş olması gerekli
değildir.
4. Ticari Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk Süreci
4.1. Arabulucunun Seçilmesi ve Görevlendirilmesi
Tarafların seçecekleri bir arabulucu konusunda anlaşması taraflar ve/veya vekilleri, aralarında
anlaşarak birlikte, arabuluculuk siciline kayıtlı belirli bir arabulucuya (veya arabuluculuk
merkezine) başvurabilir. Taraflardan biri ve/veya vekili, uyuşmazlığın konusuna göre yetkili
mahkemenin bulunduğu yer arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde
ise adliyede o iş için görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne başvuru yapabilir.
4.2. İlk Toplantıya (Oturuma) Davet
Arabulucu, kendisine arabuluculuk merkezi tarafından verilen iletişim bilgileri ile taraflara
ulaşır. İletişim bilgileri yetersiz ise araştırma yapabilir. Taraflara her türlü iletişim yoluyla
ulaşabilir. Bildirimi de aynı şekilde yapabilecektir. Ancak arabulucu davet sırasında yaptığı
işlemleri kayıt altına almalıdır. Aksi halde toplantıya katılmama halinde süreci sonlandırmakta
problem yaşayabilecektir. Taraflar aralarında anlaşır ise toplantı yeri taraflarca belirlenir. Aksi
halde arabulucu toplantı yerini belirlemeye yetkilidir.
4.3. İlk Toplantıya Katılım ve Katılımın Önemi
Zorunlu arabuluculuk sürecinde ilk toplantıya mazeretsiz katılım yapılmaması halinde çeşitli
yaptırımlar öngörülmüştür. (HUAK md. 18/A-15). Buna göre; toplantıya mazeretsiz
katılmayan taraf uyuşmazlığın davaya dönüşmesi halinde, dava neticesinde hükmolunacak
yargılama giderinin tamamından sorumludur. Ayrıca vekil ile temsil edilmesi halinde vekili
Sayı 1, Mayıs 2019
17 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
lehine vekalet ücretine hükmolunmaz. Her iki tarafın katılmaması halinde ise yargılama
giderleri tarafların üzerinde bırakılır.
4.4. Görüşmelerin Yürütülmesi
Arabulucu, taraflara sicilini belirterek kendisini tanıtır. Tarafların tanışmalarını sağlar, süreci
anlatan açılış konuşmasını yaparak taraflara da uyuşmazlığı anlatmaları için açılış konuşması
yapmak üzere eşit süre verir. Müzakerelere özel ve birlikte yapılacak görüşmeler ile devam
edilir. Müzakereler sırasında taraflara eşit davranmalı ve eşit süreler vermeye dikkat etmeli,
anlaşmanın ihtiyari olduğunu belirtmelidir. Taraflar arasında eşitsiz bir durum olup olmadığını
gözlemlemelidir. Gerekli görülmesi halinde uzman görevlendirilmesi tavsiye edilir. Ancak
arabulucu kendiliğinden uzman görevlendiremez, tanık dinleyemez, hukuki tavsiye veremez.
Tarafların çözüm üretememeleri halinde çözüm önerisinde bulunabilir.
4.5. Arabuluculuk Faaliyetinin Sonlandırılması
Arabulucu; taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması, tarafların
anlaşması, tarafların anlaşamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son
tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.
Taraflara ulaşamama veya tarafların katılmaması hallerinde arabulucunun dikkatli davranması
gerekir. Arabulucu taraflardan birisinin veya her ikisinin gelmemesi sebebi ile tutanağı
sonlandıracak ise, ulaşmaya çalışma yol ve yöntemlerini son tutanakta belirtmelidir. Bu hususta
uyuşmazlık halinde arabulucunun elindeki kayıtların açıklayıcı olması gerekecektir.
Dava şartı arabuluculukta mükerrer kayıt, sehven yanlış kayıt açılması veya uyuşmazlık
konusunun arabuluculuğa elverişli olmaması hali de sonlandırma sebebidir. Bu durumda
arabulucu dosyayı iade edecek ve devlet tarafından ödenecek ücret için talepte
bulunamayacaktır.
4.6. Son Tutanağın Düzenlenmesi
Son tutanak; arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların anlaştıkları, anlaşamadıkları veya
arabuluculuk faaliyetinin nasıl sonuçlandığı hakkındaki belgedir. Arabulucu tarafından
düzenlenecek bu belge, arabulucu, taraflar, kanuni temsilcileri veya avukatlarınca imzalanır.
Belge; taraflar, kanuni temsilcileri veya avukatlarınca imzalanmazsa, sebebi belirtilmek
suretiyle sadece arabulucu tarafından imzalanır. Son tutanak, arabulucu tarafından hazırlanması
ve imzalanması zorunlu belgedir. Son tutanağın aslı veya onaylı nüshasının arabulucu
tarafından taraflara verilmesi zorunludur. Anlaşmama halinde dava açılacak mahkemeye
arabulucu tarafından onaylanmış örnek veya tutanak aslının sunulması zorunludur.
Son tutanak düzenlendikten sonra arabulucunun dosyayı kapatması gerekmektedir. Anlaşma
olmayan hallerde, dosyanın arabulucu tarafından UYAP’ ta kapatılmaması durumunda dava
açılması mümkün olamamaktadır. Bu nedenle böyle bir durum varsa dosyanın kapatılmasının
arabulucuya hatırlatılması gerekir. Uyuşmazlık konusu hususlar ile üzerinde anlaşılan veya
anlaşılamayan hususların açıkça yazılması yerinde olacaktır. Anlaşılan hususlarda dava
açılamayacaktır. Arabulucunun bu yönde tarafları uyarması, aydınlatması ve son tutanağa
uygun şekilde yazılması yönünde yükümlülüğü bulunmaktadır. Mevzuat, son tutanak
düzenleme yükümlülüğünü arabulucuya vermiştir.
Sayı 1, Mayıs 2019
18 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
4.7. Anlaşma Varsa Anlaşma Belgesinin Düzenlemesi
Anlaşma belgesi, ilam niteliğinde sayılacak olan belgedir. Anlaşmanın detayları yer alır.
Taraflar bu belgeye icra edilebilir şerhi alarak, anlaşmada yer alan hususların yerine
getirilmesini sağlamak için doğrudan ilamlı icraya başvurabilecektir. Taraf vekillerinin de
birlikte imzalaması halinde “icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın” ilam niteliğinde belge sayılır
(6325 sayılı HUAK md. 18/4).
Kural olarak belge taraflarca hazırlanır. Ancak belgenin içeriğinin anlaşmayı yansıtıp
yansıtmadığının kontrolü arabulucuda olacaktır. Arabulucu, ayrıca belgenin ilam niteliğinde
olduğunu göz önüne alarak, açık, anlaşılır ve kesin ifadeler içermesini sağlayacaktır. İfadelerde
karmaşıklık, karalama, taraf isimlerinde anlamsız kısaltmalar olmamalıdır. Tarafların ticaret
unvanları açık, anlaşılır yazılmalıdır.
İcra edilebilirlik şerhi arabulucunun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesinden talep edilir.
Mahkeme dosya üzerinde; uyuşmazlık konusunun arabuluculuğa elverişli olup olmadığı ve icra
edilebilir nitelikte olup olmadığı yönünde inceleme yapar. Esasa ilişkin bir değerlendirme
yapması mümkün değildir. Davası devam eden bir uyuşmazlıkta ise uyuşmazlığa bakmakla
görevli olan mahkemeden talep edilecektir. Şerhin verilmesi dosya üzerinden yapılacak
inceleme ile olacak ve sadece icra edilebilirlik yönünden uygun olup olmadığına bakılacaktır.
5. Genel Olarak Dava Şartı Arabuluculuk İle İlgili Karşılaşılan Sorunlar
5.1. Arabuluculuk sürecinde zamanaşımı ve hak düşürücü süreler:
Dava şartı arabuluculuk sürecinde arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın
düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez (6325
sayılı HUAK md. 18/A-15). Bu husus ihtiyari arabuluculuktan farklıdır. İhtiyari arabuluculukta
süreler başlangıç tutanağının düzenlenmesi ile durmaktadır.
5.2. İcra takipleri, çekişmesiz yargı işleri, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinde
arabulucuya başvuru zorunluluğu:
İcra takipleri, çekişmesiz yargı işleri, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinde arabulucuya
başvuru zorunlu değildir.
5.3. Davaların yığılması ve terditli dava gibi birden fazla talebin olduğu durumlarda dava
şartı arabuluculuk:
Talebin birden fazla olduğu ve bu taleplerden; bazılarının bir miktar paranın ödenmesi olan
alacak ve tazminat talebine ilişkin olduğu, bazılarının ise böyle olmadığı durumlarda da
öncelikle arabulucuya başvurulması doğru olandır.
HUAK’ın 18/A-2’de; bu hususa uyulmamasını dava şartı yokluğundan usulden red sebebi
saymıştır. Mahkeme terditli talepte herhangi bir inceleme yapmadan eğer başvuru yok ise
davayı reddedeceğinden, taleplerden birisinin eda içermesi, zorunlu başvuru sebebidir.
5.4. Yetki
Ticari uyuşmazlıklarda yetkili arabuluculuk bürosu, uyuşmazlığın konusuna göre yetkili
mahkemenin bulunduğu yer arabuluculuk bürosudur. Arabuluculuk bürosu kurulmayan
yerlerde ise bu yetki görevlendirilen yazı işleri müdürlüğündedir.
Sayı 1, Mayıs 2019
19 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Yetki itirazını taraflar en geç ilk oturumda yapmalıdır. Arabulucu itiraz olsun veya olmasın
kendiliğinden yetki konusunda karar veremez. Yetki itirazı halinde arabulucu, dosyayı derhâl
ilgili sulh hukuk mahkemesine gönderilmek üzere büroya teslim eder.
Mahkeme, ivedilikle dosya üzerinden kesin nitelikte karar vererek dosyayı büroya iade eder.
Mahkeme kararı büro tarafından taraflara tebliğ edilir. Yetki itirazının reddi durumunda aynı
arabulucu yeniden görevlendirilir. Yetki itirazının kabulü durumunda ise kararın tebliğinden
itibaren bir hafta içinde yetkili büroya başvurulabilir. Bu takdirde yetkisiz büroya başvurma
tarihi yetkili büroya başvurma tarihi olarak kabul edilir.
5.5. Tarafların Temsili
Arabuluculuk müzakerelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla
katılabilirler. Bu hususta sadece iş uyuşmazlıklarında özel düzenleme yapılmıştır.
Düzenlemeye9 göre “işverenin yazılı belgeyle yetkilendirdiği çalışanı” da arabuluculuk
görüşmelerinde temsilci olabilmektedir.
Ticari uyuşmazlıklarda bu yönde bir düzenleme bulunmadığından temsil yetkisi sadece
avukatlara özeldir. Ancak avukatların arabuluculuk görüşmelerine özel yetki içeren
vekaletname10 ile katılması zorunludur. Aksi halde karşı tarafın rıza göstermemesi halinde
görüşmelere katılamaz. Karşı tarafın rıza göstermesi halinde ise sadece danışman olarak
katılabilecek olup vekil sıfatı ile taraf yerine imza atamayacaktır.
Uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayabilecek uzman kişiler de müzakerelerde hazır
bulundurulabilir.
İdare, arabuluculuk görüşmelerinde üst yönetici tarafından belirlenen iki üye ile hukuk birimi
amiri veya onun belirleyeceği bir avukat ya da hukuk müşavirinden oluşan komisyon ile temsil
edilir (6325 sayılı HUAK m. 15/8). Komisyonda görevli olanların görevleri sebebi ile uğranılan
zarar sebebi ile sadece devlet aleyhine dava açılabilmektedir. Bu davaların ilgili komisyon
üyesine rücu süresi ise bir yıl ile sınırlandırılmıştır. Bu sürenin bir yıl ile sınırlandırılması da
denetimsiz gözükmektedir. Usulsüz bir işlem olması ve suç sayılacak bir sebeple zarar olması
halinde ilgili suça uygulanacak ceza zamanaşımı süresince sorumluluğun devam etmesi
sağlanmalıdır.
5.6. Arabuluculuk aşamasında düzenlenecek belgeler
Her arabuluculuk sürecinde düzenlenmesi gereken belgeler: başlangıç tutanağı, son tutanak ve
anlaşma belgesidir. Sürecin ne kadar sürdüğünün hesaplanması ve ücret takdiri açısından
başlangıç tutanağında saatin açıkça belirtilmesi yerinde olacaktır. Son tutanak düzenlenmesi ise
zorunludur. Anlaşma belgesi düzenlenmesi ise ihtiyari olup, anlaşmanın var olması haline
bağlıdır.
Bunların dışında, ihtiyari ise arabulucu belirleme tutanağı düzenlenir.
9 İş Mahkemeleri Kanunu m. 3/(18): “Arabuluculuk görüşmelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya
avukatları aracılığıyla katılabilirler. İşverenin yazılı belgeyle yetkilendirdiği çalışanı da görüşmelerde işvereni
temsil edebilir ve son tutanağı imzalayabilir.” 10 “Arabuluculuk” ya da “alternatif çözüm yolları” ve “tevkil” konularında yetki bulunan vekaletnameye istinaden
verilen yetki belgesi ile arabuluculuk görüşmelerine katılmak mümkündür.
Sayı 1, Mayıs 2019
20 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Bilgilendirme tutanağı, arabuluculuk ücret sözleşmesi, ilk toplantı dışındaki toplantılara ve
görüşmelere dair tutanaklar, teslim tutanağı, beyan tutanağı gibi belgeler de düzenlenmesi
gereken belgelerdendir. Arabuluculuk sürecinde oluşturulan belgelerinin arabulucu tarafından
beş yıl saklanma yükümlülüğü vardır.
5.7. Arabuluculuk Görüşmesine Davet ve Görüşmeye ilişkin genel usuller
Arabulucu elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme
konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder. Bilgilendirme ve davete ilişkin
işlemlerini belgeye bağlar (6325 sayılı HUAK md. 18/A-7).
Arabuluculukta her türlü iletişim vasıtası kullanılabilir. Ancak arabulucunun bu hususta dikkatli
davranması gerekmektedir. Uzaktan telefon veya telekonferans yolu ile tutanağı sonlandırma
durumunda iki tarafında açık rızasının alınması gerekecektir. Arabulucu mail, fax gibi iletişim
araçları ile bu hususta açık beyanları görüşme öncesinde almalıdır. Ayrıca son tutanağa
tarafların imza atmama sebebini de açıkça yazmalıdır.
5.8. Arabuluculuk ve avukatlık ücretleri hususunda bilinmesi gerekenler
Avukatlık ücreti Avukatlık Kanunu’nda belirtilen kurallara uygun olarak serbestçe
belirlenebilir. Aksi halde anlaşmanın sona erdiği tarihte yürürlükteki Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesine göre belirlenir.
Tarafların arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaları hâlinde, arabuluculuk ücreti,
Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin İkinci Kısmına göre
(iki saatlik ücretten az olmamak üzere) ödenir. Bu ücret kural olarak taraflarca eşit şekilde
karşılanır (6325 sayılı HUAK md. 18/ A-12). Ancak ücreti taraflardan birinin karşılayabileceği
ya da farklı oranlarda paylaşabileceği yönünde anlaşma sağlanabilir.
Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme
yapılamaması veya iki saatten az süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları
hâllerinde, iki saatlik ücret tutarı Tarifenin Birinci Kısmına göre Adalet Bakanlığı bütçesinden
ödenir. İki saatten fazla süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâlinde ise iki saati
aşan kısıma ilişkin ücret taraflarca karşılanır.
Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve taraflarca karşılanan arabuluculuk ücreti, yargılama
giderlerinden sayılır (6325 sayılı HUAK md. 18/A-13). Bu itibarla, arabuluculuktan sonuç
alınamayarak dava açılması halinde, Adalet Bakanlığı tarafından ödenen bu ücret yargılama
giderlerine eklenir ve amme alacakları usulüne uygun olarak yargılama sonrası haksız çıkan
taraftan tahsil edilecektir.
SONUÇ
Ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk konusu, uygulamada bazı sorunlara yol açmaktadır.
Arabuluculuk ücretinin devlet bütçesinden yapılması, sonrasında ise uyuşmazlığın davaya konu
olması halinde yargılama gideri sayılarak haksız çıkan taraftan tahsil edilmesi hususunun
ilerleyen dönemlerde daha da problem çıkartacağı kaçınılmazdır.
Arabuluculuğa elverişli olmayan bir uyuşmazlığı, arabulucu fark etmeyip anlaşmama tutanağı
ile sonlandırdığında devlet tarafından ödenen arabuluculuk ücretinin haksız taraftan tahsili
durumunda, bu konuda gerekli özeni göstermeyen arabulucunun sorumluluğuna gidilmelidir.
Sayı 1, Mayıs 2019
21 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Ticari uyuşmazlıklarda arabulucu kendisine gelen başvuru hakkında gerekli belge ve bilgileri
talep etmeli, uyuşmazlığın dava şartı arabuluculuğa elverişli olup olmadığını denetlemelidir.
Arabuluculuğa elverişli olmama halinde arabulucuya ücret ödenmeyeceği hususu arabuluculuk
mevzuatında açıkça düzenlemiştir. Buna rağmen ücret alabilmek için uyuşmazlığı
arabuluculuğa elverişli olarak değerlendirmesi belirtilen problemi ortaya çıkaracaktır. Bu
hususun denetimi için mekanizma kurulması gerekmektedir.
Bir diğer husus ise ticari uyuşmazlıkların karmaşıklığı, bu sebeple uzmanlık gerektirmesidir.
Özellikle fikri mülkiyet hukuku, sigorta hukuku, bankacılık hukuku kapsamında uzman
arabulucular gerekmektedir.
Uzman arabulucuların belirlenmesinde, verilecek eğitimin yanı sıra arabuluculuk yapacak
kişinin daha önce o alanda çalışıp çalışmadığına da bakılmalıdır.
Arabuluculuk denetimlerinin artırılması, arabuluculuk faaliyetinin gerçekleştirildiği yerlerin
kontrol edilmesi ve denetlenmesi gerekmektedir. Ticari arabuluculukta gizlilik kapsamında
kalacak ticari sırların açığa çıkmaması gerekmektedir. Bu sebeple görüşmelerin yapılacağı
alanlar da bu özelliklere uygun olmalıdır.
Devlet tarafından merkezi yerlerde arabuluculuk faaliyetleri için alanlar oluşturulmalı ve
görüşmelerin bu alanlarda organize edilmesi sağlanmalıdır. Özellikle aile ve tüketici
arabuluculuklarının da sisteme girmesi ile taraflar arasında husumeti artıran hususlar daha da
artacağından güvenlik konusunda tedbirler alınmalıdır.
Arabuluculuk mevzuatında denetim hususundaki eksiklik bir an önce giderilmelidir. Disiplin
mevzuatı hazırlanmalı ve disiplin kurulunun ivedilikle kurulması gerekmektedir. Sisteme
kazandırılacak arabulucu sayısı artırılmalı, iyi olan arabulucuların görevlerine devam etmeleri,
yetersiz olanların ise denetimler sonrası sicilden silinmelerinin sağlanması gerekmektedir.
Arabuluculuk faaliyetinin hukukçu olmayanlar tarafından da yapılması konusunda bazı meslek
gruplarından talepler gelmektedir. Açıkça belirtmek gerekir ki bu hususta yanlış adımlar
atılması hukuk sistemini telafisi imkânsız zararlara götürecektir. Uyuşmazlık çözümü devlet
tarafından yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Bu görevin hukukçu olmayan kişilere
arabuluculuk faaliyeti adı altında devredilmesi hukuk devleti ilkesinden tamamen kopmaya
sebep olacaktır.
Sayı 1, Mayıs 2019
22 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
7155 SAYILI ABONELİK SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN PARA
ALACAKLARINA İLİŞKİN TAKİBİN BAŞLATILMASI USULÜ HAKKINDAKİ
KANUNA
VE
TİCARİ DAVALARDA ZORUNLU ARABULUCULUĞA İLİŞKİN KISA BİR
DEĞERLENDİRME
Av. S. Emre ÇOTUKSÖKEN
I-Kanun’un Gerekçesi, Kapsamı ve Uygulama Alanı :
6.12.2018 tarihli, 30630 sayılı Resmi Gazete ile 7155 sayılı “Abonelik Sözleşmesinden
Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkındaki Kanun”
(“Kanun”) yayınlanarak birkaç maddesi dışında yayınlandığı gün yürürlüğe girmiştir.
Kanun’un ilk maddesine göre de Kanunun amacı; abonelik sözleşmelerinden ve bu
sözleşmelerin ifası amacıyla tüketiciye sunulup bedeli faturaya yansıtılan mal veya hizmetten
kaynaklanan para alacaklarına ilişkin haciz yoluyla ilamsız icra takiplerinin, UYAP bünyesinde
oluşturulan Merkezi Takip Sistemi-MTS11 üzerinden başlatılmasına ve haciz aşamasına kadar
yürütülmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Kanunun 2. maddesindeki kapsam
maddesine göre de bu Kanun, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda ve diğer mevzuatta
düzenlenen abonelik sözleşmeleri ile bu sözleşmelerin ifası amacıyla tüketiciye sunulup bedeli
faturaya yansıtılan mal veya hizmetten kaynaklanan ve avukatla takip edilen para alacaklarına
ilişkin icra takiplerini kapsamaktadır. Bu kapsamdaki icra takipleri ancak bu Kanundaki
yöntemlerle başlatılabilecek olup, aksi halde icra müdürlüğü böyle bir takip talebini
reddecektir. Bu Kanunda öngörülen takibin başlatılmasına ilişkin bu yeni usule, Kanunun 4.
maddesine göre Kanunun uygulama alanına giren alacaklar için, alacaklı vekili-avukat MTS
üzerinden güvenli elektronik imza kullanmak suretiyle abonelik sözleşmesinden kaynaklanan
para alacağına ilişkin takibi başlatabilecek ve ilgili icra harç ve tebligat giderlerinin MTS
11 MTS’nin Kanun’da herhangi bir tanımı bulunmamakla birlikte Kanun’un uygulanmasına yönelik yayınlanması planlanan yönetmelikteki tanımı şu şekildedir: “Kanun ve bu Yönetmelik’te belirtilen takip işlemlerinin elektronik ortamda yapılmasını sağlamak amacıyla UYAP bünyesinde yer alan avukat portalı içinde Maliye Bakanlığı, PTT, banka ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlar ile entegrasyonu da sağlayan güvenli elektronik imza ile çalışan sistem.”
Sayı 1, Mayıs 2019
23 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
üzerinden ödenmesini sağlayabilecektir. Bu şekilde oluşturulan takip talebi ve ödeme emri
Kanunun 6. maddesine göre 7201 sayılı Tebligat Kanun hükümlerine göre PTT tarafından
borçluya tebliğ edilecektir. Ancak borçlu, tebligatın elektronik yolla yapılması zorunlu olan
kişilerden ise zorunlu elektronik tebligata ilişkin hükümler uygulanacaktır12. Devamla Kanunun
2. maddesinde söz konusu para alacaklarından dolayı alacaklının avukatla temsil edildiği icra
takiplerinin Kanun kapsamında yer aldığı özellikli olarak belirtilmiştir. Kanun’un 2.
maddesinin gerekçesinde de açık biçimde “alacak türü itibari ile bu Kanun kapsamına girmekle
beraber avukat tarafından takip edilmeyen alacakların, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu
hükümlerine göre takibi mümkündür. Bir başka deyişle, bir icra takibinin bu Kanunda
düzenlenen usulle başlatılıp yürütülebilmesi için; alacağın tür itibariyle maddede tanımlanan
para alacaklarından olması ve ayrıca bu alacağın avukat marifetiyle takip edilmesi
gerekmektedir.” İfadesine yer verilmiştir. Dolayısıyla bu hükümle, bu Kanun kapsamına giren
alacaklar için avukatla takip etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Asilin bizzat icra takibi
başlatmak istemesi halinde bunu ilgili icra dairesine başvurarak başlatması gerekir. MTS
üzerinden takip yapma yükümlülüğü vekile yani avukata aittir.13
Kanunun uygulama alanı ile ilgili olarak akıllara gelen en önemli sorulardan bir tanesi de
Kanun’un uygulama alanı içine sadece tüketicilerin taraf olduğu, elektirik, su, doğalgaz veya
dergi, mevzuat ve benzeri abonelikler dışında, hizmet alanın tüzel kişi olduğu abonelik
sözleşmelerine de uygulanıp uygulanmayacağıdır. Kanunun kapsam başlıklı 2. maddesinde,
“…..6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun ve diğer mevzuattaki abonelik
sözleşmelerinin, bu sözleşmelerin ifası amacıyla tüketiciye sunulup bedeli faturaya yansıtılan
12 6 Aralık 2018 tarih ve 30617 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Elektronik Tebligat Yönetmeliği’nin 5. maddesine
göre, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I), (II), (III) ve (IV) sayılı cetvellerde
yer alan kamu idareleri ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar, 5018 sayılı Kanunda tanımlanan mahallî idareler, Özel
kanunla kurulmuş diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan fonlar ve kefalet sandıkları,, Kamu iktisadi teşebbüsleri
ile bunların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmeleri, Sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer
ortaklıklar, Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, Kanunla kurulanlar da dâhil olmak üzere tüm
özel hukuk tüzel kişileri, Noterler, Baro levhasına yazılı avukatlar, Sicile kayıtlı arabulucular ve bilirkişiler, İdareleri, kamu
iktisadi teşebbüslerini veya sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıkları; adli ve idari yargı mercileri,
icra müdürlükleri veya hakemler nezdinde vekil sıfatıyla temsile yetkili olan kişilerin bağlı bulunduğu birimlere, işbu gerçek
ve tüzel kişilere tebligatın elektronik yolla yapılması zorunludur.
13 Dr. Evren KILIÇOĞLU, “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına Özgü Takibin Başlatılması Usulü Hakkındaki İlk Tespitler”İstanbul Barosu Aylık Bülteni, Kasım – Aralık 2018, sayı 149
Sayı 1, Mayıs 2019
24 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
mal veya hizmetten kaynaklanan ve avukatla takip edilen para alacaklarına ilişkin icra
takiplerin….” ibaresi ve ayrıca Kanun’un “Takip Talebi” başlıklı 4. maddesinin 2. fıkrasının c
bendinde yer alan “Borçlunun ve varsa kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, Türkiye
Cumhuriyeti kimlik numarası; tüzel kişi ise unvanı, vergi kimlik numarası, biliniyorsa ticaret
sicil numarası ve Merkezi Sicil Kayıt Sistemi numarası; adresi, biliniyorsa telefonu ve
elektronik iletişim bilgiler” ibaresi sayesinde Kanun kapsamında borçlu sıfatı ile tüzel kişiliği
haiz şirketlerin de yer alabileceği dolaylı olarak anlaşılabilmektedir. Ancak Kanunun 2.
maddesindeki “Tüketici” ibaresi yanıltıcı olup mevcut yasal düzenlemelerde özellikle bir
anonim veya limited şirketin tüketici konumunda olamaması sebebiyle “tüketici” ibaresi yerine
“yararlanıcı” ibaresi kullanılarak oluşan tereddütün giderilmesi sağlanabilirdi.
Kanun’un “Hüküm bulunmayan hâller ve yönetmelik” başlıklı 9. maddesine göre de bu
Kanun’da hüküm bulunmayan hallerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanun’un uygulanacağı ve
ayrıca Kanunun uygulanmasına ilişkin hususların Adalet Bakanlığı tarafından yürürlüğe
konulacak bir yönetmelik ile düzenleneceği belirtilmektedir. İşbu yazımızın son haline
getirildiği 23.3.2019 tarihi itibari ile Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş bir
yönetmelik henüz bulunmamaktadır. Ancak, incelediğimiz taslak yönetmeliğe göre, kısaca
değinmek gerekirse, Kanun gerekçesine paralel bir şekilde bu hükümlerin uygulanmasını
sağlamak amacıyla MTS ile topluma modern bir hizmet aracı kazandırmanın yanı sıra abonelik
sözleşmelerinden kaynaklanan para alacaklarına ilişkin takiplerde icra dairelerinde yapılan tüm
işlemlerin iş gücü, kırtasiye ve zamandan tasarruf sağlanarak avukatların bu takiplerde haciz
aşamasına kadar olan işlemleri avukat portalı üzerinden yapmaları mümkün olabilecektir.
Ayrıca, Adalet Bakanlığı ile bankalar arasında yapılacak protokoller ile yönetmelik
kapsamındaki borç ödemelerini kabul etmeye yetkili bankalar (banka hesapları) olacaktır.
Dolayısı ile takip talebi ve ödeme emrinde ilgili banka tarafından sadece yönetmelik
kapsamındaki takiplere ilişkin borçların yatırılmasına özgülenmiş alacaklıya veya avukata ait
hesap numarası bilgileri yer alacaktır. Kanun kapsamında olan mal veya hizmeti sunan kişi ve
kurumlar MTS takiplerine vekalet edecek avukatların bir listesini oluştururak Adalet
Bakanlığı’nın ilgili birimine gönderecek ve vekil kaydı yaptırılacaktır. Bu noktada Adalet
Bakanlığı’nda kaydı bulunmayan bir avukatın Kanun kapsamında takip başlatıp
başlatamayacağı yanıtlanması gereken bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
Sayı 1, Mayıs 2019
25 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Kanun ve taslak yönetmelik genel hatları ile incelenip değerlendirildiğinde, son
zamanlarda bir hayli gündemde olan, fiziki evraktan dijital ortamlara geçiş trendinin
uygulamaya konularak, güvenli elektronik imzanın kullanımının da yaygınlaştırılması, yanısıra
icra müdürlüklerindeki fiziki insan kalabalığının azaltılarak bu kurumların biraz daha verimli
çalışmasına ilişkin gerekli ve yeterli altyapı koşulların oluşturulmasının amaçlandığı
düşünülmektedir. Devamla, kanunun sistematiğine baktığımızda, 19. maddeye kadar tamamen
kanunun oluşturulma amacı ile ağırlıklı olarak 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na yapılan
uyum amaçlı değişiklikler bulunmaktadır. Ancak, Kanun’un 20 ve 21. maddeleri genel içerik
ile pek de ilgisi olmayan çok farklı ve önemli bir mecradaki bir düzenlemeyi bünyesinde
barındırmaktadır:
II- Ticari Davalarda Zorunlu Arabuluculuk Meselesi:
Kanun’un 20. ve 21. maddesi aşağıda belirtildiği şekildedir:
MADDE 20- 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 5 inci maddesinden
sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.
“3. Dava şartı olarak arabuluculuk
MADDE 5/A- (1) Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari
davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında
dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.
(2) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren altı hafta içinde
sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla iki hafta uzatılabilir.”
MADDE 21- 6102 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 12- (1) Bu Kanunun dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin
hükümleri, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemeleri ve bölge
adliye mahkemeleri ile Yargıtayda görülmekte olan davalar hakkında uygulanmaz.”
7155 sayılı kanun, adı üzerinde “Abonelik Sözleşmelerinden Kaynaklanan Para Alacaklarına
İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkındaki Kanun” olup son derece kısıtlı bir alan olan
abonelik sözleşmelerinden kaynaklı para alacaklarına ilişkin icra takibinin aşamalarını
düzenleyen tali bir kanundur. Bu kanun ile Türk Ticaret Kanunu gibi temel, asli bir kanunun
Sayı 1, Mayıs 2019
26 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
değiştirilmesinin hukuk mantığı ile pek bağdaşmadığını belirtmek yerinde olacaktır. Kanun’un
bu maddelerinin gerekçelerine baktığımızda da birebir değişikliğin aynısı gerekçelere yazılmış
olup değişikliğe ilişkin farklı hiçbir hususun belirtilmediği görülmektedir. Kaldı ki yapılan
değişiklik 19/12/2018 tarihinde yayınlanmış ve bu belirttiğimiz maddeler çok kısa
sayılabilecek bir süre içinde, sadece 13 gün sonrasında, 1/1/2019’da yürürülüğe girerek
uygulanmaya başlanmıştır. Genel olarak arabuluculuk müessesine karşı olmamakla birlikte,
i- Arabulucuya başvurma şeklinde yapılan bu tarz düzenlemelerde, tarafların karşılıklı
bir tutanak düzenleyerek aralarındaki uyuşmazlığı arabulucular vasıtası ile değil de
mahkemelerde görülmesini ortak iradeleriyle talep etmeleri halinde, düzenlemede
veya uygulamada 8 hafta, yani 2 aya kadar uzayabilen arabuluculuk müzakerelerine
tabi olunmadan14, bu süre kendilerine kaybettirilmeden, taraflara mahkemeye
başvurarak hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleştirilecek bir yargılama süreci ile
uyuşmazlığın çözülmesi olanağı/seçeneği tanınmalıdır. Zira, Anayasamızın “Yargı
Yetkisi” başlıklı 9. maddesine göre: “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve
tarafsız mahkemelerce kullanılır.”
ii- Bu tarz önemli ve kökten değişikliklerde uygulamacıların da bu değişikliklere uyumunu
sağlamak amacıyla ortalama 6 ay gibi bir geçiş süreci öngörülerek, bu süre içerisinde
Adalet Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği veya Barolar tarafından gerçekleştirilecek
çeşitli sempozyum, panel ve hatta meslek içi eğitimler ile değişikliklerden etkilenecek
hukukçuların değişikliklere yönelik bilgi birikiminin arttırılması, uygulamanın
netleştirilmesi, değişikliğin de kademeli bir şekilde uygulamaya geçmesi sağlanabilir.
iii- Ticaret Kanunu, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu gibi temel kanunlara yapılacak
değişikliklerin son derece kıstlı bir alanı düzenleyen bir kanunların son maddelerine
yapılacak eklemeler ile değil; ayrıca yayınlanacak farklı bir kanun ile yapılması hem
hukuk nosyonu veya sistematiği hem de şekil açısından daha elverişli olacaktır.
14 Tarafların özellikli olarak böyle bir iradesinin olmadığı veya sadece tek bir tarafın arabulucuya başvurma iradesinin bulunduğu durumlarda da uyuşmazlığın arabulucular vasıtası ile çözümlenmesi yoluna gidilmesi amaca hizmet edebilecektir.
Sayı 1, Mayıs 2019
27 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
iv- Ve son olarak, yine bu tarz köklü değişiklikler öncesinde ülkemizin önde gelen İcra-
İflas, Usul ve özellikle Ticaret Hukuku alanında çalışmaları bulunan
akademisyenlerden de görüş alınarak, bu taslak değişiklikler öncesinde enine-boyuna
tartışılarak, daha tasarı halinde iken incelemeler, değerlendirilmeler yapılmak sureti ile
bu düzenlemelerin, akademisyen ve uygulamacıların (ilgili tarafların) ortak irade ve
uzlaşmaları ile yürürlüğe girmeleri sağlanmalıdır.
Sayı 1, Mayıs 2019
28 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
TÜRK MEDENİ KANUNU’NUN 939/III MADDESİNİN ALACAK REHNİ
BAKIMINDAN UYGULANMASI15
Av. Dr. Davut Gürses
Giriş
Bu çalışmada Türk Medeni Kanunu’nun16 taşınır rehni başlıklı üçüncü bölümünde,
teslime bağlı rehnin kurulması üst başlığı altında, alacaklının zilyetliği başlıklı 939. maddenin
üçüncü fıkrasında düzenlenen “Taşınır, fiilen yalnız rehnedenin hâkimiyetinde kaldığı sürece
rehin hakkı doğmaz” hükmünün alacak rehni bakımından uygulanabilir olup olmadığı konusu
incelenecektir. Bu sorunun kaynağı, alacaklar ve diğer haklar üzerindeki rehinleri düzenleyen
TMK m. 954’ün ikinci fıkrasında yer alan “Aksine bir hüküm bulunmadıkça, bunların rehni
hakkında da teslime bağlı rehin hükümleri uygulanır.” şeklindeki hükümdür.
Bu tartışmanın pratik önemi, özellikle bir alacak rehini türü olan mevduat rehninde, hem
rehin alacaklısı hem de rehne konu alacağın borçlusu sıfatını haiz olan bankanın (düzensiz
rehin17) mevduat üzerinde rehin verene tasarruf imkânı sağlamış olması durumunda ortaya
çıkmaktadır. Düzensiz rehin olarak adlandırılan bu rehin türü dışındaki normal mevduat
rehninde, yani rehin alacaklısının mevduat hesabının bulunduğu banka dışındaki bir şahsın
olduğu durumlarda genelde bir sorunla karşılaşılmaz, zira TMK’nın 961. maddesine göre, rehin
kendisine ihbar edilmiş olan borçlu borcunu asıl alacaklıya veya rehin alacaklısına ancak
diğerinin rızasıyla ödeyebilecektir. Bu hüküm nedeniyle, mevduat hesabının bulunduğu banka,
hesap üzerinde ancak rehin alacaklısının rızası varsa rehin verenin tasarruflarına izin verecektir.
Bankacılık uygulamasında -borçlusu olduğu mevduat üzerinde aynı bankanın rehin
hakkı sahibi olması durumunda- bankalar çeşitli sebeplerle söz konusu mevduat hesabı
üzerinde rehin veren hesap sahibine tasarruf etme imkânı tanımaktadır18. Böylece, rehin veren
15 Bu çalışma 16.02.2019 tarihinde Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Kongresi’nde tebliğ olarak sunulmuştur. 16 Çalışmanın devamında “TMK” olarak kısaltılacaktır. 17 “Uygulamada alacak rehni, borçlunun üçüncü kişilerden alacaklı olduğu tutarları kendisinden alacaklı olan başka bir kişiye rehnetmesi suretiyle kurulmaktadır. Ancak, bir bankaya yatırılan mevduatın aynı bankada kullanılan kredinin teminatı olarak rehnedilmesi de mümkündür. Bu durumda, kullandığı kredi nedeniyle aynı zamanda bankanın borçlusu olan mevduat hesabı sahibi, bankadaki mevduatı üzerinde banka lehine rehin tesis etmekte ve böylelikle banka aslında borçlusu olduğu bir alacak üzerinde rehin hakkı kazanmaktadır. Banka mevduatı üzerinde rehin hakkı kazandığında ortaya çıkan teminat ilişkisi ise düzensiz rehin olarak ifade edilmektedir.” Özer, Selçuk, Mevduat Rehni, Der Yayınları, İstanbul, 2016, 16. 18 Detaylı bilgi için bkz. Doğan, Fahri Can, Bankacılık Uygulamasında Mevduat Rehni, Bilgi Üniversitesi SBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2018, 50, (Erişim Adresi: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp, Erişim Tarihi:07.02.2019); “Rehinli alacaklının banka olduğu durumlarda, rehin sözleşmesinde mevduat sahibinin tasarruf mevduatı üzerinde tasarrufta bulunabileceği ancak bankanın belli durumlarda veya istediği zaman mevduat sahibinin tasarruf yetkilerini sınırlandırabileceği yönünde bir hüküm varsa bankanın mevduat sahibinin tasarruf yetkilerini sınırlandırdığı durumda bir bildirim yükümünün bulunup bulunmadığı üzerinde de durulmalıdır. Zira banka, özellikle genel kredi sözleşmelerinin teminatı olarak tasarruf mevduatı üzerinde rehin tesis ederse kredi ödemeleri tehlikeye düşene
Sayı 1, Mayıs 2019
29 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
mevduat hesabı sahibi söz konusu mevduat üzerinde dilediği şekilde tasarruf etme imkânına
kavuşmaktadır. Özellikle rehnin güvence altına aldığı alacağın azalması, alacağın tahsil
kabiliyetinin yüksek olması, rehin verenin kredibilitesinin yüksek olması, rehine konu hesap
bakiyesinin alacaktan yüksek olması ya da hesaba sürekli para girişinin bulunması ve hesapta
biriken paranın rehinli alacağı fazlasıyla karşılaması gibi durumlarda rehin verene -kısmen ya
da tamamen- bu imkânın sağlandığı görülmektedir. Ancak bankalar, rehin haklarına istinaden,
rehin sözleşmesinin başından itibaren ya da sonradan verdikleri bu imkânı ihtiyaç
duyduklarında tek taraflı olarak ortadan kaldırabilmektedir. İşte, TMK’nın 939/III maddesi
alacak rehninde (ve dolayısıyla mevduat rehninde) de uygulanabilir denildiğinde, mevduat
hesabı üzerinde hesap sahibine tasarruf imkânı verilmiş olması durumunda rehin hakkının
doğmadığı sonucuna ulaşılabilecektir.
Bu çalışmada yukarıda kısaca izah edilen soruna çözüm bulmaya çalışılacaktır. Bu
kapsamda hem rehin sözleşmesi kurulması akabinde mevduat hesabı sahibinin tasarruf
yetkisinin hiçbir şekilde kısıtlanmamış olduğu durumlar hem de baştan tasarruf yetkisinin
kısıtlandığı ancak sonradan süreli olarak tasarruf imkânının verildiği durumlar incelenecektir.
1. Taşınır Rehni Bakımından Zilyetliğin Devrinin Önemi
Herkese karşı ileri sürülebilmesi ve borç ödenmediğinde rehin konusu malı paraya
çevirme yetkisi vermesi nedeniyle, rehin hakkının varlığını üçüncü kişilere açıklayacak bir
görünüşe ihtiyaç vardır. Bu ilkeye “Kamuya Açıklık” ilkesi denir ve bu ilkeye göre; bir taşınırın
üzerinde rehin tesisi üçüncü kişilerin bunu öğrenebileceği şekilde gerçekleşmelidir19. Bu
ilkenin varlık nedeni taşınırların tedavülündeki güveni sağlamaktır; rehin verenin rehnedilen
taşınır üzerindeki dolaysız zilyetliğine son verilmesi şartı, bu kişiden alacağı bulunan üçüncü
kişilere, borçlunun zilyetliğinde bulunan mallar üzerinde bir rehin yükü bulunmadığı garantisini
verir20. Dolayısıyla, bu ilke nedeniyle taşınırlar üzerinde rehin hakkı ancak zilyetliğin
alacaklıya devri suretiyle kurulabilmektedir.
Kamuya açıklık taşınır rehninde temelde rehin konusu taşınırın zilyetliğinin
devredilmesi ile gerçekleşir. Bunun dışında, rehne konu taşınır için özel bir sicil söz konusu ise
bu sicile yapılacak tescil de kamuya açıklığı sağlar. Kamuya açıklığı sağlayacak yol ne olursa
olsun, bu rehinin kuruluşu için zorunludur21. Yani, rehinin geçerli bir şekilde kurulması için
kamuya açıklığı sağlayan bu yollardan uygun olan gerçekleşmiş olmalıdır.
Gerçekten teslime bağlı taşınır rehni, borçlandırıcı işlem ve akabinde tasarrufi işlemin
yapılmasıyla kurulur. Borçlandırıcı işlemin akabinde yapılacak tasarrufi işlem ayni sözleşme
ve zilyetliğin devrinden oluşmaktadır22. İşte tasarrufi işlemin unsurlarından biri olan zilyetliğin
kadar mevduat üzerinde tasarrufta bulunulmasına imkân tanımaktadır.” Acar, Meryem, Tasarruf Mevduatı Üzerinde Rehin, Ankara Üniversitesi SBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2015, 108. (Erişim Adresi: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp, Erişim Tarihi:01.02.2019) 19 Nomer, Haluk Nami/ Ergüne, Serkan, Eşya Hukuku, On İki Levha Yayınları, 5. Bası, İstanbul, 2017, 245. 20 Oğuzman, M.Kemal/ Seliçi, Özer/ Oktay-Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2009, 809. 21 Nomer/Ergüne, 245. 22 Nomer/Ergüne, 257 vd.
Sayı 1, Mayıs 2019
30 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
devri hem rehnin kurulması için hem de taşınır rehninde kamuya açıklığı sağlayan önemli bir
işlemdir. Buna ek olarak doktrinde de belirtildiği üzere, taşınır rehni için zilyetliğin devrini
öngören TMK m. 939 hükmü emredici niteliktedir23. Yani taraflar, sözleşme ile bu hükmü
bertaraf edemeyeceklerdir.
Rehinli alacaklının rehine konu taşınıra zilyet kılınması, sadece rehinin kuruluşu
aşamasında aranmaz; bu zilyetliğin, rehin devam ettiği sürece devam etmesi de gerekir24.
Gerçekten TMK m. 943’e göre, rehin, alacaklının zilyet olmaktan çıkması ve onu zilyet olan
üçüncü kişiden geri alamaz hale gelmesiyle son bulacaktır. Buna karşın, yine aynı maddeye
göre, rehne konu taşınır, alacaklının rızasıyla yalnız rehnedenin hâkimiyeti altında bulunduğu
sürece rehnin hükümleri askıda kalacaktır.
2. Alacak Rehninin Kurulması ve Alacak Rehnine Uygulanacak Hükümler
Alacak rehninin kurulması için kanun koyucu yazılı bir rehin sözleşmesi yapılmasını
zorunlu kılmıştır. Gerçekten TMK m. 955’e göre senede bağlanmış olan ya da olmayan
alacakların rehni için rehin sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması ve senede bağlı alacaklarda
senedin teslim edilmesi gerekir. Senedin teslimi, rehin sözleşmesinin geçerlilik şartı olup aynı
zamanda rehnin kamuya açıklığını sağlamaktadır25. Hem sözleşmenin yazılı şekilde yapılması
koşulu hem de senede bağlı alacaklarda senedin teslimi koşulu nedeniyle, doktrinde alacak
rehninin alacak devrine benzediği belirtilmektedir26.
Senede bağlanmamış alacaklarda, yazılı rehin sözleşmesinin etkisi kurucudur27. Zira bu
durumda ortada teslimi gereken bir senet olmadığı için rehin hakkı sözleşmenin kurulmasıyla
doğmaktadır.
Mevduat rehnine konu mevduat alacağının senede bağlı olmayan yani adi bir alacak
olduğunu söylemek mümkündür28. Bu kapsamda, mevduat hesabı nedeniyle banka tarafından
düzenlenen hesap cüzdanının, bir senet niteliğini haiz olmadığını da eklemek gerekir. Bu
nedenle mevduat rehninin senede bağlı olmayan alacak rehni kapsamında, sadece yazılı rehin
sözleşmesinin kurulmasıyla doğacağını söylemek mümkündür. Hiç şüphe yok ki mevduat
rehnine de TMK’daki alacak rehnine ilişkin hükümler uygulanacaktır. Alacak rehnine ilişkin
hükümler TMK’nın 954 ila 961. maddelerinde düzenlenmiştir. Ayrıca, 954. maddenin ikinci
fıkrasına göre, bu özel hükümlerde aksine bir hüküm yoksa alacak rehnine, teslime bağlı rehin
hükümleri (TMK m. 939-953) uygulanacaktır.
23 Nomer/Ergüne, 260. 24 Nomer/Ergüne, 260. 25 Oğuzman/ Seliçi/ Oktay-Özdemir, 840. 26 Sirmen, Lale, Alacak Rehni, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1990, 34. 27 Sirmen, 35; Oğuzman/ Seliçi/ Oktay-Özdemir, 840; Özer, 47; Nomer/Ergüne, 246. 28 Doğan, 35.
Sayı 1, Mayıs 2019
31 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Mevduat rehninde, doğmuş ve bankada bulunan bir mevduatın rehnedilmesi asıldır,
ancak henüz doğmamış bir mevduat alacağının rehnedilebilmesi de mümkündür29. Bu durum
özellikle hesap rehni olarak adlandırılmakta ve rehin henüz alacak doğmadan önce varlık
kazanmaktadır30. Böyle bir durumda banka ile mudi arasında bir mevduat sözleşmesi
bulunmasına karşın, bu sözleşme nedeniyle mudinin banka nezdinde doğmuş bir alacağı
bulunmaz, rehin sözleşmesiyle bu ilişkiden ileride doğacak alacağın (mevduatın) rehnedilmesi
amaçlanır.
3. TMK’nın 939/III Maddesinin Alacak Rehni Bakımından Uygulanması
İnceleme konumuz bakımından doktrindeki baskın görüş, TMK m. 954/II uyarınca,
aksine bir hüküm bulunmadıkça, alacak rehnine teslime bağlı rehin hükümlerinin
uygulanacağını, bu nedenle geçerli bir rehin hakkından bahsedebilmek için TMK m.939/III
uyarınca hesap sahibinin hesap üzerindeki tasarruf imkânının kaldırılmış olması gerektiğini31,
uygulamada bunun blokaj uygulanmak suretiyle gerçekleştirildiğini32, bunun menkul rehninde
geçerli olan “kamuya açıklık ilkesi” nedeniyle de gerekli olduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla bu görüşe göre, geçerli bir mevduat rehninin kurulabilmesi ancak mevduat hesabı
sahibinin söz konusu hesap üzerindeki tasarruf hakkının kaldırılmış olması ile mümkündür33.
Bu görüş kabul edildiğinde, bir bankanın kendi nezdinde bulunan mevduatı rehin alması
durumunda, her durumda, rehin verenin bu hesap üzerindeki tasarruf imkânını ortadan
kaldırması şarttır. Bu hem rehnin kurulması hem de rehnin devamı için zorunludur. Aksi
durumda, rehnin varlığından söz etmek mümkün olmayacaktır.
Bize göre ilk olarak belirtmek gerekir ki bir alacak rehni olan mevduat rehninde, taşınır
rehnine hâkim olan kamuya açıklık ilkesini aynı belirginlikte aramak mümkün olmamalıdır.
Zira kanun koyucu senede bağlanmamış alacaklarda zilyetliği devredilebilecek bir şey mevcut
olmadığından rehin hakkının tesisinde sadece yazılı rehin sözleşmesini zorunlu tutmuştur34.
Gerçekten alacak rehninin kurulmasını düzenleyen TMK m. 955’de böyle bir koşula yer
verilmemiş, rehinin kurulması bakımından sadece yazılı rehin sözleşmesi yapılması gerektiği
ifade edilmiştir. Bu nedenle, rehnin kurulması için hesap sahibinin tasarruf yetkisinin
29 Aydın Ünver, Tülay, Müşterek Hesap, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2017, 164. 30 Sirmen, 14. 31 “Ancak, bir mevduatın rehni söz konusu olduğunda hesap sahibinin mevduat üzerindeki tasarrufunun engellenmesi zorunluluk arzeder.” Özer, 53. 32 Doğan, 49. 33 Görüş için bkz. Özer, 107; Doğan, 49 vd. 34 “Kamuya açıklık ilkesi, taşınır rehnine hâkim olsa da, kanun koyucu, bazı taşınır rehni türlerinde buna istisnalar
getirmiştir. Şöyle ki, senede bağlanmış alacaklar ile diğer hakların rehninde, zilyetliği devredilebilecek yahut ilgili
sicile tescil edilebilecek bir şey mevcut olmadığından, rehin hakkının tesisinde kamuya açıklık ilkesinden sorunlu
olarak feragat edilmiştir. Senede bağlanmamış alacaklar üzerinde rehin hakkı, yazılı rehin sözleşmesiyle kurulur.”
Nomer/Ergüne, 246; “Senede bağlanmamış alacakların rehninde, rehin sözleşmesi teslim şartlı taşınır rehnindeki
zilyetliğin geçirilmesini kapsayan işlemin yerini almıştır. Dolayısıyla burada rehnin kurulmasını sağlayan tasarruf
işlemi, bu ayni etkili rehin sözleşmesidir.” Sirmen, 35.
Sayı 1, Mayıs 2019
32 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
kaldırılmış olmasını şart koşan ve bunu kamuya açıklık ilkesine bağlayan görüşe iştirak etmek
mümkün değildir. Gerçekten de taşınır rehninde kamuya açıklık zorunlu ve gerekli bir ilkedir,
çünkü rehine konu taşınırın dışarıdan bakıldığında rehine konu olup olmadığı konusunda en
azından görünüşte bir fikir vermesi gerekir; oysa ki bir alacak olan mevduatın dışarıdan
görünmesi mümkün olmadığı için bu tür rehinlerde kamuya açıklık ilkesinin uygulanmasına da
ihtiyaç bulunmaz. Mevduatın taşınır bir eşya olmaması nedeniyle de taşınırlar için getirilmiş bu
ilkenin bu tür alacak rehinlerinde uygulanmayacağı söylemek mümkündür.
Alacak rehninin kurulmasını özel olarak düzenleyen TMK m.955’de alacak üzerindeki
zilyetlikten bahsedilmemiş ve sadece yazılı sözleşmeden bahsedilmiştir. Dolayısıyla, kanun
koyucunun özel olarak düzenlediği bir hükümde bulunmayan bir koşulun -rehnin kurulması
bakımından- aranması doğru değildir. Gerçekten, TMK m.954/II’deki düzenleme de bu yoruma
uygundur, buna göre aksine bir hüküm bulunmadıkça alacak rehnine, teslime bağlı taşınır rehni
hükümleri uygulanacaktır. Alacak rehninin kurulması konusunda ise bir hüküm bulunduğu için
954’ün uygulanma imkânı yoktur, kanuna göre belirtmek gerekir ise burada aksine bir hüküm
(TMK m.955) bulunduğu içindir ki rehnin kuruluşu için sadece yazılı sözleşme yeterli olacaktır.
Mevduat rehninde, rehin alacaklısı bankanın, rehin kurulurken hesap üzerine bloke
koymaması, yani hesabı müşterinin serbest tasarrufuna bırakmış olması ya da baştan hesaba
bloke koyarak hesabı müşteri işlemlerine kapatmış olması ve fakat sonradan herhangi bir
sebeple bu blokeyi kaldırarak müşteriye tasarruf etme imkânı vermiş olması arasında bir fark
olup olmadığı incelemeye değer bir konudur. Yukarıda izah ettiğimiz üzere, esasında alacak
rehninde zilyetliğin devrinin ve dolayısıyla hesap üzerinde tasarruf imkânının kaldırılmış
olmasının rehnin kurulması bakımından bir önemi yoktur. Peki, baştan değil de, rehnin
kurulmasından belirli bir süre geçtikten sonra müşteriye hesap üzerinde tasarruf etme imkânının
verilmesi durumunda, rehnin akıbeti ne olacaktır? TMK m. 943’e göre, rehin, alacaklının zilyet
olmaktan çıkması ve onu zilyet olan üçüncü kişiden geri alamaz hale gelmesiyle son bulacaktır.
Buna karşın, yine aynı maddeye göre, rehne konu taşınır, alacaklının rızasıyla yalnız rehnedenin
hâkimiyeti altında bulunduğu sürece rehnin hükümleri askıda kalacaktır. Kanaatimize göre,
TMK m.943 de alacak rehninde uygulanmayacaktır35, bu sonuç öncelikle TMK m. 939/III’ün
uygulanmamasıyla aynı gerekçeye tabidir. Öyle ya bir alacak rehninin kurulması için 939/III’ün
uygulanmayacağını söyledikten sonra, bu kuralı bölmek mümkün olmamalıdır. Yani, rehin
kurulurken aranmayan şart, rehin kurulduktan sonraki dönem için de aranmamalıdır. Bu
durumda, nasıl ki alacak rehni için 939/III maddesi uygulanmayacaksa, aynı şekilde bu
maddenin doğrudan devamı niteliğinde olan 943. maddede uygulanmayacaktır. Bu sonucun
sağlamasını ilgili maddeye bakarak da yapabiliriz; söz konusu maddede teslime bağlı taşınır
rehninin kuruluşu için zorunlu olan zilyetlik devrinin, rehin sözleşmesi süresince aranıp
aranmayacağı hususunda birtakım kurallar getirilmektedir. Dolayısıyla, esasında bu kuralın,
teslime bağlı rehnin kurulması için zilyetliğin devrini şart koşan TMK m.954/II’nın
tamamlayıcısı ve artçısı niteliğinde olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle, her iki kural
35 Aksi yöndeki görüşler için bkz. Özer, 107; Doğan, 50.
Sayı 1, Mayıs 2019
33 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
için de aynı neticeye varmak gerekmektedir. Bu nedenle, mevduat rehni üzerinde, bankanın
belirli sınırlandırmalar ve kontrol yetkileriyle mevduat hesap sahibine tasarruf etme yetkisi
vermiş olması durumunda, hesap sahibinin fiilen mutlak bir hâkimiyetinin bulunmayacağı ve
bu gibi durumlarda 943/II nedeniyle rehin hükümlerinin askıda sayılmayacağını ileri süren
görüşe de iştirak etmemekteyiz36. Bankanın, rehin kurulduktan sonra, rehin verene tasarruf
imkânı tanımış olması durumunda da rehnin geçerli bir şekilde varlığını devam ettirdiğini
söylemek mümkündür. Bunun tek istisnası, rehin verene rehin sözleşmesini sona erdirmek
üzere tasarruf imkânı verilmiş olması halidir.
Öte yandan şunu da belirtmekte fayda görüyoruz; bu çalışmada vardığımız görüş
uyarınca bütüncül bir yaklaşım sergilemesi bakımından TMK m.943’ün de alacak rehninde
uygulanmayacağını kabul etmekteyiz. Ancak bu görüşün kabul görmemesi halinde dahi hesap
sahibinin tasarruf imkânı TMK m. 943/II uyarınca, alacaklının rızasına dayandığı için rehin
hükümlerini askıya alacaktır, yani rehnin geçersizliğinden ziyade hükümlerin geçici bir
süreliğine askıya alınması söz konusu olacaktır. Böyle bir durumda, alacaklının tekrar hesaba
bloke koyması durumunda, rehin hükümleri askıdan inecek ve yürürlüğe girecektir.
Bu çalışmada vardığımız neticeye göre, alacak rehninde, zilyetliğin devri şartı
aranmayacağı için, mevduat rehninde hesap sahibinin tasarruf etme imkânına sahip olup
olmamasının rehnin geçerliliği bakımından bir önemi bulunmamaktadır. Peki, hesap üzerinde
tasarruf etme imkânı verilen mevduat hesabı sahibinin, yaptığı tasarruflarla hesaptaki parayı
tüketmiş olması durumunda, rehnin akibeti ne olacaktır? Bu konuda ikili bir ayrım yapmakta
fayda vardır; şayet rehin sözleşmesi doğmuş ve de doğacak alacakları kapsar şekilde tesis
edilmişse, yani hesap rehni niteliğindeyse, bu durumda rehin hakkına konu paranın tüketilmesi
rehin hakkını sona erdirmeyecek; rehin hakkı hesap üzerinde doğacak alacaklar bakımından
geçerli olarak kalacaktır. Ancak, rehin sözleşmesinin doğmuş bir mevduat alacağı için yapılmış
olması durumunda, rehine konu alacak mevduat hesabı sahibinin tasarrufuyla sona erdiği için
rehin de sona ermiş sayılacaktır, zira rehin asıl alacağın varlığına bağlıdır.
Son olarak önemle belirtmemiz gereken bir diğer husus ise şudur; hesap üzerinde
tasarruf meselesi sadece rehnin yönetimi kapsamında kalan bir husus niteliğindedir. Rehnin
yönetimi kapsamında kalan bu konuda, sözleşmenin tarafları rehin sözleşmesinde açıkça bir
düzenleme yapabilecekleri gibi rehin sözleşmesinin kurulmasından sonra da bu konuda bir
anlaşma yapabilirler. Hatta rehin alacaklısı banka bu konuda tek taraflı olarak da karar alıp bu
imkânı rehin verene sağlayabilir.
Sonuç
TMK m.939/III’ün alacak rehnine ve dolayısıyla mevduat rehnine uygulanması
durumunda, özellikle düzensiz rehin olarak adlandırılan rehin türünde, söz konusu mevduat
üzerinde hesap sahibinin tasarruf imkânının kaldırılmış olması gerekecektir. Yine rehnin
devamı süresince de rehin verenin bu tasarruf imkânından mahrum bırakılması gerekecektir.
36 Görüş için bkz. Doğan, 51.
Sayı 1, Mayıs 2019
34 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Bu çalışmada vardığımız kanaate göre, TMK m.939/III hükmü alacak rehnine ve
dolayısıyla mevduat rehnine uygulanamayacaktır. Zira alacak rehninin kurulmasına ilişkin özel
düzenlemede (TMK m.955) rehnin kurulması için sadece yazılı sözleşme yapılması yeterli
görülmüştür. Bu hüküm taşınır rehninin kurulmasına ilişkin hükümden farklı bir düzenleme
getirdiği için TMK m. 954’ün ikinci fıkrasında yer alan “Aksine bir hüküm bulunmadıkça,
bunların rehni hakkında da teslime bağlı rehin hükümleri uygulanır.” şeklindeki hüküm
devreye girmeyecek ve dolayısıyla taşınır rehnine ilişkin 939/III maddesi alacak rehnine
uygulanmayacaktır. Ayrıca, esasında alacak rehninde zilyetliği devredilecek bir mal da
bulunmamaktadır. Yine, rehnin kurulmasından sonra, hesap sahibine hesap üzerinde tasarruf
yetkisinin verilmiş olması durumunda da rehnin askıda olmayacağını, geçerli olarak devam
edeceğini söyleyebiliriz.
Hesap üzerinde tasarruf meselesi sadece rehnin yönetimi kapsamında kalan bir husus
niteliğindedir. Rehnin yönetimi kapsamında kalan bu konuda, sözleşmenin tarafları rehin
sözleşmesinde açıkça bir düzenleme yapabilecekleri gibi rehin sözleşmesinin kurulmasından
sonra da bu konuda bir anlaşma yapabilirler. Hatta rehin alacaklısı banka bu konuda tek taraflı
olarak da bu imkânı rehin verene sağlayabilir.
Kaynakça
Acar, Meryem, Tasarruf Mevduatı Üzerinde Rehin, Ankara Üniversitesi SBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Ankara, 2015. (Erişim Adresi: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp, Erişim
Tarihi:01.02.2019)
Aydın Ünver, Tülay, Müşterek Hesap, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2017, 164.
Doğan, Fahri Can, Bankacılık Uygulamasında Mevduat Rehni, Bilgi Üvinversitesi SBE (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2018, 35. (Erişim Adresi:
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp Erişim Tarihi:07.02.2019)
Nomer, Haluk Nami/ Ergüne, Serkan, Eşya Hukuku, On İki Levha Yayınları, 5. Bası, İstanbul, 2017.
Oğuzman, M.Kemal/ Seliçi, Özer/ Oktay-Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2009.
Özer, Selçuk, Mevduat Rehni, Der Yayınları, İstanbul, 2016.
Sirmen, Lale, Alacak Rehni, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1990.
Sayı 1, Mayıs 2019
35 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
YENİ KONKORDATO DÜZENLEMELERİNİN ÖZÜ VE ALACAKLILARIN TAKAS
HAKKI
Av.Mehmet Öztürk-Av.Yusuf Küçük
ÖZ
Yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla; İcra ve İflas Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 28.02.2018 tarihinde
görüşülmüş ve ardından “7101 sayılı İcra ve İflas Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun” adıyla 15 Mart 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun ile özellikle 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununda önemli
bir takım değişiklikler yapılmıştır.
Ülkemizde 2003 yılından bu yana uygulama alanı bulan iflasın ertelenmesi kurumu, ihdas
amacının gerçekleştirilmesi konusunda isteneni verememiştir. Bu sebeple 15 Temmuz 2016
tarihinde kabul edilen 6728 sayılı Kanun ile iflasın ertelenmesi yeniden düzenlenmiştir. İflasın
ertelenmesinde alacaklıların herhangi bir şekilde söz sahibi olmaması, sürecin borçlu ve
mahkeme arasında yürütülmesi ve yaşanan yargılama sorunları birlikte değerlendirildiğinde bu
kurumun tamamıyla yürürlükten kaldırılması ve bunun yerine alacaklılar ile borçlunun bir
müzakere sonrasında anlaşmaları ve bu anlaşmanın mahkemece tasdiki esasına dayanan
konkordato37 kurumunun daha etkin ve aktif bir şekilde kullanılması ticari ve sosyal hayat
bakımından bir ihtiyaç olarak görülmüştür38.
Bu çalışmamızda esas olarak “7101 Sayılı İcra ve İflas Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun” çerçevesinde özellikle 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanununun
konkordato uygulamasını düzenleyen maddelerinde yapılan değişikliklerin özü ve bu
değişikliklerin alacaklıların takas imkanına etkisine yer verilecektir.
1. Giriş
Yapılan düzenlemenin39 gerekçesinden de anlaşılabileceği gibi, yeni konkordato düzenlemesi
yatırım ortamının iyileştirilmesi amacı ile mevcut konkordato düzenlemelerini yeniden ele
almıştır. Yatırımcıların ülkeye çekilebilmesi ve sağlıklı bir yatırım ortamının
oluşturulabilmesinin önemli bir destek noktası da alacakların tahsiline yönelik işlemlerin kolay
yürütülebilmesidir. Ülkelerin yatırım yapılabilirlik kriterlerine uygunluğu açısından çok sayıda
unsur dikkate alınarak hazırlanan “İş Yapma”, “Doing Business” endeksleri yabancı
37Konkordato kavramı, anlaşma anlamına gelen Latince “concordatum” sözcüğünden türemiştir. 38https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem26/yil01/ss524.pdf (erişim tarihi: 01/04/2019) 39https://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0913.pdf (erişim tarih: 01/04/2019)
Sayı 1, Mayıs 2019
36 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
yatırımcılar tarafından yakından izlenmektedir40. Dünya Bankası 2018 yılında 190 ülkeyi baz
alarak yaptığı çalışmada “Ödeme Sorunlarının Çözümü” başlığında Türkiye, 139. sırada yer
almıştır. Ödeme sorunlarının çözümü başlığı içerisinde pek çok husus dikkate alınmakta olup,
bu hususlardan biri olan iflas süreçleri ayrıca önem arzetmektedir. Yeni konkordato
düzenlemeleri tam da bu noktada karşımıza çıkmaktadır. 2019 yılında ise yapılan aynı
araştırmada ülkemiz, “Ödeme Sorunlarının Çözümü” başlığında 109.sıraya yükselmiştir.41 Bu
endekste 30 sıra yukarıda yer alınmasının tek sebebi elbette ki yeni konkordato düzenlemesi
değildir. İflas süreçleri, alacak tahsili için icra yoluna başvurulduğunda yapılmak zorunda
olunan masraflar ve benzer pek çok unsur endeksin belirlenmesi için dikkate alınmaktadır.
Ancak 7101 sayılı Kanun düzenlemesinin getirdiği yeniliklerin olumlu etki gösterdiğini
söylemek, yanlış olmayacaktır.
2. 7101 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanununda Yapılan Başlıca Değişiklikler
Hiç kuşkusuz 7101 sayılı yasa ile getirilen en önemli yenilik, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunun
179 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan “İflas Ertelemesi” müessesesinin bütünüyle
yürürlükten kaldırılarak, yerine borçlunun alacaklılar ile bir müzakere sonrasında anlaşması
sürecini bünyesinde barındıran “Konkordato” müessesesinin daha etkin bir şekilde
uygulanabilmesine yönelik kapsamlı düzenlemeler getirilmiş olmasıdır. 7101 sayılı Kanun ile
borca batık durumdaki sermaye şirketi veya kooperatifin, mali darboğazı aşması ve ekonomi
içindeki üretken konumlarını devam ettirebilmeleri amacına yönelik olarak kabul edilen iflasın
ertelenmesi, uygulamada ortaya çıkan sorunlar ve ihdas amacının dışında kullanımı nedeniyle
kaldırılmıştır. Yerine borçlunun alacaklılar ile bir müzakere sonrasında anlaşması ve yapılan
anlaşmanın mahkeme tarafından tasdik edilmesi esasına dayalı konkordato müessesesinin daha
etkin bir şekilde uygulanabilmesine yönelik kapsamlı düzenlemeler yapılmıştır. 7101 sayılı
Kanun incelendiğinde, iki alanda önemli değişlik yapıldığı göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki,
iflasın ertelenmesi uygulamasının yürürlükten kaldırılmış olması diğeri ise mevcut konkordato
uygulamasının genişletilmesidir.
2.1.İflas Ertelemesi Uygulaması Yürürlükten Kaldırılmıştır:
Öncelikle iflasın ertelenmesinin ne olduğunu kısaca hatırlamak gerekirse; iflas erteleme; alacak
borç dengesi bozuk sermaye şirketleri tarafından mahkemeye sunulan inandırıcı iyileştirme
projesi çerçevesinde, mahkemece atanacak bir kayyım nezaretinde ve belli bir süre içerisinde
mali durumun düzeltilerek iflastan kurtulmaları için öngörülen hukuki koruma içeren bir
40https://vergidosyasi.com/2018/05/08/turkiye-yatirim-ortaminin-uygunlugu-acisindan-kacinci-sirada/ (erişim tarih: 01/04/2019) 41http://www.doingbusiness.org/content/dam/doingBusiness/country/t/turkey/TUR.pdf (erişim tarih: 01/04/2019)
Sayı 1, Mayıs 2019
37 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
süreçtir. Bir başka bakış açısından ise iflasın ertelenmesi, iflasa engel olan ve ilgili tarafların
menfaatlerini42 koruyan bir adli tedbir olarak algılanmalıdır43.
İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan düzenleme ile mevcut durumda geniş bir uygulama alanı bulan
iflasın ertelenmesi şartlarını düzenleyen İİK 179. madde ile bu maddenin devamı niteliğindeki
179/a, 179/b, 179/c, 298/a ve 329/a maddeleri yürürlükten kaldırılmış ve yerine Kanunda daha
önce de mevcut olan konkordato müessesesi genişletilmiştir. Yapılan değişiklik ile İİK 179.
madde yalnızca iflas başvurusunu düzenleyen bir madde haline gelmiştir. Ancak hemen
belirtmek gerekirse; 7101 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile 2004 Sayılı İcra İflas Kanunu’na
eklenen geçici 14. madde gereği; Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte görülmekte olan iflasın
ertelenmesi ve konkordato talepleri hakkında, talep tarihinde yürürlükte bulunan hükümlerin
uygulanmasına devam edileceği bildirilmiştir. Hiç kuşkusuz, söz konusu geçici madde,
Kanunun yürürlüğe girdiği tarih ve öncesindeki iflâsın ertelenmesi ve konkordato taleplerine
karşı hangi kanunun uygulanacağı konusunda oluşabilecek tereddütleri ortadan kaldırmış ve bu
tür talepler için talep tarihindeki mevzuatın uygulanmaya devam edileceğini açıkça
belirtilmiştir.
2.2.Konkordato Uygulaması Kapsam Olarak Genişletilmiştir:
İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ve devamındaki bazı maddelerde metin değişikliği yapılmasına
karşın, konkordato talebine ilişkin içerik değişmemiştir. Yürürlükten kaldırılan düzenlemelerle
uyumlu olarak, borçlarını, vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe
tehlikesi altında bulunan borçlular için, vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle
borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflastan kurtulmak için konkordato talep edebilme
imkanı tanınmıştır. Ayrıca, iflas talebinde bulunabilecek her alacaklı, gerekçeli bir dilekçe ile,
borçlu hakkında konkordato işlemlerinin başlatılmasını isteyebilecektir.
Konkordato müessesesinin, özellikle İcra ve İflas Kanunu’nda 2003 yılında yapılan esaslı
değişiklik sonrası kullanım alanı yok denecek düzeye inmiştir. 7101 sayılı Kanun değişikliğine
kadar, borç alacak dengesi bozuk kişiler nezdinde hukuki koruma sağlama amaçlı olarak iflasın
ertelenmesi müessesesi kullanılmıştır. Yapılan esaslı kanun değişikliği ile birlikte bu durum
yerini konkordato müessesesinin kullanımına bırakmıştır. Konkordatonun ne olduğu ve işleyişi
hakkında genel bir bilgiye sahibi olabilmek adına, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 285. ve
devam maddelerin incelenmesi gerekmektedir. İİK 285. madde gereği; borçlarını vadesi
geldiği halde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan borçlular
için, vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle (ya da her ikisi birden karma biçimde)
42 “Borca batıklık olarak da adlandırılan aşırı borçlanma, bir sermaye şirketinin faaliyet göstermesine bağlı çıkar çatışması konusunda hakemlik yapılmasını gerektirir. Bu çıkarlar çeşitlidir. Öncelikle, borca batık şirketin çıkarı söz konusudur ve bu çıkarın içinde şirketin hukuki varlığını sürdürmedeki menfaati, ortakların ve tahvil vb. borçlanma aracı sahiplerinin çıkarları, işçilerin ve yöneticilerin çıkarları söz konusudur. Diğer taraftan, alacaklılar da çeşitli şekillerde menfaat sahibidirler. Bu alacaklılar arasında mevcut alacaklıklar ile müstakbel alacaklılar, hammade sağlayıcılar ve müşteriler bulunmaktadır.Nihayet, Devletin de menfaati vardır ki, bu menfaat de “kamu yararı” olarak adlandırılır.” AKBULAK, Yavuz, Yeni Düzenlemeler Işığında Konkordato ve Sonuçları, Banka ve Finans Hukuku Dergisi 2018 cilt7 sayı:25 s.87. 43 ÖZTEK, Selçuk , İflasın Ertelenmesi, Bankacılar Dergisi, 2005 sayı:53 s.30.
Sayı 1, Mayıs 2019
38 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflastan kurtulmak için konkordato talep edebilme
imkanı tanınmıştır. Diğer bir anlatımla; Konkordato, borçların yeniden yapılandırılması
suretiyle iflasa tabi borçluların mali durumunun düzeltilerek iflastan kurtulmasını, iflasa tabi
olmayan diğer borçluların ise mali durumunun düzeltilmesini amaçlayan, alacaklıların da belirli
bir tenzilatla veya vadede alacağına kavuşmasını sağlayan ve mahkemenin tasdikiyle taraflar
açısından bağlayıcı hale gelen bir anlaşma türüdür.
Konkordato;
• Adi konkordato,
• İflastan sonra konkordato ya da iflas içi konkordato,
• Mal varlığının terki suretiyle konkordato, şeklinde türlere sahiptir.
Adi konkordato ise vade konkordatosu, tenzilat konkordatosu olarak ikiye ayrılmakla birlikte
vade ve tenzilat konkordatosunun birlikte uygulanabilmesine ilişkin yasal bir engel
bulunmadığından karma konkordato şeklinde uygulamanın sıklıkla görülmesi söz konusu
olacaktır.
Adi Konkordato, genel olarak;
• Konkordato talebi/müracaatı
• Geçici Mühlet
• Kesin Mühlet
• Alacaklılar Toplantısı
• Konkordatonun tastik aşaması
• Tastik sonrası uygulama olmak üzere belli başlı aşamalardan meydana gelmek üzere
yeni düzenlemelere sahiptir.
Konkordato talebinde bulunan borçlular için öenmli bir unsurda gider avansıdır. Kanunkoyucu,
Adalet Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulan tarifede belirtilen konkordato gider avansını
yatırılmasını mecbur kılarak, ödeme gücünü tamamı ile yitirmemiş ve mali durumunu gerçek
manada düzeltme niyeti ile hareket eden kişilerin başvurması amacını gütmüştür. Yargılama
giderleri ve komiserler kuruluna ödenecek bedellerden ibaret gider avansının ödenememesi
halinde konkordato talepleri reddedilecektir.
3.Konkordato Sürecinde Alacaklıların Takas Hakkı
Konkordato hukuki sürecindeki takas hakkı kullanılmasına dayalı düzenlemelere geçmeden
önce takas hakkının mahiyetinden bahsetmek gerekir. Borçlar Kanunu 139.maddesi ilk fıkrası,
“İki kişi, karşılıklı olarak bir miktar para veya özdeş diğer edimleri birbirine borçlu oldukları
takdirde, her iki borç muaccel ise her biri alacağını borcuyla takas edebilir.” şeklinde
düzenlemeye sahiptir. Alacakların karşılıklı, aynı türden, muaccel ve geçerli olmasına ilişkin
dört koşulunda bulunmadığı durumda takasın kullanılması mümkün değildir.
Konu bankalar yönünden değerlendirildiğinde ise 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun
incelenmesi gerekir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 61.maddesi mevduat sahiplerinin geri alma
hakkının hiçbir şekilde sınırlandırılamayacağını düzenlemekle birlikte aynı zamanda bu
Sayı 1, Mayıs 2019
39 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
durumun istisnalarını da belirtmiştir. Takas da mevduat sahiplerinin geri alma hakkına getirilen
başlıca istisnadır. Bu şekilde bankalara, kredi ve diğer alacakları sebebi ile hesap sahibinin
mevduatından takas imkanı verilmiştir. Ne var ki, bankanın takas beyanında bulunabilmesi için
kendi alacağının muaccel olması gerekmektedir44. Ancak sözleşme serbestisi kapsamında takas
şartlarının değiştirilebileceği kabul edilebilmektedir. Bankalar bu çerçevede, takas hakkının
kullanımı için muacceliyet şartının aranmayacağına dair hükümlere kredi sözleşmelerinde yer
vermek sureti ile bu hükümlere dayanarak mevduatın geri alınmasına izin vermediği haller
olabilmektedir.
İcra ve İflas Kanunu 294.maddesi 4.fıkrası "Takas bu Kanunun 200 ve 201 inci maddelerine
tâbidir. Bu maddelerin uygulanmasında geçici mühletin ilânı tarihi esas alınır." şeklindedir.
İcra ve İflas Kanununun 200 ve 201.maddeleri ise şu şekildedir;
“Madde 200 – Alacaklı alacağını müflisin kendinde olan alacağı ile takas edebilir. Aşağıdaki
hallerde takas yapılamaz.
1 – Müflisin borçlusu iflas açıldıktan sonra müflisin alacaklısı olursa;
2 – Müflisin alacaklısı iflas açıldıktan sonra müflisin veya masanın borçlusu olursa;
3 – Alacaklının alacağı hamile muharer bir senede müstenit ise.
(Değişik: 29/6/1956-6763/42 md.) Anonim, limited ve kooperatif şirketlerin iflasları halinde
esas mukavele gereğince verilmesi lazım gelen hisse senedi bedellerinin henüz ödenmemiş olan
kısımları veya konması taahhüt edilen ve fakat konmamış olan sermayeler bu şirketlerin
borçlariyle takas edilemez.”
“Madde 201 – Müflisin borçlusu iflasın açılmasından evvel alacaklısının aciz halinde
bulunduğunu bilerek masanın zararına kendisine veya üçüncü bir şahsa takas suretiyle bir
menfaat temin etmek için müflise karşı bir alacak ihdas ederse bu takasa mahkemede itiraz
olunabilir.”
Yapılan bu düzenlemelerle birlikte Borçlar Kanunu’nun 142. maddesinin incelenmesinde fayda
vardır. Borçlunun iflası hâlinde alacaklılar, muaccel olmasalar bile, alacaklarını, müflise olan
borçları ile takas edebilirler düzenlemesi, takasın iflas halinde uygulanmasına cevaz
vermektedir. Hatta bu düzenleme muacceliyet şartını dahi ihtiva etmemekte, borcun varlığını
yeterli görmektedir. Konkordato talebi kabul edilmeyen borçlu için iflasın söz konusu
olabileceği açıktır. Bu kapsamda iflas hükümlerinden ayrılarak konkordato için özellikle
muacceliyet şartının arandığı şeklinde yorum yapılabileceği kanaatindeyiz.
İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan yeni düzenlemeler çerçevesinde konkordato takas işleminin
belirli şartlar dahilinde caiz olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Takasın kullanımı için iflas
düzenlemelerine atıfta bulunularak iflasın açılması yerine geçiçi mühlet ilanı tarihi dikkate
alınmıştır.
44 ALICI, Yaşar, Bankacılık Kanunu Şerhi, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2017, cilt 2 s.1112.
Sayı 1, Mayıs 2019
40 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
Şöyle ki, alacaklılardan birisi, geçici mühlet kararının ilanından sonra borçludan alacaklı olmuş
veya geçici mühlet kararının ilanından sonra borçluya borçlanmışsa ya da takas dermeyan
etmek isteyen alacaklının alacağı hamiline yazılı bir senede dayanıyorsa, takasa cevaz
verilmemiştir. Görüldüğü üzere konkordato mühleti içerisinde takasın gerçekleşebilmesi için
her iki alacağın da geçici mühlet kararının ilanından önce doğmuş olması gerekmektedir45.
Bankalar içinse sözleşmelerinde takas imkanı için doğmuş alacağın muaccel hale gelmiş
olmasının aranmayacağı şeklinde düzenlemeler yapıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda özellikle
bankalar yönünden geçiçi mühlet kararının ilanından önce henüz muaccel hale gelmemiş
doğmuş alacaklar için takas imkanının bulunup bulunmadığı tartışılmalıdır.
Konkordato süreci içerisinde geçici mühlet kararı içeriğinde ya da daha sonra verilen ara
kararlarda takas hakkında açık kararlar yer alabilmektedir. Yüksek mahkeme, iflasın
ertelenmesi düzenlemelerinin yürürlükte olduğu dönemde; iflasın ertelenmesi halinde
uygulanacak tedbirlerin alacaklıların ve üçüncü kişilerin maddi hukuktan doğan talep ve defi
haklarını kısıtlamayacak ölçüde olması gerektiğini, mahkemece maddi hukuk alanında sonuçlar
doğuran muhafaza tedbirleri verilemeyeceğini hükme bağlamıştır46.
Bu kapsamda iflasın ertelenmesine yönelik açılan davalar sonucu alınan takas mahsup yasağına
dair tedbirler itiraz halinde kaldırılabilmiştir. Ne var ki, yeni konkordato düzenlemesinde
tedbirlere yönelik verilen geçici ve kesin mühlet kararlarında açıkça takas yasağı belirtilmekte
veya yapılan takas işlemlerinin iadesinin istendiği ara kararlar alınabilmektedir. Konkordato
sürecinin itiraz yollarının kısıtlı olması sonucu bu kararların iptali taleplerine ilişkin Yüksek
Mahkemenin somut bir kararı ise bulunmamaktadır. Kanunkoyucu konkordato sürecinde takas
imkanını belirli şartlarda mümkün kılmışken geçici mühlet kararları veya ara kararlar ile bu
imkanın hali hazırda ortadan kaldırıldığına şahit olunmaktadır.
4. Sonuç
Hem dünya hem ülkemiz ticaret hayatında gerçekleşen olaylar neticesinde sağlıklı işleyişin
sağlanması amacı ile düzenlemeler yapılması gerektiği açıktır. Özellikle mevcut borçlarını
ödemekte zorlanan ancak çalışır durumda bulunan firmaların borçları nedeni ile icra takibi ile
karşılaşması sonucu çalışamaz duruma gelmesi ve bu durumun sonucunda firmaların iflas
etmesi ile karşılaşılmaktadır. Bu durum hem borçlunun faaliyetinin sonlanması sonucu pay
sahipleri ile çalışanların zarara uğraması, hem de borçludan alacaklı tarafların alacaklarını
kısmen veya tamamen tahsil edememesi sonucu zarara uğramasına neden olmaktadır. Piyasa
dinamikleri sonucu oluşan bu durumun yanı sıra ödeme sorunlarının çözümüne dair süreçlerin
iyi işlememesi yatırım ortamının iyileştirilememesi ve yatırımcının iç piyasaya çekilememesine
de neden olmaktadır. Yeni konkordato düzenlemeleri tüm bu sorunlara çözüm bulma amacı ile
özellikle de alacaklının söz sahibi olabildiği ve borçluya ödeme kolaylığı getirilen bir süreç
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte karşımıza çıkabilecek pek çok hukuki konudan biri
de takas kavramının işlevini yerine getirip getiremediğidir. Kanunkoyucu asıl olarak
45 ÖZTEK, Selçuk , BUDAK, Ali Cem, TUNÇ YÜCEL, Müjgan, KALE, Serdar, YEŞİLOVA, Bilgehan, Yeni Konkordato Hukuku, Adalet Yayınevi Ankara 2018 s.219. 46 23.Hukuk Dairesi 03.05.2012 1437/3309
Sayı 1, Mayıs 2019
41 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
konkordato sürecinde takas imkanını ortadan kaldırmamış, iflas halindeki hükümlerin
uygulanmasını istemiştir. Ancak bu uygulamanın miladının, geçici mühlet kararının ilanı
olmasına hükmetmiştir. Geçici mühlet kararından sonra oluşan alacak ilişkisinden kaynaklı
takas imkanı olmayacağında tereddüt yoktur. Geçiçi mühlet kararından önce muaccel hale gelen
veya takas için gerekli olan muaccel olma şartının bulunduğu sözleşme kapsamında borçlanılan
ve bu şeklilde tüm borç bedelinin talep edilebildiği hallerde geçiçi mühlet kararının ilanından
sonra takas yapılabilecek midir? Tam bu noktada kanunkoyucunun konkordato düzenlemesini
ihdas etme amacı ve korumaya çalıştığı sağlıklı ekonomik ortamın işleyişi dikkate alınarak
yorum yapılmasının doğru olacağı kanaatindeyiz. Geçiçi mühlet kararının ilanına kadar alacaklı
borçlunun hukuki koruma içeren bir dava yoluna başvuracağını bilme ve buna göre hareket
etme imkanına sahip olmadığından, geçici mühlet kararından önce vadesi gelmiş, muaccel
olmuş alacaklar yönünden takas imkanını geçiçi mühlet kararının ilanından sonra da
kullanılabilmesini kabul etmek gerekir. Ancak henüz muaccel olmamış alacaklar yönünden
konkordato sürecinde takas yapılabilmesi imkanının kabul edilmesi, alacaklılar arasındaki
eşitliği ortadan kaldıracaktır. Aynı zamanda borçlunun tenzilat konkordatodan faydalanması da
söz konusu olamayacaktır.
Bankalar örneğinde olduğu gibi sözleşmelerinde takas imkanı için alacağın muaccel hale gelmiş
olmasının aranmayacağı şeklinde düzenlemeler yapılan hallerde, nasıl hareket edileceği ise
başkaca bir tartışma konusudur. Aynı yorum yöntemi ile geçiçi mühlet kararının ilanından sonra
muaccel olacak borçlar yönünden alacaklıların eşitliği dikkate alınarak takas imkanının
bulunmamasının, hakkaniyet gereği olacağı açıktır. Örneğin, geçici mühlet kararının ilanından
sonra konkordato mühletine konu borçluya ait kredi hesabına gelen bir havalenin, kredi
borcundan dolayı takas edilmemesi gerekecektir.
Kaynakça:
www.doingbusiness.org
AKBULAK, Yavuz, Yeni Düzenlemeler Işığında Konkordato ve Sonuçları, Banka ve Finans Hukuku Dergisi
2018 cilt7 sayı:25
ÖZTEK, Selçuk, İflasın Ertelenmesi, Bankacılar Dergisi, 2005 sayı:53
UYAR, Talih, Yeni Konkordato Hukukumuzun Temel İlkeleri Bilge Yayınevi, Ankara 2018
ÖZTEK, Selçuk , BUDAK, Ali Cem, TUNÇ YÜCEL, Müjgan, KALE, Serdar, YEŞİLOVA, Bilgehan, Yeni
Konkordato Hukuku, Adalet Yayınevi Ankara 2018
ALTAY, Sümer ESKİOCAK, Ali, 7101 sayılı Kanun’la Yapılan Düzenlemelerin Işığında Konkordato ve Yeniden
Yapılanma Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2018
ALICI, Yaşar, Bankacılık Kanunu Şerhi, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2017
REİSOĞLU, Seza, Bankacılık Kanunu Şerhi, Yaklaşım Yayınları, Ankara 2015
ARAL, Fahrettin, Türk Borçlar Hukukunda Takas, Savaş Yayınları, Ankara 1994
ÖZKAYA-FERENDECİ, Hamide Özden, İflas Hukukunda Takas, Beta Yayınları, İstanbul 2013
Sayı 1, Mayıs 2019
42 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
ÖZEL SEKTÖR BORÇLANMA ARAÇLARININ GERİ ÖDENMESİNDE YAŞANAN
PROBLEMLER
Av.Erkan TERCAN
Bilindiği üzere, son yıllarda özel sektör borçlanma araçları sıklıkla ihraç edilmeye, ihraççılar
için bir alternatif finansman yolu, yatırımcılar için de bir alternatif yatırım aracı olmaya
başlamıştır. Ancak son zamanlarda birtakım ihraççıların geri ödemede zorluklar yaşaması, bu
ihraçlardan borçlanma aracı satın alan yatırımcıların yasal hakları, bu yatırımcıların yasal olarak
ne kadar korundukları gibi konuları gündeme getirmiştir.
Her ne kadar bu ihraçlar kamunun gözetiminde gerçekleşiyor olsa da borçlanma aracı satın
alarak alacaklı hale gelen yatırımcılara tanınmış, Sermaye Piyasası Kanunu’nda47 tanımlanan
bazı dava hakları dışında özel bir yasal koruma yoktur. Borçlanma aracı sahibinin herhangi bir
alacaklıdan farkı olmadığı gibi, elindeki borçlanma aracı “kambiyo senedi” sayılmadığı için
daha avantajlı olan kambiyo senetlerine mahsus icra takibi yoluna başvurması da mümkün
olamamakta, alacağının temini için yapmış olduğu ihtiyati haciz talebinin ise kabul edilmeme
ihtimali bulunmaktadır.
İhraççının temerrüde düştüğü hallerde yatırımcılar öncelikle görüşme, vade uzatımı,
yapılandırma ve benzeri alternatif çözüm yollarına başvurabilmektedirler. Bu yazının konusu
bu tür ikili görüşmeler yolu ile bulunan çözüm yolları olmayıp, Sermaye Piyasası Kanunu’nda
yer alan özel dava haklarınınyurt dışı mevzuat ile karşılaştırılmasının yapılarak Türk
mevzuatında yapılabilecek iyileştirmelere ilişkin önerilerimizdir.
Sermaye Piyasası Kanunu’nun 32. maddesinde sermaye piyasası aracı ihraç ve halka arzlarında
düzenlenecek kamuyu aydınlatma belgelerinden doğan sorumluluk düzenlenmiştir. Buna göre
Sermaye Piyasası Kurulu (“SPK”) tarafından kamuyu aydınlatma amacı ile düzenlenmesi
öngörülen kamuyu aydınlatma belgelerini imzalayanlar veya bu belgeler kendi adlarına
imzalanan tüzel kişiler bu belgelerde yer alan yanlış, yanıltıcı veya eksik bilgilerden
kaynaklanan zararlardan müteselsilen sorumludurlar. Aynı maddede bağımsız denetim,
derecelendirme ve değerlendirme kuruluşları gibi kamuyu aydınlatma belgelerinde yer alan
veya bu belgelere dayanak olmak üzere hazırlanan raporları hazırlayan kişi ve kurumların da
oluşacak zararlardan müteselsilen sorumlu olacakları öngörülmüştür. Dolayısıyla, son
dönemlerde mali tabloları ve derecelendirme notları dikkate alınarak yatırım yapılmış olan
borçlanma araçları için, mali tablolarda veya derecelendirme notlarında sorun olduğu
47 30/12/2012 tarih ve 28513 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu
Sayı 1, Mayıs 2019
43 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
düşünülüyorsa, asıl borçlu ihraççının yanında bu kuruluşlara karşı da hukuk yollarına
başvurulabilecektir. Dikkat edilmesi gereken husus kamuyu aydınlatma belgelerinden doğan
sorumluluk taleplerinin zararın meydana geldiği tarihten itibaren altı ay içinde zamanaşımına
uğrayacak olmasıdır.
Sermaye Piyasası Kanunu’nun 32. maddesi mevzuatımıza 06/12/2012 tarihinde kabul edilen
6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ile girmiş olup, bilgimiz dahilinde henüz bu maddeye
dayanılarak açılan bir sorumluluk davası bulunmamaktadır. Bu maddenin kapsamının ne
olduğu, nasıl uygulanacağı ve genel sorumluluk hükümlerini ortadan kaldırıp kaldırmadığı
konusunda pek çok soru işareti bulunmaktadır. Öyle görünmektedir ki; bu sorular ancak açılan
davalar sonucunda Mahkemelerce cevaplanacaktır.
Yurt dışı uygulamalarda, borçlanma aracı ihraçlarında ihraççı şirket yatırımcılara belirli bir
tutardan daha fazla borçlanmama, yeni alacağı borçlar için teminat vermeme, belirli hallerde
temerrüde düşmüş sayılma, belirli hallerde yatırımcılara erken itfa hakkı tanıma, ilişkili
şirketler ile işlem gerçekleştirmeme, alınacak belirli kararları borçlanma araçları sahiplerinin
onayına sunma gibi sözleşmesel beyan ve taahhütlerde bulunmakta olduğu görülmüştür. Bu
beyan ve taahhütler sadece halka arzlarda değil, nitelikli yatırımcılara yapılan satışlarda da söz
konusu olmaktadır. Her ne kadar ülkemizdeki şirketlerce yapılmış pek çok yurt dışı ihraç örneği
bulunuyor olsa da sektörde bu tür beyan ve taahhütlerin yurt içi ihraçlarda da kullanılması yolu
seçilmemiştir. Ne yazık ki hukuk sistemimiz demokratik dinamikler ile kendiliğinden gelişen,
dönüşen bir sistem olmadığı için, yurt dışında yaygın olarak kullanılan bu sözleşme hukuku
uygulamaları ülkemizde şimdiye kadar uygulanma alanı bulamamıştır. Muhtemeldir ki yaşanan
bu kötü deneyimlerin sonucunda ve kamu kurumlarının zorlaması ile bu tür uygulamaların
gelişmesi sağlanabilecektir.
Amerikan örneğine baktığımızda, 1934’lü yıllarda bu alanda bir reform ihtiyacı olduğu,
ihraççının taahhüt ettiği yükümlülüklere uyup uymadığını izleyecek, borçlanma aracı
sahiplerinin birlikte hareket etmesi güçlükler arz ettiği için onlar adına hareket edebilecek bir
trustee’ ye (bizim hukuk sistemimizde tam karşılığı olmamakla birlikte en yakın kavram olan
temsilci ifadesini kullanabiliriz) ihtiyaç olduğu ve ihraç sırasında düzenlenecek sözleşmelerin
belirli standartlarının olması gerektiği düşünülerek Trustee Indenture Act of 1939 27 Mayıs
1933 tarihinde onaylanarak kabul edilmiştir. Bu Kanun uyarınca SEC’ye (Amerikan
düzenleyici otoritesi “U.S. Securities and Exchange Commission”) kayıt yükümlülüğünden
istisna olmayan (nitelikli yatırımcılara satış, yurt dışı satış vd.) ve belirli bir tutarın üzerindeki
borçlanma aracı ihraçlarında yatırımcılar ile ihraççı arasında bir sözleşme imzalanması ve
yatırımcılar adına hareket edecek bir trustee (Temsilci) atanması zorunlu kılınmıştır. SEC’ye
Sayı 1, Mayıs 2019
44 Copyright © 2019 Karakullukçu Danışmanlık A.Ş. (Kanunum). Tüm hakları Karakullukçu Dan A.Ş.’ne aittir. İzinsiz
kopyalanamaz veya çoğaltılamaz.
kayıt yükümlülüğünden istisna olan ihraçlarda trustee kullanılmıyor olsa da uygulamada beyan
ve taahhütlerin yer aldığı bir sözleşme mutlaka düzenlenmektedir.
Avrupa Birliği ülkelerinde yasal olarak trustee kullanma zorunluluğu olmasa da pek çok ihraçta
trustee yapısı (trustee structure) kullanılmaktadır.
Ülkemiz açısından da özel sektör borçlanma araçlarına olan ilginin devamını sağlayabilmek
için icra iflas mevzuatında yatırımcıları koruyucu bir takım değişikliklerinin yapılmasının yanı
sıra, yurt dışı örneklerde kullanılan trustee yapısına benzer yapıların kullanılmasının belirli
ihraçlar bakımından zorunlu tutulması aynı şekilde, belirli ihraçlar bakımından ihraççıların
yatırımcılara yönelik beyan ve taahhütlerinin yer aldığı şablon sözleşmelerin imzalanmasının
istenilmesi düşünülebilir. Esasen bu tür uygulamaların geliştirilmesi için düzenleyici otoritenin
kurallar ihdas etmesine de gerek bulunmadığı zira, Türkiye’deki sermaye piyasaları sektörünün
kendi sorunlarına çözümler üretebilecek kapasitede olduğunu düşünmekteyiz.