Editörden · 2019-06-26 · Sayı: 1 / Haziran-2019 3 Editörden Merhaba, Esenyurt İlçe Milli...
Transcript of Editörden · 2019-06-26 · Sayı: 1 / Haziran-2019 3 Editörden Merhaba, Esenyurt İlçe Milli...
Sayı: 1 / Haziran-2019 3
Editörden Merhaba,
Esenyurt İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü olarak çıktığımız bu güzel yolda
dergimizin ilk sayısını sizlerle buluşturmanın heyecanını yaşıyoruz.
2018-2019 Eğitim-Öğretim yılında yürüttüğümüz “Esenyurt ÖğretmenX”
projemizle eğitimde güncel yaklaşımlarla ilgili farkındalık sağlamak ve
öğretmenin öğretmenden öğrenmesine zemin oluşturmayı hedefledik.
Öğretmenlerin mesleki paylaşımını geliştirmek üzere birçok eğitim, se-
miner ve konferans düzenledik. Aynı amaçla öğretmenlerimizin eğitimle
ilgili birikim, duygu ve düşüncelerini ortaya koydukları Esenyurt Eğitim
Günceli dergimizle karşınızdayız.
Ülkemizin eğitim gündemine öğretmenlerimizin de katkı sağlaması ve
süreçte söz sahibi olmasını önemsiyoruz. Bu sebeple Esenyurt Eğitim
Günceli dergimizle; eğitimin ana bileşeni olan öğretmenlerimizin sahadaki
deneyimlerini, özgün uygulamalarını görünür kılınacağına ve yapılan ça-
lışmaların daha fazla meslektaşımıza ulaşacağına inanıyoruz.
Bu süreçte bize inanan ve destek veren İlçe Milli Eğitim Müdürümüz
Sayın Paşali Beşli’ye, Strateji Geliştirme Birimi Şube Müdürümüz Sayın
İrfan Küçükfiliz’e, değerli akademisyenlerimize, kurum müdürlerimiz ve
öğretmenlerimize teşekkür ederiz. Dergimizin sayısız eğitimciyle buluş-
ması dileğiyle.
Duygu Aydın Gönül / Merve Arık
Esenyurt İlçe Milli Eğitim Özel Büro
İmtiyaz SahibiEsenyurt İlçe Milli Eğitim Müdürü
Paşali BEŞLİ
Genel Yayın YönetmeniDuygu AYDIN GÖNÜL
Merve ARIK
Grafik Tasarım Semih ERDOĞAN
İletişimMevlana Mahallesi. Yıldırım Beyazıt Cd.
No: 3 Kat 4 Esenyurt/İstanbul
Sosya MedyaTwitter: @EsenyurtArge
İnternet Adresi http://esenyurt.meb.gov.tr/
Baskı Matsis Matbaa Hiz. San. Ve Tic. Ltd. Şti.
Tevfik Bey Mah. Dr. Ali Demir Cad. No:51/1 Sefaköy-Küçükçekmece/ İstanbul
Tel:(0212)6242111 Sertifika No: 20706
Dergide yayınlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarlara aittir.
Haziran-2019 / Sayı: 14
içindekilerhaziran 2019
Liderliğin Yeni Penceresi: Vizyoner Liderlik • 6
Harezmi Eğitim Modeli • 8
Liselerde Ne Yaptık? Yeni Ortaöğretim Tasarımı • 10
Fark Yaratan Öğretmenimiz • 12
Eğitime Yeni Bir SiTEM • 14
Dijital Çağda Öğretim Teknolojileri ile Türkçe Öğretimi • 16
Çocuk Edebiyatı Nedir Ne Değildir? • 17
Fark Yaratan Öğretmenimiz • 19
Mobbing (Psikolojik Yıldırma) • 21
Yeni Bir Toplum İnşa Etmek: 21. Yüzyıl Becerileri • 23
Okuma Eğitimi ve Aile • 25
Masal ‘Anlatan Öğretmen’ Ya Da Neden Anlatmak, Neyi Anlatmak? • 27
Maziden İstikbale Uygarlık Yolculuğumuzda Eğitimin Rolü • 29
Oyun İçinde Oyun • 31
Özgül Öğrenme Güçlüğü / Disleksi Nedir • 33
İyi Ki Öğretmenim • 35
Kalbe Dokunan Öğretmen • 36
Yapmakla Yaşamak Arası Öğretmenlik • 38
Sanatla Keşfet Kendini • 40
Çocuklara Gökkuşağı Olmak • 40
Yerel Projelerimiz Esenyurt ÖğretmenX • 41
Geçmişin İzinde Geleceğin Peşinde Benim İstanbul’um Projesi • 42
Kitaplarla Büyüyorum Projesi • 43
Benim Hakkım Var Projesi • 44
Mavi Gölde Yeşil Damla Projemiz • 45
Gökten Düştü Üç Elma Projesi • 46
10 23 31
Sayı: 1 / Haziran-2019 5
Esenyurt İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü olarak
2018-2019 Eğitim Öğretim yılında birçok
projeyi gerçekleştirmenin haklı gururu ve
mutluluğu içerisindeyiz. Yaptığımız tüm
çalışmaların merkezinde ortak paydamız
olan çocuklarımız yer almaktadır. Onların
mutluluğuna doğrudan ve dolaylı olarak
yapabileceğimiz her katkı bizler için büyük
önem arz etmektedir.
Eğitim ve öğretimin ana aktörü öğretmen-
lerimizdir. Omuz omuza çalıştığımız öğret-
menlerimizin mesleki ve kişisel gelişimleri
öncelikli çalışma alanlarımız arasında yer
almaktadır. Eğitim alanında başarılı olma-
nın ön koşulu; öğretmenlerimizin bilgiyi
beceriye dönüştürebilen yetkinliklerinden
geçmektedir. Sayın bakanımızın da belirttiği
gibi “Her eğitim sistemi, öğretmenlerin
omuzları üzerinde yükselir ve hiçbiri öğ-
retmenin niteliğini aşamaz.”
Öğretmenlerimizin deneyimleri ve ortaya
koydukları ürünlerin her biri cevher niteliği
taşımaktadır. İlçemizde görev yapan öğret-
menlerimizin de çalışma ve deneyimlerini
ortaya koyabilecekleri bir ortamın olması
uzun süredir arzuladığımız bir durumdu.
Esenyurt ÖğretmenX Projemizin bir ürünü
olarak yayın hayatına başlayan ve eğitim
üzerine derin araştırma ve çalışmaları içeren
eğitim dergimiz Esenyurt Eğitim Günceli’nin
eğitim dünyasına hayırlı olmasını diliyorum.
2023 Eğitim Vizyonu’muzun temel amacı olan;
çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış ve
bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen,
bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı,
nitelikli, ahlaklı bireyler yetiştirmemize
hizmet etmesi dileğiyle.
Paşali Beşli
Esenyurt İlçe Milli Eğitim Müdürü
2023 Eğitim Vizyonu’nun
temel amacı; çağın ve
geleceğin becerileriyle
donanmış ve bu donanımı
insanlık hayrına sarf
edebilen, bilime sevdalı,
kültüre meraklı ve duyarlı,
nitelikli, ahlaklı bireyler
yetiştirmektir.
Haziran-2019 / Sayı: 16
Geleceğin liderlerinin en temel görevleri
insanları heyecanlandıracak, onların
yetenek ve yeterlilikleri ölçüsünde
kapasitelerini ortaya koymalarını sağla-
yacak, herkes tarafından inanılan ortak
bir vizyonu oluşturmak ve onu daima
canlı tutmaktır. Çünkü vizyon bir kuru-
mun geleceğine yönelik hayalin resmini
çizmektir. Vizyoner liderlik yaklaşımı da
liderlik çalışmalarının merkezine vizyonu
almıştır. Vizyoner liderlik modelinde
lider bütün gücünü bütün paydaşlarının
kabulünü alarak oluşturacağı vizyondan
alacaktır. Vizyonun ön planda olduğu
geleceğin liderlik biçiminde vizyonu
oluşturmak ve yönetmek temel bir li-
derlik yeterliliği olarak görülmektedir.
Vizyoner liderlik kuramı liderin vizyon
oluşturması ve oluşturduğu vizyonu
yönetmesi üzerine odaklandığı için
Transformasyonel (Dönüşümcü) liderlik
kuramı ile benzerlik taşımaktadır. Bu yeni
liderlik anlayışı hızlı bir değişim sürecinin
yaşandığı günümüzde yenilikçi, yaratıcı
ve esnek organizasyonel yapılar üretmeyi
temel alan etkili bir liderlik yaklaşımıdır.
Vizyoner liderlik kuramında yöneticinin
yeni bir bakış açısına sahip olması, yani
yeni gelişmeleri ve olayları doğru oku-
yabilme ve yorumlayabilme yeteneğine
sahip olması beklenmektedir.
Vizyoner lider stratejik değişimin ge-
rekliliğini özümsemeli, örgütünü ikna
edebilmeli, değişim için ortam hazırlamalı
ve değişim kültürünü yerleştirebilmelidir.
Paradigma değişimini pratik bir yöntem
isminden ziyade değişimin en uç sınırını
ifade eden bir kavram olarak görmeli,
algılama, anlayış, düşünme biçimi deği-
şikliğinin gerekliliğine inanmış olmalıdır.
Eğitim kurumu yöneticileri için vizyoner
bir lider nasıl olmalıdır? Öncelikle eğitim
lideri okul ortamında tüm paydaşlar
tarafından paylaşılacak olan gelecekten
günümüze bakarak açık ve güçlü bir viz-
yon ortaya koymalıdır. Mevcut durumu
ve eğilimleri çok iyi analiz edebilmeli,
elde ettiği veriler ışığında yöneticisi
olduğu kurumun zayıf ve güçlü yönleri
ile fırsatlarını ve tehditlerini ortaya
koyabilmelidir. Mevcut kaynaklarını ve
sorun alanlarını belirleyerek kurumun
gelecek vizyonuna erişmesine katkı
sağlayacak geçerli, spesifik, ulaşılabilir
hedefler belirleyebilmeli, hedeflere ulaş-
mak için yürütmesi gereken çalışmaları
mevcut insan kaynakları içerisinden bir
yetenek yöneticisi titizliği ile ekipler ve
organizasyonlar teşkil ederek uygula-
yabilmelidir.
Liderliğin Yeni Penceresi:
Vizyoner Liderlikİrfan KüçükfilizEsenyurt İlçe Milli Eğitim
Şube Müdürü
Vizyoner Lider, pradigma değişimini pratik bir yöntem isminden ziyade deği-şimin en uç sınırını ifade eden bir kavram olarak görmeli, algılama, anlayış, düşünme biçimi değişikliğinin gerekliliğine inanmış olmalıdır.
Sayı: 1 / Haziran-2019 7
Bir eğitim kurumu yöneticisinin vizyoner
liderliğini ortaya koyabilmesi için stratejik
yönetim modelini benimsemiş olması,
stratejik yönetim modelinin kurumlara
ve insanlara uzun vadeli düşünme ve
görme ufku kazandırdığının farkında
olması, stratejik açıdan öneme sahip konu
ve faktörlerin neler olduğunu görerek
bunlara öncelikli olarak odaklanmanın
kurumuna ve ekibine başarı getireceğine
inanmış olması gerekmektedir.
Son olarak bir kurum yöneticisi vizyoner
liderliğin üç temel rolünü çok iyi bilmeli
ve içselleştirmiş olmalıdır. Bu temel roller,
yolu görmek, gördüğü yolda yürümek
ve yol olabilmek olarak özetlenebilir.
Vizyoner bir lider için yol, vizyonun
gelecekteki görüntüsüdür, ulaşmak
istediği hedeftir. Vizyoner lider, değişik
yollardan en uygun olan yolu görebilme-
lidir. Ancak geleceğe yönelik projeleri ve
tasarımı olan yöneticilerin yolu görme
ve arayışı olabilir, geleceği düşlemeyen
projesiz ve plansız bir yönetici için yolu
görmek mümkün değildir. Vizyoner lider
yolu görmenin yanında yolda yürümeyi
de başarabilmelidir. Vizyoner liderlikte
yolu görmek kadar gördüğü yolda yü-
rümekte çok önemlidir. Yolda yürümek
vizyoner bir liderin kararlılığını gösterir.
Vizyoner lider, vizyonuyla insanları arka-
sından sürükleyebilmeli, ürettiği vizyon
ile insanlara yeni yollar açabilmelidir.
İzleyenler vizyoner liderin açtığı yolda
yürümeye çalışır. Yol olmak ciddi bir
çalışma ve fedakârlık gerektirir.
Unutulmamalıdır ki yöneticiler daha
çok eylem odaklı davranır. Liderler ise,
vizyon odaklı davranışlarıyla kendilerini
hissettirir.
Vizyoner lider, vizyonuyla insanları arkasından sürükleyebilmeli, ürettiği vizyon ile insanlara yeni yollar açabilmelidir. İzleyenler vizyoner liderin açtığı yolda yürümeye çalışır. Yol olmak ciddi bir çalışma ve fedakârlık gerektirir.
Vizyoner liderliğin üç temel rolü; yolu görmek, gördüğü yolda yürümek ve yol olabilmek olarak özetlenebilir.
Yazı hazırlanılırken aşağıdaki kaynaklara başvurulmuştur.
Nanus 1992, Starrat 1995, Brengelmann 1995,
Dennis 1996, Parikh 1996, VVallace 1996, Schein 1997,
Dr.Mehmet Birekul-Vizyoner Liderlik 11 Mart 2015,
Blog.milliyet.com.tr-29 Mayıs 2019
Haziran-2019 / Sayı: 18
Günümüzde eğitime ve eğitimde yeni yak-
laşımlara ülkece büyük önem verilmektedir.
Adını birden fazla alanda çalışmalar yapmış
olan Türk İslam bilgini Harezmî’den alan
Harezmî Eğitim Modeli de eğitimde yeni
yaklaşımlardan biri olarak gösterilebilir.
Harezmi Eğitim Modeli, en az üç farklı branş
öğretmeni ve bir okul psikolojik danışmanın
her yaştan öğrenci ile bir araya gelerek
beraberce hayatın içinden bir sorunu fark
etme, soruna çözüm bulma, çözüme yönelik
yeni şeyler üretme aşamalarının sentezi
olarak tanımlanabilir. Bu aşamalar boyunca
öğretmenler ve öğrenciler karşılıklı olarak
öğretme ve öğrenme süreci içerisinde olurlar.
Haftalık iki uygulama saatinde öğretmenler ve
öğrenciler bir araya gelerek tüm bu süreçleri
beraberce yürütmektedirler. Öğretmenler
ayrıca uygulama saatinden bir saat önce ve
bir saat sonrasında toplantılar düzenleyerek
uygulama saatinin planlanması ve uygulama
sonucu revize çalışması gerçekleştirirler.
Uygulama sonrası toplantıda ayrıca öğret-
menler öz değerlendirmelerini de yaparak
gelecekteki Harezmî Eğitim Modeli uygulayı-
cılarına ışık tutacak şekilde uygulama planını
revize ederler. Çünkü Harezmî Eğitim Modeli
değişen, gelişen ve kendini sürekli yenileyen
bir süreçtir. Gelecek haftada yapılacaklar da
yine bu toplantıda planlanır.
Beş temel zemin üzerine inşa edilen Harezmî
Eğitim Modeli’nin uygulama planı hazırlanırken
en az iki temele dayandırılması söz konusudur.
Bu zeminler şunlardır:
1. Bilgi İşlemsel Düşünme (Bilgisayar kullan-
madan bilgisayar bilimi öğretimi)
2. Programlama ve Öğretim Araçlarıyla
Bilgisayar Bilimi Öğretimi
3. Disiplinler Arası Yaklaşımla Bilgisayar
Bilimi Öğretimi
4. Robotik ve Oyun Tasarımı İle Bilgisayar
Bilimi Öğretimi
5. Sosyal Bilimlerle Bilgisayar Bilimi Öğretimi
Harezmî Eğitim Süreci, farklı branşlardan öğ-
retmenlerin rehberliğinde öğrenciler tarafından
Hayatın İçinden Sorun’un (HİS) belirlenmesi ile
başlar. Belirlenen Hayatın İçinden Soruna
farklı branşlardan öğretmenlerin rehberli-
ğinde öğrenciler tarafından çözüm bulunması
amaçlanmaktadır. Sürecin sonucunda ortaya
çıkacak ürün veya çözümden çok, esasen
çözüme gidilen yolda öğrencilerin yaşantıları,
bu yaşantılardan edindikleri deneyimleri
ve kazanımları önem arz etmektedir. Her
uygulama saati sonrasında öğrencilerin 3N
adlı formu doldurmaları ve öz değerlendirme-
leri yapması beklenmektedir. Böylece süreç
boyunca öğrenciler öğretmenlerin gözlemleri
ve süreç değerlendirmeleri yanı sıra kendileri
de bizzat öz değerlendirmelerini yapmaları
sağlanmaktadır.
Şu an itibariyle üçüncü pilot çalışması gerçek-
leştirilen Harezmî Eğitim Modeli, ilk yılında
İstanbul’da belirli altyapısal kriterlere göre
belirlenen 5 farklı okulda uygulanmıştır.
İkinci yıl yine İstanbul’da 50 farklı okula yay-
gınlaştırılırken, Üçüncü yılı olan 2018-2019
eğitim öğretim yılında ise Türkiye’nin 13
farklı şehrinde yaygınlaştırılmıştır. Harezmî
Eğitim Modeli uygulama planı örneği olarak
Esenyurt İmam Hatip Ortaokulu’nun 30
Kasım tarihinde gerçekleştirdikleri iki ders
saatlik uygulama planı şöyledir:
Kazanımlar:
1. Matematik:
• Evrensel olmayan uzunluk ölçü birimlerini
tanır.
• Uzunluk ölçme birimlerini tanır; metre-ki-
lometre, metre-desimetre-santimetre-mi-
limetre birimlerini birbirine dönüştürür ve
ilgili problemleri çözer.
• Alan ölçme birimlerini tanır, m²–km², m²–
cm²–mm² birimlerini birbirine dönüştürür.
2. Bilişim Teknolojileri: Matematik ve bilgisayar
bilimi arasındaki ilişkiyi tartışır.
3. Sosyal Bilgiler: Kaynakların bilinçsizce tüke-
tilmesinin canlı yaşamına etkilerini analiz eder.
Ön Hazırlık: Ders öncesi bozuk klavyeler Ha-
rezmî sınıfına getirilir. Öğrencilerin önceden
hazırladıkları sloganlar dijital ortamda hazır
hale getirilir. Makas, yapıştırıcı, kartonlar
hazır bulundurulur. Bozuk klavye tuşlarının
öğrenciler tarafından rahatça çıkarılması
için çay kaşıkları- 5 adet hazır hale getirilir.
Boyama yapabilmek için boyalar ve sular
Harezmi E ğ i t i m ModeliGizem AVCI
Esenyurt İmam Hatip OrtaokuluEğitimci
Sayı: 1 / Haziran-2019 9
hazırlanır. Harezmî sınıfı grup çalışması için
uygun düzene sokulur. Öğrenciler bozuk
klavye sayısının el verdiği sayıca gruplara
ayrılır. Geri dönüşüme örnek olarak önceden
hazırlanmış plastik kasalardan meydana
getirilen sınıf kitaplığı Harezmî dersliğine
getirilecek şekilde hazır bulundurulur. 3N
formları öğrenci adedince çoğaltılır.
Ders Akışı: Derse girişte, Sosyal Bilgiler öğ-
retmeni daha öncesinde plastik kasalardan
meydana getirdiği sınıf kitaplığı ile sınıfa girer.
Daha sonra öğrencilere, bu materyalin yapımı
ile neyin amaçlandığı sorulur. Küçük grup
tartışması yöntemi ile öğrencilerden fikirler
alınır. Burada öğrencilerin geri dönüşümü fark
etmeleri amaçlanır. Aynı zamanda ders öncesi
öğrencilerin dikkati geri dönüşüme çekilmiş
olur. [Bilgi işlemsel düşünme, Programlama
ve öğretim araçları]
Enerji kaynaklarının tükenmesini engellemek
amacıyla geri dönüşümün önemi sosyal
bilgiler öğretmeni tarafından öğrencilere
hissettirilerek israfın yapılmaması söylenir.
Kullanılmayan-arızalı klavyelerin atılması
yerine başka bir işlev görerek okulda etkin
bir şekilde kullanılacak bir materyal haline
getirtilerek tüm okulda kullanılması sağlanır.
Aynı zamanda öğrencilerin sağlıklı yaşam ile
ilgili daha önceden oluşturdukları sloganların,
okulda yaygınlaştırılması amacına da hizmet
etmiş olur. [Bilgi işlemsel düşünme, Sosyal
bilimlerle ilişkilendirme]
Bilişim teknolojileri öğretmeni, kaç çeşit
klavye türü olduğunu öğrencilere sorar.
(F ve Q) Hangi klavye çeşidinin daha çok
kullanıldığı, aslında hangisinin dilimize daha
uygun olduğu konularında beyin fırtınası
yapılır. İki klavye çeşidinin farklılıklarına
değinilir. Harflerin yerleri neden farklıdır
sorusu sorularak fikir üretmeleri beklenir.
Bilişim teknolojileri öğretmeni, klavye giriş
portlarının farklılıklarını öğrencilere gösterir.
Hangi portun daha eski, hangisinin daha yeni
teknoloji olduğu öğrencilere sorulur. Avantaj
ve dezavantajları tartışılır.
Matematik öğretmeni, uzunluk ölçümünde
nelerin kullanılabileceğini öğrencilere sorar.
Evrensel olmayan uzunluk ölçü birimlerinin
ne gibi sorunlara yol açabileceği tartışılır. Ev-
rensel uzunluk ölçü birimlerinden bahsedilir
ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan
sonra evrensel uzunluk ölçü birimlerinin
kullanılmaya başlandığı ve olası sorunların
önüne geçildiği açıklanır. Öğrencilerin getirdiği
boş ilaç kutuları, boş süt şişelerini göstererek
bunların hangi geometrik cisimler olduğunu
öğrencilere sorulur. Öğrencilerden gelen ya-
nıtlara göre yönlendirme yapılarak geometrik
cisimlerin yüzey özelliklerinden kısaca bahse-
dilir. Öğrencilerin uzunluk ölçü aracı(cetvel)
yardımıyla kutuların ve bir klavye tuşunun
yüzey kenar uzunluğunu ölçerek bir kenara
kaç adet klavye tuşunun yerleştirilebileceğini
hesaplamaları istenir. Hangi uzunluk ölçü
birimlerinin hangi alanlarda kullanılacağını
öğrencilerin fark etmesini sağlar. (cm’nin daha
küçük uzunluklarda ve km’nin daha büyük
uzunluklarda işlevsel olduğu açıklanır) Aynı
zamanda alanların iki boyuta, uzunlukların
bir boyuta sahip olduğu vurgulanır. Uzunluk
ölçü birimlerinden, alan ölçü birimlerine geçiş
yapılır. Yüzey alanı ölçümlerinde alan ölçü
birimleri kullanıldığı, uzunluk ölçümlerinde
uzunluk ölçü birimleri kullanıldığı öğrencilere
hissettirilir. [Programlama ve öğretim araçları]
Öğrencilerin grupça çalışmaları için 40 dakika
süre tanınır. [Disiplinler arası ilişkilendirme]
3N formları dersin son beş dakikasında
doldurtulur.
Uygulamanın Beş Zemin ile İlişkilendirilmesi:
Bilgi işlemsel düşünme: Kitaplığı inceleyerek
verilerden geridönüşüm ve israf kavramlarına
ulaşılması
Sosyal bilimlerle ilişkilendirme: El emeği plastik
kitaplığın yapımını inceleyerek ve tükenebilen
enerji kaynaklarının düşünülerek geri dönü-
şüm ve israf kavramlarının içselleştirilmesi
Programlama ve öğretim araçları: Makas,
yapıştırıcı, çift taraflı bant, boya, yılbaşı süs-
leri, bozuk klavyeler, karton kutular (farklı
boyutlarda), cetvel, çay kaşığı (klavye tuşlarını
çıkartmak için), renkli kağıtlar, plastik kasa-
lardan yapılmış kitaplık (el emeği)
Disiplinlerin Birbirine Katkısı: Sosyal Bilgiler
öğretmeni, geri dönüşüm ve israf kavramlarını
açıkladıktan sonra bizim de sınıfta geri dönü-
şüm etkinliği yapacağımızı söyledi. Etkinlikte
bozuk klavyeleri kullanacağımızı söyledi. Bilişim
teknolojileri öğretmeni klavye türlerinden
bahsetti. Türkçe karakterlerin kullanımına
uygun olan F klavyenin özelliklerini açıkladı.
Sloganların kalemliklere yazımında klavye
tuşlarının kullanılacağını söyledi. Matematik
öğretmeni bir yüzeyde kaç tane klavye kul-
lanılacağını belirlemek için ölçüm yapılması
gerektiğinden bahsetti. Evrensel uzunluk
ve alan ölçü birimlerini açıkladı. Evrensel
ölçü birimleri olmamasının ne gibi sorunlar
yaratacağını öğrencilerin hissetmesini sağladı
Kaynakça: http://istanbul.meb.gov.tr/yegitek/
harezmi.html
Haziran-2019 / Sayı: 110
Ortaöğretim tasarımıyla ilgili çalışmayı
sadece bir ders çizelgesi olarak görmek
elbette mümkün değil. Bu Türkiye’nin bir
gelecek projesi, bir ekonomi projesi, bir
sosyal hayat projesi. Türkiye’nin dünyada,
bu topraklarda, bu coğrafyada onuruyla
haysiyetiyle dimdik ayakta durabilmesinin
bir eğitimsel projesidir.
Ortaöğretim tasarımından söz ettiğimizde,
okul profili değerlendirme, tasarım beceri
atölyeleri, e-portfolyo, e-rehberlik ve benzeri
birçok proje, mesleki eğitimde yaptığımız
birçok proje aslında bu vizyonun parçaları.
Bu parçaların da her birisinin birbiriyle bir
bağlantısı var. Yani birbirini tamamlayıcı
etkiye sahipler.
Sınıfta öğretmen arkadaşlarımızı güçlendir-
meden yine bu tasarımın işlemesi, hayata
geçmesi mümkün değildir. Yüzlerce öğren-
cimizin, öğretmenimizin, okul yöneticimizin
ve akademisyenlerin, dünyadaki bakalorya
uzmanlarının, uluslararası bir takım uzman-
ların desteğiyle, bütün bunları birleştirerek,
çok yüksek bir katılımla bir yere varmaya
çalıştık. Çünkü sadece benim kişisel de-
neyimlerin ve arkadaşlarımın tecrübeleri
yetmez bu işe. Toplumun paydaşlarının
tamamının görüşlerinin dikkate alındığı bir
bakış açısına ihtiyacımız var. Biz bir deneme
tahtasıyla ilgilenmiyoruz. Bilimsel metot-
larla, tekniklerle ‘neyi, nasıl yapabilirizin’
peşinde bulunuyoruz. O günün dünyasına
hazırlanmak için elbette zamanın ruhuna
uymak durumundayız ve bunun için ne
gerekiyorsa da tasarlıyoruz. Tabii bütün
bunları belirli bir milli kimlik ve bir benlik
ülküsü içerisinde de ele almak zorundayız.
Çünkü eğitim, evrensel olmakla beraber
yerel değerleri de içinde barındırması ve
bu toprakların, bu coğrafyanın belli değer
sistemlerini içinde tutması gereken bir
kurumdur. O sebeple bunu milli bir benlik
ülküsü çerçevesinde de ele alma zarureti-
miz var. Biz çocuklarımıza bir öz geçmişten
söz etmiyoruz, biz çocuklarımız için bir öz
gelecek yazmaktan söz ediyoruz.
Gençlerimiz bize bir soru soruyorlar. Di-
yorlar ki, ‘Siz, bizi neye hazırlıyorsunuz.’ Bizim de sorumuz bu oldu. Gençleri neye
hazırlıyoruz? İşte tam da bu noktada bizim
açımızda şimdiden bu sorunun cevabını
vermek elzemdir. Öğretmenlere de sorduk.
Öğretmenler de elbette sorular sordu. Onlar
da diyor ki, ‘Öğrenciler yıl içinde bu kadar çok dersi alarak öğrendiklerini içselleştiremiyor. Bunun çözümü yok mu?
Eğitim ekonominin ve demokrasinin ay-
rılmaz bir kurumsal parçasıdır. O sebeple
yaptığımız eğitimin ekonomiyle bağlantısının
ne olduğunu son derece önemsiyoruz ve
öğretmenlerimizin sorusu da bu açıdan çok
önemli. Diyorlar ki ‘Neden dünyadaki gelişmiş dediğimiz birçok ülkenin liselerinde, ortaöğretim kurumlarında, 5-6-7 ders var da neden bizde 16-17 ders var’ sorusunu sorduklarında
bunun bir cevabının olması gerekiyor. Bu
cevabı verirken, ders sayılarında azalmanın
olması, deneyime yönelik eğitimin olması
yani çocukların tecrübe ederek bir şeyler
yapmaları, sadece bilgiyi hazır olarak alıp
bunu tekrar etme noktasında başarılı olup
olmadıklarının hafızaları ölçerek test edil-
mesi elbette doğru değildir. Burada atölye
ve laboratuvarların gerçekten kullanılması,
sayılarının artırılması ve çocukların sadece
teorik olarak bir matematik dersi değil,
matematik uygulamalarıyla da ilişkilenmesi
gerçekten çok önemli. Derslerde disiplinler
üstü bir yaklaşımın edinilmesi bizim bütün
derslerimiz belirli bir disiplin odağında
yürüdüğü için bütün bunları parça parça
ve ayrı bir vaziyette ele almak çocukların
zihninde bir bütünleşme oluşturmuyor.
Kavram üstünden disiplinler üstü ders
işlemekle bunun sadece sosyoloji ya da
tarih olarak işleminin başka bir sınırlılığı
söz konusu. Tam da bu yüzden disiplinler
üstü bir yaklaşıma doğru gitmemiz şart.
Çünkü zaten çok başarılı bildiğimiz ülke
eğitim sistemlerinde bunun artık sıradan
bir iş olduğunu görüyoruz ve bizim böyle
bir geçmişe ihtiyacımız var.
Bizim çocuklarımızın da ilgilerine, yetenek-
lerine ve hayatlarına uygun olan alanlarda
derinleşmeye ihtiyaçları var. Böyle baktığı-
nızda paydaşlarımızın bir diğeri anne babalar
da soruyor. Diyor ki, ‘Çocuklar sabahtan akşama kadar soru çözüyorlar.’ Peki günlük
yaşamda bir sorunla karşılaşınca neden
afallıyorlar? İlkokul ve ortaokulda tasarım
Liselerde Ne Yaptık? Yeni Ortaöğretim Tasarımı
Sayı: 1 / Haziran-2019 11
beceri atölyeleriyle yapmaya çalıştığımız ve
birinci sınıftan itibaren mühendislik, dil atöl-
yesi gibi atölyelerde binlerce defa denediği
bazı süreçleri lisede devamı olarak bu tür
aktivitelerle zenginleştirmeyi hedefliyoruz.
Bir çocuğun muhakkak suretle sanatla ve
sporla ilgilenmesi lazım. Sanatın ince aya-
rından geçmeyen bir çocuğun şahsiyetinin
oluşması gerçekten zor oluyor. Odalarına
kapanan çocuklarımız için hayatın başka
beklentileri var. Çocuk topluma hizmet
etmiyorsa, yaşlılarla ilgilenmiyorsa, onlara
hürmet etmiyorsa, hayvanlara ilişkin birtakım
hizmet faaliyetleri yürütmüyorsa, yoldan
geçen birinin ayağına değebilecek bir taşı
ortadan kaldırmıyorsa o zaman çocuğun
toplumla alakasını ve şahsiyetinin oluşmasını
güçleştirmiş oluyoruz. Bir çocuğun fiziksel
aktivite yapmaması halinde normal kişilik
gelişiminin de sekteye uğraması söz konusu.
Bu yüzden bir lise öğrencisinin bu faaliyetlerin
tümüyle karşılaşmasını çok önemsiyoruz.
Çünkü biz çift taraflı bir çocuk istiyoruz. Yani
maddeyi ve manayı birlikte kuşatarak, aynı
zamanda da çocuğun sadece kağıt üzerinde
soru çözerek değil, hayatın içinde pratikler
yaparak tecrübelerle bir yere varmasını
önemsiyoruz. Çocuğun tüm özelliklerini
testlerle, araçlarla ölçmek istiyoruz. Daha
ilkokuldan itibaren kendisini tanımakla ilgili
ölçekleri görerek kendisini tanıma imkânı
bulacak. Bunun altyapısı hazır.
Etkin bir yönlendirme sistemine ihtiyacımız
var. Bunun için öğretmen eğitimlerinin bir
noktaya gelmesi gerekiyor, kariyer ofislerinin
biçimlendirilmesi gerekiyor. Bütün bunlar
yapılırsa etkin yönlendirme olur. Bütün
bunları tabii ki yaparız. Okul profili mese-
lesi, portfolyo meselesi, e-rehberlik sistemi
zaten yapıp bitirdiğimiz meseleler. Seçmeli
alan dersleri, kariyer ofisinin olması, kariyer
rehberlik çalışmalarının yaygınlaştırılması
ve bunun için bir yazılım altyapısının oluştu-
rulması da son derecek kritik. Bütün bunları
devreye sokabiliriz ki çalışmalar sürüyor.Tüm
yapılanları sadece bir ders çizelgesi değişimi
olarak yorumlamak doğru olmayabilir. Bir
ekip olarak aylarca beraber çalıştık. Takso-
nomi bilmeyi, birtakım uluslararası derece
sistemlerini bilmeyi, program geliştirmenin
birçok boyutunu bilmeyi gerektiren bir iş bu.
Bu sadece çizelgeye bakıp şunlar varmış,
bunlar yokmuş meselesi değil. Bu Türkiye’nin
ekonomisiyle ilgili bir mesele. Bu Türkiye’nin
2023’te, 2030’larda, 2040’larda, 2053’te
nasıl bir fotoğrafa ihtiyacı olduğuyla ilgili
bir mesele.
Bize diyorlar ki ‘Tamam çok güzel ama
üniversite sınavı böyleyken nasıl olacak?’
Kritik soru şu anda bu. Türkiye, okulları
arasındaki imkân ve öğrenme farkı yüksek
olan bir ülke. Bu tür ülkelerde de sınav araç
olmaktan çıkar amaç haline gelir. Eğer biz
okullarımız arasındaki imkân farklılıklarını
azaltırsak belirli bir süreç içerisinde bütün
dünyada belli ülkelerde örnekleri somut
olarak görüldüğü gibi bizde de sınavın
baskısı azalacak. Özellikle mesleki teknik
eğitime yatırdığımız yatırımlarla orada
yaptığımız çalışmalarla bu sistemin daha
esnek olmasına katkı sağlıyoruz. Sonuçta ne
bekliyoruz; sınav sisteminin zaman içerisinde
baskısının azalmasını. Elbette bütün dünyada
sınav var. Bizde de olacak ama sınav gerçek
mahiyetine bürünecek, yani amaç haline
gelmeyecek araç olacak. Bunun için biraz
zamana ihtiyacımız var. Çünkü çok ciddi
finansal yatırım bekleyen bir iş.
Hem öğretmen eğitimi hem de buna benzer
konularda. Ortaya koyduğumuz ortaöğretim
tasarımına uygun bir yükseköğretim kurumları
sınavı nasıl yapılır? Ortaöğretimdeki sınav-
ların kendisi nasıl yapılır, yani ders sınavları
nasıl yapılır? Bütün bunların cevabını ortaya
koyup, çok kısa bir süre içerisinde bu siste-
min ilk sınavı 2024 yılında olacak. Yani yeni
başlayan sistemde yeni sınav denilen şey,
2024 yılına denk geliyor. O zamana kadar
çok büyük süremiz var. Biz bunu çok daha
kısa sürede netleştirmiş olacağız.
Prof. Dr. Ziya Selçuk’un
18. 05. 2019 Tarihinde Borusan Asım Koca-
bıyık Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde
gerçekleşen konuşmasından alınmıştır.
Haziran-2019 / Sayı: 112
Merhaba, bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Kübra Akduman. Marmara Üniversitesi
Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünden
mezunum. Küçüklükten itibaren farklı
hayalleri ve düşünceleri olan biriydim ve
öğretmen olmayı hiç istemiyordum. Dünyayı
kurtarmak için büyük işler yapmalıydım.
İstemeyerek geldiğim bu bölümde bana
dünyayı kurtarmayı öğreten, mesleğimi
hakkıyla öğreten tüm hocalarıma ve mesleği
bana öğreten en iyi öğretmenlerim; öğrenci
ve velilerime minnettarım. Meslekteki
beşinci yılıma girdim.
Bu yıl düzenlediğiniz projenizden bahseder
misiniz?
Projemin adı; “Hadi Baba Okula” bir eğitim
öğretim dönemi boyunca babaları eğitime
entegre etmek ve okul kültürlenmesi için
babalarımızı okulumuza davet ettim. Önce
ön test ve anket uyguladım. Katılım hayli
düşüktü en başta ama ısrarla babalara
ulaşmaya çalıştım. Ve ön testler de baba-
ların okul ve eğitimle ilgili bilgilerinin eksik
olduğunu ayrıca çocuklarını yeteri kadar
tanımadığını ve kaliteli zaman geçirmediğini
fark ettim. Ki yola çıkarken bu kanıyla bir
şeyler yapmak için bu projeyi başlatmıştım.
İlk olarak babalar ile ana sınıfının eksiklerini
tespit edip tamamladık. Örneğin; kitaplık
eksikti marangoz bir babamız kitaplık yaptı.
Başka bir babamız tahtalardan oyuncak yaptı
ve gönderdi. Çocuklar dışarıda oynamadığı
için ip top temin etmek gibi basit şeylerle
başladık. Ardından babaları sınıfımıza
davet ettik. Gelen her baba meslek veya
ilgi alanına göre sınıfta etkinlikler yaptı.
Elektrik-elektronik atölyesi yaptık Eski
Sokak Oyunlarını tanıttılar oynattılar. Her
gelen baba ile hikâye, masal etkinliği yaptık.
Babalar çocuklarıyla yaptıklarını paylaştı.
Yıl böylece sürdü ve final etkinliği olarak
planladığım “1. Geleneksel Baba Çocuk
Şenliğini” organize ettim. Babalar ve çocuklar
geleneksel oyunlarda yarıştılar.
Baba Çoçuk Şenliğindeki fotoğraflar çok
renkli ve eğlenceliydi. Şenlikte neler yaptınız
biraz açar mısınız ?
Baba Çocuk Şenliğinde geleneksel oyun-
lara yer verdim. Babalar ve çocuklar eşli
olarak yarıştı. Babalar gözleri kapalı şekilde
yüzlerine dokunarak çocuklarını tanıdılar.
Babaların bu kadar kısa sürede o kadar ço-
cuk içinde bulacaklarını tahmin etmezdim.
Sonra ısınma turu olarak halat çekme yarışı
yaptık. Söz konusu babalar olunca sayı da
çok 3 halat da dayanamayıp koptu. Sırayla
yumurta taşıma, çuval yarışı, mendil kapmaca,
yoğurt yeme ve koşu yarışı oldu. Babalar
turu bitirince çocukları parkuru tekrarladı
ve en çok puan alan baba ve çocuğa ödül
verdik. Katılan her babamıza en iyi baba
sertifikası takdim ettik.
Kulağa çok eğlenceli geliyor oyunlar. Katılım
nasıldı? Klasik baba figürleri için bu tarz oyun-
lara biraz çekimser yaklaşabilir gibi geliyor.
Öncelikle sayı olarak beklentimin çok
üstünde katılım oldu. Ben 20-40 arası bir
katılım beklerken o gün 80 baba katıldı ya-
rışmaya. Sonradan dahil olanlarla sayı 100’e
yaklaştı. Bu beni çok mutlu etti. Katılımın
fazla olması nedeniyle bazı yarışları yaptı-
ramadığımız bile oldu. Babalar o gün öyle
heyecanlı öyle içtendi ki eşleri çok şaşkındı
O gün babaların çocuk gibi hevesli neşeli
hallerini ömrüm boyunca unutmayacağım.
O gün beni mutlu eden diğer bir konu par-
çalanmış ailelerin çocuklarının babalarıyla
paylaşımda bulunması etkinliğimizde ilk kez
babasıyla eğlenceli baş başa zaman geçiren
çocuklar da vardı ve çok mutlu ayrıldılar.
O günden sonra yarışan babaları ne zaman
görsem tebessüm halindeler bu da benim
için çok önemli noktalardan birisi.
Eğitimin bir çok bileşeni varken neden ba-
balarla çalışmayı seçtiniz?
Bence eğitim büyük bir tesisat sistemi
gibidir, sistemin içindeki arıza başka bir
Kübra AkdumanEmine Seviye Divrik İlkokulu
Eğitimci
Fark Yaratan Öğretmenimiz
Sayı: 1 / Haziran-2019 13
bileşenin yanlış çalışmasına veya çalışma-
masına sebep olur. Öğretmen de sistemin
iyi çalışması için iyi bir tesisatçı olmalı ve
sistemdeki arızayı bulmalı. Benim yürüttü-
ğüm projelerin prensibi bu aslında. Sistemde
bir arıza gördüğümde sebebini bulup tamir
etmeye çalışmak. Burada bana sinyali veren;
mutsuz, yorgun. Her şeye yetişmeye çalışan
gergin annelerin çocuklarının sosyal ve ki-
şilik gelişimlerindeki eksiklik olabileceğine
dair saptamamdı. Babalarla ilgili yaptığım
araştırmalar ve gözlemlerimde; babaların
var ama yok olduklarını, çocuklarıyla kali-
teli zaman geçirmede yetersiz olduklarını,
çalışma şartları ve saatlerinden dolayı
evdeki ebeveynlik rolüyle birlikte birçok
sorumluluğu da anneden beklediklerini ve
eğitimle ilgili bilgi eksiklikleri olduğunu fark
ettim. Nihai amacım baba çocuk ilişkisini
arttırmak, babaları eğitim ve okul konu-
sunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek,
sonuç olarak babayı sağlıklı ve etkili şekilde
ailede var etmekti.
Babaları sürece dahil etmek kolay oldu mu?
Projeye katılmalarını nasıl sağladınız?
Başta kolay olmadı aslında ama velilerim
beni tanıdıkça verimli olacağına inandılar
ve annelerimizin ve çocukların desteği ile
babaların okula gelmesini sağladık. Ön
test ve anketteki sorular da ilgilerini çekti.
Mesela baba çocuk saati etkinliği. Okuldan
gönderdiğim günlük etkinlik çizelgesini
uygulayan babalar paylaştıkça diğerleri de
motive oldu ve giderek uygulayan baba sayısı
arttı. Babalara okulda etkinlik yaptırmak
için müsait zamanlarını bulmak ikna etmek
kolay olmasa da gelen her baba çok mutlu
ayrıldı. Çünkü babaların da buna ihtiyacı var.
Babalar da bir zamanlar çocuktu. Hiçkimse
iyi bir baba olarak doğmuyor, anneler gibi
hormonal destekleyici biyolojik bir faktör
de yok. İyi baba olmak; sevgi, deneyim,
sabır ve bilgilenme işi. Ben aslında bunları
sağlamak için babaları okula sınıfa aldım.
Duygu etkileşimi olmadan etkili ebeveynlik
mümkün değil maalesef. Bu sürede katılan
babaların paylaşımı, annelerimiz ve çocuklar
en büyük destekçimdi.
Kübra öğretmenim bu projeyi yazarken belli
amaçlarınız vardı, bunların ne kadarına
ulaştınız ? Nasıl dönütler aldınız?
Düşündüğümden çok daha fazla şey ger-
çekleşti aslında. Baba çocuk ilişkilerinde
yıl içinde katılan baba ve çocukların ka-
liteli zaman geçirme , babaların eğitim
kültürlenmesi, etkili ebeveynlik konusunda
bilinçlendiklerini gördüm. Babalar artık daha
çok okulda, anneler günü programımıza
dahi birçok baba katıldı. Babaların evde
daha çok var olması, çocukların eğitim ve
gelişimi ile ilgili sorumluluklarını üstlenmesi
ile annelerin iş yükü azalmasını sağladı. Aile
içi iletişimi arttı. Çocuklar için babaları; tatlı
sert bakışlı, akşamları yorgun argın eve
gelen sabahları uyandığında işe gitmiş olan,
gün içinde yaptığı bütün yaramazlıkların
akşama anlatılacağı, annelerinin de sevgi
ve saygıyla baktığı otorite sahibi, diğer
erkeklerden daha güçlü olan adam yerine;
kimi gün sırdaş, kimi gün çeşitli etkinlikleri
keyif içinde yaptıran bir eğitimci, kimi
gün uçurtma uçurtabilen, oyunlar
oynatabilen bir arkadaş, kimi
gün okula gelip etkinlik
yaptıran, aynı zamanda
bir model olarak taklit
edilebilen bir yetişkin
rolüne geldiler. Tabiki;
bu söylediğim her baba
için gerçekleşmese de
projemizin sonuç çık-
tısının yüzdesi oldukça
yüksek oldu.
Ayrıca sosyal medyada
çalışmaları ve baba çocuk
şenliğini gören birçok eğitimci
arkadaşım da uygulamak istedi.
Onlarla da projenin metnini ve içeriğini
paylaştım. Önümüzdeki yıl birçok ilde eş
zamanlı şekilde uygulayacağız. Bu yıl görüp
katılmak isteyen de birçok babamız var.
Her yıl artarak devam etme amacımıza da
ulaşacağız gibi görünüyor.
Meslektaşlarınıza ve anne babalara öneri-
leriniz nelerdir ?
Öğretmen arkadaşlarımın proje yapmaktan
çekinmemelerini öneriyorum. Problem
tespit ettiğimizde; ‘ne yapılabilir ki, zaten
katılmazlar zaten idare desteklemez, ben
yapsam ne olacak, bu böyle gelmiş böyle
gider’ gibi sözleri çok fazla duyuyorum. Bu
beni çok üzüyor. Birincisi eğitimde yüzde
yüz yoktur. Her şeyi düzeltemeyiz ama biz
varsak varlığımız etkili olmalı nasıl ki ebeveyne
etkili ebeveyn ol diyor isek, öğretmen de
var ise bir şeyler daha güzel olmalı.
İdareci öğretmenlerimden ricam lütfen proje
yapan öğretmenlerimize destek olsunlar.
Anne babalara ise çocuklarının ömür boyu
eğitimcileri olduklarını unutmamalarını
tavsiye ederim.
Haziran-2019 / Sayı: 114
Günümüzde eğitim dünyasında sıkça yer
alan, tüm dünya müfredatlarındaki de-
ğişime rehberlik eden, genç ve dinamik
öğrenme yaklaşımımız: STEM. Türkçe’ye
FETEMM olarak çevrilmiş olsa da her iki
versiyonu fen, teknoloji, mühendislik ve
matematiğin ilk harflerinden oluşan bir
sözcüktür. Disiplinler arası ve çok disiplinli
bir eğitim modeli olarak STEM eğitimi bu
dört disiplinin entegre edildiği öğrenme
ortamlarını öğrencilere sunmayı içermekte
ve hedeflemektedir.
Peki, STEM eğitimi nasıl bir süreç sonunda
bugünkü anlamına kavuştu? Bu süreci des-
tekleyen unsurlar nelerdi?
Günümüzün küresel ekonomisinde, fen bi-
limleri, teknoloji, mühendislik ve matematik
(STEM) alanında eğitim almış bir işgücü, her
milletin ekonomik büyümesinin birincil itici
gücü olarak kabul edilmektedir. İlk olarak
Amerika’da National Science Foundation
(NSF) (Amerikan Ulusal Bilim Kurumu)
raporunda yer alan STEM ibaresi, gelişmiş
ülkelerde “sayısal” alanlara olan ilginin ve
bu alanlarda meslek edinmenin giderek
azaldığı; buna karşılık bu meslekleri icra
edecek bireylere ihtiyacın her geçen gün
daha hızlı arttığı bir dönemde bu gidişatı
önlemek ve tersine çevirmek gerekliliğin-
den ortaya çıkmıştır. 21.yy yaşam ve işgücü
becerilerinden “yaratıcılık ve inovasyon,
eleştirel düşünme ve problem çözme”
gibi becerilerin farklı kurumlar tarafından
(P21 çerçevesi, enGauge, ATC21S, OECD,
MEB, Dünya Ekonomi Forumu) ortaya
konulan yeterlilikler arasında sıkça yer
alması müfredatların bu becerileri kap-
sayan STEM öğretim süreçleri etrafında
yapılandırılması konusunda tüm dünyada
görüş birliği oluşturmuştur.
Fen, matematik ve teknoloji alan becerile-
rinin uzun yıllardır tartışılan eğitsel alanlar
olması sebebiyle, STEM entegrasyonunda
dikkate değer odaklanmanın mühendis-
lik disiplini üzerinde olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla 1970’lerden bu yana birçok
ülkede eğitim müfredatının bir bileşeni
olduğu düşünülen mühendislik becerileri;
dünya çapında önem kazanmış ve bir süreç
olarak mühendislik tüm kademelerde okul
derslerinde giderek daha fazla kullanılmaya
başlanmıştır. Mühendisliği ilköğretim ve
ortaöğretime entegre etmek için sunulan
gerekçeleri şöyle özetleyebiliriz:
(1) Mühendislik düşüncesi, öğrencilerin 21.
yüzyıl becerilerinin gelişimine yardımcı olur,
(2) Mühendislik pedagojileri, öğrencilerin
matematik ve fen alanındaki başarısını
ve motivasyonunu arttırma potansiyeli
taşımaktadır
(3) Mühendislik içerikleri, STEM disiplin-
lerine ve kariyerine yönelik öğrenci ilgisini
artırabilir.
Nasıl bir hareket bizi bekliyor?
STEM öğretimi “bir sistem tasarlama,
deney tasarlama ve deney yapma, çok di-
siplinli takımlarda çalışma ve mühendislik
problemlerini tanımlama, formüle etme
ve çözme” becerisine sahip öğrenciler ye-
Merve ARIKEsenyurt İlçe Milli Eğitim Özel Büro
Eğitimci
Eğitime Yeni Bir SiTEM
Sayı: 1 / Haziran-2019 15
tiştirmeyi amaçlamaktadır. STEM öğretim
tasarımının kullanıldığı bir sınıfta öğrenciler,
mevcut bir problem tespit eder, öğrenciler
bu problemin çözümü için bir araç tasarla-
mak üzere takımlar halinde ya da bireysel
olarak beyin fırtınası yürütür, olası tasarım
çözümleri listelenir, en uygun tasarım seçilir,
prototip geliştirilir, test edilir ve gerekli
revizeler yapılarak ürünün ihtiyaca cevap
verme düzeyi değerlendirilir. Bir mühendi-
sin çalışma metodu ile ilerleyen öğrenciler
mühendislik süreçlerini deneyimleyerek
yaşamsal problemleri ürünlerle çözmeye
yönelik beceri kazanmış olur. İşte bu amaçla
tüm dünyada müfredatlar yenilenmekte,
okullar STEM ekipmanları ile donatılmakta,
hatta ülkelerin saygın ve işgücüne yön
veren kurumları bu değişimlere öncülük
etmektedir.
Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
2018 yılında uygulamaya konulan yeni
Fen Bilimleri Öğretim Programında alana
özgü becerilere “Mühendislik ve Tasarım
Becerileri” alt boyutu eklenerek ülkemizde
de öğrencilerimizin fen bilimleri dersi kapsa-
mında mühendislik becerilerini kazanması
gerekliliği ve sorumluluğuna vurgu yapılmış-
tır. Türkiye’nin yeni eğitim politika belgesi
olan 2023 Vizyon Belgesi’nde de öğrenme;
“öğrencilerin kendi meraklarını gidermeye
çalışırken katılımcı olmayı, deneyimlemeyi ve
sorgulamayı gerektiren bir süreç” (s.74) olarak
tanımlanmaktadır. Öğrencilerin, çevrelerinde
gördükleri sorunlara erken yaşlardan itibaren
yenilikçi çözümler geliştirme farkındalığı ve
bu çözümleri Matematik, Fen Bilimleri gibi
farklı disiplinlerle harmanlayarak üretme
becerisi kazanması, mühendislik tasarım süreç
becerileri ile doğrudan ilişkilidir ve gelişmiş
ülke eğitim sistemlerinin temel hedeflerinden
biri hâline gelmiştir. Sınıf içinde öğretmenler
sorgulamaya ve tasarımsal düşünmeye
yönelik, bireysel yahut grup çalışmasına
uygun ortamlar oluşturmak durumundadır
(2023 Vizyon Belgesi, 2018). Bu ortamlar
2023 Vizyon Belgesinde “Tasarım-Beceri
Atölyeleri” olarak tanımlanmaktadır.
Ne yapmalı?
Nitelikli bir eğitim alarak STEM işgücüne
katılmak isteyen öğrencileri zorlu bir sü-
reç beklemektedir. Yapılan araştırmalar,
öğrencilerin STEM disiplinlerini anlamakta
zorlandıklarını, STEM işgücüne katılma
noktasında çekincelere sahip olduklarını
ve STEM alanında akranları ile rekabet
edemeyecekleri düşüncesine sahip ol-
duklarına işaret etmektedir. Bu durum,
ülkemiz STEM işgücünü yetiştirmede
öğretmenler olarak bizlerin anahtar bir
rol üstlenmesini gerektirmektedir. Prof.
Dr. Salih Çepni’nin ifade ettiği gibi, bizler
klasik fen ve matematik anlayışı ile yetişmiş
ve ‘nasıl öğrenilirse öyle öğretilir’ ilkesi
ile bu mesleği icra eden bir kültüre sahip
bireyleriz. Dolayısıyla hızlı değişimlere hızlı
adaptasyon ve çözüm geliştirecek öğrenciler
yetiştirmek; bizlerin öğretim anlayışımızı
klasik ve işlemsel öğretmeden, yenilikçi
yaklaşımlar ekseninde dönüşen, değişen
öğretme-öğrenme durumlarına evirmemiz
ile mümkün olacaktır. STEM alanında yet-
kinleşen öğretmenler, öğrencilerini STEM
disiplin alanlarına yönlendirebilir, öğrenme
sürecindeki engellerin üstesinden gelmeleri
için motive edebilir, hayatları boyunca yenilik
ve keşif yapmaları için ilham verebilir. STEM
alan bilgisi ve pedagojik alan bilgisi üzerine
odaklanan öğretmen eğitimi programları
bu bağlamda oldukça önem taşımaktadır.
Çepni, S. (2018).Kuramdan uygulamaya
stem eğitimi.
Kaynakça: Çepni, S. (2018).Kuramdan
uygulamaya stem eğitimi.
STEM öğretimi “bir sistem tasarlama, deney tasarlama ve deney yapma, çok disiplinli takımlarda çalışma ve mühendislik problemlerini tanımlama, formüle etme ve çözme” becerisine sahip öğrenciler yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Haziran-2019 / Sayı: 116
Dünya her yeni gün değişmekte ve değişimin
itici gücü teknoloji olmaktadır. Teknoloji,
zamanla insan yaşamının sınırlı bir alanından
çıkıp sağlıktan iletişime, ulaşımdan ticarete,
siyasetten eğitime, farklı alanlarda yaşam
standardını belirleyen bir etken haline
gelmiştir.
Teknolojiye eğitim çerçevesinden bakıl-
dığında yadsınamaz bir gerçeklik ortaya
çıkmaktadır. Bu gerçek çocukların gittikçe
daha öne çekilen bir yaşta bir öğrenme aracı
olarak teknoloji ile tanışmalarıdır. Teknolojik
gelişmelerin kuşaklar arası farkı 20 yıldan 5
yıla düşürdüğü günümüzde öğrencilerimizin
ilk oyuncakları tabletler telefonlar olur
hale gelmiştir. Bu da okullarda teknoloji
kullanımının gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Çocuklara teknoloji ile donatılmış zengin
içerik ve çeşitlilik sunabilen okullar ve
öğretmenler dikkat çekmeye başlamıştır.
Teknoloji, Türk Eğitim sitemine kapsamlı
olarak ilk defa 2011 yılında “Fatih Projesi”
aracılığıyla girmiştir. Projeyle bilgisayar,
tablet ve akıllı tahta gibi teknoloji destekli
araçlar eğitimde yaygınlaştırılmıştır. Peki,
öğretim teknolojilerinden tam olarak an-
ladığımız nedir? Çocuklara video veya film
izlettirmek, bilgisayardaki görüntüyü tahtaya
aktarmak, akıllı tahta veya tablet kullanmak
bu kavramı tamamıyla karşılamakta mı?
Teknolojinin iki tür kullanıcısı vardır. Bun-
lardan biri üretici diğeri tüketicisidir. Üretici
grubunda olanlar sürekli yeni ürünler ortaya
koyar. Kodlama yapar, yazılım oluşturur ve
çeşitliliğe meraklı olup farklılıkları açıklar.
Tüketici grubu ise kendilerine sunulanı
kabul edip var olan teknolojiyi kullanır.
Eğitimde ise teknolojiyi sadece tüketen
değil aynı zamanda yenilerini üreten ve var
olan üstüne farklılıklar ekleyen öğrencilerin
varlığı günümüzün arzu edilen kazanımları
arasına girmiştir. Böyle bir eğitim anlayışında
öğretmenin rolü de değişmiştir. Öğretmen
öğrencilerine kullanılabilir teknolojilerin
kapısını aralamalı bilgiye ulaşma, işleme
geliştirme, üretme ve sunma aşamalarındaki
çeşitliliği gösterebilmelidir.
Doç. Dr. Ahmet Benzer’in 14.01.2019 Ta-
rihinde Borusan Asım Kocabıyık Mesleki
ve Teknik Anadolu Lisesinde gerçekleşen
seminerinden alınmıştır.
Dijital Çağda Öğretim Teknolojileri ile Türkçe Öğretimi
Ahmet BenzerAkademisyen
Sayı: 1 / Haziran-2019 17
Düne kadar çocuk edebiyatı diye bir şey
var mı yok mu diye tartışılırken ne mutlu
ki; bugün çocuk edebiyatını konuşur hale
geldik. Bu noktaya gelmemizde, alana
katkı sağlayan akademisyenlerimize,
dünya çocuk edebiyatındaki gelişmeleri
takip eden editörlerimize, çocuklar için
yazmak gibi önemli bir sorumluluğu üst-
lenen yazarlarımıza ve çocuk edebiyatı
yapıtlarını sanatsal duyarlılıkla resimleyen
illüstratörlerimize çok şey borçluyuz. Fakat
hala çocuk edebiyatına ilişkin bilmediğimiz,
yanlış anladığımız birçok şey söz konusu. Bu
alan üzerine çalışan bir araştırmacı olarak
derin bir sorumluluk hissediyorum. Burada
bilimsel veriler ışığında temel soruların
cevaplarına yer vermek istiyorum.
Çocuk edebiyatı nedir?
Çocuk edebiyatı alanında önemli akademik
çalışmalar gerçekleştiren değerli hocaları-
mız Sedat Sever ve Selahattin Dilidüzgün
göre çocuk edebiyatı yapıtları:
“En genel anlamda, çocukların duygu ve
düşüncelerinin eğitilmesi ve düşünen
duyarlı bireyler olarak yaşama hazırlan-
ması sürecinin en temel araçlarıdır. Çocuk
edebiyatı yapıtlarının genel amacı; okuma
kültürü edinmiş, düşünen duyarlı birey-
lerin yetiştirilmesine katkı sağlamaktır.
Bu amaç için kitaplar aracılığıyla çocukla
yaşam arasında köprü kurulur. Sanatçı
duyarlılığıyla örülmüş, yazılı ve görsel
dilin anlatım olanaklarıyla kurgulanmış bu
köprü, çocuğu düşsel ve düşünsel içerikli
bir dünyaya taşır.”
“Çocuk yazını öncelikle, evrensel yazın
bütününün farklı ve özel bir alanıdır. Yani
çocuğun özel koşulları dikkate alınarak
hazırlanmış bir üründür. Bu niteliği bakı-
mından da yetişkinler için üretilen yazın
kitaplarıyla arasında, nitelik açısından
önemli bir fark vardır.”
Çocuklar için yazmak kolay mı?
Çocuk edebiyatı ile ilgili belki de en büyük
çıkmazımız herkesin kolaylıkla yazabileceği,
üzerine konuşabileceği bir alan olarak
görülmesidir. Rahatlıkla söyleyebiliriz
ki; çocuklar için yazmak yetişkinler için
yazmaktan daha zordur. Çünkü çocuklar
için yazılan yapıtlarda “çocuğun seviyesine
inilmez çıkılır” bunu başarabilen sanatçı
sayısı da sınırlıdır. Ayrıca çocuklar için
yazmak derin bir sanatsal birikim ve pe-
dagoji gerektirmektedir. Sadece yazmak
değil, çocuk edebiyatı üzerine yorum yap-
mak için de aynı şeyler geçerlidir. Çocuk
edebiyatının temel kavramlarından biri
olan ‘çocuğa görelik’ çoğunlukla yanlış
anlaşılmakta ‘çocuksu’ ‘çocukça’ oluştu-
rulan kitapların çocuk edebiyatı içinde
değerlendirilmesi beklenilmektedir. Estetik
duyarlılıktan uzak çocuğu küçümseyen
bir bakış açısıyla oluşturulan söz konusu
kitapların bırakalım çocuk edebiyatı içinde
değerlendirilmesini çocuğa zarar vermesi
bile söz konusu olabilir.
Çocuk edebiyatı sadece çocuklar için midir?
Çocuk edebiyatının sadece çocuklar için
olduğunu söyleyemeyiz. Aslında tüm
insanlık içindir. İyi bir çocuk kitabından
söz ederken çocuklar kadar yetişkinlerin
Çocuk Edebiyatı Nedir Ne Değildir? Duygu Aydın Gönül
Esenyurt İlçe Milli Eğitim Özel Büro
Eğitimci
Toplumumuzda ‘okusun da ne okursa okusun’ ya da ‘okuya-bildiği kadar okusun’ şeklinde baskın inanışlar yer almakta. Oysa niceliği önemsemeyi bı-rakıp niteliğe odaklanmamız gerekiyor.
Haziran-2019 / Sayı: 118
de severek okuyabileceği türden olmalı-
dır deriz. Konuları çocuğun dünyasından
seçilmiş olsa da biz yetişkinin de kendi iç
çocuğuna dair bir şeyler bulmasını bek-
leriz. Böylece çocuk ile yetişkin arasında
önemli bir bağ çocuk kitapları aracılığıyla
kurulmuş olur.
Çocuk edebiyatı neleri öğretir?
Söz konusu edebiyat, sanat olunca bir
şey öğretmesini beklemek doğru değildir.
Çünkü sanatın öğretmek gibi bir derdi
yoktur. Burada Adnan Binyazar’a kulak
vermek gerekir: “İnsan bir akıl varlığıdır.
Hümanizma, ‘Her şeyin ölçüsü insandır,’
diyor. İnsan neden her şeyin ölçüsüdür?
Çünkü insan bir akıl taşıyor. Okumak bu
aklı işlek hale getirir ve insanı duyarlı
kılar; sanat beceriyi geliştirir. Kesinlikle
bunların hiçbiri öğretme aracı değildir.
Hele ki edebiyat, kesinlikle öğretme aracı
değildir; edebiyat öğretmez, ama edebiyatın
öğrettiğini de hiçbir şey öğretmez.” Sanat
duyumsatmak yani hissettirmek üzerine
kendini var eder ve gücünü buradan alır.
Öğretme kaygısıyla oluşturulan bir çocuk
kitabı, çocuk edebiyatı içinde yer bulamaz.
Çocuk tabi ki okuduklarından bir şeyler
öğrenir. Fakat burada altını dikkatle çiz-
meliyiz ki; çocuk edebiyatı yetişkinlerin
kendi doğrularını çocuklara bellettiği bir
alan kesinlikle değildir.
Çocukları nitelikli kitaplarla buluşturmak
kimlerin sorumluluğundadır?
Toplumumuzda ‘okusun da ne okursa okusun’
ya da ‘okuyabildiği kadar okusun’ şeklinde
baskın inanışlar yer almakta. Oysa niceliği
önemsemeyi bırakıp niteliğe odaklanmamız
gerekiyor. Ne kadar okunduğu değil ne
okunduğu önemli olan. Her kitabı okumaya
çalışmak yerine iyi kitabı okumak gerekiyor.
Dolayısıyla toplum olarak bu hepimizin
sorumluluğu sadece belirli dönemlerde
aile, belirli dönemlerde ise öğretmenler
daha etkili olabiliyor. Özellikle 0-6 yaş
okuma kültürünün oluşması için kritik bir
zaman dilimidir. Ailenin bilgi sahibi olması,
bebeklikten itibaren çocuğun gelişimine
uygun olarak nitelikli kitaplarla çocuğunu
buluşturması önemlidir. Okula başlan-
masıyla ise öğretmenlerin rehberliğinde
kitap seçimi yapılıyor, sınıf kitaplıkları
oluşturuluyor, bu dönemde çocuk nitelikli
edebiyat ürünleriyle buluşamazsa okuma
alışkanlığı kazanmakta oldukça zorla-
nıyor. Ayrıca çocuk kitapları yayınlayan
yayınevleri, çocuk edebiyatı editörleri,
yazarları, illüstratörleri bu sorumluluğu
paylaşmalıdır.
Çocuk edebiyatı ne işe yarar?
Çocukların güven, sevgi, sevilme, sevme,
bir gruba ait olma, oyun, değişiklik ve
estetiklik gibi ruhsal ihtiyaçlarını karşılar.
Çocukları yaşam gerçeklerine hazırlayarak
problem çözme becerilerini geliştirir.
Çocukların duygusal zekâlarını geliştirerek
duygularını yönetebilmelerini; kıskançlık,
öfke, mutsuzluk vb. birçok duyguyla baş
etmelerini sağlar.
Dil becerileri düşünme becerilerinin sınır-
larını belirlediğinden çocuk edebiyat, dil
becerilerini geliştirerek düşünme beceri-
lerinin gelişmesine katkı sağlar.
Çocukların sanatla, edebiyatla tanışmasını
sağlayarak estetik değerler kazanmalarını
sağlar.
Çocukların içinde bulundukları toplumun
kültürel özelliklerini değerlerini kazan-
malarını sağlar.
Çocuklar; insana ilişkin özellikler hakkında
bilgi sahibi olmakla birlikte farklı kültür-
lerdeki insan ilişkileri, kültürel değerler ve
yaşam koşullarını tanıyarak insana özgü
evrensel değerler edinir.
Sayı: 1 / Haziran-2019 19
Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1991 yılından itibaren İstanbul’da yaşamak-
tayım. Öğretmenlik eğitimini ve mesleki
becerilerimi Bulgaristan’da tamamladım.
Türkiye’ye gelip İstanbul’da ilk etapta
öğretmenlik mesleğimin dışında çeşitli
işler yaparak geçimimi sağladım. Sonra
diploma denklik eğitimi alarak öğretmenliğe
başladım. İstanbul’da birçok ilçede görev
aldım. Esenyurt’ta 8 yıldır görevimi yerine
getirmekteyim. Bunun yanında hobi olarak
başladığım fotoğrafçılığa tutku ile bağlıyım.
Her defasında elimde fotoğraf makinemle
gezerek farklı kültürleri keşfetmeye başla-
dım. Her geçen gün kare kare yakaladığım,
gözlemlediğim ve edindiğim deneyimlerin
icra ettiğim mesleğime katkısı çok büyük.
Yurtiçinde katıldığım kültürel gezilere yıllar
içerisinde yurtdışındakiler de eklendi. Farklı
kültürleri öğrenmek, bu yaşantıların içerisinde
olup o anı yakalamak ve tıpkı onlardanmış
gibi yaşayabilmek benim özümü oluşturan
ve yaptığım işe yansıyan özelliğimdir. Ayrıca
bilmediğim, daha önce karşılaşmadığım
tatlar, gelenek ve görenekler, etnik ve
sosyokültürel değerler ile toplumda kadın
ve çocuğun yerini merak ediyorum. Tıpkı
her sene sınıfımda gökkuşağının renklerini
oluşturan çocukları ve onların ailelerini
keşfetmek gibi…
Farklı milletlerden öğrencilerin bulunduğu
oldukça renkli bir sınıfın öğretmenisiniz. Kaç
farklı ülkeden öğrenciniz var?
Sınıfımda Mısır, Filistin, İran, Afganistan,
Çin, Kırgızistan, Suriye ve Türkiye’nin farklı
bölgelerinden öğrencilerim var. Türkiye’ye
yeni geldiğim zamanlardaki deneyimlerime
benzer yaşamları onlar ve ailelerinin gözle-
rinde izleyebiliyorum. Türkçeyi konuşmakta
ve anlamakta yaşadığım zorlukları ve yabancı
vatandaşa karşı toplumun bakışının ağırlığını
hala hatırlıyorum. Dolayısıyla öğrencilerim
ve aileleriyle aynı dili konuşamasak da
kendileriyle empati kurabiliyorum.
Siz farklı kültürlerin bir arada olduğu bir
sınıfı zenginlik olarak görüyorsunuz ve öğ-
rencilerin kaynaşmaları için yoğun bir özveri
içerisindesiniz. Peki zaman zaman içinden
çıkamadığınız anlar olmuyor mu?
Her çocuğun özel olduğuna inanıyorum
ve bu sebeple onların geçmiş yaşantılarını
sorarak öğrendim. Kendilerini soyutlamadan,
sınıfta bir birey olarak hissetmeleri için
onlar hakkında farklı alanlarda araştırmalar
yaptım. Ülkelerinin coğrafi, sosyoekonomik,
kültürel özellikleri, ananeleri ile dinledikleri
Fark Yaratan Öğretmenimiz
Hafize Mutlu Altın Yıldız İlkokulu
Eğitimci
Haziran-2019 / Sayı: 120
müzikler, izledikleri filmler gibi birçok öge
hakkında bilgi sahibi olduktan sonra bunları
kendileri ve diğer ülkelerden gelen arkadaş-
ları ile paylaştım. Onlara Türkçe kelimeler
öğretirken onlardan kendi dillerindeki
karşılıklarını öğrendim. Öğrendiğim bu
kelimeleri benden duyduklarında çok mutlu
olduklarını gördüm. Böylece bağlılığımız
arttı. Tüm bu olumlu iletişime rağmen
itiraf etmeliyim ki kimi zaman öğrencilerin
ebeveynlerinin önyargıları önümde engel
teşkil etti. Bu konuda okul idaresinin de
desteği ile ön yargı ve yanlış anlaşılmaların
giderilmesinde sergilediği tavırla sıkıntılı
süreçleri atlatmam daha kolay oldu.
Öğrencilerinizin ve ailelerinin okul dışında da
sosyalleşmesine önem veriyorsunuz. Bununla
ilgili yaptığınız etkinliklerden bahseder misiniz?
Öğrencilerin sosyalleşmelerini, herhangi
bir enstrüman çalmalarını, herhangi bir
spor dalıyla ilgilenmelerini önemsiyorum.
Onların mutluluğu beni fazlasıyla hoşnut
ediyor. Öğrencilerim için daha farklı ne
yapabilirim diye okumalar ve araştırmalar
yapıyorum.
Bu işi sadece çocuklarla başaramayacağımı
biliyorum. Ailelerin okula sık sık gelmelerini
ve öğrencilerle birlikte vakit geçirmelerini
sağlıyorum. Her cumartesi günü perküsyon
kursundan sonra bir ailemizin evinde bütün
öğrenciler ve aileler bir araya geliyoruz.
Böylece kültürel bir kaynaşma yaşanıyor.
Velileri her fırsatta okula davet ediyorum.
Mesela yerli malı haftasından sonra yabancı
uyruklu öğrencilerimiz için de ayrı bir yerli
malı haftası yaptık. Velilerimiz de sınıfa ge-
lerek diğer kültürlere ait yemekleri tattılar.
Peki, bu denli idealist olmanızı besleyen
şeyler nelerdir?
Bir gezimde şunu fark ettim: Başkaları için
bir şey yapmak istiyorsan önce kendine
dönmen, kendi güçlü yönlerini bulup “Daha
iyi ne yapabilirim?” düşüncesiyle ilerlemek
gerekiyor. “Bugün dünden daha iyi olmalı.
Yarının da bugünden daha iyi olmalı.” felse-
fesiyle hareket ediyorum ve yaptığım işin
daha iyi nasıl olması gerektiği konusuna
odaklanıyorum. Bu nedenle öğrencileri-
min kendilerini sosyal etkinliklerle ortaya
koymaları konusunda onları yüreklendiri-
yorum. Öğrenciler öğretmenlerinin onları
fark etmelerini bekliyorlar. Bana bu fırsatı
ve olanağı sağlamasından dolayı sanat ve
spor derslerini çok önemsiyorum. Onları
bu derslerdeki etkinlik süreçlerinde daha
iyi tanıyabiliyorum. Sayısal ve sözel alandan
oluşan akademik ağırlıklı derslerde kendi
potansiyelini gösteremeyen çocuklar yetenek
derslerinde kabiliyetlerini fark edip başarı
duygusunu tadınca özgüvenlerini ve içsel
motivasyonlarını edinmeye başlıyorlar. Bu
başarı ve keşfedilen beceri diğer alanlara
da olumlu alanda katkı sağlıyor. Oğlum 12
yaşındayken tenis alanında Türkiye Şam-
piyonu olduğunda kendine olan özgüveni
daha da arttı ve bu okul başarısını ciddi
anlamda arttırdı. “Türkiye şampiyonuna
derslerinin kötü olması yakışmaz.” dedi.
O an bu cümleden çok etkilendim. Oğlum
dediğini yaptı ve başarı merdivenini hızlı
adımlarla çıkmaya başladı. Öğrencilerimin
de ilgi duydukları alanlardaki yetilerini
keşfedip başarılı olmaya başlamaları demek
ki tesadüf değildi.
Son olarak meslektaşlarınıza neler söylemek
istersiniz?
Meslektaşlarıma önceliğin kendilerine
yatırım yapmak olduğunun önemini hatır-
latmak istiyorum. Kitap okumanın, dünyayı
gezmenin insanın kendisini ve etrafını
besleyeceğine inanıyorum. Tıpkı suyun
bitkileri, öğretmenlerin öğrencileri beslediği
gibi… Gezdiğim her yerden, okuduğum
her kitaptan, izlediğim her filmden, keş-
fettiğim her maceradan kendime farklı
bir renk kattığımı düşünüyorum. Böylece
farkına vardım ki öğretmenlik mesleğinde
her geçen gün yeni hayallerle umut dolu
sabahlara uyanıyorum ve hayatımda eşsiz
yere sahip olan öğrencilerime koşuyorum.
Sayı: 1 / Haziran-2019 21
Psikolojik yıldırma kavramı ilk kez 1960’lı
yıllarda Avusturyalı bilim adamı Konrad
Lorenz tarafından, hayvanların düşmanlarını
uzaklaştırmak için gösterdikleri davranışları
tanımlamak için kullanılmış olsa da, günü-
müzde bu kavram, iş dünyasında, çalışanlar
arasındaki grup şiddetini betimlemek amacıyla
psikolojik şiddet, psiko-terör, duygusal taciz,
duygusal zorbalık gibi adlarla literatürdeki
yerini almıştır. Türkçe’ de ise bu kavram iş
yerinde psikolojik şiddet veya psikolojik
yıldırma olarak tanımlanmaktadır.
Örgütlerde yaşanan psikolojik yıldırma,
örgütlerde çalışma barışını bozmakta, birey-
lerde ruhsal çöküntülere neden olmakta ve
tüm toplumun katlanmak zorunda kaldığı
olumsuz sonuçlara sebebiyet vermektedir.
Bu nedenle olgunun, ortadan kaldırılamasa
bile en azından önlenebileceği düşünce-
siyle, kavramla ilgili olarak sosyal bilincin
geliştirilmesi, farkındalık yaratılması ve her
şeyden önce psikolojik yıldırma sürecini
ortaya koyacak çalışmaların yapılmasına
ihtiyaç duyulmaktadır. Bugüne kadar ya-
pılan çalışmalar, psikolojik yıldırmanın, iş
görenlerde örgütsel bağlılığın azalması,
atalet duygusunun gelişmesi, öz benlik
kaybı, işe yabancılaşma ve mağdurun kurban
olması gibi yansımalar ortaya koyduğunu
göstermiştir.
Öte yandan, eğitim örgütlerinde yaşanan
psikolojik yıldırma, bu sektörün en önemli
insan gücü olan öğretmenleri de, toplumsal
kalkınmadaki rollerinden soyutlamakta ve
onların, yaptıkları işe yabancılaşmalarına
neden olmaktadır. Elma (2003), işe yaban-
cılaşmayı; çalışanın işini anlamsız bulması,
kendini yalıtılmış, güçsüz ve ait olduğu
sistemin basit bir parçası olarak algılaması
olarak tanımlar. Öğretmenlerin yaşadığı
işe yabancılaşma, örgütsel hedeflerden
sapmalara, bireylerin yaptıkları işten doyum
sağlayamamasına ve örgütsel verimliliğin
düşmesine neden olur.
Örgütsel yaşamda sıkça karşılaşılmasına
ve uluslararası alan yazında büyük yer
bulmasına rağmen, Türkiye’de psikolojik
yıldırma olgusunun yeterince anlaşıldığı ve
özellikle eğitim alanındaki araştırmalarda
arzu edilen düzeyde yer bulduğu söylenemez.
Kavramın Türkiye’deki kamu kurumlarında
hukuki olarak tanınması ve bu konuda resmi
yaptırımların dile getirilmesi bile oldukça
yakın bir geçmişe dayanır (Başbakanlık
Genelgesi, 2011/2).
Son yıllarda artarak devam eden ve örgüt-
lerde sıkça karşılaşılan, bireysel, toplumsal
ve ekonomik açıdan ağır sonuçları olan,
çalışanların yaşadığı stres, tükenmişlik,
çaresizlik ve iş doyumsuzluğunun yanı
sıra işe yabancılaşmanın da altında yatan
nedenlerden biri olarak gösterilen psikolojik
yıldırma, örgütlerin üzerinde durmaları
gereken önemli kavramlardan biridir.
Mobbing (Psikolojik Yıldırma) Kavramı
Latince “Kararsız kalabalık” anlamına gelen
“Mobile vulgus” sözcüklerinden türeyen
“Mob” sözcüğü, İngilizcede, yasadışı şiddet
uygulayan kararsız kalabalık veya “Çete”
anlamına gelmektedir. “Mobbing” ise;
psikolojik şiddet, kuşatma, taciz, yıldırma
gibi anlamları ifade eder (Oxford Advanced
Learner’s Dictionary, s. 819, akt. Tınaz vd.
2008).
Leymann (2007), psikolojik yıldırmayı
işyerinde, bir veya birkaç kişi tarafından,
bir diğer kişiye yönelik, sistematik bir
biçimde, düşmanca ve etik dışı bir iletişim
kullanılarak ortaya çıkan psikolojik terör
olarak ifade eder (Tınaz, Bayram, Ergin,
2008). Mikkelsen ve Einarsen (2002) ise
psikolojik yıldırma eylemlerini, uzun süre
her türlü kötü muamele, tehdit, suçlama,
dedikodu, aşağılama gibi tekrarlanan olumsuz
Mobbing (Psikolojik Yıldırma) Garip Güler Zorgül
Feyyaz Berker İlkokulu
Okul Müdürü
Haziran-2019 / Sayı: 122
davranışlara maruz kalma olarak açıklar
(akt. Ertürk 2005).
Bir davranışın yıldırma olarak nitelendirilebil-
mesi için öncelikle bu davranışın ne kadar süre
boyunca ve ne sıklıkla uygulandığının tespit
edilmesi gerekmektedir. Leymann (1996),
bu tür davranışların yıldırma sayılabilmesi
için en az haftada bir kez tekrarlanmasının
gerektiğini belirtmiştir. Ancak bu durum
her yıldırma davranışını kapsamamaktadır.
Örneğin, “Kişi hakkında asılsız söylentiler
çıkarılması” mağdurun kariyerine zarar
veren bir yıldırma davranışı iken, yıldırma
sayılması için her hafta uygulanması gerek-
memektedir. Burada önemli olan yıldırmanın
sürekli uygulanmasından çok mağdura daimi
olarak uygulanmasıdır. Buradaki temel ölçüt,
yıldırma davranışlarının tekrarlı ve devamlı
uygulanmasıdır (Einarsen vd., 2003; akt.
Mehmetoğlu Güneri 2010). Gerek yurtiçi
gerekse yurtdışı yapılan araştırmalarda,
psikolojik yıldırmanın nedeni olarak örgütsel
nedenler ve bireysel nedenler üzerinde
durulmaktadır.
Türk eğitim sisteminin farklı kademele-
rinde psikolojik yıldırmaya ilişkin birçok
araştırma mevcuttur. Örneğin Sönmezışık
(2011), Anadolu Lisesi öğretmenlerinin
psikolojik yıldırmaya ilişkin algıları üze-
rine araştırma yapmıştır. Ertürk (2005),
öğretmen ve okul yöneticilerinin maruz
kaldığı yıldırma eylemlerine dikkat çek-
miştir. Ekinci (2012), ortaöğretim okulu
öğretmenlerinin yıldırma davranışları ile
örgütsel adanmışlıkları arasındaki ilişkiyi,
Yumuşak (2013) ise, ilköğretim okullarında
görev yapan öğretmenlerin bezdiri yaşama
düzeyi ile örgütsel bağlılıkları arasındaki
ilişkiyi inceleyen araştırmalar yapmışlardır.
Öneriler
Her şeyden önce yöneticiler psikolojik
yıldırmayı bir yönetim biçimi olarak be-
nimsememeli, bu etik ve ahlak dışı uygula-
malara müsaade etmemelidirler. Psikolojik
yıldırma eylemlerinin önlenebilmesi için;
örgütlerde psikolojik yıldırma ile ilgili eğitim
seminerleri ve bilgilendirme toplantıları
yapılarak sosyal bilinç oluşturulmalıdır.
Örgüt içerisinde tüm iletişim kanalları açık
tutularak sağlıklı bilgi akışı sağlanmalıdır.
Görev paylaşımları ve görev tanımları açık
olarak yazılı hale getirilmelidir. Yöneticiler
eşitlik ve adalet ilkelerine sadık kalmalıdır.
Kavram ile ilgili çalışmalara daha çok ağırlık
verilmelidir. Akademik düzeyde yapılan
çalışmalar, diğer kurum ve kuruluşlarla
paylaşılmalıdır. Ayrıca devletin olgu ile ilgili
başvuru merkezleri açması yerinde bir karar
olacaktır. Eğitim sisteminin farklı kademe-
lerinde bu tür çalışmalar yaygınlaştırılabilir.
Benzeri çalışmalar Milli Eğitim Bakanlığı’na
bağlı özel okullarda yapılabilir. Psikolojik
yıldırmanın kaynağını belirleyebilecek
ölçekler geliştirilip, bu tür araştırmalarda
kullanılabilir. Ayrıca psikolojik yıldırma
uygulayanların ruhsal durumlarına yönelik
araştırmalar yapılabilir. Psikolojik yıldırma
ile örgütsel vatandaşlık, psikolojik yıldırma
ile kurum kültürü arasındaki ilişkiye yönelik
araştırmalar da literatüre katkı sağlayabilir.
İşe yabancılaşmanın önlenebilmesi için;
örgüt içerisinde çalışanların kararlara ka-
tılması sağlanmalıdır. Öğretmenlere örgüt
içerisinde kendilerini ifade edebilecek ve
yaratıcılıklarını ortaya çıkaracak ortamlar
sağlanmalıdır. Katılımcı ve demokratik bir
örgüt anlayışı hâkim kılınmalıdır. Kavram
ile ilgili akademik çalışmalara daha çok
ağırlık verilmelidir.
Bir davranışın yıldırma olarak nitelendirilebilmesi için
öncelikle bu davranışın ne kadar süre boyunca ve ne
sıklıkla uygulandığının tespit edilmesi gerekmektedir.
Leymann (1996),
Sayı: 1 / Haziran-2019 23
Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde top-
lumlar ilkel toplumdan tarım toplumuna,
tarım toplumundan sanayi toplumuna,
günümüzde ise sanayi toplumundan bilgi
toplumuna geçiş şeklinde farklı gelişme
aşamaları geçirmişlerdir. Gerçekleşen
her toplumsal dönüşümde; toplumun
temel bileşeni olan insanın değişime
adapte olması için ihtiyaç duyduğu
beceriler de dönüşmüş ve bu beceri-
lere cevap verecek bireyler yetiştiren
toplumlar gelişimlerini sürdürmüştür.
Şu an içerisinde bulunduğumuz 21.yy
bilgi toplumu evriminde toplum birey-
lerinin birtakım becerileri geliştirmesi
gerekliliği öngörülmekte ve ancak bu
gereklilikleri karşılayan toplumların
gelişim ve kalkınma sağlayabilecekleri
düşünülmektedir. İşte bu becerileri 21.yy
becerileri olarak tanımlamaktayız.
Sanayi Devrimi eğitim alanında klasik
Merve ArıkEsenyurt İlçe Milli Eğitim Özel Büro
Eğitimci
Yeni Bir Toplum İnşa Etmek: 21. Yüzyıl Becerileri
Duygu Aydın GönülEsenyurt İlçe Milli Eğitim Özel Büro
Eğitimci
Haziran-2019 / Sayı: 124
eğitim modeli olarak adlandırılan bir eği-
tim sistemini meydana getirmiştir. Klasik
eğitim sisteminde asıl olan yığın olarak
otoriteye itaattir. Bu itaati sağlayacak
olanlar öğretmenlerdir. Bilgi toplumu
eğitim modelinde asıl olan, birbirinden
farklı düşünce, inanç ve hayat biçim-
lerini hoşgörü ile karşılayan, bağımsız
ve objektif düşünebilen, sorgulamaya,
araştırmaya, eleştirmeye açık, üst düzey
ahlaki değerlerle donatılmış, bireysel ve
toplumsal sorumluluk bilincine sahip bi-
reyler yetiştirmektir (Saygılı, 2013). Tüm
bu özelliklerden yola çıkılarak yeni binyıl
öğrenenlerinin bir başka ifade ile 21. yy.
öğrenenlerinin öğrenme gereksinimlerini
karşılamada teknolojik olanakların yanı
sıra başta onların bilişsel süreçleri olmak
üzere iletişim ve etkileşim beklentilerin
anlaşılması ve öğretimin bu doğrultuda
planlanması gerektiği görülmektedir. Do-
layısıyla 21.yy bireylerinin özelliklerinin
detaylı tanımlanması gerekmektedir.
21.yy bireyinin gerek eğitim yaşamında
gerekse iş yaşamında başarılı olabilmesi
için gerekli becerileri ulusal ve uluslararası
birçok kurum tarafından (P21 çerçevesi,
enGauge, ATC21S, OECD, MEB, Dünya
Ekonomik Forumu…) tanımlanmıştır. Tüm
bu tanımlamalar ışığında, bir 21.yy öğrenen
özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz:
“yaratıcı ve eleştirel düşünebilen, işbirliği
yapabilen, iletişim becerileri yüksek, bilgi-
işlemsel düşünebilen, bilgi okur-yazarlığı
yüksek, problem çözebilen, yeni fikirlere
açık, adaptasyon yeteneği yüksek, öz-yö-
netimli ve insiyatif sahibi, girişimci, sosyal
ve kültürel becerileri gelişmiş, üretken ve
liderlik becerilerine sahip bireyler”
Trilling ve Fadel (2009) 21.yy temel
öğrenen gereksinimlerini “21.yy bilgi ve
beceri kuşağı” olarak şemalandırmış ve
açıklamıştır. Bu şemaya göre; eleştirel
düşünme ve problem çözme, iletişim
ve işbirliği, yaratıcılık gibi beceriler,
öğrenme ve yenilik becerilerini ifade
eder. Bireylerin bilgi çağının hızlı değişen
dünyasına adaptasyonunu sağlayacak
beceriler oldukları söylenebilir.
Şekil 1. 21. yy. bilgi ve beceri kuşağı (Trilling
ve Fadel, 2009)
Kariyer ve yaşam becerileri en özet
tanımıyla meslek yaşamına hazır olma ve
kariyer planlarını meslek yaşamının bir
parçası olarak düşünüp kişisel gelişime
önem verme olarak tanımlanmıştır (Tril-
ling ve Fadel, 2009). Bu becerilerin alt
boyutları; esneklik ve uyum sağlayabilme,
girişim ve öz yönlendirme, sosyal ve kül-
türler arası etkileşim, üretkenlik ve hesap
verebilirlik, liderlik ve sorumluluk almadır.
Mevcut mesleklerin değerini yitirmesi,
her geçen gün yeni meslek tanımlarının
oluşması ve önümüzdeki yıllarda olası
yeni mesleklerle karşı karşıya kalınacak
olması bireylerin etkin kariyer yönetimine
sahip olarak yetiştirilmesi gerekliliğini
ortaya çıkarmaktadır. Bilgi, medya ve
teknoloji becerileri; bilgi toplumunda
işlev görmek amacıyla bilgiye erişmek,
bilgiyi yönetmek, bütünleştirmek, de-
ğerlendirmek ve oluşturmak için dijital
teknoloji, iletişim araçları ve ağlarını
kullanmaktır (Skills, 2002).
Bugünün ve yarının gereksinimlerine
yanıt verecek bireylerin yetiştirilmesi için
gerek eğitim müfredatları gerekse ulusal
ve uluslararası sınavlar her geçen gün bu
doğrultuda yenilenmekte ve geliştiril-
mektedir. Bunun yanı sıra bir toplumda
gençlerin yetiştirilmelerini sağlayacak
olanlar öğretmenlerdir. Öğretmenler,
sınıfta sadece ders veren kişiler değildir.
Öğretmenler sahip olduğu değer yargılar,
toplumsal normlar ve düşünce tarzları
ile öğrencilerin karakter oluşumlarını
doğrudan etkileyen somut modellerdir.
Bilgi çağı toplumu öğretmen modeli ise
sürekli değişen dünyada geniş düşünce
ufkuna sahip, değişim, gelişim ve hıza uyum
sağlayabilen, bireysel farklılığı zenginlik
olarak algılayan, yaşam boyu öğrenmeyi
ilke edinmiş, düşüncelerini açıkça ifade
edebilendir. Bugünün ve yarının gerek-
sinimlerine yanıt vermesi gereken 21.
yy. öğreteni, öğrencilere yalnızca içerik
sunan ve onları değerlendiren kişi değil,
öğretme-öğrenme süreçlerini örgütle-
yebilen, iyi bir yönetici, iyi bir gözlemci
ve nitelikli bir rehber olmalıdır (Gökçe,
2000). Sanders ve Rivers’a (1996) göre
öğretmenin performansının yüksek olması
bir başka ifade ile öğretmenin öğretim
süreçlerini etkili biçimde tasarlayabil-
mek için çaba sarf etmesi durumunda,
öğrencilerin de öğrenmeye güdülenmesi
sağlanacak ve öğrenci performansı da
yükselecektir. Bu durumda %90 oranda
öğrenme sağlanabilir.
Sayı: 1 / Haziran-2019 25
Okuma göz, ses organları ve beyin tarafından
ortak bir çalışma ürünü olarak ortaya çıkar.
Gözün satır üzerinde kayarak oluşturduğu
hareket zihin tarafından anlamlandırılır. Sesli
okumada buna ses organları da eşlik eder
böylece yazılı bir materyal çözümlenerek
zihinsel bir yapıya dönüştürülür. Okuma işlemi
esnasında gözümüz kelimeleri görür fakat
beynimize iletilen kelimelerin anlamlarıdır.
Okuma göz ve beynin ortak çalışması sonucu
yapılan bir faaliyettir. Okurken gözümüzle
kelimeyi görmeye çalışır beynimizle anlam-
landırarak düşünmeye başlarız. Okurken
gözün ihtiyacı olan basılı bir materyal, beynin
ihtiyacı olan basılı materyaldeki kelimelerin,
rakamların, sembollerin konuşulan dilde
anlamlı bir karşılığı olmasıdır. Okuma eylemi
insan zihnini her zaman taze ve diri tutar,
daha kolay düşünmesini, yazmasının sağlar.
Okuma diğer becerilere erişmek için bir
anahtardır. Konuşma ve yazma becerisinde
başarılı olmak için okumayı anahtar olarak
kullanmak gerekir. Okuyan insan kelime
öğrenir, yeni kelimeler kullanır, bu kelimeleri
yazar, üzerinde düşünür, sorgular.
Bilgiyi arayan, onu çoğaltmak ve geleceğe
aktarmak isteyen insanoğlu için başta sem-
boller ve resimlerle başlayan okuma her
zaman kıymetli bir hazine olmuştur. Onu
saklamak, korumak ve aktarmak için ba-
zen bir duvarı bazen bir kemiği seçmiştir.
Günümüzde insanlar fark etse de etmese
de toplu taşımada, trafikte, sokakta, evde,
internette, tablette, telefonda her yerde ve
her şeyde okuma ile sarılmış durumdalar.
Okumayı sevmediğini, asla kitap okumadığını
söyleyen insan bile gün içinde pek çok kez
bir şeyler okuyor, düşünüyor, yorumluyor.
Okumak hayatımızın önemli bir parçası ve
yaşam boyu devam ediyor.
Sağlıklı doğan birey doğduğu andan itibaren
dinler, anlamsız sesler çıkararak konuşur
fakat belli bir yaşa geldiğinde kendiliğinden
dinleme ve konuşma gibi okuyamaz. Okuma
için özel bir çaba gerekir. Okumak insanoğ-
luna sunulmuş özel bir beceridir. Okuyan
kişi hayatına sihirli bir değnek değmiş gibi
tüm dünyaya kitaplar yoluyla ulaşabildiğini
görür ve mutlu olur. Dünya genelinde farklı
mesleklere mensup veya herhangi bir işte
çalışmayan; çok zengin, çok zeki veya çok
donanımlı pek çok insan vardır. Bu insan-
lardan hiçbiri için “kültürlü insan, bilgili
insan” gibi sıfatları kullanmayız zira; kültür,
bilgi işi okumaktan geçer. Bilgi çağına ayak
uydurmanın en etkili yolu bolca okumaktır.
Dünya genelinde yapılan okuma becerisini
ölçmeye dayalı sınav sonuçları incelendiğinde
Türkiye açısından ortaya çıkan tablo pek
olumlu görünmemektedir. “PISA okuma
becerileri alanında Türkiye ortalaması 428
ve tüm ülkelerin ortalaması 460. Türkiye,
okuma becerileri alanında 2009’da 65 ülke
arasında 464 puan ile 39. sırada iken, 2012’de
475 puan ile 65 ülke arasında 42. sırada
2015’te 428 puan ile 72 ülke arasından
50. sırada yer almaktadır.” (MEB, 2016).
PIRLS 2001 sonuçlarına göre Türkiye’de
dördüncü sınıf öğrencileri 35 ülke arasında
28. olmuştur. Değişik dilimlere ait verilen 24
örnek sorunun hepsinde Türkiye, uluslararası
ortalamanın belirgin derecede aşağısında
ülkeler listesinde yer almaktadır. Ülkemiz
bu sorunu çözmek için okuma eğitimi ile
yeni politikalar geliştirmelidir.
Bugünkü eğitim sistemimizde okuma eğitiminin
ilkokulda verilmesi söz konusu bile değilken
asıl doğru olan ilkokuldan, anaokulundan,
çocukluktan da önce bebeklik döneminde
aile tarafından verilmesidir. Dünyaya gözlerini
açan bebek önce görür, ardından dokunur
ve tatmak için ağzına götürmeye başlar.
Evinde kitaplık bulunan, anne babasının
elinde kitaplar gören bir bebek kitapla
doğru zamanda tanışmış olur; emekleme
döneminden itibaren kitaplıktan kitaplar
alıp resimlerine bakabilir, onları yırtabilir
Okuma Eğitimi ve Aile
Züleyha ErEkrem İnci Ortaokulu
Eğitimci
Haziran-2019 / Sayı: 126
veya ısırabilir. Evinde kitaplık bulunan bir
bebek için, anne babasının okuduğu birkaç
satır veya kitabın içinden gösterdiği birkaç
resim bu bebeği diğer bebeklerden farklı
kılabilir. Büyüyeceği bu evin içinde uzun
yıllar –bebeklikten, çocukluğa; ergenlikten,
gençliğe kadar –geçirecek olan bebek kitap-
larla yakın ilişki içinde olacaktır. Yapılan pek
çok araştırma gösteriyor ki ailesi tarafından
kendisine sağlanan bu ortamla okuma eği-
timi başlamış olur. İlerleyen dönemlerde
birlikte seçtikleri kitaplarla okuma saatleri
yapmaları, okuma başlayınca öğretmenleri-
nin yaşına uygun kitapları tavsiyede etmesi
ve okuma saatleri yapması, kitaplara ilgi
duymayı sağlayacak çalışmalar yapması
ile okuma eğitiminde başarıyla ilerlemeye
ve onu gerçek bir okur olma yolunda üst
seviyelere çıkarmaya devam eder. Tamamen
zıt bir durum düşünülecek olursa kitapla ilk
kez okulda tanışan, onu derse ait araç olarak
gören bir çocuk evinde kitap okumayı aklına
getirmeyebilir. Öğretmeni söylemiş olsa bile
onun için evde okuduğu kitap yalnızca puan
almak için veya sınıf ortamında mahçup
olmamak için yapılan bir ödevden başka bir
şey değildir. Böyle büyümüş bir birey belki
“kitap okuma” kavramını gerçek manada
yıllar sonra anlayabilir.
Dünyada ve Türkiye’de okuma eğitimi ile ça-
lışmalara bakıldığında pek çok araştırmacının
aile konusuna vurgu yaptığı görülmektedir.
Bu çalışmalardan bazıları şunlardır:
Aktaş ve Gündüz (2003, s. 21) okumanın bir
alışkanlık olduğunu ve her alışkanlık gibi ne
kadar erken başlanırsa o kadar kolay kaza-
nılacağını ifade etmektedir. Ayrıca ailelerin
çocuklarını okumaya zorlayıp kendileri oku-
madığında hiçbir inandırıcılıkları olmayacağını
ekleyerek okuma sevgisinin erken yaşlarda
ve uygulamalı olarak verilmesi gerektiğinin
önemini vurgulamıştır. Gül’e (2007) göre
“Okuryazarlık becerilerinin kazanılmasını
destekleyebilecek en önemli kaynak kuş-
kusuz ki ailelerdir. Son yıllarda okuryazarlık
sürecinin gelişiminde aile katılımının ve aile
okuryazarlığının, çocukların gelecekteki
okuryazarlık yeterlilikleri üzerindeki etki-
lerini ortaya koyan çok sayıda araştırma
yapılmıştır.” Şahin ve Tutkun’a (2016) göre
anne babaların çocuklarına okuma alışkanlığı
kazandırmaları için yapabilecekleri farklı et-
kinlikler bulunmaktadır. Düzenli şekilde kitap
okuyan anne babaların çocukları kitaplara
karşı daha fazla ilgi ve merak duymaktadırlar.
UNESCO, World Bank, Eurydice (European
Commisson) ve TÜİK raporuna göre: “Etkili
bir aile katılım çocuğun iyi bir okuma ve
yazma becerisini kazanmasında ve sonraki
akademik başarısında çok önemlidir.”
Aile ve okulun iş birliği içinde yürüttüğü pro-
jeler, seminerler, eğitimler vb. öğrencilerde
istendik davranışları meydana getirmektedir.
Çünkü öğrencinin gününün bir bölümü, ailede
bir bölümü okulda geçmektedir. Okulda
öğrenilen davranış evde de tekrarlandığında
pekiştirilmiş olduğu için kalıcı hale gelmek-
tedir. Aileyi okuma becerileri konusunda
bilgilendirerek öğrencide okuma becerileri
gelişimini izlemek ve bu konuda bilinçli ailenin
öğrenci üzerinde ne derece etkili olduğunu
gözlemlemek çok önemlidir.
Okumanın insan hayatındaki yeri ve önemi,
ülkemizin uluslararası sınavlarda okuma
alanında yeterli başarıyı elde edememesi
ve ailelerin okuma alışkanlığını kazandırma
konusunda okul ile işbirliği halinde çalış-
masının başarı getirdiği inancı ile Ekrem
İnci Ortaokulunda gönüllü velilerimizle bir
proje gerçekleştirilmiştir. Okuma ve Aile
Programı (OVAP) adlı projede velilerimize
haftada bir gün okuma eğitimi verilerek
onlardan çocukların okuma konusunda
gelişimlerini gözlemlemeleri istenmiştir. Bu
eğitimin içinde okuma alışkanlığı kazanma,
okuduğunu anlama; okuma tutum ve bece-
risini iyileştirme eğitimleri yer almaktadır.
Velilerimizin aldıkları eğitimi özveri ile uy-
gulamaları sayesinde projeye dahil olan tüm
öğrencilerimizin okuma eğitimi alanındaki
sorunlarının çözüldüğü görülmüştür. Projenin
başarılı olmasının altında yatan en büyük
sebep ise veli –okul iş birliği
Sayı: 1 / Haziran-2019 27
‘Kendilerine ait masalları, efsaneleri,
hikâyeleri başkalarının hakikatine tercih
etme cesaretini gösterdiğin gün, adımla-
rın yürüdüğün toprağı sana ait bir yola
dönüştürmeye başlamış demektir.’
İhsan Fazlıoğlu
Farkındayım ki cevap vermeye çalıştığım
sorunun cevabı çok geniş bir alana hitap
ediyor ve eğitim felsefesi veya bilgi kuramı
açısından bir yazıya sığabilecek nitelikte
değil. Fakat biz öğretmenler için esas olan
öğrenci kalmak ise en nihai hedefim soru
sorabilmek, verilen her cevap ile başka
sorulara doğru yol alabilmek diye bilirim.
Her şey o ilk kelime ile başladı ise, o za-
man ilk sorumuz biz insanlar anlatmaya
ne zaman başladık olabilir.
Bunun için şu andaki bilimsel bilgiler
ışığında bilebildiğimiz kadarından yola
çıkar isek gezegenimiz Dünya üzerinde
canlılık bundan 3 500 000 000 yıl önce
başlamıştır. İnsan dediğimiz canlının
ulaşılan en eski fosilleri 200 000 yıl ön-
cesine tarihlenmektedir. Mağara resmi
dediğimiz insanın ilk sanat faaliyetinin
yaşı ise 40-50 000 yıl arası tarihlenmiştir.
Dünya tarihinin gerçeklerini alt üst eden
Göbeklitepe 12 000 yıl yaşındadır.
Mısır ve Mezopotamya medeniyetleri ile
ilgili yapılan araştırmalar bize göstermiş-
tir ki yazı ve yazının öncesi 7-8 000 yıl
öncesine kadar uzanmaktadır. Bu krono-
lojik bilgiler ile diyebilir ki, insanlık yazılı
kültürden çok çok önce sözlü kültür ile,
yani anlatarak birikimlerini binyıllar boyu
aktarmıştır. Dolayısıyla sözlü anlatımın
sosyo-kültürel ve bireysel alanlardaki
derin etkisi yadsınamaz.
İnsanın bu varoluş macerasında, Prof Dr
Sinan Canan, günümüz insanı da dâhil
olmak üzere insanlığın bilgi kaynaklarını
bilim, duygular, sezgiler ve anlatılar olarak
ifade etmektedir.
İşte tam bu noktada kadim bilgi kaynağı
olarak anlatıları ele almak ve eğitim alanında
karşılığına bakmak biz öğretmenler için
çok büyük bir önem taşımaktadır. Bizler
sadece bilgi aktaran kişiler olmaktan çok,
bilgiye nasıl ulaşıla bilineceğini gösteren
ve bilgi kaynaklarını doğru aktaran, en
nihayetinde kişinin kendini bilme yol-
culuğunda bilgi ile ilişkisini destekleyen
kişiler olmak durumundayız. Ancak böyle
olur ise geleceği inşa edecek olan nesilleri
yetiştiren öğretmenler olabileceğiz.
Anlatmanın gücü kadar anlatılanın ne
olduğu da büyük bir önem taşımaktadır. En
genel hali ise insanlık gibi dünyaya gelen
Masal ‘Anlatan Öğretmen’ Ya Da Neden Anlatmak, Neyi Anlatmak?
Yurdanur Ay PaşaEsenyurt İlçe Milli Eğitim Özel Büro
Eğitimci
Anlatmanın gücü kadar
anlatılanın ne olduğu da
büyük bir önem taşımaktadır.
En genel hali ise insanlık gibi
dünyaya gelen çocuk da,
yazıdan önce ses ve kelime ile
tanışır. Çocuğa bir şey anlatılır,
o dinler. Anne karnında
başlayan varoluşu, son ana
kadar içinde bulunduğu
evreni, kendisini anlamaya
bilmeye yöneliktir.
Haziran-2019 / Sayı: 128
çocuk da, yazıdan önce ses ve kelime ile
tanışır. Çocuğa bir şey anlatılır, o dinler.
Anne karnında başlayan varoluşu, son ana
kadar içinde bulunduğu evreni, kendisini
anlamaya bilmeye yöneliktir.
Burada biz öğretmenler için başka bir soru
ortaya çıkmaktadır: Okul ile tanışan ve
okul ile hayatına yön veren, değer edinen,
meslek seçen çocuğa neyi anlatmak!
Türk Dil Kurumu
‘Genellikle halkın yarattığı, hayale daya-
nan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla
insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri
vb. varlıkların başından geçen olağanüstü
olayları anlatan edebî tür.’der.
Masal kolektif bilinç ürünü olması, insan-
lığın var olduğu günden bugüne kadar
ortak bilgi ve tecrübe birikimini aktarıyor
olması, insanı insana kendini tanıma ve
bilme macerasında anlattığı için bir eğitim
öğretim olmalıdır diyebiliriz.
Muhakkak ki masalın evrensel bir temeli
ve içeriği mevcuttur. Doç Dr Evrim Ölçer
Özünel’in de ifade ettiği gibi masalları milli
yapan giydiği kıyafetlerdir. İşte masalın
bizi ilgilendiren yönü de budur. Eğitim
öğretim sisteminin kendi içinde birçok
genel ve özel amaçları olmakla birlikte
en nihayetinde mutlu insan ve kendine ve
başkalarına faydalı insan yetiştirme nok-
tasında evrensel zemin bulmaktadır. Tam
da bu sebeple milli eğitim sitemi yakından
uzaktan, bilenenden bilinmeyene ilkeleri
ile de örtüşecek şekilde kendi kültürünü,
kendi bilgisini ‘Dünyayı tanıyacak çocuğu’
desteklemek için vermelidir. Bunu istersek
bireysel istersek toplumsal düzlemde
düşünelim; kendini seven başkasını seve-
bilir, kendisini tanıyan başkasını tanımak
için de merak içinde olabilir. Yaşantısının
temeline kendi kültürel değerlerini koya-
bilen çocuk kendi geleceği inşa edebilir.
Bu kendi kültürel değerlerinin sınırları
içinde kalmayı gerektiren bir durum
olmamakla birlikte; tam tersine Dünya
üzerindeki her insanın kültürel alanına
duyulan saygı ile bir üst evrensel çatıda
dünya barışı için bir arada olabilmeyi
destekleyecektir.
Başladığımız yere geri dönecek isek ken-
dimize ait masalları, efsaneleri, hikâyeleri
başkalarının hakikatine tercih etme ce-
saretini gösteren öğretmenler ile çocuk-
larımızın adımlayarak yürüdüğün toprağı
kendilerine ait bir yola dönüştürmelerini
sağlayabiliriz.
Böylece insanın insana anlattığı ilk bilgelik
anlatısından günümüze kadar olan varo-
luş birikimimizi çocuklarımıza aktarmış
oluruz…
Sayı: 1 / Haziran-2019 29
Tarihi süreç içerisinde bilim, teknoloji ve
sanatı insanların nesilden nesile aktarmasına
uygarlık denir. 2.5 milyon yıl önce insanların
taş aletleri yapmaya başlaması ile Paleolitik
Çağ başlamıştır. Taş aletleri yapımı bile bir
eğitim süreci gerektirmiştir. İnsanlar bu
dönemlerde avcılık yapmış ve av hayvanları
peşinde göçebe bir yaşam sürmüş, mağara-
larda yaşamışlardır. Bu dönem insanına Homo
habilis denmiş yani ‘becerikli insan’. Taş aletleri
yapmak ve hayvan avlamak bu dönemde
beceri olarak görülmüş. Mezolitik Çağ da ise
Mezopotamya dediğimiz bölgede insanlar
artık barınaklarda yaşamaya başlamışlardır.
Eski Mezopotamyalılar M.Ö. 2000’inci yıldan
itibaren çarpım cetvelleri, karekök, küp 2 ve
16 tabanlarında logaritma cetvelleri, 1. ve 2.
dereceden denklem çözümlerini kullanmaya
başlamışlardır. Sümerler ayın bir hilalden
öteki hilale kadar geçen tüm evrelerini
kapsayan süre ile tanımlanan ay takvimini
kullanmışlardır. Bilim insanların ihtiyaçları
doğrultusunda gelişmeye devam etmiştir.
Örneğin Eski Mısır’da matematik tayınların
paylaştırılması gibi idari görevler nedeni ile
gelişmiş ve yine yaşam süresi 29 yaş gibi az
olduğundan ve çocukların anne sütünden
kesildikleri 3 yaşında ölümlerin yüzdesi
yüksek olduğundan tıp bilimine yönelme
olmuştur. Sümerlerin bulduğu eşya şekli ile
başlayan yazı Mısırlılarda resim biçiminde
yazılmaya başlanmıştır. Hititler dönemine
geldiğimizde çivi ve resim yazısı kullanılmaya
başlanmış, Mezopotamya’dan alınmış çivi
yazısı kil tabletler ve mühürler üzerine, yerli
Anadolu resim yazısı ise anıtlar ve mühürler
üzerine yazılmıştır. Eski Yunan medeniyetine
baktığımızda edebiyatın ve heykeltıraşlığın
geliştiği, Roma uygarlığına baktığımızda
ise mimarlığın ve portre sanatının geliştiği
görülmektedir. Ortaçağ döneminde özellikle
Bizanslılarda sanat Hristiyanlık’ın etkisi altında
kalmış dini nitelik kazanmıştır. Atina, Mısır
ve Suriye’den bilginler getirilmiş, okullarda
eğitim verdirilmiştir. Çünkü uygarlığın eğitim
ile gelişebileceğini düşünmüşlerdir.
İslamiyet’ten önce 4. ve 6. yüzyıllar arasında
yoksulluk ve bedevileşme çağı olarak tabir
edilen karanlık bir çağ yaşanmıştır. Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed’ e peygamberlik
çağrısı ile bu karanlık çağ aydınlanmaya
başlanmış. Tüm çağlara ışık tutan Kuran-ı
Kerim rehber kitap olmaya başlamıştır. Şiir
alanındaki ilerlemeyi düz yazıdaki gelişmeler
izlemiş bu açıdan Kur’an Arap edebiyatındaki
ilk nesir örneği olmuştur. İslamiyet’ten önce
sözlü olarak kullanılan Arapça, İslamiyet ile
yazılı dil haline gelmiş, İslamiyet’in yayılması
ile birlikte fethedilen topraklarda geçerli
olan ortak bir iletişim aracı haline gelmiş
ve İslam devletinin sınırlarına katılan yeni
topraklarda konuşulan yerel dillerin katkısı
ile Arapça, önemli bir dile dönüşmüştür.
Edebiyat alanındaki bu çalışmaları bilim ve
felsefe alanındaki çalışmalar takip etmiş,
Yunanca kitapları Arapça’ya çevrilmiş,
matematik, astronomi, coğrafya, kimya, tıp
v.b. alanlarda gelişme yaşanmıştır. Okullarda
bilim ve felsefe alanında gelişmeler hızlandı-
rılmıştır. Endülüs Emevi Devleti’nin kuruluş
yıllarında II. Abdurrahman döneminde
doğudan bilim adamları ve çeşitli kitaplar
getirilmiştir. Başkent Kurtuba, bir bilim
merkezi haline gelmiştir. II. Abdurahman’ın
yerine geçen oğlu II. Hakem binlerce ciltlik
kitaptan oluşan bir kütüphane kurmuştur.
Bu dönemde görüyoruz ki bilim ve sanata
büyük önem verilmiştir. Halifeler bilimsel
çalışmaları desteklemiş ve bu durum bir
süre sonra önemli bilim adamlarının or-
taya çıkmasını sağlamıştır. Tıp, matematik,
astronomi başta olmak üzere çok sayıda
bilim adamı yetişmiştir. Örneğin, Avrupalı-
ların Avicenna olarak isimlendirdikleri İbni
Sina’nın tıp ve felsefe alanındaki çalışmaları
İslam dünyasının yanı sıra Avrupa’da da
derin etkiler bırakmış ve günümüzde dahi
tıbbın babası kabul edilmektedir. Benzer
şekilde Ortaçağ İslam dünyasının özgün
bilim adamlarından Biruni de matematik,
astronomi, fizik ve daha birçok alanda
önemli çalışmalara imza atmıştır. Müslü-
manlar özellikle matematik alanında Dünya
Maziden İstikbale Uygarlık Yolculuğumuzda Eğitimin Rolü
Yunus AKDEMİREsenyurt İlçe Milli Eğitim
Şube Müdürü
Haziran-2019 / Sayı: 130
uygarlığına büyük katkılar sağlamıştır. Sıfır
Müslümanlar tarafından kullanılmış, Harezmî
cebir, geometri, trigonometri geliştirerek
bilime büyük katkılar sağlamıştır. Halife
Me’mun döneminde Bağdat’ta bir gözlem
evi kurularak gök cisimleri üzerine araştır-
malar yapılmıştır. Abbasi halifeleri Mehdi,
Hadi ve Harun Reşid dönemlerinde müzik
alanında çalışmalar yapılmış ve Farabi müzik
üzerine araştırmalar yapmıştır. Sanattaki
çalışmaların yanında mimari alanında da
İslam dünyasında çalışmalar yapılmıştır.
Örneğin Hz. Muhammed’in Medine’de
yaptırdığı ilk caminin ardından Amr b. As.
642 yılında Fustat’ta bir cami yaptırmıştır.
Rönesans ve Reform ile Avrupa’da felsefe,
sanat ve edebiyat gibi alanlarda büyük geliş-
meler yaşanmıştır. Aydınlama çağı olarak tarif
edilen dönemde düşünürler bir yandan felsefi
kuramları geliştirirken bir yandan da doğa
bilimleri ile uğraşmışlardır. Örneğin Voltaire
matematikle, Diderot anatomi, fizyoloji ve
kimya ile J.J. Rousseau botanikle uğraşmıştır.
Bilimde gelişmeler devam etmiştir. Örneğin
Newton’un çekim kuramı. 18.yy. filozoflar
yüzyılı olmuştur. Düşüncelere, yararlılık ve
çözümleme egemen olmuş ve sosyal olaylar
da incelenmeye başlamıştır. Örneğin Voltaire
14. Louis’in yüzyılı adıyla ilk tarih kitabını
yazmıştır. Aydınlanma Çağı’nda 18.yy.
Fransız edebiyatında Condorcet, Voltaire
ve Rousseau önemli eserler vermiştir. Bu
eserlerin muhakkak okunması gerektiğini
düşünmekteyim. Voltaire, Candide adlı
romanında insanlığın sorunlarının bilimsel
ilerleme ile çözümlenebileceğine duyulan
inancı eleştirerek, teknolojik gelişmelere
bel bağlamak yerine insanın kendi kendisini
geliştirmesi yani ‘kendi bahçesini ekmesi’
zorunluluğunu vurgular. Tabi bu görüşün
günümüz şartlarında geçerliliği tartışılabilir.
Yine Rousseau ise eğitim konusuna eğilmiş
Emile adlı romanında eğitimin amacının,
insana yaşama sanatını öğretmek olması
gerektiğine dikkat çekmiştir. Bence de asıl
mesele eğitim amacı insana yaşama sanatını
öğretmek olmalı, birbirinin hakkını koruyan
gözetleyen bireyler yetiştirmeli.
Osmanlı döneminde ise bilim ve mimari
kendine özgü bir gelişim göstermiştir. Eski
İslam devletlerinin birikiminden etkilenerek
oluşan Osmanlı bilimi kısa süre içerisinde
eski bilim ve kültür çevrelerini etkileyerek
öncü bir konuma yükselmiştir. 17. Yüzyıldan
itibaren batı biliminin etkilerinin Osmanlı’da
görülmesi ile birlikte yine Osmanlı kanalı ile
İslam ülkelerini etkilemiş olması da Osman-
lının bu öncü karakteriyle gerçekleşmiştir.
Devlet ve toplum ihtiyaçlarını gidermek
için Osmanlı’da bilimsel çalışmaların yürü-
tülmesi amacı ile medreseler kurulmuştur.
Yine usta-çırak ilişkisi içinde matematik, tıp,
astronomi gibi alanlarda eğitim faaliyetleri
yapılmıştır. II. Mehmet döneminde İslam
dünyasının en büyük rasathanesi yapılmıştır.
Batı dünyası Batlamyus’tan Kopernik’e ka-
dar açıların ölçümünde kirişleri kullanırken,
Takıyeddin kirişleri değil İslam astronomi
geleneğine uyarak; sinüs, kosinüs, tanjant,
kotanjant gibi trigonometrik fonksiyonları
kullanmıştır. Osmanlı bilim geleneğinin ku-
rulması ve gelişmesinde doğrudan; özellikle
medreselerin kurulmasında padişahların
ve diğer devlet erkânının önemli katkıları
olmuştur.
Günümüzde de bilimde, teknolojide, sanatta
ilerleyip istikbalimiz için devlet desteğinin
gerekli ve hatta bizzat devlet erkânı eli ile
yapılması gerekmektedir. Son yıllarda Sayın
Cumhurbaşkanımızın bizzat talimatları ve
desteği ile çalışmaların hız kazandığı görül-
mektedir. Örneğin insansız hava araçlarımız
İHA’lar, Altay tankı gibi… Yine devlet desteği
ile bilimsel atölyeler kurulmaya başlanmıştır.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız bu atölye-
lerde robotikten kodlamaya, siber güven-
likten nano teknolojiye kadar birçok alanda
özgün içerik ve proje odaklı yaklaşımlarla
geleceğin teknoloji yıldızlarını ve AR-GE
mühendislerini yetiştirmeye çalışmaktadır.
Okullarımızda uygarlık yolculuğumuzda
medeniyet köklerimizden kopmadan bilim-
sel çalışmalara ivme kazandırılmalıdır. Milli
Eğitim Bakanımız Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk
bir konuşmasında; “Biz aslında bilimi, aklı,
sanatı, sporu, ahlakı konuşacağız. Ahlakın
üzerine inşa edilmemiş eğitim sisteminin
geçerli olacağına inanmıyoruz. İnsan temelli
bir eğitim anlayışı kuracağız. Eğitim önce ev-
rensel seviyede kurulur. Çok endişe etmemiz
gereken bir dönemde yaşıyoruz. Dünya 4’üncü
büyük kırılmayı yaşayacak. Bunu tekillik çağı
deniliyor. Fiziksel, biyolojik ve dijital olanın
birleştiği bir çağ. Bu dünya farklılık yarata-
cak bir dünya. Aya füze gönderiyoruz. Ay
tam karşımızda. Füzeyi oraya gönderirken
istikamet veriliyor. Ancak aya nişan aldığı-
mızda füze ulaştığında ay orada olmayacak.
Biz çocuklarımızı geleceğe fırlatıyoruz. Bir
çocuğun vebalinin derinden hissedilmedikçe
öğretmenlik mesleğinin yapılması çok zor’’
dedi. Bura da sayın bakanımızın dediği gibi
geleceği planlamalı, insan odaklı bir eğitim
sistemi kurmalıyız. Ayrıca öğretmenlerinde
donanımlı hale getirilmesi gerekmektedir.
Uygar bir toplum olmak, uygarlaşmak için
eğitimin değerinin farkında olmak, ayrıca
öğretmene bu perspektiften bakarak gerekli
değer verilmelidir. Öğrencilerimizi ise Fatih’in
hocası Akşemsettin’e gösterdiği saygı, edep
ve tevazu ile yetiştirme gayretinde olmalıyız.
Uygarlaşmanın tarihi sürecinde her bilimsel
çalışma eğitim ile olmuştur. Bu açıdan eği-
timi önemsemeli, eğitime gerekli ve yeterli
yatırım yapılmalı, eğitimciye hak ettiği değer
verilmelidir. Medeni bir toplum, ahlaklı bir
gençlik, çağının ilerisinde olan sorumlukla-
rının bilincinde olan bir gençlik inşa ederek
ülkemizin belirlenen hedeflerine daha kolay
ulaşması, istikbalimizin daha parlak olması
dileğimle.
Sayı: 1 / Haziran-2019 31
Teknolojinin, yapay zekânın belki de robotla-
rın dünyamıza çok daha fazla hâkim olacağı
yakın gelecekte bizi biz yapan yaratıcılık
yeteneğine her zamankinden daha çok ih-
tiyaç duyacağız. NASA dünyanın en inovatif
beyinlerini seçebilmek için Dr. George’un
“kreativite testi”ni farklı yaşlardaki 280 000
kişiye uygulamış. Yaşları ortalama 30 olan
yetişkinlerden sadece %2’sinin hayal gücü,
yaratıcılığı üst düzeyde. 15 yaşındakilere
uygulandığında sonuç %12 ve 10 yaşındaki
çocuklarda sonuç %30 çıkmıştır, yani 10 ya-
şındaki her üç çocuktan biri kreatiftir. Dikkat,
bu test NASA’nın işe alacağı mühendisleri ve
bilim insanlarını seçebilmek için hazırlattığı
bir test ve sonuçlar yaş küçüldükçe daha
da iyi çıkmaktadır. 5 yaşındaki çocukların
içinde kreatif bir zekaya sahip olanların
oranı tam %98 çıkmış. Yaratıcılık Prof. Dr.
Sinan Canan’ın da dediği gibi “Çocuk gibi
düşünebilmek”le mümkündür. Ve yaratıcılık
becerisi; ihtiyacımız olan ve geliştirilebilir
en kıymetli yeteneklerden biridir.
Yapılandırmacı eğitimde öğretmene düşen
en temel görevlerden biri bilgiyi sunmaktan
öte onu cazip hale getirerek öğrencideki
merak duygusunu harekete geçirip bil-
giye kendi çabasıyla ulaşmasına yardımcı
olmaktır. Öğrencinin bilgiye ulaşmak için
çaba göstermesi güdülenmesini gerektirir.
Selçuk (2001:226)‟a göre, çocuklar neyi
öğrenmek isterlerse, onu öğrenirler. Oyun,
çocuğun ruh ve bedenen sağlıklı gelişimini
sağlayan, iyi davranış ve alışkanlıklar kazan-
dıran, oynayana haz ve Neşe veren etkin-
liklerdir (Akandere, 2006: 2). Toplumların
yaratıcılıklarının da bir göstergesi olan bir
oyun gereksiz bir eğlence değil, kişilerin
toplumsal ve kültürel gelişimi için gerekli
bir eylemdir (Özdemir, 2006: 18)
Elizabeth ve Treher (2011), “Learning with
Board Games” isimli çalınmalarında, masa
oyunlarının yaygın olarak on yıldır aile or-
tamlarında kullanılmasına rağmen eğitim
hizmetlerinde bu oyunlara yeterince yer
verilmediği belirtilmiştir.
Hinebaugh (2009), “A Board Game Educa-
tion” isimli çalışmasında masa oyunlarının
eğitimde kullanmasının öğrencilerin sosyal
gelişimlerine, iletişim becerilerine, dil
gelişimlerine ve akademik başarılarına
değerli katkılarda bulunacağını
belirtmiştir. Eğitsel oyunlar ile
öğrencilerin müzakere, dikkat
ve motivasyon gibi çeşitli
becerilerini de geliştirebi-
leceği düşünülmektedir.
Rosenfeld (2006), “The
Benefits of Board Games
“ isimli çalışmasında masa
oyunlarının faydalarına
değinirken çocuklarımız ile
birlikte iyi vakit geçirmek
ve onları dinlemek için bu
oyunların kolay ve mükemmel
bir yol olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca masa oyunlarının öğrenme fırsatları
bakımından zengin, rekabetçi dürtüleri
harekete geçiren, birçok beceriyi kazandıra-
Oyun İçinde Oyun
Emel Korkut ŞekerNakipoğlu Cumhuriyet Anadolu Lisesi
Eğitimci
Haziran-2019 / Sayı: 132
bilecek keyifli ve telaşsız bir zaman geçirme
aracı olduğunu vurgulamıştır.
Yapılan araştırmaların da gösterdiği gibi kutu
oyunlarının aile ortamında uzun zamandır
kullanılmasına rağmen eğitim öğretimde
yeterince kullanılmamaktadır. Öğrencilerin
kendi tasarladıkları kutu oyunları ile yaratıcılık
becerilerinin gelişeceği öncelikle düşünül-
mektedir. 21. Yüzyıl yetkinliklerinden biri
olan grup içi etkileşim ve ekip çalışmasının
önemi artmış olacaktır. Öğrenciler oyun
aracılığıyla, normal şartlarda bir araya
gelemeyecek öğrenciler arasında belki
de “oyundaşlık” diyebileceğimiz bir sosyal
birliktelik meydana gelmiş olacaklardır.
Hinebaugh (2009:16), masa oyunları kate-
gorisine aldığı bu tip oyunların çocuklarda
dil, okuma, iletişim, sosyalleşme, dikkat,
mantık yürütme, strateji geliştirme gibi birçok
becerinin gelişimine katkıda bulunduğunu
vurgularken müfredatımızda olmayan
“kaybetmeyi öğrenme becerisi” nin de bu
oyunlarla kazanılabileceğini belirtmiştir.
Oyunlaştırmanın önemi üzerine dikkat çekmek
için yapılmış “Oyun İçinde Oyun” projesi ile
Oyunun eğitsel yöntem olarak kullanılmasına
dair farkındalık oluşturmak temel hedeftir.
2023 Eğitim Vizyonu çerçevesinde tasarım
beceri atölyesi oluşturmak (Oyun Atölyesi),
öğretmen ve öğrenci arasındaki iletişimi
arttırmak, farklı yaş gruplarının etkileşim ve
iletişimini grup etkinlikleri ile destekleme,
farklı oyun öğrenme ve öğretme yöntemi
ile öğrencide problem çözme becerisini
geliştirme, öğrencide oyun oynayarak
strateji kurma becerisi geliştirme, grupla
çalışma ve ekip ruhunu öğrenme, zamanı
etkin kullanma, yaratıcılığı destekleyerek
ürün ortaya koymayı teşvik etme, dikkati
arttırma, eğlenceli vakit geçirme, kendini
gerçekleştirmede çocuğun duyuşsal, bilişsel
ve psikososyal gelişim alanlarını desteklemek
diğer hedefler arasındadır. Proje ile öğrencilere
oyun öğretilmiştir. Oyun öğrenen 11. Sınıf
öğrencileri oyunları 10. Sınıflara öğretmiştir.
Bahçeşehir Üniversitesi BÖTE Bölümü Dr.
Öğr. Üyesi Yavuz Samur’dan Online Kutu
Oyunları Eğitimi aldıktan sonra gruplara
ayrılarak kendi oyunlarını tasarlamışlardır.
Tasarladıkları 7 oyun ile İstanbul Milli Eğitim
Müdürlüğünün Eğitimde İyi Örneklerden
Özgün Uygulamalar sergisine 5300 proje
arasından seçilip ilk 100’e kalmıştır. Esenyurt
ilçesinde sergiye kalan tek proje olmanın
gururunu yaşayan “Oyun İçinde Oyun” Pro-
jesi hem oyunlaştırmanın önemini, hem de
yaratıcı ürün ortaya çıkartmanın kıymetini
gözler önüne sermiştir.
“Gelecek, daha fazla beceri öğrenen ve onları
yaratıcı yöntemlerle birleştirenlere aittir.”
Robert Greene
Öğrencilerin kendi tasarladıkları kutu
oyunları ile yaratıcılık becerilerinin
gelişeceği öncelikle düşünülmektedir.
21. Yüzyıl yetkinliklerinden biri olan
grup içi etkileşim ve ekip çalışmasının
önemi artmış olacaktır. Öğrenciler
oyun aracılığıyla, normal şartlarda
bir araya gelemeyecek öğrenciler
arasında belki de “oyundaşlık”
diyebileceğimiz bir sosyal birliktelik
meydana gelmiş olacaklardır.
Sayı: 1 / Haziran-2019 33
Öğrenme Nedir?
Öğrenme: Algılama, organize etme, depolama
ve gerektiğinde bilgiyi göstermeyi içeren
bilginin kazanılması işlevidir.
Öğrenme Güçlüğü Nedir?
Bu tanıma göre önce bilgi beyne ulaşmalı
(girdi), sonra organize edilmeli, anlaşılmalı
(bütünleme), ardından depolanmalı (bellek)
ve gerektiğinde dışarı verilmeli yani kulla-
nılmalıdır. Öğrenme sürecinde yaşanan bu
aşamalardan birinde ya da birkaçında bir
sorun olduğunda Özgül Öğrenme Güçlüğü
ortaya çıkar.
En Çarpıcı Özelliği
Çocuk sözü edilen becerilerde yaşına
ve zekasına oranla düşük performans
göstermektedir. Çocuğun zihinsel yete-
neği olmasına rağmen, akademik açıdan
gerilik göstermesi, öğrenme güçlüğünün
en çarpıcı özelliğidir. Bir çok çocuk için öğ-
renme güçlükleri, okula başladıklarında ve
akademik becerileri kazanmakta başarısız
olduklarında göze çarpar. Çocuğun akade-
mik problemlerinin belirgin hale geldiği
yaş, onun entelektüel yeteneği, öğrenme
güçlüğünün tipi ve akademik beklentilerine
bağlı olarak değişmektedir.
Özgül Öğrenme Güçlüğü Tanısı Nasıl Konur?
Öncelikle çocuğun görme ve işitme duyuları
ile ilgili bir sorunu olup olmadığı saptanma-
lıdır. Bunlar yoksa zihinsel durumu ve okul
başarısı değerlendirilmelidir. Başarısızlığı,
zihinsel durum ile açıklanamıyorsa özgül
öğrenme güçlüğü için gerekli özel değerlen-
dirme yapılmalıdır. Özgül öğrenme güçlüğü
tanısının konulabilmesi için çocuğun zihinsel
Özgül Öğrenme Güçlüğü / Disleksi Nedir
Hakan MUTLUDisleksi Özel Öğrenme
Güçlüğü Derneği
Haziran-2019 / Sayı: 134
sorunun olmaması gerekir.
Sınıflandırma
Bazı araştırmacılar her çocuğun sorununu
farklı alanlarda ve farklı derecelerde ola-
bileceğini belirtip öğrenme bozukluklarını
4’e ayırmışlardır.
Disleksi – Okuma güçlüğü
Diskalkuli – Matematik güçlüğü
Disgrafi – Yazılı anlatım güçlüğü
Dispraksi – Başka türlü adlandırılamayan
öğrenme güçlüğü
Öğrenme Güçlüğünün Nedenleri?
1- Kalıtsaldır. Ailedeki diğer bireylerde de
görülebilir.
2- Kalıtsal nörolojik hastalıklarla ilişkisinin
olabileceği düşünülmektedir.
3- Yakın akraba evlilikleri ortaya çıkma
ihtimalini arttırır.
4- Hamilelik ve doğum sırasında hastalık
veya travmalar ortaya çıkmasını tetikler.
5- Hamilelik sırasında ilaç ve alkol kötüye
kullanımı, kan ve uyuşmazlığı, zamanından
önce veya erken doğum, oksijen yetmezliği
veya doğum ağırlığının düşük olması da
ortaya çıkmasına neden olabilir.
6- Doğum sonrasında ve erken çocukluk
dönemlerindeki kafa travmaları, besin
yetersizliği, zehirli maddeler (kurşun zehir-
lenmesi) öğrenme güçlüğüne neden olabilir.
7- Sıklıkla öğrenme güçlükleri için belirgin
bir sebep bulunmamaktadır.
Özgül Öğrenme Güçlüğü Olan Çocukların
Eğitimi
Bu çocuklar özel eğitsel tedavi almaları
gerekmektedir.
ÖÖG’ nün her çocuk için farklı alanlarda
olduğunu göz önünde bulundurarak sorunlu
olduğu alanlardaki gelişmeler izlenmelidir.
Verilecek ödev ve sorumluluklar başarabi-
leceği ölçüler içinde verilmelidir.
Bilgiyi kazanıp kazanmadığını sınamanın
en iyi yolu daha iyi öğrendiği yöntemden
faydalanmaktadır. ÖÖG olan çocukların
bazıları görerek, bazıları işiterek daha
kolay öğrenir.
Öğrencinin öğrenme hevesi desteklemelidir.
Çocuklarda Disleksi Nedir? Çocuklarda
Disleksi Belirtileri Nelerdir?
Öğrenme güçlüğü (disleksi), bir çocuğun zekâsı
normal ya da normalin üstünde olmasına
rağmen dinleme, düşünme, anlama, kendini
ifade etme, okuma-yazma veya matematik
becerilerinde yaşıtlarına ve zekâsına oranla
düşük başarı göstermesidir.
Çoğu disleksi, aşağıdaki özelliklerden
yaklaşık 10 tanesini sergileyecektir. Bu
özellikler günden güne veya dakikadan
dakikaya değişebilir. Disleksili bireylerle
ilgili en tutarlı şey tutarsızlıklarıdır.
Genel Özellikler:
Disleksili çocuklar, yaratıcı öğrenme stiline
uyan öğrenme araçları verildiğinde hevesli
ve istekli okuyucular olabilir.
Parlak, çok akıllı ve anlaşılabilir ancak sınıf
düzeyinde okuma – yazma yapamıyor gibi
görünür.
“Tembel, özensiz, olgun olmayan, yeterince
çabalamayan veya davranış bozukluğu”
olan çocuklar olarak etiketlenir.
Okul ortamında yardımcı olması için “yeteri
kadar geride” veya “yetersiz” değildirler.
IQ değeri yüksek, ancak akademik olarak
iyi test yapamayabilir; yazılı sınavlarda
düşük puanlar alır sözel sınavlarda daha
başarılı olur.
Benlik saygısı zayıf; Kendini yetersiz his-
seder. Yetersiz olduğu alanı gizlemek için
farklı stratejiler geliştirir.
Okulda okuma veya test etme konusunda
duygusal. Okuma – yazma gerektiren çalış-
malarda duygusal olarak kolay huzursuz olur.
Sanat, tiyatro, müzik, spor, mekanik, öykü
anlatma, tasarımda yetenekli olabilirler.
Sık sık hayal kuruyor gibi görünürler.
Dikkatinin zorluğu; “Hiper” veya “hayal
kırıklığı” gibi görünürler.
Deneyim, gösteri, deneme, gözlem ve görsel
yardımlarla en iyi öğrenmeyi sağlayabilir-
ler. En iyi yaşayarak, birebir içinde olarak,
gözlemleyerek, deneyerek öğrenir.
Öğrenme güçlüğü (disleksi), bir
çocuğun zekâsı normal ya da
normalin üstünde olmasına rağmen
dinleme, düşünme, anlama, kendini
ifade etme, okuma-yazma veya
matematik becerilerinde yaşıtlarına
ve zekâsına oranla düşük başarı
göstermesidir.
Sayı: 1 / Haziran-2019 35
Gurbetçi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak
Konya’da doğdum. Kendimi aile bağları
kuvvetli, mutlu bir ailenin içinde buldum.
İlkokula başladığımda öğretmenime baba
rolünü çoktan biçmiştim. Sesimin güzel
olduğunu fark eden öğretmenler her fırsatta
bana türkü söyletiyorlardı. O yaşlarda bile
beğenilme duygusu, fark edilmek beni çok
mutlu ediyordu. Ortaokulda Türkçe öğret-
menimizin bağlamayla sınıfa gelip, bana
türkü söyletmesi çok hoşuma gidiyordu.
Bana “sen bir enstrüman çalmıyor musun?”
sorusunu sorunca demek ki çalmalıyım diye
düşünüp amcamın köydeki bağlamasını aldım.
Şimdi doktor olan kardeşimle birlikte kendi
kendimize hiçbir kurs almadan bağlama
çalmayı öğrendik. Artık hem türkü söyleyip
hem bağlamamızla eşlik ediyorduk.
Yeteneğin kimde olacağı belli olmaz… Öyle
güzel futbol oynuyorum ki… Okul ve ma-
halle maçlarında aranan isim oluyordum.
Arkadaşım Melek
”- Ben de oynamak istiyorum .” deyince
“-Kızları oyuna almıyoruz.” Melek: - Gülten
niye oynuyor? Ama o güzel oynuyor cevabı
gelirdi. Spor yeteneğimi daha sonra okul
basketbol takımlarında geliştirdim. Şimdi
ise öğretmenler arası voleybol maçlarında
takımımda görev yapıyorum. Sosyal etkin-
liklerdeki başarının okul derslerine olan
olumlu etkinin bir kanıtıydım.
İyi bir üniversitede avukatlık okumak is-
teyen ben sınıf öğretmenliği bölümünde
bulmuştum kendimi. İyi ki de öğretmenliği
kazanmışım ve öğretmen olmuşum. Aslında
ben, öğretmen olmak için doğmuşum. Bir yaz
tatili dönüşü aniden arabada rahatsızlandım.
Dayanılmaz acılar içindeyim. Yol boyunca
dispansere ve sağlık ocağına uğradık. En
sonunda bir devlet hastanesinde acil ameli-
yat ve teşhis apandisit. Çocuklarımın küçük
olması sebebiyle memleketimde ameliyat
olmak istediğimi belirtince -kendi isteğiyle
ayrılmıştır- yazılı bir kâğıt imzalattılar ve
hastaneden ayrıldık. Yolda acılar dayanıl-
maz hale gelince eşime şunları söylediğimi
hatırlıyorum.
“Eğer ben ölecek olursam Konya’da Musalla
Mezarlığı’nın yukarısında ve aşağısında
ilkokul var. Beni oralara yakın bir yerlere
defnedin ki, teneffüs zilini ve çocuk seslerini
duyabileyim…”
Öğrencilerimin yüreklerinden ve akıllarından
tutuyorum. Onlara kapıyı açıyorum. Gerisini
onlar hallediyorlar zaten. Öğrencilerime;
ne iş yapıyor olursanız olun ama en iyisini
yapan siz olmalısınız felsefesini öğretiyo-
rum. Mesleğimde 19. yılımı çalışırken her
öğretmenler gününde bana selam veren
üsteğmenim, psikoloğum, öğretmenlerim,
mühendislerim ……. Var benim.
Uçmak için kanatlara ihtiyacım yok; Öğğğ-
retttmeeenimmmmm,öğğğğrettttmenimmm
diyen küçük sevinçlerim var benim.
İlham Veren Öğretmen Konuşmaları:İyi Ki Öğretmenim
Gülten Çelik KartAhmet Keleşoğlu İlkokulu
Eğitimci
“Eğer ben ölecek olursam Konya’da Musalla Mezarlığı’nın yukarısında
ve aşağısında ilkokul var. Beni oralara yakın bir yerlere defnedin
ki, teneffüs zilini ve çocuk seslerini duyabileyim…”
Haziran-2019 / Sayı: 136
1975 yılının soğuk bir Ekim akşamında
Sivas’ta gözlerimi dünyaya açmışım. Annem
sınıf öğretmeniydi. O yıllarda köy okullarında
öğretmenlik yapıyordu. Babam ise matematik
ve muhasebe…
Henüz 3 yaşlarında iken beyaz badanalı, tek
katlı bir köy okulunun bahçesinde kendime
rastladım. Evet, insan olarak kendimi fark
ettiğim, çevre ile ilk bağlarımı kurduğum
ilk mekân bir okuldu.
Ay yıldızlı al bayrağım ile süslenerek 23 Nisan
Bayramına hazırlanmış, siyah önlüklü, beyaz
yakalı öğrencilerin bahçesini doldurduğu bu
okulda hayatta en çok sevdiğim, söylemekten
ve bana hitaben söylenilmesinden en çok
mutlu olduğum o muhteşem kelimeyi ilk
defa işittim
‘’ÖĞRETMENİM’’
Gözleri mutluluk içinde ışıldayan, güneşin
tenlerini yanık buğday rengine çevirdiği bu
köy çocukları annemin öğrencileriydi ve
annem onların her birini tıpkı bizi sevdiği gibi
seviyor, onlarla tek tek ilgileniyordu. Oysaki
bu çocukları daha önce hiç görmemiştim ve
bunların hiçbiri bizim evde yaşamıyordu. Bir
insanın kendisine ait olmayan bu kadar çok
çocuğu sevmesi mümkün olabilir miydi?
Çocukluk yıllarım annem ve babamın ha-
yatımıza bir şekilde ve daima dâhil ettikleri
öğrencilerinin hatıraları ile doludur. Bu arada
bende her çocuk gibi okul çağına geldim ve
büyük bir heyecanla Sivas’ta Danişment
Gazi İlkokulunda öğrencilik hayatına mer-
haba dedim.
O yıllarda bana göre bir çocuk iki yerde
çok mutludur. Birincisi evimiz, ikincisi ise
okulumuz. Ve yine çocukluğumda bana
göre bir insanı karşılıksız bu dünyada ancak
üç kişi sevebilir. İlk ikisi anne ve babamız.
Üçüncüsü ise öğretmenimiz.(Bu arada hala
aynı düşüncede olduğumu belirtmek iste-
rim…) On iki yaşlarında ortaokul ikinci sınıf
öğrencisi iken bu sefer kendimi ÖĞRETMEN
kimdir sorusunun cevabını ararken buldum.
İlkokul yıllarında hayatıma giren Leyla ve
Suzan öğretmenlerimden sonra şimdi farklı
branşlarda pek çok öğretmenle tanışmıştım.
Ancak öğretmen kimdir sorusunu sormama
sebep olan resim dersinde yaşadığımız bir
olay sonrasında oldu. Bilirsiniz resim, be-
den, müzik dersleri öğrencilerimizin hafta
boyunca ders saatini iple çektiği, müfredatın
keskin sınırlarından öğrencinin kafasındaki
müfredata doğru yani özgürlüğe doğru
mutlulukla kanat çırpılan derslerdir. Yani
öyle olmalıdır. (Aslında her ders öyle olmalı
bana göre)
Resim öğretmenimiz resim sanatı ile ya-
kından ilgilenen başarılı bir öğretmendi.
Aynı zamanda oldukça sert ve disiplinliydi.
Oldukça katı kuralları olan öğretmenimiz
herhangi bir resim dersi materyalini evde
unuttuğumuz takdirde bizi dersine almaz,
sınıf kapısının önünde bekletirdi. Okulların
tatil olmasına az bir zaman kalmıştı. Öğret-
menimiz bir gün derse girdi şunları söyledi:
Çocuklar bugün size son değerlendirme
notunuzu vereceğim. Şimdi sizden bir köy
düğünü resmi çizip pastel boya ile boyama-
nızı istiyorum. Dersin son yirmi dakikasına
kadar süreniz var.
Aman Allahım! 20 dakikada ilkönce bir köy
düğünü hayal edeceğim, resim kağıdına
çizeceğim, sonra onu boyayıp öğretmenden
not alacağım.
Bütün sınıf süratle köy düğününü hayal edip
resmi çizmeye başladı. Kalemin gıcırtısından
başka bir şey duyulmuyordu. Avuçlarım ter
içerisinde kalmıştı. O telaş içerisinde zama-
nın nasıl geçtiğini , o resmi nasıl çizdiğimi
İlham Veren Öğretmen Konuşmaları:
Kalbe Dokunan Öğretmen
Gökçen Kürtünlü Güzelyurt Kız Anadolu İmam
Hatip Lisesi
Eğitimci
Sayı: 1 / Haziran-2019 37
hatırlamıyorum. Elimizde resimlerimiz ile
birlikte öğretmen masasının önünde sıra
olduk ve resimlerimizi öğretmenimize
göstermeye başladık.
Büyük bir ciddiyetle resimlerimizi inceleyen
öğretmenimiz itinayla son notlarımızı not
defterine yazıyordu. Notunu alan öğrenci
tarifsiz bir mutluluk ile derin bir oh çekerek
yerine oturuyor adeta bir merasime dö-
nüşen not verme işlemini meraklı gözlerle
izliyorlardı.
Sıra hepimizin çok sevdiği bir arkadaşımıza
gelmişti.
Resim kâğıdını öğretmen masasının üstüne
bırakan arkadaşımız heyecandan titreyerek
beklemeye başladı. Bu bekleme çok üzün
sürmedi ve öğretmenimiz resme baktıktan
sonra –Oğlum bu ne? Diye sordu.
Arkadaşımız oldukça safiyane ve mahcup
bir dille
-Köy düğünü resmidir öğretmenim dedi.
Öğretmenimiz daha da hiddetlenerek ve
sesini yükselterek
-Oğlum bu kâğıtta düğün resmi falan göre-
miyorum. Hani nerede köy, nerede düğün?
dediğinde bu sefer arkadaşımız bütün
cesaretini toplayarak:
-Öğretmenim bakın burası köy meydanı. Şu
gördüğünüz yer ise ufuk çizgisi. Köylüler,
düğün alayı, gelin, damat, davulcu ve zurnacı
yola çıkmış geliyorlar. Birazdan ufuktan
gözükecekler ve köy meydanına gelip yerle-
rini alacaklar. Ondan sonra davulcu davula
vuracak ve düğün başlayacak.
Bu cevap zaten sinirlenmiş bir halde bulunan
öğretmenimizi daha da kızdırdı ve öfkeli bir
şekilde elini kocaman açıp arkadaşımızın
yüzüne okkalı bir tokat attı.
-Terbiyesiz çocuk benimle utanmadan dalga
mı geçiyorsun? Hem resmi çizmemiş hem
de bana masal anlatıyor. Neymiş efendim
düğün alayı birazdan ufuktan görünecekmiş.
O 11 çocuklu gariban bir ailenin mahcup
bakışlı ve oldukça da çalışkan bir çocuğuydu.
O gün yediği tokat onu çok utandırmıştı,
bizlerse çok üzülmüştük.
Öğretmenimizin terbiyesizlik olarak kabul
ettiği bu cevap on iki yaşındaki bana göre
oldukça zekice verilmiş muhteşem bir ce-
vaptı. Öğretmenimiz bu cevaptaki ufukları
aşan güzelliği nasıl göremezdi?
O gün bu olaya şahit olduğumda henüz birkaç
gün önce Mehmet Akif Ersoy’un SAFAHAT
adlı eserinde okuduğum RESSAM HAKLI
şiiri gözlerimin önünde canlanıvermişti.
Bir zamanlar İstanbul’da zenginler arasında
bir moda baş göstermiş. Yeni yaptırdıkları
köşklerinin salon duvarına tarihi bir olayın
resmini çizdirirlermiş. İşte böyle bir maksatla
İstanbul zenginlerinden biri hayli zaman
ressam arar salonunun duvarına resim
çizsin diye. Ressam olduğunu söyleyen bir
zat ‘’Ben yaparım efendim der.’’
Kollarını sıvar ve akşama kalmaz sekiz arşın
salonun en büyük duvarına şaheserini yapar.
Bizim zengin büyük bir heyecanla akşamı zor
eder ve büyük bir mutluluk içerisinde salona
girer. Salonun duvarı sadece kıpkırmızı bir
renge boyanmıştır. Bizim zengin biraz şaşkın
bir şekilde sorar:
-Usta bu ne? Kıpkızıl bir boya çekmişsin
odanın her yerine!
-Bu resim Firavunun askeriyle Musa Peygam-
beri basmakta iken, Kızıldeniz’in yarılması
ve Musa Peygamberin denizi geçmesini
anlatmaktadır.
- Musa Peygamber nerede usta göremi-
yorum ben?
Usta cevap verir:
-Çıkmış efendim karaya…
-Firavun nerede?
- Firavun ’da Kızıldeniz’de boğulmuş?
-Peki, duvarı niye bu kan rengine boyadın
usta?
-Kızıldeniz dedik ya efendim, kırmızı olacak
elbet, yeşil renkli olamaz ya!
Bizim zengin verilen cevabın karşısında der ki:
‘’ÇOK GÜZEL BİR RESİM OLMUŞ. DOĞ-
RUSU ŞENLENDİ BÜTÜN ODA!
Kalbiyle öğrencisine bakan ve kalbiyle gören
bir öğretmenin öğrencisinin ufukları aşan ve
ufukları açan resmini görmemesi mümkün
müdür? Öğretmen ruhların sanatkârıdır ve
o taş üzerine nakışlar yapan bir taş ustasına
benzer. Çocuğun kalbi saf bir cevherdir.
Öğretmen ise kalplerde ki o cevhere ula-
şıp ortaya çıkaran, cevheri işleyen ve onu
mücevhere çevirendir. Kalbe dokunmadan
cevherin ortaya çıkması mümkün değildir.
Öğrencimizin kalbine nasıl dokunuruz?
Hepimiz biliyoruz ki onları sevmeden kalbe
dokunmamız mümkün değildir.
Öğrenci karşılıksız olan bu sevgiyi hissettiği
anda öğretmenini seviyor, dersini seviyor,
okulu seviyor, hayatı seviyor. Ve işte her
şey tam da burada başlıyor. Her öğrenciye
ulaşabileceğimiz yüzlerce kapı vardır. Bu
kapıların hepsini açan tek bir anahtar bili-
yorum ben. O anahtarın adı ‘’SEVGİ’’
Haziran-2019 / Sayı: 138
Küçük bir köyde, bir köy okulunda açtım
gözlerimi, çeşit çeşit meyve ağaçlarının olduğu
tek derslikli bir köy okulunda. Çocukluğum
bu yemyeşil bahçede özgürce oyun oyna-
yarak geçti. Oyun oynadığım bu okul benim
de ilköğrenime başladığım yer olurken ilk
öğretmenim de babam olacaktı.
Annemin yaramazlıklarımdan sıkılıp; babama
Hakan’ı da okula götür baskısını anımsıyorum.
Erken yaşta sıralarla, sınıfla tanıştım. Tek bir
görevim vardı sessizce arkada oturmak. İşte
o zaman tanıştım “Ali ata bak”, “Gel Ali gel.”
Kimdi bu Ali, Ali ata neden bakmalıydı. Ali
nereye gelsin dediğimde babamdan da ilk
azarımı işitmiştim.
- Baba değil, öğretmenim diyeceksin.
- Parmak kaldırmadan konuşmayacaksın.
Tuhaf olmuştum baba mı, öğretmenim mi
demeliyim ikileminden kurtulmam biraz
zaman alacaktı. Bana anlamsız gelen cümleler
devam etmeye başladı.
Örneğin Birol’un bir beyin yıkama deneyimi
olan:
- Birol ablan evi süpürdü mü?
Işık’ın süt içmesiyle ilgili olan;
- Işık ılık süt iç.
Bir tanesi vardı ki!
- Müjde yeni yıl geldi.
Müjde o kadar saf bir kız ki yeni yılın gel-
diğinden haberi yok diye düşünüyordum.
Aslında asıl safın kimin olduğunu anlamam
biraz zaman alacaktı.
Köyde öğrenci olmak başkaydı yaratıcılı-
ğımızı geliştireceğimiz bir sürü alan vardı.
Bana göre, şehirde okuyan öğrencilerden
şanslıydık; kimine göre de şanssız. Belki çeşit
çeşit kitaplarımız hiç olmadı, çoğu zaman
elektriğimiz dahi yoktu ama hayal gücümüzü
geliştirebileceğimiz, istediğimiz gibi oyunlar
üretebileceğimiz zengin bir alan vardı.
Ortaokul eğitimim için Ankara’ya taşındık.
Ankara’daki okul sadece dört duvar bir yapıydı.
Benim bu duruma alışmam biraz zaman aldı.
İşte o zaman tanıştım sözlülerle, sınavlarla.
Tabi bir de yarış; neyle ve kiminle yarıştığımı
bilmeden devam eden bir yarış…
Sınıfta dersler hakkında konuşmalarım, derse
katılma ve kendimi özgürce ifade etme isteğim
başıma hep dert oldu. Öğretmenlerim ve
arkadaşlarım tarafından davranışlarım hep
yadırgandı. Bu durumlar devam ederken
birden lisede buldum kendimi. Artık ben her
şeyi biliyor her şeyi yapabiliyordum. Dünya
ne kadar da küçüktü…
Lise son sınıfta üç saatlik bir sınavdan sonra
hayatıma yön verecek bir sınavı geçmem gere-
kecekti. Hiç düşünmeden testler çözüyorduk.
“çözdüğünüz soruya yorum katmayın, soruda
ne istiyorsa onu bulun” sözü aslında her şeyi
özetliyordu. Belki de bu düşünceyle birçok
rakibimizi geride bırakıyorduk ama bunun
sonucu olarak bir sorunla karşılaştığımızda
çözüm üretme konusunda hiç de iyi değildik.
Hayat sadece testlerdeki doğru cevap sayı-
sından ibaret değildi ama biz henüz bunun
farkında değildik.
Sınavı kazanıp Üniversitenin sınıf öğretmenliği
bölümünü kazandım. Üniversiteyi hep farklı
bir yer olarak hayal etmiştim hayallerimin
yıkılması da çok uzun sürmedi. İstediğim
bölümü okuyabilmek için binlerce kişi ile
yarışmış, yüzlerce soru çözmüştüm. Ancak
gelin görün ki üniversitenin birinci sınıfında
Türkçe dersinde, “üniversite” kelimesinin
yazımında dahi hatalar yapmıştım. İlkokul,
ortaokul, lise eğitimim binlerce çözdüğüm
test vardı ama ben “üniversite” kelimesinin
yazımında dahi hata yapmıştım. Aslında hata
bende miydi onu da bilmiyorum.
Üniversite üçüncü sınıftan itibaren kendime
geldim. Kendime gelmemi sağlayan aslında
İlham Veren Öğretmen Konuşmaları:
Yapmakla Yaşamak Arası Öğretmenlik
Hakan Mutlu Ahmet Keleşoğlu İlkokulu
Eğitimci
Sayı: 1 / Haziran-2019 39
derslerin içeriği de olmuştu. Arkadaşlarımla
birlikte kalıcı öğrenme, öğrencilerle etkileşim,
sınıf yönetimi ve daha birçok konuda fikir
üretmeye çalışıyorduk. Dördüncü sınıfın
sonuna geldiğimizde ise kendimi öğretmenliğe
hazır hissetmiyordum.
Bir derste Ayhan hocama şöyle bir soru sordum:
- Öğretmenliğe başlayacağım ama kendime
güvenemiyorum. Kendimi birçok konuda
yetersiz hissediyorum. Kendine güvenemeyen
bir öğretmen, kendine güvenen nesilleri nasıl
yetiştirebilir?
- Kendine güven tabi ki öğretmenliğin ön
şartlarından biridir. Bu düşünceyi ya da başka
başka bir şeyi kendine dert ederek sürekli bir
gelişim halinde olman sana, öğretmenliğine
ve öğrencilerine çok şey katacaktır.
Ayhan Hocamın cevabı ders niteliğindeydi:
Kendini sürekli geliştir ve yenile. Üniversitede
dört yıl boyunca, kendimi bir fanusun içinde
yaşıyormuş gibi hissettim. Her şey yapaydı.
Denize açıldığımda neler yapabilecektim,
nelerle karşılaşacaktım? Bu heyecanla baş-
ladım öğretmenliğe.
Çocukluğum ilköğrenimim küçük bir köy
okulunda geçmişti. İlk görev yerimde köyde
çalışmayı beklerken tercihlerim dışından
Kocaeli / Gebze 24 Kasım İlköğretim Oku-
luna atandım. Köy okulu beklerken şehir
merkezinde bir okuldu. Bir yıl burada görev
yaptıktan sonra gönüllü olarak Van merkeze
bağlı Yukarı Bakraçlı İlköğretim okuluna
tayinim çıktı.
Uzun süren otobüs yolculuğunun ardından
heyecan içinde Van’a ulaştım. Köylüler karşıladı.
Ben okulu görmek için can atarken köy halkı
da evlerine davet etmek için yarışıyorlardı.
Okul bahçesinden ilk girdiğimde kurumuş
kavak ağaçlarının içinde taştan yapılmış siyah
beyaz bir bina karşıladı beni. Okulda 2 sınıf
1 müdür odası ve küçük bir lojman vardı.
Okul 1954 yılında yapılmıştı. İlk defa müdür
odasına girdiğimde duvarda asılı bir yazı ilişti
gözüme. Defalarca okudum. Yazı şöyleydi:
Ben bir köy öğretmeniyim.
Dağ karanfilleri kardelenler yetiştiren bir öğretmen.
Benim sınıfımda kaloriferler, klimalar yok.
Benim sınıfım öğrencilerimin nefesiyle ısınır.
Çocuklarım üşümesin diye kendimi yakarım.
Çocuklar yarının umudu…
Kiminin ayağında kara lastik, kiminin ayağında
naylon terlik.
Dağları aşındırır umutla.
Son bir hamleyle gelirler ilim irfan yurdu olan
okullarına.
Sınıf dediğinizde dört duvar bir yapı, okul dedi-
ğinizde bundan öte bir şey değil.
Kâinata açılan pencere, kapıları dünyalara açılır.
Öğretmen girince sınıfa bir sevinç ve heyecan
kaplar, şimdi ilimin senfonisi,
Ben bir köy öğretmeniyim,
Gecelerim kara tahta, parmaklarım tebeşir,
fecrimde devler güreşir…
Yazıyı her okuduğumda değişik duygular içine
girdim. Okulda yaptığım ilk işim panoda yıp-
ranmış halde duran şiiri. Temize çekip tekrar
eski yerine asmak oldu. Okulun lojmanına
yerleştim.
Okulun açıldığı ilk gün heyecanla öğrenci-
lerimi beklerken sadece dört öğrenci okula
geldi. Okul mevcudu yetmiş iki idi ve sadece
dört öğrenci vardı. Gelmeyen öğrencilerimin
tek tek evlerine gittim, kimini evde kimini
tarlada buldum ve üç gün sonunda bütün
okulu toparlamıştım. Beşinci sınıfta olması
gereken Aynur ve Zeynep okulda yoklardı.
Babaları onları artık okula göndermeye-
ceğini bana iletti. Bu durum karşısında çok
üzüldüm öğrencilerim gizlice yanıma gelerek
“öğretmenim biz okula gitmek istiyoruz fakat
babalarımız bizi göndermiyor” dediklerinde,
öğrencilerime “olur mu öyle şey okuyacak-
sınız” dedim. Öğrencilerimin gözlerindeki
ışıltıyı tarif etmem zor olur. Akşam evlerine
ziyarete gittim ve öğrencilerimin tekrar okula
devamını sağladım. Köyde ilkokuldan sonra
ortaokulda okuyan hiç kız öğrenci yoktu.
Köydeki ikinci senemde İstanbul’dan köklü
bir okul kardeş okulumuz oldu. Onların da
desteğiyle siyah beyaz olan okul binasında
düzenlemeler yaptık. İstanbul’dan Van’a
Nuh’un Gemisi Projesini gerçekleştirdik. Yedi
metre uzunluğunda üç metre yüksekliğinde
ahşaptan yapılmış devasa bir gemi modeli ve
içinde yüzlerce pelüş oyuncakla, gemi modeli
okul bahçemize geldi. Köydeki tüm çocuk-
lar oyuncak aldı, bir kısmını ana sınıfımıza
yerleştirdik arta kalanları da on farklı köy
okulunun ana sınıfına bağışladık. Ellerinde
oyuncaklarla bana bakan mutlu çocuklar
görmek bu projede harcadığım zamanı ve
enerjimi unutturmuştu bile.
Aradan geçen sekiz yılın sonunda bahçe-
sinde otuzdan fazla meyve ağacının olduğu,
kütüphane, ana sınıfı, yeni bir lojman, oyun
parkı, tam donanımlı sınıfları, büyük bir model
gemisi, duvarlarında Picasso’nun tablolarının
yer aldığı rengârenk bir okul haline geldi.
Aileleri tarafından okula gönderilmek iste-
meyen Aynur ve Zeynep şu an üniversitede
okuyorlarsa bu sekiz yılın emeğinin karşılığıydı.
Orada geçirdiğim sekiz yıl ve öğrencilerimin
gözlerindeki parıltıyı unutmak imkânsız olacak.
Nerede ve ne şekilde olursan ol kendini
geliştir ve yenile. Öğretmenliği yaşayarak
yapan meslektaşlarıma saygı ve sevgilerimle…
Haziran-2019 / Sayı: 140
Öğrencilik hayatımda yaşadığım olumlu
katkılar, olumsuzluklar nasıl öğretmen
olmalıyım sorusunun cevabı oldu. Öğret-
menliğimi bu çerçevede şekillendirdim.
Eflatun’un dediği gibi ‘ insanın kendi ken-
dini keşfetmesi zaferlerin en büyüğüdür.’
Ben de zaferlerimin en büyüğünü ilkokul
beşinci sınıftayken atletizm yarışını birinci
olarak kazanmıştım.
Sınıfıma girdiğimde öncelikli hedefim
öğrencilerimin kendilerini keşfetmele-
rini sağlamak. Bunun için öğrencilerimi
sporla, sanatın dallarıyla tanıştırıyorum,
kendilerini keşfetmelerini sağlıyorum.
Bazen de yapabilecekleri bir soru yö-
nelterek başarabildiklerini kendilerine
gösteriyorum.
Kendini keşfeden bir öğrenci ancak öz-
güven sahibi olabilir. Özgüven sahibi olan
ise akademik olarak da yaşam başarısı
olarak da ilerler.
Bütün bunları yaparken öğretmenlerinde
iç motivasyona ihtiyacı var. İç motivasyonu
yüksek bir insanım ama meslektaşlarınızın
destekleri olumlu sözleri, iç motivasyo-
nunuzun kıvılcımı olup motivasyonunuzu
artırabiliyor. Bir öğretmene en iyi bir
meslektaşı destek olabilir.
Nice kendini keşfetmiş, insani değerleka-
zanmış çocuklar yetiştirmek dileğiyle…
Sanatla Keşfet Kendini
Filiz Yücel Esenyurt Zübeyde Hanım İlkokulu
Eğitimci
Ezgi ÇakırAhmet Keleşoğlu İlkokulu
Eğitimci
Ben üstün başarılara, projelere imza attığım
için burada değilim, ben yıllardır edindiğim
tecrübelerimi size sunmak için burada de-
ğilim. Ben mutlu olduğum için fark edildim.
Sahneye çıktıktan sonraki gün kula geldiğimde
çocuklarıma neşe saçtığım, iş arkadaşlarıma
ağız dolusu gülümseyebildiğim için burada-
yım. Ve bunları komşunun kızından başarılı
olmak için, yanımdaki insanlar tarafından
tebrik edilmek için yapmadım. Kendim için
kendi mutluluğum için yaptım.
Tiyatro eğitimime devam ediyorum, re-
sim kursuna gidiyorum, haftada bir gün
öğretmenlerle kendi aramızda voleybol
maçı yapıyoruz. Ve sevilen her öğretmenin
öğrencileri ‘ben büyünce öğretmen olacağım’
der. Benim öğrencilerim ‘ben büyüyünce
futbolcu, ressam, astronot, tiyatrocu, aşçı
olacağım’ diyorlar. Muhtemelen o meslekleri
seçmeyecekler ama onlara ilgi duydukla-
rının farkındalar artık. Hobi olarak kendi
mutlulukları yolunda buna devam edecekler.
Ve ben bu renkleri beni resim sergilerine,
tiyatro oyunlarında getiren; hafta sonları
birlikte balık tuttuğumuz çok renkli bir
adama babama borçluyum. Ve babamda
tıpkı bizler gibi bir öğretmen. Kendi renk-
lerinin farkında olan, mutlu bir öğretmen.
Biz mutlu olursak mutlu çocuklar yetiştiririz.
Biz renkli olursak renkli çocuklar yetiştiririz.
Çocuklara Gökkuşağı Olmak
İlham Veren Öğretmen Konuşmaları:
İlham Veren Öğretmen Konuşmaları:
Sayı: 1 / Haziran-2019 41
Yerel Projelerimiz Esenyurt ÖğretmenXÖğrenme süreci öğrenciyi olduğu kadar
öğretmeni de içine olan bir yapıya sahiptir.
Yaşam boyu öğrenme öğrencilerimiz kadar
öğretmenlerimiz için de arzu edilmektedir.
Bu amaçla ilçemizin sahip olduğu genç
öğretmen kadrosunun yetkinliklerinin ve
motivasyonlarının artması, mesleğe yönelik
olumlu tutum geliştirmeleri ile eğitimin de
kalitesinin artacağı düşünülmektedir.
İyi bir öğretmenle ilgili değerlendirmelere
bakıldığında iyi bir öğretmenin “kendi-
sini mesleki ve kişisel açılardan sürekli
olarak geliştiren, kendisini geliştirmeyle
ilgili fırsatları ve olanakları araştıran ve
değerlendiren öğretmen” şeklinde bir
tanımlama göze çarpar. Hızla gelişen dün-
yamızda bireylerin teknolojiye, toplumsal
değişime ayak uydurması git gide zorlaşır-
ken; bireyleri eğitecek öğretmenlerimizin
mesleki ve kişisel gelişimine her zaman-
kinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
İlçemiz öğretmenlerinin bu ihtiyaçlarına
cevap verebilmek Milli Eğitimin temel
amaçlarından birini oluşturmaktadır. Bu
temel amaç ile Esenyurt İlçe Milli Eğitim
Ar-Ge Bölümünden Duygu Aydın Gönül ve
Merve Arık tarafından yürütülen Esenyurt
ÖğretmenX Projesi kapsamında;
Öğretmenlerimizin kendi alanlarındaki ve
eğitim bilimleri alanlarındaki gelişmelerden
haberdar olmalarını sağlamak için eğitim
fakültelerindeki akademisyenlerle bir
araya gelebilecekleri söyleşi, seminerler
düzenlendi.
İlçemizde farklı alanlarda uzmanlaşmış
öğretmenlerin saptanarak diğer öğret-
menlerimizle bir araya gelmeleri sağlandı.
İlçemiz öğretmenleri arasında “fikir ve
deneyim paylaşımı” odaklı sunumların yer
aldığı. “İlham Veren Öğretmenler Konferansı”
gerçekleştirildi.
Konferansa katkı sağlayan öğretmenlerimiz
ve konuşma başlıkları:
Süleyman Ayhan Örnek. Normal Misin?
Yoksa Anormal Mi?
Hakan Mutlu: Yapmakla Yaşamak Arası
Öğretmenlik
Hanife Acer: Memleketim, Öğrencilerim
Hatıralarım
Duygu Aydın Gönül: Öğretmenlik Yapmak
Mı? Öğretmen Olmak Mı?
Filiz Yücel: Sanatla Keşfet Kendini
Gökçen Kürtünlü: Kalbe Dokunan Öğretmen
Zeki Karaçavuşoğlu: Özel Olan Eğitim Mi?
Çocuk Mu?
Ezgi Çakır: Çocuklara Gökkuşağı Olmak
Gülten Çelik Kart: İyi Ki Öğretmenim
llçemiz öğretmenlerinin güncel eğitim yak-
laşımlarına yönelik yazılarının paylaşılacağı
“Esenyurt Eğitim Günceli” dergisi hazırlandı.
Haziran-2019 / Sayı: 142
Geçmişin İzinde Geleceğin Peşinde Benim İstanbul’um Projesi kapsa-
mında 4 yılda toplam 1125 çocuğa ulaşmıştır. Benim İstanbul’um Projesi
Yıldız Çocuklarının 2018-2019 eğitim öğretim yılı içerisindeki gezi,
atölye çalışmaları ve sınıf içi etkinlik deneyimlerini paylaştıkları sergi
07.05.2019 tarihinde İlçe Milli Eğitim Müdürü Sayın Paşali Beşli’nin
katılımı, Gelişim Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleşti.
2018-2019 eğitim öğretim proje uygulama yılında İBB Prof Dr Sebahattin
Zaim İlkokulu’ndan Türkan İlay, Sevil Bengil, Jale Kap Prof. Dr. Ömer
Dinçer İlkokulu’ndan Nevroz Akıncı, Özge Bıyık Koca, Tuğba Türkmen
Bahar, Çimen Arkçı, Feyyaz Berker İlkokulundan Gülçin Kılıç Karakuş
proje gönüllüsü öğretmenler olarak sınıfları ile projeye dahil olmuşlar
ve kendilerine sergide proje katılım plaketleri takdim edilmiştir.
Geçmişin İzinde Geleceğin Peşinde Benim İstanbul’um projesi, Esenyurt
İlçe Milli Eğitim Özel Büro’da görevli Yurdanur Ay Paşa ve Prof Dr Ömer
Dinçer İlkokulu öğretmeni Yasemin Gülcü koordinatörlüğünde 2015-
2016 eğitim öğretim yılı içerisinde uygulanmaya başlanmış olup; her
eğitim öğretim yılında İstanbul’un tarihi mekânları ve müzelerine okul
gezisi, gezi öncesi ve sonrası sınıf içi etkinlikler, fotoğrafçılık, kısa film,
ebru, çini-desen, kıyafet tasarım atölyeleri ile gerçekleştirilmektedir.
Proje her yıl 3. sınıf 9 yaş grubundan Esenyurt ilçesinden 250 devlet okulu
öğrencisine ulaşmayı hedeflemektedir. Bu dönem çocuklarının gelecek-
lerine yönelik yapıcı yaşam koşulları oluşturabilmek için; kendi kültür
yapısını kaynak alan sanat ve tarih bilgisi uygulamaları ile kültür bilinci
temelli eğitim öğretim deneyimleri sunup, çocuğun yaşadığı şehir olan
İstanbul’dan yola çıkarak benlik gelişimlerini olumlu desteklenmesine
katkı sağlamak projenin genel amacıdır.
Perfetti Van Melle AŞ Türkiye ailesi projenin destekçisidir.
İFSAK, fotoğrafçılık atölyesinin gönüllü eğitmenliğini ile sürece des-
teklemektedir.
Geçmişin İzinde Geleceğin Peşinde Benim İstanbul’um Projesi
Sayı: 1 / Haziran-2019 43
Kitaplarla Büyüyorum Projesi
Okuma kültürü edinmesinde diğer beceriler de olduğu gibi 0-6
yaş kritik özellik göstermektedir. Çocuğun bütün becerilerini
ve birikimlerini 6 yaşına kadar edindiğinden, 6 yaşından sonra
öğrendiklerinin ise 6 yaşına kadar öğrendiklerinin üstüne inşa
ettiğinden bahsedilmektedir. Buna göre, örneğin 10 yaşında
kitap okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılan bir çocuk, eğer
3-6 yaş arası dönemde, bu konuda herhangi bir eğitime tabi
tutulmadıysa, gerçekleştirilmeye çalışılacak her türlü çaba, o
çocuğun hayatında zeminsiz ve temelsiz kalacaktır. Bir insanın
fiziksel ve bilişsel gelişimine bakıldığında, hem algılama hem
de öğrenme ve analitik düşünebilme becerisinin 3-6 yaş arası
dönemde gerçekleştiği görülmektedir.
Erken çocukluk döneminde okuma kültürünün kazandırılması
amacıyla Özel Büro’da görevli Duygu Aydın Gönül koordina-
törlüğünde yürütülen proje kapsamında;
Erken çocukluk döneminde okuma kültürünün kazandırılması
ile ilgili ailelerde farkındalık oluşturulması amacıyla ilçemizdeki
0-6 yaş çocuğu olan velilerimize “Erken Çocukluk Döneminde
Okuma Kültürü” konulu seminerler düzenlendi.
“Nitelikli Çocuk Edebiyatı”, “Disiplinler Arası Okuma (Et-
kileşimli, Yaratıcı Drama) Okuma” alanlarında okul öncesi
öğretmenlerimize yönelik atölye çalışmaları yapıldı.
“Erken Çocukluk Döneminde Okuma Kültürü Zirvesinin
ilçemizin ev sahipliğinde gerçekleşmesi planlanmaktadır.
Haziran-2019 / Sayı: 144
Çocuk hakları, kanunen veya ahlaki olarak dünya üze-
rindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu; eğitim,
sağlık, yaşama, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel
sömürüye karşı korunma gibi haklarının hepsini birden
tanımlamakta kullanılan evrensel kavramdır. Okul çağı
çocuğunun temas ettiği kurum olan okulun, bu hakları
çocuklara öğretmede, hakların uygulamasını hayata
geçirmede büyük sorumluluğu vardır. Bu ancak uzman
kişi öğretmen işbirliği ve öğrenci veli eğitimi ile öğretmen
bilgilendirmesi ile mümkün olabilir.
Hızla gelişen değişen dünyada kendine güvenen, haklarını
bilen çocukları, öğrencisine ihtiyaç duyacağı desteği su-
nabilecek donanımda öğretmeni ve çocuğunun ihtiyaçları
yanı sıra haklarına da gereken özeni gösterecek bilgili
veliyi desteklemek projenin genel amacıdır.
Esenyurt Feyyaz Berker İlkokulu Koordinatörlüğünde
yürütülen “Benim Hakkım Var “Projesi kapsamında “Ço-
cuk Hakları Festivali” düzenlendi. Festival kapsamında
katılım sağlayan öğretmenlere Uzman Psikolog Demet
Bozok tarafından “Resim Analiz Eğitimi “verildi.
Esenyurt ilçesinden 40 okuldan katılım sağlayan 90 öğ-
renci de Nakipoğlu Cumhuriyet Anadolu Lisesi öğrencileri
ve resim öğretmenleri eşliğinde “Çocuk Hakları Resim
Festivaline” katıldı.
Proje kapsamında velilere mahremiyet eğitimi verildi.
Ekim ayı içerisinde Çocuk Çalıştayı yapılması planlan-
maktadır.
Benim Hakkım Var Projesi
Sayı: 1 / Haziran-2019 45
Mavi Gölde Yeşil Damla Projemiz
Mustafa Yeşil Ortaokulu koordinatörlüğünde
Mektep İstanbul il projesiyle eşgüdümlü
olarak yürüttüğümüz projemizle;
1. Esenyurt ilçemizde bulunan yabancı uy-
ruklu öğrencilerimizin eğitim sistemimize,
okul kültürümüze entegrasyonunu sağlamak,
2. Hem yabancı uyruklu hem de Türk öğrenci-
lere saygı, sevgi ve hoşgörü çerçevesinde bir
arada yaşamalarını öğrenmelerini sağlamak,
3. Modern dünyada değer kaymalarının önüne
geçmek için öğrencilerimizin kardeşlik, yar-
dımlaşma, iyilik, sevgi, merhamet ve dostluk
değerlerini kazanmalarını sağlamak,
4. Birbirlerinin kültürlerini tanımalarını
sağlamak,
5. Ailelerin de bu projeye katılımını sağlaya-
rak farklı kültürlere olumsuz bakış açılarını
değiştirmeye çalışmak.
Aslında tüm bunların ötesinde, çocuk haklarına
sahip çıkan, korkusuzca gülümseyen, mutlu
çocuklar yetiştirmek hedeflendi.
Proje kapsamında okullarımızda;
Yabancı uyruklu öğrencilerimiz arasında hızlı
Türkçe okuma yarışması,
Spor müsabakaları,
Okullar arası Tasavvuf Musikisi koro yarışması,
İftar programları,
Oyuncak Kardeşliği Etkinliği,
Yaşlı Bakım Merkezi ziyaretleri,
Oyun Şenliği vb. birçok etkinlik gerçekleşti.
Haziran-2019 / Sayı: 146
Gökten Düştü Üç Elma Projesi
Masal sözlü geleneğin, kültürün bir ürünü-
dür. Geçmişle gelecek arasında kurulan bir
köprüdür misal. Masallar evrensel olmanın
yanında giyindiği kıyafetlerle milli bir kimlik
kazanır derler. “Açıl Susam Açıl” cümlesinin
altında yatan bir kültür, bir mana vardır.
Susam kat kattır. Ve kim bilir bu sözle masal
kapısının hangi dünyası açılır bizlere?
2023 Eğitim Vizyonu çerçevesinde kültürel
kodlarımızın ilmek ilmek, hece hece dokun-
duğu masallarımız, kaynağı bizden gelen, biz
olan, bizi biz yapan değerleri kendi içinde
saklar Kaynak, kişiyi besler. Ve kaynağını
bilen insan özgün tarafını besler, çünkü
masalın kökü derindedir demişti Doç. Dr.
Evrim Ölçer.
Gökten Düştü Üç Elma projesi, Yurdanur
Ay Paşa (İBB. Sebahattin Zaim İlkokulu),
Emel Korkut Şeker (Nakipoğlu Cumhuriyet
Anadolu Lisesi), Songül Dinç (Feyyaz Berker
İlkokulu) koordinatörlüğünde Esenyurt Milli
Eğitim Müdürlüğünün projesidir. Kendi
kültürünü temel alan masalların yöntem
olarak eğitim sisteminde verimliliği ölçüsünde
yer almaması sebebi ile tamamlanmış olan
projede öğretmen, öğrenci, veli etkinlikleri
ile alanda ihtiyaç duyulan bilgi ve ürün
üretimi sağlama, destekleme, bilgi yayma
ve paylaşma çalışmaları ile bu alana destek
sağlamak amaçlanmıştır.
Proje etkinlikleri kapsamında 70 rehber
öğretmen, 150 farklı branşlardan gönüllü
öğretmen olmak üzere toplamda 220
öğretmene ulaşıldı.
İl Milli Eğitim Projelerinden olan “Veli
Akademileri” kapsamında okullarda Okuma
Kültürü konulu veli seminerleri ile ortalama
250 veliye ulaşıldı.
İl Milli Eğitim Projesi “Kütüphanede Hayat
Var” Kapsamında öğrencilere gönüllü öğret-
menler tarafından masal anlatım etkinlikleri
gerçekleştirilmiş olup farklı okullardan
ortalama 600 öğrenciye masal anlatıldı.
Nakipoğlu Cumhuriyet Anadolu Lisesi 23
Kız 5 Erkek Gönüllü Öğrenciler ile Yaratıcı
Yazma, Hikâye Anlatma Konulu Atölye Ça-
lışmaları gerçekleştirildi.
Feyyaz Berker İlkokulunda Masal Odası
Beceri Tasarım Atölyesi temel alınarak
oluşturuldu.
Masalın çocuğa göreliği merkeze alınarak
Limon Kız Masalı uyarlaması yapılarak
öğretmen, öğrenci ve velilere ücretsiz
olarak ulaştırıldı.
Eğitim öğretim yılı boyunca devam eden
Bilgi yayma ve paylaşma etkinlikleri ile
kendi kültürümüzü temel alan çalışmalar
sürdürme yolu ile proje gerçekleştirilmiştir.
Projenin etkinliği olan Masal Şenliği İlçe
Milli Eğitim Müdürü Sayın Paşali Beşli ve
Şube Müdürü İrfan Küçükfiliz’in katılımı ile
gerçekleştirilmiştir. Şenlikte Panel Konuş-
malarını İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi
Öğretim Üyesi Dr. Gülşah Batdal Karaduman,
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
Dr. Muhammet Fatih Doğan, Kartal İmam
Hatip Lisesi Masal Anlatan Öğretmeni Ümit
Yaşar Özkan gerçekleştirirken; İBB Şehir
Tiyatrolarında Oyuncu ve Yönetmen olarak
görev yapan Caner Bilginer geleneksel Türk
Anlatı Geleneğinden örnekler sunmuştur.
Şenlikte 15 okuldan 44 öğretmen sınıfta
masal anlatımını temel alan etkinliklerini
ve ürünlerini sergilemiş, gelen misafirlere
tanıtmıştır.
Yıldız Teknik Üniversitesi Temel Eğitim Bö-
lümü ve Esenyurt İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
iş birliği ile Yıldız Teknik Üniversitesinde
projenin son ayağı olan Masal Şenliği İlçe
Milli Eğitim Müdürü Sayın Paşali Beşli,
Şube Müdürü İrfan Küçükfiliz, Üniversite
Akademisyenleri ve eğitim bilimleri bölüm
öğrencilerinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir.
Şenlikte öğretmenlerin ürünleri öğretmen
adaylarına sergilenmiştir.
Masal bir yolculuktur. Bu yolculukta çocuk
temeline kendi kültürel değerlerini koyabi-
liyorsa kendi geleceği inşa edebilir.