Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

187
EVRİM KURAMI VE BAĞNAZLIK Prof. Dr. Cemal YILDIRIM Ocak 1998 Cemal Yıldırım - Evrim Kuramı ve Bağnazlık 1

description

Evrim Kuramı

Transcript of Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Page 1: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

EVRİM KURAMIVE BAĞNAZLIKProf. Dr. Cemal YILDIRIM

Ocak 1998

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 1

Page 2: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Katalog Bilgisi:

ISBN: 975−494−710−4BAŞLIK: Evrim Kuramı ve BağnazlıkYAZAR: Yıldırım,CemalYIL: 1998AY: OcakFİYAT: 7,000,000 TLSAYFA: 219BARKOD: 9789754947106FİZİKİ: 19,6 x 13,5 cm, Karton KapakDİL: TürkçeYER: AnkaraYAYINEVİ: Bilgi YayıneviDİZİSİ : Felsefe DizisiKAPAK: Karagözoğlu,FahriKONU: Felsefe Sosyoloji Antropoloji, Felsefe Tarihi, BilimFelsefesi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 2

Page 3: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

EVRİM KURAMI VE BAĞNAZLIK

İÇİNDEKİLER

I BÖLÜM

DİN İLE BİLİMİN BAĞDAŞMAZLIĞI

Soru 1: Dinsel bağnazlık ile bilim neden bağdaşmaz?

Soru 2: Kavganın kökeninde ne vardır?

Soru 3: Dinsel bağnazlıkta tehlikeli olan nedir?

Soru 4: Bilimsel devrim teolojiyi nasıl etkiledi?

Soru 5: Kavganın sorumlusu kimdir?

Soru 6: Kamplaşma nasıl başladı?

Soru 7: Pozitivist yaklaşım gerçekçi miydi?

Soru 8: Pozitivist iyimserlik neden sürekli olamazdı?

Soru 9: Biyolojide mekanik açıklama yeterli değilmidir?

II. BÖLÜM

EVRİM DÜŞÜNCESİ

Soru 10: Evrim düşüncesi nasıl doğdu?

Soru 11: Evrim düşüncesi hangi çağın ürünüdür?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 3

Page 4: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 12: Evrim düşüncesinin biyolojide öncülerikimlerdir?

Soru 13: Lamarck kuramı nedir?

Soru 14: Lamarck kuramı niçin yeterli görülmemiştir?

Soru 15: Evrim kuramı nedir?

Soru 16: Darwin kimdir?

Soru 17: Türlerin Kökeni nasıl yazıldı?

Soru 18: Darwin devrimi nasıl algılandı?

Soru 19: Ünlü "Oxford Tartışması" nasıl geçti?

Soru 20: Bağdaşmaz iki dünya mı?

Soru 21: Darwin yeterince anlaşılmış mıdır?

III. BÖLÜM

DARVİNCİLİKTE YETERSİZLİKLER

Soru 22: "Yaşam Savaşımı" nasıl yorumlandı?

Soru 23: Evrim sürecinde dayanışmaya yer yok mudur?

Soru 24: Evrim kuramının yol açtığı ikilem neydi?

Soru 25: "Darwincilik" nedir?

Soru 26: Darwin'in kalıtım bilgisi yeterli miydi?

Soru 27: Kalıtım nedir?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 4

Page 5: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 28: Mutasyon nedir?

Soru 29: Doğal seleksiyonun bilimsel konumu nedir?

Soru 30: Evrim bir amaca yönelik midir?

Soru 31: Evrim rastlantı varyasyonlarla açıklanabilirmi?

Soru 32: Doğal süreçleri tümüyle ereksiz saymakyerinde

midir?

Soru 33: Daha doyurucu bir açıklama gereği var mıdır?

IV. BÖLÜM

EVRİM KURAMININ BİLİMSEL KONUMU

Soru 34: Evrim kuramına tepkilerin kaynağı nedir?

Soru 35: Bilimsel eleştiriler nasıl yorumlanmalıdır?

Soru 36: Lamarck'ın evrim kuramını nasıl niteliyebiliriz?

Soru 37: Evrim, kanıtlanmış bir olgu değil midir?

Soru 38: Fosillerden ne öğreniyoruz?

Soru 39: Yapısal benzerlikler ne göstermektedir?

Soru 40: Başka kanıtlar yok mu?

V. BÖLÜM

YAŞAMIN KÖKENİ

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 5

Page 6: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 41: Nesnelerin kökeni nedir?

Soru 42: Yaşamın kökeni nedir?

Soru 43: Canimin kaynağı cansız madde midir?

Soru 44: Canlı − cansız ayırımı kesin değil midir?

Soru 45: Uzay molekülleri ne göstermektedir?

Soru 46: Laboratuvarda canlı üretilebilir mi?

Soru 47: Virüsler neyi kanıtlamaktadır?

Soru 48: Gizemli kavramların sonu mu?

VI. BÖLÜM

İNSANIN BİYOLOJİK EVRİMİ

Soru 49:Teoloji insanın konumu konusunda niçinduyarlıdır?

Soru 50: İnsanla maymun akraba mıdır?

Soru 51: Maymunla insanın yakınlık derecesi nedir?

Soru 52: Kromozomlardan ne öğreniyoruz?

Soru 53: Paleontolojik araştırmalar ne göstermektedir?

Soru 54: Homo Habilis, Homo Erectus, Sonrası?

Soru 55: İnsanın ayırıcı özelliği yok mudur?

Soru 56: Evrim sürekli bir ilerleme midir?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 6

Page 7: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 57: İnsan evrimi açıklanabilir mi?

Soru 58: İnsanın biyolojik evrimi neden durmanoktasına gelmiştir?

VII. BÖLÜM

İNSANIN KÜLTÜREL EVRİMİ

Soru 59: İnsanın doğadaki konumu nedir?

Soru 60: İnsanı canlılar dünyasından niçinkoparamayız?

Soru 61: İnsanla hayvanlar arasında psikolojikbenzerlikler

var mıdır?

Soru 62: İnsanın konumu nedir?

Soru 63: İnsanın ayırıcı özelliği yok mudur?

Soru 64: Kültürel yaşamın biyolojik temeli var mıdır?

Soru 65: Antropolojiden ne öğreniyoruz?

Soru 66: Kültürel kalıtımın ayırıcı özelliği nedir?

Soru 67: Düşünce fizyolojiye indirgenebilir mi?

Soru 68: Darwin'i düşünür olarak nasıl niteleyebiliriz?

VIII. BÖLÜM

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 7

Page 8: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

TANRISAL DİZAYN

Soru 69: Düzen, Tanrısal varlığın kanıtı mıdır?

Soru 70: Doğal seleksiyon düzenleyici midir?

Soru 71: Doğal seleksiyonu işleten nedir?

Soru 72: Küçük bir varyasyon nasıl önemli olabilir?

Soru 73: Çelişki nerededir?

Soru 74: Doğal seleksiyon her zaman uyum sağlar mı?

Soru 75: Uyum bir planı mı yansıtmaktadır?

Soru 76: Voltaire'in isyanı neye?

IX. BÖLÜM

YARATILIŞÇI SAVLAR VE TAKTİKLER

Soru 77: Yaşam anlık bir yaratmayla mı ortaya çıktı?

Soru 78: Türler sabit midir?

Soru 79: Bilimde çarpıtma taktiğine yer var mıdır?

Soru 80: Mantık oyunu mu?

Soru 81: Olgular yadsınabilir mi?

Soru 82: Mutasyon yenilik getirmez mi?

Soru 83: Yenilik yalnızca yaratmayla mı olasıdır?

Soru 84: Doğal seleksiyon yeniliğe yol açmaz mı?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 8

Page 9: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 85: Fosiller evrimi kanıtlamıyor mu?

Soru 86: Faşizm'den evrim kuramı mı sorumludur?

Soru 87: Evrim bir din midir?

Soru 88: Yanlışlanma olasılığından yaratılışçılar neanhyor?

X. BÖLÜM

İDEOLOJİ BUYRUĞUNDA BİLİM

Soru 89: Sorun nedir?

Soru 90: Neo−Mendelizm'den ne anlıyoruz?

Soru 91: Michurinizm nedir?

Soru 92: İdeolojinin buyruğuna giren bilim ne olur?

XI. BÖLÜM

BİLİM İLE İDEOLOJİ

Soru 93: Bilim ile ideoloji niçin bağdaşmaz?

Soru 94: İdeolojinin bilimsellik savı için ne diyeceğiz?

Soru 95: Bilimin ideolojik olduğu savı doğru mudur?

Soru 96: Bilim felsefesinden beklenen nedir?

XII. BÖLÜM

BİLİM İLE DİN

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 9

Page 10: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 97: Bilim ile din ne yönden bağdaşmaz?

Soru 98: Teolojinin tepkisi neye yöneliktir?

Soru 99: Teolojinin "Bilimsellik" savı geçerli midir?

Soru 100: Barışma olanağı var mı?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 10

Page 11: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

I. BÖLÜM

DİN İLE BİLİMİN BAĞDAŞMAZLIĞI

Aklın, Sokrates'ten bu yana, yobazlık ve hurafeye karşıaçtığı savaş henüz kazanılmış değildir.

Isaac Asimov

Soru 1: Dinsel bağnazlık ile bilim neden bağdaşmaz?

Din ile bilim her dönemde açıktan ya da üstü örtülü çatışmaiçinde olan iki kültürel etkinliktir. Çatışmanın kökenindebağnazlığın özgür araştırmaya olanak tanımakistememesini bulmaktayız. Bilim doğada olup bitenleribetimlemeye, açıklamaya yönelik bir çalışmadır; amacıevreni anlamak, yöntemi nesnel gözleme dayalı ussalçıkarımdır. Dine gelince, burada daha karmaşık, çok yönlübir olayla karşı karşıyayız. Basit bir çözümleme, özelliklegöksel dinlerin üç ana öğeyi içerdiğini göstermektedir:

(1) Yalnızlık ve yetersizlik duygusu içinde olan kişiye ruhsalerinç ve doyum olanağı sağlayan bir tapınma biçimi;

(2) Belli ahlâk kurallarına dayalı toplumsal bir düzen;

(3) Evreni ve evren içindeki insan yaşamını anlamlı kılanhazır, anlaşılır bir açıklama.

Bu üç öğenin hem anlam, hem geçerlik temeli "Tanrı"denen yetkin, yaratan, bağışlayan, koruyan, ama

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 11

Page 12: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

gerektiğinde cezalandıran yüce varlık kavramındayatmaktadır. Başka bir deyişle, dinin tüm boyutlarındaaçıktan ya da örtülü Tanrı düşüncesi vardır. Tanrı, tapınmaetkinliğinin yönelik olduğu varlık, ahlâk kurallarınıngerekçesi ve yaptınm gücü, bilgimizin yanılmaz kaynağıdır.

Bilimin dinle bağdaşmazlığı yalnızca "teoloji" diye bilinenüçüncü öğe bakımındandır; tapınma gereksinimi ve ahlakidüzen bilimin inceleme alanı dışında kalan konulardır.

Din evreni açıklama işlevinde bağnaz ve tekdüzedir;özellikle her şeyi açıkladığı savında olan teoloji yeni arayışve buluşlara kapalıdır. Teolojinin bilimle kavgası düşüncedetekelci egemenliğini yitirme korkusudur. Geçmişte teologlarıbir tür "ölüm−kalım" savaşına iten iki büyük olay bukavganın unutulmaz örnekleridir. Bunlardan biri "KopernikDevrimi" diye bilinen gelişme, diğeri "Darwin Kuramı" denenevrim düşüncesidir. Birincisi, üzerinde yaşadığımızgezegeni evrenin merkezi olmaktan çıkardığı; ikincisi,insanı tüm diğer canlılar gibi doğanın bir parçası, evrimsürecinin bir ürünü saydığı için teolojiye ters düşmüştür.

Ortaçağ karanlığında kalıplaşan teolojik öğretinin zihinlerüzerindeki egemenliğini bilimle paylaşması beklenemezdi,kuşkusuz. Dünyanın nasıl oluştuğu, canlıların nasıl ortayaçıktığı kutsal kitaplarda yazılıydı. Kilisenin tepkisindenkorkan Kopernik kitabının yayımlanmasını yaşamının sonyılına kadar geciktirme zorunda kalmıştır. Darwin dekuramını açıklama konusunda uzun süre çekingendavranır; Wallace'ın çalışmasıyla karşüaşmasaydı, belki de,Türlerin Kökeni'ni yazma yoluna bile gitmeyecekti.*

* Wallace ile ilgili açıklama için bakınız Soru 17.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 12

Page 13: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 2: Kavganın kökeninde ne vardır?

Astronomide Ptolemi sistemiyle birlikte insanın doğaiçindeki özel yerine ilişkin geleneksel inancı da yıkanKopernik, teologların tepkisini önlemek için kitabına önsözyazan dostu Osiander'in şu sözlerine göz yummak zorundakalmıştır:

Bu kitapta önerilen sistem yalnızca açıklamaya yönelikmatematiksel bir hipotezdir; felsefi doğruluğu söz konusudeğildir.

"Matematiksel hipotez" ile "felsefi doğruluk" diye yapılanayırım kiliseyi yaklaşık yüz yıl harekete geçmekten alıkoyar.Ne var ki, kilisenin daha baştan tedirgin olduğu bellidir.Reformcu Luther bile, "Bu budala kafamızı karıştırmahevesindedir; oysa kutsal kitap bize Joshua'nın arzı değilgüneşi durdurduğunu söyler," diyerek Kopernik'ikınamaktan geri kalmamıştır.

Tehlikenin tam anlaşılması 17. yüzyılın başlarını bekler.Gidişin farkına varan kilise artık kararlıdır: Önce Bruno'yugözler önünde yakarak, sonra Galileo'yu iki kez engizisyonmahkemesinde yargılayıp ilerlemiş yaşına karşın evhapsine mahkûm ederek tepkisini ortaya koyar. Ancakengizisyon terörü beklenen etkiyi sağlamaz; bilimidurdurmaya olanak yoktur artık! Kopernik, Kepler veGalileo'nun öncülüğünde başlayan bilimsel devrim 17.yüzyıl boyunca süren büyük atılımlarıyla üstünlüğünükurma yolundadır. Teoloji, tüm direnme, yıldırma vesindirme çabalarına karşın fiziksel bilimlere yenikdüşmüştür. Artık pek az kimse arzın düz olduğu, evreninmerkezinde yer aldığı, güneşin arz çevresinde döndüğü,tüm nesnelerin toprak, su, hava ve ateşten oluştuğu gibiantik öğretilere inanmakta; deprem, sel, yangın ve fırtına

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 13

Page 14: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yıkımlarına Tanrı'nın günahkâr kullarına uyarısı gözüylebakmaktadır. Kısacası, kilise için kazanma şansı yoktur.Ama savaş bitmemiştir: bir cephede yenik düşen karanlıkgüç, başka bir cephede mevzilenmekten geri kalmaz.Bilime karşı savaş daha sonra evrim konusundasürdürülecektir.

Din ile bilimin tarihsel kavgası kimi dönemlerdeki ateşkesekarşın hiçbir zaman barışla sonuçlanmamıştır. Darwin,Galileo, vb. bilginler üzerinde koparılan fırtınalar su yüzünevuran çalkantılardır. Kavganın nedeni daha derinlerdeyatan metafizik anlayışlar arasındaki çelişkidedir. Din biryanıyla ideolojiktir; tüm ideolojiler gibi aradığı mutlak iktidar,paylaşmaya razı olmadığı şey egemenliktir.

Soru 3: Dinsel bağnazlıkta tehlikeli olan nedir?

Din ideolojik yanıyla totaliterdir; düşünce, araştırma vetartışma özgürlüğüne dayanan, duraksama ve kuşku içerenbilime hoşgörüyle bakmaz. Bilimsel anlayışın yaygınlıkkazanması, teolojik otoritenin giderek yok olması demektir.Öyle bir gelişmeye izin verilemez, elbet.

Teoloji ile bilim arasında gözden kaçmayan başlıca farkteolojinin dogmalara bağlılığında, bilimin eleştiri ve kuşkuyayer vermesinde kendini gösterir. Teologlar için kutsalkitapta yer alan öğretiler her türlü kuşku ötesinde mutlakdoğrulardır; eleştirilemez. Oysa bilimde kuşku veyaeleştiriye kapalı hiçbir doğru yoktur; gözlem ya da deneysonuçlarıyla ters düşen hiçbir sava, nereden ya da kimdenkaynaklanırsa kaynaklansın, geçerlik tanınmaz. Teologlarıngözleme dayanan, kuşku ve eleştiriye açık bilime tepkileridoğaldır; kutsal öğretilerin ne ussal eleştiriye, ne olgusalyoklanmaya dayanma gücü vardır. Engizisyon özgürarayışa duyulan korkunun ürünüdür. Son dörtyüz yılboyunca bilimin hem kuramsal alanda, hem teknolojidesergilediği göz kamaştırıcı başarılar karşısında teoloji

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 14

Page 15: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

önemli ölçüde geri çekilme, dahası bilime katlanmagörünümüne girmiştir. Teologların durumu kurtarmak içinkutsal kitabın bilimsel sonuçlarla çelişen öğretilerini sözselanlamları dışında mecaz ve alegorilere başvurarakyorumlama yoluna gittiklerini görmekteyiz. Oysa geçmişte(17. yüzyılın ortalarına gelinceye dek) kilisenin bilimadamlarını engizisyon terörü altında tuttuğu iyibilinmektedir.

Aslında dinsel bağnazlık ya da ideolojik fanatizmgünümüzde bile hemen her ülke için kaygı konusudur. Nevar ki, düşünce ve inanç özgürlüğü geleneğini kurmuş açıktoplumlarda, ne türden olursa olsun bağnazlığın etki alanısınırlıdır; kuracağı egemenlik yüzeysel ve geçici olmaktanileri geçmez. Tehlike hümanist gelenekten yoksun, tartışmave eleştiriye kapalı tekdüze toplumlar için büyüktür.Hıristiyan fanatizminin Batı dünyasında ortaçağegemenliğine dönmesi uzak bir olasılık bile değildir. Kaldıki, Hıristiyanlık kökeninde devlet egemenliğine değil, kişiselinanca dayanan bir dindir. Kilisenin kurumsal egemenliğisonraki bir olaydır; Hıristiyanlığın özüne aykırı birgelişmedir. Oysa İslamiyet devlet egemenliğini içerentotaliter bir dindir. İslamiyetin egemen olduğu toplumlarıntarihsel yaşantısı, özellikle son bin yıl içinde, belli kalıplariçinde donuk kalmış, yeni deneyimlere, özgür ve yaratıcıetkinliklere açılma olanağı bulamamıştır. Nitekimgünümüzde hiçbir İslam ülkesinin gerçek anlamda bilim,sanat ve siyasal özgürlükleri benimsediği, açık toplumdüzenini gerçekleştirdiği söylenemez.

Soru 4: Bilimsel devrim teolojiyi nasıl etkiledi?

Teoloji ile bilim çoğu kez aynı kültür çevresinde bilebirbirinden kopuk kalan düşünme biçimleridir. Bugün bileteolojiye bağlı pek çok felsefecinin (örneğin, Mortimer Adler

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 15

Page 16: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ve Jacques Maritain) bilimin ortaya koyduğu tüm gözlemselveri ve kanıtları görmezlikten gelerek, teolojinin olgularaters düşen geleneksel öğretilerini doğru saymaktadirendiğini görmekteyiz. Bunun çarpıcı bir örneğini Adlerevrim kuramı konusunda vermiştir. Adler insanın evrimsürecinin bir ürünü olduğu savının doğru olamayacağınımetafiziksel ilkelere dayanarak ispatlayabileceğigörüşündedir. Ancak, Adler tezini temellendirirken biyolojive paleontoloji alanlarında birikmiş gözlemsel olgularagözünü kapamakta, a priori doğru saydığı kimi ilkeleredayanmakla kalmaktadır.

Din ile bilimin bağdaşmazlığı sorununu aydınlatmak için sonbirkaç yüzyıllık gelişmelere kısaca değinmek gerekir.

Avrupa'da deneysel bilimlerin ortaya çıkışı 16. yüzyılınsonlarında başlar. Daha önce insanların dünyayı anlamaçabaları ortaçağ skolastik felsefesi çerçevesinde kalmıştır.Gözlem ve deneye değil, metafiziksel çözümlemeyöntemine ağırlık veren teolojik düşünce, bağnazlığın vekilise egemenliğinin temelini oluşturuyordu. 17. yüzyıldadevrimsel atılım içine giren bilim ve matematik alanlarındakigelişmeler, teolojinin insan düşüncesini hapsettiği darçemberin kırılmasıyla olanak kazanmıştır. Francis Bacon budönüşümün felsefede en etkili öncüsüdür. Bilimingözlemsel verilere dayalı rasyonel düşünme yöntemikarşısında değişmez dinsel "doğrular" çerçevesinde kalanteoloji, tüm direnmelerine karşın, sarsılmaktan kurtulamaz.

Bilimde sarsıcı ilk atılımlar astronomi ve fizik dallarındakendini gösterir. Kopernik, Kepler ve Galileo astronomidekiçalışmalarıyla yeni çağı başlatmışlardı. Galileo modernfiziğin öncüsü, aynı zamanda, deneysel sonuçlarımatematiksel ilişkilere indirgeme yaklaşımıyla bilimselyöntemin kurucusudur. Descartes, Pascal, Newton,Huygens, Boyle, Leibniz ve Locke 17. yüzyılda gerçekleşenbilimsel devrimin matematik, fizik ve felsefe alanlarındaki

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 16

Page 17: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

büyük öncüleridir. Bilimde Galileo ile başlayan yeniyaklaşım Newton'a ulaştığında bir tür norm niteliği kazanır:evren hareket halindeki maddesel parçacıklardan oluşankocaman bir makinedir; fiziksel olgular mekanik yasalarabağlıdır ve ancak o yasalara başvurularak açıklanabilir.Newton Principia Mathematica adlı ünlü yapıtındamekaniğin temel yasaları olarak bilinen evrensel ilişkileringöksel cisimlerin hareketlerinden yerküredeki en basithareketlere (örneğin, dalından kopan elmanın yeredüşmesi) kadar her türlü fiziksel olgunun açıklamasınıverdiğini gösterir. Bu anlayış öylesine benimsenir ki,yüzyılımıza gelinceye dek tüm bilimsel çalışmalarda asal birörnek olarak gözönünde tutulur. Evrenin mekanik anlayışıbugün de yıkılmış değildir. Kimi yetersizliklerine karşınuygulamadaki başarılı sonuçlar Newton mekaniğini ayaktatutmaktadır. Bilim adamlarının, daha güçlü bir kuramınyokluğu karşısında, mekanik anlayışa bağlı kalmayolundaki tutumlarını normal karşılamak gerekir. Bunundogmatik bir tutuculukla ilgisi yoktur. Dogmatik tutuculukgeleneksel inanç ve öğretiler için sürekli gerileme, dahasıbir yıkım olmuştur. Bilimi daha baştan "maddeci" ve"mekanik" diye suçlayarak dışlamaları teologlara saygınlıkkazandırmamıştır.

Soru 5: Kavganın sorumlusu kimdir?

Teologların mekanist düşünceyi hiçbir zamanbağışlamamış olmaları bir bakıma yersiz değildir. Fizikselbilimlerde zamanla göz yumar göründükleri bu düşünceninsonunda biyolojiyi de etkisine alması onları bir tür yaşamsavaşımına itmiştir. Ancak, mekanist düşüncenin, kimi bilimdallarında sınırlı kalması bağnaz çevrelere yeni bir umutışığı yakmıştır: mekaniğin yetersiz kaldığı alanlarda, bu

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 17

Page 18: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

arada özellikle biyolojide, bilimi dayanaksız göstermek,yitirilen saygınlığı yeniden elde etmek! Evrim kuramınayöneltilen saldırıyı günümüze değin ayakta tutan direnç buumutla beslenmektedir.

Teolojinin bilimle kavgası teolojinin kendi tedirginliğinden,güven eksikliğinden kaynaklanmıştır. 18. yüzyıla gelinceyedek bilim adamlarının teolojiye ters düşmekten özenlekaçındıklarını görmekteyiz. Kopernik'in kiliseyi ürkütmemekiçin kitabının yayımlanmasını öldüğü yıla kadargeciktirdiğine daha önce değinmiştik. Kepler gözlemselverilere tüm bağlılığına karşın dünya görüşünde ortaçağetkisini sonuna kadar sürdürmüştür. Daha pervasızdavranan Galileo'nun başına gelenleri biliyoruz. Botanik vezoolojinin öncülerinden Ray, asıl uğraşının bilim değil,teoloji olduğunu açığa vurmaktan hiçbir zaman gerikalmamıştır. Newton ile Boyle'e gelince, ikisinin de biliminyanı sıra teolojide de araştırmalarını sürdürdükleribilinmektedir. O kadar ki, Newton'un bir aralık bilimden eliniçekip yaşamını tümüyle teolojik çalışmalara vermek istediğiaçıklanmıştır. Gerçi Kraliyet Bilim Akademisi,toplantılarında, politika gibi dinsel tartışmalara da yervermiyordu. Ama bu dini dışlamaya değil, amacı belliçalışmaların aksamasını önlemeye yönelik bir önlemdi. Odönemin bilim adamları için bilim ile dinin bağdaşmazlığısöz konusu değildi. Tam tersine, hemen hepsinin gözündeinceledikleri dünyanın düzenli ve anlaşılır yapısı Tanrısalgücün varlığına kuşku götürmez kanıt oluşturuyordu. Nevar ki, bu tutum bile kilisenin tedirginliğini gidermeyeyetmemiştir. Nitekim daha sonraki gelişmeler kiliseninendişesinde hiç de haksız olmadığını gösterir.

Soru 6: Kamplaşma nasıl başladı?

18. yüzyıl bilim ile teolojinin giderek birbirinden uzaklaştığı,sonunda birbirine açıktan ters düştüğü dönemdir. Biryandan bilim

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 18

Page 19: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

adamlarının mekanist düşünce dışında bir başka yaklaşımageçerlik tanımamaları, öte yandan dar kafalı teologlarınbilimsel gelişmelerin etkisinden özenle kaçınmaları bilim iledini bağdaşmaz iki "düşman" kampa dönüştürür. Yüzyılınsonlarında ortaya çıkan pozitivizm bu gelişmede önemli roloynayan bir olaydır. Pozitivist düşünceyi yansıtan Kant veizleyicileri için insan bilgisi olgusal dünyayla sınırlıdır;olayların gerisindeki "gerçeklik" hiçbir zaman bilinemez.Pozitivistlere göre, felsefenin, dolayısıyla bilimin, işleviedinilen olgusal bilgileri sistematize etmek, bilgiyi insanyaşamının düzeltilmesinde kullanmaktır. Bilim teolojinin,felsefe metafiziğin yanılgısını paylaşmamalı, bilinmezi bilmeçabasından kaçınmalıdır. Bilim adamları daha da ilerigiderek din adamlarını, ne olduğu bilinmeyen Tanrıylauğraşmayı bir yana bırakıp kendilerini insanlığın hizmetinevermeye çağırırlar. Pozitivizmin öncüsü Auguste Comte(1798−1857) dinle bilimin işbirliğini teolojinin gelenekselöğretilerinden vazgeçmesi koşuluna bağlıyordu:

Pozitivist felsefe, İnsanlık Sevgisi üzerine kurulanyaklaşımın, Tanrı Sevgisi üzerine kurulan yaklaşımdan nedenli üstün olduğunu açıkça göstermekle amacınaulaşacaktır. Hıristiyanlık insan doğasının duygusal yanıdışında hiçbir gereksinmesine bir doygunluk sağlayamamış,muhayyileyi reddetmiş, akıldan kaçmıştır. Bu nedenledir ki,teoloji sürgit tepki konusu olmuş, bundan böyle dedayanma gücü kalmamıştır.*

Kuşkusuz, kiliseyi arka plana iterek öncülüğü her alandabilime tanıyan Comte bir hayal peşinde koşmaktaydı. Dinleyoğrulmuş bir kültürde bu denli köktenci bir devrim önerisigerçekçi olamazdı, herhalde. Özünde İncil ile Aristotelesfelsefesini birleştiren ortaçağ skolastisizmi, Kopernik'tenbaşlayarak bilim karşısında uğradığı tüm yenilgilere karşıngenel kültür yaşamındaki etkisini sürdürüyordu. Üstelik,daha önce de değindiğimiz gibi, bilim adamları çoğunluk hiçdeğilse görünürde dinsel inançlarını korumakta, kiliseye

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 19

Page 20: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ters düşmekten kaçınmaktaydılar. Kilisenin yaşamdan eliniçekmesini isteyen Comte'un, hem dinsel geleneğin insanlarüzerindeki gücünü, hem de yığınların teolojide bulduğudoygunluğu gözden kaçırdığı söylenebilir.

* A. Comte, A General View of Positivism.

Soru 7: Pozitivist yaklaşım gerçekçi miydi?

Ne var ki, 19. yüzyıl boyunca pozitivistlerin beklentilerineuygun gelişmeler giderek etkinlik kazanır. Daha önce küçükbir seçkinler kesimine hitap eden bilim geniş halkkesimlerini de etkisine almaya başlar. Çok geçmeden bilimile dinin toplum gözündeki saygınlıkları yer değiştirir; bilimhemen her alanda ağırlığını duyurmaya başlar. Bilimselbuluş ve kuramlar küçük bir azınlığın çevresini aşar, halkarasında konuşulan, tartışılan bir konu olur.

19. yüzyıl bilim adamlarının gözünde yalnız fiziksel olgulardeğil biyolojik ve psikolojik süreçler de ilk koşullarınagidilerek açıklanması gereken olgulardı. Mekanist dünyagörüşünün özünde yer alan belirleyicilik (determinism)evrensel bir ilke sayılıyordu. Örneğin, dönemin ünlü bilimadamı Laplace evrende olup biten her şeyin neden−sonuçzincirinde yer aldığı görüşündeydi. Ona göre her olgukendinden önce gelen olguların sonucu, kendisini izleyenolgunun nedeni olarak gösterilebilirdi. Doğayı anlamak içindoğa ötesine, Tanrı'ya gitmeye gerek yoktur. Evreninherhangi bir andaki durumunu bilen üstün bir zekâ, dahasonraki tüm durumlarını hesaplayarak ortaya koyabilir. Öylebir zekâ için, "belirlenemeyen hiç bir şey yoktur; geçmiş gibigelecek de gözleri önünde serili olacaktır."*

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 20

Page 21: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Aynı görüşü İngiliz bilim adamı Tyndall da dile getirmiştir.Ona göre yakın bir gelecekte bilim, evrenin oluşumundangünlük davranışlarımıza uzanan her türden olguyu atomhareketlerine indirgeyerek açıklayabilecekti.

19. yüzyılın kuramsal alandaki iyimserliği pratik alanda dakendini gösterir. Gerçekten bilimin ticaret ve endüstrietkinliklerindeki önemi kimsenin gözünden kaçacak gibideğildi. Dinsel "mucizeler" dönemi kapanmış, bilime dayalıteknolojinin göz kamaştıran dönemi başlamıştı artık. Tren,elektrik enerjisi, aydınlatma, telgraf, telefon ve daha birçokicatla birlikte çeşitli kimyasal ürünler yaşam koşullarını hızladeğiştirmekte, insanlara yeni etkinlik olanaklarısağlamaktaydı. Yığınların bilime karşı güven duygusu odenli artmıştı ki, bilimin çözemeyeceği bir sorununolabileceği düşünülmüyordu. İnsanların yüzyıllarca dindearadığı ruhsal doygunluğu, evren ve insana ilişkin tüm çetinsorunların çözümünü çok geçmeden bilimin sağlayacağıinancı doğmuştu.

Yaşamı kolaylaştırma, hastalıkları yok etme, insan ömrünüuzatma yolundaki başarılarının yanı sıra bilimden evreningizemlerini aydınlatma, kişisel ve toplumsal bunalımlarıgiderme, kişiye ruhsal erinç sağlama hizmetleri debeklenmekteydi. Bilime "yasamda en gerçek yol gösterici"gözüyle bakılıyordu. Ancak geçen yüzyılın pozitivist dünyagörüşünü yansıtan bu beklenti aşırı bir iyimserlikti: biliminyanlış anlaşılmasından kaynaklanan bir iyimserlik!

* Bakınız, C. Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 140.

Soru 8: Pozitivist iyimserlik neden sürekli olamazdı?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 21

Page 22: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Ne yandan bakılırsa bakılsın, 19. yüzyıl büyük atılımlaryaşayan bir dönemdi; insanlığın sürekli bir ilerleme içinegirdiği varsayılıyordu. Bilimin açtığı ışıklı yolda ilerlemeyiengelleyen tüm köhne kurum ve düşünceler bir yanaitilecek, yeni bir altın çağ yaşanacaktı. Eskiye yüz çevirenbu dönem, yeniyi arama coşkusunu yaşıyordu. İncil vekiliseye yöneltilen acımasız eleştiriler Avrupa'da yaygınlıkkazanmıştı. Darwin'le bilimsel dayanak kazanan evrimdüşüncesi İncil'in "yaratılış" öğretisine açıktan ters düşüyor,Tanrı'nın imgesi ya da yeryüzündeki gölgesi diye niteleneninsanı maymunla akraba sayıyordu. Kilise saldırı veeleştirileri göğüsleyecek gücü önemli ölçüde yitirmişti: biryandan bilimin atılımı karşısında gerilerken, öte yandankökleri ortaçağa uzanan iç çekişme ve öğreti kavgalarıylacephe birliği sarsılmıştı. Eleştiriler kutsal kitabın tutarsız,biribiriyle çelişen öğretilerini sergileyerek, yüzyıllarcayığınlara ışık tutan, yol gösteren "doğrulardın hiç degüvenilir olmadığı kuşkusunu pekiştiriyordu. Kiliseninişlediği "Tanrısal Düzen" inancı yerini hızla "mekanikyasalar düzeni" inancına bırakma yoluna girmişti. Ancak bugidiş uzun sürmez; yüzyılın sonlarına doğru yer yer suyüzüne vuran tepkilerle karşılaşır. Tepkilerin oluşması birbakıma kaçınılmazdı. Felsefe tarihine baktığımızda evreneilişkin düşüncede Antik Yunan döneminden başlayarakmateryalist ve spiritualist görüşlerin bir bitmeyen etki−tepkisüreci içinde olduğunu görürüz. Bunun pek çok örneğigösterilebilir. Yunan atomistleri (Democritos, vb.) maddeninyapısına ilişkin son derece ilginç bir kuram oluşturmuşlardı.Demokritos doğada olup biten, var olan her şeyi bölünmezmaddesel parçacıkların devinimiyle açıklıyordu. Kolaycabenimsenen, yaygınlık kazanan bu görüşe çok geçmedentepki doğar: Platon felsefesi. Atomcu görüş çekiciliğini yitirir,daha doyurucu gelen "İdealar" kuramı zihinler üzerindeegemenlik kurar. Ama iki kutup arasında sallanan insandüşüncesinin idealizm'de karar kılacağı beklenemezdielbet. Platoncu görüş Hıristiyanlığın da etkisiyle ortaçağboyunca egemenliğini sürdürürse de, 16. yüzyılın ikinci

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 22

Page 23: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yarısında pandül karşıt kutba kaymaya başlar.

Soru 9: Biyolojide mekanik açıklama yeterli değilmidir?

Fiziksel olguları maddesel parçacıkların hareketineindirgeyen açıklama Galıleo'yu izleyen iki yüz yıl boyuncaöylesine doyurucu bulunur ki, dönemin bilim adamlan tümbiyolojik, ruhsal ve sosyal olguların da aynı şekildeaçıklanabileceği inancına kapılmaktan kendilerinialamazlar. Descartes, örneğin, canlı organizmalarınkarmaşık bir makine olduğu görüşündeydi. Ona görecanlıların duyuş ve davranışları, maddesel hareketler gibifiziko−kimya süreçlerine indirgenebilirdi. Descartes kaslarınaçılıp çekilme hareketini "hayvan canı" dediği kandansüzülüp beyinde biriken, gerektiğinde sinir tüpleriaracılığıyla kaslara geçen bir güçten söz ediyordu. Ancakbiyoloji alanındaki bilgilerin artmasıyla yaşamın saltmekanik bir olay olmadığı inancı güçlenir; gelenekselinanca daha yatkın "vitalist" görüş egemenlik kurar.İnorganik nesne ve süreçlerin mekanist açıklamasına karşıçıkmayan vitalistler organik süreçlerin fiziko−kimyaterimlerini aşan bir nitelik taşıdığı görüşündeydiler. Onlaragöre canlı organizmayı cansız maddeden ayıran şey,canlıların üreme, kendilerini koruma ve sağaltma güçleriydi.Bu güçten kaynaklanan işlevleri fiziko−kimya yasalarıylaaçıklamaya olanak yoktur. "Yaşam gücü" ya da "yaşamilkesi" denen ve işleyişi istence bağlı olmayan bu güçorganik türlerde değişik biçimlerde etkinlik göstermektedir.18. yüzyılda tanınmış İngiliz anatomi bilgini John Hunter,Alman biyokimyacısı Leibig ve Wohler gibi seçkinaraştırmacıların benimsedikleri vitalizm çok geçmedenpopüler bir öğreti kimliği kazanır. Wohler memelilerinidrarında bulunan üre bileşiğini laboratuvarda elde etmeyöntemini bulmuş olmasına karşın vitalist görüştenvazgeçmez. Oysa bu buluş, canlı maddenin yapay olarakoluşturulamayacağı inaricıyla çelişiyordu. Belki de bu tür

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 23

Page 24: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

buluşların etkisinde "yaşam gücü" kavramı zamanla bilimdeetkisini yitirir. Bilim adamlan canlı nesne ve süreçleri otürden bir kavrama başvurmaksızın açıklama yolunagirerler. Vitalizmin katı mekanist anlayışa karşı bir protestoolarak yararlı hizmet gördüğü söylenebilir. 19. yüzyılın ikinciyansına geldiğimizde pek az bilim adamının yaşamı birfiziko−kimya süreci saydığını, evrene salt mekanikyasalarla işleyen kocaman bir makine gözüyle baktığınıgörürüz. Bilim artık daha esnek, mekanist görüşün darkalıplarını aşan çok yönlü bir açılma içine girmiştir.Yüzyılımızda bu eğilim daha belirgindir. Bilim pozitivistlerinsandığı gibi nesnel dünyayı bize olduğu gibi yansıtan,tekdüze bir çalışma değildir, Bilim insan zekâsının doğaylaetkileşiminin bir ürünüdür; bilgilerimiz nesnel ve öznelöğelerin yoğrulmasıyla oluşur. Ama çağımıza özgü buanlayışı vitalizme dönüş saymak yanlıştır. Vitalist görüştemelde bilime ters düşen bir yaklaşım içerir. Nitekimyüzyılımızın başlarında geniş yankı uyandıranvitalist−sezgici Bergson felsefesi, bilimsel görünümünekarşın, özünde bilime karşı bir düşünce dizgesidir.Çağımızda biyoloji Bergson felsefesi çizgisi dışında bir yolizleyerek ilerlemektedir. Aslında, günümüz bilim adamlarıbir yana, geçen yüzyılın bilim adamları arasında bile evrenidüpedüz bir makine sayanların sayısı çok değildi. Onlarda,evreni bir makine saymaktan çok evrenin makineye benzerbiçimde işlediği düşüncesi vardı. Lord Kelvin bilimsel birkonuyu ona uygun mekanik bir model kurabildiğinde ancakanladığım söylerken, incelediği fiziksel olguları açıklamadamekanik modelin sağladığı kolaylığı belirtiyordu; yoksaevrenin bir makine olduğu savında değildi.

Öyle bir sav bir bakıma bilimsel araştırmanın belli birçerçevede tutulması; yeniye, bilinmeyene açılma merak vecoşkusunun yok olması demektir. Oysa bilim hiçbir kuramya da görüşle sınırlı tutulamaz.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 24

Page 25: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

II. BÖLÜM

EVRİM DÜŞÜNCESİ

Bilimde tüm büyük atılımlar insanın hayal gücündenkaynaklanmıştır.

John Dewey

Soru 10: Evrim düşüncesi nasıl doğdu?

İlginçtir, insanoğlu doğada aradığı düzeni önce doğrudandeneyimine giren alanlarda (örneğin, organizmaların yapıve işlevleri, insanın kendi duyma, düşünme ve istencineilişkin davranışları, vb.) değil, kendine uzak bir alanda,astronomide bulmuştur. Göksel cisimler üzerinde antikçağda başlayan gözlemler, bu gözlemlere dayalı Ptolemisistemi ile yeni çağda ortaya konan Kopernik sistemi vegezegenlerin devinimine ilişkin Kepler yasaları gibiçalışmalar uzağa açılan bilimsel etkinliklerin başlıcaörnekleridir. Astronomi ile fizik 17. yüzyılda, kimya 18.yüzyılda, biyoloji 19. yüzyılda, psikoloji ise içindebulunduğumuz yüzyılda bilimsel kimlik kazanmıştır. Dahası,biyolojinin özünde yer alan evrim düşüncesi bile ilkinastronomide kendini gösterir. Astronomi bize bilimselyasaların ilk örneklerini vermekle kalmamış, dünyamızınzaman içinde gelişerek oluştuğu görüşünü de getirmiştir.

Aslında insanın kendi varlık kökenini bilme merakı da yenideğildir. Bilimlerin henüz gelişmediği ilk dönemlerde buyoldaki arayışın teolojiye yol açtığı söylenebilir. Ne var kiteolojinin getirdiği, yığınlar üzerinde bugün bile etkisinisürdüren açıklama masalımsı bir öğreti niteliğindedir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 25

Page 26: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Göksel dinlerin hiçbirinde evrim düşüncesi yer almaz. Herşey gibi insan da Tanrı'nın yaratıcı elinden çıkmıştır.

Tevrat ve ondan kaynaklanan İncil dünyanın altı gündeyaratıldığını bildirmektedir. Evrim yüz milyonlarca yıl alanuzun bir süreçtir. Oysa teologlar yaratılışın İ.Ö. 4004 yılındagerçekleştiğini; Adem ile Havva'nın o yıl 23 Ekim günü saat9'da yaratıldığını hesaplıyordu. Tanrı Cumartesi dinlendiğiiçin yaratma işini Cuma günü tamamlamıştı. Bu masalakarşı çıkmak şöyle dursun, yaratılışın altı bin yıl gibi kısa birsüre önce gerçekleştiği savına kuşku gözüyle bakılmasıbile bağışlanmaz bir suçtu. 19. yüzyıla gelinceye dek çoğubilim adamları ya dinsel inançları nedeniyle ya da kiliseninşimşeklerini çekmemek için canlı ve cansız tüm varlıklarınTanrısal istençle belli bir düzen öngörülerek yaratıldığı, hercanlı türün ilk yaratılıştaki biçim ve niteliklerini olduğu gibikoruduğu inancına bağlı kalmıştır. Örneğin, Koperniksistemine bilimsel açıklama getiren Newton, gezegenlerindevinimini Tanrı'nın kendi eliyle başlattığını söylemiştir.Gerçi Newton'un çağdaşı Bentley'e yazdığı özel birmektupta güneş sisteminin belirsiz ilkel bir maddedengelişmiş olabileceği düşüncesine yer verdiğini biliyoruz;ancak resmi açıklamalarında Newton hiçbir zaman yaratılışöğretisine ters düşen, ya da evrim düşüncesini yansıtan birdüşünceye yer vermemiştir.

Soru 11: Evrim düşüncesi hangi çağın ürünüdür?

Evrim düşüncesi çoğu kez sanıldığının tersine, Darwin'leortaya çıkmamıştır; kökü eski çağ kültürlerine kadar uzanır.Darwin sahneye çıktığında evrim düşüncesi bir ölçüde deolsa yaygınlık kazanmış, kimi biyologların benimsediğikuramsal bir açıklama niteliği kazanmıştı.

Geriye gittiğimizde, eski Pers ve Mısır mitolojilerindetanrıların toprak gibi bir ilk maddeden insan biçimindeoluştuğu fikrini bulmaktayız. Hint düşüncesinde ise,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 26

Page 27: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

mitolojinin felsefeyle kaynaşık olduğu ilk dönemde,canlıların beden ve ruh olarak kaynaklandığı Varlık(Brahma) yaratan değil, transformasyona olanak veren birgüçtü.

Evrimden bilimsel anlamda ilk söz edenler İ.Ö. 6. yüzyıldayaşayan İyonya'lı filozoflar olmuştur. Thales tüm nesnelerinsudan ya da denizden kaynaklandığı savındaydı. Onuizleyen Anaximander'e göre varlıkların hepsi değişik formlaralan bir ilk tözden kaynaklanmıştı. Anaximander'incanlıların kökenine ilişkin görüşü de oldukça çarpıcıdır:İnsan yavrusunun doğuş sırasındaki çaresizliğigözleminden kalkan filozof, atalarımızın başlangıçta balıkolduğunu ileri sürer. Açıklaması da oldukça basit: Birzamanlar denizlerin çekilmesiyle yaşamlarını karadasürdürme zorunda kalan kimi balıklar insana kadar uzananpek çok hayvan türüne kaynak olmuştur.

Aynı dönemin bir başka filozofu, Heraklitus. daha da ilerigiderek canlılar arasında süren bir çatışmadan söz eder.Bu, bir anlamda, Darwin'in yaklaşık 2500 yıl sonraoluşturduğu Doğal Seleksiyon kuramının öncelenişidemektir.

Evrim düşüncesi antik çağın ünlü filozofu Aristoteles'te dekendini açığa vurur. Onun 2000 yıl tartışmasız kabul edilengörüşünde ilginç noktalar bulmaktayız. Bunlardan özellikledört tanesi önemlidir:

(1) "Scala Naturae" denilen organizmaların basitten dahakarmaşık formlara çıkan, sonunda insana ulaşantransformasyonu;

(2) Canlıların en ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğu;

(3) Doğanın ihtiyaca göre organ oluşturduğu;

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 27

Page 28: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

(4) Evrim ile canlıların sınıflanması arasındaki ilişki.

Evrim düşüncesinin kökenine değinirken Romalı şair−filozofLucretius'u da anmak gerekir. Bir bakıma Heraklitus'undüşüncelerini genel kültüre yansıtan Lucretius insanyaşamında dil, din ve müzik gibi etkinliklerin bir ayıklanmaya da eleme sürecinden geçerek oluştuğu görüşündeydi."De Rerum Natura" adlı yapıtında canlıların hızlı koşma,sıkıntıya katlanma, yiyecek bulma, vb. becerileriylevarlıklarını sürdürebildikleri gibi doğal seleksiyonu andırandüşünceler bulmaktayız.

Evrime ilişkin bu düşüncelerin hemen etkinlik kazanmasıbeklenemezdi kuşkusuz. Egemen inanç sistemleri bunaolanak vermediği gibi, o tür hipotezleri yoklamaya yönelikbilimsel çalışmalar da yoktu ortada. Evrimin bilimsel açıdanele alınması 18. yüzyılı bekler.

Soru 12: Evrim düşüncesinin biyolojide öncülerikimlerdir?

18. yüzyıla bilimsel devrimin kimya ve biyolojide kendiniduyurduğu dönem diye bakılabilir. Biyolojide ilk önemligirişimi Fransız doğa bilimcisi Buffon'a (1707 − 1788)borçluyuz. Yaşamını doğa tarihi incelemelerine adayanBuffon canlıların sınıflanmasına ilişkin Aristoteles sisteminidüzeltme ve geliştirme amacındaydı. İlgilendiği konularınbaşında evrim geliyordu. Fosil ve diğer kalıntılaradayanarak canlı ve cansız dünyada hemen her şeyin evrimsürecinde oluştuğu görüşündeydi. Tahmin edileceği gibi bugörüşün dile getirilmesiyle kilise ayağa kalkar; Buffonsonunda, "Dünyanın oluşumuna ilişkin söylediğim her şeyi,özellikle kutsal kitapta yazılanlara ters düsen sözlerimi, gerialıyorum," demek zorunda kalır.

Ancak evrimin başka çevrelerde de ilgi konusu olduğunugörüyoruz. Condorcet, Lord Monboddo, Cuvier gibi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 28

Page 29: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

düşünürlerin, insanın ilkel yaşamdan ileri uygarlık düzeyinegeçiş sürecini bir ilerleme olarak işlemeleri evrimdüşüncesinin yaygınlık kazanmasını kolaylaştıran birgelişmedir. İnsanın sosyal ve kültürel yaşamında ilerlemevarsa, biyolojik yaşamında niçin olmasın? Evrim kilisenintutumuna karşın çağın ilgi odaklarından biridir, artık!

Ünlü İsveç botanikçisi Linnaeus (1707 − 1778)'un modernsınıflama yönteminin temelini oluşturan çalışması biyolojideevrim düşüncesine güç kazandıran başka bir çalışmadır.Buffon ile Linnaeus, belki de kilisenin baskısı nedeniyle,evrimin yalnızca tür içinde olabileceği, dolayısıyla bir türünbaşka bir türe dönüşemeyeceği görüşünde birleşmişlerdi.19. yüzyıla gelindiğinde dinsel bağnazlık eski etkisini büyükölçüde yitirmiş ya da yitirmeye yüz tutmuştur. Darwin'indedesi Erasmus Darwin (1731 − 1802) de Buffon gibicanlıların yaşam dönemlerinde uğradıkları değişikliklerinyeni kuşaklara geçmesiyle evrimleştiği görüşündeydi. Budüşünceyi daha belirgenleştiren Fransız doğa bilginiLamarck (1744 − 1829) evrim konusunda kapsamlı vetutarlı ilk kuramı oluşturan kişidir.

Soru 13: Lamarck kuramı nedir?

Lamarck'ın evrim kuramını ana çizgileriyle şöylebelirtebiliriz:

(1) Uzun çağlar alan evrim sürecinde karmaşıkorganizmalar basit canlılardan türemiştir.

(2) Evrim sürecinde canlılar yaşam çevreleriyle uyumkurmuş, değişen çevre koşullarına göre yeni biçimleralmışlardır. Aynı türden değişik formların ortaya çıkmasınaolanak vardır; türler sanıldığının tersine sabit değildir.

(3) Türlerin evcilleştirme ve yapay üretme yoluyla kısazamanda yapısal değişim geçirmesi olanaklıdır. Bunun

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 29

Page 30: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

sayısız örneklerini çiftliklerdeki başarılı ıslah çalışmalarındagörmekteyiz.

(4) Evrim sürecinin devamı için karmaşık organizmalaradönüşen basit canlıların yerini yeni basit canlılarındoldurması gerekir. Lamarck bu yenilemenin süreklispontane üremeyle sağlandığı görüşündeydi.

(5) Böyle bir evrim sürecinin kaçınılmaz sonucu canlıdünyanın en basitten en karmaşık organizmalara ulaşan birgelişmeler dizisi oluşturmasıdır. Bunun böyle olmadığınıfarkeden Lamarck dizideki boşluklarla düzensizliği,canlıların değişen çevre koşullarına ayak uydurmaçabalarıyla açıklama yoluna gider.

(6) Bireylerin kendi yaşamlarında edindikleri avantajlıözelliklerin kalıtsal yoldan yeni kuşaklara geçtiği tezi.Kuramına işlerlik kazandırması bakımından bu tezi özellikleişleyen Lamarck, kalıtımda kullanışın (ya dakullanışsızlığın) etkisini vurgulamıştır. Örneğin, sürünmealışkanlığına kendini bırakan yılanın yürüme organlarınıyitirmesi, ya da yüksek ağaç dallarına uzanarak beslenenzürafaların sonunda uzun boyunlu olması.

Buffon kalıtsal değişmeleri çevresel koşullardakideğişikliklerle açıklıyordu. Çevresel modifikasyonlarınkalıtsallığını kabul eden Lamarck ise özellikle kullanış ya dakullanışsızlık etkisini önemsiyordu.

Lamarck kuramı bilim çevrelerinde baştan beri doyurucubulunmamıştır. Kurama yöneltilen eleştiriler nelerdir?

Soru 14: Lamarck kuramı niçin yeterli görülmemiştir?

Lamarck organizmanın yaşam döneminde edindiğiözelliklerin ya da uğradığı modifikasyonların (bunlaraçevresel koşullardaki değişiklikler yol açabileceği gibi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 30

Page 31: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kullanış ya da kullanışsızlık da neden olabilir,) kalıtsalyoldan yeni kuşaklara geçtiği; uzun süre alan bir birikimleevrimsel değişikliğe dönüştüğü görüşündedir. (Buffon evrimiçevre koşullarındaki değişiklikle, Lamarck ise organizmanınduyduğu ihtiyaca göre organların kullanılışı veyakullanışsızlığıyla açıklıyordu. Lamarck'a göre, değişençevre koşullarına uyum sağlama çabasında yararlı olmayanorganlar kullanılmadığı için giderek körelir; yararlı olanorganlar kullanıldığı için gelişme olanağı bulur. Dahası,olağanüstü durumlarda ihtiyaca göre oluşan yeni organlarsonraki kuşaklardaki birikimle yeni form ve türlerinoluşmasına yol açar.)

İlk bakışta akla yakın gelen Lamarck kuramının bilimçevrelerinde ilgi bulmamasının başlıca nedenlerinden birikuramın olgusal içerikten yoksun olması, gereğincekanıtlanmamasıdır. Hatta yakından bakıldığında kuramınbirtakım gözlemsel olgulara ters düştüğü bile söylenebilir.Bu olgulardan birkaçına değinelim. Örnek olarak, sosyalböceklerden işçi karınca ve işçi arıları alalım. Bunlar üremebakımından kısırdır; döl vermedikleri için yaşamdönemlerinde edindikleri özellikleri ya da uğradıklarımodifikasyonları yeni kuşaklara geçirmelerine olanakyoktur. Oysa, bu işçilerin çevreye ve yaşam biçimlerineuyumları son derece ileri bir düzeydedir.

Kuramı yanlışlayan ikinci örnek daha ileri düzeydekiböceklere ilişkindir. Bunlar kısa süren tırtılımsı bir yaşamdöneminden sonra yetkin kanatlı biçimleriyle ortayaçıkarlar; sonra bir daha ne büyürler ne de tüylerini dökerler.Üstelik, bunların yapıları ve çoğunluk hayret verici uyumlarıkatı boynuzumsu maddeden oluşan dış iskeletlebelirlenmiştir; öyle ki, çevresel etkenler altında ya daegzersizle herhangi bir modifikasyona uğramaz. Krizalitdöneminden sonra herhangi bir modifikasyon olmadığınagöre sonraki kuşaklarda evrime dönüşecek bir birikim desöz konusu olamaz elbet.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 31

Page 32: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Buna benzer bir başka örnek insanları da içine alanomurgalılara ilişkindir. Yaşamımızda dişlerimizin uğradığıtek modifikasyon yıpranmaları, çürüyüp dökülmeleridir. Ohalde, işleviyle tam bir uyum içinde olan diş yapımızın,Lamarck'ın anladığı türden bir kalıtıma dayanmış olmasınaolanak yoktur. Son bir örnek, "Drosophila" denen meyvesineği üzerinde yapılan bir incelemeyeilişkindir.*Kullanılması 69 kuşak boyunca önlenen gözlerinne yapısında ne de sineğin fototropik duyarlığında birdeğişiklik gözlenmiştir.

Bu türlü belirlemeler de göstermektedir ki, Lamarck kuramıolgusal dayanaktan yoksundur. Kalıtsal olarak birikenmodifikasyonlar olmadığı halde son derece karmaşıkuyumluluklar kurulabilmekte; tersine, kuşaklar boyuncakullanılmayan organlar yapı ve işlevlerini korumaktadır. Busonuçlar göz önüne alındığında, Lamarck kuramının neyiaçıkladığı ya da ne işe yaradığı sorulabilir!

* Payne, 1911

Soru 15: Evrim kuramı nedir?

Evrim düşüncesini değil ama geçerliliğini bugün desürdüren evrim kuramını Charles Darwin (1809 − 1882)'eborçluyuz*. Fizik ve astronomide Galileo ile Newton'un yerine ise Darwin'in biyolojideki konumu odur. Kısaca demekgerekirse, Darwin'in evrim kuramı birbirini tamamlayan ikiöğe içermektedir: (1) Canlı dünyada değişik biçim vetürlerin ortak bir kökten kaynaklanarak geliştiği; (2) Canlılararasında "yaşam savaşımı" ve "en uyumlununayıklanmaktan kurtulması" diye dile getirilen evrimingerçekleşme düzeneği. Ayrıntılı açıklamayı ileriki bölümlere

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 32

Page 33: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

bırakarak, şimdi genel bir belirlemeyle yetineceğiz.

Darwin canlıların ortak bir kökten kaynaklandığı savını ilkortaya atan kişi olmamakla birlikte, bu savı doğrulayan çoksayıda değişik gözlemsel kanıt ortaya koymuştur. Böylecesöz konusu sav salt bir tahmin ya da hipotez olmaktançıkmış, bilimsel bir önerme niteliği kazanmıştır. İkincinoktaya gelince, evrim sürecinin düzeneğini oluşturan"doğal seleksiyon" ilkesi Darwin'in asıl önemli katkısı olarakbilinir. Doğal seleksiyonun anlamı nedir, nasıl işlemektedir?

Tüm gözlemler canlıların (bitkiler ve hayvanlar) doğanınbesleyemeyeceği sayı ve hızda çoğaldığını göstermektedir.Öyle ki, her kuşakta bireylerin pek çoğu erginlik çağınaulaşmadan yok olmaktan kurtulamaz. Bir türdekibireylerden hangilerinin yaşamı sürdüreceği, hangilerininyok olup gideceği nasıl belirlenmektedir? Canlılardünyasında bir eleme düzeneği işlemektedir. Bu elemederastlantı ya da şansın rolü yok değildir. Ama asıl nedenbireysel farklar (kalıtsal varyasyonlar) ve bu farklarınçevresel koşullara uyum sağlamadaki rolüdür, denebilir.Canlılar aynı türden de olsalar birbirlerinden çeşitliyönlerden farklılıklar gösterir. Hatta aynı ana −babadanolan kardeşler arasında bile gözlenebilir farklar vardır. Bellibir çevrede aynı türden olan ama özelliklerinde az ya daçok farklar gösteren bireyler sınırlı olanaklar için yarışmak,yaşam savaşımı vermek zorundadırlar. Bu savaşımdaçevre koşullarına uyum kurma (adaptasyon) bakımındanözellikleri daha elverişli olanların üstünlük sağlaması,diğerlerinin yenik düşüp elenmesi kaçınılmazdır. Sözgelimi,görecel olarak daha hızlı koşan tavşan ve geyiklerindüşmandan kurtulma, daha çevik kedilerin avlarınıyakalama, aslan ve kaplanlardan daha güçlü olanlarınçiftleşip döl verme, boynu daha uzun zürafaların beslenmeolanakları daha fazladır kuşkusuz. Milyonlarca yıllık sürelerdüşünüldüğünde yaşam savaşımı veren birey veyatoplulukların özelliklerindeki farkların nasıl yeni ya da daha

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 33

Page 34: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

gelişmiş türlere yol açtığı kolayca anlaşılır. Darwin canlılarınkalıtsal olan özellikleri arasındaki farkları işleyen doğalseleksiyon düzeneğinin amipten insana uzanan evrimsürecini yeterince açıkladığı inancındaydı. Ne var ki, doğalseleksiyon kimi yönleriyle ne ilk ortaya atıldığında ne debugün tartışma konusu olmaktan kurtulamamıştır. Teologlarbir yana, kimi biyologların da evrimi açıklamada budüzeneği yeterince doyurucu bulmadıklarını biliyoruz.

* Darwin 1842'de bir taslağını hazırladığı kuramı üzerindekiçalışmasını 1858'de A.R. Wallace'ın incelemek üzeregönderdiği kısa bir yazı eline geçinceye dek sürdürür.Kuramının bu genç doğa araştırmacısınca daoluşturulduğunu hayretle görür. Wallace'ın çalışmasıDarwin'in bir bildirisiyle birlikte aynı yıl Linnean Kurumundaokunur.

Soru 16: Darwin kimdir?

Darwin, evrim düşüncesine bilimsel temel kazandıran doğabilginidir. Entelektüel bir aile geleneği ile büyüyen Darwin,üç yıl tıp öğrenimi gördükten sonra ilahiyat öğrenimi içinCambridge Üniversitesine girer. Ama onu asıl ilgilendirenşey böcek koleksiyonudur. Bu merak ona beş yıl süren birbilimsel geziye katılma olanağı sağlar. İngiliz Kraliyet gemisiBeagle'le sürdürülen bu gezinin misyonu Patagonya, Tierradel Fuego'nun yanı sıra Şili, Peru ve Pasifikteki bazıadaların haritasını çıkarmak, Güney Amerika, Avustralya,Yeni Zelanda ve Tasmanya kıyılarını kapsayan dünyaçevresinde bir dizi kronometrik ölçmelerde bulunmaktı.Darwin geziye doğa bilimcisi kimliğiyle katılmıştır. 1831'de

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 34

Page 35: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

denize açılan gemi 1836'da İngiltere'ye döner. Yüklüinceleme notlarıyla gemiden inen Darwin'in dönüşüyakınlarının dışında kimseyi ilgilendiren bir olay değildi, ozaman. Ancak aradan 23 yıl geçtikten sonra bu gezininbilimsel önemi, insan düşüncesinde yol açtığı büyük devrimortaya çıkacaktı.

Gezi boyunca Darwin'i bir gözlemci olarak en çok türlerarasındaki ilişkiler, canlıların değişen çevre koşullarınauyum sağlamada gösterdikleri olağanüstü beceri, birbiriylesıkı yakınlığı olan hayvan topluluklarının güneye doğrukaydıkça yerleşim bakımından nasıl sıralandıklarıilgilendirmişti. Çevrenin topluluklar üzerindeki etkisi gözdenkaçmayacak kadar belirgindi. Darwin'den önce Lamarck'ınönemle üzerinde durduğu bu gözlem onun kuramınınözünü oluşturmuştu. Türlerin kökenini değişen çevreetkisinde organların kullanılış ya da kullanışsızlık biçiminebağlayan Lamarck kuramının olgusal kanıttan yoksunkaldığına daha önce değinmiştik. Darwin, dedesi ErasmusDarwin'in evrim düşüncelerinin yanı sıra Lamarck'ınçalışmasını da yakından biliyordu. Ancak Darwin'ingözünde bu çalışmaların hiçbiri türler arasındaki farklarıaçıklayacak yeterlikte değildi. Gezi notlarına belli bir düzenvermeye koyulduğunda özellikle türlerin değişimine ilişkingözlemlerini dikkat çekici bulmuştu. Ancak henüz belirsizkimi hipotezler dışında elinde "kuram" diyebileceğimiz bellibir açıklama yoktu. Geziden dönüşünün ilk iki yılı Darwiniçin bir tür bocalama dönemi olmuştur. Bu sırada eline birraslantı olarak geçen bir kitap, Thomas Malthus'un NüfusÜzerine İnceleme adlı yapıtı, arayışı içinde olduğuaçıklamanın ipucunu ona sağlar. Bir rahip olan Malthusamatör bir ekonomist olarak da çalışıyordu. Kitabında,nüfus büyüklüğüyle sağlanan yiyecek miktarı arasındakiilişkiyi ele almış, nüfus artış hızının yiyecek üretimini sürekliaşma eğilimi gösterdiği savını vurgulamıştı.*Malthus, savaş,kıtlık ve salgın hastalıkların nüfusta hızlı büyümeyi birölçüde sınırladığı, yoksa sonucun tüm dünya için

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 35

Page 36: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kaçınılmaz bir yıkım getireceği görüşündeydi. 19. yüzyılınilk yansı İngilteresi'nde nüfus gerçekten öylesine büyük birartış hızı içindeydi ki, beslenme sorunu kaygı verici birağırlık kazanmıştı. Malthus'a göre nüfus artışının o günkühızda devam etmesi halinde insanların bulunan yiyeceğipaylaşma savaşımı azgın boyutlara ulaşacak, güçlülerkarşısında güçsüzler çok geçmeden yok olup gidecekti.

Darwin, Malthus'un çizdiği bu karamsar tabloda canlılardünyasına özgü evrimsel değişimin motor gücünü yakalar.Pasteur, "Bilimde mutlu raslantı ona hazır kafa için vardır,"demişti. Malthus'un insanlık için pek iç açıcı olmayanöndeyisinin, Darwin'in kafasında nasıl bir şimşekçaktırdığını kestirmek güç değildir. Darwin'in mutlu saydığıbu etkiyi dile getirişini birlikte okuyalım:

Malthus'un nüfusa ilişkin denemesini vakit doldurmak içinokuyordum. Uzun süren yoğun gözlemlerimle her yerdetanık olduğum canlılar arasındaki "yaşam savaşımı"olayının anlamını kavramaya hazırdım. Hemen gördüm ki,çetin çevresel koşullar altında canlıya avantaj sağlayanözellikler korunur, sağlamayan özellikler zamanla yok olur.Bu süreçte yeni türlerin oluşması kaçınılmazdır. Artıkelimde çalışmalarıma ışık tutan bir kuram vardı!

* Malthus'un sözünü ettiği fark literatürde genellikle yiyeceküretiminin aritmetik diziyle, nüfusun geometrik diziylebüyüdüğü biçiminde belirtilir.

Soru 17: Türlerin Kökeni nasıl yazıldı?

Darwin gibi doğal tarih meraklısı bir başka araştırmacı da,gene bir raslantı olarak Malthus'u okumuş, aynı sonucaulaşmıştı. Darwin, 1858'de Malaya'dan incelemesi içinkendisine postalanan bir yazı eline geçinceye dek AlfredRussell Wallace (1823 − 1913) adlı kişiden habersizdi.Wallace'ın yazısı, Darwin'in Malthus'tan esinlenerek

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 36

Page 37: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

oluşturduğu kuramı ana çizgileriyle içeren bir özetti.Darwin'in bu durumda uğradığı ruhsal sarsıntıyı kestirmekgüç değildir. Ne var ki, onun bir bilim adamından beklenendürüst davranış örneğini verdiğini biliyoruz. Darwin,Wallace'ın isteği doğrultusunda yazıyı okuduktan sonradönemin ünlü jeoloji bilgini Sir Charles Lyell'e biraçıklamayla birlikte gönderir. Darwin açıklamasındakendisinin de uzun bir dönemi kapsayan çalışmalarındaaynı sonuca ulaştığını, bu konuda hazırladığı kitabınınyakında yayımlanacağını bildiriyordu. Durum gerçektenDarwin için iç açıcı değildi. Lyell ile Darwin sonunda hakçabir çözüm buldular: Wallace'ın yazısı ile Darwin'in sözünüettiği kitabının bir özeti Linnean Kurumu'nda birlikteokunacak, sonra Kurumun dergisinde yayımlanacaktı.Derginin Eylül 1858 sayısında çıkan bu iki yazı, ne yazık ki,beklenenin tersine, yankı uyandırmaz. Yalnızca bir eleştirigöze çarpar; onda da, "yazılarda yeni olan her şeyin yanlış,doğru olan her şeyin de zaten bilindiği," küçümsemesivardı.

Ancak cesaret kinci bu durum Darwin'i pek etkilemez: Lyellile tanınmış botanikçi Hooker'in teşvikiyle hazırlamaktaolduğu kitabını bir an önce bitirmeye koyulur. TürlerinKökeni adlı ünlü yapıt Kasım 1859'da yayımlanır. İlk baskıkitabın satışa çıktığı gün kapışılır; ikinci baskı da birkaç güniçinde tükenir. Yeni baskılar birbirini izlemekle kalmaz,kitabın çok geçmeden Avrupa dillerinde, bu aradaJaponca'da, çevirileri yayımlanır. Bu o dönemde pek azkitap için söylenebilecek bir başarıdır. Türlerin Kökeni, kısasürede yarattığı sarsıcı etki bakımından Rousseau'nunSosyal Kontrat, Marx'ın Sermaye, Thomas Paine'in İnsanHakları gibi devrimsel etki yaratan kitaplarla boyölçüşebileceğini gösterir. Bu kitapla bilim tarihinde yeni birdönem başlamıştır.

Soru 18: Darwin devrimi nasıl algılandı?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 37

Page 38: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Türlerin Kökeni'nde Darwin türlerin oluşumunu bireylerarasındaki varyasyonları kullanan doğal seleksiyonabağlamıştı. 1871' de yayımlanan İnsan Soyu'nda iseDarwin ikinci bir tezle ortaya çıkıyordu: İnsan bir hayvandır;tüm diğer hayvanlar gibi evrim sürecinin ürünüdür.

Kutsal kitapların bilinen öğretileriyle açıktan açığa çelişenbu tez yalnız bağnaz din çevrelerini değil, insanda Tanrısalimge olduğu düşüncesine koşullanmış pek çok kimseyi, buarada kimi bilim adamlarım, öfkeyle ayağa kaldırır. Ortalığıyatıştırma gereğini duyan Wallace Darwin'in imdadınakoşmaktan kendini alamaz:

Darwin'in evrim kuramı, en aşırı mantıksal sonucunagötürülse bile, insanın spiritüel doğasına ilişkin inarîca tersdüşmek şöyle dursun, o inancı destekler niteliktedir.

Ne var ki, Wallace'ın pek inandırıcı olmayan bu yorumuetkisiz kalır, özellikle kilisenin içine düştüğü tedirginlikgiderilemez. Bu tedirginlik nedensiz değildir: evrim kuramıentelektüel kesimde olduğu kadar halk kitleleri arasında dadestek bulur. Darwin kendisinden 300 yıl önce gelenKopernik gibi insan düşüncesinde köklü bir devrimbaşlatmıştır. Kopernik arzın güneş çevresinde dönen birgezegen olduğunu söyleyerek; Darwin canlıların, bu aradainsanın, uzun evrim sürecinde oluştuğuna doyurucu kanıtlargetirerek, evrende arza ve insana özel konum verengeleneksel düşünceyi yıkıyordu. Gerçi Galileo'dan sonragiderek saygınlığını yitiren kilisenin bu gelişmeyi önleyecekya da etkisiz kılacak gücü kalmamıştı; ama Tanrı'yadoğrudan bir saldırı saydığı Darwin kuramını içinesindirmesi de beklenemezdi, elbet. Teoloji, canlılardünyasına ilişkin bilimsel gelişmelere çok daha duyarlıdır:Fizik dünyanın mekanik açıklamasına zamanla alışılmıştı;ancak canlıların oluşumunda Tanrı'nın dışlanması gözyumulacak bir saygısızlık değildi. Gerçekten, Darwin türlerinevrimini, Newton'dan kaynaklanan ve 19. yüzyıl bilim

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 38

Page 39: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

dünyasında egemenlik kuran mekanist görüşleaçıklamaktaydı. T.H. Huxley'in, bilim çevrelerinde TürlerinKökeni'ne gösterilen ilgiden söz ederken çağdaşı pek çokbilim adamının duygularını dile getirdiği söylenebilir:

Biz, doğrudan olgularla yüz yüze getirilerek geçerliğiyoklanabilecek açık ve kesin bir açıklama arayışıiçindeydik. Türlerin Kökeni aradığımız hipotezi bizesağlamıştı. Yaratılışçı öğretiyi kabul etmiyorduk ama yerinekoyacağımız ne vardı elimizde?

Soru 19: Ünlü "Oxford Tartışması" nasıl geçti?

Darwin kuramı üzerinde bilim adamları arasında başlayantartışma çok geçmeden genişler, halk kesimlerine inenkırıcı çekişmeye dönüşür. Bilim dünyasında çoğunluk açıkve doyurucu bulunan doğal seleksiyon düşüncesine bağnazçevrelerin tepkisi gecikmez. 1860'ta yer alan ve "OxfordToplantısı" diye ün kazanan ilginç çekişme aradan yüz yılıaşkın bir zaman geçmesine karşın unutulmamıştır. Taraflarçatışmaya hazırlıklı gelmişlerdi. Kilise yüzyılların deneyimve bilenmiş argümanlarıyla ortaya çıkıyordu. HedefiDarwin'ciliği vurmak, kutsal kitabın yanılmazlığı dogmasınıkurtarmaktı. Düelloyu, etkili konuşma gücüyle tanınanOxford Piskoposu Samuel Wilberforce üstlenmişti. Olayınöyküsünü Huxley'in Yaşamı ve Mektupları adlıbiyografiden dinleyelim:

Daha toplantı salonunun kapıları açılmadan Oxford,Piskoposun Darwin'i ezeceği söylentisiyle çalkanmıştı.Wilberforce'u tartışmaya, Darwin'e kişisel kin besleyenProfesör Owen hazırlamıştı. Karşısında Darwin'in "çobanköpeği" diye bilinen T.H. Huxley vardı. Aslında Huxley'inniyeti dinleyici olarak kalmak, tartışmaya katılmamaktı.Tartışmanın çok geçmeden demagojiye dönüşüpsoysuzlaşacağı endişesini taşıyordu. Öyle bir kalabalıktaakıl değil, duygular ağır basacak, dolayısıyla bilimsel bir

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 39

Page 40: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

tartışmaya olanak olmayacaktı. Hatta arkadaşlarının ısrarıolmasa, toplantıya katılmayı bile istemiyordu. Toplantıyagelenler öylesine kalabalıktı ki, Oxford Müzesinde aynlansalon yetersiz görülerek Kütüphanenin Batı Odası diyebilinen daha geniş bir salona geçilir. Konuşmacılar dahagelmeden salon tıka basa dolmuş, nefes alınacak yerkalmamıştı. Salonun batı kesiminde pencerelere kadardoluşan bayanlar yer almış, bir yandan yelpazeleriyleserinlerken bir yandan da el kol işaretleriyle piskoposucoşkuyla selamlıyorlardı. Piskoposun hazır kuvveti kilisetakımı da salonun tam ortasında yer almıştı. Salonun kuzeykesimine ise, öğrenciler yığılmıştı; azınlıkta olmakla birlikteonlar da Darwin için seslerini yükseltmeye hazırdılar.

Wilberforce konuşmak için yerinden doğrulmaya başlayıncasalonda gerginlik artar, tüm gözler ona çevrilir. Piskoposyarım saat boyunca parlak ama içeriksiz bir retorik örneğisergiler; dinleyicileri düşünmeye değil duygulanmaya iten,gerçekleri çarpıtan bir dil kullanır. Ağır başlı bir din adamıgörünümünde, evrim düşüncesinin anlamsızlığını vurgular;türlerin başlangıçtaki yaratılış biçimleriyle kaldığı, Tanrısaldüzenin değişmeyeceği temasını işler. Dinsel törenlerdeher zaman ustaca başvurduğu yöntemle konuşmasınınetkisini yükseltmek, karşı tarafa ölüm darbesini vurmak içinHuxley'e döner, alaycı bir gülümsemeyle şu soruyuyöneltmekten kendini alamaz: "Şimdi öğrenmek istiyorum,sizin maymunla akrabalığınız anne tarafından mı, yoksababa tarafından mı?" Konuşmak niyetinde olmayan Huxleyartık sessiz kalamazdı, Piskoposa ağzının payını vermekfırsatı doğmuştu. Yavaşça yerinden doğrulur, sakin, kararlıbir ifadeyle, "Maymunla şu ya da bu yoldan akraba olmayıdüşürücü bulmuyorum. Beni asıl utandıran şey, sözsöyleme ustalığıyla gerçeği saptıran biriyle şu anda karşıkarşıya kalmış olmamdır."

Huxley'in bu kısa yanıtı salonun havasını bir anda değiştirir.İtiş kakış ve bağrışmalar arasında hanımlardan biri bayılır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 40

Page 41: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Öğrencilerin ısrarlı isteği üzerine dönemin tanınmış botanikbilgini Hooker kürsüye çağrılır. Hooker konuşmasındaPiskopos'un bilimsel verileri hiçe saydığını, bilmediği birkonuda uzmanlık tasladığını, Türlerin Kökeni'ni okumadığıhalde kulaktan dolma sözlerle karaladığını belirtir. Piskoposkendini savunamaz duruma düşmüştür; kurtuluşuçevresiyle birlikte toplantıyı hemen terketmekte bulur.

Bu olay aynı dili kullanmayan din ile bilimin bir araya geliptartışamayacağını göstermekle düşünce tarihinde önemlibir yer tutar.

Soru 20: Bağdaşmaz iki dünya mı?

Darwin'in yaptığı neydi? Bağnaz çevrelerin tedirginliğibüyük ölçüde bu soruyu doğru yanıtlamamaktankaynaklanıyordu. Darwin türlerin evrimine ilişkin bir kuramortaya koymuş, toplayabildiği gözlem verileriyle kuramınıkanıtlamaya çalışmıştı. Bir hipotez niteliğinde olan bukuram canlılara ve türlerin gelişimine ilişkin bilinen olgularıaçıklamaya yönelikti. Darwin'in kendisi kuramına bu gözlebakmış olmalı ki, daha doyurucu bir kuramın ortaya çıkmasıhalinde ondan vazgeçebileceğini belirtmekten gerikalmamıştı. Günlüğünden şunları okuyoruz:

Bana ne denli çekici gelirse gelsin, olguların ters düştüğüherhangi bir hipotezimden (ki her konuda hipotezoluşturmaktan kendimi hiçbir zaman alamam)vazgeçebilmem için kafamı saplantılardan uzak tutmaçabasından hiçbir zaman kaçınmadım.

Ne var ki, Darwin'in değindiği saplantısız ya da özgürcedüşünme çabasının o ilim adamları arasında bile yaygınolduğu kolayca söylenemez. Nitekim Darwin daha yaşarkenkimi çevrelerin, bu arada bazı bilim adamlarının, evrimkuramına kuşku götürmez bir öğreti gözüyle baktıklarınatanık olmuştur. İki uçta da bağnazlığın egemen olduğu öyle

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 41

Page 42: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

bir ortamda din ile bilimin, uzlaşması şöyle dursun,tartışmasına bile olanak yoktu. Din taşlaşmış teolojikdogmalarından, hiç değilse canlı dünya ve özellikle insansöz konusu olduğunda, en küçük bir ödün vermeyi veyayumuşamayı göze alamamakta; bilim ise mekanist dünyagörüşünün büyüsünde hiçbir alanda ne Tanrı'ya ne deruhsal bir güce yer veriyordu. Öyle ki, Wilberforce ile Huxleytoplantı salonunu terk ettiklerinde, birbirine tümüyleyabancılaşan iki bireyi değil, birbiriyle bağdaşmaz iki ayrıdünyayı simgeliyorlardı.

Darwin istemeyerek günümüze de uzanan bir bunalıma,kültürde onarılması güç bir çatlaklığa yol açmıştı.

Soru 21: Darwin yeterince anlaşılmış mıdır?

Tüm devrimsel etkisine karşın Darwin yeterinceanlaşılmayan bilim adamlarından biridir. Pek çok kimseningözünde onun düşünce tarihindeki yeri kuşkuludur.Kimisine göre zekâsı ortalama düzeyde, kavrayış gücüzayıf olan Darwin başarısını, doğru zamanda, doğru yerdedünyaya gelmiş olmasına borçludur. Kimisine göre isebaşarısının gerisinde yalnızca sabır ve yılmayan istençgücü vardı. Biyografisini yazanlardan biri onu "entelektüelolarak sınırlı, kültüre karşı duyarsız" diye nitelerken, birdiğeri, "olguları toplama gücünü yüksek, düşünceleribirleştirme yeteneğini zayıf" bulduğu Darwin'in "büyükdüşünürler arasında yeri yoktur," der. Bağnazların gözündeise Darwin bilim adamı değil, bir şarlatan, bir göz boyacıdır.Bunlara bilim tarihini okumaları gerektiğini anlatamazsınız.Sıradan kişilerin Darwin ve evrim konusunda ya hiç ya dapek az şey bilmeleri doğal sayılabilir, belki. Ama aydıngeçinenler arasında bile çoğunluğun yüzeysel bilgiyleyetinmesine ne diyeceğiz?

Darwin'i yakından inceleyen, gerçekten tanıyan bilimtarihçilerinin yanı sıra onu anlama çabası gösteren

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 42

Page 43: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

aydınların da yadsıyamayacakları gerçek şu: Darwin üstünyeteneklerle donatılmış, geniş görüşlü, derin kavrayışgücüyle ayrıntıları gözden kaçırmayan sabırlı biraraştırmacı, özgün ve kapsamlı kuram oluşturma dehasıylasayılı bilim adamlarından biridir. Otobiyografisinin soncümlesi onun aynı zamanda ne denli alçakgönüllüolduğunu göstermektedir:

Sahip olduğum mütevazı yeteneklerim göz önünealındığında, birtakım önemli noktalarda bilim adamlarını budenli etkileyebilmiş olmam gerçekten bir sürprizdir, benimiçin.

Charles Darwin, 1882'de 73 yaşında Öldüğünde, uygardünyayı kuramının bir tür yer sarsıntısı içinde bırakmıştı.Doğadaki konumumuza ilişkin düşüncemiz üzerindeki etkisibugün bile yeterince değerlendirilmiş değildir. TürlerinKökeni yayımlanmasından bu yana 130 yıl geçmişolmasına karşın ilk canlılığını sürdürmekte, değişikçevrelerde tartışılmaktadır.

Evrim kuramını anlamak, bu kuramın çok yönlü etkilerinideğerlendirmek Darwin'in büyük başarısını anlamakdemektir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 43

Page 44: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

III. BÖLÜM

DARWİNCİLİKTE YETERSİZLİKLER

Bilim görünürde olmayan bir düzeni arayıştır.

L.S. Stebbing

Soru 22: "Yaşam Savaşımı" nasıl yorumlandı?

19. yüzyılın ikinci yarısı, deyiş yerindeyse, Darwin'in birbakıma putlaştırıldığı dönemdir. Türlerin Kökeni, İncil gibi,istenilen anlamda yoruma açık yarı kutsal bir kitabadönüşür. Almanya'da, doğal seleksiyon ilkesi PrusyalıJunkerlerin üstün ulusların oluşması için zayıfların yokedilmesi gerektiği inancına aranılan "bilimsel" desteğisağlar. Prusya'da Darwin'i izleyen Treitschke ile Bernhardisavaşı yüceltmeye yönelik yoğun bir çaba içine girerler.Darwin'in kendi ülkesi İngiltere'de doğal seleksiyonadayanan evrim düşüncesi, ticaret ve sanayide acımasızrekabetin, emek sömürüsü ile sömürgeciliğin gerekçesiolur. O dönemde sosyalist entelektüellerin yorumu dahainsancıldı; onlara göre Darwin'in gözlemleri arasında,canlıların çetin doğal koşullara dayanma ve çevreyle uyumkurmada bireyler arası dayanışma ve işbirliği savaşımkadar yer tutan bir olaydır. Öyleyse, bireyleri birbiriyleacımasız vuruşan bir toplumdan çok, dayanışmayadayanan bir topluluğun gelişme ve ilerleme gücü dahayüksek olabilir. Ne var ki, hızlı sanayileşme sürecine girengeçen yüzyılın kapitalist rekabet ortamı evrimdedayanışmayı değil, zayıfın acımasız ayıklanmasıdüşüncesine yatkın olmalı ki, evrim doğal seleksiyonlaözdeş tutuluyordu. Daha insancıl bir yorum öyle bir ortamda

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 44

Page 45: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

santimantal bir fantezi olmaktan ileri geçmezdi. Oysadoğanın tümüyle acımasız ve kırıcı Çalıştığı tezinekatılmamayı salt duygusallık diye nitelemek doğru değildir.Doğada, toplumsal yaşamda olduğu gibi, yarışma vesavaşım yanında dayanışma ve işbirliği de vardır. Kaldı ki,Darwin'in kendisi yaşam savaşımında "en uyumlununayıklanmaktan kurtuluşu" tezinin dar anlamdayorumlanması eğilimine karşı gerekli uyarıda bulunmuştu.En uyumlu her zaman "en güçlü" demek değildi. Yaşamsavaşımında güçlerini birleştirip dayanışma içine girenlerinde, en güçlüler gibi, başarı sağladıkları söylenebilirdi.İnsanın Soyu adlı kitabında Darwin bu noktayı açıkçabelirtmiştir:

Üyelerinin çoğunluğunun birbiriyle dayanışma içinde olantopluluklar en iyi gelişme gösteren ve çoğalantopluluklardır.

Ne var ki, Darwin'i izleyenler, çoğunluk, dar yorumadüşmekten kurtulamamıştır. Onu en iyi anlayanlardan biriolan Huxley bile, hayvanlar dünyasını bir "ölüm−kalımarenası" diye niteler. Ona göre,

Bu arenada zayıflarla beceriksizlerin elenmesi, güçlülerlebeceriklilerin egemenliği kaçınılmazdır.

Yorumunda daha ihtiyatlı davranan Herbert Spenceryalnızca, "yaşam savaşımında en uyumlu" nitelemesininanlamı üzerinde durur.

Soru 23: Evrim sürecinde dayanışmaya yer yok mudur?

Darwin'den sonra evrimde dayanışmanın öneminivurgulayan ilk yazar yüzyılımızın başında adını duyuranPrens Kropotkin olmuştur. Bu yazarın gençliğinde DoğuSibirya ile Kuzey Mançurya'da inceleme gezisi sırasındadikkatini çeken en önemli olay, hayvanlar arasında pek çok

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 45

Page 46: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

örneğini gözlemlediği, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmaidi. Gerçekten iklim koşullarının son derece çetin olduğu bubölgelerde bir tür dayanışma içine girmeyen hayvanlarınyok olmaktan kurtulmasına olanak yoktu. Prens Kropotkin,Evrimde Bir Faktör: Yardımlaşma adlı yapıtında şöyledemektedir:

Bireyleri arasında yaşam savaşımının en düşük,dayanışmanın en yüksek düzeyde tutulduğu hayvantürlerinde gelişme, çoğalma ve beslenme olanaklarının enüst düzeye çıktığı gözden kaçmayacak kadar açıktır.

Kropotkin'in yargısı kolayca göz ardı edilemez: gerekhayvanlar dünyasında gerek ilkel insan topluluklarındaonun savını kanıtlayıcı pek çok gözlem yapılmıştır.Dayanışma eğilimi özellikle kuşlar arasında belirgindir.Serçe ve benzeri küçük kuşların, doğan, şahin, kartal gibiyırtıcılardan kendilerini dayanışma içine girerek koruduklarıbilinmektedir. Gezdiği yerlerde hayvanların çoğunluk bir türtoplum yaşamı sürdürdüğüne tanık olduğunu söyleyenKropotkin kuzeyin büyük düzlüklerini fare kolonileriyle yersincaplarının tuttuğunu, kutba yakın çevrelerde ise rengeyikleriyle misk öküzü sürülerinin egemenlik kurduğunu;okyanus kıyılarına gelince, oraları fok balıklarıyla morslarındoldurduğunu örnek olarak gösterir. Orta Asya'nın büyükyaylalarının derinliklerinde bile yabancıl at, eşek, deve vekoyun sürülerinin görüldüğüne değinen Kropotkin, doğayısürekli bir savaş alanı saymanın yanlışlığını altını çizereközellikle belirtir:

Hayvanlar dünyasını, kanlı dişleriyle kurbanlarını durmadanparçalayan aslan, kaplan ve sultanlardan ibaret saymaktümüyle yanlış bir bakıştır. Öyle olsaydı, insan yaşamını dasürekli savaş ve toplu kırım saymamız gerekirdi.

Fizyoloji ve tıp alanında tanınmış bilim adamı KennethWalker'in gözlemleri de bu yargıyı pekiştirici niteliktedir:

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 46

Page 47: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Yıllarca önce Doğu Afrika'da avlanmaya çıktığımdahayvanlar arasında gözlemlediğim dayanışmanın birçokörneği hâlâ belleğimde canlıdır. Athi düzlüklerinde değişikzebra ve ceylan sürülerinin tehlikelere karşı birbirleriniuyarmak için belli yerlere nöbetçi koyduklarına tanık oldum.Zebra avlamaya çıkmamıştım; ama ceylan avlamam dahemen hemen olanaksızdı. Çünkü ne zaman birineyaklaşmak istesem, nöbet tutan zebra tehlikeyi fark eder,ceylanları uyarırdı. Gene zürafalarla filleri de çok kez birliktebulurduk. Fillerin kocaman kulakları, son derece keskinişitme duyuları vardır; ancak görme duyuları zayıftır.Zürafalar ise adeta gözetleme kulelerine yerleştirilmişbekçiler gibidir. Güçlerini birleştirdiklerinde görünmeden yada duyulmadan ne fillere ne de zürafalara yaklaşmayaolanak vardı. Daha ilginç (daha doğrusu son derece garip)bir işbirliği gergedanlarla, derilerine gömülen kene türündenparazitleri ayıklamak için sırtlarında sıralanıp oturan kuşlararasında idi. Bu kuşlar her zaman tetikte bekler,yaklaştığımı çok uzaktan fark eder etmez hırçın çığlık vegagalamalarla konuğu oldukları hayvanı uyarırlardı.Gergedan kaçmaya koyulduğunda kuşlar bir katardakiyolcular gibi hayvanın sırtına asılıp yerlerindenayrılmazlardı.

Soru 24: Evrim kuramının yol açtığı ikilem neydi?

19. yüzyılda bilim adamları çoğunluk çalışma odalarında yada laboratuvarda kapalı kaldıkları, doğayı doğrudan tanımayoluna gitmedikleri için canlıların salt savaşım içinde olduğutezine kolayca kapılmıştır. Huxley çapında seçkin bir bilimadamı bile kendini bu yanılgıdan kurtaramamıştı. Oysa buaynı zamanda ahlâk anlayışında idealist olan Huxley için birtürlü içine sindiremediği bir sıkıntı olmuştur. Yaratılışındason derece duyarlı ve insancıl bir kişi için doğayı kör veacımasız bir kırım makinesi olarak görmek kolay değildir.Sıkıntı sıradan insanlar için de söz konusuydu: Pazargünleri kilisede dinlediği sözlerle diğer günlerde bilimsel

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 47

Page 48: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kitaplarda okuduğu şeyler arasında derin bir uçurum vardı.Yuvasından düşen bir serçe yavrusunu bile gözdenkaçırmayan, tüm olup bitenlere egemen, koruyucu,bağışlayıcı yüce Tanrı bir yanda, öte yanda ise onun"yaratıkları" diye öğrendiği canlılar arasındaki acımasızkırım! Din adamlarına mı, bilim adamlarına mı, kimeinanacaktı insanlar? Yumurtalarını bir hayvanın derisininaltına yerleştirip orada çıkan larvalarına hayvanındokularını yiyerek beslenme olanağı sağlayan "ichneumon"denen sineği düşünelim. Böyle bir nesne Tanrı'nın yaratığıolabilir miydi? Olursa, bunun açıklaması nedir? Doğagerçekten bilim adamlarının betimlediği gibi güçlünün zayıfıbeceriklinin beceriksizi yok ettiği korkunç bir savaşalanıysa, o zaman insanları iyilik yapmaya, yardımlaşmayave paylaşmaya çağıran dinsel ve ahlaksal öğütlerin anlamıkalır mıydı? Darwincilerin dediği doğruysa, "din" denenşeyin efsane olma dışında bir anlamı var mıydı? Masallakendimizi avutup oyalanmaktansa gerçeği tanımak, onaalışmak daha doğru olmaz mıydı?

Bu ikilem, çağımızda dinsel inancında içtenlikli olan sıradaninsan için hâlâ çözümsüz kalmaktadır.

Soru 25: "Darwincilik" nedir?

Ne Darwin ne de onu izleyen destekleyicileri evrim kuramınıispatladıkları savındaydılar. Onlar kuramı gözlemselkanıtlarına dayanarak doğruladıklarına inanıyorlardı.Darwin'in en ateşli savunucusu Huxley'ın bile türlerinevriminin doğal seleksiyon düzeneğine dayandığı tezinetümüyle katıldığı söylenemez. Ancak "Darwincilik" denendaha sonraki bir gelişme Darwin'in evrim kuramınadoğruluğu kesin bir tür dogma kimliği kazandırmabağnazlığı göstermiştir.

Evrim kuramına yöneltilen eleştirileri (bunlar ilerdebelirteceğimiz gibi, dinsel, duygusal ve bilimsel olmak üzere

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 48

Page 49: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

değişik kaynaklı tepkilerdir) gereğince değerlendirmek için,her şeyden önce, Darwinciliğin ne olduğunu anlamamızgerekir. Değişik yorumlara uğrayan, bu nedenle de anlambelirsizliği içine düşen "evrim" teriminin, öncelikle tanımsalaçıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç vardır.

Günlük anlamında "evrim" açılma veya gelişme sürecidemektir. Politikada toplumun devrim gibi köktenci biratılımla değil, birikimli bir süreç içinde değişmesi anlamınagelir. Biyolojideki kullanımıyla "evrim" (a) Canlıların dahabasit ilk formlardan daha karmaşık formlara doğrugelişmesi, veya (b) aynı soydan organizma topluluklarınınözelliklerinde kuşaklar boyu birikimle oluşan değişiklikanlamına gelmektedir. Biyolojideki kullanımları içeren"Darwincilik", dar anlamda, doğal seleksiyon düzeneğinivurgulayan görüşün adıdır. Buna göre, tüm canlı türler,organizmaya doğal koşullarda ayıklanmaktan kurtulma veçoğalma olanağı sağlayıcı varyasyonların doğalseleksiyonuyla gelişir. Darwincilik doğal seleksiyon teziniyoklanması gereksiz doğruluğu apaçık bir ilke saydığıölçüde bilimsel bir kuram olmaktan uzaklaşmakta, ideolojikbir öğreti kimliği kazanmaktadır. Ancak hemen belirtmeli ki,bu öğretisel eğilim geçmişte kalmış bir olaydır. Bugünküanlamıyla "Darwincilik" bilimsel evrim kuramıyla özdeştir.

Üzerinde durulması gereken bir nokta da Darwin kuramınınkapsamına ilişkindir. Darwin kendisinden sonra gelen kimiyandaşlarının tersine kuramının, evrime ilişkin her şeyiaçıkladığı savında olmamıştır. Bilimsel her kuram gibiDarwinciliğin de açıkladıklarının yanı sıra açıklayamadığıolgular vardır. Örneğin, kalıtıma ve mutasyona ilişkinhemen hiçbir şeyin bilinmediği sırada, bir türü oluşturanbireyler arasındaki varyasyonların açıklanmasıbeklenemezdi. Nitekim Darwin kuramı varyasyon olgusunuiçermekle birlikte açıklamaktan uzak. kalmıştır.

Darwinciliğin doğal seleksiyonu evrimin gerçekleşmesinde

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 49

Page 50: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

tek ve şaşmaz düzenek saydığı sanısı da yanlış biryorumun ürünüdür. Darwin'in kendisi hiçbir zaman türlerinoluşmasını yalnızca doğal seleksiyonun bir işlevi olarakgörmemiştir. Kuramında doğal seleksiyon evrimleşmenintemel aracı olarak sunulmuş, ancak başka etkenlere de yertanınmıştır. Bu etkenler arasında Darwin'in özellikledeğindiği Lamarck kuramında vurgulanan organlarınkullanılışı veya kullanışsızlığı noktası vardır.

Darwin'in Lamarck kuramına tümüyle sırt çevirmediğinigösteren bu esnekliği hem anlayışla hem övgüylekarşılamak gerekir. Darwin'in zamanında kalıtım bilimhenüz ortaya çıkmamıştı. Bu nedenle bireylerin yaşamdeneyimlerinde edindikleri özelliklerin kalıtsallaşarakyavrularına geçtiği düşüncesini benimsemede fazla birgüçlük yoktu. Bu düşüncenin olgusal kanıttan yoksunluğuDarwin'in ölümünden sonra ancak ortaya konmuştur.Darwin, Weismann'ın ortaya koyduğu bu sonucuöğrenseydi bile evrim sürecinde çevre etkisini yadsıyan katıgörüşüne katılmayacaktı her halde.

Soru 26: Darwin'in kalıtım bilgisi yeterli miydi?

Doğal seleksiyona malzeme oluşturan varyasyonlarınnedenlerini, kalıtım yasalarını Darwin bilmiyordu, kuşkusuz.Evrim kuramında belirsiz kalan bu konuları aydınlatmakkuramın geçerliğini pekiştirmek bakımından bir ihtiyaçtı. Buihtiyaç Darwin'i kalıtıma ilişkin bir hipotez oluşturmayagötürür. Buna göre organizmada yer alan her hücre"gemmule" denen birtakım parçacıklar salar; parçacıklarvücutta bir süre dolaştıktan sonra üreme hücrelerindetoplanır. Birlikte çoğalabilen bu parçacıkların işlevi vücuttakiher dokunun özelliklerini sonraki kuşaklara iletmektir.Üreme hücrelerinin yeni bir bireye dönüşme ve gelişmesürecinde gemmule'ler de onlarla birlikte çoğalarak bireyinözelliklerini oluştururlar. Darwin'in "Pangenesis" diyeadlandırdığı bu hipotez, kalıtım düzeneğini açıklamaya

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 50

Page 51: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yönelik ilk kuramsal girişimdir. Darwin'in önerdiği açıklamabilim çevrelerinde yeterince benimsenmez, ancak kalıtımbiliminin gelişmesinde hipotezin kamçılayıcı rolü,yadsınamaz.

Doğal seleksiyon düzeneğinin işleyişini anlamak içinmodern kalıtım kuramının ana çizgileriyle bilinmesi gerekir.Unutmamak gerekir ki, doğal seleksiyon kendi başına evrimolgusunu tümüyle açıklamaya elverecek yeterlikte değildir.Bir tür filtre gibi çalışan doğal seleksiyonun işlevi, çevrekoşullarına uyum sağlamada yetersiz kalan bireyleriayıklamaktır. Evrim sürecine devinim sağlayan asıl etken,bireyler arasında ortaya çıkan kalıtsal varyasyonlardır.Varyasyon nedir, nereden kaynaklanmaktadır?

Varyasyon çoğunluk gözlemsel bir olgudur; bir türüoluşturan organizmalar arasındaki değişik her özellik birvaryasyondur. Evrim kuramında varyasyon açıklanan birolgu değil, doğal seleksiyona gereç sağlayan bir veridir.Bireyin çevreye uyum sağlaması bakımından kimivaryasyonlar yararlı, kimileri de yararsızdır. Yaşamsavaşımında. yararlı varyasyonlar organizmaya başarı,yararsızlar ayıklanma yolunu açan etkenlerdir. Sorumuzadönelim: varyasyon nasıl oluşmaktadır?

Bu soruyu yanıtlamak için mutasyon olgusuna değinmemizgerekir. Bir toplulukta kalıtsal varyasyonun temel kaynağı"mutasyon" diye bilinen, genlerde ya da kromozomyapısında oluşan beklenmedik, kalıcı diyebileceğimizdeğişikliklerdir. Ancak varyasyonların tek kaynağımutasyonlar değildir; sürekli olarak genotip oluşturanmevcut "alel"lerin yeni kombinezonları bu bakımdan çokdaha önemlidir.*

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 51

Page 52: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

* "Alel", homolog kromozomlar üzerinde aynı konumupaylaşan bir gen'in alternatif formları demektir.

Soru 27: Kalıtım nedir?

Kalıtım bilimi, kalıtımın fiziksel temelini ve işleyişini ortayaçıkaran Weismann'la başlar*. Darwin'in ölümünden üç yılsonra Weismann, daha sonra embriyoya dönüşendöllenmiş yumurtanın daha başlangıç aşamasında"somatik" ve "propagatif" denen iki yarım parçayaayrıldığını gösterir. Somatik yarım yeni bireyin vücudunuoluşturma yolunda büyür; propagatif yarım ise bireyinüreme bezlerini oluşturur. Vücut yapısını oluşturanhücrelerle yeni kuşaklara yol açan üreme hücreleri arasındakesin ayrılma döllenmeden sonra ortaya çıkan ilkgelişmedir. Bireyin vücudu er ya da geç ölümle son bulur;oysa üreme hücrelerinin bir bakıma ölümsüz olduğusöylenebilir. Bunlar sonra gelen kuşaklarda yaşamlarınısürdürürler. Denebilir ki, organizmanın nerdeyse tümünüoluşturan somatik hücrelerin işlevi, "ölümsüz" üremehücrelerine, bireylerin geçici yaşamlarında, bir barınak, birbeslenme olanağı sağlamaktır. Doğa yaşamın yenikuşaklarda sürdürülmesine yöneliktir. Bizlerin birey olarakbu amaca hizmet araçları biçiminde kullanılmamız,saygınlığımıza ters de düşse, görmezliktengelemeyeceğimiz bir gerçektir. Gerçekten, doğanın işleyişdoğrultusunda kendisine düşen görevi yerine getiren bireyinsonunda hurda yığınına atılması kaçınılmazdır.

Kalıtımın fiziksel temelini oluşturup ana−baba özellikleriniyavrulara aktaran genler hücre çekirdeğinin karmaşıkyapısında yer alırlar. Bir hücre bölünmeye yüz tuttuğundaçekirdeği bir dizi karışık ve ilginç diyebileceğimiz değişikliğeuğrar. Çekirdeğin en belirgin özelliği olan bükülmüş ince tel,sayısı her canlı türü için değişmeyen, "kromozom" denen

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 52

Page 53: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

çubuk gibi parçalara ayrılır. Bu parçaların, çok güçlümikroskoplar altında incelendiğinde, son derece ufaktaneciklerin oluşturduğu kopuk bir kolyeyi andırdığıgörülmektedir. İşte kalıtsal özellikleri "gen" adını verdiğimizbu tanecikler taşımaktadır. Evrim kuramı yönünden önemliolan nokta, genlerin ana−babadan taşıdıkları özellikleriolduğu gibi ve ayrı birimler olarak yavrulara geçirmeleridir.Darwin'in döneminde bu nokta açıldık kazanmış değildi.Ana ya da babaya ait herhangi bir özelliğin, çiftleşmeyekarşın kimliğini yitirmeksizin (herhangi bir karışımauğramaksızın) yavruya geçişi anlaşılması güç bir sorundu.Herkes gibi Darwin'de de, ana ve baba özelliklerininkarışarak birbirini etkilediği, yavruda her özelliğin ortakkimlikle ortaya çıktığı düşüncesi egemendi. Oysa gerekMendel'de, gerek daha sonraki çalışmalarda kalıtım birimigenlerin kaynaşmadığı, diğer genlerle bir araya geldiğindekimlik yitirmediği düşüncesi geçerlik kazanmıştır. Dahası,genler etkinlikleri için elverişli koşullar buluncaya dek üstüörtük kalabilmektedir.

* Kalıtımda genlerin işleyişini deneysel olarak ilk inceleyenbilim adamı Avusturya'lı Rahip Gregor J. Mendel'dir.Mendel'in 1866'da açıkladığı çalışması, ne yazık ki,yüzyılımızın basına gelinceye dek dikkat çekmeden kalır.

Soru 28: Mutasyon nedir?

Modern araştırmalar Darwin'in bilmediği bir başka olguyudaha gözler önüne sermiştir: "Mutasyon" denilen ani vekalıcı değişme. Özellikle bir tür meyve sineği olan drosofilaüzerinde sürdürülen yoğun gözlemler mutasyon .olayını

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 53

Page 54: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

daha yakından öğrenmemizi sağlamıştır. Bulgulardan birizaman zaman bu sineklerden birinde veya birkaçındabeklenmedik bir değişikliğin ortaya çıktığına ilişkindir.Örneğin, bireyin ya göz rengi, ya kanat yapısı, ya ışığatepkisi, ya da yaşam süresi yönünden diğer bireylerdenfarklı bin özelliği göze çarpar. Değişik mutasyonlara sahipbireylerin düzenli çiftleşmeleri yoluyla çok sayıdamutasyonları aynı bireylerde bir araya getirerek bir ya dadaha fazla "yeni" denebilecek türün oluşmasısağlanabilmektedir. Mutasyon belli bir tür ya da bellibireylerle sınırlı kalan bir olay değildir. Bu olayın nedenselaçıklaması henüz yapılamamıştır. Bilinen şu ki, herorganizma mutasyona uğrayabilir. H.J. Muller ve diğer bazıbilim adamları soruna açıklık getirmek için denek olarakayırdıkları meyve sineklerini Xısınına tutmuşlardır. Gerçi buişlem sinekleri üreme gücünden yoksun bırakacak kadarzedelememektedir. Ne var ki, Muller bu işleme karşınüreme gücünü koruyan bireylerin yavrularında çok sayıdamutasyon olayı saptar. Bu yöntemle kırmızı yerine beyazgözlü, büyük yerine küçük kanatlı, düz yerine çatal tüylüsinekler oluşturulur. Bu sonuca dayanarak mutasyonungörünürde organizmayı etkilemeyen bilmediğimiz kimi dışetkenlere bağlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Örneğin,dünyamızın atmosferinden geçen kozmik ışınlarınmutasyona yol açtığı sanılmaktadır. Genetik alanında bilimadamlarını uğraştıran mutasyon olayı, evrim bakımındanfazla önemsenmemektedir. Evrimin mutasyon gibi ansızınbeliren değişmelerden çok, uzun sürede yer alan küçükdeğişimlerin birikimiyle oluştuğu görüşü egemendir.Mutasyonlar doğal seleksiyon için güvenilir malzemesağlamamaktadır; evrim açısından olumlu mutasyonlarınyanı sıra daha çok olumsuzlarına raslandığı söylenebilir.Öyle ki, örneğin, bir sinek türünde görülen 400mutasyonundan yalnızca ikisi olumlu, geriye kalanlarınhepsi topluluk için yararsız veya zararlı bulunmuştur. Kaldıki, olumlu olanların da evrim için aynı yönde olanaksağlamadığı görülmüştür.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 54

Page 55: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 29: Doğal seleksiyonun bilimsel konumu nedir?

Doğal seleksiyon kavramında yer alan iki temel noktayı birkez daha belirtmek yerinde olur: (1) Yaşam savaşımındadaha güçlü veya çevre koşullarına daha uyumlu bireylerinayıklanmaktan kurtulma ye çoğalma şanslarının dahayüksek olduğu; (2) Tüm canlıların varyasyonlara açıkolduğu (Varyasyonların nedenlerine ilişkin bilgilerimizinyetersizliği, varyasyonları beklenmedik ya da raslantıoluşumlar saymaya yol açmıştır.).

Türlerin oluşumunda başlıca düzeneğin doğal seleksiyonolduğu düşüncesi ister istemez yanıtlaması çok güç birsoruya bizi yöneltmektedir. Doğal seleksiyon bugün deyürürlükte olduğuna göre, yeni türler şimdi de ortayaçıkmakta mıdır? Bu soruyu yanıtlamak kolay değildir. Birkez, evrim doğal bağlamında doğrudan gözlenebilecek birolay değildir. Sonra, yeni bir türün oluşması uzun zamanalan bir süreçtir. Ancak kesin bir şey söylenemiyor diyedoğal seleksiyon düzeneğini bilim dışı, dayanaksız birdüşünce saymak da yanlıştır. Unutmamak gerekir ki,bilimde tüm kuram ve genellemeler az ya da çokdoğrulanmış hipotezlerdir. Her hipotezin bil açıklama işlevivardır; bir alanda açıklama işlevi bakımından dahakapsamlı, daha doyurucu alternatif bir hipotez ortayaatılıncaya dek, yürürlükteki hipotez korunur. Bilimde herkuram veya hipoteze geçici gözüyle bakılır; yeni gözlemveya deney sonuçlarının ters düştüğü hiçbir hipotezyanlışlanmaktan kurtulamaz. Bu noktayı bilerek ya dabilmeyerek gözden kaçıranların evrim kuramının birtakımsorulara yanıt vermediği gerekçesiyle bilimsel olmadığısavma sarıldığını görmekteyiz. Oysa tüm bilimsel kuramlargibi evrim kuramı da ne kesindir, ne de "kesin değil" diyebilim dışı sayılabilir.

Evrim kuramını "ispatsız kaldığı" gerekçesiyle bilim dışısaymak ne denli yanlışsa, artık tartışılmaz "bilimsel bir

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 55

Page 56: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yasa" saymak da o denli yanlıştır. Hiçbir bilim adamı(Darwinci ya da yeni−Darwinci olsun) evrim kuramının ispatedildiği düşüncesini ileri süremez. Ne var ki, evrimkuramının sağlam olgusal verilere dayandığı gerçeği deyansız ve nesnel düşünen hiç kimsenin gözündenkaçmayacak kadar açıktır. Üstelik evrim olgusunu açıklamayolunda bu kurama seçenak sayılabilecek başka bir kuramda bugüne değin ortaya atılmış değildir. Kuşkusuz budurum kuramın kesinlik kazandığı anlamına gelmez.Bilimde her kuram gibi evrim kuramı da irdelenebilir,tartışılarak geliştirilebilir. Nitekim, doğal seleksiyon ilkesitartışma götüren bir konudur; evrim sürecinin kimiinceliklerini açıklamada bu ilkenin tümüyle yeterli olduğukolayca söylenemez. Ancak açıklama gücü daha doyurucuyeni bir ilke oluşturuluncaya dek doğal seleksiyondüşüncesinden vazgeçilemez.

Soru 30: Evrim bir amaca yönelik midir?

Normal olarak evrim uyum sağlayıcı bir süreçtir. Evrimleoluşan organizmaların çevrelerine ve yaşam koşullarına,çoğu kez inanılmaz bir incelik ve beceriyle uyumsağladıklarını biliyoruz. Görünüre bakılırsa, uyum kurmaamaçlı bir davranıştır. Ancak modern biyolojinin en parlakbaşarılarından biri uyum olayında yansıyan erekliliğinyalnızca görünürde kalan bir izlenim olduğunu ortayakoymuş olmasıdır. Hatta buna, antropomorfik bir yanılgı dadiyebiliriz. Evrim kuramı uyumun, varyasyonun vevaryasyonun yol açtığı doğal seleksiyonun otomatik birsonucu olduğu tezini içermektedir. 17. yüzyıla gelinceyedek bilimsel çevrelerde bile göksel cisimlerin Tanrısal birdüzen ve güdüme bağlı olarak devindiklerineinanılmaktaydı. Oysa astronomi ve fizik alanlarındakiilerlemeler, aynı düzenin mekanik yasalar çerçevesindeaçıklanabileceğini göstermiş, doğal olayların doğaüstügüçlere başvurularak açıklanmasının gereksizliğini ortayakoymuştur.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 56

Page 57: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Canlılarla yaşam çevreleri arasındaki uyum da biziyanıltmamalıdır. İlk bakışta belli bir plan ya da amacıyansıtır görünen uyum aslında uzun süreli doğal birayıklanmanın, yaşam savaşımında başarılı bireylerinçoğalmasına olanak veren bir düzeneğin (doğalseleksiyonun) ürünüdür. Doğadaki düzen, doğal süreçlerinoluşturduğu bir dengedir; bilim, doğa dışı nedenler aramaz.

Soru 31: Evrim raslantı varyasyonlarla açıklanabilir mi?

Kuşkusuz evrim kuramının bugün bile çeşitli noktalardayetersizliği gösterilebilir. Bilindiği gibi, "canlı" dediğimizorganizma değişik işlevli organlarıyla koordine edilmiş birbütündür. Bir parçasında oluşan bir aksaklık organizmanıntümünün işleyişini etkiler. Örneğin, görme işlevine ilişkinyapılaşmayı alalım. Görmek için çok sayıda düzeneğinişbirliğine ihtiyaç vardır: göz ve gözün iç düzeneklerininyanı sıra beyindeki özel merkezlerle göz arasındakibağıntılardan söz edilebilir. Bu karmaşık yapılaşma nasıloluşmuştur?

Biyologlara göre evrim sürecinde, gözün oluşumunda ilkadım kimi ilkel canlılarda deri üzerinde ışığa duyarlı küçükbir bölümün belirmesiyle atılmıştır. Ancak doğalseleksiyonda bu kadarcık bir oluşumun kendi başınacanlıya sağladığı avantaj ne olabilir? Öyle bir oluşumlabirlikte beyinde görsel merkez ile ona bağlı sinir ağının dakurulması gerekir. Oldukça karmaşık olan bu birbirine bağlıdüzenekler kurulmadıkça "görme" dediğimiz olayın ortayaçıkması beklenemez. Darwin varyasyonların rasgele ortayaçıktığı inanandaydı. Öyle olsaydı, görmenin gerektirdiği okadar çok sayıda varyasyonun organizmanın değişikyerlerinde aynı zamanda oluşup uyum kurması gizemli birbilmeceye dönüşmez miydi? Bu güçlüğü Darwinciler ikiyoldan açıklamayı denemişlerdir: İlkin organizmadaki birdeğişikliğin herhangi bir noktada sınırlı kalmadığı,organizmanın tümünü etkilediği savına başvurulmaktadır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 57

Page 58: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Darwin "korelasyon ilkesi" dediği bu savı kimi örneklerledesteklemeye çalışmıştır. Örneklerden biri mavi gözlübeyaz kedilerin sağır, tüysüz köpeklerin dişlerinin zayıfoluşudur. Ne var ki, kimi eleştiricilerin de belirttiği gibi, butür olaylar korelasyon ilkesini değil, olsa olsa birlikte gidendeğişiklikleri örneklemektedir. Tüyler ile dişlerin gelişimiaynı koşullara bağlıdır; birini aksatan nedenler diğerini deetkiler. Oysa görme için birbirini tamamlayıcı bir dizideğişikliklere ye bunların tam bir uyum ve eşgüdüm içindeçalışmasına ihtiyaç vardır. Bu nedenle görmeninoluşmasını gelişigüzel varyasyonlardan yola çıkan doğalseleksiyonla açıklama yerine, belki de Darwincilerin kolaycaiçlerine sindiremeyecekleri içten gelen yönlendirici birihtiyaç ya da eğilime bağlamak daha yerinde olur. Böylecedeğişik düzeylerdeki organizmaların (örneğin, omurgalılarile mollusc'ların) görme düzeneklerindeki raslantısayılamayacak yakın benzerliği de açıklama olanağıdoğmaktadır*. Sıradan bir mollusc olan Pecten'in gözündebizimkinde olduğu gibi retina, kornea ve selüloz dokulu lensvardır. Şimdi evrim düzeyleri bu denli farklı iki türde bir diziraslantıyı gerektiren bu yapılaşmayı salt doğal seleksiyonlanasıl açıklayabiliriz?

Bu soruyu soranlardan biri de Yaratıcı Evrim adlı kitabındaDarwinciliğin mekanik anlayışına karşı çıkan filozof HenriBergson'dur:

Nasıl olur da sonsuz denecek kadar çok birtakım küçükvaryasyonlar, eğer bu varyasyonlar salt raslantı ise, evriminbirbirinden bağımsız iki kolu üzerinde aynı planı izlesin?Evet, nasıl olur da tek tek alındığında hiçbir işe yaramayanbirtakım varyasyonlar iki kolda da doğal seleksiyonla aynısıra veya düzende korunarak biriktirilmiş olsun?

Darwincilerin bu soruya doyurucu yanıt verip vermedikleritartışılabilir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 58

Page 59: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

* Salyangoz ve sümüklüböcek türünden canlı topluluk.

Soru 32: Doğal süreçleri tümüyle erejkstz saymakyerinde midir?

Göz gibi görecel olarak yeni ve karmaşık bir organınoluşmasına ilişkin açıklama güçlüğünü çözme yolundaDarwincilerin başvurduğu ikinci yola gelince, bu birvarsayıma dayanmaktadır. Şöyle ki, göz gibi bir organın birbölümünün gelişmesine ilişkin genler oluşsa da, diğerbölüm veya bölümlerin gelişmesi için gerekli genleroluşuncaya dek, etkinlik kazanmaz, üstü−örtük (latent)kalır; yeni organ ancak gerekli genlerin tümünün oluşupbirlikte etkinlik kazanmasıyla ortaya çıkar.

Bilimde bir kuramı kurtarmaya yönelik bu türden özelaçıklamalara ara sıra başvurulduğunu biliyoruz. Ancak adhoc denen bu gibi açıklamalar çoğu kez kuşku konusudur,ortada ele alınması gereken bir sorun ya da güçlüğün varolduğunu gösterir.

Darwinciliğin yetersiz göründüğü başka noktalar da vardır.Varyasyon ya da mutasyon raslantıya bağlı beklenmedikolgularsa, herhangi bir amaç ya da düzene yönelik olduğusöylenemez elbet. Oysa hayvanların evrim tarihi gözdengeçirildiğinde, evrimin belli bir "plan" çerçevesinde ilerlediğidüşüncesine kişinin kapılmaması kolay değildir. Evriminkimi durumlarda yön değiştirdiği söz konusu olsa bilegenellikle aynı yönde ilerlediği söylenebilir. Doğalseleksiyon ve rastlantıya bağlı varyasyonlarla geneldedüzenli ve amaçlı görünen bir süreci açıklamak pek çok

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 59

Page 60: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kimse için inandırıcı olmaktan uzaktır. .Hatta bunlararasında kimi Darwinciler de olmalı ki, evrim konusundaamaç ya da eğilim türünden sözcüklere duyulangereksinmeyi "ortogenesis" denen yeni bir hipotezlekarşılama yoluna gidilmiştir. Bu hipotez yeterincebenimsenmemiş olmasına karşın evrimcileri oldukçarahatlatıcı niteliktedir. Ortogenesis, her canlınınprotoplazmasında evrim sürecini belli bir yöne doğrultankalıtsal ve bağımsız bir eğilimi var saymaktadır. Varsananbu eğilime organizmanın bir tür alınyazısı diye bakılabilir.Kimi biyologlar (örneğin, Fairfield Osborn) atlarınatalarından kalma fosil dizisinin, ortogenesis hipotezinegitmeksizin, açıklamasına olanak görmüyorlar. Öte yandanbaşka biyologlar, bu arada özellikle yeni−Danvmcüer, o türöznel bir eğilimi gizemsel bularak ortogenesis'i bilim dışı biraçıklama saymaktadırlar. Onlara göre, ortogenesis hipotezi,Bergson'un "elan vital" dediği gizemli gücü başka bir terimledile getirmekten ileri geçen bir düşünce değildir.

Darwinciler doğal seleksiyona, türleri küçük varyasyonlarıkullanarak oluşturan bir düzenek, değişikliğe yol açanmekanik bir güç gözüyle bakarlar. Başka bir deyişle doğalseleksiyon Darwincilere göre evrim sürecini yönlendirmez,ona belli bir yön çizmez.

Ayıklama düzeneği olarak çalışan doğal seleksiyon yenitürlere yol açabileceği gibi durumu koruma yönünde deçalışabilir. Bunun bir örneğini İngiliz serçesine ilişkin birolayda bulmaktayız.Bilindiği üzere, İngiliz serçesi çevreyeuyum sağlamada son derece becerikli bir kuştur. Dünyanınbirçok bölgesinde, bu arada özellikle Amerika'da, çokyaygın olarak görülür. Amerika'nın bilinen büyükfırtınalarından birinde serçelerden bir bölümünün yerlerdesüründüğü görülür. Toplanarak bakıma alınan bu serçelerüzerinde yapılan incelemelerde, bunların, aynı bölgedefırtınaya yenik düşmeyen serçelerden kimi farklar taşıdığısaptanır. Fırtınaya yenik düşen serçelerin çoğunluk

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 60

Page 61: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

standart ölçüye göre kanatlarının ya daha uzun ya da dahakısa olduğu görülür. Burada gördüğümüz doğalseleksiyonun ortalama tipi koruma, aşırılığı ayıklamayönünde işlediğidir.

Soru 33: Daha doyurucu bir açıklama gereği var mıdır?

Bilimsel bir kuramın olgusal verilerle ispatlanamayacağınadaha önce değinmiştik. Darwin'in evrim kuramınıispatlamadığı suçlaması bu nedenle havada kalan boş birsaldırıdır.

Evrim, yavaş yürüyen uzun süreli bir süreçtir. Bazıaraştırmacılar, yeni bir türün ortaya çıkması için ortalamayüzbin kuşağı kapsayan bir süreye ihtiyaç olduğugörüşündedirler.*Drosofila (meyve sineği) çok çabuk ürediğiiçin biyologların klasik inceleme konusudur. Ama çok hızlıüreyen bu sineğin bile yüzbin kuşağı üçbin yıllık bir süredemektir. Drosofila üzerindeki deneyler ikiyüz yıl önce değil,üçbin yıl önce başlamış olsaydı evrim kuramını doğrulayanya da yanlışlayan bir sonucu ancak günümüzde alabilirdik.

Kimi eleştiricilere göre, evrimi salt doğal seleksiyonabağlamak, daktilo makinesinin başına oturtulan bir kediveya güvercinin tuşlara vuruşlarıyla bir milyon yıl içindeShakespeare'in Hamlet'ini ya da Goethe'nin Faust'unuyazabileceklerini beklemekle birdir. En basit bir canlıyı bileyakından incelediğimizde onun oluşumunda ince bir"zekâ"nm rolünü görmezlikten gelemeyiz. Bu usta el ya dazekâ yaşamın kendisinde saklı bir güç müdür, yoksateolojide sözü edilen Tanrı mıdır, tartışılabilir. {Ama evrimisalt kör kuvvetlerin "mutlu" bir sonucu olarak görmek bubiyologlara göre çok zordur. Tanınmış biyolog J.B.S.Haldane aşağıdaki paragrafta pek çok meslektaşınınpaylaştığı bu görüşü yansıtmaktadır:

Seçkin biyologlardan hiçbiri ne evrim olayına ne de doğal

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 61

Page 62: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

seleksiyon ilkesine kuşkulu gözle bakar. Ancak şansvaryasyonlarına dayanan doğal seleksiyonun kendi başınaevrimi tümüyle açıkladığı düşüncesine katılmaktatereddüdümüz vardır. Doğal seleksiyon evrimi tümüyleaçıklıyorsa bu dünyayı anlama yolunda büyük bir adımdır.Ama doğal seleksiyon evrimi açıklamada, gravitasyonunkimyasal affiniteyi açıklamasından daha başarılı değilse, ozaman, biyologların işi sandıklarından çok daha güçtür.**

Darwin'in evrim kuramı bugün geçerliğini koruyorsa, bununbaşlıca nedeni yerine geçecek daha doyurucu, alternatif birkuramın yokluğundandır. Yetersiz de olsa Darwin kuramınıdaha güçlü bilimsel bir kuram ortaya çıkıncaya dekkorumak zorundayız.

Doğal seleksiyona duygusal tepki gösterenler de azdeğildir. Bunlardan birini dinleyelim:

Kuşların, balıkların, çiçeklerin, vb. göz kamaştırıcıgüzelliğini salt doğal seleksiyona borçlu olduğumuzainanmakta güçlük çekiyorum. Dahası, insan bilinci öyle birdüzeneğin ürünü olabilir mi? Nasıl olur da tüm uygarlıknimetlerinin yaratıcısı insan beyni; Sokrates, Leonardo daVinci, Shakespeare, Newton ve Einstein gibileriölümsüzleştiren yaratıcı imgelem (muhayyile), "yaşamsavaşımı" denen orman yasasının bize bir armağanıolsun?***

* H.G. Wells, J. Huxley, G.P. Wells, The Science of Life.

** J.B.S. Haldane, Possible Worlds.

*** Hawkes, "Nine Tentalizing Mysteries of Nature," New

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 62

Page 63: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

York Times Magazine, 33, 1957.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 63

Page 64: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

IV. BÖLÜM

EVRİM KURAMININ BİLİMSEL KONUMU

Biyolojide, evrimin ışığı dışında, hiçbir şeyin anlamı yoktur.

Theodosius Dobzhansky

Soru 34: Evrim kuramına tepkilerin kaynağı nedir?

Evrim kuramı, ortaya atıldığı günden bu yana tartışmakonusudur. Çoğu kez saldırıya dönüşen eleştirileri iki anagrupta toplayabiliriz:

(1) Dinsel bağnazlık ve önyargıdan kaynaklanan tepkiler;

(2) Bilimsel eleştiriler.

Dinsel bağnazlık baştan beri belirtmeye çalıştığımız gibibilimi hiçbir zaman içine sindirememiştir. Engizisyon vebaşka yollardan (örneğin, kitlelerin koşullandığı önyargılarkörüklenerek) uygulanan baskı ve yıldırma başlangıçtakietkisini zamanla yitirdiğinden, çağımızda değişik taktiklerleyeni bir stratejinin izlendiğini görüyoruz. Günümüzde"Bilimsel Yaratılışçılık" diye piyasalanan akımın aslındabilimsellik görünümü altında bilime karşı ideolojik birmevzilenme, bir saldın eylemi olmaktan öte bir anlamıyoktur. Dünün açıktan bilim düşmanları eylemlerini şimdibilim maskesi altında sürdürmektedirler. Onları dinlersek,dedikleri şu: Evrim kuramı bilimsel değildir; Darwincilik dinkarşıtı bir öğreti, ya da dar anlamda "pozitivist" birideolojidir. Bilimden söz ederek bilimi yıpratmayı stratejikmarifet sayan yaratılışçılar evrim kuramının, (a) deneysel

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 64

Page 65: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

olarak ispatlanmadığını, (b) gerçeği yansıtmaktan uzak birsav ya da "hipotez" olduğunu ileri sürerek evrim olgusunuyadsıma, en azından kuşku konusu yapma yolunda çabagöstermektedirler. Amaçları zihinleri karıştırarak bilimikendilerince zayıf buldukları bir alanda vurmaktır.Yaratılışçıların savlarını ayrıntılı olarak ileriki bir bölümdeele alacağız.*

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 65

Page 66: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

* Bakınız: IX. BÖLÜM.

Soru 35: Bilimsel eleştiriler Nasıl yorumlanmalıdır?

Bilimsel eleştirilere gelince, öncelikle bir noktanın açıklıkkazanması gerekir: yaratılışçılar evrim kuramına ilişkinbuldukları geçerli, geçersiz eleştirileri evrim düşüncesinikaralamak, evrim olgusunu yadsımak için kullanmaktadırlar.Bilimsel eleştirilerin amacı bu değildir. Bilim dünyasındatartışılan evrim sürecinin varlığı değil, açıklanmasındaduyulan kimi yetersizliklerdir; amaç evrim kuramını bilimselolarak daha doyurucu bir düzeye çıkarmaktır.

Darwinciliğe ilişkin bazı bilim adamlarınca belirtilenyetersizliklere bundan önceki bölümde değinmiştik. Bilimseleleştirilere ileriki bölümlerde de yeri geldikçe yer vereceğiz.Şimdi genel bir değinmeyle yetineceğiz.

Evrim, kalıtım olgusunu içeren bir süreçtir. Oysa Darwinkuramını oluşturduğu dönemde kalıtıma ilişkin pek az şeybiliniyordu. Weismann'ın çalışmasının hemen ardındanMendel'in uzun süre gözden kaçan araştırmasının günışığına çıkması Darwin kuramındaki kimi eksiklikleri açığavurur. Öte yandan D'Archy W. Thompson gibi kimibiyologlar, Darwinciliğin canlı dünyadaki hemen hergelişmeyi varyasyonların doğal seleksiyonuyla açıklamasınıkolaya kaçan bir tutum saymıştır. Gündemin sık sıktartışılan bir maddesi de şu: Darwin evrimin yavaş yürüyenbir süreç olduğunu varsaymıştı. Onu izleyenyeni−Darwinciler de aynı görüştedirler. Üstelikyeni−Darwinciler görüşlerinin genetik bilimince dedesteklendiği kanısmdadırlar. Ne var ki, yeni türlerin uzunsüre alan küçük birikimlerle oluştuğu tezini yetersiz bulan

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 66

Page 67: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

evrim kuramcıları da vardır.

Karşı çıkılan bir başka nokta da evrimin ne ölçüde uyuma(adaptasyona) yol açtığına ilişkindir. Doğal seleksiyonundayandığı temel düşünce kimi bireysel farkların çevreyeuyum kurmada avantaj sağladığı, dolayısıyla bu türfarkların gen havuzuna eklenerek yaygınlık kazandığıdüşüncesiydi. Oysa bu özelliklerden bir bölümününkendiliğinden bir avantaj sağlamadığı halde, yalnızcaönemli avantaj sağlayan özelliklerle birliktelik nedeniyle,seçildikleri görülmüştür. Bu, evrim sürecinde ortaya çıkanvaryasyonların tümünün uyum sağlayıcı olmadığı demektir.Başka bir deyişle, kendi başına uyum sağlama avantajısağlamayan kimi özellikler, avantaj sağlayan özellikler gibi,kaücı oıabilir. Öyleyse, türel ya da bireysel özelliklerintümünü doğal seleksiyonun ürünü saymak doğru değildir.

Bu tür eleştiriler evrim kuramının "olmuş−bitmiş",tartışmaya kapalı bir dogma olmadığını, tersinedüzeltilmeye, gelişmeye açık bir konu olduğunu gösterir.Bunu, yaratılışçıların yaptığı gibi, kuramın yetersizliği olarakgöstermek yanlıştır.

Evrim düşüncesinin temel tezi canlılar dünyasındaki türlerindonuk ve değişmez olmadığıdır. Bir tür organizmadanzaman içinde ve değişen koşullar altında başka türorganizmalar oluşabilir. Örneğin kuşların belli bir sürüngentüründen; kedi, köpek, kurt ve benzer hayvanların ortak birmemeli türden oluştuğu söylenebilir.

Evrjm düşüncesi, daha önce de belirttiğimiz gibi, Darwin'leortaya çıkmış değildir. Dahası, evrim olgusunu açıklamagirişiminde bile Darwin'i önceleyen bilim adamları vardır.Bunlardan biri, belki de en önemlisi, Fransız biyologu JeanBabtiste de Lamarck'tır.

Soru 36: Lamarck'ın evrim kuramını nasıl

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 67

Page 68: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

niteleyebiliriz?

Evrim kuramı üzerindeki eleştiri ve tartışmaları iyi anlamakiçin öncelikle Lamarck kuramını yakından tanımak, bukuramın Darwin kuramından temele inen farklarınıbelirlemek yararlı olur. (Bakınız Soru 13, Soru 14).

19. yüzyılda yaşam sürecinde kazanılan özelliklerin yenikuşaklara kalıtımla geçtiği yaygın bir kanıydı. Lamarck'ınevrim kuramını bu düşünce üzerine kurması doğaldı.Darwin'de de izlerine rastladığımız bu görüşün etkisi bugünbile tümüyle yok olmuş değildir.

Lamarck türlerin kendi ihtiyaçlarını karşılama çabasındayeni biçimler aldığı görüşündeydi. Ona göre çevrekoşullarının etkisinde organizmaları daha karmaşık ve dahaileri formlar oluşturmaya yönelten bir tür "içgüdü"denebilecek doğal bir eğilimleri vardır. Başka bir deyişle,türlerin değişik uyumlar içine girmesi, değişen çevrekoşullarının canlıları değişmeye zorlaması −sonucudur.Organizmanın ihtiyacı değiştiğinde, davranışları da değişir.İhtiyaca göre organlar daha çok ya da daha az kullanılır.Daha çok kullanılan organlar güçlenir, kazanılan yeni biçimya da özellikler kutsallaşır. Lamarck bu süreçte,"organizmanın içten gelen gelişme güdüsü" dediği belirsiz,öznel bir gücü etkin görmüştür.

Kısaca değindiğimiz Lamarck kuramı aslında çoğu kezsanıldığı kadar basit değildir. Açıklık getirmek için sık sıkverilen bir örneği yineliyelim: Bilindiği gibi zürafa ağaçyaprağıyla beslenir. Başlangıçta uzun boyunlu değildi;yüksek ağaçlara yetişemediğinden giderek beslenmesıkıntısı yoğunlaşır; hayvan üst dallardaki yapraklaraulaşmak için boynunu gerip uzatmaya zorlanır. Buzorlanma süreci içinde her kuşak bir önceki kuşaktankendisine geçen avantajı daha ileri götürür, sonunda zürafatopluluğu bildiğimiz formuna ulaşır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 68

Page 69: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Zürafaların uzun boynunu doğal seleksiyonla açıklayanDarwin'e göre, ıslah çiftlüderindeki özel yetiştiriciler gibidoğa da ayıklayarak gelişmeyi sağlar. Örneğin, güvercinyetiştiricileri, güvercinler arasından yalnızca beğendikleriözellikleri taşıyanları korur ve çoğaltırlar. Aynı şekilde doğada, sınırlı olanaklar için yarışma gücü ve becerisi en yüksekolan organizmaların kalıp çoğalmasına izin verir; diğerleriniayıklar. Zürafaların ataları uzun boyunlu değildi, amaiçlerinde boynu görecel uzun olanlar beslenme bakımındandaha avantajlı idi. Yaşam savaşımında boyun uzunluğununsağladığı avantaj, uzun boyunlu bireylerin egemenliğine,diğerlerinin giderek yok olmasına yol açmıştır.

Görüldüğü gibi, doğal seleksiyon yeni form veya türlerinoluşumunu organizmanın duyduğu ihtiyaç ya da içten gelendürtüyle değil, bireyler arasındaki varyasyonların elenip"seçilmesiyle açıklamaktadır.

Soru 37: Evrim, kanıtlanmış bir olgu değil midir?

Darwin bilimsel yaşamında iki çetin soruna çözümgetirmeye çalışmıştır. Bunlardan biri, evrim olayınıyadsınamaz bir biçimde kanıtlamak; ikincisi, evrim olgusunuaçıklayan doyurucu bir kuram oluşturmak. İnsanın Soyuadlı yapıtında bu iki noktaya ilişkin şu sözleri buluyoruz:

Tüm çalışmalarımda göz önünde tuttuğum iki hedefimvardı. Önce türlerin ayrı ayrı yaratılmış olmadığınıgöstermek; sonra canlı dünyasındaki değişikliğin başlıcadüzeneğinin doğal seleksiyon olduğunu ortaya koymak.

Darwin hedeflerine ne derece ulaşmıştır? Bu soruyuyanıtlamak için öncelikle evrim sürecini belirleyen kanıtlarıgözden geçirmemiz gerekir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 69

Page 70: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Başta Darwin, pek çok bilim adamı evrim olgusunukanıtlayan gözlemsel veriler toplama yolunda uzun yıllarharcamışlardır. Çok sayıda ve çeşitte olan kanıtlarıayrıntılarıyla burada sergilemeye olanak yoktur. Aşağıdabeş başlık altında topladığımız kanıtların genel bir fikir içinyeterli olduğunu sanıyoruz:

1. Fosillerden öğrendiklerimiz;

2. Yapısal benzerliklerin gösterdiği;

3. Embriyolojide bulunan ipuçları;

4. Yeni formların ortaya çıkışı;

5. Sınıflamadan çıkardığımız.

Soru 38: Fosillerden ne öğreniyoruz?

"Fosil" denen nesne, tarih öncesi dönemde yaşamış birhayvan veya bitkinin, toprakta gömülü taşlaşmışkahntısıdır. Milyonlarca yd önce ortadan silinmiş kimiorganizmaların varlığını fosillerden öğreniyoruz.

Bir canlının kalıntısının fosilleşmesi için iskelet türündensert, dayanıldı bir yapıya sahip olması gerekir; yumuşakparçaların korunması ancak sonradan kayalaşan çamurabenzer tortular içinde kalmasıyla olasıdır. Aslında fosiloluşumu kolay değildir, belli koşulların bir araya gelmesinigerektirir. Bu yüzden geçmişte yaşayan türlere ilişkinfosillerin sağladığı bilgi yeterli olmaktan uzaktır. Öyle deolsa, fosillerin sağladığı bilgi son derece yararlı olmuştur.Bir kez şunu öğreniyoruz: 500 milyon yıl gerilere uzanan eneski fosiller bitkilerle basit omurgasız hayvanlara aittir.Yapısı daha karmaşık organizmalara ait fosillere dahayakın dönemlerde oluşan kayalarda rastlanmaktadır.Omurgalılardan en eski olan balıkların 420 milyon, bilinen

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 70

Page 71: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ilk memelilerin 170 milyon yıl öncesine uzanan fosilleriçıkmıştır. İncelemeler hem hayvan, hem bitki dünyasındafosillerin giderek daha ileri ya da karmaşık canlılara aitolduğunu göstermektedir. Bu, "özel yaratılış" savını değilevrim olgusunu kanıtlayan önemli bir veridir. Aynı derecedeönemli bir kanıt daha vardır: 300 milyon yıl öncesine ait kimifosiller karada yaşayan bir balık türünün varlığınıgöstermektedir. Bunların iskeletlerinin daha sonrakidönemlerde oluşan pek çok kara hayvanlarınıniskeletleriyle yakın bir benzerlik içinde olduğu gözdenkaçmayacak kadar belirgindir. Aradaki başlıca farkbalıklardaki yüzgeçlerin yerini karada yürüme organlarınabırakmış olmasıdır.

Benzer bir ilişkiyi sürüngenlerle kuşlar arasındagörmekteyiz. İskeletleri çeşitli yönlerden birbirini andıran ikigrubun yumurtlayarak çoğaldıkları bilinmektedir. Kuşlarınsürüngenlerden oluştuğu görüşüne ağırlık kazandıran olay"Archaeopteryx" adı verilen bir fosilin bulunmuş olmasıdır.Bir kuşun kanat ve tüylerini taşıyan bir hayvansürüngenlere özgü kafatası ve dişlere sahiptir. Ayrıca uzunkuyruğu, kanat uçlarındaki pençeleri sürüngenlerlepaylaştığı özelliklerdendir.

Fosiller, bildiğimiz atların da beştırnaklı, ufak yapılı, kısabacaklı atalarından bir dizi ara değişikliklerle bugünküforma ulaştığını göstermektedir. Atlar, parçalayıcı etoburcanavarlardan kurtulmak için giderek daha hızlı koşan,uzun bacaklı, tek tırnaklı yapılarına ulaşmıştır.

Fosillerden öğrendiğimiz ilginç bir başka olay hem evrimolgusunu kanıtlamakta, hem de evrimde yaşamsavaşımının işlevini açığa vurmaktadır. Bir dönemde çokyaygın olduğu anlaşılan marsupial memelileri bugün pek azistisna dışında yalnızca Avustralya kara parçasındayaşamaktadır. Jeologlar bu kara parçasının bir zamanlarGüney−Doğu Asyaya bağlı olduğuna inanmakta, ancak

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 71

Page 72: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

placental memelilerinin ortaya çıkmasından önce bu bağınkoptuğunu söylemektedirler. Placental memelilerine yaşamsavaşımında yenik düşen marsupial memelilerinin Asya'dayok olma sürecine girerken Avustralya'da yaşamlarınısürdürmeleri, öyle bir savaşımdan uzak kalmış olmalarıylaaçıklanmaktadır.

Soru 39: Yapısal benzerlikler ne göstermektedir?

Karada yaşayan tüm omurgalıların (özel işlevlerine göreçeşitli modifikasyonlara uğramış olmasına karşın)"Pentadactyle" denilen plana dayandığı bilinmektedir. İlkbakışta insan kolu iskeletinin yarasa kuş veya şimdi artıkvar olmayan uçan sürüngen (ptero−dactyle) kanadı, ya da,balina yüzgeçleri (flipper) ile benzerliği anlaşılmaz görünür.Oysa bu tür yapısal benzerlikler, bu organizmaların evrimsürecindeki ilişkileri bilindiğinde açıklık kazanmaktadır.

Kimi hayvanların görünürde hiçbir işlevi olmayan organlartaşıması açıklama gerektiren başka bir olaydır. Örneğintavşan ve başka bazı otobur hayvanlarda oldukça büyükolan apandisitin selüloz sindirimini sağlayan bakterilerleyüklü olduğu bilinmektedir. Oysa insan, maymun ve diğeretobur hayvanlarda işlevsiz görünen apandisit küçüktür.Gene tavşan, kedi ve pek çok memelilerde ses dalgalarınıyakalamak için dış kulakları hemen harekete geçiren kaslarıinsanda da bulmaktayız. Ancak insanda bu kaslargelişmekten öylesine uzak kalmıştır ki, tavşan vekedilerdeki belirgin işlevini yerine getirmesine olanakyoktur. "Özel yaratılış" denilen şey gerçek olsaydı, bu türyapısal benzerlikler nasıl açıklanabilirdi? Evrim düşüncesiise bir açıklama getirmektedir: yapısal benzerlik gösterencanlıların ortak bir atadan geldiği, kimi organ ya daözelliklerin yeni türlerin bazılarında işlevsiz kalmalarınedeniyle köreldiği gibi.

Soru 40: Başka kanıtlar yok mu?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 72

Page 73: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Var elbet. Bunlara kısaca değinmekle yetineceğiz, Evrimolgusuna embriyolojiden kanıt getirilebilir. Yetişkinomurgalılardan yalnızca balık solunumunu başının ikiyanındaki galsamalarla yapar. Oysa yetişme dönemindekarada yaşayan hemen tüm omurgalılarda galsamayarıkları görülmektedir. Ne var ki, bu oluşum iribaş (kurbağayavrusu) dışında hiçbirinde solunum işlevi görmez. Bununakla yakın açıklaması, kara omurgalılarının atasınınbalıklara uzandığıdır. Kullanılmayan bir oluşumu başkatürlü nasıl açıklayabiliriz?

Kurbağanın yaşam öyküsü bu yönde bize daha doyurucukanıt sağlamaktadır. İribaş, kurbağanın balık benzeri biratadan kaynaklandığını gösteren iyi bir örnektir. Dahası,akciğerli balıkların yumurtalarından çıkan yavrular içgalsamah yetişkinlere dönüşmeden önce iribaşlar gibi dışgalsamalıdır. Bu da, hem suda hem karada yaşayanamfibianların o tür balıklardan kaynaklandığını gösterir.

Yeni formların ortaya çıkışı da kanıt sağlayan bir olaydır.Evrim kuramına göre, doğal seleksiyon düzeneğinin işleyişisürekli olarak yeni formların ortaya çıkmasını gerektirir.Doğal seleksiyon sürecinde bu varyasyonlardan önemli birbölümü yok olurken bir bölümü de işlenerek korunur.Doğada sürekli oluşup ayıklanan küçük varyasyonlarınbirçoğu dikkatimizi bile çekmez. Evcilleştirmede ise, doğalkoşullarda dayanması zor formlar yetiştirilmekte vekorunabilmektedir. Örneğin, insanın uygarlık dönemiboyunca geliştirilen pek çok köpek ve güvercin çeşidininsayılı birkaç çeşide dayandığı söylenebilir.

Sınıflamada da kanıtlar bulabiliriz. Daha önce dedeğindiğimiz gibi, organizmaları gruplamada yapısalbenzerlikleri temel alan bir sınıflama sistemi oluşturulabilir.Buna göre, örneğin, "Felis" cins ismini taşıyan kedileriköpek, kurt, sırtlan, ayı, vb. hayvanlarla gruplayarak dahagenel "carnivora" adı altında geniş bir sınıfta toplayabiliriz.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 73

Page 74: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Üstelik bu sınıf "placentab memelilerini kapsayan dahageniş bir sınıfın bir parçası olarak alınabilir. Bu türden birsınıflama olanağı evrim olgusunu kanıtlayıcı niteliktedir.Açıklayalım: ilk memelilerden bir bölümünün etoburalışkanlığı edindiği, aradan geçen uzun sürede, bugüntanık olduğumuz grupların oluşumuna varan dallanmasürecine girdiği düşünülebilir. Gerçekten, evrimivarsaymaksızın öyle bir sınıflama olanağını nasılaçıklayabiliriz?

Sıraladığımız değişik kanıtlar göz önüne alındığında evrimdüşüncesinin belgelenmediği, dayanaksız bir sav ya daideolojik bir öğreti olduğu söylenebilir mi? Kuşkusuz henüzbilinmeyen, belki de hiçbir zaman bilinmeyecek pek çok şeyolabilir. Şimdiye kadar bulunan fosiller, geçmişte yok olantürlerin ancak bir bölümünü kapsamaktadır. Diğerlerineilişkin şimdilik herhangi bir ize rastlanmadığına göre, ancaktahmin yürütülebilir. Ne var ki, tahminler üzerinde biyologlararasında görüş birliğinin doğması pek kolay değildir. Üstelikbilim adamlarım uğraştıran' daha temel bir sorun vardır:Çevremizde gördüğümüz sayısız çeşitteki canlılar,başlangıçtaki bir ya da birkaç canlıdan evrimleşerekgeldiyse, bu ilk canlıların kaynağı nedir? Bu kaynakinorganik maddeler midir, yoksa "özel yaratma" denilenTanrısal bir eylemi varsaymak yoluna mı gideceğiz? Evrimkuramı türlerin oluşumunu açıklamaktadır; canlıların kökenisorunu ise henüz herkesin üzerinde birleştiği bir açıklığakavuşturulmuş değildir. Bu sorunu bundan sonraki bölümdeele alacağız.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 74

Page 75: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

V. BOLÜM

YAŞAMIN KÖKENİ

Duyunun yetersiz kaldığı yerde akıl işe karışmalıdır.

Galileo

Soru 41: Nesnelerin kökeni nedir?

Çevresindeki canlı ve cansız nesnelerin kökeniinsanoğlunun oldum olası merak konusudur. Yaşadığımızdünyanın akıl almaz çeşitliliklerle dolu olduğunu görüyoruz.Bitki ya da hayvan dünyası sayısız türlerin bir karmaşasıdır.Cansız nesneler bile sayılamayacak kadar çok çeşitsergilemektedir. Gözlerimizi kendimize çevirdiğimizdegördüğümüz daha az şaşırtıcı değildir. Oysa bu başdöndürücü karmaşanın yer aldığı dünyamız güneşçevresinde dolaşan gezegenlerden yalnızca biri; uzaydanbakıldığında, yüzeyi su ve kara parçalarıyla kaplı, küçükküresel bir cisim görünümünde, başkaca özelliği olmayanbir yer! Üstelik, tüm güneş sisteminin bile evrenin"sonsuzluğu" içinde son derece önemsiz bir yer tuttuğusöylenebilir. Uzayın her yönünde, her biri güneşimiz gibiyanan gaz kitlelerinden oluşan sayısız yıldızlar, her birimilyarlarca yıldız içeren galaksiler vardır.

Evren nasıl oluştu; bugünkü duruma nasıl ulaştı?Astrofizikçiler bu soruyu yanıtlama çabası içindedirler.

Kuşkusuz, bu tür soruların ortaya çıkması insanın belli birkültür düzeyine erişmesini beklemiştir; verilen yanıtlar dakültürel gelişmeye göreceldir. Bilim öncesi dönemlerdeegemen görüş mistik ve dinsel nitelikteydi. Masalımsı olanbu görüşe göre, evrende olup biten her şey gizemseldir; ya

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 75

Page 76: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ruhsal bir gücün ya da Tanrı'nın eseridir. O'nun istek vekararına göre düzenlenmiştir. Kutsal kitaplarda bulduğumuzaçıklamalar bu yaklaşımın en yetkin örnekleridir.

Bilimsel açıklamaya az çok benzer ilk girişim Antik Yunandöneminde ortaya çıkar. Platon'un Cumhuriyet adlıyapıtında okuduğumuz şu satırlar yaşadığı dönemingörüşünü yansıtmaktadır:

Filozoflar ateş, su, toprak ve havayı mutlak, ilkel nesnelersaymakta; arz, güneş, ay ve yıldızların bu ilkel nesnelerdenoluştuğunu ileri sürmektedirler. Değişik elementleri şanslave de aralarındaki yapısal benzerlikler gereğince (örneğin,sıcak soğukla, kuru ıslakla, yumuşak sertle, ve daha pekçok zıtlann gelişigüzel karışımıyla) devinir. Tüm hayvan,bitki ve mevsimler gibi dünyamız ve göksel varlıklar bubiçimde yaratılmıştır. Evet bildiğimiz tüm varlıklar buelementlerden oluşmuştur. Ne var ki, bu oluşum herhangibir ruh ya da Tanrı'nın girişimiyle, sanatın aracılığıyla değil,yalnızca doğa ve şansla gerçekleşmiştir.

Her şeyin oluşumunu doğa yasalarının gelişigüzel işleyişineve şansa bağlayan bu görüş bugün de etkisini yitirmişdeğildir. Yüzyıllar boyunca teologlar bu görüşe karşı kutsalkitaplarda yer alan "özel yaratılış" öğretisiyle karşıçıkmışlardır. Ancak, özel yaratılış üzerindeki yorumlar, çoğukez, birbirini tutmadığından öğretinin anlamı kesin olmaktanuzak kalmıştır.

Nesnelerin kökenine ilişkin ilk diyebileceğimiz bilimselgirişimi Fransız matematikçisi Laplace'a borçluyuz.Laplace'ın 1796'da ortaya attığı "Nebülöz" hipotezinin anadüşünceleri daha önce Alman filozofu Kant'ta dile gelmişti.Ancak Kant'ın matematikteki yetersizliği onun sorunu elealışında birakım güçlüklere yol açmıştı. Laplace, evreni,başlangıçta dönen kocaman bir sıcak gaz kitlesi olarakvarsaymıştı. Zamanla soğuyan bu kitle büzülerek daha hızlı

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 76

Page 77: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

dönmeye koyulur. Aynı zamanda, giderek bir tepsi biçiminialan gaz kitlesinin çevresinden birtakım halkalar kopar.Kopma, dış çevrede dönen parçaların merkezkaçkuvvetiyle, onları merkeze çeken gravitasyon kuvvetiarasında denge kurulmasıyla başlar. Laplace ana kitledenkopan dış halkaların her birinin yoğunluk kazanarak birgezegen oluşturduğunu ileri sürer. Geriye kalan orta bölümise güneştir. Dönen ve büzülerek yoğunlaşangezegenlerden kopan daha küçük halkalar da uydularıoluşturur.

Dünyamızın ve içindeki nesnelerin kökenine ilişkin bu genelaçıklamadan sonra, konumuz "yaşarma dönelim.

Soru 42: Yaşamın kökeni nedir?

Yaşam yer yüzünde ne zaman, nasıl başladı? Kültürtarihinde çok eskilere uzanan bu soruya günümüzde dedoyurucu bir cevap verilmiş değildir.

Aristoteles'ten kaynaklanan ve 19. yüzyılın ikinci yarısınakadar geçerli sayılan görüş, canlıların cansız maddelerdenkendiliğinden (spontane) oluştuğu yönündeydi. (Farelerinkirli çamaşır, paçavra ve tahıl taneciklerini içeren çevrelerdeoluştuğu inancı buna bir örnektir.) Bilim tarihinde bu görüş"kendiliğinden üreme hipotezi" diye bilinir.

Kendiliğinden üreme hipotezi Louis Pasteur'ün bakterilerüzerindeki deneysel çalışmasıyla çürütülmüştür. Pasteur(1822 − 1895) sterilize edilmiş .ortamlardamikroorganizmaların çoğalmasının olanaksızlığınıispatlayarak bir canlının ancak bir canlıdan oluşabileceğinikanıtlar. Ne var ki, canlıların ancak canlılardantüreyebileceği gerçeği yaşamın kökenini yeterinceaydınlatmamaktadır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 77

Page 78: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

İlk canlının nasıl oluştuğu bugün bile değişik hipotezlerekonudur. İlk canlının ortaya çıkışı sırasındaki koşullanbelirlemek olanaksızdır. Ancak bu olanaksızlığa karşın kimideneysel çalışmaların yapılamayacağı söylenemez.

Pasteur'den sonra bazı bilim adamları dünyamıza ilk canlınesnelerin bir başka gezegenden ya da göksel cisimdengeldiği savınjı ortaya atmıştır. Bunlara göre, uzaya dağılmışspor, tohum, vb. türden canlı nesnelerin dünyamızaulaşması dünyamızda yaşamı başlatmıştır.

Ancak bu sav ilk canlının nasıl oluştuğu sorusunuyanıtlamamakta, yalnızca bir adım geri atmaktadır.Yaşamın dünyada başlaması uzay aracılığıyla olsa bilecanlının geldiği yerde nasıl oluştuğu sorusu yanıtsızkalmaktadır. Kaldı ki, uzaydan geldiği söylenencanlınesnelerin uzun yolculukları sırasında sıcaklık,radyasyon,vb. elverişsiz koşullara nasıl dayandığısorulabilir. Ayrıca o nesnelere bu yolculuğu yaptıran gücünde ne olduğu bilinmemektedir.Kimisi radyasyonbasıncından, kimisi de dünya ötesi uygarlıklardandünyamıza uğrayan uzay adamlarının geride bıraktıklarıartıklardan söz etmiştir.

Soru 43: Canlının kaynağı cansız madde midir?

Pasteur'ü izleyen yarım yüzyıl boyunca canlının kökenineilişkin bilimsel bir ilerleme olmaz. Bu yönde ilk adım1920'lerde atılır. Kimi biyokimyacılar (J.B. Haldane, A.I.Oparin, vb.) yaşamın arzın ilkel atmosferinde başlayankimyasal bir oluşumdan kaynaklanmış olma olasılığını ilerisürerler. Onlara göre güneşten gelen ultra−viyole gibi birenerji, .denizlerde çözülerek bir tür "sıcak eriyik çorba"oluşturan kimyasal bileşiklere yol açmış, bu bileşikler desonra canlı nesnelerin temeli olan daha karmaşıkmolekülleri oluşturacak şekilde kendi aralarında birleşmişolabilirdi. Stanley Miller'in 1953'te ortaya koyduğu

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 78

Page 79: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

araştırma, günümüzde büyük yoğunluk kazananaraştırmaların hız kaynağı olmuştur. Arzın ilk atmosferineözgü koşulları elde etmek için hidrojen, metan, amonyak vesu buharı gibi nesnelerin kızgın karışımıyla işe koyulanMiller, gazlardan geçirdiği 60.000 voltluk şimşek benzerikıvılcımla amino asit glisin ile alanin gibi birkaç tür organikbileşik oluşturur. (Başlangıçta atmosferimizde oksijenyoktu.)

Son yıllarda yapılan araştırmalar da aynı şekilde yaşamınkimyasal kökeni hipotezine güç veren önemli kanıtlarsağlamıştır.

Soru 44: Canlı−cansız ayırımı kesin değil midir?

En basit düzeyde ilkel canlı süreçlere bakıldığında canlı ilecansızı ayıran keskin bir çizgi bulmak kolay değildir. Dahaileri düzeylerde kuşkusuz canlıya özgü kimi özelliklerdensöz edilebilir. (Bunlar arasında önemli gördüğümüzbirkaçını şöyle sıralayabiliriz: (1) beslenmek: canlınınçevresinden yaşamı için gerekli maddeleri alması; (2)büyümek: canlının çevreden aldığı maddeleri büyümesineelverecek besinlere dönüştürmesi; (3) çoğalmak: canlınıneşeyli veya eşeysiz üremesi.) Ancak, yukarda belirttiğimizgibi, ilkel düzeyde bu tür ayırıcı özelliklerden söz etmekgüçtür. Örneğin bir canlı hücrenin büyüme ve bölünmedavranışlarıyla tuzun sudaki çözeltisinde kristalleşmesineyol açan moleküler oluşumunu kolayca ayıramayız. Belki şudenebilir: bir kristalin çözeltide büyümesi için kullandığı"besin", çözeltideki biçimi değişmeksizin yapısınageçmektedir. Daha önce su molekülleriyle karışan tuzmolekülleri yalnızca büyüyen kristalin yüzeyindetoplanmakla kalmaktadır. Burada gördüğümüzbiyo−kimyasal bir özümleme değil, sıradan mekanik birbirikimdir. Ama bir an için karbondioksit (C02) gazınınsudaki çözeltisine atılan bir alkol molekülünün su vekarbondioksit moleküllerini yeni alkol moleküllerine

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 79

Page 80: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

dönüştürdüğünü düşünelim. Bu durumda alkolü canlı nesnesaymamız gerekecektir, kuskusuz. Aslında bu öylegöründüğü kadar boş bir düşünce de değildir. Nitekim"virüs" denen oldukça karmaşık kimyasal nesnelerinkendilerini çevreleyen ortamdan aldıkları başka moleküllerikendilerine benzer yapısal birimlere dönüştürdükleribilinmektedir. Virüsleri, sergiledikleri özellikler nedeniylehem bilinen kimyasal molekül, hem de organizma türündencanlı nesneler saymaya olanak vardır. Böylece canlı vecansız dünyaları birbirine bağlayan halkayı belki devirüslerin sağladığı söylenebilir.

Soru 45: Uzay molekülleri ne göstermektedir?

Canlının kimyasal bileşiklerden kaynaklandığını gösterenbir başka kanıtı yıldızlar arası uzay moleküllerindebulmaktayız. Teleskoplara bağlı spektrograflarla yıllarcaönce uzayda birtakım basit moleküller bulunmuştu. Ancakson zamanlarda radyo astronomisi aralarında su veamonyak molekülleriyle kimi organik bileşiklerin debulunduğu bir sürü molekülün varlığını ortaya çıkarmıştır.Uzun süre yıldızlar arası uzayda iri moleküllerinbulunabileceğine olanak görülmemişti; çünkü, uzaydaki gazöylesine incedir ki, molekülleri oluşturacak atomlarınbirbirine tutunmasını sağlayacak çarpışmaları son derecezayıf bir olasılıktı. Öyle görünüyor ki, atomları bir arayagetirip tutan, onların birleşip molekülleri oluşturmasınaaracılık eden uzaydaki toz parçacıklarıdır.

Bu ilkel moleküllerin canlılıkla ilgisi nedir, diye sorulabilir."Yaşam tohumu" denen bu moleküller özellikle "kuyrukluyıldız" dediğimiz kornetler aracılığıyla gezegenimizetaşınmış olabilir. Canlıların dünyamızda ortaya çıkması çoksonra hava ve çevre koşullarının elverişli bir ortamadönüşmesini beklemiştir. "Kirli kartopu" denilen kornetlerinhemen tümüyle toz ve buz parçacıklarından oluştuğubilinmektedir. İncelemeler "yaşam tohumları" denilen

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 80

Page 81: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

moleküllerden bir bölümünün kornetler, amino asitlerin de"göktaşı" dediğimiz bazı meteorit türleriyle taşındığınıgöstermiştir. Uzaydan bir tür yağış biçiminde gezegenimizeinen yaşam tohumlarının elverişli bir ortam bulduğu birdönemde canlı nesnelere dönüştüğü söylenebilir, Tanınmışastronom Fred Hoyle, tüm canlılarla birlikte biz insanlarında varlığımızı "kirli kartopu"lanna borçlu olabileceğimizisöylemiştir.

Astronomların tersine biyologlar çoğunluk yaşamınuzaydan değil, yer yüzündeki koşullardan kaynaklandığıgörüşündedir. Ama gene de doğruluk olasılığı son derecezayıf da olsa uzay hipotezi tümüyle göz ardı edilemez.

Arzın bir dönemdeki koşullan simüle edilerek laboratuvardaoluşturulan organik moleküllere aynı zamanda uzaydarastlanması, benzer kimyasal süreçlerin evrensel bir olayolduğunu göstermektedir. Öyleyse, yaşamın dünyamızaözgü olmadığı, başka gezegenlerde de görülebileceğidüşüncesi hiç de yersiz değildir.

Soru 46: Laboratuvarda canlı üretilebilir mi?

Daha yüz yıl öncesine kadar canlıların doğanın değil,doğaüstü bir gücün ürünü olduğu bilim adamları arasındabile yaygın bir inançtı. Kimya bilimi birbirinden tümüyle ayrı"organik" ve "inorganik" diye iki kola ayrılmıştı. Organikmaddelerin yapay olarak oluşturulmasına olanaktanınmıyordu. 1828'de bir Alman kimyageri olan F. Wöhler,idrarda bulunan "üre"yi, cansız maddelerdenoluşturduğunda yer yerinden oynamıştı adeta! Organik −inorganik ayırımı günümüz ders kitaplarında dagörülmektedir. Oysa organik kimya karbon bileşimlerininkimyası olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır.

Sentetik kimyada son yüzyılın birbirini izleyen başarıları,yaşamın kökeni konusuna ilgiyi büyük ölçüde artırmıştır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 81

Page 82: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Daha önce canlılara özgü sayılan pek çok maddenin cansızmaddelerden oluşturulabileceği ortaya konunca, hücre yada en azından canlı moleküllerin laboratuvar tüpündeoluşturulması niçin olanaksız sayılsın? Bu yoldaki sayısızdeneylerin kimi başarılı sonuçlara karşın kesin bir sonuçverdiği henüz söylenemez. Bir kez virüslere ilişkin henüzfazla bir şey bilinmiyordu. (Virüs, bakterilerin bileyakalandığı ince filtrelerden geçen son derece küçük birnesne.) Sonra yaşamın başlangıç dönemindeki çevrekoşullarını belirlemeye olanak yoktur. Canlıların büyük birolasılıkla ilkin suda oluştuğu söylenebilir. Ancak o sıradakikimyasal nesnelerin ne olduğu, suyun sıcaklığı ve diğeretkileyici koşullar tahmin bile edilemez. Bu nedenle o ilkkoşullara giderek canlı oluşturmaya olanak yoktur. Kaldı ki,canlının ilk oluşumunun ne kadar bir sürede gerçekleştiğide ayrı bir konudur.

Bu nedenle, canlıların kökeni henüz bilimsel çözümüverilememiş bir sorundur, diyebiliriz. Ne ki, bu sorunun biryanıtı varsa, onu ancak bilimden öğreneceğiz. Bilim adamıişin kolayına kaçıp doğadışı bir "yaşam gücü" ya daBergson'nun deyimiyle bir "yaşam atılımı" (elan vital)ilkesinin gizemli çekiciliğine kendini bırakamaz.

Soru 47: Virüsler neyi kanıtlamaktadır?

Canlı süreçleri inceleyen bilim dalı biyokimya yeni birçalışma alanı olmakla birlikte kısa sürede göz alıcı sonuçlarortaya koymuştur. Bu sonuçlardan biri yaşamın kökenineışık tutucu niteliktedir. Bakterilerin, özellikle virüslerin keşfibu sonucun alınmasında önemli bir gelişmedir. Sıradanmikroskop altında bakteriyal çubuk ya da yuvar yapısıbelirgin değildi. Elektron mikroskopu (ki incelenen nesneyi10.000 − 200.000 kat büyültür) molekülleri gözlemlemeyeolanak kazandırmakta, inorganik moleküllerden dahakarmaşık olan canlı moleküllerin aslında tek hücrelicanlıdan (örneğin, amipten) daha basit olduğunu

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 82

Page 83: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

göstermiştir.

Virüsler (ki grip türünden pek çok hastalığın nedenidir)sıradan mikroskopla saptanamayan nesnelerdir. Bunlar enince filtrelerden geçecek kadar küçüktür. Virüsler debakteri, amip ve diğer tek hücreli canlılar gibi bölünerekçoğalır. Ancak bakterilerden farklı olarak virüsler bilinenyiyeceklerle beslenmemekte, büyümemektedir. Bunlarbesinlerini canlı dokulardan sağlayan bir tür asalaklardır;canlı hücrelerde çoğalırlar.

Virüslerden iyi bilinen biri tütün yapraklarında beslenen ve"mozaik hastalığı" diye bilinen hastalığa yol açan virüstür.Bu ve benzeri bazı virüslerin kristalin biçiminde eldeedilmesi önemlidir; çünkü, daha önce kristal oluşturmaeğilimi yalnızca kimi cansız maddelerde saptanmıştı.Böylece, virüslerin doğrudan ne canlı ne de cansız olduğusöylenebilir. Virüsler canlı ve cansız dünya arasında yeralmaktadır. Kristalleşme özellikleriyle cansız nesneleri,beslenme ve çoğalma özellikleriyle canlıları andırmaktadır.Buna bakarak virüslerin canlılarla cansızlar arasında köprüoluşturduğunu söyleyebiliriz.

Soru 48: Gizemli kavramların sonu mu?

Kimya laboratuvarlarmda artık canlı bir organizmada oluşanbir bileşiğin kimyasal kompozisyonunu belirlemenin yanısıra moleküllerin yapısal düzenlemesi deincelenebilmektedir. Elde edilen deneysel bilgiler o türbileşiklerin laboratuvar koşullarında da oluşturulabileceğinigöstermektedir. Nitekim sentetik maddelerin üretimi bubilgilere dayanmaktadır. Bilim adamları bir yana, sıradaninsanların bile artık "yaşam gücü" gibi gizemli ya da mistikkayramlara sığınmalarına gerek kalmamıştır. Biyokimyacılaboratuvarında, canlı süreçlerin kimyasal ilk koşullarınıbelirleme yolunda ilerlemektedir. Canlılığı, bugünkübilgilerle bile, kimyasal maddelerin belli bir düzenlemesi, bir

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 83

Page 84: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

davranış biçimi olarak niteliyebiliriz. "Yaşam gücü", "elanvital" gibi metafizik kavramlar, maddenin bölünmezatomlardan oluştuğu görüşünün egemen olduğu dönemeait kavramlardır. Bugün atomun elektron, proton, nötron,vb. parçacıkları içeren, çözümlenebilen karmaşık bir sistemolduğu bilinmektedir. Atomun kompleks ve devinimliyapısıyla oluşabilecek daha karmaşık bileşiklere belli birsınır koymaya artık olanak yoktur.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 84

Page 85: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

VI. BÖLÜM

İNSANIN BİYOLOJİK EVRİMİ

İnsan, hayvanla üstün−insan arasında gerilmiş bir iptirboşluk üzerinde bir ip.

F. Nietzsche

Soru 49: Teoloji insanın konumu konusunda niçinduyarlıdır?

Bağnaz çevrelerin evrim düşüncesini bir türlü içlerinesindirememelerinin kökeninde yatan nedir? Gerçi biliminbaşka dallarındaki gelişmelere karşı da tepkiler olmuştur.Ancak 17. yüzyıl bilimsel devrimiyle birlikte teolojigeleneksel gücünü yitirir; bilimdüşmanlığı üstü örtüksürdürülse bile kendini açığa vurmaktan kaçınır. Oysaevrim başlangıçtan günümüze değin çatışmakonusuolmaktan çıkmamıştır. Tüm olgusal kanıtlara karşınevrim düşüncesi niçin bağışlanmamıştır?

Bu sorunun yanıtı açıktır: Fizik dünyada olup bitenlerinaçıklamasını bilime bırakmak zorunda kalan teolojigizemsel görünümdeki canlı dünyayı, özellikle insanı,yaratıcı Tanrı'nın varlık kanıtı olarak elde tutmakistemektedir. Teoloji tutunduğu bu son mevziyi yitirmeyigöze alınamayacak bir yenilgi, bir yıkım saymaktadır.

İnsan, büyük dinlerin hepsinde, doğanın üstünde ayrıcalıklıbir konuma sahiptir. Tanrı, insanı kendi imajında yaratmış,dünyanın tüm nesnelerini ona bağışlamıştır. Dualarçoğunluk bu inancı yansıtıcı niteliktedir: Tann'dan bizi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 85

Page 86: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

korumasını, gerektiğinde dünyayı, doğal yasalarıisteklerimiz doğrultusunda değiştirmesini dileriz. Böyle biranlayışa yalnız diğer canlıların değil insanın da evrimleoluştuğu, hayvanlarla ortak bir kökenden geldiğidüşüncesinden daha ters ne düşebilir?

Darwin'den önce de insanla maymun arasındaki benzerlikbiyologların dikkatini çekmişti. Daha 1747'de Linnaeus birmektubunda şöyle yazmıştı:

Sizden ve tüm dünyadan bana İnsan ile Maymunu ayıran"generik" bir özellik göstermenizi istiyorum. Ben kendihesabıma böyle bir özelliği bilmediğimi kesinliklesöyliyebilirim. Bilen varsa, öğrenmek isterim. Şimdi kalkıpinsanın maymun olduğunu ya da tersini söyleyecek olsamteologların gazabına uğramaktan kurtulamam. Ama birdoğa araştırmacısı olarak bunu söylemek belki de banadüşen bir görevdir.*

Linnaeus yalnız teologların değil, o dönemde bilimadamlarının da tepkisine uğramaktan kurtulamazdı. Onlararasında pek çoğu için hiç değilse Avrupalı beyaz adamındoğadaki özel konumu söz götürmezdi. Onlar, "vahşi"dedikleri ilkel topluluklarla mensubu oldukları seçkin, uygarve ileri toplumlar arasındaki kültürel farkları bile kalıtsalsayıyordu. Darwin'den sonra bilim adamlarının gözündegeçerliğini yitiren bu anlayışın yığınlar arasında bugün deetkisini sürdürdüğünü biliyoruz.

* Bakınız: D.J. Futuyma, Science On Trial, s. 99.

Soru 50: İnsanla maymun akraba mıdır?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 86

Page 87: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

İnsanın evrimine ışık tutan fosillerin birçoğu yüzyılımızdabulunmuştur. Bu arada insanın maymunla yakınlığına ilişkinkanıtlarda büyük bir artış göze çarpmaktadır. Maymunlarındavranışları üzerindeki incelemelerin yoğunlukkazanmasıyla, insanın gerçekten kendine özgü birözelliğinin olup olmadığı sorusu daha bir ağırlıkkazanmıştır.

Taksonomistler çoğunluk insanı "Hominidae" familyasına,şempanze, goril ve orangutanları "Pongidae" diye başka birfamilyaya sokmaktadır. Bir bölümü de insanı ayrı bir familyasaymayı gereksiz görmektedir. Maymunların da kendiaralarında kimi farklılıklar gösterdiğini biliyoruz. Maymun veinsan aynı kökten milyonlarca yıl önce ayrılan iki değişiktürdür. Bu, ortak atalarımızın yan maymun yan insanolduğu demek değildir, elbet. Ne var ki, bu iki yakın türdenher birinin birtakım ayırıcı özelliklerine karşın aralarındakianatomik benzerlikler gözden kaçmayacak kadarbelirgindir, iki türün kemik ve kaslan, büyüklük küçüklükfarkları bir yana, bire−bir eşleştirilebilir yapıdadır. İnsananatomisinde gözlenen modifikasyonların çoğu iki−ayaklıolma, dik durma ve kafatası ile omurga sütunu arasındakikavşağın konumu gibi farklardan doğmaktadır. Başyapısındaki modifikasyonlar özellikle daha belirgindir.İnsanda baş gövdeye göre daha büyüktür. Beynimizortalama 1.400 cm.3'tür. Oysa bu şempanze için 400 cm.3,goril için 500 cm.3 olarak saptanmıştır. İnsanın kafatasıdaha küresel olup alnımız doğrudan yüzümüzün önüüstünde yükselir. Azı dişlerimiz paralel değil, parabolik yaybiçiminde kurulmuştur; maymunlarınki ilekarşılaştırıldığında daha küçük ve basıktırlar.

İnsanı maymunlardan ayıran en büyük farkı anatomidedeğil davranışta bulmaktayız. Ne var ki, tüm üstün zihinselyeteneklerimize karşın davranışlarımızda gerçekten "bizeözgü" diyebileceğimiz özellikleri tanımlamada antropologlarbüyük güçlüğe uğramıştır. Bir zamanlar insan "araç

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 87

Page 88: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kullanan tür" diye tanımlanmıştı. Sonra maymunlarla dahabaşka hayvanların da araç kullandığı saptanınca, bu kezinsanı "araç yapan tür" (homo faber) diye tanımlamakyoluna gidilir. Ancak bu da, Jane Goodall adındaki ünlügözlemcinin, şempanzelerin "termite" denilen böceklerinyuvasına sokmak için çubuk yonttuklarını saptamasıüzerine geçerli bir tanım olmaktan çıkar. Dahasışempanzelerin bu davranışı bir tür eğitim yoluylaöğrendikleri göz önüne alındığında, "kültürel gelenek"dediğimiz olgunun da insana özgü olmadığı söylenebilir.Bunun bir kanıtını da Japon maymun birlikleriningeliştirdikleri bir gelenekte buluyoruz. Bunlar yemek içintopladıkları tohumları toz, toprak ve kumdan arındırmak içinönce suya atmakta, sonra yemektedirler.

Soru 51: Maymunla insanın yakınlık derecesi nedir?

Maymunla insan anatomileri arasındaki farkların çoğununorganizmanın çeşitli organlarının büyüme hızını yönetenbirkaç gen'den kaynaklandığı söylenebilir. Öyleyse, iki türarasındaki farklar belki de ilk bakışta sandığımız ölçüdebüyük değildir. Bu olasılık, maymunlarla akrabalığımızı ensağlam biçimde kanıtlayan moleküler biyolojinin son otuzyılda sağladığı verilerle büyük ölçüde pekiştirilmiştir.Özellikle moleküler genetik'e kısa bir bakış bu verilerianlamamızı kolaylaştıracaktır.

Genlerin birçoğu protein oluşturmaya yönelik kodlanmışbilgi içerir. Proteinler yirmi kadar değişik amino−asiti içinealan doğrusal zincirlerdir. Bir proteinde ortalama 1500 DNAnükleotide karşılık 500 amino−asit vardır. Bu, bir proteininne kadar çok mutasyona olanaklı olduğunu gösterir.

Canlı dünyada herhangi iki türe ait bir proteindekiamino−asit farklarının sayısı, o iki türün genetik olarak nedenli farklı olduğunu gösteren iyi bir ölçektir. Genellikle, buşekilde ölçülen genetik fark, söz konusu türlerin ortak

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 88

Page 89: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

atalarından bu yana geçen süreyle orantılıdır. Örneğin,değişik memelilerin, sürüngenlerle karşılaştırıldığında,sürüngenlerden çok birbirine, balıklarla karşılaştırıldığındabalıklardan çok sürüngenlere benzediğini biliyoruz. Evrimingeçirdiği uzun dönemler göz önüne alındığında, DNA'dakiortalama değişme hızının aşağı yukan sabit kaldığısöylenebilir. Buna bakarak, biyologların çoğu, protein ya daDNA'daki farkların, karşılaştırılan türlerin ortak atadan nezaman ayrıldıklarını gösteren bir tür "saat" olarakkullanılabileceğine inanmaktadır.

Maymun ve insan proteinlerinin yakın benzerliği hayretverici ölçüdedir. Örneğin, "hemoglobin" dediğimiz kandaoksijen taşıyan protein, hem insan hem maymunlarda aynıdüzende 287 amino−asit içermektedir. Oysa iki ayrıkurbağa türünde bile hemoglobin tam 29 amino−asit farkgöstermektedir. Buna karşılık, bir kas proteini olanmioglobindeki 153 amino−asitten yalnızca bir tanesindeinsanla şempanze farklıdır. Biyo−kimyagerlerin 12 çeşitprotein üzerinde yaptıkları bir araştırmada insanlaşempanzenin her 1.000 amino−asitten ortalama 7tanesinde farklı olduğu saptanmıştır. Protein ve DNA'dansağlanan veriler insanla maymunların genetik olarakbirbirine benzerliğinin, dış görünümlerinde özdeş olan bazımeyve sinek türlerinin ya da farelerin kendi aralarındakibenzerlikten daha büyük olduğunu göstermektedir. Bubenzerlik o denli büyüktür ki, insanla maymunun ortakkökten ayrılışlarının beş milyon yıldan daha gerilereuzanmadığı hesaplanmıştır.

Soru 52: Kromozomlardan ne öğreniyoruz?

İnsan ile maymun arasındaki yakın benzerliği genleritaşıyan kromozomlar da açığa vurmaktadır. Şempanzede24, insanda 23 çift kromozom vardır. Kromozomlar çoksayıda ince koyu renk çizgilerle işaretlidir. Bu da, iki türdekikromozomların karşılaştırılmasına olanak vermektedir,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 89

Page 90: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

incelemeler iki tür arasındaki farkların yalnızcakromozomların belli bölümlerinin düzenlenmesinde, bir deiki şempanze kromozomunun insanda tek kromozom olarakkaynaşmış olmasında ortaya çıktığını göstermiştir. Bu gibifarklar, örneğin, farelerin yakın türleri arasındaki farklarlakarşılaştırıldığında son derece önemsiz kalmaktadır.

Görülüyor ki, fosillerin sağladığı kanıtları bir yana bıraksakbile, maymunlarla kalıtsal yakınlığımızı doğrulayan pek çokkanıt vardır. Ne var ki, son otuz yıl içinde insanın evrimineilişkin bilgimizi büyük ölçüde artıran paleontolojik bulgularıbir yana itemeyiz. Fosil kanıtlarına geçmeden bir ikinoktanın aydınlatılması gerekir. Türlerin evriminde "ortak"diyebileceğimiz ne gibi durumlar vardır?

Belirtilmesi gereken ilk nokta, aynı tür içinde değişiktoplulukların her birinde zamanla birtakım varyasyonlarınortaya çıkabileceğidir. İkinci nokta, değişik özelliklerinevrimleşme hızı değişik olabilir; üstelik bu evrimleşme,çevresel koşullara göre, türün bir topluluğunda ortayaçıkarken öbürlerinde görülmeyebilir. Bu nedenle bazıtopluluklarda yeni özellikler oluşurken, diğer topluluklar"ilkel" formlarıyla kalabilir. Dahası, evrim belli bir hedefeyönelik, kaçınılmaz bir ilerleme olmadığından "ters" bir yönde alabilir. Üçüncü nokta, evrimin değişmez, kararlı bir hızlailerleme gereğinin olmadığına ilişkindir; kimi zaman dahahızlı, kimi zaman daha yavaş yürüyebilir. Son olarak, ortakbir atadan kaynaklanan türlerden bazıları varlıklarınıkoruyup evrimleşirken, diğer bazıları yok olup ortadançekilebilir. Öyleyse, bulunan her hominid fosilin bugünküinsana ulaşan çizginin üzerinde olduğu ileri sürülemez.Ama gene de yeterli kanıt toplandığında modern insandanmaymun benzeri atalarımıza uzanan çizgiyi tümüylebelirlemek olanaksız değildir.

Soru 53: Paleontolojik araştırmalar ne göstermektedir?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 90

Page 91: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

İnsanın kökenine ilişkin fosiller değişik "türler" arasındakiilişkiyi yeterli bir açıklıkla henüz ortaya koymuş değildir.Hominid fosilleri "Australopithecus" ve "Homo" diye iki"generik" ad altında toplanmakla birlikte bu ayırımın bileyeterince kesin olduğu söylenemez. "Homo habilis", "Homoerectus", "Homo sapiens" gibi adlar altında yapılanayırımlar da açık olmaktan uzaktır. Zaman içinde daha eskifosillerden daha yenilere gelindikçe, bir formun bir başkaformla kaynaştığı da görülmektedir. Hindistan'da bulunanen eski fosiller 14 milyon yıl önce yaşamış maymunumsubir forma aittir. Kimi antropologlar "Ramapithecus" denilenbu formun insana uzanan çizgi üzerinde olduğuinancındadır. Öyleyse, bildiğimiz maymuna giden koldaninsanın kopuşunu en az 10 milyon yıl öncesine uzatabiliriz.Ancak unutulmamalı ki, yalnızca kafatası ve çenekemiklerine ait olan fosillerin "hominicb özelliklerini kesin birbiçimde ortaya koyduğunu söylemek güçtür. Olabilir ki,Ramapithecus, Hominidae ile Pongidae'nın ortak atasıdır.Buna göre pongid ile hominid kollarının ayrılması,maymunla insan arasında gözlenen biyo−kimyasalbenzerliğin de gösterdiği gibi, Ramapithecus'u izlemişolabilir.

Güçlüğü aydınlatması bakımından en yararlı görülen fosilleryaklaşık 4 milyon yıl öncesinden kalanlardır. "Poliocene"adını taşıyan o döneme ait birçok fosil son yıllarda İtiyopyaile Tanzanya'da bulunmuştur. Bunlar arasında "Lucy" diyebilinen (bilimsel adıyla "Australopithecus afarencis") iskeletde vardır. Bu form birçok bakımlardan maymunla benzerlikiçindedir. Görecel olarak kollar uzun, bacaklar kısadır;parmak kemikleri eğik, dişler paralel yay biçimindedir. Nevar ki, kalça ve bacak kemikleri bu formun: hiç değilse birbakımdan tam insan olduğunu göstermektedir: iki−ayakholması! Lucy iki ayağı üzerinde dik yürüyen, yaklaşık 125cm. boyunda bir insandır. Ancak bulunan kalıntıdan beyinhacmini tam belirlemeye olanak yoktur. Ama Poliocenefosillerinin modern insana uzanan çizgi üzerindeki formlara

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 91

Page 92: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ait olduğu kesinlikle söylenebilir.

Lucy'yi de içine alan forma çok yakın benzerlik gösterenbazı fosillere Güney Afrika'da da rastlanmıştır. "Africanus"denen bu formların iki−ayakh olma dışında daha kısa köpekdişi ve parabolik yay biçimindeki azı dişleri gibi insana aitbaşka özellikleri de vardır. Hatta bunların yanı başındakayalardan koparılarak yontulmuş "aletler" de bulunmuştur.Ne var ki, insana ait birçok özellik taşıyan Africanus, beyinbüyüklüğü (440 cm.3) bakımından maymuna daha yakındır.Diğer türlerde olduğu gibi insanda da değişik özellikleringelişme temposu farklı olmuştur. İnsanın iki ayak üzerindedik yürümesi, beyin oylumunun büyümesinden daha öncegelen bir gelişmedir.

Soru 54: Homo Habilis, Homo Erectus... Sonrası?

Ünlü antropolog Louis Leakey ile eşi Mary'nin Tanzanya'dabuldukları fosiller arasında "Homo habilis" dedikleri form,Africanus ile Homo erectus arasında yer alan bir aşamadır.Yaşam dönemi bize daha yakın olmakla birlikte (yaklaşık1.6 − 2 milyon yıl öncesi) Homo habilis'i daha eski olanAfricanus'dan ayırt etmek kolay değildir. Bu formun "Homo"diye nitelendirilmesinin başlıca nedeni beyin oylumunun(600 cm.3) Africanus'un beyin oylumundan daha büyükolmasıdır. Ayrıca Homo habilis'in yonttuğu taş aletlerindaha ileri düzeyde olduğu, diş yapısı bakımından da insanadaha çok yaklaştığı söylenebilir.

Dubois'in 1890'larda bulduğu "Java adamı" diye bilinen fosilise habilis'ten daha ileri bir aşamaya aittir. Şimdi "Homoerectus" denilen bu forma, beyin oylumunun (yaklaşık 900cm.3) yanı sıra diğer özellikleri bakımından da tam bir insangözüyle bakılabilir. Daha sonra Çin'de de bulunan aynıformun (ki en çok 800.000 yıl öncesine ait olduğuhesaplanıyor) kafatası modern forma daha yakındır.Yaklaşık 1.5 milyon yıl önce yaşayan Afrika Homo

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 92

Page 93: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

erectus'unun da, hem beyin oylumu (ki zamanlabüyümüştür) hem de yonttuğu taş araçlar bakımındanhabilis'ten çok ilerde olduğu saptanmıştır.

Gövde büyüklüğü ve duruş bakımından bizden pek farklıolmayan Homo erectus, diş özelliklerinde de bize çokyakındır. Gerçi ileri doğru çıkan yüzü, basık ya da meyillialnı hâlâ maymunu andırmakta ise de, Homo erectus 1.300cm.3'lük beyin oylumuyla dikkat çekicidir. Homo erectus'unateş kullandığını gösteren kanıtlar da vardır.

200.000 yıl öncesine geldiğimizde atalarımızın Homosapiens niteliğinin ağırlık kazandığı görülür. Pleistocenedöneminin sonunda (yaklaşık 60.000 yıl öncesinde) beyinoylumu modern düzeyine erişir; kafatası daha yuvarlak,yüz, dişler ve kaşlar daha küçüktür. 12.000 yıl önce YakınDoğuda tarımın başlamasıyla insanın evriminde yeni birdönem açılır: uygarlık. Bildiğimiz kadarıyla son 10.000 yıliçinde insanın biyolojik evriminde önemli bir gelişmeolmadığı gibi zihinsel gücünde de belirgin bir ilerlemeolmamıştır. Şimdi insanın gelişmesi başka bir alanda,"kültür" ve "uygarlık" dediğimiz değişik bir yöndesürmektedir.

Soru 55: İnsanın ayırıcı özelliği yok mudur?

Pek çoğumuzun gözünde insanın ayırıcı özelliği bilinçliolması, düşünme gücüdür. Başka canlılarda bizimkinebenzer bilinçten söz edilip edilemeyeceği henüzbilinmemektedir. Ayna karşısına geçip kendine çeki düzenveren şempanze için ne diyeceğiz? Şempanzenin "nasılgörünmesi gerektiği" bilincini taşıdığı izlenimini verdiği budavranışı başka türlü de yorumlanabilir, belki. Aynıduraksama dü yeteneği için de söz konusudur. Dilisimgesel bir anlatım ve iletişim aracı olaraktanımladığımızda insana özgü bir özellik olarakdüşünülebilir. Dili geniş anlamda bir iletişim aracı diye

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 93

Page 94: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

tanımladığımızda, başta kuşlar olmak üzere, pek çok canlıtürün paylaştığı ortak bir özellik sayılabilir. Sonzamanlardaki incelemeler bu ikinci yoruma ağırlıkkazandırıcı sonuçlar vermiştir. Günümüzde psikologlarınşempanzelere işaret dili öğretme yolunda başarılıçalışmalar yaptığını görüyoruz. Şempanzeler herhangi birişaretle tikel bir nesneyi belirleyebildikleri gibi o nesneyiiçine alan tüm kümeyi de temsil edebilmektedirler. Bu,onların, bir ölçüde de olsa, genellemeye gidebilmeyeteneğini gösterir. Dahası var: şempanzeler öğrendikleriişaretlerle ilkel sentaks düzeyinde yeni kombinezonlaroluşturabilmekte, hatta arada bir yeni simgelerkullanabilmektedirler. Maymun ve diğer hayvanların ses vebaşka işaretlerle iletişim kurmalarını "konuşma" diyenitelesek de nitelemesek de, hayvanların birçok şeyiöğrenme yeteneğine sahip olduklarını; ilkel düzeyde dekalsa, bir tür kültür geleneği oluşturabildiklerini yadsımakgüçtür. Çağımızda psikoloji laboratuvarlarmda insandavranış düzeneğini ve zihinsel etkinliklerini anlamak içindeğişik hayvanların denek olarak kullanıldığını biliyoruz.İnsanlarla hayvanlar arasında temel benzerlikler olmasaydı,psikologların bu çalışmalarının bir anlamı olur muydu?

Gerçekten, insanla maymun arasında birçok farklar olmaklabirlikte, bu farkların kesin bir ayırım için yeterli olduğukolayca savunulamaz. Örneğin, maymunun insan gibi akıllıolmadığı ileri sürülebilir. Ama insanların hepsi akıllı mıdır,ya da aynı derecede akıllı mıdır? Aramızda aptal ya da gerizekâlıları insan saymayacak mıyız? Kaldı ki, "akıllı olmak"sözünün açık, kesin bir anlamı olduğu da söylenemez.İnsanın bir ayırıcı özelliği varsa, o da belki, iki ayaküzerinde dik yürüyebilme özelliğidir. Bizimle biyolojik vegenetik olarak en yakın benzerlik içinde olan goril ileşempanze bile dört ayak üzerinde yürür. Denebilir ki, enbaşta iki ayak üzerinde dik yürümesiyle insan hayvandünyasından uzaklaşmıştır. Kuşkusuz bu arada doğalseleksiyonun insanın beyin gücünü artırma yolunda

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 94

Page 95: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

çalıştığı yadsınamaz.

Soru 56: Evrim sürekli bir ilerleme midir?

Fosillerin sağladığı bu kanıtların gün ışığına çıkmasıçoğunluk son otuz yıllık dönemin bir ürünüdür. Bugünedeğin bulunan Hominid fosili henüz yeterli değildir. Son dörtmilyon yıllık zaman şeridinde pek çok dönemlere ait fosilbulunmamıştır. Ama bu boşlukların da çok geçmedendoldurulacağını bekleyebiliriz. Paleontologlar aradıklarınınerede bulabileceklerini şimdi daha iyi biliyorlar. Ne var ki,elimizde her döneme ait fosil olmasa da, şimdiye kadarortaya çıkarılanlar insanın nasıl bir evrim sürecindengeçtiğini göstermektedir. Australopithecine'i "hominid" diyetanımlamada ölçüt tutulan iki ayak üzerindeki duruşumuz,insana uzanan yolda ilk büyük gelişmedir. Bunun yanı sıra,kafatası biçiminde, dişlerin yapı ve kuruluşunda, beyinoylumunda modern insana doğru sürekli bir ilerlemeden sözedilebilmektedir. Örneğin, yaklaşık son 3 milyon yıl içindebeyin oylumunun şöyle bir grafik çizdiği görülüyor:

Milyon Beyin

yıl önce oylumu Form

2.8 440 cm.3 africanus

2.0 600 " habilis

1.1 930 " erectus

0.5 1.400 " sapiens

Kuşkusuz buna bakarak gelişmenin doğrusal ve şaşmaz birilerleme olduğunu sanmak yanlıştır. Evrim sürekli vedoğrusal bir ilerleme değildir. Evrim sürecinde ilerlemeninyanı sıra duraklama, aksama, dahası geriye dönüşler de

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 95

Page 96: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yer alır. Fosil kayıtlan evrimi tüm ayrıntı vedalgalanmalarıyla betimlemeye henüz yeterli değildir. Amahomonid fosilleri evrim sürecini dar bir çerçevede de olsaörneklemeye yetecek düzeye hızla çıkmaktadır.

Evrim, ister sürekli bir ilerleme, ister duraksamalar,dönüşler, sapmalar içeren bir yürüyüş olsun, sonunda"insan" dediğimiz varlık ortaya çıkmıştır. Bugün yanıtlamasıkolay olmayan soru şudur: İnsanın evrimini yönlendirendoğal etkenleri biliyor muyuz? Başka bir deyişle, doğahangi koşulların etkisinde "insan" dediğimiz bilinçli, kültüreletkinliğe yetkin organizmaya yönelmiştir?

Soru 57: İnsan evrimi açıklanabilir mi?

Kuşkusuz, evrimin genelinde olduğu gibi insanınoluşumunda da temel düzenek doğal seleksiyondur. Amadoğal seleksiyonun herhangi bir alandaki işleyişi değişikaçıklamalara elverişlidir. Örneğin, denebilir ki, Poliocenedöneminde ormanlık alanlar geniş otlak ve ovalaradönüştükçe ağaca tırmanma becerisi önemini yitirmiş,koşmak, tehlikeden kaçarak kurtulmak becerisi ön planageçmiştir. İki ayak üzerinde yürümeye, koşmaya ve kaçarakkurtulma alışkanlığına yol açan doğa örtüsündeki budeğişikliktir. Aynı şekilde birlikte avlanma, daha elverişlibölgelere göç etme, düşmandan korunma gibi dayanışmayıgerektiren ihtiyaçların toplumsal ilişkilerin doğmasına,dolayısıyla, birtakım kural ve normların oluşmasına yolaçtığı düşünülebilir. Sosyal etkileşimin giderek dahakarmaşık nitelik kazanması, simgesel iletişim aracı olandilin, onunla birlikte zekâ ve bilincin gelişme koşullarınısağlar. Hayal kurma, tapınma, rasyonel düşünme, sanatsaletkinliklerde bulunma gibi davranışlara, bilinç ve dilyetilerinden kaynaklanan gelişmeler olarak bakılabilir.

Böyle bir açıklama, akla yakın açıklamalardan yalnızca birtanesidir. Değişik bir açıklamayı Robert Ardrey'in The

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 96

Page 97: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Territorial Imperative (Bölgesel Buyruk) adlı yapıtındabuluyoruz. Buna göre, insanın bilinç ve zekâsı, iki−ayaklıyarı maymun toplulukları arasındaki sürekli saldırı ve savaşortamının yol açtığı bir gelişmedir.

Buna benzer başka açıklamalar da bulunabilir kuşkusuz.Ama bu tür spekülatif açıklamaları, ne denli akla yakınbulursak bulalım, bilimsel olarak yoklamaya olanak yoktur.Çünkü ne geçmişin derinliklerinde gömülü o dönemleri günışığına çıkarabiliriz, ne de olup bitenleri olgusal yoldankanıtlayabiliriz. Fosiller insanın evriminde etken olankoşullara ilişkin yeterli bilgi vermekten uzaktır. Fosillerdenyalnızca şunu öğreniyoruz: Zaman içinde geriye uzandıkçahominid formların özelliklerinde maymuna daha çokyaklaştığı, taştan yontma araçların daha basit ve ilkeldüzeye indiği görülmektedir.

Soru 58: İnsanın biyolojik evrimi neden durmanoktasına gelmiştir?

İnsan evriminin başta gelen özelliği bilinçli düşünmeyi açığavuran dil ve kültür etkinlikleridir. İnsanın zihinsel yetenekleri,evrimine yeni bir yön vermekle kalmamış, ona doğayaegemen olma olanağını da sağlamıştır. Öyle ki, biyolojikevrimimizin bugün büyük ölçüde durma noktasına geldiğisöylenebilir.

İnsanın ulaştığı bu aşamada doğal çevresiyle uyumsorunların kalıtsal değişimle değil, kültürel donatımıylaçözme yoluna girdiğini görüyoruz. Gerçi birtakımhastalıklara, çevre ve hava kirliliğine uyum kurma ihtiyacıhâlâ genetik değişimlere ya da mutasyonlara yol açabilir.Ama insan, canlıları yaşam savaşımına iten çevrekoşullarının birçoğunu denetimi altına aldığından, doğalseleksiyon büyük ölçüde devre dışı kalmıştır. İnsan artıksoğuğa, açlığa, hastalığa, deprem, sel, fırtına gibi doğalyıkımlara karşı eskisi kadar hazırlıksız ve korumasız

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 97

Page 98: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

değildir. Kültür ye uygarlık alanlarındaki basan ile biyolojikevrimin ters orantılı yürüdüğü söylenebilir. Son 10 bin yıllıkuygarlık döneminde insanın genetik donatımında önemli birdeğişiklik olduğu kolayca söylenemez. Cilt rengi, kan grubugibi birtakım genetik farklar sergileyen insan topluluklarının,zihinsel yetenekler bakımından farklı olduğu o denli kesindeğildir. Kültürel farkların genetik farklardan kaynaklandığıgörüşü bu nedenle dayanaksızdır. Kültürel farklar yaşamdeneyünlerindeki farkları yansıtmaktadır. İlkel−uygarayırımına bugüne değin inandırıcı genetik bir temelgösterilememiştir. Kültürel kalıtım biyolojik kalıtımdanbağımsızdır. Kültür birikimimiz geleneğe bağlı olmaklabirlikte, köktenci değişikliklere uğrayabilir. Sıkı bir eğitim veyoğun bir beyin yıkama girişimiyle kültürde devrimgerçekleştirilebilir. Genetik evrimle karşılaştırıldığında,kültürel evrim daha hızlı ve atılımlı bir süreçtir. Bir toplulukgenetik hiçbir değişime Tiğramaksızın tüm yaşam biçiminideğiştirebilir; din, dil, sanat, üretim, giyim−kuşam, eğlencegibi kültürel etkinliklerinde kendini yenileyebilir, yeni birdünya anlayışına yönelebilir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 98

Page 99: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

VII. BÖLÜM

İNSANIN KÜLTÜREL EVRİMİ

İnsanın biyolojik özgünlüğü, kültür oluşturmada biricik türolmasıdır.

Th. Dobzhansky

Soru 59: İnsanın doğadaki konumu nedir?

Evrim kuramına göre tüm canlılar gibi insan da doğanın birparçası, doğal seleksiyonun bir ürünüdür. Modernbiyologun gözünde canlılar dünyası, tüm çeşitliliğine vegelişmişlik farklarına karşın mikrop, bitki, hayvan türleriylebirlikte insanı da kapsayan bir bütündür. Bu çerçevede,uzun jeolojik dönemlerde oluşan, yok olan, değişik biçimleralarak yaşamını sürdüren canlıların yanı sıra, doğal ya dayapay seleksiyonla ilerde ortaya çıkacak organizmalarınhepsi söz konusudur.

Evrim bir bitmeyen açılma, sürekli .değişme ve gelişmesürecidir. İnsanı da içine alan tüm canlı türler, "daha basit"ya da "daha ilkel" diyebileceğimiz organizmalardankaynaklanmıştır. Bunların da kökeninde organikmoleküllerin yer aldığına bir önceki bölümde değinmiştik.İnsanın evrim sürecinde oluştuğu görüşüne karşı çıkanlarabir mikroskopik hücreden ergin insana ulaşan sürecigözönüne almalarını salık veririz. Hücrenin döllenmesiylebölünme, büyüme, gene bölünme, gene büyüme sürecindehücre sayısı milyarları bulan son derece karmaşık, yetkinbir organizma oluşur. Embriyodan insana uzanan buoluşumda organizma, insan öncesi dönemlerde

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 99

Page 100: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

atalarımızın geçirdiği evrim aşamalarının işaretlerini taşıyanbirtakım özellikleri açığa vurur. Örneğin, organizmamızdataşıdığımız apandisit, gizli kuyruk gibi işlevsiz organlar,hayvan atalarımızdan kalan izlerdir. Bu tür izlerin geçerlibaşka bir açıklaması var mı, bilmiyoruz. Ne yöndenbakılırsa bakılsın insanı doğadan koparmaya olanak yoktur.

Ne var ki, teologları bir yana bıraksak bile, sıradaninsanlarında gözünde yaşam, özellikle insan varlığı,bilinemez bir gizemdir. İnsan, doğanın bir öğesi değil,doğadan ayrı, onun üstünde tanrısal bir yaratıktır; canlılardünyasında ayrıcalıklı bir konumu vardır.

Gerçekten öyle midir? İnsana ayrıcalık sağlayan bilinç vedil, ilk bakışta sanıldığı gibi doğa dışı, Tanrı vergisi yetilermidir? Yoksa, bu yetilerimiz de diğer özelliklerimiz gibihemen her aşamadaki canlılarda izlerine rastladığımız,özellikle gelişmişlik düzeyi yüksek hayvanlarla az ya da çokpaylaştığımız doğal oluşumlar mıdır?

Bilim nasıl canlının kimyasal maddelerden kaynaklanmışolduğuna kanıtlar getirmişse, ruhsal yetilerimizin debiyolojik donatımımızdan kaynaklanan işlevler olduğunugöstermiştir.

İnsanı diğer canlılardan ayrı tutmak, ona doğaüstü birkonum tanımak kuşkusuz gururumuzu okşayan birtutumdur. Ama doğal bir oluşumu doğaüstü bir güçvarsayımına başvurarak açıklamak bize ne denli yatkıngelirse gelsin bilimsel bir açıklama değildir.

Soru 60: İnsanı canlılar dünyasından niçinkoparamayız?

Türlerin Kökeni'ni okuduğumuzda tüm canlılar gibi insanında doğal seleksiyonun bir ürünü olduğu sonucunu çıkarırız.Ama Darwin bunu açıkça söylemekten kaçınmaktadır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 100

Page 101: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Ortam, insanın kökenine ilişkin tartışma için henüz hazırdeğildir. Darwin bu konudaki görüşünü açıkça ortayakoymayı oniki yıllık bir gecikmeyle 1871'de yapar. O yılyayımlanan İnsanın Soyu (Descent of Man) adlı kitabı, ilkkitabının yarattığı tepkinin çok azına uğrar. Bunun birnedeni ikinci kitapta söylenen hemen her şeyin, üstü−örtükde olsa, ilk kitapta zaten söylenmiş olması ise, bir başkanedeni evrim düşüncesinin bu arada daha geniş çevrelerdebenimsenmiş olmasıdır. Okuyucu artık insanla maymununaynı familya kapsamında birbirine yakın iki tür olduğugörüşünü benimsemeye daha yatkındır. Darwin insanıhayvan dünyasının bir parçası sayan bu görüşünükitabında çeşitli yönleriyle tartışmaktan geri kalmaz.Aşağıdaki alıntılar Darwin'in insanla hayvanlar arasındaanatomik ve fizyolojik benzerliğe ilişkin verdiği kanıtlarısergilemektedir:

İnsanın diğer memelilerle aynı model üzerine kurulduğugözden kaçmayacak kadar açıktır. İnsan iskeletindeki tümkemiklerin maymun, yarasa veya fok balığında benzerkarşılıkları vardır. Aynı durum kaslar, sinirler, kan damarlarıve iç organlar için de söz konusudur. Organların enönemlisi beyin bile ortak modelin dışında değildir.

Hayvanlarda görülen kimi hastalıkları insanda dabulmaktayız. Bu hastalıklar hayvandan insana, insandanhayvana bulaşır türdendir. Bu gözlem kan ve dokulardakiyakın benzerliği, mikroskop altındaki incelemelerden ya dakimyasal çözümlemelerden daha iyi gösterir.

Dahası, ilâçların bizdeki etkisi ne ise hayvanlardaki etki side aynıdır. Maymunların pek çok çeşidi çay, kahve vealkollü içkilerden bizim aldığımız zevki almaktadır. Sigaratüttürme zevklerini göz tanıklığımla biliyorum. Bu olgular, tatduyularının yakın benzerliğini, sinir sistemlerindeki ortaklığıgöstermez de neyi gösterir?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 101

Page 102: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Kısaca demek gerekirse, insanla gelişmiş hayvanlar,özellikle maymunlar arasında anatomik ve dokusal yapı,kimyasal kompozisyon, ilk gelişme yıllarında geçilenaşamalar, vb. bakımlarından görülen yakın benzerlik nedenli vurgulansa abartmaya kaçılmaz. ... Hayvanlarla soyilişkimizi görmezlikten gelerek kökenimizi yarı Tanrısalsaymamız dedelerimizden bize kalan bir önyargı, birkendini beğenmişlikten başka bir şey değildir.*

* Charles Darwin, Descent of Man, s. 10−12.

Soru 61: İnsanla hayvanlar arasında psikolojikbenzerlikler var mıdır?

İnsanlar, diğer canlılardan ayrı olduklarına en çok ruhsal(zihinsel ve moral) yetileri bakımından inanmışlardır.Gerçekten, canlılar arasında yalnız insanın, biyolojikdonatımı dışında kültür ve uygarlık araçlan oluşturarak,yaşamını daha zengin ve anlamlı kıldığı görülmektedir.Ancak bu, insanla hayvanın tümüyle birbirinden ayrı ikidünya olduğu demek değildir, insanlara üstünlük sağlayanzihinsel yetiler bakımından bile aradaki fark kesin değildir;bir derece farkıdır. İncelemeler insanın çoğu kez kendisineözgü saydığı birçok psikolojik özelliklerin (örneğin,duyumsama, sevme, sezme, düşünme, problem çözme,hatırlama, dikkat etme, araştırma, örnek alma, öykünme,vb.) değişik derece ve biçimlerde hayvanlarda da varolduğunu göstermektedir. Kimi düşünürlerin insana özgüsaydığı simge oluşturup kullanma yeteneğinin bile, ilkelbiçimlerde de olsa, gelişmişlikte ileri bazı hayvanlarda(örneğin, şempanzelerde) izleri gösterilebilir.

İnsanı hayvandan bedensel, zihinsel ve duygusal özellikleri

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 102

Page 103: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

bakımından olduğu gibi moral anlayış ve davranışyönünden de ayıran farkın kesin olduğu söylenemez.Darwin, İnsanın Soyu'nda bu noktaya özellikledeğinmektedir:

İnsanla hayvanlar arasındaki farklar gözönüne alındığında,moral duyguyu en önemli fark sayan yazarların yargısınatümüyle katılıyorum. ...Ama bu noktada da yanılgıya düşmeolasılığım gözden uzak tutmamalıyız. ... Sosyal içgüdüsübelirgin bir düzeye erişen her türün, zihinsel yetileriyönünden de insana yakın bir gelişme göstermiş olmasıhalinde, "moral duygusu" ya da "vicdan" diyebileceğimizözelliği de kaçınılmaz olarak gelişecektir.*

Darwin, evrimin "itici gücü" diye önerdiği doğal seleksiyonubiyolojik düzeyde yeni tür ve formların oluşmasıyla sınırlıtutmamakta, en belirgin biçimleriyle insanda gördüğümüzduygusal, zihinsel ve moral yetilerin gelişme süreçlerinde,dahası "kültür" ve "uygarlık" dediğimiz çeşitli etkinliklerin vearaçların ortaya çıkmasında da etkili saymaktadır. İnsanyalnız biyolojik varlığıyla değil, psikolojik, moral ve kültürelalanlardaki ilerlemesiyle de doğal seleksiyonun ürünüdür,ona göre.

Ancak amaçsız, mekanik bir düzenek olan doğalseleksiyonun, bu olağanüstü gelişmelere nasıl yol açtığıaçık olmaktan uzaktır. Darwin'de bu güçlüğün doyurucu biraçıklamasını bulduğumuzu söyleyemeyiz.

* Darwin, C., Descent of Man, s. 70−71.

Soru 62: İnsanın konumu nedir?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 103

Page 104: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Evrim kuramını benimsemede içine düşülen güçlüğünnedenlerinden biri kuramın gereğince anlaşılmamışolmasıdır. Ama daha önemli neden geleneksel koşullanma,önyargı dinsel ya da ideolojik bağnazlıktır. Gerçektenyerleşik umut, özlem ve koşullanmalarımız irdelendiğindekimi belirsiz varsayımlarla karşılaşmaktayız. Bunlardanbelki de en köklüsü dünyamızdaki değişikliklerin tarihiniinsanla noktalanan bir ilerlemenin tarihi olarak görmek;ilerlemeyi rastlantılara da yer veren çevresel koşullarındeğil, ya Tanrısal istencin ürünü ya da sıkı neden−sonuçilişkisi içinde amaçlı bir eylem saymaktır. Buna yakın birbaşka varsayım da, doğadaki canlıları çevreleriyle tamuyum içinde saymak, dünyanın kuruluş ve düzenini yerindebulmaktır. Bağnazların yanı sıra pek çok kimse de evrimkuramını, özellikle doğal seleksiyon hipotezini bu çoğu kezbilinç−altı tutulan sayıltılara ters düştüğü duygusu altındareddetmiştir.

Hemen belirtelim ki, evrim süreci belli bir amaçiçermemekle birlikte gelişigüzel bir değişme de değildir.Darwin rastlantı saydığı bireysel ve türel varyasyonlaradoğal seleksiyonun kullandığı malzeme ya da ham maddegözüyle bakmıştır. Gelişigüzel değişme fikrineısınamayanlar, doğal seleksiyona da yabancı kalmışlardır.Örneğin, dünyanın belli bir düzene bağlı olduğuvarsayımından kalkan Arthur Koestler gibi düşünür vesanatçılar Darwin kuramına, evrimi rastlantı varyasyonlaradayalı amaçsız bir değişme saydığı gerekçesiyle karşıçıkmışlardır. Bu tavır aslında oldukça yaygın olan duygusalbir tepkiyi yansıtmaktadır. Nitekim doğal seleksiyonu "körbir düzenek" diye niteleyen Bernard Shaw, Darwinkuramından hoşlanmadığını söylerken kendisiyle birliktedaha pek çok yazar ve sanatçının tepkisini dile getiriyordu.

Bilim adamları arasında bile insanın hayvan dünyasının biruzantısı olduğu düşüncesine tepki gösterenler vardır. Evrimkuramını Darwin'le paylaşan A.R. Wallace, örneğin, insanın

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 104

Page 105: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

hiç değilse beyin yapısı bakımından hayvanlardan ayrıtutulması gereğine inanıyordu. Jeolojinin kurucusu CharlesLyell de, tam bir kararlılık içinde gördüğü dünyada birgelişme ya da ilerlemeden söz edilemeyeceğigörüşündeydi. Ona göre ilerleme yalnızca dünyaya moralbir düzen yükleyen insana özgüdür.

Gene insanın özlemlerini, kendini beğenmişliğini ve belki debencilliğini yansıtan "antroposentrizm" denen bir başkatutumla karşılaşmaktayız. Buna göre insan doğanındışında, ondan ayrı değil, onun içindedir. Ne var ki, tümdoğa bizim için, bize yönelik, sanki salt bize ulaşmak içinvardır. İnsan doğanın varlık nedeni, yönelik olduğu hedeftir."Dönemin, en iyi kurgu−bilim filmi" diye nitelenen 2001: ASpace Odyssey (2001: Uzay Macerası) filmi bu anlayışıyansıtmaktadır.

Değindiğimiz iki anlayış da bilimsel değil, duygusal ya dametafizikseldir. İnsan ne doğadan ayrı, kendine özgü birvarlık, ne de doğanın yönelik olduğu yetkin, "ideal" biryaratıktır.

Soru 63: İnsanın ayırıcı özelliği yok mudur?

Daha önce de değinmiştik: Darwin fazla tepki yaratmamakiçin Türlerin Kökeni'nde insanın evriminden söz etmez.Konuyu oniki yıl sonra yayımlanan İnsanın Soyu'nda elealır. Darwin insanla hayvanın fiziksel yapı ve fizyolojikdavranış bakımından temelde aynı özellikleri paylaştığınısöylemekle kalmaz, daha ileri giderek, zihinsel ve moralyetilerinde de yakın benzerliklerini vurgular. Ne var ki, busav olgusal olmaktan çok spekülatif niteliktedir. Kendini herzaman gözlemsel kanıtlarla sınırlamaya özen gösteren

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 105

Page 106: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Darwin'in bu noktada ölçü dışına kaçtığı söylenebilir.

İnsan bir organizma olarak evrim sürecinin bir ürünüdürkuşkusuz. Ama onu diğer canlılardan ayıran birtakımbelirgin özelliklerini görmezlikten gelemeyiz. Doğanın birparçası olan insan, kültürel yaşamıyla doğayı aşmıştır.Bilinç ve zekâsı, simge oluşturma ve kullanma yeteneği onahiçbir canlı türün erişemediği olanaklar sağlamıştır. Zihinselyetilerimizin oluşumu hiç kuşku yok doğal seleksiyonunürünüdür. Ama o yetilere dayanan kültür ve uygarlığın dadoğal seleksiyonla oluştuğu kolayca söylenebilir mi?Tanınmış biyolog Medawar'ın da belirttiği üzere, kültür veuygarlığı da kapsayan sosyo−psikolojik deneyimlerimiz.Darwinci değil, Lamarckçı evrim anlayışını yansıtıcıniteliktedir. Her kuşak geçmişin deneyim birikimini kendideneyim ve öğrendikleriyle birleştirerek bir sonraki kuşağabırakır. Burada genlere bağlı kalıtsallık değil, yaşantı veeğitimle sağlanan bir kalıtsallık söz konusudur.

Doğal ortamında evrim planlı, amaçlı bir süreç değildir.Oysa kültürel gelişmeler, uygarlık atılımları büyük ölçüdebilinçli, planlı çalışmalar gerektirir. İnsan dahil tüm türlerinortaya çıkışı, çok sayıda etkene bağlı, hatta bir anlamdarastlantı diyebileceğimiz, plansız bir gelişmedir. Bu anlamdainsanın ortaya çıkışı gibi çıkmaması da olasıydı. Bir arayagelme olasılığı son derece zayıf koşulları gerektiren biroluşumu "rastlantı" diye nitelememiz pek de yersiz değildir.Bilindiği gibi yaklaşık 65 milyon yıl önce bir yok olma süreciyaşanmıştır: yeryüzünde egemenliği 100 milyon yıl sürendinazorların yok oluşu!*Dinazorların sonu gelmeseydi,birçok memelilerle birlikte insanın da ortaya çıkmasına belkide olanak kalmayacaktı. Öyleyse, yok oluşlarıylavarlığımıza yol açan dinazorlara şükran borcumuzu, az daolsa, iskeletlerini müzelerde sergileyerek ödüyoruzdemektir. Bunu da insana özgü bir davranış olarakgösterebiliriz herhalde!

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 106

Page 107: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

* Dinozorların yok olması, bir tahmine göre, bir ya da birkaçuzay cisminin dünyaya düşmesiyle oluşan yoğun tozbulutunun yer yüzünü uzun süre güney ışınlarından yoksunbırakması sonucudur.

Soru 64: Kültürel yaşamın biyolojik temeli var mıdır?

İnsana canlı dünyanın bir parçası olarak bakmak doğalolduğu kadar bilimsel yönden kaçınılmazdır. Tüm üstünözelliklerine karşın, insan organizma olarak temelişlevlerinde diğer gelişmiş canlılardan, özelliklememelilerden, farklı değildir. Bu gerçeği kabul etmek, onuncanlı dünyada kendine özgü bir kimlik taşıdığı gerçeğiniyadsımamızı gerektirmez. İnsanı canlı dünyadan koparmakne denli yanlışsa, canlı dünyayı aşan yönlerini göz ardıetmek de o denli yanlıştır, elbet.

İnsanın "kültürel evrim" diyebileceğimiz bir yaşam deneyimi,biyolojik donatımını aşan uygarlık başarısı vardır. Kültür veuygarlık insana özgü gelişmelerdir. Bu gelişmelerin özelliğiher aşamasında kazanılan bilgi, beceri ve deneyimlerinzenginleştirilerek kuşaktan kuşağa aktarılabilmesidir. Bugeçişin aracı genler değil eğitimdir. İnsan oluşturduğu kültürve uygarlık donatımıyla diğer canlılar üzerinde ölçüsügiderek artan bir egemenlik kurmuş, hatta doğa dengesiniyıkıcı bir sömürü eylemi içine girmiştir. İnsan, salt birorganizma değildir; dinsel, sosyal ve politik kişiliği, sanatetkinlikleri, doğayı tanıma, anlama ve denetleme yolundakibilimsel çabaları ona yeni bir kimlik sağlamıştır.

Bir noktanın önemle vurgulanması gerekir: biyolojik evrimininsanın kültür ve uygarlık aşamasına geçişine olanakvermekle birlikte, bu gelişmeleri doğrudan belirlediği

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 107

Page 108: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

söylenemez. Başka bir deyişle, kültürel evrim biyolojikevrimin denetiminde değildir; uygarlık tarihi biyolojiktarihimizden bağımsızdır. İnsanın "genotip"ine bakarak negeçmişte olup bitenleri ne de gelecekte olacaklarıkestirebiliriz.

İnsan toplulukları çevre koşullarına ve tarihseldeneyimlerine bağlı olarak farklı kültürel gelenekleresahiptir. Ne var ki, bilinen tüm farklılıklarına karşın,kültürlerin paylaştığı birtakım ortak özelliklerin varlığı dayadsınamaz. Nedir bu ortak özellikler?

Soru 65: Antropolojiden ne öğreniyoruz?

Karşılaştırmalı antropoloji değişik kültür çevrelerinde deolsa, insan yaşamında "evrensel" diyebileceğimiz kimidavranış biçimlerini ortaya koymuştur. Antropologlarınbelirlemelerini kısaca şöyle sıralayabiliriz: Barınak edinme,işbölümü, konukseverlik, spor, sanat ve eğlence etkinlikleri,temizlik ve sağlık önlemleri, mülkiyet hakkı, törendüzenleme, süslenme, yas tutma, yardımlaşma, araç vegereç oluşturma, vb.

Değişik kültürlerdeki ortak özelliklere bakıp bunlarınbiyolojik bir temele dayandığı ileri sürülebilir. Nitekimözellikle 19. yüzyıl evrimcileri arasında bu görüşe ağırlıkverenlerin sayısı az değildir. Ama araştırmalarınderinleşmesiyle o görüş inandırıcılığını yitirmiştir.Günümüzde ne biyologların ne de antropologların o yöndebir görüşü savunduklarına rastlamıyoruz, artık!

Değişik kültür çevrelerinin paylaştığı ortak değerleri insanaözgü içgüdü, eğilim ya da yönelimlere bağlama yolunda dagirişimler olmuştur. Ancak bu girişimlerin de yeterincedoyurucu bir açıklama getirdiği kolayca söylenemez. Öte

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 108

Page 109: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yandan insanın kültür yaratma yeteneğini beslenme,üreme, korunma ve egemenlik kurma türünden içgüdülerleaçıklama da başarılı görünmemektedir. Kısaca demekgerekirse, insanın biyolojik donatımını aşan kültürelvarlığını, biyolojik evrim sürecine indirgeme yaklaşımıbaşarılı olmamıştır. Kültürel yaşam biyolojik evrime tersdüşen ya da onunla bağdaşmaz bir gelişme değildirkuşkusuz; ama ona bağlı, onunla belirlenen bir gelişmeolduğu savı da olgusal temelden yoksun kalmaktadır.

Soru 66: Kültürel kalıtımın ayırıcı özelliği nedir?

Kültürel birikim kalıtsaldır; ancak bu biyolojidekinden farklıbir kalıtsallıktır. Biyolojide kalıtsal geçiş, döllenme sırasındagerçekleşir; ana−baba özellikleri üreme hücrelerindekigenler aracılığıyla yavruya geçer. Kültürel kalıtsallığagelince, bunun aracı eğitimdir, toplumsal yaşama dayanangeniş anlamda bir eğitim. İnsan organizması kültürelortamda kişilik kimliği kazanır, biyolojik donatımınınsınırlarım sürekli bir eğitim süreci olan öyle bir ortamdaaşar. Kişi tüm yaşamı boyunca içinde yaşadığı kültürdenetkilenir; değişen koşullara göre kimi özelliklerini yitirirkenyenilerini edinir. "Eğitim", geniş anlamda, programlı okuletkinliğini aşan bir süreçtir: aile ve toplum çevrelerindeişleyen her türlü koşullandırma, propaganda, öğüt,rehberlik, özendirme, öykünme gibi etkinlikleri de içerir. Biretkileşim aracı olan eğitimde en güçlü öğe gene kültürel birürün olan dildir. Yazının, daha sonra basımın icadı, kültürelbirikimin hızla yayılmasına, yerel sınırları aşarak değişikkültürlerin etkileşimine yol açmıştır. Çağımızda telefon,radyo, televizyon, sinema ve benzer iletişim araçlarıylaulaşım araçlarındaki ilerlemeler kültürel etkileşime büyük bircanlılık kazandırmış, daha önce yerel ve durağan kültürelözelliklerin bir tür seleksiyonuna kapı açmıştır. Kültüreletkileşim artık ne zamanda ne de yerde sınırtanımamaktadır. Yüzlerce, hatta binlerce yıl önce yaşamışsanatçı, filozof, bilgin ve din adamlarının etkisi yalnız kendi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 109

Page 110: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yerel kültür çevrelerinde değil, tüm dünyada duyulmaktadır.Özellikle kökleri antik çağa uzanan Batı kültürününgünümüzde kazandığı yaygınlık, kurduğu egemenlik busüreçte son derece önemli bir aşamaya ulaşıldığınıgöstermektedir: kültürde evrenselleşme aşaması!

Soru 67: Düşünce fizyolojiye indirgenebilir mi?

Darwin, zekâ düzeyleri insana yaklaştıkça hayvanların dasosyal içgüdülerini moral davranışa dönüştürebilecekleriinancındaydı. Ama hangi hayvan türünün böyle bir gelişmesüreci içinde olduğu söylenebilir? Sosyal içgüdünün"vicdan" denen ahlâk duygusuna dönüşmesi salt zekâyabağlı bir gelişme midir? İçgüdü (böyle bir şey varsa),kalıtsal olarak geçen, bilinçli bir amaca yönelik olmaksızınkendiliğinden işleyen bir davranıştır. Ahlâk ise değişiktir;bireylerin birbirleriyle ilişkilerinde uymaları gereken davranışkurallarını içerir; kaynağı bireyde değil, toplumsalyaşamdadır. En ilkel kabileden en uygar toplum düzeninekadar her düzeyde, bireylerin belli davranış kural veilkeleriyle konmuş olan sınırlar içinde etkinlik göstermesibeklenir. Bu kural ve ilkeler ile bireyin içgüdülerinin herzaman uyum içinde olduğu söylenemez. Toplumsal baskıaltında birey, içgüdülerini çoğu kez sınırlamak, geri tepmek,ya da kabul edilebilir biçimlerde açığa vurmak yoluna gider.Moral davranış doğal değil, insana özgü kültürel bir olaydır.

Darwin'in bu ayırımı yeterince göremediğini biliyoruz.Görmüş olsaydı, insanın akıl ve moral bilincine bağlıetkinliklerini de biyolojik evrim çerçevesine alma yolunagitmezdi. Ona göre düşünceye "beyin" dediğimiz organınözsuyu gözüyle bakılmalıydı. "Yerçekimi nasıl maddenin birözelliği ise düşünce de beynimizin bir özelliğidir," diyorDarwin. Ama fizyoloji ile psikolojiyi karıştıran bu benzetmeyerinde midir? Basit bir örnek alalım: "Yuvarlanan taş yosuntutmaz." Birçok kültürde geçen bu atasözüyle dile getirilennedir? Bu tür bir genellemeyi, mecazi anlamı dışında hangi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 110

Page 111: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

anlamda, beynin özsuyu sayabiliriz? Örnek aldığımız obasit cümlede dile gelen aslında yüzyılların deneyimbirikimidir. Simgesel ve kavramsal nitelikteki böyle birgenellemeyi beyin fizyolojisine indirgemek doğru olamazherhalde!

Bu noktada Darwin'in yanılgıya düştüğü açıktır.

Soru 68: Darwin'i düşünür olarak nasıl niteleyebiliriz?

Biraz duraksamayla şöyle diyebiliriz: Büyük bir gözlemci vearaştırmacı olan Darwin düşünür olarak sınırlı kalmıştır.Nitekim seçkin bilim tarihçisi Charles Singer onun için, "Üstdüzeyde derin bir araştırmacıydı; ama dili kullanma vefelsefi görüş bakımından yüzeysel olmaktankurtulamamıştır," der. Singer'in yargısı yerindedir.Unutmamak gerekir ki, bilim yalnız gözleme değil, gözlemiişleyen kavramsal düşünmeye dayanır. Evrim konusundaDarwin'in yetkin gözlemciliği ile birleşen büyük birkavramsal düşünme gücü sergilediği yadsınamaz. Ancakkültürel insana ilişkin düşünme performansı aynı düzeydedeğildir. Darwin için "büyük bir bilim adamı", ama "sıradanbir düşünür" diyenleri tümüyle haksız sayabilir miyiz?

Modern evrim kuramında Darwin'in içine düştüğü karışıklıkgiderilmiştir. İnsan evrimi söz konusu olduğunda iki aşamaayırt edilmektedir: (1) insanın hayvanlarla ortak olduğuaşama; (2) kültürel kişiliğin oluştuğu aşama. Psiko−sosyaldiye niteliyebileceğimiz ikinci aşamada insan kültürel vemoral kimliğiyle ortaya çıkmaktadır. Bu aşamada evrim yada ilerleme doğal seleksiyona değil, insanın giderek bilenenbilinçli ve amaçlı eylemine bağlı yürümektedir. Bu aşamayaerişen tek canlı tür insandır; o bu kimliğiyle doğayı aşmıştır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 111

Page 112: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 112

Page 113: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

VIII. BÖLÜM

TANRISAL DİZAYN

Olguların ötesine gitmeyi reddedenler, çoğunluk, olgularayaklaşmakta yaya kalırlar.

T.H. Huxley

Soru 69: Düzen, Tanrısal varlığın kanıtı mıdır?

Tanrı'nın varlığını kanıtlama çabasında teologlarınkullandığı klasik argümanların başında doğanınişleyişindeki düzen gelir. Canlılarda üstelik belli bir amacayönelik görünen bu düzeni şans ya da rastlantı ürünüsaymak inandırıcı olmaktan uzaktır. 19. yüzyıl mekanikanlayışına karşı çıkan teologlar, kendileriyle ters düşmepahasına da olsa, bir analojiye başvurmaktan kendilerinialamazlar. Onlara göre canlı organizma bir saat gibidir, birsaat gibi çalışır. Saat nasıl bir takım rastlantı etkenlerinürünü değilse, daha karmaşık bir plana bağlı işleyenorganizma da öyle şans ya da rastlantı etkenlerin ürünüolamaz. Bir plan, bir plancının varlığıyla olasıdır. Doğadakidüzen Tanrı'nın eseridir.

Doğanın belli bir düzen içerdiği bilimin temelvarsayımlarından biridir. Başka türlü bilim adamlarınınolgular arasında değişmez ilişkiler aramalarının, bulduklarıilişkileri "doğa yasası" diye nitelemelerinin ne anlamıolurdu? Denebilir ki, bilimin başta gelen amacı, doğaüstüherhangi bir güç ya da nedene başvurmaksızın doğalgüçlerin ilişkisini yansıtan düzeni açıklamak, anlaşılır,kılmaktır. Teolojinin "Tanrısal plan" ya da "dizayn" dediği

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 113

Page 114: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

şey bilim adamı için "neden−sonuç" bağıntısını yansıtannesnel bir düzenden başka bir şey değildir.

Doğadaki düzeni Tanrısal bir planın görüntüsü saymakteolojinin vazgeçemeyeceği, kolaya kaçan bir açıklamadır.Bilim, açıklamalarında, nesnel koşulları aşan bir nedenegitmez; her olgunun açıklaması başka olgularla olanilişkisinde aranır. Örneğin, deniz kıyılarını gezenleringözünden kaçmayan bir düzen vardır. Doğal plajlarda çakılve kum gelişi−güzel dağılmış değildir: çakılların iri olanlarıkıyıdan en uzak, ince kum suya en yakın kıyı şeridindeserilidir; arada çakıldan kuma doğru giderek incelen alanyer almaktadır. Bu düzen nasıl oluşmuştur? İlk bakıştaburada bir düzenleyici elin çalıştığı, düzenin belli bir amaçlabilinçli olarak oluşturulduğu akla yakın gelebilir. Oysa bilim,söz konusu düzeni, hiçbir amaç taşımayan doğal güçlerinmekanik işleyişiyle açıklamaktadır. Bu tür düzenlerindoğada daha pek çok örneği verilebilir. Tuz kristalini alalım.Bilindiği gibi tuz, sodyum ve klordan oluşur. Tuz kristalindeyansıyan düzenin gerisinde, her sodyum atomundaki birelektronun, her klor atomunun yörüngesinde ona karşılıkolan boşluğa kolayca yerleşmesi gizlidir.

Cansız dünyadaki sistemler gibi biyolojik sistemler defiziksel düzenekler çerçevesinde açıklanabilir. Bir hücreninson derece girift olan metabolizmasını nasıl sağladığıkolayca anlaşılır bir olay değildir. Ne var ki, fizyolojininilerlemesiyle bu karmaşık sürecin "yaşam gücü" türündengizemli bir güce değil, oldukça basit kimi kimya yasalarınadayandığı görülmüştür. Bu tür örnekleri çoğaltmaya gerekyoktur. Bilim canlı ya da cansız her alanda gözlenendüzenin doğal güçler arasındaki etkileşimin ürünü olduğugerçeğini yeterince kanıtlamıştır. Organizmanın açığavurduğu "olağanüstü" diyebileceğimiz düzen de bir planıdeğil, doğal seleksiyonun işleyişini yansıtmaktadır.

Soru 70: Doğal seleksiyon düzenleyici midir?.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 114

Page 115: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Darwin'in yakın dostu ünlü jeolog Charles Lyell, doğalseleksiyonu üç yüzlü Hint Tanrısına benzetir: Yıkıcı Şiva,koruyucu Vişnu ve yaratıcı Brahma. Doğal seleksiyon Şivaolarak zayıfları, uyumsuzları ve beceriksizleri acımasızcayok eder; Vişnu olarak uyumluları korur; Brahma olarakyeni özellikleri gözetir, üstün nitelikli bireylere egemenlikkapısı açar.

Darwin, doğal seleksiyonu evrim olgusunu açıklayanhipotez olarak ortaya attığında, elinde hipotezini kanıtlayandeneysel veri yoktu. Bu yüzden o, evcil hayvan ve bitkiıslahında kullanılan yapay seleksiyon çalışmalarınıdoğrulayıcı deney olarak gösterir. Yetiştiricilerin, örneğin,yünü en kaliteli koyundan, sütü en bol inekten, yumurtaverimi en yüksek tavuktan döl alarak istedikleri özellikteyeni kuşaklar ürettikleri bilinmektedir. Bu yöntemle sürekliseçilerek üretilen hayvan veya bitkilerin giderek atalarındanuzaklaştığı, hatta zamanla "yeni" diyebileceğimiz türleroluşturmaya yöneldiği söylenebilir. Çiftliklerde sürdürülenıslah çalışmalarına benzer deneyleri bilim adamları şimdilaboratuvarlarda gerçekleştirmektedirler. Bu deneylerdençok yaygın olan biri meyve sineklerine ilişkindir. Tümtürlerde olduğu gibi sineklerde de bireysel farklar vardır.Örneğin böceğin gövdesinin yanında yer alan tüyler kimibireylerde daha fazla, kimilerinde daha azdır. Doğalortamlarından laboratuvara alman bir grup sinekten tüysayısı çok yüksek bir grup oluşturmaya koyulandeneycilerin, belli bir sürede ulaştıkları sonuç ilginçtir: Tüysayısı ortalama 8 olan ilk grubun yerini tüy sayısı ortalama36 olan yeni bir grup almıştır.

Daha önemli özellikler üzerinde de denemeler vardır.Mikrobiyolojide, "phenylacetamide" denilen kimyasal maddeüzerinde çoğalan, ama normal olarak o maddeyimetabolize edemeyen bakteri çeşitleri üzerindeki denemeyiörnek verebiliriz. Bakterilerin biyokimyasal evrimdegösterdiği bu yeteneğin kimya endüstrisindeki yeri

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 115

Page 116: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

önemlidir. Yapay olarak sağlanan bu evrimleşmeyle pekçok türden organik moleküller, şu ya da bu yönde işlemeyeelverişli bakteri çeşidi seçilip çoğaltılabilmektedir. D.D.T. vebenzer tarım ilaçlarının böcekler üzerindeki etkisi bir başkaörnektir. Başlangıçta öldürücü olan bu ilaçlara karşızamanla bağışık çeşitlerin ortaya çıktığını tarımcılaryakından bilmektedir.

Soru 71: Doğal seleksiyonu işleten nedir?

Bilim adamlarının ya da yetiştiricilerin özel yönlendirmeleriolmaksızın doğal seleksiyon işler mi? Bu sorunun yanıtıbellidir: doğal seleksiyon, insan icadı bir düzenek değil,canlı dünyaya özgü bir etkileşim, bir ayıklama düzeneğidir.Basit bir örnek düzeneğin işleyişini göstermeye yeter.Besleyici et suyu ile dolu bir cam kaba aynı türden ikideğişik çeşit bakteri konsun, bir süre her gün et suyununbelli miktarı yenisiyle değiştirilsin. Bakterilerin iki çeşidi deçoğalmakta, her ikisi de aynı ölçüde değiştirilen et suyu ilebirlikte kaptan alınmaktadır. Çeşitlerden birinin daha hızlıbeslenip, daha hızlı çoğaldığını düşünelim. Bu durumdakaptaki bakteri topluluğunu giderek artan ölçüde hızlıbeslenme ve çoğalma özelliğini taşıyan çeşidininoluşturacağı, sonunda kaptaki bakterilerin tümünün oçeşide dönüşeceği kaçınılmazdır. Bu demektir ki, belli birçevrede aynı türe dahil iki grup canlıdan biri üremede dahahızlı (ya da yok olmada daha yavaş) özelliğini taşıyorsa, bugrup o çevrede çok geçmeden egemenlik kurarken, diğergrup yok olmaktan kurtulamaz. Böyle bir seleksiyonungerçekleşmesi için gerekli başlangıç koşullarından birigrupların üreme hızındaki farksa, diğeri grupları birbiriyleyaşam savaşımına iten çevrenin kısıtlı olanağıdır. "Doğalseleksiyon" dediğimiz düzenek de bu iki koşulun bir arayagelmesiyle etkinlik kazanır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 116

Page 117: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Kuşkusuz doğal seleksiyonun etkinlik kazanmasındaşansın ya da rastlantının rolü yok değildir. Ancak bu,sonucun belirlenmesinde değil, sözünü ettiğimiz ikibaşlangıç koşulunun bir araya gelmesinde kendini gösterir.Şimdi diyelim ki, kaptaki iki çeşitten hızlı çoğalanın ayrıcaşekeri daha kolay metabolize eden bir enzimi vardır. Şekerikıt bir çevrede bu iki çeşit bakterinin buluşması rastlantıolabilir. Ama bu rastlantıyı izleyen yarışma ve yarışmanınsonucu şansa bağlı değildir. Sözü edilen ilk koşullarverildiğinde, çeşitlerden birinin egemenliği, diğerinin yokolması kaçınılmaz olur.

Soru 72: Küçük bir varyasyon nasıl önemli olabilir?

Aynı türe dahil bireyler ya da gruplar arasında görecelolarak önemsiz küçük bir varyasyon bile kimi kez yaşamsavaşımında önemli rol oynayarak, sonunda yeni bir türünevrimine yol açabilir. Darwin'in de değindiği bu noktayıdoğrulayan birçok gözlem yapılmıştır. Biz iki örnekvermekle yetineceğiz.

Science dergisinin Ekim 1981 sayısında şu gözlemraporunu okuyoruz: Galapagos Adalarında saka ya daispinoz türünden kuşları on yıl boyunca inceleyen ikiaraştırmacı çevrede beklenmedik etkili bir değişikliğin bukuşlardan özellikle bir topluluğun genetik kompozisyonunuönemli ölçüde değiştirdiğini saptar. 1977'de adalardahüküm süren sert bir kuraklık kuşların beslendiği küçüktohumların yetişmesini büyük ölçüde azaltır. Aç kalan kuşlarnormal olarak ilgilenmedikleri büyük tohumlarla beslenmeçabasına girerler. Bu çabada görecel olarak iri yapılı kuşlarbaşarılı, ufak yapılı olanlar başarısız olur. Bir kuşaksonunda yeterince beslenemeyen kuşların ayıklanmasıyla,inceleme konusu kuş türünde belirgin birtakım değişikliklergözlenir: Yeni kuşak kuşların ortalama gövde büyüklüğüartmış, özellikle gagalar büyümüştür. Şimdi kuraklığınbirkaç kuşak sürdüğünü düşünelim. Öyle elverişsiz çetin bir

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 117

Page 118: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

çevrede bulabildikleri tohumlarla beslenmek savaşımıveren, dolayısıyla, doğal ayıklanma temposu hızlanankuşların değişik bir tür oluşturma sürecine girmiş olmalarıkaçınılmazdır. Yaşam, çevre koşullarına uyum sağlamaklaolasıdır.

Doğal seleksiyonun iyi bilinen bir başka örneğini Afrikayerlilerine ait orak−hücre hemoglobininde bulmaktayız."Hemoglobin−S" denilen bu form, "Hemoglobin−A" denilennormal formdan yalnızca bir noktada farklıdır: proteinmoleküllerindeki amino asit valine yerini, glutamik asitebırakmıştır. Moleküldeki bu değişiklik, kandaki alyuvarlarınoksijen taşıma gücünü zayıflatmaktadır. Kanında yalnızcahemoglobin−S taşıyan bireyler (homozigotlar) aşınderecede kansızlık dolayısıyla halsiz ve solgundurlar;genellikle ergenlik çağına ulaşmadan ölürler. Kanında hemhemoglobin−S, hem hemoglobin−A taşıyanheterezigotlarda ise anemi, yani halsizlik ve solgunluk aşırıdeğildir; bunlar genellikle yaşamlarını sürdürebilinektedir.Kanında yalnız hemoglobin−A taşıyan başka bir gruphomozigotlara gelince, bunlarda halsizlik ve solgunlukgörülmez; ancak bunların sıtmanın salgın olduğubölgelerde hastalığa dayanma güçleri son derece zayıftır.Bu durumda ortaya şöyle bir manzara çıkmaktadır: Salt Ageni taşıyanlar sıtmadan, salt S geni taşıyanlar anemidenyok olmakta; her iki geni taşıyan heterezigot bireylerinyaşama şansı daha fazla olduğundan toplulukta her iki gende varlığını sürdürmektedir. İki geni de taşıyan ana (AS) vebaba (AS)'dan dünyaya gelen yavrunun gen dağılımışunlardan biridir: AA, AS, SS. Birinci ve üçüncükombinezonlar kaybolmamakla birlikte, onları taşıyançocuklar sürekli yok olmaktadır.

Bu olayın evrim açısından önemi nedir?

Soru 73: Çelişki nerededir?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 118

Page 119: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Olayın önde gelen önemi doğal seleksiyon düzeneğininişleyişini göstermesidir: Yaşam savaşımında bazıgenotiplerin kurtulma ve çoğalma olanağı daha fazladır.Sonra bu bağlamdaki işleyiş biçimiyle doğal seleksiyon ikiçeşit geni de korumakta, dolayısıyla, topluluk genetik olarakdeğişken kalmaktadır. Ne var ki, bu değişkenlik çevrenindeğişme olasılığına karşı bir önlem, bir hazırlık değildir.Başka bir deyişle, türün gelecekteki gereksinmelerigözönünde tutularak böyle bir değişkenliğe yer verildiğisöylenemez. Bu yalnızca heterezigot bireylerin öyle birçevrede daha başarılı olmasının bir sonucudur. Bir de şuvar: Topluluğun daha çok S genli bireylerden oluşmasıylasıtmalı bir çevreye uyum sağladığı söylenebilir. Ancak nepahasına! Toplulukta sıtmaya karşı bağışıklık sağlayan birgenin korunması anemik homozigotların kuşaklar boyu yokolmasını gerektirmiştir. Başka uyumlarda da kendinigösteren bu durum doğal seleksiyona ilişkin önemli birnoktayı açığa vurmaktadır. Doğal seleksiyon türlerin, zayıfve çevresiyle uyumsuz organizmaların ölümü pahasına,çevreleriyle uyum kurmalarını sağlayan acımasız, amaçsız,mekanik bir süreçtir. Dinsel bağnazlar evrim düşüncesinekarşı çıkarken, bu noktaya değinmekten kendilerinialamamaktadırlar. Örneğin, Californiya'da "YaratılışAraştırma Enstitüsü"nün başkanı Henry Morris'inkaleminden dökülenlere bakınız:

"Evrim" diye bir şey varsa, canlı dünyada insana uzanan üçmilyar yıllık süreç bir ıstırap ve ölüm süreci olmuş demektir.... Bu ise Tanrı'nın insanı, son derece savurgan veacımasız bir yöntemle yarattığı anlamına gelir. Oysa İncil'inTanrı'sı öyle bir Tanrı değildir, olamaz!*

Dahası, Morris'e göre, ne yönden bakılırsa bakılsın, evrimkendi içinde bir çelişkidir.

Canlı dünyada olup bitenler çoğunluk bir savurganlık,acımasız bir vurkırsa, bu niçin kendi içinde bir çelişki olsun?

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 119

Page 120: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Doğal seleksiyon ne belli bir hedefe yönelik bir süreç, ne deTanrı gibi koruyan, bağışlayan, sevecen bir güçtür. Yaşamsavaşımında, deyiş yerindeyse, "Ölen ölür, kalan sağlarbizimdir!"

Çelişki evrimde değil, yaratılışçı anlayıştadır. Gerçektencanlı dünya Tanrı'nın eseriyse, canlıların % 99'unun normalyaşamını sürmeden yok oluşunu nasıl açıklayabiliriz?Morris'in kendisi söylüyor: "Milyarlarca hayvan ortada birneden yokken acı çekmekte, ölüp gitmektedir. Geçmişteyaşayan türlerin birçoğunun bugün izine bilerastlamamaktayız!"

Unutulan şey, doğal seleksiyonun "koruyucu melek"olmadığıdır!

* H. Morris, Creation: Acts/Facts/Impacts, s, 45.

Soru 74: Doğal seleksiyon her zaman uyum sağlar mı?

Doğal seleksiyon yanlış yorumlara açık bir kavramdır.Bunlardan biri, doğal seleksiyonun her zamanorganizmaları çevreleriyle uyumlu kıldığıdır. Oysa doğalseleksiyonun "uyum sağlama" diye bir işlevi yoktur. Uyumsağlamak şöyle dursun, doğal seleksiyon çoğu kez türlerinyok olmasına bile yol açmaktadır. Bunun çarpıcı birörneğini farelerdeki t geni'nde bulmaktayız, "t" diye bilinengen bakımından homozigot olan erkek fareler kısırdır. Bir t,bir T geni taşıyan heterezigot erkek fareler ise döl vermeyeteneğine sahiptir. Genetik yasalarına göre, heterezigotfarenin üreme hücrelerinin yarısının t, yarısının da T genitaşıması beklenir. Oysa t geninin, üreme hücrelerinin %95'inde taşınması gibi bir avantajı vardır. Böyle olunca, t

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 120

Page 121: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

geninin çok geçmeden fare topluluğunda (bu topluluk çokbüyük değilse) egemenlik kurarak doğan tüm erkekfarelerin tt genli kısır homozigotlar olacağı, dolayısıyla faretopluluğunun yok olmaya yüz tutacağı söylenebilir. Nitekimçoğu kez olan da budur. Bu örnekte sergilenen, doğalseleksiyonun uyum sağlamaya değil, tam tersine, yoketmeğe yönelik çalıştığı olayıdır. Doğal seleksiyonun herzaman uyum sağlayıcı olmadığına bir başka örnekDarwin'in "cinsel seleksiyon" dediği olaydır. Balık, kuş vebirçok memeli türlerde erkek bireylerin renk, ibik, yele,boynuz ve çalım gibi birtakım etkileyici Özelliklerledonatıldığını biliyoruz. Göz alıcı bu özellikler aslındaerkekler için hem avantaj hem de dezavantaj nedenidir.Dişilerin en çarpıcı ve etkileyici özellikleri taşıyan erkekleriyeğlemeleri, o özelliklerin toplulukta yaygınlık kazanmasınayol açarken, öte yandan, aynı erkeklerin düşmanlarıncadaha kolay farkedilmesi nedeniyle yok olma tehlikesi dahafazladır. Bu gibi durumlarda doğal seleksiyonun birbirineters düşen iki yönde işlediği birçok araştırmalarda ortayakonmuştur. Çelişkiyi en belirgin biçimiyle tavuskuşusergilemektedir. Renk, biçim ve çalımda olağanüstüetkileyiciliğiyle dişisini kazanma sürecine girentavuskuşunun, aynı zamanda, düşmanına adeta çağrıçıkardığı söylenebilir. Yaratılışçılar bu çelişkiyi nasılaçıklayacaklardır? Tanrı, dişisine daha çekici gelsin diye mi,yoksa leopara daha kolay yem olsun diye mi bu yaratığınıolağanüstü özelliklerle donatmıştır?

Sora 75: Uyum bir planı mı yansıtmaktadır?

Doğal seleksiyonun sonucu genellikle organizmanınçevresiyle uyum sağlamasıdır. Ne var ki, sağlanan uyumçoğu kez türün tüm bireylerini kapsamaktan uzak kalır.Çevre koşullarında beklenmedik ciddi bir değişikliktenyararlanan bireylerin daha hızlı çoğalarak üstünlükkurmaları, diğerlerinin giderek yok olmaları kaçınılmazdır.Sonuç sanki bir planın bilinçli uygulanmasıyla ulaşılan bir

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 121

Page 122: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

düzen görünümündedir. Endüstri devrimi sonrasındaİngiltere'de gözlenen bir olay bu bakımdan ilginçtir. Birzamanlar açık gri renkte olduğu bilinen güve kelebeklerişimdi üzerinde yaşadıkları ağaç gövdelerinden gün ışığındabile ayırt edilemeyecek kadar kararmıştır. Çevreylekurulmuş olan bu uyumu, endüstri öncesi durumbilinmeseydi, Tanrısal bir dizaynın somut bir örneği saymakkolaydı. Oysa bu ağaçların gövdeleri son 150 yıl içindeyoğun endüstrinin yol açtığı hava kirliliği nedeniylekararmıştır. Giderek koyulaşan ağaç gövdesi üzerinde dahabelirgin kalan açık gri kelebekler kuşlara kolay yem oluptükenmeye yüz tutarken, içlerinde renkleri koyu olan azsayıdaki kelebekler çoğalma olanağı bulur. Görüldüğü gibibu gelişmede bir plan ya da amaçlı bir düzenleme sözkonusu değildir. Kurulmuş olan uyum değişen çevrekoşullarına göre bireysel varyasyonları kullanan doğalseleksiyonun bir ürünüdür.

Verdiğimiz örnekten de görüleceği gibi çevreyle uyumunbozulması, kimi özelliklerinde farklılık gösteren bireylerin birbölümü için avantaj, bir bölümü için ise dezavantajoluşturabilir. Ancak, avantaj sağlayıcı da olsa, evrim ürünüözelliklerin pek azının organizmanın çevresiyle olansorunlarına optimal çözüm sağladığı söylenebilir. Kaldı ki,bir topluluğun uğradığı evrimsel modifikasyonda kazandığıözelliklerin tümü uyum sağlayıcı olmayabilir. Başka birdeyişle, özelliklerin bir bölümü uyum kurmada işlevsizkalabilir. Bunlar çoğunluk organizmaya yarışma avantajısağlayan özelliklere bağlı olarak ortaya çıkan özelliklerdir.Genlerin bir çok fenotip özelliklerini oluşturmada işbirliğinegirdiği göz önüne alındığında, kendi başına işlevsiz kalanözelliklerin varlığını anlamak kolaylaşır. Bir özellik önemliavantaj sağlıyorsa, ortaya birlikte çıktığı yararsız, hatta birölçüde zararlı bir başka özelliğe karşın ayıklanmaktankurtulabilir.

Görülüyor ki, canlı dünyada. Tanrısal düzenleme şöyle

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 122

Page 123: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

dursun, tam bir uyumdan bile söz etmek olanaksızdır.Doğada uyumdan çok yaşam savaşımı egemendir.

Soru 76: Voltaire'in isyanı neye?

Evrenin Tanrısal bir dizayna dayandığı savına yöneltilen enkeskin eleştiri, evrimci bilim adarlarından de?il. onlardançok önce yaşamış bir düşünürden, Voltaire'den gelmiştir.1755'te bir deprem Lizbon kenti nüfusunun dörtte birini(30.000 kişiyi) yok eder. "Lizbon Depremi" diye bilinen budoğal yıkımda ölenlerin çoğu Azizler Günü nedeniylekilisede toplanmış dua ediyordu. Felâketi, Tanrı'nıngünahkâr kullarını cezalandırması diye yorumlayanpapazlar Voltaire'in sabrını taşırır. 18. yüzyılın ünlüdüşünürü onlara şu dizelerle seslenir:

... tüm duyarlı nesneler, aynı günde doğmuş benim gibi acıçeker, benim gibi ölürler. Kartal ödlek kurbanı üstüneçullanmış Titreyen organları kanlı gagasıyla parçalar...Savaşın toz dumanında yuvarlanan adam, Can çekişenarkadaşının kanıyla kanı karışmakta, Beklerken leşkargalarına yem olma sırasını. Evet, her kişide tüm dünyasızlanmakta Hepsi ıstırap için doğmuş, birbirini yok etmektePeki, bu korkunç kaos ne için Her birimizin acısı hepimizemutluluk mu dersin! Ne kutsanacak dünya, öyleyse!

Voltaire'in çağdaşı Rousseau ise yıkımdan doğrudan insanısorumlu tutuyordu. Ona göre insan "uygarlık merkezleri"diye bilinen kent yaşamı için değil, pastoral yaşam içinyaratılmıştır. Voltaire'in bu tür romantik açıklamalarkarşısında da sessiz kalması olanaksızdı. Ünlü yapıtıCandide'de alaycı bir dille yazılmış şu satırları okuyoruz:

... burun gözlük taşımak, bacak çorap giymek, taş görkemlişatolar yapmak için dizayn edilmiştir. İster insandan, isterdoğadan kaynaklansın, başıma gelen her belânın gerisindedemek ki, Tanrı'nın usta eli vardır. Doğanın karmaşık

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 123

Page 124: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

düzeni Tanrısal dizaynın kanıtı ise, o zaman, Tanrı'nın yaçok beceriksiz, ya da habis olduğunu kabul etmekzorundayız. Tanrı ya önleyebileceği kötülüğü isteyerekönlememektedir; ya da istemediği kötülüğüönleyememektedir.

Yaklaşık yüz yıl sonra Darwin de aynı noktaya parmağınıbasar:

Doğanın beceriksiz, savurgan, aşağılık, aptalca veacımasız işine bakınca, Şeytan'ın çömezi acaba nasıl birkitap kaleme alırdı? Her şeye yetkin, iyilik, güzellik vedoğruluk kaynağı Yüce Tanrı'nın birbirine kıyan canlılar,musibet ve yıkımlarla dolu bir dünyayı yaratmış olması nasılaçıklanabilir?

Kimi ilkel inançlarda, dünyanın iyilik ruhuyla kötülükruhunun, Tanrı ile Şeytan'ın çekişme alanı sayılması, pekde yabana atılacak bir bakış değil, anlaşılan!

IX. BOLÜM

YARATILIŞÇI SAVLAR VE TAKTİKLER

İnatla yürütülen çarpıtmanın gücü yadsınamaz; ama bilimtarihi bu gücün hiç bir alanda uzun sürmediğinigöstermektedir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 124

Page 125: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Charles Darwin

Gerçekten kaçan kimseye kanıt göstermenin yararı yoktur.

G. Ç. Simpson

Soru 77: Yaşam anlık bir yaratmayla mı ortaya çıktı?

Dinsel bağnazlığı yansıtan yaratılışçı akım "bilimsellik"görünümü altında bilime karşı bir harekettir. Başlıca savlarıincelendiğinde, hedefin belli bir olayı ya da olgular kümesiniaçıklamaktan çok, evrim düşüncesini yıpratmak, yıkmakolduğu görülür. Yaratılışçıların son yirmi yıldır kullandıklarıtaktik, evrim kuramına ilişkin eleştirileri yaratılışçı görüşüdoğrulayan kanıtlar olarak göstermektir. Böyle birmanevraya başvurmaları aslında kendi savlarım bilimselanlamda kanıtlayamadıkları demektir.

Yaratılışçılığın özünde yer alan şu iki temel savı alalım,örneğin:

(1) Yaşam uzun bir sürecin değil, anlık bir yaratmaeyleminin ürünüdür;

(2) Tüm hayvan ve bitki çeşitleri, kendi içlerinde kalan kimikalıtsal varyasyonlar dışında, yaratılıştaki kimliklerinikorumaktadır.

Yaratılışçıların önde gelen adlarından Duane Gish,"Yaratılışın Bilimsel Kanıtları" adlı çalışmasında bu savlarınyeterince kanıtlandığını ileri sürmektedir. Gerçekten öylemidir? Gish'in ilk sav için verdiği kanıtları kendi kalemindenokuyalım:

Fosiller, yaşamın birdenbire ve bildiğimiz biçimloriyle ortayaçıktığını, canlı türler arasında evrimsel geçişlere olanakvermeyen kesintiler olduğunu göstermektedir. Bu olgular

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 125

Page 126: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

canlı türlerin yaratıldığını kanıtlar.

Termodinamiğin İkinci Yasası evrende düzenindüzensizliğe dönüşme eğiliminde olduğunu (entropininarttığını) dile getirmektedir. Buna göre, basit moleküller ilekarmaşık protein, DNA ve RNA moleküllerinin kendiliğindenve doğal süreç içinde canlı hücreye dönüşmüş olmasıolanaksızdır. Öyleyse, canlı hücre yaratılmıştır. Kaldı ki,yaşamın kökenine ilişkin laboratuvar deneyleri canlınıncansız maddelerden oluşturulabileceği tezine hiçbir kanıtsağlamamıştır. Kanıt gibi görünen kimi veriler ise yapayolarak empoze edilen laboratuvar koşullarınadayanmaktadır. Bu koşulların doğada gerçekleşmeolasılığının son derece zayıf olması, elde edilen sonuçlarınönemsizliği göz önüne alındığında yaşamın "evrim" denilensürecin ürünü olmadığı ortaya çıkar.

"Kanıt" diye sunulan bu sözlerde gerçekleri çarpıtmadışında bir şey var mıdır? Bir kez fosillerin gösterdiği,karmaşık organizmalardan çok önce tek−hücreli canlılarınvar olduğudur. Sonra, hem organik hem inorganik dünyadadüzensizlikten düzen oluşturan kristaller gibi pek çokkimyasal düzeneğin işlediği bilinmektedir. Son olarak, canlınesneyi oluşturan makro moleküllerin doğal olarak bir arayagelme olasılığının hiç de zayıf olmadığı laboratuvardeneyleriyle gösterilmiştir.

Kaldı ki, bu gerçekleri bir yana bıraksak bile, Gish'in yaptığı,yaratılışçı görüşü pozitif kanıtlar getirerek temellendirmekyerine, evrime yöneltilen birtakım yadsımalarlasavunmaktır.*

* Duane Gish'in, "Creation, Evolution and Public Education"adlı başka bir çalışması dilimize, "Yaratılış, Evrim ve HalkEğitimi" diye çevrilmiştir. Çevirinin yetersiz ve çetrefilliğine

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 126

Page 127: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

karşın, bu çalışmada da gerçeklerin nasıl çarpıttırıldığıkolayca görülmektedir.

Soru 78: Türler sabitmidir?

Tüm hayvan ve bitki çeşitlerinin ilk yaratılıştaki formlarınıkoruduğu savına gelince, burada da Gish'in sunduğu"kanıtları" geçerli bulmak kolay değildir:

Fosillere baktığımızda türler arasında geçişlere olanakvermeyen kesin boşluklar görmekteyiz. Evrimci görüşüngerektirdiği ara halkaları ne tek−hücrelilerle omurgasızlar,ne de omurgasızlarla omurgalılar arasında bulmaktayız.Hatta balıklarla amfibiyanlar, amfibiyanlarla sürüngenler,sürüngenlerle kuşlar ve memeliler arasında da ara halkalaryoktur. Evrimciler bildiğimiz türler arasında birtakım araformlarının geçmişte var olduğu üzerinde ısrar etseler debugüne değin bulunan milyonlarca fosil arasında onlarıhaklı çıkaran gerçek bir kanıta rastlanmamıştır. Fosiller ileyaşayan organizmalar aynı sınıflama ölçütlerine uygundüşmektedir. Bu demektir ki, şimdi yaşayan organizmalarbildiğimiz form larına, fosillerin de sergilediği gibi, evrimsürecinden geçerek değil, yaratılışta kavuşmuştur.

Bir canlı türü, kendi aralarında üreyen (ama normal koşullaraltında başka gruplarla üreme ilişkisi olmayan), ortaközelliklere sahip bir grup diye tanımlayabiliriz. Buna göre,(basitten karmaşık formların gelişmesi için gerekli olan)"türler arası evrimsel geçiş" diye bir şey olsaydı, ortaközelliklerin yeni eklemelerle sürekli artması, gen havuzununzamanla sınır tanımayan bir genişleme içine girmesigerekirdi. Oysa böyle bir olay yoktur.

Bu alıntıda hem yanlış bilgi hem dayanaksız savlar yeralmaktadır. Fosillerden pek çoğu şimdi yaşayan

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 127

Page 128: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

organizmalardan kesin farklar göstermekte, ancak kenditaksonomik kategorileri içinde sınıflanabilmektedir. Gish'indediğinin tersine, fosillerden pek çoğunda, bilinen türlerarasındaki evrimsel geçiş halkalarını bulmaktayız. Şimdisorabiliriz: "Yaratılışın Bilimsel Kanıtları" başlığını taşıyanyazıda yaratılış savını doğrulayan bir kanıt var mıdır?Yoktur, olamaz da; çünkü, yaratılışçı akım ideolojik niteliktebir harekettir; araştırmaya, bilimsel veri ve kanıtlara işinegeldiğinde ve de sözde kalan bir saygı duyar.

Soru 79: Bilimde çarpıtma taktiğine yer var mıdır?

Yaratılışçılık literatürünün hemen tümüyle gerçekleriçarpıtma, "bilim" adı altında dayanaksız, tutarsız söz etmesanatına dayandığı söylenebilir. Bilimsel kaynaklardanyapılan alıntılar genellikle eksik, bağlam dışı veya çarpıkbiçimde sunulmakta, ya da özerün anlamı dışındayorumlanmaktadır. Taktiklerinden biri, Orwell'in 1984'deki"savaş barıştır" sloganı gibi "yaratılışçılık bilimdir" diyereksaplantılarının gerçek yüzünü saygın bir terim arkasındagizlemektir. İşte bir örnek: "Yaratılışçı, tüm yargılarında'neden−sonuç' ilişkisini içeren bilimsel yasaya bağlı kalır."Oysa yazılarında buna tek bir örnek bulamazsınız;sorumsuzluklarını "bilimsel yasa" gibi aslında anlayışlarınaters düşen saygın bir terimle örtmek taktiklerinden biri. Birdiğer taktikleri evrimi "hipotez" diye nitelemeleridir. Onlaragöre evrim kuramı bilim dışı bir inanç ya da ideolojidir;ispatlanamaz, deneysel verilerle yoklanamaz. Böylece,belirli bir olgu değil, tartışmaya açık, kuşku götüren salt birtahmin ve varsayım olduğunu vurgulayarak zihinleribulandırmaya çalışmaktadırlar.

Yaratılışçılarm sıkça başvurdukları bir oyun da kimi seçkinevrim kuramcılarını, bağlam dışı ve çarpıtılarak verilenalıntılarla yaratılışçılığı savunur göstermeleridir. Örneğin,liderleri Henry Morris, seçtiği alıntılarla günümüzün seçkinkalıtım bilginlerinden Richard Lewontin'in, "yaşam

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 128

Page 129: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

savaşımı" ve "doğal seleksiyon" gibi evrim kuramının temelilkelerini reddettiğini ileri sürer. Oysa alıntıların kaynağıolarak gösterilen yazısında Lewontin söz konusu ilkelereilişkin bir şey söylememekte, yalnızca uyum sağlayıcı olanve uyum sağlayıcı olmayan özellikler arasındaki farkınbelirlenmesinde karşılaşılan güçlüklere değinmekte, doğalseleksiyonla türlerin çevreyle uyumlarında kimi zaman birgelişme sağlanmadığı halde özelliklerinde değişiklikolduğunu belirtmektedir.

Yaratılışçıların evrim konusunda bilim adamları arasındakitartışmaları, evrim düşüncesi yüzünden düşülen hatalarıkapatma, bir tür temize çıkma çabası olarak yorumlamalarıda gözden kaçmayan bir başka tutumlarıdır. Oysa çoğunlukevrim kuramı ile kalıtım üzerinde ayrıntılara ve yenigelişmelere ilişkin bu tartışmalardan ne evrim düşüncesiylebir hataya düşüldüğü, ne de bilim adamlarının bu yüzdensaygınlıklarını kurtarma çabasına girdikleri izlenimi bileçıkarılamaz.

Soru 80: Mantık oyunu mu?

Yaratılışçı literatürde çarpıtıcı yorumlarla bilinen olgularıyadsıma öylesine iç içedir ki, bunları ayırmak her zamankolay değildir. Örneğin, sık sık tekrarlanan, "evrimdüşüncesinin döngül kanıtlamaya dayandığı" savını alalım.Buna göre, evrim için kanıt olarak gösterilen jeolojikkatmanların kronolojik sıralaması, fosillerin basittenkarmaşıklığa gittiği tezini içeren evrim düşüncesinebağımlıdır. Gerçekten öyle midir? Evrim düşüncesi içerdiğibir düzenlemeyle mi kanıtlanmaktadır? Öyle olmadığını bukonudaki gelişmelere bakarak gösterebiliriz.

Paleontolog David Raup'ın belirttiği gibi, "Modern jeolojikzaman skalası 1840 sıralarında, yani Darvvin'in TürlerinKökeni'nin yayımlanmasından yaklaşık yirmi yıl öncegeliştirilmişti." Fosillere dayanan zaman skalası evrimcilerin

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 129

Page 130: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

değil, evrim düşüncesinden habersiz jeologların ortayakoyduğu bir çalışmadır. Üstelik, ayrıntılarda kalan kimidüzeltmeler dışında, sistem genelde ilk formunu bugün dekorumaktadır. Öyleyse, evrim düşüncesinden tümüylebağımsız bir gelişmeyi o düşüncenin bir sonucu gibigöstermek düpedüz gerçeği çarpıtmak değil de nedir?

Yaratılışçıların ortaçağ mantık oyunlarına başvurmalarındabizi şaşırtan bir şey yoktur.

Soru 81: Olgular yadsınabilir mi?

Yaratılışçılara bakılırsa arzın tarihi birkaç bin yılı aşmaz.Oysa radyoaktif yöntemler arz kabuğunun oluşum sürecininbile yüz milyonlarca yıl aldığını göstermektedir. Ama onlarönyargılarını haklı çıkarmak için gerektiğinde somut olgularıbile göz ardı etmekten kaçınmazlar. Örneğin, onlarasorarsanız kayaların yaşını belirlemenin nesnel yöntemiyoktur:

Pek çok kimse kayaların yaşının uranyum, thoryum,potasyum, ribidiyum gibi radyoaktif minerallerinincelenmesiyle belirlendiğine inanır. Oysa bu doğru değildir.Böyle olmadığının en açık kanıtı fosil taşıyan katmanlarınyaşlarının, radyoaktif yöntemlerin henüz bilinmediği birdönemde saptanmış olmasıdır. Kaldı ki, radyometrik yaşbelirlemede o kadar çok hata ve hatalı yorumlama olasılığıvar ki, bunların çoğu, özellikle daha önceki belirlemelereuymaması halinde, kullanılmadan atılır. ... Uranyumla yaşbelirleme bile deneysel olarak denetlenemez; çünkü,milyonlarca yıl alan uranyum bozulmasının sonucunu kimsegözlemleme olanağına sahip değildir.*

Kısacası, burada söylenen şu: Modern yöntemlerle yapılanyaş belirlemesi daha önceki belirlemeleri doğruladığındayanlış, doğrulamadığında geçersizdir. Ancak bu ikilemyüzeyseldir, hiçbir mantık kuralına dayanmamaktadır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 130

Page 131: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Yaratılışçıların, arzın bugün gördüğümüz oluşum veözelliklerini Nuh Tufanı gibi bir "olaya" bağlamaları, modernjeolojinin sağladığı veriler ışığında yalnızca gülünçtür.Tufanda yere gömüldüğü söylenen canlılara ait fosillerin yerkatmanlarında; ilkel formlardan gelişmiş karmaşıkorganizmalara doğru sıralanışı nasıl açıklanabilir? Böyle birdüzenlemeyi global bir yıkımın sonucu olarak göstermekkimi inandırabilir?

Yaratılışçıların işlerine geldiğinde bilimden yararlandıklarınıda görmekteyiz. Bilindiği gibi Termodinamiğin Birinci Yasasıevrendeki enerjinin toplam olarak sabit kaldığını, İkinciYasası ise kapalı bir sistemde enerjinin ısı formundadüzenli durumdan düzensizliğe doğru gitme eğilimindeolduğunu söyler. Yaratılışçılar fiziğin bu yasalarını, organizenesneler olan canlıların dağınık maddelerden, karmaşıkorganizmaların basit canlılardan oluşamayacağı tezlerinedestek saymaktadırlar:

Daha karmaşık bir organizmanın evrimi için enerjinin birşekilde kazanılması, düzenin artması gerekir ki, İkinci Yasa,dış etkenler olmadıkça herhangi doğal bir süreçte bunaolanak tanımamaktadır.**

Oysa düzensizlikten düzene gidişin doğada pek çokörnekleri gösterilebilir. İnsan gibi karmaşık bir organizma,görecel olarak daha ilkel düzeyde olan döllenmiş biryumurtadan oluşmaktadır. Buzdolabımızda düzensiz şumoleküllerinin düzenli buz kristallerine dönüşmesi bir başkaörnektir. Nedeni açıktır: Ne organizma, ne de başka birnesne kapalı bir sistem değildir. Canlılar güneşten enerjialan açık sistemlerdir. Üstelik, doğal seleksiyon düzenibozucu ya da azaltıcı mutasyonları ayıklayarak, tersinedüzeni artırıcı mutasyonları koruyarak, daha karmaşıkdüzenlemelere yol açmaktadır.

Bilimi kullanan bu argümanın da basit bir irdelenmeye

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 131

Page 132: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

dayanma gücü yoktur.

* H. Morris (ed.), Scientific Creationism, San Diego,Creation−Life Publishers, 1974, s. 133−137.

** Aynı kaynak, s. 40.

Soru 82: Mutasyon yenilik getirmez mi?

Yaratılışçılar yeni, karmaşık formların oluşumundamutasyon ve doğal seleksiyonun rolünü yadsımaktadırlar.Onlara göre mutasyon, ister doğal süreçte ister laboratuvarkoşullarında ortaya çıksın, hemen her zaman organizmanınuyum düzenini bozan, zararlı bir olaydır; yeni gelişmelereyol açmaz.

Hemen söyleyelim ki, mutasyonlarm tümüyle zararlı olduğusavı en azından bir abartmadır. Mutasyonların, bakterilerinmetabolik yeteneklerini değiştirmede, bir böceğe tarımilaçlarına karşı dayanma gücü sağlamada, ya da, birbitkinin büyüme biçimini belirlemede zararlı veya yararlıolması çevre koşullarına dayanır. Evrim kuramımutasyonlarm daima yararlı olduğunu varsaymamaktadır.Etki gücü büyük olan mutasyonlarm çoğunluk zararlı olduğubilinmektedir. Ne var ki, bu tür mutasyonların sayısı fazladeğildir. Bir bakteri, sinek ya da fungi kültürünü yeni birçevreye koyalım; öyle bir toplulukta mutasyonlarm büyükçoğunluğu olumsuz ya da zararlı türden de olsa, kimibireylerin birkaç kuşak içinde ileri uyum sağladıklarınıgörürüz. Bunun nedeni, varyasyonlar gibi mutasyonları dakullanan doğal seleksiyon düzeneğidir. Yaratılışçılar doğalseleksiyonun bu olumlu rolünü açıkça yadsımaktadırlar:

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 132

Page 133: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Doğal seleksiyon herhangi bir yenilik üretmez. O edilgen birayıklama düzeneğidir; yalnızca, çevreye uyan formlarıniçinden geçtiği bir elek. Elekten geçmeyen formların yolukesilmekte, yaşamları sona ermektedir. Bu var olan formlarüzerinde işleyen bir ayıklamadır; kendiliğinden yeni bir şeyüretmez. Üreme hücresinde üstüörtük bulunan özellikleriyeni kombinezonlara sokma, evrimci anlamda yeni bir şeyyaratma değildir, olamaz.*

Ama gözden kaçmaması gereken bir nokta var: Doğalseleksiyon olumlu mutasyonîarı tek tek koruduğuna göre(yaratılışçılar bunu yadsımamaktadır.) birlikte avantajsağlayan mutasyon kombinezonlarını da korur, elbet.Bunun bir örneğini Afrika'nın kırlangıç kuyruklu kelebeğindebulmaktayız. Bu toplulukta, genlerden biri kanadın belli birkesiminin beyaz veya kızılkahve rengi olduğunu, aynıkromozom üzerinde yakın duran diğer genler ise kanadınkalan kesiminde siyah ve beyaz benek örüntüsünübelirlemektedir. Birtakım gen kombinezonlarına dayananbelli renkteki kelebekler, renk ve benek benzerliğindenyararlanarak, tatsızlıkları nedeniyle düşmanlarına yemolmaktan kurtulan diğer bazı kelebek türlerinin avantajınasahiptir. Öyle bir renk benzerliği taşımayan, dolayısıylakurtulma şansları zayıf kelebeklerin sayıları azdır,kuşkusuz. Diyelim ki, değişik kelebeklerde bir kızıl renkmutasyonu, bir de belli biçimde bir benek mutasyonu var.Şimdi, çiftleşme bu iki mutasyonla yeni, uyum sağlayıcı birkombinezon kurabilir. Böyle bir özelliğin (yaşamsavaşımında avantaj sağlıyorsa), çok geçmeden toplulukiçinde yaygınlık kazanacağına kesin gözüyle bakılabilir.

Görüldüğü gibi, başlangıçta mutasyonla ortaya çıkanvaryasyon, üreme sürecinde girdiği yeni kombinezonlardaavantaj sağlaması halinde, doğal seleksiyonla korunur veçok geçmeden toplulukta yaygınlaşan bir özellik oluşturur.

Yaratılışçılar bu açıklamayı benimsemeseler bile düpedüz

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 133

Page 134: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

reddetme yoluna gitmeyebilirler. Onların asıl kabuletmedikleri şey, yeniliğin mutasyon ve doğal seleksiyonlasağlanabileceği gerçeğidir.

Yaratılışçıların yaptığı, bir bakıma, mutasyon kavramınınartık geçerliğini yitirmiş eski bir yorumuna dayanarakmutasyonun evrim için yapıcı bir işleve sahip olmadığı, tamtersine, evrimi engelleyici bir olay olduğu iddiasındabulunmaktır. Bu iddiayı belli ölçülerde paylaşan biyologlarında olması kavrama açıklık getirme ihtiyacını ortayakoymuştur. Genetik−evrim ilişkileri üzerindeki çalışmalarıylatanınmış bilim adamı Dobzhansky'ye ait aşağıdaki alıntıyıbu yönde bir açıklama sayabiliriz:

Mutasyon kavramına yöneltilen eleştirilerden biri de meyvesineğinde ve diğer organizmalarda gözlenen mutasyonlarınbozulmalara, patalojik değişikliklere ve beklenmedikoluşumlara yol açtığı; bu yüzden, evrimin yapı taşlarıolmaktan uzak kaldığıdır. Bu eleştiri öylesine sık ve yoğunyürütülmüştür ki, salt bu nedenle bir tür "geçerlik" kazanmışgibidir. Oysa, gözden kaçmaması gereken nokta,mutasyonun olumsuz sonuçlarının yanı sıra nötr ve olumludeğişiklikleri de kapsayan geniş bir spektrumsergilemesidir**.

Kaldı ki, moleküler biyolojideki yeni gelişmelermutasyonların rolüne ilişkin kuşkuları tümüyle gidericiyöndedir. Genlerin kimyasal yapısının ortaya çıkmasıylabiyologların mutasyonu DNA ve RNA kimyasınınterimleriyle yeniden tanımlama yoluna gittiğini görüyoruz.Bilim adamları artık genetik maddede oluşan çeşitlideğişiklikleri inceleyebilmektedirler. Biyokimyasal testlerçok küçük

mutasyonların varlığını göstermektedir. Ne var ki,organizmanın davranış ve dış görünümüneyansımamaktadır bu küçük mutasyonlar.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 134

Page 135: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Mutasyonların evrim bakımından tümüyle olumsuz olduğusavı yeni bulgular karşısında artık inandırıcı olmaktançıkmıştır.

* Aynı kaynak, s. 52.

** Theodosius Dobzhansky, Genetics and the Origin ofSpecies.

Soru 83: Yenilik yalnızca yaratmayla mı olasıdır?

Yaratılışçılar "gerçek yeniliğin" ancak Tanrısal yaratmaylaolası olduğu noktası üzerinde ısrarlıdırlar. O kadar ki, bualandaki bilimsel araştırmaların da bu tezi destekler yöndesonuç verdiğini söyleyebilmektedirler:

Genetik kod üzerinde bize son derece önemli bilgilerkazandıran modern moleküîer biyoloji, herhangi birorganizma türündeki normal varyasyonların o türe aitDNA'nın belirlediği sınırlar içinde ancak işlerlikgösterebileceğini ortaya koymuştur, öyle ki, ileri düzeydekarmaşık ve düzenli olan hiçbir gerçek yeniliğe olanakyoktur*.

Oysa modern moleküîer biyoloji böyle bir şey ortayakoymuş değildir. Modern araştırmaların ortaya koyduğusonuçları kısaca belirtmekte yarar vardır:

Mutasyonların bir geni ya da kromozumu az ya da çoketkilediği; daha önce var olan genlerin duplikasyonuyla vetümüyle yeni gen dizileri oluşturmak için nucleotide'lerindeğiş tokuşuyla yeni genetik bilgilerin var edilebileceği;mutasyonların, organizmanın biyo−kimyasını büyük ölçüde

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 135

Page 136: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

değiştirebileceği ya da hiç değiştirmeyeceği. ... Öte yandanmoleküîer genetik de son derece küçük genetikdeğişikliklerin bile enzimlere yeni biyo−kimyasal işlevlerkazandırabileceğini; organizmanın her bölümününbüyüklük, biçim ve büyüme hızını değiştirebileceğini,değişik veya akraba türleri birbirinden ayıran farklar gibideğişiklikleri üretebileceğini göstermiştir. "Belli bir türorganizma için DNA'nın belirlediği varyasyon ranjı"nagelince, bu düpedüz yaratılışçıların bir yakıştırmasıdır;moleküler biyolojide destekleyici kanıtı gösterilemez.

Yaratılışçıların evrim sürecinin ürünü saymaktan özelliklekaçındıkları, "ileri düzeyde düzen ve karmaşıklık" ise tanımıgüç bir kavramdır. Örneğin, bir sürüngeni alalım. Diyelim ki,alt çene kemiklerinden biri giderek büyürken diğeriküçülüyor; Öyle ki, sonunda birbirinden tümüyle ayrı düşeniki yapı ortaya çıkıyor. Buna, karmaşıklıkta bir artış diyebilirmiyiz? Gene diyelim ki, gözün konumunda başın yanındanöne doğru küçük varyasyonlar oluşmaktadır. Bu türdenbiçim ve yönelim varyasyonları, organizmanın hemen herbölüm veya organında görülebilen değişimlerdir.Maymunlarda bu varyasyonların çok önemli uyum sağlayıcıözellikler olduğu saptanmıştır. Ancak sorulabilir: buvaryasyonların, daha ilkel organizmalarda görülenbenzerlerinden daha karmaşık olduğu söylenebilir mi?Yaratılışçıların çok önemsedikleri "ileri düzeyde düzen vekarmaşıklık" göreceldir; hatta belki hayal ürünü bir şeydir.Örneğin bir atın ya da insanın "karmaşıklığı" dediğimiz şeyaslında her biri bağımsız olarak evrim sürecinde oluşanbirtakım özellikler koleksiyonudur.

Genetik değişikliklerin yeni, daha karmaşık organizmaçeşitleri ortaya koyamayacağı savı, organizmaların, kutsalkitaplarda belirtildiği gibi, daha yüksek ve daha düşük"cinsler" diye ayrıldığı inancına dayanmaktadır. Oysaorganizmaların böyle kendi içine kapalı geçişe elvermeyencinslere ayrıldığı doğru değildir. Zaten "cins" teriminin

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 136

Page 137: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

modern taksonomide yeri yoktur. Anlamı belirsiz olan buterim, bir başka bakımdan da yaratılışçılarm işinegelmektedir. Örneğin kobralarla igvanalar öylesine farklıdırki, bunları aynı cins saymak zordur. Öte yandan yılanabenzer kertenkelelerin, kertenkeleye benzer yılanlarınvarlığı göz önünde tutulduğunda, yılanlar ile kertenkeleleriiki ayrı cins saymak kolay mıdır? Yaratılışçıların, iki cinssaydıkları organizma toplulukları arasında ara halkalargösterildiğinde, iki cinsin aslında aynı cins olduğunusöyleyerek işin içinden sıyrılmaya kalktıklarını görüyoruz.

* H. Morris (ed.), Scientific Creationism, s. 51.

Soru 84: Doğal seleksiyon yeniliğe yol açmaz mı?

Doğal seleksiyon olgusunu doğrudan yadsıyamayanyaratılışçıların, bu düzeneğin etki alanını sınırlama yolunagittikleri görülmektedir. Onlara göre, doğal seleksiyon yeniözelliklere yol açan bir düzenek değil, yalnızca uyumkurmaya elverişsiz varyasyon veya mutasyonları ayıklayanbir süreçtir. Evrimcilerin sunduğu biçimiyle doğal seleksiyontotolojik nitelikte bir kavramdır.

Doğal seleksiyona ilişkin gerekli açıklama daha öncekibölümlerde verildiği için şimdi birkaç noktaya değinmekleyetineceğiz:

(1) Evrimle ortaya çıkan özelliklerin çoğu aslında yeni değil,daha önce var olan özelliklerin biçim, büyüklük vedüzenleme yönlerinden değişik görüntüleridir.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 137

Page 138: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

(2) Doğal seleksiyon yaratıcı değil, düzenleyici ve biranlamda koruyucu ya da tutucu bir düzenektir; mutasyon vegenetik kombinezonlarla ortaya çıkan varyasyonkarmaşasından uyum sağlayıcı Özellikleri koruyup onlaraetkinlik kazandırmaya yarar.

(3) Doğal seleksiyon sürecinde yeni özelliklerin oluştuğugözlemle bilinen bir olaydır. Bakterilerde yeni metabolikkapasitelerin gelişmesi bunun hemen akla gelenörneklerinden biridir.

(4) Gerçi mutasyon ve varyasyonların şansa bağlı olduğusöylenebilirse de, varyasyon veya mutasyonların bir tür yada toplulukta etkinlik kazanması bakımından göstereceğibaşarı ya da başarısızlık doğal seleksiyonla belirlenir.

(5) Evrimde tüm değişme veya gelişmelerin nedeni doğalseleksiyon değildir. Doğal seleksiyonun yanı sıra kimigenetik değişikliğin de yeniliğe yol açtığı bilinmektedir. Bu,doğal seleksiyon kavramının, yaratılışçıların iddiasınıntersine, her şeyi açıklayan totolojik bir kavram olmadığıdemektir. Kaldı ki, evrimcilerin doğal seleksiyondüzeneğinden söz ederken, ayıklanmaktan kurtulanı "enyetkin", en yetkini de "ayıklanmaktan kurtulan" diyetanımlama gibi döngül bir düşünce içinde oldukları savıdoğru değildir.

Soru 85: Fosiller evrimi kanıtlamıyor mu?

Evrim olgusunu yadsıma yolunda yaratılışçıların sık sık ilerisürdükleri bir sav fosillere ilişkindir. Yaratılışçılar, "türlerinevrimle oluştuğu doğruysa, türler arasındaki geçişlerin fosilkanıtları ortaya konmalıdır," demektedirler. Onlara göremüzelerde sergilenen zengin fosil koleksiyonları, türler gibitürler arası geçiş formlarını da göstermelidir. Yaratılışçılarsürüngenlerle memeliler arasında, örneğin, çok değil beşveya altı geçiş formunu bile evrim için yeterli kanıt

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 138

Page 139: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

sayacaklarını söylemektedirler. Oysa paleontologların daitiraf ettiği gibi fosiller bu kanıtları sağlamaktan uzaktır.

İlk bakışta haklı görünen bu iddia üzerinde durmakzorundayız.Geçiş formlarına ait fosil bulguları gerçektenyetersizdir. Pek çok organizma gruplarının kökeni tahminolarak kalmış, kanıtlanarak belirlenememiştir, henüz. Nevar ki, evrim sürecinde kimi varyasyon ve mutasyonlarınsağladığı hızlı geçişin yanı sıra birçok organizmanınfosilleşme olanağı bulamaması göz önüne alındığında,yetersiz de olsa, eldeki kanıtların değeriniküçümseyenleyiz. Yaratılışçıların tüm geçişlere ait "yeterlikanıt" istemeleri paleontologların da dile getirdiği birgüçlüğü sömürme çabasından başka bir şey değildir.Örneğin, pek çok türü kapsayan farelere ait yeterince fosilerastlanmamış olması, bunların anlık bir yaratma eylemininürünü olduğunu mu gösterir? Elbette değil! Fareler, bilindiğigibi, küçük yapılı, yumuşak, çabuk bozulmaya elverişliorganizma türlerindendir. Fosil olarak korunma şansları sonderece zayıftır.

Yaratılışçıların bu konuda dayandıkları, evrimin yavaş veadım adım giden bir süreç olduğu varsayımı, evrimkuramında bir ara benimsenen, ama artık geçerlisayılmayan bir düşüncedir. Her organizma topluluğunungeniş ölçüde genetik varyasyon olanağı taşıdığını biliyoruz.Bu olanak evrimin pek seyrek olan olumlu mutasyonlarabağlı kalmasını gerektirmemektedir. Çevre koşullarıdeğiştiğinde topluluğun genetik varyasyon olanakları doğalseleksiyonla etkinlik kazanmakta, çevreye daha uyumluyeni bir türe yol açılmaktadır. Evrimin hızlı sürecindegenetik varyasyonların bu önemi laboratuvar deneyleriylede kanıtlanmıştır. Örneğin, G. Ledyard Stebbins ileFrancisci Hyala ortak araştırmalarında, oniki yıllık bir süreiçinde meyve sineklerinin vücut büyüklüğünde yüzde onkadar bir artış sağlayabilmişlerdir. Aynı hızda bir artışlainsan beyni, Homo erectus'taki oylumundan Homo

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 139

Page 140: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

sapiens'teki oylumuna yaklaşık 13 bin yılda ulaşabilirdi ki,bu süre jeoloji tarihinde bir an demektir. Evrimin bu hızlıtemposu göz önüne alındığında, zaman içinde birkaçmilyon yıllık ara ile oluşmuş katmanlarda bulunan fosillerarasındaki boşluklar bizi şaşırtmamalıdır. Kuşkusuz, evrimdüşüncesini çürütmek için kanıt olarak kullandıkları buboşlukları doğru yorumlamayı yaratılışçılardanbekleyemeyiz!

Soru 86: Faşizm'den evrim kuramı mı sorumludur?

Evrim düşüncesini gözden düşürmek için yaratılışçılarınbaşvurduğu yollardan biri de duygusal tepkileri hareketegeçirmektir. Çağımızda çarpıcı örnekleriyle karşılaştığımızçıkarcı, bencil ve ırkçı tutum ve politikaları evrim kuramınıntürevleri gibi göstermek çabası bunun iyi bilinen birörneğidir. Darwin'den sonra bir ara "Sosyal Darwinizm" adıaltında etkinlik kazanan öyle bir görüşün faturasını evrimkuramına çıkarmak gene olguları çarpıtmaktır. SosyalDarwinizm, bilimsel değil, eyleme yönelik ideolojik Niteliktebir öğreti olup 19. yüzyıl kapitalizminin "laissez−faire etlaissez passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)düşüncesini yansıtan bir görüştür. O dönemde bile saygınbiyologlardan hemen hiçbirinin desteğini kazanmamıştır. Neönyargılarımız, ne de insanın insanı horlaması, acımasızcasömürüp ezmesi 1859'dan sonra başlayan olaylardır.Faşizm gibi totaliter sistemleri "evrim düşüncesinin ürünü"diye niteleyen yaratılışçı akımın lideri Henry Morris tarihselgelişmeleri çarpıtmaktan çekinmemektedir:

Almanya'da üstün ırk ve üstün insan kavramlarını ortayaatan ve yığınlara benimseten kişi, Darvvin'in çağdaşı veevrimciliğin ateşli yandaşı olan filozof FriedrichNietzsche'dir. Nietzsche felsefesine ulusal ideoloji kimliğiveren Hitler evrimcilikten kaynaklanan ırkçı öğretinin birbakıma kaçınılmaz sonucudur*.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 140

Page 141: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Morris ve onu izleyenlere göre, yalnız ırkçılık değil, dahapek çok kötülüğün kaynağı evrim düşüncesindearanmalıdır. Onların gözden kaçırdığı Darvvin'denbaşlayarak hiçbir evrimci bilim adamının ırkçı olmadığı, tamtersine o tür ideolojik saplantıları bilim adamlarının herdönemde kınadıkları gerçeğidir. Bir kez Nietzsche'nin"ateşli evrimci" olduğu savı doğru değildir; öyle olsa bile,onun "üstün insan" öğretisinden evrimci düşünceyi sorumlututmak, dahası Faşizmin faturasını bilime çıkarmakdürüstçe bir tutum mudur? Aslında Faşizm'de yaratılışçılarıtedirgin eden bir şeyin olduğu kuşku götürür. Onlarınki birtaktiktir; evrim düşüncesini, insanlığın aşağıladığı birideoloji ile özdeşleştirip, karalamak taktiği!

* H. Morris, Creation: Acts, Facts, Impacts, s. 160.

Soru 87: Evrim bir din midir?

Yaratılışçılar evrimin inanca dayanan, değer yargıları içerenbir tür din olduğu iddiasını da getirmişlerdir. Onlara bakılırsaevrim düşüncesi bilimsel değildir. Bilim, gözleme, deneyseldoğrulamaya dayanır; evrim iso ne gözlemlenebilen birolay, ne de, doğruluğu deneysel olarak ispatlanan birhipotezdir. Öyle midir, acaba?

Bu iddia, deyim yerinde ise, "yavuz hırsızın ev sahibinibastırması" havasını taşıyor.

Bir kez bir olgu olarak evrimsel değişme çeşitli yollardangözlenebilmektedir. Öyle olmasa bile, fosil ve canlıorganizmaların gözlemsel özelliklerinde çıkarsanabilir birolaydır, evrim. Sonra evrim düşüncesi bir hipotezden ileribir kuram kimliği kazanmıştır; gözlem ve deney ürünü

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 141

Page 142: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

sayısız verilerle yoklanmış, doğrulanmış bir kuram!Yaratılışçılar bu sonuç karşısında kalınca ağızdeğiştirmekte, kuramın ispat edilmediğini ilerisürmektedirler. Doğrudur, evrim kuramı ispat edilmemiştir.Ama bilimde hiçbir kuramın ispatı verilmez, verilemez!İspat, mantık ve matematik çalışmalarına özgü bir"doğrulama" türüdür; bir savı bilimde olduğu gibi olgularagiderek yoklamayı değil, doğruluğu varsayılan kimiilkelerden mantıksal çıkarsamayla doğrulamayı gerektirir.Evrim kuramı, fizik, astronomi, kimya gibi bilim dallarındakiherhangi bir kuram gibi birtakım olgusal veri ve ilişkilereaçıklama sağladığı, çok sayıda güvenilir kanıtlaradayandığı için ayakta durmaktadır; yoksa belli bir inancadayandığı için değil! Bilimde her kuram gibi evrim kuramıiçin de yetkinlik söz konusu değildir; daha kapsamlı,açıklama ve öndeyi gücü daha yüksek bir kuram ortayaçıkıncaya dek (ki bu evrim için pek olası görünmüyor)bilimsel ge/ çerliğini sürdürecektir. Eleştiri ve tartışmayaaçık olan kuramın, yeni bulgularla daha fazla çekişmeolanağı kazanabileceği gibi, yanlışlanma olasılığı da vardır,elbet.

Evrim düşüncesi dinsel nitelikte bir inanç olmadığı gibi,değer yargıları içeren, dine karşı bir ideoloji de değildir;amacı önyargılara uygun bir dünya kurmak değil, var olandünyayı, olup bitenleri betimlemek ve açıklamaktır. Evrimkuramında şu ya da bu ideolojinin dayanak araması, dahasıdestek bulması, evrim düşüncesini geçersiz kılmaz, bilimselolmaktan çıkarmaz.

Soru 88: Yanlışlanma olasılığından yaratılışçılar neanlıyor?

Tüm kanıtlara karşı bilimsel bir kuramın yanlışlanmaolasılığından söz ettik. Yaratılışçıların bu olasılığı değişikbir yorumla evrim kuramına karşı kullandıklarını görüyoruz.Aşağıdaki alıntı onların yorumunu yansıtmaktadır:

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 142

Page 143: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Evrim kuramım bilim adamlarının büyük çoğunluğu nedenbenimsemiştir? Gösterilen kanıtlar o denli mi doyurucudur?Görünüşe bakılırsa, öyle. Öte yandan, bilim adamlarınınbüyük çoğunluğunun yanılma olasılığı yok mudur? Yanıt,"elbette VARDIR!" Tarihten bazı örneklere bakalım:Yüzyıllar boyunca bilim adamları tüm gezegenlerin arzınçevresinde dolaştığına inanıyordu. Bu, Ptolemy'ninyer−merkezli evren kuramıydı. Sonra Kopernik'ingüneş−merkezlı sistemi ortaya çıktı. Bu sistemin doğru,Ptolemy sisteminin ise yanlış olduğunu kabul etmek kolayolmadı; bilim dünyasını, gezegenlerin güneş çevresindedöndüğüne inandırmak ancak Kopernik, Galileo ve onlarıizleyen bazı bilim adamlarının çetin uğraş ve kavgalarıylaolanak kazanmıştır*.

İnanılacak gibi değil! Bugün evrim düşüncesine karşıçıkanlar bize Kopernik ile Galileo'nun bağnazlıkkarşısındaki çetin savaşımından söz ediyorlar.Yer−merkezli sistem ortaçağ teolojisinin kimliğini taşıyan biröğreti idi; ona ters düşmek öyle kolay göze alınabilecek birtehlike değildi. Kopernik'in oluşturduğu yeni sistemiyayımlaması otuz yıllık bir gecikmeyle, o da ölüm döşeğinedüştüğünde, mümkün olur. Galileo güneş−merkezlisistemin doğruluğuna inandığım söylediğf için iki kezengizisyon önüne çıkarılır. Dünyanın güneş çevresindekiyörüngesinde döndüğüne değinen kitaplar kilisenin "yasakyayınlar listesine" alınmıştı. Avrupa'da Kopernik kuramınındoğruluğuna inanan bilim adamları uzun süre kuramıöğretme cesaretini gösteremezler. Engizisyon yargıçlarıönünde dizleri üzerine çökmüş Galileo'nun tövbe ettirilişinasıl unutulabilir:

Ben, Galileo, yetmiş yaşında bir hapis ve dizleri üzerineçökmüş günahkâr kulunuz, yüksek huzurlarınızda elimikutsal kitaba basarak, arzın döndüğünü söylemiş olmamışiddet ve nefretle kınar, hatamın bağışlanmasını dilerim**.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 143

Page 144: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Galileo'yu tövbeye zorlayan teologlar bilimi gerçekanlamında içine sindiremeyen bağnaz bir geleneğinegemen temsilcileriydi.

Bilim ile Teolojinin Savaşım Tarihi adlı kitabında AndrewDickson'dan şunları öğreniyoruz: Kopernik'e karşı çıkanlarona, "Sistemin doğru olsaydı, Venüs gezegeni güneşçevresinde dolaşırken ay gibi evreler gösterirdi,"dediklerinde Kopernik, "Haklısınız, şu anda nesöyleyebileceğimi bilmiyorum. Ama Tanrı iyilikseverdir; birgün itirazınıza cevap verilecektir, herhalde," der.

1611'de Galileo'nun teleskopu Venüs'ün evrelersergilediğini gösterince Kopernik'i sıkıştıranlarbeklemedikleri yanıtı alırlar.

Yaratılışçılık iddia edildiği gibi bir bilim ise, bu biliminbaşlıca savlarından birini olgusal olarak yoklamayaelverecek bir öndeyi (prediction) ortaya koysunlar, görelim!

Ünlü antropolog Richard E. Leakey'in dediği gibi, "Bilimselyaratılışçılık" ne bilimdir ne de din; ikisi bakımından da onurkırıcı bir girişimdir.

* Duane Gish, Evolution: The Fossils Say No! s. 23.

** Söylentiye göre, Galileo tövbesinin sonunda, "Amadönüyor, ama dönüyor" diye mırıldanmaktan da kendinialamamıştır.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 144

Page 145: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

X.BÖLÜM

İDEOLOJİ BUYRUĞUNDA BİLİM

Gerçek bilim adamı, çalışmasında başkasının buyruğunagirmektense, yok olmayı göze alan kişidir.

Szent − Györgi

Soru 89: Sorun nedir?

Bilim düşmanlığı dinsel bağnazlığa özgü bir olay değildir;totaliter ideolojilerin de baskı, yıldırma ve yönlendirmeçabaları bi. limi olumsuz yönde etkilemekten geri kalmaz.Bunun iyi bilinen bir örneğini Nazi Almanyasfnda, bir başkaörneğim Stalin döneminde Sovyet Rusya'da bulmaktayız.

Marksizm tüm bilimsellik görünümüne karşın totaliter birideolojidir; bilimin olgulara dönük nesnel yaklaşımına; kuşkuve tartışmaya yer veren, özgür düşünceyi içeren tutumunakapalıdır. Bilimsel düşünmeye değil, bilimin teknolojikürünlerini kullanmaya yöneliktir. "Neo−Mendelizm'e karşıMichurinizm" diye bilinen hareket bu bakımdan ilginç birolaydır.

Temel sorun genetik bilimine ideolojik bir müdahaledenkaynaklanmıştır. Daha önce de değinmiştik: genetik, evrimkuramını yakından ilgilendiren bir bilim dalıdır. Daranlamda, canlıların (bitki, hayvan ve insan) kalıtsalözelliklerinin bir kuşaktan bir sonraki kuşağa geçişdüzeneğini; geniş anlamda, canlıların kuşaklar boyuncakalıtsal özelliklerini nasıl değiştirdiklerini, başka bir deyişle,evrimsel kalıtımı konu alır. Neo−Mendelizm iki anlamı da

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 145

Page 146: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kapsamaktadır.

Neo−Mendelizm ile Michurinizm'in çatışmasını aydınlatmakiçin önce bu iki yaklaşımı ana çizgileriyle özetleyeceğiz.

Soru 90: Neo−Mendelizm'den ne anlıyoruz?

Neo−Mendelizm kalıtımın yanı sıra varyasyon olgusunu dainceleyen bir bilimdir. Mendel'in 1860 ortalarındayayımladığı çalışmasına dayanan bu bilim, "birimsel kalıtımkuramı" diye nitelenebilir. Buna göre, Mendel'in varsaydığıkalıtımsal birimler kalıtım düzeneğinin temel taşlarıdır. Canlımaddenin, kendi kendisini üreten bu birimlerine simdi "gen"diyoruz. Her gen çeşidinin "allel" denen birkaç formu vardır.Mendel'in bezelyelerde gözlemlediği kalıtsal boy farklarıaynı çeşit gene ait iki değişik form arasındaki farktankaynaklanmaktadır.

Neo−Mendelizm, daha ileri giderek, incelenen tümorganizmalarda (böcek, çiçek, kuş, memeli hayvan, vb.)kalıtımın "maddesel temeli" ya da "özel organı"diyebileceğimiz ve ileri düzeydeki organizmalarda sayısıbirkaç bini bulan bir gen topluluğunun varlığını ortayakoymuştur. Ayrıca genlerin "kromozom" denen hücreorganlarında belli doğrusal bir sıra içinde düzenlendikleriniöğreniyoruz. Böylece, tıpkı sindirim sistemi gibi, son derecekarmaşık ve üst düzeyde organize bir sistemle karşıkarşıyayız.

Batı'da olduğu gibi, 1930'lara gelinceye dek Rusya'da dageçerli sayılan bu kuramın belirlediği iki olay vardı: (1)Organizmaların görünür varyasyonlarının kalıtsal kökenliolup olmamasına göre ikiye ayrıldığı. (Kalıtsal kökenli

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 146

Page 147: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

olmayan varyasyonlar, ki bunlara "modifikasyon" diyoruz,ya çevre koşullarındaki farklardan [örneğin, beyaz insandafazla güneş altında tenin kararması], ya da etkinlikfarklarından [örneğin ağır iş veya egzersizle kaslarıngüçlenmesi] doğmaktadır. Ancak kökeni ne olursa olsuntüm modifikasyonların ortak özelliği üreme hücrelerini değil,bedeni veya bedensel organları etkilemeleridir.) (2) Kalıtsalkökenli varyasyonların mutasyonlardan kaynaklandığı.(Mutasyon kalıtsal yapıda ya bir gende nitelik değişimi, yada genlerin, hatta belki de kromozomların, artması veyaazalması biçiminde nicelik değişimi demektir.)

Kimi kez sanıldığı gibi Neo−Mendelizm çevresel etkilerihiçe sayan bir görüş değildir. Tam tersine, yetişkinorganizmalara ait tüm özelliklerin çevreyle kalıtımınetkileşiminin ürünü olduğu ilkesi Neo−Mendelizm'in başlıcavarsayımlarından biridir. Genlerin oluşturduğu kalıtsaldüzenek, gelişme sürecinde çevreyle etkileşen kimyasal birsistemdir. Etkileşime giren çevrede veya gen düzeneğindemeydana gelen bir değişiklik, sonucu değiştirebilir.

Çevre ile gen düzeneğinin etkileşiminin en karmaşıkörneğini insanın zihinsel yeteneklerinin oluşumundabulabiliriz. Entelektüel gelişimin büyük ölçüde çevresel etkive olanaklara, bu arada özellikle eğitime bağlı olduğubilinmektedir. Ama gene de kalıtımın büyük payıyadsınamaz. Kalıtımın sağladığı potansiyel sınırlıysa, çevreve eğitim ne denli olanaklı olursa olsun sonuç sınırlıkalmaktan kurtulamaz. Aynı şekilde, eğitim ve çevrekoşullarının elverişsiz veya yetersiz olması halinde kalıtsalpotansiyelin yeterince gerçekleşmesi beklenemez.

Genetik biliminin karşılaştığı sorunlardan belki de enönemlisi, bir performans veya özellikte çevrenin katkısıylakalıtımın payını belirlemektir. Bu yolda yapılan deney veincelemeler arasında, özellikle, özdeş ikizler üzerindekiçalışmaların önemi büyüktür.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 147

Page 148: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Mutasyonlar, ya bir genin yapısal yeni bir düzenlemeyeuğramasından, ya da gen üzerinde X−ışını, mor−ötesiradyasyon veya kimyasal maddelerin etkisindenkaynaklanır.

NeoMendelizm'in saptadığı bir olgu da modifikasyonlarınkalıtsal olmadığıdır. Örneğin, sarışın bir kadının güneştesürekli yanarak esmerleşmesi, ya da, güneşten uzakdurarak rengini koruması, çocuklarının ten rengini herhangibir şekilde etkilemez. Evrimde, ne değişen çevrekoşullarının etkisinde oluşan, ne de, kullanış ya dakullanışsızlık nedeniyle oluşan modifikasyonların rolüvardır. Evrim, kalıtsal yapının değişmesini gerektirir, "doğalseleksiyon" denilen (mutasyon türünden kalıtsalvaryasyonlar içinde bireye avantaj sağlayanlarınkorunması, diğerlerinin ayıklanması) düzeneğininçalışmasına dayanır. Zencilerin ten rengi çoğu kez sanıldığıgibi kuşaklar boyu güneş altında yanmayla oluşan birkararmanın sonucu değil, doğal seleksiyonun ürünüdür.Şöyle ki, tropikal bölgelerde yaşayanlar için koyu ten rengiavantaj sağlayan bir varyasyondur. Rengin koyu olmasımorötesi ışınların deriden geçip dokulara zarar vermesiniönlemekte, dolayısıyla ten rengi daha koyu bireylerin, tenrengi daha açık olan bireylere göre yaşam gücüartmaktadır.

Organizmaların çevreleriyle sıkı ilişki içinde olduğu pek çokörneklerle gösterilebilir. Ancak bu ilişki gözler önündeapaçık değildir: çevre kalıtsal yapıyı doğrudan etkilemez.Etkileşim uzun süreli, karmaşık bir süreç olan doğalseleksiyon aracılığıyla gerçekleşir.

Neo−Mendelizm dediğimiz kalıtım bilimi modern evrimkuramıyla iç içe girmekte, onun bir alt bölümünüoluşturmaktadır. Başka bir deyişle, modern evrim kuramınadoğal seleksiyonla genetik bilgisinin birleşimi gözüylebakabiliriz. Kurama yöneltilen ideolojik saldırıyı tam

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 148

Page 149: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

anlayabilmek için Neo−Mendelizm'in özünü oluşturankalıtım düşüncesini kısaca açıklamaya ihtiyaç vardır. Budüşünce Alman biyoloji bilgini Weismann'ın geçen yüzyılınsonlarında ortaya attığı "üreme hücresinin sürekliliği"kavramına dayanmaktadır. Mikroskopla yapılan gözlemlereşeysel üremede yeni organizmanın iki üreme hücresinin(erkek sperması ile dişi yumurtasının) birleşmesiyleoluştuğunu göstermiştir. Spermayla döllenen yumurtaorganizmayı (zygote) binlerce hatta milyonlarca hücreyebölünerek oluşturur. Bu hücrelerden büyük bir bölümüorganizmanın vücudunu (soma'yı) kurar; geriye kalanbirkaçı da bölünmeyi sürdüren üreme hücrelerine dönüşür.Üreme hücrelerine dönüşen hücreler kuşaklar boyusürekliliği sağlayan hücrelerdir.

Her kuşakta yeniden kurulan soma, üreme hücrelerine birtür sığınak, ya da barınak işlevi gören bir yan kuruluşsayılabilir. Öyle ki, ana ya da babanın soması ile yavrununsoması arasında gerçek bir bağ ya da süreklilikten sözedilemez. Bu ayırımı vurgulayan Weismann'a göresoma'daki değişikliklerin kalıtsal nitelik kazanmasıolanaksızdır; çünkü, öyle bir nitelik kazanması içindeğişikliğin üreme hücrelerine geçmesi gerekir ki, bunusağlayacak bir düzenek yoktur. Bu düşüncenin kimi rötuşve terminoloji değişikliğiyle modern genetikte de geçerliğinisürdürdüğü söylenebilir.

Soru 91: Michurinizm nedir?

Modern genetik bilimine ideolojik bir tepki olan bu akımadını Rus botanikçisi Michurin (1855 − 1935)'den almıştır.Michurinizmin bir kuram olarak geliştirilmesinde baş rolüLenin Tarımsal Bilimler Akademisi Başkanı Trofim D.Lysenko ile felsefeci Prezent oynar. Michurinizm'i Lamarckkuramının özel bir "versiyonu" olarak niteliyebiliriz. Dahaönce de belirttiğimiz üzere, Lamarckçılık klasik biçimindeyaşam sürecinde edinilen özelliklerin (bu özellikler ister

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 149

Page 150: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

değişen çevre etkisiyle, ister organların kullanış veyakullanışsızlığı nedeniyle oluşsun) her kuşakta belliölçülerde kalıtsal olarak yerleştiği, birçok kuşak sonraevrimsel bir değişiklik kimliği kazandığı tezini içermektedir.Darwin'in döneminde kalıtım düzeneğine, dahasıkromozomların varlığına ilişkin hiçbir şey bilinmiyordu.Darwin kendi kuramında büyük ağırlığı doğal seleksiyonavermekle birlikte, Lamarck'in görüşüne de kimi yönleriyleyer vermiştir.

Michurinizm'i Lamarckçılıktan ayıran başlıca noktaları şöylesıralayabiliriz:

(1) Kalıtımı "sarsma" ya da "parçalama" yöntemi. Bu,bir tür"şok etkisiyle kalıtıma özgü kararlılığı yıkma" demektir. Şoketkisiyle sarsmanın kalıtım düzeneğine"esnekliksağlayacağına, istenilen yönde gelişmelere kapı açacağınainanılıyordu. '

(2) Kalıtımı sıradan metabolizma gibi bir süreç sayma,Neo−Mendelizm'in "kalıtsal yapı" diye sözünü ettiği temelitanımama. Buna göre kalıtım yalnız kromozomlarda değil,organizmanın her parçacığında taşınmaktadır. Lysenkodaha.da ileri giderek kalıtımı nerdeyse metabolizmaylaözdeş sayar: "Kalıtım metabolizmanın spesifik bir türüylebelirlenmektedir. Kalıtımı değiştirmek için canlıorganizmanın metabolizma türünü değiştirmemiz yeterlidir.*

Lysenko ve yandaşları için kalıtım bir özümseme gücüydü;organizmanın belli koşullarda dış etkileri özümseme vekalıtıma mal etme gücü.

Görülüyor ki, Michurinizm genel kuramsal çerçevesiylebüyük ölçüde Lamarckçı görüşü yansıtmaktadır.Lysenko'nun şu sözleri bu noktada hiçbir kuşkuya yervermeyecek kadar açıktır:

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 150

Page 151: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Kalıtımda değişiklikler kural olarak canlının doğalbeklentilerine uymayan dış etkenler altında organizmadakigelişmenin sonucudur.**

Lysenko, bireyin kendi yaşam deneyiminde edindiğiözellikleri özümseyerek kalıtıma geçirdiği savını, materyalistevrim kuramının bir gereği olarak ileri sürmekle kalmaz, bugörüşü içermeyen bir evrim kuramına düpedüz olanaktanımaz. Onun gözünde artık ~Darwin kuramı bilimseldeğil, metafiziksel bir öğretiydi; yaşamda bireylerinsavaşımını içeren doğal seleksiyon Malthus'da dile gelenburjuva sınıf ideolojisinin bilime yansımasından başka birşey değildi. Malthus gibi Darwin de proletarya düzeninintabuları arasına girmeliydi. Her alanda olduğu gibi evrimkonusunda da tek doğru düşünce diyalektik materyalizm'desaklıdır.

Salt ideolojik bir öğreti karakteri taşıyan Michurinizm nesağlam deneysel verilere, ne de, Batı'da son yüzyıl içindebüyük bir gelişme gösteren genetik bilimine uymaktaydı. Bugörüş, olgusal içerikli, dolayısıyla, deneysel yoklamaya açıkbir kuram olmaktan çok, önyargılara dayalı tüm öğretilergibi, olgulara dıştan zorlanan bir öğretidir. Böyle biryaklaşımda olgular işe yaradığı ölçüde işlem görür; öğretiyeters düşen olgular ya görmezlikten gelinir, ya da düpedüzgeçersiz sayılır.

Marksizm, dünyayı yeniden kurmaya, biçimlemeye yönelikbir düşüncedir. Bu bakımdan Marksistlerin Mendelgenetiğini değil, Lamarkçılığı ideolojilerine daha yatkınbulmaları doğaldır. Neo−Mendelizm, çevre koşullarınınetkisine temelde kapalı, bireyler arasında doğuştan farklarıbesleyen kararlı bir kalıtım yapısını öngörmekle Marksistideolojiye beklenen desteği sağlamaktan uzak düşmüştü;bu yüzden "reaksiyoner burjuvazi icadı bir öğreti" diyekınanır, öğretimi yasaklanır. İş bu kadarla da kalmaz:Mendelci diye bilinen bilim adamları işlerinden atılır; kimisi

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 151

Page 152: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Sibirya'da iş kamplarına sürülürken, kimisi de ortadankaybolur, izlerine bir daha rastlanmaz. (1934'te bu kıyımauğrayan bilim adamları arasında Chetverikov, Ferry,Ephroimson, Levitsky ve Agol gibi tanınmış adlar da vardı.)

Kampanya, Neo−Mendelizm'in "idealist" nitelikte bir kuramolduğu gibi, Marksist ideolojide ağır bir günah olan birsuçlamayla başlar. Komünist Partisi organı Pravda açıktan,çevre−kalıtım ilişkisinde kalıtıma ağırlık tanımakla suçladığıTıp−Genetik Enstitüsünün kapatılmasını önerir. Enstitü çokgeçmeden dağıtılır; üyeleri çeşitli cezalarla etkisiz kılınır.Oysa Enstitü genel tutumunda kalıtımdan çok çevreyeağırlık tanıyordu. Bağışlanmayan "suçu" Batı'lı anlamdabilimsel ölçütlere bağlı kalmasıydı. Enstitünün başkanıLevit, "işlediği bilimsel günahı" itiraf etmeye zorlanır; birdaha da ortada görünmez.

Sovyet Bilimler Akademisinin desteğini alan Michurinizm,Komünist Partisi Merkez Komitesinin de onaylamasıyla1948'de resmi "bilim" kimliğini kazanır. Neo−Mendelizmtümüyle "afaroz" edilmiştir. Lysenko, "materyalist veprogresif" diye nitelidiği Michurin öğretisini pervasızca"biyoloji tarihinde ilk gerçek bilim" diyerek övmekten kendinialamaz. Sovyet Bilimler Akademisi Başkanı doğrudanStalin'e yazdığı mektupta, "Vatanseverliğe ters düşenidealist Weismannçı genetiğin kökünün kazınacağı"güvencesini verir. Michurinizm'e özgü yöntemlerle Sovyettarımının harikalar yaratan büyük bir atılım içine gireceğinekesin gözüyle bakılıyordu. Ama daha da önemlisi sıkı vebilinçli bir eğitim programıyla Marksist ideoloji Sovyethalklarının kalıtsal özelliğine dönüştürülecekti.

Evrim ve genetik alanında, nesnel deney ve gözlemedayanan olgusal kanıtlar değil, parti otoritesi ve ideolojiköğreti doğruluğun, gerçeğin bilimsel ölçütü olmuştu, artık!

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 152

Page 153: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

* T.D. Lysenko, Heredity and Its Variability, Columbia Univ.Press, New York, 1946.

** Aynı kaynak.

Soru 92: İdeolojinin buyruğuna giren bilim ne olur?

Lenin Tarım Bilimleri Akademisi'nin 31 Temmuz − 7Ağustos 1948'de düzenlediği kongrede Lysenko'nun"Sovyet Biyolojisi Üzerine Rapor" başlıklı bildirisi şu sözlerleson bulmaktadır:

Progresif biyolojinin bilim olarak gelişmesini insanlığın ikibüyük dahisi, Lenin ile Stalin'e borçluyuz. Bilgi hazinemizeeklenen P. V. Michurin'in öğretisi Sovyet biliminin altıniçeriğinin bir parçası olmuştur. (Coşkun alkışlar!)

Yaşasın, Sovyet halkları yararına canlı doğanın nasıldönüştürülebileceğini bize gösteren Michurin öğretisi!(Alkışlar!)

Yaşasın, dünya için Michurin'i keşfeden, ülkemizde ilericimateryalist biyolojinin gelişmesi için gerekli tüm koşullarıyaratan Lenin ve Stalin'in partisi (Coşkun alkışlar!)

Yaşasın, bilimin büyük dostu ve koruyucusu, önderimiz veöğretmenimiz Yoldaş Stalin! (Ayakta uzun alkışlar!)

Kongre'nin kapanışından hemen önce, Mendelci bilinenbilim adamlarından üçü söz ister. Bunlardan ilki,Zhukovsky, günahını bağışlatma çabası içinde tövbe eder:

Burada iki gün önce yaptığım konuşma, bir KomünistPartisi üyesine ve Sovyet bilim adamına yakışan birkonuşma değildi. Özellikle Komünist Partisi Merkez

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 153

Page 154: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Komitesinin biyoloji alanında birbirine ters düşen iki eğilimarasındaki temel farka dikkatimizi çektiği bir sırada okonuşma büyük bir hatadır. Ama hemen belirteyim ki, nebiyoloji ne de ideolojimiz bakımından öyle bir hataya birdaha düşmeyeceğim. ... Şimdi Michurin öğretisinindoğruluğunu görüyorum, başkanımız Lysenko'nun bilimselprestiji önünde saygıyla eğiliyorum. ... Önünüzde sözveriyorum: bundan sonra hep Michurin öğretisi içinsavaşacağım.

İdeoloji çizgisine çekilmiş bilimin sonu bundan daha iyiortaya konamazdı.

Günah çıkarma sırasına giren ikinci kişi, daha öncekromozom kuramını "idealist" öğelerinden arındırarakkorumak isteyen araştırmacı Alikhanyan idi.

Hatasının öğretmenlerinden kaynaklandığını söyleyenAlikhanyan,

Partimiz ve onun temsil ettiği Sovyet bilimi ile birlikteolmamız gerektiğini bilmemiz önemlidir. Bizden beklenenbilimde birikmiş iyi ve yararlı bilgileri değil, yalnızca yanlış,yararsız ve reaksiyoner görüşleri atmaktır. Ben bir komünistolarak artık geçmişte kalan kişisel görüşlerimi Partimizcebenimsenmiş bilime karşı savunamam; ben de biyolojininileri yürüyüşüne katılıyorum. Kendimle birlikteöğrencilerimle çalışma arkadaşlarımı da eski reaksiyonergörüşün etkisinden kurtarmak için hemen çalışmayakoyulacağım. ... İnanıyorum ki, yalnız bizim ülkemizde, enyüksek ve en ilerici dünya görüşüne sahip Sovyetsisteminde gerçek bilimin gelişmesine olanak vardır!

Üçüncü konuşmacı, Mendelci genetik ile Michurin öğretisiniuzlaştırma hatasına düşmüş, Lamarckçılığın kimi yanlışveya yetersiz öğelerini ortaya koyma suçunu işlemişti.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 154

Page 155: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Şimdi anlıyorum, diyordu bu kişi, Michurinizm biyolojideçalışmak isteyen partili ya da partisiz tüm Bolşevikler içintek doğru yoldur. ... Trofim D. Lysenko'nun önderliğindegelişen Michurinizm son derece popüler, gerçek bilimsel biröğretidir*.

Belki de Parti önderleri için yeterince övgü sergilemediğiiçin, bu sonuncu günah çıkarma ilk ikisi gibi alkışlanmaz.Ama üç konuşmacının da vurgulamada birleştikleri noktabellidir: Neyin gerçek bilim, neyin sahte bilim olduğuKomünist Partisi'nin yargısıyla belirlenir. Bu yargınındoğruluğu tartışılmaz!

Parti yargısının yanılmaz olmadığı, Michurinizm'e karşın,tarımda içine düşülen ve etkisi günümüze kadar sürençıkmazla ortaya çıkmıştır. 1965'te gözden düşünceye dekSovyet biyolojisi ile tarımını denetiminde tutan Lysenkoaslında gerçek bir bilim adamı değil, sırtını Parti'ye dayamışbir şarlatandı. Totaliter bir sistemde ideolojik retorik ile bilimiayırmak kolay değildir.

Nazilerin bilimi denetimlerine almaları Almanya'ya hâlâödedikleri ağır bir fatura çıkarmıştır. Bilimin bağnaz Partiçizgisine çekildiği Sovyet dünyasında sonucun daha iç açıcıolmadığını, "açıklık" ve "yeniden yapılanma" adları altındareform gereksinmesi duyan günümüz Sovyet lideriGorbachev'den öğreniyoruz.

Açıklık ve yeniden yapılanmada Sovyetleri önceleyenÇin'de bile ideolojik bağnazlık etkisini tümüyle yitirmişdeğildir. 1988'de "İnsanın Kökeni" adlı bir serginin Pekin'deaçılması, Marksist yoruma uymadığı gerekçesiyle,Komünist Partisi militanlarınca engellenir. İddiaya göre,düzenlenen sergi, insanı hayvandan ayıran temel özelliğiinsanın "üretme yeteneğinde" bulan Marksizme tersdüşmekteydi. Militanlar, ayrıca, Pekin Doğa Müzesine aitçıplak kadın−erkek kucaklaşmasını gösteren bir

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 155

Page 156: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

foto−montaj tablonun yerine Engels'in "İnsanı insan yapanemektir," tümcesinin konmasını isterler. Ancak, halkınsloganları değil, gerçekleri öğrenme ve kendi kendinedüşünme özgürlüğünü savunan müze sorumluları direnir,sonunda bir uzlaşmayla sorun çözülür: Çıplaklartablosunun yerini insan anatomisine ilişkin kimi resimlerle"emeğin önemini" belirten silik bir yazı alır**.

Bu bölümü, bilimsel kuramları ideolojik dogmalara görebiçimlemeye yönelik Komünist yöneticileri eleştiren ünlüfizik bilgini Peter Kapitza'nın ilginç bir benzetmesiylebağlayacağız:***

Bilim, Stradivarius kemanı gibidir. Bu keman dünyanın eniyi kemanıdır; onu çalmak için müzisyen olmanız, müziğibilmeniz gerekir; yoksa, çıkaracağı ses sıradan bir kemanınsesinden farksız kalır.

* Bu BOLÜM'deki alıntılar için bakınız: J. Huxley, Heredity:East and West, s. 48−62.

** Bakınız: TIME, 7 Kasım, 1988, s. 23.

*** Peter Kapitza, çok düşük sıcaklıkta madde üzerindekiçalışmalarıyla tanınmış Sovyet fizikçisidir. 1922−1935arasında Cambridge (İngiltere)'de profesörlük yaptıktansonra ülkesine döner atom silahları çalışmalarına katılmayıreddettiği için 1946'da tutuklanır; Stalin'in ölümünden sonraancak serbest bırakılır. (Bkz. The Scientist, Life ScienceLibrary, New York, 1964, s. 112.)

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 156

Page 157: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 157

Page 158: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

XI. BÖLÜM

BİLİM İLE İDEOLOJİ*

Dinsel dogma gibi ideolojik öğretiler de mutlak doğruluksavındadır; bilimsel kuram ise kuşku ve deneye dahası heran yanlışlanma olasılığına açıktır.

Bertrand Russell

Soru 93: Bilim ile ideoloji niçin bağdaşmaz?

Günümüzde global bir savaş, tüm canlılarla birlikteinsanoğlunun sonu olmasa bile, yüzyılların birikimi uygarlıkdeğerlerinin tümüyle yok olması demektir. Hepimizin bildiğibu tehlike uygarlığımızın ürünü iki oluşumdan, bilim ileideolojiden kaynaklanmaktadır. Bilim, teknolojikuygulamalarıyla yok edici silah ve araçlara yol açmış veaçmakta; ideoloji, egemenlik kurma savaşımında bu silahve araçları kullanma olanağını elinde tutmaktadır. Saltentelektüel açıdan bakıldığında asal özelliklerinde birbirineters düşen bilim ile ideolojinin sözünü ettiğimiz tehlikedeki"işbirliği" ilginçtir. Bu çalışmanın amacı, ne karşı karşıyaolduğumuz büyük tehlikeyi işlemek, ne de bilim ileideolojinin bu tehlikeyi oluşturmadaki katkı paylarını ortayakoymaktır. O türden bir yaklaşım, felsefeyi değil, sosyal yada siyasal bilimleri ilgilendirir. Sunduğum çalışma, pratiktetalihsiz bir işbirliği içinde olan bilim ile ideolojinin düşünselyapılarını irdelemeye, temele inen çelişkilerini ortayaçıkarmaya yöneliktir. Bu irdelemede bir yandan ideolojinin(özellikle Marksist ideolojinin) bilimsellik savını, öte yandanbilimin de ideolojik nitelikte olduğu görüşünü tartışacağız.Ama her şeyden önce bilim ve ideoloji kavramlarına açıklık

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 158

Page 159: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kazandırmamız gerekir.

Genel bir bakışla bilimi, evreni ve evrende olup bitenlerianlama çabası diye tanımlayabiliriz. Olgusal dünya ilebeklentilerimiz arasında uyum.kurmaya yönelik olan buçaba, bir yandan gözlem, deney ve ölçme gibi olgularıbelirleyici işlemleri, öte yandan belirlenen olguları açıklayıcıhipotez ya da kuramları oluşturma ve yoklama yolunda"yaratıcı ve eleştirel düşünme" dediğimiz zihinsel süreçleriiçerir. Özünde entelektüel ilgi vardır; bilme, öğrenme veaçıklama tutkusuna dayanır.

İdeolojiye gelince, kavram olarak bilimden daha karmaşıkve belirsizdir; kısa bir tanımla açıklanması güçtür. Buyüzden bir ilk belirleme için bir tür sözlük tanımıylayetineceğiz. Buna göre ideoloji, kişilerin, etnik grup, sınıfveya ulus gibi toplulukların sosyal ve politik özlemlerini dilegetiren, bu özlemleri eyleme dönüştürmeyi içeren bir inançsistemi, iktidara yönelik bir programdır. Özünde entelektüelilgi değil, belli bir dünya, bir yaşam düzeni imgesi saklıdır.Karl Marx'ın artık slogan kimliği kazanmış bir tümcesinde,ideolojinin belirgin özelliği şöyle dile gelmiştir:

Her çağda filozoflar dünyayı yalnızca yorumlama yolunagitmişlerdir; oysa asıl sorun dünyayı değiştirmektir.

Bu genel nitelemelerden sonra, dünyayı anlama ile dünyayıdeğiştirmeye yönelik iki etkinliğin, bilim ile ideolojinin,ilişkisini daha yakından tanımaya koyulabiliriz. Bu bizi, heriki etkinlik için asal saydığımız kimi noktalar üzerinde birkarşılaştırmaya götürmektedir.

(1) Kökenleri

Bilim insana özgü bilme, anlama, açıklama ve öğrenmeisteğinden, evrende olup bitenler karşısında duyulantecessüs ve meraktan, bir ölçüde de, çevre koşullarını

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 159

Page 160: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

denetim altına alma ihtiyacından doğmuştur.

İdeoloji insanların doğa ve toplum karşısında içinedüştükleri korku, yalnızlık ve yetersizlik gibi duygularınetkisinde, yüce ve koruyucu bir güce sığınma, bir misyon yada davayla özdeşleşerek kimlik kazanma, egemenlik kurmaihtiyacından kaynaklanır.

(2) Dayandıkları Varsayımlar

Bilim incelemeye açık, açıklanabilir çoğul (plural) bir dünya;ideoloji öngördüğü düzen doğrultusunda değiştirilebilirtekdüze bir dünya varsayar.

(3) Yaklaşım ve Yöntemleri

Bilim bir problem çözme etkinliğidir; açıklayıcı hipotezleroluşturma, bu hipotezleri güvenilir gözlem verilerine giderekyoklama (testetme) süreçlerini içerir; sınama ve yanılmayayer verir. İdeoloji, önceden konmuş bir görüş ya da öğretiyibenimsetme, yayma ve egemen kılma etkinliğidir; belli birstratejiye bağlı propaganda, kitlesel histeri, baskı, korku vegerektiğinde savaş gibi araçları kullanır.

(4) Etkinlik ortamları

Bilim doğası gereği kuşku ve özgür tartışmaya açıktır; yeniarayış ve deneylere olanak veren bir ortam gerektirir;partizan değildir. İdeoloji, "resmi" görüşe ters düşen tümkuşku, tartışma ve irdelemelere kapalıdır; totaliter olmasınakarşın partizandır: mezhep, tarikat veya fraksiyonçatışmalarını içinde taşır**.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 160

Page 161: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

* Bu Bölümdeki dört soruyu oluşturan metin, "Bilim İleİdeolojinin Bağdaşmazlığı" başlığıyla, Türkiye II.Felsefe−Mantık−Bilim Tarihi Sempozyumu'na (1987, İzmir)bildiri olarak sunulmuştur.

** Bu ayırıma, Felsefe Sözlüğü adlı yapıtında değinenVoltaire'in sözleri ilginçtir: "Matematikte, deneysel fiziktepartizanlık yoktur. Koni ile kürenin ilişkilerini inceleyen biriiçin kimse çıkıp 'Bu adam Archimedes mezhebindendir,'diye konuşmaz. Aynı şekilde, dik açılı üçgenin hipotenüsüüstündeki karenin diğer iki kenar üstündeki karelerintoplamına eşit olduğunu söyleyen kimseyi de 'Pythagoraspartizanı' diye nitelemek aklımızdan geçmez. Kanındolaştığını, havanın ağırlığının olduğunu, güneş ışığınınyedi kırılabilir ışından oluştuğunu söylediğinizde de kimsesizi Harvey, Torricelli ya da Newton yandaşı olmaklasuçlamaz. Sizin yaptığınız yalnızca onların kanıtladıklarıbuluşları dile getirmektir. Newton'a saygımızın artmasıölçüsünde kendimizi Newton yandaşı saymamızanlamsızlaşır. Çünkü öyle bir tutum Newton karşıtıkimselerin de var olduğu anlamını taşır,"

Soru 94: İdeolojinin bilimsellik savı için ne diyeceğiz?

Sıraladığımız dört noktada birbiriyle ters düşen bilim ileideolojiyi özdeş sayma, en azından uyum ya da benzerlikiçinde gösterme çabası hiçbir dönemde eksik olmamıştır.Çağımızda hem dinsel hem siyasal ideoloji kesimlerindebüyük yoğunluk kazanan bu çabanın son otuz yıl içindebilim felsefesinde de etkisini duyurmuş olması ilginçtir.İdeolojilerin bilimsellik savı bir aldatmacadır; önceliklebilimin prestijinden yararlanma, saygınlığına bir sığınmadır.Bilimin ideolojik olduğu savı için aynı şey söylenemez,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 161

Page 162: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kuşkusuz. Burada bilimin prestijinden yararlanmaya değil,bilimi yıpratmaya yönelik bir çabadan söz edilebilir, belki.

Temsil ettikleri, ideolojileri bilimsel kimlikle sunma çabasınınen çarpıcı iki örneğini Marksizmle günümüzde etkinliğiniartıran İslamcı akımlarda bulmaktayız. Biz bunlardanyalnızca birine, Marksizme değinmekle yetineceğiz.

Öngördüğü düzeni "Bilimsel Sosyalizm" adı altında sunanMarksist ideoloji, görünümünde rasyonel ama temeldeirrasyonel bir dünya görüşüdür. Bu görüşü oluşturan anaöğretileri metafiziksel, sosyal−ekonomik, siyasal veteleolojik (ereksel) olmak üzere şöyle belirtebiliriz:

(a) Varlığın kökeni maddedir; bu temel üzerinde oluşanpsikolojik, sosyal ve kültürel süreçler maddesel hareketlerinbirer yansımasıdır.

(b) Tüm gelişme hareketleri.doğanın en temel yasası olandiyalektik ilkeye bağlı olarak yürür.

(c) Toplumun yapı ve işleyişi tümüyle üretim ilişki vebiçimleriyle belirlenir. Tarihin akışını ekonomik temellisınıflar arası çatışma oluşturur.

(d) Öngörülen düzen, iktidara yönelik proletaryanınöncülüğünde, onun savaşımıyla gerçekleşir. Siyasalegemenlik kurmak proletaryanın tarihsel misyonudur.

(e) Sosyalizmin egemenliği, tarihin diyalektik sürecindekaçınılmazdır.

İmdi sorulabilir: Bu öğretiler tek tek ya da Marksist sentezinbütünlüğünde gerçekten bilimsel nitelikte midir?

Kuşkusuz bu sorunun yanıtı, "bilim" terimine verdiğimizanlama bağlıdır. Yukarda verdiğimiz bilim kavramını

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 162

Page 163: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

belirleyen ölçütlere vurulduğunda Marksist (ya da başkainanç sistemlerine ait) öğretileri bilimsel saymaya olanakyoktur, (a) ile (b)'de yer alan ilk iki öğreti metafizikseldir;doğruluk değerleri olgusal olarak yoklanamaz. "Gerçekliğin"maddesel ya da ruhsal olduğu felsefede sürgit tartışılan,ama çözümü olmayan bir sorundur. Nesnel gerçekliğimaddeye indirgeyen materyalizmi, dinsel ya da öznelidealizme karşıt olduğu için bilimsel saymak. Marksistleringözünde yeterli bir neden olabilir; ama, hiçbir koşul altındayanlışlanmaya olanak vermeyen bir savı, hangi gerekçeyleolursa olsun, bilimsel sayamayız. Bu yargımız diyalektiköğreti için de geçerlidir. Tüm doğal, düşünsel ve toplumsalgelişmelerin bağlı olduğu "en temel yasa" diye sunulandiyalektik, Marksistlerin bizi inandırmak istedikleri gibi,gerçekten tüm olup bitenleri açıklayan bir yasa mıdır?Doğa, tarih ya da düşünce bir yasa kapsamındaaçıklanabilecek kadar çeşitlilikten, derinlikten yoksun, tekboyutlu, tekdüze bir gerçeklik midir? Sonra, her şeyiaçıklayan bir yasa ya da ilkenin "büyücü değneği" olmaktanileri bir anlamı var mıdır? Varsa, bilimin bu "cevher"ikeşfetmesi için neyi beklediği sorulabilir!

Geriye kalan öğretilere de kısaca değinelim, (c)'de yer alanöğreti doğrudan felsefenin değil, sosyoloji ve tarihininceleme alanına girer. Tüm önemine karşın üretimilişkilerinin, ne toplumsal kuruluş ve süreçlerin tek belirleyicinedeni olduğu savının, ne de, tarihin akışını sınıflar arasıçıkar çatışmalarının oluşturduğu tezinin bilimsel olarakkanıtlanmış olduğu söylenebilir. Tersine, tarihin akışını sınıfçatışmasına indirgemek, tarihi önemli ölçüde tahrif etmekdeğil midir? Örneğin, günümüzde tanık olduğumuz ulusal,etnik çatışmalar ile süper güçler arasındaki egemenliksavaşımına hangi anlamda "sınıflar arası çatışma"diyebiliriz? Proletaryanın savaşım ve öncülüğündegerçekleşeceği öngörülen düzene ilişkin (d)'de yer alanöğreti ise bir önerme olmaktan çok, eyleme teşvikniteliğinde bir misyon, bir görev çağrısıdır. Sosyalist

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 163

Page 164: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

düzenin zaferinin tarihsel kaçınılmazlığı savına gelince, budüpedüz ereksel (teleolojik) nitelikte bir öğretidir; gerisindeinsanın yenilgiden kaçma, zaferle özdeşleşme, kaçınılmazgelecekle birleşme istenç ve özlemini kamçılama amacısaklıdır. Oysa bilimin ne misyon yaratmak ne de yazgıcılıktüründen öndeyilerde bulunmak uğraşıyla ilgisi vardır.

Görülüyor ki, Marksizmin bilimsellik savı bilimin prestij vesaygınlığını sömürme ötesinde bir anlam taşımamaktadır.Bilimsel bir sav ya da kuramın sahte, özenti veya ideolojiksavlardan temel farkı, olgusal içerikli olması, dolayısıylahangi gözlemlerle yanlışlanabileceğini önceden belirlemeyeolanak tanımasıdır. Ne Marksizm'de ne de ideolojiknitelikteki diğer inanç dizgelerinde öyle bir olanağa yeryoktur. Tam tersine, ideolojik dizgelerde hiçbir olgu ya dasonuç gösterilemez ki, öğretileri için doğrulayıcı kanıt olma.

Soru 95: Bilimin ideolojik olduğu savı doğru mudur?

Başta da belirttiğimiz gibi bilim salt kendi içinde olgularıbetimleme ve açıklama etkinliğidir; ne amaçlarında, neyaklaşımında, ne de ulaştığı sonuçlarını yorumlamadaideolojik bir nitelik taşımaz. Ancak son 150 yıllık dönemebakıldığında, bilimi kendi asal özellikleri dışında yorumlamaya da bilime "ideolojik" diyebileceğimiz işlevler yüklemeyolunda kimi girişimlerin olduğu görülmektedir.

Bilindiği gibi 17. yüzyılın ortalarına gelinceye dek bilimselçalışma, dinsel baskı altında, çoğu kez kuşku konusu,horlanan bir etkinlikti. Galileo, Kepler ve Newton'unçalışmalarıyla kendini kanıtlayan bilim giderek artan birsaygınlık kazanır. 19. yüzyıl, bilimin prestijinin doruknoktasına ulaştığı dönemdir. Bir tür "ideolojik"bayabileceğimiz bilimcilik bu dönemin ürünüdür. AugusteComte (1798 − 1857) pozitivizminde bilimciliğin tipik birörneğini bulmaktayız. Kökleri Francis Bacon ile 17. ve 18.yüzyıl İngiliz empirizmine uzanan pozitivizm, teoloji ile

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 164

Page 165: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

metafiziğe bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre,gerçek bilgi, bilimsel bilgidir; bilimsel yöntemle çözülemiyenhiçbir probleme başka yoldan çözüm getirilemez.

Comte kurduğu pozitif sosyoloji yöntemiyle insan doğa veihtiyaçlarının sistematik olarak incelenebileceğini,dolayısıyla yeni bir toplum düzeni için gerekli bilimseltemelin kurulabileceğini ummuştu; programını,

Eylemin dayanağı öndeyiler, öndeyilerin dayanağı bilimdir,

diye dile getirdiği bir genel kurala oturtuyor; daha da ilerigiderek pozitivizme dinsel bir nitelik vermeye çalışıyordu.Nitekim, Comte'un etkisiyle kimi Avrupa ülkelerinde, "Tanrıyerine insanlığa tapma" ilkesini benimseyen PozitivistDernek'ler kurulur. İngiltere'de pozitivizmi daha ılımlı birbiçimde Jeremy Bentham, James Mill ve John Stuart Milltemsil etmiştir. Ancak Darwin'in evrim kuramıyla birlikteHerbert Spencer ile T.H. Huxley gibi bilginlerin çevresindebilimcilik güçlü bir akıma dönüşür. 19. yüzyılın sonunadoğru Karl Pearson "yaşam inancı" dediği bu akımı,"dinlerin parlak dönemlerinde insanları kilise hizmetinekoşan tutku türünden bir coşkuyla bilime yönelten moral birgüç" diye niteliyordu. Bilimcilerin gözünde bilim bizeyalnızca olgusal dünyayı tanıtan, güvenilir bilgi sağlayan birçalışma değil, tüm sosyal ve kültürel ihtiyaçların, değersorunlarının çözüm anahtarıydı*. Bilimciliğin bilime din,felsefe, hatta belki de, sanat işlevlerini yükleme, bilimianlamlı yaşamın biricik değeri olarak sunma çabasını temsilettiği ölçüde ideolojik bir görünüm sergilediği söylenebilir.

Bilimciliğin ideolojik bir akım olarak kimi tepkilere yolaçması kaçınılmazdı, elbet. Nitekim din ve sanatçevrelerinde doğal olarak büyüyen tepki çok geçmedenfelsefede de kendini gösterir.**Bunun canlı bir örneğiniyüzyılımızın ilk yarısında bir tür moda etkinliği kazananBergson felsefesinde bulmaktayız. Aslında Bergson

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 165

Page 166: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

felsefesi, bilimciliğe karşı çıkmanın ötesinde tüm bilimeyönelik bir tepkidir. Benzer bir tepkiyi, "bilimin bağnazcayadsımaları" diye nitelediği tutuma derin bir antipatibesleyen W. James ortaya koymuştur. Ancak buçalışmanın kapsamı konuyu bu genişlikte ele alfhayaolanak vermemektedir. Biz burada tepkinin yalnızca bilimfelsefesindeki yansımasına değinmekle yetineceğiz.

Bilim felsefesinde oluşan tepki, bilimciliği son derece inceve dar ölçüler içinde yansıtan mantıkçı pozitivizme karşı birgelişmedir. Önemli ilk belirtilerine Karl Popper, StephenToulmin ve Norwood. R. Hanson'da tanık olduğumuz tepki,daha sonra Thomas Kuhn'da çarpıcı ve kapsamlı bir biçimkazanır; Paul Feyerabend'la bir tür inkarcılığa dönüşür.Kuhn'un anlayışında bilim, gerçekleri bulma yolundadoğrusal bir çizgi üzerinde ilerleyen, salt nesnel biraraştırma değildir, artık. Kuhn'un "normal bilim" dediğievrede, bilim adamları ideolojik tutuculuğu andıran"bağnazca" bir tutum içindedir. Bilimin kimi zaman içinedüştüğü bunalımların yol açtığı "paradigma" değişikliğiniKuhn bir tür "din değiştirme" olarak nitelemiştir. Onungözünde bilimsel kuramlar, dinler ya da ideolojiler gibi, ortakölçüsüz olup karşılaştırılamazlar; kuramdan bağımsız, saltolgusal verilerden söz edilemiyeceği nedeniyle, nesnelolarak değerlendirilemezler***.

Feyerabend'ın büyük ölçüde Kuhn'dan kaynaklananyaklaşımı, daha keskin bir çizgi izlemektedir. Ona göre bilimbir yanıyla din veya ideoloji; öbür yanıyla parapsikoloji,astroloji, efsane, dahası falcılık gibi uygulamalardan sadecebiridir. Bilimin akılcı ve deneysel olma gerekçesiyleyürüttüğü üstünlük savı yersizdir; doğruluk ve bilgi hiçbirçalışma biçiminin tekelinde değildir. Kaldı ki, gerçeğeulaşmanın belli bir yöntemi yoktur. "Her şey gider,"Feyerabend'ın bilimciliğe, dahası bilime karşı savaşçağrısıdır: Bilim de tüm diğer arayışlar gibi gelişigüzel,üstünkörü ve temelde irrasyoneldir; ne dayandığı varsayım

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 166

Page 167: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

veya ilkeler, ne de ulaştığı sonuçlar bakımından onaüstünlük ya da ayrıcalık sağlayan bir özelliği yoktur.Özellikle kuramsal düzeyde bilim, mistik düşünceölçüsünde özneldir; ideolojiler gibi bağnaz, onlar ölçüsündetotaliter olmaya yöneliktir. Kilisenin Ortaçağdaki baskı veegemenliğini çağımızda bilim kurmuştur. Feyerabend,toplumun, dogmatik inanç sistemleriyle bir tuttuğu bilimekarşı korunması gereğinden bile söz etmektedir.****

Bilime yönelik bu saldırıyı haklı bulabilir miyiz? Gerçekten,bilimi diğer uygulamalardan ayıran özellikleri yok mudur?Feyerabend bilimi yerine oturtmanın çağrısını yapıyor; oysaasıl tehlikenin, ideolojilerin insan düşüncesi üzerindeegemenlik kurma ve sürdürme savaşımından, izledikleritekdüze, kapalı ve militan fanatizminden kaynaklandığınıumursamaz görünüyor.

Bilim anlayışımızın mantıkçı pozitivizmin dar çerçevesindenkurtarılmış olması olumlu bir gelişmedir, kuşkusuz. Ancakbu açılma, bilimi, örneklerini teoloji ve ideolojilerdegördüğümüz bağnaz düşünce dizgeleriyle bir tutmanoktasına kayınca inandırıcılığını yitirmektedir.Feyerabend'da açığa vurulan "egzotik" görünme hevesideğilse, bilimi bilerek çarpıtma, gözden düşürme girişimidir.

Görülüyor ki, uygarlığın yaşamsal sorunu ne ideolojilerimizibilimsel gösterme, ne de bilimi ideolojiler kategorisineindirgeme çabasıyla çözülebilir. Her şeyden önce, sorununkökeninde yatan aykırılığa, doğru tanı koymamız gerekir:Yığınların davranış eğilimleri ideolojilerin manipulasyonunaelverişli, bilimin yaklaşım biçimlerine ise yatkın değildir.Öyleyse çözüm, bireyleri, elverdiği ölçüde kitleleri, hertürden tekelci ve bağnaz tutumlara karşı uyarmada;eleştirel düşünme, tartışma ve irdeleme etkinliklerineyöneltmede aranmalıdır. Başka bir deyişle, sorun ideolojileriyabanıl, azgın ve totaliter çizgiden, uygar, insancıl veçoğulcu çizgiye çekmek, bir tür evcilleştirme sorunudur. Bu

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 167

Page 168: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ise kuşkuya, yanılma ve denemeye yer veren bilimselanlayışa dayalı bir eğitim politikasıyla sağlanabilir ancak.Bu anlayışı işleme, açıklıkla ortaya koyma en başta bilimfelsefesinin görevidir.

İdeoloji, toplumsal ve kültürel bir olgudur; daha ilerigiderek"insan doğasının bir yansımasıdır," diyebiliriz.Öyleyse ideolojiden uzak durmak, ya da kimi ideolojileriyasaklamak kalıcı bir çözüm getirmez. Kaldı ki, öyle birtutumun kendisi ideolojik niteliktedir. İdeoloji sorununaideolojik yaklaşım bizi bir açmaz içine iter. Kendikültürümüzden kaynaklanan ideolojileri doğru, yabancıkültürlerden kaynaklananları yanlış saymak yaygın birtutumdur. Oysa bu bağlamda "doğru" ya da "yanlış"nitelemesi yerinde değildir. İdeolojileri belki deyabanıl"−"uygar çizgisi üzerindeki konumlarına göredeğerlendirmek yoluna gidebiliriz. Örneğin, totalitersistemleri "daha yabanıl", özgürlüğü içeren çoğulcudemokrasileri "daha uygar" diye niteliyebiliriz. "Bu daideolojik bir yaklaşım değil midir?" diye sorulabilir. Öyle deolsa bir tür değerlendirmeden kaçınamayacağımıza göre,bilimsel görüşe ters düşmeyen hoşgörü ve özgürlükleriiçeren çoğulcu bir yaşam anlayışını benimsemekte sakıncayoktur. Çünkü bu anlayışta kişi "tutsak" değildir. İstenirse,buna da "ideoloji" diyebiliriz. Ne ki, çoğulcu yaşam anlayışıideoloji de sayılsa, yabanıl ideolojilerin tanımlayıcı özellikleriolan tekdüzelikten, egemenlik kurmaya yönelik bağnaz vemilitan tutumlardan uzaktır.

Sorun bilimsel yaklaşımla uyum içinde olan bir yaşamanlayışını oluşturma, bireylerin, giderek kitlelerindavranışlarına sindirme sorunudur. Sorunun çözümü uzunsüreli, çok yanlı bir deneyim gerektirir. Bu süreçte amacauygun etkili bir eğitim politikasının yanı sıra sanatetkinlikleri, dernekleşme, tartışma, eleştiri ve çoğulcukatılıma olanak tanıyan siyasal düzen önemlidir. Biz buradayalnızca bilim felsefesinin bu konuda işlevine değinmekle

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 168

Page 169: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

yetineceğiz.

* Atatürk'ün, "Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir,"sözü bu bakış açısını yansıtmaktadır.

** Sanatta Dadaizm ile Sürrealizm, teolojide SamuelWilberforce, Jqck Maritain ve F.C. Copleston bilimciliğekarşı oluşan tepkiyi temsil etmiştir. Aldoıts Huxley'in YeniDünya 'sı da bilimciliği içeren totaliter düzen tehlikesinekarşı 55 yıl önce ortaya konmuş güçlü bir uyarıdır.

*** Bkz. Thomas S. Kuhn, The Structure of ScientificRevolutions, Bölüm X−XIL

**** Bkz. Paul Feyerabend, Science in a Free Society, s.13−125.

Soru 96: Bilim felsefesinden beklenen nedir?

Bilimle ideoloji ilişkisinde ideolojileri evcilleştirme, dahauygar bir çizgiye çekme olasılığından söz ettik. Bu nedemektir? Bilim felsefesinin böyle bir süreçte işlevi neolabilir?

Hemen belirtmeli ki, bilim felsefesinin etki alanı bireylerle,seçkin kesimlerle sınırlıdır; kitleleri doğrudan etkileme gücüyoktur. Ancak bu dar alan içinde bile bilim felsefesi uzunsürede kitlelere uzanan etkinlik gösterebilir. Bilimfelsefesinin bilime yönelik eleştirel ve kavrattı çözümleyicietkinliği, ideolojileri irdeleme ve değerlendirme etkinliğiylegenişletilebilir. Bilim felsefesi geleneksel işlevinde biliminkavramsal yapısına, dayandığı temel varsayımlara ışıktutmak, gözlem ve kavram ilişkisine açıklık getirmek,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 169

Page 170: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

bilimsel yöntemin ayırıcı özelliklerini belirlemek çabasınısürdürür. Aynı yaklaşımla ideolojilerin kaynaklarına inilebilir;varsayım ve öğretileri irdelenebilir, amaç−araç ilişkileritartışılabilir. İdeolojilerin irrasyonel dayanaklarını, bilimselverilere ters düşen öğretilerini gün ışığına çıkarmak; bunlarıirdelemek ve tartışmak doğrudan alternatif bir ideolojioluşturmaya değil, ideolojilerin, özellikle yabanılideolojilerin, gerçek çehresini ortaya çıkarmaya yönelik biretkinliktir. İdeolojilerin evcilleştirilmesi her şeyden öncebilimle tutarlı nesnel bir eleştiriyi gerektirir. Bu eleştiriyi, hiçdeğilse kavramsal düzeyde, sağlayabilecek en etkiliçalışma bilim felsefesidir. Bilim felsefesi kendine özgüölçülü ve sorumlu yaklaşımı içinde ideolojileri öz eleştiriye,bir tür "nefis yoklamasına zorlayabilir. Bu yolda çabagösteren bilim felsefecileri arasında en başta, kimiçalışmalarıyla büyük etki oluşturmuş Bertrand Russell ileKarl R Popper'i örnek gösterebiliriz*.

Bilim felsefesi ideolojileri özellikle iki yönden, dayandıklarıkozmoloji ve içerdikleri epistemoloji yönlerinden,irdelenebilir. Her ideolojik sistem bif yanıyla kozmolojiyeuzanan kimi varsayımlara dayanır. Bu tür varsayımlarınbüyük dinlerde, hatta mistik doğu kültürlerinde bile yeraldığı görülmektedir. Bunun çarpıcı bir örneğini OrtaçağKatolik teolojisinde bulmaktayız. Bilindiği gibi o dönemHıristiyanlığının evren anlayışı, Aristoteles'in fizik vemetafiziğinde temel bulmuştu. Aristoteles kozmolojisi dinselideolojiyle öylesine kaynaşmıştı ki, ona ters düşen bilimselçalışmalara olanak tanımak şöyle dursun, öyle çalışmalarayönelen bilginler engizisyon önünde, kimi kez yaşamlarınıyitirmeye varan cezalara çarptırılıyordu. Bu tutum 17. yüzyılortalarına kadar etkisini sürdürür. Modern bilimintartışmasız egemenlik kurduğu kozmolojide bugün bileAristoteles'in etkisinin tümüyle kırıldığı kolayca söylenemez.Nitekim son yüz yıl içinde "Neo−Thomizm" adı altındaOrtaçağ Katolik ideolojisini canlandırma çabalarının ortayaçıktığını görmekteyiz.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 170

Page 171: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

İdeolojileri öz eleştiriye yöneltmenin başlıca yolu bilimsellik

savlarının dayanaklarını yoklamak, bunların gerçekte birerözentiden ileri gitmediğini göstermektir. İdeolojilerin özeleştiriyi kolayca göze alabileceklerini bekleyemeyiz,kuşkusuz. Ne var ki, nesnel, haklı ve entelektüel ağırlıklıeleştirilerle oluşturulacak baskının, başlangıçta aydınlarçevresiyle sınırlı kalsa bile, uzun sürede etkisiniduyurmaktan geri kalmayacağını umabiliriz.

* Bkz. B. Russell: The Scientific Outlook, Religion andScience, Power: A New Social Analysis, The Practice andTheory of Bolshevism, Authority and Individual, Why I amnot a Christian, Fact and Fiction, vb. K. R, Popper: TheÖpen Society and Its Enemies, The Poverty of Historicism,Conjectures and Refutations, Unended Quest, vb.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 171

Page 172: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

XII. BÖLÜM

BİLİM İLE DİN*

Evrene yönelik dinsel deneyim bilimsel araştırmanın engüçlü, en soylu kaynağıdır.

Albert Einstein

Soru 97: Bilim ile din ne yönden bağdaşmaz?

Laplace'ın Göksel Mekanik (Traite de Mecanique Celeste)adlı yapıtını okuyan Napoleon, kitapta Tanrı'dan hiç sözedilmediğini söyleyince, ünlü astronom, "Benim öyle birhipoteze gereksinmem olmadı," diye karşılık verir. Tanrı'yainancın yersel buyurganlara büyük güç sağladığı görüşünütaşıyan Napoleon'un bu yanıta tepkisinin ne olduğunubilmiyoruz. Ancak ünlü komutanla dönemin ünlü bilimadamı arasında geçen bu konuşma teoloji ile bilimarasındaki ilişkiyi yalın bir biçimde ortaya koymaktadır.

Din kapsamı geniş bir etkinliktir; kökeninde psikolojik birolaydır: kişinin yüce bir varlığın anlayış, sevgi ve koruyucugücüne sığınarak yalnızlık, korku ve yetersizlik gibiduygulardan kurtulma, yaşamına anlam bulmagereksinimlerini karşılamaya; ona erinç ve doygunluksağlamaya yönelik inanç ve tapınma biçimlerinden oluşur.Bu yönüyle din, insan doğasına özgü kimi köklü "ruhsal"gereksinimleri yansıtmaktadır. Bir başka yönüyle din,kişilerin davranış biçimleriyle toplumsal ilişkileri düzenleyicikuralları içeren kurumsal bir dizgedir; belli bir ahlâkgeleneğini temsil eder.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 172

Page 173: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Din değindiğimiz psikolojik ve sosyal işlevlerinde bilim−dışıbir etkinliktir; bilimle ters düşmesi diye bir sorun yoktur. Nevar ki, dinin bilimle kesişen, ikisi arasında sürekli çatışmayayol açan bir üçüncü yanı vardır. "Teoloji" diye bilinen buetkinlik metafiziksel türden bir öğretiyi; evreni anlamaya,olup bitenleri açıklamaya yönelik kendine özgü bir"bilimsellik" savını içerir. Teolojide, Tanrı kavramınıoluşturan koruyucu, sevecen, bağışlayan, vb. antropomorfiköğelerin yanı sıra, yaratan, düzenleyen ve bilen öğeleribüyük ağırlık taşır. Teolog evrene ilişkin tüm bilgilerin (hiçdeğilse, Tanrı'nın insan için yeterli gördüğü bilgilerin) kutsalkitapta verildiği savındadır. Onun gözünde "bilim" kutsalkitabı anlamak, yorumlamak, Tanrı'nın insan için öngördüğüöğretileri yaymak etkinlikleriyle sınırlıdır. Oysa Laplace'ınyanıtında dile getirilen bilim amacı, yöntemi ve sonuçlarıbakımından bu anlayışla bağdaşmaz bir etkinliktir. Bilimolgusal dünyayı, "dünya ötesi" bir nedene, Tanrı'ya giderekdeğil, olgusal nesne ve ilişkilere yönelik hipotezleroluşturarak açıklama yoluna gider. Deyiş yerindeyse, bilimbir bitmeyen "sınama − yanılma − sınama" sürecidir:yanılma, yanlışlanma olasılığına açıktır. Tanrı'yı üstü örtükde olsa dışlayan, sonuçları kutsal kitapların içerdiği "mutlakdoğrular"la çelişen bilimin din için bir tehlike oluşturduğuteologların gözünden hiçbir zaman kaçmamıştır. Nitekim ilkçağlardan günümüze dek teologların sanat, ethik vefelsefede yeniye açılma girişimleri gibi, bilimi de sınırlama,sindirme, dahası yok etme yolunda ellerindeki tümolanakları kullanmaktan geri kalmadıklarını görüyoruz. Bilimtarihi, özellikle bilimlerin başlangıç dönemlerinde yer alanteolojik baskıların çarpıcı örnekleriyle doludur.

Bu çalışmanın amacı teolojinin "bilimsellik" savınıirdeleyerek din ile bilim ilişkisindeki temel soruna açıklıkgetirmektir. Ancak daha önce örgütsel dinin bilime karşıtarih boyunca sürdürdüğü baskı, yıldırma ve yok etmegirişimlerine kısaca değinmeyi yararlı görmekteyiz.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 173

Page 174: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Bilimin gelişmesi kimi kültürel koşulların, bu arada özellikledoğayı anlama ve denetim altına almaya yönelik belli birdüşünce ortamının oluşmasına bağlı kalmıştır. Bu ortamınoluşmasına başlıca engelin geçmişte olduğu gibi bugün deteolojiden geldiği kolayca yadsınamaz. Modern bilimteolojiye karşın bir gelişmedir. Teoloji dinsel metafiziktir;evreni Tann kavramına dayanarak anlamlı kılma, açıklamagirişimidir. Teolojik açıklamayı bir tek fırça vuruşuyla resimyapmaya benzetebiliriz. Tanrı kavramı öylesine geniş veyüklü tutulmuştur ki, açıklama kapsamı dışında kalan hiçbirolgu gösterilemez. Bilimin ortaya çıkışı, her şeyi açıklayanbir kavramın aslında hiçbir şeyi açıklamadığı gerçeğininsezinlemesini beklemiştir. Teoloji ileri sürüldüğü gibievrensel doğrulan içeren bir bilim olsaydı, ona ters düşenyeni bir bilimin etkinlik kazanmasına olanak olabilir miydi?

Bir başka nokta da şu: bilim ile din arasındaki çatışmanınbaşlangıçtan beri tek yönlü bir tepkiden, teolojinin"doğruları" tekelinde tutma, insan düşüncesi üzerindekurduğu egemenliği koruma kaygısından kaynaklandığınıgörüyoruz. Bilimle dinin tarih boyunca karşılıklı etkileşimiçinde olduğunu vurgulayan seçkin bilim tarihçisi Sarton, dinile teolojiyi birbirinden ayırarak şöyle demektedir: "Buetkileşim çoğu kez bir saldırı biçimi almış, gerçek bir savaşadönüşmüştür. Ne var ki, aslına bakılırsa, bu savaş bilim iledin arasında bir savaş değildir (çünkü ikisi arasında birsavaş olamaz); bu savaş bilimle teoloji arasındadır. ...Genellikle veba, kolera salgını, deprem, savaş, kıtlık gibiolguların ardından gelen dinsel fanatizm çoğu kez hırçınbiçimler almıştır. ... Öte yandan, bilgi birikiminin kuşaktankuşağa aktarılmasında, kimi dönemlerde, din adamlarınınoynadığı olumlu rolü görmezlikten gelmemeliyiz. Bunun eniyi örneğini, ikinci İskenderiye ekolü ile IX. yüzyıl arasındakikaranlık dönemde bulmaktayız. Diyebiliriz ki, biliminilerlemesini değil ama korunmasını Latin ve Yunankiliseleriyle Nesturilerin klasik birikime sahip çıkmalarınaborçluyuz."**

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 174

Page 175: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Modern bilimin gelişmesini önemli ölçüde Musevi−Hıristiyangeleneğinin Batı düşüncesi üzerindeki etkisine bağlayanyazarlar da vardır. Örneğin, bilim tarihindeki çalışmalarıylatanınan Hooykaas, "Mecazi olarak," diyor, "bilimin bedenselbileşenleri Yunan geleneğinden kaynaklanmış olabilir, amavitamin ve hormonları İncil kökenlidir."***

Ne var ki, bu tür görüşleri ileri sürenlerin genellikle tartışmagötüren bir varsayımdan, teolojiden soyutlanmış, araştırmave öğrenmeye açık bir din varsayımından kalktıklarısöylenebilir. Gerçekten dinin salt bir inanç, iyiye ve doğruyayönelik bir saygı duygusu kimliğiyle bilime ters düşeceğikolayca düşünülemez. Nitekim İslam dini medreselerinkurulmasıyla birlikte teolojinin ağırlık kazandığı dönemegelinceye dek bilim, matematik ve felsefe için elverişli birortam sağlamıştır****.

* Bu Bölüm'deki dört soruyu oluşturan metin, daha önce,"Felsefe Açısından Bilim ile Din" başlığıyla, FelsefeTartışmaları, I. Kitap (Aralık 1987, İstanbul)'dayayımlanmıştır.

** George Sarton, The Life of Science, Freeport N.Y.:Books F ör

Libraries Press, 1948, s. 38.

*** R. Hooykaas, Religion and the Rise of Modern Science,Scotüsh

Academic Press, London, 1972, s. 162.

**** İslam bilginlerinin VII. yüzyıldan başlayarak Yunandüşüncesiyle temas kurmalarında Nesturilerin etkisi büyükolmuştur. (Bkz. C. Yıldırım, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 175

Page 176: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

İstanbul, 1983, s. 71.)

Soru 98: Teolojinin tepkisi neye yöneliktir?

Teolojinin özgür düşünceye, yeni arayış ve açılmalara karşıgösterdiği olumsuz tavrın kökeninde yatan nedir? Kimibilimsel buluşlar neden sert, kimi kez azgın tepkilerlekarşılanmış, yasaklanarak gözlerden uzak tutulmakistenmiştir? İnsanları yanlışlardan korumak için mi?Örneğin, biri çıkıp suyun bayır aşağı akmadığını, buzunsoğuk değil sıcak olduğunu, güneşin dünyayı değildünyanın güneşi aydınlattığını ileri sürse herkes gibiteologlar da gülüp geçmekle yetinir. Oysa, daha üçyüz yılöncesine değin arzın güneş çevresinde dönen sıradan birgezegen olduğunu söylemek, ya da, jeolojik bulgularadayanılarak gezegenimizin yaşını belirlemek, insanın birkaçbin yıl önce değil, milyonlarca yıl süren bir evrim sürecindeortaya çıktığını ileri sürmek, teologların gözündebağışlanmaz suçtu. Çünkü bu türden bulgular "kutsaldoğrular"a ters düşüyordu. Bunun belleklerden silinmeyençarpıcı örneğini kopernik teorisine gösterilen tepkilerdebulmaktayız. Dinde reform hareketinin öncüleri bile teolojikdogmalara ters düşen yeni teoriyi içlerine sindirmek şöyledursun, kızgınlıklarını açığa vurmaktan kendilerinialamamışlardı. Kopernik'i "yeni yetme bir astrolog" diyeküçümseyen Luther, halkın bu ne dediğini bilmeyen kişiyekulak vermesini yadırgayarak şöyle demişti: "Bu budala,tüm astronomi bilimini alt−üst etme özentisine kendinikaptırmış. Ama boşuna bir çaba; çünkü, kutsal kitaptaJoshua'nm yer küresine değil, güneşe yerinde durmasınıbuyurduğu yazılıdır." İncil'de, "dünya da kurulmuştu,hareket edemezdi artık!" tümcesini anımsatan Calvin detepkisini, "Kopernik'i Kutsal Ruhun yetkisinin üstüneçıkarma kimin haddine düşmüş!" gözdağıyla belirtmişti.XVIII. yüzyıl teologlarından Wesley daha da ileri giderek

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 176

Page 177: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

astronomideki yeni gelişmeleri bir tür dinsizlik saymıştı.

Kendisi de bir din adamı olan Kopernik karşılaşacağıtepkileri göz önünde tutmuş olmalı ki, Papa'ya ithaf ettiğikitabının yayınlanmasından uzun süre kaçınmış; dahası,kitabın basım işini üstlenen Osiander'in önsözünde yer alanşu açıklamayı yerinde bulmuştu: "Dünyanın güneşçevresinde döndüğü savı yalnızca bir hipotez olarak ilerisürülmüş, doğruluğu söz konusu değildir."

Görülüyor ki, teolojiden gelen tepki, herkesin bildiğidoğruların yadsınmasına değil, "kutsal doğrular" diyezihinlere yüklenmiş birtakım dogmalara ya da metafizikselöğretilere ters düşen bilimsel buluşlara yönelikti. Güneşinvarlığını yadsımak teologlarla birlikte kimseyi rahatsızetmez. Oysa, Tanrı'nın varlığına ilişkin ılımlı bir kuşkuyu,dolaylı da olsa, açığa vurmak bağışlanmaz bir suçtur.Nedeni açıktır: teolojik öğretilerin kuşku, irdeleme ya daözgür tartışmaya dayanma gücü yoktur. "Açıklama" diyeortaya konan a priori öğretilerin sarsılmasıyla, onlara dayalıegemenliğin yitirilme korkusu teolojiyi bir "ölüm−kalım"savaşımına itmişti. Öyle ki, Russel'ın belirttiği gibi,"Kuramsal matematik dışında her bilim varolma savaşımıvererek işe koyulmak zorunda kalmıştır. AstronomiGalileo'nun, jeoloji Buffon'un kişiliğinde mahkûm edilmişti.Bilimsel hekimliğin, uzun süre, kilisenin ceset üzerindeteşrih çalışmalarına karşı durması yüzünden, gelişmeolanağı bulamadığını biliyoruz. Darwin cezasız kaldıysa,sahneye çıkışının gecikmiş olmasındandır. Ama bugün bileKatolik kilisesiyle Tennessee eyaletinin yasa koyucularınıngözünde evrim tiksinti yaratan bir kavramdır. Bilimingelişmesinde her adım güçlükle atılmış; atılan her yeniadım, bugün bile, geçmişteki yenilgilerinden hiç dersalmamış gibi, bağnazlığın direnişiyle karşılaşmaktadır."*

(Giordano Bruno'yu ateşte ölüme, sağlığını ve görmeyetisini yitirmiş Galileo'yu ileri yaşına karşın ev hapsine

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 177

Page 178: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

mahkûm etmiş dinsel fanatizmin günümüzde, özellikleİslam dünyasında, yeni bir başkaldırma eylemindeolduğunu görmekteyiz. İslamda fanatizm XI. yüzyıldaGazali ile başlamıştır. Gazali, Filozofların Yıkımı adlıkitabında İslam teolojisi dışında kalan tüm düşünceetkinliklerine karşı militan bir tavır almıştır. Bu tavnn etkisiülkemiz ortaöğretim programlarında felsefe ve mantıkderslerine ilişkin yapılan son değişikliklerde açıkçayansımaktadır.)

Kuşkusuz bilimsel gelişmelere karşı teologların tepkisi herzaman doğrudan olumsuz olmamıştır. Özellikle bilimselbulguların kolayca göz ardı edilemediği durumlardateologların ya yeni bir yoruma, ya da, durumu kurtarıcısözde hipotezlere başvurduğunu görmekteyiz. Bununçarpıcı bir örneğini XIX. yüzyılda teolog Gosse verir. Gossedünyanın yaşına ilişkin yadsıyamadığı jeolojik bulgularkarşısında, "Tanrı evreni yarattığında her şeyi sanki çokeskiymiş gibi düzenlemiştir," diyerek teolojiyi kurtarmayaçalışır. Öyle ki, örneğin, "Kayalara daha yaşlı bir görünümvermek için içleri fosille doldurulmuş, katmanları volkanikpüskürmeler ya da tortul birikimler sonucu oluşmuş gibiyapılanmıştır."**Ne ki, Gosse'ın bilimsel bulgularla teolojiyibağdaştırma yolundaki bu çabası, beklediği ilgiyi teologlararasında bile bulmaz. Deneyimli teologlar direnişlerini dahaustaca yöntemlerle sürdürmenin gereğini bir kez dahaanlamışlardır, herhalde!

* Bertrand Russell, The Art of Philosophising, Littlefield,Adams

ana Co., Totowa, N.J., 1974, s. 18.

** Bertrand Russell, Religion and Science, OxfordUniversity Press, London, 1935, s. 69.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 178

Page 179: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Soru 99: Teolojinin "Bilimsellik" savı geçerli midir?

Teoloji her dönemde evrenin, kesin doğruları içeren tüketiciaçıklamasını verdiği savmı taşımıştır. Görünümdeki tümçekingenliğine karşın, bugün de bu savdan vazgeçmişdeğildir. Gerçi Batı'da XVII. yüzyıldan bu yana üstünlükgiderek artan ölçüde bilimin eline geçmiştir. Ancak çağdaşbilim ve felsefede kimi yeni gelişmelerin teolojiye yeni birumut ışığı getirdiği söylenebilir. Fizikte klasik mekaniğin"paradigma" statüsünü yitirmesi bilimin yenilgisi olmasa bilebir anlamda geri çekilmesi diye yorumlanmıştır. Felsefede,dinsel ve metafizik öğretileri anlamsız sayan mantıkçıpozitivizm etkisini yitirirken "anlamsın anlamına ilişkin dahaesnek yeni çözümlemelerin etkinlik kazanması teologlarıyüreklendirmiştir.*Bugün teolojiye daha açık bir düşünceortamında olduğumuz söylenebilir. Ne var ki, bilim ve onadayah teknolojinin atılımları sonucu önemli ölçüde prestijkaybına uğrayan teolojiye yeniden "bilimsel" bir temeloluşturma çabası başarılı olabilir mi? Başka bir deyişleteolojinin "bilimsellik" savına geçerlik kazandırılabilir mi?

Dine akılcı bir temel bulma eski bir arayıştır. Katolikdünyasında bugün bile etkisini sürdüren skolastik düşünce,Hıristiyanlığa böyle bir temel oluşturma çabasının ürünüdür.Hıristiyanlık uzun süre, Yeni Platonculuğun da etkisiyle,doğaya yönelik çalışmalara kapalı kalmıştır. Ortaçağkaranlığında, "İnanmak için anlamak gerekir." "Gerçeğegiden yol kuşkudan geçer." sözleriyle ilk kez akıl ve biliminönemini vurgulayan Abelard (1079 − 1142), o zamanakadar dışlanmış olan Aristoteles bilim ve felsefesine kapıyıaralar. Daha sonra dini Aristoteles'le temellendiren skolastikdüşüncenin kurucusu, Thomas Aquinas, bilgi edinmenin ikikaynağından, inanç ile "doğal" akıl yürütmeden söz eder**,inanç kutsal kitaba dayanan bir bilgi türüdür. Doğal akılyürütme ise, yetkin örneğini Aristoteles'in verdiği gözlem

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 179

Page 180: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

verilerini işlemeye yönelik bir çalışmadır. Aquinas bu iki bilgitürünün bağdaştırılabileceği, daha doğrusu dinseldogmaların, kutsal kitaba başvurmaksızın, salt akılaracılığıyla ispatlanabileceği görüşündeydi. Nitekim SummaTheologica adlı ünlü yapıtında Tanrı'nın varlığını ispatayönelik, kimi teologların gözünde bugün bile geçerliğinisürdüren, beş argüman bulmaktayız. Teoloji medreseeğitimi aracılığıyla İslam dünyasında, skolastizm öğretisiyleHıristiyan dünyasında tam bir egemenlik kurar. Daha sonraRönesans ve Reformasyonu yaşayan Batı'da bile kiliseuzun süre özgür düşünce ve arayışları baskı altındatutmaktan, sakıncalı bulduğu bilimsel kuramlara, XVII.yüzyıl ortalarına gelinceye dek yasak koymaktanvazgeçmez. İslam dünyasında ise teolojik bağnazlık hiçbirzaman tümüyle kırılamamıştır.

Sorumuza dönelim: Teolojinin "bilimsellik" savının dayanağıvar mıdır?

Bu soruyu yanıtlamak için (1) "bilimsel" dediğimiz etkinliğidiğer düşünsel etkinliklerden ayırt etmeyi sağlayan ölçütübelirlememiz, (2) Teolojinin "bilimsellik" savını doğrulamayayönelik argümanları bu ölçüte vurarak değerlendirmemizgerekir.

Bilim karmaşık bir etkinliktir; bir tek belirlemeyle yeterli birölçütü verilemez, kuşkusuz. Ancak sorunu basite indirgemepahasına şu kısa belirlemeyle yetinebiliriz: Bilimsel kuram,hipotez ve betimlemeler olgusal içeriklidir; doğrulukdeğerleri (doğru ya da yanlış oldukları) nesnel olarakyoklanabilir***.

İmdi teolojik öğretileri içerik, yaklaşım ve sonuçlarıyönünden bu ölçüte vurduğumuzda ne görüyoruz? Örneğin,teolojinin özünde yer alan "Tanrı'nın yar olduğu" savınıalalım. Teologların, Tanrı'nın var olduğunu birtakımargümanlarla ispatlama yoluna gittiğini biliyoruz. Çeşitli

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 180

Page 181: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

kategorilere ayrılan bu argümanlar, öncüllerinin niteliğinegöre a priori ve a posteriori diye iki ana grupta elealınabilir. Birinci grup argümanlar, doğruluğu apaçık sayılanilkelerden ya da tanımlardan kalkmakta; ikinci grupargümanlar, evrenin genel özelliklerini, kimi çarpıcı doğalolguları, dinsel ya da mistik deneyimleri kanıt olarakkullanmaktadır. Ayrıntılara girmeksizin, iki grubu birerörnekle temsil edeceğiz.

"Yetkinliğin varlığı içerdiği" a priori ilkesine dayanan"ontolojik argüman", ilk gruba giren tipik bir örnektir. Bunagöre, Tanrı tanım gereği tam yetkindir. Tam yetkinlik içinvarlık gereklidir; öyleyse, Tanrı vardır.

Biçimsel yönden geçerli olan bu çıkarım, Tanrı'nın varlığınıgerçekten ispatlamakta mıdır? Tam yetkinliğin varbğıiçerdiği neye dayanılarak ileri sürülmektedir? Üstelik, varlıkbir yüklem değildir; yetkinliği oluşturan özelliklerden birisayılamaz. Daha önemlisi "Tanrı"yı "tam yetkin" diyetanımlayarak bundan onun varlığını çıkarmak, bulmakistediğimiz hazineyi önceden arayacağımız yere saklamayabenzemiyor mu? Kaldı ki, ontolojik argüman mantıksalolarak kusursuz olsa bile, yukarda koyduğumuz bilimsellikölçütünü karşılamaktan uzaktır. Öncülleri tanımsal doğruolan bir çıkarımın sonucu olgusal içerikli olamaz. Nitekim,"Tanrı vardır," önermesini olgulara giderek yoklamayaolanak yoktur.

İkinci grup argümanlar, Tanrı'nın var olduğu savını bir türempirik hipotez olarak doğrulamaya yöneliktir. Yukardaörneğini verdiğimiz türden mantıksal ispatların yetersizliğikarşısında kimi teologların empirik verilere giderek Tanrıinancını temellendirme yoluna gittiğini görüyoruz. Tennantbu yaklaşımı, "Doğal teoloji indüksiyonla olgulardan yolaçıkar; öncülleri, bilimin yerleşik genellemeleri ölçüsündesağlam, doğruluğu herkesçe bilinen önermelerden oluşur,"diye dile getirmektedir. Ona göre, "Empirik kafalı teologlar

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 181

Page 182: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

... dünyayı diledikleri biçimde görmekten kaçınır, olupbitenlere kendilerini sergileme ve gerçeği söyleme fırsatıtanırlar. Olgusal dünyayı göz ardı edip, soyutspekülasyonlara dayalı düşünce dizgeleri oluşturmak,bilime olduğu gibi doğal teolojiye de ters düşen birtutumdur."****

Tennant'ın "doğal teoloji" dediği yaklaşımın ne ölçüdebilimsel olduğunu belirlemek için, bu alanda benzerleriarasında en güçlü argüman olarak bilinen "kozmolojikargüman"! ele alalım. Buna göre doğa (bilimlerde devarsayıldığı gibi) nedensel bir düzen sergilemektedir. Ne ki,bilimlerin incelediği, doğa yasalarında dile gelen düzenkendi içinde yeterli değildir. Düzenin işleyiş ve sürekliliğinitam açıklığa kavuşturmak için kendi dışında bir gücüvarsayma gereği vardır. Doğa kendi içinde olup bitenleriaçıklama olanağından yoksundur.

Doğanın "düzenli işleyiş"inden Tanrı'nın varlığına giden buargüman üç sayıltı (varsayım) içermektedir: Bildiğimizdünyada, (1) nedensiz hiçbir olgu yoktur, (2) her olgununnedeni kendi dışında bir olgudadır. (Başka bir deyişle,dünyada hiçbir şey uğradığı değişikliğin nedenini tamolarak kendi içinde taşımaz.), (3) nedensel bağıntı sonsuzadek geriye uzanamaz. Doğal teoloji, bu üç sayıltının birlikte,nedeni kendi içinde bir ilk yetkin nedenin varlığını zorunlukıldığı, ancak öyle bir ilk nedenin dünyamızın yeterli biraçıklamasını verdiği savındadır.

Etki gücünü yadsımadığımız bu argüman bir ispat değildir;ulaşılan sonuç, mantıksal geçerlikten yoksun olduktanbaşka, öncülleri oluşturan sayıltıların doğruluğu kesinolmaktan uzaktır, ilk iki sayıltı David Hume'den günümüzedeğin, sürekli tartışılmıştır; pek çok filozofun dayanaksız,dahası keyfi bulduğu bu sayıltılar, kuantum teorisinde"belirsizlik ilkesi"nin ortaya çıkmasıyla büsbütünsarsılmıştır. Üçüncü sayıltıya gelince, bu da ilk ikisinden

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 182

Page 183: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

daha sağlam değildir. Nedensiz bir ilk neden niçin zorunluolsun? Evrende sonsuz bir güç olarak sunulan Tanrı'yaolanak varsa, nedensel bağıntının sonsuza dek geriyegidişine neden olanak görülmesin? Denebilir ki, nedenselbağıntı dizisinde her olgu bir önceki olgunun etkisinegidilerek açıklanmakta, oysa, dizi dışında bir ilk etkenegitmeksizin dizinin tümünü açıklamaya olanak yoktur. Birkez, bilim, hiç değilse bugünkü aşamasında olgusaldayanağı son derece zayıf, üstelik açıklamalarındabaşvurma gereği duymadığı bir sayıltıyı irdeleme yolunaniçin gitsin? Sonra, dizinin tümünü bilinen yöntemleaçıklamayı ilkede olanaksız kılan bir neden gösterilebilirmi? Diziyi oluşturan olguların her biri açıklanabiliyorsa,tümü neden açıklanamasın?

* Pozitivistler için teolojik önermeler bilişsel (cognitive)anlamdan yoksun sözde savlardı. Oysa sözcüklerinanlamım kullanım ya da işlevlerinde arayan Wittgenstein veonu izleyen filozofların yaklaşımı pozitivistlerin dar tutulananlam ölçütünü aşarak metafizikle birlikte teolojiye degeçerlik olanağı açmıştır.

** Aguinas'ın, XII. yüzyılda İspanya'da yetişen biriMüslüman, diğeri Musevi iki filozoftan esinlendiğisöylenebilir. İbni Rüşt İslamiyet i, Maimonides MuseviliğiAristoteles felsefesiyle akılcı bir temele oturtma çabasınıgöstermiş, ancak bağnaz, çevrelerin direnişi ikisini debaşarısız kılmıştı. (Bkz. W.C. Dampier, A History ofScience, Cambridge University Press, 1966, s. 77.)

*** Ölçüt olarak verdiğimiz bu belirlemenin "normatif"nitelikte olduğu gözden kaçmamalıdır; geçerliliği bilimfelsefecilerinin "konsensus"una bağlıdır, kuşkusuz.

**** F.R. Tennant, Philosophical Theology, Vol. H,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 183

Page 184: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

(Cambridge, 1928−30) s. 78−79.

Soru 100: Barışma olanağı var mı?

Görülüyor ki, söz konusu argüman ne mantıksal geçerlik,ne de dayandığı sayıltıların sağlamlığı bakımındansonucuna ağırlık kazandıracak güçte değildir. Kaldı ki,ulaşılan sonucun kesinliğini bir an için kabul etsek bile,nedensiz ilk nedenin Tanrı olduğunu nasıl saptayacağız?İlk nedene koruyucu, iyiliksever, bağışlayıcı, her şeyi bilenbir üstün gücün niteliklerini vermeye bizi zorlayan nesnel birneden gösterilebilir mi? Her şey bir yana, ulaşılan sonucu,öncüllerini oluşturan kanıtlardan bağımsız olarakyoklayabilir miyiz? Kuşkusuz, pek çok olay Tann'nınvarlığına kanıt olarak gösterilebilir. Ne ki, bu her hipotez içindoğrudur. Önemli olan doğrulayıcı kanıtlar bulmak değil,hipotezin ne gibi gözlemlerle yanlışlanabileceğini öncedensöyleyebilmektir. Oysa teologlar hiçbir zaman Tanrı'nınvarlığına ilişkin savın hangi gözlemler yapıldığındayanlışlanabileceğini bize söylemiş değildir. Söyleyemezler,çünkü "Tanrı vardır," önermesi nesnel bir yoklama içingerekli olgusal içerikten yoksundur. Tennant, doğalteolojinin olgulardan yola çıktığından, dayandığı öncüllerinbilimin yerleşik genellemeleri ölçüsünde sağlamlığından sözetmekte, ancak ulaşılan sonucun yeni gözlemlere giderekyoklanıp yoklanamayacağına değinmemektedir.

Teologlar bu konuda sessiz kaldıkça, iki seçeneğimizkalmaktadır:

(1) Teolojinin bilimsellik savını geçersiz sayarak reddetmek,ya da,

(2) Bilimsellik kavramını teolojiyi de kapsayacak ölçüdegenişletmek.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 184

Page 185: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

Önce ikinci seçeneği yoklayalım: Bilim kavramını teolojiyikapsayacak şekilde genişletebilir miyiz? Teologların öyle birgenişletmeyi hem olanaklı hem gerekli saydığını biliyoruz.Örneğin, çağımızın tanınmış Neo−Thomist'lerinden Maritainbilimi, "saplandığı dar anlayışı" aşarak, teolojiylebarışmaya, uyum içine girmeye çağırmaktadır. Ona göre,teolojinin de bilim kadar sağlam ve "meşru" bir temelivardır*. Benzer bir savı, daha ayrıntılı olarak Copleston'dabulmaktayız. Copleston teolojinin kendine özgü bilişselişlevi olduğunu vurgulayarak, evreni anlama ve açıklamadabilimi tamamladığı görüşündedir. Ona göre, olgularınbireysel açıklamaları evreni anlamak için yeterli değildir.Yeterli bir açıklama her şeyi bütünüyle kapsayan, kendinedaha fazla bir şey eklenemeyen açıklamadır. Öyle biraçıklamayı bilimden değil, "teoloji" dediğimiz dinselmetafizikten bekleyebiliriz, ancak. Bilimler, tek tek ya datopluca alınsın, gerçekliğin özelliklerini belli yönlerdenincelemenin ötesine geçemez. Bilimsel yöntemin etkinlikalam sınırlıdır; "gerçeklik"e ilişkin kimi yaşamsal sorunlar bualanın dışındadır. Örneğin insana ilişkin bilimleri alalım.Psikoloji davranışlarımızla "ruhsal" denen süreçleri inceler.Anatomi, fizyoloji, biyo−kimya, vb. çalışmaların konusuorganizmanın yapı ve işleyişine ilişkindir. Antropoloji,sosyoloji ve sosyal psikoloji insanı inançları, töre, gelenekve alışkanlıkları; yaşam ve uğraş biçimleriyle ele alır. Buçalışmaları birlikte alsak bile, insanı "gerçek niteliği"neinerek tüketici bir çözümlemeden geçirdiğimizi söyleyebilirmiyiz? Söyleyemeyiz, çünkü (Copleston'a göre) insanınbilimsel yöntemle erişilemeyen bir öz niteliği, bir varlık veanlam sorunu kalmaktadır. İşte bu özde saklı kalan şeyeancak Tanrı kavramına başvurarak açıklık getirilebilir."Bizim dünya dediğimiz varlığın, Tanrı ile ilişkisikurulmadıkça, kendi içinde ne anlamı, ne de anlaşılır niteliğivardır."**

Teologlar, deneyimlerimizi ilkede aşan bir "gerçeklik"tensöz ederken ne demek istiyorlar? Bunun salt spekülasyon

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 185

Page 186: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

ötesinde bir değeri varsa, açıklamaları gerekir. Sonrabilimsel yöntemle erişilemeyen bu "gerçeklik"! anlamamıziçin Tanrı'yı var saymamız koşulu getiriliyor. Bir bilinmeyenibir başka bilinmeyene giderek açıklama değil midir, bu?

Görülüyor ki, Maritain ile Copleston'un çağrılan bilimi,meta−fiziksel spekülasyona ortak etmeye yöneliktir. Bilimkendine özgü kimliğini yitirmedikçe böyle bir yaklaşım içinegiremez. Bilimin, kendi sınırları içinde kalmaları koşuluyla,teoloji ya da metafizikle bir kavgası yoktur. Çatışmateolojinin totaliter tutumundan, bilimi uydulaştırmaeğiliminden kaynaklanmaktadır. Bilimle teolojiyi kuramsaldüzeyde de kalsa bağdaştırma olanağı yoktur. Bu bizibirinci seçeneğe yöneltmektedir: Teolojinin bilimsellik savıiçerikten yoksun bir özentidir; bilimin saygınlığına haksızcabir sığınma olmaktan öte değer taşımamaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, teoloji Tanrı'nın varlığını nemantıksal yoldan ne de olgusal verilere giderektemellendirebilmiştir. Mantıksal ispatların yetersizliği ortayakonan örneklerinden bellidir; sonucun doğruluğuna olangüvenimiz, öncüllere olan güvenimizi aşamaz.

Olgusal verilere başvurma ise Tanrı'nın var olduğu savınaancak bir olasılık değeri kazandırır. Oysa teoloji doğasıgereği kesin ve mutlak doğruluk peşinde, dahası bunasahip olduğu savında değil midir?

* Jacgues Maritain, "A New Approach to God", OurEmergent Civilization (Ed. R.N. Anshen), Harper andBrothers, New York, 1947, XIV. Bölüm.

** Bkz. "B. Russell and F.C. Copleston: The Existence ofGod − A Debate," ve "A.J, Ay er and F.C. Copleston:Logical Pozitivizm−A Debate," A Modern Int. to Philosophy,

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 186

Page 187: Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım

(Ed.s P. Edwards and Arthur Pap), The Free Press, NewYork, 1965, V. ve VIII. Bölümler.

.

Cemal Yıldırım − Evrim Kuramı ve Bağnazlık 187