David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)
-
Upload
aslihanunal1903 -
Category
Lifestyle
-
view
134 -
download
5
Transcript of David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)
1
David Bohm
Diyalog Üzerine
Çeviri: Aslıhan Ünal
Mart/2017
Belki benim ‘diyalog’ dan ne kastettiğim üzerine konuşarak başlayabiliriz. Gerçekten
bir ‘diyalog’ kurmaya çalışmaktan çokbu şekilde başlayacağız. Çünkü bu şekilde
başlarsanız herkes diyaloğun ne olduğunu ve şuan gerçekten bir diyalog kurup
kuramadığımızı merak edecektir. Bu sebeple kısa bir süre diyalog üzerine
konuşacağız-Diyaloğun doğası nedir?
Ben ‘diyalog’ kelimesine, yaygın olarak kullanılandan biraz farklı bir anlam
yüklüyorum. Kelimelerin kökenleri çoğu kez, daha derin bir anlam ileri sürmeye
yardımcı olur. ‘Diyalog’ Yunanca dialogos kelimesinden gelir. Logos ‘kelime’
demektir veya bizim durumumuzda ‘kelimenin anlamı’ olarak düşünebiliriz. Ve dia
‘içerisinden’ anlamına gelir-iki değil. Bir diyalog herhangi sayıda kişi arasında
olabilir-sadece iki değil. Hatta bir kişi kendi içerisinde kendisi ile de diyalog kurabilir,
eğer diyalogun ruhu mevcutsa. Bu kökenin ileri sürdüğü imge, bizim içimizden,
aramızdan akan ‘bir anlam nehri’ ni resmeder. Bu, sonucunda yeni bir anlayışın
doğacağı bir anlam akışını mümkün kılar. Bu başlangıçta olmayan yeni bir şeydir. Bu
yaratıcı bir şeydir ve bu paylaşılan anlam insanları ve toplumları bir arada tutan
‘yapıştırıcı’ veya ‘çimento’dur.
Bunu, ‘vurma’ (percussion) ve ‘sarsıntı’ (concussion) kelimeleri ile aynı kökene sahip
‘tartışma’ (discussion) kelimesi ile karşılaştırın. Gerçekten bir şeyleri kırmak
anlamına gelir. Birçok bakış açısının olabileceği analiz fikrini vurgular. Tartışma
hemen hemen, insanların fikirlere ileri geri vurduğu ve oyunun amacının galip
gelmek veya puan kazanmak olduğu bir Pinpon oyununa benzer. Birinin fikrini, kendi
fikrinizi desteklemek için kabul etmeniz mümkündür. Birine katılırken, diğerlerine
katılmayabilirsiniz. Fakat temel nokta, oyunu kazanmaktır. Bu bir tartışmada sık
görülen bir durumdur.
Oysa bir diyalogda, hiç kimse kazanmaya çalışmaz. Eğer herhangi biri kazanmışsa,
herkes kazanmış demektir. Bunun farklı bir ruhu vardır. Bir diyalogda, puan
kazanmak veya belirli bir fikrinizin üstün gelmesi için çaba gösterilmez. Daha çok,
herhangi bir kişinin yanlışı bulunduğunda, herkes kazanır. Bu içerisinde birbirimize
karşı değil ‘birlikte’ oynadığımız bir ‘kazan-kazan’ durumudur. Bir diyalogda herkes
kazanır.
Açıkça, birçoğunun ‘diyalog’ dediği, benim bu kelimeyi kullandığım şekilde bir
‘diyalog’ değildir. Örneğin, Birleşmiş Milletler’ deki insanlar çoğu kez diyalog olarak
görülen şeyler gerçekleştirmektedirler, fakat bunlar çok sınırlıdır. Diyalogdan daha
2
çok tartışmaya-veya belki mübadeleye veya müzakereye- benzemektedir. Taraflar
gerçekten temel varsayımlarını sorgulamaya açık değildirler. Önemsiz noktaların
mübadelesini yaparlar, daha fazla veya daha az nükleer silahımızın olup olmadığının
müzakere edilmesi gibi. Fakat iki farklı sistemin bütün sorunları ciddi bir şekilde
tartışılmamaktadır. ‘Onun’ hakkında konuşmayacağınız kanıksanmıştır, bunu hiçbir
şey değiştiremeyecektir. Sonuç olarak, onların tartışmaları ciddi değildir, ciddiyetinin
derinliği yoktur. Her türlü şeyin müzakere edilemez, dokunulamaz olarak
düzenlenmesi ve insanların onlar hakkında konuşmak bile istememesi bakımından
ciddiyetinin derinliği yoktur. Bu sorundan kurtulmanın yoludur.
Peki, neden diyaloğa ihtiyacımız var? İnsanlar küçük gruplar içerisinde bile iletişim
sıkıntısı yaşarlar. Fakat otuz veya kırk kişilik bir grupta, bir amaçlar dizisi veya
liderlik yapan biri olmadan çoğu kişi için iletişim kurmak çok zordur. Neden? Bir şey
üzerine herkesin varsayımları ve fikirleri farklıdır. Bunlar sadece yüzeysel değil
‘temel’ varsayımlardır. Hayatın anlamı hakkında, kişisel menfaatler hakkında,
ülkenizin çıkarları hakkında veya dinsel menfaatleriniz hakkında, gerçekten neyin
önemli olduğunu düşündüğünüz hakkında olan varsayımlardır bunlar.
Ve bu varsayımlar, meydan okunduğunda savunulurlar. İnsanlar onları savunmaya
çoğu kez karşı koymazlar ve onları duygusal bir yükle savunma eğilimindedirler.
Bunu ilerleyen bölülerde tartışacağız, fakat şimdi size bir örnek vereceğim. Birkaç
sene önce İsrail’de bir diyalog gerçekleştirdik. Bir ara insanlar politika üzerine
konuşurken, bir kişi laf arasında sessizce, “Siyonizm, Yahudiler ve Araplar arasında
iyi ilişkilerin kurulmasında büyük sorun çıkarmaktadır. Yolun üzerindeki esas engel
budur” dedi. Sonra bir kişi kendisini tutamadı ve sıçradı. Duygu doluydu. Kan basıncı
yükselmiş ve gözleri yuvalarından fırlamıştı ve şöyle söyledi “Siyonizm olmazsa ülke
parçalara bölünür.”
Bu kişinin temel bir varsayımı vardı ve diğerinin de başka bir tane. Ve bu iki varsayım
gerçekten çatışıyordu. O zaman, soru şudur ‘Ne yapabilirsin?’ Gördüğünüz gibi,
bunlar tüm dünyada politik sorunlara yol açan varsayımlardır. Ve az önce
bahsettiğim durum, siyasette ele almak zorunda olduğumuz bazı varsayımlardan
göreceli olarak daha basittir. Mesele şudur ki, sadece siyaset, ekonomi ve din ile ilgili
değil her türden varsayımlara sahibizdir, fakat aynı zamanda bir bireyin ne yapması
gerektiği, hayatın neyle ilgili olduğu ve fazlasına da.
Bu varsayımları aynı zamanda ‘görüş’ olarak da adlandırabiliriz. Bir görüş bir
varsayımdır. ‘Görüş’ kelimesi birden çok anlamda kullanılır. Bir doktorun görüşü
olduğunda, kanıta dayanarak yaptığı varsayım en iyisi olacaktır. O zaman şöyle
söyleyebilir “Tamam, tam emin değilim, ikinci bir görüş alayım.” Bu durumda, eğer
iyi bir doktorsa varsayımını savunmak için tepki göstermez. Eğer ikinci görüş,
kendisininkinden farklı olursa, Siyonizm sorusundaki kişinin yaptığı gibi duygusal bir
yüklenmeyle sıçramaz ve şöyle söyler, “Nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin?” Bu
doktorun görüşü, rasyonel bir görüşe örnek olacaktır. Fakat çoğunun doğası böyle
değildir, çoğunlukla kuvvetli bir tepki ile savunulurlar. Diğer bir değişle bir kişi
kendisini onlarla tanımlar. Kişisel çıkarlarına yaptıkları yatırıma bağlıdırlar, o kadar.
Sahip olduğunuz farklı görüşlerin, geçmiş düşüncenin -tüm tecrübeleriniz, diğer
insanların ne söylediği veya söylemediği- sonucu olduğunu görmek önemlidir.
3
Bunların hepsi hafızanızda programlanmıştır. Bu görüşlerle tanımlar ve onları
savunmak için tepki verirsiniz. Fakat bunu yapmanın bir anlamı yoktur. Eğer görüş
doğruysa, böyle bir tepkiye ihtiyaç duymaz. Ve eğer yanlışsa, onu neden
savunmalısınız? Bu, görüşünüze meydan okunduğunda saldırı altında olan
sizmişsiniz gibidir.
Bu nedenle görüşler “gerçekler” olarak tecrübe edilme eğilimindedirler, sadece sizin
varsayımlarınız ve geçmişiniz olsa bile. Onları öğretmeninizden, ailenizden veya
okuyarak veya başka bir yolla edinirsiniz. Bire karşı on sebeple onlarla
tanımlanırsınız ve onları savunursunuz.
Farklı geçmişlere sahip farklı insanlar farklı temel varsayımlara ve görüşlere
sahiptirler. Burada, bu grupta o an farkında olunmasalar da, çok fazla farklı varsayım
ve görüşe rastlamanız olasıdır. Bu genel olarak her grupta böyledir. Bu bir kültür
meselesidir. Kültürün genelinde, o kültürü oluşturan çok fazla sayıda görüş ve
varsayım mevcuttur. Ve aynı zamanda, etik gruplara veya ekonomik durumlara veya
ırka, dine veya birlerce başka şeye bağlı olarak farklılıklar gösteren alt kültürler
vardır. İnsanlar farklı varsayımlarıyla, farklı kültürler veya alt kültürlerde toplanırlar.
Ve bunun farkında olmayabilirler, fakat varsayımlarını ve görüşlerini haklı
olmadıkları yönündeki kanıtlara karşı tepkili bir biçimde savunma eğilimindedirler,
aynı eğilim farklı bir görüşü olanlara karşı da söz konusudur.
Eğer görüşleri bu şekilde savunursak, bir diyalog kuramayız. Ve biz çoğu bilincinde
olmadan görüşlerimizi savunuruz. Bunu kasıtlı olarak yapmayız. Bazen onları
savunduğumuzun bilincinde olabiliriz fakat çoğunlukla değilizdir. Sadece bir şeyin
çok doğru olduğunu hissederiz, bize katılmamakla hata yapan bu aptal insanı ikna
etmekten kendimizi alıkoyamayız.
Şimdi, bu dünyadaki en doğal şey gibi görünüyor. Kaçınılmaz bir şey olarak
görünüyor. Eğer öyle düşünürseniz, bu temelin üzerine gerçekten iyi bir toplum
örgütleyemeyiz. Demek istiyorum ki, bu demokrasinin işlemesinin beklendiği yoldur,
fakat değil. Eğer herkesin farklı bir görüşü olursa, bu sadece görüşlerin mücadelesi
olur. Ve kim en güçlüyse o kazanır. Doğru olan olmasına gerek yoktur, hiçbiri doğru
olmayabilir. Bu sebeple, birlikte elde etmeye çalıştığımızda, doğru olan şeyi
yapmıyoruzdur.
Bu sorun, burada toplandığımızda veya kanun koyucular bir araya gelmeye
çalıştığında veya iş adamları bir araya gelmeye çalıştığında vs. ortaya çıkar. Eğer
hepimiz bir işi birlikte yapmak zorundaysak, her birimizin farklı görüşleri ve
varsayımları olduğunu görmemiz olasıdır ve işi yapmanın zor olduğunu düşünürüz.
Hararet artacaktır. Aslında, büyük şirketlerde bu sorunla karşılaşan insanlar vardır.
Üst düzey yöneticilerin hepsi farklı görüşlere sahip olabilir ve bu sebeple bir noktada
buluşamazlar. Böylece, şirket etkin olarak çalışmaz, para kaybetmeye başlar ve batar.
Üst düzey yöneticilerin birlikte konuşabilecekleri gruplar oluşturmaya çalışan bazı
insanlar vardır. Eğer politikacılar bunu yapabilse, çok iyi olurdu. Bir araya gelmesi en
zor olan insanlar dindar insanlardır. Farklı dinlerin varsayımları o kadar sıkı
yerleşmiştir ki, iki dinin veya herhangi bir dinin iki alt grubunun ayrılığa düştükten
sonra tekrar birleşebildiği bir durum bilmiyorum. Hristiyan kilisesi örneğin,
senelerce bir araya gelebilme üzerinde konuşmaktadır ve aynı yerinde saymaktadır.
4
Konuşurlar ve biraz yakınlaşıyormuş gibi görünürler ve sonra bu hiçbir zaman
gerçekleşmez. Bütünlükten, birlikten ve sevgiden bahsederler, fakat diğer varsayımlar
daha güçlüdür, onlar içimizde programlanmıştır. Bazı dindar insanlar bir araya
gelmeye çalışırlar, gerçekten samimidirler -ciddi olabildikleri kadar ciddidirler- fakat
bunu yapamadıkları görülüyor.
Bilim insanları da aynı durum içerisindedir. Her biri gerçeğin farklı bir görünüşüne
tutunurlar, böylece bir araya gelemezler. Veya farklı menfaatleri olmuş olabilir.
Kirliliğe sebep olan bir şirket için çalışan bir bilim insanının, çevre kirliliğinin
tehlikeli olmadığını göstermesinde güçlü bir menfaati olabilir ve bir diğerinin çevre
kirliliğinin zararlı olduğunu göstermesinde menfaati olabilir. Ve belki bir yerlerde
hepsini yargılayabilecek önyargısız bir bilim insanı vardır.
Bilimin gerçeğe ve olguya adandığı farz edilir ve dinin de başka bir tür gerçeğe ve
sevgiye adandığı farz edilir. Fakat insanların menfaatleri ve varsayımları yönetimi ele
geçirir. Şimdi, biz bu insanları yargılamıyoruz. Bir şeyler oluyor... Şöyle ki,
varsayımlar ve görüşler insanların aklındaki bilgisayar programları gibidirler. Ve
programlar niyetlerin en iyisine karşı yönetimi ele geçiriyorlar. Kendi niyetlerini
üretiyorlar.
Bunun yanında, bu ve buna benzer gruplarda diyalog kurmaya çalışırken diğer bazı
sorunların ortaya çıktığını görürsünüz. Bazı insanlar, kendilerini ileri sürerler, bu
onların tarzıdır. Rahatlıkla konuşur ve baskın olurlar. Belki kendilerini dominant
olarak simgelemişlerdir ve ondan belli bir güven elde ederler, yükselirler. Bununla
birlikte, diğer insanlar bu alanda o kadar yüksek bir menfaate sahip değillerdir,
geride durma eğilimindedirler, özellikle baskın birini gördüklerinde. Aptal yerine
konulmaktan veya benzeri şeylerin olmasından korkarlar.
İnsanların benimsedikleri çeşitli roller vardır. Bazı insanlar dominant rolü benimser,
bazıları hükmedilebilen zayıf güçsüz insan rolünü. Bunlar birlikte işlerler, birbirleri
ile... Gerçekten varsayımlara ve görüşlere dayalı bu ‘roller’, diyalogun işleyişine
müdahale ederler. Dolayısıyla, bir kişi şu ya da bu şekilde kendisi hakkında
varsayımlar oluşturmuştur. Aynı zamanda, çocukluğundaki insanların ona ne
olduğunu söylemeleri sebebiyle bu yolda veya o yoldadır. İyi veya kötü tecrübeleri
vardır ve hepsi birleştirilmiştir. Bunlar diyalog kurmak istediğimizde ortaya
çıkabilecek problemlerden bazılarıdır.
Yirmi ila kırk kişiden oluşan bir grubun neredeyse tüm toplumun mikrokozmozu
olduğunu söyleyebiliriz, birçok görüşe ve varsayıma sahiptirler. Bütün görüşleri bir
karara varmadan tartmanız halinde, bir kişiyle veya iki kişiyle, üç, dört kişiyle diyalog
kurmanız veya kendinizle diyalog kurmanız mümkündür.
Fakat küçük bir grupta işler çok iyi gitmez. Beş veya altı kişi bir araya geldiğinde,
genellikle birbirlerine ‘uyarlar’, böylece birbirlerinin keyfini kaçıracak şeyler
söylemezler – rahat bir uyum içerisindedirler. İnsanlar birbirlerine karşı çok rahat
nazik olabilirler ve sorun çıkarabilecek meselelerden kaçınırlar. Ve eğer böyle küçük
bir grupta bir veya iki kişi arasında bir çatışma varsa, onu durdurmak çok zordur, işin
içinden çıkılmaz. Buradaki gibi geniş bir grupta, nazikçe başlayabiliriz. Bir süre sonra,
insanlar yalnızca, sorun çıkarabilecek meselelerden kaçınmaya devam ederler,
Nezaket çok yakında ortadan kalkar. Yirmi kişiden daha az bir grupta öyle
5
olmayacaktır, çünkü insanlar birbirlerini tanımaya başlarlar ve kaçınmaları gereken
keskin köşeleri bilirler. Hepsini hesaba katabilirler, çok fazla değildirler. Fakat bu
ölçekteki gruplarda bu çok fazladır.
Dolayısıyla, sayıyı yirmi civarına çıkardığınızda, farklı bir şey olmaya başlar. Ve kırk
kişi, hemen hemen bir daire etrafında rahatlıkla toplayabileceğiniz en fazla kişidir –
veya eş merkezli iki daire oluşturabilirsiniz. Bu ölçekte bir grupta, ‘mikro-kültür’
denilen şeyi elde etmeye başlarsınız. Farklı alt kültürlerden gelen yeterince insana
sahip olursunuz ve onlar kültürün bütününün mikrokozmozu (küçük evren)’ durlar.
Ve sonra kültür sorunu -paylaşılan ortak anlam- ortaya çıkar, çünkü kitlesel olarak
paylaşılan anlam çok kuvvetlidir.
Kolektif düşünce, bireysel düşünceden çok daha kuvvetlidir. Aslında bireysel düşünce
daha çok kolektif düşüncenin ve diğer insanlarla olan etkileşimin sonucudur. Dil
tamamen kolektiftir ve içerisindeki birçok düşünce de. Herkes bu düşüncelere
kendisinden birşey katar- katkıda bulunur. Fakat çok azı onları değiştirebilir.
Grubun gücü, insanların sayısından çok daha hızlı ilerler. Bir yerde, bunun bir lazer
ile karşılaştırılabileceğini söylemiştim. Sıradan ışık “tutarsız” olarak tanımlanır. Her
yöne gider ve ışık dalgaları birbiri ile uyum içerisinde değildirler, bu sebeple
güçlenemezler. Fakat bir lazer, çok yoğun bir ışın oluşturur ve tutarlıdır. Işık dalgaları
güçlüdür, çünkü hepsi aynı yönde ilerlemektedir. Bu ışın, sıradan bir ışının
yapamadığı pek çok şeyi yapar.
Şimdi, toplum içerisinde sıradan düşüncenizin tutarsız olduğunu söyleyebilirsiniz-
çatışan ve birbirini yok eden düşüncelerle birlikte her yöne ilerlemektedir. Fakat, eğer
insanlar tutarlı bir şekilde birlikte düşünebilseler, bu muazzam bir güce sahip
olacaktır. Bu bir öneridir. Eğer bir diyalog durumu söz konusuysa -insanların
birbirini tanıdığı uzun bir süreli diyalog sürdüren bir grup- o zaman tutarlı bir
düşünce hareketimiz olabilir, tutarlı bir iletişim hareketi. Sadece farkına vardığımız
zaman değil, sadece belirsizlik duygusuna sahip olduğumuz örtülü seviye de tutarlı
olacaktır. Bu daha önemli olacaktır.
‘Örtülü’ söylenmemiş, açıklanamayan anlamına gelir -bisikleti sürebilmek için örtülü
bilgiye ihtiyaç duyulması gibi. Bu güncel bilgidir ve tutarlı veya tutarsız olabilir.
Düşüncenin -düşünmek- üstü kapalı bir örtülü süreç olduğunu ileri sürüyorum.
Düşüncenin somut süreci çok örtüktür. Anlam temel olarak örtülüdür. Ve açık bir
şekilde diyebileceğimiz, onun sadece küçük bir bölümüdür. Sanıyorum ki hepimiz
neredeyse her şeyi, bu tür bir örtülü bilgi ile yaptığımızın farkındayız. Düşünce örtülü
temelden doğmaktadır ve düşüncedeki her temel değişim, örtülü temelden gelecektir.
Dolayısıyla, eğer örtülü düzeyde iletişim kuruyorsak, o zaman belki düşünce
değişiyordur.
Örtülü süreç yaygındır. Paylaşılır. Paylaşım sadece onun bir parçası olan açık iletişim,
vücut dili vs. değildir, aynı zamanda yaygın olan daha derin bir örtülü süreç vardır.
Sanırım, insan ırkı bir milyon senedir bunu biliyordu ve sonra medeniyetin beş bin
yıllı içinde onu kaybettik, çünkü toplumlarımız onu gerçekleştirmek için çok büyüktü.
Fakat şimdi yeniden başlamamız gerek, çünkü iletişim kurmamız acil hale geldi.
Gerekli olan her neyse akıllıca yapabilmek için, bilincimizi paylaşmalıyız ve birlikte
düşünebilmeliyiz.
6
Böyle bir grupta neler olduğu ile yüzleşmeye başlarsak, bir şekilde tüm toplumda olan
bitenin özüne sahip olabiliriz. Kendi başınıza olduğunuzda, çok fazla şey
kaybedersiniz. Teke tek olduğunuzda bile onu gerçekten elde edemezsiniz.
Kültürümüzün, genellikle iki sebepten dolayı büyük gruplardan hoşlandığını
söyleyebilirsiniz. Biri eğlence ve zevk için. Diğeri faydalı bir işin yapılması için. Şimdi,
bir diyalogda faydalı bir amaç veya hedefimizin olmadığını söylüyorum, faydalı
herhangi bir şeyi başarmak için çabalamayacağız. Faydalı bir amaç veya hedefe
ulaşabilmek için çabaladığımız sürece, onun arkasında neyin faydalı olduğuna dair
bir varsayımımız olacaktır ve bu varsayım bizi sınırlandıracaktır. Farklı insanlar farklı
şeylerin faydalı olduğunu düşünürler. Ve bu sorun oluşturur. Şöyle söyleyebiliriz:
“Dünyayı kurtarmak mı istiyoruz?” “Bir okulu işletmek mi istiyoruz?” ve “Para
kazanmak mı istiyoruz?” vs.
Bu aynı zamanda şirket diyaloglarında karşılaşılan problemlerden biri olacaktır.
Orada olmalarının öncelikli sebebinin kar elde etmek olduğu görüşünü
bırakabilecekler midir? Eğer bunu yapabilirlerse, bu insanoğlunun gerçek bir
dönüşümü olacaktır. Belirli şirketlerdeki birçok yöneticinin mutsuz hissettiğini ve
gerçekten bir şeyler yapmak istediklerini düşünüyorum -sadece şirketi kurtarmayı
değil. Hepsi paragöz veya özellikle kar odaklıdır denilemez.
Öne sürdüğüm şey, diyalogda bir gündemimizin olmadığı ve faydalı olan bir şeye
ulaşmaya çalışmadığımızdır ve de bir lidere sahip olmayacağımızdır. Şimdi, bu en zor
sorundur. İnsanlar şunu söyleme eğilimindedirler: “Tamam, bir gündemimiz yok. Bir
sorunu çözmüyoruz. En azından birisi bize ne yapacağımızı söylesin.” Tüm toplum bu
şekilde örgütlenmiştir –bu liderler olmadan çalışamayız. Ama belki de yapabiliriz.
Diyaloğun arkasındaki fikir birkaç kişi tarafından geliştirilmiştir. Bu giderek yaygın
bir hal almaktadır veya en azından eskisine göre yaygınlaşmaktadır. Bu fikir
toplumda gittikçe yayılıyor. Artık zamanının geldiğini söyleyebiliriz ve insanlar buna
merak sarmaya başladılar.
Şimdi, bir diyalog grubuna başlama şeklimiz genellikle ‘diyalog hakkında, diyalog
üzerine, neden diyalog kurduğumuzu, ne anlama geldiğini’ tartışmaktır. İnsanlar tüm
bunlarla kaynaşmadan, en azından bir ölçüde, bir grubu başlatmanın akıllıca
olduğunu düşünmüyorum. Yapabilirsiniz, fakat o zaman grubun devam edeceğine
güvenmek zorunda kalırsınız ve sonra tüm bu sorunlar ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla,
eğer bir grupta toplanmayı düşünüyorsanız, önereceğim tek yol bir süreliğine diyalog
hakkında bir tartışma veya seminer verilmesidir ve sonra ilgilenen kişiler diyalog
kurmaya devam edebilirler. Ve diyalog kurup kurmadığınız hakkında çok fazla
endişelenmemelisiniz -bu engellerden bir tanesidir. Karıştırılabilir.
Bir diyalog için temel fikir, bir daire içerisinde oturmak olmalıdır. Böyle bir
geometrik düzenleme kimseye ayrıcalık sağlamayacak, doğrudan iletişime imkân
verecektir. Prensip olarak, diyalog bir lider ve bir gündem olmadan işlemelidir. Tabii
ki, liderlere ve gündemlere alışkınız; dolayısıyla, eğer burada bir lider olmadan
toplantıya başlayacaksak -konuşmaya başla ve amacın, gündemin olmasın- neyin
yapılacağının bilinmemesi hakkında büyük miktarda endişeyle karşılaşacağımızı
sanıyorum. Dolayısyla, bu endişeyle başa çıkabilecek şeylerden bir tanesi, onunla
7
yüzleşmektir. Aslında, tecrübeyle biliyoruz ki, eğer insanlar bunu bir ya da iki saat
süreyle yaparlarsa ondan kurtulacak ve daha özgürce konuşmaya başlayacaklardır.
Grubun devam edebilmesi için, zaman tutan ve zaman süresince geçtikçe nelerin
gerçekleştiğini açıklayan kolaylaştırıcı bir kişinin olması faydalı olacaktır. Fakat onun
işlevi dışarıda kalmak, dâhil olmamaktır. Şimdi, bu zaman alabilir. İnsanların düzenli
olarak toplanabilir ve diyaloğu sürdürebilirler. Bu durum her hafta, iki haftada bir vs.
toplanıp bunu uzun süre -bir veya iki yıl- sürdürmesi şeklinde gerçekleştirilebilir. Bu
sürede bahsettiğimiz her şey gerçekleşecektir. Ve insanlar giderek kolaylaştırıcıya -en
azından arkasındaki düşünceye- gerçekten daha az bağımlı olmaya başlayacaklardır.
Tabi ki bu bir denemedir. Bunun gerçekleşeceğine garanti veremeyiz. Bu her yeni
girişimde karşılaşılan bir şeydir; bütün belirtileri değerlendirirsiniz, en iyi fikrin ne
olduğunu, onun üzerine ne söyleyebileceğinizi, onunla ilgili teorinizin ne olduğunu
değerlendirirsiniz ve sonrasında işe koyulur ve denersiniz.
Bir süre önce, Kuzey Amerikalı bir kabiliyle uzun bir süre yaşayan bir antropolog
vardı. Kabile, buradaki gibi küçük bir gruptu. Avcı-toplayıcılar, yirmi ila kırk kişiden
oluşan gruplar halinde yaşarlar. Tarım grupları ise çok daha büyüktür. Şimdi, belirli
zamanlarda bu kabile bir çember içerisinde toplanırdı. Sadece konuşur, konuşur ve
konuşurlardı, görünürde bu bir amaca yönelik değildi. Karar almazlardı. Lider yoktu.
Ve herkes katılabilirdi. Diğerlerinden biraz daha fazla dinlenen bilge kadınlar veya
adamlar -yaşlılar- olabilirdi, fakat herkes konuşabilirdi. Toplantı devam eder ve en
sonunda hiçbir sebep yokken durur ve grup dağılırdı. Sonrasında, herkes ne yapması
gerektiğini bilir görünürdü, çünkü birbirlerini çok iyi anlamışlardı. Sonra, daha küçük
gruplar halinde toplanırlar, bir şey yaparlar ve bir şeylere karar verirlerdi.
Bu büyük grupta biz herhangi bir şey hakkında ne yapacağımıza karar vermeyeceğiz.
Bu son derece önemlidir. Aksi takdirde özgür değilizdir. Herhangi bir şey yapmak, bir
sonuca varmak, bir şey söylemek veya söylememek zorunda olmadığımız boş bir
alanımız olmalıdır. Orası açık ve özgürdür. Boş bir alandır. ‘Meşgul olmak’, boş
zamanın zıttıdır, doludur. Dolayısıyla, biz burada herhangi bir şeyin içeri girebileceği
boş bir alana sahibiz, bitirdikten sonra, onu sadece boşaltırız. Herhangi bir şeyi
toparlamak için uğraşmıyoruz. Bu bir diyaloğun önemli noktalarından bir tanesidir.
Bir arkadaşım şöyle söylerdi: “Kap, içine bir şey alabilmek için boş olmalıdır.”
Bir grup yeniyse, insanlar genellikle bir süre lafı dolandırırlar. Günümüzde tüm insan
ilişkilerinde, insanlar genellikle hiçbir şeyle doğrudan yüzleşmezler. Sadede gelemez,
zorluklardan kaçınırlar. Bu alışkanlık, bu grup gibi herhangi bir grupta muhtemelen
devam edecektir. Eğer grubun bir süre devam etmesine izin verirseniz, bu eğilim
kırılacaktır. Bir diyalogda, bir akşam bir üye şöyle söyledi “Tamam, hepimiz felsefe
üzerine konuşuyoruz. Yanımda getirdiğim bu çok güzel felsefe bölümünü okuyabilir
miyim?” Ve bazı insanlar “Hayır” dediler. Bu nedenle, okumadı. Bu biraz şok etkisi
yarattı, fakat işe yaradı.
Hepsi işe yaramalıdır. İnsanlar bir gruba farklı ilgi alanları ve varsayımlarla gelirler.
Başlangıçta diyaloğun başlangıç düzeyi olan müzakereyi deneyebilirler. Diğer bir
deyişle, insanların farklı yaklaşımları varsa, bir şekilde müzakere etmelidirler.
Bununla birlikte, bu diyaloğun sonu değildir, başlangıcıdır. Müzakere, ilerlemenin
8
ortak bir yolunu bulmayı içerir. Şimdi, eğer sadece müzakere ederseniz, çok uzağa
gidemezsiniz -bazı sorunlar müzakere edilmek zorunda olsa da.
Günümüzde genellikle kabul görülen, diyaloğun müzakere üzerine odaklandığıdır,
fakat daha önce söylediğimiz gibi bu bir ön aşamadır. İnsanlar diyalog olarak kabul
ettikleri şeyi ilk kez gerçekleştirdiklerinde genellikle, derin konulara girmeye hazır
değildirler. Müzakere ederler ve yapabilecekleri bundan ibarettir. Örneğin, Bush ve
Gorbachev buluştuklarında, müzakere yapmaları gereken şeyin gerçekten sadece
başlangıcı olmalıdır.
Müzakere, mübadele etmektir, birbirine uyum sağlamak ve şöyle söylemektir:
“Tamam, ne demek istediğini anladım. Bunun senin için önemli olduğunu
görebiliyorum. İkimizi de tatmin edecek bir yol bulalım. Ben birazından
vazgeçeceğim ve sen de birazından vazgeçeceksin. Ve sonra bazı şeyleri yoluna
sokacağız.” Şimdi, bu gerçekten yakın bir ilişki değildir, fakat devam edilebilmesini
mümkün kılan bir başlangıçtır.
Herhangi bir grupta, insanların varsayımlarını beraberlerinde getireceklerini
söylüyoruz ve grup toplanmaya devam ettikçe bu varsayımlar ortaya çıkacaktır.
Sonrasında yapılması gereken, bu varsayımların askıya alınması dır, böylece onları
ne uygulamış ne de bastırmış olursunuz. Onlara ne inanır ne de inanmazsınız, onları
iyi veya kötü olarak yargılamazsınız. Sadece ne anlama geldiklerini görürsünüz,
sadece sizinkilerin değil değil aynı zamanda diğerlerininkini de. Kimsenin fikrini
değiştirmek için çabalamıyoruz. Bu toplantı bittiğinde, fikrini değiştirebilir de
değiştirmeyebilir de.
Bu, diyalog olarak değerlendirdiğim şeyin bir parçasıdır –insanların bir sonuca
varmadan veya bir yargıda bulunmadan, birbirlerinin aklında olanları fark
edebilmeleri için. Bir diyalogda, sorunu bir anlamda biraz tartabilmeli, biraz kafa
yorabilmeli, hissedebilmeliyiz.
İşlemesi gereken yolu söylüyorum. Varsayımlar ortaya çıkacaktır. Ve eğer size çok
kötü gelen bir varsayıma sahip herhangi bir kişiyi işitirseniz, , doğal tepki sinirlenmek
olacaktır veya heyecanlanmak veya başka bir şekilde tepki vermek. Fakat bu eylemi
askıya aldığınızı farz edin. Bu bir anlamda, orada önünüzde olduğu anlamına gelir.
Onu bastırmıyorsunuzdur, uygulamıyorsunuzdur, ne inanıyor ne de
inanmıyorsunuzdur, sadece diğer insanlarla birlikte varsayımınızın anlamını
görüyorsunuzdur. Bir varsayımınızın olduğunu bilmeyebilirsiniz de. Bu sadece, o
kişinin sizin olduğunu keşfettiğiniz varsayımınıza ters bir varsayımla geldiği için
olmuştur. Diğer varsayımları da açığa çıkarabilirsiniz, fakat biz onları sadece askıya
alıyor ve onlara bakıyoruz, ne anlamına geldiklerini görüyoruz. Yapılan ilk şey, tüm
görüşleri içeri almaktır. Düşmanca vb. tepkilerinizin farkına varmanız gerekir veya
bunu insanların tepki olarak gösterdikleri davranışlar yoluyla da görebilirsiniz.
Sinirle, bunun çok uzun süreceğini ve toplantının kötüye gidebileceğini
düşünebilirsiniz. Fakat bence bu grup o kadar bütünleşebilir ki, böyle bir şeyin
gerçekleşmesi zor olacaktır. Bu grup, gördüğümüz bazı diğer gruplara göre, bazı
yönlerden o kadar uyumlu olabilir ki. Bunun sebebi birkaç yıl süresince, yılda en az
bir kez bir araya gelmeleridir. Gruptaki herkesin katılıp katılmaması önemli değildir.
Eğer bazı insanlar -bir kısmı- bunu paylaşıyorlarsa, bu bütün grubu etkiler. Eğer
9
hararet yükselirse, kendilerine özgü görüşlere tamamen kapılmayanlar, durumu biraz
olsun yatıştırmak için müdahil olabilirler, böylece insanlar ‘ona bakabilirler’.
Görüşlerin ortaya çıkması çok uzun sürmemelidir, bakabileceğiniz yere kadar
sürmelidir. Sizinkini provoke edene kadar. Bu gözlemin bir parçasıdır. Düşüncelerin
nasıl işlediğini daha iyi anlarsınız.
Bu kolektif düşüncenin bir parçasıdır -insanlar birlikte düşünürler. Bazı aşamalarda,
görüşlerimizi düşmanlık beslemeden paylaşırız ve sonrasında birlikte düşünebiliriz,
buna karşılık, bir görüşü savunduğumuzda bunu yapamayız. İnsanların birlikte
düşünmesine bir örnek, bir kişinin fikrinin olması ve bir diğerinin onu alması ve bir
diğerinin de ona ekleme yapmasıdır. Düşünce akacaktır -birçok farklı insanın olup,
her birinin diğerlerini zorlaması ve ikna etmesi yerine.
Başlangıçta, insanlar birbirlerine güvenmeyecektir. Fakat eğer diyaloğun önemini
görürlerse, onu işletebileceklerini düşünüyorum. Ve birbirlerini tanıdıkça,
birbirlerine güvenmeye başlarlar. Bu zaman alabilir. İlk önce, gruba kültürün ve
toplumun bütün problemlerini getirirsiniz. Böyle herhangi bir grup, toplumun bir
mikrokozmozudur -her türden görüşü içerir, insanlar birbirlerine güvenmez, vb.
Dolayısıyla, oradan yola çıkarsınız. İnsanlar başlarda, muhtemelen önemsiz şeyler
hakkında konuşurlar ve giderek seviye yükselir. Önceleri yüzeysel konular üzerine
konuşurlar, çünkü daha fazlasını yapmaktan korkarlar ve giderek birbirlerine
güvenmeyi öğrenirler.
Bir diyaloğun amacı, şeyleri çözümlemek veya bir tartışmayı kazanmak veya görüş
alışverişi yapmak değildir. Daha çok görüşlerinizi askıya almak ve onlara ‘bakmak’ tır
-herkesin görüşünü dinlemek, onları askıya almak ve sonra tüm bunların ne anlama
geldiğini görmektir. Eğer görüşlerimizin ne anlama geldiğini görebiliyorsak, ortak bir
içerik paylaşıyoruzdur, tamamen aynı fikirde olmasak bile. Görüşlerin gerçekten çok
önemli olmadıkları, sonucu çıkabilir -hepsi varsayımdır. Ve eğer tamamını
görebilirsek o zaman farklı bir yöne doğru daha yaratıcı bir şekilde ilerleyebiliriz. Biz
sadece basit bir şekilde anlamların minnetini paylaşırız; tüm bu şeylerden,
beklenmedik bir şekilde ‘gerçek doğar’ -onu seçtiğimiz için değil.
Eğer bu odada bulunan her birimiz askıya alıyorsak, hepimiz aynı şeyi yapıyoruz
demektir. Her şeye hep birlikte bakıyoruz demektir. Bilinçlerimizin içeriği, özünde
aynıdır. Buna göre, aramızda başka türden bilincin olması mümkündür, katılımcı bir
bilinç – gerçekte bilincin her zaman olduğu gibi. Fakat bir tanesi açıkça katılımcı
olarak kabul edilir ve bu yolda özgürce ilerler. Aramızda her şey hareket edebilir. Her
bir kişi katılımcıdır, grubun bütün anlamından pay almakta ve aynı zamanda ona
katılmaktadır. Bunu doğru diyalog olarak adlandırabiliriz.
Eğer bunu yapabilirsek, onu yönetebilirsek çok daha önemli bir şey olacaktır.
Gruptaki herkes tüm varsayımları paylaşacaktır. Eğer herkes varsayımların anlamını
birlikte görebilirse, o zaman bilincin içeriği özünde aynı olur. Oysa hepimiz farklı
varsayımlara sahipsek ve onları savunursak, o zaman her bir kişi farklı bir içeriğe
sahip olacaktır, çünkü gerçekten diğer kişilerin varsayımlarını gerçekten kabul
etmiyoruzdur. Onlarla savaşırız veya onları iteriz -diğer kişiyi ikna etmeye veya razı
etmeye çalışarak.
10
İkna etmek (convince) ve razı etmek (persuade), bir diyalogda istenmez. ‘İkna etmek’
kazanmak anlamına gelir, ‘razı etmek’ de buna benzerdir. ‘Hoş (suave)’ ve ‘tatlı
(sweet)’ ile aynı kökten gelir. İnsanlar bazen tatlı dil ile razı etmeye, sert bir dil ile
ikna etmeye çalışırlar. İkisi de aynı şeye gelir ve ikisi de konu ile ilgili değildir.
Gerçekten uygun ve akılcı değildir. Eğer bir şey doğruysa, ikna edilmeye ihtiyacınız
yoktur. Eğer birisi sizi ikna etmeliyse, büyük olasılıkla bir şüphe var demektir.
Eğer hepimiz ortak bir anlamı paylaşabilirsek, birlikte katılıyor oluruz. Ortak anlamı
paylaşıyor oluruz -tıpkı insanların birlikte bir yemeği paylaşması gibi. Katılıyor,
iletişim kuruyor ve ortak bir anlam yaratıyor oluruz. Bu katılımdır, hem
‘paylaştığımız’ hem de içinde’ yer aldığımız’... Bu, katılımda bireyi dışında tutmayan
ortak bir aklın ortaya çıkacağı anlamına gelir. Birey ayrı bir görüşte olabilir, fakat bu
görüş sonrasında grup tarafından benimsenedebilir. O kişi görüşünü devam
ettirebilir de ettirmeyebilir de. Bununla birlikte, insanlar görüşleri veya
varsayımlarını savundukları sürece, yaratıcılığa müdahale eden bir şey var demektir.
Eğer bir varsayımı savunuyorsanız, yeni olan her şeyi dışarı itiyorsunuz demektir.
Böylece herkes çok özgürdür. Bu ortak aklın bir kalabalığı ele geçirmesi gibi değildir,
tam olarak değil. Bu bireysel ve kolektif arasında bir şeydir. İkisinin arasında hareket
edebilir. Bireyselin ve kolektifin bir harmonisidir, bu harmoni ile bütün sürekli bir
şekilde ahenge doğru yol alır. Dolayısıyla, hem kolektif akıl hem de bireysel akıl
vardır ve bir nehir gibi, akım ikisinin arasında hareket eder. Bu nedenle, görüşlerin
çok fazla bir önemi yoktur. Sonuçta, tüm bu görüşlerin arasında herhangi bir yerde
olabiliriz ve başka bir yöne doğru onların ötesine geçmeye başlarız -yüzeysel bir yöne-
yeni ve yaratıcı bir şeye.
Şimdi, bu ideal bir durum olabilir. İdeal resmi çizdim. Fakat başladığımızda, tabii ki
bunun olmadığını göreceksiniz. Bu diyalogda sık rastlanan bir durumdur -akla uygun
gelen, uygun ve doğru görünen şey, denediğimizde her zaman işe yaramaz. Akla
uygun gelmeyen şey işe yarar görünen şeydir.
Daha önce bir bireydeki çatışmalar ve bağdaşmayan düşüncelerle ilgili
bahsettiklerimizle ilişkili olan, grup içerisindeki zorlukların benzerliğini fark
edebilirsiniz. Birey varsayımlarını askıya almalıdır ve aynı şekilde grup da. Bir grupta
başka bir faktör vardır, çünkü kolektif kültürel varsayımlar büyük ölçüde dâhil
olurlar. Ve böyle büyük bir gruba, aynı zamanda birçok alt-kültür de girer.
Toplum, insanlar tarafından birlikte çalışmak ve yaşamak için kurulan bir ilişkiler
bağıdır: kurallar, kanunlar, kurumlar ve çeşitli şeyler. Bu onlara sahip olacağımızı
düşünerek ve katılarak olur ve sonra onu yaparız. Ve bunun arkasındaki paylaşılmış
anlam olan bir kültürdür. Bir hükümet kurmak istediğimizde bile, insanlar ne tür bir
hükümet istediklerinin, iyi hükümetin ne olduğunun, doğru olanın ne olduğunun vb.
ortak anlamına katılmak zorundadırlar. Farklı kültürler farklı hükümet işlevleri
üretecektir. Ve eğer bazı insanlar katılmazsa, politik mücadele olur. Daha da ileriye
giderse iç savaşa yol açar.
Demek şstediğim şu ki, toplum kültürü oluşturan ortak anlamlar üzerine kuruludur.
Eğer uyumlu anlamlar paylaşmıyorsak, bir toplumdan söz edemeyiz. Ve şu sıralar,
toplum genel olarak çok tutarsız anlamlar dizisine sahiptir. Aslında, bu ‘paylaşılmış
anlamlar’ dizisi o kadar tutarsızdır ki gerçek bir anlama sahip olduklarını söylemek
11
zordur. Belirli miktarda anlamlılık vardır, fakat çok sınırlıdır. Kültür, genel olarak
tutarsızdır. Ve bunu bu şekilde gruba -veya mikrokozmoza veya mikrokültüre- taşırız.
Eğer tüm anlamlar bir araya gelebilirlerse, ahenge doğru yol alabiliriz. Bu sürecin
sonucu olarak, anlamlarımızın birçoğunu doğal ve kolay bir şekilde bırakabiliriz.
Fakat onları kabul ederek veya reddederek başlamak zorunda değiliz. Önemli olan,
tüm anlam uyumlu olmadan, hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağımızdır. Geçmişin
ve bugünün tüm anlamaları bir aradadır. İlk önce onları kavramalıyız ve sadece
olmalarına izin vermeliyiz ve bu belirli bir düzen oluşturacaktır.
Eğer bunun üzerinde çalışırsak, grupta ortak bir anlam elde ederiz ve bunun sonucu
yeni bir kültürün başlangıcıdır, söyleyebileceğim kadarıyla gerçekten bu zamana
kadar hiç var olmamış bir kültür. Eğer var olduysa bile bu çok uzun zaman önce
olmalı -belki bazı ilkel Taş Devri gruplarında. Diyorum ki; gerçek bir kültür,
görüşlerin ve varsayımların tutarsız bir şekilde savunulmadığı ortamda doğacaktır.
Ve bu tür bir kültür toplumun işleyişi ve en nihayetinde hayatta kalabilmesi için
gereklidir.
Böyle bir grup daha geniş bir kültürün filizi olabilir, daha sonra birçok yöne
yayılabilir -sadece yeni gruplar yaratarak değil, aynı zamanda onun ne anlama geldiği
fikri üzerine konuşan insanlar aracılığıyla da.
Aynı zamanda diyalog, ruhunun daha küçük gruplarda veya teke tek veya kişinin
kendi içerisinde bile işleyebilir. Eğer birey kendi aklında tüm anlamları bir arada
tutabilirse, diyalog tutumuna sahip olabilir. Bunu uygulayabilir ve muhtemelen onu
hem sözel hem de sözel olmayan yolla diğer insanlara iletebilir.
Prensipte bu yayılabilir. Birçok insan artık diyaloğa ilgi duyuyor. Bu ilginin giderek
arttığını görüyoruz. Diyalog fikrinin zamanının geldiği görülüyor ve bu muhtemelen
birçok alana yayılacak.
Böyle bir şeyin, toplumun uygun bir şekilde işleyebilmesi için gerekli olduğunu
düşünüyorum. Aksi halde dağılacaktır. Bu paylaşılan anlam toplumu gerçekten bir
arada tutan bir çimentodur ve diyebilirsiniz ki bugünkü toplum gerçekten düşük
kaliteli bir çimentoya sahiptir. Eğer düşük kaliteli çimentoyla bir bina yaparsanız,
çatlar ve dağılır. Gerçekten doğru çimentoya, doğru yapıştırıcıya ihtiyacımız var. Ve
bu da paylaşılan anlamdır.
Buraya kadar diyalogun pozitif yönünden bahsettik. Bununla birlikte diyalogdaki bu
teşebbüs tamamen sinir bozucu olabilir. Bunu sadece teorik olarak değil tecrübelere
dayanarak söylüyorum. Bazı zorluklardan bahsetmiştik: Tüm bu görüşlere sahip
olmak sinir bozucu olabilir, bazı insanların daha dominant olması sinir bozucu
olabilir veya konuşmakta zorlanan diğerleri; insanlar rol yapabilir, kaygılar olabilir.
Şimdi, grup içerisindeki sinir bozucu şeylerle nasıl başa çıkacaksınız? Daha önce
söylediğimiz gibi, bazı şeyler sizi öfkelendirebilir veya sinirinizi bozabilir veya sizi
korkutabilir. Varsayımlarınız açığa çıkabilir ve meydan okunabilir ve siz diğerlerinin
görüşlerini çok kötü bulabilirsiniz. Aynı zamanda, eğer bir lider ve konu yoksa ve
yapacak ‘hiçbir şey’ yoksa, insanlar korkabilirler ve kaygılanabilirler. Bu sebeple, tüm
bunları geçmek zorundasınızdır.
12
Bunlar ortaya çıkacak problemlerdir -gördüğüm tüm gruplarda ortaya çıkmışlardır.
Ve siz onların neredeyse kaçınılmaz olduklarını umabilir ve şöyle sorabilirsiniz “Tüm
bunların olmasının anlamı nedir?” Öyleyse, bunu keşfetmemiz gerek.
Diyorum ki, diyaloğun bir sebebi vardır. Ona gerçekten ihtiyacımız vardır. Bu sebep,
bahsettiğimiz tüm sinir bozucu şeylerden geçebilmek için yeterince kuvvetli
olmalıdır. İnsanlar genellikle sinir bozucu şeyleri, önemli bulmaları durumunda
kabullenmeye hazırdırlar. Örneğin, İşinizi yapmak veya para kazanmak genellikle
sinir bozucudur. Kaygılandırır. Sonunda insanlar şöyle diyebilir “Bu önemli! Devam
etmeliyiz” Her türlü şey hakkında bu şekilde düşünebilirler. Diyorum ki, eğer bir
diyaloğu önemsiyorsak, gerekli buluyorsak, onun için de “Direneceğiz” diyebilmeliyiz.
Fakat eğer gerekli görmüyorsak, şöyle diyebiliriz: “Tamam, ne anlamı var? Çok fazla
sorun çıkıyor. Vazgeçelim. Hiçbir şey üretmiyor.” Görüyorsunuz, bir süreliğine yeni
olan herhangi bir şey keşfetmek zorundasınız. Bilimde veya herhangi bir yerde,
genellikle, keşfederken bir yere ulaşmadığınız bir sürecin içinden geçmek
zorundasınızdır. Bununla birlikte çok cesaret kırıcı olabilir.
Eğer dürtülerimizi askıya alabilirsek, varsayımlarımızı askıya alabilirsek, onlara
bakabilirsek, o zaman hepimiz aynı bilinç durumunda oluruz -içerik aynıdır. Bu
nedenle, birçok insanın istediği şeyi kurmuş olduk -ortak bir bilinç. Çok keyifli
olmayabilir ama başardık. İnsanlar ortak bilinci ‘paylaşılan mutluluk’ olarak görme
eğilimindedirler. Bu olabilir, fakat olursa da ona giden yolun buradan geçtini
söylüyorum. Gerçekten sahip olduğumuz bilinci paylaşmamız gerekir. Sadece bir
diğerine dayatamayız. Eğer insanlar sinirlerini bozan şeyleri paylaşabilirlerse, farklı
çelişkilerini, farklı varsayımlarını paylaşabilirlerse, karşılıklı öfkelerini
paylaşabilirlerse, ve buna dayanabilirlerse -eğer herkes öfkeliyse ve öfkelerine
hepbirlikte bakabiliyorlarsa- o zaman ortak bir bilince sahipsiniz demektir.
Öfke de çok güçlü bir bağdır. Yıllar önce irlanda’da bir konuşma yaptığım sırada bazı
insanları ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Almanya’dan gelmiş Nazi karşıtı savaşçılardı.
Bir süre Nazilerle savaşmışlardı fakat bunu devam ettirebilecekken almanya’dan
ayrılmışlardı. Nazileri gerçekten özlediklerini söylediler. Bu öfkeyi özlemişlerdi çünkü
bu onlara enerji veriyordu ve hayatlarına anlam katıyordu. Yaşdıkları bir çeşit “ani
değişiklik” ti. Mesele şu ki, öfke çok güçlü bir bağdır ve eğer insanlar hep birlikte
onunla olabiliyorsa o zaman paylaşıyorlar demektir -o zaman o öfke herhangi birşeye
dönüşebilir. Eğer insanlar güçle, şiddetle, öfkeyle veya her neyse, birlikte
olabiliyorlasa o zaman bir tür çöküş yaşanacaktır. Çünkü en sonunda hepimizin aynı
olduğunu görebileceklerdir. Ve sonuç olarak katılımcılığa ve arkadaşlığa sahip
olacaklardır. Bunu aşabilen insanlar iyi arkadaş olabilirler. Herşey farklı ilerler. Daha
açık olurlar ve birbirlerine güvenmeye başlarlar. Korktukları şeyin üstesinden daha
önce gelmişlerdir ve böylece o zaman zeka işleyebilir.
İlişkilendirmek istediğim başka bir hikaye var. Londra’da çocuk psikoloğu olarak
görev yapan bir adam tanıyordum. Bana yaklaşık yedi yıl önce birinin çok rahatsız bir
kız çocuğu getirdiğini söyledi. Herhangi birisiyle konuşmayı reddediyordu. Onu,
konuşmasına yardımcı olabileceğini umarak psikoloğa getirmişlerdi. Böylece yaklaşık
bir saat kadar uğraştı fakat bir yere varamadı.. Sonunda bıkkın bir halde kıza
“Benimle neden konuşmuyorsun?” dedi. Kız “Çünkü senden nefret ediyorum” diye
cevapladı. Bunu etkisiz hale getirebilmek için bir yere “zaman” koyması gerektiğini
13
düşündü ve şöyle dedi “Benden ne kadar zaman daha nefret edeceksin?” Kız “Senden
sonsuza kadar nefret edeceğim” dedi. O zaman biraz endişelendi ve tekrar zaman
koydu. “Benden ne zamana kadar sonsuza dek nefret edeceksin?” diye sordu. Ve kız
kahkahalara boğuldu, hepsi kırılmıştı. Orada olan enerji artık kullanılabilirdi.
Durumun saçmalığı ona olayın tutarsız olduğunu göstermişti. Ona ondan sonsuza
dek nefret edeceğini söylüyordu ve gerçekten öyle olmayacağını görebiliyordu, ve eğer
öyle değilse nefretini sürdürmesi artık gereksizdi. Nefretin çok güçlü bir duygu olması
gibi, panik de öyledir ve bazı diyalog grupları paniğe kapılabilir. İnsanların bunun
olabileceğine ihtimal vermelerine rağmen (sürdürülmese bile en azından bir panik
anı), ben bunun bu grupta olacağını zannetmiyorum. Fakat böyle bir paniğe bir çok
şeyden kapılabilirsiniz. Bir dağa tırmanmaya çalışıyorsanız bir panik anı
yaşayabilirsiniz veya paranız ile ilgili, işinizle ilgili veya herhangi birşey ile ilgili
panikleyebilirsiniz. Yine de insanlar bu tür şeyleri sürdürürler çünkü, onlarla
başetmenin önemli olduğunu düşünürler. Eğer diyalog üzerine söylediklerimi
sürdürebilirseniz, sonrasında bizi esaslı bir şekilde değiştirecek olan öfke ve panik ile
ilgili birşeyler görmeye başlayabilirsiniz.
Öfkeliyseniz bir nedeni veya sebebi vardır. Bundan veya ondan ötürü öfkeli
olduğunuzu söylersiniz. Bu hiddeti ve nefreti tırmandırır ve belirli bir noktadan sonra
artık bir sebebi olmayacaktır –sadece kendisini sürdürür. Bu nefret enerjisi bir tür
kilitlenmedir ve boşalmak için bir fırsat aramaktadır. Aynı durum panik için de
geçerlidir. Genellikle arkasında bir nedenin olduğunun farkındasınızdır, fakat
zamanla paniğe kapıldıkça kendiliğinden ilerler. Bununla beraber, bu seviyede
dolaşan enerji –belirsiz bir şekilde de olabilir- yaratıcılık üzerine konuştuğumuz
enerjinin -aslında sebepsiz bir enerji- bir türü olabilir
Ortak bir bilincin paylaşılması, insanların söylediklerinde, düşünme biçimlerinde,
duruşlarında kendisini gösterir. Olamakta olan şey, görünüşte bir kişiden diğerine
benzerlik gösterir. Herkes benzerdir, öyle ki herkes temelde aynı şeyi yapmaktadır -
çoğu zaman öfkeye, hiddete, nefrete, korkuya, paniğe ve bu tür şeylere öncülük eden
diğerlerinin görüşleriyle çatışan farklı görüşlere sahip olarak.
Bu tür bir diyalogda, insanlar yine de bazı görüşlere güçlü bir şekilde bağlı
olmayabilirler ve daha önce söylediğimiz gibi bu insanlar bir meselenin içerisine dahil
olabilir ve yatıştırabilirler, böylece mesele aşırı zıtlaşmış, aşırı kutuplaşmış ve
bunların haricinde duygusal olarak aşırı yüklenmiş bir hal almaz. Eğer insanlar tüm
bunlara dayanabilir ve bunları gözden geçirebilirlerse, işte o zaman bir değişim
gerçekleşir. Ortak bir algı ortaya çıkar, kuvvetlidir çünkü bir çok insanı kapsar ve
kolektif, sosyal ve bireysel olarak takviye edilir. Ortak algı oluşturulur.
Kolektif olan aynı zamanda sıkıntılıdır da. Grup, üyelerinin içerisinde bir bilinç gibi
davranabilir, örneğin üyelerinde güçlü bir suçluluk duygusuna sebep olabilir, çünkü
bizler öyle yapılanmışızdır ki herkesin üzerinde anlaştığı şeyi doğru kabul etme
eğilimindeyizdir veya bu durum insanların karşı koymaktan korkmaları şeklindede
işleyebilir.
Savunduğumuz görüşlerde büyük oranda şiddet vardır. Onlar sadece görüş
değillerdir, sadece varsayım değillerdir; onlar tanımladığımız ve o nedenle
savunduğumuz varsayımlardır, çünkü bu durum sanki kendimizi savunuyormuşuz
14
gibidir. Ormandayken sahip olduğumuz doğal kendini savunma güdümüz, orman
hayvanlarından bu görüşlere aktarılmıştır. Diğer bir ifade ile, orada bazı tehlikeli
görüşlerin var olduğunu söylüyoruz – tıpkı tehlikeli kaplanların olabileceği gibi. Ve
içimizde savunulması gereken çok değerli hayvanlar da vardır. Dolayısyla ormanda
fiziksel olarak anlamlı bir dürtü modern hayatta görüşlerimize aktarılmıştır. Ve bir
diyalogda, kolektif olarak bunun farkına varırız.
Bu tür bir şeyle yüzleşmek hem kolektif olarak hem de bireysel olarak mümkündür.
Ve aslında her ikisine yapmamız gerekir. Fakat yeni birşey -bütünsel kültürel
koşullanma- onunla kolektif olarak yüzleştiğimizde ortaya çıkar. Bireysel olarak
bunun farkına varabilmek çok güçtür. Normalde erafınızı kültürel olarak çok benzer
insanlarla çevirirsiniz. Varsayımlar paylaşırsınız ve onlara sahip olduğunuzu
bilmezsiniz. Bununla birlikte, 20-40 kişilik bir grupta paylaşmadıkları farklı
varsayımlara ve durumlara sahip insanlara bağlısınızdır.
Mesele şudur ki, arka planımızın -tamamen- paylaşmadığımız gerçeği ile yüzleşiriz.
Birçok şey paylaşırız, fakat bir noktada anlaşmazlığa düşmek bütün hepsinin yok
olması için yeterlidir. Ve daha fazla paylaştıkça, uyuşmayan bir noktada yok olması
daha da hızlı olacaktır. Eğer dayanabilirsek ve hoşa gitmeyen süreçlerin üstesinden
hep birlikte gelebilirsek, bir diyalogda neyin gerçekleşeceğini söyleyeceğim. Öyle bir
diyalogda, savunmacılığın, görüşlerin ve bölünmenin yapısı tamamen çökebilir; ve
hisler birden dostluk ve arkadaşlık, katılım ve paylaşımdan birine dönüşebilir –
çünkü tüm bu görüşleri paylaşırken, hepimiz aynı şeyin içerisinde yer alıyoruz. O
zaman ortak bilinç içerisinde bir payımız oluyor, ve onun içerisinde yer alıyoruz.
Böylece katılıyor olma hissine ulaşıyorsunuz.
Fakat bu savunmacı tutumu sürdürdüğümüz sürece ,(varsayımları engellemek ve
tutmak, onları bırakmamak ve “Haklı olmalıyım” türünden şeyler söylemek) zeka çok
sınırlı kalır, çünkü zeka bir varsayımı savunmamanızı gerektirir. Doğru olmadığının
kanıtı varsa, bir varsayıma tutunmanızın hiçbir anlamı yoktur. Bir varsayımın veya
bir görüşün olması gereken doğası, doğru omayabileceği kanıtına açık olmasıdır.
Bu, grubun görüşlerini dayatacağımız anlamına gelmez. Herkesin farklı bir görüşü
olabilir veya olmayabilir –bu o kadar önemli değildir. Herkesi aynı fikirde olması için
ikna etmek gereksizdir. Aklın, bilincin bu paylaşımı daha önemlidir, bu fikirlerin
içeriği zaten sınırlıdır. Cevabın, görüşlerin içerisinde değil herhangi bir yerde
olduğunu keşfedebilirsiniz. Gerçek, görüşlerden doğmaz, herhangi birşeyden
doğmalıdır –belki örtülü aklın daha serbest bir hareketinden. Dolayısıyla eğer
‘gerçeği’ algılayacaksak veya ‘gerçekte’ yer alacaksak, anlamları uyumlu hale
getirmeliyiz. Diyaloğun çok önemli olduğunu söylememin nedeni budur. Eğer
anlamlarımız uyumsuzsa, gerçeğin içerisine nasıl katılabiliriz ki?
Gerçeğe giden ‘yol’ yoktur. Söylemeye çalıştığımız şey şudur ki, bu diyalogda tüm
yolları paylaşırız ve en sonunda hiçbirinin öneminin olmadığını görürüz. Tüm
yolların anlamını görürüz ve bu sebeple “yolun olmadığı’ yere geliriz. Esasında tüm
yollar aynıdır, sırf ‘yol’ olmaları nedeniyle –sabittirler.
Sanırım bu yeni mevzu, durumun ekolojik ve diğer yönlerde değiştirilmesine yolu
açacaktır. Örneğin, ekolojik hareket, ‘yeşil hareket’ şuan parçalanma ve bölünme
tehlikesi altında, çünkü bu grupların çoğu sorunlarla nasıl başa çıkacakları
15
konusunda farklı görüşlere sahiptirler. Dolayısyla ekoloji için savaştıkları kadar,
birbirleri ile savaşmaya da bir son verebilirler. Sonuç olarak, yeşil hareketin diyalog
kurmasının özellikle acil olduğu görülüyor.
Ekoloji ile ilgilenen insanlar gezegenimizle ilgili bazı sorunlarımızın açıkça
farkındadırlar, fakat sanırım buna daha açık bir şekilde dikkat çekmeliler, böylece
temel problemin ne olduğu netlik kazanır.
Bu tür eylemler birlikte ilerlerler. Nehirlerin temizlenmesi ve ağaçların ekilmesi ve
balinaların kurtarılması, diyalog içerisinde (ve düşüncenin temel problemini görerek)
birlikte hareket etmelidir. Hepsi birbirine bağlıdır, çünkü bu aktivitelerin hiçbiri
kendi başına yeterli değildir. Eğer sadece düşünce üzerine konuşursak ve uzun süre
düşünce üzerine düşünürse, tüm bitkiler bu süre içerisinde tahrip edilmiş olabilir.
Fakat diyaloğun, en anlamlı şeylerin yeraldığı zihinsel sürecin bu örtülü seviyesinde
işleyeceğini düşünüyorum.
İnsanların farklı varsayımlara ve görüşlere sahip olduğu, bir grubun ilgilendiği
diğerinin ilgilenmediği durumlar vardır. Yine de bir şekilde diyalog kurmak
zorundayız. Bir grup katılmasa bile, biz gönüllü olanlar kendi düşüncemiz ve onların
düşüncesi arasında olan bir diyaloğa katılabiliriz. En azından yapabildiğimiz kadar
kendi içimizde diyalog kurabiliriz, siz kendinizle kurabilirsiniz. Diyaloğun tutumu
budur. Ve bu tutum ne kadar çok yayılırsa, düzenlemeye o kadar çok katkısının
olacağını düşünüyorum. Eğer gerçekten yaratıcı birşeyler yapabilirsek, bu örtülü
seviyede diğer insanları örtülü seviyede etkilemeye devam edebilir. Örtülü seviyede
hem kelimelerle hem de kelimelerin ötesinde iletişim kurabilecektir. Fakat eğer aynı
eski hikayeyi tekrarlamaya devam edersek işlemeyecektir.
Düşünce birdir, her herde ve belirli içeriklerin her türünde belirir. Dolayısıyla,
diyaloğun bu ruhu bu sorunla yüzleşmekte önem taşır; toplumun geri kalan diğer
önemli çoğunluğu ile aynı olmayan bir yöne doğru gittiğimizin farkında olsak bile.
Mesele şu ki, diyaloğun ve ortak bilincin bu yönü, kolektif zorluklardan çıkmamızın
bir yolu olduğunu ileri sürer ve biz buradan, temelden başlamalıyız, deyim yerindeyse
Birleşmiş Milletler veya Başkan’la, yığınların tepesinden başlamalıyız -Başkan ve
Gorbachev bugünlerde gündenlerinde olmayan ve bir sonuca varamayacakları bir
görüşme yapacak olsalar da, onların bunu kendilerinin planladığını düşünmüyorum;
şöyle ki fikir o seviyeye kadar süzülmüş olmalıdır. Gündemsiz ve sonucu olmayan bir
görüşme fikri muhtemelen alt kademelerde dolaşıyodu –bu göstermektedir ki bu
fikirler süzülür ve üst seviyelere kadar ulaşabilir.
Görüşüyor olmaları çok sağlıklı bir gelişme. Eğer bunu yapacaklarsa, bu gerçekten iyi
bir işaret. Dışişleri Bakanlığında bu diyalog fikrine aşina olan insanların olduğunu
biliyorum –bu fikir onlara bu yolla ulaşmış olmalı. Bu, modern dünyada iletişimin
çok hızlı olduğunu gösterir –başlangıçta çok anlamsız görünse de 3-5 adımda her
seviyeye ulaşabilir. Yıkıcı şeylerin iletişim kurabilmesi gibi, diyalog fikri de iletişim
kurabilir.
Eğer biz kendimiz diyaloğun hüsranlarına dayanabilirsek, yaptığımız işin anlamı ilk
bakışta çok daha fazla açığa çıkabilir.
16
Aslında problemin bir parçası olmak yerine çözümün parçası oluruz diyebilirim.
Diğer bir ifade ile, hareketimiz çözümün niteliğine sahiptir, onun bir parçasıdır. Her
ne kadar küçükse de çözümün niteliğine sahiptir, sorunun niteliğine değil. Diğeri her
ne kadar büyük olsa da sorunun niteliğini taşır, çözümün değil. Bu nedenle, esas
mesele çözümün niteliğine sahip olan birşeye başlamaktır. Söylediğim gibi, ne kadar
hızlı veya ne kadar yavaş yayılacağını bilmiyoruz. Bir hareketin -bu birlikte
paylaşımın- akılda, düşünce sürecinde ve düşünce sirecinin ötesinde ne kadar hızlı
yayılacağını bilmiyoruz.
Bazen insanlar şöyle söylerler “Tek ihtiyacımız olan şey sevgi.” Tabi ki, bu doğru.
Eğer evrensel sevgi olsaydı, herşey yolunda olurdu. Fakat ona sahip görünmüyoruz.
İnsanların “Bush ve Gorbachev arasında (veya herkim olursa olsun) sevgi olacak”
diyemedikeri görülüyor. Öyleyse bunun işleyeceği bir yol bulmalıyız. Hayalkırıklığı,
kzıgınlık, öfke ve korku olsa da -bunun diyalog içerisinde olabileceğini daha önce
konuşmuştuk- bütün hepsini içerisine alabilecek birşey bulmalıyız.
Meseleyi örneklendirmek için bu yüzyılın iki önde gelen fizikçisi Albert Einstein ve
Niels Bohr ile ilgili işte bir hikaye. Einstein Bohr’la ilk karşılaştıklarında ona yakın
hissettiğini hatırladı. Ona duyduğu sevgi üzerine yazdı. Fizik üzerine çok hareketli bir
şekilde konuştular, ve buna benzer şeyler. Fakat en sonunda gerçeğe giden yolun ne
olduğu hakkında iki farklı varsayımın ve görüşün olduğu bir noktaya geldiler.
Bohr’un yargıları Quantum görüşüne dayanmaktaydı, ve Einstein’ın ki de Relativite
görüşüne. Onun üzerine tüm iyi niyetleriyle tekrar ve tekrar sabırlı bir şekilde
konuştular. Bu yıllarca sürdü ve ikisi de geri çekilmedi. İkisi de daha önce ne
söyledilerse sadece tekrarladılar. Sonuç olarak hiçbir yere varamadıklarını gördüler
ve yavaş yavaş bağlarını kopardılar. O zamandan sonra birbirlerini çok uzun bir süre
görmediler.
Sonra bir sene, ikisi de Princeton’da İleri Araştıma Ensititüsü’nde bulundular, fakat
hala birbirleriyle görüşmemişlerdi. Herman Weyl isimli bir matemetikçi şöyle söyledi
“Eğer biraraya gelirlerse çok iyi olur. Eğer gelmezlerse çok yazık.” Einstein, Bohr ve
öğrencilerinin davet edildiği bir parti düzenledi. Einstein ve yandaşları salonun bir
ucunda, Bohr ve yandaşları diğer ucunda durdular. Biraraya gelemediler çünkü
üzerinde konuşabilecekleri hiçbirşey yoktu. Hiçbir anlamı paylaşamıyorlardı, çünkü
herbiri kendi anlamının doğru olduğunu düşünüyordu. Eğer doğruya sahip
olduğunuzdan eminseniz ve diğer kişi de doğruya sahip olduğundan eminse ve
doğrular uyuşmuyorsa nasıl paylaşabilirsiniz ki? Nasıl paylaşabilirsiniz?
Bu sebeple gerçeklik görüşünü izlemeniz gerekir. Diyalog doğrudan gerçeklik ile
ilgilenmeyebilir –gerçeğe ulaşabilir, fakat anlam ile ilgilenir. Eğer anlam tutarsızsa,
gerçeğe hiçbirzaman ulaşamazsınız. ‘Benim anlamım tutarlı, bir diğerininki değil’
diye düşünebilirsiniz, fakat o zaman hiçbir zaman anlamı paylaşamayız. Ve büyük
çoğunluk dışarıda kalırken, içimizden bazılarımız doğruya ulaşırsa, bu sorunu
çözemeyecektir. ‘Gerçek’ kendiniz için veya grubunuz için olacaktır, fakat çatışma
devam edecektir.
Eğer anlamı veya gerçeği paylaşmak gerekliyse, o zaman farklı birşey yapmamız
gerekir. Bohr ve Einstein’ın belki de diyalog kurmaları gerekirdi. Kurabilirlerdi
demiyorum, fakat bir diyalogda birbirlerinin görüşlerini uygun bir şekilde
17
dinleyebilirlerdi. Ve belki her ikisi de görüşlerini askıya alacaklar, göreliliğin ötesinde
ve kuantum teorisinin ötesinde yeni birşeye geçebileceklerdi. Fakat bu diyalog
fikrinin, sonrasında bilimadamlarında oluşmadığını düşünüyorum.
Bilim bir gerçekliğe –tek gerçekliğe- ulaşırken kavramları baz alır. Dolayısyla diyalog
fikri bilimin mevcut yapısına bir şekilde yabancıdır, dine olduğu gibi. Bilim bir
bakıma modern çağın dini haline gelmiştir. Dinin bir zamanlar üstlendiği gerçeği
verme rolünü üstlenmektedir. Bu sebeple farklı bilim insanları bir kere gerçekliğe
dair farklı görüşlere sahip olduktan sonra, farklı dinlerin biraraya gelememesi gibi
artık biraraya gelememektedirler. Bir bilim insanı olan Max Plank’ın söylediği gibi
“Yeni fikirler gerçekte kazanmazlar. Olan şey şudur, yaşlı bilim insanı ölür ve yeniler
yeni fikirlerle gelirler”. Fakat açıkçası doğru olan yol bu değildir.
Bu bilimin başka bir yolda işlemeyeceği anlamına gelmez. Eğer bilim insanları bir
diyaloğa dahil olabilirlerse, bu bilimde radikal bir devrim olur. Aslında, diyalogdaki
kavramlara prensipte bağlıdırlar. Şöyle derler “Dinlemeliyiz ve hiçbirşeyi dışarıda
bırakmamalıyız.”
Bununla birlikte, bunu yapamayacaklarının farkına varırlar. Bu yalnızca bilim
insanlarının herkesin paylaştığı şeyleri (varsayımlar, görüşler) paylaşmaları sebebiyle
değil, aynı zamanda bugün bilimi ‘gerçeği elde edeceğimiz’ şeklinde tanımlayan
görüş sebebiyledir de. Çok az bilim insanı düşüncenin ‘herşeyi’ bilme yeteneğine
sahip olduğu varsayımını sorgular. Fakat bu geçerli bir varsayım olmayabilir, çünkü
düşünce soyutlamadır, doğası gereği sınırlamayı içerir. Bütün ise çok fazladır.
Düşüncenin bütünü ele geçirebileceği bir yol yoktur, çünkü düşünce sadece soyutlar,
sınırlar ve tanımlar. Ve düşüncenin çıktığı geçmiş, sadece sınırlı bir miktarı içerir.
Şimdiki zaman düşüncede yer almaz, bu denle bir analiz gerçekte analiz anını
kaplayamaz.
Mutlak doğruya hiç bir zaman ulaşamayacağımızı söyleyen rölativistlerde vardır.
Fakat onlarda kendi paradokslarında hapsolmuşlardır. Göreliliğin (rölativism) tek
gerçeklik olduğunu varsayarlar. Dolayısyla, herhangi bir türden tek gerçekliğe
ulaşacaktıklarına inanan insanlar bir diyalog kuramazlar, kendi aralarında da
kuramazlar. Hatta farklı rölativistler anlaşamazlar.
Diyalog içerisinde hayalkırıklıklarının olacağını söylemiştik, fakat bunların
üstesinden gelebilirseniz daha iyi arkadaş olabilirsiniz. Arkadaşlığı talep etmiyoruz,
hiçbirşeyi talep etmiyoruz. Arkadaşlık gelebilir. Eğer diğer insanların düşüncelerini
görürseniz, sizin düşünceniz haline gelir ve ona kendi düşüncenizmiş gibi
davranırsınız. Ve bir duygusal yüklenme geldiğinde, bütün duygusal yükleri de
paylaşırsınız, eğer sizi etkilerlerse onları bütün düşüncelerle birlikte tutarsınız.
Çoğu kez, duygusal bir yüklenme olduğunda, birisi meseleyi biraz yatıştırmaya
çalışabilir ve böylece kaçmamış olur (çocuk psikiyatristinin ‘Benden ne kadar zaman
daha sonsuza kadar nefret edeceksin?’ sorusuyla yatıştırdığı gibi, veya başka tür bir
espri sorunu yatıştırabilir, veya herhangi birşey, öngöremediğiniz bazı uygun sözler).
Bazen insanlar, ailelerinde diyalog hissini hissederler. Fakat bir aile genellikle bir
hiyerarşidir, diyaloğun tersine otorite prensibi üzerine organize olur. Aile gerçekten
otoriter bir yapıdır, zorunluluğa ve bu türden şeylere dayanır. Kendi değerine sahiptir
18
fakat bu yapı içerisinde diyaloğun sürdürülmesi güç olabilir. Eğer yapabilirseniz bu
iyi birşeydir –muhtemelen bazı ailelerde bu oluyordur. Genellikle zordur, çünkü
diyalogda otorite ve hiyerarji prensiplerine yer yoktur. Hareket ettikçe otorite ve
hiyerarşiden kurtulmak isteriz. İşleri yürütmek için biraz otoriteniz olmalıdır; eğer
bir ‘amacınız’ varsa bir yerlere biraz otorite göstermeniz gerekir dememizin sebebi
budur. Fakat bir diyalogda bir amacımız ve gündemimiz, yapacak birşeyimiz olmadığı
için, bir hiyerarşinin otoritesine de ihtiyaç duymayız. Daha çok, otoritenin olmadığı,
hiyerarşinin olmadığı, özel bir amacın olmadığı bir yere ihtiyacımız vardır -herşeyin
konuşulmasına izin verebileceğimiz türden boş bir yer.
Bir diyalogda, bir hedefimizin olmadığı, bir gündemimizin veya bir programımızın
olmadığı boş bir alan yaratırız. Sadece birbirimizle konuşuruz ve hiçbirşeyi
başarmaya adanmayız. Hiçkimse herhangi bir şeye katılmak zorunda değildir. Sadece
tüm fikirleri dinleriz. Eğer hiçbirşey halledilmemiş gibi görünüyorsa önemsemeyiz,
eğer boş bir alan yaratabilirsek diyalog süreci bizi çok daha derin bir düzeyde
etkileyecektir. Tüm görüşleri dinlemek bizi biraraya getirecektir.
Görüşlerin savunulması bizi ayırır. Herkes kendi fikrini savunur ve buluşamayız.
Birbirimizi gerçekten dinlemeyiz, kazanmaya çalışırız. Fakat, eğer bütün fikirleri
dinlersek, ve hepsini anlarsak hepimiz buluşuruz. Bir karar almak zorunda değiliz.
Tüm fikirlerin sınırlı olduğunu çoğu kez göreceğiz ve bu sebeple onların ötesine
geçmeliyiz. Örneğin, ekolojik kriz hakkında neler yapılacağı üzerine her türden fikir
vardır. Belki hepsine baksaydık, hepsinin çok sınırlı olduğunu ve daha yaratıcı birşey
bulmamız gerektiğini söyleyecektik. Aynı zamanda, eğer bir kişi grubun kendi
amacını gerçekleştirmesini isterse, muhtemelen bir çatışma başlatacaktır. Diyalog
onun gidilecek yol olduğu üzerine ortak olarak anlaşabilen insanlar için
amaçlanmıştır. Eğer insanlar onun gidilecek yol olduğu üzerinde anlaşamıyorlarsa, o
zaman onun içerisinde yer almak için bir neden yoktur. Çoğu zaman, diyalog
sürdükçe ve grup devam ettikçe, bazı insanların ayrıldığını ve bazı insanların dahil
olduğunu göreceksiniz. “Bu bana göre değil” diye hisseden insanlar olacaktır.
Belirli bir amacımızın olmadığını söylemenin keyfi bir uygulama olmadığını
görüyoruz (mutlak bir amaç yok). Araştırma için ilgili amaçlar koyabiliriz, fakat belirli
bir amaca bağlı değiliz ve tüm grubun süresiz olarak bu amaca uyması gerektiğini
söylemiyoruz. Hepimiz insan ırkının hayatta kalmmasını isteyebiliriz, fakat bu bile
amacımız değildir. Amacımız, tutarlı bir şekilde gerçekten iletişim kurmaktır, eğer
bunu bir amaç olarak adlandırmak istiyorsanız.
Diyalog için ‘kurallarımız’ olmadığında, ilerlerken bize yardımcı olacak prensipleri
öğrenebiliriz –her insanın konuşması için bir boşluk bırakmamız gerektiği gibi. Bunu
bir kural olarak olarak koymuyoruz, daha çok bunun hissini görebileceğimizi
söylüyoruz, ve bunu yapmayı öğreniyoruz. Yardımcı olacak belirli prosedürlerin
gerekliliğini veya değerini görüyoruz. Boşluk veriyoruz. İnsanlar kademeli olarak
diğerlerinin konuşması için boşluk bırakmayı öğrenecektir. Çoğu kez, grupta bir
boşluk bırakmadığınızda, herkes aklında her ne varsa hemen atlayacaktır. Fakat aynı
zamanda, konuşma bir yere giderken bunu kafanızda iyice düşünüp taşınmamalısınız
(bir meseleyi alıp, üzerinde düşünerek). Bir mesele üzerinde düşünmek için
durursanız, düşündüğünüz sürede grup ilerler ve o an söyleyeceğiniz şey ilgisiz olur.
“Bütün bunlar ne anlama geliyor ve ben ne söylemeliyim?” diye düşünürken, çok geç
19
olacaktır, çünkü konu değişmiştir. Çok hızlı atlamak ve çok geride durmanın arasında
ince bir durum vardır. Sessiz süreçler olabilir, ve benzeri şeyler.
Bazen siz bir soru sormak üzereyken, birisinin aynı konudan bahsettiği bir durum söz
konusu olabilir. Böyle bir durumda, bu düşünce grupta muhtemelen bir bütün olarak
örtülü bulunmaktadır, dolaylıdır ve bir kişi veya bir başkası ondan sözedebilir. Sonra
bir başkası onu alabilir ve destekleyebilir. Eğer grup gerçekten işliyorsa, bu birlikte
düşünmektir -düşünmeye ortak katılımdır- hepsi tek bir süreçmiş gibi. Bu tek
düşünce ortak olarak oluşturulmuştur.
Her ne kadar, toplumun uyum içerisinde olması için gerçekten gerekli olan şey bu
olsa da, toplumda yaygınlaşmamıştır. Eğer insanlar bunu devlet yönetiminde, iş
dünyasında veya uluslararası alanlarda uygulasalardı, toplumumuz tamamen farklı
bir şekilde işlerdi. Diğer yandan, bu duyarlılık gerektirir (nasıl gireceğini veya
girmeyeceğini, tüm üstü kapalı işaretleri, hisleri ve onlara verdiğiniz karşılığı
izlemeyi, ve içinizde neyip olup bittiğini, grupta neyin olup bittiğini bilmenin belirli
bir yolu) İnsanlar duruşlarıyla ne olduğunu gösterebilirler -beden dilleriyle- aynı
zamanda söyledikleriyle de. Bunu amaçlı olarak yapmaya çalışmamaktadırlar, fakat
bunun olduğunu görebilirsiniz. Bu iletişimin bir parçasıdır. Sözel olmayacağı gibi
sözel de olabilir. Bunu yapmak için hiçbir şekilde uğraşmıyorsunuzdur, hatta bunun
olduğunun farkında da olamayabilirsiniz.
Farkındalık, birşeyin olduğunu, üstü kapalı farklılıkları ve benzerlikleri
hissedebilmektir. Tüm bunları hissedebilmek, algının temelidir. Hisler size bilgi
sağlar, fakat ona duyarlı omalısınızdır, yoksa göremezsiniz. Eğer bir insanı çok iyi
tanıyorsanız, caddede yanından geçebilir ve “Onu gördüm” diyebilirsiniz, size onun
ne giydiği sorulduğunda ise bilemeyebilirsiniz, çünkü gerçekten bakmamışsınızdır.
Tüm bunlara karşı hassas değilsinizdir, çünkü bu kişiyi düşüncenin ekranından
görmüşsünüzdür. Ve bu farkındalık değildir.
Dolayısyla, farkındalık hisleri ve aynı zamanda daha ötesini içerir. Hisler karşılık
verdikleri belirli şeylere hassastırlar, fakat bu yeterli değildir. Hisler size neyin
olduğunu söylerler, ve sonra bilinç bir biçim oluşturmalıdır, ya da onun ne anlama
geldiği ile ilgili bir anlayış yaratmalıdır, bu onu birarada tutar. Bu nedenle, anlam
onun parçasıdır. Anlama veya anlamın eksikliğine duyarlısınızdır. Bu anlamın
algısıdır, eğer öyle anlamak istiyorsanız. Diğer bir ifadeyle, bu daha üstü kapalı bir
algıdır. Anlam onu birarada tutan şeydir. Söylediğim gibi, ‘çimento’dur.
Anlam durgun değildir, akmaktadır. Ve eğer paylaşılan anlama sahipsek, o zaman
aramızdan akıyor demektir; grubu birarada tutar. O zaman herkes, sadece kendi
aklında olanlara değil, etrafta dolaşan tüm ince arıntılara (nüans) duyarlı olur.
Bundan paylaşılan anlam oluşur. Ve bu sayede, birlikte uyum içerisinde konuşabilir
ve birlikte düşünebiliriz. Oysa ki insanlar genellikle varsayımlarına tutunurlar,
böylece birlikte düşünemezler. Herkes kendi başınadır. Duyarlılığı engelleyen,
varsayımlarımızı ve görüşlerimizi savunmaktır.
Grubun büyüklüğüne bakmaksızın, çoğunlukla diyaloğu engelleyen şey varsayımlara
veya görüşlere tutunmak ve onları savunmaktır. Eğer kişsel olarak bir görüş ile
tanımlanırsanız, bu yolunuza çıkacaktır. Ve eğer kolektif olarak bir bir görüşle
20
tanımlanırsanız, bu da yolunuza çıkacaktır. Esas zorluk, bir kişinin görüşünü düzgün
bir şekilde dinlemememizdir, çünkü ona direniyoruzdur –gerçekten duymuyoruzdur.
Fakat görüşlerinizi savunuyorsanız, kendinizi yargılamazsınız ve “Savunmamalıyım”
demezsiniz. Gerçek daha çok şudur ki savunuyorsunuzdur, sonra kınamalara ve
yargılamalara duyarlı olmaya ihtiyaç duyarsınız. Bunun yolumuza çıkacağını hepimiz
farkedebiliriz. Öyleyse bu grup kınamayacak ve yargılamayacaktır. Sadece tüm
görüşlere ve varsayımlara bakacak ve onların yüzeye çıkmasına izin verecektir. Ve
sanıyorum ki o zaman bir değişim olabilir.
Geniş bir grupta (küçük bir grupta olduğundan veya bir birey olarak) daha fazla
kültürel varsayımlara dokunmaya başlarsınız. Kültürel varsayımlar çok güçlüdürler
ve çoğunlukla onların farkında değilizdir, normal olarak konuşmanızdaki aksanın
farkına varamadığınız gibi. Fakat o aksan kültürünüzün bir parçasıdır. Şimdi,
varsayımlarınızın büyük çoğunluğu da kültürünüzün bir parçasıdır ve ilişkide ortaya
çıkar.
Bu konular üzerinde tartıştığım bir arkadaşım şöyle söyledi: ‘Var olmak’ ilişkili
olmaktır. Fakat ilişki çok ıstıraplı olabilir. Tüm zihinsel süreçlerinizi
düşünmeniz/hissetmeniz ve üzerinde kafa yormanız gerekir ve sonra bu başka bir
şeye yol açar. Ve sanırım bu, diyalog grubunda olabilecek şeydir. Acı veren belirli
şeyler bazı kişilerin başına gelebilir; bunların hepsini çözmeniz gerekir.
Bir keresinde İsviçre’de grubun kendisini iki cepheye ayırdığı bir diyalog
gerçekleştirmiştik. Bir çok ‘yeni nesil’ insan vardı, ve başından itibaren sevginin
erdemleri ve heryerin sevgi ile dolu olduğu, heryerde sevginin olduğu üzerine
konuşmaya başladılar. Grubun bir bölümü bir süre sessiz kaldı ve ilerleyen zamanda
onlarda konuşmaya başladılar. Sevgi konuşmasının tamamen duygusal bir saçmalık
olduğunu ve hiçbir anlam ifade etmediğini üstü kapalı bir şekilde belirtiyorlardı.
Sonra bir üye o kadar heyecanlandı ki, dayanamadı ve dışarıya çıktı. Sonunda geri
döndü ve tekrar biraraya geldiler. Doğabilecek tipik zorluk -kutuplaşma- ortaya
çıkmıştı. Bir kişi kutuplaşmayı farketti ve biraz da mizahla şöyle söyledi: “Burada iki
grup var –sevgi grubu ve nefret grubu.” Bu tansionu biraz düşürdü ve sonrasında iki
grup konuşmaya başladılar. Birbirlerini ille de ikna etmeye çalışmadılar, fakat her
taraf, diğer tarafın duruşunun anlamını görebiliyordu ve kutuplaşan iki grup
birbirleri ile konuşabiliyorlardı.
Şimdi “bu”, birbirlerini ikna edip etmediklerinden daha önemli bir durumdur. Her iki
tarafta duruşlarından vazgeçmeleri gerektiğini düşünebilirler ve böylece bir şeyler
ortaya çıkabilir. Birinin sevgiden yana olması, diğerinin nefretten yana olması, bir
diğerinin şüphe duymaktan ve dikkatli olmaktan, bir nebze kuşkucu olmaktan yana
olması önemli değildi. Gerçekte, özünde benzerdiler, çünkü her iki tarafın da sabit
duruşları vardı. Bu pozisyonu gevşetmek demek değişimin anahtarı demekti.
Sanıyorum ki böyle bir grup, bireylerin veya daha küçük grupların genelde sahip
olmadıkları, tüm kültürü içerisine alan belirli türden bir ilişki fırsatı sunmaktadır.
Bireylerle veya aile içi ilişkilerde başka türden problemleriniz olur ve bunun da
karşılanması gerekir. Fakat bu boyutta bir grupta, küçük gruplarda olmayan belirli
bir olasılık vardır. Ve eğer grubu daha fazla büyütürseniz, çember çok büyük olur.
Yönetilmesi zor bir hal alır ve iletişim kuramazsınız.
21
Bir diyaloğun başında kişisel problemlerin veya soruların dahil olmasını beklemeyiz.
Eğer insanlar diyaloğu haftalarca, aylarca sürdüreceklerse, o zaman dahil olabilir.
Herşey dahil olabilir, fakat insanlar birbirlerini tanıma, güvenme ve paylaşma
ilişkisini kurma noktasına gelmelidirler. Bu şekilde başlamak çok fazlasını beklemek
olacaktır. Ve aslında, kişisel bir problem zaten çok da önemli olmayacaktır; bir kişinin
problemi olsa da grup onu dikkate alabilir. Yapamamaları için bir neden yoktur; yine
de bununla başlayacağımızı düşünmüyorum, en azından çok sık. Grup esasen kişisel
problemler için kurulmamıştır; esasen kültürel bir sorudur. Fakat kişisellik gruba
dahil olabilir, çünkü kişisel problemler ve kültür karışmıştır.
Şunu anlamak önemlidir ki; bir diyalog grubu bir tür terapi grubu değildir. Burada
kimseyi tedavi etmeye çalışmıyoruz, bununla birlikte bu bir ürün olarak ortaya
çıkabilir. Fakat amacımız bu değildir. Bunu inceleyen bir arkadaşım durumu “sosyo-
terapi” olarak adlandırmaktadır. Bireysel terapi değil. Grup sitemin küçük evrenidir.
Öyleyse, eğer bir grup -veya herhangi biri- ‘tedavi’ edilmişse, bu daha büyük bir
tedavinin başlangıcıdır. İsterseniz olaya bu şekilde bakabilirsiniz. Bu sınırlı bir
bakıştır fakat hala bakmanın bir yoludur.
İnsanların duygularının ve daha fazlasının ortaya çıkacağı belirli türden bir terapiyi
hedefleyen ‘Karşılaşım grubu’ da değildir. Özellikle bunu hedeflemiyoruz, fakat
duygular hiç bir zaman ortaya çıkmamalıdır da demiyoruz, çünkü belirli durumlarda
insanlar her birini duygusal olarak karşılarlarsa, varsayımları ortaya çıkacaktır.
Bir diyalog grubunun temel özelliği, varsayımları açığa çıkartabilmesidir. Bu
varsayımlar gerçekte bizi hasta eder. Ve o anlamda, varsayımları ortaya çıkarmak için
bir terapidir. Buradaki içerik daha çok bu yöndedir, bu varsayımlardan kurtulma
yönünde ilerlemek ve varsayımların ötesinde yeni birşeyler keşfetmektir.
İddia şudur ki, insanlar diyalog gruplarını birçok yerde gerçekleştirebilirler. Mesele
grupla özdeşleşmek değildir, dahası, önemli olan tüm süreçtir. “Bu muhteşem bir
grup” diyebilirsiniz, fakat gerçekte önemli olan süreçtir.
Sanıyorum ki, bu türden bir diyaloğu sürdürebildiğimizde, katılan insanlarda bir
değişimin olduğunu göreceksiniz. O zaman kendileri farklı davranacaklardır, hatta
diyaloğun dışında bile. Nihayetinde onu yayacaklardır. Bu tohumun incildeki
analojisine benzer, birazı taşlık zemine düşer ve bazıları doğru yere düşer ve harika
meyveler verir. Mesele şudur ki nerede ve nasıl başlayacağını söyleyemezsiniz.
Buradaki fikir, buradaki iletişim, buradaki düşünce şeklimiz bunun ortaya çıkmasını
sağlayacak tohumlardır. Fakat bu grupların birçoğunun başarısız olmalarına ve
ilerlememelerine şaşırmamalıyız. Bu olmayacağı anlamına gelmez.
Mesele, sonsuza kadar sürecek sabit bir diyalog grubu kurmak değildir; daha çok bir
değişim oluşturabilecek kadar uzun sürecek bir grup kurmaktır. Eğer çok uzun süre
tutarsanız, tekrar alışkanlıklardan etkilenebilir. Fakat bir süre devam ettirmelisiniz,
aksi takdirde işe yaramayacaktır. Diyaloğu bir veya iki sene sürdürmek değerli
olabilir, söylediğimiz gibi, önemli olan düzenli olarak sürdürmektir. Eğer
sürdürürseniz, tüm bu problemler ortaya çıkacaktır; bu, katılımcıların derin
varsayımlarının ortaya çıkmasını engeleyemeyecektir. Hayal kırıklığı, kaos duygusu,
tüm bunlara değmeyeceği duygusu ortaya çıkacaktır. Siyonizm varsayımlarına sahip
olan kişi, muhtemelen çok nazik olmak istemiştir. Fakat birden bir kişi onu
22
öfkelendirecek birşey söyledi, ve kendisini kontrol edemedi. Derindeki varsayımlar
yüzeye çıktıkça bu olacaktır, eğer bunu sürdürürseniz, sonrasında yeni bir tanesi
gelecektir.
Şimdi, diyalog her zaman eğlenceli olmayacaktır, ne de herhangi birşeyi görünür bir
şekilde kullanışlı kılacaktır. Dolayısıyla, zorlaşmaya başladıkça, onu bırakma
eğiliminde olabilirsiniz. Fakat ben -hayal kırıklığı süresince- diyaloğa devam
etmenizin çok önemli olduğunu söylüyorum. Bir şeyin önemli olduğunu
düşünürseniz onu yaparsınız. Örneğin hiç kimse önemli olduğunu düşündüğü bir
sebep olmadıkça Everest Dağına tırmanmaz, bu sebep sinir bozucu olabilir ve her
zaman eğlenceli de olmayabilir. Ve aynı şey para kazanmak zorunda olduğunuzda da
geçerlidir, veya benzer türden herşey için. Eğer gerekli olduğunu düşünüyorsanız,
onu yaparsınız.
Demek istiyorum ki, anlamı paylaşmak gereklidir. Bir toplum, kişiler ve kurumlar
arasındaki ilişkiler bağıdır, böylece bir arada yaşayabiliriz. Fakat bu, sadece bir
kültürümüz olduğunda (anlamı paylaşyığımızı ifade eden, örneğin önem, amaç ve
değer) işler. Aksi takdirde parçalanır. Toplumumuz tutarsızdır, ve bunu çok iyi
yapamaz, eğer bir zamanlar yapmışsa da çok uzun süredir yapamamaktadır. İnsanları
sahip oldukları farklı varsayımlar, yapmakta olduğumuz şeyin tüm anlamını örtülü
bir şekilde etkilemektedir.
Genellikle, eğer görüşlerinizi savunduğunuzu söyleyebiliyorsanız, ciddi değilsinizdir.
Benzer şekilde, eğer içinizde hoş olmayan birşeylerden kaçınmaya çalışıyorsanız, bu
da ciddi olmadığınız anlamına gelir. Hayatımızın büyük bir bölümü ciddi değildir. Ve
bunu size toplum öğretir. Size çok ciddi olmamayı öğretir. Bir çok tutarsız şey vardır,
ve onun için yapılacak bir şey yoktur ve ‘ciddi olarak’ sadece boşu boşuna çırpınmış
olursunuz.
Fakat bir diyalogda ciddi olmanız gerekir. Eğer değilseniz, o bir diyalog değildir -
benim anlattığım türden bir diyalog değildir. Freud’un ağız kanseri olduğu zamanla
ilgili bir hikaye vardır. Birisi Freud’a gelir psikoloji ile ilgili bir mesele hakkında
konuşmak ister. Kişi şöyle söyler “Belki sizinle konuşmamam daha iyi, çünkü çok
ciddi bir kanser hastalığına yakalandınız. Bununla ilgili konuşmak istemeyebilirsiniz.
Freud şöyle cevapladı “Bu kanser ölümcül olabilir, fakat ciddi değil.” Ve gerçekte tabii
ki, sadece bir çok hücrenin büyümesiydi.
Toplumda olan bir çok şeyin bu şekilde açıklanabileceğini düşünüyorum -ölümcül
olabilir, fakat ciddi değil. Söylediğimiz gibi, daha sınırlı bir şekilde de diyaloğu
sürdürebilirsiniz -belki akıldaki bir amaçla veya hedefle. Açılmasına izin veme
prensibini kabul etmek en iyisi olacaktır, çünkü kısıtlarsanız, kısıtlamanıza dayanan
varsayımları (serbest iletişimin yoluna çıkabilecek varsayımlar) kabul etmiş
olursunuz. Bu nedenle, bu varsayımlara bakmıyorsunuzdur.
Yine de, kişiler iletişimlerinde tamamen açık olmaya hazır değillerse, ne
yapabiliyorlarsa, onu yapmalıdırlar. Diyaloğun ilkelerini şirket sorunlarına
uygulamakla ilgilenen bazı profesörler biliyorum. Onlardan birinin yakın zamanda
ofis mobilyaları yapan bir şirketin yöneticileriyle toplantısı vardı. Bu türden bir
toplantıyı istemişlerdi çünkü, etkin bir şekilde çalışmıyorlardı ve anlaşamıyorlardı.
Üst düzey çalışanların herşeyi engelleyen her türden varsayımları vardı. Bu nedenle
23
ondan müdahale etmesini istediler. Onların ilgisini çeken bir diyalog başlattı ve şimdi
bütün serisini istiyorlar.
Doğal olarak, bu tür bir diyalog sınırlı olacaktır -katılan insanların belirli bir amaçları
var, ki bu da kıstlatıcıdır- fakat öyle de olsa hatırı sayılır bir değeri vardır. Prensip, en
azından insanların birbirlerinin varsayımlarını bilmelerini sağlamaktır, böylece
varsayımlarını dinleyebilir ve ne olduklarını bilebilirler. Çoğunlukla insanlar diğer
kişinin varsayımını bilmedikleri için sorun yaşarlar, ve olduğunu düşündükleri gibi
tepki verirler. O zaman bu kişinin kafası karışır ve “Bu ne yapıyor?” diye merak eder.
Tepki verir ve kafası iyice karışır. Dolayısıyla, eğer en azından birbirlerinin
varsayımlarını fark edebilecek duruma gelirlerse, bir değeri olacaktır.
Profesör bana iki ilgi çekici durumdan bahsetti. Bir tanesi, üst yönetim bölümlerinde
çok mutlu olmayan ve birbirleriyle geçinemeyen insanlar ile ilgili sorun yaşayan bir
şirketti. Şirketin bu sorunu çözmede genellkle başvurduğu yol yüksek ücret sunmaktı,
bir çeşit tatlandırıcı gibi, ve bir çok vasat çalışana mümkün olan en yüksek
pozisyonlar verilmişti. Böyle devam etti ve çok yakın bir zamanda şirketin
karşılayamayacağı kadar yüksek aylık alan bir çok insan oldu. Şöyle dediler “Ne
yapabiliriz? Tamam, bu insanlara ‘Diğer bir pozisyonu kabul etmen gerek’ diyebilecek
sağlam birini bulmalıyız.” Buldukları arabulucu, yeni politikaları şöyle açıkladı
“Şirket bunu karşılayamıyor.” Fakat sorundan kaçınıyordu. Doğrudan şöyle
söyleyemiyordu “Bu yaklaşım tamamen yanlış.” Şimdi, eğer şirket etkin bir şekilde
çalışacaksa, karşılıklı bir anlaşma olması gerekir, sadece insanlar arasındaki
psikolojik bir sorunu yatıştırmak için birine yüksek bir pozisyon vermemeliler. Bu
ilerlemek için doğru bir yol değildir. Herkes bunun çalışmak için doğru bir yol
olmadığını anlamalıdır, aksi halde şirket başarılı olamaz. Bu sebeple bir diyaloğa
ihtiyaç duyuldu, böylece dikkat çeken noktaları görebilme noktasına gelebilmek için
birbirleriyle konuşmaya başlayabildiler: Bu düşünme şeklimizdir, bu sorunların
geldiği yerdir, ve bu gitmemiz gereken yoldur. Dolayısıyla, şirketin hayatta kalması
çerçevesi içerisinde sınırlı bir tür diyalog vardır. Sonunda burada olmasını istediğimiz
türden bir diyalog değil, fakat yine de bazı yönlerden iyidir.
Şimdi, diyorum ki insan türü bunu yapmalıdır. İnsan türünün şirketin düştüğü aynı
hataya düştüğünü söyleyebiliriz.
İkinci durum, uzlaşma grubunun kendisi ile ilgiliydi, uzmanlıkları şirketlere giderek
bu problemleri çözmek olan üniversiteden insanlarla ilgili. Aynı amaçla kendi
aralarında bir toplantı düzenliyorlardı. İçlerinden iki kişinin hiç bir konuda, hiçbir
şekilde anlaşmaya varamadıkları bir dizi toplantı gerçekleştirdiler. Bir tanesi sürekli
olarak, doğru şeyin sorunu ortaya çıkarmak ve birini onunla yüzleştirmek olduğu
varsayımına sahipti. Ve diğer kişi tam tersi bir varsayıma sahipti, bunun yapılmaması
gerektiği. Diğer insanlardan onu konuşturmalarını istedi. Ona konuşması için bir
alan oluşturulmadıkça birşey söyleyemeyeceğini hissediyordu ve onu konuşturdu. İlk
kişi bunu yapmayacaktı, tam tersini yaptı. Böylece karşılaşamadılar. Karmaşa
içerisinde geçen uzun sürede olan, birinin konuşturulmak için beklemesi ve diğerinin
meselenin bu olduğunu anlamamasıydı. En sonunda konuşmaya başladılar, ve
herbiri bu varsayımların arkasındaki çocukluk deneyimlerini ortaya çıkardı. Ve o
zaman açıldı.
24
Bu süre içerisinde kolaylaştırıcı olarak çalışan kişi çok az şey yaptı. Aslında bazı
kişiler kolaylaştırıcıya başvurdular ve “Neden konuşmuyorsun?” dediler.
Kolaylaştırıcı zaman zaman müdahale edebilir ve neler olduğu veya ne anlama geldiği
hakkında yorum yapabilir. Daha genel bir grupta, nihayetinde sadece bir katılımcı
haline gelebilir. Muhtemelen şirket grubunda bu işlemeyecektir, bununla birlikte
sadece bir katılımcı olmayacaktır. Böyle bir grup çok sınırlı bir şekilde tarafsızdır.
İkinci örnek, kişiselin ne zaman genele dönüşmesi gerekebileceğine bir örnek olabilir,
çünkü belirli durumlarda, kişinin çocukluğunda kavradığı belirli varsayımlara
dayanan -başka şekillerde de olabilir- engeller vardır. Ve bu örnekte, en sonunda bu
varsayımları açığa çıkarabilmişlerdir. Birbirlerini iyileştirmeye veya terapi yapmaya
çalışmıyorlardı, fakat yine de iyileştirici bir etkisi olmuştur. Fakat bu ikincil bir
şeydir.
Bazıları, bu türden bir şirket diyaloğunun bozuk bir düzeni sadece ileriye götüreceğini
düşünür. Bununla birlikte, farklı birşeyin tohumu söz konusudur. Sanıyorum ki
topluma girdiğinizde, neredeyse herşeyin bu bozuk düzene dahil olduğunu
göreceksiniz. Bunu tamamen görmezden gelmek başarıyı getirmeyecektir. Yöneticiler
şirket işini yapmak zorundadırlar, ve aslında, eğer tüm bu şirketler etkin bir şekilde
çalışabilselerdi, hepimiz daha iyi durumda olurduk. Kısmen öyle, çünkü sıkıntıda
olduğumuz için, toplum etkin olmadığı için, herşey parçalara ayrıldığı için, onlar bu
karışıklığın içerisindeler. Eğer devlet ve şirketler etkin olarak çalışabilseler, bu kadar
savurgan olmayız, kandi başına tüm problemleri çözmese de.
Eğer toplum yolunda giderse, tüm bu şeyler etkin ve tutarlı işler hale gelecektir.
Bugün dünyada olanlara bakarsak, bu ülkede veya herhangi bir ülkede, tutarlı bir
şekilde işlemediğini görürürüz. Birçok şirket tutarlı bir şekilde işlemiyor ve yavaşca
batıyor. Eğer herhangi bir durumda bu görüşün anlaşılmasını sağlarsanız -diyalog
görüşünün tohumu- eğer insanların buna bakmasını sağlarsanız, bu bir adımdır.
Bush ve Gorbachev’in bizim konuştuğumuz türden bir diyalog gerçekleştirmelerinin
mümkün olmadığını söyleyebilirsiniz. Eğer bu türden bir diyalog gerçekleştirirlerse,
eğer bu prensibi anlamaya başlarlarsa, bu bir adımdır. Bir değişim oluşturabilir,
örneğin, silahlanmada görülen enerji israfında kısıntıya gidilebilir. Eğer üretilen
silahlanmaya harcanılan muazzam miktarları durdurabilirsek –ayda 1 trilyon dolar
diyelim- bu ekolojik yenilenme ve her türden yapıcı iş için kullanılabilir ve bunlardan
bazılarının gerçekleşmesi mümkündür. Ekolojik problemin daha fazla farkında olan
politik figürler, Bush’un daha fazla farkında olmasını sağlayabilirler, eğer gerçekten
konuşurlarsa. Politikacılardan, bizim karşılaştığımız sorunları çözmelerini
beklemiyoruz. Fakat diyorum ki, eğer daha açık bir şeye doğru hafif bir hareket
olursa, yıkım oranı azalacaktır. Bu hızla devam edersek, bir şey yapmak için çok az
zamanımız olabilir. Bush ve Gorbachev’in düzeyinde birşey yapamayız. Onların kendi
görüşleri var. Fakat söylediğimiz gibi, bazı fikirler süzülür. Bir şekilde, diyaloğa az çok
benzeyen herhangi bir görüş o seviyeye süzülürse, bir etkiye sahip olabilir, işte
söylemek istediği şey bu. Sanıyorum ki, devlette daha çok bu yönde olan ve daha çok
diğer yönde olan insanlar var. Nasıl ortaya çıkacağını bilemeyiz, fakat daha açık bir
şeye doğru belirli bir hareket var. Bunun bütün meseleyi çözeceğini söylemiyorum,
önemli olanın yıkımın yavaşlatılması olduğunu söylüyorum, çünkü yıkım doğacak
yeni bir şeye zaman vermek için yavaşlatılmazsa, çok geç olabilir.
25
Dünyanın sorunlarına uygun politik cevap olmayabilir. Bununla birlikte, önemli olan
cevap değildir -diyalogda olduğu gibi, önemli olan belirli görüşler değildir- fakat daha
çok, aklın yumuşatılması, açılması, ve tüm fikirlere bakılmasıdır. Bu tutumun bir
şekilde yayılırsa, sanıyorum ki yıkımı yavaşlatacaktır.
Böylece, yargımızı paylaşabilmenin, varsayımlarımızı paylaşmanın, diğerlerinin
varsayımlarını dinleminin son derece önemli olduğunu söyledik. Einstein ve Bohr’un
durumunda bu şiddete dönüşmedi, dönüştürmediler; fakat genelde birisi sizin temel
varsayımlarınızı dinlemediğinde, bunu bir şiddet eylemi olarak algılarsınız, ve o
zaman kendinizde şiddet eğilimli olursunuz. Bu sebeple, bu hem bireysel hem de
kolektif olarak önemlidir; ve diyalog yargıların ve varsayımları açmanın kolektif
yoludur.
Bununla birlikte, aklımızda bukundurmalıyız ki diyalog -aslında tüm bu
konuştuklarımız- toplumumuzun sorunlarını gidermeye yönelmemiştir, bu sorunları
çözmemiz gerekse de, onlara sahip olmamış olsaydık daha yararımıza olurdu.
Eğer hayattaysak ve değerli bir hayatımız olmasını istiyorsak, bu sorunlarla
ilgilenmemiz gerekir. Fakat sonuçta hikayenin hepsi bu değildir. Bu sadece
başlangıçtır. Bilincin doğasının bireysel veya kolektif olarak dönüşümünün
olasılığının olduğunu belirtiyorum, ve bunun hem kolektif hem toplumsal olarak
çözülmesi diyaloğa bağlıdır. Keşfetmekte olduğumuz şey budur.
Ve bunun birlikte gerçekleşmesi önemlidir, çünkü bir birey değişirse bunun genele
etkisi çok az olacaktır. Fakat kolektif olarak gerçekleşirse, çok daha fazla olacaktır.
Eğer birimiz ‘gerçeğe’ ulaşırsa ve birçok kişi dışarıda kalırsa, bu problemi
çözmeyecektir. Bir başka çatışma daha olacaktır, tıpkı Hristiyanlık inancının ya da
Müslüman inancının veya diğerlerinin farklı kısımları arasında olduğu gibi. Hepsi
aynı tanrıya, aynı peygambere veya aynı kurtarıcıya inanmış olsalar da... Dolayısıyla
tüm bu iletişim meselesi ve diyalog yeteneği son derece önemlidir.
İnsanoğlunun kolektif boyutu, dikkate değer sayıda insan olduğunda, yeni bir nitel
özelliğe sahiptir. Büyük bir güce sahiptir, potansiyel olarak ve hatta etkin olarak. Ve
bir diyalog içerisinde, bunu bir çeşit ahenge ve düzene getirebileceğimizi ele alırız.
Soru gerçekten: Bu sürecin gerekliliğini gördünüz mü? dür. Anahtar soru budur. Eğer
bunun mutlaka gerekli olduğunu görürseniz, o zaman bir şey yapmanız gerekir.
Mesele şudur ki; sevgi, iletişim kuramazsak ve anlamı paylaşamazsak uzaklaşacaktır.
Einstein ve Bohr arasındaki sevgi, iletişim kuramadıkları için yavaş yavaş buharlaştı.
Bununla birlikte, eğer gerçekten iletişim kurabilirsek, o zaman dostluğun, katılımın,
arkadaşlığın giderek büyüdüğünü görürüz. Yol, bu olacaktır.
Ve belki diyalog içerisinde, uyumun bu yüksek enerjisine sahip olduğumuzda, bizi
sadece grup olmanın ötesine geçirecek ve bu da toplumsal sorunları çözmemizi
sağlayacaktır. Muhtemelen, bireyde ve evrenle bağlantıda yeni bir değişiklik meydana
getirecektir. Böyle bir enerji ‘iletişim’ olarak adlandırılmaktadır. Bu bir tür katılımdır.
İlk Hristiyanların kökü ‘katılmak’ anlamına gelen Yunanca bir kelime kullanırlardı:
‘koinonia’. Bütünün niteliğinde olmak ve bütüne katılmak, sadece tüm grubun değil,
bütünün de.
26
Bu, işte benim az çok ‘diyalog’ dan ne kastettiğimin özetidir.
Kaynak: David Bohm, On Dialogue http://sprott.physics.wisc.edu/Chaos-
Complexity/dialogue.pdf