E-Papirüs 7.Sayı

94
Gençliğin Dijital Rehberi Sayı: 7 Film Değerlendirmeleri Kırsal İle Şehir Arasında Bir Köy: Marna Haber Dosyası: Osmanlı Fotoğrafçılığı Taraftarın Sesi SporAslan İstanbul kütüphaneleri Türkiye’de Sporun Duayen Tanığı: Halit Kıvanç

description

Marmara Medya Merkezi e-yayıncılık birimi öğrencilerinin hazırlamış olduğu elektronik dergi

Transcript of E-Papirüs 7.Sayı

Page 1: E-Papirüs 7.Sayı

Gençliğin Dijital RehberiSayı: 7

FilmDeğerlendirmeleri

Kırsal İle Şehir Arasında Bir Köy:

Marna

Haber Dosyası:Osmanlı Fotoğrafçılığı

Taraftarın Sesi SporAslan

İstanbul kütüphaneleri

Türkiye’de Sporun Duayen Tanığı:Halit Kıvanç

Page 2: E-Papirüs 7.Sayı
Page 3: E-Papirüs 7.Sayı

[email protected]

Gökhan Şener

EDiTöR’DENMarmara Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde öğrencilere yönelik teknik ve teorik eğitimi

içeren Marmara Medya Merkezi (MMM)’nin E-Yayıncılık Birimi olarak elektronik bir dergi olan E-Pa-pirüs’ün 7. sayısı ile karşınızdayız. E- Papirüs, ağırlıklı olarak E-Yayıncılık biriminde görevli öğrencilerin çalışmalarıyla çıkartılmaktadır.

“Gençliğin Dijital Rehberi” sloganıyla yayınlamakta olduğumuz E-Papirüs’ün her yeni sayısı bu slogana daha da yaklaşmaktadır. Çıkan her yeni sayıyla birlikte içeriği daha da zenginleşen bir dergi olan E-Papirüs, üniversite öğrencilerinin rehberi niteliğindedir. Dergi ekibi olarak ağırlıklı olarak İstan-bul odaklı habercilik anlayışıyla E-Papirüs’ü hazırlamaktayız. Bu kapsamda şehir haberlerine çokça yer vermeye çalışıyoruz. Ayrıca gezi yazıları bölümümüzde Türkiye’den ve yurtdışından görülmesi gerektiğini düşündüğümüz şehirleri tanıtmaktayız.

Duayen gazeteci röportajı bölümümüzün bu sayısında Halit Kıvanç ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Türk sporunun geçmişini Halit Kıvanç’ın biyografik anlatımıyla sizlere sunmaktayız. Bu röportajın bir başka önemi ise; Türkiye’deki spor gazeteciliğinin geçirdiği evreleri ve bugünkü gelinen durumu Halit Kıvanç’ın anlatımıyla görmekteyiz.

E-Papirüs Türkiye’deki e-yayıncılığa nitelikli kişiler yetiştirmek amacından dolayı önemli bir dergidir. Ülkemizde henüz gelişmeyen ancak yakın bir zamanda yayıncılığın önemli bir bölümünü oluştura-cağını görmekte olduğumuz e-yayıncılığın gelişimi açısından Marmara Medya Merkezi E-Yayıncılık birimi önemli bir işlevi yerine getirmeye çalışmaktadır. Sadece teknik olarak nitelikli kişiler yetiştir-menin yanında ayrıca E-Yayıncılık birimi habercilik anlamında da bünyesindeki öğrencileri donanımlı hale getirme amacındadır. Bu kapsamda habere ulaşım, kaliteli haber yazımı gibi habercilik için hayati olan konular üzerine de çalışmaktadır. Tüm bu amaçlar etrafında hazırlanan E-Papirüs dergisi her sayısıyla birlikte daha da nitelik kazanmaktadır.

E-Papirüs’ün 7. sayısında öncelikle duayen gazeteci köşemizde Halit Kıvanç ile spor gazeteciliği üzerine yaptığımız röportajı bulacaksınız. Dergimizde bunun yanı sıra, gezi yazıları bölümünde Abdulkadir Günyol’un kaleme aldığı “Kırsal ile Şehir Arasında Bir Köy: Marna” yazısında TOKİ’nin Türkiye’ye yaptığı istilanın bir boyutunu görmekteyiz. Dergideki diğer önemli haberlerimiz ise; Zekai Eroğlu ile Osmanlı’daki fotoğrafçılık üzerine yaptığımız röportajı, film ve dizi değerlendirmelerini, İstanbul’da faaliyet gösteren birkaç kütüphane tanıtımı, okulumuzdan mezun olan Erdi Yılmaz’ın başını çektiği SporAslan.com ekibi ile yaptığımız röportajı, haber dosyamızı ve dahası E-Papirüs’ün 7. sayısında yer almaktadır. Derginin yayın koordinatörü olarak E-Papirüs’e destek veren herkese teşek-kür ediyorum.

Page 4: E-Papirüs 7.Sayı

içindekiler

Türkiye’de Sporun DuayenTanığı: Halit Kıvanç

İstanbul Kütüphaneleri

36

42

Marmara Medya MerkeziŞubat 2014 - Sayı: 7

İmtiyaz SahibiMarmara İletişim Fakültesi Adına

Dekan Prof. Dr. Yusuf Devran

Genel Yayın YönetmeniÖğr. Gör. Yusuf Ziya Gökçek

Yayın KoordinatörüGökhan Şener

Yayın DanışmanlarıProf. Dr. Atilla GirginProf. Dr. Emre Bağce

Doç. Dr. Ali BüyükaslanYrd. Doç. Dr. Hediyetullah Aydeniz

Tasarım EkibiOğuz GüllebAli Evecan

Yayın Ekibi Cemal Said Kardaş

Canan KadıoğluEmirhan UysalMustafa ÇıtacıSinem UysalPınar Demir

Yeşim Karakaya

Katkıda Bulunanlar Asel UğurbilElif Doyran

Merve BavraSamet Demir

Ömer Can Talu

Adres Marmara Üniversitesi

Nişantaşı kampüsü İletişim Fakültesi Şişli/İSTANBUL - Tel: 0212 233 04 47

e-yayincilik.marmara.edu.trmmm.marmara.edu.tr

iletisim.marmara.edu.tr

Gençliğin Dijital Rehberi

Page 5: E-Papirüs 7.Sayı

Sivas’ın ÖlmezOzanları48

Okul Varsa Hayat Var4Kadıköy’deki Hayat Ağacı12La Descarga Latin Müzik Grubu24Taraftarın Sesi Sporaslan28Gezilesi Yer: Kuledibi32Açık Kütüphane: MÜ Merkez Kütüphanesi44Adnan Büyükdeniz Dijital Kütüphanesi46Yedi Tepeli Şehir: Roma54Marmara Medya Merkezi64Bu İstasyon Ölüm Saçıyor70

Nişantaşı Tiyatro Grubu78MMM ve İKSV Film Festivali İşbirliği80

CNR Kitap Fuarı74

Ödüllü Yönetmen Emrah Kılıç’laKısa Film Üzerine84Da Vinci’s DemonsDizi Değerlendirme86The Book ThiefSinema Değerlendirme90 Krzysztof Kieślowski Blue FilmiSinema92Kitap Galerisi96

Sahnenin Dışındakiler76

Osmanlı’da FotoğrafçılığınBaşlangıcı8

Ya Sat Ya da Eskisi Gibi Yap20

Kırsal ile Şehir Arasında Bir Köy: Marna16

Türkiye LisansüstüÇalışmalar Kongresi60

Page 6: E-Papirüs 7.Sayı

Biz de bu fakültenin öğrencileri olarak Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin taşınması durumunda okul çevresindeki esna-flar ve fakülte öğrencilerinin durumdan nasıl etkileneceği hakkında bir araştırma yaptık.

22 yıldır fakülte öğrencilerine hizmet eden Aslı Kırtasi-ye’nin sahibi Mahmut Yiğit konu ile ilgili olarak şunları söyledi,

“22 yıldır kardeşim Ali Yiğit ile beraber Aslı Kırtasiye’ yi işleti-yoruz. Bulunduğumuz bina yaklaşık 50 yıllık çok eski bir bina. Biz geldiğimizde burası Özel Dişçilik ve Eczacılık Oku-lu’ydu. Daha sonra İletişim Fakültesinin gelmesiyle birlikte kırtasiyemizi açtık. Öğrenci potansiyelinin artması bizim burayı açmamıza vesile oldu.

Fakültenin taşınması duru-mundan dolayı biz de çok endişeliyiz. Okul varsa hayat var. Fakülte taşındığında artık bizimde burada olmamızın bir

anlamı kalmayacak, emekli olmayı düşünüyoruz.”

Aslı Kırtasiye kadar eski olmasa da 7 yıldır üniversite öğrencilerinin uğrak mekanı olan Switt

Pastanesi’nin sahibi Salim Keskin ise, “1987 yılında Teşvikiye Şakayık sokakta olan

pastanemi fakültenin buraya gelmesiyle bu semte taşıdım.

2007 den beri Switt pasta-nesini işletiyorum. Fakülte

taşındığında çok büyük zarara uğrayacağım. Sonuçta Osmanbey’den buraya gelene kadar yol boyunca bütün esnafta aynı dert var. Nişantaşı yaşlı nüfusa sahip bir

semt, okul taşındığında esnaf kime hitap edecek?“

şeklinde benzer açıklama-larda bulundu.

Senelerdir fakülte öğren-cilerine hizmet vermiş olan bu esnafların konuyla ilgili düşünceleri çok net. Burası, İletişim Fakültesi onların hayatı olmuş durumda. Peki, esnaf- ların yanı sıra bu durumdan asıl etkilenecek olan öğrenciler konuyla ilgili ne düşünüyorlar?

“Fakültenin taşınması du-rumundan dolayı biz de çok endişeliyiz. Okul varsa hayat var. Fakülte taşındığında artık bizimde burada olmamızın bir anlamı kalmayacak, emekli olmayı düşünüyoruz.”

RöPORTAJLAR

4 | e-papirüs

OKUL VARSAHAYAT VAR Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin gündeminde şu günlerde son birkaç yıldır daha çok söylentiler şeklinde dile getirilmiş fakat bu yıl tam olarak gerçek anlamıyla konuşulmaya başlanan fakültenin taşınması meselesi bulunuyor.

Haber - Pınar Demir - Yeşim Karakaya

Page 7: E-Papirüs 7.Sayı

İletişim fakültesinin taşınması onları nasıl etkileyecek?

Halkla İlişkiler bölümü 2. Sınıf öğrencisi Özge Nur Şendil, “Levent’te oturuyorum benim için ulaşım çok zor olacak. Açıkçası ben taşınmasını istemiyo-rum.”

Bilişim Yüksek Lisans öğrencisi Miray Neşeli, “Ataşehir’de oturuyorum. Fakültenin burada olması aslında çok iyiydi ama ulaşım açısından sabah derslerine çoğu zaman yetişemiyorum. Haydarpaşa’ya taşınması benim açımdan iyi olur.”

Bilişim Yüksek Lisans öğrencisi Gökhan Keskin, “Bursa’da oturuyorum. Derslerimin az olmasın-dan dolayı birkaç gün okuldayım. BUDO ile İstanbul’a geliyorum. Vapurdan inip okula ulaşma mesafesi benim için problem oluyor. Haydarpaşa’ya taşınması gayet mantıklı olur. Fakülte burada binaların arasında sıkışmış durumda. Nişantaşı’nda oturan insanların çoğu burayı bilmiyor.”

Gazetecilik bölümü 3. Sınıf öğren-cisi Neziha Kartal, “Beyazıt’ta

oturuyorum. Şu anda okula gidiş gelişim daha rahat Hay-

darpaşa benim için çok daha zor olacak.”

Gazetecilik bölümü 2. Sınıf öğrencisi Gülşah Öztürk, “Zeytinburnu’nda oturuyorum. Haydar-

paşa’ya geçince Marmaray’ı kullanacağım daha rahat ola-

cağını düşünüyorum. Ayrıca 3 kampüs görmüş olacağım.”

Görüldüğü üzere öğrenciler konuyla ilgili farklı düşüncelere sahip. Fakat Kadıköy’ün Avrupa ile Anadolu yakasının ortasında deniz ve kara ulaşımına kolaylığı dolayısıyla elverişli konuma sahip olması açısından konuya daha olumlu bakanlar çoğunlukta.

Taşınmayla ilgili dile getirilen düşüncelerin yanı sıra asıl önemli olan olayın resmi boyutu. Bu amaçla Yapı İşleri Daire Başkanlığı’na İletişim Fakültesi’nin taşınma aşamasını sorduk. Mimari Bölüm’ den Yasemin Külahlı şu açıklamalarda bulundu,

“Tıp Fakültesi 7 Şubatta Haydarpaşa’yı boşalttı. Bizim hocalarla iletişim ve proje çizme aşama-mız tamamlandı.5 Martta projeler üst makama

gitmek üzere yollandı. Üst makam onaylayacak oradan da projeler en son İBB Koruma Uygu-

lama Ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB)‘e gidecek.

Projeden sonra bir ihale süreci olacak KUDEB ihaleyi onaylayıp revize edecek ona göre diğer aşamalar gerçekleşecek.”

İletişim Fakültesi’nin taşınması resmi bilgilerden de anlaşılacağı üzere şu

anda proje aşamasında gözüküyor. Fakat şüphesiz ki taşınmanın gerçekleşmesi duru-

munda yalnızca okul binası değil karşısındaki dükkanlar da tamamıyla boşalacak.

5e-papirüs |

RöPORTAJLAR

Page 8: E-Papirüs 7.Sayı

Genel olarak Osmanlı Devleti’ne, “geç modernleşmeye başlayan”, “Batı’daki gelişmeleri takip etmeyen” gibi birçok şekilde suçlama gelmektedir. Oysa Osmanlı’nın son dönemlerine bakıldığında Batı’da olup bitenden haberdar bir yönetimin olduğunu ve Batı’da ortaya çıkan bazı gelişmeleri hemen aldıklarını bazılarına da şuurlu bir şekilde mesafeli durduklarını görüyoruz. Osmanlı’ya yönelik bu bakış açıları dışında Batı’da ortaya çıkan bir teknik gelişmenin, “fotoğrafçılığın Osmanlı’daki yansıması nasıl olmuştur?” sorusu üzerine Zekai Eroğlu ile keyifli bir söyleşi yaptık. Zekai Bey, kendi arşivinden birçok fotoğrafı, belgeyi ve konuyla ilgili kitapları getirerek bize çok önemli bilgiler verdi.

HABER

6 | e-papirüs

Haber - Sinem Uysal \ Fotoğraf - Gökhan Şener

Osmanlı’da fotoğrafçılığın başlangıcı

Page 9: E-Papirüs 7.Sayı

HABER

7e-papirüs |

-Osmanlı’da ilk fotoğrafçılık ne zaman başlıyor ve devletin herhangi bir desteği var mı yoksa özel teşebbüs sonucunda mı fotoğrafçılık Osmanlı topraklarına giriyor?

1839 yılında Fransız Bilimler Aka-demisinin Daguerre’nin icadını onaylamasından sonra Osmanlı toplumsal olarak fotoğrafı ve

fotoğrafçılık hakkındaki ilk bilgiyi 28 Ekim 1839 tarihli Takvim-i Vakayı gazetesinden öğreniyor. Bundan sonra da 1840 yılında Ceride-i Havadis gazetesi ve diğerleri bunu takip ediyor. 17 Temmuz 1842 sayılı Ceride-i Havadis gazetesi bu sefer İstan-bul’a Daguerre’nin çıraklarından Kompa’nın geldiğini ve ücret mukabil fotoğraf sanatını icra edip bunu öğrettiğinden bahsediyor. Bunun yanı sıra Frederic Aguste Antoine gibi gezginlerin Osmanlı topraklarında yaptıkları Daguerreotype yolculukları da var. Bunlar fotoğrafın Osmanlı’ya fiilen geliş tarihi olarak kabul edilebilinir. Ama fotoğrafçılığın Osman-lı’ya yerleşik bir düzene geçmesi Rum asıllı Vasil Kargopulos’un 1850’de Pera’da ilk yer-leşik stüdyoyu açmasıyla başlıyor. Fakat tüm bunlar kişisel girişimlerle gerçekleştiriliyor.

Osmanlı’da fotoğrafçılığın dönüm noktası Abdullah Kardeşler diye bilinen üç Ermeni kardeş Viçen, Hovsep ve Kevork ile gerçekleşi-yor. Tabi buradaki asıl etki II. Abdülhamit’dir. 26 Haziran 1894 de Abdullah Kardeşler hak-kında hazırlanan irade var. Bu irade ile 15-16 bin kuruş olan bir harcamanın karşılanması yönünde. Bu harcamanın nedeni padişah tarafından Abdullah Kardeşlerden Amerika Kütüphanesine hediye edilmek üzere askeri özellik taşıyan yerler dışında İstanbul’un umumi manzarası ve önemli yerlerinin fotoğraflanması isteniyor. Bu irade Abdullah kardeşlere verilen para Osmanlıda devle-tin fotoğrafçılık için yaptığı destek olarak da algılana bilir. Ek olarak Abdülhamit’in Osman-lıyı fotoğraflatması İstanbul’la sınırlı kalmıyor. Padişah bunun yanı sıra Abdullah Kardeşlere Filistin, Suriye, Irak, Mısır başta olmak üzere bütün Osmanlı topraklarını da fotoğraf-lattırıyor. Ayrıca bu fotoğraflara ulaşmak isterseniz www.loc.gov/pictures adresindeki arama motoruna ABDUL-HAMID II COLLEC-TION yazıp aratmanız yeterli olacaktır.

--II. Abdülhamit’in kocaman bir coğrafyanın fotoğraflatmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Osmanlı fotoğrafçılığı dediğimizde çok fazla dışarıda çekilmiş fotoğraflar göremiyoruz. Hep kabine yani stüdyo fotoğrafı görüyoruz.

OSMANLı DEVLETİ’NDE FOTOğRAFÇıLıK

Page 10: E-Papirüs 7.Sayı

8 | e-papirüs

Abdülhamit’in bu düşüncesi olmasaydı bizim için Osmanlı sadece kâğıttan ibaret ola-caktı. Şimdi 19.yy Osmanlısına ait birçok şey görüyoruz. Modasını, mimarisini, insanlarını görüyoruz. Tüm bu gördükleriniz geçmişle gelecek arasındaki savaşı da gösteriyor. Bu sayede fotoğraflara baktıkça şehri/şehirleri nasıl değiştiğini, şehri/şehirleri nasıl değiştirdiğimizi görüyorum. Fotoğraf koleksiyonu yapanların elinde hep büyüteç vardır. Fotoğrafın en küçük detayını görmek isterler.

Ama mesela yurt dışında öyle değil. Fotoğraf makinesi herkesin elde edebileceği bir şey. Bir çocuk kendi fotoğrafını bile çekebiliyor. Ya da bir adam ofisinde kendi fotoğrafını çektiri-yor. Osmanlıda daha çok ev gibi dizayn edilmiş stüdyolar mevcut.

--Osmanlıda fotoğrafçılığın stüdyolarda yapılması halka açılmamasında bir etken olarak görebilir miyiz?

Fotoğrafçılık ilk başladığı zaman herkesin fotoğrafı çekilmiyor. Ya devlet erkânı fotoğraf

çektiriyor padişah, paşalar, devlet memur-ları ya da yurt dışından gelen devlet adamları fotoğraf çektiriyor. Bir de yurt dışından bu bölgeyi tanımak için gelen gezginler, bu böl-geyle ilgili rapor hazırlayan devlet memurları fotoğraf çekiyor. Halkın fotoğrafla çok bağlantısı yok. Bunda ekonomik nedenleri de gözetmeli-yiz. Savaşlardan yorgun düşmüş yüzyılın güçlü devletleri gözünde “Hasta Adam” olarak nitelendirilen bir devletten bahsediyoruz. Fakir bir halk var. Ama fotoğrafçıların sayısı artınca fotoğraf daha popüler bir hale geliyor. Bu süreçle zaman içerisinde de halka ulaşıyor.

--Fotoğraflar tarihi belge niteliğinde kul-lanılabilir mi?

Tabii kullanılır. Zaten çok önemli belgeler. Osmanlı’daki sadece mimari yapılar camiler, çeşmeler değil insanlarda fotoğraflanıyor. Şekerci, arabacı yoğurtçu yani sokak insanları da fotoğraflanıyor. Bu sadece İstanbul’da değil bütün Osmanlı coğrafyasında fotoğraflanıyor. Mısır’da ekmek yapan kadınlar da fotoğra-flanıyor mesela.

II.Abdülhamit Abdullah Kardeşlere Osmanlı topraklarını fotoğraflatmasaydı Osmanlı sa-dece kâğıttan ibaret olacaktı.

HABER

Page 11: E-Papirüs 7.Sayı

9e-papirüs |

Stüdyoda çekilmiş fotoğraflarda gördüğümüz o Osmanlı kadını motiflerinin çoğu aslında Müslüman Osmanlı kadını değiller. Hatta bir çoğu Müslüman kadın kıyafeti giydirilmiş Beyoğlu batakhanelerinde çalışan hayat kadınları.

HABER--Osmanlı fotoğrafçılığının bir literatürü

var mı?

Fotoğrafçılık bölümlerinde fotoğraf tarihi adında bir bölüm olarak geçiyor. Çünkü bizim fotoğrafa çok kattığımız bir şey yok. Teknikler genelde dışarıdan alınıyor ve burada uygu-lanıyor.

--Osmanlı fotoğraflarının sergilendiği bir müze var mı?

Çoğu bireysel koleksiyon durumunda. Ve bu koleksiyonlar bazı zamanlar sergiye açılıyor. Mesela Ömer Koç’un Hanedan Portreleri adında bir fotoğraf koleksiyonu var. Abdullah kardeşlerin çektiği hanedan fotoğraflarının bazıları bugün Ömer Koç’un koleksiyonunda bulunuyor. Bu koleksiyon 2011 Haziran’da Sadbek Hanım Müzesinde sergilenmişti mesela.

--Sarayın ve Şeyhülislamlın fotoğrafçılığa bakışı ne?

Fotoğrafa karşı bir tavır sergilenmiyor. Sonuçta bir yerde stüdyo açmanız dolaylı da olsa sarayın iznine bağlı. Saray size dükkân açma izin veriyorsa bu sarayında onayladığı bir şeydir. Sarayın onayladığı bir şey aynı zamanda şeyhülislamında onay-ladığı bir şeydir. Dolayısıyla fotoğrafçılığın bir sıkıntısı olmamış. 19. yüzyılda Osmanlı fotoğrafçılığına baktığımızda, Fransız Bilim-ler Akademisi 1839’da fotoğraf makinesinin icat edildiğinden bahsediyor. Vasil Kargopulo 1850 de ilk yerleşik stüdyoyu açıyor. Yani arada 11 yıllık bir zaman farkı var. Yaklaşık 20 yıl geçtikten sonrada II. Abdülhamit bütün Osmanlı Coğrafyasının fotoğraflanması için bir irade veriyor. Tabii ki de fotoğraf ve din ilişkisi değerlendirilecek olursa o dönemde şeyhülislamlara soruluyor ve “Kuran’da bunu yasaklayan bir ayet var mı?” diye soruluyor. Resmi yasaklayan bir ayetin olup olmadığına bakılıyor. Bununla ilgili fetva vs üzerinde yoğunlaşmıyorlar. Fakat şeyhülislamlık dairesi tarafından yayımlanan Ceride-i İlmiye adında bir gazete var. Onun ağustos sayısında “Bir

Müslüman’ın insan veya hayvan resmini çizmesi veya çekmesi haram olur mu ?” sorusuna olur cevabı verilmiştir. Yani şey-hülislamın yayımladığı gazete ile fotoğraf çekmenin ve asmanın haram olduğu belirtil-iyor.

Bu sayede Osmanlı toprağında yaşayan Müslümanlarla alakalı bir durum değil. Aynı durum Musevilik içinde geçerli. Bu yüzden Osmanlı topraklarında fotoğrafçılık, Rumlar ve Ermeniler arasında daha çabuk yayılıyor.

Page 12: E-Papirüs 7.Sayı

10 | e-papirüs

--Bürokraside kullanılıyor mu bu fotoğra-flar? Mesela Osmanlı içinde kimlik, anlaşma gibi belgelerde kullanılıyor mu?

Tabii ki. Abdülhamit’in Amerika’ya albüm yapmak için fotoğraf çektirmesi propaganda amaçlıdır. Bu daha sonra başka ülkeler içinde yapılıyor. Ayrıca II. Abdül-hamit’in tahta çıkışının 25. yılında mahkumları fotoğraflatıp onlar arasın-dan af edeceklerini seçmesi de bir açıdan bürokraside fotoğrafın kullanılması olarak değerlendirile bilinir. İlk za- manlarda kullanılmıyor.

--O dönemlerde oryan-talizm de çok etkin bir halde. Oryantalizm kendine Osman-lı’ya ya da daha genel olarak Doğu’ya bakışta yer ediniyor mu?

Gezginler İstanbul’u fotoğraflamak istiyor ama buradaki sosyal hayatı da fotoğraflamak istiyor. Buradaki sosyal hayatı

fotoğraflamaya çalışırken çok zorluklarla karşılaşıyorlar. Bu zorluklardan biride kadın fotoğra-fları. Sizin haddinize mi bir Müslüman kadının fotoğrafını çekmek? Ya da bir Müslüman kadının özgürlüğünde mi kendi fotoğrafını çektirmek? . Bunlar imkansız.

Stüdyoda çekilmiş fotoğra-flarda gördüğümüz o Müslüman Osmanlı kadını motifleri-nin çoğu aslında Müslüman değiller. Müslüman kıyafeti giydirilmiş Ermeniler ya da Rumlar. Tüm bu fotoğraflar Türk kadını, genç Türk kızı,

Müslüman kadın diye adlandırılıp satışa sunulsa da büyük cezalara çarptırılıyor. Çünkü Osmanlı’da bir tek kandının bile bu pozu vermesi imkânsız olduğundan kullanılan mod-eller Pera batakhanelerinde çalışan kadınlar arasından seçiliyordu. Bazı fotoğrafçılar da model bulmakta zorluk çektikleri için zaman zaman kadın giysileri için erkek modeller kul-lanırlardı.

Fakat zamanla bu algı değişti. Toplum fotoğrafla daha içli dışlı oldu. Meşrutiye-tle başlayan liberalleşme sürecinde zaman içerisinde kadınlar da yerini aldı. 1. Dünya savaşı sırasında ekonomik zorluklara düşen kadınlar, çeşitli işlerde çalışmaya başlayıp ekonomik özgürlüklerini de ele alıyorlar. Mesela Naciye Suman, eşi İsmail Hakkı Bey’in savaşa gitmesi üzerine parasızlıktan gümüş tepsisini satıyor. Ve para kazanmak için Yıldız semtindeki evinin çatı katını fotoğraf-hane olarak kullanmaya başlıyor. Kapısına da “Kadınlar Fotoğrafhanesi Naciye” yazdırıyor.

El-sual: “Bir Müslüman’ın insan veya hayvan resmini çizmesi veya çekmesi haram olur mu ?” El-cevap: “olur” bu sadece Müslümanlarla akalı değil Yahudi şeriatında da aynıdır bunun için fotoğrafçılık Rumlar ve Ermeniler tarafından geliştirilmiştir.

HABER

Page 13: E-Papirüs 7.Sayı

11e-papirüs |

Artık Müslüman kadınlar da başörtüler-ini, peçelerini çıkartarak fotoğraflarını çektiriyorlar. Belli bir süre sonra cam gözün arkasından neyin baktığı çok önemli olma-maya başlıyor.

--Osmanlıdaki haber fotoğrafları hakkında bilgi veriri misiniz?

Bu fotoğraflar kadar popüler değiller. Her gazete bunu kullanamıyor. Çünkü bunun kendine ait bir baskı tekniği var. O fotoğrafı sizin kâğıda geçirebilmeniz ayrı bir süreç istiyor. Her gün basılan bir gazete için bu maliyet karşılanamaz. Ve o günlerde savaş

var. Kâğıt, mürekkep sıkıntılı bir şekilde kul-lanılıyor. Malumat gazetesinde kullanılıyor. Dönem gazetelerinde fotoğraftan daha çok illüstrasyonlar tercih ediliyor.

--Cumhuriyet Dönemi’ne geçildiğinde fotoğrafla ilgili bir görüş değişikliği ya da yenilik oluyor mu?

Hayır. Çünkü çoğu kişi aynen devam ediyor. Mesela 3. Dereceden mecidiye nişanı olan Osmanlı sarayının fotoğrafçılarından olan Phebus Efendi Atatürk’ün portresini çekiyor. Hatta bu fotoğraflar daha sonra Birinci Emisyon Kağıt Paraların 50- 100- 500 ve 1000 Liralara basılıyor.

HABER

Page 14: E-Papirüs 7.Sayı

HABER

12 | e-papirüs

15 yıl önce kızının şizofreni hastası olduğunu öğrenen Mustafa Alper, kendisiyle aynı durumu paylaşan hasta yakınlarıyla birlikte Avrasya Şizofreni Derneği’ni kurdu. Şizofreni hastalarının bir araya getirilmesini

ve hasta yakınları arasında dayanışmayı güçlendirip, onlara rehberlik etmeyi hedefleyen derneğin en büyük amacı ise toplumda var olan önyargıları yıkmak.

Hastaların toplum içinde yaşamasına katkıda bulunan Avrasya Şizofreni Derneği, haftanın altı günü birbirinden farklı etkinlikler düzenliyor. Almanca, İngilizce, Osmanlıca gibi dil kurslarının yanı sıra ahşap boyama kursları veren dernek, hastalar tarafından oluşturulan Türk sanat müziği korosuyla konserler verirken daha pek çok farklı etkin-liğe imza atıyor. Dernekte haftanın iki günü drama

KADıKÖY’DEKİ

HAYAT AğACı

2010 yılının Haziran ayında kurulan Avrasya Şizofreni Derneği, şizofreni hastaları için ikinci bir ev işlevi görüyor. Sembol olarak ise hayat ağacını seçen bu dernek kapılarını tüm şizofreni hastalarına ardına kadar açıyor.

Fotoğraf- Münire Karabulut

Haber - Merve Bavra

Şizofreni hastalığı, kişiyi dış dünyadan kopararak kendi iç dünyasında yalnızlaştıran ruhsal bir hastalık olarak biliniyor.

Page 15: E-Papirüs 7.Sayı

çalışması yapılırken, cumartesi günleri gönüllü psikolog Yelda İbadi hastalarla terapi gerçekleştiriyor. Şizofreni Dernekleri Federasyonuna bağlı olan dernek, yeni kurulmuş olmasına rağmen olumlu tepkiler alıyor.

Şizofreni hastalığı, kişiyi dış dünyadan kopararak kendi iç dünyasında yalnızlaştıran ruhsal bir hastalık olarak biliniyor. Sadece ilaç tedavisinin yetmediği bu hastalıkta sosyalleşmenin tedaviye katkısı kanıtlanmıştır. Derneklerin şizofreni hastaları için önemini ve Avrasya Şizof-reni Derneğini, derneğin kurucusu aynı zamanda şuan derneğin başkanı olan Mustafa Alper ile konuştuk. Kızının hastalığından dolayı eşiyle zor zamanlar geçirdiğini anlatan Mustafa Bey, derneklerinde yapılan etkin-liklerin hasta üzerindeki etkisini en iyi gözlemleyen insanlardan biridir. Alper, Avrasya Şizofreni Derneği’nin hastalar üzerindeki olumlu etkilerini

“ Dernekte faaliyet geçekleştirilmese bile, hastalar burayı arkadaşlarıyla buluşma merkezi olarak düşünüyor. Hastalığın ilk evresinde bireyin bırakın evden çıkmasını, odasın-dan çıktığını göremezsiniz. 8-9 sene evinden çıkamayıp da dernek alışkan-lığını kazandıktan sonra her gün tek başına gelen dernek üyelerimiz var. Hastalıkla birlikte hastada ve ail-esinde özgüven eksikliği başlıyor ve toplumdan dışlanıp asosyalleşiyorlar. Bizim kültürel etkinlikler yapmamızın asıl sebebi, onların sosyalleşmesini sağlamak. Verilen emeğin karşılığını almak bizi çok mutlu ediyor. Dernek onların hayat ağacı.” sözleriyle ifade etti.

Dernek, sürekliliğini sağlamak için üyelerden cüz’i bir miktar alıyor. Ancak toplumdan gerekli ilgiyi ve yardımı göremediği için maddi açıdan birçok sorunla karşılaşıyor. Mustafa Bey derneğin maddi sıkıntılarını “Buranın tüm giderleri dernek üyeleri tarafından karşılanmaya çalışılıyor. Üyelerden ayda 50 lira gibi sembolik

HABER

13e-papirüs |

“DERNEKLER ONLARıN HAYAT AğACı”Şizofreni, düşünüş, duyuş ve davranışlar-da bozuklukların görüldüğü ruhsal bir hastalıktır. Görülme sıklığı, genel nüfuzda %0,5-1’dir. Genellikle erken yaşlarda ortaya çıkan hastalık, kadın-larda 26-32, erkeklerde 20-28 yaşlarında görülmektedir. Sebebi henüz kanıtlanamamış ve farklı türlere ayrılan hastalıkta, biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkisi bulunmaktadır.Şizof-renide yaşam süresi genel polülasyona göre %20 daha kısayken, intihar oranı %10’dur.

SizofreniNedir?

Page 16: E-Papirüs 7.Sayı

14 | e-papirüs

HABERbir ücret alınıyor. Ancak başka herhangi bir yerden destek

alamıyoruz. Devlet tarafından açılması gereken rehabil-itasyon merkezleri yetersizken bizler dernek olarak bu amaçla açılıyoruz. Ancak devlet bizi ticari bir yer gibi görüyor ve bizden stopaj talebinde bulunuyor. Ekono-mik sıkıntıları her zaman çekiyoruz. Derneğimizin durumu iyi olsa, iki katlı hastaların daha rahat edebi-leceği bahçeli bir yer alırdık” sözleriyle belirtti.

Şizofreni hastalığına karşı toplumda var olan önyargılar herkes tarafından biliniyor. Toplumun saldırgan ve zararlı sıfatlarıyla damgaladığı şizofreni hastaları, aslında şiddet ve saldırganlığın nedeni değil, kurbanı durumundalar.

Hastaların yanı sıra aileler de bu hastalığı neredeyse birebir yaşıyor. Dernek başkanı Mustafa Bey, toplumdaki dış- lamaların görsel ve yazılı basındaki ötekileştirmeler- le oluşturulduğuna dikkat çekerek “Bizler damdan düşen insanlarız. Damdan düşenler, düşenlerin halin-den anlar. En çok şikâyet ettiğimiz konulardan bir tanesi de haberlerde ‘bir şizofreni hastası annesini kesti, babasını öldürdü’ gibi haber yazıları. Bu tarz haberlerin toplumda olumsuz bir algı oluştur-duğuna dair telefon açıp gücümüzün yettiğince haber merkezlerini uya- rıyoruz. Dünyada suç oranları sıralamasında şizofreni hastaları son sırada yer alıyor. 750 bin şizofrenin %5’i kriz geçird-iğinde saldırganlık gösteriyor. Aslında onlar bir karıncayı bile öldüremezler. Hepsi çok duy-gusal insanlar.” dedi.

ADı KONMUŞ !

Page 17: E-Papirüs 7.Sayı

15e-papirüs |

HABER

“YETERSİZİZ!”

Devlet bizi ticari bir yer gibi görüyor ve bizden stopaj talebinde bulunuyor. Ekonomik sıkıntıları her zaman çekiyoruz. Derneğimizin durumu iyi olsa, hastaların daha rahat edebi-leceği iki katlı, bahçeli bir yer alırdık.

Türkiye’de yaklaşık 750 bin şizofren hastasıyla bu hastalıktan etkilenenlerin -hasta yakın-larıyla birlikte- 3 milyon olduğu tahmin ediliyor. Çoğu insanın adını bile duymadığı bu hastalık ile ilgili insanların bilinçlendirilmesi gerektiğini ve bazı konularda yetersiz kalındığını söyleyen Mustafa Bey, “Hastalık genç yaşta başladığında o hastalar derneklere kendi başlarına gelip gidemi-yorlar. Bu konuda çok yol kat etmemize rağmen

almamız gereken daha çok yol var. Tabiri caizse kaplumbağa hızıyla yol alıyoruz. Bu konuda Türkiye’de Sağlık Bakanlığı içerisinde devletin çalışmaları çok yetersiz. Yeni yeni adımlar atıl-masına rağmen hala eksiğiz. Her şeye rağmen atılan her bir adım bizi mutlu ediyor. Bu konuda umutlu olmak istiyoruz. Özellikle gönüllü genç kardeşlerimizi bu işin içine sokmaya çalışıyoruz. Çünkü onların enerjileri çok yüksek ve bu işe din-amizm getirecekleri belli. Herkese kapımız açık “ ifadeleriyle dileklerini dile getirdi.

Page 18: E-Papirüs 7.Sayı

Kırsal ile şehir arasında kalan bir köy:

Soğuk bir Ocak sabahının 4’ünde, Trabzon’da bana ev sahipliği yapacak olan Gökhan ile birlikte Mecidi-yeköy’den yola çıkıyoruz. Saat 6’da kalkacak uçak için erkenden havaalanına ulaşıyor, uçağımızın kalkış saatini beklemeye başlıyoruz. Bir saati aşkın süren yolculuğumuzun ardından, Trabzon’a varıyoruz. Uçaktan indiğimizde bizi ilk karşılayan, Karadeniz’in rengini gri gökyüzünden almış hırçın suları ile şehrin dört bir yanını saran yemyeşil sonsuz bir tabiat oluyor.

MARNA

GEZİ YAZILARI

16 | e-papirüs

Haber \ Fotoğraf - Abdulkadir Günyol

G ezimizin ilk günü için, yorgun ve uykusuz olduğumuz için dinlenmeye karar veriyoruz. Vakfıkebir ilçesine bağlı olan Marna köyündeki tek katlı

müstakil eve vardığımızda ilk iş olarak kuzineyi yakıyor ve dinlenmeye çekiliyoruz.

Vakfıkebir’deki gezimize ilk olarak şehir merkezini turlayarak başlıyoruz. Her sokakta muhakkak bir tane bulunan kahvehanelerden bir tanesine oturup çay söylüyoruz. Ancak burada çay söylemenin bile bir kültürü var. Herhangi bir kahvehanede çay istediğinizde size zibilli mi yoksa zibilsiz mi diye soracak-

lardır. Eğer Trabzon’a ilk defa geldiyseniz, bunun ne anlama geldiğini sormak zorundasınız. Ben de sordum ve öğrendim: Zibilsiz çay, süzgeç kul-lanılarak ikram edilen, zibilsiz ise süzgeçsiz olanı. Bunun ne önemi var demeyin, burada çay içmenin yaygın şekli, çayın hası dedikleri zibilli çaydır.

İlçe merkezindeki kısa gezintiden sonra, tekrar köye çıkıyoruz. 1 saatlik bir yürüyüşün ardından vardığımız köyün girişindeki TOKİ yapıları, adına köy dediğimiz Marna’yı küçük bir kasabaya çevirmek için girişilmiş kötü bir denemeye benziyor. Bir araba yolu ile ikiye ayrılmış olan köyün bir yanı bahçeleri, tavukları,

İLK İZLENİMLER MARNA KÖYÜ’NDEKİ “BİR ACAYİP TOKİ EVLERİ”

Page 19: E-Papirüs 7.Sayı

GEZİ YAZILARI

17e-papirüs |

Burada çay söylemenin bile bir kültürü var. Herhangi bir kahvehanede çay istediğinizde size zibilli mi yoksa zibilsiz mi diye soracaklardır.

Page 20: E-Papirüs 7.Sayı

fındıklıkları ile geleneksel bir köy görüntüsünü yansıtırken, yolun 5 metre karşısında yer alan TOKİ binalarının bulunduğu bölüm, klasik bir şehir hayatı tarzının Marna’ya dayatılmış kötü bir örneğini sergiliyor.

Marna’nın köy olan bölümünde bulunan insanlar, gündüzleri bahçeleri ile uğraşıp akşamları evlerinin önlerinde komşuları ile çay içerken, karşı taraf gündüzlerini de gecelerini de apartman dairelerinde geçiriyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre TOKİ’de evi olmasına rağmen birçok insan da TOKİ’deki evlerinde oturmayı tercih etmeyip, geleneksel köy hayatını yaşamaya devam ediyormuş.

Trabzon’un geneline sirayet etmiş, bu çirkin yapılaşma modası, sadece geleneksel Karade- niz evlerini değil, aynı zamanda nevi şahsına münhasır olan bir hayat tarzını da tüketmeye başlamış. Trabzon’u Trabzon yapan ve artık ne kadar uğraşılsa geri döndürülmesi imkânsız olan bir hayat tarzını.

. ...Trabzon’da mimaride ve konutlaşmada yaşanan hızlı ve tahrip edici değişime rağmen, Trabzonluların taviz vermediği şeylerde var. Bunların en başında Karadenizin birçok

bölgesi ile benzerlik de gösteren Trabzon mutfağı. Trabzon mutfağına ismi, Vakfıkebir ilçesi ile özdeşleşen ekmek ile başlamak isa-betli olur. Bir zamanlar adına festivaller de düzenlenen bu ekmek, yöresel mamullerle taş fırınlarda pişirilip, isteğe göre dilimlenerek de satılabiliyor. Uzun süre bayatlamayan ekmek, Özellikle yaylalara çıkan insanların uzun süren yolculuları esnasında tüketebilmesi için hazır-lanıyormuş. Biz de Trabzon’a vardığımız ilk gün aldığımız bir Vakfıkebir ekmeğini; iki kişi, aradan günler geçmesine rağmen bitirememiş-tik.

Mısır unu, balık ve tereyağının da çok önemli rol oynadığı bu mutfağın favori yemeği ise mıhlama. Gezimizin son günün de, Medine Hala’nın da bize ikram ettiği mıhlama, hayatımın bundan sonraki kısmında da kolay kolay vazgeçemeyeceğim bir lezzet. Mısır unu, peynir ve tereyağı ile yapılan bu yemek, belki ilk yediğinizde ağır gele-bilir; ancak eğer Trabzon’da iseniz, her günde yeseniz bıkmayacağınız, bıkamaya-cağınız bir lezzet olacak.

Mıhlama gibi, Trabzonlu-ların balığa olan düşkünlükleri

GEZİ YAZILARI

18 | e-papirüs

TRABZON MUTFAğıNıN VAZGEÇİLMEZLERİ: MıSıR, HAMSİ, TEREYAğı VE VAKFıKEBİR EKMEğİ

Bir araba yolu ile ikiye ayrılmış olan köyün bir yanı bahçeleri, tavukları, fındıklıkları ile geleneksel bir köy görüntüsünü yansıtırken, yolun 5 metre karşısında yer alan TOKİ binalarının bulunduğu bölüm, klasik bir şehir hayatı tarzının Marna’ya dayatılmış kötü bir örneğini sergiliyor.

Page 21: E-Papirüs 7.Sayı

herkesçe bilinen bir gerçek. Trabzonluların özellikle hamsiye olan sevgilerini anlatmayı ise üstad Evliya Çelebi’ye bırakıyorum:

“Balığın (Hamsi) çıkışını tellâllar halka haber verirler. Tellâlların bir çeşit boruları vardır. Bir kere su urunca, ‘Ahça çomakla bir mendil hamsi ver’ diye ince sırmalı mendillere balığı koyup giderler. Balığın suyu akarak giderken, bazıları suyun aktığına acıyarak, ‘Bre balığın suyunu akıtıyorsun. Suyuna bir pilavcık sallasana’ diye şaka ederler. Aynı zamanda şu beyitleri de söylerler: “Trabzondur yerümüz, Ahça tutmaz elümüz, Hamsi paluk olmasa, Nice olurdu halumuz”.

............................................................... ......................................................

Trabzon’da her evde, her kahvede velhasılı her sohbet meclisinin

bir numaralı konusu futboldur. Birçok gencin amatör takım-larda forma giydiği şehirde, amatör küme maçları da dahil olmak üzere Trabzon şehrinin bütün takımları büyük bir tutku ile takip ediliyor.

Özellikle Trabzonspor üze- rine yoğunlaşan bu fanatiklik

düzeyine varan ilgi, İstanbul takımlarına duyulan düşmanlığa da neden olmuş. Başta Fenerbahçe olmak üzere, diğer İstanbul takımları da burada pek hoş karşılanmıyor.

Trabzondaki son günümde ise 10 gündür beklediğimiz yağmur sabahın erken saatlerinde yağmaya başladı. Biz de Trabzon’daki son günüm olmasına rağmen bu yağmurlu havayı değerlendirmek için, köyümüzün yanı başındaki ormanda ufak bir gezinti yaptık. Sisten dolayı gözün gözü görmediği ormanda, yaptığımız 2 saatlik gezi Trabzon gezimin en zevkli kısmıydı.

Gezinin ardından eve döndüğümüzde eşyalarımı hazırlayıp tekrar Vakfıkebir şehir merkezine indik. Bizden misafirperverlikler-ini esirgemeyen, Medine Hala, Tayfun abi ve Gökhan ile de vedalaştıktan sonra uçak ile geld-iğim Trabzon’dan otobüs ile ayrıldım.

Son olarak ise meraklılarına Doğu Karadeniz topraklarından neşet etmiş bir kaç güzel müzik eserini tavsiye etmek isterim:

Apolas Lermi-Mezira, Marsis-Macven Guri, Karmate-Skan Maskvama, Ayşenur Kolivar-Yay-lalar, Gökhan Birben-Yüksek Dağlara Kar Var...

GEZİ YAZILARI

19e-papirüs |

Uzun süre bayatla-mayan ekmek, Özel-likle yaylalara çıkan insanların uzun süren yolculuları esnasında tüketebilmesi için hazırlanıyormuş.

TRABZON DEMEK TRABZONSPOR DEMEKTİR

TRABZON’DA SON GÜN

Page 22: E-Papirüs 7.Sayı

20 | e-papirüs

HABER

Fatih’ e bağlı Süleymaniye semti adını 16. yy. Osmanlı padişahı Sultan Süley-man’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Camii ve külliyesinden

alıyor. Semt camii ve külliyenin yanı sıra, el yazması eserlerin bulunduğu Süleymaniye Kütüphanesi, Kanuni’nin görkemli türbesi, Mimar Sinan’ın mütevazı türbeleri ve Süley-maniye hamamına ev sahipliği yapıyor.

Süleymaniye 24.05.2006 tarihli resmi ilanla İstanbul büyükşe-hir bünyesinde kentsel dönüşüm projesine dâhil oldu. Tarihi ahşap evlerin eskiyen yüzünü yeniden canlandırmak amacıyla yapılan projenin aslında pek de başarılı olduğu söylene-mez.

Bu konu üzerinde uzun süredir çalışma-lar yapan Dr.Alev Erkilet “Süleymaniye’yi Yeniden Tasarlamak: İmkânlar, Zorluklar” adlı yazısında da bu konuya değiniyor.

“İmalathanelerden ticaret erbabına, kamuoyu önderlerine kadar tüm kesimler bölgelerinin ev/iş yerlerinin geleceği ile ilgili olarak kendilerine yeterli bilgi verilmediğini düşünüyorlar. Yenileme ve koruma projeler-inin bölgeyi insansızlaştırmasına ya da diğer

bir deyişle bölge sakinlerini yerin-

den edip onların yerine başkalarını

getirmesine yönelik tepkiler de araştır-manın diğer bir önemli bulgusu olarak ortaya çık-maktadır. Esnaf “ t u r i s t i k l e ş m e ” çabalarını destek-liyor ama kendi

eskisi gibi yap

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından çeşitli semtlerde yenileme ve dönüşüm projeleri başlatıldı. Bunlardan biri de İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Süleymaniye.

Haber - Pınar Demir / Yeşim Karakaya

Ya satya da

Page 23: E-Papirüs 7.Sayı

HABER

21e-papirüs |

meslek alanlarında dönüşüm gerektirse bile sürecin içinde yer almak istiyor.

Restorasyonların nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğine dair görüşler de, üzerinde durulmaya değer bir bulgu olarak öne çık-maktadır. Katılımcılara göre, kamu/belediye, tarihî binaların sahiplerine projesini vermeli, restorasyon için imkânı olmayanlara kredi sağlamalı, buna rağmen satmak isteyenlerin mülklerini satın alma yoluna gitmelidir. Projelerin bölgede ciddi bir rantın doğmasına yol açtığı, bu rantın bölge dışı aktörleri cez-bettiği ve süreç içinde bölge halkının ve mülk sahiplerinin aleyhine olabilecek gelişmeler ortaya çıktığı hususu, odak grupların ve derin-lemesine mülakatların pek çoğunda karşımıza çıkan ortak bir bulgu oldu.”

Semtin hem muhtarı hem de dönüşüm projesiyle ilgili sitenin danışma kurulu üyesi olan Cuma Karadağ da kentsel dönüşüm proje-siyle ilgili olarak şunları söyledi: “ İlk başta 2 tane zabıta memuru geldi. Belirli bir zaman verildi ya satacaksın ya da yapacaksın denildi. Fakat 2006’dan beri saysan 13-14 bina ancak yapıldı.”

Dönüşümle ilgili orada yaşayanlar kadar işletme sahipleri yani esnaflar da çok büyük zarar gördü ve hala görmeye de devam ediy-orlar. Semt esnaflarından Çay ocağı işletmecisi Abdullah Bodur, “Buraları yapacağız diye satın aldılar bazı yerlere m2 sine 1000 TL verdiler. Devlet destek veriyor dendi ama vermediler. Bize ya satacaksın ya da eskisi gibi yapacaksın diyorlar.” şeklinde konuştu.

Anlaşıldığı üzere semt sakinlerinden alınan bilgilere göre projeyle ilgili gelenler onlara sadece 2 seçenek bırakıyor: “ya sat, ya da eskisi gibi yap”

Aslında konuyla ilgili asıl bilgi vermesi gereken ise çalışmaları yürüten Fatih Beledi-yesi.

Süleymaniye İmar İşleri Koordinatörü Yazgülü Altundağ, projeyle ilgili şu açıklam-

alarda bulundu: “ Uygulama projelerini yürütüyoruz sonra yapımına geçilecek.39 adanın 23 tanesinin restorasyonları onay-landı, yıkım gerçekleşti ve 5 ada yapıldı. Kamulaştırma devam ediyor, ödemeler yapılıyor.”

“Projeler kurula gidip geliyor. Kurula proje gidince süresini beklemek zorundasın elim-izde 2 yıldır bekleyen proje var. Biz yardımda verdik bir zorluk çıkmadı, zorlama asla olmadı. Zaten kamulaştırmanın meblağını mahkeme belirliyor.”

Yenileme ve koruma projelerinin bölgeyi insansızlaştırmasına ya da diğer bir deyişle bölge sakinlerini yerinden edip onların yerine başkalarını getirmesine yönelik tepkiler de araştırmanın diğer bir önemli bulgusu olarak ortaya çıkmaktadır.

“GÖRÜNÜRDE BİRŞEY YOK”

Page 24: E-Papirüs 7.Sayı

22 | e-papirüs

Belediye yetkilerinin yaptığı açıklamalar ile yaşayan halkın açıklamaları birbirini tut-muyor.

Şimdilerde kentsel dönüşümün başka bir yüzünü görüyor; Süleymaniye sokakları, evleri ve insanları. Hukuken yapılması uygun olan projenin göz ardı ettiği ise o bölgede bir yaşamın olduğuydu. Hacı Gıyaseddin Sokak sakinlerinin sabaha evlerini yıkmak için gelen vinçlerin sesiyle uyanmaları bu durumu açıkça ortaya koyuyor.

Şimdilerde Süleymaniye’nin kentsel dönüşümü, proje yetkilileri ve orada yaşayan halk arasında yaşanan anlaşmazlık sebebiyle durmuş görünüyor. Semt sakinleri evlerini ederinin altında satın almak isteyen yetkililere tüm güçleriyle direniyor. Çalışmaların tekrar

ne zaman başlayacağı için ise kesin bir tarih yok.

Süleymaniye semti kentsel dönüşüm pro-jelerinin başladığı 2006 yılından beri eski turistik değerini kaybetmiş gibi görünse de içinde barındırdığı eserleriyle halen yaşamaya devam ediyor.

Süleymaniye sokakları geçmişe özlem duy-anlara adeta bir hediye gibi. O zamanlardaki yaşanmışlıkları hissettirecek kadar gerçek. Ayrancı Sokak ta bu tarihi dokunun izlerini taşıyan yerlerden biri. Cumbalı evleri, Arnavut kaldırımlı yollarıyla insanları geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor. Süleymaniye‘nin içler-ine doğru yürüdüğümüzde ‘ yaşasın mahalle

Şimdilerde Süleymaniye’nin kentsel dönüşümü, proje yetkilileri ve orada yaşayan halk arasında yaşanan anlaşmazlık sebebiyle durmuş görünüyor. Semt sakinleri evlerini ederinin altında satın almak isteyen yetkililere tüm güçleriyle direniyor. Çalışmaların tekrar ne zaman başlayacağı için ise kesin bir tarih yok

KARıŞ KARıŞ SÜLEYMANİYE

HABER

Page 25: E-Papirüs 7.Sayı

23e-papirüs |

kültürü yaşıyor’ dedirtecek man-zaralar karşınıza çıkıyor. Bir apartman ucundan diğer uca uzanan çamaşır ipi, sokak önlerinde oynayan çocuklar, el işlerini yapan teyzeler görülmeye değer.

Süleymaniye Külliyesi içinde bugün İstanbul müftülüğü olarak hizmet veren, Osmanlı döneminin şeyhü-lislamlık makamı da bulunuyor. Bilhassa makamın burada olması sebebiyle 16.yüzyılın ikinci yarısında ilmiye sınıfına mensup kişiler konak-larını burada toplamış durumdaydı. Cami ve Külliye çevresi âlimler semti halini almıştı.

Günümüzde Süleymaniye asli doğasını kaybetmiş durumda. 12 Eylül’ün ardından yaşanan göç dal-gaları, semtin demografik yapısını değiştirdi. Önceleri seçkin ve zengin zümrenin mekânı olan şimdilerde yoksul kesimin yerleşim yeri durumundadır. Göç edenler arkalarında yaşanmışlıklarını bıraksa da şanslı olanları boynu bükük halde yaşamlarını sürdürüyor.

ÂLİMLER SEMTİ SÜLEYMANİYE

HABER

Page 26: E-Papirüs 7.Sayı

'La Descarga'

24 | e-papirüs

Yalnızca kulağa hitap etmekle kalmayıp, müthiş enerjisi ve neşesiyle dinleyenlerini aynı zamanda da eğlendiren La Descarga; kelime anlamı olarak 60’lı yılların salsası, jam session’ı yani içimizdeki kurtları döküp eğlenmek demek. Kısacası grup, adından da kendini belli eden bir enerjiye sahip.

Luis Ernesto Gomez, Fransa doğumlu aslen ise Kübalı uluslararası bir tumba ustası. Gomez, müziği kendisi gibi perküsyon sanatçısı babasın-dan öğrenirken, profesyonel olarak müziğe 16 yaşındayken atıldı.

Gülseren Yıldırım Gomez; ses sanatçısı, perküsyoncu ve dansçı. 6 yaşındayken ailesi-yle Paris’e yerleştiler. Dilini kaybetmemek için üniversitede Türkoloji bölümünü okurken, aynı

zamanda lirik şan dersleri de aldı. Müziğin ve perküsyonun çocukluğundan beri hayatında old-uğunu belirten Gülseren, “Müzik ve dans hep birinci sırada oldu benim için. Luis’den önce farklı gruplarla da çalıştım, albümlerim oldu. Profesyonelleşmek için eğitim almaya karar verdim. Güzel profesörlerle tanıştım. Bu benim için çok önemliydi.” sözleriyle müziğin hayatın-daki önemini vurguluyor.

'La Descarga'

La Descarga; Latin Amerika’dan yola çıkarak, Afrika ve Avrupa’nın ezgilerini birleştiren bir müzik topluluğu.

SAHNEDE DOğAN AŞK

HABER

Haber - Asel Uğurbil \ Fotoğraf - Hatice Özbay

Page 27: E-Papirüs 7.Sayı

25e-papirüs |

Luis ve Gülseren Gomez çifti 15-16 sene önce Paris’te bir caz kulübünde sahnedeyken tanıştılar. Gülseren tanışmalarını “Luis tumba çalıyordu, ben ise darbuka. Perküsyon sayesinde birbirimize aşık olduk.” şeklinde anlatıyor. Bütünüyle müziğin içinde olan Gomez ailesinin en ufak üyesi ise 17 aylık Tan Alejandro.

PARİS’TEN İSTANBUL’A

Gülseren’i ilk olarak 2005 yılı Eurovision Yarışması’nda Türki-ye’yi temsil eden Rimi Rimiley parçasıyla tanıdık. Yarışma sayesinde Türkiye’ye dönen Güls-eren, seçilmesinin onun için olan önemini “Bana çok güzel bir trambolin oldu.” cümleleriyle dile getiriyor.

Avrupa’yı gezen Luis-Güls-eren Gomez, Kombiyaturka ve Gülseren albümlerini çıkarttı. Gülseren albümü Fransa’da ödül kazandı, Kumbiyaturka albümü ise İstanbul’da çıktı.

HABER

Page 28: E-Papirüs 7.Sayı

26 | e-papirüs

NEŞELERİNİN SıRRı ‘KONSER RİTÜELLERİ’La Descarga konserleri gör-

meden anlaşılamayacak bir enerjiye sahip. Grup, tüm ele-manları ile konser boyunca neşeli ve enerjik bir perfor-mans sergiliyor. Müziklerin yanı sıra grup, özellikle dansçı Ayşegül Erman’ın dansları ile dinleyenleri kıpır kıpır bir eğlenceye davet ediyor. İşte bu eğlencenin sırrı konser öncesi ritüeli. Sahneye çıkmadan önce bir araya toplanılarak dua ile başlayan ritüel, pozitif enerjilerin yol-lanması ile devam ediyor. Kostümlerinin en önemli parçası kırmızı ayakkabılara dikkat, Latin kültüründen gelen kırmızı bir enerji sem-bolüdür. Bu ayakkabılar en çok da perküsyoncu-lar için önemlidir. Gülseren Gomez, “Ayaklarımızdan gelen o enerji bizi yükseltsin, güzel bir an yaşayalım. Her sahneye çıkışımız unutul-maz olsun istiyoruz.” diyerek kırmızı ayakkabıların önemini vurguluyor.

Page 29: E-Papirüs 7.Sayı

27e-papirüs |

Çilli Bom adlı albüm aslında 11. albümleri. Daha önce gerek başka projelerle gerekse kendi çalışmaları ile albümler çıkart-tılar. Geçtiğimiz yıl içinde çıkan Çilli Bom albümünde Dizzy Gillespie, Tito Puente, Chano Pozo, Jacques Brel, Elis Regina, Michael Jackson ve James Brown gibi san-atçıların parçalarının La Descarga yorumu ile grubun kendine ait parçaları yer alıyor.

Luis Ernesto Gomez bundan sonra yeni bir albüm çıkaracaklarını ama bunun dijital albüm olacağını belirtiyor.

“Sadece iyi bir müzisyen olmak değil, iyi bir insan olmak da önemli”

Grup, içinde her biri birbirinden yetenekli bir çok müzisyeni barındırıyor.

İşte o insanları tanıyalım; başta kurucuları Luis Ernesto Gomez ve Gülseren Yıldırım Gomez ve grubun tamamı olmak üzere, Samad Kamali (Piyano), Alper Kılıç (Bas Gitar), Kerem Kırca (Timbal, Cajon), Sinan Keskin (Saksafon), Semih Sural (Trompet), Riccardo Marenghi (Bongo-Campana), Deniz Biber (Geri Vokal), Can Magreavila (Geri Vokal) ve Ayşegül Erman (Dansçı).

ACHıLıPU ÇİLLİ BOM

Page 30: E-Papirüs 7.Sayı

SPORASLANTARAFTARıN SESİ

28 | e-papirüs

SPORASLAN

HABER

Page 31: E-Papirüs 7.Sayı

Sporaslan.com yöneticileri ile spor medyası ve yeni gelişen taraftar haberciliği hakkında bir söyleşi yaptık. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu Erdi Yılmaz ve Marmara Üniversitesi Kimya bölümü öğrencisi Adem Arslan’ın da aralarında bulunduğu beş arkadaşın kurduğu SporAslan yayın hayatına yeni başlamasına rağmen emin adımlarla ilerliyor.

29e-papirüs |

Okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Erdi Yılmaz, sitenin proje koordi-natörüyüm ve aynı zamanda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezu-nuyum. Adem Arslan Marmara

Üniversitesi kimya öğrencisi, sitenin genel yayın yönetmeni, Mert Öncü, Kadir Has Üniversitesi sinema-televizyon öğrencisi, sitenin proje müdürü, Arda Erden, Dumlu-pınar Üniversitesi işletme mezunu, sitede geliştirici görevini yapmaktadır, Aydın Arslan, Kocaeli Üniversitesi Fizik öğrencisi, sitede haber müdürü olarak görev almaktadır.

SporAslan fikri nasıl ortaya çıktı? Genelde genç yaşta yeni mezun öğrenciler ulusal medyada yer bulmaya çalışır ama siz bir arkadaş grubu olarak kendi işinize sahip olmak istediniz? Nasıl gelişti bu fikir sizde?

Spor ve internet haberciliğine ilgimiz vardı zaten çocukluğumuzdan beri sporun her alanıyla ilgilenen arkadaşlardık. Galatasaray taraftarı olmamızdan dolayı böyle bir işe giriştik. Bizi cesaretlendiren şey de bu alanda Galatasaray taraftar medyasının az olmasıydı. Osmanlı çadırda kuruldu biz de otobüs durağında kurulduk diye-biliriz. Hepimiz liseden beri arkadaşız. Liseden beri kendi işimizin sahibi

olmak istiyorduk. Mesela Beşiktaş’ın gerçek-ten güzel işleyen bir taraftar haber sitesi var Fenerbahçe’nin de bu bağlamda forum sitesi var ama bizde her şeyi bulabileceğimiz aile ortamı olan bir site yoktu.

Neden spor gazeteciliği?

Neden spor gazeteciliğinden ziyade neden Galatasaray gazeteciliği dediğimizde aslında daha iyi bir soru bizim için. Spor gazeteciliği

Haber - Emirhan Uysal \ Fotoğraf - Gökhan Şener

Galatasaray taraftarı olmamızdan dolayı böyle bir işe giriştik. Bizi cesaretlendiren şey de bu alan-da Galatasaray taraftar medyasının az olmasıydı.

“OSMANLı ÇADıRDA BİZ DE OTOBÜS DURAğıNDA KURULDUK”

HABER

Page 32: E-Papirüs 7.Sayı

30 | e-papirüs

ayrı bir kapsam, bizim açımızdan geniş çaplı bir spor gazeteciliği yapmak yerine Galatasaray taraftarına yönelik aile ortamı sunan bir gazete oluşturmak istedik. Tüm taraftar-larımızın Galatasaray’ı buradan takip edeceği bir ortam oluşturduk. Daha yeni başladık. Spor gazeteciliği bizim gönül verdiğimiz bir alandı. Daha önce de bu tip deneyimlerimiz oldu.

Galatasaray’ı tercih sebebiniz sadece taraftarı olmanız mı? Zorlukları elbette vardır ama bu şekilde bir taraftar haberciliği-nin avantajları ya da dezavantajları nedir?

Galatasaray internet medyasında bir boşluk gördük. Fanatik Galatasaraylı oluşumuz da bizi bu yola itti. Galatasaray’ın medyada bir boşluğu var. Spor haberciliği dendiğinde ülkemizde samimi olmayan, içten olmayan daha uydurma haberler şeklinde ilerleniyor. Biz daha samimi daha doğru haber peşinde yürüyen bir site olacağız. Önümüzdeki gün-lerde özel haberlerimiz ve röportajlarımızla Galatasaraylılara bilgi vermeye çalışacağız. Zorlukları da var, mesela haber kaynaklarımız çok kısıtlı bu kaynakları en doğru şekilde kullanmaya çalışıyoruz. İlerleyen günlerde sahada arkadaşlarımız olacak direk kulübün içinden bilgi almaya çalışacağız.

Ülkemizde bu iş biraz daha zor, yani futbolcular, teknik direktör, yönetim dışa kapalılar. Futbolcular ve yöneticiler halktan uzak, biz de biraz taraftara futbolcu-ları yakınlaştırmaya çalışacağız. Amacımız yalan transfer haberi yapıp para kazanmak değil. Taraftar doğru haberi alsın, sitemizde vakit geçirsin istiyoruz. Genel olarak sitede Galatasaray hakkında ne varsa bulunabi-lecek. Bizim farkımız özel haberlerde ortaya çıkacak. Antrenman sahasının içinden, bas-ketbol parkesinin üzerinden, saha içinden, yönetim içinden sürekli özel haber yapmaya çalışacağız. Sadece futbol değil diğer bütün branşlardan bilgi vereceğiz.

Bildiğim kadarıyla yayın hayatınıza yeni başladınız. Ne zamandan beri faal olarak çalışıyorsunuz? Diğer kulüplerin bu tür haber siteleri nasıl çalışıyor?

Şubat ayında kuruluşumuzu gerçekleştirdik, 3-4 haftadır da faal olarak çalışmalar yapıyoruz. Birkaç hafta içersinde de bütün projelerimizi gerçekleştirmeye başlayacağız. Özel haber ve röportajlar ve anında haberlerle ilgili çalışmalar yapacağız. Diğer kulüplerin de taraftar ve haber sitelerini inceledik. Hoşu-muza giden bütün taraftar sitelerini örnek olarak aldık. Türkiye’de taraftar sitesi bazında aktif olarak kullanan birkaç site var ve genel olarak sadece futbol üzerine haber yapıyorlar. Biz yapılmayanı yapmaya çalışacağız. Okuyucu

“SPOR HABERCİLİğİ UYDURMA HABERLERLE İLERLİ-YOR”

HABER

Page 33: E-Papirüs 7.Sayı

31e-papirüs |

futbol okumak istiyor doğrudur ama bu kadar popülist bir yaklaşımdan uzaklaşacağız. Güzel taraftar siteleri var ama okuyucuya cevap vermek için medyada çıkan yalan trans-fer haberleri üzerinden gidiyor. Ülkemizde sporda şiddet olgusu arttı. Biz sporun güzel yanlarıyla ilgileniyoruz

Gelecekle ilgili planlarınız yapmak iste-diğiniz neler var?

Özellikle medyanın genel olarak spora yaklaşımından farklı davranmak istiyoruz. Taraftarların içindeki spor aşkını ortaya çıkar-maya çalışacağız. Mesela Galatasaray’ın altyapısına yöneleceğiz, tıklansa da tıklanmasa da bu böyle olacak. Daha başlayalı kısa bir süre olmasına rağmen basketbol ve futbolda geleceğin aslanları ile ilgili özel haberler yaptık. Biz kendi altyapımızı ön plana koya-cağız. Galatasaray terbiyesi almış, o atmosferi görmüş sporcuları ön plana çıkaracağız; milyon dolarlara gelen sporcuları değil. Galatasaray taraftarının Drogba’yı seyretmesi müthiş bir olay, Türk futbolu için müthiş bir olay ancak

Galatasaray taraftarı Hüseyin Altuğ Taş’ı gördüğü zaman daha çok heyecanlanır. Çünkü taraftar geleceğini emin ellerde görmek ist-eyecektir. Hüseyin Altuğ Taş gibi futbolcuları görünce Drogba gittiğinde ne yapacağız diye düşünmeyecekler. Drogba ve Sneijder’le herkes heyecanlanır ama bizim için bir Arda Turan, Aydın Yılmaz, Emre Çolak, Semih Kaya daha önemlidir. Yani; Drogba Galatasaray’a geldiği zaman bir sene oynar medyayı ve taraftarı doyurur ancak Drogba gittiğinde Chelseali Drogba olarak kalır ama Arda Turan A.Madrid’de de oynasa Galatasaraylı Arda Turan’dır. Zaten Galatasaray’ın yakaladığı en büyük başarı UEFA kupasını kazanmak oldu bunu da altyapısından yetişen futbolcularla kazandı.

Özellikle medyanın genel olarak spora yaklaşımından farklı davranmak istiy-oruz. Taraftarların içindeki spor aşkını ortaya çıkarmaya çalışacağız. Mesela Galatasaray’ın altyapısına yöneleceğiz, tıklansa da tıklanmasa da bu böyle olacak.

HABER

Page 34: E-Papirüs 7.Sayı

İstiklal Caddesi’nden tünele yaklaştıkça kalabalık azalmaya, koşuşturmaların, üzerinize gelen insanların yerini de sakinlik almaya başlıyor.139 yılını devirmiş

Tünele şöyle bir göz attıktan sonra yokuş aşağı yürümeye başlıyorsunuz. Zaten hemen belli belirsiz müzik sesleri gelmeye başlıyor kulağınıza ve işte karşınızda Kuledibi. Caddeye adını veren Galata Mevlevihanesi’nin önünde Galip Dede’nin türbesi bulunuyor. Yokuş aşağı yürürken yol boyunca çeşitli enstrümanları bulabileceğiniz dükkanlar, sahaflar, hediye-

lik eşya satanlar, rengarenk salaş elbiseler ve çantalar, zarif ama sade takılarla donatılmış dükkanların önünden geçiyorsunuz. El emeği, göz nuru muhteşem çinilerle donatılmış dük-kanlara hayranlıkla bakıp ilerlerken birden bütün ihtişamıyla Galata Kulesi karşınıza çıkıyor.

Dünyanın en eski kulelerinden biri olan Galata Kulesi, Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılında Fener Kulesi olarak inşa ettirilmiştir. Kulenin Osmanlı’ya

32 | e-papirüs

Gezilesi yer

Beyoğlu, içinde birçok kültürü barındıran son derece tarihi bir yer . Gezilip görülesi pek çok yeri var bunlardan biri de Kuledibi…

KuledibiKuledibiHaber \ Fotoğraf - Pınar Demir-Yeşim Karakaya

HABER

Page 35: E-Papirüs 7.Sayı

33e-papirüs |

HABER

Page 36: E-Papirüs 7.Sayı

34 | e-papirüs

İstiklal Caddesi’nden tünele yaklaştıkça kalabalık azalmaya, koşuşturmaların, üzerinize gelen insanların yerini de sakinlik almaya başlıyor.139 yılını devirmiş Tünele

şöyle bir göz attıktan sonra yokuş aşağı yürümeye başlıyorsunuz. Zaten hemen belli belirsiz müzik sesleri gelmeye başlıyor kulağınıza ve işte karşınızda Kuledibi. Caddeye adını veren Galata Mevlevihanesi’nin önünde Galip Dede’nin türbesi bulunuyor. Yokuş aşağı yürürken yol boyunca çeşitli enstrümanları bulabileceğiniz dükkanlar, sahaflar, hediyelik eşya satanlar, ren-garenk salaş elbiseler ve çantalar, zarif ama sade takılarla donatılmış dükkanların önünden geçiy-orsunuz. El emeği, göz nuru muhteşem çinilerle donatılmış dükkanlara hayranlıkla bakıp iler-lerken birden bütün ihtişamıyla Galata Kulesi karşınıza çıkıyor.

Dünyanın en eski kulelerinden biri olan Galata

Kulesi, Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılında Fener Kulesi olarak inşa ettirilm-iştir. Kulenin Osmanlı’ya teslimi ise 29 Mayıs 1453 Salı sabahı Cenevizler’in Galata Kolonisi anahtarlarını Fatih Sultan Mehmed’e takdim etmesiyle 1 Haziran Cuma günü gerçekleşmiştir. Tarih içerisinde birçok farklı amaca hizmet etmiş olan Galata Kulesi; uzun yıllar savunma. depo, barınak ve yüksekliğinden dolayı yangın kulesi olarak kullanılmıştır. 17. yüzyılın ilk yarısında da IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi, Okmeydanı ‘nda rüzgarları kol-layıp uçuş talimleri yaptıktan sonra, tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtına takarak1638 yılında Galata Kulesi’nden Üsküdar -Doğancılar’a uçmuştur.

Galata Kulesi uzun yıllar boyunca pek çok medeniyete tanıklık etmiştir. Tarih kokan taşları, gökyüzüne meydan okurcasına yükselen duvarları, kültürlerin, medeniyetlerin izlerini bugünlere getirmiştir. Kuledibi semti ise, uzun zaman kültürün, medeniyet ve sanatın isimleri arasında ifade edilmiştir. Semt sivri köşeli sokak-lardan oluşuyor ve bu sokakların hepsi de kuleye çıkıyor. Özellikle son zamanlarda yazarların, san-atçıların ve yabancıların Galata Kulesi ve çevresine bu yoğun ilgilerinin en büyük sebeplerin-den biri, bir imar projesi olan Galataport. Entelektüeller ve zenginler, eski binaları alarak onarmaya başlamış. Bu sayede birkaç yıl önces-ine kadar bakımsız ve terk edilmiş görünümlü binalar restore edilmiş. Apartman-lara aileler yerleşmeye başlamış oteller, kafeler açılmış.

Kuledibi kafeleri sanki bu muazzam tarihten olabildiğince faydala-

Kuledibi semti ise, uzun zaman kültürün, medeniyet ve sanatın isimleri arasında ifade edilmiştir. Semt sivri köşeli sokaklardan oluşuyor ve bu sokakların hepsi de kuleye çıkıyor. Özellikle son zamanlarda yazarların, sanatçıların ve yabancıların Galata Kulesi ve çevresine bu yoğun ilgilerinin en büyük sebeplerinden biri, bir imar projesi olan Galataport.

HABER

Page 37: E-Papirüs 7.Sayı

nabilmek için yan yana, neredeyse çoğu da bitişik bir şekilde yer-leşmiş. Bu kafelerden biri de Galata Kulesi’nin hemen dibinde yer alan son derece meşhur Gün-doğan çay bahçesi.

Kafe çalışanlarından Sinan Özcan’a böyle bir tarihi mekanda olmanın bir işletme için getirilerini ve burada çalışmanın nasıl bir duygu old-uğunu sorduk.

“8 yıldır burada çalışıyo-rum. Tabiki böyle güzel bir yerde olmak, çalışmak çok güzel bir duygu. Gelen yerli ve özellikle yabancı turist yoğunluğundan vakit buldukça oturup kuleyi izliyorum. Ama inanın bu pek mümkün olmuyor.”

Çay bahçelerinin ve

r e s t o r a n l a r ı n yanı sıra dikkatimizi çeken şeylerden biri de göz alıcı güzellikte çinilerin bulunduğu çini dükkanları oldu. Kulenin tam karşısındaki sokakta ilerleyince içinde çini yapılan küçük bir dükkana rastlıyorsunuz.

Dükkan sahini Zeynep Tişkaya, çiniye gerçekten gönül vermiş bu konuda yüksek lisansını da yapmış ve aynı zamanda eğitmen olan. Onun burası ile ilgili duyguları ise şöyle,” Burada zengin bir kültürel miras var. Evlerin mimari yapısı, yaşayan insanların buraya bir çok getirisi var. Burası turistik bir bölge. Turistler bizim el sanatlarımızı beğeniyorlar bunlardan biri de çini.”

Böylesi tarihi bir yapının çevresinde dük-kanlardan, kafelerden hariç sokaklar dahi kültür kokuyor alabildiğine. Bunca zamana tanıklık eden, tonlarca beton ve binlerce hatıra barındıran Kule’nin ağırlığıyla donatılmış Kule-dibi sokakları ziyaretçilerine taş zeminde yoğun bir tarih, kültür ve sanat hazzı duyumsatıyor.

35e-papirüs |

Page 38: E-Papirüs 7.Sayı

RöPORTAJLAR

Maçların heyecanlı sesi, söyleşilerin esprili röportajcısı, BBC’yi geri çeviren adam, kısacası büyük usta Halit Kıvanç mesleğine olan tutkusunu E-Paprüs’ün yedinci sayısına an-lattı. Türk spor gazeteciliğinin en önemli isimlerinden biri olan Halit Kıvanç ile Türk sporu, spor gazeteciliği üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

Haber - Mustafa Çıtacı-Emirhan Uysal Fotoğraf - Gökhan Şener

Spor gazeteciliğinin ağabeyi:

36 | e-papirüs

Page 39: E-Papirüs 7.Sayı

RöPORTAJLAR

37e-papirüs |

Futbol tutkunuz nereden geliyor? Neden spor gazeteciliğini seçtiniz?

Ben spor gazetecisi değilim. Gazeteciliğe girişimde mizah gülmece yazarı olarak girdim. Gazetecilik ondan çok sonradır. Hayatta Allah bana öyle bir şans verdi

ki ilk imzalı yazım Türkiye’nin tarihte en çok satan mizah dergisi olan Akbaba’da çıktı. Nur içinde yatsın Yusuf Ziya Ortaçlı’nındı. Bir ark-adaşımın sayesinde heveslendim ben de bir şeyler yazayım dedim. Bir ağabeyim vardı maliye memuru ama ayaküstü insanları gülmekten kırıp geçirirdi. O ağabeyimin çok etkisi oldu. Liseyi bitirdiğimiz dönemler hukuk fakültesine gidi-yoruz. Ağabeyim de memur, ben de hakimliği sevdim. Eskiden bir mahkeme salonuna girip bir davayı takip etmek çok büyük bir olaydı. Ben de yazı yazıyordum ve bir gün geldi Akba-ba’da yazım çıktı çok hoşuma gitti. Bir arkadaşın vesilesiyle gazetede de yazmaya başladım. İnek talebe tabiri o zamanlar çıkmadıysa da benim devrimde benle birlikte çıkmıştır. O dönem iftihar listesi ve iftihar kitabı diye bir şey çıktı. Karnede notlar tetkik ediliyor, sınıf birincisi olan kişi iftihar listesine geçiyor. Liste yılda iki sefer çıkıyor. O listeye iki sefer girerseniz bakanlığın

bastırdığı iftihar kitabına geçiyorsunuz. Bu benim için çok önemli, her sene girdim ben o kitaba. Üniversiteye hukuka girdim, hukuk birincileri diye kitap çıktı sınavda verilen cevaplara göre. O kitapta benimde cevaplarım vardı, hatta üniver-sitede de asistanlık teklif ettiler, yani inektim çalışkandım. Ama ben hep hakim olmak istiyor-dum. Bu sırada ben gazetede mizah yazıyorum. Dediler ki “Sen top oynuyorsun sporu da seviyor-sun dene” falan derken spor yazmaya başladım. Hukuku bitirdim ama o sırada gazetede hem spor hem mizah yazıyordum. Fatih’te oturuy-oruz amcamın evi de Kadıköy’de. Amcamın evinin üç arsa ötesi de Fenerbahçe stadı. Beş yaşındayken amcamın oğulları beni Fenerbahçe antrenmanına götürürdü, Yener saçımı okşardı. Derlerdi ki Fatih’ten Fenerbahçeli olunur mu? O zamanlar İstanbul tarafında bu çok zor...

Yazarlık falan derken hakimlik mesleğine girdim. Tayinim çıktı, Siirt’in Hozat diye bir köyü var. Orası yasak mıntıka o zaman. Hemen gittim oraya lugat yaptım 100-150 kelimelik. İnsanların beşte dördü Türkçe konuşamıyor. Bir tane adam var, çorba falan pişiriyor, bekarlar ondan içiyor.

HUKUK OKUYUP HAKİMLİK DE YAPTı

Page 40: E-Papirüs 7.Sayı

RöPORTAJLAR

39 | e-papirüs

Benim ev sahibi de yumurtayı tavuğun altın-dan alıyor harika ama her gün 10 tane yumurta yiyince içim çıkıyor. İstanbul’dan uçakla gittim Diyarbakır’a, oradan trenle Beşiri’ye oradan da katır sırtında 13 saat. Hiç vasıta yok çünkü Hozat yeni ilçe olmuş ilk defa kaymakam ve hakim atanıyor. Kaymakam da Kadıköylü bir çocuktu. Eğer radyonun pili bitmezse maçları dinliyorduk. Çok sıkıntılı bir dönemdi ve ben beş, altı ayda istifa ettim. Hevesimi aldım diyelim. Üç günde bir gazete geliyor, mektup falan da bir haftada geliyordu. Ayrılmamdaki en büyük sebepte hakimlikten aldığım maaştan fazla İstanbul’daki gazeteden maaş alıyorum. Hakimliği bıraktım İstanbul’a döndüm ve gazetede çalışmaya başladım. Radyo’da dinliyorum skeç falan, çok merak ediyordum deneme yaptım. İstanbul radyosundan Faruk Yanar’a götürdüm nur içinde yatsın.” Ya Halit kardeşim sen çok güzel yazıyor-sun bunları radyo skeci yapsana” dedi. Bana para vermeye başladılar derken spor yazıyorum rahmetli Baki Suha Ediboğlu geldi “Halit oğlum sen ne kafasız adamsın” dedi. “Kerata seni çok seviyorum ondan diyorum” dedi. “Spor spiker-liği denemez misin?” dedi. Radyodaki skecin başında bir giriş vardı, o girişi artistlere falan okuturlardı. “Ya niye sen konuşmuyorsun girişi, senin sesin güzel” dedi bana. Yaptık hakikaten de güzel oldu. Ondan sonra kendimizi spor spikeri olarak bulduk.

Ama avukatlık yaparken başıma 3 dava gelmeseydi belki avukat olarak devam ede-cektim. Bir davaya girdik bir arkadaşımızın büyükannesinin evi var ama kiracı bir türlü çıkmıyor. Girdik davaya, hakim davacıya soracak. “Davalı ayağa kalk” dedi davalı da söz istedi “efendim bir hafta sonra evi terk ediyorum sorun kalmamıştır” dedi hakim de “dava düşmüştür” dedi peki dedim. Sonra önemli bir dava oldu. Çok iyi bir savunma hazırladım. Savcı birkaç mazeret sundu davayı geri çekiyoruz dedi. Ben hemen elimi kaldırdım, hakim döndü “yavrum ne söyleyecektin merak ettim savcı beraat diyor, siz müvekkilinizin hapse girmesini mi talep ede-ceksiniz” dedi ben kıpkırmızı oldum sustum. Bir

“Kerata seni çok seviyorum ondan diyorum” dedi. “Spor spikerliği denemez misin?” dedi. Radyodaki skecin başın-da bir giriş vardı, o girişi ar-tistlere falan okuturlardı. “Ya niye sen konuşmuyorsun girişi, senin sesin güzel” dedi bana. Yaptık hakikaten de güzel oldu. Ondan sonra kendimizi spor spikeri olarak bulduk.

“ULAN BENİM DAVALARıMDA BİR KİŞİNİN CEZASı İSTENMEDİ.”

Page 41: E-Papirüs 7.Sayı

RöPORTAJLAR

38e-papirüs |

de alacak davası vardı. Girdik duruşmaya karşı tarafın avukatı ayağa kalktı “müvekkilim zaten akrabam olur biz aile içinde olayı hallettik ve o ücreti de davadan sonra hemen ödüyoruz” dedi. Ben elimi kaldırdım, hakim “ne istiyorsunuz siz mi ödeyeceksiniz ücreti yoksa hapse mi atayım bunları” diye alay edince baroya gittim ben bu işi yapamayacağım dedim. Ulan benim davalarımda bir kişinin cezası istenmedi. Bu davalardan sonra avukatlıktan soğudun.

O sıralar ayrıca “Şut” dergisinde mizah yazıyo-rum, spor yazıyorum derginin orta sayfasına da Galatasaray lisesinden bir çocuk da karikatür yapıyor. Ya, çağırsanız şu çocuğu bana dedim. Geldi çocuk kısa boylu falan ismi Abdi İpekçi idi.

Biz orada tanıştık Abdi ile ondan sonra Turgay Şeren’in dayısının İstanbul Ekspres diye bir gazetesinde çalışmaya başladık. Ben genel spor sayfasına da yazıyorum içeriye de haftalık mizah yazıyorum. Bu arada Türkiye’nin ilk sunucusu Orhan Boran, öğreniyor müracaat ediyor BBC radyosunun Türkçe servisinde çalışmaya gitti, bir sene kadar çalıştı. Sonra demişler ki Tür-kiye’den çalışmak isteyen var mı? Türkiye’de bir basın ataşesi var, bu adamın mizahı çok iyi falan demiş. Beni BBC’ye çağırdılar. Bir yıla yakın çalıştım gitme beş sene kal dediler ben reddet-tim. Genel müdür muavini davet eti. “BBC’ye gelmek için herkes can atar. Siz işin kolayını bulup gelmişsiniz ama sizden çok memnun olduk beş yıllık kontrat teklif ediyoruz” dedi. Vereceği para benim İstanbul’da aldığım paranın birkaç misli. Efendim, ben dönüyorum dedim “why!” diye

O sıralar ayrıca “Şut” dergisinde mizah yazıyorum, spor yazıyorum derginin orta sayfasına da Galatasaray lisesinden bir çocuk da karikatür yapıyor. Ya, çağırsanız şu çocuğu bana dedim. Geldi çocuk kısa boylu falan ismi Abdi İpekçi idi.

BBC’Yı REDDETTıM ÇÜNKÜ...

Page 42: E-Papirüs 7.Sayı

RöPORTAJLAR

40 | e-papirüs

bağırdı adam. Türkiye’de televizyon başlıyor ve ben ilklerden biri olmak istiyorum deyince adam evrakları aldı koydu oraya “bunlar burada dursun girmek istersen telefon eder gelirsin” dedi “çünkü sen memleketinde böyle bir şey yapmak istiyorsan doğru yapıyorsun” dedi iyi ki de öyle yapmışım. Televizyon ve radyoyu birlikte götürdüm bugün de aynı vaziyette. Mesela Fenerbahçe’ye yakın olduğum için beni üye yaptılar. Fakat Galatasaray ve Beşiktaş’ın şampiyonluk gecelerini sundum. Turgay’ın, Metin’in, Şifo Mehmet’in jübilesinde vardım ama ben şovmen değilim. Mesela radyo programında bayan basketboldaki Avrupa şampiy-onluğu ile ilgili şunu dedim; “Türkiye için çok büyük mutluluk Türkiye sporda tarihi bir başarı kazandı ama farkında değiliz galiba gazetelerde var ama daha fazla olmalı, bir Avrupa kupası oynanıyor ve Türk takımı şampiyon oluyor. Türk takımı başka şeylerde de şampiyon oldu. Güreşçilerimiz de şampiyon oldu. İyi de iki takım finale kalır, iki sporcu kalır biri yener biri yenilir. Bizde yenilen yok. İki Türk takımı final oynadı. İki İngiliz takımı iki Alman takımı oynasa Avrupa ayağa kalkar. Galatasaray’ı bütün kalbimle tebrik ediyorum ama Fenerbahçe’yi de tebrik ediyorum. Aslında Türk milli takımı kazanmışçasına büyük bir olaydır bu” dedim. Hala birbirlerini yiyorlar hakikaten sinirler-ime dokunan bir olay. Fanatizmin karşısındayım.

Bir de para benim için çok sonraları gelir. Mesela ben Galatasaray gecesi sundum, Selahattin Beyazıt ortaya bir para koydu ne bu dedim Galatasaray Fenerbahçe’nin kardeşidir kardeş kardeşten para almaz dedim. Olmaz dediler peki o zaman alın ben kulübe bağış yapıyorum dedim.

Sizin de bahsettiğiniz gibi, bu sene birçok takım sporunda başarılar elde edildi. Bu daha ileriye nasıl gider?

Çok modern icatlar bizim Anadolu’muzun da her tarafında var diyoruz ama her zaman her yerde yok. Hala Türkiye’nin mahrumiyet çeken bölgeleri var. Ben vatanımı çok iyi biliyorum karış karış da gezdim. Benim kulüplerde göreve hep hayır demişimdir yazıyla ilgiliyse ben yapayım, bilen yapsın. Karşındakini düşman görmeyeceksin. Bir ailenin üç çocuğu olsa biri Galatasaraylı biri Beşik-taşlı biri Fenerbahçeli iyi bir baba iyi bir anne onları öyle bir eğitir ki Galatasaraylı yendiği gün diğerleri şakalaşır gülüşürler. Bu top bu kaleye girdiği için galip diyorlar. Bu olmadığında hiç sıkıntı yok. Ama Türkiye yine de geri bir ülke değil dünya ülkeleri arasında.

10 Dünya Kupası gördünüz ama 2002 Dünya kupasına neden gidemediniz?

Page 43: E-Papirüs 7.Sayı

RöPORTAJLAR

41e-papirüs |

Bu konuda konuşmayalım isim söylemeye-lim. Çok kırıldığım için devam edecektim ama etmedim. Baktım ki sorumluluk makamında-kiler destek değil köstek oluyorlar. Son gün saat 4’te’da arıyorlar gitmek ister misiniz diye bir gün sonra saat 4’te de Dünya Kupası başlıyor. Ben çok uzak bir yerdeki bu kupa için vizeler falan alacam evi yoluna koyacağım ve atlayıp oraya gideceğim. Düşünebiliyor musunuz? Muhte-melen bir yer boş kaldı bu Halit’i de götürelim dediler. Ben de tukaka dedim ve gitmiyorum televizyondan seyrediyorum artık. Beni bu yolda kesenler utansınlar.

Unutamadığınız dünya kupası anısı nedir?

Pele, “spor dünyasında elimden tutan ilk insan” olarak beni gösterdi. Lütfi Kırdar salo-nunda çıktı bunu söyledi. 1958’de İsveç’te kalırken yan odamda İtalyan Corrieara Della Sport’ta çalışan bir arkadaşım vardı. Yanıma tıfıl bir çocuk getirdi 17 yaşlarında. Bu çocuk takıma girecek Dünya yıldızı olacak dedi. Ben arkadaşın hatırına röportaj yaptım. İngilizce falan da bilm-iyor zor röportaj yaptık. Hakikaten de çok büyük bir yıldız oldu. Tabi bunun gibi çok önemli kişil-erle de röportaj yapmıştım.

Günümüzde spor gazeteciliği hakkında ne dersiniz?

Sporda bir kulübü renkleri tutmayan kişi zevk almaz. Takımın şampiyon oldu diye mutlu ol, sevin ama karşı tarafı pisleme. Bizim sporumuzdaki kötülük, sorun budur. Bizde sporu anlamadılar. Spor seyrettiğin zaman da bir eğlence, kazan-dığında ya da kaybettiğinde espri yaparsan güzel olur. Mesela Avrupa’da ve Amerika’da büyük çoğunluk sporu sever ailecek giderler tenis oynarlar. Spor tek başına duvara top atıp tek başına yapılacak bir şey değil. Sen üç yenersin o dört yener çok önemli değil. Fanatizm iyi bir şey değil. Bir gün bir Fenerbahçe - Beşiktaş maçından önce Baba Hakkı beni soyunma odasına götürdü “Çocuklar Halit’in abisi benim arkadaşım Halit

elime doğmuştur. Kaç tane de golünüzü anlatıyor. Onun hatırına Fener’e üçten fazla atmayın” dedi. Galatasaraylısı Fenerbahçelisi yanlışlıkla Baba Hakkı’ya sert girse hemen özür dilerdi. Herkes saygı duyardı ama Baba Hakkı da kimseye ‘‘hart’’ diye faullü girmemiştir. Metin Oktay kimseye vurmamıştır, bir kere yediği tekmelere çok kızıp Fenerli Yılmaz’a vurdu oyundan atıldı. Sonra Metin öldüğünde Fatih Camiinde Yılmaz ağacın altında hüngür hüngür ağladı. Çünkü soyunma odasında Yılmaz formasını yırtıyor “buraya bir tekme atacaksın ben Metin’e tekme attım tarihe geçeceğim” diyor “affet” diyor, metin de “affet-tim yahu” diyor ondan sonra Metin telefon ediyor yarın gel bir kadeh içki içelim diyor. Mesela Fener-bahçe kalecisi Cihat antrenmanda kalede, kalenin arkasında da rahmetli Galatasaray’ın kalecisi Kova Osman bağırıyor “Oğlum bizimkiler böyle vurmaz köşeyi buldu mu sen de öbür köşeyi bulursun.” Antrenman bitiyor kol kola oluyorlardı. Biz böyle şeyler yaşadık. Sporda böyle şeyler olsun istiyoruz.

“BİZDE SPORU ANLAMADıLAR”

Page 44: E-Papirüs 7.Sayı

42 | e-papirüs

KüTüPHANELER

Bünyesinde birçok nadir eseri de barındıran kütüphanede aynı zaman da güncel ve sosyal bilimlerle ilgili eserlerde bulunuyor. Koleksiyon türlerine göre üç kata ayrılan kütüphanede toplam 242 bin cilt kitap bulunmaktadır. Ayrıca kütüphane içerisinde Osmanlıca makale ve risaleler, Osmanlı kadı sicilleri, ilahiyat makaleleriyle tezler

veri tabanı bulunuyor.

İSAM kütüphane yapısı olarak sanılanın aksine yalnızca İslami yayınlar barındırmıyor. Aynı zamanda faklı dillerde bilim kitapları, bağışlanan önemli koleksiyonlar ve çeşitli süreli yayınlarda araştırmacıların hizmetine sunulmuş durumda.

İstanbul Bağlarbaşı’nda bulunan İslam Araştırma Merkezi (İSAM) yirmi yılı aşkındır araştırmacılara hizmet vermektedir. Diyanet vakfının bünyesinde çalışan bu merkez günümüzde Türkiye’nin en prestijli kütüphanelerinden birine sahiptir.

İSLAM ARAŞTıRMA MERKEZİ

Haber/Fotoğraf - Samet Demir, Ömer Can Talu

242 BİN CİLT KİTAP

İSAM kütüphane yapısı olarak sanılanın aksine yalnızca İslami yayınlar barındırmıyor. Aynı zamanda faklı dillerde bilim kitapları, bağışlanan önemli koleksiyonlar ve çeşitli süreli yayınlarda araştır-macıların hizmetine sunulmuş durumda.

Araştırmacıların Göze Bebeği

İSAM

Page 45: E-Papirüs 7.Sayı

43e-papirüs |

KüTüPHANELERİSAM Kütüphaneyi kul-lanmak isteyen araştır-macıların lisansüstü veya doktora programlarda bulunmaları gerekmekte-dir, lisans öğrencilerinin kütüphaneyi kullanması şimdilik mümkün değil.

HAFTANıN HER GÜNÜ AÇıK

Haftanın her günü açık olan kütüphane (09:00-23:00) aynı zamanda kafeterya ve yemekhane gibi hizmetleri de vermektedir. Kütüphaneyi kullanmak isteyen araştır-macıların lisansüstü veya doktora programlarda bulun-maları gerekmektedir, lisans öğrencilerinin kütüphaneyi kullanması şimdilik mümkün değil. Bunun nedeniyse İSAM yetkilisi Abdurrahman Hacıis-mailoğlu’nun belirttiğine göre lisans öğrencilerinin çokluğu ve kütüphanedeki yoğunluğun zaten aşırı derecede olması.

Kimi zaman yoğunluktan kaynaklı sıkıntılar yaşansa da İSAM sıcak ve verimli çalışma alanları ve yeterli kaynaklarıyla araştırmacılar için çok değerli bir kütüphane olarak hizmetine devam ediyor.

Page 46: E-Papirüs 7.Sayı

KüTüPHANELER

44 | e-papirüs

Üniversitemizin Göztepe yerleşkesinde bulunan Marmara Üniversitesi Merkez kütüphanesi, yirmi dört saat kapıları açık öğrencileri bekliyor.

Açık kütüphaneMarmara Üniversitesi Merkez Kütüphanesi

Haber - Emirhan Uysal

Marmara Üniversitesi bünyesinde yer alan kütüphan-elerde yaklaşık iki yüz elli bin basılı yayın bu-lunurken, dijital ortamda 3.5 mil- yon yayın öğren-cilere ulaşıyor.

Page 47: E-Papirüs 7.Sayı

KüTüPHANELER

Kütüphane ile ilgili bilgileri bizimle pay-laşan Kütüphane ve Dökümantasyon daire başkanı Yrd. Doç. Dr. Güssun Güneş, “Öğrencilerimiz bu konudaki isteklerini

de dikkate alarak kütüphanemizin çalışma saatlerine ilişkin yeni bir düzenleme yaptık, buna göre hafta içi çalışma saatlerimizi 08:30- 22:00 olarak, hafta sonu çalışma saatlerimizi 09:00-17:00 olarak ayarladık. Buna ek olarak Merkez Kütüphanemizde yeni bir 7/24 okuma salonu oluşturduk. Artık birim kütüphanelerimizde saat 22.00 ye kadar, merkez kütüphanemizde ise 24 saat hizmet vermekteyiz.” dedi. Kütüphane 700 kişiyken 7/24 okuma salonu çalışma saatlerinden sonra 400 kişilik kapasiteyle çalışıyor.

Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkan-lığı’na bağlı Merkez Kütüphane, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Kütüphanesi, Güzel Sanat-lar Fakültesi Kütüphanesi, Hastane Kütüphanesi, Hukuk Fakültesi Kütüphanesi, İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Nişantaşı Kampüs Kütüphanesi, Tıp ve Sağlık Bilimleri Kütüphanesi ve Başıbüyük Kütüphanesi bulunmaktadır. Son dönem yapılan çalışmalarla bu kütüphaneler birleşiyor ve artık tek üyelikle istediğiniz her yerden dijital ortamda yayınlara ulaşılabileceksiniz.

Marmara Üniversitesi bünyesinde yer alan kütüphanelerde yaklaşık iki yüz elli bin basılı yayın bulunurken, dijital ortamda 3.5 milyon yayın öğrencilere ulaşıyor.

Marmara Üniversitesi Kütüphaneleri, TÜBİTAK ULAKBİM tarafından EKUAL Projesi sayesinde, dünyanın önde gelen yayınevleri ve veri tabanı üreticileri ile yapılan ulusal lisans anlaşmaların-dan yararlanmaktadır. Bu bağlamda söz konusu proje kapsamında TÜBİTAK tarafından satın alınan 28 veri tabanı, üniversitemizdeki araştır-macıların da hizmetindedir. 2010 senesinde 6 bin abone varken bu sayı 2013’de 30 bine çık-mıştır. Kütüphane konusunda bilgi verirken dijital yayınların üzerinde çokça duran Güssun Güneş “ Dijital kütüphanecilikte bir diğer çalışmamızda Otomatik ödünç-iade makinesini devreye sok-mamız oldu. Bu makine ile öğrencilerimiz bu işlemlerini otomatik olarak çok kolay ve hızlı bir biçimde gerçekleştirebilecekler.” dedi.

Kütüphanenin artıları saymakla bitmiyor. Her gün günlük gazete bulabileceğiniz kütüphanede, sergi gezebilir, sosyal etkinliklere katılabilir ve dvd film ödünç alıp size ayrılan bölümde izleyebilir-siniz.

Merkez Kütüphane 2011 yılında RFID (Radyo Frekansı ile Tanımlama) sistemine geçişi tama-mlayarak, ödünç hizmetleri ve sayım gibi birçok alanda işlemlerini daha da hızlandırmıştır. Ayrıca 7/24 hizmet veren 400 kişilik 2 Okuma salonuyla birlikte resmi tatil ve bayramlar dahil olmak üzere yılın 365 günü 24 saat hizmet verilmektedir.

Güssun Güneş, kütüphane ile ilgili gelecek planlarını ise şöyle dile geitrdi “ Mekânların kişinin psikolojisi üzerine büyük etkileri var, insan-lar renkli, ferah ortamlardan hoşlanıyorlar. Loş ışıklı, nem kokan, renksiz koridorlardan oluşan kütüphane kavramı değişti. Biz uluslararası toplantılar yapmak, kütüphaneye bir kafeterya yapmak yani kütüphaneyi insanlardan uzak-laştırmamak istiyoruz. Büyüğüz ve bütçemiz var, özeleştiri yapmak gerekirse daha iyi olabiliriz.

45e-papirüs | 7/24 hizmet veren merkez kütüphanesi, 400 kişilik 2 Okuma salonuyla birlikte resmi tatil ve bayramlar dahil olmak üzere yılın 365 günü 24 saat hizmet verilmektedir.

Page 48: E-Papirüs 7.Sayı

Uzun yıllar kilise kalıntısı olarak bilinen, daha sonra restore edilerek 2010 yılında hizmete açılan bina Türkiye’nin ilk dijital kütüphanesi olma özelliğine

sahip. Kütüphaneye ilk girdiğinizde görmeyi beklediğiniz kitap dolu rafların yerine pek çok bilgisayar karşınıza çıkıyor.

Haftanın her günü açık olan kütüphanenin üç binden fazla üyesi bulunuyor. Burada öğrenciler aldıkları şifreler ile www.hiperlink.com.tr adresi üzerinden 13 bine yakın kitaba anında ulaşabiliyor.

Kütüphane yetkililerinden olan Yasemin Polat’tan aldığımız bilgiye göre, kütüphanede 30 adet bilgisayar bulunuyor. Bu bilgisayarlardan 3 tanesi engelli öğrencilere ait. Engelli öğrenciler kütüphanede veya onlara verilen şifreler ile evlerinde sesli kitapları dinleyebiliyor.

Esenler’in en merkezi yerinde bulunan Adnan Büyükdeniz Dijital Kütüphanesi, gençlerin kitap okumak ve ders çalışmak için tercih ettikleri yerlerin arasında geliyor.

Papirüsten E-Kitaba

46 | e-papirüs

KüTüPHANELER

ADNAN BÜYÜKDENİZ DİJİTAL KÜTÜPHANESİ

Haber - Sinem Uysal

Page 49: E-Papirüs 7.Sayı

Haftanın her günü açık olan kütüphanenin üç binden fazla üyesi, aldıkları şifreler ile www.hiperlink.com.tr adresi üzerinden 13 bine yakın kitaba anında ulaşabiliyor.

47e-papirüs |

KüTüPHANELERKütüphane şuanda öğrencilere ödünç kitap

veremiyor. Sadece kitapların birkaç sayfasını çıktı alabiliyor. Fakat geçilecek olan yeni sistem ile kütüphaneye üye olan öğrenciler, evlerindeki bilgisayarlardan ve tabletlerden e-kitaplara ulaşabilecek. Bu sayede öğrenciler pek çok kitabı kısa süreliğine ödünç alabilecek.

Pek çok etkinliğe de imza atan kütüphane iki haftada bir her cumartesi şiir dinletileri gerçekleştiriyor. 4- 5 yaş grubuna şiir dinletileri düzenleyen kütüphane böylece onlara kütüphaneyi sevdirmeyi amaçlıyor. Ayrıca ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin katıldığı bir diğer etkinlikte her mesleği önemli isimleri davet edilerek o meslek üzerine konuşma yapılıyor.

Eski bir kilise kalıntısından modern bir binaya dönüştürülen bu kütüphane, gençlerin hala kütüphane alışkanlıklarının olduğunu bize gösteriyor.

Page 50: E-Papirüs 7.Sayı

Sivas’ın ölmez ozanları

48 | e-papirüs

ANADOLU’DAN

Sivas ozanlar kentidir. Suyundan mı, toprağından mı, neden bilinmez ama bilinen bir şey vardır: Sivas’ın ezelden beri yetiştirdiği ozanlarıdır. Onlar ölümsüz ozanlardır...

Haber - Yeşim Karakaya

Ben giderim sazım kalır,Dostlar beni hatırlasın...

Page 51: E-Papirüs 7.Sayı

49e-papirüs |

ANADOLU’DAN

Sivas’ın topraklarında sarıçiğdem, mor menekşe, madımak ve ozan biter. Şimdi Sivas’ın kim bilir hangi ilçesinin hangi köyünde adını henüz duymadığımız

bir ozan yetişiyor. Yetişenler içinde de adı yayılmamış olanlar yok mudur? Vardır. Onu dedelerimiz, belki onların da dedeleri biliyordu, şiirleri, türküleri derlenmeden yitip gittiler. Bu yitik ozanların türküleri belki hala dillerde, belki başka bir sazın teline düştü. Bırakalım yitiklerin anılarını Kızılırmak söylesin. Biz adını bildiğimiz ozanları yâd edelim. Daha özden olması için aklımıza geldiği gibi, kronolojik ya da isim dizisi aramadan yazalım.

Halk ozanları genellikle kendi adlarını kullan-mazlar şiirlerinde. Bir takma ad beğenirler ve edebiyata da bu takma adla geçerler. Serdari de Şarkışlalı Hacı’nın mahlasıdır. O’na kimileri Hacı Ağa, kimileri Hacı Emmi derlerdi; ama önceleri küçük bir çocuktu Hacı Ağa. Ele avuca sığmayan bir çocuktu. Bir gün bir ağaca tırmanmış küçük Hacı. Kolunu kırmış ama yoksulluktan Sivas’a gidememiş. Gittiği kırıkçı kolunu kesmeleri ger-ektiğini söylemişti. Küçük hacı o vakitlerde çolak hacı olarak anılır olmuş. Okuma yazma bilmezdi Serdari çünkü o zamanlar okuma yazma sadece zenginlerin tekelindeydi. Serdari bostan ekip tarla sürerek geçinirdi. Yoksulluğuna bakmadan kadının kızına tutulmuş Serdari. Sen misin kadı kızını seven, soluğu zindanda aldı. Yıllarca zin-danda yatmış. Kızı everdiler başkasıyla. Zindana attılar Serdari’yi de. Ve sonunda ozan kadı kızı sevmemeye tövbe etti. Bir kaç kez evlendi, çoluk çocuk sahibi oldu, torun torba sahibi oldu. Yoksul doğdu, yoksul yaşadı, yoksulluğu yazdı ve 1921 yılında yoksul öldü. Ölmeden önce dedi ki :

Asıl adı Mustafa. Bir takma ad bulması gerek. Bu takma adın diğer ozanların adlarına da benze-mesi gerekti. Bu yüzden ilk şiirlerinde İcadi, daha sonra da Cehdi mahlaslarını kullanmış, sonunda Ruhsati’de karar kılmıştır.

Ruhsati Deliktaşlıdır. Deliktaş Kangal ilçesinin köyüdür. Değirmenci çıraklığı, davar çobanlığı yaparak geçinen ozan âşıklığı Noksani’den, saz çalmayı da Kusuri’den öğrenmiştir. Çocuk-luğu Mustafa Ağa’nın yanında yanaşma olarak geçmişti. Saz çalmaya başlayınca da almış başını gurbet illeri dolaşmış. Çok adam tanımış, çok canı yanmış. Ve demiş ki :SERDARI

RUHSATI

Serdari halımız böyle n’olacakKısa çöp uzundan hakkın alacak Mamurlar yıkılıp viran olacak Akıbet dağılır ilimiz bizim.

Kimse bilmez kimsenin maksudunu Bilen hani düşmanını dostunu Cümlesi giyinmiş nağmerd postunu Avrat belli değil, er belli değil.

Page 52: E-Papirüs 7.Sayı

Öyle canı yanmış ki Ruhsati’nin, kendi hemşer-ilerine bile hicvetmiş:

Sözleri Ruhsatinin ünlü bir şiirinden halka mal olmuş, halk deyimi halini almıştır. Ruhsati 1911 yılında ölmüştür.

Sivas Kangal ilçesine bağlı Mescitli köyünden olan Mesleki’nin asıl adı Bekirdir. Mesleki bir süre Ruhsati’ye çıraklık etmiş, bir süre duygularını düşüncelerini ustasının diliyle anlatmış, daha sonra kendi kişiliğine kavuşup, kendi duygularını kendine özgü anlatımla dile getirmiştir.

Gerçekten de yavaşça gelmiş ölüm, 70 yaşında iken almış götürmüş ozanı…

Ruhsati’nin oğludur. O da babası gibi Kangal ilçesine bağlı Deliktaş bucağındandır. Babasının sözünü tutan hayırlı bir evlattır. Hangi sözü diye-ceksiniz? Bakın babası Ruhsatinin öğüdüne :

Oğul babanın sözünü tuttu, Ãşık oldu, çok sevdi, ama hep karşılıksız kaldı bu aşklar ve hep karalar bağladı.

Ruhsati 70 yıl yaşadı, ama bu dünyanın işi belli olmuyor. Oğul babasından önce öldü.

Soyuna sopuna Kızılbaşoğulları denen Rahmi aşkı ve meyi severdi.

O’na badeyi bırak diyen dostlarına şu cevabı veriyordu:

Ozanımız Sivaslıdır, ama hangi ilçesin-dendir, kesin olarak bilinmiyor. Zira torunları Divriği’de yaşamaktadır. Kusuri ve Ruhsati’yle arkadaşlık eden ozan 79 yıl yaşamış, ama dünya, yalan dünya tatlı, kolay kolay bırakıp gidemiyor insan. Feryadi’ de öyle…

Olmayasın üç beldenin birinden Darende’den, Divriği’den, Gürün’den...

“Aşk ile hasta-dil olan AşıkınDerdine ebedi şifa yoğ imiş “ diyordu.

Devavm-ı ömrümü muciptir, anla, pendi bırakEfendi! Badeyi, şarkıyı, sazı terk edemem.

MESLEKI (1860-1930)

SIVASLI RAHMI (1870-1908)

FERYADI (1824-1904)

MINHACI

Dolanı dolanı gelir Ölüm yavaşça yavaşça Kalem al da yaz derdini Gülüm yavaşça yavaşça demiş.

Kanlı zalim bir gün bana Er demedin, er demedin Eller gibi candan sevip Yar demedin, yar demedin!

Benim oğlum, meydana gel âşık ol Çıkarma karayı, bağla bir zaman. Aşk dediğin elde büyük sermaye Coşkun sular gibi çağla bir zaman.

50 | e-papirüs

ANADOLU’DAN

Page 53: E-Papirüs 7.Sayı

Şimdi Feryadi de türkülerde yaşıyor.

Bazan Ali İzzet, Bazan İzzeti adıyla söyler şiirlerini. Ali İzzet Şarkışla’nın Höyük köyünde doğan ozan halen hayattadır. Mühür Gözlüm adlı türküsü dilden dile dolaşmaktadır. Ana tarafın-dan Aşık Veli’yle, baba tarafından ise Derviş Süleyman’la akraba olduğunu söyler. Ozanda insan sevgisi, birlik, beraberlik duygusu ege-mendir. Bazı şiirlerinde ise toplumsal olayları, toplumsal gergerçekleri işlemiştir. Diyor ki :

Sivasın Şarkışla ilçesinin Sivralan köyündendir ve çağımız ozanlarının en ünlülerindendir Aşık Veysel. Doğa, insan ve tasavvuf ozanı.

Ama Veysele sorarsanız o iki rengi hatırlıyor: Kırmızı ve kara. Karayı kömürden, kırmızıyı nüfus kâğıdının üstündeki mühürden. İşte yedi yaşlarında geçirdiği bir çiçek hastalığı yüzünden gözlerini yitiren ozanın renk dünyası...

Veysel bizim bildiğimiz boyutlarla anlaşamıyor. Onun kendi boyutları var. Karanlık bir dünya… Boyut olmayınca rüya ve hayal kalkar. İşte Veysel dalları böyle sever: Hayal bümez ürüyasız. Hayran oldum o dallara. Veysel şakacı, hazır cevap zeki bir insan, iyi bir toprak adamıdır. Onda toprak üretimle birlikte yar alır. Toprağı ürettiği için sever. Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi. Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi. Kazma ile döğmey-ince kıt verdi. Benim sadık yârim kara topraktır. Veysel gözleri üstüne çok şaka yapar. Fotoğrafını

51e-papirüs |

Bu yitik ozanların türküleri belki hala dillerde, belki başka bir sazın teline düştü. Bırakalım yitiklerin anılarını Kızılırmak söylesin. Biz adını bildiğimiz ozanları yâd edelim. Daha özden ol-ması için aklımıza geldiği gibi, kronolojik ya da isim dizisi aramadan yazalım.

ALI IZZET

ASIK VEYSEL

Bağlarıma gazel düştü güz oldu Geçti giden günler ömür az oldu Feryadinin yaraları yüz olduÇekemem bu derdi bölek seninle demiş.

«Al yeşil giyinmiş dağlara bir bak Besleyip büyütür yer çiçekleri» «Mart gelende sarı çiğdem açılır» Allar, yeşiller, morlar. Bir renk çığlığı.

Millet kan uykuda yurtta soygun var Koyun belli değil, kurt belli değil Her tarafta oylum oylum yangın var Dava belli değil, dert belli değil.

ANADOLU’DAN

Page 54: E-Papirüs 7.Sayı

çeken fotoğrafçılara iyi çıkmazsa fotoğrafını almam ona göre çek der. Bir gün köfte yiyordu, şu bizim bulgur köftesini. Kaşığına üç köfte gelmiş. “Şu işe bak, kör gibi üç köfteyi birden doldur-muşum kaşığa” dedi. Çok şey yazıldı, söylendi ozan üstüne. Biz bu yüzden uzatmıyacağız sözü.

Yalnız Sivas’ın değil Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük halk ozanlarından biri olan Pir Sultan Abdal, insanların dertlerini anlatan ozandır. Yıldı-zeli ilçesinin Banaz köyünden olan Pir Sultan’ın asıl adı Haydar’dır, Koca Haydar da derler ona. Aslı Yemen’den gelmedir.

Aşık, toplumsal olaylarda önder rolünü oynadığından Hıdır Paşa tarafından Sivas’ta asılarak öldürülmüştür. Soluklu, dağ gibi bir söyleyişi vardır.

Sivas Pir Sultan gibi bir ozan yetiştirdiği için ne kadar övünse azdır.

Şarkışla’nın Höyük köyündendir. Şiirlerinde çoğunlukla toplumsal sorunları işlemekte-dir. Halen yaşayan ozanlarımızdandır. İri yapılı, yiğit bir görünüşü ve sesi vardır. Şiir Kitabına ‘Uyanalım’ adını vermiştir.

Her ne kadar ölüm tarihleri yazılı olsa da ozanlar asla ölmez. Onlar hep dillerde hep gönüllerdedir.

PIR SULTAN ABDAL

HASAN DEVRANI

Pir Sultan Abdalım destim damanda İsmim Koca Haydar, aslım Yemen’de Garip başa bir hal gelse zamanda Orda her kişinin dostu bulunmaz.

Yeter çektiğimiz çile Gelin verelim el ele Uyanalım, uyanalım.

Göveriben ben de bostan olursam Ellerin diline destan olursam Kara toprak senden üstün olursam Ben de bu yayladan Şaha giderim.

52 | e-papirüs

ANADOLU’DAN

Page 55: E-Papirüs 7.Sayı

53e-papirüs |

Abdal Pîr Sultan’ım gönlüm hastadırKimseye diyemem gönlüm yastadırBilmem deli oldu bilmem ustadırSöyle bir sevdaya saldı dert beni...

ANADOLU’DAN

Page 56: E-Papirüs 7.Sayı

ROMA

GEZİ YAZILARI

54 | e-papirüs

ŞEHİR:

YEDİTEPELİ

ROMA

Page 57: E-Papirüs 7.Sayı

Roma şehri büyüleyici bir yapıya sahip, ilk anda sizi kendine çeken bir sıcaklığı var. Sokaklarıyla tarihten hiç kopmamış, sizi tarih öncesi çağlara götüren dar yolları ve güler yüzlü insanları… Benim en sevdiğim yanı da asfalt kendine pek yer bulamamış, onun yerine Vatikan meydanı örnek alınarak Arnavut kaldırımı siyah taşlar süslemiş roma sokaklarını. O kadar orijinal ki, her an bir Roma askeri yahut bir İmparator çıkacakmış gibi ilerliyorsunuz yollarda.

GEZİ YAZILARI

55e-papirüs |

Haber - Cemal Said Kardaş Fotoğraf - Münüre Karabulut

Page 58: E-Papirüs 7.Sayı

Roma’da yanımda İngiltere’den tanıştığım Emanuele adlı bir ark-adaşım tur rehberliğimi yaptı. Şehir hakkında o kadar bilgiliydi ki şaşkın-

lığımı saklayamadım. Daha sonra Latince okuyabilmesi karşısında şaşkınlığım daha da arttı. Sormadan edemedim, bunlar için kaç kitap okudun diye ama verdiği cevap çok manidardı; okulda öğretiyorlarmış. Tabii düşünmeden edemedim acaba o İstanbu’a gelse, ben ne kadar bilgi verebilecek miydim? Yahut o Osmanlıca kitabeleri sorsa şu kıt Osmanlıcam ile nasıl çevirirdim. Bir ayıp olarak bunu aklıma yazdım, tamam buraları gelip geziyoruz da en son İstan-bul’da bir

müzeye gireli üç yılı geçmişti. Arkadaşım ise en son iki hafta önce gezdiği bir sergiden heyecanla bahsedip o sergiyi kaçırdığım için çok şanssız olduğumdan bahsediyordu. Buna ek olarak tüm tanıştığım İtalyanlar, şehir ve tarihiyle gurur duyuyorlardı ve her biri elinden geldikçe bir şeyler anlatıp roma hak-kında beni daha çok bilgilendirdi.

İtalya Akdeniz iklimine sahip olmasına rağmen oldukça soğuktu. Bu sebeple en iyi gezilecek

zamanın nisan ve mayıs ayları olduğunu öğrendim. Yaz ayları ise çok daha pahalı kalabalık, sıcak ve

nemli oluyor-muş. Ben biraz yanlış

z a m a n seçmişim ki yağmurdan

GEZİ YAZILARI

Page 59: E-Papirüs 7.Sayı

GEZİ YAZILARI

57

Page 60: E-Papirüs 7.Sayı

GEZİ YAZILARIve soğuktan gezme hevesim kaçtı diyebilirim. Hava o kadar soğuktu ki bir önceki durağım Macaristan’ı aratmadı. Fiyatlar ise haliyle Türkiye’ye rahmet okutacak cinsten. Özellikle alış-veriş yapacaksanız çok paraya kıymanız gerekecek. Otel fiyatları ise 40 Euro’dan başlayıp inanılması güç rakamlara çıkabiliyor. Roma bir bakımdan lükslerin şehri de diye-biliriz. İtalya için lüks malların üretimi çok önemli, lüks eşya pazarlamasında başı çeker durumdalar. Sokaklarda dudak uçuklatacak cinsten rakamlar görmeniz mümkün. Ben en son bir elbise için 4000 Euro fiyat görünce buna bu parayı verecek insanların akli denge-sini kaybetmiş olacağını düşünmeye başladım. Ayrıca her yerde Ferrari markasına ait giyim-den hediyelik eşyaya çeşitli mağazalar görmek mümkün. Bu bakımdan pazarlama konusunda oldukça uyanıklar diyebiliriz ve her an sizi para harcamaya itecek bir etkinlikle karşılaşmanız mümkün.

Oldukça güvenli bir şehir olmasına rağmen özellikle hırsızlık çok sık rastlanan bir olay. Kredi kartı kullanımı oldukça rahat ve banka-matiklerden de Türk bankalarına ait kartlarla cüzi bir ücret karşılığı para çekmek mümkün. Bu yolla nakit paranızı çaldırma riskini ortadan

kaldırmanız mümkün olabilir.

Ulaşım açısından oldukça gelişmiş bir şehir otobüsler oldukça sık ancak ne yazık ki saat 12’den sonra metro çalışmıyor. Otobüsler

de oldukça seyrekleşiyor, hiç uyumayan bu şehir için bir ayıp olduğu söylene-bilir. Çok canlı bir gece hayatı ve bu denli turist akınına uğrayan bu para makinesi şehirde, ulaşım hiç

durmamalıydı. Bu konuda İstanbul ve Lon-dra’dan sonra beni hayal kırıklığına uğratan şehirlerden biri Roma oldu. Otobüslerde bilet satışı yok, büfelerden yahut bilet satış makinelerinden temin etmek mümkün. Ancak sıkı bir kontrol de yok. Hatta arkadaşımın dediğine göre dini bir vakfa ait olan oto-büslerde bilet kullanmaktansa yakalanıp ceza yemek daha karlı çünkü cezanın ücreti toplam ödeyeceğiniz bilet parasından daha az.

Şehrin kuzeyinde kalan Vatikan, Katolik dünyasını merkezi ve dünyanın en küçük ülkesi olarak biliniyor. Aynı zamanda bin kadar nüfusu ve iki yüz İsviçreli muhafız alayı ile dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Yılda otuz üç milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor ve girişi de 35 Euro. Bunun dışında İtalyan yasalarına göre halk, vergisinin binde beşinin nereye harcanacağına karar verebiliyor, özel-likle dindar İtalyanlar bu kısmı Katolik kilisesine gönderiyorlar. Müzeleri ise büyük bir miras, paha biçilemez eserlerin sergilendiği Vatikan müzelerini gezmek günleri alacağından hak-kıyla tüm eserleri görebilen turist sayısı azdır. Ancak çok sayıda Rönesans ve başka dönem sanatçılarına ait orijinal eserler, haritalar, silahlar, papalara gelen hediyeler, haçlı sefer-lerinde elde edilen kıymetli el yazmaları vb. eserlerin yanında IV. Haçlı seferinde İstan-bul’a saldıran Katolik ordusunun yağmaladığı Ortodoks Hristiyanlığına ait eserler ve ne yazık ki Mısır’dan kaçırılan eserler de bunlara dahil. Londra ve Roma da o kadar çok Mısır ve Anadolu eserleri gördüm ki elimizden alınan tarihi eserlerin kıymetini bilmediğimiz

Page 61: E-Papirüs 7.Sayı

GEZİ YAZILARI

59e-papirüs |

için bugün kendi anavatanlarından uzakta, para karşılığında insanlara sergilenmekteler. Vati-kan’ın bazı kısımlarında ise konuşmak video veya fotoğraf çekmek yasak, hatta bayanlara da kıyafetleri konusunda uyarı yapıyorlar. İta-lya’daki Hristiyanlık, Katolik Kilisesinin de etkisiyle Orta Avrupa ülkelerine nazaran daha katı kurallara sahip.

Tüm bu Hristiyan kimliğinin yanında Hris-tiyanlık öncesi mimaride göz alıcı

birçok tanrı ve tanrıçanın hey-kellerini görmek mümkün, tabi bazılarının üstüne haç yerleştir-

ilmiş. Zira bir dönemler, kilise eski yapıların taşlarını yeniden kul-lanarak başka yapılara dönüştürmüş, yani bir çeşit geri dönüşüme uğratmış. Bu sebeple

bazı yapıtlar sadece kalıntı olarak günümüze gele-bilmiş. Örnek olarak Julius Caesar’ın öldürüldüğü

sarayın parçalarından kilise inşa ettikleri gibi bir

efsaneyi işittim.

İspanyol Meydanı ve merdiven-leri hemen yanı başındaki Fransız Kilisesi,

Zafer Takı, Meclis binası ve Cumhurbaşkan-lığı konutu, Vittorio Emanuele II abidesi, Kollezyum ve Aziz Petrus bazilikası ve tepeleri başlıca görülecek yerleridir. Roma şehrinin de yedi tepe üzerine kurulduğu efsanesi vardır. Efsaneye göre bu şehri tanrılar kurmuştur.

Tarihte ise bu şehir Papa’ya Hun impara-toru tarafından verilmiştir. Daha sonra ise İtalyan imparatorluğu tarafından geri alınmış sadece Vatikan kısmı Papa’nın kontrolüne bırakılmıştır. Garibaldi’nin şehir için söylediği “Roma o morte” (Roma ya da ölüm) lafı da bu dönemde Papa’dan geri almak için söylen-miştir.

Page 62: E-Papirüs 7.Sayı

60 | e-papirüs

Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi

Başlıyorİlmi Etüdler Derneği tarafından düzenlenen Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi’nin (TLÇK) üçüncüsü Sakarya’da yapılacak.

Haber - Gökhan Şener Fotoğraf - Asel Uğurbil

HABER

Page 63: E-Papirüs 7.Sayı

Türkiye’de lisansüstü çalışmalar yapan öğrencilerin ve akademisyenlerin çalışmalarını sunduğu kongre, akademik hafızanın gelişmesinde

ve akademi içerisinde üzerine düşünülen konuların dolaşıma sokulmasında önemli bir yere sahip. TLÇK’ da çalışmalar nasıl yürüyor? Bu çalışmalar neleri amaçlıyor? Genç Akade-misyenler Buluşması olarak başlayan çalışma neden TLÇK adını aldı? İşte bu gibi merak edilen soruların cevapları için TLÇK düzenleme kurulu başkanı Ümit Güneş ile konuştuk.

Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi nasıl başladı?

TLÇK ilk başta bu isimle anılmıyor. Daha önce- leri Genç Akademisyenler Buluşması (GAB) vardı. Bunda özellikle lisansüstü ve doktora seviyesindeki araştırmacılar buluşuyor. Yani doçentler veya yardımcı doçentler yok. Bura-daki amaç; eğitim aşamasının lisansüstü kısmında olan lisansüstü ve doktora sevi-yesindeki araştırmacıları buluşturmak. Yaşanılan akademik problemlere özgün bir dil geliştirmek.

Genç Akademisyenler buluşması ne zaman gerçekleşti?

Genç Akademisyenler Buluşması (GAB); 8 sene önce yani 2002 yılında, Sabahattin Zaim hocanın önderliğinde başladı. Yaklaşık 15 kişinin katılımıyla gerçekleşti. İlk GAB Karte-pe’de yapıldı. Bu buluşmayı düzenleyen 5 kuruluş vardı; İlim Araştırma Merkezi (İLAM), İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı (İSAR), İhsan Vakfı ve İlmi Etüdler Derneği (İLEM). Daha sonra GAB’dan İLEM’in tek başına yürüttüğü Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi’ne (TLÇK) dönüştü. İlk TLÇK 2011 yılında yapıldı. Bu yıl 3.sü düzenlenecek. İlk TLÇK Konya’da, 2.si Bursa’da düzenlendi. Bu yıl yapılacak kongre ise Sakarya’da olacak. Kongre, her geçen gün kalitesini ve özgün yapısını yük-seltmektedir. Konya’da düzenlenen kongrede 20 bildiriye sahip bir kitabımız bulunuyordu. Ancak Bursa’da ciddi bir editörlük süreci sonunda 99 bildirinin yer aldığı 2. TLÇK Bildiri

Kitabı yayınlandı. Bu sene daha da iyi bir kalite elde etmeyi düşünüyoruz.

Genç Akademisyenler neden TLÇK adını aldı?

Organizasyonu düzenleyen kuruluşlar çok fazla olduğu için talep ve beklentileri de fazlaydı. Bu yüzden tek bir kurumun çatısı altında organizasyonu gerçekleştirmenin daha verimli olacağına karar verildi. GAB’a yapılan katılım, TLÇK kadar fazla değildi. Yani GAB daha özel, TLÇK daha genel birer organi-zasyon oldular.

Akademiden TLÇK ile ilgili nasıl dönüşler alıyorsunuz?

Akademiden ve kitap gönderdiğimiz yazarlardan ciddi dönüşler alıyoruz. Yazarlar, kitapların hem editörlük hem de basım sürecinden çok memnunlar. Kitaplarımız, akademi de ise gerçekten takdir ediliyor. Çünkü Türkiye’de bildiriler, genellikle atıl yazıların oluşturduğu kitaplar. Bildiri ciddi bir olaydır, insanlar bundan kaçınıyor. Biz TLÇK ile bunu aşmayı hedefliyoruz. Eskilere baktığımız zaman mesela fizikçilerin bir kon-gresi vardır. Orada Fizik alanında nam salmış herkes kongreye katılır. Ama bizde genelde kongrelerde, insanların makale yazamadığı ya da makaleden korktuğu konuları bildiriye sunarlar. Biz TLÇK ile yavaş yavaş o kalitenin yükselmesini, makale formatının olmasa bile makaleye yakın bir bildiri olmasını hedefliy-oruz. Biz bunu yaparken yazarları da bir bildiri nasıl olur konusunda eğitiyoruz. Aslında TLÇK’nın en önemli özelliği yazarların da süreçte eğitilmesi.

Hocalar ve üniversitelerle nasıl bir bağlantınız var?

Üniversitelerin, özellikle de kongreyi

61e-papirüs |

İLEM, bir öğrencinin yüksek lisans yaparken ne yapması gerektiği konusunda yardımcı oluyor.

HABER

Page 64: E-Papirüs 7.Sayı

62 | e-papirüs

gerçekleştirdiğimiz üniversitelerde çok ciddi anlamda katkılarını gördük. Zaten bilim kurulunu çoğunlukla onlardan seçiyoruz. Bunun bize yerel bakımdan yararı oluyor.

TLÇK neden her yıl farklı bir şehirde düzenleniyor?

İstanbul olsa daha kolay olurdu ancak herkes İstanbul’a geliyor. İnsanları başka yerlerde başka şekillerle buluşturmak gerekiyor. Hem biraz şehri tanımalı hem de oranın yerel bilgisinden faydalanmalı ve üniversitelerin donanımını görmek gibi yararları oluyor.

Genç Akademisyenler hakkında bir kitap yayınlandı mı?

Bir Genç Akademisyenler kitabı yayın-

lanmadı. Fakat Genç Akademisyenler’in bünyesinde oluşturulan 2-3 tane kitabımız var. Onlar müstakil kitap olarak yayın-landı. Bunlardan bir tanesi Cüneyt Köksal’ın editörlüğünü yaptığı ‘‘Entelektüel Bağımlılaş-mak’’ İlim Geleneğimiz Üzerine Araştırmalar adlı kitap; 5. Genç Akademisyenler’in bir bölümünü içeriyor.

Metinleri yayınlamaktaki beklentiniz nel-erdir?

Yayın, bir çalışmanın en önemli ürünüdür. Çünkü bildiriler, daha çok insana ulaşması için basılıyor.

Kaç kişilik bir ekiple çalışıyorsunuz?

Düzenleme kurulları yaklaşık 10 kişiden oluşuyor. Organizasyon da ise bu sene 6 kişi olacak. 2 senelik TLÇK tecrübesinin ardın-dan bu sene daha ciddi bir süreç oluşumu içerisindeyiz. İlk çalışmalarımızda duyuru yapılmasında ve işlerde aksaklıklar yaşandı. Her geçen sene daha kaliteli işler ortaya koy-maktayız.

TLÇK süreci nasıl işliyor? Bu süreçten bah-seder misiniz?

Süreç şu şekilde gerçekleşiyor; yazı çağrısına çıkıyoruz. Yazı çağrısında özet taleplerinde bulunuyoruz. Özetler kabul edildikten sonra yazarlardan tam metin isteniyor. Bilim kurulu özetleri ve tam metinleri değerlendiriyor. Standartlara göre uygunluğu belirlenen yazılar ilan ediliyor. Bu ilan kabul ya da reddedilm-

iştir şeklinde yapılmıyor. Yazıların eksik yerleri belirtilerek açıklama yapılıyor.

Bu da kongrenin yazarları geliştirici süreçlerinden biridir. Kongre önc-esinde yazarlar, metinleri ile birlikte

sunumlarını yapıyorlar. Editoryal süreçten sonra basıma geçiyoruz.

TLÇK; Türkiye’deki kongreler arasında, sosyal bilimlerde en geniş kapsama sahip kongre.

HABER

Page 65: E-Papirüs 7.Sayı

63e-papirüs |

Son olarak İlmi Etüdler Derneği hakkında bilgi alabilir miyiz?

İlmi Etüdler Derneği, resmi olarak 11 yıl önce kurulan, gayri resmi olarak 15 yıldır var olan bir geçmişe sahip. Bu derneğin amacı kendi topraklarında yaşayan insanların tarihi ve bilgisiyle özgün birikimler üretmesini sağlamak. Derneğin çok farklı sacayakları var. Bunlardan bir tanesi 3 seneye yayılan bir eğitim programı. İhtisas programları, lisansüstü eğitim gören öğrencilerin kendi alanlarında çalışabileceği bir program. Bu derneğin çatısı altında TLÇK ve bir yaz okulu düzenlendi. Yaklaşık 40 ülkeden katılanlar oldu. Nitel, nicel

olmak üzere birçok eğitim grubu var. Kitap okuma grubunun amacı; İLEM’de belli bir eğitim sistemi var, bu eğitim kademesindeki öğrenciler için destek oluşturmak.

HABER

Page 66: E-Papirüs 7.Sayı

70 | e-papirüs

HABER

İstanbul’un Maltepe ilçesinin Altıntepe Mahallesi sakinleri son 5 senede mahallerinde ki kansere bağlı ölümlerin artması sebebiyle baz istasyonlarının kaldırılması için imza kam-panyası başlattı. Altıntepe Mahallesi Galipbey Caddesi’nde Ayedaş’a ait trafonun üzerinde bulunan 2 ayrı GSM şirketine ait baz istasyon-larının karşısındaki NO:63 NO:65 VE NO:67 sayılı apartmanlarda kanser ve ölüm vaka-larının artması sebebiyle mahalle sakinleri harekete geçti.

Mahalle sakinleri adına CHP Altıntepe Mahalle Temsilcisi Haled Ataş Maltepe Çevre Koruma Müdürlüğü’ne başvurarak mahal-lelinin tedirginliğini belirtti ve gereğinin yapılmasını istedi.

Bunun üzerine harekete geçen Maltepe Çevre Koruma Müdürlüğü söz konusu olan baz istasyonlarının ölçüm değerlerini sap-tayabilmek adına Kadıköy Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü ile ortak olarak ölçümleri yaptı.. Yapılan ölçümler sonucunda, “21.04.2011 tarih ve 27912 sayılı Elektronik Haberleşme Cihazlarından Kaynaklanan Elek-tromanyetik Alan Şiddetinin Uluslararası Standartlara Göre Maruziyet Limit Değer-lerinin Belirlenmesi, Kontrolü ve Denetimi Hakkında Yönetmeliğin 16. Maddesinin (b) bendinde belirtilen “Çevre ve insan sağlığı dikkate alınarak; ihtiyati tedbir açısından tek bir cihaz için Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyon Koruma Komisyonu’nun (ICNIRP) belirlediği limit değerin dörtte birini (1/4)

Maltepe’de vatandaşlar baz istasyonlarına karşı tepkilerini başlattıkları imza kampanyaları ile sürdürüyor.

KANSERE BAğLı ÖLÜMLER ARTTı APARTMANLAR DOğRUDAN ETKİLENİYOR

Haber \ Fotoğraf - Mustafa Çitacı

Maltepe’de korkutan baz istasyonu raporu

Page 67: E-Papirüs 7.Sayı

71e-papirüs |

HABERaşamaz” (ICNIRP’nin belirlediği limit değer: 41 V/m2’dir. Ülkemizde bu değerler 10 V/m olarak alınmak-tadır.) Limit değerlerin üzerinde olduğu tespit edilmiş ve bununla ilgili rapor hazırlanmıştır. Yine aynı raporda baz istasyonlarının alçakta olduğu tespit edilip ista-syon dalgalarının yukarıda belirtilen apartmanları doğrudan etkilediği tespit edilmiştir.

Maltepe Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü hazırladığı bu raporla Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu İstanbul Bölge Müdürlüğüne başvurarak gerekli işlemlerin yapılmasını talep etmiştir. Belediye yetkililerinden aldığımız bilgiye göre BTK’nın incelemelerinin sürdüğü belirtildi. Mahallelinin aley-hine bir durum çıkması halinde de söz konusu baz istasyonlarının sahibi olan GSM şirketlerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin, 11.06.2009 tarihli kararından hareketle (“… kullanılan istasyonun konumuna göre uzun sürede kişi, çevre ve bit-kilere zarar verdiği, bu nitelikteki bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı bulunduğu, bunun daha uygun ve yerleşim yerlerinden daha uzakta kurulması gerektiği anlaşılmaktadır.”) hukuki bir süreç başlatılacağı belirtildi.

Söz konusu iddiaların doğruluğunu araştır-mak için 63 nolu apartmanda oturan Perhuze Tuncer ile konuştuğumuzda durumun vahame-tini daha iyi anladık. Tuncer, göğüs kanserinden dolayı kemoterapi gördüğünü eşinin ise 2 sene önce beyin kanseri nedeniyle vefat ettiğini belirtirken,” Apartmanımız 18 daireden oluşuyor benim bildiğim kadarıyla 6-7 dairede kanser tedavisi gören ve bu sebeple yakınlarını

kaybeden var. Yan apartmanlarda da keza aynı şekilde... Baz istasyonları doğrudan etkilemiş midir bilmiyorum ama bu kadarı tesadüf olamaz” dedi.

Yine aynı apartmanda oturan apartman görevlisi Şahsigül Çakçi ile konuştuğumuzda da benzer serzenişleri duyduk. Çarkçi,” 13 yaşında ki kızım 2 senedir kanser tedavisi görüyor. Kızım burada doğdu burada büyüdü. Daha öncede baz istasyonlarını kaldırtmak için çalışma yaptık ama sesimizi duyuramadık” diye konuştu.

HUKUKİ SÜREÇ BAŞLADı

‘‘BU KADARı TESADÜF OLAMAZ!’’‘‘SESİMİZİ DUYURAMADıK’’

Page 68: E-Papirüs 7.Sayı

72 | e-papirüs

HABER

Şahsigül Çarkçi’nin sözleri üzerine olayı biraz daha araştırdığımızda mahallede bulunan Pınar Eczanesi öncülüğünde Aysun Levent Günay, 4 sene önce de bu baz istasyonlarının kaldırılması için bir imza kampa-nyası düzenlemiş fakat gerekli desteği bulamadığı için bu çalışma-larından sonuç alamamış. Günay, ‘‘Ben kendim de o illete yakalandım ve tedavi gördüm o zamanlar biz öncüsü olduk fakat gerekli desteği bulamadık, mahalle muhtarımıza bildirdik durumu o da çok ilgilen-medi sonuç olarak kaldıramadık” dedi.

Ölçümler sonucunda normalin çok üstünde değerlere sahip olduğu anlaşılan baz istasyon-larının kaldırılması için düzenlenen imza kampanyasında 1000’e yakın imza toplanmış. Bu konuda kam-panyaya öncülük edenlerden olan Çevre Mühendisi İnan Satılmış,” Yapılan araştırmalar sonucunda baz istasyonlarının, insan sağlığına ve çevreye olumsuz etkiler oluştur-duğu, halkın psikolojisini kötü şekilde etkilediği bilinmektedir. Teknolojik gelişmeler insan yaşamının kalitesini artırmasına rağmen, doğru kullanıl-maması ve ye gerekli tedbirlerin

Altıntepe Mahallesi Sakinleri tarafından toplanan imza sayısı.

5735

‘‘KİMSE İLGİLENMİYOR!’’ İMZA KAMPANYASı BAŞLATıLDı

Page 69: E-Papirüs 7.Sayı

alınmaması halinde insan yaşamını ciddi şekilde riske atmıştır. Özellikle şehir merke-zleri ve yerleşim alanlarında, bina teras ve çatılarına, su depolarına, baca işlerine, aydın-latma direklerine konulan baz istasyonları, yer seçimi olmak üzere, montaj ve kurulum esasları, limit değerleri, güvenlik mesafesi, görüntü kirliliği ve tesislere ilişkin uyarı-tehlike levhaları gibi bir çok kritere göre değerlendi-rildiğinde tesislerin insan sağlığına ve çevreye zarar verdiği görülmektedir. Bu sebeple baz istasyonlarının şehir merkezlerinden kesinlikle uzaklaştırılması gerekmektedir.” dedi.

Ontoloji uzmanlarından aldığımız bilgiye göre ise, teknoloji korkusunun yani “teknofobinin”

insanlarda kanser riski açısından tedirginlik yarattığını; ancak bilimsel verilere dayanmayan bilgilerin doğruluktan ziyade yanlış olduğunu ve kansere yol açtığı kanıtlanmış nedenle-rden uzaklaşılmasına yol açabildiğini söyledi.

73e-papirüs |

HABER

Bireyin teknolojiyi kullanmayı sevme-

mesi, güvenmemesi ya da istememesi

şeklinde ortaya çıkan bir fobi türüdür.

Teknofobi

KANSER RİSKİ AÇıSıNDAN TEDİRGİNLİK YARATıYOR

Page 70: E-Papirüs 7.Sayı

CNR KİTAP FUARıNA BÜYÜK İLGİ

74 | e-papirüs

HABER

1-9 Mart tarihleri arasında yapılan fuar vatandaşlardan ve öğren-cilerden büyük ilgi gördü. İlk gününde 60 bin kişinin

ziyaret ettiği fuar birçok okulun katılımıyla kısa zamanda 200 bini aşkın ziyaretçiye ulaştı. 20 bin metrekare alana kurulan fuar 150’nin üzerinde yayınevine ev sahipliği yaptı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Aş. tarafından desteklenen fuarda imza günleri, kon-feranslar, tiyatro gösterileri, söyleşiler ile zengin bir içerik sunuldu. 4 konferans salonun bulun-duğu alanda görme engelliler için kitap dinleme bölümleri de oluşturuldu.

CıNE Fuarcılık ile Basın Yayın işbirliğince bu yıl ilk defa düzenlenen CNR Kitap Fuarı Yeşilköy’de kitapseverlerle buluştu.

Haber - Yeşim Karakaya - Pınar Demir

Page 71: E-Papirüs 7.Sayı

75e-papirüs |

HABERAna teması “Sosyal Medya ve Çocuk” olarak

belirlenen fuarda, 3 konferans ve 4 söyleşi yapıldı. Konferanslarda ünlü tarihçi Prof. İlber Ortaylı yer alırken konferanslara ise Ediz Hun ve Nasuh Mahruki katıldı. 22 ünlü sanatçı da düzenlen imza günlerinde okuyucularıyla buluştu.

CNR EXPO’ da ilk kez düzenlenmiş olan fuarla ilgili olarak bilgi veren Basın Yayın Birliği Başkanı Münir Üstün, sektörün ve özellikle İstanbul’un yeni bir kitap fuarına ihtiyacı olduğunu söyledi. Üstün, 17 milyon nüfuslu İstanbul için bir kitap fuarının yeterli olmadığını belirterek, “ Nihayet Basın Yayın Birliği’nin de çabalarıyla şehrin özlemi sona eriyor. İstanbul’un yeni kitap fuarı CNR EXPO Yeşilköy’de şehrin neredeyse kalbinde metro, metrobüs, tramvay, Marma-ray gibi tüm majör ulaşım araçlarına yakın bir lokasyonda düzenleniyor.” dedi.

Konferanslarda ünlü tarihçi Prof. İlber Ortaylı yer alırken konfer-anslara ise Ediz Hun ve Nasuh Mahruki katıldı.

Page 72: E-Papirüs 7.Sayı

76 | e-papirüs

Sahnenin dışındakilerDizi, sinema ve film başrol oyuncularını hepimiz tanıyoruz ama birçoğumuz bu sektörün emekçilerinin yani figüran-ların varlığından haberdar değiliz. Saatlerce setlerde bekletilen, belki bir reklam belki bir sinema filmi için çalışan figüranları anlayabilmek adına, sektörün emekçilerinden Kemal Alkaç’la konuştuk.

Haber - Ayşenur Çelimli \ Fotoğraf - İhsan Şenyüz

HABER

Page 73: E-Papirüs 7.Sayı

77e-papirüs |

Alkaç, geçimini çiftçilikle sağlayan Samsunlu bir ailenin en küçük çocuğudur. Bir gün babası ona mont almak ister ve beraber mağazaya

giderler. Mağaza sorumlusu montu vere-siye vermez. Babasının montu ödeyecek durumunun olmadığını gören Alkaç, çok duygulanır, o gün İstanbul’a gidip çalışma kararı alır. “Daha ortaokuldaydım, annemden yol parası isteyerek İstanbul’a gittim. Çeşitli işlerde çalışarak zamanla kendi mağazamı açtım ve iyi paralar kazandım.”

Kriz döneminde bir çok dükkan kapanırken bundan etkilendiğini belirten Alkaç, son-rasında farklı işlerde çalışsa da bir türlü dikiş tutturamayıp iflas ettiğinden yakındı. Yaşının ilerlemesiyle iş için gittiği her yerden ret cevabı alınca çareyi figüranlıkta bulur. Bir gün gazetede bir ajansın yaş sınırı gözetmeden yardımcı oyuncu aradığını görür ve baş-vurur. Başvuru esnasında kayıt ücreti adı altında para istenir, vermek istemeyince en azından fotoğrafını bırakmasını rica ederler. Bunun üzerine Kemal Alkaç, yeni çekilen bir dizide mahalle sakini rolü için aranır. İşi kabul etmesiyle figüranlık serüveni başlar ve 3 yıldır geçimini bu işten sağlamaktadır.

“Bir gün şehir dışında bir dizide gümrük memuru rolü için arandım.” diyerek söze başlıyor Alkaç. Masrafların, yapım şirketi tarafından karşılanacağını duyunca sevi-nerek kabul eder ama alacağı ücreti sormayı unutur. Ertesi gün çekimin yapılacağı yere gittiğinde lüks bir otelde konaklar, rol ark-adaşının ünlü olduğunu duyar. Aralarında geçen konuşmada bütçenin yüksek olduğunu öğrenir; aynı işi yapacaklarını düşünerek mutlu olur. Lakin İstanbul’a döndüğünde umduğunu bulamaz; parasını geç alır ve bu meblağ beklentisinin altındadır. “Bu para beni büyük hayal kırıklığına uğrattı ama ne denir ki figüranların geneli bu şartlarda çalışıyor.”

Bir reklam, dizi ya da film setinin net bir süresinin bulunmadığını söylüyor oyuncu Kemal Alkaç. Bir set bazen 8 saatte biterken, bazense 16 saati geçtiği oluyormuş; işin ironik tarafı aynı ücreti almaları. Genel olarak, bir ayda en fazla 10 sete çağırılan figüranların aldıkları para, verdikleri emeği karşılamıyor. Üstelik setteki çalışma koşulları sağlıklı bir insanın kaldırabileceği düzeyde değil. Bir dış çekim için saatlerce soğukta bekletilen insan-ların, set dışında da hiçbir sağlık güvencesi bulunmuyor. Sadece set içinde olabilecek kazalar için imzalatılan bir sözleşme onları koruyor. Onun dışında acil durumlar için hiçbir sette sağlık ekibine rastlamadığını vurgulayan Alkaç, olay sırasında dışarıdan çağırılan ambu-lans haricinde hiçbir tedbir bulunmadığını dile getirdi.

“Kimi, figüranlıktan başlayıp ünlü olmayı düşünüyor, ama aslında bu camiada destekçin yoksa yükselmek bir hayal” diyen Kemal Alkaç son olarak da gençleri uyarmayı ihmal etmiyor: “Gençlerimiz çok güzel imkanlara sahipler, çalıştıkları takdirde çok iyi iş fırs-atları var, ne olursa olsun kendilerine olan güvenlerini asla kaybetmemeliler.”

Reklam, dizi ve sinema çekimlerinden kazandığı parayla geçimini sağlamaya çalışan oyuncularımızın aslında yaptıkları işin hiç de göründüğü kadar kolay olmadığını Kemal Alkaç sayesinde bir nebze öğrenmiş olduk.

Kriz döneminde bir çok dükkan kapanırken bundan etkilendiğini belirten Alkaç, sonrasında farklı işlerde çalışsa da bir türlü dikiş tut-turamayıp iflas ettiğinden yakındı. Yaşının ilerlemesiyle iş için gittiği her yerden ret cevabı alınca çareyi figüranlıkta bulur.

İŞSİZLİK, BİZİ FİGÜRANLığA SÜRÜKLEDİ

ŞEHİR DıŞıNDA ÇEKİM

ÇEKİMLERİN 16 SAATİ GEÇTİğİ OLUYOR

BİR İNSAN, KENDİNE OLAN SAYGıSıNı ASLA YİTİRMEMELİ

HABER

Page 74: E-Papirüs 7.Sayı

78 | e-papirüs

NISANTASI

GRUBU TIYATRO

Namık KEMAL

“Tiyatro aşka benzer, insanı hazin hazin ağlatır.

Ama verdiği acını gücünde başka bir tat bulunur.

Tiyatro evrene benzer. Doya doya güldürür.

Ama yansıttığı tuhaflıklar gülerken ağlamak için

istekler doğurur.”

Haber - Canan Kadıoğlu

Page 75: E-Papirüs 7.Sayı

79e-papirüs |

Tiyatro üzerine düşündüğümde, aklıma ilk gelen o görkemli kırmızı perde açıldığında, oyuncuların, kendi benliklerinin dışındaki karakterlere bürünerek, nasıl böyles-

ine güzel farklı dünyaları canlandırabilme yetenekleridir. Tiyatroya ilgi duyan hepimiz sor-gulamışızdır mutlaka. Tekrarı yok. Seyircilerin gözünde hata yapma lüksünde verilmez sana. O yüzden hatanı bile oyumun parçasıymışçasına gösterime sunacaksın. Tabi ki iyi bir ekip ruhu, bunun devamında gelen titizlikle yürütülen prov-alar. En önemlisi iyi bir takım lideri.

Yaklaşık 2 yıldır içinde bulunduğum, üniver-siteye dair en güzel anılarımın baş tacı olan Nişantaşı Tiyatro Grubu’nun yönetmenlerinden Onur Tuncay ile kısa bir röportaj yaptık.:

O.T:Ekibimizi oluşturma kararını 2011 hazırlık öğrenimimiz sezonunda Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü’nde kesinleştirdik.İlk önceki hedefimiz kemik kadroyu oluşturup, bie oyun sergilemekti.İlk yıl Göztepe Kampüsün de kendi bünyemizde tamamen Marmara üniversitesi öğrencilerinden oluşan kadromuzla oyunumuzu sunduk.

Hazırlık öğrenimim-izi bitirip,1.

sınıfa başla-mak için

N i ş a n t a ş ı Kampüsü ne

geldiğimiz, ilk aylarda grup

ismini Nişantaşı Tiyatro olarak

belirledik.Grubun yönetmenleri ben

Onur Tuncay ve Mustafa Tekbaryak.

O.T: 5 Aralık 2012’de kuruldu.

O.T:İletişim Fakültesi bünyemizde ilk oyunu-muz Mayıs 2013’te “YARASI OLANA” ve hemen bir hafta sonra arayla sergilenen “ERKEKLER KÖYÜ” oldu. Ekibimizi ikiye bölerek , her iki oyununda kadrosunu farklı kişilerden oluştur-duk.Marmara Medya Merkezi stüdyosunda sergilenen oyunlarımız için ekimizle 3 ay öncesinden çalışmaya başlayarak başarılı bir oyun çıkarttık. En çok beğenilen ve geri dönüş aldığımız oyunumuz “ERKEKLER KÖYÜ “ oldu.

O.T:24 Aralık 2013’te sergilediğimiz “KADIN-LAR ve ADAMLAR “adlı oyunumuzdu.ve gelecek Mayıs ayındaki oyununuz için çalışma-larımız tüm hızıyla sürmektedir.

Nişantaşı tiyatro grubu kurulma tarihi tam olarak ne zaman?

Grup ne zaman Nişantaşı Tiyatro adını aldı?

Nişantaşı Tiyatro Grubu nasıl oluştu? Ve kimin fikri?

İletişim fakültesi bünyesinde gerçekleştirdiğiniz ilk oyununuz hangisiydi? Toplamda kaç oyun sergilediniz? Ve bunlardan en çok beğeniler

Bu yıl sergilediğiniz oyunlarınız hangileriydi?

Page 76: E-Papirüs 7.Sayı

Özel ve tematik bölümlerin yanı sıra, dünya klasikleri, retrospek-tifler, canlı müzik eşliğinde sessiz film gösterimleri, canlandırma sineması ve belgesellerin yer aldığı festivalde her yıl 200’ü aşkın film gösteriliyor. İlk kez 2005 yılında, içeriği küratörler tarafından belir-lenen özel, tematik bölümler festival programına dahil edildi. Gösterilen filmlerin sayısı itibariyle Türkiye’deki en kapsamlı film festi-vali olan Uluslararası İstanbul Film Festivali, 2007 yılında 170.000’e varan izleyici sayısıyla Türkiye’nin en büyük film festivali de sayılıyor.

Aynı zamanda Türkiye’de sinemanın gelişimini teşvik etmeye, Türk sine-masının uluslararası alanda tanıtımına katkıda bulunmaya ve kaliteli yapımların ülkemizde ticari gösterime girmesine aracılık etmeyi amaç edinen Uluslararası İstanbul Film Festivali, EURIMAGES gibi uluslararası kurum ve kuru-luşların Türk sinema endüstrisi ile tanışmasına da öncülük ediyor.

İstanbul Film Festivali’nin Marmara İletişim Fakültesi araştırma ve uygulama birimi olan Marmara Medya Merkezi(MMM) ile yaptığı bu iş birliğinin nasıl gerçekleştiği, neden bizim fakültemizin tercih edildiği, fakültemiz için önemi ve katkısı gibi konular hakkında görüşler aldık.

Konuyla ilgili ilk olarak fakülte dekanımız Prof. Dr. Yusuf Devran, ”Öğrencilerimizin bu kadar önemli bir projede çalışmış olmalarından dolayı gurur duyuyorum ve mutlu oluyorum.” şeklinde konuştu.

MARMARA MEDYA MERKEZİ VE İKSV-İSTANBUL FİLM FESTİVALİ AYNI PLATFORMDA BULUŞTUİstanbul Kültür Sanat Vakfı(İKSV) kapsamında gösterimlerine devam 33.üncü İstanbul Film Festivali bu yıl ilk kez Marmara Medya Merkezi ile kurumsal işbirliğine girdi.

80 | e-papirüs

HABER

Haber - Pınar Demir - Yeşim Karakaya

Page 77: E-Papirüs 7.Sayı

81e-papirüs |

HABER

Birim öğrencilerini koordine eden ve iş birliğini yürüten isimlerden biri olan Marmara Medya Merkezi Koordinatörü Yrd. Doç. Dr. Hediyetullah Aydeniz ise şu açıklamalarda bulundu,

“Marmara İletişim’in araştırma ve uygulama birimi olarak faaliyetlerini sürdüren Marmara Medya Merkezi’nin uygulamaya dönü çalışma-larının sektörün tüm bileşenleriyle iş birliği çerçevesinde yürütülmesi gibi bir hedefi var. Sektörde yürütülen uygulama çalışma-larının bir simülasyonu olarak MMM’de gerçeğe en yakın düzeyde bunları hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bunun en rasyonel ve tam anlamıyla gerçeği sektör bileşenlerinin veya akademi dışı kuruluşların gerçekleştird-iği organizasyonların yürütülmesinde görev almakla olabileceğinin farkındayız.

Biz öğrencilerimizin profesyonel bir orga-nizasyonda görev almasını önemsedik ve bu iş birliğine gittik. İKSV-Festival ekibi de gelip Medya Merkezini gezdiler ve incelemele-rde bulundular. MMM’nin işleyişini, çalışma

koşullarını gördüklerinde hem şaşırdılar hem memnun kaldılar. İKSV-Festival ekibinin belli düzeyde hizmete ihtiyaçları vardı, öğrencile-rimizin de profesyonel bir organizasyonda yer alarak tecrübe edinmeye. Karşılıklı anlayışla 33.İstanbul Film Festivalinde kurumsal olarak öğrencilerimizin merkezde olduğu bir işbirliğini hayata geçirmiş olduk.”

İş birliğinin neden başka üniversiteler ile değil de bizimle yapılmasıyla ilgili olarak ise Yrd. Doç. Dr. Aydeniz,” Marmara İletişim’in araştırma ve uygulama birimi olarak faaliyetlerini sürdüren Marmara Medya Merkezi’nin uygulamaya dönü çalışmalarının sektörün tüm bileşen-leriyle iş birliği çerçevesinde yürütülmesi gibi bir hedefi var. Sektörde yürütülen uygulama çalışmalarının bir simülasyonu olarak MMM’de gerçeğe en yakın düzeyde bunları hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bunun en rasyonel ve tam anlamıyla gerçeği sektör bileşenlerinin veya akademi dışı kuruluşların gerçekleştird-iği organizasyonların yürütülmesinde görev almakla olabileceğinin farkındayız.” şeklinde konuştu.

Page 78: E-Papirüs 7.Sayı

HABERSon olarak Yrd. Doç. Dr. Aydeniz ‘‘Bizim

açımızdan bu iş birliğinin önemi birincisi tecrübe kazanmak, ikincisi profesyonel iş üretmek ve MMM’nin kurumsal değerine ve sertifikasına değer katmak.

Söz konusu anlaşma Medya Merkezi’nde öğrencilere ciddi bir dinamizm, motivasyon getirdi. Ayrıca bu süreçte yer alan öğrencilere İstanbul Film Festivali Direktörü ve fakülte Medya Merkezi yöneticilerinin imzalarının olduğu bir referans mektubu vericez. Yani mümkün old-uğunca öğrenci odaklı, öğrenciye geri dönecek şekilde bir anlayışla planlama yaptık. Ben öğrenci arkadaşların performansından gayet memnunum, iyi bir iş çıkarttılar. Profesyonel bir iş yapabileceğimizin performansını gösterdiler.” diye konuştu.

Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü Başkanı Prof. Dr. Cengiz Anık ise işbirliği hakkında “İstanbul Film Festivali ile yapılmış olan bu birlikteliğin fakültemize katkısı kuşkusuz çok büyük olacak-tır. Anlaşmanın festivalde görev alsın almasın toplamda Medya Merkezi’nin bütün birimler-ine bu tür bir katkısı oldu. Medya Merkezi’nde çalışmanın ve onun verdiği sertifikaya sahip olmanın sektörle iş yapabilecek, iş üretebilecek bir iş öğrenme ve üretme süreci var.” dedi.

Marmara Medya Merkezi’nde tüm birimlerde toplamda 120 öğrenci bulunuyor festivalde ise 27 öğrenci görev aldı. Onlarca haber ve 4500 e yakın fotoğraf çekildi. Medya Merkezi yöneticil-eri ve ilgili hocalarımızdan alınan görüşlerin yanı sıra elbette asıl önemli olan bu etkinliğe katılmış olan öğrencilerin görüşleri.

Medya Merkezi’nde Haber Ajansı biriminde çalışan Gazetecilik 2. Sınıf öğrencisi Gamze Önder,” 1 film 3 söyleşiye gittim. Film gösteri-minden sonra yönetmen izleyicilerin görüşlerini aldık. Hem film izledik hem de yönetmenlere filmle ilgili sorular sorduk. Birçok yönetmen tanıdım. Adını daha önce duymadığım yönet-menlerle tanışma imkanım oldu. Bizi tamamıyla bir basın mensubu olarak değerlendirdiler. Çok etkileyiciydi.”

82 | e-papirüs

Page 79: E-Papirüs 7.Sayı

HABER

Medya Merkezi’nde İnternet Haber biri-minde çalışan RTS 1. Sınıf öğrencisi Sezgin Ay,” 2 filme katıldım. Çok güzel filmlerdi. Ulusal ve uluslararası platformda çok büyük ve keyifli bir festival. yönetmenlerle konuşmalarımızda onların da bu festivale katılmaktan dolayı çok mutlu olduklarını söylediler. İzleyiciler ve dav-etliler bence oldukça memnun kaldılar.”

Haber Ajansı biriminde çalışan Gazetecilik 1.sınıf öğrencisi Kader Kaya,” 2 film 2 Söyleşi 1 röportaja katıldım. Benim için sektör adına çok güzel bir deneyimdi. Normalde hiç ulaşamay-acağım, hayal diyebileceğim yönetmenlerle konuşma, tanışma fırsatı buldum. Getirilen

filmler iyi yönetmenlerin iyi filmleriydi. Film-leri izlerken aynı zamanda yönetmenle filmi eleştirme imkânımız oldu. Eleştirilere açıklardı.”

Yine Haber Ajansı biriminde çalışan RTS 1. Sınıf öğrencisi Seral Karagel,” İki film ve iki söyleşiye katıldım. Çok keyif aldım. Sinemaya daha çok zaman ayırmamız gerektiğini ve kendi özgün sinemamızı oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum.”

Bu görüşler doğrultusunda projede görev alan Medya Merkezi yöneticileri ve çalışanları yapılan işten son derece memnun olduklarını ifade ettiler.

83e-papirüs |

Page 80: E-Papirüs 7.Sayı

Adana’da bu sene 20.si yapılan Uluslar-arası Altın Koza film festivaline Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışmasında finale kalan kısa belgesel filmim ”Gecekondu

Mahallesi” ile katıldım. Film daha önce Open City Docs ve Documentarist Belgesel Günleri’nin Türkiye Panorama seçkisinde de kendisine yer bulmuştu. Adana’ya Altın Koza için özellikle de film ile yarışmak için gitmek nereden bakarsanız bakın güzel bir şey, sinema öğrencisiyseniz ve ilk festivaliniz ilk filminiz ise fazlasıyla da heye-canlı oluyor. Festival konuğu olarak ağırlanırken, hem şehri geziyorsunuz hem de filmler izley-erek o filmleri yapan insanlarla tanışma fırsatı yakalıyorsunuz. Tabi ki kısa filmlerden ve onları yapan kısa filmci arkadaşlardan bahsediyorum. Zira uzun metrajlı filmlerin ekipleri ile bir araya gelmek pek mümkün olmuyor. Festivalin böyle bir derdi de yok açıkçası. Hâl böyle olunca kısa filmciler ve uzun filmciler çok farklı bir festival geçiriyor ya da en azından bu sefer öyle oldu.

Kısa filmleriyle festivalde bulunan diğer kısa filmci arkadaşlarla kaynaşmak pek uzun sürmedi, herkes sinema öğrencisi olunca ve böyle bir ortak paydada buluşulduğunda bir sorunda kalmıyor. Benim gibi henüz ilk kısa filmlerini yapmaya başlamış birisi için festivalin en güzel tarafı, aynı dertleri paylaştığınız, samimiyetine inandığınız ve sinema yapmak isteyen insanlarla bir araya gelmek ve onlarla tanış olup, dostluklar kurabilmekti. Sizin gibi düşünen, yazan, sinema yapmak için çabalayan insanlarla, -bu insanlar önümüzdeki 5-10 yıllık süreç içerisinde uzun metraj filmler üretmeye başlayacaklar- kısa film çatısı altında buluştuğunuz festival ortamında konuşulacak yegâne şey ”sinema” ve buradan hareketle ”kısa film” ve kısa filmciler olarak karşı karşıya olduğumuz sorunlar hakkındaki fikir alışverişleri oluyor.

Kısa Filmler ülkemizde sadece festivallerde ve özel yapılan toplu gösterilerde izleyiciyle

SİNEMA ELEŞTİRİSİ

kısa film üzerine bir değerlendirmeMarmara Medya Merkezi’nin de destek verdiği çalışmasıyla 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali Öğrenci Filmleri Yarışması’nda Belgesel Jüri Özel Ödülünü kazanan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Yüksek Lisans Öğren-cisi Emrah Kılıç, Altın Koza Film Festivali ve kısa film üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Yazı - Emrah Kılıç

ALTıN KOZA, KıSA FİLMİN SORUNLARı VE ÖDÜL…

SAHNENİN DıŞıNDAKİLER: KıSA FİLMCİLER

yönetmenÖdüllü

Emrah Kılıç’tan

84 | e-papirüs

Page 81: E-Papirüs 7.Sayı

SİNEMA ELEŞTİRİSİbuluşma imkânına sahip oluyor. Dolayısıyla festivaller kısa filmler için uzun filmlerden daha da önemli bir duruma geliyor, ancak fes-tivaller kısa filmleri ve onların yaratıcılarını hiç de önemsemiyor. Bu konuyla ilgili çok güzel tespitler yapmış olan Türkiye’de kısa filmin gelişmesi için çaba harcamış ve hala uğraş-makta olan, kendisinden yarım dönem bile olsa ders alma şansını elde ettiğim Hilmi Etikan hocamın güzel tespitlerini paylaşmak istiyo-rum; ‘‘… oysa bizler, sinema yapmak isteyen ve bu serüvene kısa filmle başlayan gençlerin, festival kapsamlarında sürekli olarak önemsiz insan davranışı gördükleri, konuk ağırlamada en geri plana itildikleri, verilen ödül miktarları ve ödül törenlerindeki yerleri ile küçümsen-dikleri, jüri üyelerindeki isimlerin adet yerini bulsun kabilinde seçildiği bir ülkede yaşıyoruz.”

Kısa filmciler tam da bu gibi sorunlar için bugünlerde bir araya geliyorlar, çeşitli toplantılar yapıp fikir alışverişlerinde bulunuluyor ve örgü-tlenmeye, seslerini daha fazla çıkarmaya ve haklarını aramaya çalışıyorlar. Benimde sonuna kadar desteklediğim bir oluşum ve haklı bir yapılanma, henüz internet ortamında organize edilen bir oluşum ancak daha ilk meyvesini Altın Koza’ya karşı yayınladığı bildiri ile aldı. Bu bildiri, Altın Koza Film Festivali’nin önceki yıl-larında ödül kazanan kısa filmcilerin ödüllerinin bir türlü verilmeyişi, festivalle bu sebepten iletişim kuran kısa filmcilere hakaret edilmesi, teliflerin ödenmemesi ve yeni yarışma şart-namesi ile kısa filmcilere telif ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine yayınlanan ve hemen her kısa filmcinin altına imzasını attığı bir boykot çağrısıydı. Kısa filmciler Altın Koza’yı boykot edecek ve filmlerini göndermeyecekti, böylece kısa film yarışması yapılamayacaktı, öyle ya bu festivaller biz olmasak, bizim film-lerimiz olmasa olamazdı. Haklı bir talepti ve karşılığını kısa sürede buldu. Festival yönetimi karşı bir bildiri yayınlayarak, isteklerin meşru olduğunu yapılanlar yüzünden özür dilediğini bildirdi ve geçmiş yıllarda yapmadığı ödemel-eri yapacağını bildirerek bu sene için de yine kısa filmlere telif ücreti ödeneceğini açıkladı. Bizlerde filmlerimizi yolladık ve festival bu

sene kısa filmcilere daha iyi şartları sunmak zorunda kaldı.

Kısa filmciler artık birbirleriyle konuşmaya ve iletişim kurmaya başladı, Sahnenin dışında değil tam da ortasında olmak için. Artık mily-onlar harcanarak adeta seçim kampanyası haline getirilen film festivallerinden daha fazlasını talep ediyoruz, hakkımızı istiyoruz. Adana’da Demet Akalın konserinde atılan yüzlerce havai fişeğin parasını istiyoruz (!) Uzun metraj filme 350.000 TL ödül verenlerin kısa filme 7.500 TL’yi saçma sapan bir şart-name özelinde vermesine karşı çıkıyoruz. Kısa film festivallerinin kısa filmcilerin talepleri doğrultusunda, istekleri göz önünde bulun-durularak düzenlenmesini istiyoruz. Şunu da ayrıca belirtme ihtiyacı duyuyorum. Adana Altın Koza Film Festivali yine de kısa filme en çok değer veren ve ilgi gösteren büyük festivallerden birisidir. Filmleri en azından türlerine göre ayırarak farklı kategorilerde değerlendiriyorlar, bunu yapmayıp kısa film kısa filmdir türü falan olmaz diyerek hepsini bir havuzda toplayıp yarıştırmaya kalkan bir Altın Portakal Film Festivali var bu ülkede ve çok prestijli.

Kısa filmcilerle kısa film konuşmak ve beraber yaptığımız kısa filmleri izlemek gerçekten keyif verici bir tecrübeydi. Bazılarımızın filmleri ödül aldı bazılarımız dolayısıyla alamadı ancak ödül alamayanların alanlar için sevindiği, bir-birini tebrik ettiği güzel bir ortam oluşturdu kısa filmciler, bu atmosferi solumak yeterince motive edici oluyor. İlk kez Adana’ya gidip eli boş dönmemek de benim için güzel oldu ayrıca, Gecekondu Mahallesiisimli kısa belge-sel filmim Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması Belgesel kategorisinde Jüri Özel Ödülü kazandı. Olurda bir gün bir yerde bir ödül alırsam o ilk ödülü anneme ithaf edeceğim diye düşünürdüm, Altın Koza ilk ödülüm oldu ve anneme ithaf ettim. Adana’dan bir sürü yeni arkadaşla, güzel anılarla, ve herhalde ben bu işi kıvırmaya başlıyorum düşüncesiyle ayrıldım.

İLK ÖDÜL, ALTıN KOZA…

85e-papirüs |

Page 82: E-Papirüs 7.Sayı

Da Vinci’s Demons2013 Nisan ayında yayınlanmaya başlayan Da Vinci’s Demons, tarihi-fantastik diyebileceğimiz tarzda bir tele-vizyon dizisidir. Her sezon 2 aylık bir zaman zarfında 8 bölüm olarak çekilen dizi, çekimlerini BBC stüdyolarında gerçekleştirmektedir.

86 | e-papirüs

DİZİ ELEŞTİRİ

Ülkemizde dizi “Türk” isimli bir karakterin gösteriliş biçimi ile ilgili tartışmalara konu olarak gündeme gelmiştir.

İtalya’nın Vinci kasabasında, bir noterin evlilik dışı bir çocuğu olarak dünyaya gelen Leonardo Da Vinci’nin hayatının konu edildiği dizi, tarihi olaylardan beslenen fantastik bir yapıt. Leon-ardo’nun 25 yaşında olduğu ve icatlarına yeni başladığı yıllarda, Medici ailesi tarafından yönetilen Floransa şehir devletinin Papalık tarafından ele geçir-ilmeye çalışıldığı bir dönemde Pazzilere ve Papa’ya karşı Medicilerin giriştiği mücadele ve Leonardo’nun yetenekleri hikayelenmiştir.

Dizede sıkça kullanılan geçmişe dönüş (flashback)

ve geleceğe gidişler (flashforward) kafalardaki soru işaretlerini artırıyor ve sizi hikayenin içine çekiyor.

Hikayede kilise baskısından kurtulmaya çalışan Rönesans Avrupa’sına geçişin sancılı dönemi anlatılmaya çalışılmıştır. Ancak bu kadar tarihi olayın yanında Da Vinci’nin Mitras’ın Oğulları isimli gizli bir teşkilatla zaman ve mekandan

koparak yaptığı görüşmeler, hikayeye eklenen mistik boyut-lar olarak göze çarpıyor.

Mitraizm olarak bilinen bu gizli külte atıf yapan Mitras’ın Oğulları, “Yapraklar Kitabı” isimli gizli ve Dünya’yı değişti-recek bir kitabın peşindedir. Bu kitabın ve sırların bulun-ması için ise Da Vinci’yi görevlendirmişlerdir. “Mitra”

Haber - Emirhan Uysal

Page 83: E-Papirüs 7.Sayı

“Mitraizm” “Mitra’nın Gizemleri” olarak birçok kültürde kendine yer edinmiş bu kelime eski Per-slerin Güneş tanrısı, Roma’da bir din ve gizli bir kült, Antik Yunan’da ise yine gizli bir kült olarak karşımıza çıkmaktadır.

Roma Mitraizminin günümüz masonluğuyla benzerlik taşıdığı iddiaları çokça dillendirilme-ktedir. Dizide sürekli olarak söylenen Dünya’yı değiştirecek olan “Yapraklar Kitabı” da bana kalırsa Rönesans sonrası dönemin yaratımına bağlanacaktır.

Bu gizli kült sadece kabul gören mensuplara açıklanan bir dizi gizli öğretiye sahiptir. Orta Avrupa’da Roma dönemine ait birçok yeraltı Mitra Tapınağı mevcuttur. İşte dizi, bu tarihi kültten esinlenerek ortaya çıkardığı Mitras’ın Oğulları isimli gizli teşkilat ve Papalık arasında geçen fantastik mücadeleyi de anlatmaktadır. İki tarafında ele geçirmeye çalıştığı “Yapraklar Kitabı” Dünya’yı değiştirecektir.

Hikayenin gelişiminde, ilk sezon boyunca Mitras’ın Oğulları ile görüşmeler yapan ve “Yapraklar Kitabı” hakkında bilgi ve kaynak için

yönlendirilen Leonardo, Papa’nın da kıskacı altındadır. Roma, Leonardo’nun dehasından yararlanmak istemektedir ancak Leonardo Flo-ransa’da kalıp Papa’ya karşı Medici ailesinin yanında saf tutmayı kararlaştırmıştır. Askeri icatlarıyla Floransa’yı güvende tutan Leonardo, ilk sezonun sonunda Pazzi ailesinin çıkardığı ayaklanmada Lorenzo De Medici’nin hayatını kurtarmıştır.

“Yapraklar Kitabı” ile ilgili araştırmalar sonrası Americo Vespucci ile iletişime geçen Leonar-do’nun bir sonraki durağı muhtemelen “Yeni Dünya” olacaktır. Dizi anlattığı dönemle ilgili

87e-papirüs |

DİZİ ELEŞTİRİ

İtalya’nın Vinci kasabasında, bir noterin evlilik dışı bir çocuğu olarak dünyaya gelen Leon-ardo Da Vinci’nin hayatının konu edildiği dizi, tarihi olaylardan beslenen fantastik bir yapıt.

Page 84: E-Papirüs 7.Sayı

birçok önemli olayı, kendi ana hikayesi etrafında şekillendirmekte ve her bölümün sonunda kaf-anızda yeni soru işaretleri bırakmakta.

Evlilik dışı bir ilişki sonucu dünyaya gelen Leon-ardo Da Vinci çocukluk döneminde travmalar yaşayan ve kendisini babasına kabul ettirmeye çalışan bir karakter. İlgileri çok farklı olan Da Vinci, babası tarafından sürekli aşağılanmakta

ancak yine de ilgilerinin peşinden gitmektedir. Toplumun bir kesimi tarafından sürekli dışla-nan Da Vinci, zekası ve yetenekleriyle kendine önemli bir yer edinir. Ancak gelişen olaylar karşısında sürekli bir ikilem içersindedir. Önce Floransa için silahlar icat eden bir mucit, daha sonra ise ölüm makineleri yaratmak istemeyen ve kendi icatlarını sabote eden bir Floran-salı. Bazen gizemleri çözmek isteyen meraklı

88 | e-papirüs

DİZİ ELEŞTİRİ

Orta Avrupa’da Roma dönemine ait birçok yeraltı Mitra Tapınağı mevcuttur. İşte dizi, bu tarihi kültten esinle-nerek ortaya çıkardığı Mitras’ın Oğulları isimli gizli teşkilat ve Papalık arasında geçen fan-tastik mücadeleyi de anlatmaktadır.

Page 85: E-Papirüs 7.Sayı

bir genç bazen Medicilerin safında kalmak isteyen bir sanatçı. Da Vinci, Babası ve ilişkil-eri konusunda da aynı ikilemleri sürekli olarak yaşayan bir karakter olarak resmedilmiş ancak çalışmaları konusunda çok kararlı ve kural tanı-mayan bir yapısı var.

Aydınlanmacı bir yaklaşımın esintilerinin yer aldığı hikayede, kilisenin karşısına bilim ve

sanatı temsilen Da Vinci çıkarılmış. Yine dönem İtalya’sında yer alan papalığa bağlı krallıklar olumsuzlanırken, özgürlüğün ve sanatın şehri Floransa olumlanmıştır. Her sorunu hesap-lamalarla ve zekasıyla alt eden bir karakter olan Da Vinci, kilisenin kıskacındaki bir toplumda sürekli horlanan bir karakter olmasına rağmen, kendi ilgileri sonucu sanata ve bilime yönele-bilmiştir.

89e-papirüs |

DİZİ ELEŞTİRİ

Page 86: E-Papirüs 7.Sayı

90 | e-papirüs

SiNEMA ELEŞTiRi

Seneler önce bir kitapçıda kitapları karıştırırken görmüştüm Markus Zusak’ın Kitap Hırsızı’nı. Adı ‘Kitap Hırsızı’ olan bir kitabı incelemeden geçemeyecek-

tim elbette. Kitabın arkasında ise aynen şöyle yazıyordu ‘ölüm meleğı sıze bır hıkaye anlat-mak ıstese durup dınlemez mısınız?’ Tabi ki dinlerim deyip almıştım kitabı. Kitap Hırsız’ı ile tanışmam ilk bu şekilde olmuştu. Filminin çık-tığını öğrendiğimde ise klasik, kitap kadar güzel değildir tepkisini verdim. Ki bence kitap uyarla-ması bir film maksimum kitap kadar güzel olabilir, çünkü zaten kitabı okurken hayal gücümüzle en iyi filmi o sırada biz çekeriz. Bu düşüncel-erle sanırım biraz da ön yargıyla izledim filmi. Fakat filmi izledikten sonra bir de önyargılarımın uçuşunu izledim çünkü film hayalkırıklığının ‘h’sini bile yaşatmayacak bir filmdi.

Markus Zusak’ın kitabından uyarlama olan filmimizde olaylar şöyle gelişiyor; Filmimizin ana karakteri Liesel, babası tarafından terk edilmiş ve Hubermann ailesine evlatlık olarak verilmiştir. Liesel kendisini evlat edinecek

KELİMELERLE HAYATA TUTUNAN KıZıN HİKAYESİ

‘ÇALMıYORUM ÖDÜNÇ ALıYORUM’

Yazı - Elif Doyran

Page 87: E-Papirüs 7.Sayı

91e-papirüs |

SiNEMA ELEŞTiRi

ailenin yanına götürülürken kardeşi ölür ve kardeşinin cenazesi sırasında bir kitap bulur. Bu kitabı kardeşini hatırlamak için saklar. Üvey babası Hans Hubermann ona okumayı öğretir. Nazilerin kitap yakma töreninde Liesel ateş altında kalan bir alarak saklar ve evine götürür. Bu sırada onu üvey annesinin müşter-isi olan belediye başkanının karısı Ilsa görür. Bir gün annesinin ütülediği eşyaları belediye başkanının evine götürdüğünde Ilsa Liesel’e muhteşem kitaplığını gösterir ve orada kitap okumasına izin verir taa ki belediye başkanı onu group evden kovana kadar. Fakat bu kovulma Liesel’i durdurmaz. Bundan sonra kütüphaneye gizlice girer ve okumak istediği kitapları ‘ödünç’ alır. Böylece en yakın arkadaşı Rudy tarafından kitap hırsızı lakabını alır.

Olaylar 1933 yılından Almanların yüzde dok-sanının Adolf Hitler’i gözü kapalı desteklediği dönemde geçiyor. Liesel’in üvey ailesi Huber-mann’ler ise bir ırkın acımasızca ‘temizlenişine’ destek vermeyen ve bunu eleştiren fakat bunu sesli olarak dile getirmeyen yüzde onluk dilimin içinde. Hatta bu sebeple Liesel’in üvey babası Hans’ın tanıdığı olan Max isimli Yahudi bir genci de evlerinin bodrum katında gizlemek zorunda kalırlar. Max ile Liesel kısa sürede dost olurlar ve birbirlerine hikayeler anlatırlar. Film ölüm meleğinin ağzından şu gerçeği hatırla-tarak başlıyor ve devam ediyor: ‘İşte küçük bir gerçek. Öleceksiniz. Bütün uğraşlara ragmen kimse sonsuza dek yaşayamaz’.

Bence kitap uyarlaması bir film maksimum kitap kadar güzel olabilir, çünkü zaten kitabı okurken hayal gücümüzle en iyi filmi o sırada biz çekeriz.

Page 88: E-Papirüs 7.Sayı

SİNEMA

92 | e-papirüs

Kieslowski’nin Üç Renk film serisi ismini Fransız bayrağının renklerinden alır. Eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin göstereni olan mavi, beyaz ve kırmızı renkleri aynı zamanda Fransız Devrimi’nin de ilkeleridir. Kieslowski, Üç Renk film serisinin ana fikrinin Dekalog’ta anlattığı fikirlerin daha geniş bir değerlendirmesini yapma isteğinden doğduğunu söylüyor.

Haber - Gökhan Şener

Blue: Ozgurluk

Page 89: E-Papirüs 7.Sayı

SİNEMA

93e-papirüs |

On Emir’in bugün nasıl işlendiğini, onlara karşı tavrımızı ve günümüzde Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’in işlevi nedir sorularının cevaplarını- işin

siyasal ya da toplumsal ve felsefi yönüne karışmadan, çok insani, mahrem ve kişisel bir düzlemde- neden göstermeye çalışmayalım? Batı bu üç kavramı siyasal ve toplumsal düzlemlerde uygulamaktadır ama kişisel bir düzlemde bakıldığında bu tamamen faklı bir meseledir. Bu filmleri çekmeyi düşünmemizin sebebi budur (Stok, 2010, s. 189)*.

Blue, özgürlük teması üzerine kurulmuş bir filmdir. Yönetmenden aktardığımız bölümde filmlerin siyasi ya da felsefi bir temele değil insani bir temele oturtulduğunu söylemesi filmlerin anlaşılması için önem arz etmektedir. Ancak siyasi ve felsefi olanla ilişkilendirilmeyen bu filmler çok spesifik bir insanın hayatını da anlatıyor değildir. Filmlerin üçü de filmdeki başat kişi üzerin-den toplumsal durumu çok iyi analiz ediyor. Bu duruma en iyi örnek belki de Blue filmidir. Çünkü bu film dönemin en çok tartışılan meselelerin-den birini ele alıyor: Özgürlük. Özgürlük meselesi yönetmenin de dediği gibi siyasal ya da felsefi

bir perspektifle değil daha insani bir perspektifle çekilmiştir. Film 1993 yılında çekilmiştir. İki dünya savaşı geride bırakılmış ve post-modern düşünce etkisinin yavaş yavaş kaybetmektedir. Böyle bir dönemde çekilen filmin siyasal ve felsefi olandan kaçmasının sebebi; ilk olarak felsefeye ve felse-fenin ortaya çıkardığı rasyonel insana çok güvenen Batı, her şeyin çok iyi olacağını düşünüyordu. Ancak felsefenin söylediğinin tam tersi oldu ve iki dünya savaşıyla insanlık karşı karşıya bırakıldı. Savaşlardan sonra ortaya çıkan post-modern düşünce insanın özne olma durumunu ciddi bir soruşturmaya tabi tuttu ve modernitenin rasy-onel öznesini yıktı. İnsan özne olma konumunu kaybedince ve kitle iletişim araçlarının insan üze-rindeki etkisi iyice artınca insan özgürlüğü tekrar gündeme geldi

Kieslowski de yukarıdaki sebeplerden dolayı siyasal ve felsefi olandan uzaklaştı. Çünkü siyaset ve felsefe iddia ettikleri hiçbir şeyi yerine getire-medi yönetmene göre. İşte bu sebeplerden dolayı Blue filmini yönetmen daha insani bir düzleme oturtarak çekmiştir. İnsani bir anlayışla çekilen film esasında döneminin toplumsal özelliklerini aktarmaktadır. Filmin çekildiği zamanda hatta

Page 90: E-Papirüs 7.Sayı

SİNEMA

94 | e-papirüs

şuan içinde yaşadığımız zamanda da insanların en büyük sorunu özgürlüktür. Özgürlüğe yönelik hem entelektüel düşünme hem de toplumsal bir arayış söz konusu. Bu açıdan Blue filminde insan-ların ne kadar özgür olduğu üzerine yönelik bir düşünüm söz konusudur.

Blue filmi özgürlükle ilgilidir, insan özgürlüğünün kusurlarıyla. Gerçekten ne kadar özgürüz? (Stok, 2010, s. 189).

Yönetmenden yapılan bu alıntıyla tekrar görüyoruz ki Blue’nin temel uğraşısı özgürlük üzerine. Yönetmen filminde özgürlüğü, yüküm-lülüklerin ve sorumlulukların ortadan kalkması, engel olmaktan çıkması olarak konu ediniyor. Film, trafik kazasıyla başlar ve filmin ana karak-teri Julie, kazada kocasını ve kızını kaybeder. Daha sonra Julie bütün mal varlığını satarak kendisini kimsenin tanımadığı bir yere taşınır. İlk bakışta Julie’den hesap soracak ya da yükümlü olduğu hiç kimse yoktur. Ayrıca hiç çalışmadan hayatını idame ettirecek kadar parası vardır. Meseleye böyle baktığımızda Julie çok lüks bir yaşamla karşı karşıyadır. Filmin ilerlemesiyle de Julie’nin özgürlüğü böyle algıladığını görürüz. Julie, bütün mal varlığını satarak kendisini kim-senin tanımadığı bir yerde yaşamaya başlar. Bu

durum modern insanın özgürlük anlayışının Julie üzerinde sembolleştirilmiş halidir. Yani insanın herhangi bir sorumluluğu ya da yükümlülüğü olmadan ve istediği şeyleri yapabildiği zaman özgür olmuş oluyor. Kieslowski de özgürlük sorununu bu şekilde kurarak bir sorgulamaya tabi tutuyor. Ve devamında soruyor, “Gerçekten özgürlük müyüz?” diye.

Kieslowski filminde bu soruya olumsuz yanıt veriyor. İnsanın özgürlüğü Blue filminde bu şekilde sorunlaştırılması rağmen, aslında insanın özgür olamayacağına vararak son buluyor. Julie, bütün yükümlülüklerinden ve sorumlulukların-dan kurtulduğu zaman özgürlüğüne kavuştuğunu zannediyor. Ancak filmin devamında görüyoruz ki Julie özgür olamamıştır. Çünkü, Julie’nin özgürlüğünü ya da her şeyden bağımsızlaşmasını, kurtulmasını engelleyen müzik vardır. Julie’nin eşi ünlü bir müzisyendir. Aslında filmin bize gizli olarak verdiği ve sonra daha açıkladığı şey müzisyen olanın Julie olduğu ve kocasının bes-telerini yazdığıdır. Julie kaza sonrası kocasının bestelerini de ortadan kaldırır bu anlamıyla. Ancak Julie’ye geçmişi hatırlatan müzik kendisini ona sürekli hatırlatır. Bir gün bir kafede oturu-rken sokakta flüt çalan bir adamı fark etmesi sonrasında geçmiş kendisini açığa çıkartır. Bu

Page 91: E-Papirüs 7.Sayı

SİNEMA

95e-papirüs |

anlamıyla müziğin geçmişi simgeleyen bir değeri vardır.

Geçmiş yok. Julie geçmişin üstüne sünger çekmeye karar vermiştir. Geçmiş yalnızca müzikle canlanır (Stok, 2010, s. 189).

Yönetmenden yaptığım bu alıntı geçmiş ve müzik arasındaki bağı gösteriyor. Müzikle canlanan geçmiş esasında insanın bütün bağlarından kopamayacağını da bize gösteriyor film içerisinde. Müziğin geçmişi hatırlatması ve Julie’nin bağlarından kopamaması aslında onun kaza sonrası büründüğü duygusuz, duyarsız karakter tipinin imkansızlığını da gösterir. İnsan duygularından bir şekilde tamamen kopamaya-cağı için, duygulanımı ortaya çıkartacak bir takım araçlar kendisini sürekli izhar eder.

Bugün bizler kendimize özgür müyüz sorusunu sorduğumuzda ve bunun üzerine düşündüğümüzde esasında ne kadar prob-lemli bir hayatın içinde olduğumuzu da fark ederiz. Örnek olarak medyanın ya da diğer teknik araçların bizler üzerindeki etkisini

düşündüğümüzde yaşamımıza ne kadar müda-hale ettiğini ve yönlendirdiğini göz önüne aldığımızda özgürlüğün belki de bizlerden ne kadar uzak olduğunu da anlarız. Bu anlamıyla birbirine sarmalanmış teknik ilişkilerden ibaret bir yaşam sürmekteyizdir. Çağdaş insan bir çok kazanın elde ettiyse de bu anlamıyla iradesini kaybettiğini görürüz.

Julie, filmde teknik olarak özgürlüğünü kaybet-miş bir karakter olarak görünmez. Ancak müzikle kendisini izhar eden geçmişin onu bağladığı yere baktığımızda, hafızanın bir hapishaneye dönüştüğünü görürüz. Özgürlüğüne kavuştuğunu düşünen bir insanın geçmişi hatırlamasıyla tekrar bir takım bağlarla sarmalandığını gösterir bize yönetmen. Bu anlamıyla bakıldığında Blue filmi dönemin en temel sorununu sorarak esaslı bir iş yaptığını görürüz. Julie dışındaki diğer karakterler kendilerini biçtikleri rolü sorunsal haline getirmeden yaşamaktadırlar. İşte bu noktada Kieslowski, dönemin toplumunun duru-munu açıkça önümüze koyar. İnsanlara bir hayat verilmiştir ve insanlar konforlarını bozmamak adına bu hayatın gerekliliklerini düşünmeden yerine getirmektedirler.

Blue filminin incelenmesi gereken bir diğer özelliği ise, filmdeki zaman kullanımıdır. Filmde birçok fade-out (sahnenin kararması) vardır. Buna Kieslowski, tipik, eliptik bir fade-out diyor (Stok, 2010, s. 189).Bir sahne biter, fade-out, yeni bir sahne başlar. Bizi aynı anda geri götüren dört fade-out vardır. Bunun sebebini yönetmenin aşırı öznel bir bakış açısı yakalayabilmesi olarak yorumlayabiliriz . Aslında bu esnalarda zaman geçmektedir ama Julie için, belirli bir anda zaman hareketsiz kalır. Hastanedeyken onu görmeye bir gazeteci gelir ve «Merhaba» der. Julie de, “Merhaba” diyerek karşılık verir. Fade-out başlar. İki merhaba arasında iki dakika geçer. Ancak o esanada Julie için zaman durmuş olur ve müzik çalar. Ancak sadece müzik geri gelmez zaman da durur.

*Stok, D. (2010). Kieslowski Kieslowski’yi Anlatıyor (çev. Aslı Kutay Yoviç). İstanbul: Agora

Page 92: E-Papirüs 7.Sayı

KİTAP

Antonioni, Fellini ve Bresson gibi auteurlerin önemli filmlerine yeni bir ışık tutan ve bir dizi önemli ama az

bilinen filmi gölgelerden çıkaran Modern-izmi Seyretmek Avrupa sanat sinemasının II. Dünya Savaşı sonrasındaki altın çağının ilk kapsamlı incelenişidir. András Bálint Kovács’ın 1950’lerden 1970’lere uzanan bu ansiklo-pedik çalışması sinemadaki modernizmin az sayıdaki stile ve temaya sahip birleşik bir hareket değil, tersine modern sanatın temel ilkeleri üzerine hayrete düşürücü bir çeşitlemeler alanı olduğunu öne sürüyor. Modernizmin ve avangardın kavramlarının

sinemada kendilerini farklı şekilde nasıl göster-diklerini örneklerle açıklayan Kovács incelemesine sanat sinemasının tarihsel bir kategori olarak ortaya çıkışının izini sürerek başlıyor. Yalnızca modernizmin kökenlerini değil, aynı zamanda onun stilistik, tematik ve kültürel somutlaşmasını da inceleyen Modernizmi Seyretmek sinemanın bu altın çağını içeren tarihsel dönemleri düşünmenin yaratıcı yeni yollarını gösteriyor.

Modernizmi SeyretmekAndras Balint Kovacs

Kitapta öncelikle modern-leşme süreci ele alınmakta ve modernliğin etik-estetik, kültürel, psi-

kolojik ve söylemsel-entelektüel evreninin postmodern dönüşüm süreçlerine dikkat çekilmektedir. Moderliğinmetodik, episte-molojik ve söylemsel kıstaslarını eleştirmekle kalmayan değerlendirmelerinde postmodern hassasiyetin etik-estetik, sosyo-kültürel ve tek-no-bilimsel pratiğini yansıtan Lyotard, Deleuze, Foucault, Derrida, Virilio, Baudrillard gibi düşünürlere göndermeler yapılmak suretiyle postmodern ruhun etik-estetik, epistemolo-jik-fenomenolojik bakış açılarının dioprik bir

panoraması sunulmakta ve mümkün olan netlikte ifadeye kavuşturulmaktadır. Kitapta ayrıca ünlü teorisyenlerin modernliğe yönelt-tikleri eleştiriler ve işaret ettikleri yeni sorular mülahaza edilmekte, özellikle Wittgenstein ve Heidegger’in, kimi eserlerine ve kavramlarına müracaat edilerek onların modernleşme süre-cine karşı eleştirel tavırları, postmodernliğin belirli bakış açılarına uygun biçimde tartışmaya açılmaktadır.

Kaos ve SinemaPostmodern

Yazı - Emirhan Uysal

96 | e-papirüs

Dr. Rıdvan Şentürk

Page 93: E-Papirüs 7.Sayı

KİTAP

Eserin sanatçıya kaynak olmasına göre, sanatçının esere köken olması ne kadar gerekli ise, başka bir tarzda

da olsa, sanatın sanatçı ve eser için köken olması o oranda gereklidir. Sanat kaynak olabilir mi? Sanat nerede ve nasıl vardır? Sanat, gerçek herhangi bir şeyin tekabül etmediği bir sözcüktür. Bu, gerçekten sanattan olanları yani eser ve sanatçıları içerisine koyduğumuz bir çerçeve tasarımı olabilir: Eğer sanat kavramı çerçeve bir tasarımdan daha fazla şeyler anlatıyorsa, sanat kelimesiyle anlatılan, yalnızca eser ve sanatçılara ilişkin gerçeklik tabanında

bir şeydir. Yoksa aksi mi geçerlidir? Sanat, onlara köken olduğu sürece mi eser ve sanatçı vardır?”

Martin Heidegger, Sanat Eserinin Köke-ni’nde “şey” den yola çıkarak sanat eserini, sanat ve nesne ilişkisini, sanat eserinin oluşumunu esnasındaki rolleri ve etken-leri detaylı bir şekilde irdeleyip okuyucuya önemli veriler sunuyor.

Sanat Eserinin KökeniMartin Heidegger

İsmet Özelin Üç Mesele ve Zor Zamanda Konuşmak kitapları yeni ve uzun bir dibace ile bir arada ‘‘Üç Zor Mesele’’

adıyla neşredildi. Üç Kulhuvallahi Bir Elham Üç Zor Meselenin Dibacesi işin işten geçmediği, Türkiyede yapılacak şey-lerin neler olduğu fikrine mahsus zeminin oluşmasına müsait vaktin işaretleri-nin henüz belirebildiği inancıyla yazıldı. Borun pazarının geçtiğini kabul etmiyo-rum; dolayısıyla eşeğimi Niğdeye sürme düşüncesinde de değilim. Üç Meseleyi Zor Zamanda Konuşmak içinde erittim ve ortaya daha netameli Üç Zor Mesele çıktı.

Niçin yaptım bunu? Her iki kitabın da müşterisi vardı. Yaptım, çünkü eşeğimi Niğdeye sürmeğe rıza göstermiş olmak, her iki kitabın ikisinden de nasibini alama-mış kıraat meraklılarına taviz vermekti. Paradoks her iki kitabın ikisinden de nasibini alamamışların her iki kitabın piyasaya çıkmasına sebep oluşların-dadır.’’

Üç Zor Meseleİsmet Özel

97e-papirüs |

Page 94: E-Papirüs 7.Sayı