Divan Şiirinde İlim ve İrfan Timsâli Hz. Ali Yrd. Doç. Dr...
Transcript of Divan Şiirinde İlim ve İrfan Timsâli Hz. Ali Yrd. Doç. Dr...
Divan Şiirinde İlim ve İrfan Timsâli Hz. Ali
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Güftâ*
Özet: Yüksek ahlâkî ve insanî vasıflar bakımından müstesnâ bir yere sahip olan Hz. Ali, Divan şiirinde
“kahramanlık, cömertlik, ilim, irfan ve velayet timsâli” olarak ele alınmış ve bu seçkin nitelikleriyle de hemen
hemen her kesimden şaire ilham kaynağı olmuştur. Özellikle ilminden ve velîliğinden bahsetmek Türk şiirinde
bir gelenek hâlini almıştır. Hz. Ali, ilme, ilmin üstünlüğüne ve ilim tahsiline çok önem vermiş, sahip olduğu
ilmin enginliğinden dolayı da bir hadîs-i şerîfte “ilim şehrinin kapısı” olarak nitelendirilmiştir. Divan şairleri,
Hz. Ali‟nin ilme ve ilim tahsiline verdiği değeri takdir etmişler ve bundan dolayı onu şiirlerinde ilim ve irfan
âbidesi olarak tasvir etmişlerdir. İşte bu çalışma, Hz. Ali‟nin ilme vukufunun Divan şiirindeki yansımalarını
tespit etmek amacıyla yapılmıştır.
Ali As a Great Example of Knowledge and Wisdom in Classical Ottoman Poetry
Abstract: Ali, an exceptional figure revered for his excellent ethical and humanly qualities, has been portrayed
in classical Ottoman Poetry as an “example of heroism, generosity, knowledge, wisdom, and sanctitiy”, and these
distinguished qualities of his has inspired poets from different sections of society. It has become a tradition in
Turkish poetry to mention particularly his knowledge and sanctity.
Ali paid much importance to knowledge, to the superiority of learnedness, and to acquiring knowledge.
Having mastered a vast body of knowledge, he has been described in a holy hadith as “the gate to the city of
knowledge”. Ottoman Poets recognized and appreciated the great value Ali attached to knowledge and acquiring
knowledge, and therefore, depicted him in their poems as a monument of knowledge and wisdom. This study has
been conducted in order to determine Classical Ottoman Poetry reflections of Ali‟s possessing knowledge of
thelogy.
Ebü‟l-Hasan Alî b. Ebû Tâlib, M. 598 yılında Mekke‟de doğdu. Ebû Tâlib‟in en küçük
oğludur. Babası, Hz. Muhammed‟in amcası Ebû Tâlib, annesi Fâtıma bint Esed b. Hâşim‟dir.
Hz. Peygamber, Mekke‟de baş gösteren kıtlık üzerine amcası Ebû Tâlib‟in yükünü
hafifletmek için Hz. Ali‟yi himayesine almış ve onu yanında büyütüp yetiştirmiştir. Hicretin
ikinci yılında onu kızı Fâtıma ile evlendirmiştir. Hz. Hasan ve Hüseyin bu evlilikten dünyaya
gelmişlerdir.
Rivayetlere göre Hz. Ali, geniş omuzlu, ortaya yakın kısa boylu, güzel yüzlü, koyu esmer
tenli, iri siyah gözlü, kalın pazu ve kalın baldırlı, sık ve geniş sakallı biridir.
Hz. Ali, dört büyük halifenin sonuncusudur. M. 656-661 yılları arasındaki halifeliği
döneminde İslâmiyetin yayılması için büyük hizmetler ifa etmiştir. M. 661‟de şehit
edilmiştir(Hasan İbrahim Hasan, 1987:I, 340-350; Ahmet Cevdet, 1985:III, 158-165; Fığlalı,
1989:II, 371-374; Huart, 1997:I, 306-309; Bayoğlu, 1986:152; Tulum, 2001: 273-276).
Hz. Ali, yüksek insanî ve ahlâkî vasıflarıyla İslâmiyetin örnek şahsiyetlerinden biridir.
İslâm tarihi boyunca Hz. Muhammed‟den sonra adından en çok bahsedilen İslâm büyüğüdür.
Hz. Peygamber‟e olan yakınlığı, dinî ve tarihî kişiliği, faziletleri, cesareti, yiğitliği, ilmi, irfanı
ve velîliği ile Şark-İslam edebiyatlarındaki her mezhep, tarikat ve meşrepten şairlerin sevgisi
ve ilgisine mazhar olmuştur. Türk edebiyatında da ona geniş yer verilmiş, onun
kahramanlığını, faziletlerini, ilmini, irfanını ve velîliğini en iyi ifade edenler Divan şairleri
olmuştur.
Divan şairlerinde Hz. Ali‟ye karşı derin bir sevgi ve içten bir bağlılık sezilmektedir.
Şairler, müstakil ve müşterek olmak üzere onun hakkında birçok na„t yazmışlardır. Divan
şiirinde Hz. Ali, bazen ilk üç halifeyle veya oniki imamla birlikte, bazen sadece kendisi için
müstakil yazılan na„tlarda, bazen Hz. Peygamber‟e yazılan na„tların son bölümlerinde, bazen
de kaside ve gazellerin münferit beyitlerinde “kahramanlık, cömertlik, ilim, irfan ve velayet
timsâli” olarak anılmış, bu seçkin vasıflarıyla çeşitli teşbih, telmih ve mukayeselere konu
edilerek övülmüştür.
Divan şiirinde Hz. Ali‟nin ilme vukufundan ve irfana mazhariyetinden övgüyle
bahsedilmiştir. Divan şairleri, Hz. Ali‟nin ilim sahibi olmasını, sözlerinde ve uygulamalarında
ilmi üstün tutmasını ve ilim tahsiline önem vermesini takdir etmişler, bu özelliklerinden
dolayı onu ilim ve irfan âbidesi olarak tavsif etmişlerdir. Onun ilme ve irfana vukufuna dair
Divan şiirindeki övgü dolu beyitlerin çokluğu bizi de etkilemiş ve bu konuda araştırma
yapmaya sevketmiştir.
İşte bu çalışmayı, Hz. Ali‟nin ilme ve irfana vukufunun Divan şiirindeki yansımalarını
tespit etmek amacıyla yaptık. Burada Hz. Ali‟nin hayatı, kişiliği ve hilafeti etrafında cereyan
eden tarihî hadiseleri araştırmak ve bunlar hakkında hüküm vermek gibi bir gayret içerisinde
olmadık. Bu araştırmamızın muhtevasını, Divan şiirine yansıyan Hz. Ali‟nin fazileti, onun
ilim, irfan ve velayet sahibi oluşu, ilminin kaynakları, kapsamı ve tesirleri, “ilim şehrinin
kapısı” olduğunu bildiren hadîs-i şerîfe mazhariyeti ve kendisinin söylediği rivayet edilen ilim
muhtevalı hikmetli sözleri teşkil etmektedir. Bu vasıfları, “Fazileti”, “İlminin Kaynakları,
Kapsamı ve Tesirleri”, “İlim Şehrinin Kapısı”, “İlim Muhtevalı Hikmetli Sözleri”, “İrfan” ve
“Velayet” olmak üzere altı başlık altında topladık. Şimdi Hz. Ali‟nin sahip olduğu bu
vasıfların Divan şiirine nasıl yansıdığını tespit etmeye ve örneklendirmeye çalışacağız.
1. Fazileti
Hz. Ali, çocukluğundan itibaren İslâm dini hükümlerine göre yetişmiş, ömrünü Kur‟ân‟ın
tebliğine hizmet etmek, İslâmiyeti yaymak ve yüceltmek için çalışmakla geçirmiş örnek bir
sahabîdir. O, Hak yolunda candan ve maldan geçmiş, sevgisini ve ilgisini sadece Allah
rızasına yöneltmiş, ömrü boyunca Kur‟ân‟ın hükümlerine itaat etmiş ve sünnete uymuş bir
velîdir. Sahabî, halife, gazi, âlim, fazıl, velî ve mürşit gibi manevî mertebelere ve seçkin
vasıflara sahip olmakla, Divan şairlerinin gönüllerinde müstesnâ bir yer edinmiş, divanlarında
da övgülerine mazhar olmuştur.
Hz. Ali, esasını İslâm dininin ilke ve kurallarından alan yüksek ahlâka sahip seçkin bir
kişidir. Divan şairleri, onun her konuda örnek gösterilebilecek kişiliğine, yüksek insanî ve
ahlâkî faziletlerine “güzîn-i âlem, hulk-ı azîm, Aliyy-i zü‟l-efdâl” gibi terkiplerle işaret
etmişler ve onu övmüşlerdir:
İmâm-ı mutlak u şâh-ı şecâ„at
Güzîn-i âlem ü mîr-i mürüvvet
Cem Sultan(CH.289)
Çehâr sâhibi kim çâr-rükn-i âlemdir
Atîk ü âdil ü Osmân Aliyy-i zü‟l-efdâl
Şeyhî(
D.34)
Hz. Ali‟nin faziletleri ve bilgisi çoktur(Bayoğlu, 1986:157). Zâtı da âdeta bütün güzel
vasıfları ihtiva eden bir mecmuadır. O, fazilet ve kemâl göğünün güneşidir; yüce mertebelere
sahip olan ilim ve fazilet ehlinin önde gelenlerinden biridir. Divan şiirinde “fâzıl u allâme,
âftâb-ı sipihr-i fazl u kemâl, ser-defter-i cem„at-i erbâb-ı fazl u ilm, Kevser-i ilm ü fazla sâkî,
fazlıyla hâbil ilmiyle kâmil” gibi sıfatlarla, onun ilim ve fazilette kemâl mertebesinde
oluşundan övgüyle bahsedilmiştir:
Âftâb-ı sipihr-i fazl u kemâl
Nev-bahâr-ı riyâz-ı câh u celâl
Fuzûlî(HS.I.156)
Ya„nî Aliyyü âlî-merâtîb
Fazlıyla hâbil ilmiyle kâmil
Râmî(D.92)
Ser-defter-i cemâ„at-i erbâb-ı fazl u ilm
Mecmû„a-i cemî„-i kemâlât-i asfiyâ
Sinan Paşa(TN.275)
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Hz. Ali, yüksek ahlâkî faziletlere sahip olan
ilim ehli bir şahsiyettir. İman, takva, salih amel, Kur‟ân ve sünnete bağlılık, güzel huylar,
karamanlık, cömertlik, ilim, irfan ve velayet, onun faziletinin esaslarını teşkil etmektedir.
Hz. Ali, kâmil imana sahip samimî bir mümindir. İslâmiyeti kabul eden ilk çocuk olma
şerefiyle onurlanmıştır(Hasan İbrahim Hasan, 1987:I, 347; Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân, 246).
Yüzünü hiçbir zaman puta döndürmediği için “kerremallâhu vechehu” dua cümlesiyle tazim
edilmektedir(Ahmet Cevdet, 1985:III, 159-160; Tulum, 2001:275; Fığlalı, 1989:II, 374):
Büt-perest olmadan oldı ma„sûm
Ki sabâvetde mutahhar Haydar
Enderunlu Fâzıl(D.27)
Hz. Ali, iman, takva ve sâlih amelde eşsiz bir kişidir. İman ile marifetullaha, takva ile de
üstün ahlâka ulaşmıştır. Her türlü haramdan ve şüpheli şeyden sakınmıştır. Dinin
emrettiklerini yapan, yasakladıklarından da uzak durmuş olan Hz. Ali, henüz hayatta iken Hz.
Peygamber tarafından cennete girecekleri müjdelenen on sahabîden biridir(Aydınlı ve Çakan,
1991:III, 547):
Var idi on sahâbe adı meşhûr
Mübeşşerlerdi cennet birle menşûr
Ebû Bekr ü Ömer Osmân Alîydi
Mukarreblerdi bu dördi aliydi
Yazıcıoğlu Mehmed(M.II.308)
Hz. Ali, takva ehlinin önderidir. Üstün takvası dolayısıyla Divan şiirinde “sultân-ı etkıyâ,
imâm-ı etkiyâ, imâmü‟l-müttakîn” gibi manevî mertebelere layık görülmüş ve bunlarla
yüceltilmiştir:
Serdâr-ı dîn-i Ahmed ü ümmîd-i cem„-i fazl
Sâlâr-ı ehl-i millet ü sultân-ı etkıyâ
Sinan
Paşa(TN.274)
Hz. Ali, Kur‟ân‟a ve sünnete bağlıdır. Onun, Kur‟ân‟a ve sünnete muhalif bir tek sözü,
fiili ve itikadı olmamıştır. Ömrü boyunca Kur‟ân‟ın hükümlerine uymuş ve hayatını Hz.
Peygamber‟in sünnetine göre düzenlemiştir. Güzel ahlâkının kaynağını Kur‟ân ve özünü
Kur‟ân‟dan alan sünnet oluşturmuştur.
Hz. Ali, vahiy kâtiplerindendir ve Allah kelâmından nice sırları sinesinde taşımıştır. İlâhî
sırlarla şereflenmesi, onu Kur‟ân ahlâkıyla ahlâklandırmış, sözlerinin ve uygulamalarının
Kur‟ân esaslı olmasını sağlamıştır:
Kâtib-i nakş-ı nâme-i Tenzîl
Hâzin-i genc-i hâne-i te‟vîl
Fuzûlî(HS.I.156)
Me‟âl-i vasfını tefsîre âlem âcizdir
Kelâm-ı Hakk ile hem-nüktedir makâl-i Alî
Esrâr Dede(D.175)
Hz. Ali‟nin sahip olduğu güzel ahlâkın teşekkülüne tesir eden en önemli şahsiyet Hz.
Muhammed‟dir. Hz. Peygamber, sözleri ve uygulamalarıyla Hz. Ali ve ilk üç halifeye örnek
olmuştur. Dört büyük halife, yüce ahlâk üzere yaratılan, beşerî ve ilâhî ilimlere mazhar olan
Hz. Peygamber‟in sınırsız ilmi ve kusursuz ahlâkıyla şereflenmekle kâmil ahlâka erişmiş,
ömürleri boyunca onun izinden yürümüş ve ahlâkı üzere amel etmişlerdir. Sadakatte Hz. Ebu
Bekir, adalette Hz. Ömer, hilm ve hayada Hz. Osman, ilim ve irfanda da Hz. Ali timsâl olmuş,
onlar bu üstün vasıflarıyla Hz. Peygamber‟in sadakati, adaleti, hilmi ve ilminin delili ve
mümessili olmuşlardır. Dört büyük halife hakkında kullanılmış olan “Çâr-yâr-ı
kâmil”(Doğan, 1996:50) sıfatı da onların ilim ve ahlâkta kemâl mertebesinde oluşlarına
apaçık bir delildir:
Makâm-ı sıdk u adâlet hayâ vü ilm ü amel
Kemâliyile buların bulupdur istikmâl
Şeyhî(D.34)
Sıdk u adl ü hilm ü ilm-i zâtına mazhar edip
Verdi çâr-erkâna fer hakkâ Habîb-i Kibriyâ
Yahyâ
Nazîm(TEN.43)
Sıdkına Bû Bekr şâhid şâhid-i adlin Ömer
Hilmine Osmân şâhid şâhid-i ilmin Alî
Yahyâ
Nazîm(DŞN.339)
Hz. Ali, çocukluk döneminden itibaren Hz. Peygamber‟i bir gölge gibi takip etmiş, onun
hâne-i saâdetinde büyümüş ve her yönüyle kâinatın efendisini kendine örnek almıştır. Hz.
Peygamber‟in evinde ve onun terbiyesi altında geçen dönemde Hz. Ali, ruhî yönden eğitilmiş
ve onun yüce şahsiyeti şekillenmiştir. O eşsiz terbiyenin eseri olarak Hz. Ali, ahlâk
bakımından üstün bir seviyeye ulaşmıştır. Hz. Muhammed ile nesep yakınlığı olması,
çocukluğundan itibaren onun yanında şefkatiyle büyümesi ve terbiyesiyle yetişmesi, Hz.
Ali‟nin yüksek ahlâka sahip olmasında çok önemli sebeplerdir. Hatta nesepte Hz.
Peygamber‟in amcasının oğlu ve damadı olması, kızı Fâtıma ile evlenerek Hz. Peygamber‟in
soyunu devam ettirmesi Hz. Ali hakkında Divan şairleri için övgü konuları arasında yer
almıştır:
İbni ammîsidir o şâh-ı güzîn
Hazret-i Ahmedin be-râh-ı yakîn
Erzurumlu Zihnî(D.120)
Hazret-i bint-i Resûlün zevcidir
Şâhsâr-ı nesl-i pâk-i Mustafâ
Âdile Sultan(D.225)
Hz. Ali, Hz. Peygamber‟in ehl-i beytindendir. Bu sebeple Hz. Peygamber, onu can ve
gönülden severdi. Çocukluğundan itibaren Hz. Peygamber‟in ona olan şefkati, yakın ilgi ve
sevgisi, aralarındaki nesep yakınlığına kalbî mahabbeti de eklemiştir. Hz. Ali, Hz.
Muhammed‟in göz nuru, Hz. Muhammed de Hz. Ali için ahlâkı üzere amel edilecek örnek bir
şahsiyet ve uğrunda can feda edilecek bir dost olmuştur:
Çü ehl-i beyti olmışdı Resûlün
Ol idi hem dahi zevci Betûlün
Severdi cân u dilden anı Ahmed
Anınçün buldı rahmetler mü‟ebbed
Cem Sultan(CH.290)
Hz. Ali, ömrü boyunca Hz. Peygamber‟in sözünü tutmuş ve onun emrettiklerini harfiyen
yerine getirmiştir. Hz. Peygamber‟e itaat etmekle Hz. Ali, ehl-i beytin yüce kişisi olmuştur:
Resûlün dâ‟imâ sözin tutardı
Ne kim hükm etse ol anı ederdi
Resûlullâhın olmışdı mutî„i
Anınçün ehl-i beytindir refî„i
Cem Sultan(CH.290)
Hz. Ali, Hz. Muhammed‟in feyzinin nuruyla kemâle ermiştir. Çocukluğunda Hz.
Peygamber‟in terbiyesi ve şefkatiyle yetişmesi sonucunda Hz. Ali, Hz. Peygamber‟in yüce
ahlâkının ve mükemmel terbiyesinin tam bir numunesi olmuş, her kemâlin ekmeli ve her
sıfatın efdali onda toplanmıştır(Tulum, 2001:275):
Olınca “rûhike rûhi” cenâb-ı unvânı
Kemâl-i Ahmed-i Muhtârdır kemâl-i Alî
Esrâr
Dede(D.175)
Câmi„-i hulk-ı Mustafâdır Alî
Ma„ni-i hâs-ı “lâ-fetâ”dır Alî
Esrâr Dede(AÜSBED.FE.120)
Hz. Muhammed, muhtelif vesilelerle ashabına iltifatlarda bulunmuştur. Bu sözler,
sahabîler için hem büyük bir onur, hem de onların faziletlerine apaçık birer delil olmuştur.
Hz. Peygamber, sözleriyle Hz. Ali‟yi de onurlandırmıştır. Bir hadisinde, kendisi için sevdiği
şeyi Hz. Ali için de sevdiğini ve kendisi için hoşlanmadığı şeyden Ali için de hoşlanmadığını
buyurmuştur(Kütüb-i Sitte, VIII, 46, hadis no:2602). Buna ilave olarak Hz. Peygamber‟in
Hicret‟in ilk aylarında Mekke‟den göçenlerle Medineliler arasında yakınlık ve dayanışma
sağlamak amacıyla kurduğu kardeşlik akdi sırasında “Sen dünyada ve âhirette benim
kardeşimsin” buyurarak Hz. Ali‟yi kendisine kardeş kabul etmesi, “Ben kimin dostu(mevlâsı)
isem, Ali de onun dostudur” buyurması, Hz. Ali ile aralarındaki münasebeti, nübüvvet
yakınlığı hariç, Hz. Musa ile Hârûn yakınlığına benzetmesi, Hayber Kalesi‟nin kuşatması
sırasında sancağı Hz. Ali‟ye vermesi ve fethin onun eliyle müyesser olması, Hz. Ali‟yi ancak
müminlerin seveceğini ve münafıkların buğzedeceğini bildirmesi, Taif Seferi sırasında Hz.
Ali ile yaptığı uzun görüşmeye sitem edenlere “Onunla hususî görüşmeyi ben kendi arzumla
yapmadım, Allah‟ın emri ile Resûlü yaptı” açıklamasında bulunması(Kütüb-i Sitte, XII, 288,
289, 292 hadis no:4404, 4405, 4406, 4407, 4408, 4409), Hz. Ali‟nin faziletine ve onun Hz.
Peygamber‟e olan yakınlığına dair çok önemli delillerdir:
Buyurdı ona bir gün ol seyyidü‟l-mürselîn
Diler bildire ol durur seyyidü‟l-evliyâ
Ki Mûsâya Hârûn gibisin bana yâ Alî
Velî şöyle bil kim benim hâtimü‟l-enbiyâ
Yazıcıoğlu Mehmed(M.II.302)
Hz. Ali, faziletli tutum ve davranışlarıyla güzel huylar kaynağı bir şahsiyet olarak tavsif
edilmiştir. Kaynak eserlerin ve Divan şairlerinin belirttiklerine göre Hz. Ali, hem âbid, zâhid,
mütevekkil, hayırsever, yumuşak huylu, kanaatkâr, mütevazı, doğru, dürüst, adaletli, sabırlı,
fedakâr, cömert, merhametli, vefalı, hünerli, akıllı, dirayetli ve bilgili bir kişi, hem de cesur,
yiğit, gazâlarda en ön safta dövüşen ve varlığıyla düşmana korku salan bir
kahramandır(Hasan İbrahim Hasan, 1987:I, 349; Ahmet Cevdet, 1985:III, 159; Bayoğlu,
1986:157-158):
Biri de mihr-i felek-i adl ü dâd
Ya„ni Alî sâhib-i rüşd ü sedâd
Şîr-i Hudâ ma„den-i cûd u kerem
Mâh-ı fürûzende-i burc-ı himem
Şîr-i gazâ pâdişeh-i nâm-dâr
Tîg-i güşâyende-i Düldül-süvâr
Menba„-ı hilm idi o sâhib-sehâ
Mihr-i ziyâ-dâde-i burc-ı vefâ
Fâzıl u allâme o sâhib-hüner
Fahr-ı cihân bendesi âlî-nazar
Subhî-zâde Feyzî(HF.316)
Hz. Ali, heybeti, cesareti, yiğitliği, mertliği, savaş tekniğini iyi bilmesi ve Zülfikar adlı
kılıcı kullanma kudretiyle İslâm tarihinde yüksek mevkie sahip bir kahramandır. Yiğitlik ve
mertlikte onun benzeri yoktur. Bu sebeple “şâh-ı şecâ„at” payesine layık görülmüştür. Gücü,
yiğitliği ve heybetiyle düşmanlarının yüreğine korku salmış, kamışlığa düşüp orayı yakıp
mahveden bir ateş gibi, savaş meydanlarında düşmanlarını helâk etmiştir:
Çü pâk idi anın evvelden aslı
Şecâ„atde yoğ idi hîç misli
Cem Sultan(CH.290)
Haydar durur biri ki adû leşkerinde ol
Bir âteş idi düşdi neyistâna gûyiyâ
Hamdullah Hamdî(D.114)
O, büyük fedakârlıklar ve kahramanlıklar göstererek canı pahasına Hz. Peygamber‟i
korumuş, İslâm dininin yayılmasında ona yardım edenlerin başında yer almıştır. Müşriklerin,
Hz. Peygamber‟i öldürme kararı verdikleri Hicret gecesinde hayatını tehlikeye atarak geceyi
onun yatağında geçirmiş, müşrikleri oyalayarak Hz. Peygamber‟e zaman kazandırmıştır.
Uhud‟da ve Huneyn‟de çeşitli yerlerinden yaralanmasına rağmen var gücüyle Hz.
Peygamber‟i korumuştur. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber‟de Hz. Peygamber‟in yanında
savaşa katılmış, onun sancaktarlığını yapmış ve büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Fedakârlığı, kuvveti, cesareti, heybeti, yiğitliği ve düşmanlarının yüreğine saldığı korkuyla
Divan şiirinde “Fâtih-i Hayber, Hayber Fatihi, Fâtih-i Kal„e-i Hayber, Şîr-i Hayber, Şîr-i
Gâlib, Şîr-i Hak, Şîr-i Hudâ, Şîr-i Yezdân, Şîr-i Ner, Haydar, Haydar-ı Hudâ, Haydar-i
Kerrâr, Esedullâh, Gazanfer, Gazanfer-i Bârî, Şâh-ı Merdân” gibi ona mahsus birçok isim,
sıfat, lâkap ve unvanla anılmıştır:
Alem-efrâz-ı Peyamber Haydar
Fâtih-i Kal„e-i Hayber Haydar
Enderunlu Fâzıl(D.27)
Şâh-ı Merdân Şîr-i Yezdân pîşvâ-yı ehl-i dîn
Kâşif-i sırr-ı velâyet Haydar-i Kerrâr mest
Nesîmî(D.86)
Hz. Ali, hayırsever ve cömert biridir. Onun işi gücü kerem ve cömertliktir. Bollukta ve
darlıkta malını ve parasını esirgememiş, bunları hep Allah rızası için sarfetmiştir. Bütün varını
sadaka olarak fakirlere dağıtmış, mahzun ve muhtaçlarla dert ortağı olup mümkün olduğu
kadar onlara yardım etmiştir. Dünyayı hor görmüş ve çok defa “Dünya bir leştir, ondan bir
parça arzu eden, köpeklere arkadaş olsun” demiştir(Huart, 1997:I, 308). Bu özellikleriyle Hz.
Ali, Divan şiirinde cömertliğin, lütuf, kerem ve bağışın kaynağı olarak kabul edilmiştir:
Sahâvetle kerem idi ana iş
Ol işden gayra kılmaz cünbiş
Cem Sultan(CH.290)
Ey kân-ı cûd u lutf u kerem menba„-ı sehâ
V‟ey ma„den-i mürüvvet ü ihsân yâ Alî
Hayretî(D.7)
Hz. Ali, cesaret ve kahramanlığının yanı sıra ilmi ve irfanı ile de tanınmıştır. İlmi ve
irfanı, güzel ahlâkı ve faziletine dair yukarıda ifade edilen bütün üstün vasıflarının varlık
sebebidir. O, ilmiyle âmil bir şahsiyettir; ömrü boyunca ilmi yaymaya gayret etmiş, hatta bu
uğurda şehit olmuştur:
Neşr-i ulûm eyler iken subh u şâm
Ana nasîb oldı husûl-i merâm
Hilmî(BK.32)
Divan şiirinde Hz. Ali hakkındaki övgü unsurlarının başında onun ilmi ve irfanı
gelmektedir. Divan şairleri, diğer meziyetleriyle birlikte onu ilmiyle de övmüşler ve
yüceltmişlerdir. Hz. Ali, Kutadgu Bilig‟de “cesur, yiğit, kahraman, cömert, temiz kalpli, takva
sahibi, akıllı ve bilgili”(Arat, 1995:16), Süheyl ü Nev-bahâr‟da ise “Özü alp, eli açık ve ilmi
çok” bir kişi olarak tarif edilmiştir:
Özi alp u eli açık ilmi çok
Ne kim var yavuzluk biri anda yok
Hoca Mes„ûd(SN.205)
2. İlminin Kaynakları, Kapsamı ve Tesirleri
Hz. Ali, ilim ehlidir. O, sözlerinde ve uygulamalarında ilmi üstün tutmuş, mal ve mülkün
geçici, ilmin ise kalıcı olduğunu belirtmiştir. İlim tahsiline çok önem vermiş, âlim ile cahili
birbirinden ayırt etmiştir. İlmi öğretenlere saygı duymuş ve bu uğurda köle olmayı kabul
etmiştir. Hilafet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm dininin öğretilmesi ve
öğrenilmesine onun büyük katkıları olmuştur.
Hz. Ali‟nin rızkı ilimdir. Rızık takdir ve taksim edilirken, ona bolca ilim lütfedilmiştir. O,
Arapça iki beytinde, kendisine ebedî rızık olarak ilmin ihsan edildiğini şiir diliyle veciz bir
şekilde dile getirmiştir:
“Allah‟ın hakkımızdaki taksimatına razı olduk. O, bize bilgi, düşmanlarımıza mal verdi.
Mal çok kısa sürede yok olur, bilgi ise hiçbir zaman yok olmaz.”
Divan şiirinde Hz. Ali‟nin bilgisinden bahsedilirken söz konusu edilen ilim şer„î
ilimlerdir. Nitekim Hz. Peygamber, “Ben ilim şehriyim, Ali kapısıdır”(el-Aclûnî, 2000:I, 235
no:618; Yılmaz, 1992:40) buyururken Hz. Ali‟nin ilminin niteliğini de belirtmiştir. Sinan Paşa
da Hz. Ali‟nin ahlâkı ve ilminden söz ederken “Hulkı, hulk-ı Rahmânî idi ve ilmi, ilm-i
Sübhânî idi.”(Tulum, 2001:275) demek suretiyle de onun ilme vukufunu, ilminin kaynağını
ve niteliğini beyan etmiştir. Zaten Hz. Ali, vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz.
Peygamber‟in nezdindeki özel konumu dolayısıyla, tefsir, hadis ve fıkıhta sahabîlerin ileri
gelenlerinden biriydi.
Hz. Ali‟nin ilminin ana kaynakları Kur‟ân ve sünnettir. Onun, Kur‟ân‟ı ve sünneti en iyi
bilenlerden biri olduğunu hemen hemen bütün Sünnî ve Şiî kaynaklar ittifakla
belirtmişlerdir(Fığlalı, 1989:II, 374). Kur‟ân‟a ve sünnete bağlılığı, hem kâmil ahlâk sahibi,
hem de dinî ilimlerde bilgisiyle kendisini kabul ettiren, isabetli hükümler veren ve daima
fikirlerine başvurulan bir otorite olmasını sağlamıştır.
Hz. Ali, Kur‟ân‟ın ince ve derin manalarına vâkıftır. O, “Sorunuz, bana Allah‟ın
kitabından sorunuz! Vallahi, Allah‟ın kitabından hiçbir âyet yoktur ki, ben onun gece mi
gündüz mü, ovada mı, dağda mı inmiş olduğunu bilmeyeyim” demiştir(Hasan İbrahim Hasan,
1987:I, 348-349). Böylece Hz. Ali, âyetlerin nerede ve ne zaman nâzil olduğunu çok iyi
bildiğini söylemiş, Kur‟ân hakkındaki derin bilgisinden faydalanmak isteyenleri kendisine
soru sormaya teşvik etmiştir. Zira o, Hz. Peygamber daha hayatta iken Kur‟ân‟ın tamamını
ezberlemiş bulunan ve onun meselelerine vâkıf olan sayılı sahabîlerden biriydi(Kandemir,
1989:II, 375). Divan şiirinde de “nukûd-ı dekâyık-ı vahye mahzen, muttali„-i zevâhir-i nusûs-ı
Kur‟ân, mühtedî-i bevâtın-i füsûs-ı Furkân, menba„-ı tefsîr-i Kur‟ân-ı azîm(Tulum, 2001:274-
275) ve ârif-i me„ânî-i Kur‟ân” gibi sıfatlarla, onun vahyin sırlarına, Kur‟ân‟a ve Kur‟ânî
ilimlere vukufuna, ilâhî emir ve hükümlerin zâhir manaları gibi, naslardan çıkarılan bilgilere
muktedir oluşuna işaret edilmiştir:
Ey vâkıf-ı hakîkat-i esrâr-ı kâyinât
V‟ey ârif-i ma„âni-i Kur‟ân yâ Alî
Hayretî
(D.7)
Hz. Ali, vahiy kâtibi olarak diğer üç büyük halifeyle birlikte Kur‟ân‟ın nüzûlüne tanıklık
etmiş, ilâhî sırlar hazinesi olan vahye, emin, emanetçi ve koruyucu olmuştur. Kur‟ân‟ın
korunması ve tahrif edilmeden daha sonraki nesillere ulaştırılmasında büyük hizmetler ifa
etmiştir:
Anlardır ehl-i hıbre-i silkü‟l-le‟âl-i vahy
Esrâr-ı genc-i vahye emîndir çehâr-yâr
Nâbî(D.I.32)
Hz. Peygamber‟e vahiy kâtipliği yapmak ve ilâhî sırları ezberlemekle Hz. Ali‟nin kalbi,
ilâhî hükümlerin bir nüshası olmuştur:
Bütün esrâr-ı dil-i lâhûtî
Eylemiş sînede ezber Haydar
Kalbidir nüsha-i ahkâm-ı Hudâ
Münşi-i şer„-i münevver Haydar
Enderunlu Fâzıl(D.27)
Hz. Ali, devamlı yanında bulunması sebebiyle, Hz. Peygamber‟e vahyedilen ilâhî emir ve
hükümlerle ilk onurlananlardan biri olmuş ve Kur‟ân‟ı en iyi bilenler arasında yer almıştır.
İlâhî emirlere vukufla birlikte Hz. Ali‟nin özü, harf harf, âyet âyet, sûre sûre Hak ilmi,
meramı Kur‟ân meramı, kelâmı ise Kur‟ân kelâmı olmuştur. Bu hâliyle Hz. Ali, Kur‟ân‟a
lisan ve sırlarına da beyan olmuştur. Hakikate ermiş bir insân-ı kâmil olarak o, “konuşan
Kur‟ân” anlamında “Kur‟ân-ı nâtık” unvanıyla da anılmıştır:
Muhammed ilme kân oldı Alî nutk-ı beyân oldı
Ana her sır ayân oldı Alîdir hâce-i Kanber
Nesîmî(D.117)
Veliyyullahdır ol Kur‟ân-ı nâtık
Anı Hak bilmeyen işi hatâdır
Nesîmî(D.110)
Hz. Ali‟nin vâkıf olduğu ilmin bir diğer önemli kaynağı da Hz. Muhammed‟dir. Hz. Ali,
ilim ve hikmeti vasıtasız olarak Hz. Peygamber‟in ilmi ve sırlarının hazinesinden almıştır.
Çünkü o, Hz. Peygamber‟e en yakın olan sahabîlerinden biridir. Çocukluğunda, gençliğinde,
iyi ve kötü günde, mecliste, savaşta ve barışta Hz. Muhammed‟in yanında bulunmuş, onun
sözleri ve uygulamalarını kendine örnek almıştır:
Ebû Bekrin safâ vü sıdkı senden
Alînin ilm ü irfânı Muhammed
Şeyh İbrahim-i Tennûrî(PŞ.51)
Alîdir cümlenin cânı Muhammeddir Alî kânı
Hakîkatdir Alî şânı Alîdir yâr-ı peygamber
Nesîmî(D.117
Hz. Ali, Hz. Peygamber‟in sünnetine hakkıyla vâkıf olan ve bu hususta kendisine en çok
başvurulan kişilerin başında yer almıştır. Çünkü o, Hz. Peygamber‟in sırlarından haberdârdı.
Hz. Peygamber‟in amcasının oğlu, damadı ve ehl-i beytinden olması, yanında büyüyüp
yetişmesi, ona özel kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapması, onu Hz. Peygamber‟e ve sırlarına en
yakın kişilerden biri yapmıştır:
Ol idi mahrem-i Resûlullâh
Sırr-ı zât ü sıfâtından âgâh
Fuzûlî(HS.156)
Vücûd-ı pâk-i Muhammedle hem-hakîkatdir
O sırra cümleden akrebdir ittisâl-i Alî
Esrâr Dede(D.175)
Hz. Ali, Hz. Peygamber‟de ilim ve güzel ahlâk adına gördüğü güzel her şeyi almış, ilâhî
emir ve hükümlerle ilgili olarak ondan duyduğu hiçbir şeyi unutmamış, çoğu fıkha dair
konulara olmak üzere ondan 586 hadis rivayet etmiştir(Kandemir, 1989:II, 375). Hz. Ali, Hz.
Peygamber‟in sözlerini en doğru şekilde rivayet eden ve onlardaki sırları en iyi bilen
sahabîlerden olmuştur. Rivayete göre, Hz. Peygamber‟in ona “Sen benim ilmimi belleyen,
unutmayan kulaksın” buyurduğu bildirilmiştir(Gölpınarlı, 2000:IV, 446). Bir diğer rivayette
de Hz. Peygamber‟in “Allahım, Ali‟nin kulağını belleyip unutmayan kulak kıl” buyurduğu,
Hz. Ali‟nin de “Resûlullahtan duyduğum hiçbir sözü unutmadım” dediği
belirtilmiştir(Gölpınarlı, 2000:V, 262). Hz. Peygamber‟in duası kabul olmuş, Hz. Ali de
kâinatın efendisinden duyduğu ve öğrendiği hiçbir şeyi unutmamıştır:
Ey âlim-i dekâyık-ı nutk-ı Muhammedî
V‟ey âlem-i hakâyıka sultân yâ Alî
Hayretî
(D.7)
Hz. Ali, Hz. Peygamber‟in vefatından sonra onun ilminin koruyucusu ve güvenilir bir
mercii olmuştur. Hatta Divan şairlerine göre Hz. Ali, Hz. Muhammed‟in ilminin vârisi
kılınmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı(öl.1982) da şair ve edib Şerîf er-Radî(öl.969)‟nin, Hz.
Ali‟ye ait olduğu ileri sürülen hutbelerden, mektuplardan ve muhtelif konulardaki
vecizelerden derlediği Nehcü‟l-Belâğa adlı eserin “Takdîm”inde Hz. Ali‟nin sınırsız bilgi
kudretini Hz. Muhammed‟den tevarüs ettiğini belirtmiştir(Nehcü‟l-Belâğa, 1972:5):
Haydar ki ilm ü hikmetine vâris etdi Hak
Mahbûb-ı evliyâyidi mahsûs-ı “lâ fetâ”
Şeyhî(
HŞ.20)
Şîr-i Hudâ vâris-i ilm-i Resûl
Gül-bin-i nev-bâve-i zevc-i Betûl
Hilmî(BK.31)
Hz. Ali‟nin ilminin kaynaklarına dair tespit ettiklerimizi örnekleriyle birlikte verdikten
sonra şimdi onun ilim âlemindeki yerini, ilminin derinliğini ve kapsamını belirtmeye ve
örneklendirmeye geçebiliriz.
Âlimlerin ittifakına göre Hz. Ali, sahabîlerin en bilgili olanı ve en isabetli hüküm
verenidir(Kütüb-i Sitte, XII, 248 hadis no:4370; Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân, 323). Kur‟ân-ı
Kerîm‟in tefsiri ve hadis rivayetinde, dinî meseleler, miras ile ilgili konular ve müşkil
davalarda Hz. Ali‟ye müracaat edilirdi. Onun hukuk bilgisi ve hüküm vermedeki başarısı Hz.
Ömer tarafından, “En isabetli hüküm verenimiz Ali idi” şeklinde ortaya konulmuştur. Bu
sebeple ilk üç halife önemli meselelerde Hz. Ali‟nin fikrini almayı ihmal etmemiştir. Diğer
sahabîler de, görüşlerinin doğruluğuna inandıkları için, hakkında fikir beyan ettiği dinî bir
meseleyi başkalarına sorma ihtiyacı duymamışlardır(Hasan İbrahim Hasan, 1987:I, 348;
Kandemir, 1989:II, 375).
Divan şiirinde de Hz. Ali‟nin dinî ilimlere vukufu ve irfana mazhariyeti ittifakla
belirtilmiştir. Divan şairleri, ona hârikulâde bir zekâ, keskin bir kavrama kabiliyeti, yüksek bir
sezgi gücü ve en çetin meseleleri halledebilecek nisbette ilim ve irfan bağışlandığını teslim
etmişler ve onu ilim ve irfan timsâli olarak tavsif etmişlerdir.
Divan şairlerine göre Hz. Ali, ilmin babasıdır. O, çok bilgilidir ve ilimde müstesnâ bir
mevkie sahiptir. “Ben ilim şehriyim, Ali kapısıdır” hadisine telmihte bulunulan bir beyitte
onun ilimdeki konumu, “ilimler kapısına kilit” şeklinde ifade edilmiştir:
Şehr-i ilmim dedi Resûl-i mecîd
Murtazâdır der-i ulûma kilîd
Erzurumlu Zihnî(D.120)
Hz. Ali‟ye, insanların karşılaşabilecekleri en güç meseleleri halledebilecek ilim kudreti
ihsan edilmiştir. Divan şairleri, ilim kudretinden bahsederken, marifet çeşmeleri menbaının
onda olduğunu, ilim hazinelerinin anahtarının elinde bulunduğunu, onun “hallâl-i müşkilât-i
cihân” pâyesine lâyık görüldüğünü, en derin ilim deryalarına dalabilen aklın bile onun zâtının
cevherini tasavvur ettiğinde hayran olup kendinden geçtiğini ifade etmişlerdir:
Etmiş seni Hudâ-yı cihân ilm ü fazl ile
Müşkil-güşâ-yı zümre-i insân yâ Alî
Hayretî
(D.8)
Akl kim gavvâs-ı deryâ-yı kemâl-i ilmdir
Cevher-i zâtın tasavvur eylese hayrân olur
Fuzûlî(D.41)
Divan şairlerinin Hz. Ali hakkında kullandıkları “âlim, allâme, a„lem ve a„ref” gibi
mübâlağa ve tafdil isimlerinden, onun derin bilgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yazıcıoğlu
Mehmed(öl.1451) “kamudan a„lem ve a„ref”, Muallim Nâcî(öl.1893) “a„lem-i ashâb-ı şâh-ı
râst-gûyân” gibi sıfatlarla onun sahabîlerin en bilgilisi olduğuna dair rivayetleri teyit
etmişlerdir:
Alî bindi hilâfet tahtına pes
Kamudan a„lem idi a„ref ahmâ
Yazıcıoğlu Mehmed(M.II.4)
Şeh-süvâr-ı arsa-i pehnâ-yı irfândır Alî
A„lem-i ashâb-ı şâh-ı râst-gûyândır Alî
Muallim
Nâcî(MNŞ.265)
XIV. yüzyıl şairlerinden Hoca Mes„ûd “ilmi çok” ve “gösterdi âlemde dürlü hüner”, Sinan
Paşa(öl.1486) “ser-defter-i cemâ„at-i erbâb-ı fazl u ilm”, Cem Sultan(öl.1495) “cihân-ı
ma„rifet”, Hamdullah Hamdî(öl.1503) “ehl-i fünûn”, Abdurrahman Râmî(öl.1640) “ilmiyle
kâmil”, Subhî-zâde Feyzî(öl.1739) “fâzıl u allâme” ve “sâhib-hüner” gibi sıfatlarla onun ilim,
fazilet ve hüner erbabının önde gelenlerinden biri oluşunu, muhtelif alanlardaki ilimlere
vukufunu ve bilgisinin derinliğini beyan etmişlerdir:
Aliyy ibn Ebû Tâlib ol şîr-i ner
Ki gösterdi âlemde dürlü hüner
Özi alp u eli açık ilmi çok
Ne kim var yavuzluk biri anda yok
Hoca Mes„ûd(SN.204-205)
Fâzıl u allâme o sâhib-hüner
Fahr-ı cihân bendesi âlî-nazar
Subhî-zâde Feyzî(HF.316)
Divan şairleri, Hz. Ali‟nin ilimde eşsiz ve benzersiz biri olduğunu belirtmek, vâkıf olduğu
ilmin derinliğini ve kapsamını somutlaştırmak için de “âfitâb, pâdişâh, gencîne, dür, güher,
deryâ, bahr, katre” gibi kelimeleri benzetme ve tezatlarda kullanmışlardır.
Divan şairlerine göre Hz. Ali, ilmin güneşi ve ilim memleketinin padişahıdır. Bursalı
Lâmi„î Çelebi(öl.1532) “âfitâb-ı ilm”, Fuzûlî(öl.1556) ise “pâdişâh-ı kişver-i ilm”
terkipleriyle Hz. Ali‟yi ilmin zirvesine yüceltmişlerdir. Şairler, Hz. Ali‟nin derin bilgisiyle
eşyanın sırlarına vâkıf eşsiz ve benzersiz bir âlim olduğunu belirtirken, onu en parlak yıldız
olan göğün sultanı güneşe ve o dönem için bir memlekette mutlak hüküm sahibi padişaha
benzetmişlerdir:
Kân-ı sehâ vü bahr-ı vefâ âfitâb-ı ilm
Cüft-i Betûl ü şîr-i Hudâ kutb-ı evliyâ
Lâmi„î Çelebi(DS.40)
Meger meded kıla ol pâdişâh-ı kişver-i ilm
Ki ilmidir kamu eşyâya vâkıf-ı esrâr
Fuzûlî(D.38)
Hz. Ali, bir ilim hazinesidir. Muallim Nâcî, bir rübâ„îsinde, dört büyük halifeyi temayüz
ettikleri vasıflarıyla tarif ederken, “gencîne-i ilm” terkibiyle Hz. Ali‟nin dinî ilimlerdeki
vukufunu ve bu ilimlerde eşsiz oluşunu belirtmiştir:
Yenbu„-ı hayâ ve hilmdir Zü‟n-nûreyn
Gencîne-i ilm Hazret-i Haydardır
Muallim Nâcî(MNŞ.316)
Hz. Ali, hikmet deryasının dalgıcıdır. Lâmi„î Çelebi, derya diplerinde sedefte inci
oluşumundan faydalanarak onun ilim kudretini belirtmiş ve “iki güher” ile de oğulları Hz.
Hasan ile Hüseyin‟e telmihte bulunmuştur. Denizlerin diplerindeki incileri dalıp çıkarmak her
dalgıcın kârı değildir. Oysa Hz. Ali, hikmet denizlerinin en derin noktalarına dalıp mana
incilerini çıkarabilen bir hikmet dalgıcıdır:
Gavvâs-ı bahr-ı hikmet idi eyle ol vücûd
Kim bir sadefden iki güher verdi Hak ana
Lâmi„î Çelebi(DS.40)
O, ilimler denizinde eşsiz bir incidir. Subhî-zâde Feyzî, denizlerin enginliği ve inciyi
barındırmaları ile incinin kıymetli bir mücevher oluşu ilgileri üzerine kurduğu bir beytinde
“ilm-bahr” benzetmesini kullanmış; ilimleri engin denize, Hz. Ali‟yi de bu denizdeki eşsiz
kıymette olan inciye benzetmiştir. Buna göre Hz. Ali, denizler kadar engin ilimlerde şahlara
layık inci gibi kıymetli bir âlimdir:
Bahr-i ulûmun dür-i yek-dânesi
Oldı sa„âdetle vasiyy-i Nebî
Subhî-zâde Feyzî(HF.316)
Hz. Ali, dinî ilimlerin yanı sıra yiğitlik ilminde de eşsizdir. “Sâhib-i ilm ü şecâ„at ve
sâhib-i ilm-i şecâ„at” tavsiflerinden onun ilmi ve yiğitliği şahsında toplayan yiğit bir âlim
olduğu anlaşılmaktadır. “Sâhib-i esrâr-ı lâ-fetâ, mazhar-ı mazmûn-ı lâ-fetâ, mahsûs-ı lâ-fetâ
ve ma„ni-i hâs-ı lâ-fetâdır Alî” terkiplerinde belirtildiği gibi o, “Ali gibi bir kahraman, onun
kılıcı gibi bir kılıç da yoktur”(Yılmaz, 1992:100) sırrına mazhar olmuştur. Divan şairleri,
onun ilmi ve yiğitliğine dair vasıflarını, bazen ayrı, bazen de aynı beyitte anmışlar, her iki
durumda da onu, hem mertlik ve yiğitlik, hem de ilim ve irfan timsâli kabul etmişlerdir. Onun
mertliği ve yiğitliğiyle de, ilmi ve irfanıyla da iftihar etmişlerdir:
Haydar-ı Kerrâr-ı gâlib şîr-i Yezdândır Alî
Sâhib-i ilm-i şecâ‟at şâh-ı merdândır Alî
Âdile
Sultan(D.222)
Zâtı degil mi mazhar-ı mazmûn-ı “lâ-fetâ”
“Lâ-seyfe Zülfikâr”ını tîgi beyân eder
Hâzık(
D.145)
Divan şairleri, Hz. Ali‟nin ilminin derinliği ve kapsamından bahsederlerken daha çok
“ilm-bahr” benzetmesinden faydalanmışlardır. Onlara göre Hz. Ali‟nin ilmi o denli derin ve
geniş kapsamlıdır ki, yalnızca bir damlası bütün kâinatı gark edebilecek enginliktedir.
Hayretî(öl.1535) bir beytinde derinlik ve kapsam itibariyle Hz. Ali‟nin ilmini hakikî aşk için
teşbih ve mukayese unsuru olarak kullanmıştır:
Gark olur bir katresiyle kâyinât
Bahr-i ilm-i Murtazâdır aşk-ı pâk
Hayretî(D.255)
Hayretî, Hz. Ali‟nin deryalar kadar engin bir ilme sahip olduğunu belirtmek için bir
beytinde “deryâ-yı ilm” terkibiyle “ilm-deryâ” benzetmesinden, Hz. Peygamber‟e ve Hz.
Ali‟ye bağlılık ve mahabbetini ifade ettiği diğer bir beytinde ise “deryâ-katre” tezatından
faydalanmıştır. Şair, ilk beyitte bir benzetme ile Hz. Ali‟nin ilim deryası olduğunu teslim
etmiş, ikinci beyitte ise ilim deryası olan Hz. Ali karşısında kendi ilmini katre kabul ederek
onun ilminin kapsamını somutlaştırmıştır:
Deryâ-yı ilm biri Aliyyün velî idi
Hurşîd-i “hel etâ” vü meh-i burc-ı “lâ fetâ”
Hayretî(D.6)
Zerreyiz kim Mustafânın mihr-i ser-gerdânıyız
Katreyiz kim Murtazânın ilmi deryâsındayız
Hayretî(D.13)
Hz. Ali, derin bilgisiyle yüreğinde ilim ve irfan nuru olan herkesi etkilemiştir. Divan
şairleri, onun derin ilmi ve geniş kültürünün tesiri altında kalmışlar, ilmini kaside sundukları
din ve devlet adamları için benzetme unsuru olarak kullanmışlardır. Bâkî(öl.1600), Kanunî
Sultan Süleyman(salt.1520-1566)‟ı “ilm ü irfân-ı Alî”, Nef„î(öl.1635) Şeyhülislam
Muhammed Efendi‟yi “Alî-ilm”, Hâzık(öl.1763) ise Çıldır Valisi Yusuf Paşa‟yı “Bû Hasan-
dâniş” sıfatlarıyla ilim ve irfan deryası Hz. Ali‟ye benzetmişler, memduhlarının Hz. Ali gibi
ilim ve irfana sahip olduklarını belirtmişler ve onları övmüşlerdir:
Adl ü dâd-ı Ömer ü sıdk u safâ-yı Sıddîk
İlm ü irfân-ı Alî hilm ü hayâ-yı Osmân
Bâkî(D.9)
Ey Ömer-adl ü Alî-ilm ü Aristo-hikmet
V‟ey Hızır-dâniş ü Ahmed-reviş ü Îsâ-dem
Nef„î(D.221)
Bû Bekir-sıdk u Ömer-ma„delet Osmân-hayâ
Bû Hasan-dâniş Aristo gibi sâhib-tedbîr
Hâzık(D.154)
Divan şairleri, Hz. Ali ile adaş olan devlet adamlarını överken de isim benzerliğinden
faydalanmışlar, onun yiğitliği, ilmi ve irfanını memduhları için benzetme unsuru olarak
kullanmışlardır. Haşmet(öl.1768) isim benzerliğini vasıta kılarak, Sadrazam Hekîmpaşa-zâde
Ali Paşa‟yı Hz. Ali gibi yiğit ve irfan sahibi olarak göstermiş ve onu övmüştür:
Alî Paşa-yı esed-savlet ü Kerrâr-sıfat
Haydar-ı devr-i zamân âsaf-ı sâhib-irfân
Haşmet
(HK.165)
3. İlim Şehrinin Kapısı
Hz. Ali, Hz. Peygamber‟in ilminin kapısı olma şerefiyle onurlanmış, bu özelliğiyle de onun
ilmi ve sünnetinin en iyi öğrenileceği sahabî olmuştur.
Divan şiirinde, onun ilimde müstesnâ bir yere sahip oluşu, dinî ilimlere vukufu ve şer‟î
hükümlerdeki yetkinliği dolayısıyla, “Ben ilim şehriyim, Ali kapısıdır”(el-Aclûnî, 2000:I, 235
no:618; Yılmaz, 1992:40) hadîs-i şerîfindeki “ilim şehrinin kapısı” iltifatına mazhar olduğu
kanaati hâkimdir. Hadis âlimlerince sıhhat derecesi tartışılan bu hadiste, Hz. Peygamber‟den
sonra ilim ve hikmet kaynağının Hz. Ali olduğu bildirilmektedir:
Dedi iki cihânın sevgilisi
Benim şehr-i ulûm oldur kapısı
Tebrizli Ahmedî(EN.10)
Dil ü cândan deyip durur peyamber
Ki şehr-i ilm ben oldum Alî der
Cem Sultan(CH.290)
Divan şairlerinin, sıhhat derecesini mesele etmeden bu hadisi Hz. Ali‟nin dinî ilimlerdeki
vukufuna bir vesika kabul ettikleri görülmektedir. Şairler, Hz. Ali‟nin dinî ilimlerdeki derin
bilgisini örneklendirirken genellikle bu hadisi zikretmişler, ilim şehrinin kapısı olarak onu da
“şehr-i ulûma kapu, bâb-ı şehr-i ulûm-ı Rabbânî, bâb-ı şehr-i ilm-i Hudâ, bâb-ı ilm ve bâb-ı
şehr-i ilm ü idrâk, der-i ilm-i ledünnî, der-i irfân” gibi terkiplerle tavsif etmişlerdir:
Biri şermende-meşreb hem kerem-nâk
Birisi bâb-ı şehr-i ilm ü idrâk
Enderunlu
Fâzıl(D.29)
Divan şairleri, bu hadisten ilhamla, ilim şehrini dileyenlerin veya ilim talep edenlerin, bu
şehrin kapısı olan Hz. Ali‟ye gelmeleri ve bu kapıdan girmeleri gerektiği telkininde
bulunmuşlardır. Buna göre, ilim ve hikmet kaynağı olan Hz. Ali, Hz. Peygamber‟e ulaşmanın
âdeta bir ruhsat kapısı olarak görülmüştür. Hz. Peygamber‟in yaşadığı yıllarda veya daha
sonraki devirlerde dinî ilimleri öğretecek birçok sahabî mevcuttu; ancak ilim şehrine
ulaşmanın bu şehrin kapısı Hz. Ali‟den geçme şartına bağlanması onun için büyük bir şereftir,
faziletine ve şanının yüceliğine büyük bir delildir. Buna göre, ilim talep edip de ilim şehrinin
kapısı olan Hz. Ali‟ye gelmeyenler gerçek ilme vâkıf olamazlar. Çünkü bu hadiste bildirilen
ilim; fazilet ve kemâl ehlinin sahip oldukları, itibar ettikleri, öğrenilmesini ve amel edilmesini
arzu ettikleri ilmin niteliği için bir göstergedir:
Çün ilm evine ol kapudan etmedi duhûl
Her hâricî bilir mi nedir ilm ile kitâb
Nev„î(D.185)
Fazl u kemâl-i ma„rifet ehli şu ilmedir
Kim şehri Mustafâ ola vü bâbı Bü‟l-Hasan
Şeyhî(D.47)
İlm-i ledün, kalp kaynaklı bir ilimdir. Bu ilim aynı zamanda marifettir, irfandır, keşftir.
Sûfîler arasında yaygın olan “Ben ilim şehriyim, Ali kapısıdır” hadisinde geçen şehir bir eve,
kapı ise marifet ilmine benzetilmiştir(Kara, 1995:76). Nev„î(öl.1599)‟nin “der-i irfân”,
Sünbülzâde Vehbî(öl.1809)‟nin “der-i ilm-i ledünnî” terkiplerindeki “kapı” ile kastedilen
ilim, marifettir:
Şeh-i saf-der Aliyy-i âlî-şân
Oldı ol dâr içün der-i irfân
Nev„î(TEN.31)
Süvâr-ı Düldül ü zû-Zülfikâr ol sihr-i mümtâzın
Der-i ilm-i ledünnî Murtazâdır yâ Resûlallâh
Sünbülz
âde Vehbî(DS.81)
Bu hadisteki “ilim şehrinin kapısı”, Divan şiirinde nasihatlere, birçok benzetme, telmih ve
tasavvura ilham kaynağı olmuştur. Nâbî(öl.1712), Hayriyye adlı eserinin “Matlab-ı Dâniş-i
Envâ„-ı Ulûm” bölümünde ilmin fazileti ve ilim tahsilinin önemi hakkında oğluna öğüt
verirken, yukarıda anılan hadise telmihte bulunmuş ve ona peygamberin damadı Hz. Ali‟nin
kapısı olduğu bir ilim şehri arayıp bulmasını tavsiye etmiştir:
Bulagör öyle medîneye vusûl
Ki kapusı ola dâmâd-ı Resûl
Nâbî(H.56)
Dânişî(öl.1683) bir beytinde Hz. Peygamber‟i tevhid surlarıyla çevrilmiş ve ilimle imar
edilmiş bir şehre, Hz. Ali‟yi de bu şehrin kapısına benzetmiştir. Nev„î ise bina tasavvuru
içinde Hz. Peygamber‟i İslâm dini binasının mimarı, Hz. Ebu Bekr‟i temel direği, Hz. Ömer‟i
güvenilir bir gözetleyicisi, Hz. Osman‟ı penceresi, “der-i irfân” terkibiyle de Hz. Ali‟yi bu
binanın “irfan kapısı” olarak tasvir etmiştir:
Bir mu„azzam şehrsin kim bâbı anın Murtazâ
İlm ile ma„mûrsın tevhîd ile mahsûrsun
Dânişî(
DŞN.148)
Karamanlı Aynî(öl.1494), Hayâlî(öl.1557) ve Nev„î, din büyüklerini yücelten ve onların
kapısında beklemeyi şeref sayan bir anlayışı ifade etmek için de aynı hadise telmihte
bulunmuşlardır. Hz. Peygamber‟in ilim şehri, Hz. Ali‟nin de o şehrin kapısı olduğu yerde,
Karamanlı Aynî kendini o kapının eşiğinde ikamet eden biri, Hayâlî ise o kapıya sadakatle
hizmet eden bir kapıcı ve bir it olarak kabul etmiştir. Nev„î ise böyle bir kapıda muradına
ermiş nice sultanın dahi bir köpek sadakatiyle beklemeyi ve hizmet etmeyi kendilerine şeref
sayacaklarını ifade etmiştir:
Dâr-ı hikmet Mustafâdır Murtazâ bâbı anın
Ol kapıda ben mukîm-i âstânem yâ kimem
Karamanlı
Aynî(D.265)
Nebî medîne-i ilm oldı bâbı şâh-ı Necef
O dergehin itiyem ol kapıda derbânem
Hayâlî(
D.208)
İlme Nebî medîne Alî oldı ana bâb
Ol kapuya seg oldı niçe şâh-ı kâm-yâb
Nev„î(
D.185)
Sâbit(öl.1712), Şeyhülislam Paşmakçı-zâde Seyyid Ali Efendi‟nin dinî ilimlere vukufu ve
müşkil davaları halletmedeki ilim kudretini överken aynı hadise telmihte bulunmuştur. Şair,
isim benzerliğinden faydalanmış, Şeyhülislamı ilmiyle Hz. Ali‟ye benzetmiş ve övmüştür:
Hallâl-i müşkilât ki tahkîk-ı bahsde
Ceddi gibi medîne-i her ilme bâb olur
Sâbit(D
.205)
4. İlim Muhtevalı Hikmetli Sözleri
Hz. Ali, ilim ve hikmet kaynağıdır, onun sözleri de hikmetlidir ve her sözü binlerce
hikmeti ihtiva etmektedir(Tulum, 2001:275). İlmin fazileti ve ilim tahsilinin önemi hakkında
birçok hikmetli söz irad etmiştir. Divan şairleri, duruma göre bu sözleri iktibas etmişler veya
bunlara meâlen telmihte bulunmuşlardır.
Hz. Ali‟nin hikmetli sözleri arasında en çok bilineni, “Bana bir harf öğretenin kölesi
olurum.”(Yılmaz, 1992:122) özlü sözüdür. Hz. Ali, bu sözüyle ilim öğrenmenin ve
öğretmenin önemine işaret etmiş, İslâm dininin ilme ve irfana verdiği değeri en güzel şekilde
belirtmiştir. Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye adlı eserinin “Der Ta„zîm-i Üstâd” başlıklı
bölümünde ilmi öğretene karşı saygılı olmak gerektiğini oğluna öğütlerken, ince manalar
ihtiva ettiğine inandığı Hz. Ali‟nin bu vecizesini kısmî iktibasla sözlerine delil olarak
göstermiştir:
Harf-i pür-nükte-i “men allemenî”
Anlatır kıldığını bende seni
Sünbülzâde Vehbî(LV.27)
Nâbî de Divanındaki “Târîh-i Berây-ı Kırâ„at-ı Nahv Mahdûm-ı Hod” başlıklı tarih
kıtasında bazı kelime değişiklikleriyle aynı sözü iktibas etmiş, oğlu Ebülhayr Mehmed
Çelebi‟yi nahiv okutmaya başlamasına onun dilinden tarih mısraı düşürmüştür:
Nahv okudıcak Nâbî mahdûmı Ebü‟l-hayra
Feyyâz bu ma„nâyı etdi diline ilkâ
Âdâb-ı teşekkürle Bü‟l-hayr dedi târîh
“Men allemenî harfen kad sayereni abdâ”
Nâbî(D.
I.293)
Hz. Ali‟nin, yakın dostlarından Kûfeli Kümeyl bin Ziyâd‟a söylediği rivayet edilen:
“Kümeyl, ilim maldan hayırlıdır. Çünkü ilim seni, sen ise malı korursun. İlim hâkim, mal
mahkumdur. Mal harcanmakla eksilir, ilim sarfiyatla artar.”(Gazâlî, 1998:I, 17) sözünün
Sünbülzâde Vehbî‟nin Lutfiyye adlı eserindeki “Der Fezâ‟il-i İlm-i Şerîf” başlığı altında ifade
ettiği aşağıdaki beyitlere ilham kaynağı olabileceğini düşünmekteyiz. Hz. Ali‟nin sözünde
olduğu gibi Vehbî‟nin beyitlerinde de ilim ile mal mukayese edilmiş ve bunların hiçbir zaman
birbirine eşit olamayacakları vurgulanmıştır:
Mâl ile ilmi müsâvî sanma
Mâla rağbetle varup aldanma
Ağniyâ müflis olur bir demde
Görmüşüz nicesini âlemde
Mâl bir nesne ki çok düşmeni var
Yolını bekleyici reh-zeni var
Ulemâ çekse de farzâ hüsrân
İlm ser-mâyesi bulmaz noksân
Cebr ile hâkim ü vâlî alamaz
Kalsa da meydânda hırsız çalamaz
Kesr ü noksân veremez bezl ü seref
Yokdur anda hatar-ı mahv u telef
Sünbülzâde Vehbî(LV.24-25)
Nehcü‟l-Belâğa adlı eserin “Akıl ve Bilgi” bölümünde de âlimin cahile üstünlüğünü, ilmin
sonuna varılamayacağını, ilimle amel etmenin önemini, ilimle dirilenin ebedî yaşayacağını
belirten sözlerin de Hz. Ali‟ye ait olduğu rivayet edilmiştir(Nehcü‟l-Belâğa, 1972:412-420):
“Âlim ölü olsa bile diridir, cahil diri olsa ölüdür.”
“İki şey vardır ki, sonu bulunmaz: Bilgi ve akıl”
“Az ilmi olup da onunla amel eden, çok ilmi olup da amel etmeyenden hayırlıdır.”
“Bilgiyle dirilen ölmez.”
5. İrfan
Hz. Ali, zâhirî ilimlere vukufunun yanı sıra, bâtınî bilgiye de mazhar olmuştur. Sinan
Paşa, “âlim-i zâhir-i şerî„at ve ârif-i bâtın-ı hakîkat”(Tulum, 2001:275) tavsifiyle onun dinî
ilimlerde âlim, hakikat bilgisinde de ârif ve velî olduğunu veciz bir şekilde dile getirmiştir.
Sûfîler metot olarak zâhir ilminin eğitim ve öğretimle, bâtın ilminin ise mistik sezgi(keşf)
ile elde edildiğini ifade etmişlerdir. Bu şekilde belli bir silsile ile Hz. Peygamber‟den gelen
veya özel bir yolla naslardan çıkarılan bilgiler gibi ilham ve keşf yoluyla vasıtasız olarak
Allah‟tan alınan bilgilere de “bâtın ilmi” denmektedir. Nitekim İbnü‟l-Arabî(öl.1240),
“Velîler, bilgileri peygambere getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar” derken bu hususu
belirtmiştir(Uludağ, 1992:V, 188).
Divan şiirinde, Hz. Ali‟nin Allah‟tan vasıtasız gelen bilgilere mazhar olmuş bir ârif, irfan
ve müşahedenin en üst seviyedeki hâline ermiş ve kendisinden keramet zuhur etmiş bir velî
olduğu hâkim bir düşüncedir. Divan şairleri, onun ilâhî sırlara mazhariyetinden, irfan ehli
oluşundan, velîliğinden, erdiği manevî hâl ve mertebelerden bahsederken “esrâr-ı ilâhîye
mazhar, mahrem-i sırr-ı ilâh, mazhar-ı envâr-ı celî, mevrid-i vâridât-ı Sübhânî, esrâr-ı
ceberûtîye mecma„, mugayyebât-ı eşyâya vâkıf, vâkıf-ı esrâr, vâkıf-ı hakîkat-i esrâr-ı kâyinât,
râz-dâr-ı illet-i îcâd-ı ekvân, vâkıf-ı hakîkat-i esrâr-ı kâyinât, ser-i ârifân-ı dekâyık-ı rumûz-ı
ulûhiyyet, server-i kâşifân-ı hakâyık-ı esrâr-ı Rubûbiyyet, server-i erbâb-ı irfân, şeh-süvâr-
ı arsa-i pehnâ-yı irfân, der-i irfân, mahzen-i ma„ârif-i irfân, ma„rifet güherlerine kân, ârif-i
ma„ânî-i Kur‟ân, kâşif-i remz-i hakîkat, kâşif-i ilm-i ledün, der-i ilm-i ledünnî, ârifin bürhânı,
kâmil, kâmil-i ilm-i ledünnî, çâr-yâr-ı kâmil, velî, veliyyullâh ve kutb” gibi birçok isim ve
sıfatı delil olarak kullanmışlardır.
Divan şairlerine göre Hz. Ali, ilâhî sırlara mazhar olmuştur. Sinan Paşa, “esrâr-ı ilâhîye
mazhar”, Hamdullah Hamdî “mevrid-i vâridât-ı Sübhânî”, Hâkânî(öl.1606), “mazhar-ı envâr-
ı celî”, Hâşimî(öl.1630?) “sırr-ı Sübhân u velî” ve Hilmî “mahrem-i sırr-ı ilâh” sıfatlarıyla
Hz. Ali‟nin ilâhî sırlara mazhariyetini belirtmişler, aynı zamanda bu sıfatları onun ârifliğine
ve velîliğine delil göstermişlerdir:
Bâb-ı şehr-i ulûm-ı Rabbânî
Mevrid-i vâridât-ı Sübhânî
Hamdullah Hamdî(YZ.47)
Dedi ol mazhar-ı envâr-ı celî
Esedullâh-ı velî ya„ni Alî
Hâkânî(HH.31)
Sinan Paşa, “ser-i ârifân-ı dekâyık-ı rumûz-ı ulûhiyyet, server-i kâşifân-ı hakâyık-ı esrâr-ı
Rubûbiyyet” tavsifleriyle Hz. Ali‟yi ilâhî sırlara mazhariyette zirveye taşımış ve insân-ı kâmil
mertebesine yüceltmiştir. Hayretî “vâkıf-ı hakîkat-i esrâr-ı kâyinât”, Fuzûlî “vâkıf-ı esrâr”,
Muallim Nâcî de “râz-dâr-ı illet-i îcâd-ı ekvân” ifadeleriyle de onun kâinatın yaratılış
sırlarının hakikatine vukufunu ifade etmişler ve Sinan Paşa‟nın düşüncesini teyit etmişlerdir:
Câh-ı vâlâ-yı şeh-i merdâna vârisdir Hasan
Râz-dâr-ı illet-i îcâd-ı ekvândır Alî
Muallim
Nâcî(MNŞ.265)
Divan şairleri, Hz. Ali‟nin Allah‟tan vasıtasız gelen bilgiye mazhariyetini belirtip
örneklendirirken, “ilm-i ledün, irfan ve marifet” gibi eşanlamlı tasavvufî terimleri
kullanmışlardır(Kara, 1995:76, 129; M. Kemal Atik vd., 1997:387). Bilindiği gibi ledün ilmi,
irfan ve marifet, kalp kaynaklı ve vehbî bilgidir. Bu bilgi, eğitim öğretimle veya insanî bir
kabiliyetle elde edilemez; ancak Allah tarafından bağışlanır. Buna nail olmak için, dünyevî
güzellik ve zenginliklere önem vermemek, nefsi tezkiye etmek, Allah‟ın rızasına tâlib olmak
ve O‟nun dostluğunu kazanmak gerekir. Bu aşamalardan geçen kişiye, Allah, ilâhî ilham
yoluyla takdir ettiği nisbette kendi hakkındaki bilgiyi ihsan eder. İşte vehbedilen bilgi irfandır,
buna mazhar olan kişi de ârif, ârif-i billâh veya velîdir.
Hz. Ali‟nin ledün ilmine mazhar olduğu hem meşhur mutasavvıflar, hem de Divan şairleri
tarafından birçok kez beyan edilmiştir. İlk devir sûfîliğinin en güçlü temsilcilerinden olan
Cüneyd-i Bağdâdî(öl.909), Hz. Musa‟nın Hızır‟dan öğrendiği “ledün ilmi” ile Hz. Ali‟nin
bildiği bâtın ilminin aynı şey olduğunu söylemiştir(Uludağ, 1992:V, 188). Karamanlı Aynî,
Hz. Ali hakkında kullandığı “ledün ilminde Hızr-ı a„lem” sıfatıyla Cüneyd-i Bağdâdî‟yi teyit
etmiştir. Ayrıca Sinan Paşa “kâmil-i ilm-i ledünnî”, Necâtî(öl.1509) “kâşif-i ilm-i ledün” ve
Sünbülzâde Vehbî “der-i ilm-i ledünnî” nitelendirmeleri ile Hz. Ali‟nin ledün ilmine mazhar
olduğunu belirtmişler ve onun bu ilimde kemâl mertebesinde olduğunu ifade etmişlerdir.
Buna göre Hz. Ali, ledün ilmine mazhar olmuş kalp gözü açık yüksek sezgiye sahip keşf
ehlinden bir ermiştir:
Ledün ilminde Hızr-ı a„lem ol var
Bu ilmi Mûsevî sanma echelidir
Karamanlı Aynî(D.94)
E‟s-selâm ey kâşif-i ilm-i ledün
E‟s-selâm ey cümle bürhân e‟s-selâm
Necâtî(
D.48)
Divan şairleri, Hz. Ali‟ye Allah‟tan vasıtasız gelen ilâhî ilhamı, ilm-i ledünün yanı sıra,
irfan ve marifet ile de belirtmişlerdir. Şairlere göre Hz. Ali, irfana mazhar olmuş ve marifet
ummanı bir ârif olmuştur(Tulum, 2001:275). Kâinat sırlarının hakikatini keşfetmiş, marifet
mücevherlerinin kaynağı, hidayet rehberi ve irfan hazinesi olmuştur:
Ey vâkıf-ı hakîkat-i esrâr-ı kâyinât
V‟ey ârif-i ma„âni-i Kur‟ân yâ Alî
Ey bâb-ı şehr-i ilm-i Hudâ hâdi-i Hüdâ
V‟ey mahzen-i ma„ârif-i irfân yâ Alî
Hem ma„delet dürerlerine bahr-i bî-kerân
Hem ma„rifet güherlerine kân yâ Alî
Hayretî
(D.7)
Hz. Ali, irfan kapısıdır ve marifetiyle âriflere delil olmuştur. O, âşıkların sultanı ve
âriflerin mahbubudur(Tulum, 2001:275). Onun sevgisi âriflerin kalplerini aydınlatmıştır:
Ârifin kalbine hubbün gün gibi verdi ziyâ
Fâsıkın gönline zulmet ü nifâkat Murtazâ
Sen şeh-i merdân-ı âlem ârifin bürhânısın
Sâki-i Kevser ü ebrâr-ı cemâ„at Murtazâ
Ümmî
Sinan(D.22)
Hz. Ali, âşıkların göz nuru ve âriflerin sultanıdır. O, irfan meydanının en iyi at binicisidir:
Server-i erbâb-ı irfân nûr-ı çeşm-i âşıkân
Zevc-i pâk-i Fâtıma binti Nebiyy-i pür-safâ
Âdile
Sultan(D.220)
Şeh-süvâr-ı arsa-i pehnâ-yı irfândır Alî
A„lem-i ashâb-ı şâh-ı râst-gûyândır Alî
Muallim
Nâcî(MNŞ.265)
Hz. Ali, Türk tasavvuf edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir. Ana kaynaklarından biri
tasavvuf olan Divan edebiyatında da “ayn-ı hidâyet, kân-ı hidâyet, nûr-ı hidâyet, hâdî-i Hüdâ,
rehber, reh-nümâ, reh-nümâ-yı müsâfirân-ı râh-ı riyâzât” gibi sıfatlarla Hz. Ali‟ye irşad etme
özelliği isnat edildiği görülmektedir. Buna göre Hz. Ali, hidayet nuru ve kaynağıdır, tasavvuf
yolunun rehberi ve doğru yolun kılavuzudur.
Hz. Ali, Tazarrunâme‟de yüce himmet sahibi bir mürşit olarak tavsif edilmiş ve tarikat
şeyhleri silsilesinin Hz. Peygamber‟den bir önceki halkası kabul edilmiştir. Esere göre,
şeyhlerin intisabı hep Hz. Ali‟yedir ve velîlerin meşrepleri hep ondandır. Her şeyhin irşadı
onun yüce himmetiyledir ve sâlikin doğru yola girmesi onun terbiyesiyledir(Tulum, 2001:274,
276).
Hz. Ali, bir tarikat kurucusu olmadığı hâlde, tasavvuf yolunun imamı veya sultanı kabul
edildiği için, tarikatların çoğu silsilelerini ona ulaştırmışlardır. Tasavvufun tarikatlar şeklinde
teşkilâtlanmasından sonra, tarikatlar, silsilelerini o günkü şeyhten geriye giderek bazen Hz.
Ebu Bekir‟e ve Ali‟ye, bazen de sadece Hz. Ali‟ye, oradan da Hz. Peygamber‟e
dayandırmışlardır(Kara, 1995:234; İz, 1997:171, 175; Onay, 1992:37; Pala, 1995:33;
Çavuşoğlu ve Tanyeri, 1981:7; Tarlan, 1992:34). Tasavvufî bilgi olan marifet de bu yolla
telakki edilmektedir. Hz. Ebu Bekir ve Ali‟nin Hz. Peygamber‟den öğrendikleri ilm-i bâtın,
sırlar ve marifet, halkalar hâlinde şeyhler vasıtasıyla bugüne kadar ulaşmış olmaktadır(Kara,
1995:234).
Halvetiyye tarikatına bağlı bir mürşit olan Ümmî Sinan(öl.1657), müntesibi olduğu
tarikatın silsilesini saymaya Hz. Muhammed ile başlamış, Hz. Ali ile devam etmiş, ondan
sonra da kendi zamanına kadar gelen bütün şeyhlerin adlarını vermiştir. Hasan-ı
Basrî(öl.728), Habîb el-Acemî(öl.747-48), Dâvûd et-Tâî(öl.781?), Ma„rûf-ı Kerhî(öl.815),
Seriyy-i Sakatî(öl.870) ve Cüneyd-i Bağdâdî(öl.909) gibi meşhur mutasavvıflar yoluyla bu
silsileyi Ömer el-Halvetî(öl.1397-98)‟ye kadar ulaştırmıştır:
Mâye evvel Mustafâya Hâlıkın ihsânıdır
Cibri‟il etdi edâ çün kim ezelden cânıdır
O dahı bil Haydar-ı Kerrâra telkîn eyledi
Evliyânın ser-firâzı hem şîr-i Yezdânıdır
Ol dahı bil Hasan-ı Basrîye telkîn eyledi
Zâhiri bâtını ma„mûr pîrlerin bürhânıdır
Ol dahı çün Habîb-i Acemîye telkîn eyledi
Anın içün dem-be-dem zikr etdügi Sübhânıdır
Ol dahı bil Hâce-i Dâvûda telkîn eyledi
Anın içün cânı başı Hâlıkın fermânıdır
Ol dahı çün Ma„ruf-ı Kerhîye telkîn eyledi
Anın içün bî-nişân u lâ-mekân seyrânıdır
..........
Ol dahi Halvetî Pîr Ömere telkîn eyledi
Anın içün “küntü kenz”in sırrile mihmânıdır
Ümmî
Sinân(D.39-41)
Tasavvufun İslâmî kaynaklı olduğunu iddia edenler, Hz. Ali‟nin söylediğini ileri
sürdükleri “bâ‟da vücut zâhir oldu, ondan başlar ve ona avdet eder. Allah‟ın kitabında olan
her şey kitabın fâtihasındadır, kitabın fâtihasında olan her şey bismillâhtadır; bismillâhta
olan her şey bâ‟dadır, bâ‟da olan her şey bâ‟nın noktasındadır; bâ‟nın altındaki nokta
benim.” sözünü delil göstererek tasavvufî ilk kelimelerin de Hz. Ali‟den çıktığını rivayet
etmişlerdir(Levend, 1984:41):
Alî aydur ne kim var idi esrâr
Kodı yüz dört kitâbda anı Gaffâr
Cemî„in kodı uşbu dörtde Sübhân
Ki Tevrâtdır Zebûr İncîl ü Furkân
Bu dördini kodı Furkân içinde
Ne kim vardır geri Kur‟ân içinde
Kodı hem Fâtiha içinde anı
Bulunur anda mecmû„-ı me‟ânî
Ne kim var Fâtiha içinde esrâr
Bulunur cümle Bismillâhda hep var
Ne kim var cümle Bismillâh içinde
Bulunur bâ-i Bismillâh içinde
Ne kim var bâ-i Bismillâhda mahzûn
Anın bir noktasında oldı meknûn
Ben ol bir noktayım tahtında bâ‟nın
Ki remz-i vahdetim tahtında anın
Yazıcıoğlu Mehmed(M.II.228)
Nokta, hakikî birliktir ve tüm çokluğun aslıdır. Dairenin merkezi ve vahdetin sembolüdür.
İnsan da âleme nisbetle bir noktadır; ancak bu nokta âleme dair bütün sırları kendinde
gizlemektedir. Hz. Ali‟nin söylediği ileri sürülen “İlim bir noktadır, cahiller onu çoğalttı.”(el-
Aclûnî, 2000:II, 87, no:1760) sözünde de belirtildiği gibi ilmin aslı bir noktadır:
Kamu bir noktadır ilm ancak ey dost
Çoğaldıkça dolar kalbe hem ü gam
Niyâzî-i Mısrî(D.149)
Her noktası numûne-i “el-ilmü noktatün”
Ser-mâye-i tekessür-i kevn ü mekân verir
Hâzık(
D.140)
Bâ‟nın altındaki nokta ise Kur‟ân‟ın özü ve özetidir, kâinata dair bütün sırların
merkezidir. Bir ile çok‟un ortasında yer alan bâ‟nın noktası varlık âlemine ve
mevcûdâta(eşyaya) işaret etmektedir. Bu noktanın bâ‟nın altında yer alması varlıkların ilk
taayyuna tâbi olmalarını göstermektedir. İlk taayyundan maksat da insân-ı kâmildir.
Vücud(varoluş) bâ ile meydana çıkmış, nokta ile ibadet eden ile edilen yek-diğerinden
ayrılmıştır. İlk mutasavvıflardan Şiblî(öl.945)‟nin “Ben bâ‟nın altındaki noktayım” sözü, “Ben
insân-ı kâmilim” veya “Ben izzetle nitelenen âbidden zilletle ayrılan (abd ve) kulum”
anlamına gelir. “Besmeledeki bâ‟nın altında bulunan nokta benim” diyen Hz. Ali de bu
sözüyle ilk taayyuna işaret etmiştir(Uludağ, 1977:79).
Divan şairleri, hem Allah‟tan vasıtasız gelen bilgiye mazhariyetlerini ve gönüllerinin bu
bilgiye mahzen oluşunu, hem de hakikate erdiklerini ve insân-ı kâmil mertebesine
ulaştıklarını belirtirlerken “bâ‟nın altındaki nokta benim” sözüne telmihte bulunmuşlardır.
Mutasavvıf şairlerden Niyâzî-i Mısrî(öl.1694), Hz. Ali‟nin sözünde belirttiği vahdet sırrına
mahrem olmakla insân-ı kâmil mertebesine erdiğini beyan etmiştir:
Niyâzî taht-ı bâ‟da nokta oldı
Alînin sırrına olalı mahrem
Niyâzî-i Mısrî(D.149)
Nâbî, kalbi, Hakk‟ın tecellî mahalli ve nazargâhı olmuş bir ârifin, vahdete erdiğinin bir
işareti olarak “bâ‟nın altındaki nokta benim” sözünü söyleyebileceğini ifade etmiştir:
Anınçün kalb-i mü‟min oldı arş-ı a„zam-ı Bârî
Dedi ârif benim ol nokta-i mevzû„a tahte‟l-bâ
Nâbî(D.
I.6)
6. Velayet
Mutasavvıflar, velî kelimesindeki umumîliği hususîleştirerek, tasavvuf yoluyla Allah‟ın
dostu ve O‟nun sevdiği bir kul olmayı anlamışlardır(Kara, 1995:153). Buna göre velî, Hakk‟ın
dostu ve sevgili kulu(Uludağ, 1977:566), velayet ise velînin bu dostluktan kaynaklanan hâli ve
sıfatıdır, yani velîliktir(Devellioğlu,1982:1376; Kara, 1995:153). Buradaki dostluktan maksat,
Allah‟a yakınlık sağlamaktır.
Kur‟ân-ı Kerîm‟de velîler, iman etmiş ve Allah‟a karşı gelmekten sakınmış Allah dostları
kişiler olarak tavsif edilmiş; onlara korku ve hüzün olmadığı, dünya ve âhiret hayatında
müjdeler bulunduğu buyurulmuştur(Yûnus, 10/62-64). Hz. Peygamber‟e velîlerin kimler
olduğu sorulduğunda “Görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır” cevabını
vermiştir(Yazır, IV, 494-495).
Velî ve velayet hakkındaki bu kısa bilgiden sonra şimdi Hz. Ali‟nin velayeti hakkında
Divan şiirinde tespit ettiklerimizi örneklerle sunalım.
Şiîlere göre Hz. Ali, her şeyden evvel Allah‟ın muhibbi, dostu(veliyyullâh)dur, ulûhiyete
velayet(yakın dostluk) bağları ile bağlanmış bir insandır. Çok geçmeden buradaki velâyet
kelimesine evliyâlık manası verilmiştir. Ehl-i sünnete göre ise Hz. Ali, tam manasıyla bir
velîdir(Huart, 1997:I, 308).
Divan şairleri, yüksek ahlâkî ve insanî vasıflara sahip olması, Allah rızasına muhalif
hâlinin bulunmaması, tam bir imanla ilâhî emir ve hükümleri yerine getirmeye çalışması, yüce
himmet sahibi olması ve himmetini yalnızca Allah rızasına yöneltmesi, dünya malına ve
dünyevî kazanç yollarına sevgi ve düşkünlüğünün olmaması, her türlü haramdan ve şüpheli
şeylerden sakınması, ömrü boyunca Hz. Muhammed‟e ve sünnetine sadık kalması, ilâhî
sırlara mazhar olması, kendisinden keramet zuhur etmesi gibi hâllerin Hz. Ali‟de mevcudiyeti
dolayısıyla birçok beyitte onu “velî, veliyyullâh ve Alî veliyyullâh” şeklinde anmışlardır.
Hulefâ-yı râşidîn velîdirler. Dört büyük halife, Allah‟ın sevgili kulu olan Hz.
Muhammed‟in dostluğuyla şereflenmekle Allah‟ın rızasına ermişler ve Hak dostu
olmuşlardır. Allah ve resûlünün dostluğuna nail olmak dört büyük halifenin velîliğine apaçık
bir delildir:
Anın ashâbı kim cümle velîdir
Ebû Bekr ü Ömer Osmân Alîdir
Bulardan râzı olmışdır ol Allâh
Buları çün kabûl etmişdir ol Şâh
Abdülvâsi Çelebi(HN.49)
Mahbûb-ı Hakkın olmağ ile hem-nişînleri
Hüsn-i rızâ-yı Hakka karîndir çehâr-yâr
Nâbî(D.
I.32)
Hz. Ali‟nin velayetinin sırrı, şahsında risalet, nübüvvet ve velayeti toplayan Hz.
Muhammed‟dir. Hz. Peygamber‟in sırlarına mahrem olan Hz. Ali, velayet sırrıyla
şereflenince, peygamberliğin bir cüzü olan velayet hâlini taşımış ve temsil etmiştır. Bir
velînin velayetinin sırrı, peygamberine bağlılığıyla ilgilidir ve ona beslediği sevgi ile
orantılıdır. Bağlılığı ve sevgisi nisbetinde peygamberinden nur alır, bu nur vasıtasıyla da
hakikat sırlarını keşfeder(Gündoğdu, 2000:390-391; Horata, 1998:175). Hz. Ali, Hz.
Muhammed‟e karşı sınırsız bir sevgi beslemektedir ve onun sünnetine samimiyetle bağlıdır.
Bu sevgi ve bağlılık, onu Hz. Peygamber‟e ve sırlarına en yakın kişilerden biri yapmış,
velayet sırlarıyla şereflenmesine vesile olmuştur:
Ebû Bekir Ömer Osmân şerî„at mülkine sultân
Velâkin ol Alî arslan olup her sırrına hem-râh
Velâyet sâhibi Haydar kerâmet bahrıdır yek-ser
Hakîkat sırrına esrâr anı kıldın hoş âlî-râh
Ümmî
Sinân(D.198)
Divan şairlerine göre Hz. Ali velayet sahibidir. Şairler, “velâyet-i Ali”yi tasdik etmişler ve
onun velayet sahibi oluşunu “sâhib-velâyet Murtazâ, velâyet sâhibi Haydar, zî-velâyet” gibi
ifadelerle beyan etmişlerdir. Hz. Ali‟nin Ka„be‟nin hareminde doğmasına(Bayoğlu, 1986:147,
149) telmihte bulunarak, onu, sedefi Ka„be‟nin haremi olan velayet deryasının eşsiz bir incisi
olarak tavsif etmişlerdir: :
Zîrâ ki velâyet-i Alîye
Münkir degiliz imâmımızdır
Ahmed Paşa(D.34)
Ey mürüvvet ma„deni sâhib-velâyet Murtazâ
V‟ey Hudânın arslanı ayn-ı hidâyet Murtazâ
Ümmî
Sinân(D.21)
Murtazâ bir dür-i deryâ-yı velâyetdir kim
Harem-i Ka„bedir ol dürr-i yetîmin sadefi
Fuzûlî(
HS.I.149)
Divan şairlerine göre Hz. Ali, velayet sırlarına mazhar olmuş bir velîdir ve hakikate
ermekle bu sırlar onda zuhur etmiştir:
Mazhar-ı sırr-ı velâyet Alîdir
Haydar-ı Kerrârdır hem velîdir
Tecellî eyledi ana hakîkat
Zuhûra geldi esrâr-ı velâyet
Sırrî(D.18)
Hz. Ali‟nin ilâhî sırlara mahrem oluşunda ve velîliğinde şüphe yoktur. O, velayet sahibidir.
Velayet âlemi içinde eşsiz benzersiz bir velîdir ve velîlerin gören gözüdür(Beytur, 1965:3).
Olmış idi mahrem-i sırr-ı ilâh
Kılma velî olduğına iştibâh
Hilmî(BK.31)
Hîç âlem-i velâyet içinde nazîrini
Görmedi dahi dîde-i devrân yâ Alî
Hayretî
(D.8)
Hz. Ali, Allah‟ın isim, sıfat ve sırlarının mazharı olmuş, her hâli ve davranışlarıyla Allah‟ı
hatırlatacak nitelik ve olgunluğa ulaşmış bir velîdir. “Ali gibi er gerek” ifadesi de Hak eri olan
Hz. Ali‟nin ermişliğine Yunusça bir delildir. İlâhî sırlarla şereflenmenin herkese müyesser
olamayacağı kesindir; bu sırlara erişmek için Hz. Ali mertebesinde bir ermiş olmak gerekir:
Yüri var epsem ola ne simsarlık satarsın
Alî gibi er gerek iş bu sırra eresi
Yunus
Emre(D.II.381)
Divan şiirinde “kâşif-i sırr-ı velâyet” tavsifiyle Hz. Ali‟nin velayet sırrını keşfettiği ifade
edilmiş; “menba„-ı sırr-ı velâyet, velâyet kânı, velâyet meskeni, ser-çeşme-i velâyet, ser-mâye-
i velâyet, asl-ı şecere-i velâyet” gibi birçok sıfatla da onun velayet kaynağı olduğu
belirtilmiştir:
Ol velâyet kânı vü sultân-ı dîn şâh-ı Necef
Tâc-dâr-ı enbiyâ vü ser-firâz-ı evliyâ
Nesîmî(
D.75)
Hz. Ali, velîlerin efendisi, mahbubu ve yüz suyudur. O, velayet mertebesinin ekmelidir.
Cenâb-ı Hakk‟ın rızasını elde etmekle velayet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış ve
velîlerin şahı mertebesine nail olmuştur:
Kemâl âli Alîden iste tâlib
Ki ol zümre velâyet ekmelidir
Karamanlı Aynî(D.93)
Çün rızâ-yı Hakk hâsıl kıldı ol
Oldı kevneyn içre şâh-ı evliyâ
Cem Sultan(CH.291)
Hz. Ali, tarikatların, silsilelerini ona ulaştırmalarına, onun ilk imam olması ve nübüvvet
sırrının velayet oluşu inancına dayanılarak “şâh-ı velâyet” şeklinde de anılmıştır(Güner,
1991:57; Pala, 1995:560). Divan şairleri, onun hilafetteki liyâkatı, iktidarı ve hârikulâde
zekâsından daha çok, manevî saltanatı olan “şâh-ı velâyet”ten bahsetmişlerdir. Hz. Ali‟nin
layık görüldüğü velîliğin ve velîlerin sultanı mertebesini, “şeh-i serîr-i velâyet, şeh-i sadr-ı
velâyet, şehriyâr-ı velâyet, husrev-i mülk-i velâyet, sultân-ı evliyâ, şâh-ı evliyâ, ser-firâz-ı
evliyâ, evliyânın ser-firâzı, evliyâlar serveri, velîler serverî, pîşvâ-yı evliyâ, kıdve-i evliyâ,
muktedâ-yı zümre-i evliyâ-yı evvelîn ü âhirîn” gibi birçok sıfatla dile getirmişler ve bu
sıfatlarla onu yüceltmişlerdir:
Hazret-i şâh-ı velâyetdir kim
Lâ-mekân semtine rehber Haydar
Enderunlu Fâzıl(D.27)
Hz. Ali, en büyük velî anlamında “kutb-ı dîn ve kutb-ı evliyâ” olarak da zikredilmiş ve
hakîkat-i Muhammedî‟ye mazhar olduğu belirtilmiştir:
Âkıl ü kâmil muhakkık kutb-ı dîn
Sâki-i Kevser sa„âdetlü emîn
Yazıcı Sâlih(ETEA.Ş.60)
Hz. Ali‟nin evliyâ arasındaki yeri, Hz. Muhammed‟in enbiyâ içindeki konumuna
benzemektedir. Hz. Muhammed, nebiyyullahtır, Hz. Ali veliyyullahtır. Hz. Muhammed, son
peygamberdir, Hz. Ali ise dört büyük halifenin sonuncusudur. Hz. Muhammed,
peygamberlerin serveri, Hz. Ali ise velîlerin rehberidir. Hz. Muhammed, peygamberlerin
efendisi seyyidü‟l-mürselîn, Hz. Alî ise velîlerin efendisi seyyidü‟l-evliyâdır. Hz. Peygamber,
fahr-ı enbiyâ, Hz. Ali ise tâc-ı evliyâdır:
Serveridir enbiyânın Mustafâ
Reh-beridir evliyânın Murtazâ
Karamanlı Aynî(D.82)
Hz. Ali‟nin soyu da velayet nuruyla onurlanmıştır. Hz. Ali‟nin torunlarından onuncu
imam Alî en-Nakî el-Hâdî(öl.868)‟den bahsedilen bir bölümde onuncu imamın velayet ehli,
irfan ve keramet kaynağı, kutb-ı cihân olduğu ve ceddi Hz. Ali‟ye benzediği belirtilmiştir:
Silsile-i zübde-i nesl-i Alî
Nûr-ı velâyetle olur müncelî
Hilmî(BK.308)
Nûr-ı velâyetle o nesl-i Alî
Rif„at ile olsa n‟ola müncelî
Hilmî(BK.311)
Keramet, velî ve salih kullara Allah‟ın teveccühü ve ikramıdır. Allah‟ın dostluğunu
kazanmayı ve duası makbul olan ideal bir mümin olmayı amaçlamış biri, ibadetini ve taatini
eksiksiz yapar, nefsini tezkiye eder, yüksek bir ahlâka ve kâmil bir imana sahip olunca Allah
da ona keramet ihsan ederek dostluğunu gösterir. Divan şairlerine göre Hz. Ali de birtakım
üstün vasıflar kazanmış harikulâde şeyler izhar edebilen bir velîdir. Divan şiirinde “sâhib-
kerâmet, cûy-bâr-ı bâğ-ı kerâmet, acâyib-i kerâmete menba„, kerâmet bahrı, mazhar-ı
kerâmet-i külliyye” gibi genel ifadelerle onun Allah‟ın keramet lütfuna nail olduğu belirtilmiş,
ancak kerametlerine örnek verilmemiştir. Cesareti, yiğitliği ve velîliği dolayısıyla,
cenknâmelerde ve Şiîler arasında Hz. Ali‟nin ismi etrafında menkıbeler oluşturulmuş, onun
birçok kerametinden bahsedilmiştir:
Himmetin peymânesidir âlemi hayrân eden
Ey velîler serveri sâhib-kerâmet Murtazâ
Ümmî
Sinan(D.22)
Velîler, Allah‟ın ilgi, himâye ve yardımına mazhar olmuş ermişlerdir. Bir ordunun
komutanı velîlerin sultanı Hz. Ali olursa, o ordu nereye giderse şüphesiz zafer kazanır, inancı
hâkimdir. Çünkü velîler sultanı olan bir zât keramet sahibidir, her an ve her durumda Allah‟ın
yardımına nail olacağından ve fetihle müjdeleneceğinden şüphe edilmez:
Her sipâhın kim olur serdârı şâh-ı evliyâ
Hîç şek yok kim ne yana azm ede mansûr olur
Fuzûlî(HS.I.164)
Hz. Ali, Divan şiirinde imamlığı ile de anılmış ve övülmüştür. Şiîler, peygambere halife
ve vâris olduğuna inandıkları oniki imamın ilki olarak Hz. Ali‟yi kabul etmişlerdir. Onlar,
Allah‟ın emri, peygamberin tayini ve vasiyeti ile halifeliğin Hz. Ali‟ye ve onun soyuna ait
olduğunu iddia etmişler, ilk imam olan Hz. Ali‟nin faziletlerinden, velîliğinden ve
kerametlerinden alabildiğince bahsetmişlerdir. Divan şairleri de oniki imam hakkında birçok
manzume kaleme almışlardır. Bu manzumelerde Hz. Ali, ilk imam kabul edilmekle birlikte
ehl-i sünnet çizgisinde ve mutedil bir üslupla methedilmiş, Allah‟ın isim, sıfat ve sırlarının
mazharı olan, her hâli ve hareketiyle bunları açığa vuran insân-ı kâmil bir imam olarak tavsif
edilmiştir:
Ey mazhar u hem muzhir-i esrâr Alî
İsnâ aşerin hayline serdâr Alî
Şeyh Gâlib(D.443)
Hz. Ali, Hz. Muhammed‟e nesep yakınlığı ve velîliği ile manevî kuvveti, fizik gücü ile de
maddî kuvveti şahsında toplamış, sarsılmaz bir iman sahibi ve yılmaz bir mücadele adamı
olarak İslâm tarihinde yerini almıştır. Mezhep, tarikat ve meşrep ayrımı olmaksızın bütün
Divan şairleri, Hz. Ali‟nin kahramanlığı, ilmi ve velîliğine büyük değer vermişler, ona derin
bir sevgi ve saygı beslemişler, esaret derecesinde bağlanmışlardır. Onun irfan nuruyla
gönüllerini aydınlatmışlar, onu kendilerine imam, mürşit ve rehber olarak kabul etmişlerdir:
Âzâdelik vilâyetinin pâdişâhıyız
Biz hânedân-ı şâh-ı velâyet esîriyiz
Hayretî(D.213)
Cânı bin olsa fedâdır yoluna Ümmî Sinân
Mürvetin hakkı anı kılma firâkat Murtazâ
Ümmî
Sinan(D.23)
Sonuç
Hz. Ali‟nin faziletlerinin, ilmi, irfanı ve velayetinin Divan şiirine nasıl yansıdığını, onun
hangi vasıflarıyla şairlere ilham kaynağı olduğunu tespit edip örneklendirirken elde ettiğimiz
sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
1. Hz. Ali, İslâmiyeti kabul eden ilk çocuk olma şerefiyle onurlanmıştır. Çocukluğundan
itibaren İslâm dini hükümlerine göre yetişmiş, ömrünü İslâmiyeti yaymak ve yüceltmek için
çalışmakla geçirmiş örnek bir sahabîdir. Dinin emrettiklerini yapmış, yasakladıklarından da
uzak durmuş olan Hz. Ali, henüz hayatta iken Hz. Peygamber tarafından cennete girecekleri
müjdelenen on sahabîden biridir.
2. Hz. Ali, hem yüksek insanî ve ahlâkî vasıflara sahip olan örnek bir İslâm büyüğü, hem
de savaş tekniğini iyi bilen, gazâlarda en ön safta dövüşen ve varlığıyla düşmana korku salan
bir kahramandır.
3. Hz. Ali, yüksek ahlâkî faziletlere sahip olan ilim ehli bir şahsiyettir. İman, takva, salih
amel, Kur‟ân ve sünnete bağlılık, güzel huylar, yiğitlik, cömertlik, ilim, irfan, velayet, onun
faziletlerinin esaslarını teşkil etmiştir. Bu üstün vasıfları, her devirdeki şairleri etkilemiş, onun
kahramanlığını, faziletlerini, ilmi ve irfanını en iyi ifade edenler Divan şairleri olmuştur.
Divan şairleri, müstakil ve müşterek olmak üzere Hz. Ali hakkında birçok na„t kaleme
almışlar, onu “kahramanlık, cömertlik, ilim, irfan ve velayet timsâli” anmışlar ve övmüşlerdir.
4. Hz. Ali, Kur‟ân‟ı ve sünneti en iyi bilenlerden biridir. Kur‟ân‟ın hükümlerine uymuş ve
hayatını Hz. Peygamber‟in sünnetine göre düzenlemiştir. Onun, ömrü boyunca Kur‟ân‟a ve
sünnete muhalif bir tek sözü, fiili ve itikadı olmamıştır. Kur‟ân‟a ve sünnete bağlılığı, hem
kâmil bir ahlâk sahibi, hem de dinî ilimlerde bilgisiyle kendini kabul ettiren, isabetli hükümler
veren ve daima fikirlerine başvurulan bir otorite olmasını sağlamıştır.
5. Hz. Ali, Rahmânî ahlâka ve Sübhânî ilme sahiptir. Hz. Peygamber‟e vahiy kâtibi olması
dolayısıyla, vahyin inceliklerini öğrenmiş, kalbi de ilâhî hükümlerin nüshası olmuştur. Bu
özelliği, onun Kur‟ân ahlâkıyla ahlâklanmasına, sözleri ve uygulamalarını da Kur‟ân
hükümlerine göre düzenlemesine vesile olmuştur. Kur‟ân‟ın hem nüzûlüne tanıklık etmesi,
hem de onun tahrif edilmeden korunmasına katkıda bulunması dolayısıyla, onun dinî
ilimlerde derin bir bilgiye ve geniş bir kültüre sahip olmuştur.
6. Hz. Ali, Hz. Peygamber‟in sünnetine hakkıyla vâkıf olan ve bu hususta kendisine en
çok başvurulan kişilerin başında yer almıştır. Çünkü o, Hz. Peygamber‟in sırlarından
haberdârdı. Hz. Peygamber‟in amcasının oğlu, damadı ve ehl-i beytinden olması, yanında
büyüyüp yetişmesi, ona özel kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapması, onu Hz. Peygamber‟e ve
sırlarına en yakın kişilerden biri yapmıştır.
7. Hz. Ali, her konuda Hz. Muhammed‟i kendine örnek almıştır. Hz. Peygamber‟in sözleri
ve uygulamaları ona dinî bir eğitim vasıtası olmuştur. Hz. Peygamber‟in, Hz. Ali‟yi
çocukluğunda himaye etmesi, şefkati ve terbiyesiyle yetiştirmesi, aralarındaki nesep ve
sıhriyet yakınlığı, sarsılmaz sevgi, dostluk, dayanışma ve paylaşma bağları, Hz. Ali‟nin, ömrü
boyunca Hz. Peygamber‟in sünnetine bağlı kalmasına, ahlâkı üzere amel etmesine, feyzinin
nuruyla her kemâlin ekmelinin ve her sıfatın efdalinin onda toplanmasına vesile olmuştur.
Böylece Hz. Ali, ilmiyle Hz. Peygamber‟in ilmine delil ve mümessil olmuş, ahlâkıyla da
Muhammedî terbiyeye tam bir örnek teşkil etmiştir.
8. Hz. Ali, sahabîlerin en bilgili olanı ve en isabetli hüküm verenidir. Divan şairleri de
onun dinî ilimlere vukufu ve irfana mazhariyeti hususunda ittifak etmişler, ona hârikulâde bir
zekâ, keskin bir kavrama kabiliyeti, yüksek bir sezgi gücü ve en çetin meseleleri
halledebilecek nisbette ilim ve irfan ihsan edildiğini belirtmişlerdir. Hz. Ali, bu özellikleriyle
Divan şiirinde geniş bir şekilde işlenmiş, ilim ve irfan timsâli kabul edilmiştir.
9. Hz. Ali, ilimlere vukufuyla eşsiz ve benzersiz biridir. Divan şairleri, onun vâkıf olduğu
ilmin derinliğini ve kapsamını belirtmek için “âfitâb, pâdişâh, gencîne, dür, güher, deryâ,
bahr, katre” gibi kelimeleri benzetme ve tezatlarda kullanmışlar, onu, “ilmin güneşi, ilim
memleketinin padişahı, ilim hazinesi, ilimler denizinde eşsiz bir inci, hikmet deryasının
dalgıcı ve ilim deryası” olarak tavsif etmişlerdir.
10. Hz. Ali, yiğitlik ilminde de eşsizdir. O, yiğitliği ve ilmi şahsında toplayan yiğit bir
âlimdir. İlmi ve yiğitliği, Divan şiirinde bazen aynı, bazen de ayrı beyitlerde anılmıştır. Her
iki durumda o, mertlik ve yiğitlik, ilim ve irfan timsâli gösterilmiş, onun mertliği ve
yiğitliğiyle de, ilmi ve irfanıyla da iftihar edilmiştir.
11. Hz. Ali, derin ilmi ve geniş kültürüyle kendilerine kaside sunulan din ve devlet
adamları için de benzetme unsuru olarak kullanılmıştır. Şairler, ilme vukufları itibariyle
memduhlarını ilim ve irfan timsâli olan Hz. Ali‟ye benzetmişler ve onları övmüşlerdir.
12. Hz. Ali, dinî ilimlere vukufu ve şer„î hükümlerdeki yetkinliği dolayısıyla, “Ben ilim
şehriyim, Ali kapısıdır” hadîs-i şerîfindeki “ilim şehrinin kapısı” iltifatına mazhar olmuştur.
Divan şairleri, Hz. Ali‟nin dinî ilimlerdeki derin bilgisini örneklendirirken genellikle bu
hadisi zikretmişler, ilim isteyenlerin, ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali‟ye gelmesi gerektiği
telkininde bulunmuşlardır. Buna göre Hz. Ali, dinî ilimlere vukufuyla Hz. Peygamber‟e
ulaşmanın ruhsat kapısı olmuştur.
13. Hz. Ali, ilim ve hikmet kaynağıdır. O, ilmin fazileti ve ilim tahsilinin önemi hakkında
birçok hikmetli söz irad etmiştir. Bunlar arasında en çok bilineni, ilim öğrenmenin ve
öğretmenin önemine işaret ettiği “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” özlü sözüdür.
14. Hz. Ali, Türk tasavvuf edebiyatında da çok önemli bir yere sahiptir. Ana
kaynaklarından biri tasavvuf olan Divan şiirinde de ona irşad etme özelliği isnat edilmiştir.
Tarikat kurucusu olmadığı hâlde tasavvuf yolunun imamı ve sultanı kabul edilmesi
dolayısıyla tarikatların çoğu silsilelerini o günkü şeyhten geriye giderek Hz. Ali‟ye, oradan da
Hz. Peygamber‟e dayandırmışlardır. Onun söylediği iddia edilen “bâ‟nın altındaki nokta
benim” sözü delil gösterilerek tasavvufî ilk kelimelerin de ondan çıktığı rivayet edilmiştir.
15. Hz. Ali, Allah‟tan vasıtasız gelen bilgilere mazhar olmuş bir ârif, irfan ve
müşahedenin en üst seviyedeki hâline ermiş ve kendisinden keramet zuhur etmiş bir velîdir.
Divan şiirinde onun Allah‟tan vasıtasız gelen bilgiye mazhariyetinden bahsedilirken “ilm-i
ledün, irfan ve marifet” gibi eşanlamlı tasavvufî terimler kullanılmış, kendisi de “âriflerin
delili, âriflerin mahbubu, âriflerin sultanı, irfan meydanının en iyi at binicisi, irfan kapısı,
marifet mücevherlerinin kaynağı, irfan hazinesi, marifet ummanı bir ârif, ledün ilmine mazhar
olmuş kalp gözü açık yüksek sezgiye sahip keşf ehlinden bir ermiş” olarak nitelendirilmiştir.
16. Hz. Ali velayet sahibidir. Divan şairleri “velâyet-i Ali”yi tasdik etmişler ve onu velâyet
sırlarına mazhar olmuş bir velî olarak tavsif etmişlerdir. Buna göre o, velayet sahibi ve
kaynağıdır. Velayet âlemi içinde benzeri olmayan bir velîdir; hatta velîlerin gören gözüdür.
Eşyanın hakikatine ermiş, Allah‟ın isim ve sıfatlarını izhar eden, her hâl ve hareketiyle
bunları açığa vuran insân-ı kâmil bir Hak eridir.
17. Hz. Ali‟nin velayetinin sırrı, şahsında risalet, nübüvvet ve velayeti toplayan Hz.
Muhammed‟dir. Hz. Peygamber‟in sırlarına mahrem olan Hz. Ali, velayet sırrıyla
şereflenince, peygamberliğin bir cüzü olan velayet hâlini taşımış ve temsil etmiştır.
18. Hz. Ali, velâyet mertebesinin ekmelidir. Velîlerin efendisi, mahbubu ve yüz suyudur.
Hz. Ali‟nin velîler zümresindeki mevkii, Hz. Muhammed‟in peygamberler içindeki
konumuna benzemektedir.
19. Hz. Ali, birtakım üstün vasıflar kazanmış hârikulâde şeyler izhar edebilen bir velîdir.
Divan şiirinde birçok sıfatla onun Allah‟ın keramet lütfuna nail olduğu ifade edilmiş, ancak
kerametlerinden örnek verilmemiştir.
20. Dinî ve tarihî kişiliğine, faziletlerine ve velîliğine dair rivayet ve iddiaların çokluğu,
bunların farklı mezhep, tarikat ve meşrepteki şairler tarafından sıhhat dereceleri
araştırılmadan Divan şiirine aksettirilmiş olması Hz. Ali hakkında yapılan çalışmalarda
araştırmacıların işini zorlaştırmaktadır.
* MKÜ Eğitim Fakültesi
Hoca Mes„ûd SN.204; Yazıcıoğlu Mehmed M.II.3; Sinan Paşa TN.266; Ahmed Paşa D.34;
Aşkî DS.23; Nâbî D.I.31; Şeyh Gâlib D.443; Âdile Sultan D.219, 221; Rahmî-i Harputî D.33;
Muallim Nâcî MNŞ.316; Enderunlu Fâzıl D.28 vs.
Hayretî D.12, 14; Fuzûlî D.42; Nev„î D.184; Râmî D.88; Dânişî Alî Dede TŞM.185; Dervîş
Ahmed TŞM.38; Âdile Sultan D.224 vs.
Nesîmî D.116, 434(2 adet); Yazıcıoğlu Mehmed M.II.302; Sinan Paşa.TN.273; Karamanlı
Aynî D.88, 93; Cem Sultan CH.289, 291; Necâtî D.48; Hamdullah Hamdî YZ.47; Hilmî
BK.31; Hayretî D.7; Fuzûlî D.37, 40; Râmî D.245; Ümmî Sinan D.21; Nâ‟ilî D.39; Subhî-
zâde Feyzî HF.316; Esrâr Dede D.171, 174; Şeyh Gâlib D.443; Enderunlu Fâzıl D.26-28 vs.
Şeyhî HŞ.20; Şeyh İbrahim-i Tennurî PŞ.51; Hamdullah Hamdî D.114; Necâtî D.46;
Erzurumlu Zihnî D.120; Şeyh Gâlib D.51; Sünbülzâde Vehbî DS.81
Ümmî Sinân D.23
Subhî-zâde Feyzî HF.316; Hamdullah Hamdî YZ.47
Nesîmî D.75; Cem Sultan CH.290
Sinan Paşa TN.273; Karamanlı Aynî D.82; Cem Sultan CH.290; Lâmi„î Çelebi DS.40; Hilmî
BK.31; Râmî D.245; Nâbî H.56; Subhî-zâde Feyzî HF.316; Hâzık D.144; Dervîş Ahmed
TŞM.39; Esrâr Dede AÜSBED.FE.119; Enderunlu Fâzıl D.27; Muallim Nâcî MNŞ.265;
Âdile Sultan D.220, 225 vs.
Esrâr Dede D.173; Muallim Nâcî MNŞ.265
Yazıcı Sâlih ETEA.Ş.60; Hoca Mes„ûd SN.204; Nesîmî D.69; Sinan Paşa TN.273-276;
Karamanlı Aynî D.82; Cem Sultan CH.289-290; Hamdullah Hamdî YZ.47; Necâtî D.48;
Hayretî D.7; Lâmi„î Çelebi DS.40; Fuzûlî D.37, 41; Fuzûlî LM.50; Nev„î D.185; Hilmî
BK.31-32; Râmî D.92-93; Ümmî Sinan D.21-23; Nâ‟ilî D.41; Dervîş Ahmed TŞM.39; Esrâr
Dede AÜSBD.FE.119; Rahmî-i Harputî D.34; Muallim Nâcî MNŞ.265 vs.
Cem Sultan CH.289
Nesîmî D.117; Hoca Mes„ûd SN.204; Karamanlı Aynî D.82, 95; Cem Sultan CH.289-290;
Hamdullah Hamdî D.114; Necâtî D.46; Hilmî BK.31; Hayretî D.9; Fuzûlî D.40; Hâkânî
HH.31; Hâşimî BTK.V.94; Nâ‟ilî D.41; Subhî-zâde Feyzî HF.316; Hâzık D.144; Dervîş
Ahmed TŞM.38; Enderunlu Fâzıl D.27, 28; Âdile Sultan D.225; Sırrî D.18 vs.
Sinan Paşa TN.275; Nesîmî D.117; Hayretî D.7; Hilmî BK.31; Ümmî Sinan D.198
Karamanlı Aynî D.95
Hayretî D.8; Sinan Paşa TN.275
Yazıcıoğlu Mehmed M.II.4; Sinan Paşa TN.274; Hayretî D.7; Subhî-zâde Feyzî HF.316;
Muallim Nâcî MNŞ.265
Sinan Paşa TN.275; Cem Sultan CH.289; Hamdullah Hamdî YZ.47; Râmî D.92
Âdile Sultan D.220
Şeyhî HŞ.20; Hayretî D.6; Dervîş Ahmed TŞM.39; Esrâr Dede AÜSBED.FE.120
“Lâ-fetâ illâ Alî lâ-seyfe illâ Zülfikar”
Mevlânâ MŞ.I.335, 622; Nesîmî D.75; Şeyhî D.47; Karamanlı Aynî D.93, 265; Cem Sultan
CH.290; Hamdullah Hamdî YZ.47; Hayretî D.7; Hayâlî D.208; Nev„î D.185; Nev„î TEN.31;
Dânişî DŞN.148; Ümmî Sinan D.21; Dervîş Ahmed TŞM.39; Nâbî H.56; Erzurumlu Zihnî
D.120; Sünbülzâde Vehbî DS.81; Enderunlu Fâzıl D.27, 29 vs.
Hamdullah Hamdî YZ.47; Hayretî D.7; Nev„î TEN.31; Dervîş Ahmed TŞM.39; Enderunlu
Fâzıl D.27; Sünbülzâde Vehbî DS.81
Nev„î TEN.31
Yazıcı Sâlih ETEA.Ş.60; Nesîmî D.110, 117; Sinan Paşa TN.274, 275; Karamanlı Aynî D.82,
93; Cem Sultan CH.290; Necâtî D.48; Hamdullah Hamdî YZ.47; Hayretî D.7, 407; Hilmî
BK.31; Fuzûlî D.38; Fuzûlî LM.50; Nev„î TEN.31; Hâkânî HH.31; Hâşimî BTK.V.94; Ümmî
Sinan D.22; Halvetî Sûzî TT.244; Nâ‟ilî D.41; Esrâr Dede D.171, 173; Sünbülzâde Vehbî
DS.81; Muallim Nâcî MNŞ.265; Âdile Sultan D.220, 225; Sırrî D.18 vs.
Sinan Paşa TN.275; Hamdullah Hamdî YZ.47; Hilmî BK.31; Hâşimî. BTK.V.94
Sinan Paşa TN.274, 275; Hayretî D.7; Fuzûlî D.38
Sinan Paşa TN.274; Sünbülzâde Vehbî DS..81
Nev„î TEN.31
Nesîmî D.117; Sinan Paşa TN.274; Karamanlı Aynî D.82; Hayretî D.7; Ümmî Sinan D.21,
23; Râmî D.92; Enderunlu Fâzıl D.27
Nesîmî D.110, 117; Karamanlı Aynî D.82, 84, 93, 94; Cem Sultan CH.290; Hayretî D.407;
Hâkânî HH.31; Hâşimî BTK.V.94; Nâ‟ilî D.41; Esrâr Dede D.171, 173; Âdile Sultan D.225;
Sırrî D.18 vs.
Hâşimî BTK.V.94; Ümmî Sinan D.198
Nesîmî D.86
Nesîmî D.69; Sinan Paşa TN.274; Hamdullah Hamdî YZ.47; Nev„î D.184; Halvetî Sûzî
TT.244
Yazıcıoğlu Mehmed M.II.302; Şeyhî HŞ.20; Hâşimî BTK.V.94
Nesîmî D.256; Karamanlı Aynî D.95; Hayretî D.212, 213; Fuzûlî D.37, 40, 42, 176; Râmî
D.92, 238; Enderunlu Fâzıl D.29; Esrâr Dede 171, 478
Nesîmî D.75; Sinan Paşa TN.274; Karamanlı Aynî D.82; Cem Sultan CH.291; Necâtî D.48;
Hayretî D.70, 242, 407; Fuzûlî HS.I.169; Râmî D.245; Ümmî Sinan D.21, 22, 39, 150;
Rahmî-i Harputî D.34
Lâmi„î Çelebi DS.40
Yazıcıoğlu Mehmed M.II.302; Cem Sultan CH.290; Dânişî Ali Dede TŞM.186
Sinan Paşa TN.274-275; Nev„î D.185; Hâşimî BTK.V.94; Ümmî Sinan D.198; Nâ‟ilî D.41
Bkz. Çetin, İsmet (1997). Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri. Ankara: Kültür Bak. Yay.
s.375; Bayoğlu, Servet (1986). Fuzûlî, Hadîkatü‟s-Su„edâ. Ankara: Kültür ve Turizm Bak.
Yay. s.158; Huart, C. L. (1997). İslâm Ansiklopedisi “Ali”. I, Eskişehir: Millî Eğitim Bak.
Yay. s.309
Hayretî D.12, 14; Fuzûlî D.42; Nev„î D.184; Râmî D.88; Dânişî Alî Dede TŞM.185; Dervîş
Ahmed TŞM.38; Âdile Sultan D.224 vs.
Yunus Emre D.II.381; Nesîmî D.117; Karamanlı Aynî D.95, 284; Ahmed Paşa D.34; Fuzûlî
D.39, 44; Râmî D.425, 503; Ağa-zâde Muhammed Dede TŞM.18
Kaynaklar
el-Aclûnî, Şeyh İsmail bin Muhammed (2000). Keşfü‟l-Hafâ ve Muzîlü‟l-İlbâs. I-II, Beyrut:
Müessesetü‟r-Risâle
Ahmet Cevdet (1985). Kısâs-ı Enbiyâ. (haz. İz, Mahir), III, ?: Kültür ve Turizm Bak. Yay.
Akkuş, Metin (1993). Nef„î Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Akyüz, Kenan vd. (1990). Fuzûlî Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Arat, Reşit Rahmeti(1995). Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yay.
Arslan, Mehmet (1999). Subhî-zâde Feyzî, Hamse. Sivas
Arslan, Mehmet; Aksoyak, İ. Hakkı (1994). Haşmet Külliyâtı. Sivas
Atik, M. Kemal vd (1997). İslamî Kavramlar. Ankara: S. Yazar Gençlik Vakfı Yay.
Ayan, Gönül (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
Ayan, Hüseyin (1990). Nesîmî Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Aydınlı, Abdullah; Çakar, İsmail L. (1991). İslâm Ansiklopedisi “Aşere-i Mübeşşere”. III,
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Bayoğlu, Servet (1986). Fuzûlî, Hadîkatü‟s-Su„edâ. Ankara: Kültür ve Turizm Bak. Yay.
Beytur, Midhat Baharî (1965). Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Dîvân-ı Kebîr‟den Seçmeler.
İstanbul: Millî Eğitim Bak. Yay.
Beyzâdeoğlu, Süreyya (1993). Sünbülzâde Vehbî. İstanbul: İklim Yay.
Beyzâdeoğlu, Süreyya (1994). Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye. İstanbul: Bedir Yay.
Bilgin, A. Azmi (2000). Ümmî Sinan Divanı. İstanbul: Millî Eğitim Bak. Yay.
Bilkan, Ali Fuat (1997). Nâbî Dîvânı. I, İstanbul: Millî Eğitim Bak. Yay.
Burmaoğlu, H. Bilen (1989). Bursalı Lâmi„î Çelebi Divanı‟ndan Seçmeler. Ankara: Kültür
Bak. Yay.
Büyük Türk Klâsikleri (1987). V, İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay.
Cengiz, Halil Erdoğan; Eren, Gönül Hatay (1996). Rahmî-i Harputî Divanı. Ankara: Kültür
Bak. Yay.
Çavuşoğlu, Mehmed; Tanyeri, M. Ali (1981). Hayretî, Dîvân. İstanbul: İst. Üniv. Yay.
Çelebioğlu, Âmil (1996). Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye. II, İstanbul: Millî Eğitim Bak.
Yay.
Çelebioğlu, Âmil (1998). “Yazıcı Salih ve Şemsiyyesi”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları.
İstanbul: Millî Eğitim Bak. Yay.
Devellioğlu, Ferit (1982). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat. Ankara: Aydın Kitabevi
Dilçin, Cem (1991). Mes„ûd bin Ahmed, Süheyl ü Nev-bahâr. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Yay.
Doğan, Muhammed Nur(1996). Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn. İstanbul: Çantay Kitabevi
Enderunlu Fâzıl (1258). Dîvân-ı Fâzıl Beg Enderûnî. Bulak
Erdoğan, Kenan (1998). Niyâzî-i Mısrî Dîvânı. Ankara: Akçağ Yay.
Fığlalı, Ethem Ruhi (1989). İslâm Ansiklopedisi “Ali”. II, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yay.
Gazâlî (1998). İhyâu Ulûmi‟d-dîn (çev. Sıtkı Gülle). I, İstanbul: Huzur Yay.
Genç, İlhan (2000). Esrâr Dede, Tezkire-i Şu„arâ-yı Mevleviyye. Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi
Gölpınarlı, Abdülbakî (2000). Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî ve Şerhi. IV, Ankara:
Kültür Bak. Yay.
Güftâ, Hüseyin (2001). Erzurumlu Şair Hâzık, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı. İstanbul:
Erzurum Kitaplığı Yay.
Güldaş, Ayhan (1996). Abdülvasi Çelebi, Halilnâme. Ankara: Kültür Bak. Yay.
Gündoğdu, Cengiz (2000). Bir Türk Mutasavvıfı Abdülmecîd-i Sivâsî. Ankara: Kültür Bak.
Yay.
Güner, Ahmet (1991). Tarikatlar Ansiklopedisi. İstanbul: Milliyet Yay.
Hacı Muharrem Hilmî Efendi (Tarihsiz). Dîvân-ı Sırrî. (neşr. Ateş, Süleyman) İstanbul: Yeni
Ufuklar Neşriyat
Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte (Tarihsiz). (haz. İbrahim Canan), VIII, XII, Akçağ-Zaman
Yay.
Hamami, Erdal (2001). Râmî Divanı. Ankara: Kültür ve Turizm Bak. Yay.
Hasan İbrahim Hasan (1987). İslâm Tarihi. (çev. Yiğit, İsmail; Gümüş, Sadreddin), I,
İstanbul: Kayıhan Yay.
Hayber, Abdülkadir; Özbay, Hüseyin (1997). Muallim Nâcî‟nin Şiirleri. İstanbul: Millî
Eğitim Bak. Yay.
Horata, Osman (1998). Esrâr Dede, Hayatı, Eserleri, Şiir Dünyası ve Dîvânı. Ankara: Kültür
Bak. Yay.
Huart, C. L. (1997). İslâm Ansiklopedisi “Ali”. I, Eskişehir: Millî Eğitim Bak. Yay.
İpekten, Haluk (1990). Nâ‟ilî Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa; Kurnaz, Cemâl (1990). Şeyhî Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
İz, Mahir (1997). Tasavvuf. İstanbul: Kitabevi
Kalkışım, Muhsin (1994). Şeyh Gâlib Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Kandemir, M. Yaşar (1989). İslâm Ansiklopedisi “Ali (İlmî Şahsiyeti)”. II, İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı Yay.
Kara, Mustafa (1995). Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul: Dergâh Yay.
Karacan, Turgut (1991). Bosnalı Alâeddîn Sâbit, Divan. Sivas: Cumhuriyet Üniv. Yay.
Kasır, Hasan Ali (1993). “Türk Edebiyatında Fütüvvet-nâmeler ve Esrâr Dede Fütüvvet-
nâmesi” , Atatürk Üniv. SBE Dergisi, 1: 107-130
Kasır, Hasan Ali (1998). Peygamber Şiirleri. İstanbul: Denge Yay.
Kur‟ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli (1993). (haz. Özek, Ali; Karaman, Hayrettin; Turgut,
Ali; Çağrıcı, Mustafa; Dönmez, İbrahim Kâfi; Gümüş, Sadrettin). Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yay.
Küçük, Sabahattin (1994). Bâkî Dîvânı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
Külekçi, Numan(1988). Hâkânî Mehmed Bey, Hilye. Erzurum: Atatürk Üniv. Yay.
Levend, Agâh Sırrı (1984). Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve
Mefhumlar. İstanbul: Enderun Yay.
Macit, Muhsin (2001). Erzurumlu Zihnî Divanı. Ankara: Kültür Bak. Yay.
Mermer, Ahmet (1997). Karamanlı Aynî ve Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Nehcü‟l-Belâğa (1972). (haz. Şerîf er-Radî, çev. Gölpınarlı, Abdülbakî ) İstanbul
Okur Meriç, Münevver. (1997). Cem Sultan, Cemşîd ü Hurşîd. Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yay.
Okuyucu, Cihan (1995). Hilmî, Bahrü‟l-Kemâl. Kayseri: Erciyes Üniv. Yay.
Onay, Ahmet Talât (1992). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar. Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yay.
Onur, M. Naci (1991). Hamdullah Hamdî, Yusuf u Züleyhâ. Ankara: Akçağ Yay.
Özdemir, Hikmet (1996). Âdile Sultan Divanı. Ankara: Kültür Bak. Yay.
Özyıldırım, Ali Emre (1999). Hamdullah Hamdî ve Divanı. Ankara: Kültür Bak. Yay.
Pala, İskender (1988). Aşkî ve Divanından Örnekler. Ankara: Kültür ve Turizm Bak. Yay.
Pala, İskender (1989). Nâbî, Hayriyye. İstanbul: Bedir Yay.
Pala, İskender (1995). Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yay.
Tarlan, Ali Nihat (1992). Ahmed Paşa Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Tarlan, Ali Nihat (1992). Hayâlî Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Tarlan, Ali Nihat (1992). Necâtî Beg Divanı. Ankara: Akçağ Yay.
Tatçı, Mustafa (1990). Yunus Emre Divanı. II, Ankara: Kültür Bak. Yay.
Timurtaş, Faruk Kadri (1980). Şeyhî ve Hüsrev ü Şîrîn‟i. İstanbul: İst. Üniv. Edebiyat Fak.
Yay.
Tulum, A. Mertol (2001). Sinan Paşa, Tazarrunâme. Ankara: Millî Eğitim Bak. Yay.
Tulum, A. Mertol; Tanyeri, M. Ali (1977). Nev„î, Dîvân. İstanbul: İst. Üniv. Yay.
Uludağ, Süleyman (1977). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Marifet Yay.
Uludağ, Süleyman (1992). İslâm Ansiklopedisi “Bâtın İlmi”. V, İstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı Yay.
Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân (Tarihsiz). Envârü‟l-âşıkîn. (sad. Serdaroğlu, H. Mahmud; Aydın,
A. Lütfi) İstanbul: Çelik Yay.
Yazır, Elmalılı M. Hamdî (Tarihsiz). Hak Dini Kur‟ân Dili. IV, İstanbul: Azim-Zaman Yay.
Yeniterzi, Emine (1993). Divan Şiirinde Na„t. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Yeniterzi, Emine (1993). Türk Edebiyatında Na„tlar(Antoloji). Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yay.
Yılmaz, Mehmet (1992). Edebiyatımızda İslâmî Kaynaklı Sözler. İstanbul: Enderun Yay.
Kısaltmalar
AÜSBED.FE: Atatürk Üniv. Sos. Bil. Ens. Der. Fütüvvetnâme-i Esrâr; BK: Bahrü‟l-kemâl; CH: Cemşîd ü
Hurşîd; D: Divan; DS: Divan(ın)dan Seçmeler; DŞN: Divan Şiirinde Na„t; ETEA.Ş: Eski Türk Edebiyatı
Araştırmaları, Şemsiye; EN: Esrâr-nâme; H: Hayriyye; HF: Hamse, Subhî-zâde Feyzî; HH: Hilye, Hâkânî; HK:
Haşmet Külliyâtı; HS: Hadîkatü‟s-Su„edâ; HN: Halîl-nâme; HŞ: Hüsrev ü Şîrîn; LV: Lutfiyye, Sünbülzâde
Vehbî; M: Muhammediye; MNŞ: Muallim Nâcî‟nin Şiirleri; MŞ: Mesnevi ve Şerhi; PŞ: Peygamber Şiirleri; SN:
Süheyl ü Nev-bahâr; TEN: Türk Edebiyatında Na„tlar; TN: Tazarrunâme; TŞM: Tezkire-i Şu„arâ-yı Mevleviyye;
TT: Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi; YZ: Yûsuf u Züleyhâ.