ELMALILI M. HAMDI YAZIR SEMPOZYUMUisamveri.org/pdfdrg/D250804/2015/2015_COSKUNI.pdfve gelenekleri,...
Transcript of ELMALILI M. HAMDI YAZIR SEMPOZYUMUisamveri.org/pdfdrg/D250804/2015/2015_COSKUNI.pdfve gelenekleri,...
ELMALILI o
M. HAMDI YAZIR
SEMPOZYUMU
Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
2-4 Kasım 2012
~ Elmalılı Hamdi Y;ıztr Sempozyumu Editör : Prof. Dr. Ahmet ÖGKE
Doç. Dr. Rıfat ATAY
Yayın No : 601 Sempozyum ve P.aneller Serisi: 50
ISBN: 978-975-389-835-5 15.06.Y.0005.601
Yayıncı Sertifika No: 15402
© Bütün Hakları Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir. 1. Baskı, Kasım 2015, Ankara, 600 Adet
İLKSAY Kurulu'nun 21.08.2013 tarih ve 19-2 sayılı kararıyla uygun görülmüş ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti'nin 05.11.2013 tarih ve 1471/18-b sayılı kararıyla basılmıştır.
Y,t;ftıtM.l~ Jlc.lıunr.;JJ
IASl~&VI 1 PAAmHG HOUU
Serhat Mah. 1256 Sokak No:ll Yenirı'ıahalle /ANKARA
Tel : 0312 354 91 31 (pbx) Faks : 0312 354 9132
e-posta : [email protected]
MODERN ÇAGDA DİNE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER ve
M. HAMDİ YAZm 'IN İSLAM :İNANÇLARINI SA VUNUSU
Prof. Dr. İbrahim COŞKUN
Necmettin Erbakan llniversitesi İlahiyat Fakültesi İlköğretim Din Kiiltiirii ve Ahilik
Bilgisi ôğrebnenliği Anabilim Dalı, Konya
Giriş
Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942), yakın dönem düşünce ve
ilim hayatmuzın müstesna simalarından biridir. Küçük Hamdi laka
bıyla da anılan Hamdi Yazır, Osmanlı'nın son yıllarında ve Cumhu
riyet'in .ilk dönemlerinde çeşitli medreselerde yürüttüğü eğitim ve öğretim faciiiyetleriyle ve ortaya koyduğu eserlerle başta Tefsir olmak
üzere Fıkıh, Mantık, Felsefe ve Kelam alanında önemli bir İslfun filimi
ve yaşadığı döneminin önemli bir mütefekkiridir. O iyi bir eğitimci
olmasının yam sıra iyi bir siyaset adamıdır. O b:ir meşrutiyet müte
fekkiri olarak gerek Cumhuriyet' ten önce gerekse Cumhuriyet dö
neminde dini, hukuki, içtimai ve felsefi meseleler üzerinde düşün
müş bunların b:ir kısmına yeni çözümler üretmiştir. Onun Hak Dini
Kur' an Dili adlı tefsirinde, Fransızca' dan tercüme ettiği Metalib ve
Mezahib adlı esere yazdığı dibacede, Sırat-ı Müstakim, Be1Janullıak ve
Sebilurreşat dergilerinde yayınlanan makalelerinde İslam inançlarına
karşı yürütülen menfi görüş ve düşünceleri objektif, tutarlı ve sağlam
bilimsel delillerle savunmaya çalışmıştır. Çağdaş kelam problemleri
diyebileceğimiz konularda önemli düşünceler üretmiş olan M. Ham
di Yazır'm isminin yeterince Yeni İlm-i Kel§m dönemi kelam alimle
rinden biri olarak geçmemesi kanaatimizce bir eksikliktir. Elmalılı
XX. Yüzyılda yaşayan biri olarak Batı Felsefesinin asırlar içerisinde
342 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştinler ve M. Hamdi Yazı(ın ... Savunusu I i. Coşkun
geldiği en son seviyeyi ve o seviyeye gelinceye kadar geçirdiği mer
haleleri yakından bilmesi tefsirinde felsefi ve kelamı konulara daha
fazla ağrrlık verdiğinil görmekteyiz. Biz bu tebliğimizde omın İslfun
inançlarına yönelik Batı düşüncesi kaynaklı kimi eleştirilere verdiği cevapları değerlendirmeye çalışacağız.
1. Modem Çağda Batı Bilim ve Düşünce Değişim
Son iki yüzyıldan beri bütün dünyada Batı uygarlığı hakimiyeti
ni sürdürmektedir. Bu medeniyetin fikri platformunu, sırasıyla Röne
sans felsefesi, Aydınlanma felsefesi, materycı.li::.t -pozilivist felsefeler
oluşturmuştur.ı Ortaçağ kilisesinin gereksiz baskısı, ilim adamlarına karşı engizisyonlara kadar varan zulmü ve fıtrata aykırı ağır dini uy
gulamaları, Batı' da dine karşı nefretin uyanmasına neden olmuştu.3
İlmi keşifler bir Rönesans ortaya koyunca, dine karşı olan nefret
ve düşmanlıklar da kuvvet kazandı. Sonuçta Rönesans felsefesirıin
hakim olduğu XVI ve XVII. yüzyılda Avrupa, bazı alanlarda clini
inanç ve uygulamalardan uzaklaşırken, XVID. yüzyıldaki. Aydınlan
ma felsefesi döneminde ise her alanda akıl ve duygular hakim kılına
rak, dinden daha da uzaklaşılmıştır. XIX. yüzyıla gelindiğinde Batı' da
bu dönemde daha çok materyalizm ve pozitivizm hüküm sürmüştür.
XX. yüzyılın başlarından itibaren Batı, fikri pl§nda materyalist anla
yıştan uzaklaşmakla birlikte, fiili olarak pek çok sayıda materyalizme
bağlı kalmıştır. Son iki yüzyılda, hem Batı'da hem de materyalizmin
katıksız uygulandı~ sosyalist üll<elerde, dine karşı amansız bir mü
cadele başlatılmış, her fırsatta clini inanç ve uygulamalar aşağılanmış
tır. Daha da tehlikeli olanı, dinin kaynağı konusunda sözde bilimsel
araştırmalar yapılmış; Afrika ve Avustralya' daki ilkel kabilelerin töre
ve gelenekleri, din! inanç olarak gösterilmiş, bu töre ve geleneklerin
de insanların çeşitli tabiat olaylarından korkmaları neticesinde ortaya
1 M. Hamdi Yazı.r'ın Kel~ Problemlerle ilgili görüşleri için bkz.: Ahmet Akbulut, "M. Hmııdi Yazır'dn Kellimi Problemler" Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu, Ankara, 1993, 5. 265 vd.
2 Macit Gökberk, Felsefe Tarilıi, İstanbul, 1980. 5. 183 vd. 3 Bkz.: Bertnard Russell, Din ile Bilim, çev. A. GöktU.rk, İstanbul 1983, s. 13; İbrahim Coşkun, Ateizm ve lsllinı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011, s. 113 vd.
Akdeniz Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 343
çıkhğı ileri sürülmüştür. Daha sonra bütün dinlerin kaynağı aynı
nedenlere bağlannuş, zamanla evrimleşerek tek Tanrı inancına ula
şi.l.dığı iddia edilmişfu.4
Genel anlamda değerlendirildiğinde Avrupa' da, Rönesans' tan
sonraki düşünce tarihinde ateizme doğru bir yönelmenin olduğu
açıl<hr. Ancak Allah inancının insaillarda fıtri olması, onları Allah
inancının boşluğunu dolduracak bazı inançlara yöneltmiştir. Önce
akıl ilahlaşhrılmış, sora tabiat. Günümtizde ise ilim ve tekniğin sağ
ladığı imk§nlar sayesinde insanların hayat standartları yükselmiştir.
Refahın yaygınlaşması ile birlikte, Bahlı olsun Doğulu olsun insanla
rının çoğunun ilahı, konfor eğlence ve nefsa.nl arzular olmuştur.s
"Nefsini, keyf ve arzusunu ilfilı edinen kimseyi gördün mü?(. .. )" .6
1.1. Bah' da Modernleşme İle Gelen İnkarcı Görüşler
Balı' da modern düşüncenin mekanik tabiat anlayışı ve ayrıca
bilgiyi madde ve ölçümüne endekslemesi neticesinde başlayan dün
yevileşme süreci XIX. yüzyılda adeta patlama yapmış ve arka arkaya
kah pozitivist ve materyalist akımlar ortaya çıkmışhr. Batı'run sektiler
ve düalist dünya görüşünü benimsemesi radikal düşünür ve teoriler
le XIX. yüzyılda zirve noktasına ulaşmıştır. Bunlar arasından İslam
dünyasına en çok tesir edenler, rasyonalizm, materyalizm, deizm,
pozitivizm, mekanik evren anlayışı ve evrim teorisi gibi çeşitli ilim
lerde ve alanlarda ortaya atılan görüş ve teorileri sıralayabiliriz. Bu
görüşler ve teorilerle XIX. yüzyılda Batı'run entelektüel çevrelerinde
dünyevileşme ve dine karşı şüpheci veya inkarcı yaklaşımlar yayıl
mıştır. Her ne kadar modernleşme sürecinde Pascal, Kierkegard ve
Bergson gibi muhafazakar düşünürler de yetişmişse de bunların sü
reci değiştirecek veya yön verecek kadar bir etkileri görülmedi. Din
ve modem toplum arasındaki münasebeti yeniden düzenleyen
sekülerleşme faaliyetleri endüstri devrimi, şehirleşme ve makine ha-
4 İbrahim Coşkun, İslam Diişiincesinde İnkfir Problemi, Konya 2001, s. 14. 3 Veli illutürk, Kur'iin-ı Kerfm Alluiı'ı Nasıl Tanıtıyor?, İzmir 1985, s. 12. 6 Furkan, 25/23.
\
344 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu / I. Coşkun
yabrun şartları ile de hız kazandı. Bilim adamlanrun her şeyin akli bir
yorumunu elde etmenin ötesinde başka bir tutkuları kalmadı.7
1.2. İslam Dünyasında Değişim ve M . Hamdi Yazır İslam dünyası Bah' daki gelişmelere, önceleri üstünlük duygusu
ile ilgisiz kalnuşh. Bu yüzden de XVII. yüzyıldan itibaren Avrupa' daki gelişmeleri iyi takip ederek değerlenctirememişti.8 Röne
sans'ın getirdiği buluşlar tekniğe uygulamak suretiyle sanayi hareketi neticelerini verince, Avrupa bilhassa asker! sahada Doğu'ya karşı üstünlük sağladı. Bu maddi üstünlük karşısında, önce bir şaşkınlık devresi geçiren doğu İslam dünyası, yavaş yavaş Bah'ya ilgi duymaya başladı.9 Giderek bu ilgi ve yaklaşım hayranlığa dönüştü. önceleri üstünlük psikolojisi ile önemsemedikleri Bah'yı, daha sonraki dönemlerde aşağılık duygusu ile taklide koyuldular. Böylelikle Bah çıkışlı inkarcı felsefeler ve özellikle fiili materyalizm diyebileceğimiz Batılı yaşayış tarzı, önce aydınlar arasında yayıldı, daha sonra geniş kitlelerde yankı bulmaya başladı.10
İslam dünyasının içine girdiği bu stiieç, bir vakıa olarak Bah'yı ve Bah kültürünün meşruiyeti meselesini İslam fikir dünyasının ana. meselesi haline geldi. İslam alem.inin, entelektüel bağlamda Batı'yı tanıması, iki safhada vuku buldu. Birincisi çeşitli vesilelerle XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve Müslüman aydınların Batı'yı, geliştirdiği teknoloji, idari yapı, askeri donanım ve diğer imkanlarla tanımasıdır ki, bunun uyandırdığı tepki genelde hayranlık şeklinde olmuştur. Nitekim XTX. yüzyılın ortaları ve Hatta son çeyreğine kadar, İslam dünyasındaki ilim adamları ve aydınların genelde Ba
h'ya doğru bir sempati ve hayranlık duydukları görülmektedir. İkinci safhada ise Batılı güçlerin giderek İslam coğrafyasına fiili müdahaleler yapbkları, siyasi nüfuz veya iktisadi sömürü gayeleri taşıdıkları fark edilince durum değişmeye başlamıştır.ıı
7 Etienne Gilson, Taıın ve Felsefe, Tere. M. Aydın, İzmir, 1986, s. 75. s H. Ziya Ülken, T.C. Düşünce Tarihi, İstanbul 1985, 1, 40. 9 E. Ziya KaraJ, Osmanlı Tarilıi, İstanbul 1987, V, 184; Bkz.: Bemard Levis, Modem
Tiirkiye'ııin Doğuşu, çev.: Metin Kıratlı, Ankara 1970, s. 35. 10 H. Ziya Ülken, Tarilıi Maddeciliğe Reddiye, İstanbul 1981, s. 38. 11 Bkz.: M. Sait Ôzervarlı, Keliimda Yenilik Arayış/an, İstanbuJ 1998, s. 35.
Akdeniz Üniversitesj İlahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 345
Batılılar'ın emperyalist emellerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Ba
tı'nın kültür ve bilimine yönelik farklı bakış açıları XIX. yüzyılın son
larından itibaren İslam dünyasındaki aydınlar arasında yavaş yavaş
fikir ayrılıkları ve gruplaşmalar meydana getirdi. Bu dönemde iki
önemli kesim oluştu; bunlardan birincisi Batı' daki maddi güç ve ni
met.leri ön plana çıkararak Batı medeniyetinin bütünüyle örnek alın
masını talep eden aydın ve düşünürlerdi. Bunlar arasında tedrici ola
rak dini motifleri ve İslam'ın tarihi ve kültürel mirasını dışlayan kişi
ler de mevcuttu. Kültürel değerler de dahil olmak üzere her yönüyle
Batı medeniyetinin örnek alınmasını savunan ve "terakki" edebilmek
için dini kaygıların bir tarafa bırakılmasını ya da tamamen kişisel
yorumlara tabi tutulmasını isteyen görüşün taraftarları, bilimin her
konuda tartışılmaz üstünlüğü ilkesini yerleştirm~ye çalıştılar. Bu eği
limdeki şaluslardan olan Baha Tevfik (1881-1914) ezell madde anlayı
şıyla materyalizmin Türkiye' de fikir babalığını yapan kişidir. Yine
yaptığı tercümelerle bu görüşleri yayan bir diğer kişi Abdullah Cev
det' e (1869-1932) göre artık modem dünyanın tek medeniyeti, ilerle
menin sembolü olan Avrupa medeniyetidir. Radikal değişim önerile
ri, ahlaki ve rasyonel bir din yaklaşımı ile Cumhuriyet dönemi siyaset
ve sosyal ilimlerinde etkisi hissedilen Ziya Gökalp' e göre de (1876-
1924) eski değerlerin yerine, yeni bir hayat tarzında yeni değerlerin
konması gerekir.12
Bu tip kökten Batıcıların karşısında, ikinci bir kesim olarak Ba
tı' yı tanıyıp onlardan yararlanmayı kabul etmekle birlikte kapıları
sonuna kadar açmayan yenilikçi İslam filimleri bulunuyordu. Said
Halim Paşa (1863-1921), Filibeli Ahmed Hilmi (1865-1914), Mehmed
Akif (1876-1936) ve Muhammed Hamdi Yazır gibi filimler bu kesimin
önemli temsilcileriydi. Batı'nın ilim ve teknikteki başarılarını reddet
meyen, ancak dünya görüşü ve hayat tarzı olarak Batı'yı eleştirmek
ten çekinmeyen bu kişiler hem geleneksel eğitim gören hem de Batı'yı
tanıyan İslamcı aydınlar grubunu teşkil eder.n :XX. yüzyılın başların-
12 Murtaza Korlaelçi, Tiirkiyeye Pozitiviznıiıı Girişi ve İlk Etkileri, İstanbul 1986, s. 14-15. 13 M. Sait Özervarlı, age., s. 35-36.
346 e Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu I i. Coşkun
da iyice belirginleşen bu saflaşma, aynı zamanda İslam dünyasındaki
yayın hayatırun ana meselesi haline gelmiştir. Bunlar bilhassa karşı
cephenin yayın ve tercüme faaliyetinden sonra harekete geçmişlerdir.
M. Hamdi Yazır, Batı'ya karşı bütünüyle kapıların kapatılmasını
isteyenlerle her şeyiyle Batı'run taklit edilmesini isteyenlerin yanıldık
ları noktalan şu sözleriyle eleştirir: "Batı dünyası bizim dini ve
Kur'an! ilimlerimize varıncaya kadar en mühim kitaplarımızı tercü
me ederek kendi bilgilerine katarken Şa'rani'nin "Mizanu'lKübra"sını bile bu yolda değerlendirerek İslam'ın esaslarını <leğişti
recek sonuçlar çıkarmaya çalışırken biz niçin onların i.lnU zenginlikle
rinden yoksun kalalım? Niye bu yoksunluktan kurtulmak için de
vamlı surette kendimizden çıkıp onlara benzemeye yönelelim?
Kur'an'ı tercüme edip okuyan ve İslam'a karşı onunla da silahlanan
BatıWar Müslüman olmuyorlarsa onların felsefelerini okuyup anlaya
cak ve kendilerine karşı bununla da donanacak olan Müslüman niye
Batılı (Frenk) oluversin?"t4
Şimdi M. Hamdi Yazır'ın başta Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsiri
olmak ilzere inkarcı düşüncelere karşı İslam inançlarını savunuşuİlu
değerlendirebiliriz.
2. İnkarcı Düşünceler ve M. Hamdi Yazır'ın Eleştirisi
2.1. Rasyonalizmi Eleştirisi
XVI. yüzyılda gerçekleşen Rönesans hareketi, orta ça~ felsefesini tamamen yıktı, Kilisenin etkisini kaldırdı. Böylece XVII. yüzyıl düşü
nürleri serbest bir düşünce ortamı bulunca, her şeyi yeniden hiçbir
doğmaya bağlı kalmaksızın incelemeye başladılar. Fakat düşünürle
rin hepsi olayları sadece akılla kavrama çabasına girdiklerinden bu
felsefeye rasyonalizm dendi. ıs Akıl serbest düşünce ortamına kavu
şunca tabiattaki sırlar keşfedilmeye başlandı. Tabiat kanunları keşfediktikçe kilisenin sır olarak inanılmasını istediği sebeplerinin araştı
rılmasını asla istemediği konular bilim adamları tarafından tek tek
14 P. Janet-G. Seailles, Metalib ve Mezalıib, tere.: M. Hamdi Yazır, Eser Neşriyat, İstanbuJ, 1978, Dibace, s. XXX.
ıs Gökberk, a.g.e., s. 326.
Akdeniz Üniversil~si ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu • 347
açıklanıyordu. Rasyonalizm, akılla tabiatın uygunluğunu ortaya koy
du. Akla güven oldukça kuvvetlendi. Artık oluşan genel düşünce akıl
ile her şeyin açıklanabileceği şeklinde idi. Din, Allah inancı ve ruh da
aklın halledebileceği konular arasında kabul edildi. Rasyonalizm,
beraberinde mekanizm denilen düşünceyi de getirdi. Rasyonalizmin
ilk temsilcisi Descartes (1596-1650 )'tir. Descartes, ateist bir düşünür değil
dir. Hatta her insanın fıtratında, kendisinden daha güçlü ve daha
mükemmel bir varlığın var olduğunu kabullenmesi ile Allah'ın varlı
ğnu ispatlamaya çalışmışhr.16Ancak sonuç itibariyle ateizme yol aç
mışhr. Ondan sonraki düşünürler, aklı tabiah ve tabiat kanunlarnu
Allah derecesine çıkarmışlardır. Allah'a verilmesi gereken sıfatlar bu
varlıklara verilmiştir. Sonuç itibariyle kah rasyonalistler ve mekanik
kainat savunucuları, deist tanrı tasavvuruna s~arakl7 Allah'ı aklın
kavrayabildiği ancak emirleri ve yasakları olmayan bir Allah düşün
cesine dönüştürmeye, ötelerin ötesinde kfilnatla alfil<asuu kesmiş sı
radan bir varlık konumuna düşürmeye çalışmışlardır.
M. Hamdi Yazır'a göre akıl sahipleri, akıllarından duyu, deney
ve tecrübelerinin özelliklerinden gafil olmamalıdırlar. Fakat bu yapı
lırken akıl, duyu, deney ve tecrübelerin neticelerine, olduğundan
fazla kıymet verilip de bunların yüceliği üstünde bir yücelik ve ege
menlik yok sayılmamalıdır. Öbür taraftan bu bilgi sebeplerinin kıy
meti de inkar edilmemelidir. Zira vahyin anlaşılması bunlara bağlı
dır. Mesela bilgi sebeplerinden biri olan aklın dirayeti inkar edilirse,
ortada ne akıl kalır ne de nakil.18 1
Akla gereğinden fazla değer veren rasyonalistlere Müellifimiz şu
soruları yöneltir: "İnsan ve onun dışındakiler, yani enfüs ve afak ayrı
şeylerdir. Akıl afaktakilerin bilgilerini kendine uyumlu hale getirebi-
16 Gökberk, a.g.e., s. 266. 17 Yazu'a göre bir olan Allah'a inanınz fakat peygamberliğe ve peygamberlere inanmayız diyen "Deisme" de de Allah' ı inkar vardır. Ona göre "Allah vardır ve birdir amma bize falan nimeti veren O değildir. Veya O bizim işimize müdahale etmez." demenin, şirk ve inkardan farkı olmayan bir tenakuz olduğu da apaçık ortadadır. Bkz. Elmalılı, age., VIl/5212
ıs Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kıır'nn Dili, Eser Neşriyat, 1971, IV/2238.
348 e Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yaz.ır'ın ... Savunusu I i. Coşkun
lecek yaratıcı bir güç değilse, buradaki ayrı oluşumları kim uyumlu
kılabilir? Felsefe tarihindeki bilgi problem.inin temelini bu soru oluş
turmuştur. Nefis yani içsel benlik, nasıl oluyor da dış dünyadaki bir
gerçeği keşif ve idrak edip ona sarılıyor, akıl ve ilim oluyor?"
Hamdi Yazır bu konunun bilinemeyeceğini iddia eden Sofistlerin
ve umumi fikirlerin ve insan aklındaki küllilerin sadece zihinde mev
cut o~duğunu, zihnin dışında kendinden veya tecrübenin mahsulü
olarak bulunmadıklarını, onların birer hayal ve isimden ibaret olup,
eşyanın hakikatinin olmadığım iddia eden Nominalistleri (isimciler)
eleştirir. Agnoztisizm (bilinmezcilik) taraftarları da aynı düşüncede
olduklarını belirttikten sonra19 aklın mahiyeti ve bilgi üretme yetene
ğine dair bilgiler verir. Ona göre akıl, kalp ve ruhun madeninde, bey
nin ışığında bulunan manevi bir nurdur. İnsan akıl sayesinde duyu
organlarıyla hissedilmeyen şeyleri anlar, duyu organlarının verilerini
değerlendirir. Akıl yürütmek, sebeplerle sebeplerin meydana getirdi
ği şeyleri, eser ile eseri meydana getiren şeyler arasındaki ilgiyi, ne
densellik konusu dediğimiz, sebebi neticeye bağlayan kanun ve ona
bağlı gerekli ilgileri kavratır. Aynı zamanda akıl yürütmek eserden
müessire veya müessirden esere, yahut da bir müessirin iki eserinin
birinden diğerine intikal etmektir. Mantık denilen bu intikal sayesin
de hissedilen bir eserden hissedilmeyen bir müessir anlaşılır. İşte his
sedilenden hissedilmeyene intikale sebep olan veya hissedilmeyen bir
manayı bizzat ve açıklıkla keşfeden idrak vasıtasına akıl denilmekte
dir. O bilgi yaratmaz, bilgiyi alır ve kabul eder. Bunun içindir ki, in
san ilminin konusu soyut düşünce değil; olaylar ve onlarla ilgili haberlerdir. 20
Yazır sırf akılla değer üretmeye çalışan ve bu bağlamda sınırsız
bir özgürlük peşinde olanları da şöyle eleştirmektedir: "Tıpkı kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz o takdirde siz, hiç şüphesiz ziyandasınızdır diyenlere hatırlahnaya gerek yoktur ki, insanın
insana itaatini kayıtsız şartsız inkfir eden bu söz, lıfiricflik ve anarşist-
19 Elmalılı, a.g.e., IV /2718. 20 Elmalılı, a.g.e., I/85-86.
Akdeniz Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 349
lik davasıdır. Ve bir başkanın, başkanlığı altında toplanmayan bir in-san topluluğu yoktur. Cımılıuriyetler bile bir başkanın başkanlığı al-
tında birleşmek zorundadır. Fakat kendi dünya hayatlarından ilerisini hiç hesaba almak istemeıJen ihtilalci kafirler, kendi garaz ve menfaatle-rini elde etmek için hürriyet davası altında itaat esaslannı yıkarak milletlerin toplum düzenlerini yok etmekten zevk alırlar. Bunun gibi dünya hayatının refalıı ile şımarmış ve ahirete ulaşmanın yalan oldu-ğunu diline dolamış olan o kafirler de Allalı'ın emriyle, peygambere itaat duygusunu kırmak için insanın insana meşru olan itaat esasını
bir esirlik ve ziyan şeklinde göstermek akla ziyan bir düşüncedir. ''21
M. Yazır, basit bir yargı ve hedonist bir yaklaşımla her şeyin
mubah olmasını iddia edenlere karşı her şeyin akılla bilinemeyeceğini
bazı şeylerin ancak nass ile bilineceğine dikkat çekmektedir. Ona göre
bu konular akla bırakılsaydı kimi hep mubah . der, kimi hep haram der, kimi de şaşırır kalırdı. Nitekim öyle olmuş ve olmaktadır. Burada
şuna dikkat etmek gerekir ki, bu serbestlik, insanların tümüne eşit
olarak yapılmış; insanlar insan için yaratılmanuş ve birbirlerine
mubah kılınmamıştır. Bunun için insanların canları, ırzları,
birbirlerine mubah değildir. Hatta bir insan kendi canını, ırzını bile
dilediği gibi kullanmaya izinli değildir. İnsanlar, kendileri için değil,
Allah'a kulluk için yaratılmışlardır. Şu halde insanların kendini
öldürmeye, kendini veya ırzını başkasına satmaya hakkı yoktur.
Hasılı hayat hakkına, hürriyet hakkına ve namus hakkına hiç bir
kimsenin karışma hakkı yoktur. Bunlar insanın doğrudan doğruya
Allah hakkı olan esasa dair haklarıdır. Ve bunlara saldırma, tecavüz
büyük günahlardandır. Canlarda, ırz ve namusda, akılda, dinde
aslolan, mubah olma değil haram olmadır.22
2.2. Mekanik Kainat Tasavvuruna Yönelttiği Eleştiriler
Rasyonalizmin beraberinde mekanik kainat tasavvurunu ve var
lıklar arası ilişkilerde determinist düşünceyi öne çıkardığını söylemiş
tik. Mekanik kainat tasarımı, hayat dahil her şeyi hareketlerin değiş
mesine ve intikaline bağlayan fiziksel, kimyasal, biyolojik, psikolojik
21 Elmalılı, a.g.e., V /3453. 22 Elmalılı, a.g.e., 1/289.
350 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu / I. Coşkun
ve sosyal olayları mekanik kanunlar ve verilerle açıklayan, hareketle
rin değişmesini her çeşit olayı açıklamada yeterli olacağını iddia eden
felsefi meslektir.23
Bu felsefi yaklaşıma göre kil.inat baştan aşağı mekanik olup ba
sınç ve çarpma yasalarına göre işleyen bir makine gibidir. Kfunatın
işleyişinde Allah' a ihtiyaç yoktur. Allah tabiah yarathktan soma, ta
biat _artık kendi kendine her şeyi sıkı bir zorunluluğa bağlamışhr.
Tabiat kendi kanunlarına göre işlemektedir. Onun için tabiat kendi
içinden açıklanmalıdır.24 Newton (1642-1727)'un çekim kanunlarını,
William Harvey (1578-1657)'in o sırada kan dolaşımını keşfetmesi,
rasyonalizmin ve mekanik kfu.nat tasarımının kabulünü kolaylaşhr
mışhr. XIX.. yüzyılda Laplace (1749-1827) ve Poisson (1781-1840) me
kanizmi yeni bir şekle sokmuşlardır. Bazı yeni düşünceler de ekleye
rek bu felsefi ekole "deterıninisme" (determinizm) adını vermişlerdir.
Determinizm, zorunluluk ve hür iradeyi kabul etmeyip bütün olayla
n bir takım zaruri sebepler zincirinin tayin ettiğini iddia eder. Deter
ministler, bu anlayışları ile tabiatın ve alemin dışında bir sebebi, yani
teist anlamda Allah'ın varlığını kabul etmezler.25 Deterministler, tabi
at kanunlarının genel ve düzenli oluşunu delil göstererek imkan, te
sadüf, mucize ve hür irade gibi kavramları reddederler. Bunun için
tabiatta bir ilk sebebin ve mutlak bir başlangıcın olmayacağını iddia
ederler.26
Kur' an kfunahn mutlak güç kudret, ilim ve irade sahibi alemlerin
rabbi olan Allah Tefila'nın yaratması ile var olduğunu ve O'nun
tasanufuyla varlığını sürdürdüğünü bildirmektedir. Hamdi Yazır
kfunatta işleyen yasaların varlığını kabul eder; fakat o söz konusu
yasaların kendi başına var olmuş Allah' a rağmen varlığını sürdüren
müstakil güçler olarak kabul edilmesini reddeder. Ona göre mesela
çekim kuvveti, madde ile olan ilişkisi açısından maddi bir kuvvet gibi
23 Bolay, a.g.e., s. 180. 24 Gökberk, a.g.e., s. 270-271. 25 Bolay, a.g.e., s. 61. 26 Bolay, a.g.e., s. 62.
Akdeniz Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 351
ele alınırsa da bağlı olduğu madde kütlesinin bulunduğu yerden çok
uzak mesafelere kadar ilgili olması bakımından, kuvvetin maddeden
soyutlanıp ayrıcalık kazanmasına güzel bir misaldir. Bu konu ancak
ağırlıklar arasındaki muvazene nisbetiyle ele alınabilir. Nitekim
Rahman Sfuesi'nde "ve mizan koydu"27 buyurulması bunu açıklar.
Yazrr'a göre yerkürenin ayı çekim alanı içinde tutması, güneşin de
yer küreyi çekip yörüngesinde tutması, bir direk üzerindeki lüks
lambasının direğe dayanması gibi yalnızca maddi açıdan görülen bir
kuvvet değildir. İki kütle arasında uzaktan uzağa aklen ele alınan bir
denge orantısıdır ki, biz bunu bir kanuna bağlamadan tasavvur
edemediğimiz için konuyu taraf durumunda olan kütlelere izafe
ederek ele alırız. Yoksa bir çekim kuvveti tasavvuru gerekçe bir
melek tasavvurundan bambaşka bir şey değµdir. Konu atalet ve
çekim kanunları ile ele alınan gök cisimlerinin mekanik ilişkiler
içinde oluşu, her şeyden önce bize şunu anlatır ki; uzaydaki düzende
gök cisimlerinden her birinin konumu ve hareketi kendi dışından
gelen bir basınca ve etkiye bağlıdır. Hiç birinin hareket kaynağı
kendisinde değildir. Yani tabii değildir. Hiç şüphe yok ki, her biri
kendi dışından etkilenen zerrelerin ve kürelerin hepsi de böyledir.
Bütünün hareketi de zaruri olarak hepsinin üstünde bir etkileyiciye
bağlıdır. Binaenaleyh kainat makinasının yaratıcısı, yapıcısı ve
harekete geçiricisi tabiat alemi denilen bu makinanın kendisinde
değildir, onun üstündedir. Diğer bir ifade ile tabiat kanunları hakim
değil ma.hkı.1ındurlar. Ve genel çekim kanunu denilen söz konusu
denge kanunu da ancak o yaratıcının bir kudretidir. Göklere direksiz
yükseklik veren O'dur. Şüphe yok ki, güneş gibi bir madde
kütlesinden bir çekme ve itme kuvveti şeklinde herhangi bir kuvvetin
yayılması ve uzaktaki bir başka kütleye etki etmesi bir faaliyettir.
Maddenin tabiatında mevcut olan "atalet" ise bunun tam zıddıdır.
Demek ki, maddeye böyle bir faaliyetle etki gücü verilmesi, kendi
özünden değil, kendi dışından verilen bir özelliktir. Ve işte ona bunu
~7 Bkz.: Rahman, 55/7.
352 • Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu / I. Coşkun
veren Allah'tır. Gök cisimlerinden her biri böyle birer belli ecele
doğru akıp gitmektedir. Allah bunları işte böyle emrine boyun
eğdirmiş ve arş üzerine kurulmuştur. Hepsinin üzerinde mutlak
hükümran olarak emri tedbir ediyor, işi bizzat kendisi yönetiyor.
Yaratmış olduğu varlıkların her biriyle ilgili fonksiyonu ve görevi
bizzat kendisi tayin ediyor ve hepsinin bir bütün olarak ahenk ve
uyum içinde hareket etmesini sağlıyor. Varlı.klann meydana
çıkmasına, onların zuhura gelmesine karar verdiği gibi, onların görevleri ve ömürleri üzerinde de kendisi hükümran oluyor. Sonsuz
kudretine ve yüce hikmetine şahitlik eden dellileri, alametleri,
işaretleri, kainah ilk yarathğı şeklinde olduğu gibi toplu halde ve tek
düze oluşlar ve basit atomlar halinde bıraknuyor, onları çeşitli
bileşikler ve değişik maddeler halinde çok çeşitli ve farklı özelliklere
sahip varlıklar ve canlılar haline getiriyor. Tıpkı Elif-Lam-Ra gibi tek
tek harflerden manalı kelimeler, onlardan da hikmetli cümleler,
ibretli ayetler ve muhkem kitaplar meydana getirdiği gibi ilk yaratılışta hece harfleri durumunda olan atomlardan, moleküller,
onlardan da çeşitli özellikte değişik maddeler ve zengin bir kainat
yaralıyor. Allah kitabım ayet ayet indirdiği gibi, çeşitli hadiseleri,
canlıları, değişik tabiat olaylarıru ve sosyal gelişmeleri de bir düzen
içinde aşama aşama meydana getiriyor, 9nlan çeşitlendirip
çoğalnyor. Bütün bunlar insanların her türlü şüpheden ~ak olarak
Allah'ın huzuruna kavuşmaya yakinen inanmaları içindir. Yakinen
bilinmelidir ki, bir gün olup o gökteki yıldızlar gibi insanların da eceli
gelecek, onların da hareketleri son bulacak yaphklannın hesabım
vermek üzere, ister istemez Allah' ın huzuruna çıkacaklardır. 28
2.3. Materyalizmi Eleştirisi
Materyalizmi ilk defa antik Yunan düşünürlerinden Demokritos
savunmuştur. Demokritos'tan sonra maddeci yaklaşımı Epikuros
(341-270) savunmuş ve sistemleştirmiştir. Modem çağda materya
lizm, Alman filozofu Hegel'in (1770-1831) akılcı idealizminin çözül
mesiyle yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu okulun çözülmesiyle sağ ve
:ıs Elmalılı, IV /2949
Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 353
sol Hegelciler diye ikiye ayrılıruşlardır. Sağ, tutucu bir teizme; sol ise
tamamen ateist · materyalizme ulaşıruştır. Solu temsil eden Ludwing
Fuerbach (1864-1882) ve Kari Marx'dır (1881-1883). Feuerbach özellik
le şu düşünceleriyle Hegel'den ayrılmıştır: Ruh diye bir şey yoktur.
Ruh düşüncesi insanın yüce bir egoizmidir. Bu düşünce, insanın ebe
di kalmak arzusundan kaynaklanmaktadır. Felsefe, tabiat ilmine da
yanan insan bilimidir. İnsan cisimsel olan tabiahn bir parçasıdır. Fel
sefenin görevi, insanı böylece kavramaktadır. Tabiab Tanrının bir
yaratması saymak, kavranabileni ve doğal olanı, kavranılamayan ve
doğal olmayan ile açıklamaya çalışmaktır. Oysa Tanrı inancına insan
nasıl varıruş, bunu araştırmalıyız. İnsan isteklerine karşı ulaşabilmek
için Tanrısını kendisi yaratır.29
Materyalizm kendi içerisinde diyalektik ~ateryalizm ve tarihi
materyalizm olarak ikiye ayrılır. Diyalektik materyalizm ile madde
ve kainat; tarihi materyalizm ile de sosyal olaylar, din tarih vb. du
rumlar yorumlanır. Temel olarak, maddenin kainatta köklü biricik
şey olduğunu, kainattaki her şeyin maddeden çıkıp maddenin ka
nunlarına mahkfun olduğunu, maddenin sırurları dışında varlığın
söz konusu olmadığım iddia eden felsefi mesleğe diyalektik materyalizm denilmektedir.30
Materyalizme göre insan da dahil olmak tizere maddeden ortaya
çıkan bütün varlıklar ve organizmalar bir taraftan maddidir, diğer
taraftan da çelişkiler arasındaki mücadeleye mahkfundur. İnsanın
bütün düşüncelerinin ve duygularının temelinde yatan gerçek, tarih
boyunca görüle gelmiş bütün hareketlerin temel gerçeği budur.
M. Hamdi Yazır, Allah'ın Rab ismini açıklarken materyalizmi
şöyle eleştirir: Birtakım filozoflar kainatın şeklinin böyle yavaş yavaş
gerçekleşen bir terbiye ve olgunlaşma kanunu takip ettiğini
görememiş. Bunlardan bir kısım hepsinin bir defada sebepli veya
sebepsiz olarak birdenbire meydana gelmiş olduğunu, bir kısnu da
tabiat kanunu iddiası ile kfilnahn sonradan meydana geldiğini inkar
29 Gökberk, a.g.e., s. 480. 30 Bolay, a.g.e., s. 66.
354 o Modem Çağda Dine Yönellilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu / I. Coşkun
edercesine kainatın bugünkü şek.l:inın ve varlık düzeninin
başlangıçsız olduğunu iddia etmeye kadar varnuşbr. Bunlara göre
Mese!A insan, ancak insandan olur ve insan ezelden beri vardır.
Kainatta ilerleme ve gerilemenin manası yoktur. Bir şeyi istemenin,
çaba harcamanın ve kazan.maron faydası yoktur. Bütün kainatta
eskiden beri varlıkların her çeşidi serpilmiş, uzayda hiçbir ortak
düzeni takip etmeyen cansız cisimler ve cansız cisimlerde
sayılamayacak kadar varlık çeşitleri kendilerine ait bütün
tabiatlarıyla eskiden beri var olan bir zorunluluk ve gereklilik içinde
yüzer giderler.
Yazır' a göre bu sözler, hem deneylere ve hem de akla taban
tabana aykırı birer katmerli cahilliktir. Hepimiz tamamen gözlerimiz
altına girebilen eşya çeşitlerihin dün yok iken ufacıktan meydana
gelip yavaş yavaş büyüdüğünü ve bunun tersine yine yavaş yavaş
kaybolup gittiğini her gün tecrübe ile görüyoruz. Gözlemlerimizin
kapsamına giremeyen şeylerin de böyle olduğunu delillerle,
aklımızla biliyoruz. Şurada bir adacık ortaya çıkıyor, süzülmüş
topraklar taşlaşıyor, taşlar eriyor, madenler filiz veriyor, kayaların,
toprakların arasında tohumcuklar ve o tohumcuklardan çeşitli otlar,
ağaçlar, türlü türlü hayvanlar türüyor, ürüyor, sümük gibi bir
spermarun içinde yüzlerce insan tohumu fışkınyo:ç... Öyle ki hiçbir
zaman bu günkü alem, dünkü alemin her açıdan aynısı o~uyor ve
bütün bunların ötesinde bütün bu akıntıları ortaya koyup ve
bağlayarak bize daima Allah'ın birliği şuurunu veren tükenmez
kudret sahibi daimi kalan bir gerçek, her vakit her an varlığını ilan
ediyor ki biz o ana, o vakte şirndil<i zaman diyoruz. Ve bu şirnctiki
zaman içinde geçmiş ve gelecek zamanı yaşayarak o gerçeğe
kavuşuyoruz. Gerçek daima gerçektir. Kainat ise her an değişen ve
birbirine bağlı olarak aralıksız ve düzenli değişen, bu bağlılık ve
düzen ile akıl ve fikrimiz o gerçeğin yansımalarını, kalb ve idrakimiz
de o durum içinde bizzat onun tecellilerini görüyor. Bundan dolayı
gözle görmenin, tecrübenin, aklın ittifaklarıyla meydana gelen bu
anlab.m ve ısrarları karşısında; kainattaki sonradan peyda olma,
Akdeniz Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 355
terbiye ve olgunlaşma gibi hususları inkar etmek, körlükten, katmerli
cahillikten ve ruhi bunalımdan meydana gelmiş bir sapıklıktır.
Kamatta, yaratma, terbiye, seçme ve olgunlaşmanın yürürlükteki
ilahi bir nizam olduğu ve Allah Tefila'nın da mutlak kemal sahibi
olarak bunun tam sebebi olduğu her ~lü şüpheden uzaktır. Bumın
için son yillarda ilim ve felsefe kainatta, diğer bir ifade ile tabiatta
olgunlaşma kanununun geçerliliğine kesinlikle hükmünü vermiştir.
Bugün terbiye, seçme ve olgunlaşma, akıllı ve bilgili insanlığın
üzerinde yürümek istediği bir kanun olarak kabul edilmektedir.
Olgunluk ise basit bir birlikten bileşik bir birliğe yani o tek şey
üzerinde yavaş yavaş birçok şeyin toplanması sureti ile noksandan
artan ve olguna giden ve bunun aksine bileşikten basite, birçok
şeyden tek şeye dönüşen olayların ve oluşların ak.ışıdır.31
Yazır'a göre materyalistler kainattaki olgunlaşmayı Allah
Tefila'nın terbiyesinin bir eseri olarak kabul etmeyip tesir eden biri
olmadan ve sebepsiz olarak tabiatta bizzat geçerli ve zorunluluk ve
gereklilik olarak hfil<lm olan kayıtsız bir kanunun bulunduğunu
zannediyorlar. Böylece onlar Allah'ın terbiyesini ve Rabbliğini değil,
seçme ve tabiatın olgunlaşmasını, tabiatta üstün olan gerçeğin
(Allah'ın) bizzat kendisi gibi zannediyorlar.32
Yazır, nedensellik kavramı ile de materyalistleri şöyle eleştiriyor
Nedensellik yasasına göre "Yok iken var olabilenin mutlaka bir
sebebi vardır". Yani "Sonradan var olan her şeyden önce bir varlık
vardır ve onun etkisi altındadır." kuralından anlaşılıyor ki, yokluk
varlığın sebebi olamaz, yoktan hiçbir şey meydana gelemez. Yani yok
iken var olan şeyler, kendilerindeki o yokluktan yine kendi
kendilerine değil, Vacibu'l-Vücı1t olan Yarahcının yaratma etkisi ile
meydana gelir. Kısacası, olayların kendinden önce bir sebebi vardır.
Sonra sebep ile sonucun bir ilişkisi, bir orantısı vardır. Öyle ki sebep
bitince sonuç da biter. Sonuçlar bilinince sebebi mutlaka veya kesin
olarak biliriz ve neticeler ne kadar çok olursa olsun sebepler
31 Elmalılı, n.g.e., I/ 64. 32 Elmalılı, n.g.e., I/ 65-68
356 e Modem Çağ.:la Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazı~ın ... Savunusu 11. Coşkun
toplamırun kuvvetini geçemezler, onunla denk olurlar. Mesela ?ir okkalık kuvvet, iki okkayı çekemez. Başka bir ifade ile noksan
fazlanın tam sebebi olamaz. Çünkü böyle bir durumda yokluğun
varlığa sebep olması gerekir. Falan şey yok iken kendi kendine
yoktan var olmuş demek gerekir. Bu ise sebebiyeti inkar etmek ve
dolayısıyla ilmin kendisini iptal etmektir. Anlayışsız cahiller bunu
söyler~e de bugün ilimleri ve tabiat fenlerini okuyup anlaıruş olanlar
bunu bilerek söyleyemezler. Tabiatla ilgili bütün ilimlerde nedensellik ve nedenselliğin uyumu kanununun mutlak bir
hakimiyeti vardır ki, bu büyük kanun, bazen değişim, kendini
koruma oraıuyla, bazen sebebin uygunluk ve ilgi oraruyla ve kalıtımı
terimi ile anlatılır. Olaylarda idrak, ilim, akıl gibi neticeler görülüp dururken, bunların tam ve mutlak sebeplerini, bunlarla hiçbir ilgisi
olmayan kör bir kuvvet, kör bir tabiat gibi düşünmek manasına gelen
tabiatçılığın, tabii ilimlerde de yeri yoktur. Bunun için tabiat
bilginleri, tabiatta yani dünyada, tekamül kanununun varlığını kabul
ederken kör, noksan bir tabiatın her şeyin başlangıç noktası ve sebebi
olmasını değil, Vacibü'l-Vücud olan Allah Tefila'yı sonsuz kemali ile
düşünmek ve kabul etmek şartı ile tabiatta olgunlaşmayı kabul etmişler ve açıklaıruşlardır. Çünkü böyle olınasaydı olgunlaşma
kanunu ilmin, sanabn özü olan nedensellik ve nedensellik oranb.ları
kanununa aykırı olacağından bilimsel olamazdı.33 Mesela; b_ir buğday
tanesi toprağa düşer ve gerekli şartlarını bulunca biter, açılır, büyür, sünbüllenir, nihayet bir başakta yüz buğday tanesi verebilir. Bunu bir
defa daha, bir defa daha katiayıruz, bütün dünyalar buğday ile dolar
taşar. İşte bu, nicelikte olgunlaşma kanununun en basit örneklerinden
biridir. Görülüyor ki, bu yavaş yavaş meydana gelen olgunlaşmada
tam sebep ilk buğday tanesi ise, bütün bu olgunlaşmayı ilk tek
tanenin tabiabndan çıkaracak isek bu olgunlaşmanın başlangıcındaki
bir olgunluk, üremenin sonucunda yüz ve nihayet sonsuz
olduğundan böyle bir olgunlaşma iddiası "bir çarpı bir eşittir yüz
33 Elmalılı, n.g.e., V /3032
Akdeniz Üniversite~i ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 357
eder" demek gibi bir çelişki meydana getirir. Halbuki olgunlaşma hiç
olmazsa bir ile birkaç sayı arasında "1 +2+3+4+5=15" gibi olumlu
veya olumsuz bir oran takip eder. Her şeyi yalruz kör tabiata terk
etmek "1 =15" demek olur ki, bunu ilim ve sanat şöyle dursun en basit
akıl dahi kabul edemez. Çünkü bunda yokluğun varlığa sebep
old.uğunu varsaymak, aklın ve ilmin Üzerinde kurulduğu nedensellik
kanunu ile çelişkiye düşmek vardır. Doğrusu bir tabiatta her
gelişmenin son sınırında kendi dışından gelen bir olgunluk vardır. Bu
ise normal bir gelişme değil, terbiye ile elde edilen gelişmedir. Bunun
içindir ki, bütün ilim ve sanatlar, felsefe ve hikmet "noksandan tam
çıkmaz, fakat tamdan noksan çıkabilir" temel kuralına bağlıdır .34
Müellifimize göre gerçeğin farkında olan, söylediğini anlayarak
söyleyen ilim ve hikmet ehli kimseler tabiatın, tekamül kanununa
mahkı1m olduğunu söylerken bu tekamülün ve bu tabiatın bizzat
kayıtsız şartsız en mükemmel olan ilk sebebin yani, Allah TeaJ.a'nın
kayıtsız şartsız kemalinden faydalandığını unutmayarak söylerler.
Tabii tekamül kanununun en son savunucusu sayılan filozof Spencer
bile bunun.-için Allah'ın varlığının gerekli olduğunu ve tabiatın
gerçekten sınırlı olan tekamülünün üstünde varlığı zorunlu olan
Allah' ın sınırsız ve sonsuz kemalinin hükümran bulunduğunu ve şu
kadar var ki, bizim tam ve gerçek sebep olan mutlak kemali
kavramaya, sınırlı ve izafi olan bilgimiz ve idrakimiz
yetmeyeceğinden, tecrübi bilimlerimiz, bunun yalruzca tabiatta, yani
gözle görülebilen alemde mevcut tekamül kanunu çerçevesinde
geçerli olabileceğini anlatmış ve ortaya koymuş iken, sözde ilme
bağlılık iddiasında olanlar, "tabiatta tekamül vardır" derken, Allah'ı
ve O'nun yüce kemalini unutuyorlar ve söz konusu tekamülü
terbiyeden yoksun bir tekamül sanıyorlar. Ve aynı zamanda bunlar
pratikte kendi teorik görüşlerini böylece her gün, her an geçersiz
kılıyor ve bozmuş oluyorlar. Çünkü "Edokasyon, pedagoji" adı
altında terbiye ve çocuk terbiyesi davasından vazgeçmiyorlar ve tam
34 Elmalılı, a.g.e., I/67-69
\
358 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu t 1. Coşkun
can atarcasına terbiyeci olmaya çalışıyorlar. Düşünmüyorlar ki, tabiat
üzerinde Cenab-ı Hakk'ın terbiyesi yoksa, bütün terbiye iddiaları yok
olur gider.35
2.4. Pozitivizmi Eleştirisi
Bilgiyi sadece duyu tecrübesinin verileriyle sınırlayan pozitiviz
mi Modem çağda Auguste Comte (1798-1857) temsil etmiştir. Ondan
sonra Fransa'da E. Litre, İngiltere' de John Stuart Mili (1775-1836) ve
Herbert Spencer (1820-1903) değişik şekillerde devam ettirmişlerdir.
Bu düşünce ekolü özellikle XX. yüzyıl Batı düşünce.sinc.l~ büyük bir
gelişme göstermiştir. Kab bir ernpirik bilgi anlayışını savunan bu
yaklaşım, analitik felsefenin ilk dönemlerinde B. Russell ve L.
Wittgenstein'in ilk dönem felsefeleri ile özellikle Viyana Çevresi ola
rak da bilinen M., R. Camap, O. Neutrah, H. Reichenbach, A. J. Ayer
gibi mantıksal pozitivistlerin çalışmalarıyla etkinlik kazanınışbr.36
Pozitivizm ciddi bilimsel sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai
sebepleri aramayan, ama direkt gözleme açık olan gerçekler arasın
daki ilişkilerle sırurlı olmasını söyleyen görüştür. Bilgiyi duyu tecrü
besine dayandıran pozitivist yaklaşım, metafiziksel ve dolayısıyla
dinsel ifadelere bir anlam atfedilmeyeceğini, anlamlı ifadelerin doğa
bilimlerinin önermeleriyle sınırlanmasını öngörmektedir. Pozitivist
düşünürlere göre, ancak bilimsel temellere dayalı bir düşüncenin
meşruiyetinden söz edilebilir. Bu yaklaşımları nedeniyle po~tivistler
her türlü mucizeyi, uzak sebeplerinin bilinemeyeceğini iddia ettikleri
için de dini ve her türlü metafiziği reddederler.37
Coınte' a göre, insan zihninin üç düşünsel hali (evresi) söz konu
su olup, bunlar sırasıyla teolojik, meta.fizik ve pozitif hallerdir. Comte'un
ünlü "üç hnl yasası" olarak bilinen bu yaklaşıma göre, teolojik halde
doğa olayları değişmez yasalara bağlı olarak görülmek yerine, doğa
üstü varlıkların iradelerinin bir sonucu olarak düşünülmüştür. Meta
fizik halde ise bu olaylar bu tür varlıkların iradeleriyle değil, bir ta-
35 Elmalılı, age., I/86-87 36 Koralelçi, age., s. 13-14. 37 Koralelçi, a.g.e, s. 23.
Akdeniz Üniversit~si ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu • 359
kım soyutlamalarla açıklanmaya çalışılmıştır. Burada doğadaki olay
ların nedeni Tanrı gibi bir varlığın iradesi değil, birtakım metafiziksel
kuvveler, eğilimler, mahiyetler ve ilkelerdir. Metafiziksel düşünce bu
soyutlamaları gerçek kabul etmek noktasında yanılmıştır. Modern
zamanlarda gelişen bilimsel araştırmalarla doğadaki olayların değiş
m~z yasaları ortaya konulmaya başlanmıştrr ki bu, insan düşüncesi
nin teolojik ve metafizik evrelerini geride bırakan ve onun yerine
geçen pozitif halini ifade eder.38 Comte'a göre pozitif safhada artık
dine ve metafiziğe ihtiyaç yoktur, her problem pozitif ilimlerle çözü
me kavuşturulacaktır. Bu üç safhanın bu sıraya göre olması insan
zihninin doğası gereğidir.39
M. Hamdi Yazır' a göre pozitivistlik, fazla müsbetçilik bağnazlı
ğıclır ki, bunlar gördüklerine inanır, görmedikl~rini yalanlarlar. Gerçi
hataya düşmemek için müsbet yürümek iyidir. Görünür görünmez
tehlikelerden korunmak için gerekli olan son yol da budur. Fakat
hayattan maksat gördüklerine saplanıp da durmak değil, yürümek,
hatalardan tehlikelerden korunarak hak murada, esenliğe ermektir.
Bu gaye ise.görünen tarafta değil, görünmeyen taraftaclır. Asıl tehli
keler görünen yönden değil, görünmeyen yönden gelecek olanlarclır.
Onun içindir ki hep görünene saplanıp da ondan ilersini büsbütün
yok sayıp inkar etmek müsbetçilik değil, aynı safsatacıların yaptığı
gibi olumsuz bir körlük ve inatçılıktan ibarettir. Pozitivistler hep böy
le inkar etmeyi, yok saymayı isbat zannederek haberlere, olağanüstü
şeylere inanmamış, akıl ve tecrübelerinin ötesindeki gerçeğin ateşine yanıp gitmişlerdir.40
Yazır' a göre bakıp görmek ve denemek insan için, ilim için en
yakın yoldur. Fakat deney bize gösteriyor ki gerçek, bizim gördükle
rimizden ve kavrayabildiklerimizden ibaret değildir. Gördüklerimizi,
denediklerimizi ispat ederken, görmediklerimizi, kavrayamadıkları-
38 A. Weber, Felsefe Tarihi, çev. H.V. Eralp, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1964, 397-398. 39 Auguste Coınte, Pozitif Felsefe Dersleri, çev. Peyami Erman, :tv:IBB Yayınlan, İstan
bul, 1986, IV, 36. 40 Elmalılı, a.g.e., VIII/5339
360 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu 11. Coşkun
mızı, yetişemediklerimizi kabul etmeyip inkara kalkışmak deneycilik
değil, ne aklın ne de tecrübenin onayından geçmeyen bir olumsuz
luktur. Hiçbir bakış, hiçbir gözlem, hiçbir duygu, hiçbir akıl, hiçbir
tecrübe, "görülen, tekrar tekrar denenen sırurın ilerisi yoktur, burada
dur, bekle" dememiştir. Aksine bütün denemelerin olumlu olarak
verdiği kesin hüküm şudur: Duyup gördüklerinizin ilerisi var. Bu
nedenle yürüyün. Fakat yolda giderken ilerisini hep gördükleriniz
den ibaretmiş gibi kabul ederek kişisel kıyaslarla yürümeyin, görme
diğiniz, bilmediğiniz gerçeklere, tehlikelere rastlayacağıruza inanarak
yürüyün. Haber'i yok sayarak kendiliğinden yürüyen nefis, kişisel
arzu ve hevesleriyle tehlikeye gider. Olaylardan haberdar olmak ise
basit ve değersiz olan dokunma, tatma, koklama duyularından ibaret
olmadığı gibi görme duyusundan da ibaret değil, işitme ve iç duygu
ile akılla da ilgisi vardır. Hatta haberin en geniş sınırları işitmededir.
O, insana akıl ve görme yoluyla kavranamayacak haberler getirir.
Haber almanın önemi büyüktür. Onun içindir ki devletler elçiliklere
pek büyük önem verirler.41
Hamdi Yazır her şeyi mücize ve keramete bağlayan mucizevi: bir
din söylemine karşı olduğu gibi pozitivist bir yaklaşımla her türlü
mucizeyi ve kerameti inkar edenlere de karşıdır. Ona göre diğer biı"
kısım insanlar da mucizeler nazariyesine sarılarak, genellikle aklın ve
ilmin konusuna giren kesin gerçekleri inkar etmeye ve görmezlikten
gelmeye çalışmışlardır. Bunların birincisi ifrat, ikincisi ise tefritt:ix.
Yaratılışın bütün sır ve inceliklerini, ne tekdüze tekrarlara dayanan
prensiplere bağlı olarak deneysel ilmin ve fennin belli sınırları içine
hapsetmeğe hakkımız var, ne de aklın ve ilmin kural ve ilkelerini bir
kenara iterek, her şeyi yalnızca harikalarla açıklamağa hakkımız vardır.42
Yazır'a göre mucizeyi inkar edenler genellikle bir harika olan
ilim ve irade olayına, adet ve tabiat denilen şeyin mutlak hakim
olmadığım gösteren çeşitli türlere ayrışmasına karşı kör bir tabiatçılık
n Elmalılı, ıı.g.e., VIll/5340; Metıı/ib, Dibace, XXXVII, XLI 42 Elmalılı, ıı.g.e., VIll/5341.
Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu o 361
taassubunda ısrar eden donuk kafalı kendini beğenmişlerdir ki,
farklılıkları sayılamayacak kadar çok olan bütün alemin en büyük
olağan uyumunun, bir hudüs ve değişkenlik prensibine
dönüştüğünü ve birer prensip olarak ele alınan çeşitli ve değişik
oluşlardan her birinin daha önce benzeri görülmemiş bir sonradan
olu.ş veya bir değişme harikasıyla başlaya geldiğini ve bütün tekamül
aşamalarırun da hep böyle bir özel harika oluşla meydana geldiğini
düşünemezler. Bunlar her gün, her lahza camit denilen katı
varlıkların hayata dönüşüp durduğunu görürler de gördükleri bu
değişikliği şart ve mutlak sanırlar. Bu anlayıştaki bir tabiat davasının
batıl olduğunu gösteren şey, aslında yine tabiat olaylarının cereyan
şeklidir. Tabiat davasırun geçersizliğini ortaya koyan asıl değişme ve
atılımları mümkün ve olağan tanırlar ve her değişikliğe o değişkenin
tabiatı üzerine dışarıdan etki eden bir etkenin gerektiği konusunda
da tereddüt etmezler de sonra o değişikliğin hızında ve süresinde
bazı derece farklarını mutlak olarak imkansız gibi görürler ve bunun
imkansız olduğunu iddia ederler. Düşünmezler ki, bir asanın süre
aşımı ile çürüyüp kömür olarak uzviyet değiştirmesi olağan olduğu
ve bu olayda hiçbir çelişki bulunmadığı gibi aynı hadisenin
birdenbire ve daha büyük ölçüde olabileceğini tasavvur etmekte ve
böyle bir olayı gözlem veya haber vermekte tabiattaki atılım
açısından hiçbir çelişki yoktur. Buna göre öbürünü kabul ve itiraf
edenlerin berikine mümkün gözüyle bakmaması akıldan değil,
akılsızlıktan ve asıl hayatın sırrına erememekten ve ilk yaratılış
olayındaki kudreti hesaba katamamaktan doğan bir cehalettir.43
M. Hamdi Yazır pozitivizmin etkisiyle Kur' an' beyan edilen bazı
mucizeleri tahrife varacak derecede tevil eden İslam alirnlerini çok
sitemkar bir şekilde eleştirir. Mesela, Fil Sfuesi'nde ebabil kuşlarının
ayaklarında taşıdıkları pişmiş çamurları aralarında fillerin de bulun
duğu ordunun üzerine bırakmasıyla ordudaki askerlerin ve fillerin
yaprakları delik deşik olmuş ekinlere dönmesini Muhammed
43 Elmalılı, a.g.e., IV /'22.53.
362 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu / I. Coşkun
Adduh'un üzerinde ittifak edilmiş olarak sabit ve mütevatir olan
"kuş" ve "taş" fıkralarını hazfederek olayı yalnız çiçek ve kızamık
salgınından ibaret olarak yorumlamasıru asla kabul etmez. Ona göre
bu apaçık bir tahriftir. Yazır, bu konuda M. Aduh'a şu cümlelerle
sitem eder:
"Bu açıklık karşısında Abdııh'un gerek rivayet ve gerek dirayet vesikalannı kaybedip eserindeki güzel ve faydalı fikirlerini de kıymetten düşürmesine acınmaz mı? Sonra da ona aldanarak ilgili ayeti "mikroplu taşlar attılar" diye tercüme eden bazı ıniifercimlerin aldanışına acınmaz nn? Bu sözlerimiz iıJİ niyeti olan irfan ehlinedir. Yoksa garazkiirlıkla ne söylediğini bilmez, taşlan tırtıl gibi kıış tersleri diye alay ederek onunla bir ordunıııı korkudan panik oluverdiğini söz diye söylemekten ııtanmayan ve Peyganıber'i lıfişa bir Hıristiyan rahibinin çırağı yapmak için beraberinde Mısır'a ve İstaııbul'a kadar seı;ahat ettirmeye çalışan ve Levh-i Mahfuz'u hiyeroglif; sayfaları, taşlan kuş çakıldağı görmek, göstermek isteı;en ve yalancılığı yegane hüner zanııeden hiimeze lümeze gürıılıuna Hııtame'den başka ne yaraşır? Hayat içinde biıı dört yüz sene önce olmuş bir olayı bııgün şahsi bir kıyas ile inkar edivennek, masal deı;ip geçmek kolay gibi görünürse de, onıı bir yanlış tutmak için her yönden fırsat gözetip duran çağdaş, gözlemci düşmanlar karşısında pervasız haykınnak kolay değildir. O zaman Peı;gamber'e lıer taraftan hınç püsküren düşman/mı bile inkara ve te'vile sapmamışken bugünkü dosttan içinde ona inanamayıp da te'vile kalkışanlara: Düşman kadar olsıın siper et sılret-i hakkı, Ey dost Hiiseyn olmaz isen bari Yezid ol, denmez mi?"44
2.5. Evrim Teorisini Eleştirisi
Evrim teorisi (tekamül nazariyesi) diye de anılan ve İngiliz biyo
loji bilgini Darwin (1809-1882) tarafından geliştirilen bu görüş de kai
natın yaratılışını meçhule bırakmış, başka bir deyişle maddenin yara
tılmaıruş olduğuna inaruruş materyalist bir akımdır. Bu görüşün ta
raftarlarına göre tabiata hakim olan, ona yön ve şekil veren yüce bir
varlık yoktur. Bütün bu canlıların yapılarında gördüğümüz olağan
üstülükler, hayatlarım sürdürmek, fonksiyonlarını yerine getirmek ve
'14 Elmalılı, a.g.e., IX/6112.
Akdeniz Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu • 363
türlerini yaşatabilmek için sahip oldukları üstün kabiliyetler, maha
retler ve organlar, ilim, hikmet ve kudret sahibi (şuurlu) bir yaratıcı
tarafından programlanmış, yarab.lnuş değildir. Bu özellikler, canlılar
la içinde yaşadıkları çevreden gelen çeşitli tesirler arasında uzun za
man içinde süregelen bir mücadele ~onunda kendiliğinden meydana
ge_lmiştir. Böylece canlılar dünyası, asırlar boyu, bir evrim (tekamül) ,
görür, gittikçe daha mükemmel hale gelir. Netice itibariyle
Darwinciler de maddeyi yine madde ile izah etmekte ve madde ötesi
bir varlığın, yani Allah'ın mevcudiyetine lüzum görmemektedir. Ev-
rim taraftarları çeşitli fosiller bulmak, deneyler yürütmek suretiyle
teorilerini ilmileştirmeye çalışıruşlardır. Bu alandaki gayretler günü-
müzde de sürdürülmektedir. Hatta bu akım ideolojik bir özellik ka-
zannuş, uğrunda propaganda ve Hatta sahtek§ı:lıklar bile yapılmışbr.
Ne var ki birçok emek harcayarak yapılan kazılar sonunda elde edi-
len toprak tabakalarında gömülü hayvan ve bitki kalıntıları fosiller
konuya bir açıklık getirememiş, aksine sürdürülen deneyler elde edi-
· ıen ilmi neticeler teorinin çürüklüğünü ortaya koymuştur.
M. Hamdi Yazır'ın tefsirinde en çok üzerinde durduğu
konulardan biri de evrim teorisidir. O Darwin'in ortaya attığı evrim
teorisinin ilmi bir gerçeklik ifade etmediğini Kur'an'ın farklı
sfuelerinde insanın yaratılışı ile ilgili ayetleri tefsir ederken genişçe
açıklamştır.
Yazır öncelikle konuya bütün varlığın Allah' ın eseri olmasına
dikkat çekerek başlıyor. Ona göre "asıl birlik davası" doğrudur.
Evvela bütün hayvanlar için bu "tek asıl" maddedir, topraktır. Bu
maddeden hayatın ortaya çıkışı bir yapıcı nedene bağlıdır ki, o eksiğe
kemal versin. Mademki tabiatın çeşitlenmelerini görüyoruz, demek ki
tabiat, ilk yapıcı değil, nihayet ikinci derecede bir faildir. Eksikden
tabiatıyle bir tam çıkamaz. Şu halde bir kurttan bir kelebek bile
çıkarsa tabiatı ile değil, ilk ffillin tesiriyle, onun seçmesiyle çıkar.
Yumurtadan civcivin çıkması bile harici bir ısının tesirine bağlı değil
midir? Aşılarda da durum böyledir. İlmin hiç ayrılmaması gereken
bu prensiplerden dolayı, aralarında yakınlık derecesi bulunan aynı
364 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu I i. Coşkun
cins hayvanları, tecrübenin tersine olarak, muhakkak birbirinden
başkalaşım yaptırmak veya doğurtmak ne doğaldır, ne de
zorunludur. Bir olayla ilgili önerme olsun söyleyebilmek tizere,
"kurbağalar balıktan doğmuş, dönmüş" demek için, tecrübe ile ilgili
bir örnek görmeğe ihtiyaç vardır.Tecrübenin delaleti ve mantı.kl
gereklik yokken böyle bir hüküm vermek, fen ve felsefeye uygun bir
hüküm ?-eğildir. Sözün doğrusu, hayvanların derecelerinin bütün tekamül
sınırlarında başlı başına ilk yapıcıdan gelen ve örnekleri
geçmediğinden dolayı olağanüstü olan fazladan bir hadise vardır ve
insanda, hepsinden başka olarak bir külli (tümel) ruh vardır. İnsan
bir hayvandan doğsaydı, yine tabii olmayan bir harika olurdu. Şu
halde arada.ki gelişme silsilesi, tümüyle beraber tabii değil, gayr-i
tabiidir ve Allah'ın eseridir.
Bunun hangisinin hangisinden doğduğurıu sade mantık bilimi
bildiremez. Bunu ya gözlem veya deney veya vahiy bildirir. Tabiat
dtizenli olduğu halde, şimdiye kadar, balıktan kurbağa, maymundan
insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve tecrübe ürünü olan Pasteur
nazariyesine de tamamen aykırıdır. Tek cins içindeki aşılar şahit
olamaz. Vahiy ise bize insanların maymwtluğa inişi hakkında bazı
hatırlatmalarda bulunuyorsa da, aksini haber vermiyor. Ve bize hep
bir babanın evladı olmamız hasebiyle kardeş oldu_ğumuzu
hahrlab.yor. Şu halde esasında ilmi bir hakikati içeren, tekamül ve başkalaşım teorisinin yanlış bir uygulamasını kabul etmek için bugün
hiçbir akla uygun sebep yoktur. Bütün bunlardan yakından
bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın yeryüzünün sinesinde
doğmuş olmasıdır.Ve bunda bir seçim vardır. Fakat bu seçme, tabii
değil, Allah'a aittir. Adem, Allah'ın yaratmasıdır.45 Hatta bu noktada,
iyice düşünülünce Tabii ilimler denilen ilimler, tabiatların kendi
kendine değişmesini kabul etmeyip, değişmenin dış etkenlerini
arayan ve bu şekilde hiçbir olayın tabii olmadığını ispat eden
~s Elmalılı, a.g.e., I/329
Akdeniz Üniversit~si ilahiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu • 365
ilimlerdir, denmekte tereddüt edilmez. Çünkü bir tabiatın, kendisinin
dışında bir eşinden etki almasıyla izah edilen olaylara tabiat demek
çelişki olur. Evet tabiatta değişme, seçilme, gelişme yok değildir.
Fakat o seçimi ve gelişmeyi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde
hakim olan yarahcıdır. Eğer tabiat hakim olsaydı, çamur normal
olarak kalır, ondan bir sülfile çıkamaz, insan ve nutfe gelişmesi ve
seçilip çıkarılması olamazdı. Hatta nutfe yarahld.ıktan sonra nutfe
tabiahndan ileri geçemezdi. Bu takdirde bilinmesi lazım gelir ki
insanın, tabii sayılan nutfeden meydana gelmesi evrelerinde de insanı
yaratan nutfe tabiah değil, nutfeye ve rahime o yaratılış değişimini
veren Yüce Yaratıcı'dır.46
Yeryüzünün ve yeryüzü üzerinde hayahn kadim olmadığı fen ve
mantık bakımından bilinmektedir. Organik ~yada ve dokubilimde
hücrelerin terkipleri ve şekilleri ile ilgili bir hayli bilgi de vardır. Can
sız birtakım basit maddelerden canlı bir organik hücre meydana gel
miş bulunuyor. Gerçi fen bilimleri bu maddelerin sanatla terkibinden
bir hücre yapamıyor. Fakat hücrenin bileşik ve yarahlmış ve sonra
dan olma olduğu da her şüpheden uzak olarak biliniyor. Zaten zin
cirleme doğum tasavvuru da her hücrenin\ oluş ve sonluluğunu ta
savvur etmektir. Şu halde, "hücre içinde hücre ve daha önce yeryü
zünde ilk insan veya ilk hayvan veya ilk bitki hücresi nasıl ve nere
den yapılmıştır?" sorusu vardır. Deneysel ilimler bunun nasıl gerçek
leştiğinin bilinmediğini fakat her halükarda hücrenin yeryüzünün
basit maddelerinden yapıldığını itiraf etmektedirler. Bu noktada me
sele kimyadan ve hayat bilgisinden "ayıklama kanunu" ile ilahi hikmet sahasına geçmektedir. Sebepsiz, kendi kendine "sonradan olma"
mfu:lasına "Jenerasyon spontane" doğum veya bizzat doğum hadd-i
zahnda çelişki olduğu için, akıl ve ilim bakımından zorunlu olarak
imkansız ve aynı zamanda hücrenin sonradan olma ve yarahlmış
olduğu da kesin olarak bilindiğinden, bu konuda Pastör teorisi "ayık
lama" düşüncesine gerek göstermeden fenni, doğrudan doğruya Ya-
46 Elmalılı, a.g.e., V /3431
\ \
366 o Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu I i. Coşkun
rahcının kudretine dayandımuşhr. Çünkü ayıklamayı bahis konusu
etmenin sonucu da bunu isbattan başka bir şey değildir. Yoksa "her
canlı kendi cinsine mahsus bir tohumdan olur. "Jenerasyon sponta
ne" yoktur" diyen Pastör bu sözü ile başlangıç hücrelerinin kıdem ve
ezeliliğini iddia etmek gibi bir çelişkiyi benimsemek istememişfu.47
Kısaca, insan kendi kendine var olmuş ve olgunlaşmış, başlangıcı
olmayan bir varlık olmadığı gibi, bir anda yaratılıvermiş basit bir
yaratık da değil, zamanın başlangıondan bu yana devir devir, aşama
aşama yarab.la gelmiş adı sanı geçmeyen şeylerden süZül.üp birbirle
rine kahla kahla birleştirilmiş ve terbiye edile edile bir takını nitelik
ve özellikler ilave olunarak yetiştirilmiş karışımlardan meydana geti
rilmiş bir nutfeden yaratılmışhr.
Sonuç
Elmalı M. Hamdi Yazır, Babalar tarafından. ileri sürülmeye baş
lanan İslam medeniyetinin misyonunu tamamlayıp tarihe mal olduğu
iddiasının aksine, İslınt'ın gelecekte yeni Dünya şartları içerisinde
zihinlere benimsetmek ve toplumlara daha şuurlu bir şekilde mal
etmek isteyen ilim adamlarının çıkacağına gönülden inanmış ve buna
önemli oranda katkı sağlanuşhr. O siyasal anlamda sıkıntılı günlerde
yaşadığı halde İslam'ın evrensel değerlerine olan kesin inancının ha
reketle geleceğe güvenle bakmışhr: "Genellikle fertler çoğu kez on dört oıı beş yaşlnnnda biiluğa enneıJe
çocukluk çağı11dan gençlik çağına atlamaya başladık/an gibi, milletİer de oıı dördüncü on beşinci asırlan.nda başka bir aydınlanmaya başka
bir hayata geçiş devresine girerler. Avrupa aydınlanması on dördüncü
miladi asır içleri11de başlamıştı. İsliim'ın 17icrf tarihinde de içinde bu
lımdıığumuz aynı asırlarda biiyiik bir aydınlanınaııın başladığını gö
rüyoruz. Bııgiin bocalayıp duran bu aydııılamna akımı, ruhf şuuruna
erememiş ve henüz kendi bütünlüğünü toplayamamış bulunduğu
için, gayet tehlikeli bir setjir takip etmektedir. Al/alı göstennesin İslam
milletin içtiınaf vicdanını kaybederse ıızım müddet felaket dalgalan
içinde kıvranacak ve hiçbir milletin cemiyet sıılbüne giremeıJecektir. Ceniib-ı Hak'dan temmenni ettiğimiz gibi içtimai vicdanını kaybet-
47 Elmalılı, a.g.e., III/1868.
Akdeniz Üniversitesi llfilıiyat Fakültesi Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu • 367
meksizin eğer bu aydınlanma devirlerini takip edebilirse, akıl ve duygusuna, nılı ve bedenine tam bir dayanıklılıkla düzen verecek ve yakın
geleceğin en büyük bir milleti olarak ortaya çıkacaktır. Böylece günümüz medeniyetinin hastalıklanndan uzak, sağlıklı bir hayat ile bütün milletlerin ömeği olacak bir seviyeı;e gelecektir. Herhalde İslfim'ın
yirminci asn, Avrupa'ııııı yinninci asnndan çok dalıa mütekamil bir seviyede bulunacaktır. Bundan dolayı bizi Avnıpalılaştırarak eribneğe çalışmak bir sapıklıktır. Fakat Avrupa'yı bizim içimizde eritip bize
beıızetmeğe çalışmak bilakis bir görev demek olacağından, bu hedefe
yönelik olan bu çeviriyi hayırlı bir iş saymakta şüphe ebnedim. "48
İslam'ın inanç kültür ve şeriah ile Bah'rum ilim ve tekniğini bir
araya getirmek isteyen Yazır, Ban'ya üstünlük sağlayan W1Surları,
ithal edilmesi gereken yabancı kaynaklı meziyetler olarak değil, te
melleri İslam tarih ve kültürü içinde yer alan, asıl itibariyle bizde de
var olan kavram ve müesseseler olarak görmüştür. Bu nedenle Ham
di Yazır, eserlerinde ve makalelerinde Müslümanları, medeniyet ve
gelişmişliğin zirvesi olan ilk asırlarına bakmaya davet etmiş, Ban' dan
tercümeler yapılabileceği gibi, geleneksel İslam kült:üıiinü de canlan
dırarak kitlelere iletmemin gereğine sık sık vurgu yapmıştır. Bu arada
bazı Avrupalı yazar ve seyyahların olumsuz nitelikteki İslam ve Müs
lüman tasvirlerine cevap vermek amacıyla, İslam dininin "akıl ve
mantık" ya da "ilim ve medeniyet" dini olduğunu ısrarla vurgulama
ihtiyacını hissetmiştir.
Şwm da belirtmek gerekir ki dönemlerindeki siyasi karışıklık,
yakın dönemde ilim adamlarının mesailerini ilme teksif etme imkanlarını sınırlamıştır. Bununla beraber Yazır ve onun gibi düşünen ve
çabalayan diğer ilim adanılarııruz birçok konuda çözüm teklifleri
getirmiş, Müslüman toplumlara entelektüel bir canlılık kazandırmış
lardır. En önemli faaliyetleri ise, İslfu:ni ilimlerde yorumlama kabiliyet
ve tekniğini geri getirmeleridir. Taklidin bir mecburiyet ve emir ol
madığını ifade etmeleri, ilk kaynaklara inmeleri, Bab' da doğan ma
teryalizm, pozitivizm ve Darwinizm gibi düşünce akımlarına bazı
orijinal eleştiriler getirebilmeleri diğer başarılı yönlerini teşkil eder.
48 Elmalılı, Metalib, Dibace, s. XXX.
\
368 e Modem Çağda Dine Yöneltilen Eleştiriler ve M. Hamdi Yazır'ın ... Savunusu I İ. Coşkun
Kısaca, bütün zorluk ve kayıplara rağmen M. Hamdi Yazır gibi ilmiy
le amil ilim adamlarımız sayesinde İslfun dünyası varlık ve kimliğini
muhafaza etmiş, Ban ile temastan olumsuz tarafları yanında, birçok
yönden yararlanabilmiştir. Bu vesile ile müellifimizi rahmetle anıyor
hepinize saygılar sunuyorum.