David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

26
1 David Bohm Diyalog Üzerine Çeviri: Aslıhan Ünal Mart/2017 Belki benim ‘diyalog’ dan ne kastettiğim üzerine konuşarak başlayabiliriz. Gerçekten bir ‘diyalog’ kurmaya çalışmaktan çokbu şekilde başlayacağız. Çünkü bu şekilde başlarsanız herkes diyaloğun ne olduğunu ve şuan gerçekten bir diyalog kurup kuramadığımızı merak edecektir. Bu sebeple kısa bir süre diyalog üzerine konuşacağız-Diyaloğun doğası nedir? Ben ‘diyalog’ kelimesine, yaygın olarak kullanılandan biraz farklı bir anlam yüklüyorum. Kelimelerin kökenleri çoğu kez, daha derin bir anlam ileri sürmeye yardımcı olur. ‘Diyalog’ Yunanca dialogos kelimesinden gelir. Logos ‘kelime’ demektir veya bizim durumumuzda ‘kelimenin anlamı’ olarak düşünebiliriz. Ve dia ‘içerisinden’ anlamına gelir-iki değil. Bir diyalog herhangi sayıda kişi arasında olabilir-sadece iki değil. Hatta bir kişi kendi içerisinde kendisi ile de diyalog kurabilir, eğer diyalogun ruhu mevcutsa. Bu kökenin ileri sürdüğü imge, bizim içimizden, aramızdan akan ‘bir anlam nehri’ ni resmeder. Bu, sonucunda yeni bir anlayışın doğacağı bir anlam akışını mümkün kılar. Bu başlangıçta olmayan yeni bir şeydir. Bu yaratıcı bir şeydir ve bu paylaşılan anlam insanları ve toplumları bir arada tutan ‘yapıştırıcı’ veya ‘çimento’dur. Bunu, ‘vurma’ (percussion) ve ‘sarsıntı’ (concussion) kelimeleri ile aynı kökene sahip ‘tartışma’ (discussion) kelimesi ile karşılaştırın. Gerçekten bir şeyleri kırmak anlamına gelir. Birçok bakış açısının olabileceği analiz fikrini vurgular. Tartışma hemen hemen, insanların fikirlere ileri geri vurduğu ve oyunun amacının galip gelmek veya puan kazanmak olduğu bir Pinpon oyununa benzer. Birinin fikrini, kendi fikrinizi desteklemek için kabul etmeniz mümkündür. Birine katılırken, diğerlerine katılmayabilirsiniz. Fakat temel nokta, oyunu kazanmaktır. Bu bir tartışmada sık görülen bir durumdur. Oysa bir diyalogda, hiç kimse kazanmaya çalışmaz. Eğer herhangi biri kazanmışsa, herkes kazanmış demektir. Bunun farklı bir ruhu vardır. Bir diyalogda, puan kazanmak veya belirli bir fikrinizin üstün gelmesi için çaba gösterilmez. Daha çok, herhangi bir kişinin yanlışı bulunduğunda, herkes kazanır. Bu içerisinde birbirimize karşı değil ‘birlikte’ oynadığımız bir ‘kazan-kazan’ durumudur. Bir diyalogda herkes kazanır. Açıkça, birçoğunun ‘diyalog’ dediği, benim bu kelimeyi kullandığım şekilde bir ‘diyalog’ değildir. Örneğin, Birleşmiş Milletler’ deki insanlar çoğu kez diyalog olarak görülen şeyler gerçekleştirmektedirler, fakat bunlar çok sınırlıdır. Diyalogdan daha

Transcript of David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

Page 1: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

1

David Bohm

Diyalog Üzerine

Çeviri: Aslıhan Ünal

Mart/2017

Belki benim ‘diyalog’ dan ne kastettiğim üzerine konuşarak başlayabiliriz. Gerçekten

bir ‘diyalog’ kurmaya çalışmaktan çokbu şekilde başlayacağız. Çünkü bu şekilde

başlarsanız herkes diyaloğun ne olduğunu ve şuan gerçekten bir diyalog kurup

kuramadığımızı merak edecektir. Bu sebeple kısa bir süre diyalog üzerine

konuşacağız-Diyaloğun doğası nedir?

Ben ‘diyalog’ kelimesine, yaygın olarak kullanılandan biraz farklı bir anlam

yüklüyorum. Kelimelerin kökenleri çoğu kez, daha derin bir anlam ileri sürmeye

yardımcı olur. ‘Diyalog’ Yunanca dialogos kelimesinden gelir. Logos ‘kelime’

demektir veya bizim durumumuzda ‘kelimenin anlamı’ olarak düşünebiliriz. Ve dia

‘içerisinden’ anlamına gelir-iki değil. Bir diyalog herhangi sayıda kişi arasında

olabilir-sadece iki değil. Hatta bir kişi kendi içerisinde kendisi ile de diyalog kurabilir,

eğer diyalogun ruhu mevcutsa. Bu kökenin ileri sürdüğü imge, bizim içimizden,

aramızdan akan ‘bir anlam nehri’ ni resmeder. Bu, sonucunda yeni bir anlayışın

doğacağı bir anlam akışını mümkün kılar. Bu başlangıçta olmayan yeni bir şeydir. Bu

yaratıcı bir şeydir ve bu paylaşılan anlam insanları ve toplumları bir arada tutan

‘yapıştırıcı’ veya ‘çimento’dur.

Bunu, ‘vurma’ (percussion) ve ‘sarsıntı’ (concussion) kelimeleri ile aynı kökene sahip

‘tartışma’ (discussion) kelimesi ile karşılaştırın. Gerçekten bir şeyleri kırmak

anlamına gelir. Birçok bakış açısının olabileceği analiz fikrini vurgular. Tartışma

hemen hemen, insanların fikirlere ileri geri vurduğu ve oyunun amacının galip

gelmek veya puan kazanmak olduğu bir Pinpon oyununa benzer. Birinin fikrini, kendi

fikrinizi desteklemek için kabul etmeniz mümkündür. Birine katılırken, diğerlerine

katılmayabilirsiniz. Fakat temel nokta, oyunu kazanmaktır. Bu bir tartışmada sık

görülen bir durumdur.

Oysa bir diyalogda, hiç kimse kazanmaya çalışmaz. Eğer herhangi biri kazanmışsa,

herkes kazanmış demektir. Bunun farklı bir ruhu vardır. Bir diyalogda, puan

kazanmak veya belirli bir fikrinizin üstün gelmesi için çaba gösterilmez. Daha çok,

herhangi bir kişinin yanlışı bulunduğunda, herkes kazanır. Bu içerisinde birbirimize

karşı değil ‘birlikte’ oynadığımız bir ‘kazan-kazan’ durumudur. Bir diyalogda herkes

kazanır.

Açıkça, birçoğunun ‘diyalog’ dediği, benim bu kelimeyi kullandığım şekilde bir

‘diyalog’ değildir. Örneğin, Birleşmiş Milletler’ deki insanlar çoğu kez diyalog olarak

görülen şeyler gerçekleştirmektedirler, fakat bunlar çok sınırlıdır. Diyalogdan daha

Page 2: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

2

çok tartışmaya-veya belki mübadeleye veya müzakereye- benzemektedir. Taraflar

gerçekten temel varsayımlarını sorgulamaya açık değildirler. Önemsiz noktaların

mübadelesini yaparlar, daha fazla veya daha az nükleer silahımızın olup olmadığının

müzakere edilmesi gibi. Fakat iki farklı sistemin bütün sorunları ciddi bir şekilde

tartışılmamaktadır. ‘Onun’ hakkında konuşmayacağınız kanıksanmıştır, bunu hiçbir

şey değiştiremeyecektir. Sonuç olarak, onların tartışmaları ciddi değildir, ciddiyetinin

derinliği yoktur. Her türlü şeyin müzakere edilemez, dokunulamaz olarak

düzenlenmesi ve insanların onlar hakkında konuşmak bile istememesi bakımından

ciddiyetinin derinliği yoktur. Bu sorundan kurtulmanın yoludur.

Peki, neden diyaloğa ihtiyacımız var? İnsanlar küçük gruplar içerisinde bile iletişim

sıkıntısı yaşarlar. Fakat otuz veya kırk kişilik bir grupta, bir amaçlar dizisi veya

liderlik yapan biri olmadan çoğu kişi için iletişim kurmak çok zordur. Neden? Bir şey

üzerine herkesin varsayımları ve fikirleri farklıdır. Bunlar sadece yüzeysel değil

‘temel’ varsayımlardır. Hayatın anlamı hakkında, kişisel menfaatler hakkında,

ülkenizin çıkarları hakkında veya dinsel menfaatleriniz hakkında, gerçekten neyin

önemli olduğunu düşündüğünüz hakkında olan varsayımlardır bunlar.

Ve bu varsayımlar, meydan okunduğunda savunulurlar. İnsanlar onları savunmaya

çoğu kez karşı koymazlar ve onları duygusal bir yükle savunma eğilimindedirler.

Bunu ilerleyen bölülerde tartışacağız, fakat şimdi size bir örnek vereceğim. Birkaç

sene önce İsrail’de bir diyalog gerçekleştirdik. Bir ara insanlar politika üzerine

konuşurken, bir kişi laf arasında sessizce, “Siyonizm, Yahudiler ve Araplar arasında

iyi ilişkilerin kurulmasında büyük sorun çıkarmaktadır. Yolun üzerindeki esas engel

budur” dedi. Sonra bir kişi kendisini tutamadı ve sıçradı. Duygu doluydu. Kan basıncı

yükselmiş ve gözleri yuvalarından fırlamıştı ve şöyle söyledi “Siyonizm olmazsa ülke

parçalara bölünür.”

Bu kişinin temel bir varsayımı vardı ve diğerinin de başka bir tane. Ve bu iki varsayım

gerçekten çatışıyordu. O zaman, soru şudur ‘Ne yapabilirsin?’ Gördüğünüz gibi,

bunlar tüm dünyada politik sorunlara yol açan varsayımlardır. Ve az önce

bahsettiğim durum, siyasette ele almak zorunda olduğumuz bazı varsayımlardan

göreceli olarak daha basittir. Mesele şudur ki, sadece siyaset, ekonomi ve din ile ilgili

değil her türden varsayımlara sahibizdir, fakat aynı zamanda bir bireyin ne yapması

gerektiği, hayatın neyle ilgili olduğu ve fazlasına da.

Bu varsayımları aynı zamanda ‘görüş’ olarak da adlandırabiliriz. Bir görüş bir

varsayımdır. ‘Görüş’ kelimesi birden çok anlamda kullanılır. Bir doktorun görüşü

olduğunda, kanıta dayanarak yaptığı varsayım en iyisi olacaktır. O zaman şöyle

söyleyebilir “Tamam, tam emin değilim, ikinci bir görüş alayım.” Bu durumda, eğer

iyi bir doktorsa varsayımını savunmak için tepki göstermez. Eğer ikinci görüş,

kendisininkinden farklı olursa, Siyonizm sorusundaki kişinin yaptığı gibi duygusal bir

yüklenmeyle sıçramaz ve şöyle söyler, “Nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin?” Bu

doktorun görüşü, rasyonel bir görüşe örnek olacaktır. Fakat çoğunun doğası böyle

değildir, çoğunlukla kuvvetli bir tepki ile savunulurlar. Diğer bir değişle bir kişi

kendisini onlarla tanımlar. Kişisel çıkarlarına yaptıkları yatırıma bağlıdırlar, o kadar.

Sahip olduğunuz farklı görüşlerin, geçmiş düşüncenin -tüm tecrübeleriniz, diğer

insanların ne söylediği veya söylemediği- sonucu olduğunu görmek önemlidir.

Page 3: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

3

Bunların hepsi hafızanızda programlanmıştır. Bu görüşlerle tanımlar ve onları

savunmak için tepki verirsiniz. Fakat bunu yapmanın bir anlamı yoktur. Eğer görüş

doğruysa, böyle bir tepkiye ihtiyaç duymaz. Ve eğer yanlışsa, onu neden

savunmalısınız? Bu, görüşünüze meydan okunduğunda saldırı altında olan

sizmişsiniz gibidir.

Bu nedenle görüşler “gerçekler” olarak tecrübe edilme eğilimindedirler, sadece sizin

varsayımlarınız ve geçmişiniz olsa bile. Onları öğretmeninizden, ailenizden veya

okuyarak veya başka bir yolla edinirsiniz. Bire karşı on sebeple onlarla

tanımlanırsınız ve onları savunursunuz.

Farklı geçmişlere sahip farklı insanlar farklı temel varsayımlara ve görüşlere

sahiptirler. Burada, bu grupta o an farkında olunmasalar da, çok fazla farklı varsayım

ve görüşe rastlamanız olasıdır. Bu genel olarak her grupta böyledir. Bu bir kültür

meselesidir. Kültürün genelinde, o kültürü oluşturan çok fazla sayıda görüş ve

varsayım mevcuttur. Ve aynı zamanda, etik gruplara veya ekonomik durumlara veya

ırka, dine veya birlerce başka şeye bağlı olarak farklılıklar gösteren alt kültürler

vardır. İnsanlar farklı varsayımlarıyla, farklı kültürler veya alt kültürlerde toplanırlar.

Ve bunun farkında olmayabilirler, fakat varsayımlarını ve görüşlerini haklı

olmadıkları yönündeki kanıtlara karşı tepkili bir biçimde savunma eğilimindedirler,

aynı eğilim farklı bir görüşü olanlara karşı da söz konusudur.

Eğer görüşleri bu şekilde savunursak, bir diyalog kuramayız. Ve biz çoğu bilincinde

olmadan görüşlerimizi savunuruz. Bunu kasıtlı olarak yapmayız. Bazen onları

savunduğumuzun bilincinde olabiliriz fakat çoğunlukla değilizdir. Sadece bir şeyin

çok doğru olduğunu hissederiz, bize katılmamakla hata yapan bu aptal insanı ikna

etmekten kendimizi alıkoyamayız.

Şimdi, bu dünyadaki en doğal şey gibi görünüyor. Kaçınılmaz bir şey olarak

görünüyor. Eğer öyle düşünürseniz, bu temelin üzerine gerçekten iyi bir toplum

örgütleyemeyiz. Demek istiyorum ki, bu demokrasinin işlemesinin beklendiği yoldur,

fakat değil. Eğer herkesin farklı bir görüşü olursa, bu sadece görüşlerin mücadelesi

olur. Ve kim en güçlüyse o kazanır. Doğru olan olmasına gerek yoktur, hiçbiri doğru

olmayabilir. Bu sebeple, birlikte elde etmeye çalıştığımızda, doğru olan şeyi

yapmıyoruzdur.

Bu sorun, burada toplandığımızda veya kanun koyucular bir araya gelmeye

çalıştığında veya iş adamları bir araya gelmeye çalıştığında vs. ortaya çıkar. Eğer

hepimiz bir işi birlikte yapmak zorundaysak, her birimizin farklı görüşleri ve

varsayımları olduğunu görmemiz olasıdır ve işi yapmanın zor olduğunu düşünürüz.

Hararet artacaktır. Aslında, büyük şirketlerde bu sorunla karşılaşan insanlar vardır.

Üst düzey yöneticilerin hepsi farklı görüşlere sahip olabilir ve bu sebeple bir noktada

buluşamazlar. Böylece, şirket etkin olarak çalışmaz, para kaybetmeye başlar ve batar.

Üst düzey yöneticilerin birlikte konuşabilecekleri gruplar oluşturmaya çalışan bazı

insanlar vardır. Eğer politikacılar bunu yapabilse, çok iyi olurdu. Bir araya gelmesi en

zor olan insanlar dindar insanlardır. Farklı dinlerin varsayımları o kadar sıkı

yerleşmiştir ki, iki dinin veya herhangi bir dinin iki alt grubunun ayrılığa düştükten

sonra tekrar birleşebildiği bir durum bilmiyorum. Hristiyan kilisesi örneğin,

senelerce bir araya gelebilme üzerinde konuşmaktadır ve aynı yerinde saymaktadır.

Page 4: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

4

Konuşurlar ve biraz yakınlaşıyormuş gibi görünürler ve sonra bu hiçbir zaman

gerçekleşmez. Bütünlükten, birlikten ve sevgiden bahsederler, fakat diğer varsayımlar

daha güçlüdür, onlar içimizde programlanmıştır. Bazı dindar insanlar bir araya

gelmeye çalışırlar, gerçekten samimidirler -ciddi olabildikleri kadar ciddidirler- fakat

bunu yapamadıkları görülüyor.

Bilim insanları da aynı durum içerisindedir. Her biri gerçeğin farklı bir görünüşüne

tutunurlar, böylece bir araya gelemezler. Veya farklı menfaatleri olmuş olabilir.

Kirliliğe sebep olan bir şirket için çalışan bir bilim insanının, çevre kirliliğinin

tehlikeli olmadığını göstermesinde güçlü bir menfaati olabilir ve bir diğerinin çevre

kirliliğinin zararlı olduğunu göstermesinde menfaati olabilir. Ve belki bir yerlerde

hepsini yargılayabilecek önyargısız bir bilim insanı vardır.

Bilimin gerçeğe ve olguya adandığı farz edilir ve dinin de başka bir tür gerçeğe ve

sevgiye adandığı farz edilir. Fakat insanların menfaatleri ve varsayımları yönetimi ele

geçirir. Şimdi, biz bu insanları yargılamıyoruz. Bir şeyler oluyor... Şöyle ki,

varsayımlar ve görüşler insanların aklındaki bilgisayar programları gibidirler. Ve

programlar niyetlerin en iyisine karşı yönetimi ele geçiriyorlar. Kendi niyetlerini

üretiyorlar.

Bunun yanında, bu ve buna benzer gruplarda diyalog kurmaya çalışırken diğer bazı

sorunların ortaya çıktığını görürsünüz. Bazı insanlar, kendilerini ileri sürerler, bu

onların tarzıdır. Rahatlıkla konuşur ve baskın olurlar. Belki kendilerini dominant

olarak simgelemişlerdir ve ondan belli bir güven elde ederler, yükselirler. Bununla

birlikte, diğer insanlar bu alanda o kadar yüksek bir menfaate sahip değillerdir,

geride durma eğilimindedirler, özellikle baskın birini gördüklerinde. Aptal yerine

konulmaktan veya benzeri şeylerin olmasından korkarlar.

İnsanların benimsedikleri çeşitli roller vardır. Bazı insanlar dominant rolü benimser,

bazıları hükmedilebilen zayıf güçsüz insan rolünü. Bunlar birlikte işlerler, birbirleri

ile... Gerçekten varsayımlara ve görüşlere dayalı bu ‘roller’, diyalogun işleyişine

müdahale ederler. Dolayısıyla, bir kişi şu ya da bu şekilde kendisi hakkında

varsayımlar oluşturmuştur. Aynı zamanda, çocukluğundaki insanların ona ne

olduğunu söylemeleri sebebiyle bu yolda veya o yoldadır. İyi veya kötü tecrübeleri

vardır ve hepsi birleştirilmiştir. Bunlar diyalog kurmak istediğimizde ortaya

çıkabilecek problemlerden bazılarıdır.

Yirmi ila kırk kişiden oluşan bir grubun neredeyse tüm toplumun mikrokozmozu

olduğunu söyleyebiliriz, birçok görüşe ve varsayıma sahiptirler. Bütün görüşleri bir

karara varmadan tartmanız halinde, bir kişiyle veya iki kişiyle, üç, dört kişiyle diyalog

kurmanız veya kendinizle diyalog kurmanız mümkündür.

Fakat küçük bir grupta işler çok iyi gitmez. Beş veya altı kişi bir araya geldiğinde,

genellikle birbirlerine ‘uyarlar’, böylece birbirlerinin keyfini kaçıracak şeyler

söylemezler – rahat bir uyum içerisindedirler. İnsanlar birbirlerine karşı çok rahat

nazik olabilirler ve sorun çıkarabilecek meselelerden kaçınırlar. Ve eğer böyle küçük

bir grupta bir veya iki kişi arasında bir çatışma varsa, onu durdurmak çok zordur, işin

içinden çıkılmaz. Buradaki gibi geniş bir grupta, nazikçe başlayabiliriz. Bir süre sonra,

insanlar yalnızca, sorun çıkarabilecek meselelerden kaçınmaya devam ederler,

Nezaket çok yakında ortadan kalkar. Yirmi kişiden daha az bir grupta öyle

Page 5: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

5

olmayacaktır, çünkü insanlar birbirlerini tanımaya başlarlar ve kaçınmaları gereken

keskin köşeleri bilirler. Hepsini hesaba katabilirler, çok fazla değildirler. Fakat bu

ölçekteki gruplarda bu çok fazladır.

Dolayısıyla, sayıyı yirmi civarına çıkardığınızda, farklı bir şey olmaya başlar. Ve kırk

kişi, hemen hemen bir daire etrafında rahatlıkla toplayabileceğiniz en fazla kişidir –

veya eş merkezli iki daire oluşturabilirsiniz. Bu ölçekte bir grupta, ‘mikro-kültür’

denilen şeyi elde etmeye başlarsınız. Farklı alt kültürlerden gelen yeterince insana

sahip olursunuz ve onlar kültürün bütününün mikrokozmozu (küçük evren)’ durlar.

Ve sonra kültür sorunu -paylaşılan ortak anlam- ortaya çıkar, çünkü kitlesel olarak

paylaşılan anlam çok kuvvetlidir.

Kolektif düşünce, bireysel düşünceden çok daha kuvvetlidir. Aslında bireysel düşünce

daha çok kolektif düşüncenin ve diğer insanlarla olan etkileşimin sonucudur. Dil

tamamen kolektiftir ve içerisindeki birçok düşünce de. Herkes bu düşüncelere

kendisinden birşey katar- katkıda bulunur. Fakat çok azı onları değiştirebilir.

Grubun gücü, insanların sayısından çok daha hızlı ilerler. Bir yerde, bunun bir lazer

ile karşılaştırılabileceğini söylemiştim. Sıradan ışık “tutarsız” olarak tanımlanır. Her

yöne gider ve ışık dalgaları birbiri ile uyum içerisinde değildirler, bu sebeple

güçlenemezler. Fakat bir lazer, çok yoğun bir ışın oluşturur ve tutarlıdır. Işık dalgaları

güçlüdür, çünkü hepsi aynı yönde ilerlemektedir. Bu ışın, sıradan bir ışının

yapamadığı pek çok şeyi yapar.

Şimdi, toplum içerisinde sıradan düşüncenizin tutarsız olduğunu söyleyebilirsiniz-

çatışan ve birbirini yok eden düşüncelerle birlikte her yöne ilerlemektedir. Fakat, eğer

insanlar tutarlı bir şekilde birlikte düşünebilseler, bu muazzam bir güce sahip

olacaktır. Bu bir öneridir. Eğer bir diyalog durumu söz konusuysa -insanların

birbirini tanıdığı uzun bir süreli diyalog sürdüren bir grup- o zaman tutarlı bir

düşünce hareketimiz olabilir, tutarlı bir iletişim hareketi. Sadece farkına vardığımız

zaman değil, sadece belirsizlik duygusuna sahip olduğumuz örtülü seviye de tutarlı

olacaktır. Bu daha önemli olacaktır.

‘Örtülü’ söylenmemiş, açıklanamayan anlamına gelir -bisikleti sürebilmek için örtülü

bilgiye ihtiyaç duyulması gibi. Bu güncel bilgidir ve tutarlı veya tutarsız olabilir.

Düşüncenin -düşünmek- üstü kapalı bir örtülü süreç olduğunu ileri sürüyorum.

Düşüncenin somut süreci çok örtüktür. Anlam temel olarak örtülüdür. Ve açık bir

şekilde diyebileceğimiz, onun sadece küçük bir bölümüdür. Sanıyorum ki hepimiz

neredeyse her şeyi, bu tür bir örtülü bilgi ile yaptığımızın farkındayız. Düşünce örtülü

temelden doğmaktadır ve düşüncedeki her temel değişim, örtülü temelden gelecektir.

Dolayısıyla, eğer örtülü düzeyde iletişim kuruyorsak, o zaman belki düşünce

değişiyordur.

Örtülü süreç yaygındır. Paylaşılır. Paylaşım sadece onun bir parçası olan açık iletişim,

vücut dili vs. değildir, aynı zamanda yaygın olan daha derin bir örtülü süreç vardır.

Sanırım, insan ırkı bir milyon senedir bunu biliyordu ve sonra medeniyetin beş bin

yıllı içinde onu kaybettik, çünkü toplumlarımız onu gerçekleştirmek için çok büyüktü.

Fakat şimdi yeniden başlamamız gerek, çünkü iletişim kurmamız acil hale geldi.

Gerekli olan her neyse akıllıca yapabilmek için, bilincimizi paylaşmalıyız ve birlikte

düşünebilmeliyiz.

Page 6: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

6

Böyle bir grupta neler olduğu ile yüzleşmeye başlarsak, bir şekilde tüm toplumda olan

bitenin özüne sahip olabiliriz. Kendi başınıza olduğunuzda, çok fazla şey

kaybedersiniz. Teke tek olduğunuzda bile onu gerçekten elde edemezsiniz.

Kültürümüzün, genellikle iki sebepten dolayı büyük gruplardan hoşlandığını

söyleyebilirsiniz. Biri eğlence ve zevk için. Diğeri faydalı bir işin yapılması için. Şimdi,

bir diyalogda faydalı bir amaç veya hedefimizin olmadığını söylüyorum, faydalı

herhangi bir şeyi başarmak için çabalamayacağız. Faydalı bir amaç veya hedefe

ulaşabilmek için çabaladığımız sürece, onun arkasında neyin faydalı olduğuna dair

bir varsayımımız olacaktır ve bu varsayım bizi sınırlandıracaktır. Farklı insanlar farklı

şeylerin faydalı olduğunu düşünürler. Ve bu sorun oluşturur. Şöyle söyleyebiliriz:

“Dünyayı kurtarmak mı istiyoruz?” “Bir okulu işletmek mi istiyoruz?” ve “Para

kazanmak mı istiyoruz?” vs.

Bu aynı zamanda şirket diyaloglarında karşılaşılan problemlerden biri olacaktır.

Orada olmalarının öncelikli sebebinin kar elde etmek olduğu görüşünü

bırakabilecekler midir? Eğer bunu yapabilirlerse, bu insanoğlunun gerçek bir

dönüşümü olacaktır. Belirli şirketlerdeki birçok yöneticinin mutsuz hissettiğini ve

gerçekten bir şeyler yapmak istediklerini düşünüyorum -sadece şirketi kurtarmayı

değil. Hepsi paragöz veya özellikle kar odaklıdır denilemez.

Öne sürdüğüm şey, diyalogda bir gündemimizin olmadığı ve faydalı olan bir şeye

ulaşmaya çalışmadığımızdır ve de bir lidere sahip olmayacağımızdır. Şimdi, bu en zor

sorundur. İnsanlar şunu söyleme eğilimindedirler: “Tamam, bir gündemimiz yok. Bir

sorunu çözmüyoruz. En azından birisi bize ne yapacağımızı söylesin.” Tüm toplum bu

şekilde örgütlenmiştir –bu liderler olmadan çalışamayız. Ama belki de yapabiliriz.

Diyaloğun arkasındaki fikir birkaç kişi tarafından geliştirilmiştir. Bu giderek yaygın

bir hal almaktadır veya en azından eskisine göre yaygınlaşmaktadır. Bu fikir

toplumda gittikçe yayılıyor. Artık zamanının geldiğini söyleyebiliriz ve insanlar buna

merak sarmaya başladılar.

Şimdi, bir diyalog grubuna başlama şeklimiz genellikle ‘diyalog hakkında, diyalog

üzerine, neden diyalog kurduğumuzu, ne anlama geldiğini’ tartışmaktır. İnsanlar tüm

bunlarla kaynaşmadan, en azından bir ölçüde, bir grubu başlatmanın akıllıca

olduğunu düşünmüyorum. Yapabilirsiniz, fakat o zaman grubun devam edeceğine

güvenmek zorunda kalırsınız ve sonra tüm bu sorunlar ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla,

eğer bir grupta toplanmayı düşünüyorsanız, önereceğim tek yol bir süreliğine diyalog

hakkında bir tartışma veya seminer verilmesidir ve sonra ilgilenen kişiler diyalog

kurmaya devam edebilirler. Ve diyalog kurup kurmadığınız hakkında çok fazla

endişelenmemelisiniz -bu engellerden bir tanesidir. Karıştırılabilir.

Bir diyalog için temel fikir, bir daire içerisinde oturmak olmalıdır. Böyle bir

geometrik düzenleme kimseye ayrıcalık sağlamayacak, doğrudan iletişime imkân

verecektir. Prensip olarak, diyalog bir lider ve bir gündem olmadan işlemelidir. Tabii

ki, liderlere ve gündemlere alışkınız; dolayısıyla, eğer burada bir lider olmadan

toplantıya başlayacaksak -konuşmaya başla ve amacın, gündemin olmasın- neyin

yapılacağının bilinmemesi hakkında büyük miktarda endişeyle karşılaşacağımızı

sanıyorum. Dolayısyla, bu endişeyle başa çıkabilecek şeylerden bir tanesi, onunla

Page 7: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

7

yüzleşmektir. Aslında, tecrübeyle biliyoruz ki, eğer insanlar bunu bir ya da iki saat

süreyle yaparlarsa ondan kurtulacak ve daha özgürce konuşmaya başlayacaklardır.

Grubun devam edebilmesi için, zaman tutan ve zaman süresince geçtikçe nelerin

gerçekleştiğini açıklayan kolaylaştırıcı bir kişinin olması faydalı olacaktır. Fakat onun

işlevi dışarıda kalmak, dâhil olmamaktır. Şimdi, bu zaman alabilir. İnsanların düzenli

olarak toplanabilir ve diyaloğu sürdürebilirler. Bu durum her hafta, iki haftada bir vs.

toplanıp bunu uzun süre -bir veya iki yıl- sürdürmesi şeklinde gerçekleştirilebilir. Bu

sürede bahsettiğimiz her şey gerçekleşecektir. Ve insanlar giderek kolaylaştırıcıya -en

azından arkasındaki düşünceye- gerçekten daha az bağımlı olmaya başlayacaklardır.

Tabi ki bu bir denemedir. Bunun gerçekleşeceğine garanti veremeyiz. Bu her yeni

girişimde karşılaşılan bir şeydir; bütün belirtileri değerlendirirsiniz, en iyi fikrin ne

olduğunu, onun üzerine ne söyleyebileceğinizi, onunla ilgili teorinizin ne olduğunu

değerlendirirsiniz ve sonrasında işe koyulur ve denersiniz.

Bir süre önce, Kuzey Amerikalı bir kabiliyle uzun bir süre yaşayan bir antropolog

vardı. Kabile, buradaki gibi küçük bir gruptu. Avcı-toplayıcılar, yirmi ila kırk kişiden

oluşan gruplar halinde yaşarlar. Tarım grupları ise çok daha büyüktür. Şimdi, belirli

zamanlarda bu kabile bir çember içerisinde toplanırdı. Sadece konuşur, konuşur ve

konuşurlardı, görünürde bu bir amaca yönelik değildi. Karar almazlardı. Lider yoktu.

Ve herkes katılabilirdi. Diğerlerinden biraz daha fazla dinlenen bilge kadınlar veya

adamlar -yaşlılar- olabilirdi, fakat herkes konuşabilirdi. Toplantı devam eder ve en

sonunda hiçbir sebep yokken durur ve grup dağılırdı. Sonrasında, herkes ne yapması

gerektiğini bilir görünürdü, çünkü birbirlerini çok iyi anlamışlardı. Sonra, daha küçük

gruplar halinde toplanırlar, bir şey yaparlar ve bir şeylere karar verirlerdi.

Bu büyük grupta biz herhangi bir şey hakkında ne yapacağımıza karar vermeyeceğiz.

Bu son derece önemlidir. Aksi takdirde özgür değilizdir. Herhangi bir şey yapmak, bir

sonuca varmak, bir şey söylemek veya söylememek zorunda olmadığımız boş bir

alanımız olmalıdır. Orası açık ve özgürdür. Boş bir alandır. ‘Meşgul olmak’, boş

zamanın zıttıdır, doludur. Dolayısıyla, biz burada herhangi bir şeyin içeri girebileceği

boş bir alana sahibiz, bitirdikten sonra, onu sadece boşaltırız. Herhangi bir şeyi

toparlamak için uğraşmıyoruz. Bu bir diyaloğun önemli noktalarından bir tanesidir.

Bir arkadaşım şöyle söylerdi: “Kap, içine bir şey alabilmek için boş olmalıdır.”

Bir grup yeniyse, insanlar genellikle bir süre lafı dolandırırlar. Günümüzde tüm insan

ilişkilerinde, insanlar genellikle hiçbir şeyle doğrudan yüzleşmezler. Sadede gelemez,

zorluklardan kaçınırlar. Bu alışkanlık, bu grup gibi herhangi bir grupta muhtemelen

devam edecektir. Eğer grubun bir süre devam etmesine izin verirseniz, bu eğilim

kırılacaktır. Bir diyalogda, bir akşam bir üye şöyle söyledi “Tamam, hepimiz felsefe

üzerine konuşuyoruz. Yanımda getirdiğim bu çok güzel felsefe bölümünü okuyabilir

miyim?” Ve bazı insanlar “Hayır” dediler. Bu nedenle, okumadı. Bu biraz şok etkisi

yarattı, fakat işe yaradı.

Hepsi işe yaramalıdır. İnsanlar bir gruba farklı ilgi alanları ve varsayımlarla gelirler.

Başlangıçta diyaloğun başlangıç düzeyi olan müzakereyi deneyebilirler. Diğer bir

deyişle, insanların farklı yaklaşımları varsa, bir şekilde müzakere etmelidirler.

Bununla birlikte, bu diyaloğun sonu değildir, başlangıcıdır. Müzakere, ilerlemenin

Page 8: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

8

ortak bir yolunu bulmayı içerir. Şimdi, eğer sadece müzakere ederseniz, çok uzağa

gidemezsiniz -bazı sorunlar müzakere edilmek zorunda olsa da.

Günümüzde genellikle kabul görülen, diyaloğun müzakere üzerine odaklandığıdır,

fakat daha önce söylediğimiz gibi bu bir ön aşamadır. İnsanlar diyalog olarak kabul

ettikleri şeyi ilk kez gerçekleştirdiklerinde genellikle, derin konulara girmeye hazır

değildirler. Müzakere ederler ve yapabilecekleri bundan ibarettir. Örneğin, Bush ve

Gorbachev buluştuklarında, müzakere yapmaları gereken şeyin gerçekten sadece

başlangıcı olmalıdır.

Müzakere, mübadele etmektir, birbirine uyum sağlamak ve şöyle söylemektir:

“Tamam, ne demek istediğini anladım. Bunun senin için önemli olduğunu

görebiliyorum. İkimizi de tatmin edecek bir yol bulalım. Ben birazından

vazgeçeceğim ve sen de birazından vazgeçeceksin. Ve sonra bazı şeyleri yoluna

sokacağız.” Şimdi, bu gerçekten yakın bir ilişki değildir, fakat devam edilebilmesini

mümkün kılan bir başlangıçtır.

Herhangi bir grupta, insanların varsayımlarını beraberlerinde getireceklerini

söylüyoruz ve grup toplanmaya devam ettikçe bu varsayımlar ortaya çıkacaktır.

Sonrasında yapılması gereken, bu varsayımların askıya alınması dır, böylece onları

ne uygulamış ne de bastırmış olursunuz. Onlara ne inanır ne de inanmazsınız, onları

iyi veya kötü olarak yargılamazsınız. Sadece ne anlama geldiklerini görürsünüz,

sadece sizinkilerin değil değil aynı zamanda diğerlerininkini de. Kimsenin fikrini

değiştirmek için çabalamıyoruz. Bu toplantı bittiğinde, fikrini değiştirebilir de

değiştirmeyebilir de.

Bu, diyalog olarak değerlendirdiğim şeyin bir parçasıdır –insanların bir sonuca

varmadan veya bir yargıda bulunmadan, birbirlerinin aklında olanları fark

edebilmeleri için. Bir diyalogda, sorunu bir anlamda biraz tartabilmeli, biraz kafa

yorabilmeli, hissedebilmeliyiz.

İşlemesi gereken yolu söylüyorum. Varsayımlar ortaya çıkacaktır. Ve eğer size çok

kötü gelen bir varsayıma sahip herhangi bir kişiyi işitirseniz, , doğal tepki sinirlenmek

olacaktır veya heyecanlanmak veya başka bir şekilde tepki vermek. Fakat bu eylemi

askıya aldığınızı farz edin. Bu bir anlamda, orada önünüzde olduğu anlamına gelir.

Onu bastırmıyorsunuzdur, uygulamıyorsunuzdur, ne inanıyor ne de

inanmıyorsunuzdur, sadece diğer insanlarla birlikte varsayımınızın anlamını

görüyorsunuzdur. Bir varsayımınızın olduğunu bilmeyebilirsiniz de. Bu sadece, o

kişinin sizin olduğunu keşfettiğiniz varsayımınıza ters bir varsayımla geldiği için

olmuştur. Diğer varsayımları da açığa çıkarabilirsiniz, fakat biz onları sadece askıya

alıyor ve onlara bakıyoruz, ne anlamına geldiklerini görüyoruz. Yapılan ilk şey, tüm

görüşleri içeri almaktır. Düşmanca vb. tepkilerinizin farkına varmanız gerekir veya

bunu insanların tepki olarak gösterdikleri davranışlar yoluyla da görebilirsiniz.

Sinirle, bunun çok uzun süreceğini ve toplantının kötüye gidebileceğini

düşünebilirsiniz. Fakat bence bu grup o kadar bütünleşebilir ki, böyle bir şeyin

gerçekleşmesi zor olacaktır. Bu grup, gördüğümüz bazı diğer gruplara göre, bazı

yönlerden o kadar uyumlu olabilir ki. Bunun sebebi birkaç yıl süresince, yılda en az

bir kez bir araya gelmeleridir. Gruptaki herkesin katılıp katılmaması önemli değildir.

Eğer bazı insanlar -bir kısmı- bunu paylaşıyorlarsa, bu bütün grubu etkiler. Eğer

Page 9: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

9

hararet yükselirse, kendilerine özgü görüşlere tamamen kapılmayanlar, durumu biraz

olsun yatıştırmak için müdahil olabilirler, böylece insanlar ‘ona bakabilirler’.

Görüşlerin ortaya çıkması çok uzun sürmemelidir, bakabileceğiniz yere kadar

sürmelidir. Sizinkini provoke edene kadar. Bu gözlemin bir parçasıdır. Düşüncelerin

nasıl işlediğini daha iyi anlarsınız.

Bu kolektif düşüncenin bir parçasıdır -insanlar birlikte düşünürler. Bazı aşamalarda,

görüşlerimizi düşmanlık beslemeden paylaşırız ve sonrasında birlikte düşünebiliriz,

buna karşılık, bir görüşü savunduğumuzda bunu yapamayız. İnsanların birlikte

düşünmesine bir örnek, bir kişinin fikrinin olması ve bir diğerinin onu alması ve bir

diğerinin de ona ekleme yapmasıdır. Düşünce akacaktır -birçok farklı insanın olup,

her birinin diğerlerini zorlaması ve ikna etmesi yerine.

Başlangıçta, insanlar birbirlerine güvenmeyecektir. Fakat eğer diyaloğun önemini

görürlerse, onu işletebileceklerini düşünüyorum. Ve birbirlerini tanıdıkça,

birbirlerine güvenmeye başlarlar. Bu zaman alabilir. İlk önce, gruba kültürün ve

toplumun bütün problemlerini getirirsiniz. Böyle herhangi bir grup, toplumun bir

mikrokozmozudur -her türden görüşü içerir, insanlar birbirlerine güvenmez, vb.

Dolayısıyla, oradan yola çıkarsınız. İnsanlar başlarda, muhtemelen önemsiz şeyler

hakkında konuşurlar ve giderek seviye yükselir. Önceleri yüzeysel konular üzerine

konuşurlar, çünkü daha fazlasını yapmaktan korkarlar ve giderek birbirlerine

güvenmeyi öğrenirler.

Bir diyaloğun amacı, şeyleri çözümlemek veya bir tartışmayı kazanmak veya görüş

alışverişi yapmak değildir. Daha çok görüşlerinizi askıya almak ve onlara ‘bakmak’ tır

-herkesin görüşünü dinlemek, onları askıya almak ve sonra tüm bunların ne anlama

geldiğini görmektir. Eğer görüşlerimizin ne anlama geldiğini görebiliyorsak, ortak bir

içerik paylaşıyoruzdur, tamamen aynı fikirde olmasak bile. Görüşlerin gerçekten çok

önemli olmadıkları, sonucu çıkabilir -hepsi varsayımdır. Ve eğer tamamını

görebilirsek o zaman farklı bir yöne doğru daha yaratıcı bir şekilde ilerleyebiliriz. Biz

sadece basit bir şekilde anlamların minnetini paylaşırız; tüm bu şeylerden,

beklenmedik bir şekilde ‘gerçek doğar’ -onu seçtiğimiz için değil.

Eğer bu odada bulunan her birimiz askıya alıyorsak, hepimiz aynı şeyi yapıyoruz

demektir. Her şeye hep birlikte bakıyoruz demektir. Bilinçlerimizin içeriği, özünde

aynıdır. Buna göre, aramızda başka türden bilincin olması mümkündür, katılımcı bir

bilinç – gerçekte bilincin her zaman olduğu gibi. Fakat bir tanesi açıkça katılımcı

olarak kabul edilir ve bu yolda özgürce ilerler. Aramızda her şey hareket edebilir. Her

bir kişi katılımcıdır, grubun bütün anlamından pay almakta ve aynı zamanda ona

katılmaktadır. Bunu doğru diyalog olarak adlandırabiliriz.

Eğer bunu yapabilirsek, onu yönetebilirsek çok daha önemli bir şey olacaktır.

Gruptaki herkes tüm varsayımları paylaşacaktır. Eğer herkes varsayımların anlamını

birlikte görebilirse, o zaman bilincin içeriği özünde aynı olur. Oysa hepimiz farklı

varsayımlara sahipsek ve onları savunursak, o zaman her bir kişi farklı bir içeriğe

sahip olacaktır, çünkü gerçekten diğer kişilerin varsayımlarını gerçekten kabul

etmiyoruzdur. Onlarla savaşırız veya onları iteriz -diğer kişiyi ikna etmeye veya razı

etmeye çalışarak.

Page 10: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

10

İkna etmek (convince) ve razı etmek (persuade), bir diyalogda istenmez. ‘İkna etmek’

kazanmak anlamına gelir, ‘razı etmek’ de buna benzerdir. ‘Hoş (suave)’ ve ‘tatlı

(sweet)’ ile aynı kökten gelir. İnsanlar bazen tatlı dil ile razı etmeye, sert bir dil ile

ikna etmeye çalışırlar. İkisi de aynı şeye gelir ve ikisi de konu ile ilgili değildir.

Gerçekten uygun ve akılcı değildir. Eğer bir şey doğruysa, ikna edilmeye ihtiyacınız

yoktur. Eğer birisi sizi ikna etmeliyse, büyük olasılıkla bir şüphe var demektir.

Eğer hepimiz ortak bir anlamı paylaşabilirsek, birlikte katılıyor oluruz. Ortak anlamı

paylaşıyor oluruz -tıpkı insanların birlikte bir yemeği paylaşması gibi. Katılıyor,

iletişim kuruyor ve ortak bir anlam yaratıyor oluruz. Bu katılımdır, hem

‘paylaştığımız’ hem de içinde’ yer aldığımız’... Bu, katılımda bireyi dışında tutmayan

ortak bir aklın ortaya çıkacağı anlamına gelir. Birey ayrı bir görüşte olabilir, fakat bu

görüş sonrasında grup tarafından benimsenedebilir. O kişi görüşünü devam

ettirebilir de ettirmeyebilir de. Bununla birlikte, insanlar görüşleri veya

varsayımlarını savundukları sürece, yaratıcılığa müdahale eden bir şey var demektir.

Eğer bir varsayımı savunuyorsanız, yeni olan her şeyi dışarı itiyorsunuz demektir.

Böylece herkes çok özgürdür. Bu ortak aklın bir kalabalığı ele geçirmesi gibi değildir,

tam olarak değil. Bu bireysel ve kolektif arasında bir şeydir. İkisinin arasında hareket

edebilir. Bireyselin ve kolektifin bir harmonisidir, bu harmoni ile bütün sürekli bir

şekilde ahenge doğru yol alır. Dolayısıyla, hem kolektif akıl hem de bireysel akıl

vardır ve bir nehir gibi, akım ikisinin arasında hareket eder. Bu nedenle, görüşlerin

çok fazla bir önemi yoktur. Sonuçta, tüm bu görüşlerin arasında herhangi bir yerde

olabiliriz ve başka bir yöne doğru onların ötesine geçmeye başlarız -yüzeysel bir yöne-

yeni ve yaratıcı bir şeye.

Şimdi, bu ideal bir durum olabilir. İdeal resmi çizdim. Fakat başladığımızda, tabii ki

bunun olmadığını göreceksiniz. Bu diyalogda sık rastlanan bir durumdur -akla uygun

gelen, uygun ve doğru görünen şey, denediğimizde her zaman işe yaramaz. Akla

uygun gelmeyen şey işe yarar görünen şeydir.

Daha önce bir bireydeki çatışmalar ve bağdaşmayan düşüncelerle ilgili

bahsettiklerimizle ilişkili olan, grup içerisindeki zorlukların benzerliğini fark

edebilirsiniz. Birey varsayımlarını askıya almalıdır ve aynı şekilde grup da. Bir grupta

başka bir faktör vardır, çünkü kolektif kültürel varsayımlar büyük ölçüde dâhil

olurlar. Ve böyle büyük bir gruba, aynı zamanda birçok alt-kültür de girer.

Toplum, insanlar tarafından birlikte çalışmak ve yaşamak için kurulan bir ilişkiler

bağıdır: kurallar, kanunlar, kurumlar ve çeşitli şeyler. Bu onlara sahip olacağımızı

düşünerek ve katılarak olur ve sonra onu yaparız. Ve bunun arkasındaki paylaşılmış

anlam olan bir kültürdür. Bir hükümet kurmak istediğimizde bile, insanlar ne tür bir

hükümet istediklerinin, iyi hükümetin ne olduğunun, doğru olanın ne olduğunun vb.

ortak anlamına katılmak zorundadırlar. Farklı kültürler farklı hükümet işlevleri

üretecektir. Ve eğer bazı insanlar katılmazsa, politik mücadele olur. Daha da ileriye

giderse iç savaşa yol açar.

Demek şstediğim şu ki, toplum kültürü oluşturan ortak anlamlar üzerine kuruludur.

Eğer uyumlu anlamlar paylaşmıyorsak, bir toplumdan söz edemeyiz. Ve şu sıralar,

toplum genel olarak çok tutarsız anlamlar dizisine sahiptir. Aslında, bu ‘paylaşılmış

anlamlar’ dizisi o kadar tutarsızdır ki gerçek bir anlama sahip olduklarını söylemek

Page 11: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

11

zordur. Belirli miktarda anlamlılık vardır, fakat çok sınırlıdır. Kültür, genel olarak

tutarsızdır. Ve bunu bu şekilde gruba -veya mikrokozmoza veya mikrokültüre- taşırız.

Eğer tüm anlamlar bir araya gelebilirlerse, ahenge doğru yol alabiliriz. Bu sürecin

sonucu olarak, anlamlarımızın birçoğunu doğal ve kolay bir şekilde bırakabiliriz.

Fakat onları kabul ederek veya reddederek başlamak zorunda değiliz. Önemli olan,

tüm anlam uyumlu olmadan, hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağımızdır. Geçmişin

ve bugünün tüm anlamaları bir aradadır. İlk önce onları kavramalıyız ve sadece

olmalarına izin vermeliyiz ve bu belirli bir düzen oluşturacaktır.

Eğer bunun üzerinde çalışırsak, grupta ortak bir anlam elde ederiz ve bunun sonucu

yeni bir kültürün başlangıcıdır, söyleyebileceğim kadarıyla gerçekten bu zamana

kadar hiç var olmamış bir kültür. Eğer var olduysa bile bu çok uzun zaman önce

olmalı -belki bazı ilkel Taş Devri gruplarında. Diyorum ki; gerçek bir kültür,

görüşlerin ve varsayımların tutarsız bir şekilde savunulmadığı ortamda doğacaktır.

Ve bu tür bir kültür toplumun işleyişi ve en nihayetinde hayatta kalabilmesi için

gereklidir.

Böyle bir grup daha geniş bir kültürün filizi olabilir, daha sonra birçok yöne

yayılabilir -sadece yeni gruplar yaratarak değil, aynı zamanda onun ne anlama geldiği

fikri üzerine konuşan insanlar aracılığıyla da.

Aynı zamanda diyalog, ruhunun daha küçük gruplarda veya teke tek veya kişinin

kendi içerisinde bile işleyebilir. Eğer birey kendi aklında tüm anlamları bir arada

tutabilirse, diyalog tutumuna sahip olabilir. Bunu uygulayabilir ve muhtemelen onu

hem sözel hem de sözel olmayan yolla diğer insanlara iletebilir.

Prensipte bu yayılabilir. Birçok insan artık diyaloğa ilgi duyuyor. Bu ilginin giderek

arttığını görüyoruz. Diyalog fikrinin zamanının geldiği görülüyor ve bu muhtemelen

birçok alana yayılacak.

Böyle bir şeyin, toplumun uygun bir şekilde işleyebilmesi için gerekli olduğunu

düşünüyorum. Aksi halde dağılacaktır. Bu paylaşılan anlam toplumu gerçekten bir

arada tutan bir çimentodur ve diyebilirsiniz ki bugünkü toplum gerçekten düşük

kaliteli bir çimentoya sahiptir. Eğer düşük kaliteli çimentoyla bir bina yaparsanız,

çatlar ve dağılır. Gerçekten doğru çimentoya, doğru yapıştırıcıya ihtiyacımız var. Ve

bu da paylaşılan anlamdır.

Buraya kadar diyalogun pozitif yönünden bahsettik. Bununla birlikte diyalogdaki bu

teşebbüs tamamen sinir bozucu olabilir. Bunu sadece teorik olarak değil tecrübelere

dayanarak söylüyorum. Bazı zorluklardan bahsetmiştik: Tüm bu görüşlere sahip

olmak sinir bozucu olabilir, bazı insanların daha dominant olması sinir bozucu

olabilir veya konuşmakta zorlanan diğerleri; insanlar rol yapabilir, kaygılar olabilir.

Şimdi, grup içerisindeki sinir bozucu şeylerle nasıl başa çıkacaksınız? Daha önce

söylediğimiz gibi, bazı şeyler sizi öfkelendirebilir veya sinirinizi bozabilir veya sizi

korkutabilir. Varsayımlarınız açığa çıkabilir ve meydan okunabilir ve siz diğerlerinin

görüşlerini çok kötü bulabilirsiniz. Aynı zamanda, eğer bir lider ve konu yoksa ve

yapacak ‘hiçbir şey’ yoksa, insanlar korkabilirler ve kaygılanabilirler. Bu sebeple, tüm

bunları geçmek zorundasınızdır.

Page 12: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

12

Bunlar ortaya çıkacak problemlerdir -gördüğüm tüm gruplarda ortaya çıkmışlardır.

Ve siz onların neredeyse kaçınılmaz olduklarını umabilir ve şöyle sorabilirsiniz “Tüm

bunların olmasının anlamı nedir?” Öyleyse, bunu keşfetmemiz gerek.

Diyorum ki, diyaloğun bir sebebi vardır. Ona gerçekten ihtiyacımız vardır. Bu sebep,

bahsettiğimiz tüm sinir bozucu şeylerden geçebilmek için yeterince kuvvetli

olmalıdır. İnsanlar genellikle sinir bozucu şeyleri, önemli bulmaları durumunda

kabullenmeye hazırdırlar. Örneğin, İşinizi yapmak veya para kazanmak genellikle

sinir bozucudur. Kaygılandırır. Sonunda insanlar şöyle diyebilir “Bu önemli! Devam

etmeliyiz” Her türlü şey hakkında bu şekilde düşünebilirler. Diyorum ki, eğer bir

diyaloğu önemsiyorsak, gerekli buluyorsak, onun için de “Direneceğiz” diyebilmeliyiz.

Fakat eğer gerekli görmüyorsak, şöyle diyebiliriz: “Tamam, ne anlamı var? Çok fazla

sorun çıkıyor. Vazgeçelim. Hiçbir şey üretmiyor.” Görüyorsunuz, bir süreliğine yeni

olan herhangi bir şey keşfetmek zorundasınız. Bilimde veya herhangi bir yerde,

genellikle, keşfederken bir yere ulaşmadığınız bir sürecin içinden geçmek

zorundasınızdır. Bununla birlikte çok cesaret kırıcı olabilir.

Eğer dürtülerimizi askıya alabilirsek, varsayımlarımızı askıya alabilirsek, onlara

bakabilirsek, o zaman hepimiz aynı bilinç durumunda oluruz -içerik aynıdır. Bu

nedenle, birçok insanın istediği şeyi kurmuş olduk -ortak bir bilinç. Çok keyifli

olmayabilir ama başardık. İnsanlar ortak bilinci ‘paylaşılan mutluluk’ olarak görme

eğilimindedirler. Bu olabilir, fakat olursa da ona giden yolun buradan geçtini

söylüyorum. Gerçekten sahip olduğumuz bilinci paylaşmamız gerekir. Sadece bir

diğerine dayatamayız. Eğer insanlar sinirlerini bozan şeyleri paylaşabilirlerse, farklı

çelişkilerini, farklı varsayımlarını paylaşabilirlerse, karşılıklı öfkelerini

paylaşabilirlerse, ve buna dayanabilirlerse -eğer herkes öfkeliyse ve öfkelerine

hepbirlikte bakabiliyorlarsa- o zaman ortak bir bilince sahipsiniz demektir.

Öfke de çok güçlü bir bağdır. Yıllar önce irlanda’da bir konuşma yaptığım sırada bazı

insanları ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Almanya’dan gelmiş Nazi karşıtı savaşçılardı.

Bir süre Nazilerle savaşmışlardı fakat bunu devam ettirebilecekken almanya’dan

ayrılmışlardı. Nazileri gerçekten özlediklerini söylediler. Bu öfkeyi özlemişlerdi çünkü

bu onlara enerji veriyordu ve hayatlarına anlam katıyordu. Yaşdıkları bir çeşit “ani

değişiklik” ti. Mesele şu ki, öfke çok güçlü bir bağdır ve eğer insanlar hep birlikte

onunla olabiliyorsa o zaman paylaşıyorlar demektir -o zaman o öfke herhangi birşeye

dönüşebilir. Eğer insanlar güçle, şiddetle, öfkeyle veya her neyse, birlikte

olabiliyorlasa o zaman bir tür çöküş yaşanacaktır. Çünkü en sonunda hepimizin aynı

olduğunu görebileceklerdir. Ve sonuç olarak katılımcılığa ve arkadaşlığa sahip

olacaklardır. Bunu aşabilen insanlar iyi arkadaş olabilirler. Herşey farklı ilerler. Daha

açık olurlar ve birbirlerine güvenmeye başlarlar. Korktukları şeyin üstesinden daha

önce gelmişlerdir ve böylece o zaman zeka işleyebilir.

İlişkilendirmek istediğim başka bir hikaye var. Londra’da çocuk psikoloğu olarak

görev yapan bir adam tanıyordum. Bana yaklaşık yedi yıl önce birinin çok rahatsız bir

kız çocuğu getirdiğini söyledi. Herhangi birisiyle konuşmayı reddediyordu. Onu,

konuşmasına yardımcı olabileceğini umarak psikoloğa getirmişlerdi. Böylece yaklaşık

bir saat kadar uğraştı fakat bir yere varamadı.. Sonunda bıkkın bir halde kıza

“Benimle neden konuşmuyorsun?” dedi. Kız “Çünkü senden nefret ediyorum” diye

cevapladı. Bunu etkisiz hale getirebilmek için bir yere “zaman” koyması gerektiğini

Page 13: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

13

düşündü ve şöyle dedi “Benden ne kadar zaman daha nefret edeceksin?” Kız “Senden

sonsuza kadar nefret edeceğim” dedi. O zaman biraz endişelendi ve tekrar zaman

koydu. “Benden ne zamana kadar sonsuza dek nefret edeceksin?” diye sordu. Ve kız

kahkahalara boğuldu, hepsi kırılmıştı. Orada olan enerji artık kullanılabilirdi.

Durumun saçmalığı ona olayın tutarsız olduğunu göstermişti. Ona ondan sonsuza

dek nefret edeceğini söylüyordu ve gerçekten öyle olmayacağını görebiliyordu, ve eğer

öyle değilse nefretini sürdürmesi artık gereksizdi. Nefretin çok güçlü bir duygu olması

gibi, panik de öyledir ve bazı diyalog grupları paniğe kapılabilir. İnsanların bunun

olabileceğine ihtimal vermelerine rağmen (sürdürülmese bile en azından bir panik

anı), ben bunun bu grupta olacağını zannetmiyorum. Fakat böyle bir paniğe bir çok

şeyden kapılabilirsiniz. Bir dağa tırmanmaya çalışıyorsanız bir panik anı

yaşayabilirsiniz veya paranız ile ilgili, işinizle ilgili veya herhangi birşey ile ilgili

panikleyebilirsiniz. Yine de insanlar bu tür şeyleri sürdürürler çünkü, onlarla

başetmenin önemli olduğunu düşünürler. Eğer diyalog üzerine söylediklerimi

sürdürebilirseniz, sonrasında bizi esaslı bir şekilde değiştirecek olan öfke ve panik ile

ilgili birşeyler görmeye başlayabilirsiniz.

Öfkeliyseniz bir nedeni veya sebebi vardır. Bundan veya ondan ötürü öfkeli

olduğunuzu söylersiniz. Bu hiddeti ve nefreti tırmandırır ve belirli bir noktadan sonra

artık bir sebebi olmayacaktır –sadece kendisini sürdürür. Bu nefret enerjisi bir tür

kilitlenmedir ve boşalmak için bir fırsat aramaktadır. Aynı durum panik için de

geçerlidir. Genellikle arkasında bir nedenin olduğunun farkındasınızdır, fakat

zamanla paniğe kapıldıkça kendiliğinden ilerler. Bununla beraber, bu seviyede

dolaşan enerji –belirsiz bir şekilde de olabilir- yaratıcılık üzerine konuştuğumuz

enerjinin -aslında sebepsiz bir enerji- bir türü olabilir

Ortak bir bilincin paylaşılması, insanların söylediklerinde, düşünme biçimlerinde,

duruşlarında kendisini gösterir. Olamakta olan şey, görünüşte bir kişiden diğerine

benzerlik gösterir. Herkes benzerdir, öyle ki herkes temelde aynı şeyi yapmaktadır -

çoğu zaman öfkeye, hiddete, nefrete, korkuya, paniğe ve bu tür şeylere öncülük eden

diğerlerinin görüşleriyle çatışan farklı görüşlere sahip olarak.

Bu tür bir diyalogda, insanlar yine de bazı görüşlere güçlü bir şekilde bağlı

olmayabilirler ve daha önce söylediğimiz gibi bu insanlar bir meselenin içerisine dahil

olabilir ve yatıştırabilirler, böylece mesele aşırı zıtlaşmış, aşırı kutuplaşmış ve

bunların haricinde duygusal olarak aşırı yüklenmiş bir hal almaz. Eğer insanlar tüm

bunlara dayanabilir ve bunları gözden geçirebilirlerse, işte o zaman bir değişim

gerçekleşir. Ortak bir algı ortaya çıkar, kuvvetlidir çünkü bir çok insanı kapsar ve

kolektif, sosyal ve bireysel olarak takviye edilir. Ortak algı oluşturulur.

Kolektif olan aynı zamanda sıkıntılıdır da. Grup, üyelerinin içerisinde bir bilinç gibi

davranabilir, örneğin üyelerinde güçlü bir suçluluk duygusuna sebep olabilir, çünkü

bizler öyle yapılanmışızdır ki herkesin üzerinde anlaştığı şeyi doğru kabul etme

eğilimindeyizdir veya bu durum insanların karşı koymaktan korkmaları şeklindede

işleyebilir.

Savunduğumuz görüşlerde büyük oranda şiddet vardır. Onlar sadece görüş

değillerdir, sadece varsayım değillerdir; onlar tanımladığımız ve o nedenle

savunduğumuz varsayımlardır, çünkü bu durum sanki kendimizi savunuyormuşuz

Page 14: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

14

gibidir. Ormandayken sahip olduğumuz doğal kendini savunma güdümüz, orman

hayvanlarından bu görüşlere aktarılmıştır. Diğer bir ifade ile, orada bazı tehlikeli

görüşlerin var olduğunu söylüyoruz – tıpkı tehlikeli kaplanların olabileceği gibi. Ve

içimizde savunulması gereken çok değerli hayvanlar da vardır. Dolayısyla ormanda

fiziksel olarak anlamlı bir dürtü modern hayatta görüşlerimize aktarılmıştır. Ve bir

diyalogda, kolektif olarak bunun farkına varırız.

Bu tür bir şeyle yüzleşmek hem kolektif olarak hem de bireysel olarak mümkündür.

Ve aslında her ikisine yapmamız gerekir. Fakat yeni birşey -bütünsel kültürel

koşullanma- onunla kolektif olarak yüzleştiğimizde ortaya çıkar. Bireysel olarak

bunun farkına varabilmek çok güçtür. Normalde erafınızı kültürel olarak çok benzer

insanlarla çevirirsiniz. Varsayımlar paylaşırsınız ve onlara sahip olduğunuzu

bilmezsiniz. Bununla birlikte, 20-40 kişilik bir grupta paylaşmadıkları farklı

varsayımlara ve durumlara sahip insanlara bağlısınızdır.

Mesele şudur ki, arka planımızın -tamamen- paylaşmadığımız gerçeği ile yüzleşiriz.

Birçok şey paylaşırız, fakat bir noktada anlaşmazlığa düşmek bütün hepsinin yok

olması için yeterlidir. Ve daha fazla paylaştıkça, uyuşmayan bir noktada yok olması

daha da hızlı olacaktır. Eğer dayanabilirsek ve hoşa gitmeyen süreçlerin üstesinden

hep birlikte gelebilirsek, bir diyalogda neyin gerçekleşeceğini söyleyeceğim. Öyle bir

diyalogda, savunmacılığın, görüşlerin ve bölünmenin yapısı tamamen çökebilir; ve

hisler birden dostluk ve arkadaşlık, katılım ve paylaşımdan birine dönüşebilir –

çünkü tüm bu görüşleri paylaşırken, hepimiz aynı şeyin içerisinde yer alıyoruz. O

zaman ortak bilinç içerisinde bir payımız oluyor, ve onun içerisinde yer alıyoruz.

Böylece katılıyor olma hissine ulaşıyorsunuz.

Fakat bu savunmacı tutumu sürdürdüğümüz sürece ,(varsayımları engellemek ve

tutmak, onları bırakmamak ve “Haklı olmalıyım” türünden şeyler söylemek) zeka çok

sınırlı kalır, çünkü zeka bir varsayımı savunmamanızı gerektirir. Doğru olmadığının

kanıtı varsa, bir varsayıma tutunmanızın hiçbir anlamı yoktur. Bir varsayımın veya

bir görüşün olması gereken doğası, doğru omayabileceği kanıtına açık olmasıdır.

Bu, grubun görüşlerini dayatacağımız anlamına gelmez. Herkesin farklı bir görüşü

olabilir veya olmayabilir –bu o kadar önemli değildir. Herkesi aynı fikirde olması için

ikna etmek gereksizdir. Aklın, bilincin bu paylaşımı daha önemlidir, bu fikirlerin

içeriği zaten sınırlıdır. Cevabın, görüşlerin içerisinde değil herhangi bir yerde

olduğunu keşfedebilirsiniz. Gerçek, görüşlerden doğmaz, herhangi birşeyden

doğmalıdır –belki örtülü aklın daha serbest bir hareketinden. Dolayısıyla eğer

‘gerçeği’ algılayacaksak veya ‘gerçekte’ yer alacaksak, anlamları uyumlu hale

getirmeliyiz. Diyaloğun çok önemli olduğunu söylememin nedeni budur. Eğer

anlamlarımız uyumsuzsa, gerçeğin içerisine nasıl katılabiliriz ki?

Gerçeğe giden ‘yol’ yoktur. Söylemeye çalıştığımız şey şudur ki, bu diyalogda tüm

yolları paylaşırız ve en sonunda hiçbirinin öneminin olmadığını görürüz. Tüm

yolların anlamını görürüz ve bu sebeple “yolun olmadığı’ yere geliriz. Esasında tüm

yollar aynıdır, sırf ‘yol’ olmaları nedeniyle –sabittirler.

Sanırım bu yeni mevzu, durumun ekolojik ve diğer yönlerde değiştirilmesine yolu

açacaktır. Örneğin, ekolojik hareket, ‘yeşil hareket’ şuan parçalanma ve bölünme

tehlikesi altında, çünkü bu grupların çoğu sorunlarla nasıl başa çıkacakları

Page 15: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

15

konusunda farklı görüşlere sahiptirler. Dolayısyla ekoloji için savaştıkları kadar,

birbirleri ile savaşmaya da bir son verebilirler. Sonuç olarak, yeşil hareketin diyalog

kurmasının özellikle acil olduğu görülüyor.

Ekoloji ile ilgilenen insanlar gezegenimizle ilgili bazı sorunlarımızın açıkça

farkındadırlar, fakat sanırım buna daha açık bir şekilde dikkat çekmeliler, böylece

temel problemin ne olduğu netlik kazanır.

Bu tür eylemler birlikte ilerlerler. Nehirlerin temizlenmesi ve ağaçların ekilmesi ve

balinaların kurtarılması, diyalog içerisinde (ve düşüncenin temel problemini görerek)

birlikte hareket etmelidir. Hepsi birbirine bağlıdır, çünkü bu aktivitelerin hiçbiri

kendi başına yeterli değildir. Eğer sadece düşünce üzerine konuşursak ve uzun süre

düşünce üzerine düşünürse, tüm bitkiler bu süre içerisinde tahrip edilmiş olabilir.

Fakat diyaloğun, en anlamlı şeylerin yeraldığı zihinsel sürecin bu örtülü seviyesinde

işleyeceğini düşünüyorum.

İnsanların farklı varsayımlara ve görüşlere sahip olduğu, bir grubun ilgilendiği

diğerinin ilgilenmediği durumlar vardır. Yine de bir şekilde diyalog kurmak

zorundayız. Bir grup katılmasa bile, biz gönüllü olanlar kendi düşüncemiz ve onların

düşüncesi arasında olan bir diyaloğa katılabiliriz. En azından yapabildiğimiz kadar

kendi içimizde diyalog kurabiliriz, siz kendinizle kurabilirsiniz. Diyaloğun tutumu

budur. Ve bu tutum ne kadar çok yayılırsa, düzenlemeye o kadar çok katkısının

olacağını düşünüyorum. Eğer gerçekten yaratıcı birşeyler yapabilirsek, bu örtülü

seviyede diğer insanları örtülü seviyede etkilemeye devam edebilir. Örtülü seviyede

hem kelimelerle hem de kelimelerin ötesinde iletişim kurabilecektir. Fakat eğer aynı

eski hikayeyi tekrarlamaya devam edersek işlemeyecektir.

Düşünce birdir, her herde ve belirli içeriklerin her türünde belirir. Dolayısıyla,

diyaloğun bu ruhu bu sorunla yüzleşmekte önem taşır; toplumun geri kalan diğer

önemli çoğunluğu ile aynı olmayan bir yöne doğru gittiğimizin farkında olsak bile.

Mesele şu ki, diyaloğun ve ortak bilincin bu yönü, kolektif zorluklardan çıkmamızın

bir yolu olduğunu ileri sürer ve biz buradan, temelden başlamalıyız, deyim yerindeyse

Birleşmiş Milletler veya Başkan’la, yığınların tepesinden başlamalıyız -Başkan ve

Gorbachev bugünlerde gündenlerinde olmayan ve bir sonuca varamayacakları bir

görüşme yapacak olsalar da, onların bunu kendilerinin planladığını düşünmüyorum;

şöyle ki fikir o seviyeye kadar süzülmüş olmalıdır. Gündemsiz ve sonucu olmayan bir

görüşme fikri muhtemelen alt kademelerde dolaşıyodu –bu göstermektedir ki bu

fikirler süzülür ve üst seviyelere kadar ulaşabilir.

Görüşüyor olmaları çok sağlıklı bir gelişme. Eğer bunu yapacaklarsa, bu gerçekten iyi

bir işaret. Dışişleri Bakanlığında bu diyalog fikrine aşina olan insanların olduğunu

biliyorum –bu fikir onlara bu yolla ulaşmış olmalı. Bu, modern dünyada iletişimin

çok hızlı olduğunu gösterir –başlangıçta çok anlamsız görünse de 3-5 adımda her

seviyeye ulaşabilir. Yıkıcı şeylerin iletişim kurabilmesi gibi, diyalog fikri de iletişim

kurabilir.

Eğer biz kendimiz diyaloğun hüsranlarına dayanabilirsek, yaptığımız işin anlamı ilk

bakışta çok daha fazla açığa çıkabilir.

Page 16: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

16

Aslında problemin bir parçası olmak yerine çözümün parçası oluruz diyebilirim.

Diğer bir ifade ile, hareketimiz çözümün niteliğine sahiptir, onun bir parçasıdır. Her

ne kadar küçükse de çözümün niteliğine sahiptir, sorunun niteliğine değil. Diğeri her

ne kadar büyük olsa da sorunun niteliğini taşır, çözümün değil. Bu nedenle, esas

mesele çözümün niteliğine sahip olan birşeye başlamaktır. Söylediğim gibi, ne kadar

hızlı veya ne kadar yavaş yayılacağını bilmiyoruz. Bir hareketin -bu birlikte

paylaşımın- akılda, düşünce sürecinde ve düşünce sirecinin ötesinde ne kadar hızlı

yayılacağını bilmiyoruz.

Bazen insanlar şöyle söylerler “Tek ihtiyacımız olan şey sevgi.” Tabi ki, bu doğru.

Eğer evrensel sevgi olsaydı, herşey yolunda olurdu. Fakat ona sahip görünmüyoruz.

İnsanların “Bush ve Gorbachev arasında (veya herkim olursa olsun) sevgi olacak”

diyemedikeri görülüyor. Öyleyse bunun işleyeceği bir yol bulmalıyız. Hayalkırıklığı,

kzıgınlık, öfke ve korku olsa da -bunun diyalog içerisinde olabileceğini daha önce

konuşmuştuk- bütün hepsini içerisine alabilecek birşey bulmalıyız.

Meseleyi örneklendirmek için bu yüzyılın iki önde gelen fizikçisi Albert Einstein ve

Niels Bohr ile ilgili işte bir hikaye. Einstein Bohr’la ilk karşılaştıklarında ona yakın

hissettiğini hatırladı. Ona duyduğu sevgi üzerine yazdı. Fizik üzerine çok hareketli bir

şekilde konuştular, ve buna benzer şeyler. Fakat en sonunda gerçeğe giden yolun ne

olduğu hakkında iki farklı varsayımın ve görüşün olduğu bir noktaya geldiler.

Bohr’un yargıları Quantum görüşüne dayanmaktaydı, ve Einstein’ın ki de Relativite

görüşüne. Onun üzerine tüm iyi niyetleriyle tekrar ve tekrar sabırlı bir şekilde

konuştular. Bu yıllarca sürdü ve ikisi de geri çekilmedi. İkisi de daha önce ne

söyledilerse sadece tekrarladılar. Sonuç olarak hiçbir yere varamadıklarını gördüler

ve yavaş yavaş bağlarını kopardılar. O zamandan sonra birbirlerini çok uzun bir süre

görmediler.

Sonra bir sene, ikisi de Princeton’da İleri Araştıma Ensititüsü’nde bulundular, fakat

hala birbirleriyle görüşmemişlerdi. Herman Weyl isimli bir matemetikçi şöyle söyledi

“Eğer biraraya gelirlerse çok iyi olur. Eğer gelmezlerse çok yazık.” Einstein, Bohr ve

öğrencilerinin davet edildiği bir parti düzenledi. Einstein ve yandaşları salonun bir

ucunda, Bohr ve yandaşları diğer ucunda durdular. Biraraya gelemediler çünkü

üzerinde konuşabilecekleri hiçbirşey yoktu. Hiçbir anlamı paylaşamıyorlardı, çünkü

herbiri kendi anlamının doğru olduğunu düşünüyordu. Eğer doğruya sahip

olduğunuzdan eminseniz ve diğer kişi de doğruya sahip olduğundan eminse ve

doğrular uyuşmuyorsa nasıl paylaşabilirsiniz ki? Nasıl paylaşabilirsiniz?

Bu sebeple gerçeklik görüşünü izlemeniz gerekir. Diyalog doğrudan gerçeklik ile

ilgilenmeyebilir –gerçeğe ulaşabilir, fakat anlam ile ilgilenir. Eğer anlam tutarsızsa,

gerçeğe hiçbirzaman ulaşamazsınız. ‘Benim anlamım tutarlı, bir diğerininki değil’

diye düşünebilirsiniz, fakat o zaman hiçbir zaman anlamı paylaşamayız. Ve büyük

çoğunluk dışarıda kalırken, içimizden bazılarımız doğruya ulaşırsa, bu sorunu

çözemeyecektir. ‘Gerçek’ kendiniz için veya grubunuz için olacaktır, fakat çatışma

devam edecektir.

Eğer anlamı veya gerçeği paylaşmak gerekliyse, o zaman farklı birşey yapmamız

gerekir. Bohr ve Einstein’ın belki de diyalog kurmaları gerekirdi. Kurabilirlerdi

demiyorum, fakat bir diyalogda birbirlerinin görüşlerini uygun bir şekilde

Page 17: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

17

dinleyebilirlerdi. Ve belki her ikisi de görüşlerini askıya alacaklar, göreliliğin ötesinde

ve kuantum teorisinin ötesinde yeni birşeye geçebileceklerdi. Fakat bu diyalog

fikrinin, sonrasında bilimadamlarında oluşmadığını düşünüyorum.

Bilim bir gerçekliğe –tek gerçekliğe- ulaşırken kavramları baz alır. Dolayısyla diyalog

fikri bilimin mevcut yapısına bir şekilde yabancıdır, dine olduğu gibi. Bilim bir

bakıma modern çağın dini haline gelmiştir. Dinin bir zamanlar üstlendiği gerçeği

verme rolünü üstlenmektedir. Bu sebeple farklı bilim insanları bir kere gerçekliğe

dair farklı görüşlere sahip olduktan sonra, farklı dinlerin biraraya gelememesi gibi

artık biraraya gelememektedirler. Bir bilim insanı olan Max Plank’ın söylediği gibi

“Yeni fikirler gerçekte kazanmazlar. Olan şey şudur, yaşlı bilim insanı ölür ve yeniler

yeni fikirlerle gelirler”. Fakat açıkçası doğru olan yol bu değildir.

Bu bilimin başka bir yolda işlemeyeceği anlamına gelmez. Eğer bilim insanları bir

diyaloğa dahil olabilirlerse, bu bilimde radikal bir devrim olur. Aslında, diyalogdaki

kavramlara prensipte bağlıdırlar. Şöyle derler “Dinlemeliyiz ve hiçbirşeyi dışarıda

bırakmamalıyız.”

Bununla birlikte, bunu yapamayacaklarının farkına varırlar. Bu yalnızca bilim

insanlarının herkesin paylaştığı şeyleri (varsayımlar, görüşler) paylaşmaları sebebiyle

değil, aynı zamanda bugün bilimi ‘gerçeği elde edeceğimiz’ şeklinde tanımlayan

görüş sebebiyledir de. Çok az bilim insanı düşüncenin ‘herşeyi’ bilme yeteneğine

sahip olduğu varsayımını sorgular. Fakat bu geçerli bir varsayım olmayabilir, çünkü

düşünce soyutlamadır, doğası gereği sınırlamayı içerir. Bütün ise çok fazladır.

Düşüncenin bütünü ele geçirebileceği bir yol yoktur, çünkü düşünce sadece soyutlar,

sınırlar ve tanımlar. Ve düşüncenin çıktığı geçmiş, sadece sınırlı bir miktarı içerir.

Şimdiki zaman düşüncede yer almaz, bu denle bir analiz gerçekte analiz anını

kaplayamaz.

Mutlak doğruya hiç bir zaman ulaşamayacağımızı söyleyen rölativistlerde vardır.

Fakat onlarda kendi paradokslarında hapsolmuşlardır. Göreliliğin (rölativism) tek

gerçeklik olduğunu varsayarlar. Dolayısyla, herhangi bir türden tek gerçekliğe

ulaşacaktıklarına inanan insanlar bir diyalog kuramazlar, kendi aralarında da

kuramazlar. Hatta farklı rölativistler anlaşamazlar.

Diyalog içerisinde hayalkırıklıklarının olacağını söylemiştik, fakat bunların

üstesinden gelebilirseniz daha iyi arkadaş olabilirsiniz. Arkadaşlığı talep etmiyoruz,

hiçbirşeyi talep etmiyoruz. Arkadaşlık gelebilir. Eğer diğer insanların düşüncelerini

görürseniz, sizin düşünceniz haline gelir ve ona kendi düşüncenizmiş gibi

davranırsınız. Ve bir duygusal yüklenme geldiğinde, bütün duygusal yükleri de

paylaşırsınız, eğer sizi etkilerlerse onları bütün düşüncelerle birlikte tutarsınız.

Çoğu kez, duygusal bir yüklenme olduğunda, birisi meseleyi biraz yatıştırmaya

çalışabilir ve böylece kaçmamış olur (çocuk psikiyatristinin ‘Benden ne kadar zaman

daha sonsuza kadar nefret edeceksin?’ sorusuyla yatıştırdığı gibi, veya başka tür bir

espri sorunu yatıştırabilir, veya herhangi birşey, öngöremediğiniz bazı uygun sözler).

Bazen insanlar, ailelerinde diyalog hissini hissederler. Fakat bir aile genellikle bir

hiyerarşidir, diyaloğun tersine otorite prensibi üzerine organize olur. Aile gerçekten

otoriter bir yapıdır, zorunluluğa ve bu türden şeylere dayanır. Kendi değerine sahiptir

Page 18: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

18

fakat bu yapı içerisinde diyaloğun sürdürülmesi güç olabilir. Eğer yapabilirseniz bu

iyi birşeydir –muhtemelen bazı ailelerde bu oluyordur. Genellikle zordur, çünkü

diyalogda otorite ve hiyerarji prensiplerine yer yoktur. Hareket ettikçe otorite ve

hiyerarşiden kurtulmak isteriz. İşleri yürütmek için biraz otoriteniz olmalıdır; eğer

bir ‘amacınız’ varsa bir yerlere biraz otorite göstermeniz gerekir dememizin sebebi

budur. Fakat bir diyalogda bir amacımız ve gündemimiz, yapacak birşeyimiz olmadığı

için, bir hiyerarşinin otoritesine de ihtiyaç duymayız. Daha çok, otoritenin olmadığı,

hiyerarşinin olmadığı, özel bir amacın olmadığı bir yere ihtiyacımız vardır -herşeyin

konuşulmasına izin verebileceğimiz türden boş bir yer.

Bir diyalogda, bir hedefimizin olmadığı, bir gündemimizin veya bir programımızın

olmadığı boş bir alan yaratırız. Sadece birbirimizle konuşuruz ve hiçbirşeyi

başarmaya adanmayız. Hiçkimse herhangi bir şeye katılmak zorunda değildir. Sadece

tüm fikirleri dinleriz. Eğer hiçbirşey halledilmemiş gibi görünüyorsa önemsemeyiz,

eğer boş bir alan yaratabilirsek diyalog süreci bizi çok daha derin bir düzeyde

etkileyecektir. Tüm görüşleri dinlemek bizi biraraya getirecektir.

Görüşlerin savunulması bizi ayırır. Herkes kendi fikrini savunur ve buluşamayız.

Birbirimizi gerçekten dinlemeyiz, kazanmaya çalışırız. Fakat, eğer bütün fikirleri

dinlersek, ve hepsini anlarsak hepimiz buluşuruz. Bir karar almak zorunda değiliz.

Tüm fikirlerin sınırlı olduğunu çoğu kez göreceğiz ve bu sebeple onların ötesine

geçmeliyiz. Örneğin, ekolojik kriz hakkında neler yapılacağı üzerine her türden fikir

vardır. Belki hepsine baksaydık, hepsinin çok sınırlı olduğunu ve daha yaratıcı birşey

bulmamız gerektiğini söyleyecektik. Aynı zamanda, eğer bir kişi grubun kendi

amacını gerçekleştirmesini isterse, muhtemelen bir çatışma başlatacaktır. Diyalog

onun gidilecek yol olduğu üzerine ortak olarak anlaşabilen insanlar için

amaçlanmıştır. Eğer insanlar onun gidilecek yol olduğu üzerinde anlaşamıyorlarsa, o

zaman onun içerisinde yer almak için bir neden yoktur. Çoğu zaman, diyalog

sürdükçe ve grup devam ettikçe, bazı insanların ayrıldığını ve bazı insanların dahil

olduğunu göreceksiniz. “Bu bana göre değil” diye hisseden insanlar olacaktır.

Belirli bir amacımızın olmadığını söylemenin keyfi bir uygulama olmadığını

görüyoruz (mutlak bir amaç yok). Araştırma için ilgili amaçlar koyabiliriz, fakat belirli

bir amaca bağlı değiliz ve tüm grubun süresiz olarak bu amaca uyması gerektiğini

söylemiyoruz. Hepimiz insan ırkının hayatta kalmmasını isteyebiliriz, fakat bu bile

amacımız değildir. Amacımız, tutarlı bir şekilde gerçekten iletişim kurmaktır, eğer

bunu bir amaç olarak adlandırmak istiyorsanız.

Diyalog için ‘kurallarımız’ olmadığında, ilerlerken bize yardımcı olacak prensipleri

öğrenebiliriz –her insanın konuşması için bir boşluk bırakmamız gerektiği gibi. Bunu

bir kural olarak olarak koymuyoruz, daha çok bunun hissini görebileceğimizi

söylüyoruz, ve bunu yapmayı öğreniyoruz. Yardımcı olacak belirli prosedürlerin

gerekliliğini veya değerini görüyoruz. Boşluk veriyoruz. İnsanlar kademeli olarak

diğerlerinin konuşması için boşluk bırakmayı öğrenecektir. Çoğu kez, grupta bir

boşluk bırakmadığınızda, herkes aklında her ne varsa hemen atlayacaktır. Fakat aynı

zamanda, konuşma bir yere giderken bunu kafanızda iyice düşünüp taşınmamalısınız

(bir meseleyi alıp, üzerinde düşünerek). Bir mesele üzerinde düşünmek için

durursanız, düşündüğünüz sürede grup ilerler ve o an söyleyeceğiniz şey ilgisiz olur.

“Bütün bunlar ne anlama geliyor ve ben ne söylemeliyim?” diye düşünürken, çok geç

Page 19: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

19

olacaktır, çünkü konu değişmiştir. Çok hızlı atlamak ve çok geride durmanın arasında

ince bir durum vardır. Sessiz süreçler olabilir, ve benzeri şeyler.

Bazen siz bir soru sormak üzereyken, birisinin aynı konudan bahsettiği bir durum söz

konusu olabilir. Böyle bir durumda, bu düşünce grupta muhtemelen bir bütün olarak

örtülü bulunmaktadır, dolaylıdır ve bir kişi veya bir başkası ondan sözedebilir. Sonra

bir başkası onu alabilir ve destekleyebilir. Eğer grup gerçekten işliyorsa, bu birlikte

düşünmektir -düşünmeye ortak katılımdır- hepsi tek bir süreçmiş gibi. Bu tek

düşünce ortak olarak oluşturulmuştur.

Her ne kadar, toplumun uyum içerisinde olması için gerçekten gerekli olan şey bu

olsa da, toplumda yaygınlaşmamıştır. Eğer insanlar bunu devlet yönetiminde, iş

dünyasında veya uluslararası alanlarda uygulasalardı, toplumumuz tamamen farklı

bir şekilde işlerdi. Diğer yandan, bu duyarlılık gerektirir (nasıl gireceğini veya

girmeyeceğini, tüm üstü kapalı işaretleri, hisleri ve onlara verdiğiniz karşılığı

izlemeyi, ve içinizde neyip olup bittiğini, grupta neyin olup bittiğini bilmenin belirli

bir yolu) İnsanlar duruşlarıyla ne olduğunu gösterebilirler -beden dilleriyle- aynı

zamanda söyledikleriyle de. Bunu amaçlı olarak yapmaya çalışmamaktadırlar, fakat

bunun olduğunu görebilirsiniz. Bu iletişimin bir parçasıdır. Sözel olmayacağı gibi

sözel de olabilir. Bunu yapmak için hiçbir şekilde uğraşmıyorsunuzdur, hatta bunun

olduğunun farkında da olamayabilirsiniz.

Farkındalık, birşeyin olduğunu, üstü kapalı farklılıkları ve benzerlikleri

hissedebilmektir. Tüm bunları hissedebilmek, algının temelidir. Hisler size bilgi

sağlar, fakat ona duyarlı omalısınızdır, yoksa göremezsiniz. Eğer bir insanı çok iyi

tanıyorsanız, caddede yanından geçebilir ve “Onu gördüm” diyebilirsiniz, size onun

ne giydiği sorulduğunda ise bilemeyebilirsiniz, çünkü gerçekten bakmamışsınızdır.

Tüm bunlara karşı hassas değilsinizdir, çünkü bu kişiyi düşüncenin ekranından

görmüşsünüzdür. Ve bu farkındalık değildir.

Dolayısyla, farkındalık hisleri ve aynı zamanda daha ötesini içerir. Hisler karşılık

verdikleri belirli şeylere hassastırlar, fakat bu yeterli değildir. Hisler size neyin

olduğunu söylerler, ve sonra bilinç bir biçim oluşturmalıdır, ya da onun ne anlama

geldiği ile ilgili bir anlayış yaratmalıdır, bu onu birarada tutar. Bu nedenle, anlam

onun parçasıdır. Anlama veya anlamın eksikliğine duyarlısınızdır. Bu anlamın

algısıdır, eğer öyle anlamak istiyorsanız. Diğer bir ifadeyle, bu daha üstü kapalı bir

algıdır. Anlam onu birarada tutan şeydir. Söylediğim gibi, ‘çimento’dur.

Anlam durgun değildir, akmaktadır. Ve eğer paylaşılan anlama sahipsek, o zaman

aramızdan akıyor demektir; grubu birarada tutar. O zaman herkes, sadece kendi

aklında olanlara değil, etrafta dolaşan tüm ince arıntılara (nüans) duyarlı olur.

Bundan paylaşılan anlam oluşur. Ve bu sayede, birlikte uyum içerisinde konuşabilir

ve birlikte düşünebiliriz. Oysa ki insanlar genellikle varsayımlarına tutunurlar,

böylece birlikte düşünemezler. Herkes kendi başınadır. Duyarlılığı engelleyen,

varsayımlarımızı ve görüşlerimizi savunmaktır.

Grubun büyüklüğüne bakmaksızın, çoğunlukla diyaloğu engelleyen şey varsayımlara

veya görüşlere tutunmak ve onları savunmaktır. Eğer kişsel olarak bir görüş ile

tanımlanırsanız, bu yolunuza çıkacaktır. Ve eğer kolektif olarak bir bir görüşle

Page 20: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

20

tanımlanırsanız, bu da yolunuza çıkacaktır. Esas zorluk, bir kişinin görüşünü düzgün

bir şekilde dinlemememizdir, çünkü ona direniyoruzdur –gerçekten duymuyoruzdur.

Fakat görüşlerinizi savunuyorsanız, kendinizi yargılamazsınız ve “Savunmamalıyım”

demezsiniz. Gerçek daha çok şudur ki savunuyorsunuzdur, sonra kınamalara ve

yargılamalara duyarlı olmaya ihtiyaç duyarsınız. Bunun yolumuza çıkacağını hepimiz

farkedebiliriz. Öyleyse bu grup kınamayacak ve yargılamayacaktır. Sadece tüm

görüşlere ve varsayımlara bakacak ve onların yüzeye çıkmasına izin verecektir. Ve

sanıyorum ki o zaman bir değişim olabilir.

Geniş bir grupta (küçük bir grupta olduğundan veya bir birey olarak) daha fazla

kültürel varsayımlara dokunmaya başlarsınız. Kültürel varsayımlar çok güçlüdürler

ve çoğunlukla onların farkında değilizdir, normal olarak konuşmanızdaki aksanın

farkına varamadığınız gibi. Fakat o aksan kültürünüzün bir parçasıdır. Şimdi,

varsayımlarınızın büyük çoğunluğu da kültürünüzün bir parçasıdır ve ilişkide ortaya

çıkar.

Bu konular üzerinde tartıştığım bir arkadaşım şöyle söyledi: ‘Var olmak’ ilişkili

olmaktır. Fakat ilişki çok ıstıraplı olabilir. Tüm zihinsel süreçlerinizi

düşünmeniz/hissetmeniz ve üzerinde kafa yormanız gerekir ve sonra bu başka bir

şeye yol açar. Ve sanırım bu, diyalog grubunda olabilecek şeydir. Acı veren belirli

şeyler bazı kişilerin başına gelebilir; bunların hepsini çözmeniz gerekir.

Bir keresinde İsviçre’de grubun kendisini iki cepheye ayırdığı bir diyalog

gerçekleştirmiştik. Bir çok ‘yeni nesil’ insan vardı, ve başından itibaren sevginin

erdemleri ve heryerin sevgi ile dolu olduğu, heryerde sevginin olduğu üzerine

konuşmaya başladılar. Grubun bir bölümü bir süre sessiz kaldı ve ilerleyen zamanda

onlarda konuşmaya başladılar. Sevgi konuşmasının tamamen duygusal bir saçmalık

olduğunu ve hiçbir anlam ifade etmediğini üstü kapalı bir şekilde belirtiyorlardı.

Sonra bir üye o kadar heyecanlandı ki, dayanamadı ve dışarıya çıktı. Sonunda geri

döndü ve tekrar biraraya geldiler. Doğabilecek tipik zorluk -kutuplaşma- ortaya

çıkmıştı. Bir kişi kutuplaşmayı farketti ve biraz da mizahla şöyle söyledi: “Burada iki

grup var –sevgi grubu ve nefret grubu.” Bu tansionu biraz düşürdü ve sonrasında iki

grup konuşmaya başladılar. Birbirlerini ille de ikna etmeye çalışmadılar, fakat her

taraf, diğer tarafın duruşunun anlamını görebiliyordu ve kutuplaşan iki grup

birbirleri ile konuşabiliyorlardı.

Şimdi “bu”, birbirlerini ikna edip etmediklerinden daha önemli bir durumdur. Her iki

tarafta duruşlarından vazgeçmeleri gerektiğini düşünebilirler ve böylece bir şeyler

ortaya çıkabilir. Birinin sevgiden yana olması, diğerinin nefretten yana olması, bir

diğerinin şüphe duymaktan ve dikkatli olmaktan, bir nebze kuşkucu olmaktan yana

olması önemli değildi. Gerçekte, özünde benzerdiler, çünkü her iki tarafın da sabit

duruşları vardı. Bu pozisyonu gevşetmek demek değişimin anahtarı demekti.

Sanıyorum ki böyle bir grup, bireylerin veya daha küçük grupların genelde sahip

olmadıkları, tüm kültürü içerisine alan belirli türden bir ilişki fırsatı sunmaktadır.

Bireylerle veya aile içi ilişkilerde başka türden problemleriniz olur ve bunun da

karşılanması gerekir. Fakat bu boyutta bir grupta, küçük gruplarda olmayan belirli

bir olasılık vardır. Ve eğer grubu daha fazla büyütürseniz, çember çok büyük olur.

Yönetilmesi zor bir hal alır ve iletişim kuramazsınız.

Page 21: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

21

Bir diyaloğun başında kişisel problemlerin veya soruların dahil olmasını beklemeyiz.

Eğer insanlar diyaloğu haftalarca, aylarca sürdüreceklerse, o zaman dahil olabilir.

Herşey dahil olabilir, fakat insanlar birbirlerini tanıma, güvenme ve paylaşma

ilişkisini kurma noktasına gelmelidirler. Bu şekilde başlamak çok fazlasını beklemek

olacaktır. Ve aslında, kişisel bir problem zaten çok da önemli olmayacaktır; bir kişinin

problemi olsa da grup onu dikkate alabilir. Yapamamaları için bir neden yoktur; yine

de bununla başlayacağımızı düşünmüyorum, en azından çok sık. Grup esasen kişisel

problemler için kurulmamıştır; esasen kültürel bir sorudur. Fakat kişisellik gruba

dahil olabilir, çünkü kişisel problemler ve kültür karışmıştır.

Şunu anlamak önemlidir ki; bir diyalog grubu bir tür terapi grubu değildir. Burada

kimseyi tedavi etmeye çalışmıyoruz, bununla birlikte bu bir ürün olarak ortaya

çıkabilir. Fakat amacımız bu değildir. Bunu inceleyen bir arkadaşım durumu “sosyo-

terapi” olarak adlandırmaktadır. Bireysel terapi değil. Grup sitemin küçük evrenidir.

Öyleyse, eğer bir grup -veya herhangi biri- ‘tedavi’ edilmişse, bu daha büyük bir

tedavinin başlangıcıdır. İsterseniz olaya bu şekilde bakabilirsiniz. Bu sınırlı bir

bakıştır fakat hala bakmanın bir yoludur.

İnsanların duygularının ve daha fazlasının ortaya çıkacağı belirli türden bir terapiyi

hedefleyen ‘Karşılaşım grubu’ da değildir. Özellikle bunu hedeflemiyoruz, fakat

duygular hiç bir zaman ortaya çıkmamalıdır da demiyoruz, çünkü belirli durumlarda

insanlar her birini duygusal olarak karşılarlarsa, varsayımları ortaya çıkacaktır.

Bir diyalog grubunun temel özelliği, varsayımları açığa çıkartabilmesidir. Bu

varsayımlar gerçekte bizi hasta eder. Ve o anlamda, varsayımları ortaya çıkarmak için

bir terapidir. Buradaki içerik daha çok bu yöndedir, bu varsayımlardan kurtulma

yönünde ilerlemek ve varsayımların ötesinde yeni birşeyler keşfetmektir.

İddia şudur ki, insanlar diyalog gruplarını birçok yerde gerçekleştirebilirler. Mesele

grupla özdeşleşmek değildir, dahası, önemli olan tüm süreçtir. “Bu muhteşem bir

grup” diyebilirsiniz, fakat gerçekte önemli olan süreçtir.

Sanıyorum ki, bu türden bir diyaloğu sürdürebildiğimizde, katılan insanlarda bir

değişimin olduğunu göreceksiniz. O zaman kendileri farklı davranacaklardır, hatta

diyaloğun dışında bile. Nihayetinde onu yayacaklardır. Bu tohumun incildeki

analojisine benzer, birazı taşlık zemine düşer ve bazıları doğru yere düşer ve harika

meyveler verir. Mesele şudur ki nerede ve nasıl başlayacağını söyleyemezsiniz.

Buradaki fikir, buradaki iletişim, buradaki düşünce şeklimiz bunun ortaya çıkmasını

sağlayacak tohumlardır. Fakat bu grupların birçoğunun başarısız olmalarına ve

ilerlememelerine şaşırmamalıyız. Bu olmayacağı anlamına gelmez.

Mesele, sonsuza kadar sürecek sabit bir diyalog grubu kurmak değildir; daha çok bir

değişim oluşturabilecek kadar uzun sürecek bir grup kurmaktır. Eğer çok uzun süre

tutarsanız, tekrar alışkanlıklardan etkilenebilir. Fakat bir süre devam ettirmelisiniz,

aksi takdirde işe yaramayacaktır. Diyaloğu bir veya iki sene sürdürmek değerli

olabilir, söylediğimiz gibi, önemli olan düzenli olarak sürdürmektir. Eğer

sürdürürseniz, tüm bu problemler ortaya çıkacaktır; bu, katılımcıların derin

varsayımlarının ortaya çıkmasını engeleyemeyecektir. Hayal kırıklığı, kaos duygusu,

tüm bunlara değmeyeceği duygusu ortaya çıkacaktır. Siyonizm varsayımlarına sahip

olan kişi, muhtemelen çok nazik olmak istemiştir. Fakat birden bir kişi onu

Page 22: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

22

öfkelendirecek birşey söyledi, ve kendisini kontrol edemedi. Derindeki varsayımlar

yüzeye çıktıkça bu olacaktır, eğer bunu sürdürürseniz, sonrasında yeni bir tanesi

gelecektir.

Şimdi, diyalog her zaman eğlenceli olmayacaktır, ne de herhangi birşeyi görünür bir

şekilde kullanışlı kılacaktır. Dolayısıyla, zorlaşmaya başladıkça, onu bırakma

eğiliminde olabilirsiniz. Fakat ben -hayal kırıklığı süresince- diyaloğa devam

etmenizin çok önemli olduğunu söylüyorum. Bir şeyin önemli olduğunu

düşünürseniz onu yaparsınız. Örneğin hiç kimse önemli olduğunu düşündüğü bir

sebep olmadıkça Everest Dağına tırmanmaz, bu sebep sinir bozucu olabilir ve her

zaman eğlenceli de olmayabilir. Ve aynı şey para kazanmak zorunda olduğunuzda da

geçerlidir, veya benzer türden herşey için. Eğer gerekli olduğunu düşünüyorsanız,

onu yaparsınız.

Demek istiyorum ki, anlamı paylaşmak gereklidir. Bir toplum, kişiler ve kurumlar

arasındaki ilişkiler bağıdır, böylece bir arada yaşayabiliriz. Fakat bu, sadece bir

kültürümüz olduğunda (anlamı paylaşyığımızı ifade eden, örneğin önem, amaç ve

değer) işler. Aksi takdirde parçalanır. Toplumumuz tutarsızdır, ve bunu çok iyi

yapamaz, eğer bir zamanlar yapmışsa da çok uzun süredir yapamamaktadır. İnsanları

sahip oldukları farklı varsayımlar, yapmakta olduğumuz şeyin tüm anlamını örtülü

bir şekilde etkilemektedir.

Genellikle, eğer görüşlerinizi savunduğunuzu söyleyebiliyorsanız, ciddi değilsinizdir.

Benzer şekilde, eğer içinizde hoş olmayan birşeylerden kaçınmaya çalışıyorsanız, bu

da ciddi olmadığınız anlamına gelir. Hayatımızın büyük bir bölümü ciddi değildir. Ve

bunu size toplum öğretir. Size çok ciddi olmamayı öğretir. Bir çok tutarsız şey vardır,

ve onun için yapılacak bir şey yoktur ve ‘ciddi olarak’ sadece boşu boşuna çırpınmış

olursunuz.

Fakat bir diyalogda ciddi olmanız gerekir. Eğer değilseniz, o bir diyalog değildir -

benim anlattığım türden bir diyalog değildir. Freud’un ağız kanseri olduğu zamanla

ilgili bir hikaye vardır. Birisi Freud’a gelir psikoloji ile ilgili bir mesele hakkında

konuşmak ister. Kişi şöyle söyler “Belki sizinle konuşmamam daha iyi, çünkü çok

ciddi bir kanser hastalığına yakalandınız. Bununla ilgili konuşmak istemeyebilirsiniz.

Freud şöyle cevapladı “Bu kanser ölümcül olabilir, fakat ciddi değil.” Ve gerçekte tabii

ki, sadece bir çok hücrenin büyümesiydi.

Toplumda olan bir çok şeyin bu şekilde açıklanabileceğini düşünüyorum -ölümcül

olabilir, fakat ciddi değil. Söylediğimiz gibi, daha sınırlı bir şekilde de diyaloğu

sürdürebilirsiniz -belki akıldaki bir amaçla veya hedefle. Açılmasına izin veme

prensibini kabul etmek en iyisi olacaktır, çünkü kısıtlarsanız, kısıtlamanıza dayanan

varsayımları (serbest iletişimin yoluna çıkabilecek varsayımlar) kabul etmiş

olursunuz. Bu nedenle, bu varsayımlara bakmıyorsunuzdur.

Yine de, kişiler iletişimlerinde tamamen açık olmaya hazır değillerse, ne

yapabiliyorlarsa, onu yapmalıdırlar. Diyaloğun ilkelerini şirket sorunlarına

uygulamakla ilgilenen bazı profesörler biliyorum. Onlardan birinin yakın zamanda

ofis mobilyaları yapan bir şirketin yöneticileriyle toplantısı vardı. Bu türden bir

toplantıyı istemişlerdi çünkü, etkin bir şekilde çalışmıyorlardı ve anlaşamıyorlardı.

Üst düzey çalışanların herşeyi engelleyen her türden varsayımları vardı. Bu nedenle

Page 23: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

23

ondan müdahale etmesini istediler. Onların ilgisini çeken bir diyalog başlattı ve şimdi

bütün serisini istiyorlar.

Doğal olarak, bu tür bir diyalog sınırlı olacaktır -katılan insanların belirli bir amaçları

var, ki bu da kıstlatıcıdır- fakat öyle de olsa hatırı sayılır bir değeri vardır. Prensip, en

azından insanların birbirlerinin varsayımlarını bilmelerini sağlamaktır, böylece

varsayımlarını dinleyebilir ve ne olduklarını bilebilirler. Çoğunlukla insanlar diğer

kişinin varsayımını bilmedikleri için sorun yaşarlar, ve olduğunu düşündükleri gibi

tepki verirler. O zaman bu kişinin kafası karışır ve “Bu ne yapıyor?” diye merak eder.

Tepki verir ve kafası iyice karışır. Dolayısıyla, eğer en azından birbirlerinin

varsayımlarını fark edebilecek duruma gelirlerse, bir değeri olacaktır.

Profesör bana iki ilgi çekici durumdan bahsetti. Bir tanesi, üst yönetim bölümlerinde

çok mutlu olmayan ve birbirleriyle geçinemeyen insanlar ile ilgili sorun yaşayan bir

şirketti. Şirketin bu sorunu çözmede genellkle başvurduğu yol yüksek ücret sunmaktı,

bir çeşit tatlandırıcı gibi, ve bir çok vasat çalışana mümkün olan en yüksek

pozisyonlar verilmişti. Böyle devam etti ve çok yakın bir zamanda şirketin

karşılayamayacağı kadar yüksek aylık alan bir çok insan oldu. Şöyle dediler “Ne

yapabiliriz? Tamam, bu insanlara ‘Diğer bir pozisyonu kabul etmen gerek’ diyebilecek

sağlam birini bulmalıyız.” Buldukları arabulucu, yeni politikaları şöyle açıkladı

“Şirket bunu karşılayamıyor.” Fakat sorundan kaçınıyordu. Doğrudan şöyle

söyleyemiyordu “Bu yaklaşım tamamen yanlış.” Şimdi, eğer şirket etkin bir şekilde

çalışacaksa, karşılıklı bir anlaşma olması gerekir, sadece insanlar arasındaki

psikolojik bir sorunu yatıştırmak için birine yüksek bir pozisyon vermemeliler. Bu

ilerlemek için doğru bir yol değildir. Herkes bunun çalışmak için doğru bir yol

olmadığını anlamalıdır, aksi halde şirket başarılı olamaz. Bu sebeple bir diyaloğa

ihtiyaç duyuldu, böylece dikkat çeken noktaları görebilme noktasına gelebilmek için

birbirleriyle konuşmaya başlayabildiler: Bu düşünme şeklimizdir, bu sorunların

geldiği yerdir, ve bu gitmemiz gereken yoldur. Dolayısıyla, şirketin hayatta kalması

çerçevesi içerisinde sınırlı bir tür diyalog vardır. Sonunda burada olmasını istediğimiz

türden bir diyalog değil, fakat yine de bazı yönlerden iyidir.

Şimdi, diyorum ki insan türü bunu yapmalıdır. İnsan türünün şirketin düştüğü aynı

hataya düştüğünü söyleyebiliriz.

İkinci durum, uzlaşma grubunun kendisi ile ilgiliydi, uzmanlıkları şirketlere giderek

bu problemleri çözmek olan üniversiteden insanlarla ilgili. Aynı amaçla kendi

aralarında bir toplantı düzenliyorlardı. İçlerinden iki kişinin hiç bir konuda, hiçbir

şekilde anlaşmaya varamadıkları bir dizi toplantı gerçekleştirdiler. Bir tanesi sürekli

olarak, doğru şeyin sorunu ortaya çıkarmak ve birini onunla yüzleştirmek olduğu

varsayımına sahipti. Ve diğer kişi tam tersi bir varsayıma sahipti, bunun yapılmaması

gerektiği. Diğer insanlardan onu konuşturmalarını istedi. Ona konuşması için bir

alan oluşturulmadıkça birşey söyleyemeyeceğini hissediyordu ve onu konuşturdu. İlk

kişi bunu yapmayacaktı, tam tersini yaptı. Böylece karşılaşamadılar. Karmaşa

içerisinde geçen uzun sürede olan, birinin konuşturulmak için beklemesi ve diğerinin

meselenin bu olduğunu anlamamasıydı. En sonunda konuşmaya başladılar, ve

herbiri bu varsayımların arkasındaki çocukluk deneyimlerini ortaya çıkardı. Ve o

zaman açıldı.

Page 24: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

24

Bu süre içerisinde kolaylaştırıcı olarak çalışan kişi çok az şey yaptı. Aslında bazı

kişiler kolaylaştırıcıya başvurdular ve “Neden konuşmuyorsun?” dediler.

Kolaylaştırıcı zaman zaman müdahale edebilir ve neler olduğu veya ne anlama geldiği

hakkında yorum yapabilir. Daha genel bir grupta, nihayetinde sadece bir katılımcı

haline gelebilir. Muhtemelen şirket grubunda bu işlemeyecektir, bununla birlikte

sadece bir katılımcı olmayacaktır. Böyle bir grup çok sınırlı bir şekilde tarafsızdır.

İkinci örnek, kişiselin ne zaman genele dönüşmesi gerekebileceğine bir örnek olabilir,

çünkü belirli durumlarda, kişinin çocukluğunda kavradığı belirli varsayımlara

dayanan -başka şekillerde de olabilir- engeller vardır. Ve bu örnekte, en sonunda bu

varsayımları açığa çıkarabilmişlerdir. Birbirlerini iyileştirmeye veya terapi yapmaya

çalışmıyorlardı, fakat yine de iyileştirici bir etkisi olmuştur. Fakat bu ikincil bir

şeydir.

Bazıları, bu türden bir şirket diyaloğunun bozuk bir düzeni sadece ileriye götüreceğini

düşünür. Bununla birlikte, farklı birşeyin tohumu söz konusudur. Sanıyorum ki

topluma girdiğinizde, neredeyse herşeyin bu bozuk düzene dahil olduğunu

göreceksiniz. Bunu tamamen görmezden gelmek başarıyı getirmeyecektir. Yöneticiler

şirket işini yapmak zorundadırlar, ve aslında, eğer tüm bu şirketler etkin bir şekilde

çalışabilselerdi, hepimiz daha iyi durumda olurduk. Kısmen öyle, çünkü sıkıntıda

olduğumuz için, toplum etkin olmadığı için, herşey parçalara ayrıldığı için, onlar bu

karışıklığın içerisindeler. Eğer devlet ve şirketler etkin olarak çalışabilseler, bu kadar

savurgan olmayız, kandi başına tüm problemleri çözmese de.

Eğer toplum yolunda giderse, tüm bu şeyler etkin ve tutarlı işler hale gelecektir.

Bugün dünyada olanlara bakarsak, bu ülkede veya herhangi bir ülkede, tutarlı bir

şekilde işlemediğini görürürüz. Birçok şirket tutarlı bir şekilde işlemiyor ve yavaşca

batıyor. Eğer herhangi bir durumda bu görüşün anlaşılmasını sağlarsanız -diyalog

görüşünün tohumu- eğer insanların buna bakmasını sağlarsanız, bu bir adımdır.

Bush ve Gorbachev’in bizim konuştuğumuz türden bir diyalog gerçekleştirmelerinin

mümkün olmadığını söyleyebilirsiniz. Eğer bu türden bir diyalog gerçekleştirirlerse,

eğer bu prensibi anlamaya başlarlarsa, bu bir adımdır. Bir değişim oluşturabilir,

örneğin, silahlanmada görülen enerji israfında kısıntıya gidilebilir. Eğer üretilen

silahlanmaya harcanılan muazzam miktarları durdurabilirsek –ayda 1 trilyon dolar

diyelim- bu ekolojik yenilenme ve her türden yapıcı iş için kullanılabilir ve bunlardan

bazılarının gerçekleşmesi mümkündür. Ekolojik problemin daha fazla farkında olan

politik figürler, Bush’un daha fazla farkında olmasını sağlayabilirler, eğer gerçekten

konuşurlarsa. Politikacılardan, bizim karşılaştığımız sorunları çözmelerini

beklemiyoruz. Fakat diyorum ki, eğer daha açık bir şeye doğru hafif bir hareket

olursa, yıkım oranı azalacaktır. Bu hızla devam edersek, bir şey yapmak için çok az

zamanımız olabilir. Bush ve Gorbachev’in düzeyinde birşey yapamayız. Onların kendi

görüşleri var. Fakat söylediğimiz gibi, bazı fikirler süzülür. Bir şekilde, diyaloğa az çok

benzeyen herhangi bir görüş o seviyeye süzülürse, bir etkiye sahip olabilir, işte

söylemek istediği şey bu. Sanıyorum ki, devlette daha çok bu yönde olan ve daha çok

diğer yönde olan insanlar var. Nasıl ortaya çıkacağını bilemeyiz, fakat daha açık bir

şeye doğru belirli bir hareket var. Bunun bütün meseleyi çözeceğini söylemiyorum,

önemli olanın yıkımın yavaşlatılması olduğunu söylüyorum, çünkü yıkım doğacak

yeni bir şeye zaman vermek için yavaşlatılmazsa, çok geç olabilir.

Page 25: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

25

Dünyanın sorunlarına uygun politik cevap olmayabilir. Bununla birlikte, önemli olan

cevap değildir -diyalogda olduğu gibi, önemli olan belirli görüşler değildir- fakat daha

çok, aklın yumuşatılması, açılması, ve tüm fikirlere bakılmasıdır. Bu tutumun bir

şekilde yayılırsa, sanıyorum ki yıkımı yavaşlatacaktır.

Böylece, yargımızı paylaşabilmenin, varsayımlarımızı paylaşmanın, diğerlerinin

varsayımlarını dinleminin son derece önemli olduğunu söyledik. Einstein ve Bohr’un

durumunda bu şiddete dönüşmedi, dönüştürmediler; fakat genelde birisi sizin temel

varsayımlarınızı dinlemediğinde, bunu bir şiddet eylemi olarak algılarsınız, ve o

zaman kendinizde şiddet eğilimli olursunuz. Bu sebeple, bu hem bireysel hem de

kolektif olarak önemlidir; ve diyalog yargıların ve varsayımları açmanın kolektif

yoludur.

Bununla birlikte, aklımızda bukundurmalıyız ki diyalog -aslında tüm bu

konuştuklarımız- toplumumuzun sorunlarını gidermeye yönelmemiştir, bu sorunları

çözmemiz gerekse de, onlara sahip olmamış olsaydık daha yararımıza olurdu.

Eğer hayattaysak ve değerli bir hayatımız olmasını istiyorsak, bu sorunlarla

ilgilenmemiz gerekir. Fakat sonuçta hikayenin hepsi bu değildir. Bu sadece

başlangıçtır. Bilincin doğasının bireysel veya kolektif olarak dönüşümünün

olasılığının olduğunu belirtiyorum, ve bunun hem kolektif hem toplumsal olarak

çözülmesi diyaloğa bağlıdır. Keşfetmekte olduğumuz şey budur.

Ve bunun birlikte gerçekleşmesi önemlidir, çünkü bir birey değişirse bunun genele

etkisi çok az olacaktır. Fakat kolektif olarak gerçekleşirse, çok daha fazla olacaktır.

Eğer birimiz ‘gerçeğe’ ulaşırsa ve birçok kişi dışarıda kalırsa, bu problemi

çözmeyecektir. Bir başka çatışma daha olacaktır, tıpkı Hristiyanlık inancının ya da

Müslüman inancının veya diğerlerinin farklı kısımları arasında olduğu gibi. Hepsi

aynı tanrıya, aynı peygambere veya aynı kurtarıcıya inanmış olsalar da... Dolayısıyla

tüm bu iletişim meselesi ve diyalog yeteneği son derece önemlidir.

İnsanoğlunun kolektif boyutu, dikkate değer sayıda insan olduğunda, yeni bir nitel

özelliğe sahiptir. Büyük bir güce sahiptir, potansiyel olarak ve hatta etkin olarak. Ve

bir diyalog içerisinde, bunu bir çeşit ahenge ve düzene getirebileceğimizi ele alırız.

Soru gerçekten: Bu sürecin gerekliliğini gördünüz mü? dür. Anahtar soru budur. Eğer

bunun mutlaka gerekli olduğunu görürseniz, o zaman bir şey yapmanız gerekir.

Mesele şudur ki; sevgi, iletişim kuramazsak ve anlamı paylaşamazsak uzaklaşacaktır.

Einstein ve Bohr arasındaki sevgi, iletişim kuramadıkları için yavaş yavaş buharlaştı.

Bununla birlikte, eğer gerçekten iletişim kurabilirsek, o zaman dostluğun, katılımın,

arkadaşlığın giderek büyüdüğünü görürüz. Yol, bu olacaktır.

Ve belki diyalog içerisinde, uyumun bu yüksek enerjisine sahip olduğumuzda, bizi

sadece grup olmanın ötesine geçirecek ve bu da toplumsal sorunları çözmemizi

sağlayacaktır. Muhtemelen, bireyde ve evrenle bağlantıda yeni bir değişiklik meydana

getirecektir. Böyle bir enerji ‘iletişim’ olarak adlandırılmaktadır. Bu bir tür katılımdır.

İlk Hristiyanların kökü ‘katılmak’ anlamına gelen Yunanca bir kelime kullanırlardı:

‘koinonia’. Bütünün niteliğinde olmak ve bütüne katılmak, sadece tüm grubun değil,

bütünün de.

Page 26: David bohm diyalog üzerine (çeviri metni)

26

Bu, işte benim az çok ‘diyalog’ dan ne kastettiğimin özetidir.

Kaynak: David Bohm, On Dialogue http://sprott.physics.wisc.edu/Chaos-

Complexity/dialogue.pdf