Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm...

147
Felâket Günlerim & Türk Gönlü (İnceleme-Metin) Çağdaş Balkan Türk Edebiyatının İlk Dönem Eserleri (II) Balkanlarda Türk ve İslâm kültürüyle yetişen iki yazarın 1913 ve 1923 yıllarında yayınladıkları bu eserler, Balkan Türklerinin muhtelif dramlarını farklı pencerelerden ve farklı üsluplar dâhilinde dile getirir. 20. Yüzyılın başlarında büyük savaşlara sahne olan Balkanlarda en ağır yaraları alan topluluk Balkan Türkleri olmuştur. Bu yıllarda yayımlanan “Felâket Günlerim” ve “Türk Gönlü” adlı eserler Balkan Türklerinin “savaş ve göç” acılarıyla boğuştukları dönemde neler yaşadıklarını, neler düşündüklerini, hangi mefkûrelere tutunduklarını iki yazarın dilinden ifâde eder; o zamanın gerçeklerine Edebiyat penceresinden bakmak isteyenleri o dönemlere götürür... Hazırlayan Atıf AKGÜN Bakü - 2020 “Gənclik” nəşriyyatı Felâket Günlerim & Türk Gönlü Atıf AKGÜN 978- 9952- 37- 405- 6

Transcript of Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm...

Page 1: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim &

Türk Gönlü(İnceleme-Metin)

Çağdaş Balkan Türk Edebiyatının İlk Dönem Eserleri

(II)

Balkanlarda Türk ve İslâm kültürüyle yetişen iki yazarın 1913 ve 1923 yıllarında yayınladıkları bu eserler, Balkan Türklerinin muhtelif dramlarını farklı pencerelerden ve farklı üsluplar dâhilinde dile getirir.

20. Yüzyılın başlarında büyük savaşlara sahne olan Balkanlarda en ağır yaraları alan topluluk Balkan Türkleri olmuştur. Bu yıllarda yayımlanan “Felâket Günlerim” ve “Türk Gönlü” adlı eserler Balkan Türklerinin “savaş ve göç” acılarıyla boğuştukları dönemde neler yaşadıklarını, neler düşündüklerini, hangi mefkûrelere tutunduklarını iki yazarın dilinden ifâde eder; o zamanın gerçeklerine Edebiyat penceresinden bakmak isteyenleri o dönemlere götürür...

HazırlayanAtıf AKGÜN

Bakü - 2020“Gənclik” nəşriyyatı

Fel

âk

et G

ün

leri

m &

rk G

ön

lüA

tıf

AK

N

978- 9952- 37- 405- 6

Page 2: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Çağdaş Balkan Türk Edebiyatının İlk Dönem Eserleri

(II)

Halil Zeki

Felâket Günlerim

& Dukâkinlerden Basri

Türk Gönlü (İnceleme-Metin)

Hazırlayan

Atıf AKGÜN

Bakü - 2020

Page 3: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Kitap Adı :Çağdaş Balkan Türk Edebiyatının İlk Dönem Eserleri II

Felâket Günlerim & Türk Gönlü (İnceleme-Metin)

Kitabın Yazarı: Doç. Dr. Atıf AKGÜN

Kitap Türü: Bilimsel Araştırma

İsbn: 978-9952-37-405-6

Editör: Doç. Dr. Atıf AKGÜN

Kapak Tasarım: Elnara ABBASOVA

Yayınevi:

“Gənclik” nəşriyyatı, 2020. 146 s.

Basım Yeri:

Megaprint, Zahid Xəlilov 26, Bakı / Azərbaycan

Tel: +994 50 850 98 69

©Atıf AKGÜN, 2020

Page 4: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

İthaf..

“Ailesi, Balkanlardaki yurtlarını terk etmek zorunda

bırakılarak Anadolu’ya yerleşmiş olan sevgili annem Fatma

Akgün’e ithaf olunur.

Ata yurtlarının aziz hatırasına hürmetle...”

Page 5: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket
Page 6: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

5

Önsöz

Günümüzde muhtelif Balkan ülkelerinde yaşayan

Türkler, kuşkusuz edebî sahada da varlık göstermekte; yazılı

edebiyatlarını Türkiye Türkçesi ile yaşatmakta ve âdeta

Balkanlarda Türklüğün ses bayrağını dalgalandırmaya devam

etmektedirler. Bu nitelikli azınlığın ortaya koyduğu çağdaş

edebiyatın yakın dönemdeki durumuna dâir ilmî çalışmalar

özellikle son yıllarda artış göstermiştir. Bu konuda yapılan her

çalışma, Balkanlardaki Türk varlığının daha yakından

tanınmasına da vesile olmuştur.

Bugün bağlı oldukları ülkelere göre Bulgaristan Türkleri

Edebiyatı, Makedonya Türkleri Edebiyatı, Batı Trakya Türk

Edebiyatı vb. mahallî edebiyatlar meydana getiren bu kalem

erbâbı, nihâyetinde Balkan Türklüğü olarak adlanır ve edebî

sahada hareket ettikleri alanı genel mânâsıyla Balkan Türkleri

Edebiyatı olarak adlandırmak mümkündür.

Aynı dönemde üretilen edebî eserlerin neşri ile devam

eden “Çağdaş Balkan Türkleri Edebiyatının İlk Dönem

Eserleri” dizisinin bu ikinci kitabında hâtırat ve piyes türlerinde

iki eseri -Balkan Türkleri Edebiyatındaki tarihî değerini

dikkate alarak- yayına hazırlamayı, incelemeyi ve metinlerini

paylaşmayı uygun bulduk. Bu ve hazırlık aşamasında olan

diğer eserlerin neşri ile söz konusu ilk dönem eserlerinin

günümüz okurları ile buluşmasına vesile olmaktan büyük onur

duymaktayız.

Balkanlardaki kadim Türk kültürünün en esaslı

göstergelerinden/belgelerinden birinin Balkan Türkleri

Edebiyatının günümüzdeki varlığı olduğu düşüncemizden

hareketle; bu çalışmamızda da günümüz alfabesine aktarılarak

yayınlanan ve incelenen iki eser, yayınladıkları yıllar îtibâriyle

Page 7: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

6

Balkan Türklerinin söz konusu çağdaş edebiyat ürünlerinin ilk

numûneleri arasında yer almaktadır. Bu îtibârla söz konusu

eserler, sosyal bilimlerin birçok farklı alanı ile birlikte özellikle

Balkanlardaki yerel Türk edebiyatı araştırmacıları için önemli

bilgiler sunmaktadır.

Bu çalışmanın, Balkanlardaki Türk-İslâm kültürüne

gönül verenlere ve bu alanda çalışan bütün araştırmacılara

faydalı olması en büyük beklentimizdir.

“Balkanlarda Çağdaş Türk Edebiyatının İlk Dönem

Eserleri” adlı projemiz kapsamında yayınladığımız bu kitabın

basım masraflarını üstlenen Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji

Fakültesi Türkoloji Bölümü Başkanı Sayın Prof. Dr. Ramiz

Asker’e şükranlarımı sunarım.

Atıf AKGÜN

Bakü/2020

Page 8: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

7

İçindekiler

Önsöz ................................................................................. 5

1. Balkan Türklerinin Edebiyatlarında İlk Çağdaş

Eserler Üzerine -2- ............................................................. 8

2. “Felâket Günlerim” Özeti ............................................. 13

2. 1. “Felâket Günlerim” Genel Değerlendirme ................ 21

3. “Türk Gönlü” Özeti ...................................................... 27

3. 1. “Türk Gönlü” Genel Değerlendirme ......................... 35

4. METİNLER .................................................................. 44

4. 1. Felâket Günlerim ....................................................... 45

4. 2. Türk Gönlü (Bilinmeyen Büyüklük) ......................... 89

5. Kitaplardan Bazı Görseller ......................................... 136

Kaynaklar ....................................................................... 141

Özgeçmiş ......................................................................... 144

Page 9: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

8

1. Balkan Türklerinin Edebiyatlarında İlk Çağdaş

Eserler Üzerine -2-

Balkan Türklerinin modern anlamda ilk edebî eser

örnekleri 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın ilk çeyreğini

kapsayan döneme tarihlenmektedir. Bu husus uzun bir dönem

Balkanların en büyük siyasal gücü olan Osmanlı Devleti’nin

bölgeden çekilmek zorunda kaldığı tarihî süreç ile dolaylı

olarak ilgilidir. Balkan Türklerinin, kendi yaşadıklarını, kendi

aralarından çıkan temsilcilerle, kendi muhitlerinde ve modern

edebiyat ürünleri ile ortaya koymaya başlamaları da Osmanlı

Devleti’nin bölgedeki gerileyişinin yaşandığı söz konusu

devreye rastlar. Balkanlarda Türklüğün siyasal anlamda devam

eden gerileyişinin aksine Türk matbûat faâliyetlerinin bu

dönemde gelişmiş olması bölgedeki Türk dili ve edebiyatı

açısından olumlu sonuçlar doğurmuştur. Zîra Türkçe bir devlet

dili olarak bölgedeki siyasi gücünü kaybediyor olsa da

bölgedeki Türkçe süreli yayın faâliyetleri bu gerileyişle

eşzamanlı olmamış; bu dönemde büyük hareketlilik içerisinde

olan muhtelif Balkan Türk matbaalarında hatırı sayılır bir yayın

faâliyeti gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Balkan Türklerinin

modern anlamda ilk edebî eserlerinin varlığını bu dönemdeki

söz konusu Balkan matbaalarına ve buna bağlı olarak

gerçekleşen süreli Türk yayıncılığına borçluyuz.

Çağdaş Balkan Türk Edebiyatı’nın ilk dönem eserlerinin

tespiti bahsinde Balkanlardaki muhtelif Türk matbûat

faâliyetlerinin en önemli alan olduğunu tekrâren belirtmeliyiz.

Bu noktada Osmanlı’da matbaa faâliyetlerinin vilâyet

merkezlerinde yoğunlaştığını da dikkate alırsak Balkanlardaki

Türkçe matbûat etrâfında teşekkül eden önemli Türk kültür

havzaları arasında Selânik, Üsküp, Edirne, Kosova, Manastır,

Page 10: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

9

İşkodra, Yanya, Prizren, Sofya, Tuna vilayeti (Şumnu, Rahova,

Razgrat) ile Girit, Rodos ve Midilli gibi bazı Ege adalarını

sayabiliriz. Bu bölgelerdeki gerek matbaa sayıları gerekse bu

matbaalarda basılan yayınların tirajı söz konusu zengin

faâliyeti ortaya koymak için yeterlidir. Aynı zaman zarfında

bölgede Türk matbaalarından çok daha fazla sayıda

gayrimüslimler tarafından işletilmekte olan matbaa da faâliyet

göstermiştir. Balkan Türk aydınlarının eserlerinin bir kısmının

da bu matbaalarda yayınlanmış olduğunu bu noktada

belirtmekte fayda vardır.

Çalışmamızın bu cildinde Latin alfabesine aktarılarak

incelenen eserler ilk olarak Sofya ve Filibe’de yayınlanmış-

lardır. (Türk Gönlü’nün ikinci baskısı İstanbul’da yapılmıştır.)

Balkanlardaki zengin Türk matbûat faâliyetleri elbette başka

bir çalışmanın konusudur ancak fikir vermesi açısından söz

konusu dönemde sadece Filibe’de faaliyet gösteren “Hurşit”,

“Balkan”, “Tefeyyüz”, “Güneş”, “Muvâzene” adlı matbaaların

çok sayıda Balkan Türkünün ilk edebî eserlerini neşreden

yerler olduğunu söyleyebiliriz.

Çağdaş Balkan Türk edebiyatının ilk döneminde özellikle

dikkat çekmek istediğimiz “neşriyat ve edebiyat” münâsebetini

sergilemesi bakımından çalışmamızın ilk cildinde “Şehit

Evlâtları” adlı uzun hikâyesine yer verdiğimiz Ethem Rûhi

(Balkan) emsal bir şahsiyettir. Filibe’ye yerleştikten sonra

yaklaşık bir yıl “Rumeli Telgrafları” ismiyle haber bülteni

şeklindeki gazeteyi çıkaran Ethem Rûhi’nin daha sonra 1906

yılında “Rumeli” gazetesini, 1907’den îtibâren de “Balkan” ga-

zetesini yayınladığı görülür. Ethem Rûhi, Bulgar meclisindeki

milletvekilliği ve “Balkan” gazetesi sâhipliğinin yanı sıra deği-

şik yıllarda “Eyyâm” gazetesini, “Resimli Balkan” dergisini

Page 11: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

10

çıkarmış, “Çiftçi Bilgisi” ile Mehmed Behçet (Perim)’in

yayınladığı “Ahâli” gazetelerinde ve “Türk Muallimler Mec-

muası”nda kendi ismi ve değişik müsteâr isimlerle yazılar

yazmıştır. Ethem Rûhi üzerinde araştırmaları olan Vedat S.

Ahmet Bulgaristan’daki Türk halkının yılmaz savunucusu

olarak gördüğü Ethem Rûhi’yi yorulmayan bir Jöntürk olarak

nitelendirir. Onun Balkanlarda gelişen yerel Türk edebiyatın-

daki derin neşriyat tesirini ortaya koyan faâliyetleri arasında

“Balkan” gazetesinin ayrı bir önemi vardır.

Balkan gazetesi sadece Bulgaristan’da değil, diğer

Balkan ülkeleri ve Osmanlı topraklarında da okunmuş,

Bulgaristan Türkleri hakkında bir kaynak olarak görülmüş,

1944 öncesinde söz konusu bölgede en uzun süre yayınlanan

Türkçe gazete olmuştur. Balkan gazetesi 1920 yılının son

günlerine kadar yayınlanır. Gazete, o döneme göre büyük

sayılabilecek 1600 tirajı ile çıkmıştır.1 Bu gazetenin Balkan

Türk Edebiyatı bağlamında en değerli hizmeti Eski Zağra

Müftüsü Hüseyin Râci Efendi’nin meşhur “Târihçe-i Vak’a-i

Zağra” isimli, Rus-Türk Savaşı esnâsında çekilen acıları

anlatan hâtırat türündeki manzum eserine daha kitap hâlinde

basılmadan önce sayfalarında yer verebilmiş olmasıdır.

Hüseyin Râci Efendi’nin söz konusu meşhur eseri birçok

kaynakta Balkan Türk Edebiyatının ilk özgün eserleri arasında

zikredilmiştir. Esâsen bu husus süreli yayınların Balkanlarda

modern anlamda gelişen yerel Türk edebiyatına ne derecede

zemin teşkil ettiğini göstermesi bakımından değerlidir.

19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başlarında Çağdaş Balkan

Türk Edebiyatının ilk numûnelerini neşreden edip zümresinin

1 Vedat S. AHMET, http://vedatahmed.blogcu.com/yorulmayan-jonturk-ethem-r-hi-

balkan/8439906 (E.T. 04.02.2020)

Page 12: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

11

önemli bir bölümünü tasvir eden taraf “Jöntürk” kimlikleridir.

Bu îtibârla söz konusu dönemi ve ilk temsilcilerin genel

karakteristiğini belirlerken “Jöntürk”lük konusunu meseleden

ayrı düşünmemek gerekir.

Avrupa’da tahsil görmüş Osmanlı gençleri için ilk defa

1828 yılından îtibâren kullanılmaya başlandığı bilinen Jöntürk

(“Jön”, Fransızca; yeni, genç anlamında) ifâdesi zamanla

batılılaşma yanlısı Tanzimat bürokrasisini tanımlamak,

anasayal düzeni ve meşrûtî idâreyi savunan kimseler için de

literatürde yer almaya başlamıştır. 20. yüzyılın başından

îtibâren söz konusu kavram II. Abdülhamid’in Müslüman

muhâliflerine atıfta bulunmak için kullanılmaya başlanmıştır.2

Meşrûtî düzene geçildikten sonra bu düşünceyi benimseyen

aydınların siyasal olarak İttihat ve Terakkî yapısı altında

toplandıkları görülmüştür. En temelde hürriyet ve modern-

leşme yanlısı olan bu aydın tipinin anayasal yönetime geçiş ve

basın-yayın hürriyetini savunmaları en karakteristik

özellikleridir. Matbûata son derece önem veren bu hareketin

Balkanlar özelinde, Balkan Jöntürkleri’nce ve mahallî

Jöntürklük fikirlerini işleyen Balkan Türk süreli yayıncılığının

“Ahâli”, “Balkan”, “Efkâr-ı Umûmiye”,“Islah”, “Muvâzene”,

“Rumeli”, “Tuna”, “Sadâ-yı Millet” ve “Uhuvvet” gibi önemli

yayınlarını çıkardıklarını bu noktada zikretmek konumuz

açısından da önemlidir.

Jöntürk hareketinin en etkili olduğu bölge Balkanlar

olmuştur. Jöntürklerin ilk faâliyetleri Balkanlarda görülürken

1908’den îtibâren Osmanlı Devleti’nde yönetimi ele geçiren

İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin özellikle Balkan şehirlerinde

2 M. Şükrü HANİOĞLU, “Jön Türkler” maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi,

Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587

Page 13: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

12

güçlü olduğu bilinmektedir. Bu yakınlığa, cemiyet mensup-

larının büyük çoğunluğunun Balkan kökenli olmasını da dâhil

ettiğimizde3 söz konusu dönem Balkan Türk entelijansya-

sındaki Jöntürk ve İttihat-Terakkî tesirini daha iyi ifâde etmiş

oluruz.

Sosyo-kültürel açıdan bakıldığında Balkan Türk toplu-

munun ilk edebiyat temsilcileri kısmî özerklik ya da “azınlık”

olma hâli ile yeni tanışılan bir dönemin insanlarıdır. Osmanlı

Devleti’nde doğan ve eğitim alan bu temsilciler daha sonra

gayritürk ülkelerin sınırları dâhilinde kaldıkları için geçiş

dönemi temsilcileridir. Ancak yeni düzene intibakta ciddî

sıkıntılar yaşayan bu zümre genellikle sessiz kalmayı ya da göç

etmeyi tercih ettiği için edebî faâliyetleri de önemli ölçüde

kesintiye uğramıştır. Bu bağlamda ilk dönem temsilcilerinin

siyasal anlamda Jöntürklük ve İttihat-Terakkî çizgisine yakın

olmaları anlam kazanmaktadır. Milletler üzerinden âdeta

yeniden karılan bir coğrafyada Balkan Türk aydınlarının söz

konusu cephede yer alması olağandı ve bu ideolojik duruşları,

çok milletli Balkan beşerî coğrafyasının bir bakıma doğal bir

sonucuydu. Çalışmamızın ilk cildinde eserleri verilen Ethem

Rûhi’nin yorulmayan bir Jöntürk olması; Muhâcir Meh-

medoğlu romanı yazarı Dukâkinlarden Basri’nin Balkanlarda

Türkçe edebiyat faâliyetleri ortaya koyduğu dönemde İttihat ve

Terakkî çizgisini benimsemiş olması da bu noktada anlam

kazanmaktadır. Çalışmamızın bu cildinde ele alınan Felâket

Günlerim ve Türk Gönlü eserleri de bu jön ve milliyetçi duruşu

yansıtmaya devam etmektedirler.

3 Mehmet HACISALİHOĞLU, “Jön Türklerin Balkan Politikası (1908-1913)”

Divan - Disiplinler Arası Çalışmalar Dergisi, C.13, S.24, s.99 2008/1, ss. 99-127

Page 14: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

13

2. “Felâket Günlerim” Özeti

“Felâket Günlerim”, adlı eserin başında Filibe’de faâliyet

gösteren Tunca Matbaası müdürü Ahmet Fâzıl Bey’in bir

takdim yazısı yer alır. Ahmet Fâzıl, yakın dostu ve mesâî

arkadaşı Halil Zeki’nin II. Abdülhamit döneminde yaşadığı

hapis günlerine ve sonrasında yaşadığı sıkıntılara dâir anılarını

kendisinden dinlemiş ve bu anılarını bir hikâye şeklinde

kaleme almasını Halil Zeki’den ricâ etmiştir. Bu îtibârla Ahmet

Fâzıl takdim yazısında eserin tavsiyesi üzerine ve yine kendi

destekleriyle yayınlandığını dile getirmiştir.

Hikâyenin başkahramanı olan Halil Zeki, bir akşam vakti

Üsküp’te ikametgâhı olan eve dönmektedir. Yolda esrârengiz

birinin onu gizlice tâkip ettiğini fark ederek tedirgin olur. Şehre

âit Üsküp İstasyonu, Hükümet Konağı, Buharlı Fabrika, Sâdi

Dergâhı gibi yapılardan bahsedilen dönüş yolunda tedirgin bir

vaziyette yürümeye devam eden Halil Zeki dar bir sokağa

saparak bu gizemli kişiyi tespit etmek ister. Tam o sırada bu

gizemli kişinin eskiden beri tanıdığı Usta Ramo adlı bir mîmar

olduğunu görür. Ramo, başkomiser Halim Bey’den bir haber

getirmiştir. Bu haberde bu akşam ya da yarın Halil Zeki’nin

evinin araştırılacağı bilgisi verilir. Halil Zeki ve âile fertlerinin

kovuşturma, tutukluluk ve hapis günlerini içine alan uzun ve

zorlu günleri bu haber ile başlamış olur.

Ertesi gün Halil Zeki’nin işyeri olan Bulgar

Konsoloshânesi’ne bir sivil polis olan Vidinli Recep Efendi’nin

geleceği ve kendisiyle özel görüşeceği bilgisi konsolosluğun

güvenlik memuru Gani Ağa tarafından haber verilir. Bu sivil

memur hakkında başkomiser Halim Bey tarafından Halil

Zeki’ye daha önce iyi şeyler söylenmemiş; Jönlük

Page 15: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

14

düşmanlarından biri olduğu ön bilgisi verilmiştir. Halil

Zeki’nin yazıhânesinde gerçekleşen görüşmede Vidinli Recep

Efendi baş sorgu hâkiminin bir mülâkat gerçekleştirmek

istediğini ve Halil Zeki’ye kendisiyle birlikte gelmesini söyler.

Halil Zeki pek de hayırlı şeylerin yaşanmayacağını sezer ve

yarım saat sonra hâkim beyi ziyâret edeceği bilgisiyle memuru

gönderir.

Başkahramanımız hükümet konağındaki adliye binasına

giderken tâkip edildiğini fark ettiğinde artık sonu bellli

olmayan bir yola girdiğini iyice anlamıştır. Hâkim ile olan

görüşmesinde kendisi hakkında toplanan deliller de

paylaşılarak, Avrupa’ya sürgün edilen İttihat ve Terakkî

mesupları ile ne tür bir irtibatta olduğu, Köstence’den Doktor

Temo ile olan yazışmaları sorulur. Halil Zeki bütün iddiaları

reddeder, Üsküp’te cemiyet reisi olduğunu kabul etmez ve tüm

ısrarlara rağmen cemiyet âzâlarından hiç kimsenin adını

vermez. Görüşmede çok fazla bilgi alamayacağını anlayan

sorgu hâkimi, Halil Zeki’yi başkomiser Halim Bey’in odasında

bırakıp, savcının mütâlaasını almak için oradan ayrılır. Halim

Bey ile baş başa kalan Halil Zeki o esnâda cemiyet işlerinin

sürüncemede kalmaması için komiser ile fikir birliği eder.

Daha sonrasında da tutuklama gerçekleşir.

Halil Zeki süratle genel hapishâneye gönderilirken

âilesini de büyük bir dram beklemektedir. Hapishâneye sevk

edilişinin ertesi günü savcı yardımcısı bir hâkim, polis

komiserlerinden Hüseyin, vilâyet tercümanı Nusret Efendi ve

yanlarında birkaç polis ile Buharlı Fabrika Caddesi’ndeki

evlerini araştırmak için kapıya dayanırlar. Bu kovuşturma

Page 16: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

15

sırasında ev sâkinlerine insanlık dışı muâmelede bulunulur,

Halil Zeki’nin eşi Âfet Hanım yaralanır ve karnındaki bebeğini

kaybeder. Evleri darmadağın olmuştur. Âfet Hanım tenhâ bir

mahallede ve kocasız bir şekilde yaşamak uygun olmayacağı

için kız kardeşine sığınmak ister. Bir Jöntürk âilesine yardımda

bulunmak istemeyen kız kardeşinden, konu komşu ve

akrabalarından iyilik göremeyen ve memedeki yavrusuyla

ortada kalan kadıncağıza Halil Zeki’nin Üsküp’te mektep

müdürü olduğu dönemde maiyetinde bulunan öğretmen Cafer

Efendi sâhip çıkar ve evlerinde misâfir eder.

Halil Zeki hapishânedeki ilk gecesinde bir insanın dahi

zor sığabileceği bir hücrede kalır, intihara kalkışır, bunu

başaramaz. İki gün şuuru kapalı bir vaziyette tedâvi görür.

Doktorun tavsiyesi ile çocuklar koğuşuna nakledilir. Bu

hâdiseden sonraki bir gün hapishâne müdürü tarafından

görüşmeye çağrılır. Fakat Halil Zeki oldukça tedirgindir. Bu

görüşmede kendisinin zehirlenerek öldürüleceği hatta Selânik’e

sevk edilerek orada denize atılabileceği gibi düşünceler zihnini

meşgul eder. Müdürle olan görüşmede Halil Zeki’nin Jöntürk

bağlantıları ile ilgili yeni delillerin ortaya çıktığı, bazı komite

âzâlarının tespit edildiği gibi şeyleri dile getiren müdür, ondan

îtirafçı olmasını ister. Halil Zeki bütün iddiaları gâyet mantıklı

cevaplarla geri çevirir. Birkaç gün sonra tekrarlanan görüşmede

hapishâne müdürü bu kez Hali Zeki’yi tebrik ederek, îtirafçı

olması hâlinde Anadolu’daki herhangi bir kazâ

kaymakamlığına tâyin edileceğini müjdeler. Ancak müdür,

mahkûmdan yine benzer cevapları alır ve cezâsına devam

edince aklının başına geleceğini düşünür.

Page 17: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

16

Halil Zeki’nin tutuklu iken yakınlarına gönderdiği

mektupları da sıkı bir tâkîbata uğramaktadır. Bulgar Konsolos-

luğu’na gönderdiği mektuplardan birinde istinaf mahkemesi

başkâtibi Hâlit Bey’in güvenilir bir adam olduğunu belirterek

mahkemenin durumu hakkında kendisinden bilgi alınmasını

istediği için, Hâlit Bey’in de tutukluluk altına alındığını hâkim

ile olan bir görüşmesinde öğrenir.

Tutukluluğunun başlangıcından on gün sonra ikinci kez

duruşmaya çıkarılan Halil Zeki’ye bu kez Sofya’daki Şark

gazetesi başyazarı İsmail Efendi Yörükof’tan ve Mısır’daki

Türk gazetesi idâresinden gelen yazılar sorulur. Bütün sorulara

yerli yersiz cevaplar veren mahkûm suçmalamaları reddetmeyi

sürdürür. Tutukluluğu üç ay daha devam eder ve bu süre

zarfında âilesi dâhil hiç kimse ile görüştürülmez. Kitap

okumaktan da men edildiği için büyük ıztırap çeken Halil

Zeki’nin bin ricâdan sonra kızı Firuze ile görüşmesine müsâade

edilir. Günler sonra kızı Firuze ile olan ilk buluşmada oldukça

hazin bir olay gerçekleşir. Firuze babasını tanımadığı için

hapishâne müdürünün kucağından ayrılmaz. Bunun üzerine

müdür, kızı göndererek bir gün sonra yine getirilmesini ister.

Duygu dolu bu vaziyetten bir hayli etkilenen hapishâne müdürü

bu süre zarfında ise Halil Zeki’den şu taleplerde bulunur:

- “Siz de bugün güzelce bir traş olun, saç ve sakalınızı

kestirin, ön taraftan ağarmış saçlarınızın görünmemesi

için fesinizi biraz da öne eğiniz kızı aldatmak için size

biraz da şeker falan ben hazırlarım o zaman bakalım ne

olur?”

Page 18: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

17

Firuze ile olan ikinci buluşmasında artık baba kız

oldukça samîmî dakikalar geçirirler. Küçük kız, müdürden

haftada üç kez ziyârete gelebilmesi için izin alır. Bu

buluşmalarda oldukça duygusal sahneler yaşanır. Hapishâne

müdürü de babanın ağlamalarına defalarca eşlik eder. Halil

Zeki’nin bu tutukluluk zarfında kızından başka kimselerle

görüşmesi ve hatta kitap okuması dahi yasaktır. Bütün yasaklar

bir tarafa kitap yasağı ona çok dokunmaktadır. Bu meseledeki

rahatsızlığını Kosova vilâyeti vâlisi Mahmut Şevket Paşa’ya

bir mektup gönderek ifâde eder. Bu mektupta en azından ilmî

kitaplarının serbest bırakılmasını uygun bir üslûpta ve

nedenleriyle izah ederek talep eder.

Nihâyet mahkûmiyet kararı belli olmuş ve Halil Zeki’ye

yedi sene kalebentlik cezâsı verilmiştir. Üsküp’teki cemiyet

arkadaşları onun geride kalan âilesinin geçimini üstlenme

kararı aldıkları için Halil Zeki bu cezâ kararından çok

etkilenmemiştir. Mahkemenin açık olması için İngiltere,

Avusturya ve Rusya konsolosları tarafından Mahmut Şevket

Paşa’dan talepte bulunulmuş ancak buna onay verilmemiştir.

Mahkeme oldukça ağır şartlarda cereyan eder. Salona tek kişi

alınmaz. Mahkeme neticesinde ecnebi baskısından korkulduğu

için âdet olmasına rağmen müebbed ya da îdam verilemez zîra

Halil Zeki de Bulgaristan tebâsındandır.

Halil Zeki, Üsküp Hükümet Konağı’nın üst tarafında

yeniden yaptırılan genel hapishânede geçen günlerinde her tür

suçluyu yakından tanır, bu kader mahkûmlarından bazılarının

da mâsum olduğunu anlar. Bu kısımlarda oldukça etkileyici

hapishâne gerçekleri okurla paylaşılır. Herkes dertlidir; derdini

Page 19: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

18

anlatacak, tesellî bulacak bir muhâtap aramaktadır. Halil Zeki

ise bunların yana yakıla anlatmalarını dinlemekten, onların

ruhlarını serinletecek sözler bulmak için uğraşmaktan artık

usanmaya başlamıştır. Hapishânenin işleyiş düzeninden

zamanla çok rahatsız olur. Ona göre burada suçlular sadece

dört duvar arasında bekletilmektedir ve ıslahları yolunda bir

amaca hizmet edilmemektedir. Bunun üzerine o zaman Rumeli

vilâyeti müfettişi olan Hüseyin Hilmi Paşa’ya takdim olunmak

üzere bir proje hazırlayıp hapishâne müdüriyetine teslim eder.

Bu mektubunda hükümlülerin burada ıslah olabileceğini,

topluma faydalı bireyler hâline gelebileceğini, mahkûmiyet

dönemlerini faydalı işlerle ve zanaat öğrenerek geçirebi-

leceklerini yöntemleriyle birlikte uzun uzadıya bu mektubunda

anlatır.

Halil Zeki hapishâne günlerini olabildiğince verimli

geçirmeye çalışır. Sofya Dârülfünûnu müdâvimlerinden Nanu

nâmındaki bir gençten Esperanto dilini öğrenmekte, Alasonya

civarında esir edilen bir Rum çetesi efrâdından ve Yunan

bahriye zâbitanından Mösyö Anjel nâmındaki yüzbaşı ile de

mandolin dersi geçmektedir. Geceleri hükümlüleri etrâfına

toplayıp onlara Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizin

kerbelâ vak'asından tutun da ta Seyyid Battal Gâzi hikâyelerine

kadar okumakta ve anlatmaktadır. Bu hikâyelerde ağlayanın

bini bir paradır. Halil Zeki cezâevinde artık çok sayıda dost

edinmiş ve gönül kazanmıştır. Müslümanlar ile gayrimüslimler

arasındaki ihtilaflarda dahi kendisine mürâcaat edilir olmuştur.

Hapishâne döneminde Halil Zeki’yi dostlarından Tahsin

ve Cafer Efendiler ile küçük bacanağı Hüseyin Efendi ziyâret

Page 20: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

19

eder. Bulgar konsolosu kavası da ara sıra dolaşır. Halil Zeki bu

buhranlı günlerinde her bunaldığı zaman Kur'ân-ı Kerim’den

bir cüz okumakta, bu şekilde rahatlamaktadır. Aklında sürekli

Yanofça’da bacanağı nezdinde bulunan âilesini merak

düşüncesi vardır. Mahbûsiyetinin sekizinci ayında Selânik

üzerinden Bodrum’a sevk kararı alınır ancak bu yolculuk

ücretinin bir kısmı kendisinden talep edilir. Bu kânunsuzluk

üzerine yine dönemin Kosova vâlisi Mahmut Şevket Paşa’ya

söz konusu hukuksuzluğu eleştiren bir dilekçe yazar.

Halil Zeki Bodrum’a nakli için yol hazırlıkları devam

ederken Lofça Müftüsü olan pederi Hasan Zühtü Efendi ile eşi

Âfet Hanım’ı son kez görmek üzere yanına çağırır. Koğuş

arkadaşı Hasan Efendi, dâvâ vekili Tahsin Efendi ve hatta

gardiyanların bile ona karşı muâmelesinde bir değişiklik

olduğunu fark eder. Kendisinin yolculuk sırasında katledileceği

yönündeki dedikodulardan en sonunda kendisinin de haberi

olur. Bu hâdiseden sonra çeşitli kâbuslar görür. Artık tüm

hazırlıkların tamamlandığı ve yolculuğun başlayacağı sırada

müjdeli bir haber alınır. Bulgar Konsoloshânesi kavası Abdül-

gani Ağa kendisini görmek üzere görüş yerinde beklemektedir.

Halil Zeki tahliye olacaktır çünkü Lofça ve Plevne kazâları

Müslümanlarının bin sekiz yüz imzâlı olarak Sofya ve İstan-

bul’a takdim ettikleri istirhamnâme etkili olmuştur. O gün bu

haber Üsküp içinde yayılınca kuşluğa kadar birçok kimseler

hapishâneye kadar tebriğe gelmiştir. Ancak savcı bu tahliye

kararına rağmen boş durmaz. Savcının, eğer Üsküp’te tahliye

edilirse yine Jöntürk teşkîlâtıyla iştigal edeceği mahzurunu

iddia eden görüşü uygun bulunarak Halil Zeki’nin

Page 21: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

20

Bulgaristan’a gönderilmesi kararlaştırılır. Halil Zeki savcıya

olan öfkesini bir şiir ile ifâde eder ve bu şiiri ona gönderir.

Hikâyede bu şiire de yer verilmiştir.

“Felâket Günlerim” adlı eserde Sofya’da çekilen sıkın-

tılar, yaşanan olaylar zincirinin ikinci aşamasını oluşturmak-

tadır. Bulgaristan’da Halil Zeki ve âilesini sıfırdan kurulacak

yeni bir hayat beklemektedir. Seyahatleri sırasında

Köstendil’deki bir otelde bir gece konakladıktan sonra en iyi

yolun babalarının yanına Lofça’ya yerleşmek olduğuna karar

verirler. Plevne ile Lofça arasındaki çetin yolculuk şartlarında

küçük kızları Firuze hastalanır ve tedâvisi için Sofya’ya

yerleşmek zorunda kalırlar. Ellerinde bir aylık bile paraları

olmayan âile Sofya gibi pahalı bir muhitte çok zorlanır.

Sofya’da neşrolunan Şark gazetesi muharriri Yörükoğlu İsmail

Efendi’nin oturduğu Bankofista Sokağı 10 numaralı evin üst

katındaki iki yataklı bir odaya kiracı olarak yerleşirler ama

parasızlık onları giderek daha da zorlamaktadır. Kızın tedâvisi

için saat ve küpelere varıncaya kadar kişisel eşyalarını nakde

çevirirler ama bir türlü muvaffak olamazlar. Bu dönemde Halil

Zeki’nin devletten memuriyet talepleri de olmuş ancak uygun

bir mevki bulunamamıştır.

Halil Zeki, İsmail Efendi ve avukat Hâfız Sıtkı Efendi ile

berâber Sofya’da bir gazete çıkarmağa karar verir ama o da

tâkîbata uğrar. Artık Firuze’nin doktorunun vizite parasını bile

bulamazlar. Bütün bu imkânsızlık içinde kızları Firuze’yi

kaybederler. Kız, babasına düşkün olduğu için bu durum Halil

Zeki’yi daha derinden sarsar. Vefat sonrası yine acıklı olaylar

yaşanır. Kızın cezânesi için müftülükten imam ve cenâze

Page 22: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

21

yıkayıcı bulmakta zorlanan âile fertleri en sonunda Çingene

kadınlarına mahsus yıkayıcıyı ile Çingene imamı Osman

Efendi’ye ricâ ederek Sofya’da beş altı Müslüman ile cenâze

namazını kılabilirler. Cenâze masraflarını nasıl karşılaya-

caklarını kara kara düşünürlerken gelen bir haber onlara nefes

aldıracaktır. Arâzi dâvâları olan Hacı Petrof tercüme edilmek

üzere üç parça evrak getirmiş, üç îlâm tercümesi bedeli

kırkardan yüz yirmi frank peşin para teklif etmiştir. İsmail

Efendi bu paradan âdeta çocuk gibi sevinmiştir. Halil Efendi

ise bu parayı Firuze’nin yüzü suyu hürmetine gelmiş bir hediye

olarak görmüştür. O sırada çalan kapı ile ikinci bir güzel haber

alınır. Harbiye nezâretinden gelen mektubu bir asker iletir.

Dârülfünûndaki muallimlik için Halil Zeki’nin namzetliği

kabul edilmiştir. 240 frank (1200) kuruş maaşla haftada dokuz

saat olarak müntehî kurslar ve dersler de uhdesine tevdî

kılınmıştır. Halil Zeki bu haberleri Âfet Hanım’a söylediği

zaman kadıncağız metânetini muhâfaza edemeyerek ağlamaya

başlamış ve “Cenâb-ı Hakk’ın bu cilvesine nasıl akıl erdirelim”

cümlesiyle mukâbelede bulunmuştur. Halil Efendi’nin

kabristandan döndüklerinde ilk işi evi değiştirmek ve eşinin

gönlünü eğlendirecek çâreler aramak olmuştur. “İşte felâket

günleri de burada nihâyet bulmuştu.”

2. 1. “Felâket Günlerim” Genel Değerlendirme

Felâket Günlerim adlı eser edebî bir tür olarak anı/hâtırat

türüne dâhildir. Bu eseri klâsik anı yazılarına nazaran farklı ve

başarılı kılan tarafı anlatıdaki tahkiyenin güçlü olmasıdır.

Yazar kronolojiye büyük bir sadâkatla riâyet ettiği anlatısında

Page 23: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

22

bir başlangıç ve son belirleyerek artzamanlı anlatı düzeni

benimser ve bu sûretle akıcılığı yakalar.

Hâtırâtın esâsını teşkil eden hikâyede kronolojik bir sıra

ile aktarılan olay zinciri 13 Şubat 1908 günü başlatılır.

Epizotlar kısadır ve anlatılanların konusuna göre eserde şu

adlarla sıralanmaktadır:

“Mevkûfiyyet”, “Teharriyat”, “Hapishânede İlk

Gecem”, “Müdürle Mülâkat”, “Tutulan Mektuplarım”, “İkinci

İstintâkım”, “Firuze ile Görüşmemiz”, “Firuze ile İkinci

Mülâkat”, “Kosova Vilâyet-i Celîlesine”, “Mahkûmiyyet”,

“Mahkûmiyetten Sonra”, “Vakitlerim Nasıl Geçti”, “Yine Yeis

Günleri”, “Kosova Vilâyet-i Celîlesine”, “Yol Hazırlıkları”,

“Yol Hazırlıkları”, “Bulgaristan’a Geliş”, “Hastalık İlerliyor”,

“Cedit mi, Evlât mı?”, “Felâket Günlerim”.

Hikâyedeki epizotları Üsküp ve Sofya’da yaşananlar

olmak üzere iki üst başlıkta toplamak da mümkündür.

Dönemin Üsküp ve Sofya’sında yaşanan üzücü hâdiseler

aktarılırken söz konusu şehirlere âit çeşitli yer isimleri ve

görünümler de zikredilir.

Tahkiyece zengin anı yazıları arasında yazar/anlatıcının

salt olay aktarımından ziyâde bilhassa kendi duygularını

paylaşmak sûretiyle okuyucu ile duygusal bir bağ yakaladığını

söylemek mümkündür. Anlatıcı birbirine neden-sonuç

zinciriyle bağlı olayların ruh ve zihin dünyasında ne tür yankı

bulduğunu da okuyucuya sezdirir ya da doğrudan anlatır. Bu

bağlamda Felâket Günlerim’in gerek tahkiye gerekse duygu

aktarımındaki başarılı yönü nedeniyle edebî tarafı güçlü bir

hâtırat/anı eseri olduğunu görmekteyiz. Eser hakkında birkaç

cümle de olsa bilgi verildiğini tespit ettiğimiz bazı

Page 24: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

23

çalışmalarda eserin türünden uzun hikâye olarak bahsedilmesi

de eserin hikâye tarzında kaleme alınması ile ilgilidir. Nitekim

eserin fikir babası olan Ahmet Fâzıl da Halil Zeki’den anılarını

hikâye şeklinde kaleme almasını istemiştir.

Felâket Günlerim’deki hikâyeye anlatımı kesintiye

uğratmayacak tarzda ve yoğunlukta şiir ve mektuplar da

eklenmiştir. Bu montajlardan şiir metni, anlatının merkezi

kişisi Halil Zeki’nin kendisini sürekli dâvâ eden ve

mahkûmiyetine sebep olan savcıya seslendiği şiirdir. Kıta adını

verdiği bu sekiz beyitlik şiirde savcıya duyduğu öfkeyi dile

getirir. Felâket Günlerim’deki mektuplar ise dönemin devlet

adamlarına yine Halil Zeki tarafından gönderilen dilekçe

tarzında yazılardır. Mektuplardan ilki Kosova vâlisi Mahmut

Şevket Paşa’ya hapishânede en azından kitap okumasına izin

verilmesi ve bu nedenle de sakınca görülmeyen kitaplarının

cezâevine girmesine müsâade edilmesi yönündeki talebini

içermektedir. İkinci mektup ise Halil Zeki’nin çileli hapishâne

günlerinde gördüğü eksikliklerden yola çıkarak hapishânedeki

mahkûmların ıslahı noktasında neler yapılabileceğini yöntem-

leriyle anlattığı ve kendi tâbiriyle bir proje olarak gördüğü

düşüncelerini ihtivâ eder. Bu mektup da Rumeli vilâyeti

müfettişi olan Hüseyin Hilmi Paşa’ya hitâben yazılmıştır.

Osman Keskioğlu “Bulgaristan’da Türkler (Tarih ve

Kültür),” adlı eserinde Felâket Günlerim hakkında birkaç

cümle ile bilgi verir. 1913 yılında Filibe’deki Hurşit ve Balkan

matbaalarında basılan Türkçe kitapların katalog bilgilerini

veren yazarın Felâket Günlerim adlı esere gelindiğinde şu ek

bilgileri de paylaştığı görülür:

Söz konusu çalışmalardan Osman Keskioğlu ve Hayriye Süleymanoğlu

Yenisoy’un verdiği bilgilere âit tespitlerimiz için bkz.: s. 23

Page 25: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

24

“ ‘Halil Zeki, Felâket Günlerim 1292 senesi’ diye

başlayan bu uzun hikâyede bir Türk kızının 93 Harbi’ndeki

mâcerası dile getirilir.”4

Felâket Günlerim adlı eserden kısa bir tanıtıcı bilgi ile

bahseden bir diğer çalışma da Hayriye Süleymanoğlu

Yenisoy’a âittir. Süleymanoğlu, Bulgaristan’da gelişen yerel

yazılı Türk edebiyatının ilk dönemine âit önemli eserleri

sıralarken “Halil Zeki Felâket Günlerim adlı eserinde bir Türk

kızının Doksan Üç Harbi’ndeki mâcerasını dile getiriyor”5

cümlesine yer vererek aynı bilgiyi tekrar etmiştir.

Felâket Günlerim adlı eser hakkında olduğu gibi eserin

yazarı hakkındaki mevcut bilgiler de oldukça sınırlıdır.

Kaynaklarda kendisi hakkında kısıtlı bilgi bulunan Halil Zeki,

Üsküp ve Filibe’deki Türk okullarında idârecilik ve

öğretmenlik vazifesi yanında dönemin bazı gazetelerinde de

yazarlık yapmıştır. Yazar Bulgaristan doğumlu olmasına

rağmen eğitimcilik faâliyetlerinin önemli bir kısmını Üsküp’te

sürdürdüğünü anıları arasında ifâde eder. Bulgarca’ya oldukça

hâkim olan Halil Zeki’nin Bulgar dili, kültürü ve öğretimi

alanında da çok sayıda kitabı yayınlanmıştır. Müellifin eğitimci

kimliği yanında gazetecilik faâliyetleri içerisinde olduğu da

bilinmektedir. Bulgaristan Türk basın tarihi kaynakları arasında

Halil Zeki’nin 1913’te Filibe’de Türk yanlısı olarak faâliyete

başlayan Türk Sadası gazetesinin Ahmet Fâzıl, Bekir Sıtkı ve

Mehmet Celil ile birlikte kurucuları arasında olduğu belirtilir.

Halil Zeki benzer yayın anlayışına sahip Tunca gazetesinin

4 Osman KESKİOĞLU, Bulgaristan’da Türkler (Tarih ve Kültür), T.C. Kültür ve

Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1985, s. 135 5 Hayriye Süleymanoğlu YENİSOY, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları

Antolojisi C.8, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997, s. 48

Page 26: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

25

(1915-1923) kuruluşunda da Ahmet Fâzıl ile birlikte etkili

olmuştur. Eğitimci ve gazeteci kimliği yanında onu genel

anlamda son dönem Osmanlısında bir Jöntürk olarak

tanımlamak daha kuşatıcı olacaktır.

Anılarına yer verdiği Felâket Günlerim’den hareketle

Halil Zeki’nin duygusal ve kuşkucu bir kişiliğe sâhip olduğu

görülür. Üsküp’te yaşadığı dönemde sürekli tâkip edildiğini

düşünmesi ve cezâevinden Selânik’e ve oradan da Bodrum’a

sevk edileceği gündeme geldiğinde gemide öldürüleceğine dâir

zihninde ürettiği senaryolar histerik bir kişilik sâhibi olduğu

izlenimi uyandırır. Müellifin şahsiyet bakımından oldukça naif

ve vakarlı oluşu, devlet adamlarına yazdığı mektuplardaki

nâzik ve zarif üslûbundan anlaşılmaktadır. Hapishâne günle-

rinde arkadaşı hâline gelen suçlulardan kimseyi geri

çevirememesi, herkesin gönlünü kazanması, kimseyi kırma-

ması bu husustaki diğer örneklerdir. Halil Zeki’nin bu mûtedil

tavrına rağmen başına gelen türlü olumsuzlukların kaynağında

ise gururlu ve idealist oluşu etkili olmuştur. Kendince sistem

karşısında eğilmemiş ve taviz vermemiştir. Karşılıksız teklif

edilen para yardımlarını ve muhtelif memurlukları geri

çevirmesi de kendi değer yargılarına aykırı bulduğu içindir.

Donanımlı bir entelektüel olarak âilesini geçindirebilmek için

memuriyet istemiş ama kendisine teklif edilen kaymakamlıkları

ise düzenin adamı hâline gelebileceği düşüncesiyle reddet-

miştir. Erken yaşta kaybettiği kızı Firuze’ye karşı tek mahcû-

biyeti de bu duruşuyla alâkalı olmuştur. Bu bağlamda kendisini

şehit babası olarak görmesi, iki evlâdının âilece doğru yolda

oldukları için öldüklerini anlattığı kısımlar Halil Zeki’deki

idealist tavrı yansıtan hususlardır.

Page 27: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

26

Felâket Günlerim adlı eserin tarihî arka planında eserde

“devr-i hamidî” olarak tâbir edilen II. Abdülhamit dönemindeki

kimi sansür uygulamaları ve bundan duyulan rahatsızlıklar yer

almaktadır. Anlatının merkezî kişisi Halil Zeki söz konusu

döneme dâir eleştirilerini çoğu zaman bir paranoyaya varan

duygusallıkla dile getirir. Hikâyenin başında kendisine

istihbarat bilgisi getiren kişinin tâkibinden olabildiğince

korkması, zihninde birçok kötü ihtimalin belirmesi, Üsküp’ten

Bodrum’a nakledileceği haberini aldıktan sonra gördüğü kâbus

ve evhamlar, aşırı tedirgin hâlinin yansımaları olarak karşımıza

çıkar. Oysaki hayatının her aşamasında hukukun işlediği ve

devlet organları ile olan iletişimini devam ettirdiği anılarından

da anlaşıldığı halde bu tedirginliği hep sürmüştür. Nitekim

Plevne ve Lofça Müslümanlarının topladıkları imzâlar mârife-

tiyle cezâevinden tahliyesi de yine dönemin mahkemelerinde

uygun bulunmuştur.

Halil Zeki’nin yaşadığı dönem îtibâriyle hissetikleri

diğer Jöntürklerden farklı değildir. Darda kaldığı dönemlerde

yanında olan isimler gerçek kişiliklerdir. Halil Zeki kamudan

dışlandığında klasik Jöntürk refleksiyle gazeteciliğe tevessül

eder. Sofya’da İsmail Yörükoğlu ve Sıtkı Efendi ile birlikte

gazete çıkarma teşebbüsleri bu bağlamda dikkate değerdir.

Balkan Türk bürokrasisinde o dönem mutlaka kendisine yakın

bir devlet temsilcisi bulması da yine Jöntürk kimliği ile ilgili

olan bir durumdur. Başkomiser Halim Bey ya da istinaf

mahkemesi kâtibi Hâlit Bey gibi figürler o dönem Osmanlı

toplumundaki söz konusu fraksiyonu temsil eder.

Page 28: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

27

3. “Türk Gönlü” Özeti

“Türk Gönlü” adlı eser üç perdelik bir piyestir.6 Birinci

perdede yaşananlar Semerkant’ta Aktomruklar konağında

geçmektedir. Konağın sâhibi ve Aktomruklar âilesinin başı

Ertuğrul Bey aynı zamanda oyundaki merkezî kişi olan Yıldız

Hanım’ın babasıdır. Birinci perdede en çok sahne alan kişi

“Arzlanakis” adlı bir Bolşevik komiseridir. Aslen Yunan

Yahudisi olan Arzlanakis, Kral Kasti’nin ordusunda baytar

iken Alman garnizonlarına gönderilen Yunan fırkasında

bulunur ve daha sonra Orta Asya Türklerini Çarlığa karşı

ayaklandırmak üzere Berlin’de vazife alır. Arzlanakis işler

değişince bir yolunu bulmuş ve Türkistan’da Bolşevik komiseri

olarak vazifeye başlamıştır. Aktomruklar konağını zorla

zapteden bu despot rejim komiseri konağın biricik güzel kızı

Yıldız Hanım’la evlenmek istemektedir. Yıldız Hanım

güzelliği yanında bilgi ve görgüsü ile Türk gönlünün

zenginliğini ve ülkü sâhibi Türk kadınını sembolize eder. Kızıl

ordunun bu duygusuz komiserinden bütün konak sâkinleri gibi

Yıldız da nefret etmektedir.

Birinci perdenin başat kahramanı Arzlanakis’in en yakın

adamı Pomakoğlu’dur. Ali Efendi adıyla Türk ordusunda zâbit

iken Rusya’ya esir düşen, orada Bolşevizm çıkınca kendisini

nefer olarak gösteren Pomakoğlu Arzlanakis’in güvenini

kazanmıştır ancak özünde Müslüman olması, Orta Asya’da

Türklerden gördüğü misâfirperverlik ve soyundaki Türklükten

gelen bağlılıkla Aktomruklar âilesine ihânet edemez ve

6 Yazar, piyesinde bölümlendirme yaparken “perde” terimi yerine bunun Avrupa

dillerindeki karşılığı olan “akt”ı tercih etmiştir. “Perde” ve “akt” terimleri hakkında

ayrıntılı bilgi için bkz.: Aziz Çalışlar, Tiyatro Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara 1995, s. 495

Page 29: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

28

Yıldız’la evlendikten sonra bu âileyi dağıtmak isteyen

Arzlanakis’e başkaldırır. Pomakoğlu’na zâlim Arzlanakis ile

olan mücâdelesinde Boşnakoğlu adlı bir asker de yardımda

bulunur. Boşnakoğlu da Pomakoğlu ile benzer bir geçmişe

sâhiptir. Türkiye’de jandarma çavuşu iken Rusya’ya esir düşer;

sonra Bolşevik görünerek Türkistan’da aynı hizmete girmek

zorunda kalır. Ancak o da Pomakoğlu gibi Türklere derin bir

muhabbet beslemektedir. Müslüman hassâsiyeti taşıyan

Boşnakoğlu Arzlanakis’e karşı Aktomruklar âilesi ve

Pomakoğlu ile birleşmektedir.

Birince perdede varlığını gördüğümüz bir diğer kişi

Mösyö Jan Ponyon’dur. Diğer perdelerde de rol alan bu

şahsiyet Aktomruklar âilesinin vefâlı bir dostudur. Ertuğrul

Bey’e ve diğer âile fertlerine sadâkatla bağlıdır. Mösyö Jan

Ponyon, Çarlık zamanında Rus ordusunda hizmette iken Bolşe-

vizm üzerine Kafkasya’ya yerleşen ve daha sonra Türkistan’da

Aktomruklar âilesine -Fransızca Hocası sıfatıyla- dost olan,

kendisini komiser Arzlanakis’e Azerbaycan Türkü olarak

gösteren bir Fransızdır. Yıldız Hanım’ın Fransızca hocası olan

bu kişi eser boyunca Fransızları ve dönemin Fransız

politikalarını sempatik gösteren bir duruşu temsil etmektedir.

Birinci perdede Aktomruklar konağını zaptetmiş olan

Arzlanakis ile Mösyö Jan Ponyon arasında derin fikir ayrılık-

larını gözler önüne seren diyaloglar gerçekleşir. Komünist

düzenin temsilcisi olan Arzlanakis, Mösyö ile Yıldız Hanım’ın

geçtikleri müzik ve edebiyat derslerini gördükçe kendi

yarattıkları kızıl dünyada artık bunlara ihtiyaç olmayacağını

iddia ederek konakta despot bir hava estirir. Mösyö ile olan bir

tartışmaları sırasında daha da ileri giderek onu ölümle tehdit

eder:

Page 30: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

29

“Mösyö Mansur Azerbaycanof! Aklını başına topla. Artık

ne mandolin tıngırtısı karın doyuracak, ne de Fransızca

hocalığı! Yaşamak için bir çâren var:

Kızıl ordumuza gönüllü girmek!”

Arzlanakis’in emir çavuşu olan Pomakoğlu, onun

ideolojik despotizmi yanında kişisel ihtirasları olduğunu da

fark eder. Arzlanakis’in, bağlı olduğu Komünist idârenin

direktiflerini gerçekleştirme yanında, konağın kızı Yıldız

Hanım’la evlenmek gibi şahsî bir emelin de içine girecek

olması Pomakoğlu’nu artık bu kötü niyetli adama karşı adım

atma noktasında teşvik eder. Yıllarca Başkurt bozkırlarında

askerlik görevinde olan Arzlanakis’in hiçbir kadınla gönül

ilişkisi olmamıştır:

“O zaman beni avucunda ezen Rus eli demirdendi.

Şimdi Komünizm saltanatı sâyesinde câsusluktan komiserliğe

geçtim. Türkistan’ın en büyük konaklarından birinde yer

tutarak bütün Asya’ya karşı baş kaldırdım; yerlerde yılanlar

gibi sürünürken göklere doğru minâreler kadar sivrildim.

Moskova’dan aldığım Bolşevik âsâsıyla yeni devrin Mûsâ’sı

kesildim. Kırıp dökücü, yakıp yıkıcı adımlarımla yürüyorum,

hiç durmadan ilerliyorum! Yalnız Türk kızının o esrarlı

ferâcesini yırtamayayım... Yooo, buna dayanamam”.7

Birinci perdenin ilerleyen sahnelerinde Pomakoğlu ile

Arzlanakis arasındaki fikir ayrılıkları diyaloglarında da açığa

çıkar ve tartışmalar yaşanır. Arzlanakis bu zengin Türk

misâfirperverliğine ve iyiliğine ihânet etmek istemeyen ve

kendisini de bu yönde iknâya çalışan Pomakoğlu’nu

anlayamaz. Pomakoğlu, Arzlanakis ile senli benli olur ve ona

âdeta ahlâk dersi vermeye başlar. Onlar bu yüce gönüllü Türk

7 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 15

Page 31: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

30

âilesine ihâneti tartışırlarken bile konağın küçük oğlu ve Yıldız

Hanım’ın da kardeşi olan Turgut onlara sürekli ikramda

bulunur ve mâsumâne duygularla hizmet eder.

Bir gün Pomakoğlu, Arzlanakis’in Moskova ile olan

yazışmalarını öğrenir. Arzlanakis onları aylardan beri misâfir

eden Aktomruk ocağını yıkacaktır; Aktomrukların Edirne’den

Yarkent’e kadar Turan birliği için çalışan Altındağ Komi-

tası’na avuçlarla altın verdiğini ve bundan dolayı sürülerek adı

bilinmez yerlerin zindanlarına atılmaları lâzım geldiğini Mos-

kova’ya yazmıştır. Arzlanakis Pomakoğlu’na, Yıldız Hanım’ı

elde ettikten sonra konaktakileri öldüreceğini de îtiraf eder.

Buna gönlü razı olmayan Pomakoğlu Arzlanakis’i öldürmeye

karar verir. Bu plânını Boşnakoğlu’na açtığında ondan da

umduğu desteği görür. Yaptığı plâna göre Ertuğrul Bey ile

oğluna Afganistan’a gitmek üzere hemen yola çıkmalarını

söyler ve ikisinin Afganistan yolculuğu başlar. Arzlanakis’i

öldürdükten sonra o da Aktomruklar’a katılacaktır. Boş-

nakoğlu’na da Mösyö’yü, Yıldız Hanım’ı ve Turgut’u hasta

kılığında Azerbaycan’a götürmesini söyler. Tebriz’e iki saatlik

mesâfede bir çiftlik kendi amcalarınındır. Yıldız Hanımlar

isterlerse burada kalacaklardır, isterlerse İstanbul’a geçecek-

lerdir zîra kendilerinin ortanca ağabeyleri de İstanbul’da

Bilgiciler Yurdu’ndadır. Bu dönemde Afganistan ile

Azerbaycan arasındaki irtibatı ise çoban Gedik Kaya adlı bir

Türk sağlayacaktır.

Pomakoğlu konakta buluştukları bir akşam yine derin

fikir ayrılıkları ile dolu bir tartışma anında Arzlanakis’i silahla

vurarak öldürür ve cesedin başında söylediği sözler yıllarca

gizlediği sırlarını da ortaya çıkarır:

Page 32: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

31

“Zaman îcâbı sana yardakçılık eder gibi göründüm. Sen

de beni o karanlık Fener Ortodoksluğu içinde güya îmanını

kaçıran bir Bulgar sandın. Bu iki uyutucu sanış her ikimize

vakit kazandırdı. İş bu vaktin son dakikasına buyuruculuk

etmek idi. Küçük bir kurşunun en korkunç bir uçurumu

doldurabilmesi demek işte böyle bir dakikayı ele geçirdikten

sonra kaçırmamak demektir.”8

Birinci perde Arzlanakis’in ölümüyle sona ermiştir.

İkinci perde, Yıldız Hanım’ın amcasının Tebriz’deki Yeşiltepe

Çiftliği’nde ve Semerkant’ta hâdiseler yaşandıktan iki ay sonra

başlatılır. Yıldız Hanım lirik şiirler söylemekte ve şarkılar icrâ

etmektedir. Bir Budin türküsü söylediği sırada yeisinin

kaynağını soran amcası Oğuz Bey ile gerçekleşen diyaloglar

Türk kadınının asâletini vurgulayan bir temadadır. Söylediği

türkü tarihî bir hâdiseyi hatırlatır. Amcasına Budin Kalesi’nin

fethi sırasında gösterilen kahramanlık ve yiğitlikleri de anlatan

Yıldız, türkünün bütün gönlünü Osmanlı tarihinin bu eşsiz

sayfalarını canlarıyla, başlarıyla yazan o güzel Türk gençlerinin

ruhlarıyla kucaklaşmaya götürdüğünü söyler:

“Dedelerimizin gün batısına doğru İslâm ışıkları götür-

dükleri o şanlı devrin sonlarında bir gönüllü şehit büyük-

lüğüyle bizlere fedâkârlık bilgisinin en yüksek dersini mîras

bırakan Abdi Paşa’ya bağlı şu türküden daha ruhlu bir tesellî

tesbihi bulamadım.”9

Şâir ruhlu Yıldız bir yandan bu yüce duyguları

anlayamayan ve Semerkant’taki konaklarını darmadağın eden

Yunan Yahudisi’ne lânet okurken bir yandan da Afganis-

tan’daki âile fertlerine büyük bir özlem duymaktadır.

8 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 25

9 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 28

Page 33: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

32

Nihâyet Yıldız Hanım’a Afganistan’dan bir mektupla

haber gelir. Konak sâkinlerinin hepsi sağ ve sâlimdir. Babası

Ertuğrul Bey’in mektubunu çoban Gedik Kaya’nın adamı

Kaplan getirir ve Yıldız Hanım’a teslim eder. Oldukça uzun

olan mektupta Ertuğrul Bey derin millî hislerle donattığı

yazısını, kızı Tebriz’den İstanbul’a geçeceği için oradakilere de

hitap eden bir tarzda kaleme almıştır. Ertuğrul Bey’e göre

başına Belûcistan diye uydurma bir ad takılan eski Horasan

Türklüğü Afganistan’ın ve Afganistan ile birlikte bütün Orta

Asya Türklüğünün deniz yoludur. Kızından İstanbul’daki Türk

aydınlarına, Türk yurtlarının artık sabrının tükenmek üzere

olduğunu söylemesini ister. İstanbul’dakilerin millî îmanlarının

sarsılmamasını salık verir. Türk dünyası, İslâm dünyasına hem

dayanarak hem de dayanak olarak yürümek hak ve hakîkatını

göstermektedir ve bunu hiçbir şey durduramayacaktır. Türkiye

Büyük Millet Meclisi ordularının İzmir’e girdikleri müjdesini

de almışlardır. Rusya ve İngiltere’ye meydanı bırakmamak

lâzımdır. Türklüğün tecâvüzcü değil müdâfiyeci olduğunu çok

sayıda örnekle izah eden babası Anadolu’da parlayan büyük

ateşin, o eşsiz Türk yıldızının Asya göklerindeki gün batısı

tûfanını geldiği yere sürükleyecek kadar büyük iş gördüğünü

belirtir. “Bütün Asya milletleri kurtuluş bayramlarını temiz

sütünü emdiğin, emzireceğin Türklüğe borçludurlar”, sözle-

riyle mektubunu tamamlar.

Bu mektuptaki millî hissiyat ve moral telkin eden üslûp

karşısında amca Oğuz Bey de heyecanlanmıştır. Trabzon

üzerinden İstanbul’a yapılacak olan yolculuklarının kısa sürede

tamamlanmasını ve bu mektubu bir an önce İstanbul’dakilerle

paylaşma arzusunu derinden hisseder. Bu coşku dolu anlarda

onların yanında Mösyö Jan Ponyon da vardır ve onların bu

Page 34: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

33

düşüncelerine “Yaşasın Gazi Paşa Türkiyesi!” diye bağırarak

gönülden katılır. İkinci perde İzmir Marşı’nın müzik eşliğinde

söylenmesi ve İstiklal Marşı’nın ilk kıtasının okunması ile

kapanır.

Piyesin üçüncü ve son perdesi İstanbul’da

Beylerbeyi’nde Aktomruklar konağında cereyan eder. Bu

perdede ise zaman İzmir Zaferi’nden bir yıl sonradır. Yıldız

Hanım’ın daha ilk perdede İstanbul’da olduğu bildirilen

ağabeyi Kuzgun Bey bu perdede sıklıkla görülecektir. Onun da

üyesi olduğu Bilgiciler Evi ve Varlık Yurdu dönemin Türkçü

aydınlarının toplandığı cemiyetlerdir. Yıldız Hanım ağabeyine,

onun da yakın arkadaşı olan Saltık Tekin ile evlilikte gönlü

olduğunu ve bu nikâhın haberini babalarına da verebileceğini

söyler. Kuzgun Bey, Yıldız Hanım’ın babasına bu konuyu

haber vermek için yazdığı mektubu Saltık Tekin’in dinlemesi

için onun yanında okur. Bu mektup da tıpkı Ertuğrul Bey’in

Afganistan’dan gelen mektubu gibi Türklük şuuruyla doludur.

Yıldız Hanım yazdıklarında Türk birliğinden, ortak Türk diline

kadar birçok konudaki fikirlerini babasıyla paylaşır.

Anadolu’daki millî mücâdeleden, Ankara’nın Türk dünya-

sındaki yerine, İstanbul’un Türk ve İslâm dünyası için

öneminden, kadınların örtünmesi ve okuması hakkındaki

düşüncelerine kadar birçok konudaki görüşlerini bu mektupta

satırlara dökmüştür. Saltık Tekin’e millî dil anlayışı ve bu

uğurda yaptığı çalışmalar nedeniyle daha mektep sıralarından

îtibâren duyduğu muhabbeti ve onunla neden evlenmek

istediğini de mektupta dile getirmiştir.

Saltık Tekin bu mektupta yazılanları duyduğunda Yıldız

Hanım’a olan hayranlığı bir kat daha artar. Yıldız Hanım’ı

Kuzgun Bey’in yanında şu sözlerle metheder:

Page 35: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

34

“Kız kardeşin olan zevcem Yıldız Hanım gerçekten

göklerdeki yıldızlar kadar yüksek bir Tanrı hazinesi.”10

İstanbul Beylerbeyi’ndeki nikâh merâsimine Türk

istikbalinin başka yıldızları olan Bilgi Yurdu gençleri de

gelmişler ve konağın bahçesini Türk yüreğinde büyüyen sevgi

ve heyecan çiçekleriyle doldurmuşlardır. Bunlar Bilgiçler Evi

ve Varlık Yurdu öğrencileri olan Türkçü gençlerdir. Bu içeri

giren efendilere hitâben Saltık Tekin bir konuşma yapar. Bu

nutuk örneği de yine Ertuğrul Bey ve Yıldız Hanım’ın mektup-

ları gibi Türkçülük mefkûresi üzerine felsefî yoğunluğu hayli

zengin bir metin teşkil etmektedir. Bu konuşma sonrasında

Mösyö Jan Ponyon yine bir tezâhürat cümlesi ile sahnedeki

yerini alır:

“Yaşasın yeni Türkiye! Yaşasın büyük Türk birliği!

Yaşasın eski ve yeni Türk-Fransız dostluğu! Hurra, hurra,

hurra!”11

Fransız Mösyö Jan Ponyon ile birlikte bu sahnede bir de

bir İtalyan bulunur. Mösyö’den sonra söze giren hekim Senyor

Kokorelli, Türklüğe övgüler dizdikten sonra Mussolini

İtalyasının İtalyanlığı kurtardığını belirtir. Bu kurtuluşu

Türklere borçlu olduklarını; çünkü İtalya faşistliğinin o yüksek

dersi Anadolu’dan aldığını söyler. “Yaşasın Anadolu!” diyerek

sözlerini tamamlar. Kuzgun Bey ile Saltık Tekin konukların

ellerini sıkarlarken nikâhta şerbet dağıtımı yapılmaktadır. Son

perde bu mutlu sahne ile kapanır ve piyes sona erer.

Piyesin sonra ermesinden sonra “Son Söz” başlığı ile

piyes yazarına âit uzun bir metin yer almaktadır. Bu kısım

10

Dukakinlerden BASRİ, age., s. 42 11

Dukakinlerden BASRİ, age., s. 43

Page 36: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

35

piyes metninden ayrı tutulduğu için söz konusu bölüm

hakkındaki açıklamalarımıza “3. 1. ‘Türk Gönlü’ Genel

Değerlendirme” başlığı altında yer verilmiştir.

3. 1. “Türk Gönlü” Genel Değerlendirme

Balkan Türkleri arasında modern tiyatro faâliyetlerinin

geçmişi diğer modern edebiyat türlerinde eserlerin verilmeye

başlandığı 1878-1908 yılları arasındaki döneme uzanmaktadır.

Bulgaristan sahasında 20. yüzyılın başlarında Balpınar, Silistre,

Varna, Rusçuk, Razgrat vb. şehirlerdeki bazı okul ve köylerde

ilk amatör tiyatro ve koro gruplarıyla temelleri atılan yerli Türk

tiyatrosunda 1920’lere gelindiğinde Pravadi, İslimye, Eski

Zağra, Aydos, Vidin, Şumnu’nun Çemoglavstsi köyü vb.

yerlerde yeni tiyatro, müzik ve sanat grupları kurulduğu

bilinmektedir.12

Söz konusu yerel tiyatro faâliyetleri İstanbul

merkezli genel Türk edebiyatının piyesleri ile (“Vatan Yahut

Silistre” gibi) başlamış olsa da zamanla Ragıp Felâketof’un

“Bedbaht İşçi” ve “Yalancı Hacı Bektaş” gibi sosyal piyesleri,

Mehmet Mâsum’un “Mektep Müsâmereleri” (1922), Mustafa

Şerif Alyanak’ın “Son Karar”, Mehmet Behçet Perim’in

“Vatan Yolunda” (1923), Mustafa Şerif Alyanak’ın “Çıkmaz

Sokak” ve Mehmet Atalay’ın “Ayşe Kadın” (1930) gibi

piyesleri mahallî temsilciler tarafından ortaya konulan eserlere

örnektir. Bölgede giderek artan Türk tiyatrolarının oyun

ihtiyacını karşılamaya çalışan söz konusu piyes örneklerinin

verilmesi bir bakıma yerel Balkan Türk tiyatrosunun ve piyes

türünün meydana gelmesini sağlamıştır. Dükâkinlerden Basri

Bey’in “Türk Gönlü (Bilinmeyen Büyüklük)” adlı piyesi de bu

12 Müzeyyen BUTTANRI, “Bulgaristan Türkleri Arasında Tiyatro Faaliyetleri”

Motif Akademi Halkbilim Dergisi, C.3, S.6, 2010/2, ss. 144-146

Page 37: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

36

dönemde ve söz konusu ihtiyaca yönelik olarak ortaya

konulmuş bir eserdir. Bölgede gelişen yerel karakterli piyes

türü, Bulgaristan’da sosyalist dönemin ilk evresinde altın

çağını yaşayacak ve daha fazla sayıda Balkan Türk aydınının

bu alanda eser verdiği görülecektir.

“Türk Gönlü” adlı eser hem sahnelenmek hem de

okunmak için hazırlanmış üç perdelik bir piyestir. Eser, ilk

Osmanlı parlamentosunda Debre mebusu olan Dükâkinlerden

Basri’nin oldukça çalkantılı ve değişken siyasal geçmişinde

Türkçülük fikrini benimsediği evrede ortaya koyduğu edebî

ürünlerinden biridir.

Yazarı Dükâkinlerden Basri “Türk Gönlü (Bilinmeyen

Büyüklük)” adlı piyesin ilk baskısının Sofya’da Bilgi Evi

Matbaası’nda yapıldığını; görülen yoğun ilgi üzerine gözden

geçirilmiş yeni baskısının ise 1923 yılında İstanbul’da İkdam

matbaasında yapıldığını eserin geniş ön sözünde ifâde eder.

Takdim’de, piyesin Sofya’da gerçekleşen ilk baskısı

hakkında İleri gazetesinde yayınlanan makâleden geniş bir

alıntıya yer verilir. Genel olarak eserin olumlu özelliklerinden

bahseden bu yazıda “Lisan, fazla sâdeleşirken, biraz da

garâbete doğru yüründüğü” tarzında küçük eleştirilerde de

bulunulur ve gazete okuyucularına bu eseri okumaları tavsiye

edilir. Bu alıntıdan sonra yazarın iki hususta kendi cümlelerine

yer verdiği görülmektedir. Bizce de piyesin en olumsuz

yönlerinden biri olan uzun mektup montajları hakkında yazar

da izahatta bulunma gereği hissetmiştir. Piyeslerin bir kısmının

yalnız oynanmak, bir kısmının da hem oynanmak, hem de

roman gibi okunmak için yazıldığını dile getiren yazar, bu

piyesinin ikinci grupta olduğunu belirterek şu açıklamada

bulunur:

Page 38: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

37

“Çünkü dileğimiz doğrudan doğruya Türk kümesinin

söylediği açık dille kendi büyüklüğünü en uzak bucaklarına

kadar anlatmak ve ayaklarındaki zincirleri kırmaktır. İki

mektubun biraz uzun olması bunun içindir. Zâten bunları

yüzünden okuyacaklarından temâşâ sanatçılarımız külfetli bir

rol yüklenmiş olmuyorlar.”13

Giriş kısmında müellifin izah gereği duyduğu ikinci

husus ise Türk kadınını merkeze alan eserdeki kadın kahraman-

ların azlığıdır. Edebiyat sahasına artık Türk kadınlığının da

çıkmasının istendiği bu milletçi piyeste kadın sayısının artırıl-

masıyla konunun dağılabileceği ve dikkatin bir kadın üzerinde

toplanmasının daha uygun olacağı ifâde edilir.

Piyesteki olaylara birinci perdede Semerkant, ikinci

perdede Tebriz ve üçüncü perdede İstanbul şehirleri zemin

teşkil eder. Eser özü îtibâriyle milliyetçi Türk kadınını merkeze

almasına rağmen eserin merkezî kişisi olan Yıldız Hanım

dışındaki kahramanların tamamına yakını erkeklerden

oluşmaktadır. Eserdeki her mekân ve her şahsiyet o günün

dünyasındaki sosyal ve siyasal atmosferden izler taşımaktadır.

Piyesteki her bir perdede dekor olarak konak ortamı

kullanılmıştır. Aktomruklar konağının selâmlığında cereyan

eden ilk perdede misâfir salonu alaturka döşenmiştir. Yemek

ve yatak odası ile geniş bir Türk evi olduğu anlaşılan mekânda

Türk misâfirperverliği cömertçe sergilenir. İkinci perdede

vak'alar Yıldız Hanım’ın amcası Oğuz Bey’in Tebriz’deki

evinde gerçekleşir. Yeşil Tepe Çiftliği’ndeki bu küçük konağın

en güzel odasında bütün döşeme yine özellikle alaturka

tasarlanmıştır. Köşeye serilmiş olan yatak iki kat edilmiş ve

13

Dukakinlerden BASRİ, Türk Gönlü (Bilinmeyen Büyüklük), İkdam Matbaası,

İstanbul, 1922, s.6 (İlk Baskı: Sofya, Bilgi Evi, Yyy.)

Page 39: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

38

üzerine örtü atılmıştır. Arkasını duvar yastığına vermiş bir

vaziyette sahne alan Yıldız Hanım’ın bir seccâde üzerine

oturmuş vaziyeti klâsik Türk evlerini tasvir eder niteliktedir.

İstanbul Beylerbeyi’ndeki Aktomruklar yalısında ise her taraf

nikâh akdi dekorundadır. Salonun kubbesinde on kırmızı

yıldızlı Turan bayrağı bulunur. Bunlar, Trakya’dan Türkistan’a

kadar on milletdaş ve dindaş devletlerin birliğini sembolize

etmektedir. Sağda ak aylı yeşil, solda ak ay ve yıldızlı kırmızı

sancaklar bulunur.

Piyes ihtivâ ettiği müzikal unsurlar bakımından oldukça

zengindir. Eserin dikkate değer ve tarafımızca en özgün

yönlerinden biri, müzikten istifâde noktasındaki zenginlik ve

müzik parçalarının seçimindeki titizliktir.14

Oyunun perde

geçişlerinde birinci perde Gazi Osman Paşa Türküsü ile açılıp

İzmir Marşı ile kapanır. İkinci perdenin açılması sırasında

muzıkaya yine piyes yazarı tarafından direktifler verilir. Perde

açılmadan önce muzıka merhum Tevfik Fikret’in “Bir fedâi

milletiz, mert oğlu mert Osmanlıyız biz” dizeleriyle bilinen

şiirini marş formunda çalacaktır ancak dizedeki “Osmanlı”

yerine “Turanlı” kelimesi tercih edilecektir.

Birinci perdenin açılışında Yıldız Hanım’ın yazdığı bir

şiir paylaşılır. Küçük kardeş Turgut’un beğenip evdekilere

duyurduğu bu şiiri o sırada mandolinle Karmen’i çalmakta olan

14 Çeşitli piyes yazarları, eserdeki atmosferi ya da mesajı desteklemek ve özellikle

eserin sahnelenmesi esnâsında seyiriciyi etkilemek için şiir ve şarkı/müzik

montajlarından yararlanmışlardır. Örneğin, Necip Fazıl Kısakürek’in Sabır Taşı,

Yunus Emre, Kanlı Sarık ve Mukaddes Emanet piyeslerinde belirgin olarak görülen

montaj tekniği Türk Gönlü’ndeki uygulamalara benzetmektedir. (Bu konuda ayrıntılı

bilgi için bkz.: Can Şen, Körlüğü Zedelemek: Necip Fazıl Kısakürek Tiyatrosu

Üzerine Bir İnceleme, Gece Kitaplığı, Ankara, 2017, ss. 457-460) Bu piyeslerin ve

Türk Gönlü’nün okuyucuya/seyirciye mesaj verme gâyesinde ortaklık göstermesi de

montaj tekniğinin bu doğrultuda işlevsel olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Page 40: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

39

Mösyö de çok beğenir ve evdekilere seslendirir. Yıldız’ın şâir

yönünü yücelterek ona iltifatta bulunurken mesaj vermekten de

geri durmaz:

“Bravo! Türk öksüzlerinden ziyâde öksüz Türklük işte

böyle ayaklanabilir, yürür ve bize yetişir. Îman ediyorum ki

Yıldız Hanım bu öksüz Türklüğün en canlı anası olacak. Sonra

tekrar îman ediyorum ki eski Osmanlılık eski Fransa’ya ne

kadar kıymetli bir dost idiyse yeni Türklük de yeni Fransa’ya o

derece kuvvetli bir yardımcı olacak. İşte bu bilgili hazırlıktır ki

inleyen insanlığın da birçok yaralarını saracak...”15

Yıldız Hanım’ın şiirleri gibi sesi de güzeldir ve mûsıkîye

hâkimdir. İkinci perdenin açılışında bu kez onu yanık sesiyle

bir Balkan Türküsü seslendirirken buluruz:

“Sabah namazında düştü bir Yıldız,

Deftere yazıldı on iki bin kız.

Aman pâdişahım biz de İslâm’ız,

Geldi Nemse sardı nazlı (Budin)i...”16

Üçüncü perdenin açılmasından önce yine müzikal bir

faâliyet kurgulanır. “İstiklâl türküsü” olarak ifâde edilen

dörtlük temâşâcılardan bilenlerin de iştiraki ile icrâ edilecektir:

“Korkma; sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak...”17

15 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 13 16 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 27 17 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 37

Page 41: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

40

Üçüncü perdenin başında Yıldız Hanım’ı yine bir

türküyü seslendirirken buluruz ve perde Kuzgun Bey’in bu içli

türküyü yarıda kesen diyaloğu ile devam eder. Bu türkü sıra-

sında sahne önündeki çalgıdan yalnız keman sesi gelmektedir.

Piyesin sona ermesi yine coşku dolu bir müzikle

gerçekleşir. Nikâh sonrasında Mösyö Jan Ponyon ve İtalyan

hekim Senyor Kokorelli’nin yeni Türkiye’ye övgü dolu

sözlerini tâkiben bütün gençler bir ağızdan, çalgı ile birlikte şu

dörtlüğü haykırırlar ve perde kapanır:

“Semerkant- Edirne,

Kızıl ak Türk kuşağı.

Kurtuluş nedir? Ne?

Babadır Türk uşağı!...”18

Türk Gönlü piyesinde geçen vak'alar Türkistan

coğrafyasında cereyan ediyor olsa da gerek şahıs kadrosu ve

gerekse temas edilen konular îtibâriyle Balkan Türklüğü eserin

merkezine yerleştirilmiştir. Piyes oyuncularından Arzlanakis

(Yunan Yahudisi), Pomakoğlu (Türk soylu bir Pomak),

Boşnakoğlu (Osmanlı’ya derin bağlılık hisseden bir Boşnak)

gibi en temel şahsiyetler Balkan kökenlidir. Bir Orta Asya

Türkü olan Yıldız Hanım’ın Balkan türküleri söylüyor olması,

Abdi Paşa ve Budin’in fethi konusuna olan vukûfu Balkan

Türklerini yakından bildiğini gösterir. Piyes oyuncularının

kimliklerine dâir bu özel seçim, perde geçişlerindeki Balkan

temalı müzikler, ilk defa Sofya’da yayınlanan ve Balkan

Türkleri için hazırlanan bu piyesin hedef okur ve izleyici kitlesi

18

Dukakinlerden BASRİ, age., s. 44

Page 42: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

41

ile ünsiyet kurulmasını sağlar; bir diğer ifâdeyle eserde Balkan

coğrafyası Türk Dünyası ile birleştirilir.

Müellif, eserde kullanılan imlâ ve şîve özellikleri

hakkında Garp ve Şark gazetelerinde çıkan eleştirilere dâir

açıklamalarına eserin sonundaki “Son Söz” kısmında ayrıntılı

olarak yer vermiştir. Hatta bu izahatlar, piyesin hacmi göz

önünde bulundurulunca oldukça uzundur. Türk Gönlü’ndeki

uzun yazar izahatları “Son Söz” kısmında artar ve yer yer

okuru yorucu bir hüviyete bürünerek sürdürülür. Müellif,

esâsen piyesin iletileri arasında verilen “Türklük, milliyetçilik,

Türk Birliği, ortak Türk dili” gibi millî meselelerle ilgili

düşüncelerini perde kapanmış olmasına rağmen açıklamaya

devam eder. Bu da eserinin bilhassa okunmasını istemesiyle

alâkalıdır. Yazar ilk edebî eseri Muhâcir Mehmedoğlu’nda

kullanmış olduğu sâde Türkçe’nin kimi eleştirilere mâruz

kaldığının farkındadır. Özellikle dil alanında aynı çizgiyi

devam ettirdiği bu piyesine yöneltilebilecek benzer eleştirileri

savma amacını taşıyan görüşlerine de yer verdiği bu kısımda

Cenap Şahabettin, Ali Kemal, Emin Ali vb. bazı önemli

isimlerin dil hakkındaki görüşlerini tenkit eder:

“Her Arapça kelimenin imlâsını değiştirecek değiliz.

Yalnız Türkçeleşmiş sözleri söylediğimiz gibi yazacağız. Ecnebî

kelimelere karşı her millet böyle davranmıştır. Arapça imlâsını

muhâfaza ettiğimiz tâbirlere gelince, hiç olmazsa terkiplerimizi

Türkçe yapacağız. Böyle yapmazsak Türk sarfının mânâsı

kalmaz.”19

19 Dukakinlerden BASRİ, age., s. 45

Page 43: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

42

Müellif, eserde tercih edilen yalın Türkçe’nin bir yenilik

olarak görülmesi gerektiğini vurgulayarak millî edebiyatın

önemine vurgu yapar:

“Büyük Türklüğün yeni halk devleti kendi güzel dilini

artık eski zincirler altında tutamaz. Millî vicdânın heyecanı

millî edebiyata sarılıdır. Diyalektlerin çokluğu dil zenginliğine

işârettir.”20

Türkiye sahasındaki Millî Edebiyat dönemi dil anlayı-

şıyla örtüşen bu düşüncelerde Arapça ve Farsça terkiplerin

terkedilmesi ve Lâtin alfabesinin tercih edilebileceği gibi

düşünceler yer alır. Eserdeki Son Söz’de yer alan en kayda

değer hususlardan biri, Batı Trakya Türk Edebiyatı’nın ilk

dönem temsilcileri arasında yer alan İskeçeli Sıtkı Efendi’nin

eserin Sofya’da ilk intişarı vesilesiyle yazdığı bir mektubun

aynen iktibas edilmiş olmasıdır. Bu mektupta Sıtkı Efendi’nin

piyes hakkındaki takdir ve tenkitleri verilirken, kendisinin dil

ve edebiyat anlayışına dâir kıymetli bilgiler de yer alır. Söz

konusu mektup, bu dönemde Balkanlarda edebiyat eserleri

üreten yerel temsilcilerin kendi aralarındaki bir irtibatı ortaya

koyuyor olması bakımından da değerlidir. Dükâkinzâde Basri,

Sıtkı Efendi’ye saygı duyduğunu yine bu kısımda kendi

cümleleriyle ifâde eder; “Eskilikle yenilik arasında kendileriyle

her noktada hemfikir olmamakla beraber Sıdkî Bey’i (Garbî

Trakya Türklüğü)nün en canlı bir âbidesi gibi yüksek

saygılarla karşılayanlardanız.”

Müellif “Son Söz” kısmında son olarak piyesinin Avrupa

matbûatında da ilgi gördüğünü, Tan gazetesinin İstanbul

mümessili bulunan Mösyö Jan Tizon’un bu konuda üç buçuk

20

Dukakinlerden BASRİ, age., s. 45

Page 44: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

43

sütunluk bir takdir ve tahlil makalesi yazdığını bildirerek

paylaşır.

Türk Gönlü adlı kitabın sonunda müellifin ilk edebî eseri

olan Muhâcir Mehmedoğlu’na âit bir tanıtım yazısı yer

almaktadır. Bu eser hakkında çalışmamızın birinci cildinde

ayrıntılı bilgi verilmiştir.

Ayrıntılı bilgi için bkz.: (Haz.) Atıf AKGÜN; Şehit Evlâtları ve Muhâcir

Mehmedoğlu (İnceleme-Metin) Gençlik Neşriyat, Bakü, 2020.

Page 45: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

44

4. METİNLER

Metinler günümüz harfleriyle verilirken bazı noktalama

işâretlerinin ilâvesi ve ses uygunlaştırmaları (Şehid-Şehit,

Kapusu- Kapısı, Düşdü-Düştü, urmuş-vurmuş, eyi-iyi, yalınız-

yalnız vb.) dışında asıllarına sâdık kalınmıştır. Müelliflerin

mevcut noktalama işâretleri, dipnotları ve paragraf düzeni de

aynıyla muhâfaza edilmiştir.

Page 46: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

45

4. 1. Felâket Günlerim

Tunca Kütüphânesi

Numara 3

-FELÂKET GÜNLERİM-

Millî ve hakîkî hikâyedir.

Muharriri

Halil Zeki

Fiyatı 20 santim yâni elli paradır.

Filibe’de “Tunca” Matbaası’nda tab' edilmiştir.

1329-1913

Plovdiv

Peçatinja “Tundja”

1913 God.

Page 47: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

46

Halil Zeki Bey’in ber-vech-i zîr âsârı Tunca idâresinde

bulunur.

Esâme-i Âsâr

Santim

Sehil Sarf-ı Osmanî .................................. ..................... 50

Bulgar Tarihi – Birinci Kısım................... ..................... 30

Bulgar Tarihi – İkinci Kısım..................... ..................... 30

Bulgaristan Coğrafyası – Birinci Kısım.... ..................... 30

Bulgaristan Coğrafyası – İkinci Kısım...... ..................... 40

Hakkımızı Öğrenelim Yâhut

Malûmat-ı Medeniye – Birinci Kısım......

....................... 30

Felâket Günlerim....................................... ....................... 20

Bulgarca Kendi Kendine Mâlum............... ....................... 150

Posta ile sipariş verenlerin fiyatlara daha beşer santim

ilâve etmeleri lâzımdır.

Page 48: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

47

Kâriîne,

1912-1913 senelerinin sâika-i şeâmeti olarak Balkanlarda

baş gösteren muhârebât münâsebetiyle Balkan şibhicezîresi

hükümetleri idârelerinin hepsinde olduğu gibi Bulgaristan’da

dahi idâre-i örfiyye îlan edilmişti. Geceleri gezme memnû,

herkes ezanla berâber evine çekilmekte, bu uzun kış gecelerini

geçirecek vesile aramakta olduğu bir anda idi ki söz sözü

açarak devr-i hamidîdeki ekser gençlerin uğradığı gibi Halil

Zeki Bey kardeşimizin mahkûmiyet-i siyasiyesi münâsebetiyle

uğradığı felâket ve sergüzeştini dinlemiştim. Bunu bir hikâye

şeklinde kaleme almasını ricâ etmiştim.

İs'af olunan bu ricâ neticesinden müdürü bulunduğum

Tunca gazetesinin muhterem karîlerini bundan da istifâde

ettirmek emeliyle bunun neşrini tâmim eyledim.

Ahmet Fâzıl

Page 49: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

48

Felâket Günlerim

1323 senesi kânûn-ı sâninin otuz birinci çarşamba günü

akşamı alaturka saat bir raddelerinde Üsküp’te istasyon

civarındaki hâneme avdet ediyordum. Buharlı Fabrika’ya

doğru tâkip etmekte olduğum geniş caddenin sağ tarafını

kabristan hendekleri, sol tarafını da boş arsalar teşkil ediyordu.

Yeni bir mahalle vücuda getirmek ümidiyle ahâliye belediye

tarafından kısmen meccânen verilen bu arsaların ziyâdesinin

üzerinde ebniye yoktu. Buraları âdeta kırlık denecek kadar

tenhâlık idi. Buharlı Fabrika’ya kadar oldukça muntazam

olarak yapılan ve belediye tarafından henüz fener falan

konmayan bu yeni cadde âdeta karanlık idi. Fabrika

kurbundaki Sâdi Dergâhı karşısındaki hâneme ilticâ etmek için

tenhâ bir cadde, belki de korkuluca bir kırda kat'-ı mesâfe

etmek mecbûriyetinde idim. Oranın ahvâline yabancı olanlar

için gece vakti buradan geçmek bayağı bir cesâret addedilir ise

de günde birkaç kere geçenler için bu hâl pek tabiî idi. Yüz

metre uzakta, ikâmetgâhımın bahçe duvarı kenarında bir

karaltının bana doğru mütereddit bir sûrette ilerlediğini

hissettim. Bunun bir insan hayâli olduğuna şüphem kalmamış

idi. Kendini göstermemek için duvar kenarlarını tâkip etmesi,

etrâfı tecessüs sûretiyle ağır ağır yürümesi beni iki fikre zâhip

etmişti. Bir hafî maksadı icrâ, yahut bana taarruz. Hemen

boşlukların birinin içine saklanmak, herifin harekâtını

tecessümde bulundurmak istedim. Bundan daha mâkul, daha

muvâfık tarik de yoktu. Çünkü bu adam düşündüklerimin

hangisini tâkip etse, bu tedbir sâyesinde vâkıf olabilecektim.

Hemen arsaların içine doğru giden bir dar yola teveccüh etmiş

idim ki bir ses:

- “Yâhu seni bekliyorum, bir saattir burada dolaşıyorum.”

Tâbiratiyle orada hüküm sürmekte olan sükûtu ihlâl etmişti.

Page 50: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

49

- Sen kimsin?

- Ben serkomiser Halim Bey tarafından gönderildim. Size

mühim bir şeyden bahsedeceğim.

Artık işin içinde bir tehlike olmadığını anlamıştım.

Çünkü bu hayal, Usta Ramo’nun şahsından başka bir şey

değildi. Öteden beri pek güzel tanıştığımız bu meşhur

mîmardan bir fenâlık umulmazdı. Bilâtereddüt yanına geldiğim

zaman:

- Beni Halim Bey gönderdi. Bu akşam yâhut yarın hâne-

ninizin teharrî olunması ihtimalini bildirdi. İhtiyatlı bulunma-

nızı söyledi.

Yolundaki ifâdesini ikmâle vakit bulamadan uzaktan

gelmekte olan bir ayak gürültüsünden ictinâben vedâ etmeye

mecbur oldu. Bu kısa mülâkat bana her şeyi anlatmış idi.

-Mevkûfiyyet-

Ferdâsı perşembe günü kuşluktan sonra Üsküp Bulgar

Konsoloshanesi’ndeki memuriyetimin başında bulunuyordum.

Kavas Gani Ağa girip Vidinli Recep Efendi’nin görüşmek

üzere geldiğini söylemişti. Polis idâresinin bu sivil memurunun

iyi bir haber getirmiş olmadığına kâni idim zîra komiser Halim

Bey’in bu adamın şâyân-ı îtimat olmadığını, polis idâresince de

teşmiline çalışılan Jönlük düşmanlarından biri de bu hafiye idi

gibi bildirmişti.

Beş dakika sonra yazıhânemin karşısındaki kanepede

oturan bu şüpheli şahıs sermüstantık beyin beni görmek

istediğini, kâbil ise kendisi ile berâber gitmemi, zâten mesele

beş dakikalık bir mülâkattan ibâret olduğu için işimden uzun

müddet ayrılmayacağımı söylüyordu. Pek câlî bir tavır ile

söylenen bu sözler benim için bir an şeâmetin vürûdunu ihsan

ettirmekten hâlî kalmamıştı.

Page 51: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

50

O dakikadan îtibâren bir tehlike, bir felâket karşısında

bulunduğumu anladım fakat bu fenâlığın nev’ini tâyin etmek

kâbil olmadı. Bir an gönlümü gezdirdim, hilâf-ı kanun, bâdî-i

mesûliyet hiç bir hareketim vuku’ bulunmadığına kalben

emniyyet kesbettim. Cemiyyet meselesi vârid-i hatır olmadı

değil ancak bunda da bir tehlike görmüyordum zîra işler

intizamında idi. Ne Üsküp İttihat ve Terakkî Cemiyeti

âzâlarından birinin hayatını kâbildi ne de buna dâir başka bir

vesika elde edilmesi mümkündü. Bir dakika zarfında bunları

düşünüp bir karar verdikten sonra kemâl-i metânetle:

- Pek âlâ, müstantık beye selâm söyleyin yarım saate

kadar gelirim deyip muhâtabımı savdım.

Hükümete giden yokuşta ilerlemekte idim. Arkamdan

gelen bir arabadan korunayım derken Recep Efendi’nin beni

tâkip ettiğini gördüm. Görmemezlikten geldim. Hükümet

konağından girdiğim anda kapının içinde ve dışındaki birkaç

polis komiser ve memurunun beni âdeta göz hapsine aldıklarını

bunların da adliye dâiresi bahçesinde yavaş yavaş beni tâkip

ettiklerini fark ederek işin vehâmetini anladım, kendi ayağımla

bir tehlike kuyusuna gitmekte olduğumu derk eyledim. Fakat

her şey olmuş, her ümit kapısı kapanmıştı. Artık neticeye

intizarla ona göre tedbir ittihazından başka çâre kalmamıştı.

Beş dakika sonra sermüstantıkın sağ tarafındaki köşe

koltuğunda oturuyor, suallerine cevap veriyordum.

- Avrupa’ya firarla neşriyyat-ı hâinânede bulunan Jöntürk

nam haşerâtın teşkil ettiği “İttihat ve Terakkî” cemiyet-i

mel'ûnesiyle münâsebâtta bulunuyormuşsunuz bu münâsebeti-

nize kimler vâsıta oluyor? Buradaki cemiyet şûbesi reisi siz

olduğunuza göre âzâlarınız bizce de mâlum ise de bildik-

lerimizden başkaları da olup olmadığı anlaşılmak için

isimlerini söyleyiniz.

Page 52: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

51

- Evvel emirde sualinizden bir şey anlamadım. Sâniyen

ne cemiyetten ne de âzâlarından haberim vardır. Bunu ispat

edecek ne gibi delâile istinad olunuyor?

- (Önüme mavi renkli bir zarf atarak) Evvel emirde bu

zarfın içindeki mektubun üstü size hitâben yazılmıştır.

Mündericâtı da mektubu gönderen Köstence’de Doktor Temo

ile muhâberede bulunduğunuzu ispat ediyor, buna ne hâcet

zâten mektubun melfûfu olan Türkçe ve Fransızca evrak

matbaanın sizin talebiniz üzerine gönderildiği mektubun

hâmişinden de anlaşılıyor. Buna ne dersiniz?

- Bunlar hep bana düşmanlık etmek isteyen garezkârların

tezvîratıdır. Binâenaleyh Avrupa’daki Jönler bu gibi şeyleri

bugün vâlilere, mâbeyn erkânına da gönderiyor. Bu adamlar

hep kendileri mi yazıyor? Tabiî hayır. O halde işte bu da o

kabildendir. Bunu reddederim. Hükümetin de bu gibi iğfâlâta

kapılmasına teessüfler!

Müstantık bundan fazla bir şey öğrenemeyeceğini anladı,

zili çaldı. İçeri giren iki polis neferine teslim ederken bana da

şu yolda söyledi:

- Siz biraz serkomiser Halim Bey’in odasında oturun ben

müddeiumûmî beyin mütâlaasını alayım.

Halim Bey ile on dakika kadar yalnız kaldım. Ben

hapsedilirsem cemiyet işlerinin sürüncemede kalmaması için

tedbirler ittihad eyledik. Bu esnâda idi ki polis komiserinin biri

elinde tevkif müzekkiresiyle gelip beni tevkifhâneye sevk etti.

Âlem karardıktan iki saat sonra da hapishâne-i umûmiyeye

nakil olundum.

-Teharriyat-

O gün akşam ezanından bir saat evvel müdde-i umûmî

muâvini müstantık ... beylerle, polis komiserlerinden Hüseyin,

Bu kısım metinde boş bırakılmıştır.

Page 53: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

52

vilâyet tercümanı Nusret Efendiler, refâkatlerinde birkaç polis

neferi oldukları halde Buharlı Fabrika Caddesi’ndeki

ikametgâhımı araştırmak için kapıya dayanırlar. Mâsumları

mâzuriyete, hanımları sefâlete, saâdetleri şeâmete inkılâba âlet

olan bu zebânilerin kapıyı kırmak üzere uğraştıklarını gören

hânem halkı ağlayıp çığlaştıkları anda polis komiseri

rezâletâverî bir Çingene âilesine bile söylenmeyecek elfâz-ı

galîza kullanarak kendi tıynetini ispat eylemiş fakat aynı

zamanda bu müthiş sözlerin bir polis komiseri, istirahat ve

hukuk-ı umûmiyeyi muhâfazaya memur bir hükümet adamı

ağzından çıktığını işiten ve sokak kapısının kırılmak üzere

olduğunu gören refîkam Âfet Hanım masa gözündeki ufak bir

rovelveri alır ve pencereyi açarak tehdide başlar. Mâhut

Hüseyin’in de rovelveri ile mukâbeleye yeltendiğini gören

zavallı genç kadın sâika-i havf ile düşüp bayılır. Aklı başına

geldiği zaman daha dört ay sonra âilemiz idâdına girecek olan

bir uzvun dahi kurban edildiğini, evin altı üstüne çevrildiğini

görerek yeniden feryâda başlar. Evin içinde ne hizmetçi bulur

ne de o gece arkadaşlık etmek üzere dâvet ettiği komşu

hanımdan muâvenet görür. Sabaha kadar, iki başındaki

kızcağızı Firuze’sini kucaklayarak geceyi gözyaşlarıyla ıslatır.

Ferdâsı benden mâlûmat almak için nereye başvurursa bir şey

öğrenemediği gibi kimseden iltifat yüzü bile göremez. Akşama

kadar divâne gibi gezinir. Genç bir kadının, memedeki bir sabî

ile tenhâ bir mahalledeki evde kalamayacağını düşünürek

küçük hemşîresi hânesine ilticâ eder. “Biz bir jön âilesini

himâye etmekten korkarız bizim de dertsiz başımızı derde

sokmayı istemeyiz” sözleriyle oradan da kapı dışarı edilir.

Akşam ezanlarında nâçâr kalan bu vâlide kucağındaki süt

kuzusuyla sokak sokak dolaşarak ağlarken Üsküp’te mektep

müdürü bulunduğum zaman maiyetime istihdam olunan

muallim Cafer Efendi’ye tesâdüf eder. Zâten cemiyet âzâsından

Page 54: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

53

bulunan bu hamiyetli arkadaş Firûze’yi kucağına alır doğru

evine getirir. Âfet Hanım’dan daha yaşlı olmayan zevcesi

âilece yabancı olmadığı için iki odadan ibâret olan hânesinin

bir odası bu babalı öksüzlere tahsis edilir.

-Hapishânede İlk Gecem-

Alt katta bir buçuk metre murabbaından daha geniş

olmayan hapishâne-i umûmi bodrumlarından birine atıldığım

zaman, yarım saat ayak üzeri dolaştım. Kuvve-i mefkûremi

toplamak, bir hatt-ı hareket tâyin etmek kâbil olmadığını

anlıyordum. Çünkü zihnim pek perîşan, şakaklarım ikisinde de

şiddetli darbeler hükümfermâ idi. Başım ateş gibi yanıyor.

Düşmemek için ara sıra bir, bir buçuk metreden ince olmayan

taş duvarlara dayanmak mecbûriyetini hissediyordum.

Hakkımda edilecek muâmeleye dâir henüz tâlîmat

almamış olan gardiyanlarda hayli telâş görülüyor, biri elinde

bir lamba olduğu halde bodrumun kapısında ayakta duruyordu.

Ben de birkaç adımda bir kere hissettiğim dermansızlık ve

perîşaniyet-i fikriye eseri olarak duvara dayanıyor, bir müddet

sonra ufak bir idrak yardımıyla yine gözlerimi açıyor, yine

birkaç adım gezinerek kendimi toplamaya çalışıyordum.

Bir iki dakikadan ziyâde devam etmeyen bu selâmet

âvânında etrâfa göz gezdireyim diyorum. Belki bir mezardan

daha dar olan bodrumun içindeki kerih koku, bir insanın ancak

durabilmesine müsâit olan o taştan kabre kapanan benim gibi

mâsûmların âvâze-i istimdadı hükümsüz kalmak için yer

altında o kuyunun metin kapıları, demir halkaları, simsiyahlara

bürünmüş gardiyanların soğuk çehreleri, benim gibi asabiyete

mağlûb olmuş bir bîçâreyi değil en sağlam vücutları tahribe, en

metin erkekleri tedhişe kâfi idi. Bu müthiş manzarayı

muhâkeme etmek üzere yine bir an durmuş idim. Sergardiyanın

gâibden gelen âvâzeli bir emri üzerine berâberimdeki gardiyan

Page 55: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

54

bana abdesthâne vazifesini îfâ edecek olan köşedeki tenekeyi

göstererek lambayı almış, kapıyı birçok gıcırtılarla kapayarak

gitmişti. Demek ben bir insan boyundan çok kısa, ne kadar

bağırılsa esmâ-i gayr kâbil derecede kalın bir mezardan pek

fenâ bir taş sandık içinde kapanmıştım. Bağırayım diyorum.

Velev bağırmışsın. Velev işittirmişsin. Zâten işiten kulak

sâhiplerinde zerre kadar merhamet eseri olsa idi böyle menfur

bir vazifeyi deruhte mi ederlerdi?

Artık sabrım tükendi, olanca kanım beynime hücum etti,

buradan kurtulmak yâhut bu medeniyyet düşmanlarının

işkencelerine katlanmamak için iki çâre düşündüm, bunun

birincisi gayrikâbil olduğu için ikinci şıkkı ihtiyar eyledim.

Yeleğimin cebindeki çakıyı beynime sokarak her şeye

vedâ etmek! Çakıyı bulamayınca hapishâne kapısında alın-

dığını hatırladım. Güya eldeki bir fırsatı kaçırmamak ümidiyle

ve kararım tebdil eder korkusuyla hemen başımı duvar taşlarına

vurmaya başladım. İki koçun olanca şiddetiyle birbirine indir-

dikleri kafa darbelerinden pek çok daha şedid hücumlarımla

taşı üç kere kafaladığımı hatırlıyorum. Bundan sonra ne

olduğumdan haberim yok.

Yüzüme sürülmekte olan serin bir şeyin tesiri ile

kendime geldiğim zaman kendimi bir şilte üzerinde buldum.

Gözümü açınca pek güzel tanıdığım belediye tabibini başım

ucunda ellerini ıslatarak yüzüme sürdüğünü gördüm. Doktor ve

sergardiyanın yatak içinde oturduğum anda yatağı döşemek ve

beni uzatmak için bodrum kapısı arkaya dayanmaya, biraz hava

alarak kendime gelmekliğimi temin için dahi dış kapı ve

pencereleri açmağa mecbur olduklarını gördüm.

- Doktor saat kaçtır?

- Alaturka gecenin ikisi.

Page 56: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

55

Doktorun bu cevâbı beni hayrette bıraktı çünkü ben

tevkifhâneden hapishâneye iki buçukta nakledilmiştim. Bunun

üzerine îzah-ı meseleye mecbur oldum.

- Ne diyorsunuz doktor? Ben buraya ancak saat iki

buçukta getirildim.

- O doğru fakat siz şehr-i şubatın birinci perşembe günü

akşamı yani cuma gecesi iki buçukta geldiniz halbuki

bugün ayın üçü. Günlerden yarın pazardır.

Tuhaf şey! Demek ben o karanlık mezarda kırk sekiz saat

baygın bir halde yatmışım da kimsenin kimseden haberi

olmamış! Doğrusu buna bir türlü inanamıyordum. Gerçi üst ve

başımdaki intizamsızlık kafamdaki sersemlik pek çok şeyler

geçirdiğimi ihsas ediyordu. Ancak kırk sekiz saat zarfında nasıl

ölmediğime hayrette kalıyordum. Doktorun tavsiyesi üzerine

ihtilâttan men edilmek şartıyla çocuklar koğuşuna nakil

olunmuştum.

-Müdürle Mülâkat-

Bir gece yavaşça gelip bir gardiyan beni uyandırdı. Sizi

hapishâne müdürü bey istiyor, dedi. Saate baktım gece yarısı

geçmiş idi. Doğrusu olanca şeytanlarım başıma toplandı. Yine

bodruma kapanmak, orada otalanmak, boğazlanmak, bir tren-i

mahsus ile Selânik’e sevk edilerek denize atılmak gibi devr-i

hamidîde Jöntürklere revâ görülen fenâlıkların hepsini birer

birer zihnimden geçirdim, gardiyana da:

- “Gitmeyeceğim, gece yarısı müdürle işim yok”,

cevâbında bulundum.

Gardiyanın dini, îmanı, evlâtları başına olarak verdiği

teminat üzerine muvâfakat ettim. Beş dakika sonra müdürle

karşı karşıya oturmuş çay içiyor ve şu yolda konuşuyorduk:

- Canım artık her şey anlaşıldı. Hatta müstantık arkadaş-

larınızdan bir ikisini dahi tevkif etti siz hâlâ onları

Page 57: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

56

saklıyorsunuz. Hükümet bugün kâni olmuştur ki Üsküp’te bir

Jöntürk komitesi şûbesi vardır. Fakat bu şûbe efrâdının hepsini

keşfetmek istiyor.

- Hükümet aldanıyor. Öyle bir şey olduğunu zannetmem

ise de benim haberim yoktur.

- Halil Efendi, inkâr etme, her şey meydana çıktı, hatta

isterseniz size delâil ile de ispat edeyim bakınız: Siz Kosova

vilâyeti maârif müfettişi iken Mısır’daki jönler cemiyetine

burada bir şûbe teşkil ettiniz, hükümet haber alarak, sizi

müfettişlikten azletti. Siz Bulgaristan’a gitmek üzere hazırla-

nırken polis idâresi bunu da anladı ve mâni oldu. Zîra

Bulgaristan tarikiyle Mısır’a kaçmak niyetinde olduğunuzu

bilirdi. Yine o miktar maaşla mektep müdürü tâyin edildiniz.

Maaşınızın azlığından bahisle istifâya yeltendiğiniz zaman vâli

Şâkir Paşa hazretleri zamm-ı maaş yaptırdı bir ay sonra siz yine

ve bilâsebeb istifâ edip Bulgar Konsolatosu’na memur oldunuz.

Hükümet anlamış idi ki bu istifânız ve bir konsolos memuru

olmanız mahzâ cemiyet ile muhâberenizi temin etmek,

alışverişi ilerletmek idi. Hükümet de uyumadı bugün ipin

ucunu yakaladı. Sizin için selâmet her şeyi söylemek,

arkadaşlarınızı bildirmektir. Bilirsiniz ki bu gibi muhbirler

cezâsız kurtulurlar.

- Beyefendi bu bir hikâye olabilir. Fakat bir hakîkat

olamaz. Binâenaleyh ne cemiyet bilirim ne de arkadaşım

vardır. Hem bir şey söyleyeyim mi...? Böyle bir cemiyete

mensup olan ne kadar sıkıntı görse ölür de arkadaşını meydana

vermez.

Bunun üzerine artık yatağıma avdet etmiştim. Birkaç

gece sonra yine müdür beyin çay dâvetine mazhar oldum. Pek

teklifsiz karşılandım. Müdür beni tebrik etti. Eğer arkadaşla-

rımı söylersem hemen o anda Anadolu’da yirmi beş lira maaşlı

bir kazâ kaymakamlığına gönderilmekliğim için irâde-i seniyye

Page 58: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

57

sâdır olduğunu bildirdi. Herif attı tuttu benden yüz

bulamayınca politikayı çevirerek:

- Alın şunu, gâliba hâlinden memnun varsın orada kendi

kendisine sayıklayıp dursun,

cümlesiyle arkamdan kapıyı da şiddetlice vurup kapadı.

-Tutulan Mektuplarım-

Cereyân-ı ahvâlden ve hapishâne müdürüyle olan sûret-i

mülâkatımızdan bahisle dışarıdaki âileme ve arkadaşlardan

bazılarına hitâben yazıp sadâkatine aldandığım bir vâsıta ile

birkaç mektup göndermiştim. Bu arada bir mektup dahi Bulgar

Konsoloshânesi’ne yazarak muhâkemedeki evrakıma dâir

mâlûmat almak için mahkeme-i istinaf başkâtibi Hâlit Bey’e

mürâcaat etmelerini tavsiye eylemiştim. Hâlit Bey’in şâyan-ı

îtimat bir zat olduğunu da ilâve eylemiştim. Bu mektuplar

kâmilen tutulup Türkçe olmayanları müdde-i umûmîlik

tarafından tercüme ettirilmiş, hatta Hâlit Bey dahi taht-ı tevkife

alınmış olduğunu müstantıka ikinci defa çıkarıldığım zaman

öğrenmiştim.

-İkinci İstintâkım-

Bidâyet-i tevkifimden on gün sonra ikinci defa olarak

müstantıka çıkarıldım. Mûmâileyh beni şu “sizin dosya

oldukça büyüdü, bu haftaki posta size ve cemiyetinize âit

olmak üzere hayli evrak getirdi” sözleri ile karşıladı ve sağ

tarafındaki gazetelerle masası üzerindeki mektupları gösterdi.

Bu mektupların biri Mısır’daki Türk gazetesi idârehânesinden

biri de Sofya’da Şark gazetesi muharriri İsmail Efendi

Yörükof’tan idi, cemiyetin mektubunda gönderilen altmış beş

frangın kabul olunduğu ve ilmühaberi leffen gönderildiği

bildirilmişti. Müstentık cemiyetin koca mührünü hâvî şu

ilmühaberin münderecâtı olan “Üsküp’te Halil Zeki Bey’den

Page 59: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

58

altmış beş frank kabul olunmuştur” tâbiratını yüksek sesle

okuduktan sonra ilmühaberi görmek üzere elime verdi ve buna

karşı ne diyeceğimi sordu:

- Ne diyeceğim, ben bu parayı gönderdim fakat cemiyete

değil Mısır’daki Mehmet Sait Kütüphanesi’nden

Fransızca ve Arapça olarak sipariş ettiğim bir lugat

bedeli olarak gönderdim. O ricâ sûitelakkî edilmiş olsa

gerektir, yollu cevap verdim.

Türk gazetesi idârehânesinden gelen mektupta birkaç gün

gazete çıkmadığı için gönderilemediği bildiriliyor, Makedonya

ahvâline dâir makale yazmadığımdan şikâyet olunuyordu.

İsmail Efendi’nin mektubunda da o haftanın meşveret

gazetelerinin büyük bir paket olarak hudud zâbitanı vâsıtasıyla

gönderildiği bu sûret-i muhâberenin suûbetine mebnî diğer

vâsıta tedâriki lüzumu bildiriliyordu.

Müstantık bunlara da ne diyeceğimi sordu? Yine beni

mağdur etmek için tertip edilmiş desîseden başka bir şey

olmadığını iddia ettim. Muahharen hapishâneden kaçırırken

tutulan mektuplarımın her birine münâsebetli münâsebetsiz

birer cevap verdim. Sıra Hâlit Bey’e geldi. Müstantık:

- Hâlit Bey’i nereden tanıyorsunuz? Sualini îrad eyledi.

- Hâlit Bey Üsküp’e yeni geldiği zaman halef selef

olduğunuz gün mûmâileyhi bana siz takdim etmiş idiniz.

Eğer fenâ adam ise mesuliyet-i mâneviye size âittir.

- Mûmâileyhin cemiyetinizle münâsebeti var mı?

- Zaten cemiyet yok ki Hâlit Bey’in münâsebeti olsun.

Müstantık beş on adet muhtelif gazete gösterdi. Bunların

da hep benim nâmıma geldiğini söyledikten sonra “bunlar hep

cemiyetiniz malıdır” sözünü ilâve eyledi. Ben artık cevap

vermeye lüzum görmedim. Hemen kalkıp iki süngülü

jandarmanın arasında tenhâ sokakları tâkip ederek yine

çilehâneme avdet eyledim. İki ay müddetle orada kapalı

Page 60: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

59

kalarak ne kimse ile görüştürüldüm ne çoluk çocuklarımla

haberleşebildim.

-Firuze ile Görüşmemiz-

Üç ay bu dört duvar arasında yaşadığım müddette, kitap

okumak ve yazmaktan men edilmiştim. Bu memnûiyyet benim

için cehennem azâbından müthiş idi. Arkadaşlarımı söylemek,

cürmümü îtiraf ettirmek için geceli gündüzlü yapılan

işkencelerin haddi hesabı yoktu. Çektiğim zahmetler, envâ-i

ezâ ve cefâlardan vücutça hayli düşen çehrem sararmış,

saçlarımın bir kısmı ağarmış, sakallarım gelmiş âdeta bütün

bütüne değişmiştim. Ayna filan olmadığı için ben bunun

farkında değilim. Bin ricâdan, bin kere âbırû dökdükten sonra

kerimem Firuze’yi bir kere görmekliğime müsâade edilmişti.

Hapishâne müdürünün odasına çıktığım zaman kendisini orada

bulmuştum. Bu dakika kucağımdan ayrılmayan bu yavruyu

derâguş etmeye yeltendiğim zaman yüzüme dikkatli dikkatli

bakarak bir çığlık koparmış, soluğu hapishâne müdürünün

kucağında almıştı. O zavallı yavru bir an yanından ayrılmak

istemediği babasını tanımak değil, ondan korkmuş, tevhiş

etmişti.

Onu okşadığım zaman ne gibi tâbirat kullandım ise aynı

sözleri defaatle tekrar ettim. Onu nazlatmak için ne gibi

harekette bulundum ise hepsinin evzâını yaptım bir türlü iknâ

etmek mümkün olmadı. Âdeta çocuk gibi yalvardım. Yine

kandıramadım. Kendimi bir türlü yenemiyordum. Baba ile

evlât arasında cereyan eden bu sûzişli sahneden müteessir olan

hapishâne müdürünün gözünden akan birkaç damla yaş artık

benim de hücum eden dümû-ı tahassürüme cüret verdi. Tabiî ki

çocuk gibi ağlamaya başladım. Bu hâlim o mâsûmu, o mini

mini meleği dahi ağlatmış, odanın içi bir mâtemhâneye dönmüş

idi. Üçümüz de ağlıyorduk. Hâriçten gelen birinin nazar-ı

Page 61: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

60

dikkatini celb etmemek için müdür kalkıp oda kapısını

sürmeledi. Firuze’yi bana yaklaştırmak, bir kere olsun

öptürebilmek için yarım saatten ziyâde uğraştı yine muvaffak

olamadı. Hepimiz yorgun, ağlamamıza bir müddet daha devam

ettik. Nihâyet müdür dedi ki:

- Azizim, beni dinle kızı eve gönderelim. Yarın tekrar

getirilmesini tenbih edelim. Siz de bugün güzelce bir

traş olun, saç ve sakalınızı kestirin, ön taraftan ağarmış

saçların görünmemesi için fesinizi biraz da öne eğiniz,

kızı aldatmak için size biraz da şeker falan ben

hazırlarım o zaman bakalım ne olur?

Bana muvâfakat edip o günkü mülâkatı bu kadarla

bıraktık.

-Firuze ile İkinci Mülâkat-

Ferdâsı erken kalkmış idim. Traş olmuş, kendime bir

parça çeki düzen vermiştim. Firuze gelecekti. O ciğerpâreyi bir

saat evvel kollarım arasında görmek için tehâlük gösteriyor,

zamanın uzaklığından şikâyet ediyordum. Bu saâdet alaturka

saat yediye mukarrer idi. Binâenaleyh daha üç saat beklemek

lâzım gelirdi. Bu üç saati beklemek için hiçbir meşguliyetim

yoktu. Ekser canım sıkıldığı zaman bir miktar Kur'ân-ı Kerim

tilâvet etmek mûtadım olduğundan yine o üç saati o sûretle

telâfiye muvaffak oldum.

Müdürün odasına çıktığım zaman Firuze’yi yine orada

buldum. Mavi kısa fistanı, belindeki büzüntüler, omuzlarındaki

kabartmalar, taranmış sarı ipek gibi saçları ile bir ilkbahar

kelebeğine benzemiş, başındaki mavi kurdela beyaz kelebek

başındaki siyah bir benin manzarasının letâfetini taklit

ediyordu. Âdeta mâsûm bir melek mesâbesindeki bu kukla beni

görünce yüzüme dikkatli baktı hemen üzerime atılarak âdeti

vechiyle ayaklarıma sarılmak istedi. Ben buna meydan

Page 62: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

61

vermeden kucağıma aldım. Olanca şefkat-i pederânemle sık-

tım. Fakat yine tahammül edemedim. Yine ağladım. Hapishâne

müdürü de ağlamaktan kendini zaptedemedi. Zavallı kuzu

bizim gözyaşlarımızdan bir şey anlamadığı için yalnız mahzun

mahzun bakınıp duruyordu.

Bir müddet sonra baba kız konuşmağa başladık. Firuze

vâlidesinin tenbih ettiği bir çok şeyleri bana anlatmak istiyor

fakat henüz üç yaşındaki bir sabînin ne kadar söyleyebileceğini

bilenler bu bülbülün ifâdatının ziyâdesini karîne ile anladığımı,

bazılarını hiç anlayamadığımı takdir ederler. Bu görüşmek bir

saat kadar devam etti. Bu müddet ömrümün en mesut bir saati

olduğunu söylersem îtimat olunmasını ricâ ederim. Ayrılmak

dakikaları gelmişti. Firuze’nin:

- “Bey baba yarın yine geleyim mi?” suâline,

- Hayır kızım, yarın olmaz fakat bu bey amca ne vakit

derse o zaman yine gelirsin.

Cevâbını vermiştim. Bu muhâvereyi işiten müdür haftada

üç kere gelmesini söyledi. Bu günlerin adlarını bir kâğıda

yazdım. Vâlidesine götürmesini emrettim. Kâğıdın ucuna

selâm ve selâmete dâir bir kaç söz de ilâve eyledim. Bu minval

üzere Firuze her zaman gelir hapishânenin demir parmak-

lığında gardiyanların elini öpüyor. Bey babamı isterim, diyor.

Onlar da bâzı beni kapıya çağırıyor, bâzen de onu içeriye

bırakıyorlardı.

Üç ay kadar bu böyle devam etti. Firuze’den başka ne

hapishâne içinde ne de dışarıdan kimse ile görüştürülmedim.

Bu müddet zarfında kitap okumaktan bile mahrum bırakıl-

mıştım. Gazete filan hep men edilmişti. Kitap okumaklığıma

olsun müsâade edilmesi için o zaman Kosova vâlisi olan

Mahmut Şevket Paşa’ya şu yolda istidâ yazmıştım:

Page 63: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

62

Kosova Vilâyet-i Celîlesine-

Mahbûsiyetin tashih-i ahlâk ve islah-ı nefs için tertip

edilmiş bir riyâzat olduğu ve bu neticenin istihsali mahbusînin

bütün gün boş durup din ve ahlâken mekruh şeylerle vakit

geçirmeleri, bu sûretle atâletle melûf olmaları ile değil herkesin

hâl ve iktidarı dâiresinde birer meşguliyet-i meşrua’ ile

mütevaggıl bulunarak sa'y ve gayretteki lezzetten istifâde

edebilmeleri ile kâbil olacağı müstağni-i arzdır. Binâenaleyh

bendeniz de maddî ve mânevî fevâidi şâmil olacak

meşguliyette bulunmak emeliyle celb eylediğim muhtelifü'l-

me'al kitaplar hapishâne idâresince men edilmiştir. Kütüb-i

mezkûre Maârif Nezâret-i Celîlesinin ruhsat-ı resmiyesiyle tab' olunmuş, akâid-i diniyye, kavânin, edebiyat ve fünûn-u

muhtelifeye dâirdir. Bu sûret-i muâmeleye vicdân-ı devletleri

de râzı olmayacağı ümid-i emniyesine istinâden kütüb-i

mezkûre ile mealleri muhâlif-i nizam olmayan evrak-i havâdisi

mütâlaa etmeme mümânaat olunmaması için iktizâ edenlere

emr ve havale buyurulması istidâsına cüret eylerim.

Halil Zeki

-Mahkûmiyyet-

Tamam bu günlerde idi ki muhâkememde isbat-i vücud

edecek olan iki yeni âzânın İstanbul’dan geldiğini ve

muhâkememin bir kaç güne kadar rü'yeti mukarrer ettiğini

öğrendim üç gün sonra bu haber hakîkaten teyit edilmişti. Zîra

iki gün cereyân-ı muhâkemeden sonra yedi sene kalebentliğe

mahkûm olmuştum. Fakat doğrusunu îtiraf etmek lâzım gelirse

diyebilirim ki bu mahkûmiyet kararı tebellüğ edildiği zaman

ben zerre kadar müteessir olmamıştım. Sebebi de şu idi:

O gün kuşluktan evvel İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin

Üsküp şûbesini teşkil eden rüfekâdan mahkeme-i hukuk kâtibi

Tahsin, reji umûr-u hukukiye müdürü Osman Beylerle sâir âzâ

Page 64: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

63

tarafından benim vekilim sıfatıyla yine âzâdan dâvâ vekili

Rüstem Bey hapishâneye gönderilmiş kendisiyle yalnız

görüşmek hakk-ı kanûnîsinden istifâde etmiştim şâyet mahkûm

olursam mahbus bulunduğum müddette âilemin idâresinin

teminine karar verdiklerini bildirmişti.

O gün yegâne düşüncem olan âilemin temin-i taayyüşü

meselesi beni bir kat daha cüretlendirmiş, zerre kadar eser-i

yeis bırakmamış idi. Ben kendimi düşünmüyordum.

Muhâkemenin alenî olması için İngiltere, Avusturya ve Rusya

konsolosları tarafından Mahmut Şevket Paşa’dan iltimas

olunmuştu, müşârünileyh jönlerin programı pâdişahı tahtan

indirmek olduğu için onun dâvâcısı Abdülhamit’tir. Zât-ı

şâhânenin şahsına âit olan mahâkimin hafî olması usûldendir

binâenlaeyh konsolosların da bulunması câiz olamayacaktır,

cevâbında bulunmuştu. Muhâkeme günü ne kadar gizli

tutulmuş ise de yine haber alınmış Üsküp’ün o eski adliye

dâiresi koridorları dopdolu idi. Muhâkeme salonu sıkı sıkıya

kapanmış sâmi nâmına bir ferd bile bırakılmadığı gibi

muhâfazam için memur edilenler bile mahkeme salonundan

çıkarılmıştı. O gün mahkeme cereyan etti karar tebliğ-i tâlik

olunmak istendi.

- Hayır, olmaz. Bugün her şey olup bitmelidir. Heyet âdil

bir heyet ise Yıldız Sarayı’ndan alacağı tâlîmatı değil kânunun

hükmünü icrâ eylemelidir. Çünkü tâlikten maksat cezânın

nev'ini İstanbul’dan sormak olduğunu biliyorum.

İddiasında bulunmuş olsam da mâelteessüf hüsn-ü tesir

göstermemiş heyet müzâkere odasına çekilip geldikten sonra

karar tebliğini iki gün sonraya bıraktıklarını bildirmişti. Bu

muâmele ağır bir cezâ ile mahkûm olacağıma alâmet-i kâfiye

idi. Nitekim öyle de olmuştu.

Memuriyetim îcâbı olarak ben de memûrin-i siyasiyeden

ve Bulgaristan tebaasından olduğum için az çok himâyede

Page 65: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

64

bulunuyordum. Cürüm ile cezâ beynindeki nisbetin ecânib

tarafından tenkitten hâlî kalmayacağını bilen mahkeme îdam

yâhut müebbet gibi bir cezâ vermek âdetini tatbik edememişti.

-Mahkûmiyetten Sonra-

Hüküm tebliğ olunduğunun ferdâsı günü idi ki artık

hapishâne-i umûmi içinde serbest geziyorum oradaki mah-

busînin cümlesiyle görüşüp konuşuyordum. Son zamanlarda

Üsküp’e gitmiş olanlarca mâlûmdur ki hükümet konağının üst

tarafında yeniden yaptırılan hapishâne-i umûmi pek metin ve

pek cesîm bir binâdır. O zaman bu binânın içinde bin kişi

mahbus bulunuyordu. Bunlardan altı yüzü Bulgar çete efrâdı

yâhut onlara yataklık edenler, sekseni Sırp eşkiyası

mürettebatı, mütebâkisi cerâim-i âdiye ashabından Müslüman

idi. Aralarında yâni İslâm İnkılâb Cemiyeti’ne mensubiyetle

mahkûm bir ben vardım. İnsanlar birbirinin kıymetini burada

bilir. Diyebilirim ki ben bin kişi tarafından fevkalâde bir

hürmete mazhar oldum. Umum ile hüsn-ü muâşeret edebildim

hatta Hristiyanlarla İslâmlar arasında birkaç kere baş gösteren

dâhilî ihtilâlleri men'e bile muvaffak oldum. Herkes birer türlü

dertli; derdini anlatacak biraz tesellî bulacak birer muhâtap

arıyor. Ben ise bunların yana yakıla anlatmalarını dinlemekten,

ruhlarını serinletecek sözler bulmak için uğraşmaktan usandım.

Bu mahkûmlar arasında o kadar mâsûmlar, bî-gayrihak

hapsedilmiş o kadar kabahatsizler gördüm ki bir mahkeme

âzâsı olup da bu gibi mağduriyetlere âlet edilmediğimden

Cenâb-ı Hakk’a bin kere şükrettim. Aralarında bir gecede beş

can aldırmış, bir hânüman yakmış, hatta bir bir âilenin

kendilerini telef etmek sûretiyle bile icrâ-i vahşet eylemiş öyle

cânilere de tesadüf ettim ki heyet-i udûl delâil-i kâfiye

bulamayarak bunlar hakkında âdeta cezâsız denecek kadar

hafif mahkûmiyetlerle iktifâ ettiğine şaştım. Bu arada bir

Page 66: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

65

mahkeme reisinin bir müdde-i umûmînin, bir müstantıkın

rüşvet irtikab ederek cânileri, canavarları beş altı ay

mahbûsiyetle kurtardıkları da az değildir.

Aşk yüzünden zevc ve zevceyi katletmek sûretiyle

cinâyet irtikab eden arkadaşını meydana vermemek için

müebbeden mahkûm olan Mehmet nâmında birinin turşu

satmak sûretiyle on yedi sene hapishânede yaşadığını, eşkiyalık

yüzünden on bir yerinden yaralanan, başı delik deşik olduğu

halde yine ölmeyerek sağ kalan bir Bulgar gencini, kendi

zâbitini öldürdüğü için küreğe konan Recep’in artık kaç

seneden beri hapis olduğunu unuttuğunu gördüm. Bir mâsûmun

bir köşede ağladığını, bir kâtilin gece rüyâsında kalkıp bağırıp

çağırdığını, cürmünü îtiraf ettiğini müşâhede ettim. Hülâsa

burada öyle bir ahval-i rûhiyeye tesâdüf ettim ki bir yekine de

ötekine de acımamak kâbil olmuyordu.

Siyâseten mahkûm olanlar müstesnâ oldukları halde

cerâim-i âdiye ashabının umûmunun sanat, taayyüş ve iştigâlât-

ı ruzmerrelerine dâir topladığım mâlûmat ispat etti ki bu

cinâyetlerin ziyâdesi sirkat ve intikam emeliyle irtikab

olunmuştur. Bu da işsizlik ve mektepsizlikten ileri gelmiştir.

Bunun üzerine o zaman Rumeli vilâyeti müfettişi olan Hüseyin

Hilmi Paşa hazretlerine takdim olunmak üzere ber-vech-i zîr

bir kıta lâyiha tanzim edip hapishâne müdüriyetine verdim.

Rumeli vilâyet-i şâhânesi müfettiş-i umûmiliği cânib-i

sâmiyesine;

Hapishâne bir mekteb-i ahlâktır. Mücrimini buraya kapa-

maktan maksad irtikab ettikleri kabahatten dolayı müstehak-ı

terbiye olduklarından ef’al-i vak’a-i cinâyelerine karşı ıslah-ı

rûhiyeleri nazar-ı îtibâra alınarak, kabahatlerinin derece-i

şiddeti nisbetinde bu mekteb-i ahlâka kapanıp ıslah-ı nefslerini

temin etmek için değil midir? Yoksa mahbûsiyyet bir nevi

işkence yâhut kısas olsa idi cârihlerin cerhi, kâtillerin katli,

Page 67: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

66

sâriklerin sirkat fiiline hizmet eden âzâlarının imhâsı iktizâ

edecekti. Bunların icrâ edilmediğine göre hapislikten maksat

fâili cezâlandırmak değil ahlâkının ıslahı için bu mekteb-i

edebe kapamak ef’âli neticesinden nedâmet getirtmek için

ezvâk-ı dünyevîyeden mahrum etmek, dâire-i medeniyette

yaşayabilmek için cemiyet-i beşeriye meyanına girecek evsaf-i

medeniyeyi hâiz olmadığından o sıfatın lüzum-ı iktisabını

anlatmaktan ibâret idüğü anlaşılır. Mâdemki esas maksat

bundan başka bir şey değildir. Binlerce insanı buraya kapayıp

da boş oturmalarına, dinen ahlâken mekruh olan tavla, kağıt,

domino ve emsali oyunlarla vakit geçirmelerine, fenâ fenâ

huylara alışmalarına, hatta ekserisinin hissiyat-i dimağiyesinin

atâlete mâruz bulunmasına, bir çoğunun da fakir hallerine

mebnî sirkat ve emsali gayrimeşrû ahvale mütesaddi

olmalarına meydan verecek yerde herkesin hal ve istidadına

göre birer işle iştigal ettirilmesi ve bu sûretle istikbalen

kendisinin temin-i taayyüşüne medâr olması, atâlet ve

vâsıtasızlık yüzünden mâişetini hemcinsinin mazarratında ve

cinâyât-i adîde irtikabıyla temine alışmış ve bu yüzden

mahkûmiyete dûçar olmuş olan bu cühelâ insanların şer-i şerif

ve medeniyet dâiresinde yaşamak için çalışmağa mecbur

olduklarını ve bu çalışmanın da yolu neden ibâret idüğünü

anlamaları ve sa'yileri semeresinin lezzetini buradan tatmağa

alışmaları ve hayat-ı müstakbelelerini bu şerâit dâiresinde

tanzim eylemeleri mülâhazatı nazar-ı dikkate alınarak güruh-u

mahbûsîn arasında ehl-i sanat olanlarının kendi sanatıyla, sanat

sâhibi olmayanların da birer sanata şâkird olarak devamları

hem maksad-ı hakîkînin mevki'-i fi'ile ve hem bir çok âtılın bir

iş sâhibi olarak çıkmasını ve hem de işsizlik yüzünden -mâhâzâ

bir meşguliyet olsun diye- hüküm süren adem-i âsâyiş ve

kumar ve emsali fenâlıkların önü alınmış ve müsteid bir

dimağın iştigalât-i meşru'a ve medeniye dâiresinde imrar-ı

Page 68: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

67

hayat eylemesi temin edilmiş olacağı bedîhîdir. Bunun eczâsı

ve hapishâne içinde –hükûmât-ı müterakkiyede olduğu gibi–

dârülsınâîler, dershâneler, mev'izehâneler inşâsıyladır ki

böylece her tembel bir sanat ve yazıp okumakla haftada bir iki

kere de vaaz dinlemekle muvazzaf ve mecbur tutulmakla olur.

Bundaki fevâid de şunlardır:

Evvelâ herkes bir meşrû meşguliyyetle iştigal eder,

sâniyen bir sanat sâhibi olarak çıkar. Sâlisen ticaret lezzetinden

tadar. Râbi'an az çok yazar okur, hâmisen dinî ve ahlakî

mevîzalardan hissemend olur. Hulâsa âhenk-i idâre-i hükümeti

ihlâli mûcib olan bu güruhun nâfi birer âzâ evsafıyla techizine

hizmet edilmiş olacağı nezd-i hidîvânelerinde dahi tasvip

buyurulduğu takdirde vazife-i tâlimiyenin de fahri olarak uhde-

i âciziye ihâlesi müsterhemdir. Bundan mâadâ bu destgâhlara

taşradan iş alınıp yeniden sipariş kabul olunmalı hâsıl olacak

vâridat herkese derece-i mahâretine göre usta, kalfa ve çırak

nâmıyla birer yövmiye verilmeli, fazla vâridat bu destgâhların

terakkîsi ve bu sanatların ıslahı ve tevsi'i için sarf edilmelidir.

Müddet-i ömrünü sa'y ve kûşiş ile emrar eden fakat

sâika-i beşeriyetle bugün hapishane-nişîn olan en faal dimağlar,

en çalışkan insanlar bile buradaki işsizlik yüzünden tembel

olup gidiyor. Bildiğini unutuyor. Halbuki bunlar yövmiye birer

saat ders ve beşer saat doğramacılık, terzilik, kunduracılık,

berberlik ve emsali sanatlarla iştigal ettirilirse hem beşeriyyete

hem vatan-ı Osmanîye nâfi’ âzâlar temin edilmiş olacağını

ilâveten arz eylerim ol bâbda.

Halil Zeki

Vakitlerim Nasıl Geçti-

Bu lâyihanın semeresini beklemeden ben mahbuslar

arasında az çok mektep gören bir kaç efendiye Fransızca, beş

on kişiye de Türkçe okutmağa başladım. Aynı zamanda Sofya

Dârülfünun’u müdâvimlerinden Nanu nâmındaki bir gençten

Page 69: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

68

Esperanto lisanı tâlimine koyuldum. Alasonya civârında esir

edilen bir Rum çetesi efrâdından ve Yunan bahriye zâbita-

nından Mösyö Anjel nâmındaki yüzbaşı ile de mandolin dersi

geçiyordum. Yevmiye bir saat kadar hapishâne hastahânesine

gider, oradaki hastalara teselliyet vermeğe çalışırdım. Geceleri

mahbûsini etrâfıma toplar onlara Hasan, Hüseyin Efendimizin

kerbelâ vakasından tut da ta Seyyid Battal Gâzi hikâyelerine

kadar okur ve anlatırdım. Bu hikâyelerden ağlayanın bini bir

paraya idi.

Rum, Bulgar, Sırp ihtilâl cemiyeti efrâdından da mecliste

bulunduğu geceler musâhabemiz ya idâre-i hükümeti tenkide

yâhut Avrupa edibânına hasrolunurdu. Aylar geçiyordu. Yalnız

bu hayata yedi sene katlanmak lâzım geleceğini bir de bu

Yanofça’daki bacanağım nezdinde bulunan evlât ve âilemin

perişaniyetini hatırladıkça biraz meyus oluyordum. Fakat onu

da bir cüz Kur'ân-ı Kerim tilâvet ederek telâfî eyliyordum.

Rüfekâdan Tahsin, Cafer ve küçük bacanağım Hüseyin

Efendiler gelip beni ziyâret ediyorlardı. Bulgar konsolosu

kavası da ara sıra dolaşıyordu.

-Yine Yeis Günleri-

Mahbûsiyetimin sekizinci ayı idi. Akşam üzeri mülâkat

penceresine bir jandarma çavuşu gelmişti. Bâ irâde-i seniye

Bodrumkala’ya nefyedileceğimden Selânik’e kadar bir

kendimin ve iki muhâfızın şimendifer ücreti olan on beş

mecidiyeyi vermekliğim aksi halde Üsküp’ten Selânik’e kadar

gezerek götürüleceğim bildirildi. Çavuş bu emri yüzbaşısı

nâmına tebliğ ediyordu ben de “pek âlâ üç gün sonra hazırdır”

deyip savdım. Bu kanunsuzluğun nereden geldiğini anlamak

için Mahmut Şevket Paşa’ya şu yolda bir takrir yazdım:

Page 70: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

69

-Kosova Vilâyet-i Celîlesine-

Aydın vilâyetinde Bodrumkala’ya naklim lüzumuna

mebni Selânik’e kadar muhâfaza olarak berâberimde gelecek

olan iki jandarma neferinin azimet ve avdeti için on beş

mecidiye şimendifer ücreti tesviye etmediğim halde mâşiyen

götürülmekliğim mecbûrî idi ki dünkü gün merkez jandarma

yüzbaşısı nâmına olarak bir jandarma çavuşu tarafından

bendelerine tefhîm kılındı. Ben mahkûm isem de naklim için

müstediyatta bulunmadım. Mâdemki bu husus hükümetçe

derece-i vücubda görülmüş bundan dolayı bir takım masârif

ihtiyarına da mecbur tutulmaklığım muvâfık-ı adâlet olmadığı

gibi mahbûsinin nakli için muktezî masârifin tahsisat-ı

mahsusasından tesviyesi usûl-i müttehazedendir. Bu da emsal-i

adîdesiyle mesbuktur. Binâenaleyh gerek benim ve gerek

eşyamın masârif-i hükümetle nakli için iktizâ edenlere emr ü

havâle buyurulması bâbında.

Halil Zeki

Yol Hazırlıkları

Bu haber üzerine Lofça müftüsü pederim Hasan Zühtü

Efendi’ye ve refikam Âfet Hanım’a sonuncu defa olarak

görüşmek üzere acele gelmelerini telgrafla bildirdim. O

günlerde hapishâne gardiyanlarının ve beni görmeye gelenlerin

bana karşı muâmelesi değişti. Herkes bir nazar-ı merhametle

bakıyor. Güya gücendirecekmiş gibi gönlümü almağa,

fevkalâde îzaza çalışıyordu. Ben bunları hep yolculuğun

yaklaştığına hamlediyordum. Bir denk yatak yorgan, birkaç

sandık eşyâ ve kitap almak üzere bir liste tertip ettim. Bunların

hazırlanması için pederimi ve refikamı bekliyordum. Koğuş

arkadaşım Hasan Efendi ara sıra “bu kadar eşyâyı beyhûde

alıyorsunuz” diye beni îkaz ediyordu. Ben sebepler

dermeyanıyla onun teklifini çürütmeğe uğraşıyordum.

Page 71: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

70

Bir gün dâvâ vekili Tahsin Efendi gelmişti. O da eşyâ

almanın aleyhinde bulundu. Hapishâne müdürü de o fikirde idi.

Bir şey anlayamadığım bu muammâ bayağı canımı sıktı.

Hapishânede benim için fiskoslar deveran ediyor, benden bir

şeyler gizleniyordu. Merak beni sardıkça sardı. Peder ve refika

geldi. Onları da fevkalâde meyus gördüm. Kederlerim bir kat

daha arttı.

Yeniden yaptırdığım hâneye yeniden eşyâ dahi tertip

etmiştim fakat bu yeni evde ancak üç ay oturmak nasip

olmuştu. Bu kere eşyâ da ölü fiyatına satıldı, pederimden ve

çocuklarımdan ağlaya ağlaya ayrıldık. Peder o gün onlarla hep

beraber şimendifere binerek Bulgaristan’a geldi ben de

hapishânenin altıncı koğuşundaki köşemi işgale, o günlerdeki

gamlarımla mücâdeleye döndüm. Bu yeis-i fevkalâdeyi gören

Hasan Efendi her şeyi anladığıma zâhip olmuştu. Güya

teselliyette bulunayım diye o hafî fiskosları şu yolda îtiraf

etmişti.

- Kardeşim meyus olma mukadderat böyle imiş, gerçi

Selânik’ten Bodrum’a kadar on bir gün deniz üstünde

gideceksiniz. Bu yolda size sûikast edileceği söyleniyor, fakat

bakalım bu sözler doğru mudur? Ben bunu sizden saklama-

larını bin kere tenbih ettim fakat bu gün öğrendim ki

pederinizden her şeyi öğrenmişsiniz. İhtiyatsızlık etmiş ya! Ben

bu rivâyetlere ehemmiyet vermem. Bunlar âlemin dediko-

dularıdır, boş kafalıların uydurmalarından başka bir şey

değildir.

Hasan Efendi’nin bu birkaç satırlık istihbaratı beni hayli

düşündürmüştü. O gece uyumak kâbil olmadı. Gözümü

kapayacak olsam hayalhânemi mezâlim levhalarıyla donanmış

buluyordum ki son senelerde İstanbul’da tutulan genç fikirli

Müslümanların Yıldız Sarayı’na aldırılarak bir daha meydana

çıkamadıkları, Boğaziçi’nde bir demirin sıkleti ile denizin

Page 72: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

71

dibine kadar inen bir çuvalı yaran balıkların müteaddid gençleri

kendilerine nafaka ittihaz ettikleri İstanbul’un Taş Kışlası’nda

müddet-i medîde mahbus kaldıktan sonra nefyedilmek

bahânesiyle Trablusgarp’a yâhut adaların birine sevk edilirken

yolda denize atılan Jöntürklerin hâli vapurda zehirlenen genç

Müslümanlara revâ görülen mezâlim o dakikada gözümün

önünde tecessüm etmişti. Hayli düşünüp kaldım.

Bir müddet dalar gibi olmuşum, o dakikada güya

Selânik’ten vapura binmişim de tam İzmir açıklarında gece

yarılarında iki kişi gelmiş, beni yatağımdan kaldırmış, vapurun

bordosuna getirmiş. Denize atmağa uğraşırken aramızda kanlı

bir mücâdele meydan almış! Bunun üzerine fırladım. Kalkıp

bir müddet yatağımda oturdum, âdetim değil iken bir sigara

içtim, belki uyurum ümidiyle yine yatmak istedim. Yine eski

hayâlet bu kere Firuze’yi boynu bükük pejmurde kıyafetli bir

öksüz, refikayı sefâlet içinde pûyan, iskeletten farkı yok bir

canlı cenâze sûretinde gördüm. Müthiş bir heyecanla fırladım.

Dehşetler, yine eski hayaller o anda baş gösterdiler, yine

kalktım bir cüz Kur'ân-ı Kerim okuyup yattım fakat uyumak ne

mümkün!

O gece sabahı buldum. Yeisimi arkadaşlarıma sezdirme-

mek için kâğıt kalem alıp yazı ile meşgul görünmek istedim.

Ona da muvaffak olamadım. Kuşluğa kadar perişanü'l-fikir bir

halde dolaştım. Yemekten sonra iki saat kadar uyumuşum. Bu

kere fikrimde ciddi düşünebilecek bir kuvvet buluyordum. Enli

boylu bir mülâhaza ettim. Bu meselede şâyân-ı merhamet

Firuze ile vâlidesini görüyordum fakat onların da pederimin

taht-ı himâyesinde bulunduklarını derhâtır ettikçe kendimde

hayli cesâret buluyor artık Abdülhamit ve âvânesinin benim

için hazırladıkları ölüm ne türlü olursa olsun ondan korkma-

mağa, her sûretle metânet göstermeğe karar veriyordum.

Günler geçtikçe bu kuvvetim büyüdü. Karârım kuvvetleşti.

Page 73: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

72

-Yol Hazırlıkları-

Sandıklarım mühürlenmiş, renkler sıkılmış, yalnız

altımdaki yatakların toplanması kalmış, akşama sabaha hareket

için vilâyetten emir bekliyoruz. Araya Ramazan Bayramı girdi.

Yolculuğumuzun bayram ertesine kaldığı haberini aldık. Iyd-ı

Fıtır’ın dördüncü günü yine hazırlık emri geldi. Harcırah

ilmühaberlerimizin muâmelesi yapılıyor. Benimle berâber

gidecek olan jandarmalar hapishâneye kadar geliyor,

görüşüyoruz. Artık yolculuk dakikalarının yaklaştığını her an

ve her şey tekrar tekrar andırıyordu.

Bir çarşamba sabahı idi. Şafakla berâber gardiyanın biri

Bulgar Konsoloshânesi kavasının beni görmek üzere mülâkat

kapısında beklediğini söyledi. Bu haber ok gibi yüreğime

vurdu. Sabah treniyle yola çıkılacağını haber alan konsolos son

vedâyı îfâ etmek üzere kavas gönderdiğine hükmettim. Derin

bir dalgınlık ile kapıya gitmeyi unuttum, yataklarımı toplamağa

yine Firuze’nin bükük boynunu, mahzun çehresini, annesinin

gözyaşlarını tahayyüle daldım. Gardiyanın ikinci bir ihtarı beni

îkaz etmeseydi kim bilir daha ne büyük şaşkınlıklar

gösterecektim.

Kapıya geldiğim zaman kavas Abdülgani Ağa elimi

sıkarak “tebrik ederim bugün çıkıyorsunuz, konsolos akşam

telgraf aldı” tebeşşiratında bulundu. Ben bunu bir tesellî olarak

telâkki ederek ehemmiyet vermediğimi gören Gani Ağa

“evlâdım başı için doğru söylüyorum bugün tahliyeniz

muhakkaktır” temînatını ilâve edince artık her şeyini

anlamıştım. Lofça ve Plevne kazâları İslâmlarının bin sekiz yüz

imzâlı olarak Sofya ve İstanbul’a takdim ettikleri

istirhamnâmenin gösterdiği tesiri hissetmiştim.

O gün bu haber Üsküp içinde yayılınca kuşluğa kadar

birçok kimseler hapishâneye kadar tebriğe gelmişti. Kuşluktan

sonra yine hâriç ile ihtilâttan men edilmiştim. Müdürle mülâkat

Page 74: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

73

edip bunun müdde-i umûminin emriyle olduğunu öğrendim. Bu

minval üzere daha beş gün geçti. Fakat artık hâriç ile

muhâberat pek kolaylaşmış olduğundan aldığım bir mektupta,

vilâyete tebliğ olunan irâde-i seniyyenin müdde-i umûmîliğe

havâle edildiği, müdde-i umûmîlik dahi eğer Üsküp’te tahliye

edilirsem yine Jöntürk teşkîlatıyla iştigal edeceğim mahzurunu

dermeyanla Bulgaristan’a nefyedilmekliğim için yeniden irâde

istihsali mütâlaasında bulunduğu yazılmıştı, bu haber üzerine

müdde-i umûmîye şu satırları karalamıştım:

- Kıta -

Bilmem ki felek, yoksa bu tâlihte midir suç?

Evet beni bu hâle koyan kahpe felektir.

Öç almağı sanma bana müşkil yâni pek güç

Sabr eyliyorum, vakti bunun da gelecektir.

Mâsûmları yakmaktaki hud'a ve desâis

Evhama kapanıp, mahvolacak, örtülecektir.

Sen ağlatıyorsun bugün evlâd u ıyâli

Zannetme bu zulmün seni hep güldürecektir.

Elbette bu dünya açacak başka sahife

Esrârını âhir senin herkes bilecektir.

Sen gadr ü sitemde bu kadar hızlı gidersen

Bil, tavk-ı cezâ boynuna pek tez geçecektir.

Bir kerre düşün, ki iyi mi ettiğin işler

Vicdânına sor, bak, bakalım ne diyecektir?

Page 75: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

74

Can yakma senin de canını yakmasın Allah

İnsal ameli ecrini elbet çekecektir.

Halil Zeki

-Bulgaristan’a Geliş-

İkinci irâde bir hafta sonra gelmişti. Üsküp hükümeti

saatte on kuruş hesâbıyla Devebağırdan’daki Bulgar hududuna

kadar olan harcırahımı vermiş beni Köstendil mutasarrıflığın-

dan hududa gelen memura teslim ettirmişti. Bu dakikadan

îtibâren hürriyet-i tamme sâhibi bulunuyordum. Fakat iş

bununla bitmiyor, saâdet bununla istikmal olunmuyordu.

Şimdi Bulgaristan’da yaşamak, ilk defa olarak bu

memlekette kendi kazancımla bir âile idâre etmek lâzımdı. Ben

Bulgaristanlı olmakla berâber hep Türkiye’de yaşadığım için

bu muhitin yabancısı idim. Bu yabancılık içinde ne gibi bir iş

tutar, ne gibi ticârete girişebilirdim. Bâhusus ki elde avuçta da

bir şey yoktu.

Köstendil’de Makedonya Oteli’nde geçirdiğim o gecenin

yarısını bu taayyüş düşüncesine hasretmiş bir şeye karar

vermemiştim, her şeyi peder, vâlide ve âilemle görüştükten

sonraya bırakarak Lofça’ya müteveccihen yola çıktım.

Bir buçuk ay kadar ebeveynim yanında kaldık fakat

pederimin müftülüğünden aldığı maaş ne idâremize kâfi idi, ne

de işsiz oturmak, peder eline bakmak kadar atâleti irtikab

edebilirdim.

Şehr-i kânûn-ı sânî evvelinde idi. Bir haftadan beri kar

yağmakta devam ediyor. Plevne ile Lofça arasındaki arabalar

hayli müşkilat ile icrâ-yı sefere muvaffak oluyordu.

Ciğerpâremiz Firuze’yi pelerin ve kürklere sarıp sarmaladık,

herçi-bâd-âbâd diyerek Plevne yoluna düzüldük. Zâhirde

fayton bizi götürüyor idi fakat çok kere de biz faytonu

Page 76: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

75

sürüklüyorduk, kuyulardan derelerden çıkarmak mecbûriye-

tinde bulunuyorduk. Düşe kalka Plevne’ye gelebildik.

Firuze’nin o akşam bir nöbete dûçar olması yolda üşüttü-

ğünü evhama kâfi idi. Hemen doktor celb ve tedâbire tevessül

eyledik. Kızı ferdâsı daha iyice bulduk. Oradan şimendiferle

Sofya’ya geldik. Mefruş bir oda buluncaya kadar iki gün otelde

kaldık. Çocuğun sıtması yine tekrarlamıştı. Tekrar doktora

mürâcaat ile ilâçlar filanlar aldık. Tabip ve ilâç ücreti on frank

kadar bir şey etmişti.

Sofya hayatını bilenler burada âile ile yaşamak için ne

kadar büyük masârif ihtiyarı lâzım olduğunu takdir ederler.

Bâhusus ki bizim gibi henüz ne yapacağını bilmeyen,

elinde bir aylık bile idâresi olmayanların bu muhitte ne kadar

zorluklara dûçar olacakları izahtan müstağnidir. İki gün

müddetle dolaştık. Muvâfık bir şey bulmak kâbil olmadı.

Nihâyet Yörükoğlu İsmail Efendi’nin () oturduğu hânenin üst

katındaki iki yataklı bir odaya otuz frank aylık ile istîcar

eyledik. Hemen bu yeni yuvamıza geçtik. O gün Firuze’nin

tedâvisi için ciddi tebdire tevessül eyledik.

Sofya’nın kânun-ı sâniye mahsus olan o şiddetli kışı

hüküm sürüyor. Şu kadar ki soğuğun şiddetinden kargaların

bile donduğu görülüyordu. Bir metre mikâp odun alayım

dedim, yirmi frank. Nakliye kestirme filan, bu yirmi kuruş

edecekti. Bu kadar parayı oduna kapatınca eldeki sermâyenin

bir kısm-ı mühimi eksileceğinden diyar-ı gurbette dûçar-ı

sefâlet olmak korkusu beni bu büyük masraftan sarf-ı nazar

ettirmişti, fakat böyle bir mevsimde odunsuz da idâme-i hayat

mümkün olmadığından Sofya’da yalnız o günkü taayyüşünü

İsmail Efendi, Bulgaristan Mariya Lüiz Süvarı Alayı ihtiyat yüzbaşılarından olup

evvelce Sofya’da neşrolunan Şark gazetesi muharriri idi bugün de Osmanlı ordusu

binbaşılarındandır.

Page 77: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

76

tedârik edebilen amele güruhunun yaptığı gibi biz de her gün

ihtiyaca kadar kilo ile odun almak usûlünü ihtiyar eylemiştik.

Hem yemeğimizi pişirmek, hem su ısıtmak ve hem

odamızın teshinine medar olmak ümidiyle biz de pürmüz

makinesi ile iki tencere, üç tabak ve üç kaşık, bir lamba almış,

fakirâne bir mutfak tertip eylemiştik. Karı koca hem çarşıyı

dolaşıyor, bu şeyleri alıyor hem de birbirimizi tesellî edecek

tâbirat arıyorduk. Fakat Firuze’nin devam eden hastalığından

hâsıl olan tesir meyusiyyetimizi o nisbette artırıyordu. Birkaç

gün zarfında bu şeylerle berâber bir çamaşır leğeni bir de su

tenekesi tedârik edilmişti. Bir tencere sopa ile yirmi dört saat

yaşamak paramızı ciğerpâremizin ilâçlanmasına hasretmek

üzere iktisada son derece riâyet ediyorduk.

Biri dâhiliye nezâretine, diğeri de hâriciye nezâretine

olmak üzere iki arzuhal vermiş münâsip bir memuriyet

talebinde bulunmuştum. Dâhiliyeden münhal olmadığı cevabını

almıştım. Hâriciyece ise üç yüz frank maaş ile Mısır’da Bulgar

acentesindeki bir münhal teklif edilmişti, Mısır’ın pahalılığı

korkusu ile redde mecbur olmuş idim.

On beş gün müddetle başvurmadık kapı bırakmadım,

bütün mürâcaatlarım boşa çıktı. Hâriciye nezâretinde bana

münâsip yer açık olduğunu öğrendim, tekrar mürâcaat ettim.

“Bu kâbil değil, zîra Türkiye bizim jönleri himâye ettiğimize

zâhip olur. Komiserhânenin notalarına mürâcaatlarına cevap

vermek lâzım” mukâbelesinde bulundular. Artık ümit kat' olununca İsmail Efendi, avukat Hâfız Sıtkı Efendi ile berâber

bir gazete çıkarmağa karar vermiştik, Hâfız Sıtkı Efendi’nin

sermâyesiyle Filibe’den mürettib celb olunacak, sermuharrirlik

vazifesini de ben îfâ edecektim. Gazetenin tâkip edeceği

program yapıldı. Aramızdaki şerâitin ziyâdesi konuşuldu.

Masârif temin edilince kimse beş para almayacak ticâret

görülürse üçümüz arasında münâsıfaten taksim olunacaktı.

Page 78: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

77

Gazete çıkıncaya kadar bu karar mektûm tutulacak idi. Zaten

Şark Matbaası mevcut olduğundan mürettib celbi vazifesini

dahi Sıtkı Efendi taahhüd etmişti. Mürettib geledursun.

-Hastalık İlerliyor-

Şubatın ilk günleri, hava oldukça latif, Firuze bayağı

iyileşmiş idi âilece bir gezinti yapmak kızı da havalandırmak

için o gün istasyona doğru çıktık avdet ederken de yine ateş

hissolundu. Oradan doğru doktora gittik. “Ciddi tedâvi lâzımdır

ve odadan dışarı çıkmayacaktır” tavsiyesinde bulundu. “Eğer

tedâvi olunmazsa tehlike muhakkaktır” sözünü de ilâve etti.

Âfet Hanım Bulgarca bildiği için doktorun sözlerini saklamak

kâbil değildi. Bîçâre vâlidenin rengi birden bire attı.

Gözlerinden birkaç damla yaş yuvarlanıp gitti. Bana meydan

vermeden dedi ki:

- Doktor, ricâ ederim hastalık nedir?

- Hastalık inflanzadır, artık yine icrâ-ı hükm ediyor.

- Her gün muâyene lâzımdır. Pek ziyâde dikkat ...

- Her gün size getirirsek olur mu doktor?

- Hayır canım, hayır çocuk odadan dışarı çıkmamalıdır.

Ben ikametgâhınıza gelirim. Nerede oturuyorsunuz?

- Bankofiska Sokağı’nda numara 10.

- Pek âlâ yarın ve her gün kuşluktan evvel geçerim.

Şimdilik yirmi dört saatlik ilâç veriyorum. (Bana dönerek) Ben

vizite parasını peşin alırım. Vizitem beş franktır.

- Pek âlâ, deyip karı koca birbirimize bakışarak döndük.

Bu bakışmamız pek mânidar idi. Çünkü Âfet Hanım biliyordu

ki ancak daha on frank paramız vardı. Bu da bir vizite ve ilâç

parası olabilirdi. Bu bakışla bana bu müşkil mevkii ihtar etmek

istemişti.

Page 79: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

78

İsveti Kral Kilisesi meydanlığına kadar her ikimiz de

sükût etmiş, doktorun vizite parasının tedâriği çârelerini

aramıştık. Bu dalgınlıkla giderken refikam:

- Ha buldum, âvâzesiyle beni derin bir uykudan uyandırır

gibi îkaz eylemişti.

- Neyi buldun?

- Küpemin birini terhin eder Firuze’yi baktırırız. Olmazsa

ikisini de satarız sanki ne lâzım gelir.

Zavallı kadın bu cümlenin son tâbirlerini ikmâle vakit

bulmadan gözlerini dolduran yaşları bana göstermemek için

elini paltomun cebine sokarak mendilimi kapmış idi. Erkeklik

metânetine halel vermemek ve benim de yaşaran gözlerimi

göstermemek için sağdan geçen tramvaya bakarmış gibi

görünerek ve kucağımdaki Firuze’yi yüzüme siper ederek

“hayır, senin küpenden evvel benim saatim var” diyebildim.

Doktor vizitelerine devam ediyor, ilâçlar iki günde bir

tekrar yenileniyor, saat, küpeler, yüzükler filan gidiyordu. Son

ümidimi teşkil eden boyunbağı iğnesinin incisinin bedeli bile

daha dün bitmişti. Bugün doktora “yarın görüşürüz” derken

yerin dibine girmiştim. Ferdâsı gün dahi aynı muâmeleyi

tekrara mecbur kalmış fakat ne inkâr edeyim bu kere kendimi

zabtedememiş hüngür hüngür ağlamıştım.

Beş gündür doktor gelmiyor. Hastanın hâlinden iyilik

eseri de görülmüyordu. Akşam ne ben ne de vâlidesi

uyuyabildik. Birbirimizi meyus etmemek için her ikimiz de

gizli gizli ağlıyoruz. Zâhirî metin görünüyoruz. Her ikimizin de

bütün gece uyumadığımızı biliyoruz da îtirafa cüret

edemiyoruz. Yine bir gece kırık şişeli lambaya karşı bir kitap

okur gibi görünerek düşündüğüm bir anda idi ki Firuze bir

çığlık çıkardı. İkimiz de fırladık, mâsûmun gözlerini tavana

dikerek elleriyle bir şeyler işâret etmeye çalıştığını, dilinin

tutulduğunu gören vâlidesi bağırmağa başladı. Komşular

Page 80: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

79

kâmilen koşuştu. Komşunun çocuğu oturduğumuz evin

karşısındaki tabibe koşmuş, hemen bir banyo yapıldı. Sun-î

teneffüs icrâ olundu. Çocuk uyudu, yahut uyur gibi rahat

göründü. Tabib vedâ ediyor ve vâlidesi anlamamak için

Fransızca olarak hastalığın mühlik olduğunu ciddi tedâvi

lüzumunu söylüyordu.

- Pek iyi doktor, yarın yine size haber veririm, sözü ile

teşyî ettim.

-Cedit mi, Evlât mı?-

Ferdâsı ben evden çıkınca devlet-i aliyyenin Sofya

komiseri Sâdık El-müeyyed Paşa’nın hizmetinden biri gelip

beni aradığını avdetimde öğrendim. Bırakılan habere tevfîkan

saat üç buçukta gidip paşayı gördüm. Müşârünileyhi pek

münfail buldum. Mukaddimeye filana lüzum görmeden şu

yolda söze başladı:

- Sizi Bodrumkale’ye sevk vesilesiyle denizde boğmağa

çalıştıkları zaman ben bir saat evvel imdadınıza yetişmek için

zât-ı şâhâneye dört yüz kelimelik bir telgraf çekmiş affınızı

istirham etmiştim. Hatta Bulgaristan’a nefyiniz de mahzur olup

olmadığı isti’lâmında, yoktur, cevabında bulunmuştum.

Zannedersem bu hareketimle size bir hizmet etmiştim.

- Tabiî paşa hazretleri hizmet değil lütuf ve bir genç

âileyi ihyâ buyurdunuz, ilelebet minnettârınızız.

- Oğlum mâdemki bunu biliyorsunuz neden isyan

ediyorsunuz?

- Af edersiniz paşam, ne demek istediğinizi anlamıyor,

bendeniz isyan değil arz-ı minnettârî eyliyorum.

- Çok şey demek Sofya’da çıkacak bir gazetenin

komiserhâneye karşı bir isyan, daha doğrusu îlân-ı harp demek

olduğunu bilmiyorsunuz. Biliyor musunuz ki bunun

Page 81: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

80

söndürülmesi için İstanbul kıyâmetler koparacak. Beni baş

ağrılarına dûçar edecektir.

- Fakat paşa, bu gazete İstanbul’un zannettiği gibi bir şey

olmayacak.

- Ne olursa olsun, bâhusus bunun senin tarafından

yazılması evvelce hakkınızdaki hüsn-ü şehâdetim ile taban

tabana zıttır. Gazetecilik nene gerek, memuriyet istesen a!

- Mürâcaat ettim vermediler.

- “Öyle ise sabret, bununla berâber eğer paran yok ise

vereyim” deyip cebinden iki adet yüzer franklık banknotu

ortadaki küçük masa üzerine fırlattı.

Bu teklif beynimde dom dom kurşunu kadar acı bir tesir

hâsıl etti. Bu ne demek beni bu hâle koyarak, biri dünyasını

görmeden, biri de dört yaşında olarak zulmüne kurban eden iki

evlâdımın kâtili olan, benim bugünki sefâletimin müsebbibi

olan bir hükümetin sadakasını almak... Bu cinâyettir, diye daha

karar verirken gözümün önünde Firuze’min yatağı, o yatak

içindeki tombul tombul yavrunun iskelete dönen hâli, Âfet

Hanım’ın gözyaşları, iki günden beri yalnız kuru ekmek ile

iktifâ etmemiz, gazsız kaldığımız geceler, tecessüm etti.

Kulağımda doktorun “hastalık tehlikelidir, ciddî tedâvi lâzım”

sözleri inledi. Lâkin o anda fikrim yine tebdile uğradı. Çünkü

bu parayı almak için bir hizmet görmedim. Hakkım olan bir

parayı almak, ya sadaka yâhut hakk-ı sükût olarak telakkî

eylemektir. Nâmuslu, ciddî, tahsil ve terbiye görmüş bir

adamın bunu irtikab itmesi maddî değilse mânevî bir sirkat

demektir. Binâenaleyh ciddiyetimi fedâ etmekten ise Cenâb-ı

Hakk’a tevekkül her halde müreccahtır, sûretinde yürüttüğüm

mütâlaa üzerine paşaya cevap verdim.

- Bu parayı almak için kendimde hak görmüyorum. Gerçi

zengin değilim fakat sadakaya da tenezzül etmem.

Page 82: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

81

- Hayır oğlum bu sadaka değil, görmediniz ise ileride

göreceğiniz hizmete mukâbil olarak veriyorum.

- Paşam, ben buraya bir hizmet göremem, görebilsem

bile hak kazanmadan para alamam. Bana bir lütuf daha etmek

isterseniz hâriciye ministerliğine söyleyiniz ki Hükümet-i

Osmaniye benim memur olmaklığıma îtiraz etmeyecektir,

gazete meselesine gelince, mâdemki sizin rahatınızı selbeder-

miş ondan da sarf-ı nazar ediyorum.

Bu sözleri söyledikten sonra vedâ edip çıktım. İlk işim

akşam gelen doktora Fransızca olarak bir mektup yazmak oldu.

Bu mektupta tabibe hâlimi anlattım. Firuze’nin emr-i

tedâvisinde göstereceği insâniyeti vakt-i merhûnunda tediye

edeceğimi söyledim.

Doktor hakîkaten ibraz-ı insâniyet etti. Yalnız vizite değil

ilâç ücretlerini bile veresiye temin eyledi. Üç gün sonra tabip

tarafından evine davet edildim. Felsefe-âver uzun bir mukad-

dimeden sonra hastalık Firuze’nin beynini tamamen sardığını

daha beş günden fazla yaşamayacağını fakat benden her halde

metânet beklediğini bununla berâber kendisi yine her gün

devam edeceğini ancak çocuk başındaki ağrıdan muzdarip

olmamak için kendisine yalnız uyku ilâcı vereceğini söyledi.

Ben baba olmak îtibâriyle hep doktorun aldandığına

hükmediyor Firuze’den kat'-i ümid eylemiyordum. Artık

ekmeği bile şimdiye kadar alışveriş ettiğimiz bakkaldan

veresiye alıyoruz.

Zaten yemek içmek de hatıra geldiği yok ya... Gece

gündüz hastanın başı ucunda oturuyor, fazla bir nefes, fazla bir

dem için Cenâb-ı Hakk’a dua ediyoruz.

Doktor devamda kusur göstermiyor. Tâyin ettiği beşinci

akşam geldi. Hastaya akşamdan bir iki yudum süt verebildik.

Onu müteâkip söylenip sayıklamaya, annesini tanımamağa,

beni yabancı gibi telakkî etmeğe başladı. Âfet Hanım’ın

Page 83: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

82

meyusiyeti fevkalâde idi. Onun da hastalanmasından

korkuyordum. Bin ricâ ile İsmail Efendi’nin familyasının

odasına gönderebildim. Artık nöbeti İsmail Efendi’yle ikimiz

deruhte ettik. Yarı geceden sonra bîçâre hastanın ayakları

soğumuş, kendinden geçmişti. Fakat gözleri hep beni tâkip

ediyordu. Bir müddet kucağıma aldım. Ben onun gözlerine o

benim başlarıma bakmak sûretiyle son nefese kadar bu vechile

hasbıhal ettik, ki dünyada en ziyâde muzdarip olduğum

dakikalar iki saat kadar devam eden bu âvân-ı müthişedir. Zîra

zannediyordum ki o bakışlar hep beni itham, hep tedâvisi için

daha büyük fedâkârlık göstermediğimden dolayı şikâyet

ediyordu ah o bakışlar.

-Felâket Günlerim-

Gece yarısında Firuze ile aramızda hiçbir münâsebet

kalmamış idi. Dördüncü yaşını ikmal etmek nasip olmadan

onunla irtibat-ı maddiyemiz kesilmişti. Bir cisim, bir maddeden

başka bir şey olmadığı halde, o körpe vücut kollarım arasında

dakika bed dakika soğuyor, ben bunu pek güzel hissediyorum

da bu hallere inanmak bile istemiyordum, hatta bir müddet

gözümü kapıyorum, hemen açınca bunların hep rüyâdan ibâret

olduğunu görmek arzu ediyorum, fakat heyhât!

Bu minval üzere yarım saat geçmiş, cenâze artık

katılaşmağa yüz tutmuş, ben şaşkınlık sâikasıyla uzatmak, çeki

bağlamak gibi şerâit-i diniyeyi bile unutmuşum. Firuze’ye

sarılmış, onu benden cebren alacaklarından korkuyormuş gibi

olanca kuvvetle kucaklaşmışım, beni dua ile meşgul zanneden

ve olan bitenden katiyyen haberdar olmayan İsmail Efendi

yanıma gelmiş, hastanın artık ölüp gittiğini fark edince beni de

uyandırmış ve metânet tavsiye eylemişti.

Bir müddet düşünceden sonra kendime geldim, dört

yaşında bir melek için bu kadar zâfiyet gösterirsem gelinlik kız

Page 84: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

83

kaybeden analar, muhârebede oğullarını şehit veren babalar ne

desin? Diye kendi kendimi cüretlendirdim. Lâkin bu cesâret

pek muvakkat oldu. Çünkü beni meyus eden mesele parasızlık

yüzünden emr-i tedâvide sebat edememezliğimdir. Gerçi büyük

fedâkârlık ihtiyar etmiştim ancak kalbim yine müsterih değildi

gönlüm yine mutmain değildi. Bunlar şefkatli bir pederin

mahzun kalbini tesellîye kâfi olamazdı.

Ben yine dalmış olduğum bir müddette İsmail Efendi

çocuğu alıp yatağına koymuş, uzatmış soyulması için

vâlidesine ne sûretle haber verileceğini sormak lüzumu üzerine

beni tekrar îkaz eylemişti.

- Vâlidesine mi, ha evet, işte ikinci bir safha daha! Ne

çâre artık olan oldu. Her halde annesi bilmelidir, dedim.

Artık kendimi topladım. Daha doğrusu ben kendimde bir

metânet buldum çünkü benden daha zayıf kalpli birine, bir

anaya, bir mâder-i müşfikaya metânet vermek vazifesiyle

mükellef bulunuyordum. Evet, artık mevkimi, vaziyetimi

değiştirmiş, tesellî için münâsip sözler aramak meşguliyetine

düşmüştüm. İsmail Efendi’nin refikası odaya girdi. Olup

bitenden haberi olmadığından Âfet Hanım’ın ağlaya ağlaya

daldığını iki saatten beri uykuda olduğunu söyledi.

- Tamam fenâ değil iki gecedir o da uykusuzdur, ko biraz

uyusun da bu müthiş darbeye, bu ateşli kahra göğüs gerecek

kuvvet toplasın.

Deyince gelin hanım her şeyi anlamış, Firuze’nin örtülü

yüzünü açıp “Mevlâ rahmet etsin” sözünü ikmal etmeden

ağlamağa başlamıştı. Ben mevkimin ehemmiyetini takdir ve

artık kadınları susturmak tedbirleri düşünmek lüzumunu

hissediyordum da metin davranmaya çalışıyordum.

Yarım saat sükûtla geçti. Aşağıdaki odada öksürüğe

benzer bir şeyler işitildi. Ben fırlayıp gittim, Âfet Hanım

gördüğü müthiş bir rüyâ ile uyanmış şaşkın şaşkın bakınıyordu.

Page 85: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

84

Biraz yüzünü yıkadım. Kendine geldikten sonra artık analık

metânetini takınmasını, hükümet-i müstebideye ikinci

kurbanını veren şerefli bir vâlide olduğunu, millet uğrunda

evlât kaybeden vâlidelerin ağlaması, meyus olması muvâfık

olmayacağı gibi, zâten ana ve babasına şefaatçi giden bir melek

için ağlamak Cenâb-ı Hakk indinde de makbul olmadığını

söyledim. Zavallı kadın, metânetini muhâfaza etti.

Telâş etmeden “demek her şey olup bitti, öyle ise ne için

beni vaktiyle uyandırmadın? diye serzenişte bulundu.

- Uyandırmadım zîra senin uykuya ihtiyacın vardı bir de

ben onun kendi kucağımda teslim-i ruh etmesini isterdim. Sen

olsaydın beni bu babalık vazifesinden edecektin.

- Firuze hiç beni aramadı mı?

- Zavallının dili daha akşamdan tutulmuştu. Bilirsin ki

meyli senden ziyâde bana idi. Kucağıma aldığım zaman

hâlinde bir hilmiyyet, bir teslimiyyet gördüm ki bundan

memnun olduğunu hissettim. Sen olaydın ağlayacak, beni de

ağlatacak çocuğu da muzdarip edecek idin. Sen de ızdırap

çekecek daha ziyâde rahatsız olacak idin.

- Ne ise Cenâb-ı Hakk’ın cilvesine karşı diyecek bir şey

kalmıyor...Acaba biz Firuze’yi kurtarmak için irâde-i

kâfiyemizi sarf ettik mi?

- Ricâ ederim artık ondan bahsetme, zâten yara içinde

olan kalbimi hançerleme, geçmişi bırak, şimdi yavrumuzu yeni

evine götürmek için ne yapacağız, nereden para bulacağız?

- İsmail Efendi’de yok mudur?

- Olmadığını muhakkak bilirim, çünkü o da dün bir

Bulgardan almıştı.

- O halde?

- Satacak, terhin edecek bir şeyimiz de kalmadı...?!

- Vakıf idâresine, müftülüğe mâlûmat verelim gurebâ

hesabından kaldırılsın.

Page 86: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

85

- Hanım sen buradaki, hocalar, imamlar, bilmem nelerin

Jönlere selâm bile vermediğini, bilmiyor musun? Sana selâm

vermeyen, senden nefret eden bir adamdan muâvenet

beklemek...!

- Belediye kaldırsın

- Fakat onun için de müftüden, imamdan fukarâ

şehâdetnâmesi lâzım bunların ikisi de hep bir yola çıkar...

- Öyle ise ?

Âfet Hanımı fevkalâde meyus, ağlamaya müheyyâ

görünce hemen fırladım:

- Sabaha kadar Allah kerim. Elbet bir çâre buluruz. Haydi

sen yukarı çık İsmail Efendi insin, bir şehit vâlidesi gibi metin,

hürriyet uğrunda kurban vermiş bir ana, bir mücâhit zevcesi

kadar metin olarak vazife-i diniyyeni îfâ et, ağlamak çığlamak

beyhûde olduğunu unutma, diyerek onu yukarı çıkardım. Biz

de İsmail Efendi ile aşağı odada kaldık.

Artık sabah oluyor, şafak söküyordu. Cenâze için İsmail

Efendi gidip câmiden bir tabut ve teneşir alacak, kadın yıkayıcı

hocayı çağıracak, Sofya’daki beş altı Müslümana cenâze

alayında bulunmayı teklif edecekti. Kabircilere de haber

verecekti.

Saat dokuzda İsmail Efendi çıkarken:

- Kefen filan alalım mı? sualini îrad etti. Artık dünya

başıma zindan oldu. Birkaç dakika sükût edip düşündüm.

Çehren de bittabi meyus oldum. Cevap vermek için kekele-

diğimi görünce mumâileyhi “haydi ben onun çâresini bulurum”

sözünü ilâve etti ve kapıyı çekip gitti.

Kendi kendime kaldım düşünmeye daldım. Kefen, kabir

kazıcılar, yıkayıcı filan hep para ister, belki de bilmediğimiz

daha bir masârif çıkar... Zihnimde tekrar eden bu düşüncelere

henüz bir karar verememiş, bu dehşetli masârife bir karşılık

bulamamış, nâçâr bir mevkide, meyus bir halde kalmıştım.

Page 87: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

86

İsmail Efendi çıkageldi. Fakat onun da yüzünde bir hiddet, bir

elem alâmeti okunuyordu.

- Birâder meyus olma fakat taahhüd ettiğim işlerin

hiçbirini görmedim. Sizinle müzâkereye geldim. Evvelâ tabut

ve teneşir vermek ve İmam Efendi telkine gelmek için Müftü

Efendi’den müsâade lâzım imiş. Hoca kadın da aynı cevapta

bulundu.

- Bu neden? Yoksa âdet böyle midir?

- Hayır efendim, âdet böyle değil fakat Jön olmamak

şartıyla.

- O halde Müftü Efendi’ye gideydiniz. Kendisi ile

görüştüğüm var, iyi bir adama benziyor emredeceğine şüphem

yok.

- Bakalım gitmedim mi ya? Bununla berâber ben müftü

de bizi komiser paşaya göndereceğini zannediyordum, o ise

bîtaraf kalmış olmak için: “Ne yapalım bir imamı zorla

göndermek kâbil olamaz, biri gitmiyorsa diğerine mürâcaat

edin” dedi ben de bu kaçamaklı yolları dolaşarak beyhûde vakit

kaybetmekten ise şöyle bir şey düşündüm:

- Şurdan iki gaz sandığı üzerine iki tahta koyalım teneşir

yapalım. Bulgar çocuklarına mahsus tabutlardan bir tane

alalım, Çingene kadınlarına mahsus yıkayıcıyı çağıralım

Çingene imamı Osman Efendi’ye de telkini verdirelim.

Cenâzeyi araba ile götürelim.

Bu haber bomba gibi başımın içinde patladı. Bu hâle

nazaran masârif yükseliyor. Bir de refikaca teşdîd-i yeis mûcib

olacak...! Tamam bu dakikada idi ki kapı vuruldu. Bizzat

çıktım! Önümde plankada bazı arâzi davaları olan Hacı

Petrof’u gördüm bu adam tercüme edilmek üzere üç parça

evrak getirmiş iki güne kadar gelip alacağını söyledi. Ben de

telâşla “pek âlâ” demekle iktifâ ettim ve içeri çekildiğim anda

idi ki herifin “evrak içindekilere dikkat edin?” yollu ihtarı

Page 88: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

87

üzerine derhal evrakı açtım. Bu hareketimi gözden uzak

tutmayan İsmail Efendi birden bire çehremin başkalaştığını

görünce telâşla sordu.

- Hayrola Monşer!

- Ne olacak, üç îlâm tercümesi bedeli kırkardan yüz yirmi

frank peşin!

- Tamam. Kul sıkılmadan Hızır yetişmez. Öyle ise

şunlardan birazını bana ver, sen biraz sabret.

İsmail Efendi bu paradan âdeta çocuk gibi sevinmiş, kuş

gibi uçuyordu. Ben bu parayı Firuze’nin yüzü suyu hürmetine

gelmiş bir atıyye-i Rabbânî olarak telakkî ettiğim için kâmilen

onun uğruna onun ruhu için sadakaya sarf etmeye karar verip

düşünürken kapı tekrar vuruldu. Komşu çocuğun kapıyı

açmasına meydan kalmadan içeri derecesi berâberinde bir

asker girdi yanıma gelip askerce bir vaziyet aldı:

- Gospodin Halil Zeki?

- Benim, diye cevap verdim.

- Burada Harbiye Nezâreti’nden nâmınıza gönderilen bir

tahrirat var lütfen kabul eder misiniz?

- Pek âlâ, dedim imzâ ederek tahriratı aldım. Bu mektubu

hem açıyor hem de biri olmazsa öteki hazırdır diyordum.

Çünkü on beş gün evvel Harbiye Dârülfünûnu’nda açık olan

Lisan-ı Osmanî muallimliği müsâbakasına dâhil olmuştum.

Dârülfünûndaki aynı muallimlik için de namzetliğimi kabul

ettirmiştim. Hemen mektubun son satırlarına bakınca mesele

anlaşıldı. 240 frank (1200) kuruş maaşla haftada dokuz saat

olarak müntehî kurslar dersler uhdeme tevdî kılınmıştı. Bu

haberleri Âfet Hanım’a söylediğim zaman metânetini muhâfaza

edemeyerek ağlamaya başlamış ve “Cenâb-ı Hakk’ın bu

cilvesine nasıl akıl erdirilir” cümlesiyle mukâbelede

bulunmuştu.

Page 89: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

88

İsmail Efendi sonuncu planını tatbik etmiş cenâze

hazırlanmış kapıya bir fayton gelmiş, hoca ve İsmail Efendi

arkaya oturarak tabutu dizleri üzerine almış ben de karşılarında

büzülüp kalmıştım. Kabristandan avdette ilk işimiz evi

değiştirmek refikanın gönlünü eğlendirecek çâreler aramak

olmuştu. İşte felâket günlerim de burada nihâyet bulmuştu.

Son

Page 90: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

89

4. 2. Türk Gönlü (Bilinmeyen Büyüklük)

Dukâkinlerden Basri

İlk Parlamentoda Debre Mebusu

TÜRK GÖNLÜ

(Bilinmeyen Büyüklük)

Üç aktlık milletçi ve duygucu piyes

(İstanbul - Tebriz - Semerkant)

Üçüncü tab' (İlk tab'ı: Sofya’da Bilgi Evi)

İstanbul – İkdam Matbaası

1923 (1341 Hicrî)

25 Kuruş

Page 91: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

90

Dukâkinlerden Basri

TÜRK GÖNLÜ

(Bilinmeyen Büyüklük)

Üç aktlık milletçi ve duygucu piyes

***

Üçüncü Tab'

Piyesi sahneye koydurmak, yine bastırmak ve başka dillere

geçirmek hakları yalnız yazarındır.

***

İstanbul – İkdam Matbaası

1923 (Hicrî 1341)

Page 92: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

91

Türk yetimlerinin menfaatine olarak elden erbâbına tevzî

edilmek üzere birden yüze kadar numaralı, imzalı, fevkalâde

nüshalar en nefis kağıda basılmıştır; kabları da Türk

kitapçılığında henüz eşi görülmeyen bir nefâsettedir.

Page 93: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

92

Bulgaristan’da doğan müellif

“Deliorman Türkleri kıyâfetinde”

Page 94: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

93

Sadedden Evvel

İmlâ ve şîvemize dâir ictihad ve mütâlaalarımızın pek

esaslı ve asrî sebepler ile Garp ve Şark gazetelerinin piyesimiz

hakkındaki tenkitlerini ve bu bâbda – vesikalara bağlı – daha

birçok izahlarımızı kitabımızın sonuna ilâve ediyoruz. Burada

ihtar kabilinden kısaca arz eylemek isteriz ki bir ideal, bir fikir

için yazılan her kitapta yayıncılık nâmına ilk bakışta kusur

addedilen, fakat hakikatte mânevî fedâkârlıklardan başka bir

şey olmayan yenilikler vardır. Bu eserimizin Sofya’da vuku' bulan ilk tab'ı üzerine İleri gazetesi büyük bir makâle neşr ve

bunda büyük bir isâbetle maksadımıza nüfuz etmiş ve demişti:

“Milliyetçi Bir Eser

İlk meclis-i mebûsanda Debre mebusu, Dukâkinoğulla-

rından Basri Bey’in Bulgaristan’da tab' ettirmiş olduğu tiyatro-

sunu okuduk.

Çok zamandan beri, şehrimizde, memleketimizde temâ-

dîsini özlediğimiz bir gâyeye doğru atılmış cesâretli bir adım.

Türk milletinin hâlihazırda, içinde pûyân olduğu bütün ictimâî

hâdiseleri tahlil eden ve neticelendiren mükemmel bir hitâbe.

Mevzûsu, Semerkant’ta, anasıl Yunan Yahudisi bir Bol-

şevik komiserinin zulüm ve taaddîsinden kaçan genç bir Türk

kızının İstanbul’da yeni hayata nasıl karıştığını gösteriyor.

Şahsiyetler, yirmi-yirmi beş sene sonraki tipleri canlan-

dırıyor.

Lisan, fazla sâdeleşirken, biraz da garâbete doğru yürümüş.

Bir ideal, bir fikir için yazılan her kitapta bu kadar ufak,

tefek, kusur demeyelim, fedâkârlıklar mâzur görülebilir. Bazı

yerlerinde hâriçten kuşbakışı görülerek vaziyetimizi çok veciz

hulâsa eden bir hayli cümle var.

Page 95: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

94

İzmir ve Trakya’nın halâskârı, şimdiki kumandanlarımız

için pek muvâfık birer hitâbe numûnesi! Birkaç tanesini

nakledeceğiz: ... (1)

Diğerlerini de ayrı ayrı zikretmenin ihtimali yok...(2) Her

halde kârîlerimiz bu kitabı bulup buluşturup okumak fırsatını

kaçırmazsalar, çok iyi ederler...”

***

Piyesler iki türlüdür; bir takımı yalnız oynanmak, öbür

takımı da hem oynanmak hem de roman gibi okunmak içindir.

Piyesimiz işte bu ikinci takımdandır. Çünkü dileğimiz

doğrudan doğruya Türk kümesinin söylediği açık dille kendi

büyüklüğünü en uzak bucaklarına kadar anlatmak ve ayak-

larındaki zincirleri kırmaktır. İki mektubun biraz uzun olması

bunun içindir. Zâten bunları yüzünden okuyacaklarından

temâşâ sanatçılarımız külfetli bir rol yüklenmiş olmuyorlar.

Sonra, böyle ciddî edebiyat sahasına artık Türk

kadınlığının çıkmasını istediğimizden bu ilk milletçi piyeste

kadın sayısının artırılmasıyla iş sarpa sardırılmamak üzere

Yıldız Hanım’dan başkasına rol verilmedi.

Yaşasın gerçek ve gerçek Türk dili!

Yaşasın bu bilin sonsuz sultanı olan Türk anası!

Müellif

(1) Makâlenin bu kısmı zâten eserimizden alındı-

ğından burada tekrar edilmedi.

(2) O zamanki sansür buna mâniydi.

Page 96: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

95

(Rollerin tevzi'i) :

Birinci Akt

Semerkant’ta Ak Tomruklar Konağının Selâmlığında

Kişiler:

1. Mansur Efendi; Çarlık zamanında Rus ordusunda

hizmette iken Bolşevizm üzerine Kafkasya’da yerleşen ve daha

sonra Türkistan’da Aktomruklar âilesine -Fransızca Hocası

sıfatıyla- dost olan, kendisini komiser Arzlanakis’e Azerbaycan

Türkü gibi gösteren Fransız zâbiti Mösyö Jon Ponyon. (Jean

Pognon)

2. Ertuğrul Bey; Semerkant’ta Aktomruklar ocağının

başı,Yıldız Hanım’ın babası.

3. Arzalanakis; aslı Yunan Yahudisi; Kral Kastin’in

ordusunda baytar iken Alman garnizonlarına gönderilen Yunan

fırkasında bulunuyor. Sonra, Orta Asya Türklerini Çarlığa karşı

ayaklandırmak üzere Berlin’de vazîfe alıyor. İşler değişince

Türkistan’da Bolşevik komiseri oluyor.

4. Pomakoğlu; Ali Efendi adıyla Türk ordusunda zâbit

iken Rusya’ya esir düşüyor, orada Bolşevizm çıkınca kendisini

nefer olarak gösteriyor.

5. Turgut; Aktomrukların on yaşında en küçük çocuğu.

6. Boşnak Halil; Türkiye’de jandarma çavuşu iken

Rusya’ya esir düşüyor; sonra Bolşevik geçinerek Türkistan’da

aynı hizmete giriyor.

7. Durmuş; aşçıbaşı.

***

Page 97: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

96

İkinci Akt

Tebriz Yanında, Yeşil Tepe Çifliğinde, Oğuz Bey’in Evinde

Kişiler:

1. Yıldız Hanım; küçük Turgut’un ablası.

2. Oğuz Bey; Yıldız Hanım’ın amcası.

3. Turgut.

4. Binnaz; hizmetçi kız.

5. Kaplan; çoban başı, Binnaz’ın ağası.

6. Mösyö Jan Ponyon

***

Üçüncü Akt

İstanbul’da, Beylerbeyi’nde, Aktomruklar Yalısında

Kişiler:

1. Yıldız Hanım.

2. Oğuz Bey.

3. Kuzgun Bey; Yıldız’ın ağabeyi, Bilgiçler Yurdu’ndan.

4. Saltık Tekin; Yıldız’ın nişanlısı; Varlık Yurdu

(Dârülfünûn) büyüklerinden.

5. Varlık Yurdu ve Yüksek Bilgi Evleri (1) gençleri ile

başkaca bir çok kimseler.

6. Mösyö Jan Ponyon.

7. Senyor Kokorelli; İtalyan Hekim.

(1) İlk Bilgi Evi (İptidâî Mektep); Orta Bilgi Evi (Tâli

Mektep); Yüksek Bilgi Evi (Âlî Mektep).

***

Page 98: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

97

(Perde açılmadan önce muzıka Osman Paşa marşını

çalacaktır)

Birinci Akt

Aktomruklar konağının selâmlığında. Alaturka döşenmiş

misâfir salonunda. Komiser Arzlanakis için husûsî yatak ve

yemek odaları olmak üzere Bolşevizm idâresinin zabtettiği

bütün selâmlıkta yalnız bu salon yarı yarıya serbest bırakılmış.

(Sahne önünde, aşağıda çalgı)

Mansur Efendi

(Sahnede, yalnızca, elindeki mandolinle “Karmen”

operasını çalmaktadır. Aşağıdaki çalgı takımı ona refâkat eder.

Beş dakika sonra Ertuğrul Bey girer)

Ertuğrul Bey (Gülerek)

Sizi yabancılara Azebaycan Türkü gibi tanıtmağa o kadar

alışmışım ki az kaldı baş başa bulunduğumuzu unutarak

“Günaydın Mansur Efendi!” diyecektim. Haydi, ağız dolusu

“bonjor Mösyö Jan Ponyon” diye bağırayım da muhterem

elinizi, demir kafesler içindeki milletlere kurtuluş kanadı olan

Fransız diliyle sıkayım.

Buraya girdiğim sırada, yanılmıyorsam, çaldığınız parça

Karmen’dendi.

Mansur Efendi

Evet, Monşer Bey! Yıldız Hanım bunun bestesini

öğrenirken sözlerinden de Fransız Edebiyatı hesâbına

faydalanmak değilse alay etmek fikrinde!...

Ertuğrul Bey İkili birli heves!

Page 99: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

98

Mansur Efendi

Tuhaftır! Eski Rus pâyitahtında iken dikkat ederdim;

politika meraklıları, misal, Fransızcada ilerlemek için kırâat

kitabı yerine (Maten) gazetesini tercüme ederlerdi. Güya hem

dil dersi, hem havâdis!

Ertuğrul Bey

“İki karpuz bir koltuğa sığmaz” tâbiri Türkçemizde

atalar sözüdür.

Mansur Efendi

Asya böyle ama, Avrupa’da sıra olur ki, bir koltuğa üç

karpuz da sığar, dört de. Sa Depan (Ça depend). Opera

bestecileri bu ölmez eserler ile sanat nâmına hârikalar

gösterdiler; bu hârikalardır ki her zaman, her yerde aynı sûretle

bütün insanlığın ruhunu yüksek duygularla titretiyor; hâlbuki

yine bu operaların sözleri, ah bilseniz, dilden dile geçirile

geçirile ne gülünç şekiller alır!

Fransızcayı Parisli bir matmazel kadar güzel öğrenen

sevimli kızınız bu şiir bozuntularıyla, hiç şüphesiz, başkaca

eğlenmek istiyor!

Ertuğrul Bey

Baytar bozması kızıl komiser şimdi hükümet konağından

döner. Çek, çek, koparma derler, fakat biz kopardık. Artık

onunla yüz yüze gelemem. Ben çekileyim.

Mansur Efendi

Ders vaktine değin burada kalmak isterdim. Maksadım

Yahudinin neler düşündüğünü anlamaktır. Siz içeri buyurun.

(Küçük Turgut girer)

Ertuğrul Bey İşte yeni Türkçü yavrumuz! Elindeki defterlerde kim bilir

neler var!...

Page 100: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

99

(Kalkar)

Turgut

Babacığım biraz daha dur. Ablam Türk öksüzleri

dilinden yanık bir şiir yaptı. O kadar firaklı ki ben de öksüz

kalmışım gibi bu ateşli sahifeyi ağlaya ağlaya ezberledim. İşte

okuyorum:

Akmış iki damla yaş o güzelim yanaklara

Bir söz sığınmış o gönül avlayan dudaklara.

(Turgut’un sesi kesilir)

Ertuğrul Bey

İki gözüm Turgut! Neye ağlıyorsun?

Turgut

Bu gece düşümde senden de, annemden de ayrıldığımı

gördüm. Ablamın bu acıklı şiirini ezberlerken kendimi de

bütün Türk öksüzleri arasında görmeye başladım.

Mansur Efendi

Yıldız Hanım’ın yüksek bir Türk şiircisi olduğunu her

vakit söylüyordum; bu eserinin “Şeduver (Che Duveir)”e

benzediğini görüyorum. Pek meraklandım; âlet parçalarının

diksiyonunu yine ben yapayım.

(Kağıdı Turgut’un elinden alır, inşâda başlar)

Öksüzlerin varlıkları yanık yanık inliyor

Kim dinliyorsa; hele, benzedir o yapraklara

Ki çağı ermeden solar da, dökülmeye başlar

Bir güç bulunmaz onu bağlayacak budaklara.

Sordum: A körpecikler niçin katlanıyorsunuz

Böyle ağlamaklara?

Bir kayanın üzerinde kimi bekliyorsunuz,

Bakıp da uzaklara?

Page 101: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

100

“O çok beniz, yapyalnız ağlayıp, ıraklara

Bakmamız ondan ki daha şimdicik bu taşların

Altı anneyi aldı, bu yaşların ırmaklara

Benzeyerek akması da o yüzdendir işte gör:

Biz karalar giyindik de o büründü aklara!”

Gittiyse anneciğiniz aradan

Yarlığasın sizi şimdi yaradan.

Dedimse de bu sözlerim avutmadı; dediler:

“Ayrılmayız buradan!

Tanrımıza haykıralım annemizi göstersin

Acımaz mı sütsüz kalan bu diri ufaklara?

Yazık değil mi, öksüzler düşsünler tuzaklara

Yalvararak kuru bir ekmek için konaklara?”

Bin çırpınış, bin ölümle ayrıldılar oradan.

Durdukları kayadan,

Bir sevgili anadan.

Bağrım tutuştu, döndü artık yanar ocaklara...

Mansur Efendi (Heyecanla oturarak)

Bravo! Türk öksüzlerinden ziyâde öksüz Türklük işte

böyle ayaklanabilir, yürür ve bize yetişir. Îman ediyorum ki

Yıldız Hanım bu öksüz Türklüğün en canlı anası olacak. Sonra

tekrar îman ediyorum ki eski Osmanlılık eski Fransa’ya ne

kadar kıymetli bir dost idiyse yeni Türklük de yeni Fransa’ya o

derece kuvvetli bir yardımcı olacak. İşte bu bilgili hazırlıktır ki

inleyen insanlığın da birçok yaralarını saracak...

Page 102: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

101

Ertuğrul Bey (Yaşlı gözlerini silerek)

Gel Turgutcuğum! İçeride görüşmek üzere Mösyö Jan!

Yahudi geliyor.

(Baba ile oğul çıkarlar. Az sonra Pomakoğlu gelir.)

Pomakoğlu

Azizim Mansur Efendi, fedâkâr Fransız! Arzlanakis

geliyor. Onun yanında bahsi çok uzatmayınız. İşi bana

bırakınız. Onun kastının ipuçlarını yakaladım. Sonra anlatırım.

(Arzlanakis girer)

Pomakoğlu

Bu küçük mandolin Mansur Efendi’nin elinde koca bir

piyano oluyor.

Arzlanakis

Çalgı, resim, çalgıcı, resimci, nefis sanat, nefis sanatçı,

bütün bunlar kuru, kara sözler!

Yeni yarattığımız kızıl cihanda artık böyle lüzumsuz

şeylere yer yok.

(Mansur Efendi’ye hitap ile)

Ne dersiniz profesör? Fransız kafalı Bakü Türkü!

Mansur Efendi

Yaşadığımız insanlık asrında insanlar insanlara “sen”

diye hitap etmezler. Böyle hitapta bulunanlara Fransızlar

“sizinle birlikte domuz çobanlığı etmedim” derler.

Fransızcasını da söyleyeyim:

Je na’i pas gardé les cochons avec vous.

Arzlanakis

Vay zibidi Tatar vay! Fransızca hocalığı ede ede

Fransızların fazla duyguculuklarını, millî ve husûsî

“onur”larını da kendisine mâl etmiş.

(Ettiği bu alayı ziyâdeleştirici bir hitap ile)

Page 103: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

102

Mösyö Mansur Azerbaycanof! Aklını başına topla. Artık

ne mandolin tıngırtısı karın doyuracak, ne de Fransızca

hocalığı! Yaşamak için bir çâren var:

Kızıl ordumuza gönüllü girmek!

Mansur Efendi

(Kendi kendisine)

Juif et Grec; un type chimiqnementsale!...

Arzlanakis

(Pomakoğluna hitap ile)

Ne diyor, ne diyor?

Pomakoğlu

Canım, Fransızcadan Rumcaya diksiyoneriniz varsa ne

dediğini öğrenirsiniz, bana da söylersiniz!

(Mansur Efendi hiddetle kalkar ve çıkar)

Arzlanakis Ulan Pomakof insanı hem kızdırırsın, hem güldürürsün.

Pomakoğlu

Bir emriniz varsa kışlaya gideyim.

Arzlanakis

(İskemlede)

Hayır! Otur da diğer iş için biraz hasbihâlde bulunalım.

(Bir iki dakika sükûta dalar)

Bir buçuk yıl Başkurt illerinde çadırdan çadıra göçtüm;

Türk misâfirciliğinin altın tepsili göğsünde geniş, geniş

beslendim. O ocaklarda her umduğumu buldum. Yalnız günden

güne kızıllığı artarak yüzümü, gözümü kavurmağa başlayan iri

burnuma mendillik edebilecek bir kız tenine bir türlü

yaklaşamadım; ah evet, Türk güzellerinden bir tâneciğinin

olsun gönlünü kapamadım!...

Page 104: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

103

Pomakoğlu

(Ayakta)

Dünyada her emelin bir haddi vardır. Çarlık zamanında

Orta Asya Türklüğünden gördüğünüz insanlık bize onların

kızlarına yan gözle bile bakmamayı telkin edecek kadar büyük

olduğundan şu son sözlerinizi çöp sepetine değilse bile her

halde şaka zenbiline atacağım!

Arzlanakis

Şaka, maka yok! O zaman beni avucunda ezen Rus eli

demirdendi. Şimdi Komünizm saltanatı sâyesinde câsusluktan

komiserliğe geçtim. Türkistan’ın en büyük konaklarından

birinde yer tutarak bütün Asya’ya karşı baş kaldırdım; yerlerde

yılanlar gibi sürünürken göklere doğru minâreler kadar

sivrildim. Moskova’dan aldığım Bolşevik âsâsıyla yeni devrin

Mûsâ’sı kesildim. Kırıp dökücü, yakıp yıkıcı adımlarımla

yürüyorum, hiç durmadan ilerliyorum! Yalnız Türk kızının o

esrarlı ferâcesini yırtamayayım... Yooo, buna dayanamam.

Pomakoğlu

Arzu, irâde insanlara bir çok kapalı hazinelerin anahtar-

larını buldurur; fakat millî ve dinî derinliklerinde bilinmeyen

büyüklükler saklayan Türk gönlünden nâmus çiçeği koparmak

bence muhaldir.

Arzlanakis

Türk gönlü ne derin, ne alınmaz şeymiş! Bu uğurda

tükettiğim emeklerle bu güne değin dileseydim yeni Bolşevizm

ülkesinin taçsız, fakat taçlara taş kırdıracak bir başı olurum.

Kayserliği Viyana’da yuvarlanan İsrail gazeteciliğinin

tahtını belki Londra’da kurabilirdim.

Yeni Dünya ...

Page 105: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

104

Pomakoğlu

(Arzlanakis’in sözünü keserek)

Yeni dünya dediğiniz Vilson’un uzun çehreli resmi

gözümün önüne geldi. Affediniz sözünüzü kestim.

Arzlanakis

Vilson’u ağzımdan çaldın! Ateşiyle tutuştuğum derdimi

dinle. İçimi dökmezsem çatlayacağım. Ne diyordum? Evet o

emeklerimle bak daha neler yapabilirdim:

Yeni dünyayı eski Avrupa kavgasına sürüklediği için

haktan ziyâde halkın gazabı altında nihâyet o mûcizesiz

peygamberliğinden düşmeye mahkûm kalan zavallı Vilson’un

yerini kapmağa kadar bile varırdım.

Hele yalancı palikarya Selânik’ine başka bir ruh üflemek

üzere Balkanların en büyük hahambaşısı olarak Yunanlı

denilen deniz kıyısı çekirgelerine karşı yeni bir Minerva

kesilirdim.

Pomakoğlu Söz siyasete göçünce her şey gibi aşk ve alâka dâvâsı da

değişir! Âdeta sayıklamaya başladınız.

Arzlanakis

(Ayağa kalkarak)

Evet, of neler sayıklıyorum!... Artık yeter, kanına

sığmayan soyum kanlı bir dere olacak; bu dereye ateşli bir

yatak gerek! Artık akıntıya karşı gelecek her şeyi kavurup kül

edeceğim. Evet, bu zengin Türk yurdu benim kurduğum,

umduğum büyük bankerliğin sermâyesi olacak; adı kadar

parlak olan Yıldız Hanım, evet, Aktomruk ocağının bu on

dokuz yaşındaki nazlısı bu hafta karım olacak; bu güzel Turan

prensesi bozulmaz, sarsılmaz emelime ister istemez râm

olacak, olacak...

Page 106: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

105

Pomakoğlu

Özlediğim, gözlediğim o uzak pomak Balkanlarındaki

kulübelerimizde olmayacak şeylerin başlangıcına hasta

kuruntusu, sonuna da sarhoş kusuntusu derler!

Arzlanakis

Senin Bulgar dilinden yalnız deli saçması, söz çalı çırpısı

dökülür.

Pomakoğlu

Dilim sağlam beynimin yanılmaz tercümanıdır. Ömrüm-

de yalnız bir kere sayıkladığımı biliyorum o da yaralandığım

zaman ilk ve belki son defa olarak geçirdiğim bir sıtma nöbeti

yüzündendi; yoksa kendi başıma hem gelin hem de güveyi

olmak asla kafama girmez. Alman kavminin Goethe adlı büyük

filozofu yazmamış mıydı ki: “Kuru düşünce içinde yaşamak

demek mümkün olmayan şeyleri mümkünlerden saymak

demektir.”

Arzlanakis Be Bulgar daskalı, be sersem! Niye unutuyorsun ki sevdâ

önünde mümkün olmayan şey yoktur! Sevgi yalnız bir yol

tanır; evet, sevgi o biricik yol üzerinde engel nâmına büyük

küçük ne bulursa yakar, yok eder. Bana son sözünün doğrudan

doğruya redden başka bir şey olmadığını dün bildiren büyük

ağa artık bu akşamdan sonra ya kalmayacak, kendi kızından

ayrılacak; onun ocağında kızı Yıldız Hanım’la küçük çocuğu

Turgut’tan başka insan nâmına ne varsa hepsi çil yavrusu gibi

dağıtılacak, en uzak sürgün yerlerinin mezar taşı bile

uğramayan çukurlarına atılacaktır.

Pomakoğlu

Ricâ ederim, bu kanlı planlarınıza o güzel, mâsûm sevgi

sözünü karıştırmayınız. Yeryüzünde az çok her gönlü titreten

sevdâ kelimesi İsrailoğullarının para mayalı gönüllerine asla

girmemiştir. Niye açıktan açığa söylemiyorsunuz? Siz bu

Page 107: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

106

sevimli, büyük yürekli Türk ocağının yalnız zenginliğine göz

diktiniz, bu güzel Türk yurdunun çayırlarını sütle sulayan

sığırlarına, koyunlarına, keçilerine tamah ettiniz. Semerkant’ın

bu eşsiz otlaklarından Pamir’in karlı yaylalarına kadar bütün

yeşilliklerini kaplayan ve bizim gibi şükür etmeyi bilmez açları

bile besleyen Türk varlığının can evine kastettiniz. Evet, bütün

bunları babanızın, dedenizin size ikinci bir Tevrat gibi mîras

bıraktığı sarraf defterine geçirmek istiyorsunuz.(1)

(1) O peuple étrange d’Israël, peuple insensible et

passionné, qui dans ton jargon bizarre où tu as mêlé tant de

langues, tant de sentiments, tant d’idées n’a oublié qu’un mot,

un seul, un mot que tu aurais trouvé partout, en Orient, en

Allemagne, en Pologne, en Espagne, et même dans tes livres

sacrés le mot gui signifie l’amour, et gue tu as négligé comme

inutile à ton coeur!...

(De l’Ombre de la Croix, par JEROME & JEAN

THARAUD grand prix de littérature de l’Académie Française

en 1919)

Arzlanakis E! Yeter; alçak Bulgar; beyinsiz! Miskin Moğol!

Pomakoğlu

Aslımdaki sağlam kanı, insan diriliğini hatırlatarak bana

şerefler, gururlar veren şu Moğol sözünden başka her hakareti

yüzünüze çarparım! Böyle bolluğunu doğduğunuz evde bile

görmediğiniz bu mübârek Türk sütünü kanlara boyamaya

yeltenmeniz bana ellerinize bağlı esir bir çavuş parçası

olduğumu unutturacak kadar iğrenç gelir; korkunç demiyorum,

iğrenç diye bağırıyorum.

Page 108: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

107

(Kapı açılır, küçük çocuk girer)

Turgut

Komiser çelebi! Pilav haşlandı; kuzu kızartıldı; ablam

ayranı sofraya koydu; buyurun!

Arzlanakis

O güzel ablan bugün olsun benimle birlikte sofraya

oturmayacak mı?

Turgut

(Şaşkın bir halde Pomakoğlunun yüzüne bakarak)

Anlamadım; ne diyor?...

Pomakoğlu (Kaş çatarak)

Mâsûm çocuk anlamıyor. Görüyorum ki hak günü

gelince bu ayrana bedel kabaracak diğer Türk ayranının ne

olduğunu biraz acıca hissedeceksiniz. Size kaç kere söyledim:

Türk kızının gönlü bezirgân malı değildir!

Arzlanakis

Sus! Senin bu çene çalmandır ki benim İsrailci olduğumu

ortalığa yaydı. Öyle sanıyorum ki planlarımın umduğum sona

varamaması hep senin yüzündendir.

Pomakoğlu

Afedersiniz sözümden daha sertçe bir devam ile

diyeceğim ki bu planlarınız bana vicdan azâbı veriyor.

Nâmuslu insanlara bu eşsiz Türk misâfirciliği büyük yürek

borçları yükletir. Kendi hesâbıma tekrar ediyorum ki ben bu

yoldaki düşüncelerinize iğne ucu kadar bile sokulmuyorum.

Arzlanakis

Vay bana ahlâk dersi vermeye de mi başladın?

Pomakoğlu

Ben ders vermekten ziyâde ders almaya susamış, bağrı

yanık bir kimseyim. Tuttuğunuz ağaçsız, yapraksız, fakat cellât

Page 109: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

108

kölgesi altındaki yoldan aldığım yeni bir dersi hal dilinden söz

diline geçirmekten başka bir şey yapmıyorum...

Artık senli, benli konuşalım: Bir iki aydan beri

yüreğimdeki insanlık duygularına gelmiş geçmişteki yeniçeri-

lerin ayaklanması gibi, kazan kaldırtan kanlı düzenlerine ortak

ve yardımcı olmadığımı bil! Artık benim yerime başka emir

çavuşu getir!

Turgut (Yine gelerek)

Komiser çelebi! Sofra kurulu, sıcak yemekler ayran gibi

soğuyor, aşevine buyurun!

(Yemek odasına gitmek üzere Arzlanakis çıkar)

Pomakoğlu

(Arzlanakis arkasından yumruğunu kaldırarak)

Ekmeğine nâmussuzca sunduğun bu Türk sofrası bügün

son taamını veriyor! (Giren Boşnak Halil’i kucaklayarak)

Bosnalı kardaş! Tam sırasında geldin! Allah belâsını versin,

azgın herif gemi azığa aldı. Yarın, yâhut öbür gün Aktomruk

barkını darmadağın edecek, susadığı kanı bol bol içmek

isteyecek.

Boşnak Halil

Aman Ali Efendi ne diyorsun?

Pomakoğlu

Eski yüzbaşına, burada ilk defa olarak eski adıyla hitap

ediyorsun! Bilirsin ki Pomak sıfatıyla eski aslımıza kadar

uzanınca bir Türk’ten daha az Türk olmadığımı görüyorum.

Demek isterim ki ben Türklüğe yalnız dinle değil, bununla

birlikte kalbimdeki kan ile de bağlıyım. Sen Türk değilsin,

fakat eski Türk imparatorluğuna büyük sadrâzamlar vererek

candan, yürekten karışan güzel soylu Sırplardansın. Sonra iyi

Müslümansın. Hâsılı, iyi bir insansın, iyi insanlar hiç bir vakit

vicdâna karşı yürümezler.

Page 110: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

109

Boşnak Halil

Ah Ali Efendi! Beni Türk ordusuna gönüllü olarak

koşturan yürek Sırplığa küsmüş bir yürek değildir; fakat neye

saklamalı? Yüzlerce yıldan beri din kardeşliğiyle rûhumuzu

besleyen Türk inceliği Boşnak şiirine başka âhenkler kattı. Bizi

o mukaddes ayışığına doğru yükselmeye hazırladı.

Pomakoğlu

Pek doğru! Senin jandarma çavuşluğun bu akşam

patlayacak olan kanlı dramın önüne geçemezse çıfıtı olsun

kendi kazdığı kuyuya düşürmeye yardım edebilir. Geçirilecek

fazla dakikamız yoktur. Baytar bozması komiser burada bize

aylardan beri ekmek veren Aktomruk ocağını yıkacak,

Edirne’den Yarkent’e kadar bütün Turan birliği için çalışan

Altındağ Komitası’na Aktomrukların avuçlarla altın verdiğini

ve bundan dolayı sürülerek adı bilinmez yerlerin zindanlarına

atılmaları lâzım geldiğini Moskova’ya yazdı. Şu sırada

Moskova bizim dostumuz; fakat Yunan Yahudisi kasten işleri

ters gösteriyor. Neyse uzatmayalım bu canavarı ben derhal

tepeleyeceğim. Afganistan’a müteveccihen gizlice yola

çıkmalarını büyük ağa ile büyük oğluna şimdi söyleyeceğim.

Arzlanakis’in canını cehenneme yolladıktan sonra yirmi kadar

tüfenkli hâne halkıyla birlikte ben de Afganistan yolunda bu

sevimli baba ile oğula katılacağım.

Boşnak Halil

Pek iyi, kimseye bir şey sezdirmemek ve yanlış iş

yapmamak üzere kısaca söz birliği edelim.

Pomakoğlu

Senin rolün pek kolay; dün bana demiştin ki eski

sürgünlerin ağır hastalarını Azerbaycan’daki hânelerine

götürmeye memur olmuşsun. Bir kulp tak, Fransız zâbiti

Mösyö Jan Ponyon’u jandarma kıyâfetine sok, kendisinin

Türkçe ile Rusçayı güzel bilmesi başkaca işe yarar, sonra bu

Page 111: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

110

hastaların arasına Yıldız Hanım’la küçük Turgut’u başka

adlarla kat, kendilerinin ortanca ağabeyleri İstanbul’da

Bilgiciler Yurdu’ndadır. Bundan başka Tebriz’e iki saatten

ziyâde uzak olmayan bir çiftlik kendi amcalarınındır. Bir kere

Tebriz’e vardıktan sonra İstanbul’a kadar gitmeye çalışıp

çalışmamak kendi isteklerine bağlı kalır. Afganistan ile

Azerbaycan arasında kâğıtlaşmamız için çoban Gedik Kaya ile

her tarafa el ayak salan arkadaşları var olsun...

Ayak patırtısı var. Çıfıt geliyor. Bizi birlikte görmesin;

belki bir şey sezer, çıkalım.

Arzlanakis

(Aşçıbaşı Durmuş ile girerek)

Durmuş! Akşama doğru yanıma gelecek olan yüz kişilik

asker bölüğüne şimdiden hazırlıkta bulun.

Aşçıbaşı Durmuş

Peki çelebi!

Arzlanakis

Sen çık, Pomak içeri gelsin.

Pomakoğlu

Tam yanına girmek istediğim dakikada ne rast geliş! Sen

beni arattın!

Arzlanakis

İkinci yoldur senli benli konuşuyorsun. Sonra kılığın da

burnu kanayan kediye dönmüş! Telâşın ne?

Pomakoğlu Evet, ikinci ve sonuncu yol olarak senli benli

konuşuyorum. Senli benli konuşuyorum. Kurduğun dolap

başımı döndürdüğünden sana söylemek istediklerimi kısa

keseceğim. En önce diyeceğim ki Aktomruk ocağının kanına

girmeden, ırzına geçmeden senin kendi damarların kuruyacak,

nankör varlığın beyaz karlar içine sokulmuş bit gibi donacak.

Page 112: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

111

Davranmağa yeltenirsen, karınca kadar yerinden oynarsan şu

altılı ile alnına adını yazarım. Sana birkaç sözüm daha var.

Arzlanakis

(Oturduğu yerde titreyerek)

Pomak çıldırdın mı? Büyümesine bunca çalıştığım yeni

doğan Bolşevik adlı oğlan bütün varlığa yeni mesih olacak. Bu

yeni din senin gibi küçükleri büyük yerlere çıkaracak. İsmini

üç gün evvel komiser yardımcıları listesine yazmıştım aklını

başına topla!

Pomakoğlu

Evet unutmadım; Boşnak ile ikimize diyordun “yeni din

yer dini olacak; gök dinini yer dinine geçirecek. Birçok dinler

arasında parçalanan Tanrıyı artık en kestirme yoldan yenecek.

Yeryüzünde bunca kıskançlıklar doğrudan yurt, nikâh, mîras

gibi şeyler şunun bunun benliğine bağlanacağı yerde herkesin

keyfini bir araya toplayacak !!!” Bunu başka dinlerin hangi

cehennem ateşiyle karşılayacakları benim işim değil, fakat

içinde bulunduğum Müslümanlık nâmına diyorum ki böyle

Tanrıya, yurda, nikâha, mîrasa karşı kurulan tuzağın içine asla

düşmem; yoksa îmanım var ki ölüm yüzlü acılar içine düşen

koca insanlık dünkü Burjuvalığın artık iflâsa uğrayan eski

politikasıyla gitmeyecek; temelli bir değişiklik lâzım, fakat

öyle Yahudi dubarasıyla değil! (1)

(1) Türkler, husûsiyle bugünkü şuurlu ve milletçi

Türkler, nereden gelirse gelsin, iyilikleri unutmazlar. Ruslar

bize, en buhranlı günlerimizde dost eli uzattılar. Onların

Bolşevikliği kendilerine âit dâhilî bir meseledir. Nasıl ki onlar

da bizim milletçiliğimize karışmıyorlar. Burada Yunan

Mûsevîlerinin fazla gayretlerine işâret var. Edirne ve Selânik

şehirlerinin Mûsevî mebusları Yunan parlamentosunda

aleyhimize pek büyük taşkınlıklarda bulundular. Yine onlar idi

Page 113: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

112

ki İzmir zaferimizden evvelki sabah konferanslarında “Trakya

artık Türk barbarlığına iâde olunamaz!” diye bağırdılar. Bize

sadâkatlerini ispat eden Mûsevî kardeşlerimiz bahisten hâriçtir.

Arzlanakis Ey sen Bulgar değil misin? He hatırıma geliyor, adının

Ali olduğu hakkında bana on gün evvel bir jurnal verilmiş idi;

entrikadır diye hiç kulak asmamıştım. Neyse, bundan böyle

sana Ali diyeceğim. Sen de bana Arslan deyiver! Adımdaki

benzeyiş bana Müslüman rengi verir; Yıldız’a yakışacak bir

koca olurum.

Pomakoğlu

Birçok Yahudilerin bizim gibi mazlûm milletlerin kanını

emmekteki ustalığı şu eğlenici şeytanlıktan yem alır. Bunu ecel

dakikasında bile denemekten utanmıyorsun!

(Ali Efendi, ânî olarak ateş eder: Dan dan!)

(Arzlanakis yuvarlanır, ölür)

Ali Efendi

(Arzlanakis’in ruhsuz cesedine bakarak)

Zaman îcâbı sana yardakçılık eder gibi göründüm. Sen de

beni o karanlık Fener Ortodoksluğu içinde güya îmanını

kaçıran bir Bulgar sandın. Bu iki uyutucu sanış her ikimize

vakit kazandırdı. İş bu vaktin son dakikasına buyuruculuk

etmek idi. Küçük bir kurşunun en korkunç bir uçurumu

doldurabilmesi demek işte böyle bir dakikayı ele geçirdikten

sonra kaçırmamak demektir.

(Perde kapanır)

(Perde kapandıktan sonra muzıka “İzmir Marşı”nı çalacaktır.)

(Perde açılmadan önce muzıka merhum Tevfik Fikret’in

“Bir feda-i milletiz mert oğlu mert Turanlı biz” -Osmanlıyız

yerine Turanlıyız- marşını çalacaktır.)

Page 114: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

113

İkinci Akt

(Semerkant fâciasından iki ay sonra)

(Yeşil Tepe Çiftliği’ndeki küçük konağın en güzel

odasında. Bütün döşeme alaturka. Köşeye serilmiş olan yatak

iki kat edilmiş ve üzerine örtü atılmış. Güneş doğmak üzere.

Arkasını duvar yastığına vermiş bir vaziyette, Yıldız Hanım bir

seccâde üstüne oturmuş)

(Sahne önünde, aşağıda çalgı)

Yıldız Hanım

(Yanık sesle)

(Aşağıdan çalgı takımı, gâyet ince bir surette ona refâkat

eder)

Sabah namazında düştü bir Yıldız

Deftere yazıldı on iki bin kız

Aman pâdişahım biz de İslâm’ız

Geldi Nemse sardı nazlı (Budin)i...

Oğuz Bey

Kızım! Yatağından niye bunca erken fırladın? Bitişik

odada âdetime göre tam vaktinde sabah namazını kılıyorum.

Tan yeri ağarırken inceden inceye kulağıma gelen yanık sesin

beni de ağlattı. Yeter; gözlerini sil.

Yıldız Hanım Ardı, arası kesilmeyen millî belâların ağırlığı altında

ezilmiş bir Türk kızının kara saçları gibi kara yazılı kalmış başı

gözyaşından başka ne taşıyabilir?

Page 115: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

114

Üstümde bulunacak yorgana bedel üstüne sığındığım

secde halıcığı uzun bir gecenin korkunç karanlığını îdam eden

sabah ezanına karşı bana en derin ilâhilerden daha parlak eski

bir türküyü hatırlattı. Dedelerimizin gün batısına doğru İslâm

ışıkları götürdükleri o şanlı devrin sonlarında bir gönüllü şehit

büyüklüğüyle bizlere fedâkârlık bilgisinin en yüksek dersini

mîras bırakan Abdi Paşa’ya bağlı şu türküden daha ruhlu bir

tesellî tesbihi bulamadım. O zaman kendisi uzun ve acıklı bir

muhâsarayla ekmeksizlik, cephânesizlik içinde en küçük

imdaddan da ümitsiz kalınca Budin Kalesi’nin arslan yürekli

son Müslüman askerlerine dememiş miydi?: “Ey son

peygamberin ak ayını Macar ufuklarında Türk sancağı üzerinde

taşıyan din kardeşlerim, yıkılan kalenin büyük çukurlarına

gömüleceğimiz bugünü ölüm arefesinden ziyâde bayram gecesi

bilmeliyiz! Sevinmeliyiz ki ne bayrağımız düşman elinde

kalacak, ne de bayraktarımız! Her ikisi de Türk ruhuyla Tuna

havalarında kanat açarak türbelerimizi yer altından gök yüzüne

çıkaracak. Bizim bayrağımız renkli bez parçaları olmaktan

ziyâde gökleri kaplayan o sönmez, ay ile yıldızlardır.

Bayraktarımız ise doğrudan doğruya dünkü, bugünkü ve

yarınki Türk yüreğidir...

Şimdi size elimizde kalan son şeylerin cetvelini

okuyorum:

600 Kur'an

4 Sancak

10 000 Kılınç

600 Dirhem barut

Bunlardan başka eşyâyı ayrı ayrı saymaktan ise bir

kalemde söyleyeceğim; evet, yekûn: Sıfır!

Page 116: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

115

Çoktan beri yemsiz bulunan son üç ata gelince: İşte

bunları da önünüzde boğazlatıyorum. Bu dört ayaklı kaçırıcı ve

kurtarıcı bineklere kumandanlarınızın yanaşmadığını ve sizinle

birlikte şehit düşmekten başka bir niyetleri olmadığını bilin.

Asker oğullarım! İşte son barutun ateşiyle dört sancağı

yakıyorum; bunların külleriyle o sâdık atların kanını kurutup

takdis ediniz. Cennet yolu olan şehit mezarına doğru son geçit

resmini yapmak üzerine hemen Kur'ân’larınızı öpüp

koynunuza koyunuz ve göğüslerinizi iki kat kabartınız! Kılınç

çek! İleri!...” İşte amcacığım, işittiğiniz o türkü bütün gönlümü

Osmanlı tarihinin bu eşsiz sahifelerini canlarıyla, başlarıyla

yazan o güzel Türk gençlerinin ruhlarıyla kucaklaşmaya

götürmüştü. Benim tanıdığım aşk ve sevdâ budur. Yunan

Yahudisi böyle bir Türk gönlünü elbette anlayamazdı.

Anlayamadı da yurdumuzu darmadağın etti. Ah anacığım,

babacığım neredesiniz? Afganistan’ın selâmetler verici

kucağına atlayabildiniz mi?

(Yıldız Hanım düşer bayılır)

(Oğuz Bey koşar, Turgut’la birlikte döner)

Oğuz Bey

İki gözüm Yıldız! Güzel yavrum! İşte kardeşin kendi

yatağından gece entârisi ile yanına koştu.

Turgut

Ablacığım, uyan! Sabah oldu!

(Turgut’un sesini işitir, işitmez, Yıldız Hanım kendine

gelir)

Yıldız Hanım

Gel kardeşçiğim, seni bağrıma basayım!

Oğuz Bey (Turgut’u kucaklayarak)

Şükür, yanılmadığımı görüyorum. Tebriz’den bir doktor

getirmek üzere birkaç saatlik vakit kaçırmış olaydım belki

Page 117: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

116

ablacığın bir daha kalkmamak üzere uyumuş bulunurdu. Türk

mâsûmluğundan feyz alan senin tatlı sesin dünyanın bütün

ilâçlarından daha büyük bir mûcize gösterdi.

Küçük Turgut! Sen büyük Türklüğün yarınki birliğini

ayağa kaldıracak olan yeni timsâlisin! Bizim gibi eski

vurdumduymazların bundan böyle yaşamaya hak kazanmaları

senin temsil ettiğin Türk yavruları ordusunu yüksek bilgi ve

derin terbiye ile yetiştirebilmelerine bağlıdır.

Türlü türlü düşmanların çizmeleri altında parça parça

olarak inleyen o ulu Türk yurdunu yalnız kendi nabzımızın

âhengiyle bir araya toplamak; işte bundan böyle duyacağımız

biricik kurtuluş yolu!

Yıldız Hanım

Amcacığım yine kendime geldiğimi gördüğüm şu anda

bu sözleriniz kulağımı en ince bir muzıka tesiriyle okşuyor ve

bana yeniden can veriyor. Size son Budin vâlisi Abdi Paşa’nın

tarihinden bahsederken kendimden geçtiğimi şimdi hatırlıyo-

rum. Sözümü daha bitirmemiştim. O zaman kalede kalan son

şeylerin cetvelini okurken onun huzuruna ilk anamız Havva

gibi adı yine Havva olan diğer bir Türk anası çıkmış demiş idi:

“Paşa, senin defterinde yalnız bir şey eksiktir; o da bugün

Budin’de Müslümanlığın on iki bin kız oğlan kızının ayakta

kalmasıdır. Nâmusun ne demek olduğunu bilmeyen Nemse

azgınlarının ellerine diri diri düşmemek üzere hemen kılınçtan

geçirilmelerini kendileri istiyorlar.” Görüyorsunuz ki

amcacığım, ocağımızın şimdi uğradığı felâketin hisseme düşen

acılarını ehven görmek üzere o on iki bin kız kardeşimin nâmus

uğuruna isteye isteye nasıl ölüme koştuklarını göz önüne

getirmemek elimde değil. O büyük kadının paşadan aldığı

cevap dünyada kadınlığa hürmetin Türklerde hiç bir milletten

aşağı olmadığını ispat edecek bir misaldir: “Hanım! Bu on iki

bin kız yarınki insanlığın analarıdırlar. Cennet işte o anaların

Page 118: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

117

ayakları altındadır. Onların başları bizim kılınçlarımızın yetişe-

meyeceği bir yüksekliktedir. Düşman benim bu düşünceme

yabancı kalırsa er geç Tanrı ile görülecek başka bir hesabın

başka bir defterini kendisi açmış olur...”

Amcacığım, Nemse’nin uğradığı âkıbeti koca şehit daha

o zaman görmüştü!

Turgutcuğum! Sen yeni neslin günden güne parlayacak

bir zafer heykeli olmak için senin başındaki Türk

kızcağızlarının ileriye doğru kadınlık yolundaki büyüklüklerini

şimdiden o Budin şehidinin sözleriyle ölçmeye alış!

(Hizmetçi kız girer)

Oğuz Bey

Ne var kızım?

Binnaz

Çoban Gedik Kaya’nın Afganistan’dan aldığı bir kâğıdı

kardeşim Kaplan, pek uzun bir yolculuğu beş günde yaparak

buraya getirmiş. Onu kendi eliyle küçük hanıma verecek.

Çünkü aldığı emir öyleymiş.

Oğuz Bey

Peki, çabuk içeri gelsin!

Kaplan

Küçük hanım! Size iyi haberler getiriyorum. Konağınızın

bütün halkı sağ sâlim Afganistan’dadır. İşte sevgili babanızın

mektubu!

(Mösyö Jan Ponyon sevinçle girer)

Yıldız Hanım (Yüksek sesle okur)

İki gözüm kızım;

Derin söze girmeden önce, tırnak arasında, diyeyim ki

amcanla beraber Tebriz’den İstanbul’a geçeceğini bildiğim için

uzun kâğıdımı, kuru bir selâm mektubu olmaktan ziyâde

Page 119: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

118

Boğaziçi kıyılarına selâmlar saçıcı güzel bir güvercin kanadı

gibi donatmak istiyorum...

Can evimize kan ve kin dalgaları saçan Loyd Corc

(David Lloyd George-Dönemin İngiltere Başbakanı) damgalı

gemilere karşı oradaki ağabeyine ve Bilgiçler Yurdu dediğimiz

Türk akademiyasındaki arkadaşlarına ve kendi eski

arkadaşlarımdan Demirtaş Paşa ve Yıldırım Efendi mârifetiyle

diğer bildiklere Asya insanlığının artık sabrı tükendiğini söyle!

Dilleri dillerine yabancı olan âdemoğullarıyla konuşmak

için çelik gemilere oturttukları cehennem ağızlı topları

tercüman yapan ve bunun üstüne bir de mavi renkli Yunan

istavrozu katarak İzmir’de tüy diken -İngilizler demiyorum-

Londra’nın birtakım Rum politikacıları küçük ve orta

Asya’daki tükenmez Türk kaynaklarının İslâm dünyasına nasıl

feyz verdiğini artık başka türlü görmelidirler ki yaptıklarından

vazgeçsinler...

Başına Belûcistan diye uydurma bir ad takılan eski

Horasan Türklüğü Afganistan’ın ve Afganistan ile birlikte

bütün Orta Asya Türklüğünün deniz yoludur.

Buraya geldiğimiz günden beri bize kendi yurdumuzdan

ayrıldığımızı unutturacak kadar saygılar, sevgiler içinde

Müslüman misâfirciliğinin bedîalarını gösteren Afganlılar her

gün tekrar tekrar diyorlar: 1900 yılının ikinci teşrininde, yani

ömrünün sonuna doğru merhum Emir Abdülrahman kendi

siyasi vasiyetnâmesini neşretmişti. İngiltere ve Rusya

politikalarının kararsızlığından ve oynaklığından şikayet

ederek diyordu: (İngiliz-Rus) sarsıntılarına karşı üç tedbir

bütün İslâm âleminin ileride başına gelmesi muhakkak olan

felâketin önüne geçebilir:

1. Afganistan umûmi kendiciliğini oyuncak hâline getiren

entrikalardan Herat ve Kandehar eyâletlerini kurtarmak.

Page 120: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

119

2. Türkiye başta olduğu halde Turan, İran, Afgan

ittifakını yapmak.

3. Eski Horasan Türklerinin yurdu olan Belûcistan’ı bu

ittifaka büyük denizi açmak sûretiyle sokmak.

Kızım, İstanbul’dakilere tekrar et; onların millî îmanı

sarsılmasın! Türk dünyası İslâm dünyasına hem dayanarak,

hem de dayanak olarak yürümek hak ve hakikatını gösteriyor;

bunu bir şey durduramayacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi

ordularının İzmir’e girdikleri müjdesi akşam geldi.

“İki Rum çekişirken üçüncüsü kendi kendisine yaygara

koparır” diyen İtalyan dili bügünkü Atina emperyalistlerinin

gürültüden başka sermâyesi olmadığını ne güzel tasvir etmiştir!

Loyd Corc aşısı pek yanlış bir yere düştüğü için kızgın

lamba şişesine akıtılan su gibi kırmak ve kurutmaktan başka bir

mûcize gösteremezdi!

Hellas oğullarının Anadolu dullarının göz yaşlarıyla

kabaran İzmir körfezinde nasıl boğulduklarını şimdiki tarih

eski (Odise)lerden daha temelli olarak yazdı! (1)

[Ey, kara kedisinden ziyâde ada sıçanı olan palikarya

tâifesi! Ey, gündoğusunun en kirli çamaşırlarını taşıyan

yaramaz piçler! Serfice tarafında ince kara denilen su önünde

durmak, o kara adlı fakat temiz ve temizleyici sınıra

sığınmaktır ki sizin yarınki gününüzü kurtarır, bu akıcı çizgi

sizin yeryüzünde, biricik kuyruklu yıldızınızdır. Yoksa asıl

yurdunuz (Termopil)in ötesindedir. İşte, vaktinde, Rumlara

bunu diyemediği için o koca İngiltere’nin başına son ağrılar

geldi!

(1) Eserimizin ilk tab'ı iki yıl evvel vuku' buldu. Millî

îmanımız daha o zaman bu neticeyi görmemişti.

İslâm ve Türk dünyalarının katmerli pâyitahtı olan

İstanbul bir vücudun başı gibi tam yerinde, en yukarıdadır.

Page 121: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

120

Pâyitaht mide değildir ki vücudun behemehal ortasında olsun.

Şu kadarki baş içine yabancı oku sokulamaz. Sokulamaması

için başa sağlam bir kafatası gerektir. Bizim kafatasımız bütün

Trakya’dır. Bunun şarkîsi, garbîsi yoktur.

Hasta (Lenin)in dost Rusya’sı Loyd Corc İngiltere’sinden

daha akıllı davranmış ve demişti:

“Çarlık zamanında Rusya ile ittifak eden Fransa Paris’te

demokrat, Petrograd’da teokrat idi. Tabiîki, biz de Moskova’da

Komünist, İstanbul’da Müslümanız. Müslüman komünistliği

fabrikaların kara bacalarından ziyâde çiftçilerin ak minârelerine

bağlıdır.”

İki gözüm, kızım, Edirne, İstanbul, İzmir, Ankara,

Erzurum, Tebriz, Bakü, Buhara, Taşkent, Semerkant, Yarkent

gibi nice nice mübârek ayaklara dayanan Türk beşiğinin

salladığı altmış milyonluk dirilik, dağınık çil yavruları

olmaktan ziyâde, zincire bağlı bir ananın dünyada intikam

yerine muhabbet oturtmak için bir araya toplamak istediği

çocuklarıdır.

Türklük tecâvüzcü değildir, müdâfaacıdır. Tecâvüzcülük

ile müdâfiyecilik biri birinden ayrı iki gidiş noktasıdır.

Tecâvüzdeki metâneti, avcılar başta oldukları halde her

yırtıcı mahluk gösterebilir. Müdâfiyedeki metânetin güzellik-

leri ise yalnız ağırbaşlı kimselerden doğar.

Saldırıcılar:

Rahat durulur mu böyle canlı

Çarpışmalıyım bütün cihanla.

Diyerek her zaman, her şeye düşman kesilirler, çürürler,

giderler. Zavallı bacıyı câni diye satarlar.

Müdafiyeciler ise yalnız hak ve hakîkati korumak ve

kurtarmak için:

Kıyâm et mülk-i tahlise kıyâm et!

Önünde görmüş olsan bin kıyâmet.

Page 122: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

121

Feryâdıyla ayaklanırlar, kazanırlar ve kazandırırlar. Adl

ve ihsan umarak intizarlar, inkisarlar içinde vakit geçiren

mazlûmlar dâima kendilerinin fazla ihtiyatlarına kurban

gitmişlerdir. Müdâfiyeciler, insanlığı çiğneyenlere karşı

yaşayış nâmusunu ölümle kurtarırlar, bu ateşli nefistir ki yeni

nesle kendisini beğeniciliğe bedel kendicilik ve kendicilik yolu

ile de diğercilik üfler, dünyada başarmanın üçte ikisi o yürek

azmine bağlıdır. Bu yürek azmi yalnız gelecek günleri için iyi

düşünceler besleyen insanlarda vardır.

Yıldızcığım, Anadolu’da parlayan büyük adaşın, o eşsiz

Türk yıldızı Asya göklerindeki gün batısı tûfanını geldiği yere

sürükleyecek kadar büyük iş gördü. Bütün Asya milletleri

kurtuluş bayramlarını temiz sütünü emdiğin, emzireceğin

Türklüğe borçludurlar.

Türk sevmek ve sevilmek istiyor! Müdâfiyeci olduğu için

tecâvüzcülere karşı bütün kardeşleriyle bir araya gelmek

ihtiyacını duydu. Turancılık, Pantürklük bundan doğdu!

Evet, Türk sevmek ve sevilmek istiyor! Sevgi sözü her

dilde vardır; var gibidir. Bunun derinliğini ölçmek için

yabancılarda benzeri bulunmayan gönül, yürek, bağır ile koyun

sözleri Türkçe ile birlikte Türklüğün de incelik içindeki

büyüklüğünü göstermez mi?

Dilimizde kız gönlü, erkek yüreği denilince sevgi içinde

yaşayış topraklarına doğru öyle sıcak, öyle âhenkli bir şey yol

alır ki bunun karşılığını tanzir için geçit arayacak başka ellerin

dilleri epeyce yorulur. Bizim romanlarımız işte bunun için

kısadır! Geniş propaganda işlerinde düşmanlarımıza bir türlü

benzemeyiz. Onlara (Zorla güzellik olmaz) diye en kestirme

yoldan cevap veriveririz!...

Yol aydın!

Baban Aktomrukoğlu

Ertuğrul

Page 123: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

122

Oğuz Bey

Tüylerim ürperdi. Sevinç titremeleri bende bu akşam

başka söz söylemek gücü bırakmıyor. Bunu İstanbul’dakiler ile

birlikte Kur'ân gibi tekrar tekrar okuyacağız; ezberleyinceye

kadar okuyacağız.

Trabzon’dan geçerek yapacağımız deniz yolculuğunun

toprak parçasına yarın başlayacağımızdan hazırlıklarımızı

bitirmek üzere çekilelim.

Yıldız Hanım

(Herkese hitapla)

Babamın yazmadığı şeyleri kendi kendimize bulup

okumak üzere bu gece, hepimize tatlı düşler dilerim.

Mösyö Jan Ponyon

Yaşasın Gazi Paşa Türkiyesi! Hurra!

(Perde iner)

[Perde yavaş yavaş inerken bütün seyirciler hurra, hurra,

hurra nidâlarını yükseltiyorlar]

***

Perde kapandıktan sonra muzıka Ey Gâziler’i çalacaktır.

Perdenin açılmasından evvel çalgı ile ve temâşâcılardan

da bilenlerin iştirâki ile:

Korkma; sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak...

Parçalarıyla başlayan istiklal türküsü terennüm ve

tegannî edilecek

Page 124: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

123

Üçüncü Akt

(İzmir zaferinden on yıl sonra)

Beylerbeyinde Aktomruklar yalısında. Her taraf nikâh

akdi dekorunda. Salonun kubbesinde on kırmızı yıldızlı Gök

Turan bayrağı (1). Sağda ak aylı yeşil, solda ak ay, yıldızlı

kırmızı sancaklar.

-Sahne önünde, aşağıdaki çalgıdan yalnız keman sesi

gelir-

Yıldız Hanım

(Yalnızca)

Yâlin kenarında zülfüm tararım

Zülüf taracığım kaybettim ararım

Yoktur benim kimseciğe zararım

Ko, desinler hanım eller kınalı...

(Yıldız’ın ağabeyi girer)

Kuzgun Bey

Bilmem vakitsiz mi? Türkünü yarıda bıraktırdığım için

kusura bakma! Dün gece aramızda geçen ve geleceğe doğru

senin saâdet kaftanını ölçüp biçen bahse dönmek istiyorum...

(1)Paşa ile Trakya’dan Türkistan’a kadar on milletdaş ve

dindaş devletler birliğinin yıldızları.

Yıldız Hanım O konuştuklarımıza, bilmem, katacak başka söz var

mıdır? Senin dediklerin benim dileklerime her yolda

ulaştığından işin üst yanını sana bırakmıştım.

Artık ana olmağa doğru son adımı nasıl attığımızı

babama bildirmek üzere biraz evvel bitirdiğim mektubu işte

sana bırakıyorum. Onu kendisine çabukça yolla. Toplanmakta

olan hanımların yanlarına uğramak üzere içeriye çekilirken pek

Page 125: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

124

ince bir duygu ve en derin bir saygı ile senin boynuna

sarılmadan çıkmayayım!

(Yıldız Hanım çıkarken ağabeyi kendisinin gözlerini öper, az

sonra Oğuz Bey, Saltık Tekin ile girer)

Kuzgun Bey

Büyük yürekdaşım Tekin! Şimdi Varlık Yurdu ile

Yüksek Bilgi Evleri’nin bütün gençliği yalımızda bulunacak.

Bu gençler bilgideki eşsiz babalığına yakışacak saygılarla diğer

Türk babalığına nikâhlanman önünde toplu olarak bir kere daha

eğilecekler.

Babama yazdığı kağıdı Yıldız demin bana bıraktı. Bunu

senden saklamayacağımı kendisine söylemiştim. Dinle,

okuyorum:

Sevgili Babacığım;

Ayrılığımız on yaşına girdi. Şimalî Amerika ittihadı Türk

dünyasına yol gösterdi. Azerbaycan ile Hive ve Buhara’nın

arkasından Türkistanın da İstanbul-Ankara ittihadına katılması

üzerine o güzel Semerkant’daki eski yurdumuza döndüğünü

yazıyorsun. Dün gelen bu haber bütün gece gözlerimden sevinç

yaşları akıttı.

Orta Asya uyanıklığı bütün bu Bizans duvarları içinde

öteden beri vurdumduymazlık yatağında ölüm uykusuna

dalanları dürte dürte adam etti, iyi Türk ve insan yaptı. Ben

Türklüğü ve Türklükteki geriliği nasıl Moskof mekteplerinin

ters kapıları önünde derinden derine öğrendiysem buradakiler

dahi yabancı çizmeleri altına düşmek dolayısıyla eski

Osmanlılığın öldüğünü ve millî hayatın artık Türk birliğinde

olduğunu anladılar. Türk, Tatar, Moğol diye anılan kardeşle-

rimizin birliği başka Müslüman milletlerin de kendi soylarına

göre birliklerine yol açtı, medenî ve bedevî gibi adlarla kendi

kendilerini dağıtan Arapların da akıllarını başlarına getirdi, İran

ve Afgan ile Hindistan da yeni mûcizeler doğurdu; toplu bir

Page 126: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

125

sözle, Türk birliği, Türk federalizmi mânevî İslâm tesânüdünü

yeniden çimentoladı.

Topal Demir’in büyük dileğini Yıldırım anlamamış idi...

Sonra [Türkçeyi Türkçe, Arapçayı Arapça, Acemceyi

Acemce, öğrenelim, üçünü biribirine karıştırmakla hiç birini

elde edemediğimiz şöyle dursun Türkçeyi yutulmaz, hazmedil-

mez bir dil türlüsüne çeviriyoruz...] diyen ve hatta Türkçe için

Macar elifbâsına benzer bir yazıyı mekteplere sokmağa kadar

uzun görüşlü bir istek gösteren üçüncü Sultan Mustafa en

sevdiğim bir pâdişahtır. Ondan sonra gelenler entrika ile her

şey gibi bunu da boğmağa çalışa çalışa nihâyet kendileri

boğuldular! Son günlere kadar Türk ticâretçisi yazı makine-

sinden fayda göremezdi. Başka milletlerin ticâretçileri onu

geçerler, ezerlerdi. Zavallı Türk tertipçileri bütün dünyadaki

basma evlerinin en acınacak kimseleri idiler.

Diğer milletlerin telgraflarını Huğ makineleri doğrudan

doğruya basarken bizimkileri elden ele geçtikçe manda

arabasını da özletecek bir eskiliğe uğrardı.

Avrupa’da Türkçe bir şey bastırmak için doğrudan batıya

bir basma evi göçtürmek gerektir.

Dilleri Türkçeden başka bir şey olmayan Hristiyan

Türklere düşmanlarımız kendi elifbâlarını daha kolay

öğrettikleri için o kan kardeşlerimizin milyonlarcaları bizden

ayrılmakla kalmazlar, kendi soylarına düşman da kesilir-

ler!...Türkün Hristiyanı yokmuş! Arapların Hristiyanı olur da

Türkün Hristiyanı neden olmazmış?! On yıl evvel bunu anladı-

ğımız gün millî bulûğmuzun bayramını yaptık. Kolay elifbâyı

hiç olmazsa Hristiyan Türkler için ortaya çıkaralım dedik böyle

bir yardım ile de onların başını en kestirme yoldan yeni Türk

Eksarhlığına bağladık. Müslüman Arnavutluk amelî elifbâyı

kabulde gecikmemek sâyesinde idi ki avcı komşularına karşı

kendi varlığını kurtarmıştı. Doğurduğu eksarhlık ile Hristiyan

Page 127: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

126

Bulgarlık Rum Kilisesi’ne haddini bildirmeseydi Rum

firavunluğunun Bulgaristan’ı da kapladığını görürdük.

Bizans’ta uğradığı oyuntuluk yüzünden Osmanlılık bunları

bilmedi, bilemedi. Fakat Ankara penceresi başka bir hava ile

Türk evine yeni ruh verince, kapalı gözlerinin bir kımıldaması

İstanbul Türklerine neler, neler gösterdi!...Artık yangınlar koca

koca mahalleleri silip süpürmüyor. Çünkü istikballeri emin

Türk şehirleri eskilik tahtalarını yenilik taşlarıyla kapladılar.

Yalnız kendilerine değil, çocuklarının çocuklarına bile mesken

hazırladılar.

Vaktiyle, İstanbul için söylediklerini herkes alkışlamıştı.

Her şey gibi bu Türk ve İslâm pâyitahtını dahi millîleştirecek,

boğucu gazlardan, Bizans kundakçılığından kurtardık.

Yunan barbarlığından kaçan Makedonyalı kardeşlerimiz

için Adalar ve Marmara Denizi ile Karadeniz arasında son

sıhhat sistemine göre yayılan temelli bir Türk kolonizasyonu

İstanbul Türklüğünü bir milyon daha artırdı. Rumların eski

iktisadı ve ticâri kuvvetleri bugün hep Türklerde!

Sonra Nev York Vaşinton’un nesi ise, Petrograt

Moskova’nın nesi ise, İstanbul da Ankara’nın osu oldu!

İslâm dünyasının delegeleri Haremeyn-i Şerifeyn’in

yalnız halife ordusuyla tebcilini istedi; işte İstanbul’un mânevî

büyüklüğünü ahlâkî istatukoya göre devam ettirecek yol! Artık

her Türk bir familya adı takındı.

Millî dile gelince: Başkalarının millî tiyatroları maârif

nâzırlıklarının en yüksek bilgi evleri kadar saygılı yerleri iken

Türkiye’dekiler eski tatlı su Frenkliğinden hortlayan kız

bozuntularının maskaralık ocağı biliniyordu; şimdiki tehavvül

diğer milletleri bile imrendirecek kadar parlak! Türk hanımı

çarşaf ile çarşıda iş görebilsin de Türk edebiyatına yine o çarşaf

ile sahnede neden hizmet edemesin?!

Page 128: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

127

Örtülünmek, bürkülünmek bahsi eskidi. Türk kadınlığı

yüksek bilgi ile silahlandıkça bu mânevî kaftanın birkaç arşın

bez parçasından daha ziyâde nâmus gardiyanı bulunduğunu

anlamakta, anlamakta ve bugün deşilmesi vakitsiz olan o

çıbanın kendiliğinden kuruduğunu görmekte, göstermektedir.

Daha mektep sıralarında iken Türk analığına doğru

yolculuğumu hatıra getirdikçe millî dili kıymetlendirmek ve

kuvvetlendirmek işinde kendisine çıraklık etmek isteğiyle bir

Türk filoloğunun hayâli, en sevilecek bir koca olarak yüre-

ğimde yer bulurdu. Millî dile göre bir elifba ve bir sarf ile

bütün Türk lehçeleri lugati, Türk dili tarihi ve Türk dilinin

gramer tarihi gibi su, ekmek kadar dilediğimiz millî bir teminat

temelini atan Saltık Tekin’in uzattığı eli öpüp de başıma

koyduğumu söylemekten değil, belki söylememekten

utanacağım. Zâten şimdiye kadar başka bir sevgiye tutulmaya

vaktim olmadığı için evlenme işinde gönlüm hiçbir zincire

bağlı değil idi. Ağabeyimin dediği gibi Saltık Tekin ile her

yolda saâdete ereceğimi sanıyorum.

İstanbul gazeteciliğindeki eski ahlâksızlığa ve satılmış-

lığa gelince; tatlı su frenklerinin suladıkları lahana yaprakları

etrafında ayvazlık eden birkaç kişiden başka hiçbir Türk

yazıcısı kendi vicdânının buyurultusundan ayrılmamıştı.

Beyoğlu akşamcılığına düşeceği yerde nasılsa Sirkeci - Bâb-ı

Ali kaldırımına sabah kapısı açan meşhur gazeteci hâlâ

unutulmadı. Son değişmelerden önce bu gazeteci Erivan’dan

bile koğulunca yokluğa geçmiş, gitmiş. İşte yalnız bu gazetenin

başında imiş ki ahlâksızlık damgasıyla bayrak açan ve Türk

yüreğinde uzak biricik Türk adını kesilen bir hin oğlu hin güzel

beslenmek için doğrudan doğruya veya Türk birliğini baltala-

mağa yeltenmekten çekinmemiş, nihâyet kendisi baltalanmış,

bitmiş... Bu artık geçmişe karışmış kötü bir anıcık. Fakat bunun

psikolojisi biraz bahse değer: Sözlerinde kırkta bir doğru nokta

Page 129: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

128

bulunsa bile ‘herkes evi’ sermâyeleri dediğimiz ahlâk düşkünü

kadınların ahlâk nâmına söz söylemeye hakları olmadığı gibi

böyle yürek düşkünlerinin dahi Türklüğün ak alnına çamur

sıvamağa ne selâhiyetleri vardı, ne de hadleri...(1)

Tanrımıza şükür edelim ki ruh bozukluğu gösteren bu

bitkinlerin bütün sayısı milletimizde bir düzineye ya çıkar, ya

çıkmaz. Demek isterim ki bunca düşman azgınlıkları yüzünden

bizim gibi yoksulluğun kırmızı sıcaklık kertesine varıp da

kurtulan hiçbir millet kendi alçaklarının sayısını bundan daha

aza indiremez...

Sonsuz saygılarımla ellerini öpen kızın:

Yıldız

Saltık Tekin

Kız kardeşin olan zevcem Yıldız Hanım gerçekten

göklerdeki yıldızlar kadar yüksek bir Tanrı hazinesi.

Kuzgun Bey

(Pencereye doğru giderek)

Dışarıda tatlı bir gürültü var. Türk istikbalinin başka

yıldızları olan bilgi gençleri bahçemizi Türk yüreğinde

büyüyen sevgi ve heyecan çiçekleriyle doldurmuşlar! Yanımıza

geliyorlar.

(1)Bu satırlar iki yıl evvel aynen neşrolundu. Ali

Kemal’in o acıklı âkıbetini, müellifin kalbinde tecelli eden

millî vicdan daha o zaman görmüştü.

Saltık Tekin (Giren efendilere hitapla)

Büyük ruhlu küçük kardeşler!

Temsil ettiğiniz Türklük geçmişten ziyâde gelecekte,

varlığının mukaddes ağırlığını gösterecek.

Geçmişte Türklerin bir parçası nâmına Viyana’ya kadar

gidenlerin devletlerinden Orta Asya’daki kümemizin haberi

Page 130: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

129

bile yoktu. [Türk en büyük tepeye çıktı; artık oradan düşüp

ölüm çukuruna doğru yuvarlanıyor] diyenler insanlık hikmetini

yarım yamalak sadılayanlardır. Böyle bir hüküm eski

Yunanlılık, Romalılık gibi kendi zamanlarında kendi

medeniyetlerinin en son derecesini kendi milletlerinin her

ferdine vardırmış olanlar için doğrudur. Bunlar yıpramış,

çürümüş, bozulmuşlardı. Yaşayışını bugünkü Rumluk ancak

yabancı aşısıyla uzatabilir.

Beş bin yıldan beri parça parça, ayrı ayrı büyüklüklere

doğru kımıldayan Türkler asıl bundan sonra büyütecekleri o

millî birlik ile insanlığa yeni bir medeniyet verecek Asya

diriliğinin nişanlılarıdırlar. Asya insanlığın beşiğidir. Asya

dinlerin beşiğidir. Asya yeni bir medeniyetin de beşiği olacak.

Türk birliği dediğimiz ana, bu beşiği artık sallamak istiyor!

Görüyorum ki heyacanla siz de benim gibi titremeye

başladınız. Bana güzel karşılık olmak üzere söyleyebileceğiniz

sözlerin denizler kadar geniş ve derin olduğunu biliyorum fakat

heyecanınızla kesildiğini gördüğüm bu sözlerinize bedel

susmanızı selâmlıyorum. Denizlerden damla aranmaz, damlalar

denizlere dökülür. Şimdi size sevinçli varlığımın gözyaşlarıyla

birlikte uzatacak bir şeyim daha var, o da şu kardeş ve baba eli!

Mösyö Jan Ponyon

Yaşasın yeni Türkiye! Yaşasın büyük Türk birliği!

Yaşasın eski ve yeni Türk-Fransız dostluğu! Hurra, hurra,

hurra!

Senyor Kokorelli (Cocorelli)

Hârikalarınızla, mûcizelerinizle hasta insanlığa umûmî

emniyet ve ahlâki sıhhat veren Türkler! Size Bolşevik dediler,

Bolşeviklere millî dersler vererek dostluk gösterdiniz.

Siz her şeyin fevkindesiniz, çünkü yüreklerinizde her

şeye karşı sevgi ve saygı var.

Page 131: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

130

Mussolini İtalyası İtalyanlığı kurtardı. Bu kurtuluşu size

borçluyuz; çünkü İtalya faşistliği o yüksek dersi Anadolu’dan

aldı. Yaşasın Anadolu!

(Kuzgun Bey ile Tekin herkesin ellerini sıkarlar;

hizmetçiler şerbet getirirler)

(Bütün gençler bir ağızdan. -Çalgı da birlikte-)

Semerkant- Edirne

Kızıl ak Türk kuşağı

Kurtuluş nedir? Ne?

Babadır Türk uşağı!...

(Perde iner)

**SON**

Son Söz

Yeniliklere çabuk yanaşmayan kimseler zavallı insanlığın

dünkü yaşayışına bağlıdırlar. Bunların istikbal ile münâsebet-

leri yoktur.

Büyük Türklüğün yeni halk devleti kendi güzel dilini

artık eski zincirler altında tutamaz. Millî vicdanın heyecanı

millî edebiyata sarılıdır. Diyalektlerin çokluğu dil zenginliğine

işârettir. İtalya’nın her şehrinde ayrı (diyalekt) vardır; edebî

İtalyan dilinin açık ve sâde büyüklüğü onların hepsinden feyz

alıyor! Eski Latinceye ilk harbi Dante açtı.

Emin Ali Bey diyordu: [Kapitülasyonların en belâlısı

dilimizde! Ali Kemal gibi (konsolos)lar (Fâide)yi (Fayda)

yazdık mı hemen müdâhale ederler...] Emin ol, Emin Ali, bu

konsoloslar bundan böyle yaşamazlar...

Page 132: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

131

Her Arapça kelimenin imlâsını değiştirecek değiliz.

Yalnız Türkçeleşmiş sözleri söylediğimiz gibi yazacağız.

Ecnebî kelimelere karşı her millet böyle davranmıştır. Arapça

imlâsını muhâfaza ettiğimiz tâbirlere gelince, hiç olmazsa

terkiplerimizi Türkçe yapacağız. Böyle yapmazsak Türk

sarfının mânâsı kalmaz. Asılları Türkçe olmayan her şeyin

(cem’)lerini (ler) ve (lar)a bağlamalıyız. Tasriflerde de, meselâ

(Oldı, Öldi) yerine (Oldu, Öldü) yazmakta tereddüd

etmemeliyiz; çünkü olmak, ölmek masdarlarına göre Türkün

ağzından tasrifler öyle çıkıyor.

Geçen yıl Peyam-ı Sabah’ta şunu görmüştüm:

“Yazımız ve İmlâmız”

Yahya Sezâi Bey Efendi’ye,

Fikiriniz bu hususta -fakat munhasıran bu hususta- “İleri”

gazetesi gibi cezrîyim. Diyorum ki: Latin hurûfunu kabul

etmedikçe işin içinden çıkılamaz. Ama filan veya filan

sebeplerden dolayı o hurûf kabul edilemezmiş. Ne yapayım,

öyle ise boyuncağzımı büker ve proje-i âcizânemi geri alırım!

El-Hasıl beyefendi, hat ve imlâ hususunda bendeniz:

“Hep veya hiç!” taraftârıyım. Ya adam akıllı bütün kelimeyi

doğru okutabilecek bir yazımız olsun yâhut alelâde kalsın!...,

Bâkî hürmetlerim efendim.

Cenap Şahabettin

Koca Cenap! Ali Kemal ile arkadaşlığınızı affettirecek en

büyük hizmetiniz bu! Fakat yine yarım! (Hep)e varmak için

yürümek gerek. (Hiç)te kalmak (Yerinde say, yorul, öl!)

demektir. Otomobil edininceye kadar manda arabasına bedel

hiç olmazsa faytonla koşacağız.

Cenap’ları, Nazif’leri ve onların seleflerini yeni nesil

bundan böyle yalnız lisanlarda eski Osmanlı Edebiyatı diye

Osmanlı Lâtincesi gibi okuyacaklar ve okumalıdırlar.

Page 133: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

132

Eski Osmanlı Edebiyatı ile yeni Türkçülük arasında (Vasl

çizgisi gibi) sevilecek bir mevkide bulunan kıymetli şâirimiz

İskeçeli Sıtkı Bey Efendi’nin -bu eserimizin Sofya’da ilk

intişarı vesilesiyle- yazdıkları bir mektubunu şuraya

geçirmemek elimde değil:

921 Kânûn-ı Sâni 2

Edip-i nezih kardeşim Basri Efendi’ye

Manzûme-i belîğânenizin ihtivâ ettiği acılıklarla bilseniz

ne kadar hiss-i âşina oldum!... Hayatın zâlim nefehatı, ruh-ı

şâiri iğneler ve ondan feryatkâr izler irtisam eder; işte bendeniz

de sanatın bu lirik numûnelerine hayranım...; eser-i bediîniz bu

îtibârla cidden samîmîdir.

Bunu postadan aldığım millî temâşâ tetviç etti...; itiraf

ederim ki üç aktte koca bir cihan sanat gösteren eser-i

müstesnânız, huzur-u ilhamında necâbet-i milliye nâmına baş

eğdirecek bir kudreti yaşatıyor. İslâmiyet’i ibcal, milliyeti

takdis, Komünizmi en hurde-cû bir mantıkla intikad eden bu

şehkâr sanatın mebde-i mâzîsine benden ebedî hürmetler...;

Vesile mevcut iken şu kanaatimi arz edeyim. Bendeniz,

ezelî varlığı Arap’ın mâhiyeti mâlûm olan siyasetine asırlarca

beyhûde boyun eğen milliyetimizin en harâretli taraftar-ı

inkişâfıyım; ve bu îtibârla en katmerli bir Türkçüyüm, şu kadar

ki lisan meselesinde Süleyman Nazif ve Cenap Bey

derecesinde mutaassıp olmamakla berâber bir kısım Türkçü

kardeşlerin tâkip ettikleri garip lehçeye asla taraftar

olamıyorum. Yine bazılarının iddia ettikleri gibi “halk dili”

ucûbesini de biraz tuhaf buluyorum; ne demek efendim? Bizde

halk dili yok mu? Maksat İstanbul’umuzun lehçesini tâmim ise

evvel emirde İstanbul’da mütenâsık bir lehçe olmadığını iddia

edenlerden birisiyim. Kadıköyü’nün gelmiyorum, Üsküdar’ın

gelmorum; Üsküdar’ın on pak, Kadıköyü’nün on paralık

Page 134: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

133

şîveleri ortada iken bilmem bu maksat nasıl olacaktır;...yine

bazılarına göre lisan-ı edebiyatı şekl-i şi'rîsiyle umûmileştirmek

muktezî ise bir defa bu gayrikabildir. Şiiriyet tarz-ı tehassüste

oldukça lisan alelâde bir vâsıtadan başka bir şey değildir. Emin

Bey’in Türkçeden başka her şeye benzeyen mazûmeleriyle,

pek muazzez Gökalp Bey’in şiir nâmını zorla vermek

istedikleri tuhaflıkları, mevzularının samîmiyeti istisnâ edilirse

şerâiti-i hissiye ve tesiriye îtibâriyle kaç paralık meziyeti

hâizdir? Belki seksen defa tecrübe ettim... O manzûmelerden

avam şöyle dursun oldukça okur yazar geçinen memûrin-i

hükümet de bir şey anlamıyor. Emin Bey’in o meşhur

mütefelsifâne manzûmesi ki:

“Bir tarlada yürüyorum, ayağıma katı bir şey kakıldı”

mısrasıyla başlayan gılzet-i âhenk, sevdirmek istediğimiz

Türklükten halkı tenfir eder.

Size yemin ederim ki cidden hâiz-i kıymet olan eser-i

bediînizin şümûl-u şiirîsi -bazı noktalarda- bendenize bîgâne

bir vaziyet aldı.

Nûr-ı aynım beyim!... Kusur ve tesâmuhlarım için

temennâ-i af etmekle beraber şu noktayı da ilâve edeceğim ki:

Siz, ömr-ü kalenderânenin bütün safahatına vâkıfsınız; bu

vukuf fazl-ı mârifet erbâbının hasâil-i necibesindendir; hatâtımı

intikad ettiniz, bundan tevellüd edecek hicab-ı zulmânîyi,

mağfiretinizle telâfi ederim.

Kardeşin

Sıdkî

Eskilikle yenilik arasında kendileriyle her noktada

hemfikir olmamakla beraber Sıdkî Bey’i Garbî Trakya Türklü-

ğünün en canlı bir âbidesi gibi yüksek saygılarla karşıla-

yanlardanız.

Page 135: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

134

Bu (piyes)imiz Avrupa matbûatında da tatlı akisler

doğurdu. Tan gazetesinin bugün İstanbul mümessili bulunan

Mösyö Jan Tizon bu bâbda üç buçuk sütunluk bir takdir ve

tahlil makalesi yazdı.

Böylece yeni Türklüğü Garba tanıtmağa bile çalışırken

kendi aramızda yarım tanımamızın, ne dil hikmeti ile alâkası

kalır, ne de milletçilikle !...

***

Muhâcir Mehmedoğlu

Müellifin geçenlerde matbaamızda intişar eden (Muhâcir

Mehmedoğlu) ünvanlı millî romanı Türk kârîleri nezdinde

büyük rağbet gördü. İki bin nüshadan elyevm matbaamızda

yalnız elli kadar nüsha kaldı. Bundan edinemeyenler (İkdam)ın

kitap kısmına mürâcaat edebilirler. Bedeli yalnız yirmi

kuruştur. Bu kitap, Türklüğün millî fâciası olan hicretin en

acıklı âbidesidir. Ölmez bir (Fatma) hikâyesi içinde Türk

anasının hâli de var, istikbali de.

(En büyük düşmanımız cehâlettir) ünvanı altında,

İkdam’da Yakup Kadri Bey bu eser hakkında pek beliğ bir

tasvirde bulunuyor ve diyor:

Basri Bey “Muhâcir Mehmedoğlu” ünvanlı bir hikâye

neşretti. Pek açık, pek sâde ve samîmî bir üslup ile yazılmış bu

kitap, bize Türkü, Rumeli Türkünü ezelî bir muhâcir hâline

koyan ve yâhut onu mütemâdî katliamlara kurban eden esbabın

yalnız düşmanlarımızın zulüm ve vahşetinde inbias etmediğini

ne canlı bir tarzda gösteriyor. Basri Bey, esaslı Rumelili olmak

ve son zamanlarda uzun müddet Bulgaristan’da bulunmak

hasebiyle birçok acı hakikatlere yakında muttali olmuş. Bunları

hikâye tarzında bize naklediyor. Lâkin biz bu hikâyenin

arkasındaki millî fâcianın mânâsını derin bir râşe ile seziyoruz:

Page 136: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

135

Rumeli Türklerini hicretzede kılan veyâhut onları kâh

şarkta, kâh garpta küme küme mahveden yalnız Bulgar, Rum

komitacıları değildir, ne de ekseriye cehennemî ve taham-

mülfersâ bir dereceye varan takazalar ve tazyiklerdir. Bu

komitacılar bütün o havâlideki câhil köy hocalarında en gür ve

en kuvvetli müttefiklerini bulmuşlardır; elyevm, oralarda

hüküm süren hükümetler bu şuursuz mürşitler vâsıtasıyladır ki

hâlâ Müslüman ahâliyi gayrımahsus bir tarzda hicrete -yani

sefâlete yani mahve- sevk etmektedir...

***

Page 137: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

136

5. Kitaplardan Bazı Görseller

Foto 1: Felâket Günlerim - Kapak

Page 138: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

137

Foto 2: Felâket Günlerim – Son Sayfa

Page 139: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

138

Foto 3: Türk Gönlü – Kapak

Page 140: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

139

Foto 4: Türk Gönlü – İç Kapak

Page 141: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

140

Foto 5: Türk Gönlü – Dukâkinlerden Basri

Page 142: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

141

Kaynaklar

Ali BİRİNCİ, “Giriş: Debre Mebusu H. Basri Gün Tekin”,

Debre Mebusu Basri - Arnavutluk ve Buhran-i Osmani,

(Haz: M. Suat MERTOĞLU) Klasik Yayınları, İstanbul, 2015,

ss. 19-29

Atıf AKGÜN, Balkan Türklerinin Muhacir Edebiyatı

İncelemeleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2016.

........................, Çağdaş Balkan Türk Edebiyatının İlk

Dönem Eserleri -I- Şehit Evlâtları ve Muhâcir Mehmedoğlu

(İnceleme-Metin), Gençlik Neşriyat, Bakü, 2020.

Atilla JORMA, Bulgaristan’daki Türk Edebiyatına Bir

Bakış, MBM Neşriyyat, Bakü, 2013.

Aziz ÇALIŞLAR, Tiyatro Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara, 1995.

Can ŞEN, Körlüğü Zedelemek: Necip Fazıl Kısakürek

Tiyatrosu Üzerine Bir İnceleme, Gece Kitaplığı, Ankara,

2017.

Dukakinlerden BASRİ, Türk Gönlü (Bilinmeyen Büyüklük),

İkdam Matbaası, İstanbul, 1922. (İlk Baskı: Sofya, Bilgi Evi,

Yyy.)

Page 143: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

142

Ferit DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Lugat, Aydın

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2003.

Halil ZEKİ, Felâket Günlerim, Tunca Matbaası, Filibe, 1913.

Hayriye Süleymanoğlu YENİSOY, “Bulgaristan Türk

Edebiyatına Bir Bakış” Balkanlarda Türk Kültürü Dergisi,

S.52, Yıl 14, 2004.

........................; Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları

Antolojisi C. 8, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,

1997.

İlhan AYVERDİ, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı

Neşriyat, İstanbul, 2005.

Mehmet HACISALİHOĞLU, “Jön Türklerin Balkan Politikası

(1908-1913)” Divan - Disiplinler Arası Çalışmalar Dergisi,

C.13, S.24, 2008.

M. Suat MERTOĞLU (Haz.), Debre Mebusu Basri -

Arnavutluk ve Buhran-i Osmani, Klasik Yayınları, İstanbul,

2015.

M. Şükrü HANİOĞLU, “Jön Türkler” maddesi, TDV İslam

Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul,

2001.

Page 144: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Atıf Akgün

143

Müzeyyen BUTTANRI, “Bulgaristan Türkleri Arasında

Tiyatro Faaliyetleri” Motif Akademi Halkbilim Dergisi, C.3,

S.6, 2010.

Orhan KOLOĞLU, Üç İttihatçı (Arap, Kürt, Arnavut

Milliyetçilikleri ve İttihat-Terakki), Kırmızı Kedi Yayınevi,

İstanbul, 2011.

Osman KESKİOĞLU, Bulgaristan’da Türkler (Tarih ve

Kültür), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1985.

Vedat S. AHMET, “Yorulmayan Jöntürk: Ethem Rûhi

Balkan”,http://vedatahmed.blogcu.com/yorulmayan-jonturk-

ethem-r-hi-balkan/8439906, E.T.: 15.01.2020.

Page 145: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Felâket Günlerim & Türk Gönlü

144

Özgeçmiş

Atıf AKGÜN

1984 yılında İzmir/Menemen’de doğdu. İlk, orta ve lise

eğitimini Menemen’de tamamladı. 2006 yılında Dokuz Eylül

Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi

Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Ege Üniversitesi Türk

Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde lisansüstü eğitimine

başlayan Akgün, 2012 yılında Türk Dünyası Edebiyatları

anabilim dalında savunduğu “Bulgaristan’da Türk Çocuk

Edebiyatı” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı.

2007-2013 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı

okullarda Türkçe öğretmenliği görevi yapan Atıf Akgün, 2013

yılında Bartın Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve

Edebiyatları Bölümünde yardımcı doçent kadrosuna atandı.

2014-2016 yılları arasında Düzce Üniversitesi Türk Dili ve

Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalında

yardımcı doçent olarak görev yaptı. Akgün’ün ulusal ve

uluslararası yayınlarda Çağdaş Türk Edebiyatı, Türk Dünyası

Edebiyatları ve Balkan Türkleri Edebiyatları alanlarında

makaleleri yayımlandı; yurt içi ve yurtdışında Balkan Türkleri

ve Türk Dünyası Edebiyatları alanında çeşitli bildiriler sundu.

Balkan Türkleri ve Türk Dünyası konulu birçok bilimsel

etkinlikte düzenleyici ve katılımcı olarak yer aldı. Akgün,

hâlihazırda “Balkanlarda Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları”

dergisinin kurucu ve editörleri arasındadır.

2016 yılından itibaren Ege Üniversitesi Türk Dünyası

Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dünyası Edebiyatları Anabilim

Dalı’nda görevini sürdürmekte olan Akgün, 2018-2020 yılları

arasında Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi Türkoloji

Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.

Page 146: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Not:

Bu kitap,

“Balkanlarda Çağdaş Türk Edebiyatının İlk Dönem

Eserleri” adlı projemiz kapsamında Bakü Devlet

Üniversitesi Filoloji Fakültesi Türkoloji Bölümü

Başkanlığının desteğiyle yayınlanmıştır.

Para ile satılamaz.

Page 147: Felâket Günlerim Türk Gönlü2 M. Şúkrú HANİOĞLU, ĬJön Türklerĭ maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Túrkiye Diyânet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 584-587 Felâket

Çapa imzalanmışdır: 10.06.2020

Kağız formatı: 60x84 1/16 Həcmi: 9 ç.v.

“Gənclik” nəşriyyatında çap olunmuşdur.