EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

110

description

Art Of Labour E-Magazin 171 Nr. Sosyalist Sanat Dergisi Magazine of Socialist Art 20. Eylül 2015

Transcript of EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI
Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 171.

MERHABASUNU YAZISI

4BU SAYININ SAVSÖZü

PABLO NERUDA5

YıkılmaADNAN DURMAZ

ŞİİR6

İşsiz Ve Cahil Ve Kaba ASIM GÖNEN

ŞİİR8

duvarlarTAN DOĞAN

ŞİİR10

Bir Yudum Çay MUHAMMET DEMİR

ÖYKÜ11

Kül Kendine Dönmemiştir Gecedir

BÜLENT AYDINELŞİİR

14Sintaşı-1-2

HASİBE AYTENŞİİR

16Otobüs

YAVUZ AKÖZELöykü

17Ay Durumları

ALİ ZİYA ÇAMURŞİİR

22

Mavinin ÇıkmazıMERİÇ AYDINŞİİR23Çiğ KalırSEMA LALEŞİİR25Kısır Döngü…NECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ26Yiğit Kişilerdi Benim BildiklerimMELİH COŞKUNŞİİR28İnsan Olmaya ÇalışanALİ HALDUN HAKMANŞİİR29Acının Ucu HAMZA İNCE30Mudurnu Kul Çöreğinin HikayesiKAMURAN ESENÖYKÜ31Yaşam Dağına HaykırışERTAN ŞAHİNŞİİR33Söyleşir Gider Gölgelerimiz DuvarlaraABDULLAH KARABAĞ ŞİİR34Saadet Abla GÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ35KefenYAŞAR DOĞAN ŞİİR38

Zorlama Şiirin Boynu BükülürERCAN CENGİZ

ŞİİR39

Kıvırcık Saçlı Esmer Çocuk BERİVAN YILDIZ

ÖYKÜ40

ÖfkeGÖKMEN SAMBUR

ŞİİR44

Yarası VarÖZLEM KESKİN

DENEME45

BarışTEMEL KURT

ŞİİR46

Akıl FelciADNAN DURMAZ

İNCELEME47

Bir Uğraşım VarBURCU TÜRKER

ŞİİR55

Bir Umut DahaMUAMMER ERTURAN

ŞİİR56

Işıltılı Ve “Tehlikeli” Bir Kadın: Suat Derviş

SİBEL ÖZBUDUNİNCELEME

57Hüner

ÖZER GENÇ ŞİİR

66

Utanır EllerimNECİP TIRPANŞİİR67Yılmaz GüneyGANİME GÜLMEZMAKALE68YitimhaneCEM ERENŞİİR70Sömürge Sevdasında Münzevi Bir SerseriOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR71Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİYaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA74BULGARİSTAN ŞİİRİ103YakarışHRİSTO BOTEVÇEVİRİ ŞİİR104Bir Tek Işıktır Sonsuz OlanİVAN VAZOVÇEVİRİ ŞİİR105YaraLUBOMİR LEVÇEVÇEVİRİ ŞİİR106Aşk TürküsüNİKOLA VAPTSAROVÇEVİRİ ŞİİR107Dünya Şairleri(İspanya) Kısa BiyografisiKÜNYE108Anadolu ve HalkAYHAN KIRDARKONUK ŞİİR110

A. KARABAĞ ADNAN DURMAZA. HALDUN HAKMANASIM GÖNENBERİVAN YILDIZBURCU TÜRKERBÜLENT AYDINEL

CEM ERENERCAN CENGİZERTAN ŞAHİNGANİME GÜLMEZGÖKMEN SAMBURG.CAMBAZ SAVRAN

HAMZA İNCEHASİBE AYTENKAMURAN ESENMERİÇ AYDINMELİH COŞKUNMUAMMER ERTURAN

MUHAMMET DEMİRNECİP TIRPANOĞUZ ATEŞOĞLUNECMETTİN YALÇINKAYAÖZER GENÇ ÖZLEM KESKİN

SEMA LALESİBEL ÖZBUDUNTAN DOĞANTEMEL KURTYAŞAR DOĞAN YAVUZ AKÖZELALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 171. MERHABA

Merhaba,Yeni bir sayımızla karşınıza çıkarken, ülkemizin gündemi kaos ve karmaşanın da devam ettiği seçimgündemine evrildi. Seçime kudurgan diktatörlüğün zulüm düzeni içinde gireceğiz. Bu hal faili meçhulölümlerin de daha süreceğinin göstergesi.... Dileğimiz, bu zulüm düzenini temelli yıkacak bir yapınınseçim sonunda ortaya çıkması.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nü, kanlı bir savaş tablosu içinde yaşadık. Diktatör ve PKK tarafından savaşınyeniden canlandırıldığı Güneydoğu’dan ülkenin her yanına asker ölüleri dönerken, Cizre, Silvan gibiilçelerde devlet halka savaş açarak insanları evlerine tutsak etti. Zulüm tüm ağırlığı ile hüküm sürerkendeniz karaya vurduğu mülteci ölüleri içimi cız ettirdi. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu manzara,dünyanın insanlıktan nasıl bir kez daha sınıfta kaldığını ortaya döktü.

Sözü özü “Dert çoook, hemdert yook! / Yüreklerin kulakları sağır... / Hava kurşun gibi ağır... “

Bu gidiş içinde barış istemleri pasif bir istemden öteye geçemiyor. Bu konuda yanlışı ve çözüm yolunuAfşar Timuçin gösteriyor bize: “Savaşın kötülüklerini görüp takım tutar gibi barıştan yana çıkmak, boş birpeygamberlik görevine ücretsiz talip olmaktan başka bir şey değildir. Gerçek barışçılar artık savaşılmasınagerek kalmamış bir insanlığın yaratılması yolunda karınca kaderince değil, kesin, etkili bir biçimdesavaşıma girmiş kişilerdir.”

Bizlere bu savaşımı siyasa ve sanat alanında en etkin bir biçimde sürdürmek kalıyor. Haberbölümümüzde de göreceğiniz gibi yaşananlara en büyük tepki gene sanatçılardan geliyor. Her ne kadargerçek anlamda sahaya inemeseler de...

İnsanlığı, barışı, kardeşliği biz sanatın özünde buluruz. Bu özdeki güç kişiyi bireysel çıkarlardanuzaklaştırır, haksızlığı ezer, acılı yaşantıyı ortadan kaldırır. Önemli olan bu öze sahip çıkmak, bu özücanlandırmaktır. Sanat, kötüye karşı iyiyi, savaşa karşı barışı, kötümserliğe karşı budala olmayaniyimserliği, ölüme karşı hayatı; bütün olumsuzluklarına karşın hayatın olumlanmasını ve onundeğiştirilerek olumlanmasını savunur.

Bunu hayata geçirecek olan da biz sanatçılar değil miyiz? Eserlerimizle, eylemlerimizle, sosyalistduruşumuzla en büyük görev bizlerin değil midir. Daha özlü söyleyeyim, Sait Faik’in deyişiyle “Bir sanatçıinsanın mutluluğuna bir şey katmayan şeyler yazıyorsa bunun ne önemi vardır.”

Sözün özü, emeğin sanatçıları bilinç ustaları olmak zorundadırlar. Barış bilincini, demokrasi bilincinitoplumsallaştırmak, insanların benliğine yerleştirmek en çok bize düşmektedir. Emeğin sanatçısı,toplumun, bilinç anlamda, öncüsü, koro başı olmalıdır artık. Çünkü, dünyayı yapan adamlar, politikacılar,imparatorlar, devlet adamları değildir ki... Biz Hitit Medeniyetini tanıyorsak, mimarları, heykeltıraşlarısayesinde tanıyoruz, imparatorları sayesinde değil.

Sözü, Albert Camus’nun bizi bağlayan önemli sözü ile bağlayalım: “Köşesinde oturan sanatçılar devrigeçti. Kırılmak, dünyaya küsmek de yok. Sanatçı herkesin ortasında, bütün çalışan ve savaşanların neüstünde ne altında, onların tam hizasındadır.”

EMEĞİN SANATI

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜ

Eğer yüreğinde, başkalarının ezberlettirmediği duyguların şarkısıysa söylediğin,hiç kimse beğenmese de, en güzel aşk şiirini yazıyorsun demektir.Zaten sen onu,sevgilin için yazmadın mı, git öyleyse ona oku, çünkü ona okuyunca, gerçekanlamda duygularını, ait olduğu insana söyleyerek, amacına ulaşmış olacaksın

Eğer bir yalnızlık şiiri yazıyorsan, sözcükler yüreğinin en derin noktasından, tıpkıdağın derinlerinden çıkan bir pınar gibi akarken, daha önce başkalarındaokumadığın ve sana ait olan imgelere dönüşecektir.kuşkusuz pınarlar hep vekendi dağlarının yüreğinden akan yalnızlardır.

Görev anlayışıyla yazamazsın yalnızlığını, dostluğun yüceliğini ve vatan sevgisinide öyle.Ancak duyumsadıklarını yazarsın, vatanını sevmeden vatan sevgisianlatılamaz

Ayrılık şiiri, aşk şiiri, haksızlığa başkaldırının şiiri, sana kendini yazdırmadan aslayazamazsın.zorlama kendini.

Hiç kimsenin anlamadığı abeslikler, henüz kimsenin görmediği, galaksimizindışındaki yıldızlar değildir.Sadece sözcük oyunları ve absürd imge yığınaklarıylayazılamaz şiir; ancak sayıklama türünden olan bu tür söylemler, bir türmastürbasyondur.Kendini kendinle tatmin edersin.bunu üst düzeyde yapanlarınamacı, başından beri söylediğim gibi, akıl felci yaratarak,put olmaktır.anlaşılırsaput olunamaz, anlayamayanlar ancak odunu put sayıyor.biri gelip sizi yıkacaktır.

Şair yalnızca kendisi için yazamaz.şair bulunduğu dünyanın ve zamanın bütünhaksızlıklarının, karanlıklarının karşısında muhaliftir, Prometheusun ateşidir.

“Belki de şair tarih boyunca hep aynı yükümlülüğü taşıdı. Sokağa çıkıp, şu ya dabu dövüşte yer almak şiirin alâmeti farikası oldu. Şair, kendisine isyancıdediklerinde korkmadı. Şiir başkaldırıdır. Şair, kendisine yıkıcı dediklerindealınmadı. Hayat tüm yapılara üstün gelir ve ruhu yönetmek için yeni kurallaryaratır. Tohum her yere filizler sürer; tüm fikirler egzotiktir; her gün büyükdeğişiklikler bekleriz; insan düzeninin değişimini istekle yaşıyoruz: Baharisyankârdır.

PABLO NERUDA(Şiirin gücü adlı yazısından)

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YIKILMA / Adnan DURMAZasla yıkılmayasınmadem zulmün iktidarında devrangülüşlerin kıvrımında zaptiyeler dolaşırkengözlem altında başakişgal altında kınalı türküişgal altında çift çubuk kara sabanillegal bir türkü gibi yasaklı alaşafakdavran ve onurun gönderinde dalgalandırçünkü kanlı bayrağımızdır yüzün bu sevdada

ayak yarıklarının arasındabin yıl öncesinden emanet kıvılcımlar taşıyan adamlarkül altında saklanan korve çocuğunun başından bit kıran anaki toprakla haldaştır bu ellerağaç kökleriyle aynı türküye ışırlar karanlıktaonlara güvenve yıkılma

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

zaman tekinsiz bir bakış gibi uzarkenbinlerce kez ırzına geçilen caddelerdehani arabalara el kaldıran güzel kız bizdendirtezgah arkasında iş bitirenlerelleri gres yağına boyanmış işçigüneşi ekmek diye kırıp yer ya öğle arasıkaderleri kara ile yazılmışkara karıncalar gibi işsizlik sokaklarındayoksulluğun söylemeye ar edernaçarlığa başını çarpan ana bizdendirbizdendir eti emeği teri peşkeş çekileno büyük suskusunun altındaçelik bir onur yükselirbütün orduların yenemediğiölümüne

kara gecelerin en yıldızlı yerine asılan bizdendibizdendi bitliste donan öğretmenbizdendi Beyazıt meydanında düşenve Çanakkale içinde 350 bin cantelevizyonlar dolusu ağız dışkısılânetlendi kaldırımlar işkencede katledileli al karanfilsavaş gazileri dilenenden bu yanatükürdük bu düzenin yüzüneve kurtuluş bayrakları kulpuna dikileli içki bardaklarınınçocuklar karanlığa fidye olalıve namus peşkeş çekileli ırz düşmanınaonur dileneli el kapısındatak dedi gayri canabıçak iliğe dayandı gayrisevdadır girdi kana

kendi öz toprağında marabaaltı okka yüreği beş paraya satılansakın yıkılmave dededen torunaömrü ömre ekleyipsabır denkleyensakın yıkılma eydosta düşmana malumo dağlar yıkan yiğitliğiniçünkü öfkenisilah yaptık biz

ADNAN DURMAZ

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

İŞSİZ VE CAHİL VE KABA Asım GÖNEN

kördüler ve sağır ve açkervansaray dağı kadar kibirli ekecik dağı kadar çıplakve kitap yakacak kadar soğuktu yüzleriişsizdiler sokaklara sığmıyordu ellerinin kirimeyhane helasından çıkmış kusmuk gibi diriydilerve ölüydüler sokak lambasına asılmışbir şair gibi

su değildi akanoluklara sığmıyordu memleketin kanıve insanlar kırılıyordu açlıktanbu ne haldir yılan dişinden sağılankör kadehlerde parçalanan yoksulluğun namusubu ne haldir ağrı’dan edirne’ye kadar dem vurananaların ak sütü değildir çocukların ağzındakisorulur dediler iğnenin deliğine girsengelinir dediler yedi iklim dört bucaktan

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

kulakları sağırdı gözleri kördilleri engereğin dişiydi sesleri uçurumellerinde meşale yüzlerinde maskeşehrimin en nakışlı halısınakinlerini meyhane helasından kusuyorlardıbir kelebeği öldürecek kadar korkaktılarbir arıya kan içirecek kadar cesurmemleketim ihanet pazarındamemeleri dolu bir esir gibi satılıyordu

sana kırşehir dedim de dilimde kurudu namelerateş düştü bağrıma yıkıldı bütün duvarlarımgözleri elaydı kına kokardı gülüşleri yarinşimdi viran türküler öter bağlarındabaykuşların her köşede bülbül avladığıdiyarı efkarım olur gurbetten görünengözlerim kadar doludur ağıtlardan kalankılıç yarası kadar derinacı dokunur sazın telinekırılır kanatları üveyiklerin

gel otur karşıma gözleri kan çanağıayın on dördü mor uzaklığı dağlarınsessizliğime tüfek çatan uğultusu sokaklarıngel otur karşımakara bulutlar dolanıyor havadabaşı dumanlı bir kederdir dağların başıkurtların uluduğu ceylanların ürkekliğidirserçeler su mu içecer artık avucundan pencerelerinay mı doğar üzerine uyuyan karlarıngel otur karşıma ayın on dördügel otur karşıma kanamasın uzaklığın

ASIM GÖNEN

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI
Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

“O kadın hala çay içiyor mu?Bakan görüyor mu?

Elinde bardak var mı?Ya Sehpasında demlik?”

Kimseler görmemiştir aslında onun çay içtiğini. Pek tiryakisi değildir. Benim gibi değildiryani. Ancak ne ilginçtir ki her vakit önünde dolu duran bir bardak çayı mutlaka vardır. Neenteresan değil mi? Hem bardak sürekli dolu ve elinde, ama kimse yudumladığınıgörmüyor. Baksanız görürsünüz siz de. Hem her bakan görecek değil tabi ki. Aslındahaklısınız siz de. Çünkü her bakan göremiyor bardağını. Var yahu var elinde tabi ki herzaman, hem de dolu ve içmeye hazır. Çok tuhafsınız siz de. Görünmez mi bakınca?

Elbette bakınca görmeli insan değil mi? Ya da hayallemeli. O bardağı. O bardaktaki çayı. Odemliği. Siz bilmezsiniz tabi ki. O demlik onca zahmetle alınmıştır. Küçücüktür. İki kişiliktir.Alüminyumdur. Başkaları için değersizdir. İki tane mandal bile etmez eskiciye verseniz.Ama öyle işte. Sehpanın üzerinde demliklerin ardında kalan kısımda bir boş çay bardağıvardır. Bardak ters çevrilmiştir. İçi boş görünür. Oysa o bardak o biçimiyle adeta bir camfanustur. İçi havayla doludur. Her an bir misafir beklenir. O evde. Ama o misafir bir türlügelmez. Çay soğur. Çay bayatlar. Yeni bir çay demlenmeli, yeniden beklenmelidir o misafir.Bir yudum dahi olsa tadına bakılmalıdır çayın. Aslında misafir her zaman beklenilendir.Evet, gayet tabi ve doğal olarak konuksever bir ev sahibesi her an bir yudum içirecek çayıbulundurur demlikte. Öyle değil mi?

***"Otur karşıma" der kadın.

Sayfa 11

BİR YUDUM ÇAY / Muhammet DEMİR

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

“Emreder gibi mi?”

Usul, usul sallanan sandalyenin diğerine ilişir konuk.

"Yok, emir değil kadınınkisi, sadece alışkanlık, ağız alışkanlığı."

Fanus artık açılmış hava karışmıştır diğer ortamdaki hava ile. Kadın çayı köpürtmedenhem de tam deminde doldurur bardağa. Zaten bilir nasıl içtiğini konuğunun. Bu birönsezidir belki de. Bilir. Sesiz ve de usulca çaylarını içerlerken karşılıklı olarak.

***

Sessiz ve usulca içtiler çaylarını. Hâlbuki konuşacak o kadar çok şey vardı. Ama onlarkonuşmadılar. Konuşmadılar ama sessizce birbirlerini dinlediler. Bu anın hiç bitmemesinidilediler içlerinden. Ve hep sessiz ve dertliydiler. Hâlbuki dert çoktu ya çare. Elbette çarede çoktu. Sessizce hallettiler her şeyi. Saatin tik takı da olmasa. Şu dışarıdaki melteminağaç dallarında ve yapraklarında yarattığı ses olmasa. Şu kuşun cıvıltısı olmasa. Şu tıp tıpakan musluğun sesi olmasa. Bir çalışıp bir duran buzdolabının sesi olmasa. Şu bardaktanyudum yudum içilen çayın sesi olmasa. Ama hepsi vardı.

"Evet, evet haklısın hepsi vardı." Ve bunun için bile yaşamaya değerdi. Bunun için bilekarşılıklı olarak saatlerce sessiz ve derin derin oturmaya değerdi. Bir demlik çaydemlenmeye değerdi. Her şeye değerdi. Üç, İki, Bir ve Sıfır diye geriye saymayıtamamladılar içlerinden. Peş peşe sorularla birbirlerini soru bombardımanına tuttular.İşte o anda sessizlik bozuldu. Ama büyü asla bozulmadı. Diğer sesler kayboldu evinduvarlarında. İkisinin sesi kaldı. Sadece ikisinin sesi. Ve kapı çalındı. Ev sahibesi kapıyadoğru yöneldi. Misafir huzursuz oldu. Ev sahibesi kapıyı açtı ama kimsecik yoktuortalıkta. Sağa sola bakındı. Yoksa düş müydü bu. Kapıyı kapatıp içeri doğru yöneldi.Ama oda da kimsecikler yoktu. Misafirini aradı köşe bucak. Masaya baktı. Kendinedoldurduğu çay bardağı vardı. Konuğu için doldurduğu çay bardağına gözü ilişti. Bardakilk masaya koyduğu gibi idi. Ters çevrilmiş bir vaziyette. Sonra koltuğuna çöktü.Sallanmaya devam etti. Yapayalnız ölecekti. Nice sonra bir sesle irkildi. Birisi cama taşatmıştı. Koştu cama doğru ama kimseyi göremedi. Eğildi. Taşa bir kâğıt sarılıydı. Kâğıdıaçtı ve okudu. “Merhaba” diyordu notta “Merhaba kendine iyi bak. Bir dahaki sefere sözgeleceğim” diyordu. “Geleceğim ve çayımızı birlikte yudumlayacağız. Saatlerce konuşup,saatlerce susacağız” diyordu. “Ama şimdi değil.” Yine aynısını yapmıştı. Tekrar sallanankoltuğuna oturdu. Kumandanın düğmesine basarak TV’yi açtı. Niyeti TV dinlemek ya daseyretmek değildi. Sadece kafasını dağıtacaktı. Zap yapıyordu durmadan. Ama birdendurdu. Adı yazıyordu beklediği konuğunun. Adı bir kazaya karışmıştı. Tam da onageleceği yol güzergâhında olmuştu olay. Bir otomobil bir yayaya çarpmıştı. Ve oracıktaölmüştü genç adam. Elinde ise sıkı sıkıya tuttuğu bir paket vardı. Görüntüler karıştı allakbullak oldu. Oraya olayın olduğu yere doğru evden apar topar çıktı. Daha doğrusuçıkmak için kapının koluna asıldı. Ama. Ama kapı açılmıyordu bir türlü. O kadarheyecanlanmış ve paniklemişti ki. Oracıkta düşüp kafasını yere çarptı.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

***

“Merhaba” diyen bir ses duydu. Tatlı bir ses. Tanıdık bir ses. Bu ses onundu. Arkadaşınınsesiydi. Ama o ölmemiş miydi? Elinden tuttu arkadaşı ve onu oturtturdu. “Sen beni çayiçmeye davet etmiştin ama kısmet benim seni çaya davet etmemmiş” dedi arkadaşı. Vetaze demlenmiş çayla dolu bardağı uzattı. Sonsuza kadar sohbete zamanları vardı artık.

MUHAMMET DEMİR

KEFEN

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Sayfa 13

GÖRSEL DÜZEMLEME: ADNAN DURMAZ

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

KÜL KENDİNE DÖNMEMİŞTİR GECEDİR

Kendini inkar etmiş bir Tevrat gibiTutarsız mahallelerin yetim sokak çocuklarıTutuşur ve düşer yenidenİsa eskitirken çarmıhlarını

Mezapotamya'da üvey kaldıkMısır'da kin sakladı tabletlerMardin'de eski havuzlarKadıköy'de rediflerİstasyonları ateşe verilmiş banliyö trenleriİskelesiz kalmış gemilerVe duvarlar ve demirlerSarmaşığa sarılmış bir ağaçAdları ay çiçeği yüzü nar çiçeği gibilerHepsi gitti birer birer

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

/Yüzümü yıkamaya utanıyorumSeni seviyorum demeye utanıyorumDoğulu bir türküde cayır cayır yanıyorum/

GelirsinHer şey bir gün gelirZulüm gibi ölüm gibiBazen intikam gibi yaşanır sevdalarDoğan gün gibiBugün gibiÖtesi boran ötesi fırtınaÖtesi mahpus hücrelerinde tipiMecburiyetlerin alışkanlık haline çevrildiğiBir aşk nasıl yaşanılır ki

Sevdaları saklıyoruz yağmalanmasın diyeAdlarımızı saklıyoruzArdından ağlanmasın diyeÇocuklarımızı saklıyoruzAğıtlar yakılmasın diyeO zaman bu tulum bu kemençe bu bağlamaBu zurnalar bu davullar ne diye

/Elinde bir testi suÇoktan gelmiş uykusuTam çömelip içerkenOrda kurulmuş pusu/

Sevda böyledir işteGün ışığı gibi gelirMezar ile bir olurAma sevdayı savunanKefen ile doğrulur

/Kül kendine dönmemiştir gecedirBiz geceyi yazıyoruz nicedir/

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

SİNTAŞI -1

o ışıklı yüzünüz gibilâleler gülüşüyorbir avuç toprağınızdamini bir ev gibi oturmuşüstünüze o şintaşı

bir masal ülkesisizsiniz düşleğimizdebu nasıl bir sevda kialışkanlığımız gibi acılı

canımın içindenkuşlar uçuyorözlem gibi düş gibi

Parçalı bulutlu günbatımlarıGibi görkemli değil gidişinizBuza kesiyor gözlerimin pınarıOlur mu,bir daha geri dönüşünüz?

Aynaları değiştirinGöstermiyor yüreğimiziDiyordunuzCanımın tözü analarımSırdaşı mı,oldunuz aynaların?

Bir avuç toprağınızdaGülüşen lalelerIşıklı yüzünüz mü?

Başucunda ömrünüz yazılıO sintaşı eviniz mi?

Belki de düşleğimizinMasal ülkesi sizsiniz

SİNTAŞI -2

HASİBE AYTEN

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

OTOBÜSYavuz AKÖZEL

Ağustosun son günleriydi, İzmir ve çevresi gerçekten cehennem sıcaklığında kavruluyor.Bırakın bu güneşin alnında yürümeyi gölgede dahi otururken su gibi ter akıyor heryanımdan. Bu öğlenin azgın sıcağında biz yaşlılar için bırakın yürümeyi sokağa çıkmak bileriziko sayılır. Sağlık durumum çok da ahım-şahım olmamasına karşın evde pinekliyecekcinsten kişiliğim yok. Sokağı, caddeleri, doğayı, insanları, kedileri, köpekleri yanidünyamızdaki bu uğultulu kutsal hengameyi dolu dolu yaşamak istiyorum. Bir kadınyürüyor yol boyu bu kahredici öğlen sıcağını umursamadan üç yaşlarında sarı saçlarınıözenle tarayıp at kuyruğu yaptığı çocuğunun elinden tutmuş da ! Çocuk sevinçli, çocuk ipatlar gibi sekerek hoplayıp zıplıyor. Kamburu çıkmış, ağarmış saçı-sakalı birbirine karışmışve güneşin adeta pişirip de yaktığı iskeleti çıkmış adam camekanlı el arabasında boyoz vesimit satmak için bir portakal ağacının gölgesine sığınmış. Yol boyu arabalar gelip geçiyor,kadınlı-erkekli insanlar bisikletler, motorlar, seyyar satıcılar çocuk arabalı anneler, omuzunaboyacı sandığını asmış boyacılar, tüm acı ve kederleri çok az da olsa sevinçleri yüklenmişbir dünya gelip geçiyor. Adam kederlerinin sessizliğinde öylece sonsuzluğu gözler gibi,gizemli bir ses dinler gibi tezgahının yanıbaşına oturmuş ve bu resmi geçit yapan dünyayadalmış, gitmiş.

Otobüs durağı da öyle kaynar kazan. Güneş tam tepeden vuruyor, gölgelik yok.Paslanmaz çelikten yapılma kanapeler öylesine sıcak ki otobüs’ü bekliyen yolcular ayaktadurmayı tercih ediyorlar. Ben önce elimle bu kanepeleri kontrol ediyorum, öylesine sıcak ki!

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

aşlı bir adam bana anlamlı bakıp gülümsüyor, “Gerçekten çok sıcak, yakıcı sıcak“ diyeadamın gülümsemesine yanıt veriyorum. Urla-İzmir(Fahrettin Altay )arası çalışan 725 no’lubelediye otobüs’ü neyseki bu kez geçikme ve rötar yapmadan zamanında geldi. Yolcularınezici çoğunluğu 65 yaş üstü yaşlılardan oluşuyor. Eskiden yolculuk yapan yaşlılar şimdikikadar otobüse binip de gezmeye gitmeye fazla hevesli değildi, lüks bir şey sayılırdı. Amaşimdi durum değişik, belediye otobüslerinde,metroda yolculuk ücretsiz olunca evden dışarıçıkıp İzmir ve çevresini turlamak biz 65 yaşına ulaşmış emekliler için ‘ lüks’ olmaktan çıktıbir gereklilik oldu.

Doğup büyüdüğümüz bu kenti gerçekten görüp tanımak maalesef bu beleş yasasıçıktıktan sonra olanaklı olabildi. Urladan Çeşme’ye, Karaburun’a, Aliağa’ya, Menemen’e hiçücret ödemeden ulaşabiliyorsun. Birbirimizi ite kaka otobüs’e binmeye çalışıyoruz. Birazgeç binersek ayakta kalacağız, Bu yolculuk sürecince en az bir saat ayakta dikilmekanlamına geliyor ! Neyse ki en arka kısımlarda bir yer bulup da oturdum. Otobüs anındatıka-basa doldu.Ayakta duran yolcular en arkaya kadar gelip ulaştı. İçerisi hamamdan dabeter yine de oturacak bir yer bulabildiğim için halimden memnunum. Ayakta tamkarşımda 20 yaşlarında bir genç duruyor.Eliyle otobüsün direğine tutunmuş yanıbaşında da35 yaşlarında bir bayan ile yanında 12 yaşlarında -çocuğu olsa gerek- bir oğlan çocuğuoturuyor. Diğer oturanlar, ayakta duranlar tamamen yaşlı.

20 yaşlarındaki genç zaten esmer, güneşte de iyice yanınca tam bronz olmuş yani. Boyu1.70 civarında, saçlarını alabrosvari kestirmiş, üstünde bacaklarına iyice yapışmış kotpantolonu, Pantolonun arka cebinde de yarısı dışarıda kalmış cep telefonu, ayağındabezden bir sandalet, sırtında yarım kollu mavi bir tişort var. Kaslı ve zayıf, sırım gibidoğrusu yakışıklı da. Doğulu olduğu alnında yazılmış gibi kendini belli ediyor. Urlamerkezden hareket edip de İskeleye doğru yönelince 20 yaşlarındaki bu genç bir-iki kezyere tükürdü, kendi kendine de sinirli sinirli hareketler yapıp öfkeli gözlerle de bizi süzüyor! Yanımda oturan 65 yaşlarındaki beyle göz göze geliyoruz. Emekliymiş. Bir çok işteçalışmış en son belediye yol işlerinden emekli olmuş, eline geçen para ayda 1200 lira ! Evhenüz alamamış, “Artık bizden geçti, ev alamayız” diye dert yandı. Diyecek bir şey bulupda söyliyemedim, bir teselliye belki gereksinimi vardı ama o an aklıma hiçbir şey gelmedi,gelemezdi de! Çünkü gözümü gençten ayıramıyorum! Genç aralıklarla yere tükürmeye vekendi kendine söylenmeye devam ediyor. Karşı koltukta oturan bayanla göz göze geliyoruz.Çocuk tedirgin, korkulu gözlerle yere tüküren genci dikizliyor.

İskeleyi geçip Kalabak istikametine yöneliyoruz, otobüsün kliması çalışıyormuş, onun içinpencereler sıkı sıkıya kapalı ama klimanın fazla bir yararı olmuyor gibi geldi bana, adetaboğuluyoruz. Eski ada hastahanesine (diğer adı kemik hastahanesi) ayrılan yolun birazilerisi halk plajı; İzmir’den, ordan burdan gelen emekçiler, fakir ve orta tabaka insanlarıçoluk çocuklarıyla plajı iyice doldurmuş. Kimi kendi usulünce iğreti çadır kurmuş, kimileriyatak çarşafından korunak yapmış. Deniz dolu, yüzüyorlar. İmrenerek plajı gözlüyorum,otobüs giderek plajdan uzaklaşıyor ve biraz sonra gözden yitiyor. Özene bezene yapılmışyazlık dublekslerin yanından geçip İzmir-Urla anayoluna çıkıyoruz.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Genç yere tükürüyor. Diğer koltukta oturan yaşlılarla da göz göze geliyoruz. Ortayakonuşuyorum ‘ hava çok sıcak ‘diye. Göz göze geldiğim diğer yaşlılar , yanımda oturanemekli ve 35 yaşlarındaki kadın yere tüküren gençten gözlerini ayırmayarak ‘ çok sıcak’diye beni onaylıyorlar. Kalabakı geçip Zeytinalanına doğru ilerliyor otobüs yolun alt tarafıuçsuz bucaksız masmavi deniz, ta karşıda denizin bittiği yerde sırayla karşıyaka, Çiğli,Aliağa, Menemen, Foça çevresi bir buhurdanlı gizemde hayal-meyal görüleşiyor. Yeretüküren genç’e kafayı takmamak için yanımdaki belediye emeklisi ile ordan-burdan, güncelolaylardan, partilerden falan konuşuyoruz. “Yaşam biz emekliler için giderek daha daağırlaşıyor“ diyor. “Sadece emekliler için değil tüm emekçiler için tüm Türkiye halkları içinyaşam şartları giderek ağırlaşıyor!“ diye yanıt veriyorum.

Otobüs Zeytinalanını geçip Güzelbahçeye doğru dura kalka devam ediyor, inenler binenleroluyor, bizim arka sıralarda değişen pozisyon yok, hepimiz yerlerimizdeyiz. Genç de aynıpozisyonda bir eliyle otobüsün direğine tutunmuş diğer elini de ön cebine sokmuş ara sıratükürmeye ve anlıyamadığım bir şeyler mırıldanmaya devam ediyor. (Kürtçe mırıldanıyorgibi geldi bana.) Denize girmeye elverişli yerlerde küme küme insanlar denize giripserinliyorlar.Hep aynı manzara: Çarşaflarla gölgelik yapılmış, kimileri güneş şemsiyesigetirip yere çakmış. Deniz çok temiz olmamasına karşın umarsızca günün tadınıçıkarıyorlar.

“Cizre’de olaylar var, sıkı yönetim ilan edilmiş, çok ölen varmış. Barış bozuldu, savaşbaşladı, bunun sonu iyi görünmüyor” diye içlendi yanımda oturan belediye emeklisi.”Ordaki savaşın maliyeti de tabii ki bize bindirilecek! “

“Şu otobüse bak hepimizi koyun sürüsü gibi üst üste bindirmişler, ter kan içinde kalmışız.ahlayan, oflayan, arada da bir çocuk ağlaması! Bir de şu tüküren genç!“ diye ortayakonuştum. Genç kanlanmış iri gözleriyle parçalarcasına bana baktı ve üst üste iki kez yeretükürdü. Şimdi duydum sesini biraz daha yükselttiği için. O Kürtçe mırıldanıyordu. Artıkana-avrat dümdüz mü gidiyordu? Bize mi söğüyordu? Yoksa başka birisiyle kavga etmiş deonu mu ta Urla’dan beri kalaylıyordu? Neyse burayı es geçelim! Benden cesaretlenenyanımdaki emekli, genç’e “ Niye tükürüyorsun? Burası otobüs ve içerisi insan dolu. Birdaha tükürme” diye diklendi. Diğer yaşlılar, bayan ve çocuk hemen merakla gencegözlerini diktiler. Ben de doğrusu gözlerimi merakla gence dikip nasıl bir tepki vereceğiniizlemeye başladım. Genç hiç istifini bozmadan iki kez daha yere tükürdükten sonra “Bentükürürüm” dedi.

Otobüs Güzelbahçeye giriş yaptı. Solda balıkhane var. Hemen yanında da Ümit Restorant,balık ağırlıklı... Tam da Balıkçı barınağının olduğu yerde. Şimdiden akşam hazırlıklarıyapılıyor, üç-beş kişi de oturmuş bu sıcakta demleniyor. Pahalı bir yer ve emekçilerin böyle1200-1500 lira emekli maaşı ile geçinen emeklilerin yaşamları boyu gidemiyecekleriyerlerden biri. Az ilerde barakamsı bir yerde altı liraya balık-ekmek satılıyor. Bu sıcaktaağzına kadar dolu, doğrusu oturacak yer yok ! Karnımın acıktığını duyumsuyorum.

“Tükürülücek yerler vardır, ama bu emekçilerin, emeklilerin, gariban halkın tıka basa

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

doluştuğu otobüse tükürmek ? “ Genç’in gözlerine baktım, onları benden kaçırdı.Yanımdaki emekli Narlıdere’de Atatürk mahallesinde oturuyormuş. “Ablukadayız”, dedi.”Özel harekatçılar, sivil polisler cirit atıyor. HDP’nin kalesi sayılır bizim oralar. Sürekli kimlikkontrolü yapıyorlar, insanları taciz edip göz dağı vermeye çalışıyorlar.” Atatürk mahallesi,Narlıdere’nin üst kısmındaki tepelerde, denize kuşbaşı bakan ve benim için Narlıdereninen güzel bölgesi. Ama oralar gecekondu olduğu için kentsel dönüşüme alınmış, ilerdeyıkılacak ve....

“Benden kimliğimi sordu, sen kimsin ki benden kimlik soruyorsun? Diye diklendim. Sivilpolis olduğunu söyledi. Sivil polis isen kimliğini çıkar da göster, diye yeniden diklendim.Sözün kısası biraz itişip kalkıştık, sözde beni götürecekmiş falan, araya başkaları girdi deadam çekip gitti.

Otobüs sırayla Pina, Kule, uludağ, Şirincan, Floryalı, La Folie, Meba restoranlarınınönünden geçiyor. Akşam olduğunda buralar lüks arabalarla dolup taşar ve bu pahalıyerlerde durumu tıkırında olanlar yaşamın tadını çıkarırlar.

İçimden benim de tükürmek geliyor. Otobüse bu gariban halka değil elbetteki. Akşamolduğunda buraları tıka basa dolduran ve en pahalı şeyleri ha bire tıkınan ayrıcalıklıinsanlara, böyle bir düzene, böyle bir adalete böyle bir..... Yanımdaki emekliye dönüp Pinave Uludağı gösterip “Ben de tükürmek istiyorum” diyorum, gülüşüyoruz. Narlıdereyegiriyor otobüs. Genç, eski belediyenin oradaki durakta inerken, “ Halka tükürme” diye lafatıyorum. Bana bakıp gülümsüyor ve “Ben tükürürüm “ deyip iki elini cebine sokarakyukarı doğru, Atatürk mahallesine doğru hızlı adımlarla uzaklaşıyor. Arkasındanbakakalıyorum. Nazımın bir şiiri aklıma geliyor, mırıldanıyorum.

Akrep gibisin kardeşim,korkak bir karanlık içindesin akrep gibiSerçe gibisin kardeşim serçenin telaşı içindesin,Midye gibisin kardeşim,midye gibi kapalı,rahat,Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşimBir değil,beş değil,yüz milyonlarsın maalesef.Koyun gibisin kardeşim,gocuklu celep kaldırınca sopasınısürüye katılıverirsin hemenve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,hani şu derya içre olupderyayı bilmeyen balıktan da tuhaf.Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğerve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsakkabahat senin -demeğe de dilim varmıyor ama-Kabahatin çoğu senin canım kardeşim.

Otobüs Fahrettin Altay’a diğer adıyla Üç Kuyular’a ulaşıyor! Son durak!.. Ootobüsten inip büfeden iki şişe soğuk su alıyorum birini kafaya dikip kana kana içiyorum, diğer şişeyi de başımdan aşağıya bocalıyorum, ferahlıyorum.

İlerde tavuk döner satan bir büfe var, 3 lira verip bol soğanlı, domatesli, marullu bir dürüm yaptırıp hemen oracıkta yiyiyorum. Bir su, bir su daha..

Sonra tutup defalarca tükürüyorum, tükürüyorum, tükürüyüorum....

Elbetteki hepsi ayrı ayrı yerlerine ulaşıyor.

YAVUZ AKÖZEL

Sayfa 21

GÖRSEL DÜZEMLEME: ADNAN DURMAZ

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

AY DURUMLARI

İndim ağzına karanlığın, Gülen bir alevdi gökyüzünde ayGecenin kara terkisindeBir kırık yay...

İndim balkonuna anaç evinYanan öfkeydi ocaklardaDamları kuşatmış melânetin hançeriHer sokak susuz çay

İndim kıyısına kara yangınınKıvılcımından tutuştu sularSarkıttan dikite dönüşürken dalgalarTan yeri tutuştu başladı halay

ALİ ZİYA ÇAMUR

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

MAVİNİN ÇIKMAZIMeriç AYDIN

umutsuz bir vaka için bir parça mavi

Onlar gibi değilsin senGöze almayı bile deneme sakınAçılma hiç kendinden bir başkasının uzağınaHiç düşünme bir adım öteye geçmeyi kendindenYalnızca sus, hatırlanmayı bile unutKonuşmalarını dahi isteme kimseden hakkındaBırak herkes gibi olmayıOnlar gibi değilsin sen.

Gerçekte nesin, kimsin sen?Zaafların ve tutkuların ne?Şuranda bir kalp taşıyorsun kimin için?Kendi görünmezliğinde kaç boyutlusun –kiAynalara da tahammülün yok seninKüçük bir nedenin dahi seni mutlu edeceği yokDedim ya düşünme bunları Savaş ve barış duygularıyla kirlenmesin ellerin.

I

Dilsizdir oğulları ölen anaların dağlanan feryatlarıHer acı kendinde hüküm sürer bundandır ölümsüzlüğü.

En fazla kendidir herkesin yine kendi uzağında kaybolanVe kaçamaz kimse kendi uzağından, gittiği yine kendidir.

Duymak istemediğimiz bir çığlıktır karnımıza oturan ağrıNe yana dönsek soluk soluğa bir yalnızlığa kapanır perdeler.

Toplasan ne tutar bir parça yüreği taşımayan dostlarını?Kaç tutam kesilir ayrılıklar, acılarla örülü bir saç kökünden?

Kaç zamana boyalı gözlerde şu dünya dediğimiz?Gör artık bunca terk edilmişliğin bir seçim olmadığını.

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

II

Soyun ölümün arınmışlığından aydınlanan ruhunuEllerin kirinden arınsın.

Çaresizliğine dokun bir serçeninYüreği yağmurlarla yıkansın.

Her ölen kedinin bir ahı durur üzerimizdeVe her gidenin gözyaşları saklı içimizde…

Şimdi bir yol seç ve seçtiğin yollara koyulYüzleşmeye hazır ol gözlerindeki rüyalarınla.

Seni görmelerini sağla yüreklerin sağır dilsizliğindeBakmayı öğrendiğin zaman duyacaksın.

III

Şimdi nereden başlamalı en başa dönüp de yenidenTutup da neresinden bölmeli bir şiiri gözlerinin uzaklığına.

Ellerinden tutup bir sözün yeniden yürütmeliYeniden geçirmeli gemileri yüreğinin bozkırlarına…

Bizi aşka düşüren bu, koca yalnızlığın ardındaki sonsuzlukta nedir?Nedir bizi: kaybolduğumuz bir uzaklığın içine sürükleyen gebelik?

Bizim bitip tükenmeyen bir yarın telaşımız varİçimizde doğmayı bekleyen bir çocuk ağlar durur kimsesizliğimize.

...unut şimdi beni, yeniden başlıyoruz

MERİÇ AYDIN

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ÇİĞ KALIRÇaresiz bağırmalar talihsiz manevralardırYitirilen oyuncaklarını anımsama durumudur buÇocukçadır ve sıkça ağlanır

Ateş yakmakAteşte ısınmakAteşte aş pişirmek ayrı ayrıdırKarıştırılırsaEl yanar yemek çiğ kalır

Hiç gelmeyecek mektupları bekleyen adresi olmayan adamlarVefasız akrabalarına bağırırZeytin Aydında yetişirÇilek bu mevsim turfandadır

Günler gelin alayları gibi geçmezBu ülke başlık parasıyla alınmamıştır

Koca bir orman yangınıyız çöl ortasındaNefret sigaradan kolay bırakılır

Bir dudağı yerde bir dudağı gökteÇok çelişkili bir uçaktırOt yakmaz kıvılcımları gören ejderha sanır

Şimdi bu lacivert sofraya tavşan buyur etsenŞeker gönül koyar çay kaşığı utanırŞeytan çık git diyor bu şiirden deBiz gidersek ortalık rediflere kalır

İşte şu gece vaktiBir çoban türküsü kulağımda

Su aka testi dolaSabah ola hayrola

SEMA LALE

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

KISIR DÖNGÜ…Necmettin YALÇINKAYA

Genç adam önce ayakkabılarını çıkardı, ardından çoraplarını, sonra pantolonun paçalarınıdizlerine kadar sıyırdı... Çıplak ayaklarını suya bıraktı. Aşağıdan yukarıya bir ferahlamasardı vücudunu. Su soğuk, dingin ve berraktı. Güzelim alabalıklar resmigeçit yapıyorlardı.Balıklara uzansa dokunacakmış gibi bir hisle öne doğru bir hamle yaptı, sonra vazgeçti.Ördekler genç adamın önüne gelerek durdu. Duruşlarında bir heybetlilik vardı. ‘’Bizlerdilenci ördekler değiliz’’ der gibi, hep bir ağızdan şakımaya başladılar. Genç ördeklerindisiplinsizce oraya buraya sıçramaları, ördekler senfoni orkestrasının daha fazla şakımasınıengelledi. Gençlerle birlikte diğer ördekler de birbirleriyle oynamaya başladı. Suya dalıpçıkıyorlar, silkeleniyorlar ve bir daha dalıyorlardı. Sağa sola bakınarak aheste aheste diğerköşeye doğru yüzmeye başladılar. Ilık bir yel esti. Suyun yüzü buruş buruş oldu.

Genç adam olmadık düşüncelere dalmıştı. Gözleri çok uzaklara kilitlenmiş, düşüncelerisuyun buruşukluğuna dalıp dalıp çıkıyordu. Balıkları ve ördekleri çoktan unutmuştu.Çevresinden olup bitenlerden habersiz uzakları yakınlaştırıyordu. Doğduğu, büyüdüğühatta ilk âşık olduğu yer olan ve sabahları denizin usul usul dalgalarıyla kıyıya bıraktığıyosun kokusu ve o küçük balıkçı kasabası geldi aklına. Güneşin henüz ışınlarını sakladığısabahlarda balığa çıktığı anları canlandı, kilitlenmiş gözlerinde. Sonra mücadele yılları,cezaevleri, tutsaklığı, kendisiyle aynı sevdayı paylaşan yoldaşları ve dağları... En çoktadağları özlüyordu... Yalnızlığına yoldaşlık eden, sırrını verdiği, sevda türküleri bestelediği,kendisini düşmandan ve her türlü kötülükten koruyan dağları özlemişti. Sevdiği ne kadargüzellik varsa ardında bırakıp terk etmişti oraları. Şimdi geri dönüşü zor olan bir yolunhenüz başındaydı. Kendisini yalnız ve terk eden değil, terk edilen olarak hissediyordu.Direnci kırılmış, sevdaya küsmüş, özgüvenini yitirmiş, hırpalanmış, çaresiz bir hâldeydişimdi.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Yoldaşlarını düşünürken hüzünlendi. Hüzünlendikçe duyguları ıslandı. Şimdi içinde tuzluzehir zemberek ırmaklar akıyordu. Dokunsalar ağlayacaktı. Yağmur yüklü bulutlar gibiydi.İçindeki yükünü boşaltsa, ırmakları dışarı akıtsa rahatlayacaktı belki de. Yap(a)mıyordu.Duyguları almış başını gitmişti, dizginleyemiyordu. Derin bir of çekti. Göğsü çenesinedeğecekti neredeyse. Ardından derin bir of daha... Ayağa kalktı. Ayakları ıslaktı.Kendisinden daha önce haberi yokmuş gibi üstüne başına baktı. Sonra telaşlı telaşlıçevresine bakındı. Çok şükür kimse yok dercesine rahat bir nefes aldı. Tekrar oturdu veayaklarını çevreye bakınarak tekrar serin suların koynuna bıraktı.

Duyguları karma karışıktı. “Gitmekle", "kalmak" arasında Rus Ruleti oynar gibi içten içekendini yiyordu. Ne yapacağına dair karar veremiyordu. "Kısır Döngü" dedikleri bu olmalıdiye düşündü. Ne yapmalı? Ne etmeliydi? Bu beladan nasıl kurtulmalıydı? Bilemiyordu."Avrupa, Avrupa" dedikleri buymuş meğer. Avrupa; insanı bitiren, insanı atıl konumagetiren, eritip şekil değiştirten, anlaşılmaz zor bir durumdu...

İçine düştüğü bu düşüncelerden sıyrılmak, vazgeçmek istiyordu. Ama başaramadı. Aynıdüşüncelere dalıp gitti gene. Bu kez üzüntüsü kat ve kat artmıştı. Her şeye boş vererek,tanımadığı, daha önce bilmediği yeni bir yaşama merhaba demek, işin kolayına kaçmayıkendine yediremiyordu. Böyle bir davranış şekli seçtiğinde kendine ihanet ettiğinidüşünüyordu ve kendini bir ihanetin içinde görmek istemiyordu.

Acele toparlanmaya başladı... Ayakkabısının son bağına düğüm atarken irkildi. Sankiayakkabıya değil de, düğümü kendi boğazına atıyormuş gibi oldu. Boğazının sıkıldığı,renginin soluduğu ve damarında kanının çekildiği duygusuna kapıldı. "İpim çekildi, kalemkırıldı, gitmeliyim buralardan." dedi yüksek bir sesle. Kendi sesine kendisi irkildi.Çevresine bakındı, kimse yoktu. Su durulmuş, balıklar derinliklere çekilmişti, ördekler hâlâköşelerinde öylece duruyorlardı. "Buralardan gitmeliyim; kekik kokan, yürekli türkülerinsöylendiği sümbüllü dağlara... Gitmeliyim” diye tekrarladı. Kendisine vermiş olduğu bukarar genç adamı rahatlatmıştı.

Ayrıldı sudan, balıklardan ve ördeklerden. Kendini Zürih şehrinin caddelerinde, kalabalıkinsanların arasında buldu... Anlamsızca izlemeye koyuldu çevresini. Yanından hızla geçipgiden arabalara ve tramvaya bakakaldı. Koştururcasına hareket eden insanlar, mağazalar,tüketim çılgınlığı ürkütmüştü onu.

Oradan kaçar adımlarla, dilinde bir şiir ile uzaklaştı:"Gün yenilgilere Yanılgılara Olsa da gebe Yaşanmaya değer gene de… Biliyorsun Aydınlığa gebe bu karanlıklar."

Genç adam karanlığı yenmek için bir ışık oldu aktı...

NECMETTİN YALÇINKAYA

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YİĞİT KİŞİLERDİ BENİM BİLDİKLERİM

Yiğit kişilerdi benim bildiklerimEn azgın dalgaların bileKumsala bıraktıkları izlerini silemediği.Sahte kahramanlar değildilerVe kendi kavgalarının en büyük düşmanı olmadılar hiç.

Yiğit kişilerdi benim bildiklerimSevdasını kalleşe satmayanlardanYüzünü bile görmediği insanlar içinKendini bile bile ateşe atanlardan.

Düşen ilk tetiktiKavgaya atılışlarıDavaları öldürmek değildiYaşamak ve yaşatmaktı

Gittiler bir gün ansızınDoğacak güneşin aydınlığını alıp yanlarınaEsmer yüzlerini katarak bitmeyecek sevdamızaGittiler bırakarak kavgamızaSonsuzluğa uzanan bakışlarını.Gittiler.DirencimizOnlardan yadigar kaldı...

MELİH COŞKUN

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

İNSAN OLMAYA ÇALIŞAN

ağaçların akasyalarını soymak gerekti kendi yalnızlığınaköpeklerin havlamalarını kesmek gerekti kendi ısırığınaçok geldi ağaçlar üstüne diye korkmamak gerekti doğaldandoğal olanı korumak bir yana doğmak gerekti her an yeniden...

doğamayan ölür yeniden- sancılanırölmek gibidir çünkü aynı anda olur her ikisi de...

kapat gözlerini ve düşün artık ağaçların akasyalarınıağzına alıp çocukluğuna götürdüğün o dişleri, hani çiğnerken...

bir de şimdiki dişlerini düşün, yaşlanmışsın ve henüz ölememişsinsanki yeniden doğmak gibi ölüme ilerliyorsun sevinçle ve kıvançlaçünkü hep sevmişsin hayatındaki o üç unlemli SU!!! yu...

kapat gözünü alan ışığa şimdi ve bak karanlıktan cıkan rüyana...

seni sevebilecek tek şey beyninle oynadığın o oyundur ve sen ancakbeynindeki o güzel düşü sevdin; düşüşün rüyaya eşdeger kılındığındayükseleceksin bir melek gibi... meleklere inanmasan da o sen olacaksıngercek hayatta...

sen insan olmaya calışansın çünkü...

KİMSE'sin...

ALİ HALDUN HAKMAN

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ACININ UCU

Acının kaç ucu var sevgiliAcımazlığı sayma avcı kurşunundaİhanetin çatal dillisi yaraya tuz basarkenİnce bir sızıda gördüm gördümSesime su dökerken acının bir ucu

Dudaklarım küfürleri ısırıyor acı acıSorabilirsin aklında geçenleriOlsada tufanlar ortasında acılarımYırtık parçalarda bir kasırgaGüneşli sevdadır emziren direncimi

Oysa benzeyebilirdim şu kalabalıklaraSorgulamasaydım gidenlerin nerde kaldıklarınıAma onlardı öğreten yaşama dair ne varsaDik kalemimi elime tutuşturan onlardıVe acılara direnmeyi öğreten

Şimdilerde hazan yapraklarının seyrindeÖzlemimde acılar gülüşüyor uzun uzunTut bir ucundan ekle yüreğini yüreğimeArtık cinayet işlemesin şiir ne de acıBeyaz kağıtlar üzerine ayrılıktan yana kalemim

Göğsüm üşümeyi unuttu unuttu çoktanKar kabuk bağlıyor çıplak ayaklarım altındaBedenim acının soğuğunu tadarken hainler ortasındaGörebiliyormusun ey sevgili bir tek kardelenAcılara inat müjdelesin müjdelesin gel baharı

Yinede paylaşıyorum yaşamı çocuklara aşkaDünyamızı güzelleştiren ne varsa soframdaMızrak gibi yüreğime batan acılara inatGeçiyorum akşam vakti sokağındanAcılara haine ana avrat düz gide gide

HAMZA İNCE

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

MUDURNU KUL ÇÖREĞİNİN HİKAYESİKamuran ESEN

Küçük bir köydeki evde, çocukgülüşmeleri duyuluyordu. Anne,süt ve su karışımı hamuru yoğu-ruyor; üç kardeş oyun oynu-yordu. Ocakta yanan odunlarçıtır çıtır ses çıkarıyor, evinduvarında gölgeler oynaşıyordu.Gaz lambasının yarı aydınlattığıodaya; çörek otu ve çiğ hamurunkokusu yayılıyordu.

En küçük erkek kardeş, söğütdalından yapılmış düdüğü öttürü-yor, düdükten çıkan ambulanssireni gibi ses, evdekilerin kulak-larını tırmalıyordu. El becerileri

gelişmiş olan büyük kız; dokuma peşkirin(havlu) kenarlarına, dekoratif düğümler ataraksaçak yapıyordu. Anne, “Kızım, aman dikkat et, sakın ola ki yanlış düğüm atma, sonraçözemeyiz,” diye kızını uyardı.

Ortanca kız kardeş ise, bir kenarda sessizce oturmuş, annesini izlerken; “Anne! Çokacıktım. Ne zaman pişer çörek?” diye sordu. Anne gülümseyerek; ” Bir saatte pişer amabir yarım saat de yolculuğu sürer,” dedi. Bu cümleye, çocukların üçü birden isyan etti: ”Yine mi? Bu sefer gitmese olmaz mı? Çok acıktık. Gideceği tarla çok mu uzak?” gibiçıkışlarda bulundular. Anne, duymazdan geldi çocukların telâşlı cümlelerini.

Hamuru iyice özleştiren anne, hamuru hamur tahtasına aldı. Oklavayla açtı, üzeriniyağladı, sonra hamuru büyük kareler şeklinde kesti. Hamur parçalarını üst üste koydu,sonra bunları en büyük hamur parçasının içine aldı. Büyük parça hamuru bohça gibikullanarak, diğer parçaları bir güzel bohçaladı. Eliyle bastıra bastıra yuvarlak bir şekilverdi. Üzerine susam ve çörek otu serpiştirdi.

Ocak başına geçen anne, ocaktaki korları bir kenara aldı. Hindi kanadıyla ocağın taşını korve külden temizledi. Hamuru, ocak taşının üzerine koydu. Hamur küllenmesin diye,üstünü lahana yapraklarıyla örttü. Küllü ve kızgın kömürle hamurun üstünü tamamenkapattı. Çöreğin pişmesini beklemeye sabırları olmayan çocuklarını oyalamak için, “Hadibakalım okuyun şiirinizi, bakalım ezberlemiş misiniz,” dedi. Sıra ile üç kardeşin sesleriodayı doldurdu: “Kat sürünü önüne / Dolaş dağ, dere çoban / Eriştin mutlu güne / Diz çök

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

bir yere çoban. / Al eline kavalı / İndir sürünü suya / Her yer yeşil bir halı / Doyun olmazuykuya.”

Derken çörek pişti. Anne, çöreğin üstünü örten kömür ve küllleri sıyırdı. Lâhanayapraklarını alınca, üstü nar gibi kızarmış sütlü çörek göründü. Çöreği ocaktan aldı, incebir örtüyle çöreği sarmaladı, uykuya yatırdı. Odaya, sıcak çöreğin mis gibi kokusu yayıldı.Çocuklar yutkundular.

Sıra çöreğin yolculuğuna gelmişti. Pişen çörek hemen yenmez, buğdayı hangi tarladayetişmişse, o tarlayı ziyarete gider gelirdi. Ancak o zaman yenebilirdi. Çocuklar bunubildikleri için, anneye yalvardılar: “Anne! N’olur çabuk gitsin, gelsin. Çok acıktık.”… Anne,bilinen yolculuğu hatırlattı: “Biliyorsunuz; bu çöreğin unu hangi tarlanın buğdayındansa,çörek o tarlayı ziyaret edip gelecek. Bu çöreğin buğdayı, Tilki Deresi’ndeki tarlamızdan.Çörek, Tilki Deresi’ne gidip gelecek, sonra yiyeceğiz.”

Anne, başladı anlatmaya: ” Çörek evden çıktı… Aşağı Pınar’a vardı. Oradan su içecek...Harman Kaşı’ndan Pazar Kaşı’na gidiyor şimdi... Karaköy Dibi’ne vardı. Burada birazcıkdinlenecek... Beyçayırı’na geldi, tarlanın yolunu tuttu... Tarlaya geldi ve tarlanınsınırındaki alıç ağacının dibine oturdu.”

En küçük kardeşin “Dinlenmiştir, hadi dönsün artık, çok acıktım,” homurdanmasınıduymazdan geldi anne. Çünkü çörek, yenecek kadar soğumamıştı. Devam etti: ” Dönüşyolu, kısa sürecek. Dönüş yolunda dinlenme yok. Üstelik, yolu iniş aşağı... Kalktı geliyor.Aaaa! Koşuyor bir de... Yolu yarıladı bile… Köye yaklaştı.”… Bunları anlatırken, bir yandanda sofrayı hazırladı. Çöreğin yanına pestil ezdi, turşu çıkardı, pestili küçük bakır taslaradoldurdu...”Evet, geldi çörek,” dedi sonunda.

Böylece, çörek soğumuş, yenecek kıvama gelmişti. Sofraya oturuldu, çöreğin bohçasıaçıldı.” Anne, böldüğü çöreği çocuklara paylaştırdı. Şu an evde olmayan ve Mudurnudışında çalışan babanın hakkını ayırmayı da unutmadı. Radyodan duyulan türkünün,ocaktan çıkan çıtırtıların eşliğinde güzel bir akşam yemeği yediler.

Not: Çocukluğumda anneciğim ne zaman çörek yapsa, bizim çöreğimiz de yolculuğaçıkardı. Mudurnu’da tüm evlerde olduğu gibi. Biz çocuklar, hiç itiraz etmeden, çöreğinçıktığı yoldan dönmesini beklerdik sabırla. Bu yalancı yolcuğa nasıl inanırdık, bilmiyorum.Ne zaman büyüdük; işte o zaman tatlı yalanlara inanmaz ve hemen hemen hiç kimseyegüvenmez olduk. Yazık bize.

KAMURAN ESEN

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YAŞAM DAĞINA HAYKIRIŞ

alabildiğine baksa da gözünmavi yeşilköprüler de diyalektik camiler debir adam hasta mı usta mıanlamak içinbütün kanını çektirmez şırıngaya

sıkıştırılıp elinebakkala gönderildimher çocuk gibi biat ettirildim parayasokak lambasını ay sanan pervane sineğiyimdönerim şimdietrafındapaçasına sürtünen kedi gibi geceninhaykırışımızın yankısıdırkarşılık denenyuvarlana yuvarlanatepelerindenyaşam dağına çarpıp gelen sesimizinyolunu kaybetmesi fakirlikolsuunzaman yavaş yavaş akardağ gibiyse yaslandığın yâr

hangi fırça görmüşüstünde taşıdığı kuşlarıözgür bırakmadantuvaldeki gökyüzünesen üstünden geçerkenkaranlık diyemem yolasenden yoksaklım gizlimgiderken peşindenneden sürüklersin ışıkbeni aynaya

ERTAN ŞAHİN

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

SÖYLEŞİR GİDER GÖLGELERİMİZ DUVARLARANe zaman sevdalansam kol kola seninleyim,kıymık kıymık duvar bedenlerinde gezinirimbazan kısa, bazan uzun sürer kırılmışlığım.Hep yanımdasın, söyleşir gider gölgelerimiz,olmazsan da duvarlar var eder seni,sana eşlik etmeyi kendime zanaat edinmişim.

Yürümezsek de birleşir gider gölgelerimiz,bilinen yolları bırak, hiç taşımadılar ki bizi.Ne bulduysam duvar yazılarında buldum,korkma, yaklaş, uzat elini, kapabelki dayanmaz gözlerin duvar kayıtlarına.

Yürü, sevdiğinin kolunda değil misin,benim değil misin, bana gelmiyor musun;dizmediler mi sevgimizi duvar dibinde kurşuna,yiğit bir delikanlı gibiydi o duvar, çökmedi yere!Adımla, sesim eşlik ediyor sana, o duvardayım,yaklaş umutsuzluğa kapılmadan.

Parmaklarının okşandığı, ayaklarının ağırlaştığıVe kalbinin sıcak bir buğuyla ıslanıp yıkandığıanda dur, çıkarma sesini, kurşun aşka işlemez.Tüm varlığımla seni bekliyordum, uzat ellerinigözlerini açmadan, dokun duvardaki yaralara,elinin öpüldüğü izdeyim.

ABDULLAH KARABAĞ

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

SAADET ABLA Gülefer CAMBAZ SAVRAN

Perdelerini açmıyor. Balkona da çıkmazoldu. Evin üzerinde sessiz bir hüzün…Çok sevdiği sardunya çiçekleri saksıdakuruyup kalmış. Oysa daha birkaç haftaönce akşamın bu saatlerinde o küçüktahta masasının üzerine her zamankigibi beyaz peynir ve kavununuyerleştiriyordu. Bazen mevsimine görepilaki ve balık yapar, yanında dahaydariyi de unutmazdı.

Çok eskimiş olan gramofondan Müzey-yen Senar şarkıları duyulurdu. Masahazır olduğu zaman içeriye seslenir,içeriden bütün heybeti ile Cemal Abiçıkagelir ve yerine otururdu. Âdetiydiönce eşi yerine geçip kurulacaktı.Kendisi sonra oturur ve sandalyesiniiyice Cemal Abinin dibine yanaştırırdı.Daha önceden masaya yerleştirdiği rakıbardaklarını doldururken gözlerini sevdi-ği adamdan ayırmaz, onu hayran-lıklaizlerdi.

İlerleyen saatlerde bütün mahalleyi biranason kokusu doldururdu, müziğinsesine onlar da eşlik ederlerdi. ‘Benze-mez kimse sana, tavrına hayran olayım,bakışından süzülen işvene kurbanolayım’ gür sesiyle bütün mahalleyiinletirdi Cemal Abi. Arada kısık bir sesleSaadet Ablanın ona eşlik ettiği duyu-lurdu.

Yaşı Saadet Ablayla aynı olan yan komşuları Birsen Abla kendi kendine söylenir, "Hiç Allahkorkusu yok, ölüp gidecekler. Hâlâ içiyor koca papazlar " derdi

Her defasında:

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

‘’Bunların cenaze namazları da kılınmaz. Götürüp bir kuyuya atacaksınız’’ diyordu ölüyıkayıcısı Gülfem Abla.

Mahalledeki komşular kendi bahçelerinden ya da mutfak camlarından homurdanaraksöylenir, fakat kimse yüzlerine karşı hiçbir şey söyleyeme cesaret edemezlerdi.

Bilen bilirdi Cemal Abi bir zamanlar mahallenin en bıçkın kabadayısıydı. Küçüklerini sever,büyüklerine kusur etmezdi. Mahallenin bütün huzuru ondan sorulurdu. Yabancı biri migeldi, kimdir, necidir, gider sorardı. Ya da biri esnaflardan birine yanlış mı yaptı, hesabınıhemen soruverirdi. Kimsenin hakkını yemez, hakkını da yedirmezdi

Faytoncu Rıza’nın karısını başka erkeklere pazarladığını duyduğunda onu birkaç kezuyarmış, fakat adamın bu işi yapmaya devam ettiğini öğrenince onu bacağındanbıçaklamıştı. Nihayetinde Nurten mahallenin kızıydı ve buna bir delikanlı olarak aslamüsaade edemezdi. Karakola getirildiği o gece Saadet Ablayı da nezarethanenin önündegörmüş, görür görmezde âşık olmuştu. Saadet Abla o zamanlar otuz- otuz beş yaşlarındagüzel bir kadındı. Siyah ve uzun sacları ve hafif toplu vücudu ile karakoldaki herkes gibionun da dikkatini çekmişti. Komisere ağlayarak:

"Komiserim şikâyetçiyim, bu adam beni sürekli taciz ediyor’’ diyordu.

Yanında yaşı elliyi epey aşmış, seyrek sakallı bir adam, ‘’iftira ediyor bu orospu’’ diyerekkadına karakolda hakaretler yağdırıyordu.

Saadet Ablayı kocası çocuğu olmadığı için tek başına bırakıp gitmiş, yanındaki ev sahibiolacak şu yaşlı adam bunu fırsat bilerek onu rahatsız etmeye başlamıştı. Fakat bu gece onatecavüz etmeye kalkışınca bütün mahalle ayaklanmış, adam da bunun bir yalan olduğunu,kadının kirayı vermemek için ona iftira attığını iddia ediyordu. Cemal Abi o gece kendidurumundan ziyade Saadet Ablayı düşünüyordu. Gözlerini onun yaşlar içindeki kocamansiyah gözlerinden alamıyordu. Şimdi bulunduğu durum onu gerçekten çok üzmüştü. Birazsonra içerdeki polis onunla ilgili zabıt tutmaya başladığında o koridorun uçundaki kadınabakıyor neler söylemesi gerektiğini toparlayamıyordu.

Cüce Nuri ve Çakal Mehmet, Rıza’nın önce saldırdığını ve Cemal Abinin kendinisavunduğunu söyleyerek yalancı şahitlik yaptılar. O gece Cemal Abi nezarethanedeyatırılmış birkaç gün sonra da çıktığı mahkemede çok az bir ceza almıştı. Fakat o bütüngece uyuyamamış, Saadet Ablayı düşünmüştü. Ertesi gün gelen Çakal Mehmet’e kadınagöz kulak olmasını tembihlemişti,

Çakal Mehmet kadının kirasını ödemiş ve onu başka bir eve yerleştirmişti. Cemal Abihapisten çıkana kadar her ihtiyacını göreceklerdi Saadet Abla Anadolu’nun küçük birköyünden gelmişti Tarlabaşı’na. Köyüne geri dönmekte istemiyordu. Eğer dönerse başınaneler gelebileceğini bilemiyordu. Belki de babası onu başka biriyle yeniden evlendirecekti.Birkaç ay sonra Cemal Abinin cezası sona erdiğinde yanına giderek onunla tanışmış ve

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

birbirlerine âşık olmuşlardı. Daha sonra şimdi bulundukları babadan kalma bu eski evegelip yerleşmişlerdi. Cemal Abi en iyi bildiği işi, berberliği yapmaya başlamış, bu âlemdençekilmişti. Arkadaşları çok fazla geceleri dışarı çıkmamasından şikâyet ediyorlardı.

Bazı komşularına göre, hiç evlenmemişlerdi, nikâhlarının kıyıldığını gören olmamıştı.Kimileri imam nikâhı yaptıklarını söylüyorlardı. Kimse kesin bir şey bilmiyordu. Birdefasında Saadet Ablanın bizim gönül nikâhımız var dediğine şahit olmuştu Nurten Abla.Başka da bir şey bilen yoktu. Kimse de soramazdı zaten.

Birkaç hafta önce bütün mahalle bir çığlık sesiyle uyanmış ve pencerelerine koşmuşlardı.Pencerelerinden yarı bellerine kadar sarkan mahalle halkı neler olduğunu merakediyorlardı. Sıvaları yarıya kadar dökülmüş beyaz badanalı eski evden Saadet Ablanınyaktığı ağıtlar duyuluyordu.

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Sayfa 37

GÖRSEL DÜZEMLEME: ADNAN DURMAZ

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

KEFEN

Dünya âlemin ciddi bir sorunu varFaşiştane yağan bu yağmurlar altındaKafa ki ne kafa yutuyor medyada ne varsa!Evet kan kızılı hazırda ne varsaTaht ve saray sevdası bir deli aklında-Ama o deliyi deli eden kuyruğaHep beraber basmayacaksak neye yararTekerrür mü yapalım her günüÜç beş kuruş çıkar uğruna girip havasınaBaldırı çıplaklığımızdan yüzü karaBütün kefenler doğarken bize kesilmişkenYarı tanrıların mağazasında

Kefenini sana giydirmeye çalışana yakıştırKi ödleri önlerindeTitresinler saraylarındaTaht-maht kimseye yok!

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Zorlama Şiirin Boynu Bükülür

yine bulmuşsun yuvarlak kelimelerirampadan rampaya sürersin yakimin dağıdır, böyle heybetlikelimeler, korkarak dökülür kâğıda

dizeden dizeye taşırım diyesoluksuz bırakıp dizelerimürekkep yutan kağıtlarda

hangi şarkıyı çağırırlararap atı yorgun

sazın sesi dinler mikara düzen oynar telbir perdeye yapışır parmaktel dile gelir

ERCAN CENGİZ

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

KIVIRCIK SAÇLI ESMER ÇOCUK Berivan YILDIZ

Bazı hayatlara ilişkin bir anlatıyı bir defayamahsus dinler insan. Daha sonraki oanlatıya ilişkin dinlemeler, insanınüzerinde cılız bir etki bırakır.

Öyle hayatlar vardır ki, bunlara ait biranlatıyı her dinlediğinde insan, o dinletiparça parça büyür ve büyüdükçe,zamanla insanı da boğar gider. Hele bunuanlatan bir anneyse acı verse de bir ninniveyahut bir masal gibi dinletir kendinisana. Benim ninnim ''dandini dandinidastana danalar girmiş bostana...''değildir. Benim ninnim Delil'in ninnisi’dir.

Delil ninniyle başlar masalla devam eder.Delil'in ninnisi ''delîle dilan şer e ser çiyan''masal gibi, düş gibidir.

Annemin dudaklarından dökülen Delil;uzun boylu, kıvırcık saçlı, esmer bircivandır. Hafif uzun kıvırcık saçları, irikömür karası gözleriyle kendine has birbüyüsü vardır. Kömür karasından mıdır

ne, gözleri çakmak çakmak bakardı. Bir gülümsemesi vardır, baktığında o sıcaklık tayüreğine işler, içini ısıtır her bakanın. O herkese hitap edebilen tatlı dilli, saygılı, şefkatli vecana yakındır. Benzemezdi akranlarına. Anlatıyorum, çünkü bir örnektir aslında. Bir kadınınşefkati, samimiyeti ve sıcaklığı vardır onda. Aynı anda bir babanın koruyan, güven verenyanıdır. Akranları bazen onun bu tutumuyla dalga geçerlerdi. Ama o aldırmaz, hiç kızmaz,kömür karası gözleri, yanağındaki gamzesiyle gülümser geçerdi. O düşündüğüne inanan,inandığını yapan, vicdanını dinleyen asil biriydi. Evde olduğu zamanlar annesine halı çırpar,bulaşık yıkar ve yemek yapmada yardım ederdi. Diğer yanıyla Delil; siyasi gelişmelere,savaşa, sokak ortasında vurulanlara, evinden alınıp bir daha geri dönmeyenlere, yakılanköylere, cehennem zindanlara, o çok sevdiği Ana\sının Dil\iyle konuşmasının yasak oluşunadışardan bakmayan, seyirci kalmayan biriydi. Duyduğu, gördüğü ve yaşadığı her acıdaçakmak çakmak gözleri keskinleşir, nutku kesilir, yumruğunu sıkar, öfke ve acıyla dalıpgiderdi. Daldıkça, düşündükçe yerinde duramaz olurdu. Bu kişilik Delil'in tam deliliydi. Delilbu kuşatılmaya gelemezdi. Demirci Kawa gibi özgürlük meşalesini bir kez tutuşturmuştuiçinde. Ve sistemin dayattığı yoz düzeni kabullenmek artık imkânsızdı. Buna var gücüyle

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

karşı koyup direnmeyi şiar edinmişti kendine.

Saatlerce anlatırdı annem, ne o sıkılırdı anlatmaktan ne de ben onu dinlemekten.

Anlatarak ve dinleyerek içimizdeki o hüznü, hasreti, özlemi ve merakı biraz olsununutuyorduk.

Benim hayal meyal hatırladığım Delil, daha bir başkadır. Ben hep onun süslü bebeği,masum kelebeği, kanatsız meleğiydim, küçüğüydüm. Delil yanımdaysa annemi bilearamazdım, gittiği her yere onunla beraber gider ve bir an olsun bırakmazdım onu.Sevdiğine, yârine giderken bile alırdı beni yanına, o anlarda da ''tatlı belası'' olurdum.

Yine bir gün “gel küçük yoldaşım bir sarılayım sana” diyerek kucağına alıp öpüp sevmiştibeni. Ben o gün yoldaşı da olmuştum, anlayamıyordum o zamanlar. Bildiğim çok güzel birşey olmalıydı. Güzel olmayan bir şeyi Delil bana yakıştırmazdı. Bunu sezebiliyordum çocukaklımla...

Zor hatırladığım ama hiçbir zaman unutamadığım o gün; gökyüzü kurşunî bir rengebürünmüştü. Dağların doruklarına şimşekler, kıvılcım saçan kılıçlar gibi saplanıyordu.Yağmur sicim gibi boşalıyordu gökteki saklı denizden. Gümbürdeyen, o şimşek seslerindençok korkmuştum. Korktuğumu fark eden Delil öyle bir sarıldı ki bana; bir kuşun tehlikeanında yavrularını koruduğu gibi almıştı beni sıcak ve güvenli kanatlarının altına. Kucağındadurmadan gıdıklıyor, öpüp duruyordu tombul yanaklarımı. Beni oyalayıp korkumudağıtırken, bense attığım kahkahalarla onu mutlu ediyordum. Delil’in kucağında eğlenirken,annem hüzünlü hüzünlü ağlıyordu. Babam suskun, dalgın bir halde sigarasını tüttürerekdalıp gitmişti uzaklara. Hızlıca güm... güm... diye kapı çaldı. Kapıya vuran yengem: ''Arabageldi Deliiiil...'' diye sesleniyordu. Delil beni son kez öpüp ve koklayarak kucağından yerebırakıverdi.

''Vedalaşma vakti ana...'' diyerek annemin, babamın ellerini öperek, küçük, biraz da rengisolmuş valizini eline aldığında herkes ağlaşıyordu. ''Neden hepiniz ağlıyorsunuz?'' deyinceDelil valizini yere bırakarak yanıma geldi.

-Ben gidiyorum, ondan ağlıyorlar...

-Sen nereye gidiyorsun?

-Almanya'ya...

-Orası neresi, niye bensiz gidiyorsun?

-Senin gibi sarı saçlı, renkli gözlü, güzel çocukların olduğu bir yer... Sen şimdi küçüksün,döndüğümde yine küçük kal büyüme e mi... diyerek, hepimize son kez el sallayarak çekipgitti; sarı saçlı, renkli gözlü, güzel çocukların olduğu bir yere... Almanya'ya...

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Günlerimiz anne ve babamın Delil'i özlemesiyle, benimse ağlayarak, mız mız bir çocukolarak geçiyordu.

Yine yağmurlu bir gündü. Gökyüzü sanki öfkelenmişti, kızmıştı ya da kim bilir isyandaydı.Korkuyordum, annem yağmurla yarışır gibi ağlıyordu, çok ağlıyordu. Sokuldum, yüzünebaktım annem çok başkaydı.

-Anne neden ağlıyorsun?

-Delil yok kızım, Delil dağa çıkmış... Sen de ağla yavrum, Delil yok, Delil'im yok...

O günden sonra Delil artık ''oyy lawo, oyy berxo...''oldu. Ben ağlayan anneme biraz üzülüp,karşımdaki o yüce dağlara bakıp tatlı bir hayale dalmıştım... Yer değiştirmiştik onlarla,çünkü artık ağlamıyordum, hatta sevinmiştim bile. Kendi kendime ''Hııı...” dedim, “demek kiAlmanya şu karşı dağlarmış çokta uzak değilmiş, ben de istersem bir gün Almanya'yagidebilir, Delil'i görebilirim'' diye seviniyordum.

Gün bir şekilde geçiyor, hayat devam ediyor zamanla. Annem kapının eşiğine, siyah kırmızıbenekli minderine oturup ağlar, kalkar ağlardı. Süresiz ve zamansız.

Bizim uzadıkça uzayan gecelerimiz vardır. O gecelerde çay saatimiz başkadır. Kaçak,hüzünlü, efkârlı, acıdır... Bazen de tatlı bir masaldır. Yani tam da kaçak çaydır. Annem çayınıyudumlarken, daha bir güzel anlatırdı masalımı. Yanına sokulur, bir elimle yanağını tutar,onu dinlemeye hazırlanırdım. Anne anlat demezdim, anlardı ve o da hazırdı. Onun oşefkatli elleri saçlarımı okşarken, ''Ağabeyinin meleği'' diye başlardı. Arada o suskun, dalgınbabama gözüm kayardı, sigarasını daha bir derinden içine çeke çeke dumanını seyredalardı. Herşey gibi sigara içimi de değişmişti.

''Oyy lawo, oyy berxo hangi memleketin kışlarında üşüyorsun, hangi yazlarda terledin,hangi taşa başını koydun... Irmaklardan su içtin mi? Sen çayı çok seversin, şilkesiziçmezsin, oralarda bulabilir misin? Nerelerde pusular kuruldu yollarına, hangi avcınamlusunu doğrultmuş kekliğime... oyy lawo... oyy berxo... Bu nasıl bir aşktı içine düşen,sevdiğin kız, yârinden ağır gelen...'' söylerdi de duramazdı annem. ''Son bir kez dahayüzünü görsem, okşasam kara, kıvırcık saçlarını, öpsem doya doya gamzeli yanaklarını...''duyunca bu sözleri daha bir sımsıkı sarılırdı bana annem. Kederli gülümserdi, varlığıma nekadar sevindiğini, kardeşlerimle umudu olduğumuzu hissedebiliyordum ama Delil'inolmayışına, ona olan özleminin acısını da görüyordum.

Geçen zamanda okula başlamıştım. Bir gün okulda ders sırasında yine o dağlara,Almanya'ya, Delil'e ve güzel çocuklara dalmıştım. Ben o güzel düşteyken; öğretmenimyanıma geldi, önce sarı saçlarımı okşadı, ardından elimi tutarak ''Berivan, kızım, bakıyorumki beni dinlemiyorsun, tahtaya da bakmıyorsun, başın sürekli camda kime ve nereyebakıyorsun?'' dedi.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

-Karşıdaki dağlara bakıyorum öğretmenim, orada olan Delil'i düşünüyorum''

-Delil kim?

-Delil benim ağabeyim, annem ‘dağa çıkmış’ dedi.

-Ağabeyin dağa mı çıkmış?

-Evet, öğretmenim, güzel sarı saçlı çocukların olduğu yere…

Ben daha bitirmeden bir uçurumdan düşmüş gibi hissettim kendimi. Öğretmenim elimi öylebir bıraktı ki, ne olduğunu anlayamadığım gibi azarlanıyordum, çok korkmuştum.Öğretmenim hâlâ bana bağırıyordu:

“Büyükler sanki çok iyi bir şeymiş gibi çocuklara da anlatıyorlar, anlamıyorum. Şimdiden buçocukların kafasına girerse... Bir daha o tarafa bakmayacaksın, bana, tahtaya bakacaksın!Tamam mı?”

Sadece: “Tamam öğretmenim!” diyebilmiştim. Kendi kendime söylenip durdum; orası kötübir yer miydi? Niye bu kadar kızmıştı? Kafama ne girecekti, annemin söyledikleri mi? Nedenöğretmenim istemiyordu bunu? Anlayamamıştım. Bunları düşünerek Delil’i merak ederek,kara tahtaya baka baka beklerdim zilin çalmasını... Oysa hangi ana kötü bir masal anlatıryavrusuna? Öğretmenim de bunu anlayamamıştı!

Mevsimler geldi geçti, nice güzel çocuklar gidip de geri gelmedi. Bir daha gelmeyenlerleyaşadığımız hanelerimizde büyüdük... Büyüdüm, büyüdükçe Delil'in gelmeyişini anlayarakbüyüdüm. O gelmese de ben onun süslü bebeği, masum kelebeği... küçük-büyükyoldaşıyım. O da benim kıvırcık saçlı, esmer çocuğum, canım, yoldaşım... Bazengökyüzünde çok parlak bir yıldız vardır. İşte o özgürlüğün delilidir yani Delil'dir. Göz kırpargülümser bana. Gülümsedikçe daha bir inanıyorum dağların ve yıldızların güzelyoldaşlığına...

BERİVAN YILDIZ

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ÖFKE

...Ben gözlerinden tutmuşum bir ömrü,Toprağın acısıyım ağaca hayat veren

Çocuğunu düşürmüş bir annenin rahmine sarılmış cıglığım

Alaca karanlıkta bir öfkenin ateşi.

Gönül bahçemde aşk büyütenim.

Bilirim dağların isyanınıYıkıntılar arasında barut kokusunuVarsam da yokluğumu.

Ey zulüm saraylarının sahipleriEy doymamış egoEy kan içicilerEy soyları harami bezirganlar

Ben hayatımSudan topraktan veAteştenBilenmiş kınsız hançerimAdresi belli taşÖfkeyim lan öfkeÖlümlerden yeniden yeniden doğan.

GÖKMEN SAMBUR

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI
Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BARIŞ

getiriyorlar sözleri,götürüyorlar sözlerizamana ayar vermeye uğraşıyorlarkurban adıyorlar tanrılarınaoysa görüyor musun bak;nasıl da büyüyor o nilüfer bataklığın koynunda

TEMEL KURT

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

AKIL FELCİEMPERYALİZMİN DİL, KÜLTÜR VE SANAT SALDIRILARININ REDDİ

Adnan DURMAZ

“Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti;

belki ona başvururlar diye. 'Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz

o, zalimlerden biridir' dediler. 'Kendisine İbrahim denilen bir gencin

bunları diline doladığını işittik' dediler. Dediler ki: 'Öyleyse, onu

insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar.' Dediler ki: 'Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın? '

'Hayır' dedi. 'Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz

onlara soruverin. “ (Enbiya Suresi, 58-67)

………………………………………………......

Akıl inmesi diyebilirsiniz, akıl felci de demek olası, kapitalizmin günümüzdeki aşamasındakitleler akıl felcine uğramıştır. Aklı felç olan insan robottur, eğer diğer uzuvları sağlamsa.Diğer uzuvları sağlam ama aklı felç geçirmiş kitleler üretmek, Küresel İmparatorlukkurmaya kalkanların planlarının en önemli parçalarından biridir.Beyni çalışmayan insanındeğerleri olmaz, dostluk, arkadaşlık, özveri, merhamet, iyilik gibi değerleri olmaz.Güdüleriyle yaşar; kendine özgü, iyi, güzel kavramları olmaz. İyi, güzel kavramları onaezber ettirilir. Arapça bilmeden, Kur’an’ı ezberleyen bir insan, içeriğine dair hiçbir yorumdabulunamaz.

Tanzimatla başlayan süreçte bize özgü olan güzel kavramı tümüyle ortadan kaldırılmıştır.Kendi “güzel” kavramımızı evrensel bir olgu da yapamadık. Beyni felç geçiren, seçicideğildir. Sadece ona, güzel, iyi, moda diye sunulanı seçer. Güzel, TV’lerde gösterilirkendisine, iyi de öyle, doğru da; o da onlara ulaşmaya yönlendirilir. Yol iz olmayan,doktorsuz ilaçsız köylerdeki yıkık kerpiç evlerin tepesinde uydu antenler, emperyalizminbayrakları gibi yükselirken, artık bizim hayalimizde var olan Ayşeler Çoban Memetlere aşıkolup onun için büyük ve acıklı aşklar yaşamıyor. Onların yakışıklısı, televizyonların

Emeğin Sanatı 171. Sayı Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

pembe dizilerindeki Brezilyalı tiptir, Tarkandır, veya benzeridir. Erkek çocuklar dakendilerine, pop şarkıcılarını veya amerikan dizilerindeki tipleri model alarak büyüyor. Birbakıyorsunuz her on sekiz yaşına gelen delikanlının dudak altında az bir kıl veya çenesindesekiz on tüy. Kitle kendisine sunulanın fotokopisini yapmayı deniyor.

Güzel kavramı ile genelde sanatın tüm dalları, özelde edebiyat ve şiir çok yakından ilgili.Kendi değerlerimizi bozmaya çalışanlar, yerine emperyalizmin değerlerini koymayaçalışıyorlar.Evrensel olan sanat kavramıyla emperyalizmin sanatını karıştırmayalım burada.Evrensel olmuş her sanat ürünü, her şiir, resim, müzik, mutlaka aynı zamanda ulusaldır, birulusa aittir ve o ulusun sesini, insanlığın sesiyle buluşturmuş bir zenginliktir.

Put tabudurTabu anlaşılamaz, açıklanamazPutçu anlayışlar, dogmalara sığınırDogmalar, kendilerinin varlık sorunsalları hakkında düşünmeyi yasaklamıştırTabu anlaşılır olsa, tabu olmazİşte bu nedenle, yıkılmak kaçınılmaz olarak yazgısıdır putun, put olmayan, canlıdır veyaşamaya devam eder.Homeros, dogma değildir, çünkü canlıdır, hala okunur, çok önemlidir, yaşamaya devameder, ölümsüzdür.Sümerli Ludingirra, Muazzez İlmiye Çığ’ın toprağı karıştıran parmaklarında,binlerce yılsonra, yüzlerce tablette anlattıklarıyla, yeniden dirilmiş ve konuşmaya başlamıştır. Gayetnet olarak anlaşılabilir.

2. Yeni Şiiri anlaşılmazlığın şiiridir, anlaşılmazlığın dayatılması ise akıl felci yaratmayayöneliktir.

“Okur sizi anlamıyor” diyene, okura küfrederek yanıt verir; zavallıdır ikinci yeni şairi.” (AsımBezirci, İkinci Yeni Olayı)

Küreselleşme çağının akıl felci yaratma yolundaki sanat silahı post/modernizm. bir belleksilme ve bilinç karıştırma eylemidir.resim iş öğretmenlerinin, değişik malzemeleri birkartona yapıştırtarak yaptırttığı çalışmalar gibi; ama alakasız nesneleri bir yereyapıştırmadır postmodernizm. Geçmiş kültür mirasını toptan unutturup, belleğini kazıyarak,aptallaştırdığınız kitlelere sunulmuş övgü dolu anlaşılmazlıktır…Burjuvazinin ve tekellerinsatılmış sanatçıları, öncelikle çok iyi bir bilgi birikimiyle yola çıkarak, bu akıl karıştırma işiniyaparlar.gerçek anlamda tutarsızlıklarını, aykırılık olarak lanse eden, giderek, her türlüiletişim aracı yoluyla putlaştırılan canlılardır.Gerçek anlamda içinde yaratıcılık barındırmayanaykırılık,soytarılıktan başka bir şey değildir.

Anlaşılmaz olmak zorundadırlar. Defalarca okursunuz ama ya anlayamazsınız, ya daanladığınız şey, reklamlarda göklere çıkartılan ürünle aynı değildir.durum böyle olunca da,siz, gerçekte onu anlayamadığınızı düşünerek, kendi bilgi ve sezgilerinizden kuşkuyadüşersiniz.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

İnsanlığın iki bin yıldan fazla olan düşünce tarihi içinde sağlam kalan kazanımlar uzunmücadeleler ve çatışmalar sonucu elde edilmiştir. Bu nedenle, onların korunması kuşaktankuşağa, çağdan çağa devredilen belli bir sorumluluk anlayışı ile mümkündür. İlericidüşüncelerin, güzel değerlerin ve yararlı bilgilerin yok olması ya da tersyüz edilmesitehlikesi karşısında, her şeyden önce, böyle bir tehlikenin varlığından haberdar olmakgerekir. Bu, ele aldığım konu açısından, somut olarak «faşizm» denen olguyu yakındantanımak demektir. İkinci olarak, eski kültüre (hümanist kültür birikimine) gerçek anlamdasahip çıkıp onu yanlış yorumlardan uzak tutarak insanlığın hizmetine sunmak güncelliğinikaybetmeyen bir görevdir. Bu görev, engin bir tarih bilgisi ve eleştirici bir kavrayış olmadanyerine getirilemez. Kültür ve sanat ürünleri, ancak gerçek sahiplerinin ellerinde hak ettiklerideğerlere kavuşacaklardır” (Tarih Bilinci Ve Edebiyat Bilimi, Sargut Şölçün, Dayanışma Yay,1982 Ank)

Kendine ait güzel kavramı olmadan, kendine ait sanat kavramı da olamaz. Kendine aitgüzel kavramı olmayanın aşkı, kendisine dışardan reçeteyle sunulmuş aşktır.İşte bunedenle, aşk yok mu sorusuyla yüzleşiyor düş kıtıklığına uğrayan insanlar. Çünkü gerçektende, pembe dizilerdeki ve çok satan romanlardaki aşk yalandır, sadece insanları uyutmayayarayan bir illüzyondur. Bu illüzyonun peşinde bir ömür boyu, mutsuzluktan kurtulamayan,kendi değerleri olmayan insanların hayal kırıklıkları yatar.

Ne büyük bir arayış, ağlayış ve kanayıştır; Ahmet Altan’dan Cezmi Ersöz'e MurathanMungan’dan, Hilmi Yavuz’a, Ferdi Tayfur’dan Orhan Gencebay’a aşk kovalamak, olmayanbir şeyi kovalamak… Onlar da bu kovalamanın farkında olarak sürekli kendi kitlelerininruhuna uygun reçeteler üretiyor. Cezmi, Ahmet ve benzerleri kişisel deneyimlerini AŞK diyeyutturmaya çalışan birer puttur. Yeni idol diye tanıtılır genellikle bu tipler, idol, put demektir,putun Fransızcası.

Hiç de garip değil, Hilmi Yavuz, röportajlarında bol bol Aragon vb dünyanın sosyalistgerçekçi ozanlarından alıntılar yapabiliyor. kendisinin bu anlamda tanımlayabileceği birduruş noktası olmamasına rağmen. Akıl felcine sanatsal katkıda bulunuyorlar.

“Yanlış bilinçlenme. İllüzyon yaratan unsurlar, kapitalist ilişkiler içinde. günlük hayattasürekli olarak yeniden üretilir. Egemenliğin sürmesi için insanların toplum ilişkilerininözünün açığa çıkmaması gerekmektedir. Diyalektik neden sonuç bağlantısı içinde,«şeyleşen» toplumsal ilişkiler, insanların görüngüler peşinde koşmasına neden olur. Bugenel bağlam içinde burjuvazinin kültür mirasını kullanmasına karşı mücadele etmekgerekir. Çünkü: 1-Günümüzde burjuva ideolojisi, kültür mirasını açıklamaya ve geliştirmeyeyetmeyecek kadar güçsüzdür. 2- Burjuvazi geniş' kitlelerin görüngülerle oyalanmalarınısürdürmek İçin, kültür mirasını tahrif edecek ve şimdiki zaman için etkisiz durumagetirecek kadar güçlüdür. Bu iki nedenden dolayı, kültür mirası ideolojik mücadelede özelbir önem kazanmıştır, önyargılı ve illüzyona dayanan burjuva ideolojisiyle hesaplaşmayagirilirken, ilk önemli bilgi kaynağı, yine kültür mirasının kendisi olmaktadır. Bubakımdan, iki yüz yıldır kitlelerde derin kökler salmış yabancılaşmanın etkisiz kılınmasıve onlarda sağlıklı bir tarih bilincinin uyandırılması için, söz konusu kaynağı büyük bir

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

titizlikle seçmek ve yaratıcı biçimde kullanmak zorunludur. ” mirasının kendisi olmaktadır.Bu bakımdan, iki yüz yıldır kitlelerde derin kökler salmış yabancılaşmanın etkisizkılınması ve onlarda sağlıklı bir tarih bilincinin uyandırılması için, söz konusu kaynağıbüyük bir titizlikle seçmek ve yaratıcı biçimde kullanmak zorunlu-dur. ” (Tarih Bilinci VeEdebiyat Bilimi, Sargut Şölçün, Dayanışma Yay, Ankara 1982)

Akıl felci, emperyalizmin geçmişinden kopardığı insanlığı orta yerinde çaresiz bıraktığı birArasattır, bir savaş alanıdır, kaostur. Neye karşı ve niçin savaştıklarını bilmeyen silahsızaskerlere benzerler. Hatta onlar savaşmıyordur, onlara karşı açılan bir savaş vardır vebundan haberleri yoktur.

Kültür mirasını zaman içinde kuşaklara taşıyan en önemli araç dildir. Onlar dillerinindeğiştiğinin ayrımına bile varmazlar.Yerli işbirlikçilerle birlikte emperyalist yamyamlar, dünyahalklarının dillerini değiştiriyorlar.

”Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissininkişafında müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurlaişlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerboyunduruğundan kurtarmalıdır.” (2 Eylül 1930) Mustafa Kemal’in bu sözleri bu gün desöylendiği gün kadar, hatta çok daha fazlasıyla önemlidir. Küreselleşme imparatorluğu,dünyanın başına çöreklenmiş bir canavar DEMOKRASİ(!), İNSAN HAKLARI(!),ÖZGÜRLÜK(!), REFAH(!) adı verilebilecek kollarının uzandığı her yerde ne varsaparamparça ediyor. İnsanları milyon milyon, yüz bin yüz bin kırması yetmiyor. Ulus bilinciniyok etmelidir, çünkü ulusların halkları, bilincini yitirmeden, emperyalizm rahatolamayacaktır.Hiç bir zalim huzurlu olamaz, olamadıkça da bu huzursuzluğunu kanlabesler.Beynini felç etmelidir ki dünya halklarının,egemenliğini garantiye alabilsin.

Mustafa Kemal’in dediği, milli his ile dil arasındaki bağı kopartmak zorundadır. ZamanımızdaOkullarda Türkçe dersinden çok İngilizce okutmayı çağdaşlık uygarlık sayanlar kim, onlarıiyi tanımak lazım.

Arap kaynaklarının etrak-ı bi idrak dediği ulusuz biz. Araplar bize tarih boyunca etrak-ı biidrak diyor, idraksiz Türk anlamına geliyor. Burada insanımızı, idrarsızlaştırmak için, yediyaşından başlatarak okullarda yarış atına çeviren anlayış, beyin felci ve belleksizleştirmegibi emperyalist amaçların yandaşları ve yerli memurlarıdır. Üniversiteler yabancı dildeeğitim yapıyor, bu demek oluyor ki, “Türkçe bilim dili olarak gelişmesin”. LiselerdeTürkçe’den çok daha fazla saat okutulan zorunlu yabancı dil dersleri sonuçta cola turcareklamındaki gibi yarı İngilizce yarı Türkçe bir dili öngörüyor.

Önceden Dallas kıraathaneleri açılırken, sonradan tv aklarına kadar İngilizce oluyor.Konuşurken argüman diyor politikacılar, art galeri denmeye başlanıyor. Türk Dil Kurumu1980 sonrası hiçbir şey yapmıyor mcdonaltslar yayıldıkça khebapchilar da açılıyor. Yazlıkgiysisine “seni seviyorum” yazdıran yok ama “i lowe you” dan geçilmiyor. İhanetmedyasının uşaklaşmış yazarları buna çanak tutuyor. Leyla ile Mecnunu, sözüm ona roman

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

yapan divan edebiyatı profesörü İskender Pala, kapağına L&M yazıyor, Leyla ve Mecnununbaş harflerini İngilizce okumamızı istiyor, okuyunca ELEM oluyor.garip bir karmaşa.

Hilmi Yavuz, “Edebiyatın globalleşmesi söz konusu mudur? Ve bunun içerisinde, TürkEdebiyatının yeri nedir?” sorusuna” Eğer bir globalleşme söz konusu olacaksa, bugloballeşmenin içinde ulusal kimliklerin kesinlikle korunacağı kanısındayım. Yani bu büyükbir mozaik olacaktır. O büyük mozaiğin içinde bir bütünlük olacak, ama her biri kendirengini, kendi formunu korumak durumunda kalacaktır. Bu çok önemli bir şey. Avrupamedeniyetinin globalleştirdiği insan hakları, sivilleşme, demokrasi gibi kavramlar var. Bunlarkökende Avrupa uygarlığının temel kavramları ve bunlar Fransız İhtilali'nden sonra zatenbüyük ölçüde globalleştiler. Ama bugün globalleşme adı altında öne çıkarılmakta olan şeyAmerikan kültürüdür. Globalleşen Amerikan kültürüdür. Fast food'tan, giyim kuşamdan,yiyecek adetlerimizden ya da içme adetlerimizden, giyim kuşam adetlerimize, dinlediğimizmüziğe kadar globalleşen, hatta dilimizle birlikte globalleşen aslında Amerikan kültürüdür.”

Yanıt veriyor. Ne diyor bu adam, globalleşmeyi övüyor mu yeriyor mu; yoksa kafa mıbulandırıyor. (7 Ocak 2001 tarihli Binyıl gazetesinde,Murat Gülsoy’la röportajından)

“Edebiyat bir dil sanatıdır ve bu sanatın ustalığına soyunanlar dillerinin bu denliaşağılanmasına hiç ses çıkartmıyorlar, hatta çanak tutuyorlar. Görevleri beyin bulandırmak,bellek kazımak olunca, yapıtları da beş para etmez oluyor. “Sanatsız kalan bir milletin hayatdamarlarından biri kopmuş demektir” sözüne uygun olarak, bilinç yoksulu kitaplar üretip,insanlardan kendilerini idollaştırmasını istiyorlar. “En üstün benim” diyebiliyorlar. Eş, dost,akraba, ahbapçavuş takımı ve tekelci medya onları alıp “star” yapıyor; biz okurlarsa,reklamlara uyup, alıp bakınca, ”dumura uğruyoruz” (Bir alıntıyı tekrar ediyorum: “Adı,‘‘yumuşak’’ anlamına gelen Hilmi. Soyadı ‘‘sert’’ demek olan Yavuz. Hilmi Yavuz; şair,felsefeci, üniversite hocası. Zaman zaman çeşitli yazarlarla, edebiyat dünyasının dışınataşacak kadar sert polemiklere giriyor. Kolay beğenmiyor, beğenmediğini açık açıksöylemekten çekinmiyor ve bu tavrıyla edebiyat çetelerinin tekerine çomak soktuğunainanıyor. Ona göre edebiyatçıları narsizm motive ediyor. Belli ki o da aynı kaynaktanbesleniyor: ‘‘Şu anda Türkiye'de benden daha iyi şiir yazan birisinin olduğunudüşünmüyorum. Hiç tereddüdüm yok. Hatta yalnızca Türkiye'de de değil...” Zeynep Güven,

Hürriyet Gazetesi, 30 Ağustos 1998, Pazar “Hilmi Yavuz, 1987 yılında “Zaman Şiirleri” adlıkitabı ile Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü alır. Ödülden sonra kendisiyle yapılan birröportajda duygularını soran bir muhabire, kitabının ‘‘son elli yılın en iyi şiir kitabı’’olduğunu söyler. Muhabir gülümseyerek ‘‘Hocam biraz mütevazı olmak gerekmiyor mu?’’türünden bir laf eder. Hilmi Yavuz cevap verir: ‘‘Gayet mütevazıyım. Aksi halde son yüz elliyılın en iyi şiir kitabı demem gerekirdi’’. Bu sözleri gazetede gören bir şair dostu, şaşkınlıkiçinde Yavuz'a gider, ‘‘Sen nasıl böyle söylersin’?’ Hilmi Yavuz'un cevabı kısa olur: ‘‘Sen desöyle’!” Zeynep Güven,Hürriyet Gazetesi, 30 Ağustos 1998,”

Aklı felce uğratılıp yalnızlaştırılan insanın dostlukları, aşkları, evlilikleri, toplumsal ilişkilerişeyleşir.şey, eşya kökünden gelen bir sözcük, eşyalaşmak oluyor.bu anlamda, sevgili, dost,

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

arkadaş, eş,birer eşyadır, kullanır ve atarsın; işine yaramadığı noktasında biter ve yenisibaşlar.Her gün binlerce aile boşanmaktadır.Her boşanan çift yeni bir ev ve yeni evinde yenieşyalar demektir. Kredi kartlarınla takside girer, eşya alırsın. Hayat eşya alıp atmaktanibaret olur. Özveri, vatan için ölmek, başkalarının acısına yanmak, merhamet, sevgi,aptalcadır. Ve en çok da, kadın erkek eşitliği, aşk, “sex”, sevgi konuşulur. O kadarkonuşulur ki, yaşayan yoktur ortada. Sadece konuşulur.

Aşkı parçalar emperyalizm, kadın ve erkeği parçalara ayırır, aşkı mutlaka yok etmesigerektir, bunun yolu, aşk diye başka bir şey icat edip onu kabullendirmektir. Sanatıparamparça etmelidir ve bunun için adamları olmalıdır; yaratır onları. Ne kadar “şey” varsabölünebilecek, böler. Dini parçalar ama yok etmez; kendine uygun hale getirir, tarikatlarkurar. Milliyeti parçalar birbirine düşürür. Giderek eğitim sisteminde “çoklu zeka kuramı”adıyla bir kuram icat edip, geri bıraktığı ülkelerde bunu ders olarak okutturur. ”Çoklu zekakuramı”, zekayı sekiz parçaya bölen bir kuramdır; insan zekasını parçalamak gerekir çünkü.“Tam gelişimini faşizmde bulan emperyalist felsefe, merkezi kategorisi olarak, paradoksalbir şekilde 'yaşam' denilen, ama yaşama karşı olan her türlü ilkenin bir bileşimi olan 'biranlayışı kabul eder. Bu yaşam anlayışı, insan yaşamına, insan ruhuna, binlerce yıllık insanievriminin doğurduğu değerlere karşı bir savaş ilânıdır” (G.Lukacs, Avrupa Gerçekçiliği,İstanbul, 1977)

Ün sağlamak, nam yürütmek egemen güçlerin sanatçılarının en büyük tutkusu oluyor.Narsist ve megaloman bir hezeyanla bir yandan birbirini yiyerek, diğer yandan ödüleboğuyorlar yandaşlarını. Nedense NAZIM hapse düşünce, Süleyman Efendi’nin nasırınaŞİİR yazan Orhan Veli, piyasaya sürülüyor. Orhan Veli bireyciliğin şairidir. Sabatayist OrhanPamuk, içi boş değerleriyle Nobel adayı olabiliyor, Orhan Pamuk, Ahmet Altan kuşkusuz kibir Orhan Kemal’den çok daha geri çizgide yazıyorlar. Yazdıkları bizden bir yerlerin telineasla dokunamıyor. Edebiyat değerleri ise yok. Eğer bize söylenenlere göredeğerlendireceksek, edebiyat değerleri tartışılamaz; eğer kendi beğenimize görebakacaksak yok öyle medyadaki besleme yazarların anlattığı gibi bir olağanüstülük.Murathan Mungan, benim ve benzerlerimin yazılarımızın konuğu olacak, İsmet Özel de,elbette Hilmi Yavuz da, Varlık vb dergilerin şairleri de, şiir anlayışı da, atölyelerde şiirhocalığı yapan ne kadar hoca varsa, onları tek tek incelenip yeteneksizlikleri deşifreedilecektir. Kim putlaşmaya kalkıyorsa yıkılması kaçınılmaz olacaktır. Putları yıkacak olanlarmutlaka çıkacaktır ortaya.

Akıl felcinin elemanları, aslında asla aydınlığın meşalesi olamamışlardır. Birer sarmaşık türübitkidirler ama sarmaşıkgillerden değiller. Sadece gerçeğin üzerine sarılarak onu gizlerler,onları izleyenleri yanıltmaları zaten görevleridir, meyve veremezler, fazlaca boy atar amabir anda yok olurlar «Ancak entellektüel olarak ölü idiler: basit, özel çıkarları için, tezgâh vebahçeleri için yaşıyorlardı ve ufuklarının üstünden, insanlığı kaydıran güçlü harekettenhaberleri yoktu. Sessiz bitkisel yaşamlarında rahattılar ve sanayi devrimi olmasa, bu rahat,romantik olmakla birlikte insanoğluna yakışmayan varlıklarından hiç çıkmayacaklardı.Gerçekte insanî varlık değildiler, o zamana kadar tarihi sürüklemiş olan bir avuç aristokratınhizmetinde emek makinalarıydılar.» (K. Marx-F. Engels, Colîected Works, Vol. IV, s. 309.)

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Demek oluyor ki tarihin her döneminde, egemen olanların, kitleleri uyutmak içinyetiştirdikleri sarmaşık türü bitkiler vardır.

Aşk şiiri mi yazıyorsun?Hangi aşkın şiiri bu?

“Eğer yüreğinde, başkalarının ezberlettirmediği duyguların şarkısıysa söylediğin, hiç kimsebeğenmese de, en güzel aşk şiirini yazıyorsun demektir. Zaten sen onu, sevgilin içinyazmadın mı, git öyleyse ona oku, çünkü ona okuyunca, gerçek anlamda duygularını, aitolduğu insana söyleyerek, amacına ulaşmış olacaksın.” (Pablo Neruda,Şiirin gücü adlıyazısından) [NOT: Bu Sayının Savsözü, bu noktada bir kez daha okunmalıdır. E. N.]

“Dizelerimden her biri açık olmaya çabaladı; şiirlerimin her biri yararlı bir alet olmayaçalıştı; şarkılarımın her biri yol ağızlarında bir toplanmayı işaretlemeyi ya da birinin, dahasonrakilerin üzerine yeni işaretler koyacağı bir taş veya odun parçası olmayı arzuladı.

Şairin görevlerini mantıkî sonuçlarına ulaştırarak doğru ya da yanlış, bu karara vardım:Toplumda ve hayatta yükümlülüğüm alçakgönüllü bir partilininki olmalıdır. Bu kararı parlakbaşarısızlıklara, kimsesiz zaferlere, sersemletici yenilgilere tanık olduğum halde verdim.Kendimi Amerika'nın mücadeleleri içinde bir aktör bularak, anladım ki, insan olarakgörevim; yeteneklerimi, birleşen halkların kabaran gücüne katmaktan, onlara maddi vemanevi olarak, tutku ve umutla katılmaktan başka bir şey değildir. Çünkü yalnızca okabaran selden, yazarlar ve halklar için gerekli ilerleme doğabilir. Durumum sert ya danazik itirazlara yol açtıysa, ya da açsa da, gerçek şu ki, geniş ve acımasız topraklarımızdaeğer karanlığın çiçek açmasını istiyorsak, henüz okumayı öğrenmemiş -hatta okumayı hiçöğrenmemiş, henüz yazamayan- ya da bize yazamayan, milyonlarca insanın bir onurortamında yaşamasını istiyorsak -ki bu olmadan, tam bir adam olmak mümkün değildir-bundan başka bir yolu kabul edemem.

Yüzyıllardır bedbahtlıkla damgalanan halkların sefaletini miras aldık -en cennetlik, en temizhalkların; taştan ve metalden harikulade kuleleri, göz kamaştıran, parlak hazineleri yaratanhalkların; bugüne süregelen korkunç sömürgecilik çağında hayatları ansızın yıkılıpsusturulan halkların.

Bize yol gösteren yıldızlarımız, mücadele ve umuttur. Ama tek başına umut ya da mücadelediye bir şey yoktur. Her insanda, tüm geçmiş çağlarla, zamanımızın ataleti, yanlışları,tutkuları, ivedilikleri, tarihin hızlı akışı birleşmiştir” (Pablo Neruda, Şiir Boşuna YazılmışOlmayacak)

Bin yıllar önce de zalim zulüm ve mazlum vardı.Aşık maşuk ve engel vardı.Karanlık ve aydınlık..Acı ve sevinç vardı…

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Egemen olanlar, günümüzün silahlarıyla kitleleri umutsuzluğa, karamsarlığa, çaresizliğeboğmaya çalıştıkları kadar, hatta binlerce defa fazlasıyla, bu robotlaştırmaya çalıştıklarıkitlelerden korkuyorlar. 33 yıl tahtta kalan Abdülhamit, dişini bile kendisi çekecek kadargüvensiz ve şüphe doluydu, ”yıldız” ve “burun” gibi sözcükleri yasaklıyordu zamanındergilerindeki yazılarda.Z alimdi ama korkuyordu.

Bu günkü dünyaya ve geri kalmış ülkelere egemen olanlar da korkuyor kanları ve terleriüzerine saltanat kurdukları kalabalıklardan.Bundan olmalı top yekun olarak bellek kazımayave akıl felcine tezgah kurmaları.

Reddediş ve seçicilik insan olmanın en belirgin kanıtıdır.Kendisine sunulanı reddedenler, ancak kendisi olabilir.Yaşamak başkalarının sunduğu reçetelerle yapılıyorsa insan bir robottur.Robotların duyguları, ilişkileri, yapaydır.

“İşte bu yüzden, bugün yazan gençler, hakkında yazmaya değen, dert ve yorgunluğadeğen tek şeyi, sırf bu yolla iyi yazmalarını sağlayabilecek olan tek şeyi unuttular: kendiyleçatışan insan kalbinin sorunlarını. Bunu yeniden öğrenmeliler. Olabilecek en bayağı şeyinkorkmak olduğunu kendilerine öğretmeliler: bunu yaparken de çalışmalarında ezeligerçeklerden ve yüreklerinin doğrularından, geçici ye yok olmaya mahkûm herhangi biröykü içermeyen evrensel doğrulardan -sevgi ve onurdan, şefkat ve gururdan ve merhametve fedakârlıktan- başka hiçbir şeye yer bırakmayacak biçimde, her şeyi sonsuza kadarunutmalılar. Yoksa bir lanet altında çalışırlar. Aşkı değil şehveti, kimsenin değerli bir şeyyitirmediği yenilgileri ve umut içermeyen, en kötüsü de şefkat ve merhamet içermeyenzaferleri yazarlar. Kederleri hiçbir evrensel kedere neden olmaz, hiçbir iz bırakmaz. Kalptendeğil, hormonlardan yazarlar.” (W. Faulkner, 1949 Nobel Ödül Töreni Konuşmasından)

ADNAN DURMAZ16 Haziran 2006

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BİR UĞRAŞIM VAR

Yoğun ve onurluyüreklerin tanıdığızeytin dallarınaselam getiriyoruzun soluklu kuşlaryol uzun ve çetin, amauğrayamaz hiçbir ihanetşimdi bırakıyorum yüreğimicoşkuyla sofranızadostluk ebedidir adınaerteleyemiyorum yaşamıölümüne özgürlüğüm varbüyüdü zeytin dalları budaklandısen kanat çırp yeter ki...

BURCU TÜRKER

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BİR UMUT DAHA

Bütün çocukların adı:Umut...Bütün umutlar çocukça...Bütün umudu çocuklarda dünyanın...Çocukların umuduysatümüyle arınmışsavaştan ve sömürüdenve bölüşülmeden paylaşılabilenbir dünya...

Bütün çocukların adı:Umut...Bir umut da sen tut!..Tut ki yeşersinki eklensin umutlarabir umut daha!..

MUAMMER ERTURAN

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

IŞILTILI VE “TEHLİKELİ” BİR KADIN: SUAT DERVİŞ[*]Sibel ÖZBUDUN

“Benim güneşimkaranlık bastığında doğar.”[1]

Sahne -sanki oradaymışım gibi- aklımanakşedilmiş. Hale (Kıyıcı) anlatmıştı...Köhne bir mahpushane... Belki Ankara,belki de Paşakapısı. Sobayla ısıtılanmüdür odası. Makam masasınınkarşısında olasılıkla döşemeleri yıpranmışbir kanepe, iki koltuk. Olasıdır ki masanınarkasında bir Atatürk fotoğrafı... Her şeyOğuz Atay romanlarına fena hâldeuygun.Ama dekorda iki aykırı figür, ezeli birmahpushane yerli yerindeliği duygusunuinfilak ettiren iki tezat var. Kürkmantolarına bürünmüş, belki modasıgeçmiş, ama son derece Paris şapkalı,elleri dirseklerine dek uzanan eldivenli,iki narin kadın. Cezaevi müdürününsipariş ettiği kahvelerini yudumlarkenjandarma eşliğinde iki erkek getiriliyorodaya. Kadınlar, erkekleri görünce

istiflerini bozmadan eldivenlerinin tekini sıyırıyor.İki erkek, biraz mahçup, bağlama son derece aykırı bir reveransla eğilip dudaklarının ucunuellere değdiriyorlar.Erkeklerden ikisini de tanıyorsunuz. Biri, Şefik Hüsnü Değmer. Türkiye Komünist PartisiGenel Sekreteri. İkincisi ise Reşat Fuat Baraner... TKP MK üyesi.Ya kadınlar? Biri Madam Leokodya... Şefik Hüsnü Değmer’in eşi. Polonyalı. Gösterişli, süslüşapkalar, rugan iskarpinler, hoş kokulu parfümler, kırık-dökük bir Türkçe ve... 12 Martfaşizmi altında, kocasının mezarını korumak için kalkıp Türkiye’ye gelerek kaçakdevrimcilerle aynı evde kalmayı göze alacak kadar gözükara bir aşk...[2]İkincisi... İkincisi ise Suat Derviş... Sık sık ayağını yere vurup “Ben yazar Suat Derviş’im.Kimsenin karısı olarak anılmak istemiyorum” diye haykırmasından öğrenerek vurgulayayım.Kitapları Almanca, Fransızca, İngilizce, Rusça, Bulgarca’ya çevrilmiş; eleştirmenlerin İvoAndriç’le, Maksim Gorki’yle kıyasladığı; ‘Fosforlu Cevriye’nin, ama onun yanısıra çok sayıdaroman ve öykünün yazarı; Avrupa’ya giden ilk kadın gazeteci; aristokrat bir aileninmürebbiyelerle yetiştirilmiş kızı; Şükrü Saraçoğlu’nun dışişleri bakanlığı sırasında yabancı bir

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

konuk geldi mi “örnek Türk kadını görsünler” diye Dışişlerine çağrılan bir “modern” kadın...TKP MK üyesi Reşat Fuat (Baraner) ile evli...Ve adı silinmiş, unutturulmuş...Yaşamı, İstanbul Küçük Çamlıca’da, eski bir manastırın üzerine inşa edilmiş bir köşktebaşladı. 10 Ağustos’u 11 Ağustos’a bağlayan gece. Yıllardan 1901.[3]Annesi Sultan Abdülaziz’in mabeyincilerinden Kamil Bey ile, saray kökenli PerensazHanım’ın kızı Hesna Hanım idi. Piyano çalan, evlenmeden önce -bazılarını CenapŞahabettin’in okuyup yayınlatmayı önerecek kertede beğendiği- öyküler yazıp evlendiğindekocasının sanına hâlel gelmesin diye bunlardan hiçbirini yayınlatmayan bir Çerkes kadını.Ama Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”si sahnelensin diye uğraşmak üzere kadınlardanbir komite oluşturacak kadar da hayatın içinde...

Babası ise kimyager Müşir Derviş Paşa ile ilk bakışta vurulduğu, Prenses Zeynep’in balerincariyesi Şevkidil Hanım’ın oğlu İsmail Derviş Bey’di. Derviş Paşa, Şevkidil Hanım kendisinearmağan edilince önce azat etmiş, sonra da evlenmişti onunla. Bu evlilikten doğan dörterkek çocuğun sonuncusu idi İsmail Derviş Bey ve belki de annesinin doğum sırasındakanamadan ölmesinin itimiyle, jinekolojiyi seçmişti kendisine meslek olarak. Darülfünundanisaiye profesörüydü.İkinci kızlarının doğumuna nezaret ederken onun mutlu bir yaşam sürmesinden başka birarzusu olmadığı için olsa gerek, adını Saadet koymuştu babası... Ancak o, olasıdır kiçocukluğundan beri Suat adını tercih etmişti...İkinci Meşrutiyet’in ilanı, 31 Mart vak’ası gibi tarihi olayların arkaplanını oluşturduğu,saadet içinde, müreffeh bir çocukluk geçirdi gerçekten de... Kendisine saray terbiyesigereği “Cicianne” dedirten Perensaz Hanım, “Cicibaba” Kamil Bey, ablası Hamiyet,mürebbiyesi Matmazel Ner, annesi, babası, aileye sonradan katılıp saltanatını sarsacak olankardeşi Feridun...Eline kalem almasındaki birincil etken, olasıdır ki öykü yazmaya evlendikten sonra sonveren annesiydi. İlk şiiri, “komşu oğlu” (ve “Gölgesini” şiirinden anlaşıldığı üzere ona karşıkarşılıksız bir aşk besleyen) Nâzım Hikmet’in kendisinden habersiz girişimiyle Yusuf ZiyaOrtaç yönetimindeki Alemdar dergisinde yayınlanan ‘Hezeyan’ı (1918) kısa sürede -bugünçoğu tefrika edildikleri gazete sayfalarında yitip gitmiş- romanlar izleyecekti: ‘Kara Kitap’(1920), ‘Ne Bir Ses, Ne Bir Nefes’ (1923), ‘Ahmet Ferdi’ (1923), ‘Hiç Biri’ (1923), ‘Behire’ninTalipleri’ (1923)...Bu sıralar, ablası Hamiyet ile birlikte eğitim görmeye Almanya’ya gidecektir. Aile kızlarınıneğitimi için hiçbir özveriden kaçınmamıştı gerçekten de... Abla kardeş, 1927’de Berlin’dekiSternisches Konservatuarı’na kaydolup şan dersleri almaya başladılar. AmaSuat Derviş’inilgisi edebiyataydı; kısa süre sonra Edebiyat Fakültesi derslerine girmeye başladı, bu aradaScherl-Verlag, Mosse ve Ullstein gazetelerinde muhabir olarak çalışıyor,[4] bu yazılarındaSuzet Doli imzasını kullanıyordu.[5] Öyküleri Almanca’ya da çevrilmekteydi. İçlerinden biri,1928 yılında Ukrayna’da bir dergide, Rusça olarak yayımlanmıştı. Günlük Ullsteingazetesinde tefrika edilen ‘Sultanın Karısı’ romanı beğeniyle karşılanıp çeşitli dillere çevrildi.Almanya’da yaşadığı süre içerisinde sık sık Türkiye’ye gelip gidiyordu. Ama kesin dönüşü,babasının ölümü üzerine, 1932’de yaptı. Varlık günleri geride kalmış, 1930’da Suat Derviş’indoğup büyüdüğü köşkü tüm birikimleriyle birlikte bir yangında yitiren ailenin malî durumu,

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

babanın ölümüyle daha da bozulmuştu.[6] Suat Derviş, bundan böyle yaşamını kalemiylekazanmak zorundaydı. 1930’ların ikinci yarısında ‘Son Posta’, ‘Vatan’, ‘Cumhuriyet’, ‘GecePostası’, ‘Tan’, ‘Haber’ ve ‘Son Telgraf’ gibi gazetelerde çalışmaya başladı. Kısa makale veröportajları yayınlanmaktaydı. 1935’te ‘Cumhuriyet’ gazetesinde yayınlanan röportajlarında,“sakatlanınca, yaşlanınca işten atılan işçi kadınlarla, çocuğunu çalışırken bırakacak yerbulamayan annelerle konuşur. Sokak sokak dolaşır, işçi kadınların çaresizliklerini,haykırışlarını, duyurmaya çalışır.”[7] 1936’da Montreux Konferansı’nı izlemeklegörevlendirilecek kadar iyiydi işinde.1937’de Tan gazetesi, Suat Derviş’i Sovyetler Birliği’ndeki politik gelişmeleri izlemeklegörevlendirecektir. Bu arada romanlarını çeşitli gazetelerde tefrika etmeyi sürdürmektedir:‘Onu Bekliyorum’ (1934), ‘Onları Ben Öldürdüm’ (1935), ‘Baba-Oğul’ (1936); toplumcugerçekçi bir yönelimin kendini hissettirdiği ‘Şeylerin Romanı’ (1937), ‘İstanbul’un Bir Gecesi’(1938), ‘Hiç’ (1939)[8]... Verimli bir yazardır.SSCB’ne yaptığı yolculuklar, Suat Derviş’in bundan sonraki siyasal ve yazınsal yaşamındakalıcı izler bırakacaktı.[9] Ancak siyasal görüşleri, örgütlü mücadeleye, son eşi Reşat FuatBaraner ile birlikte dönüşecektir.Reşat Fuat’ten önce birkaç kez evlendi, Suat Derviş. Önce milli güreşçi Seyfi CenapBerksoy... Sonra yazar Selami İzzet Sedes, ardından da Nâzım Hikmet aracılığıyla tanıştığıgazeteci, yazar, Halk İştirakiyyun Fırkası’ndan yargılanan Nizamettin NazifTepedelenli…[10]Bu evliliklerin hiçbiri, uzun ömürlü olmamıştır. Fırtınalı, belli; ama kısa süreli ilişkiler. SuatDerviş, sonraları tek gerçek aşkının kocası Reşat Fuat Baraner olduğunu kendisini “ideolojikkayınvalidem” olarak tanımlayan Hale Özgür Kıyıcı’ya söyleyecektir: “… Ben Reşat’laberaber dünya penceremden farklılıkları yazmaya çalıştım. Reşat’ı tanımam 1926’dır. NâzımHikmet çocukluk arkadaşımdır. Ailecek görüştüğümüz bu büyük şair benim Alemdar’dayazmamı sağlayarak bir kapı açmıştır. Benim için yazdığını söylediği şiir ise gurumuokşamanın ötesinde bir şey ifade etmez. Benim tek aşkım Reşat Fuat’tır.”[11]“Tek aşkı”yla nasıl tanıştığına dair rivayet muhtelif... Son yıllarını aynı evde geçirdiği HaleÖzgür Kıyıcı’nın aktardıklarına kulak verecek olursak, ilk karşılaşmaları, o sıralar kuzeniMustafa Kemal ’in[12] isteğiyle mühendislik eğitimi görmek üzere Almanya’ya giden veburada Spartakist hareketten etkilenen Reşat Fuat’in, Şefik Hüsnü’nün çağrısını yaptığı TKPAvusturya Kongresi’ne katılmak üzere bindiği Viyana treninde olmuştur. Yıllardan 1926...Suat Derviş ise Viyana’ya opera izlemeye gitmektedir. Trende uzun uzun sohbetederler.[13]Ne ki bu tanışıklık kalıcı bir ilişkiye yol açmayacaktır. Suat Derviş Türkiye’ye döndüğündebirbiri peşisıra üç evlilik yapar. Reşat Fuat ise 1930’lu yılların ortalarında eğitim görmek veTKP adına temaslarda bulunmak üzere gittiği SSCB’nde, Lenin Enstitüsü’nde tanıştığıAlman komünist Greta’ya (ya da Margareta) aşık olacaktır. Bir de çocukları olur çiftin:Klaus. Ancak İkinci Paylaşım Savaşı başlamak üzeredir; Komintern tüm komünistlerinülkelerine dönüp faşizme karşı savaşıma katılması kararı alır. Reşat Fuat Türkiye’yedönecektir, Greta ise bir yaşındaki oğlu Klaus ile birlikte Almanya’ya... Bir süre sonraGreta’nın Naziler tarafından öldürüldüğü haberi gelir. Klaus’u bulup onu cezaevindekibabasıyla ilişkiye geçirmek ise, yıllar sonra, Suat Derviş’e düşecektir!Her ne hâl ise... Öyle anlaşılıyor ki Suat Derviş ile Reşat Fuat Baraner arasındaki ilişki, her

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ikisi de TKP’nin legal yayın organı arayışlarından ‘Yeni Edebiyat’ dergisi için çalışırkenbaşlamıştır. Derginin imtiyaz sahibi, Neriman Hikmet’tir ve 15 Ekim 1940- 15 Kasım 1941yılları arasında 26 sayı yayınlanabilecektir.Kimler yoktu ki ‘Yeni Edebiyat’ın kadrosunda: Abidin Dino, Zeki Baştımar (sonradan TKPGenel Sekreteri), Naci Sadullah, Hasan İzzettin Dinamo, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, A.Kadir, Mehmet Seyda, Attila İlhan, Suat Derviş... Gizli TKP’nin Merkez Komite üyesi ReşatFuat ise, dergide Ali Rıza Çelik takma adıyla yazıyordu. 1930-1933 arasını “komünistlik”tencezaevinde geçiren bu eski dost, Suat Derviş’in çalkantılı yaşamına güvenilir bir liman gibigelmiş olmalı... Derviş ile Baraner, kısa sürede derginin fiilen sorumlusu olurlar... 1941’dede evlenirler.15 günde bir çıkan ‘Yeni Edebiyat’, 26. Sayısından sonra sıkıyönetim tarafından kapatılır.Devir, Alman Nazizmi’nin istikbaline hâlâ inanan tek parti devridir; ve ve hangi biçimiyleolursa olsun, her türlü “komünist” faaliyet CHP diktasının bütün sinir uçlarını ayağakaldırmaktadır! Reşat Fuat diğer Komünist Partililerle askere sevk edilir. Komünist kocasınınyanısıra, ‘Yeni Edebiyat’taki konumu, Suat Derviş’in de mimlenmesine neden olmuştur;dergide yayınlanan yazılar nedeniyle sık sık ifadeye çağrılmaktadır. Ancak busoruşturmalardan ciddi bir sonuç çıkmaz.

Ama dönemin müthiş antikomünist histerisiiçinde damgalanmıştır çoktan. “Birakşamüstü ablası Hamiyet’le birlikteyürüyüşe çıktılar Talimhane’de” diye yazıyorBerat Günçıkan. “Birkaç erkek peşlerinetakıldı, ‘işte, komünistler bunlar,’ diyorlardı.Birsüre sonra üzerlerine saldırdılar. Tecavüzetmekti amaçları. İki kardeş, terbiye edilmişsesleriyle çığlık çığlığa bağırdılar.Saldırganlar da kaçmak zorunda kaldı.”[14]Şan eğitimi, nihayet bir işe yaramıştı!Ama Suat Derviş için dananın kuyruğununkoptuğu moment, ‘Niçin Sovyetler Birliği’nin

Dostuyum?’ başlıklı broşür olur...İkinci Paylaşım Savaşı dünyayı kasıp kavurmaktadır... İktidardaki tek parti yönetimi, NaziAlmanya’sının nihaî zaferine kesin gözle bakmakta, Almanya ile ilişkilerini sıkı tutmayaçalışmaktadır. TKP, savaşın gerçek yüzünü teşhir etmek üzere bir dizi legal broşüryayınlama kararı alır. Bu amaçla Mihri Belli, Suat Derviş ve Hulusi Dosdoğru’nun dakatılımıyla bir komite oluşturulur. Komitenin ilk yayını, Reşat Fuat Baraner’in kaleme alıpFaris Erkman imzasıyla, ‘En Büyük Tehlike’, ‘Milli Türk Davasına Aykırı Bir Cereyanın İçyüzü’başlıklı, faşizm tehdidine dikkati çeken broşür olur. Broşür, Nazizm hayranı milliyetçiçevrelerde kızılca kıyametin kopmasına yol açsa da, kovuşturmaya uğramaz. Büyük patırtıise, Suat Derviş’in yazdığı, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana Türkiye-SSCB ilişkilerini anlatan“Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum?”[15] broşür üzerine kopacaktır.Dizi bu iki broşürde kalır. 1944’te “dışarıda komünist bırakmamacasına” geniş kapsamlı birtevkifat başlar. Tutuklananlar arasında Suat Derviş ile “rütbesiz asker” kocası Reşat Fuat devardır. Reşat Fuat, üzerine bol gelen asker kaputuyla çıkarıldığı duruşmada mahkeme

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

heyetine sunduğu 47 sayfalık savunmasında şunları der:“Biz milletimizin harbe girmesini istemedik. Saracoğlu hükümeti sağcı olduğundan sahadançekilsin dedik, hâlen de istiyoruz... Toplumsal düzeni devirme konusuna gelince; Türkiye’detoplumsal düzen burjuva bireysel düzendir. Biz Türkiye’de hakiki demokrasi düzeniniistiyoruz. Meclis’in, hükümetin yeniden kurulmasını istemek, toplumsal düzeni bozmakdemek değildir. Demokrasiyi kökleştirmek demektir...”Tutuklandığında sekiz aylık hamiledir Suat Derviş. Ve Türk emniyetinin sorgulama tekniklerisonucunda bebeğini düşürür. Bir daha çocuk sahibi olamayacaktır...Bu yargılamada Reşat Fuat 7 yıl 9 ay, Suat Derviş ise sekiz ay hapis cezasına çarptırılır.Suçu, Zeki Baştımar’ı kocasının kaldığı eve götürmekti! Ama “külyutmaz” mahkeme heyeti,onu ne yazılarından, ne de eylemlerinden dolayı değil, “niyeti”nden mahkûm ettiğiniduruşma tutanaklarında açık ediyordu: “Komünist propagandası yaptığından ötürühakkında takibat açılmış olan tanınmış ve iki defa mahkûm olmuş bir komünist adamlafikren anlaşarak evlenmiş bulunan bir yazı yazanın, herhangi eli kalem tutanla mukayeseedilemeyeceği mahkemece kabul edilmektedir...”[16] Madem ki komünistle evlendin, ozaman sen de komünistsin! O zaman yat bakalım kodeste de aklın başına gelsin!“Aklı başına gelmeyecek”tir, elbette... Sekiz ay Ankara’nın Soğukkuyu Cezaevi’nde yatıpçıktığında, gözü korkmuş, suskun, unutmaya yatmış bir toplum bulur karşısında. ReşatFuat ve yoldaşların büyük bölümü “içeride”dir ve bir zamanlar bir yazısını yayınlamak içinpeşinden koşan gazete patronları, artık iş başvurularına yanıt vermemekte, kapıyageldiğinde “yok” dedirtmektedirler sekreterlerine. “Komünistlik”le damgalanmış, tehlikelibir yaratıktır bundan böyle; görmezden gelinmesi, sakınılması, bir an önce unutulması,unutturulması gereken...Oysa ekmek gerekir hem kendisi, hem de mahpus kocası için. Suat Derviş’in tek geçimkaynağı ise, kalemidir. Piyesler, çocuk öyküleri, tefrika yazılar, radyo skeçleri, çevirilerkaleme alarak müstear isimlerle yayınlatabilmek için kapı kapı dolaşır. Bunlardan bazılarınıyayınlatıp üç-beş kuruş kazanmayı başardığı da olmaktadır: ancak yazdıklarının “kendisineyardım için yayınlanmasına aracı olan” eş dostunun imzasıyla basıldığını, öykülerinin,piyeslerinin, çocuk oyunlarının bu “hamiyetperver” dostlar tarafından yağmalandığınıgörmek pahasına!Yine de eğmez o güzelim dik başını. Cağaloğlu’nda dört gazeteciyle birlikte ilk basınsendikasını kurar, başkanlığı da üstlenir. Bir yandan da büyük bir enerjiyle yazmayısürdürdüğü romanları, çoğunlukla müstear isimlerle gazetelerde tefrika edilmektedir:‘Zeynep İçin’ (1944),[17] ‘Biz Üç Kızkardeşiz’, ‘Fosforlu Cevriye’[18] ve ‘Çılgın Gibi’ (1944),‘Büyük Ateş’ (1947). 1950’de tefrika edilen ‘Yaprak Kıpırdamasın’ı, uzun bir aradan sonra1962’de yayınlanan ‘Aksaray’dan Bir Perihan’ (1962) izleyecektir...Ama yalnızca yazmak değil... 1945’de İkinci Paylaşım Savaşı Almanya ve tüm faşizmdostları için büyük bir hüsranla sonuçlandığında, Türkiye’de iktidar da oynadığı yanlış atıgiderayak değiştirmek üzere alel acele kimi hamlelere girişir. 1946’da CemiyetlerKanunu’nun değiştirilerek sosyalizan örgütlenmelerin önünün kısmen açılması da bunlardanbiridir. Böylelikle Şefik Hüsnü Değmer öncülüğünde Türkiye Sosyalist Emekçi ve KöylüPartisi kurulur (1946). Suat Derviş, yeni parti ile “içerideki” komünistler arasındaki irtibatısağlamaktadır.Reşat Fuat ve yoldaşları, 1950’de Demokrat Parti iktidarı onuruna çıkartılan afla birlikte

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

serbest kalırlar. Suat Derviş ile “biricik aşkı” bir kez daha birliktedir. Ama kısa süreliğine...Bu “bir tutam özgürlük” de fazla uzun sürmeyecek, giden geleni aratmayacak veAmerikancı DP, ünlü 1951 tevkifatı ile bir kez daha “komünist avı”nı başlatacaktır. ReşatFuat, bir kez daha mahpustur; pek çok TKP’li ile birlikte... Suat Derviş ise takibataltındadır; “komünist avcıları”nın soluğu ensesinde...1951 tevkifatı davasının başladığı 1953 yılında,Türkiye’yi terk ederek Paris’e, ablası Hamiyet’inyanına gider. Sürgünde de boş durmamış,yorulmadan, bıkmadan yazmaya devam etmiştir.‘Les Lettres Françaises’, ‘Horizon’, ‘Les Femmesd’Aujourd’hui ’, ‘Les Femmes Françaises’, ‘Eve’ve ‘Antoinette’ (Fransız Komünist Partisi’ne yakınsendikal konfederasyon CGT’nin kadın dergisi)gibi dergilerde ve ‘Parisien Libre’ gazetesindeöykü ve romanları, Batı Almanya’da ‘KölnischerAnzeiger’, ‘Morgenpost’ ve ‘Bild’ gazetelerindemakaleleri, Avusturya’da da ‘Volksstimme’gazetesinde öyküleri yayımlanır.[19] TKP ileilişkileri, Fransız Komünist Partisi’nin dedesteğini sağlamıştır ona. “Binbir GeceMasalları’ndansa Balzac’ı, Gorki’yi, Steinbeck’içağrıştıran üslubuyla”[20] Savaş-sonrasıAvrupalı entelektüeller arasında, seçkin bir yeresahip olmuştur.Paris sürgünü 1963’e dek sürer. 1960 darbesisonrasında ilan edilen afla, Derviş, 1963 yılındabir kez daha ülkeye dönecektir. Reşat Fuat o yılcezaevinden çıkmış, küçük bir ev tutmuş, dayayıp döşemiş, bir de çeviri bürosu açmıştı.TKP ile ilişkileri, parti merkezinin yurtdışına kayması nedeniyle bir hayli soğumuştu. ReşatFuat ile Suat Derviş Türkiye İşçi Partisi’ne de katılmayıp, Mihri Belli ile birlikte MilliDemokratik Devrim hattını savunurlarken, evlerini, sofralarını ardına kadar devrimcigençlere açmışlardı.Ancak bu son birliktelikleridir ve yalnızca beş yıl sürer... Reşat Fuat, 1968’de ikinci kezgeçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiğinde, yüreği kavrulur Suat Derviş’in. Sevgilieşinden ayrı düşmenin acısı, yakalarını bırakmayan yoksulluk ve 12 Mart’ın ayak sesleri...“Efendim,” diye başlıyordu 4 Eylül 1968 tarihli pusula. Bir film şirketi sahibine yazılmıştı.‘Fosforlu Cevriye’ senaryosundan kalan alacak, yüz elli lira isteniyordu. “Bu kadar küçük birpara için sizi hiçbir zaman rahatsız etmek istemezdim,” deniliyordu. “Fakat yirmi gün evvelkocamı kaybettim. Bu kadar gülünç bir paraya ihtiyacım var.” Pusulayı getirene bu paranıntamamı ya da bir kısmı verilmeli, geri kalanın ne zaman ödeneceği bildirilmeliydi. “Şimdiiçinde bulunduğum perişanlığım geçer geçmez,” diye eklenmişti, “Yeniden beraber işyapma imkânlarını aramak için sizi göreceğim.”[21] Yüreği kırıktı, parasızdı... Vesenaryosundan para kıracak yapımcıdan hakkını istiyordu!Ama kendini kapıp koyvermedi. Evine doluşan 68’li devrimci gençlere kucak açtı... Onlara

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

“yardım ve yataklık” etti, polisten gizlenmelerine yardımcı oldu. Mihri Belli, Deniz Gezmiş veCihan Alptekin ile onun evinin arka odasında buluşuyordu. 6 Filo’yu ya da saflarına yönelenparamiliter saldırıları protesto için sokaklara dökülen gençler, kaldırımda izleyiciler arasındakendilerini coşkuyla alkışlayan o şık şapkalı, zarif giyimli yaşlıca kadına önce hayretlebakarlar, sonra birbirlerine fısıldarlardı: “Tanımadın mı? Suat Derviş... Reşat Ağabey’inkarısı...” Üzerindeki onlarca yıllık sansür ve unutturma kampanyası başarılı olmuş, onlarcaromanın, yüzlerce öykünün, onlarca dile çevrilmiş yazarı olduğu unutulmuş, “ReşatAğabey’in eşliği”ne irca etmişti...Oysa son demlerine dek devrimciydi. Son demlerinde Neriman Hikmet, Mediha Özçelik,Necla Özgür (Taylan Özgür’ün annesi), Asiye Aliçin, Fikret Elbe ve diğer arkadaşlarıyla‘Türkiye Devrimci Kadınlar Birliği’ni kuracak kadar.Yaşamının son yıllarında yoğun bir parasızlık çektiği anlatılır; görmüş geçirmişliğininalışkanlıklarından vazgeçmediği de... Sorguda yitirdiği çocuğunun yerine koyduğu MustafaKıyıcı ve eşi Hale Özgür Kıyıcı’yı evinde saklarken, cebindeki son beş lirayla Divan’dan pastaaldığı çoktur. Ve öyle anlaşılmaktadır ki, giyiminden, kuşamından, süsünden bir an olsunvaz geçmemiştir.Polisler Mustafa Lütfü Kıyıcı ve Mustafa İlker Gürkan’ı almak üzere Şişli’deki evinibastığında, karnı burnunda Hale Kıyıcı’nın bir zarar görmesinden kaygılanarak pencereyeçıkıp avazı kadar bağırmıştı: “İmdat; hamile kadını öldürüyorlar!” Sakinleştiğinde, polistenizin istedi ve aynanın önüne geçip saçını düzeltti, rujunu sürdü. Bir kez daha gözaltınaalınmıştı... Ve bir Türk polis teşkilâtı ve istihbaratı klasiği uyarınca, Kültür Sarayı’nıyakmakla suçlanıyordu!Kısa süre sonra salıverildiğinde sağlığını iyice yitirmişti. 12 Mart darbesinden bir yıl kadarsonra, 23 Temmuz 1972’de yaşamını yitirdiğinde evini açtığı gençlerden pek azıgelebilecekti cenazesine... Feriköy mezarlığında Reşat Fuat Baraner’in yanına gömüldü...

* * *Suat Derviş, Cumhuriyet tarihinin ilk acılı kuşağının çocuğudur: Nâzım Hikmet ile başlayıpSabahattin Ali’ye ulaşan. Kuruluş yıllarının antikomünist hezeyanından bolca nasibinialmıştır.Ama yıllar sonra, insan kendisini şu soruyu sormaktan alakoyamıyor. Nâzım Hikmet’tenOrhan Kemal’e, Hasan İzettin Dinamo’dan Enver Gökçe’ye, Cumhuriyet’in çelik çarklarınınöğüttüğü yazarlar 1960’lı yıllardan itibaren yavaş yavaş itibarlarına yeniden kavuşurken;hatta günümüzde bu itibar kimi yazarların bütün telif haklarının bankalar tarafından satınalınmasına dek varmışken, ve gadre uğramış solcu yazarlar üzerine sonraları tonlarcamürekkep harcanmışken, Suat Derviş neden kenarda köşede bırakılmıştır?Kötü bir yazar olduğundan mı?Yo... ‘Fosforlu Cevriye’si ve ‘Ankara Mahpusu’ Türkiyeli pek az yazarın yurtdışında esamisiokunurken onlarca dile çevrilmiş ve büyük bir yaygınlık kazanmıştır.Daha az acı çektiğinden mi?Yo... Baskı ve eziyetten bütün muhalifler, devrimciler, komünistler gibi o da nasibini almış,varlıktan yokluğa, alkışlardan unutulmuşluğa, Dışişleri’ndeki parlak resepsiyonlardan, arkasokaklarda “komünist kaltak” diye yüzüne tüküren “milliyetçi” yeniyetmelere savrulmuştuhayatı. İşkenceli sorgularda doğmamış bebeğini yitirmesi, Ankara mahpusunda geçirdiğigünler de cabası...

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Davasına ihanet filan mı etmişti?Hayır... Suat Derviş yaşamının son demlerine dek sosyalist kaldı, bunu evlerin basıldığı,kentlerin sokak sokak tarandığı, eski dostların arananları görünce yolunu değiştirdiği 12Mart faşizmi koşullarında kapısını ardına kadar kaçak devrimcilere açarak da gösterdi.O hâlde?Suat Derviş, kadındı... Dönemin bir avuç devrimci kadınından biri (sahi, kaç kişi hatırlıyorbugün Sabiha Sertel’in, Zehra Kosova’nın, Neriman Hikmet’in, Mediha Özçelik’inadlarını?)... Üstelik de üst sınıflardan gelme, aristokratik alışkanlıklarından en sertkoşullarda dahi taviz vermeyen, eskilerin deyişiyle ‘nev’i şahsına münhasır” bir kadın...Olasıdır ki partili, ama devlete kafa tutarken iradesini ne partisine, ne güçlü ve karizmatikkocasına teslim etmeyecek kertede şahsiyetli. Parti’deki işçi sınıfı kökenli yoldaşlarınatepeden bakmayan, ama en zor koşullarda giyiminden, kuşamından, Paris şapkalarından,altı delinmiş de olsa rugan iskarpinlerinden vazgeçmeyen bir kendine özgülük... Dörtkocaya varacak kadar başına buyruk, iradeleri üzerine ipotek koymaya kalkıştıklarındageriye bakmaksızın sırtını dönüp gidecek kadar tavizsiz, ve Mustafa Ekmekçi’ye anlattığınagöre Nizamettin Nazif’le nikahlandıkları gün onunla Yeni Cami merdivenlerinde sevişecekve bu nedenle de gerdek gecesini karakolda geçirecek kadar eksantrik…[22]Yani kadınlığın mahkûm kılındığı ebedi “vasatlık” biteviyeliği içinde, “ışıltılı” ve bir o kadarda “tehlikeli” bir kadındı. Bunun da bilincindeydi kuşkusuz; romanlarında sürekli olarakkendilerine dayatılan sınırları aşma çabasındaki kadın kahramanları anlatırdı...Bugün adının pek az dile getirilmesinin nedeni bu olmasın?

SİBEL ÖZBUDUNÇeşmeköy, 21 Haziran 2015.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

N O T L A R[*]Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, No:4, Ağustos-Eylül 2015.[1] Simone Berteaut, Kaldırım Serçesi Edith Piaf, Çev: Aydın Emeç, Agora Yay., 2010.[2] Hale Kıyıcı, “Madam Leokodya”, http://simurg.info/2010/01/29/madam-leokodya/[3] Başka kaynaklarda 1903 ya da 1905 olarak geçiyor. Ancak biyografisti Liz Behmoaras’ın verdiği1901 tarihi, ilk şiiri “Hezeyan” (aile dostları Nâzım Hikmet’in araya girmesiyle) 1918’de, ilk romanı (vegururla ‘para kazandığını’ söylediği) “Kara Kitap” ise 1920’de yayınlandığına göre, daha akla yakıngözüküyor.[4] “Suat Derviş”, http://www.tr.writersofturkey.net/index.php?title=Suat_Dervi%C5%9F[5] Atacan Atakan, “Unutulmuş Bir Portre: Suat Derviş”,http://www.agos.com.tr/tr/yazi/4653/unutulmus-bir-portre-suat-dervis[6] Metin Celal, “Efsane Kadın Suat Derviş”, http://www.haber7.com/kultur/haber/307612-efsane-kadin-suat-dervis[7] Feryal Saygılıgil, “İşçi, Yoksul Kadınların Sesi: Suat Derviş”, Petrol İş Kadın Dergisi, 2 Nisan 2014.[8] Müjgan Halis, “Bir Öncü Kadın: Suat Derviş”, http://simurg.info/2009/03/05/suat-dervis/[9] “Suat Derviş”, http://www.tr.writersofturkey.net/index.php?title=Suat_Dervi%C5%9F.[10] Dönemin “egzantrik” yazarlarından Nizamettin Nazif’ten nasıl etkilendiğini kendi ağzından anlatılanöykü, aslında Suat Derviş’ in kişiliği hakkında da bir fikir vermekte... Nizamettin Nazif, birlikte çalıştıkları‘Vakit’ gazetesinde tarihi romanlar tefrika etmektedir. Episodlardan birinde, roman kahramanı KaraDavut Fatih Sultan Mehmet’i tokatlar. Bu tokat, milliyetçi hisleri rencide etmiştir. Gazetenin önündetoplanan kitle gazeteyi ve tefrika yazarını protesto etmektedir. Öykünün geri kalanını Suat Derviş’ebırakalım:“Gazete binasının merdivenlerini üçer dörder inen uzun boylu, zayıf, saçları başının tepesinde birazgülünç şekilde dimdik duran adam, son basamakta biraz kıpırtısız kalıp gözleriy le kapının önüne üşüşenve kendisine küfürler savuran kalabalığı taradı ve sonra da ona hitaben gür bir sesle bağırdı: ‘FatihSultan Mehmet bir sonraki sayıda Kara Davut’u d.zecek! Yemin ediyorum. Artık ondan dayakyemeyecek. Nasıl, şimdi memnun musunuz efendiler?’ Bu sözleri söyleyip kalabalığı yatıştıran,Nizamettin Nazif Tepedelenloğlu’dur.” (Lütfü Kırayoğlu, “Ismarlama Tarih”, Yatağan Demeç Gazetesi, 20Ağustos 2013, http://www.demecgazetesi.com/ismarlama-tarih-makale,598.html)[11] Hale Özgür Kıyıcı, “Suat Derviş”, http://simurg.info/2013/11/30/suat-dervis-2/[12] Reşat Fuat Baraner Mustafa Kemal’in anne tarafından kuzenidir.[13] Hale Özgür Kıyıcı, “Suat Derviş”, http://simurg.info/2013/11/30/suat-dervis-2/[14] Berat Günçıkan, “Hem komünist, Hem Aristokrat Bir ‘Yıldız’…”, Cumhuriyet Dergi, 19 Mart 1995,ss.3-4.[15] Her iki metin de 2002 yılında Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) tarafından 2002’de‘Kırklı Yıllar: En Büyük Tehlike’ başlığı altında yayınlanmıştır.[16] Berat Günçıkan, “Hem Komünist, Hem Aristokrat Bir ‘Yıldız’…”, Cumhuriyet Dergi, 19 Mart 1995,s.5.[17] Bu roman 1968’de ‘Ankara Mahpusu’ adıyla yayınlanacak, ablası Hamiyet’in Fransızca çevirisininbüyükbeğeni kazanmasının ardından 18 dile çevrilecekti. Eleştirmenleri, romanın yazarını Gorki,Steinbeck, Caudwell ve Vittorini’yle karşılaştırmaktaydı.[18] Suat Derviş’in defalarca filme alınan, kuşkusuz en tanınmış romanı; İstanbul’da arka sokaklardayaşayan ve bir kanun kaçağına (ki bu tiplemede kocası Reşat Fuat Baraner’den esinlendiğini kendisi debelirtmektedir) sadakatle bağlı bir kaldırım yosmasının öyküsüdür.[19] Sennur Sezer, “Hayatın Romancısı”, Radikal Kitap, Yıl: 2, No: 654, 27 Eylül 2013, s.10.[20] Janine Bouissounouse’un ‘Le Prisonnier d’Ankara’ (Ankara Mahpusu) için yazdığı önsözden.[21] Berat Günçıkan, “Hem Komünist, Hem Aristokrat Bir ‘Yıldız’…”, Cumhuriyet Dergi, 19 Mart 1995,s.5.[22] Mustafa Ekmekçi, “Nâzım’ın Sevdikleri”, Cumhuriyet, 18 Haziran 1992, s.2.

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

HÜNER

kısacık gelip geçtilermavi gezegendenkötüler de canlıydızehirliyakışıksız halleri süreğen betonistan'da

düşündü çalıştı yazdı iyilerbedeli çirkin kendileri güzel'insanlık' dediğin onların eserimavistan olacaksa mavi gezegenonların hüneridir

ÖZER GENÇ

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Toplasam can kırıklarımıArada dağlar utanır.Sessiz bir çığlık yükselirYıkılır dört duvarAçılır elleri ovanın.Akrepler yurt edinir göğsümüTenimi deler terin.Bir çığlık mı desem, yüzümde

gezinir,Düşünmem düşeni kavgadaGül dönsün dar da.Mihnete boyun eğmez başımGün devran derim.Açılmaz gökyüzüne,Söylemem, utanır ellerim…

UTANIR ELLERİM

NECİP TIRPAN

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

SESSİZ TÜRKİYE AYDINLARI’NA TARİHSEL YANIT

YILMAZ GÜNEYGanime GÜLMEZ

“Yaşamımız, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel,sanatsal vb. ilişkilerimizin toplamıdır. Edindiğimizgörüşler ilişkilerimizde hiçbir değişiklik, köklü hiçbiretkilenme yapmıyorsa, uzun bir süreç içerisinde bileolsa rengimizi değiştirmiyorsa, yeni görüşlerimiz eskigörüşlerimizin temelleri üzerinde biçimlenmişilişkilerimizi sarsmıyorsa, görüşler ve yeni bilgilerkarşısında vestiyer rolü oynuyoruz demektir...”YILMAZ GÜNEY

Kayıpları-ağıtları dinmeyen Analarımız, ‘gelecekancak bizim yürüyüşümüzde’ deyip bireyselgeleceklerini feda eden gençlerimiz, tıka basadoldurulmaktan yer kalmamış hapishanelerimiz,seslerini duyurmak için Açlık Grevleri’ni tarihinderinliklerine gömme imkanı bulamamış politiktutsaklarımız... Ve böyle sisli günlerde susanaydınlarımız! Nice elimiz, ayağımız, dilimiz!

Ve hep seslerimizde - adımlarımızda ölümsüzleşen

Yılmaz Güneyimiz! Yılmaz Güney 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyünde doğdu. 9Eylül 1984’te Paris’te öldü. 47 yıllık ömrünün yaklaşık on yılını zindanlarda geçirendi.

1960’lı yılların kendine özgü esen rüzgarlarında, yığınla aydın ilk kez ‘işçi sınıfıyla’ bağkurması gerektiğine inanmıştı. Dünyanın dörtbir yanında esen ilerici dalgalar, onlarasosyalizmin hemen yarın kurulacağı hissini vermişti. Ardından gelen darbe, gözaltılar-tutuklamalar; gür çıkıyormuş gibi görünen sesleri bir çırpıda kesmişti. Tıpkı içerisindengeçmekte olduğumuz tarihsel kesit gibi!

Yılmaz Güney, işte o dönemlerde sessizliğe gömülmeyenlerdendi. Tutuklanandı, kısacıkömrünün son yıllarını sürgünde geçirmek zorunda kalandı. Ve neredeyse bütün Türkiyeli‘aydınlar’ tarafından yalnız bırakılandı!Yılmaz Güney tarihe bir ‘halk adamı’ olarak geçer. 1972-1981 yılları arasında sadece üçbuçuk ay tutsaklığına ara verebilir. Yılmaz Güney hapishanedeyken, filmleri ödül almayadevam eder. 1972’de ‘Boynu Bükük Öldüler’i ilk kez verilen Orhan Kemal Roman Ödülü’nelayık görülür. Özgür bırakılması için 13 ülkeden 170 sanatçı bir ‘af kampanyası’ başlatırlar.Bu kampanyayı destekleyenler arasında Elisabeth Taylor’dan Richard Burton’una birçok

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

uluslararası tanınmış sanatçı da vardır. Ve kendisi hapishanedeyken, filmleri uluslararasıyaşamına devam edendir, ödüller alandır!

1978’de Kayseri hapishanesinden “Normal aylarda ortalama iki bin mektup alıyorum.Bayramlarda, yılbaşlarında bu sayı beş bine kadar çıkıyor” yazar. Güney dergisinin o Kayserihapisanesindeyken çıkan 8. sayısında kendisiyle yapılan söyleşide şöyle der: “Şu gün banaduyulan yakınlığın ve bağlılığın içeriği, bütün unsurları kapsayacak biçimde, tam anlamıyladevrimci olmayabilir; değildir de...fakat bu içerik ezilen halkımızın özelliklerini taşır, enazından devrimcileştirilmeye hazır bir içeriktir, devrimcileştirilmeye ve geliştirilmeye enuygun bir içeriktir. İşte bu nedenlerden ötürü, kendimi, bana yakınlık duyan milyonlarınkonumunu da hesaba katarak arındırmaya ve yeniden inşa etmeye çabalıyorum”.

Yılmaz Güney’in sanatıyla-halkla ilgili neredeyse bütün satırlarında, insanları değil,kendisiyle-onları beraber değiştirmenin canhıraş çabaları görülür. Yazılarında; “derineksikliklerim ve zaaflarım var” der. Ve bunları değiştirmeye çalıştıkça, üretmeye devameder, üretir, üretir, üretir...

Yılmaz Güney’in sürgünlüğüde, bütün bu ürettiklerinin dışarıda filizlenmeye devam ettiğiyerden başlar. Sürgünde, yaşamının son yıllarında “ben devrimcileri böyle bilmiyordum”diyerek hayal kırıklıklarını ifade edendir de. Hayallerinden vazgeçmemişliğin, onlaraulaşmak için verilen zorlu koşuyu sürdürüşün bir tanımı olsa gerek bu. O yılmadanüreterek zorlu koşusuna devam ederken, kalıplar içerisinde “devrimcilik” yapmanınçürümelerinin sahnelerine tanıklık yapandırda. Ve bu çürüme onu hep rahatsız eder.Sanatçıların, aydınların bu çürümelerine karşı Paris’te; yeri gelir kapıları çarpa çarpa giripçıkandır, yeri gelir bağıra-çağıra protestolarda bulunandır. Sosyal rollerin sürgünde aldığıhallere isyan edendir. Halka tepeden bakışlara sürekli bir isyandır. Ancak bütün bunlararağmen, sanatındaki devrimleri hiçbir koşula teslim etmeyendir. Ürettiklerinin ezilenlerlebuluşmasının önüne hiçbir “çürümeyi” geçirmemenin isyanındadır.

Anadolu halkı Güney’in resmini yatak odalarına asmaktan uzun yıllar vazgeçmez. Kürtköylüleri onun öldüğüne bir türlü inanamaz; “Yılmaz Güney bu, kolay ölmez. Bir gün mehdigibi, Hızır gibi kılıcını kuşanıp gelir. Haksızlıkların üstüne gözünü kırpmadan yürür” demeyiyıllarca sürdürür.

Puslu, kanlı, zindanlarıyla-sokaklarıyla binlerce insanın direnişte olduğu bir dönemdengeçerken, suskun aydınlara, tüm sessizliklere inat; ebedi bir ses-sesimiz olan halkınyüreğinden silinmeyen sanatçısı Yılmaz Güney’i saygıyla-sevgiyle anıyoruz.Seni, satırlarının-yaşamının hala keşfedilmeye muhtaçlığının coşkusuyla, sevinciyleanıyoruz.

NOT: -Alıntıları, aktarımları, “Yazın Dergisi’nin 25 Yılın Ardından, Yazın’dan Seçmeler”kitabından yaptım.-

GANİME GÜLMEZ

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YİTİMHANE

alıcı kuşlar memleketidir artık bu topraklar...ve çocukların piç edilmiştir ömürleri ...yetimhaneve yitimhanedir ...ve arsızdır yeryüzükanla sulanan bir mabettirtanrıların süreğen kurbana susadığı...gökyüzüyıkayıp yunanmutlu anıların sessiz tanığı ...durmadan göğe bakıyorum ağlayarak turgut abi

CEM EREN

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

SÖMÜRGE SEVDASINDA MÜNZEVİ BİR SERSERİ

Eşkiya koyakların ateşinde şavkır ihtilalin sürgünlediği kimliğimşimdi darağacının çarmıhında ecelin emzirdiği kadavralar gerilirzinanın zindanında falsolanır şarjöründen firari kurşunun türkülerişavkıyla bıçaklayan, pulatla pusatlanan mavzerin barutudur sessizliğingöz çukurunda gerillaca çarpıştığım koyakların yankısı çarpar uçurumlara benişehvetin mağmanın çekirdeğinden fışkıran lavların kırbacıyla dağlanırve zehrin, şehvetin seyir defterine tescillenen siyanürler kadar zıkkımdırah bir yanım korkunç çıbanlar krallığı öte yanım eşkıya saltanatıdırbu şiir kanlanmış mürekkebin korkunç uğultusundan çalıntıdır serseri ateşlerin şehadetsiz küfürleri kibrime materyalist şiirler ezberletirsandukamda ateşlerle ecnebi yangınında şehadetsiz kalmanıngölgesinde çürür şeytan partizanları işkence çukurlarında kininşehadetsiz krallığımın mavzerinde barudiçiçekler açar kimliksizliğimgövdesizlik ciğerimde iltihaplanmış yaraların vızıldayan hançerleri ve yırtılan yaraların dikiş tutmaz estetiğinde cerrahi otopsidir neşterinsen iltihabın damarında patlayan yanardağlı ateşlerin zehirli çiçeklerisen neşterli kasırganın burgacında öğüren uğultunun sancısı nerdesin? şimdi uçurumlarda açan intihar kaktüsleri kadar tehlikeli ve dikenli bilinçaltı çukurunda işkenceden devşirilen şeytan kadar vesvesemsin bil! Ey eşkıya koyaklardan şahlanan bahtımın delifişek kasırgası! Ey damarımda dikenlitellerle sızlayan göğüskafesimdeki ürkütücü sızı! Artık kirpiğindeki karanfil kasırgasında savrulur kangren damarlarımşavkıyla bıçaklayan, kiniyle pusatlayan mavzerin barutudur uçurumların! şehvetin mağmanın çekirdeğinden fışkıran lavların kırbacıyla dağlanır ve zehrin, şehvetin seyir defterine tescillenen siyanürler kadar zıkkımdır

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

bu şiir müstemleke coğrafyamda darbe tragedyasından çalıntıdıresmer nehirler dökülür alüvyonlu çıplaklığının deltasına ahrazımillegal aşklar tertiplenir anarşist fraksiyonda darağacı mangalarındaişkencedir cuntalaşmış barbarlığın dağçiçeği akıtan sürgün gerillamazikirhan dervişlerin harabat dergahında intihar devşirir zikrimkangren damarlarım korkunç sıçrasın tahribatçı marazına şehvetinmarazlı ablukasındayım hicranın kör neşterlerle doğransın ızdıraplı dilsizliğimahraz türküler bestelesin senfonik orkestrayla melankolik uçurumda aşkkasırgalar bestele firakından sarssın beni münzevice bin girdap

Mısrai ercesteler dökülsün kasidemden vahşi kuş çığlığıdır beyitler o şanınatarikattan artan zikirhan tesbihler kehribar dergahına yazılsın dervişininaşk tarikatında recmedilen zinakar kabileyim çığlığının tahakkümünde seninateş krallığında isyankardır özerkliğim federatif çığlığımla kırbaçlarım ciğerimişerli saltanatında isyankar gerillalar filizlenir sürgünlüğünde ıssız koyaklarınheybemde kutsal kasidelerin mısrai bercestesi cezbeli gülüşünün hatrınadırterkimde sürgünlük menkıbesi eşkıya pusatların kurşunundan imalattır hatırla!Hatırla! failimeçhul cinayettin müstemleke ülkenin çatlak topraklarındane çok katledildim ırzındaki postalların darbeci putlarıylaah mayınlanan ülkenin betonarme putlarıyla parçalandı ciğerim anla!Sömürge coğrafyanın gergefinde gerilen ağıt cesetleri kuşanıpKatranlı bulutlarla emzirilen kudurmuş sağnaklar patlatır bıçkınlığı sevdamınağrıyan ceylanların mitralyözlü sesinin çığlık sundurmasındagöz çukurlarınla kükürtlü ejderhanın çarpıştığı kahraman kavgalardaaşkın ortadoğusunda fişteklenen emperyalist boğan yangınındım unutmaMelankolik mürekkebin girdabından kundaklandım ciğerim perişanımKükürtlü ateşimi çağlayan saçlarınla söndürdüğünde sızlarım!..

Şimdi şavkıyan darbelerin örgütlediği zulumlerdir cezbeli esmerliğinHafızamın kadrajında afili bir Flashbackle hatırlandı o zulumkar isminkalemkarın nakkaşladığı efsunkar şehvetini çıldırtan ağıtlarda artık kimse bilmesin!...

OĞUZ ATEŞOĞLU

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ŞİİR-ŞAİRPOETİKA(şiir yazarken)

çok konuşmasuskunluğa yakın dur.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

(Şiir)Bir duruş, bir ses, bir yürüyüşCanlılığı, güncel ve tarihselliğiyle bir gülüş

ATAOL BEHRAMOĞLU

ve sevsinler diye insanlar birbirleriniyitsin saltanatı paranın diyesavaşır durur şiir

İSMAİL GENÇTÜRK

Bir şiir, yaralı omuzlardan sızanyorgunluk ve acının dinlendiği umutsırtlardaki kırbaç gibi duyulan

ÖZDEMİR İNCE

Şiir ölümün gölgesidir,yaşamanın örtüsü.

ÜLKÜ TAMER

Kutup yıldızı gibiGideceğimiz yönü gösterir şiirNereye akar geceleriBir şarkı gibi nehir

İSMAİL UYAROĞLU

Biz Buz Çağı’nın üstünde oturmuşyazıyoruzZenci bir kalemle Afrika’dan sıcak,Eriyor buzŞairlerin tuhaf damgası budur.”

CAN YÜCEL

Şiirin çığlığı kendi içinde olmalı.BEHÇET AYSAN

Şiir bilinmeyene sıçrar, yoksa hiçbir şeydir o!

İLHAN BERK

Şiir dağıtır karanlığı, aydınlıkların sanatıdır o!

PAUL ELUARD

Şiir herkesin kullandığı sözün artı değeridir.

MEHMED KEMAL

Milyarlarca incecik duyarlı telin, evrenle aranızda köprü kurduğu odaksal tel yumağı... Bu yoksa gelmez şiir.

FİLİZ NALDÖVEN

Eğer çevresinin havası şiire girmezse, şiir ölmüş demektir. O zaman şiir soluk alamaz.

PABLO NERUDA

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZÜN ÖNEMLİ ADI OKTAY AKBAL

SONSUZLUĞA YÜRÜDÜ

Edebiyatımızda öyküleriyle önemli bir yer tutangazeteci yazar Oktay Akbal’ı kaybettik.

Oktay Akbal, öykü yazmaya ilkokul yıllarındabaşladı. Çeşitli çocuk dergilerinde öyküleriyayımlandı. 1939'da, henüz lise öğrencisiykenyazdığı bir öykünün İkdam gazetesindeyayımlanmasıyla edebiyat dünyasına girdi. İkdamve Yeni Sabah gazetelerinde hemen her gün biröyküsü; Bin Bir Roman, Çocuk Haftası, Yıldız gibigazete ve dergilerde yazıları, öyküleri ve çevirileriyayımlandı. Akbal'ın asıl anlamda öyküyeyönelmesi Sait Faik'in Semaver adlı kitabınıokumasından sonra başlamıştır.

İş hayatına gazeteci olarak atılan Akbal, Servet-i Fünun Uyanış dergisinde çalıştığısıralarda başlayan eski yeni tartışmalarının ve yeni edebiyatın içinde yer almış, Akbal'ınsanatında böylece asıl edebiyatçı dönemi açılmıştır. Kendi yaşam deneyimlerinden,çocukluk anılarından yola çıkan, küçük kent insanını da göz ardı etmeyen duygulu öyküleryazmaya başlamıştır. Bunlar toplumsal olaylarla ilgili gözlemlere değil, anılara ya dadüşlere dayalı, içe dönük hikâyelerdir. Akbal hikâyeleri, Behçet Necatigil'in deyişiyle"Konulu hikâyeler değil de, belli konular çevresinde oluşan anılar toplamıdır". Yazınçevrelerinde geniş ve olumlu yankı yapan Önce Ekmekler Bozuldu adlı ilk kitabını 1946'daçıkarmıştır. Onu, 1949'da Aşksız İnsanlar izlemiştir. Garipler Sokağı ve Bizans Definesi adlıkitapları Rusçaya; Dondurmalı Sinema Sırpçaya çevrildi. Suçumuz İnsan Olmak adlı kitabıErdoğan Tokatlı yönetiminde 1986 yılında filme çekildi.

Oktay Akbal’ın öykücülüğü Ekşi Sözlük’te bir okuru tarafından şu sözlerle anlatılmaktadır:“Yazmayı yaşamaya, yaşamayı yazmaya dönüştürmüş bir yazar. Onun sıcacık kısa kısacümleleri, insana dostça yaklaşan, içine sinen bir içtenlikli anlatımı vardır. Öyküsü, romanı,denemesi... Hep bu içtenlikli anlatımın güçlü, insanı sarıveren örgüsüyle oluşur. Kimiyazardan bir cümle, çarpıcı bir doğa parçası, bulutlar, yağmurlar -hep de bulanık havanedense-, kar.. Akbal'ın denemelerinde, izlenimlerinde, insanın bir parçası gibi bir canlılık

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

kazanır.”

Bir dönem Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı politik yazılarla ünlenen Akbal’ı Ali Sirmenşöyle anlatıyor: “Hapse girmekten korkan, ama en baskıcı dönemlerde, en muhalif yazılarıgözünü kırpmadan yazan, uyaranlara da kızan ve sonunda 12 Eylül döneminde, aleyhindepropoganda yapmanın yasak olduğu 82 Anayasasına hayır oyu vereceğini açıkca belirttiğiyazısından dolayı hapse de düşen Oktay Akbal’dan aydın cesaretinin ne olduğunuöğrendim. Bir de, böbürlenmeden direnmeyi.”

Feridun Andaç, Oktay Akbal’ı şöyhle anlatıyor: “Öyküleri, romanları, denemeleri, günlük veçevirileriyle Akbal, Türkçenin dil anıtıdır. Burada bir başlama noktası ararsak eğer, Akbal’ınanlatıcılığında öykücülüğünü ilk sıraya yazmalıyız. “Kurucu kuşak”tan biri olması, yaşadığıdönemin ve kentin anlatıcısı olarak “yeni” söylemin ardına düşmesi; bu süreçtekiyapıtlarına yansıyanlarla ele alındığında, Akbal anlatısının topografyası çıkar ortaya.Oktay Akbal, öykü ve romanlarında kent insanının günlük yaşamından kesitleri yalın birdille anlatır. Duygulu anlar, sorunların açmazındaki yaşam kırıntıları, yaşamdatutunabilmek için verilen savaşım; yalnızlıklar, aşklar, umut ve umutsuzluklar arasındadönenen bireyin sorunları… Onun anlatılarının tematik özelliklerini oluşturur.”

“Sanatçı dünyaya başka gözlerle bakan kişidir. Bu yüzden özgündür, kalıcıdır,etkileyicidir. Sanatın her dalında ‘yeni bir bakış’tır aranan, ‘yeni bir ses’tir, ‘yeni biranlatım’dır. İnsanoğlunun genel bilgileri arttıkça, gözünün değdiği, eliyle dokunduğunesneleri olguları anlayıp çözümledikçe yeni algılamalara gider.

Bu, yalnız yazar, ya da sanatçı için söz konusu değildir. Her bilinçli yurttaş,nesnelere ve olaylara ‘yeni bir gözle’ bakmasını bilmek zorundadır. Özellikle yöneticidurumundaki sorumlu kişiler, değişen, yenileşen bilim düzeyinin yükselmesiylekördüğümleri çözülençağdaş dünyada eski alışkanlıklardan kopmayı bilmelidirler.Milyonlarca insanın sorumluluğunu yüklenenler, artık yönettikleri yığınların ‘sürü’olmaktan çıktıklarını, bilinçli bireylerden kurulu topluluklar hâline geldiğinigörmelidirler.” (Dünyaya Açılmak, Oktay Akbal, Denemeler, Ocak, 1982)

SAFRANBOLU’NUN TEK DENİZ FENERİ SÖNDÜ:HÜSEYİN AVNİ CİNOZOĞLU SONSUZLUĞA GÖÇTÜ...

Şair Hüseyin Avni Cinozoğlu’nu 4 Eylül 2015'te sonsuzluğa uğurladık.1955 yılında Karabük’te doğdu. 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Bir süre aynı fakültede doktora, İktisat Fakültesi Gazetecilik Ve Halkla İlişkiler Enstitüsü’ndeyüksek lisans programlarına devam etti. Avukatlık yaptı.

Şiirleri başta olmak üzere, yazıları ve hikâyeleri 1978 yılından başlayarak; önemli dergilerdeve kendi yayınladığı Zalifre Yazıları dergisinde yayınlandı. Cumhuriyet Gazetesi Kitapeki’nde kitap tanıtma yazıları, söyleşileri, şiir ve edebiyat üzerine makaleleri yayımlandı.Zokev’in Zonguldak Tabip Odası ile birlikte gerçekleştirdiği Dr. Arslan Ebiri deneme yarışma-

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

sında; “ O.Günay’ın Kibriya Şiir KitabıAna Ekseninde Madenci- Şairin ŞiirSerüveni; Devrim; Psikopatoloji VeMistizm İzlekleri Üzerine Bir Deneme”başlıklı denemesiyle birincilik, ŞizofreniDernekleri Federasyonu Ve Bilim İlaç’ınişbirliğiyle 2008 de açılan öyküyarışmasında; ‘ Anton Usta “ adlıöyküsüyle birincilik, Albatroslaryüksekten uçar adlı şiir kitabıyla 1996İbrahim Yıldız şiir ödülü’nde birincilik,Arasta’da Son Seda adlı belgeselsenaryosuyla 1994 Uluslararası AltınSafran Belgesel Film Yarışmasındaikincilik; ödüllerine değer görüldü.

Yayımlanmış 18 şiir kitabı var. Şiir ve e-

debiyat üzerine düşüncelerini içeren “Lirika’ya Akan Irmak” 2007 Ocak ayında YalınsesYayınları”ndan çıktı. İlk romanı “ Sol Kapak Takımında Çatlaklar” ve 18. Şiir kitabı “ SınırÖtesi” Haziran 2008 de Hayal yayınlarınca yayınlandı. Şiir serüveninin ilk döneminde,anılara, hayatın görünümlerine yaslı, zaman zaman lirik-romantik edadaki şiirlerle. özellikleİstanbul’u izlek edinen, şehir şiirleriyle dikkati çekti. Safranbolu’da Tek Deniz Feneri ( 1991.) ve İstanbul Unutkan Yosma ( 1994. Karşı. Y.) adlı kitaplarında da yer alan şiirler üzerineeleştirmen Tuncer Uçarol: “ İstanbul şiirleri çok daha güzel Cinozoğlu’nun. İstanbul’unkendinden bile güzel” olarak nitelendirdi Yeni Biçem dergisinde yayımladığı” İki KentinYakışıklısı” başlıklı denemede. Sonraları bireyin içsel karmaşasını, ontolojik endişe,varoluşçu kaygıları, ağırlıklı olarak, psiko patolojik halleri serimlediği şiirler yeni bir damarolarak belirdi. Bu damar genişleyerek bir misti- metafizik izleklerle egzistansiyalist birderinlik kazandı. 2001 Yılında yayımlanan.” Gölgesiz Kandil”( Hera Y ) kitabıyla başlayanbu dönem “ Kör Sahaf” ( Mühür Y. 2007 ) Sınır Ötesi ( Hayal Y. 2008) mistik- metafizikimkânlarla zenginleşerek, nadiren toplumsallığı da içeren tutarlı bir Modernite eleştirisiyledikkat çekiyor. “ Masallar Sebiller Güvercinler” adlı üçüncü şiir kitabı, gelecekteki HüseyinAvni Cinozoğlu’na işaret etmesi bakımından önemlidir. “ Serçe Umudu “ ( 1996 Suteni Y )şairin şiirlerindeki iki dönemin arasındaki eşik eserlerden biridir.

2011 de Hayal Yayınlarınca Yayımlanan şiir eseri MAKAM - I IŞK HER DEM ÂLİ usta birşairin doruk eseri olarak değerlendirilebilir. Edebiyat Sanat Üzerine Deneme ve Eleştirileriniiçeren PARA ŞİİRİ PUL EDEMEZ adlı eseri Ekim 2011 de ARTSHOP Yayınevinceyayımlandı.

Aralık 2009 da ZALİFRE YAZILARI adlı bir edebiyat şiir dergisi yayınlamaya başladı.Şiirlerinde tutkun olduğu bir kent olarak İstanbul gözükse de, o “Safranbolu’da yalnız birdeniz feneri” gibi yaşamayı sevdi. Bu seçimi, şiirlerine de yansıdı.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI
Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YAYINCI VE YAZA ÖRGÜTLERİ, KİTAPÇILARA YAPILAN SALDIRILARI KINADI...

Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) yaptığı basınaçıklamasında, “kitabevlerine ve gazetebinalarına yapılan saldırılar, kutuplaşmanın vegerilimin kültür hayatımıza ve bilgi edinmehakkımıza ağır bir faturası olacağının açıkişareti” olduğunu belirtti ve ekledi:

“Kırşehir’deki Gül Kitabevi, terör olaylarınıprotesto ettiklerini iddia eden 150 kişilik bir gruptararından tekbir sesleriyle ateşe verilmiş,kitabevi çalışanlarının canlarına kastedilmiş,yaralananlar olmuş ve kitabevi, içindeki tümkitaplarla birlikte yakılarak yok edilmiştir.

Ülkemizin en çok okunan gazetelerindenHürriyet’in yönetim binası ve matbaasına üst üs-te kalabalık saldırgan gruplarınca taş ve sopalarla saldırılmış, camlar kırılmış, çalışanlartehdit edilmiştir. Devlet ve Hükümet yetkililerince kınama açıklaması yapılmaması, güvenlikönlemlerinin gecikmesi ve yetersizliğiyle, saldırganların şiddet gösterilerini kameraya çekipsosyal medyada gururla paylaşacak bir cesaret ve rahatlığa kavuştuklarını büyük birendişeyle izliyoruz.

Bilgiye ve kültüre erişim kaynaklarımız olan bu kurum ve mekânlara yapılan, hiçbir şekildemazur gösterilemeyecek şiddetli, silahlı, fanatik saldırıları “vatandaşların hassasiyeti”,“birkaç kendini bilmez insanın aşırı tepkileri” olarak yorumlamak ve sunmak, saldırılar kadartehlikeli ve yanlış bir tavırdır.

Bu olaylar ülkemizde artırılan kutuplaşma ve gerilimin kültür hayatımıza ne kadar ağır birfaturası olacağının açık işaretleridir. Kırşehir’deki kitapçının, Hürriyet Gazetesi veçalışanlarının can ve mal güvenliklerini korumanın yanı sıra onların Anayasal hakları olanyayınlama özgürlüklerini de korumak bu devletin ve hükümetin görevidir. Tüm ilgililerigöreve çağırıyor, saldırılarda yaralananlara, zarara uğrayanlara geçmiş olsun diyoruz.”

Gazete binalarına, gazetecilere ve kitabevlerine saldırılar yarınlarımıza yönelik son dereceendişe verici boyutlara gelmiştir.

Haber alma, bilgi edinme özgürlüğümüz birkaç kişinin grupları tetiklemesi, hedef göstermesiyüzünden saldırılarla engellenmektedir. Güvenlik güçlerinin bu saldırılar karşısında seyirci

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

kalırcasına geç ve yetersiz müdahalesi ise düşündürücüdür.

Devletin asıl ve ilk görevlerinden biri olan halkın güvenliğinin sağlanmasını beklerken,hedef gösterenler ve saldırganlar hakkında hükümet tarafından hiçbir hukuki adımatılmaması üzücüdür. Hürriyet Gazetesi binasına ardı ardına yapılan saldırıları veKırşehir'de Gül Kitabevi'nin yağmalanması, yakılması ve çalışanlarının şiddete maruzbırakılmasını kınıyoruz.

Hükümetin bir daha bu gibi tahrik edici ve üzücü olaylara izin vermemesini talep ediyoruz”.

SANATÇILARDAN BİLDİRİ: İHTİYACIMIZ OLAN BARIŞI İSTİYORUZ!

Aralarında Ayşen Gruda, Ahmet Ümit,Belkıs Akkale, Engin Günaydın, EdipAkbayram, Haluk Bilginer, MehmetAslantuğ, Fazıl Say, Fırat Tanış, Teoman,Nejat İşler, Yekta Kopan, Serra Yılmaz,Sibel Alaş, Ezel Akay, Emre Kınay, GoncaVuslateri, Metin Özülkü, Cahit Berkay,Burhan Şeşen, Harun Tekin, Mabel Matiz,Meltem Cumbul gibi isimlerin debulunduğu yüzlerce sanatçı, BağımsızSanatçı İnisiyatifi imzasıyla "Savaşahayır!" diyerek bir bildiri yayınladı.

'SANATIMIZI BARIŞIN OLDUĞU BİR COĞRAFYADA İCRA ETMEK İSTİYORUZ'"Savaş ile sanatın aynı cümle içinde kullanılabilmesine tahammülümüz kalmadı" denilenbildiride, sanatın kana değil, cana can katan bir çaba olduğu belirtildi. Tüm duyarlı kesimleribu coğrafyada barış umudunu yeşertmeye çağrılan bildiride şu ifadeler yer aldı: "Anadoluve Ortadoğu gibi muazzam değerlerin, insanlığın tarihsel mirasının her yanından fışkırdığıbir coğrafyada canlılığı yok eden savaş ateşini harlatma değil, söndürme zamanıdır.Yangında ilk kurtarılacak olan insan hayatıdır. Gerçek sanat, ölümleri durdurmak, cana cankatmaktır. Biz aşağıda imzası bulunanlar, sanatımızı barışın olduğu bir coğrafyada icraetmek istiyoruz. Şarkımıza, sözümüze, şiirimize, romanımıza, sinemamıza ağıtları değilumutları, mutlulukları katık etmeye çalışıyoruz. Bu toprakları gençlerin yaşamları, mutlulukve umutlarıyla yeşeren renkli bir tabloya dönüştürmemiz gerektiğine inanıyoruz."

'GENCECİK CANLARI KURBAN ETMEKTEN BİRAN ÖNCE VAZGEÇİN!'Bildiride, savaşı çare veya çözüm olarak sunanlara şöyle seslenildi: "Bu coğrafyadansavaşlar, ölüm ve gözyaşları, ağıtlar hiç eksik olmadı. Savaş hiçbir derde derman olmadı.Savaştan çare üretmeye çalışmak çaresizliği daha da derinleştiriyor. Bu beyhude çabaya

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

gencecik canları kurban etmekten bir an önce vazgeçin."

'ÇOK ŞEY DEĞİL İHTİYACIMIZ OLANI, BARIŞI İSTİYORUZ'Barış umudunu sürdürenlere de seslenilen bildiride, "Biz sanatçılar, barışa dair en ufakumut kırıntılarının izinden gitmeye hazırız. Barış için atılacak her adımı desteklemeyi insanibir vazife olarak görüyoruz. Barışı kurmak bir sanattır ve biz bu sanatın izini sürmek içinyola çıkıyoruz. Çok şey değil ihtiyacımız olanı, barışı istiyoruz" denildi.

ENTERNASYONAL PEN, 1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ NEDENİYLE BARIŞ MANİFESTOSU YAYINLADI...

Uluslararası PEN’in Barış için YazarlarKomitesi, barışın evrensel bir haksayılmasını talep eden bir Manifestohazırlayıp onayladı. Bu manifestonuntemel kaynakları olarak 1987 LuganoBarış ve Özgürlük Bildirgesi, 2009 LinzÇevre Tahribine Karşı Çağrı ve barış yoluolarak diyaloğu savunan 2011 BelgradBildirgesi gösterildi. Bildirgede şumaddelere yer veriliyor:

1. PEN Üyeleri dünyanın çeşitli yerlerinden insanları edebiyat ve yazarlar arası ve kamu iletartışmalarla buluşturmaya dönük bir yurttaşlık fikri geliştirmeye çalışır.

2. Başlıca PEN ilkelerinden biri çatışma halindeki ülkeler arasında ve de siyasal iradeningerilimleri gideremediği durumlarda tartışma ve diyaloğu kolaylaştırmak ve teşvik etmektir.

3. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ilkeleriyle uyumlu olarak, ifade ve yaratıcılık özgürlüğüöbür insan hakları ile uyumlu olduğu sürece bütün biçimleriyle temel bir değerdir.

4. 1992 Rio Çevre ve Kalkınma Bildirgesi ile uyumlu olarak, PEN çevreye saygıya çağırır.Dünya nüfusunun büyük bölümününün yoksullaşmasına katkıda bulunan teknolojiaşırılıkları ile finans spekülasyonunu kınıyoruz.

5. Şiddetten uzaklaşarak bir tartışma ve diyalog ilişkisine geçiş, PEN üyeleri açısındandünyanın en çetin davaları arasındadır. Bu gelişme yönünde aktif katılımcılar olmakamacındayız. Gerekli durumlarda uluslararası hukuk ilkelerine destek çıkarız.

6. Kendimizi her türlü çatışmayı sona erdirebilecek şartlar yaratmaya adamış olarakyaşamayı önemli buluyoruz. Ne barışsız özgürlük olur, ne de toplumsal-siyasal adalet veözgürlük olmadan barış.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

7. PEN her yerde adaletsizlik ve şiddete karşı mücadele verecek, baskı, sömürgeleştirme,yasa dışı işgal ve terörizme karşı olacaktır. Bütün insanların haysiyetinin saygıylakorunmasından yanadır.

8. Adalet ve ifade özgürlüğü ilkeleri ile uyum halinde, bir çatışmada yer alan her birey yada grup uluslararası kurumlara ve hükümet yetkililerine dilekçe verme ve çağrıda bulunmahakkına sahiptir.

9. Her yerdeki çocuklar okul müfredatı bünyesinde barış eğitimi alma hakkına sahiptir.PEN bu hakka uygun davranılmasını savunacaktır.

10. Barış hakkı Birleşmiş Milletler tarafından bir insan hakkı olarak benimsenmelidir.

ORHAN KEMAL ÖYKÜ YARIŞMASI ÖDÜLÜ HALİL GENÇ'İN...

Çukurova Edebiyatçılar Derneği (ÇED)'nin bu yıl 8.'sinidüzenlediği Orhan Kemal Öykü Yarışması sonuçlandı.Toplumsal bir sorunun bireyin dünyasında açtığı hasarlarıöykü diline yansıtmadaki başarısı ile bu yıl Halil Genç'in'Kızıma Bir Yağmur Bulmalıyım' adlı öykü kitabı layıkgörüldü.

ÇED Başkanı Halise Tekbaş, bir kez daha Orhan KemalÖykü yarışmasını yapmanın heyecanı içinde olduklarınısöyledi. Dernek olarak Orhan Kemal'ın adının süreklilikbakımından yaşatmaya çalıştıklarına dikkat çeken

Tekbaş, “Çok eleştiri ve haksızlıklar yapılmasına rağmen mücadelemize ‘Orhan Kemaldiyerek’ devam edeceğiz” diye konuştu.

Halil Genç, 1956’da Giresun Şebinkarahisar’da doğdu. 1974’te ODTÜ Fizik Bölümü’negirdi. Okul yıllarında halk dili, resim, tiyatro, edebiyatla ilgilendi. ODTÜ ÖTK’da (ÖğrenciTemsilcileri Konseyi) öğrencisi temsilcisi olarak görev aldı. Düşler ve Öyküler, AdamÖykü,İmge Öyküler, Notos, Kül Öykü ve Üçüncü Öyküler gibi edebiyat ve öykü dergilerindeöyküleri; birçok dergide karikatürleri ve desenleri yayımlandı. Fizik öğretmenliğinisürdüren Halil Genç’in Koyabilmek Adını (1988) adlı bir romanı yayımlandı. Genç’in ayrıcaHeranuş “Kızıma Bir Yağmur Bulmalıyım” adlı iki de öykü kitabı bulunmaktadır.

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

EYLÜL AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ SAVAŞ ÇANLARI İÇİNDE

KUTLANMAYA ÇALIŞILIYOR!

1 günde kaç insan ölür. 1 günde kaç insansavaşır. 1 günde kaç emperyalist saldırıdüzenlenir. 1 Eylül’de kaç insan ölüyor.Rakamların acımasızlığı mı insanlarıduyarsızlaştıran ya da para-kâr hırsı, sömürüvs...’in yarattığı değerler (!) mi yok ediyorinsanlığı.

Dünyanın en kanlı savaşının başladığı güninsanlığın bitişinde bir adım (bir adım daha)mıydı?

Yılın her günü kapitalizm ve emperyalizm insanı ve insanlığı öldürüyor.Yılın her günü insanca yaşamak, eşit ve özgür olmak için insan ve insanlık mücadeleediyor.Barış salt savaşsızlık değil, barış ancak eşit ve özgür bir dünyada mümkün. Bugün barışıdaha yüksek sesle talep ediyoruz.Kürt sorununa barışcıl, insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir çözüm bulunmasınıistiyoruz.Filistin özgürlük mücadelesinin insanlık onuruna yakışan bir sonuca ulaşmasını istiyoruz.Suriye halkı üzerindeki emperyalist tehditin kaldırılmasını, halkların kendi geleceklerinikendilerinin tayin etmesini istiyoruz.Silahlanmaya değil sağlığa bütçe ayrılmasını, çocuklarımızın ishalden ölmemesiniistiyoruz.Yaşasın 1 Eylül Dünya Barış Günü!Yaşasın eşitlik, özgürlük, kardeşlik! Yaşasın Barış!

Ancak, biliyoruz ki, bu güzel dileklerle barış gelmeyecek. Dünyanın dört bir yanınıkapitalist barbarlık ve kâr hırsının kapladığı günümüzde daha dinamik bir barışmücadelesini önümüze koymak zorundayız.

Daha da ötesi; Urfa, Şırnak, Diyarbakır, Ağrı, Muş, Hakkari, Siirt, Mardin, İstanbul, Bingöl,Kars, Adana, Erzurum, Van, Hatay, Adıyaman, Bitlis, Kilis, Mersin, Erzincan ve Tunceli; 43günde 21 ilde 178 cenaze kalkarken, 33 sivilin öldürüldüğü Suruç katliamından bu yana,yani 20 Temmuz-1 Eylül arasında Suruç’ta katledilenler dahil toplam 74 sivil ölürken barışaciliyeti daha çok önem kazanmaktadır.

Barışın düşmanlarına karşı daha güçlü , daha bilinçli ve daha dinamik olmamız gerekengünlerde yaşıyoruz.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ÇİFTLİK SAHİPLİĞİNDEN TOPRAKSIZLARIN SAFINA GEÇEN SOSYALİST GERÇEKÇİ YAZAR: SAMİM KOCAGÖZ

5 Eylül 1993′te yitirdiğimiz sosyalist gerçekçi romancı veöykücü Samim Kocagöz’ü 21. ölüm yıldönümündeanıyoruz.

Samim Kocagöz, öykülerinde genellikle Ege bölgesindeyaşayan insanların sorunlarını anlatır. Öykülerin konularınıyaşadığı Söke çevresinden ve Menderes vadisinin topraksorunlarından alan yazar, alışılmış teknik ve anlatıma bağlıkalarak sınıflararası çıkar çatışmalarını, ekonomiknedenlerle değişen düzen ve dünya görüşlerini inceler.Yazara 1967′de Türk Dil Kurumu′nun öykü ödülünükazandıran “Yağmurdaki Kız”da değişen insan ilişkilerineeleştirel bir dille kaleme alınmıştır. Kendisi de büyük topraksahibi bir ailenin bireyi olan Kocagöz, yokluk içindeyaşayan, bir karış toprağı bile olamayan yörüklerin,yaşamlarını “ Bir Karış Toprak” adlı romanıyla dile getirir.Bu romanın devamı olarak bir çift öküze sahip olmak isteyen göçmenlerin dramını anlattığıbir çift öküz (1970) romanını yayınlar.

“İzmir′in İçinde” adlı romanında ise 1960 Hareketi öncesi oluşan toplumsal karışıklığıfeodalizmin tasfiyesiyle birlikte ve çeşitli kesimlerden seçtiği karakterler aracılığıyla verir.

Güçlü gözlemlerine dayanarak köy ve kasaba insanlarının sorunlarını, günlük yaşamlarınıve duygularını yalın bir dil ve gerçekçi bir tutumla yansıtır. "Sanat hayat içindir." görüşünebağlı kalarak içinde doğup büyüdüğü çevreyi, daha çok hayatını emeğiyle kazananinsanları, toprak sorunlarını, toplumsal çatışmaları hikâye ve romanlarında yansıtır.Gözlemlerini sanat endişesiyle İşler. Olayları yeniden kurgulayarak onların psikolojikyapısını tamamlar.

Samim Kocagöz aynı zamanda TİP üyesiydi. 1970 yılında ayrıldı. TİP'te geçirdiği yıllaradair gözlemlerini ve Davutpaşa Kışlası’ndaki tutukluluk zamanlarını anlattığı “Tartışma” adlıromanında 12 Mart müdahalesine yer verdi. Onun kişiliğini ve yaşama bakışını şuanekdotta görmek mümkündür: Melih Cevdet Anday'ın Türk Dil Kurumu'na üyeliği konusuyönetim kurulunda görüşülürken üyelerden birinin "Melih solcu, nasıl kabul ederiz üyeliğe"demesi üzerine Kocagöz'ün fırlayıp "Ben de solcuyum" diye bağırır. Sanata bakışını şusözünde somutlar: “Sanatçı, güncel, küçük politikanın içinde değildir. İnsanın eşitliğini,özgürlüğünü, haysiyetini kapsayan büyük politikacıdır.”

“Bir yazar, sanatçı, bir bilimci, politikadan korkar; en hafif deyişle, politikayı sevmez,ilgilenmezse, ne sanatçı, yazar, ne bilimci olabilir. Bütün nitelikleri bir yana, sanatçı

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ve bilimci, bir bakıma yaşadığı toplumun SÖZCÜSÜDÜR… Toplumun istediği, amadile getirermediği düşlerini dile getirebilmek yeteneğine sahiptir sanatçılar.”(Samim Kocagöz / Sanat ve Politika)

RENKLERİ VE ŞİİRİ ŞAHSINDA BULUŞTURANHALK SANATÇISI: BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Resimlerdeki gibi, şiirlerinde de, halksanatlarının zenginliğini, duyarlılığını birbirleşime ulaştırdı. Anadolutopraklarındaki kültürün sürekliliğini vebütüncüllüğünü hepimizin kılan BedriRahmi Eyüboğlu’nu sonsuzluğauğurlayalı 38 yıl oldu. 21 Eylül 1975günü 62 yaşında ayrılmıştı aramızdan.

Bedri Rahmi daha orta okulda şiire ilgiduymuştur. 1928'de Lise öğrencisiykenşiir yazmaya başladı. Şiirlerine,1933'ten sonra Yeditepe, Ses, Güney,İnsan, Inkilapçı Gençlik ve Varlık

dergilerinde yer verildi. 1941'den başlayarak çeşitli şiir kitapları yayımlandı. Halkedebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansıdı.Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk dilineyaklaşma çabasını sonuna dek götürdü. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük birbenzerlik gösterir.

Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olanhalk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir. Bedri Rahmi Atölyesindeyetişen Fikret Otyam, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu şu sözlerle anlatıyor: "Bedri Rahmidostumuzdu, arkadaşımızdı, hocamızdı. Bir kere halk ile bir olduk. hocamız bizihalkın içine attı. Onun için ben bir halk ressamı oldum. Bir ressamdan cok bir sevgiadamı, anadolu çocuğu ve güzel bir yürekti".

Onun eserlerindeki renklilik, canlılık, somutluk ve coşku en çok göze çarpan öğelerken,onun şiire dokunduğu gibi bir de Sait Faik hikayeye dokunur ve aynı renkleri, somutluğukullanır öykülerinde denilmektedir. Hem şair hem de ressam oluşuyla tam bir sanatadamıdır.

Şiirlerinde Anadolu'yu ön plana çıkarmıştır. Faruk Nafiz in hece ölçüsüyle işlediklerini BedriRahmi serbest ölçüyle ve kendine has sımsıcak üslubuyla ortaya koymuştur. Aşk şiirleri deyazmıştır.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Anadolu masallarından, türkülerden, el işlerinden, nakışlarından oyalarından; toprağındaaçan çiçekten; Akdeniz'in sularından kıyılarından; en çok, en çok insan yaşamındanürettiği, çoğalttığı renklerle, çizgilerle, lekelerle resim yaptı. Kilimler, yemeniler, nakışlar,yazmalar, çarşılar pazarlar, Anadolu toprağı, kokusu, ovaları, suları, balıkları, takaları,kayıkları, yıldızları, geceleri, evleri, bin bir yöresi, en çok da insanları ve renkleri onunkalemiyle, fırçasıyla bir cümbüşe dönüştü.

Bir Anadolu yazması gibi yazdı şiirlerini Bedri Rahmi, kilim gibi dokudu: çok sevdiğikirazları, narları, dutları, işledi kağıtlara... Yiğitliği, mertliği, aşkı, sevdayı, özlemi işledi.Evrenin gizemini tek bir nar tanesinden çözmeye çalıştı o. Bilgeliği, ılık, insan sıcağını birgölün yüzeyinden akseder gibi ulaştı bize, öyle naif, öyle pürüzsüz, öyle derin. BedriRahmi'nin şiirlerinde dolu dolu yaşayan bu kocaman adam, bakın çok tartışılan şairlik veressamlık ikilemini nasıl açıklıyor:

“Bir elinde dolmakalem, öteki elinde fırça ile dolaştığı için elleri daima boya içerisindedir.Resimden yorulunca yazı yazmaya başlar. kendini ressamlara sorarsanız: ‘ressamlığışöyle böyle, ama iyi şiir yazar’, derler. Muharrirlere sorarsanız: ‘muharrirliği şöyle böyle,fakat iyi resim yapar’, derler. El Greco’ya, rus romanlarına, pastırmaya ve halk türkülerinebayılır. Gündüzleri resim yaptığı, geceleri yazı yazdığı söylenir. Bunlardan hangisini dahaçok sevdiğini kestirmek güçtür.”

Bedri Rahmi’nin bu konuda en önemli sözlerinden biri de şudur:"Ey sanat! Seni bana musallat ettiler. Eğer ben de seni başkalarına musallatetmezsem, yuf olsun!!!“

MARİFET

Marifet hiç ezilmemek bu dünyadaAma biçimine getirip ezerlerseGüzel kokmakKekik misaliLavanta çiçeği misaliFesleğen misali

Itır misaliİsâ misaliYunus misaliTonguç misaliNâzım misali

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

KÜRT HALKININ KİMLİK MÜCADELESİNİN ÖNCÜLERİNDENGAZETECİ-YAZAR MUSA ANTER’İ ANIYORUZ…

Musa Anter, Kürt halkının haklı özgürlük kavgasınadeğer katan bir Kürt aydınıydı. Kürt halkının köleliktenkurtulma kavgasına hayatını adamış, hem ağır bedelödemiş hem de çok şey üretmiş bir dava adamıydı. O,hayatın ve kavganın içinde kendine has duruşu olan birKürt bilgesiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1992’deDiyarbakır’da JİTEM tarafından katledildi

Musa Anter, sadece duygusallığa değil, akla da dayalıbir mizah ustası ve bir gazeteciydi... Can Yücel, “MusaBeğ İçin” şiirinde onu şöyle tanımlıyor:

Musa Anter ÇağımızdaYeni bir Selahaddin-i EyubiydiOnun ipek kesen kılıcı varsaMusa Beğin TürkçesiVe de o güzelim Kırmancası vardıHerkesin yaya gittiği yerdeO filinta bacaklarıyla koşardıMusa Peygamberin Kızıldeniz'in

dalgaları arasından nasıl ulaştıysaO da kardaşlıkladünya kardaşlığıylaulaştı karşı kıyıyaMusa Beğ için akan göz yaşlarıyediveren mermilerdirbirer birer

(CAN YÜCEL - Portreler)

ŞİİRİMİZİN YOL GÖSTERİCİSİ, HALKLARIN DİNMEYEN SESİ VEYSEL ÖNGÖREN YOL GÖSTERİYOR…

Sürgünlerden sürgünlere savrulan yaşantısında, şiirleriyleve şiir üzerinde düşündükleriyle, her zaman kendisini varetmeyi bilmiş usta şairlerimizdendir Veysel Öngören.Onun şiirlerini antolojilerde, yıllıklarda bulamazsınız.Çocukluğunda ailesiyle birlikte Afyon’a sürülen şair, sonyıllarını Diyarbakır’da Bismil’in Kürthacı köyünde geçirdi.30 Eylül 1997’de, 66 yaşında sonsuzluğa göçtü.

Türkçe’nin Kürt şairi Öngören, halkından aldığı bilinci,gene onlara taşıdı. Hiçbir şeye boyun eğmedi. TRT DışHaberler Servisi’nde çalışırken düşüncelerinden dolayıgörevine son verildiğinde şiirlerine şöyle yansıyordudirenci:“Silindiğin bordroya inat bir çeteledir özgürlük/ ister fabrikada ister firarda”

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

80’li yıllar, onun şiir alanında en verimli olduğu yıllardır. Dergilerde hem üst üste şiirleri,hem de şiir üzerine yazıları çıktı. Şiirimizin emekçi damarını yakalayan ve savunan yazılarışiir baronlarını sarstı… Bu nedenle şiir baronları tarafından görülmemeye başlandı. Burjuvaedebiyatçılar, ne yazılarından ne de şiirlerinden iki satır söz edebildiler… O yaşarken zatensöz edebilme güçleri de yoktu onun karşısında..

O dönemde peş peşe “Remo ve Salo”(1980)”, “Vay Gözüm”(1981), ”Remtelebe”(1982),“Koca Ülke” (1983) ve “Arif’in Kızı” (1987) şiir kitaplarını çıkardı. Şiir üzerine yazdığı uzunyazı ve denemeleri ölümünden sonra “Şiir ve Yenilik” adıyla kitaplaştırıldı.. ŞükranKurdakul’un saptamasıyla, yöresel deyişlerden ustaca bileşimler çıkardı ve edebiyata yenibir ülke duyarlığı getirdi.

Öngören, memleketine döndüğünde Diyarbakırlı şairlere öğretmenlik yaptı. DiyarbakırBelediyesi’nin Şehir Tiyatrosu’nda yönetmenlik yaptı.

“Ölüm silâhlarla geldiği zamanKalktık onu karşıladıkGünü saati sorduk söylemedilerGünü hiç öğrenemedik ama gölgeye baktıkÖğlendi abdest aldık helâllaştıkÖlüm silâhlarla geldiği zaman gençtikElimizi çabuk tuttuk yaşlandıkKendimize yakıştırmak için onuOnu kendimize yakıştırmak içinHöykürdükçe üç el silâh sıktık

Ölüm silâhlarla geldiği zamandıÖlüm utanmasın diye dövüştükNe yaptıksa onun için yaptık, bir tekAvuçlarımızın sıcaklığı kabzasındadırSilâhlarımızın hâlâSilâhlarla geldiği zamandı, bir deKüstü günYüreklerimizi ülkemizi ışıtsın diye bıraktık”

RUHİ SU’NUN SESİNDENYANKILANMAYA DEVAM EDİYOR HAYATIN EZGİLERİ!

Türkülere ve sosyalizme ömrünü veren Ruhi Su’yu ölümyıldönümünde selâmlıyoruz. Onun dilinden ve telindenatmosfere saçılan türkülerde, özlemlerimiz veözlemlerimize ulaşmada direncimiz dile gelmeye devamediyor.

Bizlere sanatın arınmışlığına, damıtılmışlığına denk düşenbir içtenlik ve yalınlıkla türkülerini söyledi, yaşamıngüzelliklerini dinleyenleriyle paylaştı, büyüttü, geliştirdi.

12 Eylül faşizminin kurbanlarından olan Ruhi Su, sonyıllarda kansere yakalanmıştı ama gerekli müdahale içinpasaport vermediler, yurt dışına çıkmasına izinvermediler. 20 Eylül 1985’te dünyaya bilincini ve seslerinibırakarak ışıklar okyanusuna göçtü.

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Devrim umudu ve sosyalizm savaşımı olan her yerde direniş türküleri olarak dünyadaçınlamaya devam edecek Ruhi Su türküleri…

Hangi taşı kaldırsamAnamla babamHangi dala uzansamHısım akrabamNe güzel bir dünya buİyi ki geldimSüt dolu bir torbaylaŞöylece çıkageldimKime elimi verdimseDöndürüp yüzümü baktımsa

Kısmet kapıyı çaldıKör pınara su geldiBen şakıyıp durdukça öyleGülün kokusu geldiBebesi olmayanaBunalıp da kalmışaAcılarla yüklüDargın yüreklereYetiştim geldimİyi ki geldim

EZGİLİ YÜREK

RUHİ SU

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Ne mutlu ki bize insan olmuşuz, İnsan sevgisini gerçek bilmişiz, İnsanın dalında açıp gülmüşüz, Muhabbet insana, insan olana.

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

EDEBİYATTAN SİNEMAYA YAPITLARIYLAYILMAZ GÜNEY KAVGAMIZDA YAŞIYOR…

9 Eylül 1984 tarihi, Türkiye’nin enderyetiştirdiği sanatçılardan birisi olan YılmazGüney’in aramızdan ayrıldığı tarihtir.Yaşamını devrim ve sosyalizm davasınaadayan, “Halkın sanatçısı, halkınsavaşçısıdır” şiarı temelinde yaptığıdevrimci sanatla Türkiye halklarınıngönlünde taht kuran Yılmaz Güney’inölümünün üzerinden yirmi sekiz yıl geçti.

Öyküleriyle, romanlarıyla başlayansanatsal gücü simeayla birlikte doruknoktada eserler üretti.. Has sinemacıydı,muhteşem bir gözlemciydi. İçerde olma-

sına rağmen dışarısının darbe ortamını nasıl bu kadar kusursuz betimleyebildiğine hâlâdaha şaşanlar vardır.

Yılmaz Güney devrimci bir sanatçıydı. Onun sanatını belirleyen şey ise hayata bakışıydı.Onca baskıya ve yasaklamaya karşın yolundan dönmeden üretmeye devam edecek kadargerçek bir sanatçı, THKP-C önderleri Mahir Çayanları evinde saklamayı göze alabilecekkadar da devrimciydi. Bunun bedelini yıllarca ödeyecek ama yaptığından pişmanlık değil,onur duyacaktı.

Hapishane yıllarında da üretmekten geri durmayacak, halkının yaşadığı acıları,yoksullukları, çelişkileri, hasretini, özlemini sinema perdesine aktaracaktı. Halkınsanatçısıydı, kaynağını halktan alıyordu. Çocukluğundan itibaren ırgatlık, çobanlık, satıcılıkgibi işlerde çalışması halkı daha yakından tanımasını, yokluğu yoksulluğu kavramasınısağlar. Bunları ilerde sanatına yansıtacaktır.

1957de başlar sinema serüveni... İlk filmini çektiği 1958 yılında çok önceden Onüç isimliedebiyat dergisinde yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Denklemi isimli yazı nedeniylekomünizm propagandası yapmak suçundan hapse mahkum edilir. Tutuklanıp hapishaneyekonulur. Hapishanede de üretmeye devam eder ve daha sonradan Orhan Kemal RomanÖdülünü kazanacak olan Boynu Bükük Öldüler isimli romanını yazar. Hapishane ve sürgünyıllarının ardından yine art arda filmler çekecektir.

Bu dönemde çektiği filmler vurdulu kırdılı diye adlandırılan kabadayı, mert, delikanlı,haksızlıklara karşı çıkan, adaleti savunan tiplemelerinin olduğu filmlerdir. Daha sonralarıKızılırmak Karakoyun ve Hudutların Kanunu gibi filmler çekecek, ödüller alacaktır.

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

70’li yıllar ülkemizin toplumsal çalkantılardan geçtiği, bilinçlendiği toplumsal birbaşkaldırının temellerinin atıldığı yıllardır. Yılmaz Güneyde bu dönemden etkilenir ve budeğişimi sanatına yansıtır. Ve Türk sinemasına başyapıt niteliğinde eserler de armağaneder. Umut, Ağıt, Acı, Baba, Umutsuzlar bu dönemde çektiği filmlerdir. Umut Türkiye’deyasaklandığı gibi, yurtdışına çıkması da yasaklanır. Fakat daha sonra Yılmaz Güney“Umut”u yurtdışına çıkartmayı başaracak ve Umut Fransa Gronoble Film Şenliği’nde JüriÖzel Ödülünü kazanacaktı.

Ülkede 12 Mart Cuntası hüküm sürmektedir. 12 Martın baskıcı yasakçı faşizan kanunları...1972 yılında Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman’a yardım yataklık etmeksuçundan tutuklanır. Mahkemede yaptığını gururla anlatır ve insanlık dışı düzene karşıolan, yürekleri halkı için çarpan herkese yardım etmeye devam edeceğini söyler.Sosyalisttir, düşüncelerini, ideolojisini her zaman savunur. Kendisini şöyle tanımlar:

“Göğsümü gere gere ben sosyalistim demiyorum. Küçük ve acemi bir çırağım şimdilik.Safım açık ve bellidir. Emekçi ve yoksul halkımın safında, bilimsel sosyalizme inanan,sosyalizmin acemi sanatçısıyım. Bütün olanaklarımla kurtuluş mücadelesinin içinde olmayaçalışacağım. Bu yüzden başıma gelebilecek belaları şimdiden göğüslemeye hazırım. Halkyolunda halk için ölüm, şerefli bir ölümdür.”

Kendi kendini eleştirebilen, eksik yanlarını aşma çabası içinde olan ve aşan bir kişiliktir.Kendinde zaaf olarak gördüğü her şeyle mücadele etmiş ve aşmasını başarmıştır. Bumücadelesini şöyle açıklar:

“Dışa karşı mücadelenin temel koşullarından biri iç birlik ve sağlamlıktır, içten çürük,tutarsız olan hiç bir şey dışa karşı başarılı olamaz.”

Yılmaz Güney değişime inanan ve dünyayı değiştirme iddiasına sahip bir düşüncenin vekavganın neferiydi. Çünkü ona göre Devrimci sanatçı, devrimci tabiatı gereği militandır,yenileştirici ve değiştiricidir. Toplumsal kurtuluş mücadelesinden ayrı düşünülemez.Devrimci mücadele ile organik bir bağı olmalıdır. Bu nedenle, devrimci bir sanatçı, oülkenin devrimci mücadelesinin hedefleri ve görevleri doğrultusunda görevlerle yüklüdür. Oher şeyden önce bir devrimcidir, militandır, sanatı devrimin bir aracıdır, bir silahıdır.

1980 faşist cuntası geldiğinde bütün kitapları ve filmleri yasaklanacak, 130 filminden 104üyakılacaktı. Filmleri ve eserleri cuntayı korkutmayı başarır. Ondan böylesine korkanlar birefsaneyi yok etmeyi amaçlarlar. Hakkında pek çok dava açılacak ve Yılmaz Güneyhapishaneden kaçıp, yoluna devam etmek üzere yurtdışına çıkacaktı. Bu durumunu şöyleözetleyecekti:

“Böyle bir dönemde Türkiye’de yapabileceğim hiç bir şey kalmadı. Türkiye için bir şeyleryapabilmek, ezilen halk ve ulusların mücadelesine aktif olarak katılabilmek, faşizme karşımücadele edebilmek için Türkiye’den geçici olarak ayrılıyorum.”

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Yurtdışında da halkların kurtuluş mücadelesinden geri durmaz Yılmaz Güney. Yurtdışındabulunduğu süre içinde Duvar filmini çekecek ülkemiz hapishanelerinin gerçekliğini gözlerönüne serecekti. Yurtdışına çıkmadan önce yaptığı bir film olan Yol ise Cannes FilmFestivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanacaktı.

Sayfa 91

GÖRSEL DÜZEMLEME: ADNAN DURMAZ

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Yılmaz Güney, sanata bakışını şu sözlerle somutlamıştı:

“Devrimin önündeki sosyal güçler, kendi sınıf çıkarlarına uygun sanat hareketleri deyaratırlar. Siyasi ve askerî mücadelelerini sanatsal çalışmalarla güçlendirmek isterler. Bizproletaryanın sanatına, halkın demokratik devrimci sanatına sahip çıkar ve onugeliştirmeye çalışırken, gerici sınıfların sanatına karşı nasıl bir mücadele yöntemiizleyeceğimizi de bilmeliyiz. Halkın sanat alanındaki savaşçısı olmak istiyorsak,burjuvaziyle, revizyonizmle, oportünizmle aramıza berrak sınırlar çizmeye çalışmalı vedevrimin zor yolunun gerektirdiği sabrı, fedakârlığı ve kararlılığı göstermeliyiz.”

47 yıllık ömrünün 13 yılını cezaevinde 3 yılını ise yurtdışında geçirecek ömrünün son anınakadar halkların kurtuluş düşünü yüreğinde yaşatacaktı: “Hayatın her alanında iyisavaşçılar, başarılı savaşçılar olmak ve yetiştirmek zorundayız. Biz sazımızı çok iyi, çok iyiçalmalıyız. Biz, iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz.”

UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!

“Üretime, gelişmeye katkısı olmayan, gelişmenin dokusu olamayan toplumsal ve kişiselbütün ilişkiler, gerici, tutucu lişkilerdir. Hayatın dinamizmi ve tarihsel akışın doğru çizgiylebağlar kuramamış sınıflar, kişiler, geri ilişkiler içinde yerlerini alırlar.

İnsan, üretici güçlerin en temel, en önemli unsurudur. Doğa ve toplum çelişkileri, bilinceyansır; bir yığın olaydan çıkan dersler bilince yansır… bilinç gelişir… Bilincin sağlıklıgelişimini sağlamak için, hayatın bütün alanlarında, gelişmeyi engelleyen, gerici güçlerinetkisine açık yanlarını nasıl yenecek Salpa? Kalemi eline aldı. Düzgün beyaz bir kâğıdın sağköşesine günün tarihini attı….

“Salpa Sıkı Yönetim Komutanlığının 1 Numaralı Bildirisi

Gerekli görüldüğü için sıkı yönetim ilan edilmiştir.

Bundan böyle gelişi güzel yaşamak, düşünmek, çalışmak, uyumakve tespih çekmek, tavla, satranç, langırt, kâğıt oyunları oynamak;milli piyango, spor-toto, lotarya gibi şans oyunlarına bel bağlamak;pazarlık etmeden herhangi bir mal almak; gereksiz kolonya ve dişmacunu kullanmak; jilet harcamak ve ne nedenle olursa olsun hertürlü gevezelik ve gerici ilişkiler yasaklanmıştır” (SALPA’dan)

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Sayfa 93

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

HO CHİ MİNH YOLDAŞA BİN SELAM OLSUN!

ABD’ye ilk tokatı indiren,Vietnam devriminin büyük ustasıHo Chi Minh’i ölümünün 45.yıldönümünde saygıylaselâmlıyoruz.

Halkının deyişiyle, Ho Amca,Yeni sosyalist kuşağımızınbütün o bitmez, tükenmeztartışmalardan kurtulması içingerekli en yanılmaz sosyalistmihenk taşını bizlere gösterdi:1 - Teoride: Kendi tarihinin vetoprağının çözümlemesini iyiyapmak;2 - Pratikte: Kişi ya da kişilerisivriltmeyen elbirlikçi davra-nışyapmak.

Günümüzde öne çıkan liderlik kompleksleri ve onun getirdiği parçalanmaya karşı tek ilaçHoAmca’yı iyi tanımakta yatmaktadır.

Ho Amca', önsüz ve sonsuz bir sosyalizm çabası içinde, en gerçek emeğin adsız ruhuolarak yaşadı ve göçtü. Bütün ömrünce "kişi" olarak "sivri"liği ile hiç kimseye batmadı. Enrezil düşmanı Amerikan emperyalizmine bile, en yalınkat hakkın kılıcı gibi batarken: "Tekkişi" olarak değil, bütün bir Vietnam halkı olarak savaştı.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ŞİLİ’DEKİ FAŞİST DARBEUNUTULMADI, UNUTTURULMAYACAK…

Bundan tam otuz yedi yıl önce Şili’deAllende hükümeti askeri bir darbe iledevrildi ve yerine Latin Amerika’nın enkanlı, cani, terörist-faşist rejimlerindenbiri kuruldu. Zindana ve kitleselişkence merkezine dönüştürülenSantiago stadyumu ve binlerce“kaybedilen” eli kanlı cuntanın simgesioldu… Seçimle işbaşına gelmiş DevletBaşkanı Salvador Allende dahil, otuzbinin üzerinde devrimci, yurtsever vesosyalist katledildi. 150 bin kişitoplama kamplarına gönderildi. İşçisınıfı ve emekçilerin örgütlülüklerişiddet ve terörle dağıtıldı… Şili devrimiağır bir yara aldı.

1973 Şili faşist darbesinin 37. yıldönümünde tam da bu gerçekleri bir kere daha bilinceçıkarmak, dünya ezilenlerinin ve sömürülenlerinin kurtuluşu için emperyalizmin ve dünyagericiliğinin yeryüzünden silinmesinin ivedi gereklilik olduğunu kavramak önemlidir.Emperyalistlerin dünya halklarına “kurtuluş” diye sattıkları şeyin ne olduğu Afganistan’da,Irak’ta, Filistin’de ve Kongo, Nijerya, Liberya’da bütün çıplaklığıyla görülmektedir.Emperyalistlerin kendi çıkarlarından başka gözettikleri hiçbir şey yoktur ve onlar bu çıkarlariçin dünya halklarını felakete, açlığa-yoksulluğa ve savaşlara sürüklemekten biran olsunçekinmemektedirler. İşçi sınıfı ve dünyanın ezilen halklarının kendi gücünden başkagüvenecek kapısı yoktur. Örgütlenmek ve emperyalizme ve dünya gericiliğine karşı ortakmücadeleyi yükseltmek -dün olduğu gibi bugün de görev budur!El pueblo unido jamas sera vencido! Birleşmiş halk asla yenilmeyecek!

35. YILINDA 12 EYLÜL’LEHESAPLAŞMAMIZ SÜRÜYOR!..

12 Eylül faşist darbesinin üzerinde 34 yıl geçti. Ama bu dönemin suçluları hâlâ ellerinikollarını sallayarak ortalıkta dolaşmakta ve büyük itibar görmektedirler. 12 Eylül’ünkarşısında olduğu-nu iddia edenler de 12 Eylül türevi uygulama-lara devametmektedirler. Hatta bu yüzsüzler, 12 Eylül faşizminin katlettiklerini ambalajlarındakullanma yüzsüzlüğünden de geri durmamak-tadırlar. Günümüzde de karakollardainfazlar, kaybolmalar sürerken, yazarlar, gazeteciler tutuklanırken, kim inanır düzeninegemenle-rinin 12 Eylül karşıtlığına.

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

12 Eylül darbecileri ve onların süreklerisanık sandalyesine çıkartılmalıdır. Amabu kendiliğinden olmaz. Bunusağlayacak olan proletarya veemekçilerin mücadelesinindayatmasıdır. Yakın döneminYunanistan, Arjantin, Şili, Peru vb.deneyleri de bunu gösteriyor. Oralardahalkların mücadelesinin dayatmasısonucunda cuntacılar ve suç ortaklarısanık sandalyesine oturtuldu veoturtuluyorlar. Türkiye’de de en başta

yapılması gereken şeylerden biriside cuntacıların halka karşı yapmış olduklarından dolayısanık sandalyesine oturtularak yargılanmalarının sağlanmasıdır.

32. yıl dönümünde 12 Eylül faşist darbesini protesto ederken ve yaptıklarının hesabınınmutlaka sorulması gerektiği bilinciyle demokrasi ve özgürlükler kavgasını örerek, bumücadele de yaşamını yitiren devrimcileri anıyor, devrimci onurlarını 12 Eylülcülereçiğnetmeyerek direnen devrimci ve komünistlerin kavgasını kavgamızda yaşıyoruz,yaşatıyoruz, yaşatacağız.12 EYLÜL FAŞİST DARBESİNİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ!

VİCTOR JARA’NIN SESİ ÇINLIYOR HÂLÂ AND DAĞLARINDA!..

Victor Jara, Şili’de 11 Eylül 1973’tegerçekleştirilen askeri darbede katledilen 30bin insandan biri. Muhtemelen 16 Eylül1973’te Santiago de Chile’nin stadında bitenbu yaşam öyküsü 28 Eylül 1932’deSantiago yakınlarındaki Lonquen kentindebaşlar. Çiftçi ve yoksul bir ailenin çocuğuolarak dünyaya gelir. Jara okuma-yazmayıda, gitar çalmayı da, geleneksel Şilifolklorünü de güzel bir sese sahipannesinden öğrenir.Kilisenin korosunda teknik anlamda müziğiöğrenir, ancak tanrı inancını kaybedince

Okulu bırakır ve Lonquen’e döner. Burada arkadaşlarıyla Şili folklorunu araştırmaya başlar,tiyatroya ilgisi sonucu Şili Üniversitesi’nde tiyatro bölümünde okur. O dönemde çok sayıdatiyatro oyununda yer alan Jara, 1960’lı yılların başında geleneksel Şili halk danslarınahayranlık duyan şarkıcı Violetta Parra ile tanıştıktan sonra müziğe yönelir. Onun şarkıcıolmaya karar verdiği olay, tiyatro grubuyla Sovyetler Birliği’ne yaptığı turda yaşanır.Programın bir parçası olarak oyunculardan birinin şarkı söylemesi gerekiyordu, ancak ooyuncu hastalanınca Jara gitarıyla sahneye çıkıp, şarkı söyler. Rus seyirciler büyülenir ve

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

sahneye çiçekler atarak, beğenilerini ifade ederler. Victor da buradan aldığı motivasyon ileMoskova’nın bir otel odasında ilk şarkısı olan ‘El Cigarrito’yu yazar. Müzik, artık onunyaşamının ve kavgasını8n en önemli aracı olmuştur: “Kendimizi ve başkalarını herzaman daha iyiye götürmek için gerçeği anlatıyoruz. Yollarını bizden ayrısürdürenlerin önünde bizimkilerle bütünleşerek şarkı söylemek istiyorum…Yapmakta olduğumuz şeylerin kıtasal değeri olduğuna, kitleleri sürüklediğineinanıyorum. Devrimci şarkı, devrimci bir güçtür. Bütün üçüncü dünya ülkelerindesözü geçen güçlü bir silah...”

4 Eylül 1970’de Allende seçimleri kazanır ve La Nueva Cancion hareketinin müzikal olarakağırlık verdiği konular da değişir. Jara da bu en yaratıcı döneminde en iyimser şarkılarınıyazar. Jara ve harekette yer alan başka sanatçılar Halk Birliği’nin gayrıresmi kültür elçileriolarak Latin Amerika ülkelerine gidip, sahne alırlar; sahne almadan önce kapsamlı bir şekildeülkedeki siyasi durum hakkında değerlendirmeler yaparlar. Böylece konserlere siyasi birboyut katarlar. Geleneksel halk şarkılarına özel ilgi duyan ve başta Pablo Neruda olmaküzere birçok şairin şiirlerini besteleyen Jara’nın şarkıları siyasi atmosferin sertleşmesiylebirlikte daha düşünceli bir nitelik kazanır.

11 Eylül 1973’te General Augusto Pinochet liderliğinde ABD’nin desteğiyle Allendehükümetine karşı askeri darbe gerçekleştirilir. O an, öğretim görevlisi olduğu Santiago TeknikÜniversitesi’nde olan Jara, radyodan olup bitenleri dinler. Sokağa çıkma yasağından dolayıgeceyi öğretmen arkadaşlarıyla üniversitede bekleyerek geçiren Jara, ertesi gününiversitenin avlusunda askerlerce yakalanıp, binlerce insanın tutulduğu Santiagostadyumuna götürülür. Günler geçer, onbinlerce insanla dolan stadyum önce birişkencehaneye, ardından toplu mezara dönüşür. Tutuklandığında gitarı yanında olan Jara,insanlara moral vermek için gitar çalıp, şarkı söyler. Buna sert tepki gösteren askerler müzikyapmayı kesmesini söylerler, ancak Jara devam eder. Bunun üzerine ellerini kıran askerler,kendisine işkence ederken ‘Şimdi şarkı söyle yapabiliyorsan, domuz!’ derler, Jara da‘Venceremos’ şarkısını söyleyerek cevap verir. Jara’nın morali ve kararlılığı karşısındaçaresiz kalan askerler onu katlederler.

Victor Jara öldürülmeden önce silah ve işkence sesleri arasında ufak bir kurşun kalemi ile birçaput kağıda o günlerde - daha sonra kendi adını alacak olan - stadyumda yaşanılan vahşetison bir şarkı olarak yazar:

BEŞ BİN KİŞİYİZ BURADA

Beş bin kişiyiz buradakentin bu küçük parçasında.Beş bin kişiyiz.Ne kadar olacağız bilememkentlerde ve tüm ülkede?Burada yapayalnızon bin el, tohum ekenve fabrikaları çalıştıran.İnsanlığın ne kadarıaçlıkla, soğukla, korkuyla, acıyla,

baskıyla, terör ve cinnetle karşı karşıya?Yitip gitti aramızdan altısıkarıştı yıldızlara.Biri öldü, diğerini vurdular asla inanmazdımbir insanın bir başkasına böyle vuracağına.Öbür dördü sona erdirmek istedi bu dehşetibiri boşluğa attı kendini,diğeri vuruyordu başını duvarlaraama ölümün işareti var hepsinin bakışlarında.Nasıl dehşet saçıyor faşizmin yüzü!...............

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Sayfa 99

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

PABLO NERUDA ŞİİRLERİYLE KAVGAMIZA SES VERMEYE DEVAM EDİYOR!..

Pablo Neruda, bir demir-yolu emekçisinin oğlu veŞili’nin Paris büyükel-çisi… Yaşamında tezatgibi görülen bu farklılık,onun hiçbir zaman diktat-örlük, acı, katliam veyoksulluklar ülkesi Şili’ninşairi olmasına engelolmamıştır. Onun için"Latin Amerikan’ın büyükyüreği" diyenler de yanıl-mamıştır. O’na göre “şiirhem isyandır, hem deisyankârdır.”

Şiir devrimcidir, çünkütoplumsal duyarlığın sesi-dir o. Ozanın muhalif kimliğinin doğuştan gel-mesinin temel nedenle-rinden biri de budur.Kavganın nabzını hep elinde tutan Neruda’nın şu cümlesi, onun tüm savaşımını ve şiirleriniözetlemektedir: “Şiir kimliğini ve itibarını ezilenlerin safında buldu.”

"Söken şafaklar için barış olsun,Köprü için, şarap için barış!Toprak ve sevgilerleEski türküyü yoğurarak,Kanımda dolaşan,Ve beni coşturan,Alfabeye barış olsun!

Karnımızın acıktığıSabahta,Kent için barış olsun!Ve kökler ırmağıMissisipi için barış!Kardaşımın gömleği için barış,Rüzgârın damgasını vurduğu;Kitap için barış olsun!

“Uyansın Oduncu” şiirinden PABLO NERUDA (Çeviri Enver Gökçe)

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Sayfa 101

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Page 102: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

ULUCANLAR KATLİAMI BELLEĞİMİZDEN SİLİNMEYECEK HİÇ!..

25 Eylül'ü 26 Eylül'e bağlayan geceninsonunda alacakaranlığında gelmişlerdi...Koğuşun tavanındaki mazgallardan,gözetleme kulelerinden gaz bombalarıyla,mermilerle saldırıyorlardı. Bir yandan da;Habiiip!.. İsmeeet!.. Cemaaaal!..Sadıııık!.. Enveeer!.. nidalarıylaalacakaranlığın sessizliğini yırtaraköldürecekleri insanların isminiokuyorlardı!.. Devletin elinde, dört duvararasındaki devrimci sosyalist tutsaklarakarşı planlı, programlı, tasarlanarakhazırlanan bu devlet katliamını; sabahınerken saatlerinden, hatta operasyonun

başladığı alacakaranlıktan itibaren televizyon kanalları; 'Ankara Ulucanlar Cezaevi'ndeİsyan!..' diye duyuruyorlardı!..

Oysa 'isyan' dedikleri şey 19 Eylül'de başlamış, 25 Eylül'de (her zaman olduğu gibiarkasından ihlal ettikleri) 'anlaşma' ile sonuçlanmıştı. Yıllardır 20-30 kişi kapasiteli; 'devletinat ahırından bozma' koğuşlarda balık istifi 80-90-100 kişi kalan devrimci siyasi tutsaklar;'nefes alamıyoruz, bize bir koğuş daha açın' diye cezaevi idaresine, Adalet Bakanlığı'nadilekçe üstüne dilekçe vermişlerdi. Her seferinde de; 'tamam bu sefer çözeceğiz, AdaletBakanlığı'ndan onay bekliyoruz...' diye oyalanmışlardı. Her şey baş-göz üstüne amacezaevinde de olsa insan her zaman insandı. Balık istifi tıkıldıkları koğuşlarda fareler gibihavasızlıktan ölmek yerine nefes alabilecekleri bir koğuş istemişlerdi ve istemekle kalmayıpyan taraflarında bomboş duran olanağı fiilen kullanmışlardı. Bu son derece masum veinsani talepleri karşılandığında da kimsenin burnu kanamadan 1 hafta süren direnişlerineson vermişlerdi.

En son sayı 120'ye çıktığında artık tahammül sınırları çoktan aşılmıştı ve hala olumlu birgelişme yoktu. Onlar da bir gün havalandırmanın duvarında eskiden açık olup sonradantuğla ile örülen kapıyı yeniden açarak yan tarafta 15-20 adli tutuklunun bulunduğu 7.koğuşa geçerek 'nefes alabilecekleri bir ikinci koğuş' sorununu yine cezaevi içinde fiilençözmüşlerdi. Cezaevi idaresinden de bu durumu onaylamalarını ve yeni geçtikleri koğuşunboya ve badanasını yapmak üzere kireç-fırça ve boya istiyorlardı.

'İsyan' dedikleri buydu! Tıpkı Yılmaz Güney'in ünlü 'Duvar' filmine konu olan 'Sübyankoğuşundaki isyan' gibi idi. Onlar da kışın zemheri soğuğunda sobasızlıktan, kırık camlarnedeniyle kar, yağmur ve rüzgârda titremekten ve kişi başına günde verilen bir ekmekledoymadıklarından 'soba, pencere camı ve iki ekmek' talebiyle 'isyan' etmişlerdi.Anılarını belleğimize kazacağız…

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 103: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BULGARİSTAN ŞİİRİ

Hristo BOTEV

İvan VAZOV

Lubomir LEVÇEV

Nikola VAPTSAROV

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YAKARIŞ

Ey tanrım, ey adalet tanrısı!Sen değil, göklerde oturan!İçimizdeki sen, ey tanrım,içimdeki, yüreğimdeki, ruhumdaki!

Önünde papazlarınve rahiplerin eğildikleri,

Ortodoks sürülerinin mum yaktıkları,sen değil.

Çamurdan yaratıp kadını erkeği,sonra da yarattıklarının toprak üstündeköle gibi yaşamalarına razı olan,sen değil.

Acı çekmeyi öğreten kölelere,boş umutlarla besleyenonları ta mezara dek,sen değil.

Ey yalancıların tanrısı, sen değil!alçakların, zorbaların tanrısı,insanlığın düşmanı, salakların putu,sen değil.

Sen, ey aklın tanrısı, sen!Tüm köleleri koruyan!Çok yakın kurtuluş günü o kölelerin,tekmil halk yakında kutlayacak o günü!

Uyandır tek tek her insanda, ey tanrım,gerçek özgürlük sevgisini,taksın canını dişine, dövüşsün,halkı ezenlere karşı.

Güç ver benim de koluma, silâhıma,başkaldırdığı gün köleler!Güç ver ki, ben de kendi mezarımıdövüşenler arasında bulayım!

Koma yaban ellerde sönsünyalım yalım yanan bu yürek.Sesim boşa gitmesin,sesim kalmasın çöllerdeki gibiyankısız.

HRİSTO BOTEVÇEVİRİ: A. KADİR - ASIM TANIŞ

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 105: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BİR TEK IŞIKTIR SONSUZ OLAN

Güneş içimizi sevinçle ısıtırkapanık havalardan sonra.Ama o daha da alımlıdırbir küçük aralıktan zindana sızdığında.

Yol gösterir koca bir gemiyegecenin karanlığında bir küçük yıldızcık.Dev gibi yangınları bazantutuşturur bir kıvılcım, ufacık.

Engizisyon alevinde kavrulanlar aydınlattılar dünya gecesini.Daha bir müthiş parıldarkara gecede yıldırım, daha bir görkemli.

Hiçbir zaman sönmeyecek olan şeyizalimler! Gücünüz yetmez söndürmeye.Boğmaya çalıştığınız ışıkbüyür ve yutar sizi bir volkan aleviyle.

Çünkü bir tek ışıktır sonsuz olandünyanın uçsuz bucaksız boşluğunda.Evrene o doğurdu dünyamızıve onuhnla sonsuzluk kazandı dünya.

O daha da parlak ışır karanlıktasöndüremez onu gömdüğünüz mezar.Prometheus’ta öldürülen ışıkVoltaire’de yeni bir güçle parıldar.

Ve eğer güneş yiterse ansızınyiter ve ışımazsa bir dahabize ışık için cehennemdengidip alev getiren biri çıkar mutlaka

İVAN VAZOV

(ÇEVİRİ: ATAOL BEHRAMOĞLU)

Sayfa 105

Page 106: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

YARA

Şilibir başka cumhuriyetsin senöbür ucuda dünyamızın.upuzun bir yarasın şimdi benimcanevimin kıyısında.Kılıç vuruşuyla açılmış bir yara,selâmunutulan bir düşmanın.Böyle izlerde yeşerir amamucize dedikleri,ve geleceğe ilişkin haberlerle doludur onlar.İçim sızlıyor Şili,demek ki hava dönecek yarın,değişecek gökyüzü,Yarın bizim güneşimiz açacak!Bunu söylüyor işte arkadaşlaraaldığım yara.

LUBOMİR LEVÇEV

(ÇEVİRİ: FAHRİ ERDİNÇ – KEMAL ÖZER)

Emeğin Sanatı 171. Sayı

Page 107: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

Bir barut fıçısı gibi çöker üstümüzebetondan bir yapı, kocaman.Yüreklerimizde savaşın homurtusu,İçimizde isyan, ateş ve kan.

Görürüm bu isyanı şimdi defabrikaların bacalarında,gün batısındaki kızıllıkta,dingin, mavi gökyüzünde.

Daralırken buralarda korkunç çember,yanaş bana, gel söyleyiver,suç mudur bu benim yaptığım:Ayırdığım yüreğimde aşka bir yer?

Suç mudur yoksa, gel söyleyiver,gürültülerle çalkalanırken fabrikalar,mitralyözle taranıp biçilirken ortalık,suç mudur "seni seviyorum" demek?

Aşkımızın dünyası çok daraldı,ne yapalım, sevgilim, bu bir gerçek!Bu türkücüğü bunun için yollarım sanagözlerimde pırıl pırıl bir gelecek!

NİKOLA VAPTSAROV(ÇEVİRİ:A. KADİR-ASIM TANIŞ-G. SANTORO)

AŞK TÜRKÜSÜSayfa 107

Page 108: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] gönderebilirler.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA (BULGAR) ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:HRİSTO BOTEV (1848-1876): Bulgaristan gerçekçi edebiyatının öncülerinden olan Botev, lise öğreniminin yarıdabıraktırılması üzerine çeşitli alanlarda kitaplar okurken başta Puşkin, Lermantov, Nekrasov olmak üzere Rus şairlerindenve Çernişevskiyle beraber Rus devrimci yazarlarından etkilendi. Uzun süre yurt dışında kalan Botev, ülke dışındayaşamak zorunda kalan Bulgar devrimcileri çevresinde eylemlerini sürdürdü. Devrimci dergi ve gazeteler yayınladı. 1875yılından sonra Bulgar devrimci demokrat hareketinin önderi oldu. İlk şiirlerini 1866-1877 yıllarında yayınlayan Botev’intek kitabı olan “Şiirler ve Türküler”, ölümünden bir yıl önce 1875’te yayınlandı. Kitapta yer alan şiirler sayıca az olmasınakarşın, şairin türkülerinden çağdaş sorunları anlatımı yolundaki ustalığı, devrimci duyarlığı, lirizm ve yergi özelliklerinibaşarıyla yansıtabilmesi gibi nitelikleriyle ulusal Bulgar şiirinin doğuşunda büyük önem taşırlar. 28 yaşında, “Yakarış”şiirinde hayal ettiği gibi adalet ve özgürlük yolunda Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesinde can verdi. Botev, şiirsanatını, yaşadığı çağı geleceğe bağlayan bir haber verme sanatı olarak kullandı.İVAN VAZOV(1850-1921): Şair, anlatı ve oyun yazarı olarak, toplum damaı olarak ulusal Bulgar edebiyatının doğupgelişmesinde büyük rolü oldu. Tüccar ailesinden olmasına karşın lise yıllarında devrimci çevrelerle ilişki kurdu. Bunedenle de Romanya ve Odesa’da yaşamak zorunda kaldı. Bağımsızlıktan sonra, 1897-1899 yılları arasında milli eğitimbakanlığı yaptı. 1870 yılında yayınlanmaya başlayan Vazov’un ilk şiirleri lirik aşk şiirleridir. 1880’lere doğru yazdıklarındaise devrimci yurtseverlik, ulusal kurtuluş öğeleri ağır basar. Bu şiirlerinde Botev geleneğini sürdüren Vazov,“Unutulanların Destanı” şiir dizisiyle Bulgar şiirinin doruklarında yerini aldı. Romanları da olan Vazov, Ulusal BulgarTiyatrosunun oluşumuna büyük katkılarda bulunmuştur.LUBOMİR LEVÇEV(1935 -): 21 Şubat 1907'de İngiltere'de York'ta doğdu, 28 Eylül 1973'te Viyana'da öldü. OxfordÜniversitesi Christ Church Collage'de İngilizce öğrenimi gördü. 1928'de bir yıl kadar Almanya'da kaldı, Brecht'ten ve epiktarzdan etkilenmiş olarak döndü. Öğretmenlik yaptı. 1935'te Thomas Mann 'ın kızı Erika ile evlendi. 1937'de İspanya İçSavaşı'nda Cumhuriyetçi'lerin safında cankurtaran şoförü olarak çalıştı. Ertesi yıl Japon işgali altındaki Çin'e gitti.1939'da ABD'ne göç etti, 1946'da ABD vatandaşı oldu. Amerika'da ve İngiltere'de şiir dersleri okuttu. 1948'de Pulitzer ŞiirÖdülü'nü, 1953'te Bollingen Ödülü'nü, 1956'da Ulusal Kitap Ödülü'nü kazandı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere'deenetkin anti-faşist şiirlerini yazdı. Şiirlerinde her zaman "soru soran kahraman" iç ve dış sesi vardır.NİKOLAY VAPTSAROV(1909-1942): Daha küçük yaşta edebiyata yöneldi. Edebiyat okumak istediyse de babasının isteğiile makina okuluna girdi, sonra da kâğıt fabrikasında işe başladı. Böylece işçi sınıfıyla, ilişkileri ve siyasal eylemleribaşladı. Çeşitli işlere girip çıktı. 2. Dünya Savaşından sonra kendini siyasal mücadeleye adadı. Alman istilasına karşıçeşitli eylemlerin içinde oldu. Defalarca tutuklandı. Son tutuklanmasında arkadaşlarını ele vermesi için ağır işkenceleremaruz kaldı. Ağzından laf alınamayacağı anlaşılınca 1942’de kurşuna dizildi. Ömrü boyunca işçilerle yanyana yaşayanVaptsarov, şiirlerinde onların hayat deneyimlerini paylaştı. Onların iç dünyasına ayna tuttu, doğrudan doğruya onlarınadına konujştu. Şiirde halkın dilini kullandı, yığınlarla kaynaşmanın en doğru yolu onca buydu.Bunu da başardı, hem deson şiirini kanıyla yazarak.KAYNAK:Milliye Sanat Dergisi Eki Dünya Şiiri Ant.Dünya Halk ve DemokrasiŞiirleri-3- A.KADİR,

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

Eylül 2015 Yıl: 9 Sayı: 171Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A.Z.ÇAMURÖn, Öniç Kapak, Arka İç Kapak: ADNAN DURMAZ

Arka Kapak Düzeni: A.Z.ÇAMUR

Page 109: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI
Page 110: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 171. SAYI

BağırBağırabildiğin kadar.Ankara sağır;Sesin neresinden baksanKırık bir ayna gibi Anadolu’ya;

GörGörebildiğin kadarAnkara kör..

Kaynıyor ateşte suKaynıyor semaver gibi halkEy halkın yazgısını kara yazanlarHangi büyük sular yıkasın yüzünüzdeki utancı..

ANADOLU VE HALKŞurdaNe kaldı kiYarına..

Su ateşe düşmanGün geceye düşmanGerçek düşe düşmanÖlüm yaşama düşmanİnsan insana düşman..

AYHAN KIRDAR